İndir (PDF, 270KB) - Prof. Dr. Sabri Eyigün Germanist / Sosyolog

1
GÖÇMEN EDEBİYATI VE TÜRK GÖÇMEN YAZARLAR1
'Göçmenlik' olgusu ne içinde bulunduğumuz yüzyıla ne de henüz yeni bitirdiğimiz yüzyıla
ait bir olgudur, o insanlık tarihi kadar eskidir. Çünkü tarihin her döneminde insanlar başta savaşlar, hastalıklar, kuraklıklar olmak üzere, çeşitli sosyal, ekonomik ve siyasal nedenlerden
dolayı başka ülkelere göç etmek zorunda kalmışlar veya bırakılmışlardır. Göçmenlik durumunun getirdiği sorunlar, yine göçmen yazarlar tarafından tarihin her döneminde edebiyata ve
diğer sanat dallarına taşınmıştır. Özellikle Avrupa ve Türk edebiyat tarihine damgasını vuran
ve çağdaş edebiyatta yakından tanıdığımız göçmen yazarların yapıtları incelendiğinde hepsinde
de göçmenlik durumunun, sanatçı tarafından sanatı/ yazıyı belirleyen hem estetik, hem eleştirel
bir öğeye dönüştüğü görülecektir. Örneğin Becket, Kafka, Ionesco, Naipaul, Maalouf, P.
Weiss, Jelloun ve Türkiye'de yaşayan Türk asıllı göçmen yazarlar ile Almanya'da yaşayan
Türk göçmen yazarların yapıtları göçmenlik ve sürgün bilincinin bir yansımasıdır.
Her dönemde de göçmenlik durumu, her şeyden önce 'öteki' olarak görülende başta 'arada
kalmışlık' ve 'yabancılık' olmak üzere diğer sorunları da beraberinde getirmiştir. Gerçi bu iki
olgu yalnızca göçmenlik olgusuna bağlı bir sorun değildir, ancak göçmenlik durumu bu duyguları güçlendirmekte ve bunlara bağlı olarak yeni sorunları da doğurmaktadır. Bunlar, her şeyden önce kimlik ve benlik sorunlarıdır.(1)
Ayrıca göçlerin sonucu olarak, bir yere bağlı olmama veya kendi öz kültürüne yabancı
kalma durumunun sonucunda tüm göçmen yazarlarda eleştirel ve sorgulayıcı bilinç geliştiğinden, ya kendi kültürlerine veya içinde yaşadıkları kültürlere veya bazen her ikisine de karşı
eleştirel bir bilinç kazandıklarından, sorgulayıcı bir bilinç onların edebiyat yapıtlarını belirleyen başka bir karakteristik özellik olur. Bunun yanında, yaşanan sosyal ve kültürel değişmeler,
kuşaklar arası çatışmalar, geçmişe özlem, vatan ve dil sorunsalı da göçmen yazarlara özgü ve
onların göçmenliklerini yansıtan motiflerdir. Ancak yine de 'arada kalmışlık' ve 'yabancılık'
temel motif olma özelliğini korumaktadır.
Göçmen yazarların yapıtlarında dile gelen bu sorun, tüm yazarlarda aynı yoğunlukta ve
aynı boyutta değildir. Çünkü yabancılık ve arada kalmışlık duygusu hepsinde aynı oranda yaşanmadığı için, göçmenliğin getirdiği sorunlar ve çözüm arayışları da aynı oranda olmaz. Örneğin yurt dışında doğup büyüyen bir yabancı ile kendi ülkesinde kimliğini ve kişiliğini oluşturduktan sonra başka bir ülkeye giden kişi göçmenliği aynı oranda duyumsamayacaktır. Veya
bir İtalyan'la bir Türk'ün eşit koşullarda bile olsa Almanya'da duyumsadığı arada kalmışlık
duygusunun aynı olması düşünülemez.
Yukarıda anlattığımız sorunları dile getirmenin biçimi, görüldüğü gibi yazarın ait olduğu
kültür ve göçmenliği yaşama biçimine göre değişmektedir. Tek tip yazar söz konusu olmadığına göre ortak konulara yaklaşımları da farklı olacaktır. Bu konunun daha iyi anlaşılması ve
yazarların arda kalmışlık ve yabacılık sorunlarına bakışlarındaki farkları anlamak için
'göçmen yazar' tipolojisinin bilinmesi gerekir. Bu çerçevede göçmen yazarları dört ana grupta
değerlendirebiliriz:(2)
1.Göç etme nedenine göre göçmen yazarlar:
a- Kendi isteği ile göç eden yazarlar. Başta ekonomik olmak üzere bireysel nedenlerle
başka ülkelere göç edenler.
b- Politik nedenlerden dolayı sürgün olarak göç etmek zorunda bırakılan yazarlar.
