yeniden yükselen sırp milliyetçiliği ve bosna katliamı

YENİDEN YÜKSELEN
SIRP MİLLİYETÇİLİĞİ VE
BOSNA KATLİAMI
ENSAR KÜÇÜKALTAN
Giriş
Avrupa’nın ortasında Müslüman bir milletin nasıl varoluş mücadelesi verdiğinin en net görüleceği yerdir
Bosna. Avrupa’nın göbeğinde kurulmuş en büyük toplama kampı, utanç noktası, vicdan sahibi herkesin dert
edindiği yerdir. 90’lı yılların hemen başında milyonlarca
insanın izlediği bir katliam ve soykırım merkezidir. 652
esir kampı ve cezaevleri Balkanlar’da Nazi Kampları’nı
aratmamış, yaklaşık 200.000 kişi etnik sebeplerden bu
kamplara götürülmüştür. Akıllara gelmeyecek kadar
farklı işkenceler buralarda yapılmış, sistematik teca-
vüzler bir psikolojik travma silahına dönüştürülmüş,
her türlü fiziksel acı bu kamplarda yaşanmıştır.
Avrupa, Balkanlar’ın kendi “arka bahçe”si olduğunu
ve buradaki sorunu yine Avrupa’nın çözeceğini vaat
etmiş ancak bu çözümü “arka bahçe”deki katliama
göz yummakta bulmuştur. Ardında binlerce masumun ölümü ve acısıyla Bosna Savaşı, Avrupa’da
yeniden yükselen milliyetçiliğin en acımasız örneği
olarak karışımıza çıkmaktadır.
1/11
Balkanlar’da Milliyetçiliğin Kısa Tarihi
Dünyadaki etnik çatışmaların çoğunun dayandığı
gibi Balkanlar’daki sürecin de dayandığı temel 1789
Fransız Devrimi’dir. Ortaya çıkardığı etnik saflık
düşüncesinin etkileri Balkanlar’da Osmanlı Devleti’ne isyanla sonuçlanmıştır. Avrupalı devletlerin
de desteğiyle 1804’te Sırplar, 1861’de Hırvatlar
ayaklanma hareketine girişmiştir. Osmanlı’yı yıpratan bu isyanlar sonucunda Sırplar ve Hırvatlar
bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile beraber Ruslar
Balkanlar’da siyasi güçlerini arttırmış, bu durum
Avrupa devletlerini tedirgin etmiştir. Aynı yıl yapılan
Berlin Kongresi’nde Bosna-Hersek Osmanlı’ya kalsa
da denetimini Avusturya-Macaristan almıştır. Kuşkusuz Avusturya-Macaristan’ın hedefi ülkeyi işgal
ederek bölgedeki otorite boşluğunu doldurmaktı.
Zira Ortodoks inancın bölgeyi daha fazla ele geçirmesi bu şekilde engellenecekti. Nitekim Bosna işgal
edildi ve yoğun bir göç dalgası yaşandı. Bu işgalden
rahatsız olan elbette sadece Bosna Müslümanları
değil aynı zamanda Ortodoks Sırplardı. Bu noktada bölgenin üçlü yapısından da bahsetmek gerek:
Balkanların Hırvat ve Slovenlerin ağırlıklı olduğu batı
kısmı Katolik Hristiyan, Sırpların ağırlıkla yaşadığı
doğu kısmı Ortodoks Hristiyan, orta kısmı ise Müslüman inancını sürdürmektedir. Sonrasında iki ateş
arasında kalacak Müslüman nüfus için bu konum bir
dezavantaja dönüşecektir.
Avusturya-Macaristan’ın işgalinden en memnun
görünen taraf Hırvatlardır. Bölgede Katolik bir yönetimin hâkim olması onlara büyük özgüven kazandırmıştır. Hırvatların arzusu Alpler’den Drina’ya
ve Arnavutluk’tan Tuna’ya kadar uzanan “Büyük
Hırvatistan”ı kurmaktı. Bu bölgelerde yaşayan diğer
milletleri “ırksal karışık” Hırvatlar olarak görüyorlardı. Büyük Sırbistan düşüncesindeki Sırplar ise bu
durumdan hiç hoşnut değildi.
Daha sonra bu durum bir Sırp milliyetçisinin Avusturya-Macaristan veliahtını öldürmesine kadar gidecek
ve dünya büyük bir savaşa girecektir. Boşnaklar ise
bu savaşta Avusturya-Macaristan tarafında Sırplara
karşı mücadele verecektir. Bunun en önemli sebebi
ise şüphesiz Osmanlı Devleti’nin Avusturya-Macaristan yanında savaşa girmesidir.
2/11
Savaşı tam olarak anlamak için Osmanlı gelmeden
önceki döneme kadar uzanmak gerekli diye düşünüyorum; Boşnakların eski Bogomil dönemine
kadar. Bildiğiniz gibi Osmanlı buraya İslamiyet’i
taşıyor ve Bogomiller Müslümanlığı seçiyor. Bundan sonra bu topraklardan 300’den fazla vezir
çıkıyor, tımarlar alınıyor, beyler çıkıyor. 1463-1879
arası dönemde Boşnakların çok önemli mevkilere
geldiğini görüyoruz. Tımarın çökmesi ile birlikte
düzen kayboluyor. Panslavizm, Fransız İhtilali ve
ortaya çıkardığı milliyetçilik düşüncesi bölgeyi
etkisi altına alıyor. Ama unutmamak lazım ki tüm
bunların sebebi öncelikle paranın tükenmesi yani
ekonominin çöküşü. Sonrasında Avusturya ve
daha sonra Tito dönemi malumunuz. Yugoslavya
herkesin kardeşliği ve eşitliği ilkeleriyle kuruluyor
ama bunlar sözde kalan sloganlar. Aslan payını
alan taraf her zaman Belgrad. İlginçtir, Boşnaklar
dışındaki her halk hakkının yendiğini iddia ediyor
bu dönemde. Yugoslavya’nın çöküşü sonucunda
yine bildik senaryo, bildik isyanlar. Sebep yine
paranın bitmesi diyebiliriz. Tabii bu durumda bir
suçlu aranıyor. Milliyetçilik yine doruk noktaya
çıkıyor ve sonrasında yaşanan katliamlar ortada.
