2009-2010 Yüksek Lisans - İstanbul Üniversitesi | Fen Bilimleri

İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ .......................................................................................................................................................................
1.BÖLÜM
TEZ ÖZETLERİ
1.1
Astronomi ve Uzay Bilimleri Anabilim Dalı ..................................................................................
1.2
Fizik Anabilim Dalı .........................................................................................................................
1.3
Biyoloji Anabilim Dalı ....................................................................................................................
1.4
Matematik Anabilim Dalı................................................................................................................
1.5
Moleküler Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı ................................................................................
1.6
1.7
Orman Mühendisliği Anabilim Dalı................................................................................................
1.8
Orman Endüstri Mühendisliği Anabilim Dalı .................................................................................
1.9
Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı .....................................................................................................
1.10
Kimya Anabilim Dalı ......................................................................................................................
1.11
Kimya Mühendisliği Anabilim Dalı ................................................................................................
1.12
Jeoloji Mühendisliği Anabilim Dalı ................................................................................................
1.13
Jeofizik Mühendisliği Anabilim Dalı ..............................................................................................
1.14
Makine Mühendisliği Anabilim Dalı ..............................................................................................
1.15
Endüstri Mühendisliği Anabilim Dalı .............................................................................................
1.16
Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği Anabilim Dalı ...........................................................................
1.17
Çevre Mühendisliği Anabilim Dalı .................................................................................................
1.18
1.19
Elektrik-Elektronik Mühendisliği Anabilim Dalı ............................................................................
1.20
İnşaat Mühendisliği Anabilim Dalı .................................................................................................
1.21
Maden Mühendisliği Anabilim Dalı................................................................................................
1.22
Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Anabilim Dalı .......................................................................
1.23
Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Anabilim Dalı ....................................................................
1.24
Savunma Teknolojileri Anabilim Dalı ............................................................................................
1.25
Biyomedikal Mühendisliği Anabilim Dalı ......................................................................................
1.26
.........................................................................................................................................................
1.27
Su Ürünleri Yetiştiriciliği Anabilim Dalı ........................................................................................
1.28
Su Ürünleri Temel Bilimleri Anabilim Dalı ....................................................................................
1.29
Su Ürünleri Avlama ve İşleme Teknolojisi Anabilim Dalı .............................................................
1.30
Enformatik................................................................................................................... .......................
ASTRONOMİ VE UZAY BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
ERKURT Adnan
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: H. Gökmen TEKTUNALI
: Astronomi ve Uzay Bilimleri
: 2010
: Prof. Dr. H. Gökmen TEKTUNALI
: Prof. Dr. H. Hüseyin MENTEŞE
: Prof. Dr. E. Nihal ERCAN
: Doç. Dr. Yüksel KARATAŞ
: Doç. Dr. Selçuk BİLİR
Galaksi Kümeleşmesinin Galaktik Evrim Üzerindeki Fiziksel Etkileri
Bu tezin amaçlarından biri, galaksi kümesi ortamlarının ve galaksi kümelerinde meydana gelen
galaksilerarası aktivitelerin, üye galaksilerin evrimini nasıl etkilediği sorusuna cevap bulmaktır. Bunun için,
kümelerde bulunan galaksilerin X-ışın özelliklerini ortaya çıkarmak ve küme dışında, alanda bulunan galaksilerle
kümelerde bulunan galaksileri karşılaştırmak amacıyla XMM-Newton uydusu arşivinden, yakın mesafede (z<0.14)
bulunan beş adet galaksi kümesi (A194, A1056, A1674, A1882, A2638) seçilmiştir. Seçilen galaksi kümeleri, küme
içi gazlarının (ICM) tam olarak oluşmadığı ve bu nedenle de kaynaklarının (galaksilerinin) net olarak
gözlenebildiği, yeni oluşmakta olan kümelerdir (proto galaksi kümeleri). Tezin diğer amacı da, seçilen kümelerin
genel spektrel özelliklerini ortaya çıkarmaktır.
Bu çalışmada, XMM-Newton uydusunun EPIC MOS ve PN dedektörlerinin verileri kullanılmıştır. Seçilen
kümeler, XMM-Newton SAS 7.1.0. X-ışın veri analiz programıyla analiz edilmiştir. Seçilen kümelerin gözlem
verileri NASA’nın yüksek enerji astrofiziği arşivinden indirilmiştir. Gözlem veri dosyalarından (ODF) olay listeleri,
EMCHAIN ve EPCHAIN komutları kullanılarak oluşturulmuştur. Daha sonra, kümelerin verileri Güneş
parlamalarından arındırılmak suretiyle, gerçek verileri (GTI-Good Time Interval) elde edilmiştir. Nokta kaynak
(galaksi) tespiti Maximum Likelihood (Cash, 1979) yöntemiyle üç ayrı bantta (yumuşak [0.3-1 keV], orta [1-1.6
keV], sert [1.6-10 keV]) yapılmıştır. Spektrum analizi, XSPEC 11.3.2. X-ışın spektrum analiz programı ile
yapılmıştır. ICM ve nokta kaynakların spektrum analizi için sırasıyla MEKA (Mewe ve diğ., 1985) ve
POWERLAW modelleri kullanmıştır.
Tüm kümelerden seçilen parlak nokta kaynaklar, PN dedektörüyle tespit edilen akı değerlerine göre,
log(N)-log(S) grafiğine (2-10 keV) yerleştirilmiştir. Ayrıca, Hasinger ve diğ. (2001) tarafından alan galaksileri
(Lockman Boşluğu’nda) için çizilen log(N)-log(S) grafiğinde elde edilen eğri de bu çalışmada elde edilen log(N)log(S) grafiği üzerinde gösterilmiştir. Böylece, bu çalışmada elde edilen log(N)-log(S) grafiği ile Hasinger ve
diğerlerinin (2001) log(N)-log(S) grafiği karşılaştırılmıştır.
The Physical Effects of Galaxy Clustering on the Galactic Evolution
One of the reasons of this thesis is to find an answer to the question of how affect galaxy cluster
environments and intergalactic activities of evolution of member galaxies. For this purpose, five nearby (z<0.14)
galaxy clusters (A194, A1056, A1674, A1882, A2638) have been selected from XMM-Newton archive in order to
determine X-ray properties of galaxies which in clusters and to compare galaxies belong to a cluster with galaxies
do not belong to any cluster where any field. Selected galaxy clusters are newly forming clusters (proto galaxy
clusters), their intra cluster medium (ICM) hasn’t formed completely and thus individual sources (galaxies) well
stand out particularly. The other reason of the thesis is to find out global spectral properties of selected clusters.
In the study, data of EPIC MOS and PN cameras of XMM-Newton have been used. The clusters have been
analyzed by SAS 7.1.0. X-ray data analysis program of XMM-Newton. Observational data of the clusters have been
downloaded from NASA’s High Energy Astrophysics Science Archive Research Center. Event lists have been made
from observation data files (ODF) by commands of EMCHAIN and EPCHAIN. After that, data of the clusters are
cleaned from the Sun flares and thus real data (GTI-Good Time Interval) of the clusters are obtained. Point source
(galaxy) detection has been made by Maximum Likelihood (Cash, 1979) method in three different band (soft [0.3-1
keV], medium [1-1.6 keV], hard [1.6-10 keV]). Spectral analysis has been made by XSPEC 11.3.2. X-ray spectral
fitting package. For the spectral analysis of ICM and point sources have been applied by MEKA (Mewe et al. 1985)
and POWERLAW model, respectively.
Selected bright point sources from all clusters have been put on a log(N)-log(S) graph (2-10 keV) according
to their flux values which have been estimated from the PN data. Also, curve of field galaxies (where in Lockman
Hole) which was obtained by Hasinger et al. (2001), has been put on the same log(N)-log(S) graph. Therefore,
log(N)-log(S) graph of this work has been compared with Hasinger’s (Hasinger et al. (2001)) log(N)-log(S) graph.
CİVELEKLER Betül
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doç. Dr. M. Taşkın ÇAY
: Astronomi ve Uzay Bilimleri
: 2010
: Yrd. Doç. Dr. M. Taşkın ÇAY
: Prof. Dr. H. Gökmen TEKTUNALI
: Prof. Dr. H. Hüseyin MENTEŞE
: Prof. Dr. M. Türker ÖZKAN
: Doç. Dr. Hülya ÇALIŞKAN
Yıldız Atmosferlerinde Mikrotürbülansın Derinlik Bağlılığı
Mikrotürbülans, yıldız atmosferlerinde karakteristik büyüklüğü fotonun ortalama serbest yolundan daha
küçük olan türbülant yapıların hareketidir.
Bolluk analizi çalışmalarında mikrotürbülansın yıldız atmosferi boyunca sabit olduğu kabul edilir. Bununla
birlikte literatürde mikrotürbülansın atmosfer boyunca derinlikle değiştiğini gösteren çalışmalar da vardır.
Bu çalışmada mikrotürbülansın derinliğe bağlılığı F spektrel tipinden üç yıldız
(41 Cyg (F5Ib), α Per
(F5Ib), γ Ser (F6V)) üzerinde araştırılmıştır. Yıldızların spektrumlarından seçilen uygun çizgiler için Fourier analizi
yöntemi ile mikrotürbülans hızları tayin edilmeye çalışılarak, bu hızların ortalama çizgi oluşum derinliği ile olan
ilişkisine bakılmıştır.
Yapılan analizler sonucunda, α Per ve γ Ser yıldızlarının çizgileri için mikrotürbülans hızı tayin
edilememiştir. 41 Cyg yıldızı için mikrotürbülansın, atmosfer boyunca derinlikle arttığı şeklinde yorumlanabilecek
sonuçlar elde edilmiştir.
Depth Dependence of Microturbulence in Stellar Atmospheres
Microturbulence is the small scale motions of the turbulent elements, having the sizes smaller than the
mean free path of the photons in a stellar atmosphere.
In the elemental abundance analysis works, microturbulence is assumed to be constant. However, certain
works in the literature suggest that the microturbulence changes with the depth in the atmosphere.
In this work, three F-type stars (41 Cyg (F5Ib), α Per (F5Ib), γ Ser (F6V)) have been analized to investigate
the depth dependence of the microturbulence in stellar atmospheres. For this purpuse, microturbulence velocities for
the suitable lines of the stars have been estimated using the Fourier Transform Analysis techniqe, then they are
compared to the mean line formation depth of these lines.