1
Yrd. Doç. Dr. Sabri EYİGÜN. Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Bölümü Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
2
Bunlar politik ve ideolojik nedenlerden dolayı kendi öz vatanlarından uzaklaştırılanlardır.
Nasyonal Sosyalistler'in iktidarında Avrupa ve Amerika'ya göç etmek zorunda kalan çok sayıdaki Alman yazar gibi. Bu guruba giren yazarlar, kendi ülkelerinde yazarlık mesleğine başlayanlar olduğu için, kimlik arayışı ve arada kalmışlık duyguları yaşanmaz. Kendi ana dillerinde
yazmaya devam ederler. Burada kendi ülkesine veya geldiği ülkeye karşı sorgulama ve eleştirel
bakış hakimdir.(3)
c- Vatansız olup ta göç etmek zorunda bırakılan Yahudi asıllı yazarlar. Bunlar da yabancılık ve arada kalmışlık duygusu diğer yazarlara göre iki kat daha fazladır. Franz
Kafka,
Peter Weiss, Paul Celan, Primo Levi gibi yazarlar.
2. Göç edilen ülkeye göre göçmen yazarlar:
a-Aynı kültür dünyası içine göç eden yazarlar. Becekett, Ionesco gibi yazarlar
b-Farklı kültür dünyası içine göç eden yazarla. Türk göçmen yazarlar bu gurubun başında gelir.
c-Eski sömürge ülkelerinde sömürgeci ülkeye göç eden yazarlar, örneğin Naipaul ve
Jelloun gibi yazarlar.
3. Kadın Göçmen Yazarlar:
Hangi gurup içinde olursa olsun, kadın yazarlarda kimlik sorunları çift boyutta yaşanmaktadır. Yabancı olmaktan ve arada kalmaktan doğan kimlik ve benlik sorunları yanında çağdaş
kadının kendi kimliğini arama sorunları da onların ana konusudur. Örneğin Saliha Scheinhard,
Renan Demirkan gibi Türk göçmen kadın yazarlar bunun tipik örneklerini oluştururlar.
4. Doğum yeri ve yaşa göre göçmen yazarlar:
a-Kendi ülkesinde doğup büyüdükten sonra başka bir ülkeye göç edenler. Bu guruba giren yazarlar kişiliklerini oluşturduktan sonra göç ettiklerinden dolayı 'kimlik krizi' yaşamazlar. Bunlarda kendi içinde iki guruba ayrılır: Yazarlık yaşamlarına kendi ülkelerinde başlayanlar. Örneğin Fakir Baykurt, Aysel Özakın, Bekir Yıldız gibi göçmen yazarlar. Veya gittikleri
ülkelerde yazarlığa başlayanlar:Yüksel Pazarkaya, Aras Ören, Şinasi Dikmen, Alev Tekinay
gibi Türk göçmen yazarlar.
b-Göçmen olarak bulunduğu ülkede doğup büyüyenler. Bu yazarlar, iki kültür arasında
kaldıkları için kimlik arayışları ve toplumsallaşma sorunlarını daha çok yaşarlar. Özellikle Almanya'da yaşayan ikinci kuşak olarak adlandırılan genç yazarlar bu gurubu dahildir. Örneğin,
E.Sevgi Özdamar, İhsan Atacan, Akif Pirinççi, Levent Aktoprak, Zehra Çırak, Birol Denizeri,
Doğan Fruzbay, Zafer Şenocak gibi yazarlar.
