Kentlerin Silinen İzleri LEIPZIG’DEKI B2 GALERIDE YER ALAN SURREAL ESTATE (GERÇEKÜSTÜ EMLAK) BAŞLIKLI SERGI, BEYRUT VE BERLIN’IN GEÇIRDIKLERI DÖNÜŞÜMLERLE YITIRDIKLERI KENTSEL HAFIZALARINA ODAKLANIYOR. EKİM 2014 - XXI 26 GÜNCEL üst sırada "yüzleşme alanları", alt sırada "inşaat alanları", dorıs frohnapfel Aslı Çiçek Kentler izlerden oluşur: insanların izleri, tarihin izleri, iklimin izleri, zamanın izleri… Tarihi, oluşumu okunamayan bir şehir çekici değildir. Kalıntı bile olsa yön gösterir izler, hem yaşayanına hem ziyaretçisine. Yakın zamana dek kentlerin izlerini silen en büyük etken savaşlar olmuştur. İnsanlık (ve mimarlık) tarihi, yakıp yıkılan, yağmalanan şehirlerin hikayeleriyle doludur; bunlardan bazıları inatla ayakta kalmış, birçoğu eski görkemlerini kaybetseler de var olmayı sürdürmüşlerdir. Günümüzdeyse şehirlerin izleri sadece savaşlarla silinmiyor. Rant kaygısıyla ada ada satın alınan binaların yıkılması, "kentsel dönüşüm" adı altında mahallelerin bir çırpıda yok edilmesi, özellikle İstanbul gibi büyük, kalabalık kentlerin çehresini sinsice değiştiriyor. 13 Eylül’de, Almanya’nın Leipzig şehrindeki b2 galerisinde açılan Surreal Estate (Gerçeküstü Emlak) başlıklı bir sergi, bu olguya iki farklı kent ve zaman dilimi üzerinden bakıyor. Alman sanatçılar Doris Frohnapfel ve Ina Wudtke’nin fotoğraflar, 45 dakikalık bir film ve ufak bir yerleştirmesinden oluşan, sessiz ama etkileyici bir sergi Surreal Estate. Birbirine paralel giden bir sergilemeyle Frohnapfel Beyrut, Wudtke ise Berlin üzerinden kentlerin kaybolan izlerini sürmeye davet ediyor izleyicileri. Mimarlık öğrenimini takiben görsel sanatlara yönelen, fotoğraf ve belgeselle çalışan Frohnapfel 2012-2013 yıllarında Beyrut’ta iki kez bulunmuş. Ekim 2013’te beş günlük bir süre zarfında, şehrin farklı bölgelerinde yıkılmakta olan, çoğu 19501980’ler arasında, zamanının tipik mimari tarzlarında inşa edilmiş yapıları ve bunların yerine arsa geliştiricilerinin dikmekte olduğu yeni binaları fotoğraflamış. Yıkılan binalar "Confontation Sites" (Yüzleşme Alanları), yeniler ise "Construction Sites" (İnşaat Alanları) başlıkları altında gruplanıyor. Göz hizasında çekilmiş bu fotoğraflar, 20cm x 20cm ve 35cm x 28cm’lik küçük formatlarına rağmen, izleyicide sokaktan kendi geçiyormuş hissini uyandırıyor. Yüzleşme serisi terk edilmiş, yıkılmakta ya da yıkılması muhtemel 21 binayı gösteriyor. Bunların hemen altında asılmış inşaat serisinde 30 tane şantiye, diğer seriye eşlik ediyor. Frohnapfel’ın bu kompozisyonu, yıkılmakta olan binalar ile inşa halinde olanı görsel olarak birleştiriyor: İnşaat serisindeki yapılar aslında yıkıntı olarak da algılanabilir. İki yüzyıl boyunca Osmanlı yönetiminde olan, I. Dünya Savaşı sonrası Fransa hakimiyetine verilen ve 1946’da bağımsızlığına kavuştuktan sonra 1975’teki iç savaşa dek refah düzeyi artmış, gelişmiş bir şehir Beyrut. 