As the result of the analysis, while for the lines of α Per and γ Ser, it is not possible to estimate
microturbulence velocities, 41 Cyg suggest that in the atmosphere of this star the microturbulence velocity has
increasingly higher value with the depth in the atmosphere.
FİZİK ANABİLİM DALI
GÜLTEKİN Özgür
Danışman
Anabilim Dalı
Programı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. K. Gediz AKDENİZ
: Fizik Anabilim Dalı
: Yüksek Enerji ve Plazma Fiziği Programı
: 2010
: Prof. Dr. K.Gediz AKDENİZ
: Prof.Dr. Emine RIZAOĞLU
: Prof.Dr. Haşim MUTUŞ
: Prof.Dr. A.Talat SAYGAÇ
: Doç.Dr. Ekrem AYDINER
Güneştacı Plazmasında İyon-Cyclotron Rezonansı
Güneş’in renkküresinde sıcaklık 5500-6000 K mertebesinde iken, güneştacında ortalama sıcaklık 10 6 K
olmaktadır. Güneştacı sıcaklığının aşırı yüksek olmasının nedeni henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Güneştacının
ısınması için önerilen mekanizmalardan biri iyon-cyclotron rezonans sürecidir. Uydu gözlemleri ve bu gözlemlere
dayanan çeşitli çalışmalar, güneştacı plazmasında sol çembersel polarize iyon-cyclotron dalgaları ile ortamdaki
iyonların rezonansa girdiğine işaret etmektedir. Uydu verilerine göre güneştacında herhangi bir iyonun manyetik
alanlara dik ve paralel yönde iki farklı sıcaklığı bulunmaktadır. Ayrıca uydu verileri bu sıcaklık dağılımlarının bimaxwellian olduğu varsayımını desteklemektedir.
Bu tez çalışmasında soğuk plazma temelinde geçerli olan dalga denklemi, güneştacı plazmasına
uygulanmıştır. Dalga denklemindeki dielektrik sabit, Vlasov eşitliği kullanılarak bulunmuştur. Böylece güneştacında
sol çembersel iyon-cyclotron dalgalarının dağınım bağıntısı elde edilmiştir. Bu hesaplamaları yapabilmek için iyoncyclotron dalgalarının en azından bir kısmının güneştacı tabanında üretildiği ve sıcaklık dağılımının bi-maxwellian
olduğu varsayımları yapılmıştır. Elde edilen dağınım bağıntısının grafiği O VI iyonları için çizdirilmiş ve sol
çembersel polarize dalgaların O VI iyonlarıyla rezonansa girdiği frekans aralığı 1.5-3 R uzaklığında 2000-8000 Hz
olarak bulunmuştur. Sonuç olarak, sol çembersel polarize dalgalarla O VI iyonlarının rezonansa girmesi, güneştacını
ısıtan etmenlerden biri olabilir.
Ion-Cyclotron Resonance in The Solar Coronal Plasma
Temperature of solar chromosphere is in the order of 5500-6000 K while temperature of solar corona is
approximately 106 K. Reason of extremely high temperature of solar corona has not been understood exactly. One of
the proposed mechanisms about coronal heating problem is ion-cyclotron resonance model. Satellite observations
and various studies based on these observations indicate that left circularly polarized ion-cyclotron waves come into
resonance with ions in the environment in the solar coronal plasma. According to satellite data, any ion in the solar
corona have two different temperatures: perpendicular and parallel temperature. In addition, satellite data supports
the assumption that the temperature distributions are bi-maxwellian.
In this thesis, wave equation which is valid for cold plasma was applied to the solar coronal plasma.
Dielectric constant at the wave equation was found by using Vlasov equality. In this way, dispersion relation of left
circularly polarized ion-cyclotron waves in the solar corona were obtained. For these calculations two assumptions
were made: One of them is that some of the ion-cyclotron waves are generated at the bottom of solar corona and the
other is that temperature distribution is bi-maxwellian. The graph of dispersion relation was drawn for O VI ions and
frequency band was found 2000-8000 Hz between 1.5-3 R that left circularly polarized ion-cyclotron waves come
into resonance with O VI. As a result, left circularly polarized ion-cyclotron waves come into resonance with O VI
is maybe one of the factors of coronal heating.
KUŞOĞLU Aslı
Danışman
Anabilim Dalı
Programı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Melih BOSTAN
: Fizik
: Nükleer Fizik
: 2010
: Prof. Dr. Melih BOSTAN
: Prof. Dr. M. Nizamettin ERDURAN
: Prof. Dr. Metin SUBAŞI
: Doç. Dr. İskender A. REYHANCAN
: Doç. Dr. Yeşim ÖKTEM
Spin-Yörünge Potansiyelinin Valans Nükleon Sayısı ile Değişimi
Bu tez çalışması kapsamında, spin-yörünge etkileşmesinin nükleer potansiyele getirdiği katkı ve kapalı
kabuk enerji yarılmalarının değişimi artan nükleon sayısı ve izospin bağımlılığı açısından, kararlılık bölgesindeki
yarı-sihirli çekirdeklerden başlayarak, kararlılık vadisinin uzağında yer alan nötron veya proton zengin çekirdeklere
kadar sistematik olarak incelendi. Spin-yörünge partnerleri arası enerji yarılmasının, valans nükleon sayısı ile
azalması, artan nötron yüzey geçirgenliği açısından tartışıldı. Tensör teriminin bu azalmadaki katkısı bazı
çekirdekler için değerlendirildi. Kapalı kabuk seviyeleri ve spin-yörünge partnerleri arası enerji yarılmaları, tekparçacık enerjilerinden elde edildi. Tek-parçacık enerjileri, harmonik salınıcı potansiyelinin kullanıldığı HartreeFock hesaplamaları ile elde edildi. Nükleon-nükleon etkileşmesi için etkin kuvvet olarak, sıfır erimli, merkezi
Skryme türü etkileşme seçildi. Hesaplanan kapalı kabuk enerji yarılmaları, mevcut deneysel kapalı kabuk enerji
yarılmaları değerleri ile karşılaştırıldı. Kararlılık bölgesinden uzakta nötron zengin ve nötron eksik çekirdekler için
spin-yörünge partnerleri arası enerji yarılmalarındaki değişim, açısal momentum bağlılığı açısından incelendi. Bu
bağımlılık, spin-yörünge etkileşmesinin artan açısal momentum değeri ile nükleer potansiyele getirdiği katkının artış
hızı açısından, özgün bir öneri olarak tartışıldı.
Evolution of Spin-Orbit Potential with Valence Nucleon Numbers
In this thesis, the contribution of the spin-orbit interaction to the mean nuclear potential and the evolution
of the energy gaps of closed shells with increasing valence nucleon number and isospin are systematically
investigated starting from the semi-magic nuclei in the stability region to the neutron or proton-rich nuclei far from
the stability-line. The reduction of spin-orbit partners energy splitting is discussed with the increasing neutron
difusseness. The effect of tensor interaction on the spin-orbit reduction is evaluated for some special cases. Closedshell energy gaps and spin-orbit splittings are derived from the effective single-particle energies. The effective
single-particle energies are obtained by Hartree-Fock method utilizing a harmonic oscillator potential. The
microscopic effective nucleon-nucleon interaction is assumed as zero-range, central Skyrme type effective force.
The calculated energy-gaps are compared with the available experimental closed-shell energy gaps. The evolution of
spin-orbit partners energy splitting with angular momentum is investigated for the neutron-rich and neutrondeficient nuclei far from the stability-line. This angular momentum dependency of the spin-orbit splitting is
discussed as a novel proposal in relation with the increment of the spin-orbit force contribution to the mean nuclear
potential with increasing angular momentum.
ALBAYRAK Hakan Mehmet
Danışman
Anabilim Dalı
Programı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Ali TUTAY
: Fizik
: Nükleer Fizik
: 2010
: Prof. Dr. Ali TUTAY
: Prof. Dr. Nizamettin ERDURAN
: Prof. Dr. Melih BOSTAN
: Prof.Dr. Kubilay KUTLU
: Prof. Dr. Mehmet ŞİRİN
Ultra Kısa Eko Süresiyle Nükleer Manyetik Rezonans Görüntüleme
NMRG tıbbi görüntülemede kullanılan en önemli görüntüleme yöntemlerinden biridir. Tüm dünyada otuz
yıldan fazladır kullanılmaktadır ve insan vücudunu görüntüleme konusunda diğer görüntüleme yöntemlerinden
farklı özelliklere sahiptir.
NMRG insan anatomisini ve fizyolojisini görüntülemede birçok üstünlüğe sahip olmasına rağmen, klinik
tanı amacıyla konvansiyonel NMRG sekanslarıyla elde edilen görüntülerde bazı doku ve doku bileşenleri kısa T2
sürelerine sahip olmaları nedeniyle gözlemlenememiştir. Bu tezde kısa T2’li doku ve doku bileşenlerini
görüntülemek için yeni bir yöntem olan ultra kısa eko süresi (UTE) ile NMRG incelenmiştir.
İlk olarak kısa T2’li doku ve doku bileşenleri tanımlanmıştır. Ardından temel UTE sekansı ve fiziği
açıklanmıştır. UTE sekansının kullanılabilmesi için cihaz gereksinimleri üzerinde durulmuştur. UTE sekansı ile
kullanıldıklarında kısa T2’li dokuların ve doku bileşenlerinin görüntü kalitesini arttıran bazı yöntemler iki gruba
ayrılmış ve açıklanmıştır. Elde edilen görüntülerde bu iki grubun ilkinden bir metod (farklı iki eko süreli
görüntülerin çıkarılması) tek başına ve ikincisinden bir metod (frekans temelli yağ baskılama) ilk gruptan seçilen
metodla birleştirilerek kullanılmıştır. Görüntülerden elde edilen sonuçlar verilmiştir.
Son bölümde UTE puls sekansının klinik başarısı ve gelecek planları değerlendirilmiş, önerilerde
bulunulmuştur.
Nuclear Magnetic Resonance Imaging With Ultrashort Echo Time
NMR imaging (NMRI) is one of the most important imaging modalities in medical imaging. It has a lot of
different imaging specialities from other modalities about imaging human body and it has been used all over the
world for over thirty years.