Hakan Çelik-Gazeteci
Savaş sonrasında kurulan 1. Yugoslavya’da Müslümanlar ikinci sınıf vatandaş statüsü görmüştür.
Sırpların hain olarak gördükleri ve “Türk” diyerek
aşağılamaya çalıştıkları Boşnaklar, kitlesel katliamlara maruz kalmıştır. 1. Yugoslavya Almanya’nın 2.
Dünya Savaşı’ndaki saldırılarına karşı koyamamış
ve çökmüştür. Bu dönemde bölgede bir kez daha
anarşi hâkim olmuştur. Bu kez Hırvatlar terör estirmeye başlamış ve toplu katliamlar serisi onların
eliyle devam etmiştir. Bunun yanında Çetnikler de
Müslümanları hedef almışlar ve binlerce insanı öldürmüşlerdir.
2. Dünya Savaşı sonrası kurulan 2. Yugoslavya ile
beraber süreç farklı bir yapıya doğru ilerlemiştir.
Yugoslavya’nın kuruluşundan sonra Josip Broz Tito,
her türlü milliyetçiliğe yasak koymuştur. Bununla
birlikte milliyetçilik ortadan kalkmamış, sadece geçici
bir süreliğine durgunlaşmıştır. Yeni kurulan devlette
Sırplar en fazla söz sahibi olan etnik topluluk olmuştur.
Devlet içerisinde ekonomik sıkıntılardan dolayı etnik
sorunlar yaşanmış fakat devlet bunları bastırmayı
başarabilmiştir. Tito’nun ölümü ile birlikte eski düşmanlıklar yeniden canlanmıştır.
Yugoslavya’nın Dağılması Süreci
2. Dünya Savaşı sonrasında ABD ve Sovyetler Birliği’nin belirleyici süper güçler olduğu, iki kutup üzerine oturtulan dünya siyaseti, Sovyetlerin çöküşüyle
beraber tümden değişme gerekliliğini beraberinde
getirmiştir. Ortaya çıkan güç boşluğu çeşitli bölgelerde farklı güç grupları tarafından doldurulmaya
başlanmış; milis grupları, küçük etnik çeteler bu durumdan oldukça fazla yararlanma imkânı bulmuştur.
2. Dünya Savaşı sırasında büyük yıkımlar yaşayan
Avrupa’nın arka bahçe olarak gördüğü Balkanlar da
bu güç boşluğunun oluşturduğu sıkıntılı durumu en
fazla hisseden bölgelerden biri olacaktır.
Bu yeni kaotik durumdan kendine en büyük payı
çıkaran ise Sırplar olmuştur. Dünya savaşı sonrasında altı farklı cumhuriyet ve iki özerk bölgeden
oluşan Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti
Balkanlar’da merkez konumda bulunuyordu. Despot
bir lider olan Hırvat asıllı Tito, ülkeyi demir yumrukla
bir arada tutmayı başarmış ancak ölümünden sonra
Slobodan Milosevic görevinin ilk gününden sonuna
kadar “Büyük Sırbistan’ın kurulması” fikrine katkı
sağlayacak girişimlerin içinde olmuştur.
Savaştan önceki koşulları anlamazsanız Aliya İzzetbegoviç’in Bosna için önemini tam olarak kavrayamazsınız. Komünist rejimin yaşattığı sıkıntıları
bilmek gerek. Onlar, bizi kurucu bir unsur olarak
tanımadılar; hatta bırakın, bizi bir millet olarak bile
görmediler. Söyledikleri tek şey, “Siz Sırp veya
Hırvat olmalısınız.” idi. Bu kesinlikle bizim için çok
tehlikeli ve ekonomik olarak da çok kötüydü. İş
bulma imkânı çok azdı. Diplomat olamıyordunuz,
iyi bir eğitim kurumunda yüksek bir yere gelemiyordunuz. Çünkü bunlar Sırplar içindi. Bir örnek
vermek gerekirse; Yugoslavya’nın o dönemde
yaklaşık 3.200 diplomatı vardı. Bunların 1.550
kadarı Sırplara, geri kalanı diğerlerine paylaştırılmıştı, Hırvat veya Karadağlı gibi. Bu sayının
içinde sadece 23 Müslüman diplomat vardı. Yani,
Yugoslavya bir Sırp devleti halindeydi. En olmadık
zamanda tutuklanabilirdiniz. Zaten Aliya ile aynı
dönemde hapishanede oluşumuz da böyleydi.
İçeride haklarımı, milletimi, yapmam gerekenleri
düşündüğüm verimli bir dönem geçirdim. Allah’a
hamd olsun bizler “çılgın” insanlardık. Komünist
rejimden bu şekilde korkmamayı başarıyorduk. İlk
tutuklandığımızda korkmuştuk tabii ancak içeride
durumu düşündüğümüzde evet Allah’ın dediği
neyse o olur, kaybedecek bir şeyimiz yok, şeklinde
cümleler kuruyorduk. Başka bir tutuklanmamda
ise milliyetçilikle suçlanıp işkence görmüştüm.
Cemalettin Latic-Şair,
Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı
Kosova’daki bazı karışıklıklar üzerine buraya hareket etmiş, burada gizlice örgütlenmiş olan Sırpların durumunu Belgrad’a döndüğünde ajite ederek
tüm Yugoslavya’ya anlatmıştır. Bölgede Sırpların
işten atıldıklarına ve ayrımcılığa tabii tutulduklarına
herkesi ikna etmek için büyük uğraş vermiştir. Bu
süreçte Vojvodina, Karadağ, Kosova gibi bölgelerin
kesin hâkimiyetinin sağlanıp Sırbistan’ın güçlendirilmesi için uğraşmıştır. Asıl hedefi, karışıklığı
arttırıp Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Ordusu’nun hâkimiyetinin tamamen Sırplara bırakılması
ve Büyük Sırbistan hayaline giden yolda büyük bir
adım atabilmekti. Bir yandan birlik ve beraberliğe
vurgu yaparken diğer yandan farklı etnik unsurların
liderlerine karşı tavır alıyordu. Kosova’da toplanan
Sırplar protesto sırasında Arnavutların lideri Azem
Villasi’nin tutuklanması için slogan atarken, Milosevic bu talebe cevap vereceğini ve Yugoslavya’ya
karşı olan herkesin tutuklanıp cezalandırılacağını
belirtmekten çekinmiyordu. Kosova’da artan karışıklıkların önünü almakta zorlanan Milosevic, “Savaş
zamanı geldi. Yaklaşmakta olan bu savaşta hiçbir
dünya gücü Sırpları durduramayacak.” diyerek hedefini belirtiyordu.