Avrupa ve Afrika ve Asyalı göçmen yazarların yapıtlarında görülen arada kalmışlık, kimlik ve benlik sorunları ve yabancılık gibi motifler Almanya'da yaşayan Türk göçmen yazarların
yapıtları için de söz konusudur. Ancak, "bir birlik ve bütünlük duygusu anlamına gelen
kimlik" (4) sorunu ve kişinin kendi kişiliğine ilişkin kanılarını ve kendi kendini görüş tarzı
olan (5) 'benlik" sorunu, 'farklı kültür dünyasına göç eden yazarlarda daha bir yoğunlukla ele
alınır. Çünkü iki kültür ve iki toplumun değer yargıları arasında büyüyen göçmenler, bu iki
toplumdan hiçbirisine ait olmadıklarını doğrudan yaşamakta ve bilinç düzleminde algılamaktadır; bir taraftan içinde yaşadıkları Alman toplumu tarafından hep ' öteki' olarak görülmekte,
diğer taraftan da Türkiye'ye geldiklerinde kendi farklılıklarını görerek 'öteki' olduklarını fark
etmektedirler. Bunun dışında, kendilerini o topluma tamimiyle entegre olmuş olarak görse ve
hatta kendi öz kültürlerini ve kimliklerini reddetseler bile, 'kimlik' sorunu onların yakasını
bırakmayacaktır. Çünkü en azından renklerinin ve isimlerinin farklı oluşundan dolayı yaşadıkları toplum onları yabancı görecek veya onlara bunu duyumsatacaktır.
Dolayısıyla Türk göçmenlerin çoğunluğu her ne kadar sürgün değilseler bile, göçmenliği
ve onun sonuçlarını diğer Avrupa ve Latin Amerikalı ve hatta Arap kökenli yazarlardan daha
3
fazla duyumsamaktadırlar. Bu nedenlerden dolayı arada kalmışlık duygusu onlarda hep var
olacaktır. Bu durumu göçmen bir yazar şöyle dile getirir: "Göçmenlerin pek çoğunun gizli
rüyası kendilerini o ülkenin evladı olarak kabul edilmektir.(...) En baştaki eğilimleri ev sahiplerini taklit etmek olur. (...)Aksanları bozuktur, renk tonları uygun değildir, gerekli isim, soyadı
ve belgelere de sahip değillerdir, taktikleri çok çabuk boşa çıkar(....)"(6)
Almanya'da 1980'li yılların başında ortaya çıkan Göçmen Türk Edebiyatı içinde ele alınan
konuların başında bundan dolayıdır ki, dışlanma ve arada-kalmışlık duygusu önde gelir. Hatta
Göçmen Türk Edebiyatı'nın ortaya çıkmasına da bu duygu neden olur. Göçmen yazar Şinası
Dikmen bunu şöyle dile getirir: "Beni yazmaya götüren motivasyon idealizm değil, hiddetim,
çaresizliğim ve arayışlarımdır."(7) Dikmen'i yazamaya götüren bu duygu, yalnızca işçi sınıfı
ile sınırlı değil, aynı zamanda aydın sınıfı için de geçerlidir. Bundan dolayıdır ki dışlanma ve
arada-kalmışlık olgusu Göçmen Türk Edebiyatı'nı ve dolayısıyla Göçmen Türk insanını tanımlayan gerçekçi bir olgu haline gelmiştir.
Göçmen Türk Edebiyatı'nın ilk dönemlerinde 'dışlanma ve arada kalımışlık'ın nedenleri
sorgulanır. Kimileri, bunun nedenlerini Türklerin uyumsuzluğunda görürken, örneğin Alev
Tekinay bunlardan biridir. Özgür Savaşçı ise Almanların tutumlarından dolayı bu duyguyu
yaşadığını söyler: "Federal Almanya toplumuna tam anlamıyla uyum sağladığıma inanıyorum.
Fakat buna rağmen bir sorunum var; Almanlara güvenmiyorum."(8) Nedeni ne olursa olsun,
her kes tarafından duyumsanan dışlanma ve arada-kalmışlık duygusu, göçmen Türklerde bir
'kültür şoku' ve bunun sonucu olarak kimlik ve benlik sorununa dönüşür. Birinci kuşak göçmen yazarlardan Aras Ören, sürekli iki toplum arasında gidip gelme ikilemini konu ettiği,
Gündoğduların Yükselişi romanına 'Merhaba Beni tanıdın mı?', tümcesiyle başlar. Romanda
anlatıcı ayrıca kimlik arayışını ve Beni'ini, sorgulamalarla bulmaya çalışır. Sonuçta 'Ben' arayışı yurt arayışıyla özdeşleşir. Çünkü işçidir ve Alman kültürüne de yabancıdır ve o dili bilmez. Tekinay, "Die Gäste aus Deutschland" öyküsünde, arada kalmışlığı, dolayısıyla göçmenlerin elbise değiştirir gibi benlik değiştirdiğini söyleyerek bu sorunun uç noktasını gösterir. Yazar, "Engin im Englischen Garten" kitabında ise, ben-anlatıcının bakış açısıyla arada
kalmışlığı şöyle dile getirir: "Ben değişiyorum, fakat aynı kalıyorum. ben de kim olduğumu
bilmiyorum."(9)
Yazarlar, Türk toplumu içindeki kimlik sorununa daha başka boyutlar da kazandırarak
konuyu, göçmenlik olgusu içinde evrensele taşırlar. Örneğin, kadın göçmen yazarlardan Aysel
Özakın ve Saliha Scheinhard, Gönül Özgül arada kalmışlığı ve benlik sorununu kadın hakları
ve kadın-erkek eşitliği sorunları ile ilişkili olarak ele alır ve evrenselleştirirler. Scheinhard,
"Frauen, die sterben, ohne dass sie gelebt haetten"(1983) "Drei Zypressen" (1984) "Die Frauen
weinten Blut"(1985), Anadolu'daki kadınlarında kimlik arayışlarını ve sorunlarını konu eder.