Although NMRI has large capabilities of imaging the human anatomy and physiology, for clinical
diagnosis, in images obtained with conventional NMRI sequences, some tissues and tissue components can not be
seen good enough because of having too short T2 times. In this thesis, NMR imaging with ultrashort echo time
(UTE) which is a new method for imaging tissue and tissue components with short T2 times is investigated.
Firstly, tissue and tissue components with short T2 are described. After that, basic UTE pulse sequence and
its physics are explained. NMR imaging machine requirements for using UTE sequence are emphasized. Some of
the methods which increase the image quality of the short T2 tissues and tissue components when used with UTE
pulse sequence are divided into two groups and explained. In the obtained images, one method (subtraction of
images which are obtained at two different echo time) from the first group which is used alone and one method
(frequency-based fat saturation) from the second group which is combined with the chosen method in the first
group, are used. The results from these images are given.
In the last section, the clinical success of the UTE pulse sequence and future plans are evaluated and some
suggestions are made.
BİYOLOJİ ANABİLİM DALI
KARA Simge
Danışman
Anabilim Dalı
Programı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Melike ERKAN
: Biyoloji
: Zooloji
: 2010
: Prof. Dr. Melike ERKAN
: Prof. Dr. Cihan DEMİRCİ
: Prof. Dr. Tuncay ORTA
: Prof. Dr. Tülay İREZ
: Yrd. Doç. Dr. Meliha İNCELİ
Genistein Ve Vitamin E’nin Leydig TM3 Hücreleri Üzerine Olan Etkileri
Bu çalışmada genisteinin TM3 Leydig hücreleri üzerindeki sitotoksititesinin ve bir antioksidan olan
Vitamin E’nin bu hasardan hücreyi koruyucu etkisinin toplam hücre sayısı, hücre canlılığı, hücrelerdeki apoptotik
indeks, lipid peroksidasyonu ve proteinlerdeki oksidatif hasar belirlenerek araştırılması amaçlanmıştır. Özellikle
fast-food yiyecekler ve diğer işlenmiş gıdalarda düşük maliyet nedeniyle et ürünleri yerine fitoöstrojenleri içeren
soya ürünlerinin kullanılması yaygındır. Fitoöstrojenler endojen östrojene benzer aktiviteler gösterebilen bitkisel
kaynaklı kimyasallardır ve son yıllarda yapılan bazı epidemiyolojik çalışmalarla önem kazanmıştır. Endojen
östrojen varlığında dışarıdan ilaç olarak ya da diyetle alınan fitoöstrojenler doza bağlı olarak infertiliteye neden
olabilmektedir. Genistein soya ve soya ürünlerinde bulunan steroid olmayan bir fitoöstrojendir ve özellikle östrojen
reseptör β (ER-β)’ya bağlanarak hem östrojenik hem de anti-östrojenik etki gösterebilir. Yapılan çalışmalarda,
genisteinin timosit, lösemi ve testis hücrelerinde apoptozu teşvik ettiği ve oksidatif hasara yol açtığından toksik
etkisi olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, vitamin E’nin önemli bir antioksidan olması ve hücreyi oksidatif hasardan
koruması nedeniyle, insan ve hayvanların beslenmesinde ek besin olarak önemi bilinmektedir. Yaptığımız çalışmada
vitamin E’nin genisteinle beraber bir antioksidan olarak etkisi gösterilmiştir.
Çalışmamızda, genistein tek başına ve vitamin E ile birlikte TM3 Leydig hücreleri üzerine olan etkisi
araştırılarak, genisteinin yüksek dozlarda apoptoza ve lipid peroksidasyonuna neden olduğu vitamin E ile birlikte
uygulamalar sonucunda ise vitamin E’nin bu toksisiteyi azalttığı sonucuna varılmıştır. Bu çalışmanın genisteinin
Leydig hücrelerindeki çok fonksiyonlu etkisinin moleküler düzeyde yapılacak çalışmalara temel olabileceği
düşünülmektedir.
Effects Of Genistein And Vitamine E On TM3 Leydig Cells
In this study, Genistein-induced cytotoxicity and the protective effect of Vitamine E which is an antioxidant
supplementation from this damage on TM3 Leydig cells were purposed to research by determination of total cell
number, cell viability, proportion of apoptosis, oxidative damage of protein and TBA reactive species. Soya and
soybean product is used instead of meat products because of low cost price, especially in fast-food and other
processed foods. In the past few years, phytoestrgens are being important with several epidemiological studies. In
presence of endogen estrogen, phytoestrogens that take as a medicine or diet may cause infertility depend on dosage.
Genistein especially binds to estrogen receptor β (ER-β), acting as estrogen agonist or antagonist Phytoestrogens
which act as an endogen estrogen are phytochemical. Genistein has also been demonstrated to induce apoptosis in
cells as thymocytes, leukemia cells and testis cells and it is toxic and causes oxidative damage.
Antioxidant are spent up enough portion for being obviate oxidative stress which create free radicals and
being decrease their effects to minimum. Vitamine E a dietary factor is essential for reproduction in humans and
animals. It is an antioxidant in all mammalian cells. Vitamine E is a chain breaking antioxidant that prevents the
propagation of free radical reaction and thus protects cells from oxidative damage.
In our study, by the research of the effect of the Genistein and Genistein with Vitamine E on TM3 Leydig
cells, it were come to the conclusion that genistein in higher doses cause apoptosis and lipid peroxidation; by reason
of with Vitamine E application Vitamine E decrease this toxicity. This study is thought to be a base for molecular
studies which are corcern with the multifunctional effect of genistein on Leydig cells.
BAŞ Duygu
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yard. Doç. Dr. İrfan TÜRETGEN
: Biyoloji
: Temel ve Endüstriyel Mikrobiyoloji
: 2010
: Yard.Doç.Dr. İrfan TÜRETGEN
. Prof.Dr. Ayşın Çotuk
: Prof.Dr. Gülten Ötük
: Doç.Dr. Ayten Erdem
: Yard.Doç.Dr. Esra Sungur
Şebeke Suyu İle Beslenen Model Boru Sisteminde Mikrobiyal Biyofilm Gelişiminin İzlenmesi
Suda yaşayan mikroorganizmalar çeşitli sebeplerden ötürü yüzeylere yapışarak biyofilm tabakası
oluştururlar. Bu tabaka, canlı veya cansız bir yüzeye yapışarak kendi ürettikleri polimerik yapıda jelsi bir matriks
(EPS) içinde yaşayan mikroorganizmaların oluşturduğu topluluk olarak tanımlanabilir. EPS tabakası bakterileri
başta kısa süreli kuraklık olmak üzere biyositlere, besinsizliğe, pH dalgalanmalarına, toksinlere ve virüslere karşı
korumaktadır.
EPS’nin hangi şartlarda ve ne kadar süre bakterileri kuraklığa karşı koruyabildiğine dair çok fazla
çalışmaya rastlanmamıştır. Şebeke suyu boru ve depoları, diş üniteleri, soğutma kuleleri gibi içinde su barındıran
sistemlerde de biyofilm oluşmaktadır. Bu sistemlerin kullanılmadığı dönemlerde ise su bu sistemlerden
uzaklaşmakta, boşalmakta ya da geri çekilmektedir. Böylece oluşan biyofilm tabakası kısa bir süre için geçici olarak
kurumaya maruz kalmaktadır.
Su kesintileri esnasında su borularının iç yüzeyi kurumaya başlar. Kurumaya maruz kalan biyofilm
tabakasında bulunan bakterilerin canlılığını yitirerek daha sonra başka mikroorganizmalar için besin kaynağı
oluşturması mümkündür. Ülkemizde zaman içinde şebeke suyu kesintileri olmaktadır ve bu kesintilerinin biyofilm
üyesi mikroorganizmalar üzerine etkisi ile ilgili ekolojik bir çalışmaya rastlanmamıştır.
Bu çalışmada, evsel su borusu model sistemi üzerinde sekiz ay boyunca borunun iç yüzeylerinde biyofilm
tabakasının oluşumuna olanak sağlanmıştır. Aylık olarak alınan boru kesitlerindeki biyofilmler üzerine 6, 24, 48, 72
saatlik kurumanın toplam aerobik heterotrofik bakterilere (HB) etkisi izlenmiştir ve epifloresan mikroskop
yardımıyla ölü/canlı mikroorganizma sayıları analiz edilmiştir. Ayrıca biyofilm örneklerinde Legionella
pneumophila bakterisinin varlığı araştırılmıştır. Boru yüzeylerinde oluşan biyofilm miktarı kantitatif olarak
ölçülmüştür.
Sonuçta biyofilm tabakasının mikroorganizmaları kısa süreli kuruluğa karşı koruyabildiği ayrıca
mikroorganizmaların sıcaklık düşüşü gibi karşılaştıkları olumsuz koşullara karşı VBNC faza geçerek kendilerini
koruyabildikleri tespit edilmiştir.
Monitoring Of Microbial Biofilm Formation In Model Pipe Rig Feed Up With Distributing Network
Water
Microorganisms which are living in water can adhere to the surfaces because of many different reasons and
develop layers on surfaces. Microorganisms form biofilms by adhering to live or dead surface by producing a
polymeric matrix called extracellular polymeric substances (EPS). This EPS layer can protect microorganisms
against short-term drying, detergents, antibiotics, pH alterations, toxins and viruses.
It is generally stated that EPS provide bacterial cells with a means to survive drying, thanks to their ability
of water retention. But, so far no reliable data was found from ecological aspects. Surfaces that subject to biofilms
are systems which include water as network water pipes, cooling towers and some medical equipments. It is possible
to encounter drying in man-made environments through evaporation, flowing-off, temporary cutbacks or system
shutdown.
Inner surface of water pipes starts to dry when the system shutdown or in case of water cutbacks. Other
microorganisms can use the biofilm associated bacteria, which dies after drying, as a source of nutrient. We may
have system shutdown on network water pipes in our country but so far no reliable data was found about effects of
short-term drying on biofilm associated bacteria.
In this study, biofilm formation has been allowed for eight month-period in a model polypropylene
domestic pipe rig system. Monthly, pipe segments has been cut and after 6, 24, 48, 72 hours exposition to drying,
biofilms have been analyzed for aerobic heterotrophic bacteria and the number of live/dead microorganisms have
analyzed by epifluorescence microscopy. Additionally, the presence of Legionella pneumophila bacterium has been
investigated. The biofilm amount on pipe surfaces will be analyzed quantitatively.