Kosova’nın otonom yapısı kaldırılarak Sırbistan’a
bağlandı. Ayrıca ülke çapında gösteri yasağı getirildi.
Bu dönemde çıkan büyük çatışmalarda birçok insan
hayatını kaybetti.
Biz Boşnakları ilk defa 1992’de tanıdık. O zaman
gündemde hep Filistin, Keşmir, Afganistan, Moro
vardı. Balkanları çok iyi tanımıyorduk, bu bir gerçek. Savaşla birlikte sivil toplum kuruluşları ve
medya, projektörlerini Bosna’ya çevirdi. Gördük
ki orada da kardeşlerimiz var ve yalnızca Bosna’da
değiller, tüm Balkanlar’dalar. Bosna da ilk kez savaş
3/11
sebebiyle İslam dünyasıyla bu kadar yakından tanıştı diyebilirim. Sırpların sürekli bombardımanları
şehirdeki insanların gıda, su, elektrik gibi temel
ihtiyaç maddelerine erişimini engelliyordu. Bölge
ambargo altındaydı. Bu, büyük bir göçü getirdi. Bir
kısım insan yakın diye Avrupa’ya göç etti. Türkiye’ye gelenler de oldu. Biz Balkanlar’dan gelen
kardeşlerimizi semtimizdeki muhacirler olarak tanırdık. Sonrasında savaşla beraber etnik anlamda
da tanıdık. Arnavut, Pomak, Bulgar, Boşnak gibi…
Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi
İlk Kopuşlar
Bu süreçte ilk olarak bağımsızlığını ilan eden Slovenya
oldu. Yaşananlar sonucu Belgrad, Slovenya’yı tanımak
zorunda kaldı. Ardından bağımsızlığını ilan eden Hırvatistan’da ise durum pek de aynı olmayacaktı. Slovenya
diğerlerine göre daha homojen yapısıyla öne çıkarken
Hırvatistan Sırp ve Hırvat gibi farklı etnik unsurları bir
arada bulunduran bir yönetimdi. Dolayısıyla bağımsızlık ilanıyla beraber ülke iç savaşa doğru sürüklendi.
Savaşın önünün alınması için devreye “Carrington
Planı” girdi. Yapılan müzakerelerin ardından bu plan
kabul edildi. Plana göre altı cumhuriyet de bağımsız
olacaktı. Daha önce yaptığı açıklamalarda “Hırvatistan
bağımsız olabilir ancak orada yaşayan Sırpların durumu
ne olacak?” diye soran Milosevic şimdi çok daha farklı
bir yerde duruyordu. Yaptığı bir konuşmada, “Bir kalemle tüm Yugoslavya’yı bölmemi istediler.” diyecektir.
Carrington Planı’na destek veren (İtalyanlardan aldığı
maddi destek sözü karşılığında) Sırpların en önemli
müttefiki Karadağ Devlet Başkanı Bulotavic’e tehditlerle bir mektup imzalatıldı. Bu mektupta Karadağ’ın da
Carrington Planı’na hayır dediği yazıyordu. Hırvat-Sırp
savaşının ardından Sırpların yeni hedefinin Bosna
olacağı açıktı. Yaklaşık yarım milyon Sırp’ın yaşadığı
bir bölgenin kurulacak Büyük Sırbistan’da kalması
konusunda oldukça keskin bir görüş vardı.
Savaştan önce Konica’da imamdım. Savaşta ise
4. Müslümanlar Birliği’nde komutan olarak görev
yaptım. Her şey Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığıyla başladı. Boşnaklar olarak bağımsızlığı
seçmiştik. Bir süre sonra Sırplar saldırmaya başladı. Yugoslav ordusu bize karşı Sırplara yardım etti.
O dönemde silahımız veya organize bir yapımız
yoktu. Silahlarımızın tamamı toplatılmıştı. Önce
4/11
polis birlikleri oluşturmaya başladık, kendimizi
savunmak için bunu yapmalıydık. Daha sonra bu
birlikler Bosna’nın askerî gücüne dönüşecekti.
Savaş derdiyle insanlar Müslümanlığı unutmuştu, camiler genellikle kapalıydı. O dönemde biz
herkesle dostuz, arkadaşız anlayışı vardı. Saldırılar başladığında Boşnakları korumaları için
Avrupa’dan yardım bekledik. Tam 45 ay bizi hiç
görmediler, düşünmediler. Gazetecileri geldi bizi
videoya çektiler, fotoğraflarımızı çektiler ancak
bunlar hep lafta kaldı. Hepsi Müslüman olmamızdan dolayıydı. Uluslararası Adalet Divanı da etkisiz
kaldı. Burada yaşananlara hep iç savaş olarak
baktılar, oysa bu bir soykırımdı. Daha sonrasında
da Dayton Anlaşması yine bizi durdurdu. Üç bölgeye ayrıldık. Dayton’un 7. Maddesi’ne göre dışarı
kaçan mülteciler Bosna’ya tekrar dönebilecekti.1
Ancak Boşnaklar için buna hiç finans yardımı
yapılmadı. Sırplara ise bu yardımlar yapıldı ve
geri dönmeleri sağlandı. Foca, Çaynice, Rudo,
Visegrad bölgelerine Sırplar yerleştirildi. Aslına
bakılırsa buralar hep Müslüman bölgeleriydi. Sırpları bu bölgelere yerleştirerek bizim Sırbistan’daki
kardeşlerimizle bağlantımızı kestiler. Bizim Gazze-Filistin durumundan bir farkımız yok aslında.
BM iki konuda yanlış yaptı. Bunlardan birincisi;
kaçmak zorunda kalan Boşnak Müslümanların
geri dönmelerine finans desteği sağlamadı, diğeri
savaş sırasında bize yardım etmedi. Türkiye ise
bize maddi olarak çok önemli miktarda yardımlar
etti. Mülteci olarak Boşnakları kabul etti. Ayrıca
uluslararası alanda da bize önemli yardımlar yaptı.
