VII. HAFTA Şu sorular üzerine düşünmek yararlı olacaktır: Sizce insanın doğal ya da doğuştan hakları var mıdır? Yoksa yalnızca devletin bize sağladığı haklardan, yani konulmuş, pozitif haklardan mı söz edilebilir? Hak dediğimiz şey yalnızca yasalarla belirlenen, içeriklendirilen bir şey midir? Toplumsal yaşamdan önce, doğa durumundayken hak iddiasında bulunamaz mıyız? İnsanlarla ilişkimizde haklılık ya da haksızlık duygusu oluşur. Mesela bir köpek bize saldırırsa, köpek haksızlık etti demeyiz. Doğanın ya da hayvanların eyleminde hak ya da haksızlık iddiasında bulunamayız. İnsanlarla olan ilişkilerde görülür hak duygusu. Dolayısıyla insanlar arası ilişkiler yoksa haktan da söz etmiyoruz. Ancak iki kişinin arasındaki bir anlaşmazlıkta da haklılık ya da haksızlıktan bahsetmek çok kolay olmaz. Çünkü ikisi de kendinin haklı olduğunu iddia edecektir. Bu nedenle burada üçüncü bir kişinin hakemlik etmesi gerekir. Ancak onun da tarafsız ve adil olduğundan emin olmak için, önceden belirlenmiş bir kurala göre karar vermesini isteriz. Önceden belirlenmiş kural yoksa, bu üçüncü kişi neye göre karar verecektir. Bakabileceği bir “hak ideası” var mıdır? Hakkın sadece toplumun ve devletin belirledikleriyle sınırlı olduğunu kabul etmek içimize sinmez. Çünkü onların belirlediklerine de itiraz ederiz. Bu itirazlara göre onları değiştiririz. İtiraz edip değiştirebildiğimize göre, pozitif haklar dışında baktığımız bir şey olmalı. Örneğin “bir yasanın uygulanmasının vicdanı sızlattığından” söz edebiliyoruz. Acaba baktığımız yer vicdanımız mıdır? Vicdan, hiçbir öğrenime ve edinime gerek olmadan, neyin hak olup neyin olmadığını bize söyleyen, doğuştan bir yeti olabilir mi? Belki şöyle bir sonuç anlamlı olabilir: Toplumsal yaşamdan önce “hak iddiası” vardır. Ama neyin “hak olduğu” toplumun kuralları, devletin yasalarıyla belirleniyor. * Hobbes Leviathan’ın 14. Bölümünde “doğal hak” kavramından söz eder. Ona göre doğal hak, kendi doğasını, yani kendi hayatını korumak için kendi gücünü dilediği gibi kullanmak ve kendi muhakemesi ve aklı ile bu amaca ulaşmaya yönelik en uygun yöntem olarak kabul ettiği her şeyi yapmak özgürlüğüdür. Bu, doğanın bütün canlılara tanıdığı ve içgüdüsel olarak ya da akıl yoluyla bütün canlıların taşıdığı bir haktır. Yani Hobbes’a göre doğal hak vardır ve özgürlük olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla Hobbes’a göre varlığını sürdürmek söz konusuysa, herkesin her şeye hakkı vardır. Kendini korumak için başkasını öldürebilir bile. Doğa durumu tam da bu hak nedeniyle bir savaş durumudur. Ancak insan aklı savaş durumunun kendi varlığını korumaya yetecek bir durum olmadığını kısa zamanda görür. Savaş durumu kendi varlığımızı korumaya yarayacak bir durum değildir. Güçlü olmak da yetmez, çünkü güç sonsuza dek sürmez. Akıl bize savaş durumunu gördükten sonra şunu söyler. ‘Herkes barışı sağlamak için çalışmalıdır.’ Varlığımızı savaş durumundayken korumamız mümkün değil, bu nedenle barış için çalışmalıyız. Eğer barış sağlanamıyorsa savaş durumu devam eder. Barışın sağlanabilmesi için bir insan her şey üzerindeki haklarından vazgeçmelidir. Hobbes’a göre akıl sahibi her varlık bu ilkelere ulaşır. Haklarımızın ne kadarından vazgeçeceğiz? Bunu belirlemenin ölçütü, ‘başkalarının sana ne yapmalarını istiyorsan, sen de onlara onu yap’ ilkesidir. Ya da: ‘sana yapılmasını istemediğini başkalarına yapma.’ Bu ilke sözleşmeleri, anlaşmaları ortaya çıkaracaktır. İnsanlar hakları konusunda sözleşmeler yapacaktır. Toplumsal yaşamın ortaya çıkması için en önemli adım bu sözleşmeler aracılığıyla haklarımızın bir kısmından vazgeçmek olur. Toplumsal yaşam hakların ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir yaşamdır. Neyin hak olup olmayacağı bu sözleşmeler aracılığıyla tespit edilir. Haklar tespit edildikten sonra adalet kavramı ortaya çıkar. Sözleşmelerden önce haktan ve adaletten söz etmek mümkün değildir. * Leviathan, Bölüm 15 Adalet ve adaletsizlik kavramlarını incelediği bu bölümde Hobbes, adaletin kaynağı ve başlangıcının, insanların aralarında yaptıkları ahitler olduğunu söyler. Çünkü ortada herhangi bir ahit yokken, henüz hiçbir hak da devredilmemiş olduğu için herkesin her şey üzerindeki hakkı devam eder. Dolayısıyla hiçbir eylem adaletsiz de olamaz. Fakat bir ahit yapılmış ise onu ihlal etmek adaletsizliktir. Adaletsiz olmayan her şey de adildir. Adalet ve mülkiyet devletin kuruluşuyla başlar. Adaletsizliğin olması için mülkiyetin olması gerek. Neyin kime ait olduğunun bilinmesi gerek. Bu da sözleşmeyle/anlaşmayla olur. Sözleşmelerse kendi başlarına bir yaptırım gücüne sahip değildir. Adaleti sağlamak için, yani ahitlerin ve sözleşmelerin geçerliliğini sağlamak için bir de devlet lazım. Hobbes’a göre adaleti ancak kılıcın gücü sağlar. İnsanlar erdem ve kendi çıkarları arasında kalırsa kendi çıkarlarını tercih ederler. İnsanları bunlara saygı duymaya zorlayacak tek aygıt, tek canavar devlettir. Leviathan, Bölüm 17 Devletin temel amacı, bireysel güvenliktir. Devlet ona tabi olan bireylerin güvenliğini sağlamak için kurulur. Devletin temel işlevi, insanları korku içinde tutmak ve onları ceza tehdidiyle doğa yasalarına uymaya zorlamaktır. İnsanların doğal duygularının zorunlu sonucu olan o berbat savaş durumu ancak bu yolla durdurulabilir. Savaş durumunu bitirecek tek araç devlettir. Bireylerin güvenliği doğal hukukla sağlanamaz. Kılıcın zoru olmadıkça anlaşmalar sözlerden ibarettir ve insanı güvence altına almaya yetmez. Birkaç kişi veya ailenin birleşmesiyle de sağlanamaz. Bir toplumda tek bir karar verenin olması gerekir. Bir devleti birden fazla kişi yönetemez. Tek bir karar verici olmalıdır. Bu durumda kaos ortaya çıkar ve toplum dağılır. Tek bir karar verici tarafından yönetilmeyen bir çoğunlukla da sağlanamaz. Devlet Hobbes’a göre bir insan kitlesini tekil bir varlık haline getirir. Farklı isteklere sahip kitleyi aynı amaca yönelmiş bir varlığa dönüştürür. Toplumda tek karar verici olmalıdır. Toplumsal yaşam bireylerin iradesini genel iradeye devretmesiyle ortaya çıkar. Herkes kendi bireyselliğinden vazgeçip genel karar vericiye haklarını devredecektir. Devletin özü budur ve devletin her şeye hakkı vardır. Devletin yetkisi ve gücü sınırsızdır. Devlet üzerinde yaşadığı toplum için her türlü kararı