It has determined that, biofilm layer can protect microorganisms from short-term drying and also
microorganisms can protect their shelves from bad conditions as low temperature by forming VBNC phase.
BİNAY Rıza Ali
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doç. Dr. Zuhal Zeybek
: Biyoloji
: Temel ve Endüstriyel Mikrobiyoloji
: 2010
: Prof. Dr. Ayşın Çotuk
: Prof Dr. Gülten Ötük
: Doç Dr. Ayten Kirman Erdem
: Yrd. Doç. Dr. Zuhal Zeybek
: Yrd. Doç. Dr. Esra İlhan Sungur
Gram Negatif Bakterilerin Özgür Yaşayan Amipler İçerisinde Üreme Yetenekleri
Su ile bulaşan enfeksiyonlar, uzun yıllardan beri bilinmektedir. Bu enfeksiyonlara sebep olan
mikroorganizmalar arasında bakteriler (Legionella sp., Pseudomonas sp., Mycobacterium sp., Francisella sp.,
Aeromonas sp., Escherichia coli O157 vb.), mantarlar, virüslerin yanı sıra ve özgür yaşayan amipler de
(Acanthamoeba, Naegleria, Hartmanella vb.) sayılabilir. Bakteriler ve özgür yaşayan amipler gerek doğal gerekse
insan yapımı su sistemlerinde (ev, otel, okul, hastane musluk suları, soğutma kulesi suları vb.) yaşarken birbirleriyle
etkileşime girerler. Bu etkileşim sonucunda bazı bakteriler, özgür yaşayan amipler içerisine girerek sayılarını
artırabilirler. Daha sonra bu konak hücreleri parçalayarak dış ortama yayılabilirler. Özgür yaşayan amipler içerisine
giren bakteriler, uygun olmayan dış ortam koşullarından (yüksek/düşük biyosit konsantrasyonu, sıcaklık vb.)
kendilerini korurlar. Hatta bu etkileşimler sonucunda patojen olmayan bakteriler, patojen hale gelebilir.
Bu bağlamda, çalışmada 7 farklı Gram negatif bakterinin (Pseudomonas fluorescens, Pseudomonas
putida, Pasteurella pneumotropica, Aeromonas salmonicida, Legionella pneumophila serogrup 1, Legionella
pneumophila serogrup 3, Legionella pneumophila serogrup 6) 4 farklı özgür yaşayan amip izolatı (A1, A2, A3, A4)
içerisinde üreme yetenekleri araştırılmıştır. Bu çalışmada kullanılan 4 bakteri izolatı (Pseudomonas fluorescens,
Pseudomonas putida, Pasteurella pneumotropica, Aeromonas salmonicida) ve 2 özgür yaşayan amip izolatı (A3, A4)
şehrimizin musluk sularından izole edilmiştir.
Çalışmada, özgür yaşayan amiplerden olan Acanthamoeba castellanii (ATCC 50373) (A1) içerisinde,
dört bakteri izolatının (Pseudomonas fluorescens, Pseudomonas putida, Pasteurella pneumotropica, Aeromonas
salmonicida) üreyebildiği saptanmıştır. Diğer A. castellanii (A2) içerisinde 2 bakteri izolatının (Pasteurella
pneumotropica, Legionella pneumophila serogrup 1) üreyebildiği saptanmıştır. Henüz adlandırılmamış A3 kodlu
amip hücreleri içerisinde 4 bakteri izolatı Pseudomonas fluorescens, Pasteurella pneumotropica, Legionella
pneumophila serogrup 3, Legionella pneumophila serogrup 6); A4 kodlu amipler içerisinde 1 bakteri izolatının
(Legionella pneumophila serogrup 3) üreyebildiği bulunmuştur.
Sonuç olarak denenen Gram negatif bakterilerin özgür yaşayan amipler içerisinde çoğalabilme
yeteneklerinin olduğunu ve bu yeteneklerin hem bakteri izolatlarına hem de özgür yaşayan amip izolatlarına göre
değişkenlik gösterdiği saptanmıştır.
Growth Ability Of Gram Negative Bacteria In Free Living Amoeba
Waterborne infections have been known for several years. Besides fungi and viruses, bacteria
(Legionella sp., Pseudomonas sp., Mycobacterium sp., Francisella sp., Aeromonas sp,. Escherichia coli O157 etc)
and also free living amoeba (Acanthamoeba Naegleria, Hartmanella etc) can cause these infections. When bacteria
and free living amoeba live in both natural water and man-made water systems (home, hotel, school, hospital tap
waters, cooling waters etc), they interact with each other. At the result of these interactions, some bacteria can
survive and grow within the free living amoeba (host cell). Subsequently these bacteria can lysis the host cells, and
so they can spread out in the water environment. These bacteria keep theirselves from inappropriate environment
conditions such as high biocide concentration, high/low temperature. Moreover, in this way, nonpathogen bacteria
strains can gain pathogenic characteristics.
In this sense the growth ability of 7 different Gram negative bacteria (Pseudomonas fluorescens,
Pseudomonas putida, Pasteurella pneumotropica, Aeromonas salmonicida, L. pneumophila serogrup 1, L.
pneumophila serogrup 3, L. pneumophila serogrup 6) in four different free living amoeba isolates (A1, A2, A3, A4)
was researched in this study. Four bacteria isolates (Pseudomonas fluorescens, Pseudomonas putida, Pasteurella
pneumotropica, Aeromonas salmonicida) and two free living amoeba (A3, A4) isolates used in this study were
isolated from the tap water in our city.
In this study it has been shown that 4 different Gram negative bacteria (Pseudomonas fluorescens,
Pseudomonas putida, Pasteurella pneumotropica, Aeromonas salmonicida) could grow in A. castellanii (A1). 2
different Gram negative bacteria (Pasteurella pneumotropica, L. pneumophila serogrup 1) were determined in other
A. castellanii (A2). Four different Gram negative bacteria (Pseudomonas fluorescens, Pasteurella pneumotropica,
L. pneumophila serogrup 3, L. pneumophila serogrup 6) were determined in cells of A3 (not identified) and one
Gram negative bacteria (L. pneumophila serogrup 3) in cells of A4 (not identified).
Consequently, it has been shown that tested Gram negative bacteria could grow in tested free living
amoeba. Also it was determined that this growth ability could vary according to both bacteria and free living
amoeba isolates.
DAĞDEVİREN Özlem
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yard. Doç. Dr. Gül ÖZCAN ARICAN
: Biyoloji
: Radyobiyoloji
: 2010
: Yard. Doç. Dr. Gül ÖZCAN ARICAN
: Prof. Dr. Çimen ATAK
: Doç. Dr. N. Ömür BULAN
: Yard. Doç. Dr. Mehmet TOPÇUL
: Yard. Doç. Dr. Ali KARAGÖZ
Acı Çiğdem (Colchicum Umbrosum S. Ve Colchicum Baytopiorum C.D.) Ekstrelerinin Hela Hücreleri
Üzerine Anti-Tümöral Etkilerinin Araştırılması
Bu tez çalışmasında, Acı Çiğdem (Colchicum) bitkisinden hazırlanan ekstrelerin insan serviks karsinomu
kökenli HeLa hücre soyu üzerindeki anti-tümöral etkisi incelendi. Bu bağlamda Bolu (Abant)’da yetişen Colchicum
umbrosum Steven (S.) ve Antalya (Termessos)’da yetişen Colchicum baytopiorum C.D. Brickell (C.D.) bitkilerinin
yumrularından elde edilen ekstrelerin 5 farklı konsantrasyonu (0.001, 0.05, 0.1, 0.5, 1 mg/ml) 24, 48 ve 72 saat
süresince HeLa hücreleri üzerine uygulanarak 3-[4,5-dimetil-2-tiazolil]-2,5-difenil tetrazolyum bromid (MTT)
yöntemi ile öncelikle sitotoksik aktiviteleri incelendi. Colchicum cinsine ait 2 farklı tür ekstresinin HeLa
hücrelerinde meydana getirdikleri sitotoksisitenin uygulanan konsantrasyona bağlı olarak kontrole göre anlamlı
olarak arttığı saptandı (p<0,05). Colchicum umbrosum S. bitkisine ait ekstrenin 0.001 mg/ml konsantrasyonunun
kontrole göre anlamlı sitotoksik etkisi ise sadece 72 saatte ortaya çıktı (p<0,01). Ayrıca, 4′-6-Diamidino-2-fenilindol
(DAPI) ile apoptotik indeks değerleri belirlenerek maksimum apoptotik indeks değerleri Colchicum baytopiorum
C.D. ekstresinin 48 saat uygulanmasında saptandı.
Colchicum baytopiorum C.D. bitkisinden hazırlanan ekstrenin en etkili 0.1 mg/ml’lik konsantrasyonunun
48 saat uygulandığı deney grubunda apoptoza özgü morfolojik değişimler faz-kontrast, ışık ve floresan mikroskopta
gösterildi.
Apoptozun moleküler düzeyde saptanması amacıyla bcl-2 gen ailesine üye bax, bak, bik, mcl-1, bfl-1, bcl2, bcl-x genlerinin anlatım seviyeleri Revers Transkriptaz Polimeraz Zincir Reaksiyonu (RT-PCR) yöntemi ile
araştırıldı. Ayrıca agaroz jel elektroforezi yöntemi kullanılarak apoptoza özgü DNA fragmentasyonu incelendi.
Colchicum baytopiorum C.D. bitkisinden hazırlanan ekstrenin 0.1 mg/ml konsantrasyonunun HeLa hücrelerine 48
saat uygulandığı deney grubunda mcl-1 ve bcl-x genlerinin anlatımlarında kontrole göre artış olduğu, bax, bak, bik,
bfl-1 genlerinin anlatımlarının yapıldığı, bcl-2 gen anlatımının ise yapılmadığı saptandı.
Sonuç olarak değerlendirilen parametreler doğrultusunda, her iki ekstrenin de farklı konsantrasyonlarının
sitotoksik etkiye sahip oldukları ve HeLa hücrelerinin Colchicum bitkisinin baytopiorum türüne karşı daha duyarlı
olduğu belirlendi. Bu etki ile beraber Colchicum baytopiorum C.D. bitki ekstresinin en etkin konsantrasyonunun 0.1
mg/ml olduğu ve apoptoza yol açarak HeLa hücrelerinde anti-tümöral etki gösterdiği ilk kez bu çalışma ile ortaya
kondu.