Nezim Halilovic Muderis-Cephe Komutanı
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti ordusunun
bu savaşta Sırpların yanında olduğu gizlenemeyecek
bir gerçektir. Yugoslavya’nın bu süreçteki tutumu,
eğer dağılma önlenemeyecekse ilan edilen devletlerin
tanınmasını engellemekti. Bu yol başarıya ulaşmaz
ve bağımsızlık ilanları ve tanınmalar önlenemezse, bu
ülkelerdeki Sırplar silahlandırılacak ve iç savaş ortamı
sonucunda kurtarılan bölgelerde küçük Sırp cumhuriyetleri kurulacaktı. BM iç savaşı önleme gerekçesiyle
olaya dâhil olduğunda tüm taraflara silah ambargosu
ilan etmişti. Ancak bu sadece bölgedeki Sırpların işine
yaradı. Çünkü bu ambargoyla Boşnak ve Hırvatların
silahlanması önleniyor, Yugoslav ordusunun silahları
ise Sırp çetelere gönderiliyordu.
Batı dünyası Sırpların hırsını biliyordu. Sırplar da
bizi kökten dinci ilan edip Avrupa’da bir Müslüman
devlet kurulmaması gerektiğini Avrupa’ya haykırıyorlardı. Üzücü olan, Avrupa da buna inanmıştı.
Silaha sahip olursak Sırp ve Hırvatları temizleyeceğimizi düşünüyorlardı. Bu İslamofobya’dan
başka bir şey değildi. Aslına bakılırsa Aliya’dan ve
onun düşüncelerinden korkuyorlardı. Onun İslami
demokrasi düşüncesini anlamıyorlardı. Özellikle
İngilizlerin politikası tamamen anti-İslam üzerine
kuruluydu. Dedikleri şey şuydu: “Sizin probleminiz
Avrupa’nın problemi. Suudi Arabistan, İran, Türkiye, Malezya ile ne işiniz var?” O zaman çözün
bu problemi dediğimizde ise yanıt alamıyorduk.
Cemalettin Latic-Şair,
Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı
Sırpların Dinî ve Etnik Motivasyonu
Sırplar Orta Çağ’dan bu yana kendilerini hem başkaları için feda ettiklerini hem de yalnız bırakılmış
bir millet olduklarını düşünürler. Kendi tarihlerinin
en büyük kahramanlığını 1. Kosova Muharebesi
olarak tanımlarlar. Tarih bilincine sahip olanlar,
bugüne kadar Kosova’yı kendi anavatanı ve milletin
beşiği olarak görmektedir. Bu bağlamda 1. Kosova
Muharebesi’ni bir kahramanlık efsanesine dönüştürerek Sırp milletinin karakteristik bir parçası
haline getirmişlerdir.
bir övünç kaynağıdır. Savaşta Sırpların komutanı olan
Prens Lazar, kendisini Müslümanlara karşı mücadelede feda etmiştir. Burada verilen mücadeleler zaman
içerisinde şarkı ve şiirlere aktarılarak hatıralarda hep
taze kalmaları sağlanmıştır. Bu efsaneden yola çıkarak,
Sırplar bugüne kadar Balkanlar üzerinde egemen millet
olma taleplerini sürekli yinelemişlerdir.
Üstelik savaşın 600. sene-i devriyesinde (1989) Milosevic, Prens Lazar’ın kemiklerini Ravanica’da bulunan
manastıra taşıtmıştır. Böylece sembolik olarak Arnavutların çoğunluk olarak bulunduğu bölge üzerinde
Sırp egemenlik talebi bir kez daha vurgulanmıştır.
Bütün ideolojik varlıklarını Kosova mağlubiyetinin
intikamına, dar manada Türk, geniş manada ise İslam
düşmanlığına ve kadim Sırp Krallığı’nı yeniden bina
üzerine kuran Sırplar, Slobodan Milosevic ile yıllar
sonra bir çıkış noktasına gelmişlerdir.3
Yugoslavya’da Sırplar tarafından yapılmak istenen etnik
temizliğin sebepleri arasında sınırları belli homojen bir
ulus devlet kurma isteği yatmaktadır. 2. Dünya Savaşı
sonrasında komünist akımla belli süre sekteye uğramış
bu fikir, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetlerin
dağılmasıyla beraber yeniden canlanmış ve doruk
noktasına ulaşmıştır.
Savaşın başlangıç aşamasında özellikle Sırp tarafı,
çatışmaların din kaynaklı olduğu vurgusunu sürekli
tekrarlıyordu. Bölgede dikkatlerin dinî bir savaşa
çekilmesi elbette olayın gerçek yüzünü gizlemeye
yönelik bir eğilimdi. Sırpların Osmanlı’dan bu yana
süregelen Müslüman düşmanlığı bir etiket olarak
kullanılmaktaydı. Amaç ise dinî bir savaştan çok
etnik temizlik ve Büyük Sırbistan emeline giden
yolda hızlı adımlar atmaktı.
2. Dünya Savaşı’nda Nazizm ideolojisinin Almanlardan
20 milyon kişinin ölümüne neden olduğunu hatırlatan gazeteci Hakan Çelik, bu tarihsel acıların Alman
toplumunda büyük bir hassasiyet oluşturduğunu belirterek, “Ancak 92-95 savaşında terör estiren Sırıp
Çetnik ve Ustaşa faşizmine bugün burada hâlâ ağıtlar
yakılmakta, övgüler düzülmektedir. Çetniklerin ölüm
yıl dönümlerine hem Sırbistan’ın hem Bosna’daki Sırp
Cumhuriyeti’nin üst düzey temsilcileri, komutanları,
rahipleri katılmaktadır. Biz şu anda Sırp annelerinin
çocuklarını büyütürken nasıl ninniler söylediklerini
bilemiyoruz.” diyor.
Tarihsel arka plana bakıldığında Türk ve Müslüman’la
savaş fikrinin Sırplar içinde kahramanlık destanlarına
konu olduğu görülür. 1. Kosova Muharebesi’nde bir Sırp
olan Milos Obilic -iki farklı rivayetten daha güçlü olanına
göre- Türk ordusuna gelip gizli bir şey söyleyeceğinden
bahsederek padişahın huzuruna kabul edilmiş ve o sırada ayak öpmek bahanesiyle Sultan Murad’ı hançerle
şehit etmiştir.2 Bu olay Sırp halk kültüründe önemli
Eli kanlı katil Ratko Mladic’in Srebrenitsa’da 11 Temmuz 1995’te yaptığı konuşma savaşın tüm sebeplerini
özetler niteliktedir. Mladic konuşmasında şöyle diyordu:
“11 Temmuz 1995 günü büyük bir Sırp bayramının
arifesinde Sırp Srebrenitsa’sındayız. Ve bu kenti Sırp
milletine hediye ediyoruz. Nihayet zorba Türklere karşı
ayaklanmamızdan sonra bu topraklarda Türklerden
intikam almamızın zamanı geldi.”