alabilir. - Vatandaşlar/uyruklar devlet bir kez kurulduktan sonra devletin şeklini değiştiremezler. İlk nasıl kurulduysa yıkılana kadar öyle devam eder. - Vatandaşlar o devletin yönetiminden çıkmayı da arzu edemezler. Çünkü en başta bu devletin yasalarına onay vermişlerdir. İşlerine gelmediğinde bu yasalara uymaktan vazgeçemezler. - Devletin eylemleri vatandaşlar tarafından eleştirilemez. Devlet-birey ilişkisinde devletin yaptığı hiçbir şey vatandaşlar tarafından cezalandırılamaz. - Toplum kurulduktan devlet oluştuktan sonra devletle birey karşı karşıya kalırsa Hobbes’a göre devletten yana tavır alınmalıdır. Çünkü toplum düzeni ancak bu şekilde sağlanır. Peki toplumsal yaşam söz konusu olduğunda devlet karşısında bireyin özgürlüğünün durumu ne olmaktadır? Birey yapıp ettiklerini yasaların zorlamasıyla yapıyorsa, artık bireyin özgürlüğünde söz edebilir miyiz? Hobbes’a göre korku ve özgürlük tutarlıdır. Korku ve özgürlük tutarlıdır. Sözgelimi geminin batacağı korkusu ile bir kimse mallarını denize attığında bunu yine de isteyerek yapmaktadır ve isterse bunu yapmayabilir. Dolayısıyla bu özgür olan bir kimsenin eylemidir. Aynı şekilde insan bazen borcunu hapis korkusu yüzünden öder. Hiç kimse onu borcunu ödememekten alıkoymadığı için bu da özgür bir insanın işidir. Yasanın zorlaması belirli tercihler karşısında bir korku yaratır, ama bu korkunun belirleyici olup olmayacağına kişi karar verir. Özgürlük ve zorunluluk da tutarlıdır. Özgürlük ve zorunluluk birbiriyle çatışan kavramlar değildir. Ne korku ne de zorunluluk özgürlükle çelişkili değil, tutarlıdır. Örneğin, çitler insanları belirli bir yolda gitmek zorunda bırakır ama bu onların özgür olmadığını göstermez. Hobbes, yasaları çitlere benzetir. Yasalar insanları belirli bir yere gitmekten alıkoymaz. Oraya nasıl gideceğimiz konusunda yol gösterir. Yasalar bir şeylere nasıl ulaşacağımızı gösterir. Yani yasaya uyma zorunluluğu özgürlükle çelişen bir şey değildir. İstediğine hangi yoldan ulaşacağını belirler. Engellemez. Yasalar bize birtakım kısıtlamalar getirmiyorsa bile o kısıtlamalar eylemlerin küçük bir kısmı için geçerlidir. Yasalar bize bir dış sınır çizer. Yasaların içinde kalan eylemleri yapmakta sınırsız özgürüz. Yasaların engellemediği ölçüde özgürüz. Yasalar toplumsal yaşamı engelleyen, zarar veren eylemlere kısıtlama getirir. Onun dışında her eylemde özgürüz. Doğa durumunda haklarımız sınırsızdır. Bu nedenle özgürlüğümüz de sınırsızdır. Herkesin hakkı ve özgürlüğü sınırsız olduğu için ne haklarımızı ne özgürlüğümüzü tam yaşayamayız. Ama toplumsal durumda sınırlılık söz konusu olsa da, sınırlı olan hak bütünü sonsuza kadar güvence altına alınmıştır. Toplumsal yaşamda haklarımız sınırlı olsa da doğa durumuyla arasında uçurum yoktur. Sadece başkalarına zarar veren şeyler kısıtlanmıştır. İnsanlar rasyonel bir varlık olarak her zaman toplumsal durumu tercih ederler. Hakları ne kadar kısıtlansa da herkes bir toplumun içinde yaşamayı tercih eder. Toplumsal Durum Doğa durumu - Yasalar ve haklar sınırlıdır. - Haklarımız sınırsızdır. - Özgürlük de sınırlıdır. - Özgürlük de sınırsızdır.
© Copyright 2024 Paperzz