Yine Gönül Özgül'ün, 'Geminin En Altındaki' öykü kitabı, "Yurt dışına göç etmek zorunda
kalan kadınımızın benlik arayışı ve kendini gerçekleştirme süreci içinde verdiği mücadelenin
eleştirel bir anlatım tutumu ile üstelik kadın gözüyle"(10) dile gelmesinin serüvenini anlatır.
Birinci kuşak kadın yazarlar daha çok geldikleri yörelerde yaşayan kadınların sorunlarını,
yabancı olmanın getirdiği bir öz eleştiriyle edebiyata taşırken, ikinci kuşak göçmen kadın yazarlar Almanya'da doğup büyüyen Türk kızlarının arada kalmışlığını anlatırlar. Bunların yapıtlarında kadınların arada kalmışlığı iki boyutta ele alınır: Birincisi göçmen olmanın getirdiği
arada kalmışlık, ikincisi ise, geleneksel aile yaşamını sürdüren Türk aile yapısı ile Alman toplumu arasındaki arada kalmışlık.
Yine birinci kuşak yazarlardan Yüksel Pazarkaya, "Ben Aranıyor" romanında Türk göçmenlerin kimlik ve benlik sorununu ele alırken, konuyu çağdaş insanın evrensel sorununa
dönüştürür. Romanın kahramanı Orhan, Almanya'dan Türkiye'ye doğru bir yolculuk yapar.
Amacı, parçalanmış benliği yeniden kurmak veya her şeyi silip yeniden doğuşu yaşamak için,
bir başka anlamda ise, " yaşamaya sıfır noktasından başlamak" (11) için. Anayurduna geri dönen Orhan'ın "büyük kent karşısında duyduğu korku, varoluşsal bir bunalıma dönüşür." Kim-
4
lik bunalımının sonunda varoluşsal bir bunalıma dönüşmesini Aras Ören'in romanlarında da
görürüz.
Yabancılık, 'Dışlanma ve arada kalımışlık' duygusu bir taraftan kimlik ve benlik sorunlarının yaşanmasına neden olurken, diğer taraftan da göçmen yazarları bir model ve çözüm arayışına götürür. Burada ortaya çıkan ortak görüş, sentez kimlik arayışlarıdır. Saliha
Sceheinhard, "Bizim ümidimiz sentezdedir." (12) diyerek bunu doğrudan dile getirir.
Pazarkaya da kimlik sorununa birleşik ve sentez bir kimlik arayışıyla çözüm bulmaya çalışır.
Renan Demirkan, 'Üç Şekerli Demli Çay' romanında Türk göçmenlerin arada kalmışlık duygusunu aşmaları ve bu duygunun doğurduğu kimlik sorunlarını dile getirirken sentez-kimliği
öne çıkarır. Yazar, 'birolma'yı, kendi kadın kahramanının çocukluk günlerinde çizdiği bir tabloyla sembol düzleminde resimleştirir: "Pencere ve kapıları yuvarlak, üçgen veya sekiz köşeli,
kırmızı çerçeveli trafik tabelalarına dönüştürmüşler, küçüğü, bacaya balonlar, büyüğü ise aynı
boy biçilmiş çimlerin üzerine bir dut ağacı kondurmuştu." (13) Burada 'dut ağacı' Türkiye'yi
sembolize ederken, bir düzen içinde itinayla 'biçilmiş çimler' ise Almanları sembolize eder.