5/11
Sonuç olarak Bosna’nın büyük bölümünü işgal eden
Sırpların ilk hedefi aynen belirtildiği gibi camiler oluyor
ve 1.200’den fazla İslami merkez yakılıp yıkılıyordu.
Avrupa Birliği’nin ilk ciddi sınavıdır Bosna-Hersek.
Özellikle Amerika’yı uzun zaman dışarıda tutarak
bu bizim arka bahçemiz, biz çözeriz demiştir. Bu
yüzden Amerikan askerleri buraya savaşın sonunda
gelmiştir. Batı’ya olan beklentiler o dönemde fazla
tutuldu diyebilirim. Onlar için bizler istatistikleriz,
kâğıt üzerindeki rakamlarız. Bugün Bosna’da kaç
kişi öldü? Bu kadarız onlar için; sadece deneme
tahtasıyız. Avrupalılar biz bu işi çözeceğiz ama
rizikosuz çözmeliyiz dediler. Çözüm gayrıresmî
olarak şuydu: Biz savaşan taraflara silah vermeyi keselim, mevcut duruma göre birbirlerine girsinler, birinden biri diğerini yiyecek, fillî durum
neyse ona göre devam ederiz. Hesap ettikleri şey
Saraybosna’ya haftalık ne kadar gıda girmesi gerektiğiydi. Bu gıda girdiğinde BM görevini yapmış
sayılıyordu. İnsanlar tok karnına ölüyordu, başarı
buydu. Bosna’nın Türkiye’ye, Mısır’a, Malezya’ya
tek ayak basılıp geçilecek kadar sınırı olsaydı, o
savaş 44 ay sürmezdi. En sonunda Avrupa işin
altından çıkamayacağını anladı ve ABD’yi çağırdı.
Savaş Boşnak ordusunun en güçlü döneminde
bitirildi. Sırpların en stratejik noktalarla bağlantıları kesilmişti ve bu noktada müdahale geldi. Eğer
geri çekilmezlerse Boşnak ordusu da vurulacaktı.
Hakan Çelik-Gazeteci
Savaş Sürecinde Amerika Birleşik
Devletleri
Yugoslavya’nın dağılışının ilk periyodunda ABD olaya
kayıtsız kalmakla eleştirilmiştir. Bu tutumun sebeplerine bakıldığında öncelikli olarak Avrupa’nın kendini
savunma potansiyelinin oluşturulması isteği görülmektedir. Bunun yanında diğer bir sebep Balkanlar’ın yeteri
kadar doğal zenginliğe sahip olmaması ve Amerikan
pazarı açısından bağlayıcı nitelikte yeterliliğinin olmamasıydı. Sovyetlerin çöküşüyle beraber gözlerin
Ortadoğu’ya çevrilmesi ve çöküşün ardından hızlanan
silah trafiğinin kontrolü, ABD’yi Balkanlar’dan çok daha
fazla ilgilendiriyordu. Belki Boşnak Müslümanların
şanssızlıklarından biri de çığlıklarını tam da Amerikan seçimleri öncesinde atmaları oldu. George Bush
liderliğindeki Cumhuriyetçi Parti seçimler öncesinde
6/11
Amerikan halkının hiç de tanımadığı bir yere asker
gönderip kayıplar vermesini ve bu ortamda seçime
girmenin oy kaybettireceğini düşünmekteydi. Ancak
bu tedbirlerine rağmen seçimi Demokrat Clinton’a
kaybetmekten kurtulamayacaklardı.
Yeni Amerikan yönetimi dış politikada bazı değişiklikler yaptı. Buna göre herhangi bir olumsuz durumda
işin büyük kısmı BM çatısı altında çözülecek, NATO
da bu çözüme katkı sunan oluşumlardan biri olarak
yeniden tasarlanacaktı. 1. ve 2. Dünya Savaşı’nı topraklarında büyük yıkımlara uğramadan tamamlayan
Birleşik Devletler için Avrupa bir ön hazırlık merkeziydi. Avrupa’nın komünizmle savaşı boyunca bölgede
jandarma rolü üstlenen “Süper Güç”, artık jandarma
rolünü bir kenara bırakacaktı. Bu hamleyle yapılmak
istenen Avrupa’nın kendi savunmasını oluşturması ve
istikrara kavuşmasıydı. Bu denklemde Balkanlar ise
Amerika için öncelik taşımayan ancak Avrupa istikrarı
ve Amerikan çıkarlarının korunması gereken bir bölge
olarak görülüyordu.
Savaştan önce bizi medya yoluyla “İslami devlet kuracaklar” şeklinde suçluyorlardı. Biz ise
devletin ortak bir şey olduğunu vurguluyorduk.
Televizyonumuz yoktu, radyomuz yoktu. Bunun
için bir gazeteci timi kurmamız gerekliydi. Muslim
Voice’u da bu yüzden kurduk. Bu bizim için Sırp
ve Hırvat olmadığımızı göstermenin bir yoluydu.
Daha sonra ismini Bosna için özel bir çiçek olan
Zambak şeklinde değiştirdik. O zamanlar bir şair
olarak görünüyordum ve gizli ajanlar beni izlemiyorlardı. Elbette bu işimize yarıyordu. Bu yolla
bazı görüşmeler yapmak imkânımız oluyordu.
Cidde’de, Casablanca’da, İstanbul’da olmak üzere
farklı yerlerde çeşitli konferanslar düzenliyorduk.
Cemalettin Latic-Şair,
Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı
BM’nin Bosna Misyonu
Rusya’dan gelen doğalgaz, parası ödenmediği için
kesilmişti, yakacak yoktu. Evlerinin kapılarını yakarak ısınmaya çalışan insanlar biliyorum. 92-93
yılları özellikle çok çetin geçti Boşnaklar için. Tecavüzler, şehirlere yapılan ani saldırılar, silahsızlık
gibi büyük sorunlar vardı. Yugoslav ordusunun
silahları Sırpların elindeydi. Müslümanlar bir sandviç
gibi arada sıkışıp kalmışlardı. BM sınıfta kalmıştı. Katliamlara engel olmadı ve görevini yapmadı.