Research of Anti-tumoral Effects of Autumn Crocus (Colchicum umbrosum S. and Colchicum baytopiorum
C.D.) Extracts on HeLa Cells
This thesis presents a research on the anti-tumoral effect of the Autumn Crocus (Colchicum) extracts on HeLa cell
line originated from human cervical carsinoma. The HeLa cells have been treated with extracts taken from corms of
Colchicum umbrosum Steven (S.) of Bolu (Abant) and Colchicum baytopiorum C.D. Brickell (C.D.) of Antalya
(Termessos). In this research, 5 different concentrations (0.001, 0.05, 0.1, 0.5, 1 mg/ml) have been used at 24, 48
and 72 hours. The 3-(4,5-Dimethylthiazol-2-yl)-2,5-diphenyltetrazolium bromide (MTT) method has been applied in
order to observe the cytotoxic activities. Accordingly it has been determined that the cytotoxicity in HeLa cells,
treated with the extracts from the two species of Colchicum plant is being increased in concentration compared to
the control group (p<0,05). The meaningful cytotoxic effect of the 0.001 mg/ml concentration extracted from
C.umbrosum S. have been occurred in only 72 hours, compared to the control group (p<0,01). Additionally,
apoptotic index have been determined by 4′-6-Diamidino-2-phenylindole (DAPI) respectively. The maximum
parameters of the apoptotic index have been detected in the application of the C.baytopiorum C.D. extract, in 48
hours.
The extract of C.baytopiorum C.D. has been treated with the most effective concentration of 0.1 mg/ml in
the 48 hours experiment group. The morphological changes belong to the apoptosis have been shown through phasecontrast, light and the flouroscent microscopies.
In order to determine the apoptosis at the molecular level, the expression rates of the genes of the bax, bak,
bik, mcl-1, bfl-1, bcl-2, bcl-x which are members of the bcl-2 gene family, have been searched through the Reverse
Transcriptase Polymerase Chain Reaction (RT-PCR) method. In addition, the DNA fragmentation specific to
apoptosis has also been examined using the agarose gel electrophoresis method. In the 48 hours experiment group of
the HeLa cells that was treated with the 0.1 mg/ml concentration of the C.baytopiorum C.D. extract, an increasing
have seen in expressions mcl-1 and bfl-1 genes compared to control group, there is some increase have been
determined in the bax, bak, bik and bfl-1 genes expressions, on the other hand no expression observed in the bcl-2
genes.
Based on the evaluation of this parameters, different concentrations of the both extracts from the two
Colchicum species have cytotoxic effects and it has been understood that HeLa cells are more sensitive to the
species of C.baytopiorum. For the first time, this research proves that the most effective concentration of the
C.baytopiorum C.D. extract is 0.1 mg/ml and it shows anti-tumoral effects by causing apoptosis.
MATEMATİK ANABİLİM DALI
TAŞ Ferhat
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Leyla ZEREN AKGÜN
: Matematik
: 2010
: Prof. Dr. Erhan GÜZEL
: Prof. Dr. Leyla ZEREN AKGÜN
: Prof.Dr. İ.Müfit GİRESUNLU
: Prof. Dr. Osman GÜRSOY
: Yard. Doç. Dr. Hakan Mete TAŞTAN
Bezier ve B-Spline Eğri ve Yüzeylerinin Bilgisayar Tasarımları ve Geometrik Eğrilikleri
Bu tez çalışmasının ilk iki bölümünde, bilgisayar destekli geometrik tasarım için gerekli matematiksel
altyapı çalışmalarına verdik.
Üçüncü ve dördüncü bölümlerde, Bezier ve B-Spline eğrilerinin incelenmesini beşinci bölümde ise tensör çarpım
yardımı ile bu özel eğriler tarafından oluşturulan yüzeyleri inceledik.
Altıncı ve yedinci bölümlerde, Bezier ve B-Spline eğrileri ve yüzeyleri için çiçekleme ile kontrol
noktalarının bulunmasını sağladık. Böylece bir yüzeyin sınıflamasında ayrı bir karakterizasyon elde ettik. Ayrıca
sekizinci bölümde bu yöntem ile bir yüzeyin parametre eğrilerine uygulanan çiçekleme yöntemi ile yüzeyin bir ağını
elde ettik.
Sekizinci bölümde, simpleksler konusundaki sınır operatörü tanımını vererek bunu onuncu bölümde bir
eğrinin kontrol noktalarına bu operatörü uygulayarak teğet yaklaşımını oluşturduk.
Çalışmamızın son bölümde, Bezier B-Spline eğrileri için oluşturulan kontrol çokgenleri üzerinde
hesaplanabilir geometri de kullanılan çokgensel çizginin eğriliğini uygulayarak eğriler üzerinde yeni bir
karakterizasyon elde ettik.
Computer Designs and Geometric Curvatures of Bezier and B-Spline Curves and Surfaces
In the first two chapters of this thesis we gave the mathematical constructions needed computer aided
geometric design.
In the third and fourth chapters we examined the Bezier and B-Spline curves and in chapter fifth the surfaces which
are constructed by these special curves via tensor product.
In the sixth and seventh chapter we provided to finding control points via blossom for Bezier and B-Spline
curves and surfaces. Therefore we obtained a characterization in the classification of a surface. Besides in the
eighthly applying to surface’s parameter curves we obtained a net of a surface via blossoming method.
In the eighth we gave definition of the boundary operator in the simplexes and applying to control polygon
of a curve we constructed the approximation to the tangents of a curve.
In the last part of the thesis, we obtained a characterization on the curves applying curvature of a polyline,
which is used in the computational geometry, on the control polygons which are constructed for Bezier and B-Spline
curves.
TAŞ Murat
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Doç.Dr. Sevinç GÜLSEÇEN
: Matematik
: 2010
: Prof.Dr. Erhan Güzel
: Doç.Dr. Sevinç GÜLSEÇEN
: Yrd. Doç.Dr. Zerrin AYVAZ REİS
: Yrd. Doç.Dr. Fatih GÜRSUL
: Yrd.Doç.Dr. Hakan Mete TAŞTAN
Dinamik Matematik Yazılımı Geogebra İle Eğrisel İntegrallerin Görselleştirilmesi
Bu çalışmada dinamik matematik yazılımı GeoGebra ile “EĞRİSEL İNTEGRALLER” konusunu
görselleştirmek amaçlanmıştır. Çalışmayı iki bölüme ayırmak mümkündür. Birinci bölümde GeoGebra yazılımı
tanıtılmış, onunla ilgili teorik bilgiler verilmiş ve kullanımı anlatılmış olup, ikinci bölümde ise özel olarak
“EĞRİSEL İNTEGRALLER” incelenmiştir.
GeoGebra’nın tanıtımı ve kullanımı incelenirken bu yazılımla ne gibi çalışmalar yapılabileceğine ait bir
fikir sahibi olunabilir. Ayrıca açık kaynak kodlu bir yazılım olan GeoGebra’nın sadece özel bir konu için
uygulaması değil, yazılımın dinamik çalışma sayfaları aracılığıyla, kendisinin de geliştirilebilmesine ait bilgiler
ortaya konulmuştur. GeoGebra’nın tanıtımının ve kullanımının anlatılması esnasında yazılımın ara yüzüne ait bazı
dinamik çalışma sayfası örnekleri anlatımı pekiştirmiştir.
Çalışmanın ikinci bölümünde “EĞRİSEL İNTEGRALLER” konusu teorik olarak anlatılmış, eğri,
integral, yay elemanı, yay uzunluğu, çember, üçgen, parametrik denklemler gibi bazı kavramlar GeoGebra yardımı
ile görselleştirilmiştir. Eğrisel integrallerle ilgili görsel örnekler sunulmuş ve yorumlanmıştır.
Bilgisayar teknolojisinin ve GeoGebra’nın eğrisel integrallerle ilgili teorik anlatıma destek amacıyla
yapılan bu çalışmaya katkıları yorumlanmıştır.
Bu çalışmanın sonucu olarak, bu yazılımın eğrisel integrallerle ilgili kavramları görselleştirmek
konusundaki başarısı incelenmiştir. Görselleştirilen kavramların anlama ve anlatma etkinlikleri için yararlı olduğu
tespit edilmiştir. Geliştirilmesi gereken bazı eksiklikler tespit edilerek, bu konuda çalışmak isteyen araştırmacılara
yol gösterilmiştir.
Vısualızatıon Of Curvılınear Integrals Usıng The Dynamıc Mathematıcs Software Geogebra
In this study, our main goal is visualization of curvilinear integrals by using dynamic mathematical
software GeoGebra. This work can be splitted into two parts: In the first part, GeoGebra software is introduced,
some theoretical knowledge and it’s use is explained. In the second part, curvilinear integrals are specifically
examined.
An idea about what can be accomplished by using GeoGebra might be obtained while examining the
software itself and the way it can be used. Besides GeoGebra is an open source software, so it doesn’t only contain
that it’s not an application of one specific subject, it also contains information on how to upgrade it. To explain
GeoGebra, some dynamic work sheets that belong to the interface of the software were used as an example to
support the subject.
In the second part, CURVILINEAR INTEGRALS are first explained theoretically, and then they are
visualized in terms of curve, integral, arc element, arc length, circle, triangle, parametric equations etc. After some
examples of curvilinear integrals are presented and interpreted, contributions of computer technologies and
GeoGebra to curvilinear integrals are expressed to support the study.
As a result of this study, what is the measure of success of the software in order to visualize the
curvilinear integrals are tested. Then how helpful the visualized concepts are to understanding and explaining are
determined. Also some of the deficiencies are pointed out to those who wants to study on this subject.
KAYAR Müge
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd.Doç.Dr.Cemal ÇİÇEK
: Matematik
: 2010
: Prof.Dr.M.Bedriye ZEREN
: Prof.Dr.Müfit GİRESUNLU
: Prof.Dr.Hüseyin ÇAKALLI
: Doç.Dr.Sevinç GÜLSEÇEN
: Yrd.Doç.Dr.Cemal ÇİÇEK
Viskoelastik Dinamik Sistemlerde Kararlılık
Bu tez çalışmasında başlangıç koşulları altında verilen diferansiyel denklem sistemlerinin önemli çözüm
yöntemleri ve kararlılık koşulları incelenmektedir. Çalışmada temel kavramlar ve tanımlar verilip, sabit katsayılı
lineer ve lineer olmayan dinamik sistemlerde kararlılık anlatılmıştır.