Yapıtlarında Türk ve Alman birlikteliğini hümanist bir anlayışla dile getiren Tekinay da, arada
kalmışlığı yine kimlik bunalımları ve arayışları çerçevesinde ele alır ve sentez kimliği öne çıkarır. Bu en somut biçimiyle "Das Rosenmädchen und die Schildkröte" yapıtında bir genç
kızın dönüşüm öyküsünde ifadesini bulur. Almanya'da doğup büyüyen, ama 'güneş ülkesine'
olan Türkiye'ye özlem duyan 'Gül', iki kültür arasında kalmışlığın gerilimini yaşar, hep bir arayışın ve sentezin peşindedir, bir dönüşüm ister. Bu dönüşüm aslında yeni bir benlik-sentezine
duyulan bir özlemi ifade eder. Masalın kahramanı Türk kızı Gül, sınırda karşılaştığı yaşlı
adamdan yardım ister, yaşlı adam ise ona bir bitki verir ve Gül orada hemen bir kaplumbağaya
dönüşüverir. Gül'ün bu dönüşümü yeni ve kültürler üstü, bir anlamda ise 'dünya vatandaşlığı'
benliğinin simgesidir. Çünkü Gül, bu yeni kimliğiyle artık sınır tanımadan her iki ülkenin güzelliklerini yaşar. Alev Tekinay, "Die Rheinpfalz" gazetesinde yayınlanan bir söyleşisinde,
niçin "kaplumbağa" sembolünü seçtiğini anlatırken, dünya vatandaşlığı kimliğine dikkat çeker:
"Kaplumbağa sembolünü bilinçli olarak seçtim, çünkü kaplumbağa vatanını sırtında taşıyor,
nereye gitse orası onun öz vatanıdır."(14)
Emine Sevgi Özdamar, "Mutterzunge"(Anadil) adlı yapıtında, sentez kimliği dilsel düzlemde gösterir. Türkçe'de kullanılan
'anadil"
sözcüğü,
Almanca karşılığı olan
"Muttersprache" ile değil de, aynen olduğu gibi, yani "Mutterzunge" olarak aktarılmış. Burada
ilk bakışta bir aktarım hatası söz konusuymuş gibi geliyor, oysaki yazar bunu, "kendi olanın
yabancı olandan ayrılmasının mümkün"(15) olmadığını vurgulamak için bilinçli olarak kullanmıştır. Çünkü kültürler öylesine iç içe geçmiştir ki, artık onlara sınır çizmek olası değildir.
Ayrıca burada, yabancı olanla öz olan birleştirilerek, yabancı olanın, öz kültürün bir tamamlayıcısı olduğu görüşü vurgulanır.
Arada kalmışlığı aşma ve kimlik sorunlarına model arayışları en somut biçimiyle, göçmen yazarların "Vatan" kavramına getirdikleri yeni yaklaşımlarda kendini gösterir. "Yüksel
Pazarkaya'ya göre vatan herhangi bir yerde değil, kişinin içindedir, kullandığı dildedir. Gene
Almanya'da yaşayan Türk kökenli bir yazar, Renan Demirkan için 'vatan', insanın kendisinin
arayıp bulması gereken bir yer olabileceği gibi yıkılmamak için tutunduğu bir yerde olabilir.
Tekinay ise, arada-kalmışlığı, parçalanmışlığı inkar etmez, fakat bunu iki vatanlı olma biçiminde yorumlayarak kişi için bir kazanç haline getirir.
Ancak sentez arayışları ve çözümleri, göçmen Türk yazarların hepsi için aynı oranda geçerli değildir. Özellikle 70'li yıllarda Türkiye'de yaşanan terör olaylarından sonra ordunun idareyi ele geçirmesiyle beraber yurt dışına giden sürgün yazarların yapıtlarında bu sentez görülmez. Can Bulut, bunu sürgün yazarların ideolojik güdümlülüğüne ve her iki toplumu iyi tanıyamamalarına bağlar. Ona göre bu tutumları "Türk sürgün yazarların her iki toplum arasında
uygun bir sentez yapmalarını olanaksızlaştırır."(16) Sürgün yazarların sentez yeteneklerinin
olmadığını ileri süren araştırmacılardan birisi de, Michael Fritsche'dir. Fritsche'ye göre Alman-
5
ya'da bulunan Türk aydınları, Türk halkının gerçekliğinden, Alman aydınlarının Türk halkından uzak olduğu kadar uzaktırlar.
Her iki araştırmacının görüşlerine katılmakla beraber, konuyu yalnızca sürgün yazarların
ideolojik güdümlülüğüne bağlamak doğru değildir. Tüm dünya sürgün göçmen yazarlarında
arada kalmışlık duygusu, kimlik sorunu ve çözüm yollarıyla ilgili bir yaklaşım fazla görülmez.