Srebrenitsa’nın olacağı günler öncesinden belliydi.
Osman Atalay-İHH Yönetim Kurlu Üyesi
Başından sonuna kadar sorunun çözümünde etkisiz
kalan BM, uluslararası vicdana en büyük darbelerden
birini vurmuştur. Savaşın literatüre armağan ettiği kaoslardan biri de “etnik temizlik” ve “soykırım” kavramlarının birbirinden ayrıştırılmasıdır. Bosna’da yaşanan
katliamlar için BM Güvenlik Konseyi, soykırım kelimesini
kullanamamış, bunun yerine olayları etnik temizlik
olarak niteleyerek müdahale etme sorumluluğundan
kaçmaya çalışmıştır. Uluslararası Adalet Divanı’nın bu
konudaki içtihadı ise özel olarak tartışmalıdır.
Lahey Adalet Divanı’nın 2007’de Aldığı Kararlar
Mevcut uluslararası hukuka göre, sorumluğu bulunan
kişi ve kurumlarıyla Sırbistan soykırım yapmamıştır.
Sırbistan, soykırım işlemek için plan yapmamış,
soykırım eylemini kışkırtmamıştır.
Sırbistan, BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve
Cezalandırma Sözleşmesi’ne göre yükümlülüklerini
ihlal ederek soykırıma iştirak etmemiştir.
1995 Temmuz’unda Srebrenitsa’da meydana gelen
soykırım konusunda, Sırbistan, BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi’ne
göre soykırımı önleme yükümlülüğünü ihlal etmiştir.
Sırbistan, Ratko Mladic’in soykırım ve soykırıma
iştirak suçlamaları nedeniyle yargılanacağı eski
Yugoslavya için kurulan Uluslararası Savaş Suçları
Mahkemesi’ne teslim edilmemesi ve mahkemeyle
tam bir iş birliği yapmaması nedeniyle BM Soykırım
Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi’ne göre yükümlülüklerini ihlal etmiştir.
Sırbistan, eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası
Savaş Suçları Mahkemesi’ne soykırım ve başka suçlarla itham edilen kişilerin teslimi ve mahkemeyle
tam bir iş birliği konularında yükümlülüklerini yerine
getirecek acil tedbirler almalıdır.
Divan, soykırımı ayıran özelliğin özel kasıt olduğunu
belirtmiştir. Bir katliam eğer bölgedeki farklı etnik
grubun bölgeden dışarı çıkartılması amacıyla yapılıyorsa etnik temizlik, tamamen yok etme kastıyla
yapılıyorsa soykırım olarak tanımlanmıştır. Sonuç
olarak Uluslararası Adalet Divanı Srebrenitsa’yı
soykırım olarak tanımlayarak müdahale istemiş, BM
Güvenlik Konseyi ise etnik temizlik diyerek Soykırım
Sözleşmesi kurallarını uygulamaktan kaçınmıştır.
Avrupa ülkeleri, Avrupa’nın göbeğinde çoğunluğu
Müslüman olan bir ülkenin kuruluşunu engellemekle
kalmamış, katliamlarda uydurma hukuksal tanımların
ardına sığınarak soykırıma onay vermiştir.
Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı Hakiya Turayliç,
Saraybosna Hava Limanı yakınında 1993 Ocak ayında
Sırplar tarafından BM aracından çıkarılarak Fransız
askerlerinin gözleri önünde öldürülmüştür. Kendini
korumaktan bile aciz kalan BM, bu olay karşısında
da diğer skandallarda olduğu gibi susmuştur. Sırplar
bu durumda daha da cesaret almış ve katliamlarına
hız vermiştir. BM’nin Bosna’da yaşananları iç savaş
kavramına indirgemesi de uzun süre müdahaleden
kaçmasını sağlamıştır. Srebrenitsa ise BM’nin dibe
vurduğu noktadır.
BM kesinlikle suçsuz değil. Srebrenitsa’nın planlı olduğunu düşünüyorum. Özellikle Fransa’nın
büyük hataları var. Amerika katliamı uydudan
saniye saniye izledi. Hiçbir şey yapmadılar, her
şeyi biliyorlardı. Srebrenitsa’dan önce müzakere
yapmak istemiyorlardı; bunun sebebi Srebrenitsa’dan sonra Sırp Cumhuriyeti’nin sınırları arasında
ayrılık kalmayacak olmasıydı. Öyle de oldu ve
Srebrenitsa katliamıyla beraber istedikleri sınırları
aldılar. Katliamdan sonra hedefledikleri gerçek
müzakereyi, gerçek Dayton’u masaya getirdiler
ve savaşı durdurdular. BM askerlerinden bazıları
insani yardım malzemelerini bile çıkarlarına göre
dağıtıyordu. Boşnakların son dönemde kazandığı
başarılardan da korktular. Çünkü ordumuz ilk
günkü gibi değildi, güçlenmişti.
Cemalettin Latic-Şair,
Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı
Davada maddi tazminat uygun bulunmamıştır.
7/11
Sonuç
Bölgede artan karışıklıklar ve düşmanlıklar sonucu
Boşnak halkı 29 Şubat 1992’de bağımsızlık için
referanduma gitmiştir. Bu referandumdan ezici bir
oranla bağımsızlık sonucu çıkmıştır. 5 Nisan 1992’de
Bosna-Hersek Cumhuriyeti hükümeti resmen bağımsızlığını dünyaya ilan etmiştir. Sadece bir gün
sonra Avrupa ve ABD bu bağımsızlığı tanımıştır.
Daha sonra ülke içindeki Sırplar kendilerine ait bir
cumhuriyet kurarak bu bölgede etnik temizliğe
başlamışlar ve süreç bir soykırım halini almıştır.
Bosna’nın kendi iç meseleleri olduğunu ve bunu
çözeceklerini söyleyen Avrupalı devletler, yaşanan katliamlara müdahale etmemiş ve insanların
hunharca öldürülmesine göz yummuştur. Aliya
İzzetbegoviç’in Makedonya’da Demokratik Hareket
Partisi’ni (Stranka Demokratske Akcije-SDA) kurmakla görevlendirdiği Rıdvan Halilovic’in söylediği
gibi; insanlar evlere tıkılıp yakılmış, Müslüman erkekler Visegrad Köprüsü üzerinde kurbanlık gibi kesilip Drina’ya atılmış, adı konamayacak daha birçok
zulüm ve işkence çeşidi acımasızca uygulanmıştır.