15 yıl süren iç savaşı da geçirmiş olan kent için değişim, tarihin sürekli silinmesi tehlikesi tabii ki yeni bir olgu değil. Ama tam da bu noktada, yani şehrin barış zamanında sadece rant amacıyla bir nevi talan edilmesi, şehircilik açısından anlaşılmaz bir durum. Diğer yandan Frohnapfel’ın Yüzleşme Alanları’nda fotoğrafladığı binalar, Beyrut’un bağımsızlık döneminde International Style’ın ne denli etkisinde olduğunu da gösteriyor. Yapıların neredeyse hepsi, dönemin izlerini taşıyan, başka coğrafyalarda da sıkça rastlanan mimari tarza sahip. Aynı binaların zamanında başka yapıları yok sayarak yapılıp yapılmadığını bilmek imkansız. Ama salt şehrin bağımsızlığını doya doya yaşamak ve dünyaya açılmak istemiş olduğu dönemi temsil etmeleri bile bu yapıların kent geçmişindeki önemli yerini belirliyor. Topu topu 60-70 yıllık bu binaların günümüze uygun tadil edilip konforlu yaşam alanlarına dönüştürülmesi kente karşı bir sorumluluk, ama arsa geliştiricilerinin hoşuna gitmeyecek cinsten. Zira mevcut binaların tadil edilerek geri kazanılması kulağa her ne kadar hoş gelse de, günümüz emlak piyasasının rant kaygısı bu noktada da naifliğe izin vermiyor. Ina Wudtke’nin eski evinin penceresinden 24 saat boyunca kaydettiği Berlin Televizyon Kulesi görüntüsü üzerine kurulu 360000 Euro Blick (360000 Avro’luk Manzara) başlıklı videosunda anlattığı hikaye, bunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Wudtke çalışmalarında görsel sanatları, müziği ve küratöryel teknikleri kullanarak çok katmanlı işler kotaran bir sanatçı. Yıllardır sürdürdüğü DJ’lik, sanat üretiminde farklı yöntemleri "mix"leyerek çalışmasına da yol açmış. Wudtke’nin 1998’de, yani Berlin Duvarı’nın yıkılmasından neredeyse on yıl sonra Berlin’in doğusunda, 1900’lerin başından kalma bir binaya taşınmasını izleyen yıllarda yaşadıklarını tek bir görüntü üzerine, donuk bir sesle tane tane okuduğu yazısı, kentin II. Dünya Savaşı’na uzanan bir panoramasını sunuyor. 45 dakikalık video çalışmasında (Doğu) Berlin’in başına gelenleri dairesinden çıkmak zorunda kalmasıyla sonuçlanan kişisel tecrübesi üzerinden yalın bir biçimde anlatıyor Wudtke. Savaş öncesi Yahudilerin GÜNCEL "rekonstrüksiyonun molozu", dorıs frohnapfel 27 XXI - EKİM 2014 "berlin’deki boşluklar", ına wudtke ellerinden zorla, apar topar alınan binalar, savaş sonrasının Doğu Almanya’sında sahipsiz kalmış ve ancak duvarın yıkılmasından sonra kısmen eski sahiplerine iade edilmişler. Duvar yıkıldığı sırada borç batağında olan Berlin belediyesi, yabancı yatırımcıları şehre çekebilmek için, çoğu yılların bakımsızlığından mustarip yapıların bulunduğu mahalleleri birer birer "tadilat alanı" ilan etmeye başlamış. Binalar "modernize" edilip emlak piyasasına kazandırılmak istenen objelere dönüşmüş. Yalnız modernize etmek, onarmaktan çok farklı sonuçlara varan bir eylem. Wudtke hikayesini aktarırken iki olgu arasındaki temel farkı şöyle özetliyor: Onarmak, bir binanın içinde yaşayanların konforunu artırmak için alınan önlemlerden oluşurken, modernize etmek, hukuki tanımıyla aynı binanın olası yatırımcıların ilgisini çekecek hale getirilecek şekilde elden geçmesi demek. Yani bir binayı modernize etmek, emlak objesi olarak değerini artırmaya odaklanıyor. Bu eylemin doğal sonucu, binada yaşayanların orada barınamaması, yeni kiralarla başa çıkamaması ve kentlerin çeperlerine taşınmak zorunda kalması oluyor, ki bu sadece Berlin’in gerçeği değil. Yine de bu tip değişimler, tarihiyle ön planda olan, karizmatik kentlerin maruz kaldığı bir durum. Günümüzde dünya