Çünkü onlar, her şeyden önce kendi anadillerinde yazmaya devam etmekte ve kendilerini hiçbir zaman gittikleri ülkeye ait görmemektedirler.
DİPNOTLAR
1-) Kimlik, bir birlik ve bütünlük anlamındadır. Benlik kavramı daha çok kişilikle ilişkilidir. Psikolog
Feriha Baymur, benlik kavramını, "Benlik, kendi kişiliğimize ilişkin kanılarımız ve kendi kendimizi
görüş tarzımızdır." biçiminde tanımlayarak, benliği kişiliğin özel yanı olarak görür. Doç. Dr. Mahmut
Tezcan ise 'benlik' kavramını şöyle tanımlar: "İç varlığımızın bütününü oluşturan benlik, kişilik gibi
karmaşık bir kavramdır. Ben neyim? sorusunu olumlu ya da olumsuz olarak cevaplayabilir. Ben ne
yapabilirim? Ne gibi yeteneklerim var? Değer yargılarımız nelerdir? Ne yapmalı, ne yapmamalıyım?
Hayatta ne istediğine ilişkin emel ve ideallere özgü soruların yanıtlandığı durumdur. O halde benlik,
bireyin özellikleri, değer yargıları, istek ve ideallerine ilişkin kanaatlerinden meydana gelir.
2-) Bu tipolojik saptama, göçmen yazarlara toplu bir bakış sağlamak ve aynı zamanda aralarındaki
farkları göstermek için tarafımdan yapılmış bir sınıflandırmadır. Konunun daha iyi anlaşılmasına yöneliktir. Dolayısıyla bu sınıflandırma daha da genişletilebilir ve daraltılabilir. Ayrıca, göçmen yazarların bireysel eğilimleri de hesaba katılmalıdır.
3-) Bkz: Gürsel Aytaç: Edebiyat Yazıları lll. 1995 Ankara.
4-) Oya Batum Menteşe: Sanat'da Modernizm'den Post-Modernzme, içinde: Littera Edebiyat
Yazıları. Hazırlayan: Cengiz Ertem Cilt 3, 1993 Ankara, s.237
5-) Prof. Dr. Cengiz Güleç: Türkiye'de Kültürel Kimlik Krizi, Ankara 1992, s.16
6-) Amin Maalouf: Ölümcül Kimlikler, çev: Aysel Bora.2000 İstanbul, s.36
7-) Şinasi Dikmen, in: Klaus Farin: Deutschland ein türkisches Märchen. İn: Die Zeit, 17.4,
1987. Alınıtı: Yüksel Baypınar: Deutschland ein türkisches Märschen? İn: Emigrantenund Migrantenliteratur Band 8, Tokyo, s.85
8-) Özgür Savaşcı: Nie sollt du Kopf und Magen einem Fremden anvertrauen. İn:
Zeitschrift für Kulturaustausch
35.Jg. Hrsg: Günther W. Lorenz und Yüksel
Pazarkaya 1985/ 1. Vj,s.49
9-) Alev Tekinay: Engin im Englischen Garten, 1993 Stuttgart, s.55
10-) Nuran Özyer: Edebiyat Üzerine. 1994 Anakar, s.158
11-) Meral Oraliş: Göçmen Yazını İçinde Aras Ören'nin Konumu, içinde: İst. Üni. Alman.
Dil. ve Edb. Der. Vlll, İstanbul 1993, s. 120
12-) Saliha Scheinhard, alıntı: Şeref Ateş: Göçmen Bir Türk Yazarı, içinde: Gündoğan
Edebiyat Dergisi, sayı 5. Yıl 1993 s.44
13-) Renan Demirkan: Üç Şekerli Demli Çay. İstanbul 1993, s.14-15
14-) Alev Tekinay. Die Rheinpfalz. 12.11.1991
15-) Nurten Alkan: Darstellung an der Erzählung "Mutterzunge" von Emine Sevgi Özdamar,
içinde: Mersin Üniversitesi 6. Germanistik Sempozyumu. Alman Dili ve Edebiyatı
Dergisi.1997 Mersin, s.24
16-) Can Bulut: Stellenwert der türkischen Migrantenliteratur in der deutschen Literaturszene.
Mersin Üniversitesi 6. Germanistik Sempozyumu. Alman Dili ve Edebiyatı dergisi.1997
Mersin, s.67