Bosna’yı aradan geçen sürede unuttuk. Yapılan
yardımlar yetersiz, yirmi yıldır kendi kaderine
terk edilmiş durumda. Türkiye’nin Bosna’ya ilgisi
turistik ve dostlar alışverişte görsün şeklinde ne
yazık ki. Ülkede son ayaklanmayı dış güçlerin oyunu olarak adlandırırsak biraz kendimizi kandırmış
oluruz. Bir Aliya daha çıkmadı oradan. Ekonomik
olarak durum çok kötü, işsizlik oranı çok yüksek
ve her geçen gün artıyor. Sokağa çıkanlar yirmili
yaşta gençlerdi zaten. Sorumluluk sadece Bosnalı
siyasetçilerde değil. Bunun bir sebebi de Dayton’dur. Bu bir kaos anlaşmasıdır ve Boşnaklara
verilen sözler tutulmamıştır. Boşnakların dezavantajları; arkalarında güçlü bir garantör ülkenin
olmaması, denize açılan bir kapılarının olmaması
ve arada sıkışan bir yerde olmalarıdır. Bu açıdan
Türkiye’nin bölgede yapacağı projelerin altının
çok dolu olması gerekiyor. Evet köprü, çeşme
yapalım ama sadece bununla kalmayalım. Bosna’nın geleceğini bunlarla kurtaramayız. Orada
bir AB süreci yaşanıyor. Bu süreç Bosna’da bir
asimilasyona neden oluyor ve Boşnak gençler
işsizlik yüzünden Avrupa’ya göç ediyor. Bosna
siyasetinin dizayn edilmesi, siyasetçilerinin doğru
yönlendirilmesi, Türkiye’de bir Balkan bakanlığı-
8/11
nın oluşturulması ve kalıcı, yararlı, pratik sonuçlar
verecek projeler yapılması gerekiyor.
Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi
Ölü sayısı yeni bulunan toplu mezarlarla sürekli artarken, toplamda 300.000’den fazla insanın öldüğü
bildirilmektedir. Dünyanın o dönemde en büyük ordularından olan Yugoslavya Ordusu’nun tüm mühimmatı
Sırpların eline geçmiş ve Müslümanlara karşı kullanılmıştır. Kayıtlara göre 27.734 kişi kayıptır. 25.00050.000 kadına tecavüz edilmiştir. Toplu Mezarları Araştırma Enstitüsü’nün 18 yıldır sürdürdüğü çalışmalarda
20.000 kaybın cesedine ulaşılmış, bunlardan yaklaşık
18.000’inin kimliği belirlenebilmiştir. Toplu mezarlarda
bulunan cesetlerin çoğu parçalandığı ve/veya yakıldığı
için kimlik tespit çalışmaları zorlukla sürdürülmektedir.
Bosna-Hersek Kayıpları Arama Enstitüsü verilerine
göre, 1995 yılından bu yana ülke genelinde 500’den
fazla toplu, 5.000’in üzerinde müstakil mezar bulunmuştur. Ayrıca oldukça fazla sayıda insan “etnik
temizlik” kapsamında göçe zorlanmıştır. Yaklaşık 2
milyon kişinin evlerinden edildiği bilinmektedir.
Aliya’nın ilginç bir tavrı vardı göç konusunda. Gerekli
olmadıkça Boşnakların göç etmesini istemiyordu.
Özellikle Boşnak çocuklarının Bosna’da kalıp yaşananları görmelerini ve bunları unutmamalarını
istiyordu. Ona göre Bosna’nın kıymetini ancak bu
savaşı yaşayan gençler bilecekti. Elbette tecavüz
korkuları, toplu infazlar ilk yıllarda yoğun göç dalgasını oluşturdu ama iş Boşnakların lehine döndükten
sonra Aliya göç edenleri ülkeye çağırdı. Bu duygusal
değil, mantıklı bir cesaretti aslına bakılırsa. En yakınındaki isimler bile ona bazen tepki gösterdiler. Bu
onu üzdü ama Boşnak halkıyla kurduğu duygusal
bağ, halkının ona güvenini hiç azaltmadı.
Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi
Savaş, 14 Aralık 1995’te Ohio’da Dayton adlı bir bölgedeki hava üssünde imzalanan anlaşma ile bitirilmiştir.
Anlaşmada alınan kararlar şu şekildedir:4
• Bosna-Hersek bağımsız bir devlet olarak tanınmaktadır.
• Bosna-Hersek Devleti, içinde Bosna ve Hırvat Federasyonu’yla bir Sırp Cumhuriyeti’ni içermektedir.
Toprakların %51’i federasyona, %49’u ise Sırp Cumhuriyeti’ne aittir.
• Saraybosna bir merkezî hükümet, millî meclis, başkanlık sistemi ve anayasal mahkemeye sahip birleşik
bir yapıda kalacaktır.
• Başkan ve meclis demokratik yollardan seçilecektir.
• Kolektif başkanlık sistemi birer Boşnak, Hırvat ve
Sırp üyenin katılımıyla gerçekleştirilecektir.
Dayton bir kaos anlaşmasıdır ve temeli Bosna’da siyasi istikrarsızlığın sürmesinde dayanır. Buna göre
ülke 10 adet kantondan oluşmaktadır. Ancak bugün
bu kantonlar ortak kararlar almakta zorlanmaktadır.
Savaşın acılarının hâlâ taze olduğu Bosna-Hersek,
Boşnak-Hırvat Federasyonu, Bosna Sırp Cumhuriyeti
ve Brcko olmak üzere iki entite ve bir özerk bölgeden
oluşmaktadır. Bu anlaşma Boşnak halkını apolitikleştirmeyi başarmış ve özellikle karmaşık yapısıyla insanları
ülke yönetimi üzerine düşünmekten alıkoymuştur.