İlk olarak otonom (lineer olmayan) ve otonom olmayan sistemlerin tanımı verilip, başlangıç koşulları
altında bulunan çözümlerin varlık ve teklik koşulları Temel Varlık ve Teklik Teoremine göre incelenmiştir. Daha
sonra sabit katsayıların oluşturduğu A matrisinin bulunan özdeğerlerine göre çözüm yöntemleri anlatılmıştır.
Köşegenleştirme, Jordan Kanonik Formu bu yöntemlerden bazılarıdır.
Sonraki bölümde lineer dinamik sisteminin kararlılık koşulları A matrisinin özdeğerlerinin göre
incelendikten sonra; bu dinamik sistemin başlangıç koşulları altında bulunan çözümleri Maple 10 programı
kullanılarak düzlemde çizdirilmiş ve akış diyagramı belirlenmiştir. Lineer olmayan dinamik sistemin kararlılığı ise
hiperbolik denge noktalarına göre incelenip; hiperbolik olmayan denge noktaları için, Lyapunov fonksiyon tanımı
kullanılarak sistemin kararlılığı incelenmiştir.
Son olarak Viskoelastik dinamik sistemlerin iki uygulaması olan iki bağlı sarkaç probleminin çözümleri ve sönümlü
sarkaç probleminin kararlılık durumları incelenmiştir.
Stabılıty In Vıscoelastıc Dynamıcal Systems
In this thesis, important solution methods and stability conditions of differential equation systems under
initial conditions are studied. In the study, fundamental concepts and definitions are given, stability of linear and
non-linear dynamical systems with constant coefficients are presented.
First, definitions of autonomous (non-linear) and non-autonomous systems are given. Existence and
uniqueness conditions of solutions which are found under initial conditions are studied by the Fundamental
Existence and Uniqueness Theorem. Then solution methods with respect to eigenvalues of matrix A which consists
of constant coefficients are studied. Diagonalization, Jordan canonical form is some of those methods.
In the next section, the stability conditions of linear dynamical system is examined with respect to the
eigenvalues of the matrix A. The solutions of the dynamical system which are found under initial conditions are
illustrated in the plane and the flow diagram is obtained using the Maple 10 programme. The stability of the nonlinear dynamical system is also studied with respect to the hyperbolic equilibrium points; for the non-hyperbolic
equilibrium points, the stability of the system is examined by using the definition of the Lyapunov functions.
Finally, the solutions of two binding pendulums problem and the stability situations of the damped
pendulum problem, which are the two applications of Viscoelastic dynamical systems, are examined.
TÜRKTEKİN Fulya
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Erhan GÜZEL
: Matematik
: 2010
: Prof.Dr. Erhan GÜZEL
: Prof.Dr. İ.Müfit GİRESUNLU
: Prof.Dr. Nazım SADIK
: Yrd.Doç.Dr. Yaşar POLATOĞLU
: Yrd.Doç.Dr. Hakan Mete TAŞTAN
Pertürbe Edilmiş Harmonik Tasvirlerin Genel Bir İncelemesi
D   z z  1
Bu tez çalışmasının amacı, kompleks düzlemde bulunan açık birim disk
’de tanımlı
normalize edilmiş yön-koruyan harmonik yalınkat fonksiyonların (eşdeğer kullanımla tasvirlerin) analitik
kısımlarının açık birim diskte tanımlı analitik yalınkat fonksiyon sınıflarından biri olan S sınıfına ait olması
halinde, genişleme ve distorsiyon teoremlerini bulmak, eş-analitik kısmın Taylor açılımındaki katsayıların modülleri
D   z z  1
için bir katsayı eşitsizliği belirlemek ve daha genel anlamda,
’de tanımlı ve analitik kısmı herhangi
bir fonksiyon sınıfına ait normalize edilmiş yön-koruyan harmonik fonksiyonlar için analitik ve eş-analitik
kısımların Taylor açılımlarındaki katsayıların modülleri arasında yeni bir katsayı eşitsizliği vermektir.
Beş bölümden oluşan bu çalışmanın birinci bölümü, analitik yalınkat fonksiyonlar teorisi ve harmonik
fonksiyonlar teorisi üzerine yapılmış çalışmaların tarihçesine ayrılmıştır.
İkinci bölüm;çalışmanın amacı dahilindeki problem çözümlerine ulaşmak için kullanacağımız tanım ve
teoremleri içeren dört alt bölümden oluşmaktadır. Buna göre;Bölüm 2.1’de analitik yalınkat fonksiyonlar ve bu
fonksiyonların bir alt sınıfı olan S sınıfı incelenmiş;Bölüm 2.2’de, analitik fonksiyonlar teorisindeki ispatlarda
sıkça kullanılan Schwarz lemması ve Subordinasyon prensibi tanıtılmış;Bölüm 2.3’de, pozitif reel kısma sahip
fonksiyonlar sınıfı tanımlandıktan sonra bu sınıfa ait fonksiyonlar için, elde ettiğimiz katsayı eşitsizliklerinin
ispatında kullanacağımız, iki teorem verilmiş ve Bölüm 2.4’de harmonik fonksiyonlar teorisi genel yönleriyle ele
alınmıştır.
Üçüncü bölümde; Bölüm 4’de verdiğimiz ispatları hangi araçlar üzerinden, nasıl yaptığımız özetlenmiştir.
Dördüncü bölümde, tezin amacı kapsamında, analitik kısmı S sınıfına ait normalize edilmiş yön-koruyan
harmonik yalınkat fonksiyonlar için genişleme teoremi, eş-analitik kısımlara dair distorsiyon teoremi ve üst sınır,
Jakobiyen fonksiyonu için distorsiyon teoremi ve Heinz eşitsizliği verilmiş olup, normalize edilmiş yön-koruyan
harmonik fonksiyonlar için analitik ve eş-analitik kısımların Taylor açılımlarındaki katsayıların modülleri arasında
yeni bir katsayı eşitsizliği ispatlanmış ve bu yeni bulgu kullanılarak, çalıştığımız fonksiyonların eş-analitik
kısımlarına dair bir katsayı eşitsizliği verilmiştir.
Beşinci bölümde ise, elde edilen bulgular ile ilgili bir değerlendirme yer almaktadır.
A General Investıgatıon Of Perturbed Harmonıc Mappıngs
The aim of this thesis is to give some distortion theorem, some growth theorem and the coefficient
D   z z  1
inequalities of harmonic univalent functions which are defined in the open unit disc
, for which
analytic part is standart univalent function. The first coefficent inequality is the inequality of the coefficent of Taylor
expansion of co-analytic part and second inequality is the coefficient inequality between the coefficient of the
Taylor expansion of analytic part and the coefficient of the Taylor expansion of co-analytic part.
The present study consists of five parts. In the first part, historical knowledge of the investigation of
analytic univalent functions and harmonic functions is presented.
The second part includes four sections which contains some definitions and theorems will be needed to
obtain the results in the aim of the study. In Section 2.1. the theory of analytic univalent functions and one of these
functions’ subclass, S are given. In Section 2.2. Schwarz lemma and Subordination principle which are used
frequently in proof of theorems are presented. In Section 2.3. Caratheodory class of analytic functions and two
theorems of this class which are used in the coefficient inequalities in our main results is given and in the last
section of the second part general harmonic functions theory are presented.
In the third part, it is summerized how the proofs in the fourth part are done with respect to the tools used.
The fourth part contains, in view of the aim of this thesis, a distortion theorem, a growth theorem, the
distortion of Jacobian function, Heinz inequality and a coefficient inequality of the sense-preserving harmonic
univalent functions and a coefficient inequality of the sense-preserving harmonic univalent functions for which
analytic part is standart univalent functions.
An evaluation of this study is placed in the fifth part.
MOLEKÜLER BİYOLOJİ VE GENETİK ANABİLİM DALI
BAYGAR Tuba
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof.Dr.Keriman GÜNAYDIN
: Moleküler Biyoloji ve Genetik
: 2010
: Prof.Dr.Güler TEMİZKAN
: Prof.Dr.Avni KURU
: Prof.Dr.Nazlı ARDA
: Prof.Dr.Güneş UÇAR
: Prof.Dr,Keriman GÜNAYDIN
Sternbergia Fischeriana (Herbert) Rupr. Alkaloidlerinin Kimyasal Analizi Ve Biyolojik Aktivitelerinin
Belirlenmesi
Bu çalışmada, Sternbergia fischeriana (Herbert) Rupr. bitkisi soğanlarının alkaloidce zengin ekstresi
antioksidan, genotoksik, sitotoksik ve antilkolinesteraz aktivitesi bakımından incelenmiş ve taşıdığı alkaloidlerin
kolon ve ince tabaka kromatografisi yöntemleriyle fraksiyonlandırılması ve izolasyonu yapılarak ekstredeki ana
alkaloid olan likorin maddesi elde edilmiştir.
S. fischeriana (Herbert) Rupr. soğanlarının alkaloidce zengin ekstresinin antioksidan aktivite potansiyeli
başlıca iki yöntem olan DPPH (1,1-Difenil-2-pikrilhidrazil) serbest radikal giderim yöntemi ve β-karoten-linoleik
asit yöntemleriyle incelenmiştir. Ekstrenin genotoksik aktivitesi Allium testi uygulanarak araştırılmış, Brine Shrimp
metodu ile ise sitotoksisitesi belirlenmiştir. Ekstrenin ve likorinin antikolinesteraz aktivitesi ise başlıca iki enzime,
asetilkolinesteraz (AChE) ve butirilkolinesteraz (BChE), karşı % inhibisyon olarak ölçülmüştür.