nüfusunun %54’ünün şehirlerde yaşadığını hatırlarsak, kentlerdeki yaşam kalitesi her zamankinden daha önemli bir hal alıyor. Bu bağlamda Wudtke’nin filmi ve hikayesiyle sunduğu şehrin özelleştirilmesi gerçeği, kentlerin kalabalıklaşan nüfusuyla tezat oluşturuyor. Dış görünümleri korunan, iç mekanları "modernize" edilerek varlıklı yatırımcılar ve kiracılara teslim olan binalar, geliri daha düşük olan kesimi şehrin çeperine sürgün ediyor. Fakat emlak sektörü şehrin merkezini orta halliler için yaşanmaz hale getirdikten sonra doğal olarak kıyılara da ulaşıyor ve aynı yöntemleri uygulamaya devam ediyor. Surreal Estate sergisinin etkileyici yanı, bu gerçekliği uzak olmalarına karşın birbirine paralel hatlarda izleyen iki şehir üzerinden anlatması. Frohnapfel ve Wudtke’nin ortak söylemi, bugün kentlerin tarihini savaşların değil, emlak spekülasyonlarının sildiği. Ama her iki sanatçı da nostaljik bir açıdan bakmıyorlar Beyrut ve Berlin’e. Söylemlerine zemin hazırlamak için daha çok arkeolojik bir çalışma yapar gibi, kalıntıların, boşlukların yerini tespit ediyorlar. Bu noktada özellikle Frohnapfel’ın 2012-2013 tarihli Rubble of Reconstruction (Rekonstrüksiyonun Molozu) yerleştirmesi, arkeolojik kazıları çağrıştırıyor: Bir vitrinin içinde sergilenen 18 kırık seramik parçası, Frohnapfel tarafından Beyrut’ta yenilerini yapmak için yıkılan bina alanlarında toplanmış. Buluntuların yerlerini gösteren bir afiş, arkeoloji çağrışımını güçlendirerek tamamlıyor bu yerleştirmeyi. Diğer yandan Ina Wudtke’nin 2003 yılından kalma Gaps in Berlin (Berlin’deki Boşluklar) adlı fotoğraf serisi de kentin yakın tarihini irdeliyor. Sergi için seriden seçilmiş 50 adet renkli baskı, adres ve kısa birer açıklamayla Berlin’in II. Dünya Savaşı zamanında yok olmuş, değiştirilmiş ya da yerlerine başka binalar yapılmış Yahudi okullarını, hastanelerini, sinagoglarını, işyerlerini, mağazalarını belgeliyor. Önemli olan tabii ki sadece yok olan binalar değil, onlarla birlikte kaybolan insanlar, sürülen, öldürülen Berlinliler de. Bu paralellik en net biçimde hiçbir bina göstermeyen, boş alanları kadrajlamış fotoğraflarda hissediliyor. Öte yandan, Gaps in Berlin serisinde de arkeoloji çağrışımı uzak değil; bazı imgeler ve altlarındaki açıklamalar sanki çağdaş bir kentin ortasında duran ama görünmeyen kalıntıları keşfediyormuşuz hissini uyandırıyor. Bu bağlamda iki sanatçının işleri hem yöntem hem de içerik açısından uyumlu bir diyalog halinde. Her iki yaklaşım da şehirden kovulmaya, bunun kent dokusunda yarattığı toplumsal ve mimari boşluğa, dolayısıyla kent tarihinin kesintiye uğramasına odaklanıyor. Wudtke ve Frohnapfel Berlin ve Beyrut’u boşluklarında, yıkıntılarında tanımlıyorlar, ki bu birçok çağdaş kente getirilebilecek bir bakış. Surreal Estate, kişisel izlenimler, tecrübeler ve saptamaların doğal bir şekilde günümüz kentlerinin değişimine yönelik genel bir eleştiriye dönüşebildiği bir sergi olarak sanatın mimarlığa bakışının güzel bir örneği. Sergi bilgileri: Doris Frohnapfel, Ina Wudtke Surreal Estate 15/09 - 18/10/2014 Galerie b2_ Spinnereistrasse 7, Halle 20 04179 Leipzig www.galerie-b2.de Çarş.-Cuma 13:00-18:00 ya da randevuyla +4934135129365
© Copyright 2024 Paperzz