Bosna’yı bugün şehitlerin kanı ve annelerin gözyaşları ayakta tutuyor. Politikacılar, iş adamları
veya imamlar yapmıyor bunu. Hâlâ şehitlerimiz
yapıyor. Sırplar bizden değil hâlâ şehitlerimizden
korkuyorlar. Halktan neden korksunlar ki? Burada
herkes aynı şekilde yaşıyor. Ama şu Aliya’nın yattığı
mezarlıktan korkuyorlar işte. Onun fikirlerinden
korkuyorlar. Çünkü o ahirete gitti ama fikirleri hâlâ
yaşıyor.
Nezim Halilovic Muderis-Cephe Komutanı
Aliya İzzetbegovic, Dayton imzasını atarken bunun adil
bir barış olmadığının farkındaydı ancak eve “savaşa
devam” cümlesinin ağırlığıyla dönemezdi. Çekilen
acının sonlandırılması gerekliliği onun omuzlarında
büyük bir yük olmuştur. Buna karşın o, milletini katledenlere karşı hiçbir zaman eğilmemiş ve dik durmayı
başarmıştır. Sırrı onun şu sözlerinde yatmaktadır: “Ben
Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum.
Çünkü biz çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü
hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların
tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı
medeniyeti adına.”
Tek şans Aliya İzzetbegoviç’ti o dönemde Boşnaklar için. Bilgili, istişareye açık, soğukkanlı,
Boşnakların gücünü, potansiyelini çok iyi bilen
ve yaşadığı coğrafyanın farkında olan bir insandı.
Sorunu Batı’nın çözebileceğini biliyordu ve buna
göre hamleler yapmaya çalışıyordu. Bir yandan
da Avrupa’nın ortasında yapılan katliamı hukuk
ve insan hakları açısından gündeme getiriyordu.
Aynı zamanda İslam dünyasına verdiği bir mesaj
da vardı; o da Bosna’nın Müslüman bir belde olduğuydu. Doğu-Batı arasında İslam buydu aslında.
“Burada minarelerden ezan okunuyor.” diyerek
Müslümanların yaşadıklarına seyirci kalmamalarını söylüyordu. Bir pergel gibi; bir ayak Batı’da
diğeri Doğu’daydı. Bugün İslam dünyasındaki
liderlerin örnek alması gereken bir liderdi. Egosu,
kibri olmaması, savaşın en zor anlarında askerlerle birlikte cephede olması önemli özellikleriydi.
Sıradan doğal bir dindardı ve bu çok önemli bir
özellikti. O, halkın içinden biriydi. Bugün halk
hâlâ onun eksikliğini hissediyor ve yeni bir Aliya
yetiştiremiyor ne yazık ki.
Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi
Bosna-Hersek bugün yüksek işsizlik oranı ve ekonomideki kötü gidişle uğraşmak zorunda. Ülkeye miras
bırakılan siyasi çözümsüzlük, bu sorunları aşmanın
önündeki en büyük engel olarak görünüyor. Boşnak
gençleri iş bulamadıkları için Avrupa’ya göç etmenin
yollarını arıyorlar. Halk, yaşanan bu sürecin asimilasyona uğramış nesiller oluşturacağından korkuyor.
Millet kimliğini çok ağır bedeller ödeyerek kazanan
Boşnaklar, Türkiye gibi önde gelen kardeş ve müttefiklerinden daha kalıcı ve çözüme yönelik projelerle
desteklenmeyi bekliyorlar. Ülkede siyasi olarak farklı
fikirler konuşuluyor. Ancak Bosnalıların kulaklarında,
televizyonda-radyoda duyduklarından önce Aliya İzzetbegovic’in o meşhur sözleri çınlıyor:
“Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip
affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın
ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım
tekrarlanır.”
9/11
Sonnotlar
1
“Bu kişiler, 1991’den beri süregiden çatışmalar sonucunda
N. Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna, İstanbul:
3
mahrum bırakıldıkları mülklerin kendilerine devredilmesi
Beyan Yayınları.
ve geri verilmeyen mülkler için tazminat ödenmesi hakkına
sahiptir.” Dayton Anlaşması 7. Madde.
4
Dayton Peace Accords General Framework Agreement for
Peace in Bosnia and Herzegovina, http://avalon.law.yale.
İ.H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi. Cilt 1,
2
edu/20th_century/day01.asp.
İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1947.
Kaynakça
Akgün, S., “Kosova’nın Avrupa Birliği’ne Entegrasyon Süreci
Mujezinovic, M., “Avrupa Birliği’nin Batı Balkan Politikası
ve Bu Süreçte Kosova Türkleri”, Çankırı Karatekin Üniversitesi
Çerçevesinde Bosna-Hersek ile İlişkileri”, Uluslararası Hukuk
Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, 2 (1), s. 1-14.
ve Politika, Cilt 3, Sayı 12, s. 67-84, 2007.
Alkan, N., Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna, İstanbul:
Dalar, M. “Dayton Barış Anlaşması ve Bosna-Hersek’in Geleceği”,
Beyan Yayınları.
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 1, Yıl 9, Sayı 16, 2008.
Arı, T & F. Pirinççi, “Soğuk Savaş Sonrasında Amerika Birleşik
Uğurlu, M., “Kosova Efsanesi”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat
Devletleri’nin Balkan Politikası”, Alternatif Politika, Cilt 3, Sayı
Araştırmaları Dergisi, 2011 Bahar (14), s. 241-252.
1, Mayıs 2011, s. 1-30.
Yapıcı, M., “Bosna Hersek’te Gerçekleştirilen Askeri Müdahalenin
Bostic, A., “European Perspectives”, Journal on European
Uluslararası Hukuktaki Yeri”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt
Perspectives of the Western Balkans, Vol. 3, No. 1 (4), pp. 91-
2, No. 8, s. 1-24 2007.
113, April 2011.
10/11
Münire Coşkun ablamızın anısına saygıyla…
Değerli Katkılarından Dolayı;
Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı Nezim
Halilovic Muderis’e
Şair ve Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı
Cemalettin Latic’e
SDA Makedonya kurucularından Rıdvan
Halilovic’e,
Gazeteci Hakan Çelik’e
İHH Yönetim Kurulu Üyesi Osman Atalay’a
İstanbul Eğitim ve Kültür Merkezi’ne
Feyza Tanok’a
Şemsettin Halilovic’e,
Mehmet Gündüz’e,
Adnan Shaban Mestan’a,
Plavi Leptir Ailesi’ne,
Teşekkür ederiz.
11/11