Bitkinin alkaloidlerini elde etmek için S. fischeriana (Herbert) Rupr. yumrularından (soğanlarındaki)
hazırlanan direkt metanol ekstresinden alkaloidce zengin kloroform ekstresi elde edilmiş, bu ekstreden de kolon
kromatografisi ve müteakiben preparatif ince tabaka kromatografisi yöntemleriyle elde edilen alkaloidlerden likorin
kristalizasyonla saflaştırılmıştır. Saflaştırılan bu alkaloidin yapısının (–)-likorin olduğu tek ve çift dimensiyonlu
nükleer manyetik rezonans (NMR) spektroskopisi, infrared (IR) ve kütle spektroskopisi teknikleri ile
aydınlatılmıştır. S. fischeriana (Herbert) Rupr. alkaloid ekstresinin antioksidan aktivitesi değerlendirildiğinde,
ekstrenin yüksek bir DPPH serbest radikal giderim aktivitesi gösterdiği, ancak β-karoten - linoleik asit yönteminde
daha düşük aktivite gösterdiği yani lipid peroksidasyonunu inhibe etme kapasitesinin zayıf olduğu belirlenmiştir. S.
fischeriana (Herbert) Rupr. alkaloid ekstresinin Brine Shrimp Toksisite analizine göre sitotoksik etki gösterdiği
sonucuna varılmıştır. Genotoksisitenin belirlenmesi amacıyla uygulanan Allium testi sonucunda ise S. fischeriana
(Herbert) Rupr. alkaloid ekstresinin Allium cepa kök ucu meristem dokusunda mitoz bölünmekte olan hücreleri
etkileyerek, mitoz bölünmeyi baskıladığı ve uygulanan ekstrenin doz artışına bağlı olarak kromozomal
anormalliklere neden olduğu, anormal bölünen hücre sayısının da doza bağlı olarak arttığı belirlenmiştir.
Çalışma sonucunda, S. fischeriana (Herbert) Rupr. alkaloidce zengin soğan ekstresinin oldukça yüksek
antikolinesteraz aktivite gösterdiği, fakat BChE enzimine karşı AChE’den daha yüksek inhibisyon gösterdiği
belirlenmiştir. Buna karşın, saf alkaloid likorinin AChE enzimine karşı daha yüksek inhibisyon göstermesi alkaloid
ekstresinin içinde BChE enzimini inhibe edecek alkaloid yüzdesinin daha fazla olabileceğine işaret etmiştir. Elde
edilen tüm veriler, ileride yapılacak çalışmalara kaynak oluşturabilecek nitelikte olup, konu üzerindeki araştırmalar
devam edecektir.
Chemical Analysis And Biological Activities Of Alkaloids From Sternbergia Fischeriana (Herbert)
Rupr.
In this study, the alkaloid-rich extract of bulbs of Sternbergia fischeriana (Herbert) Rupr. was evaluated for
its antioxidant, cytotoxic, genotoxic and anticholinesterase activities, and the main alkaloid lycorine was obtained by
fractionation and isolation studies through column and preparative thin layer chtomatography from its alkaloid-rich
extract.
The antioxidant activity potential of the alkaloid-rich extract of the bulbs of S. fischeriana (Herbert) Rupr.
was investigated, namely by two complementary test systems, the DPPH (1,1-diphenyl-2-picrylhydrazyl) free
radical scavenging method and total antioxidant activity (-carotene - linoleic acid) method. Genotoxic activity was
investigated by the application of the Allium test while Brine Shrimp Toxicity Assay was used for evaluating the
cytotoxicity of the extract. Anticholinesterase activity of both extract and lycorine was measured against the two
enzymes, acetylcholinesterase (AChE) and butyrylcholinesterase (BChE), as inhibition (%) value.
For the isolation of alkaloids of S. fischeriana (Herbert) Rupr. from the prepared bulb extract, an alkaloidrich chloroform extract was first obtained, and then alkaloids were obtained through column chromatography from
this extract, and subsequently by preparative thin layer chromatography technique was used to afford lycorine which
was purified by crystallization. The structure of this pure alkaloid was elucidated as (-)-lycorine based on 1D- and
2D-NMR (Nuclear Magnetic Resonance), IR (Infrared) and Mass spectroscopic techniques. Taking into
consideration of the antioxidant activity results, the alkaloid extract exhibited high DPPH free radical scavenging
activity, although the total antioxidant (lipid peroxidation inhibition activity) activity was found to be low which
indicated a weak inhibition capacity of the extract on the lipid peroxidation. S. fischeriana (Herbert) Rupr. alkaloidrich extract also showed cytotoxic effect on the Brine Shrimp Toxicity Assay. According to the results of Allium
test for genotoxicity, S. fischeriana (Herbert) Rupr. alkaloid extract is depressed the mitosis by affecting the
meristematic cells of Allium cepa roots during mitosis, and caused increased chromosomal aberrations as dosedependent manner. The chromosomal aberrations were further increased by the increase of dose and application
time.
As the result, the S. fischeriana (Herbert) Rupr. bulb alkaloid extract exhibited high anticholinesterase
activity showing higher inhibition value to the BChE enzyme rather than AChE. In contrary, a higher inhibition
value was obtained by the isolated pure (-)-lycorine against AChE enzyme. These results indicate that the alkaloids
may play a role as BChE inhibitors rather than AChE and probably are present in the extract with a higher
percentage. The data obtained here are expected to constitute a base for the further studies, and the studies on S.
fischeriana (Herbert) Rupr. will be continued.
FİDAN Sultan
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yard. Doç. Dr. Ercan ARICAN
: Moleküler Biyoloji ve Genetik
: 2010
: Prof. Dr. Güler TEMİZKAN
: Prof. Dr. Nermin GÖZÜKIRMIZI
: Prof. Dr. Şule ARI
: Doç. Dr. Tijen OĞRAŞ
: Yard. Doç. Dr. Ercan ARICAN
Kolza’ nın (Brassica napus L.) Transgen Yönünden Araştırılması
Bu çalışmada, ülkemizde yaygın olarak ekimi yapılan kanola bitkisinin (Brassica napus L.) Californium,
Jura, Elvis ve Orkan varyetelerinin klasik ve çoklu PZR teknikleri kullanılarak transgen analizlerinin yapılması
amaçlanmıştır.
Bu amaçla, öncelikle kanola varyetelerinin doku kültürleri kuruldu ve doku kültüründe yetişen
bitkiciklerden genomik DNA izolasyonları gerçekleştirildi. Kanola varyetelerinin transgen analizleri için, klasik ve
çoklu PZR teknikleri kullanılarak, Californium, Jura, Elvis ve Orkan varyetelerinde 35S ve pNOS promotör
bölgeleri tarandı. Buna ek olarak çalışmamızda PZR tekniğinin doğruluğunu test etmek için housekeeping gen
olarak NAD gen bölgesinden yararlanıldı.
Çalışmada elde edilen bulgular doğrultusunda, Türkiye’ de ekimi yapılan Californium, Jura, Elvis ve Orkan
varyetelerinin 35S ve pNOS promotör bölgeleri bakımından transgen oldukları saptandı. Bu bulguları ek olarak her
dört varyete de 35S ve pNOS promotör bölgesi açısından çoklu giriş olduğu belirlendi.
Transgenic Investigation of Canola (Brassica napus L.)
In this study, transgenic investigation of Californium, Jura, Elvis and Orkan varieties of canola which are
cultivated widely in Turkey, using classic and multiplex PCR techniques has been aimed.
With this purpose, tissue cultures of canola varieties were established and total DNA isolation were
performed with plants which were grown in tissue culture. For the canola varieties’ transgene analyses, Californium,
Jura, Elvis ve Orkan varieties’ 35S and pNOS promoter region were scanned with using classic and multiplex PCR
techniques. To test the accuracy of the PCR techniques, also NAD gene region which is the Housekeeping gene has
been benefited.
According to the findings of the study, it has been detected that Californium, Jura, Elvis and Orkan
varieties’ which are cultivated in Turkey are transgen with regard to 35S and pNOS promoter region. In addition of
these findings, it has been determined each four varieties have multiple insertion in terms of 35S and pNOS
promoter regions.
EVRENSEL Can
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof.Dr. Nermin GÖZÜKIRMIZI
: Moleküler Biyoloji ve Genetik
: 2010
: Prof.Dr. Nermin GÖZÜKIRMIZI
: Prof. Dr. Güler TEMİZKAN
: Prof. Dr. Avni KURU
: Prof. Dr. Keriman GÜNAYDIN
: Prof. Dr. Meral ÜNAL
Arpa (Hordeum Vulgare L.) Doku Kültürlerinde Transpozon Analizi
Bitki doku kültürü sırasında oluşan genetik ve epigenetik varyasyonlar bitki genotipini, fenotipini ve
rejenerasyonunu etkilemektedir. Bu nedenle de özellikle kallus gelişimi sırasında oluşan varyasyonların genetik
veya epigenetik oluşumlarla ilgili mekanizmalarının belirlenmesi önemlidir.
Bu tez çalışmasında, önemli tahıl bitkilerinden arpada (Hordeum vulgare L.) doku kültürü koşullarının
transpozon hareketlerine etkilerinin moleküler markör yöntemleriyle araştırılması amaçlandı. Bu amaçla arpa olgun
embriyolarından kallus kültürleri kurularak eksplant ve kallus kültürlerinde karşılaştırmalı olarak IRAP (InterRetrotransposon Amplified Polymorphism) markör tekniği kullanılarak transpozon hareketleri incelendi.
Transpozon olarak, arpa genomunun % 9,6’sını oluşturan ve aktif gen ürünü bulunan BARE-1 retrotranspozonun
hareketleri araştırılmıştır. Çalışma sırasında IRAP temelli 10 primer ile 25 farklı kombinasyon kullanıldı. 30, 45 ve
60 günlük kallus materyelinden izole edilen DNA'larda varyasyonun, ana eksplant olan olgun embriyo materyeline
göre, kallus yaşına bağlı olarak % 14 – 25 oranında arttığı gözlendi. 30 günlük kallus ile 45 günlük kallus arasındaki
benzerlik % 84 iken, 30 günlük kallus ile 60 günlük kallus arasındaki benzerlik % 79 oranında, 45 günlük kallus ile
60 günlük kallus arasındaki benzerlik ise % 76 oranında hesaplandı.
Arpa doku kültürlerinin farklı aşamalarında transpozon hareketlerinin anlaşılmasına yönelik çalışma
bulunmamaktadır. Bulguların genetik mühendisliği çalışmalarında daha doğru sonuçlar alınmasında yararlı olması,
aynı zamanda transpozon hareketlerinin bitki doku kültürlerinde özellikle kallus oluşumu ve rejenerasyon yeteneği
gibi özelliklerinin anlaşılmasına katkı sağlaması beklenmektedir.
Transposon Analysis İn Tissue Cultures Of Barley (Hordeum Vulgare L.)
Genetic and epigenetic variations occurring throughout plant tissue culture affect plant genotype,
phenotype and regeneration. Therefore, it is important to determine the mechanisms related to genetically or
epigenetically based formations of the variations, especially occurring in the course of callus development.
The aim of the thesis is to investigate the effects of the tissue culture conditions on the movements of
transposons, using molecular marker techniques, in barley (Hordeum vulgare L.), one of the important cereal plants.
To this end, transposon movements have been observed using comparative IRAP (Inter-Retrotransposon Amplified
Polymorphism) marker technique in explant and callus cultures by establishing callus cultures from mature barley
embryos. The movements of the retrotransposon, called BARE-1 – a transposon both constituting 9.6 % of the
barley genome and having an active gene product – have been observed. During the investigation, 10 IRAP based
primers have been used in 25 different combinations. The variation of DNA isolated from 30, 45 and 60 days old
calli, have been found to increase 14 – 25 %, depending on the mature embryo material – the main explant – and on
the age of callus. While the similarity between 30 days and 45 days old calli is 84 %, it is 79 % between 30 days and
60 days old calli and it is 76 % between 45 days and 60 days old calli.
There are no studies directed to the comprehension of transposonal changes in different stages of barley
tissue cultures. The findings are expected to contribute in genetic engineering studies in getting better results at the
same time to understand, how transposons contribute to features like tissue culture – especially callus tissue –
formation and the ability of regeneration thereof.
TUFAN Feyza Ayşe
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Doç.Dr. Filiz GÜREL
: Moleküler Biyoloji ve Genetik
: 2010
: Doç.Dr. Filiz GÜREL
: Prof.Dr. Avni KURU
: Prof.Dr. Nermin GÖZÜKIRMIZI
: Prof.Dr. Şule ARI
: Doç.Dr. Hakan BERMEK
Model Bitkilerde Transgen Anlatımının Karşılaştırılması
Bu çalışmada, model bitkilerden olan arpa (Hordeum vulgare L.) ve tütünde (Nicotiana tabacum L.),
Agrobacterium tumefaciens aracılığıyla gen aktarımı yapılarak yabancı genlerin (transgen) anlatım düzeylerinin
belirlenmesi amaçlandı. Tokak 157/37 olgun embriyolarında, Agrobacterium tumefaciens’in EHA105 ve AGL-1
ırklarının GUS geni anlatımındaki etkisi incelendi. Bu ırkların transformasyon verimliliği üzerindeki etkisi
karşılaştırıldığında AGL-1 ırkının EHA105’e göre daha verimli olduğu gözlendi. Golden promise ve Tokak 157/37
olgun embriyolarına EHA105 aracılığıyla gen aktarımından 30 gün sonra iki çeşit, seçici besiyerindeki canlılık
açısından karşılaştırıldığında, Tokak 157/37 çeşidinde daha başarılı sonuçlar elde edildi (Tokak 157/37: %21,2;
Golden promise: %11,6). Seçici besiyerindeki 30 günlük bitkilerden RNA izole edilerek, RT-PZR yöntemi ile GUS
ve NPT II genlerinin anlatımı kontrol edildi. Yapılan çalışmalarda, Golden promise çeşidinde toplam 9 bitkiden
4’ünde GUS ve 2’sinde NPT II gen anlatımı gözlenirken, Tokak 157/37 çeşidinde 9 bitkinin 3’ünde zayıf düzeyde
GUS, 3’ünde ise NPT II gen anlatımları tespit edildi. EHA105 Agrobacterium ırkı aynı zamanda tütün bitkisinin
Samsun çeşidinde de denendi. Gen aktarımından 30 gün sonra, histokimyasal olarak test edilen dokuların tümünde
değişen oranlarda yaygın şekilde GUS aktivitesi gözlendi. Transgen anlatımlarının analizleri, transformasyon verimi
ve gen anlatım kararlığını incelemede önem taşımaktadır. Çalışmada elde edilen sonuçlar bazı bitkilerde genoma
entegre olan genlerin 30 günlük kültür sürecinde anlatım yapmaya devam ettiğini göstermiştir. Golden promise
çeşidine ait bitkiler Tokak 157/37’ye göre seleksiyon şartlarından daha fazla etkilenmesine karşın, bu bitkilerdeki
transgen anlatım düzeyi daha yüksek bulundu.
Comparison of transgene expression in model plants
In this study, it was aimed to identify transgene expression levels in two model plants, barley (Hordeum
vulgare L.) and tobacco (Nicotiana tabacum L.) by Agrobacterium tumefaciens mediated transformation. The
efficacy of GUS gene expression was analyzed in EHA105 and AGL-1 strains of Agrobacterium tumefaciens in
Tokak 157/37 mature embryos. When these strains were compared regarding their transformation efficiency, it was
observed that AGL-1 strain was more efficient than EHA105. 30 days after gene transfer with EHA105 to Golden
promise and Tokak 157/37 mature embryos, both of cultivars were compared in terms of viability of plants in
selective medium, better results were obtained with Tokak 157/37 cultivar (Tokak 157/37: 21.2%; Golden promise:
11.6%). Expression of GUS and NPT II genes were examined by RT-PCR after isolating RNA from 30-day-old
plants grown in the selective medium. During these analyses, 4 GUS and 2 NPT II gene expressions out of 9 plants
were determined in Golden promise cultivar, while 3 GUS (low level) and 3 NPT II gene expressions out of 9 plants
were determined in Tokak 157/37 cultivar. The Agrobacterium strain EHA105 was also tested in Samsun cultivar of
tobacco plant. 30 days after gene transfer, intensive GUS activity was observed in all histochemically tested tissues
in varying ratios. Transgene expression analyses are important to reveal transformation efficiency and gene
expression stability. The results of our study suggest that genes integrated into certain plants continue their
expression during a 30-day-period of culture. While Golden promise cultivar plants seemed to be affected more than
Tokak 157/37 under selection conditions, they were found to show a higher transgene expression level.
UÇARLI Cüneyt
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Doç. Dr. Filiz GÜREL
: Moleküler Biyoloji ve Genetik
: 2010
: Doç. Dr. Filiz GÜREL
: Prof.Dr. Avni KURU
: Prof. Dr. Nermin GÖZÜKIRMIZI
: Prof. Dr. Şule ARI
: Doç. Dr. Hakan BERMEK
Agrobacterium Tumefaciens Aracılığı İle Gen Aktarılmış Arpa’da (Hordeum Vulgare L.) Transgen
Entegrasyonunun Analizi
Bu tez çalışmasında, Agrobacterium tumefaciens aracılığıyla gen aktarılmış arpada (Hordeum vulgare L.)
transgen entegrasyonunun analizi amaçlandı. Bu amaçla, Hordeum vulgare L. cvs Tokak 157/37 ve Golden promise
olgun embriyolarına Agrabacterium aracılığıyla β-glukoronidaz (GUS) ve neomisin fosfatransferaz II (NPT II)
genleri aktarıldı. Gen aktarımından 2 gün sonra transformant embriyolarda GUS gen anlatımı histokimyasal boyama
ile doku düzeyinde belirlendi. 40-45 gün sonunda antibiyotik içeren seçici besiyerinde %16.6 oranında Hordeum
vulgare cv. Tokak 157/37; ve %10.3 Hordeum vulgare cv. Golden promise transformant bitkisinin canlı kaldığı
tespit edildi.
Transformant bitkilerde transgen varlığını belirlemek amacıyla öncelikle PZR yapıldı. Hordeum vulgare
cv. Tokak 157/37 bitkilerinin %47’sinde ve Hordeum vulgare cv. Golden promise bitkilerinin %44’ünde GUS
geni çoğaltıldı. NPT II geni, Tokak 157/37 bitkilerin %77’sinde; Golden promise bitkilerinin %63’ünde pozitif
sonuç ortaya koydu.
T-DNA entegrasyonunun analizi için PZR temelli bilinenen DNA bölgelerine komşu bilinmeyen dizilerin
eldesinde kullanılan “TAIL“ PZR yapıldı. “TAIL“ PZR’de pCAMBIA2301 ikili vektörüne özgün spesifik primerler
ile rastgele dejenere (RD) primerler kullanıldı. Analiz edilen 21 bitkiden 3’ünde arpa genomunda T-DNA girişi
tespit edildi. Elde edilen arpa genom dizileri veritabanlarında analiz edildiğinde T-DNA’nın β-galaktosidaz, hsp ve
hbc8 gen bölgelerine girdiği belirlendi.
Analysis Of The Transgene İntegration İn Barley (Hordeum Vulgare L.)
Following Agrobacterium
Tumefaciens-Mediated Gene Transfer
Determination of the transgene integration in barley (Hordeum vulgare L.) following Agrobacterium
mediated transformation was aimed in this thesis work. To this end, β-glucuronidase (GUS) and neomycin
phosphotransferase II (NPT II) genes were transfered to mature embryos of the Hordeum vulgare L. cvs. Tokak
157/37 and Golden promise via Agrobacterium. GUS gene expression was observed in transformant embryos at the
tissue level by histochemical staining 2 days after Agrobacterium infection. After 40-45 days, 16.6% of the
Hordeum vulgare cv. Tokak157/37 and 10.3% of the Hordeum vulgare cv. Golden promise transformants survived
on selection medium including antibiotics.
PCR was performed to identify putative transgenes in the transformed plants. 47% of the Hordeum vulgare
cv. Tokak 157/37 plants and 44% of the Hordeum vulgare cv. Golden promise plants were positive for GUS. On
the other hand, 77% of the Tokak 157/37 plants and 63% Golden promise plants were positive for NPT II.
TAIL-PCR was used to recover of unknown DNA fragments flanking known sequences was performed for
T-DNA integration analysis. Primers which are spesific for pCAMBIA2301 binary vector and arbitrarily
degenerated (AD) primers were used for TAIL-PCR. T-DNA insertion was detected in 3 plants of the 21 plants
analysed. When the obtained barley genome sequences were analysed by genomic databases; T-DNA has been
found in β-galactosidase, hsp, hbc8 genes.
ORMAN MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
AKGÜL Hatice
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Hüseyin DİRİK
: Orman Mühendisliği
: Silvikültür Programı
: 2010
: Prof. Dr. Hüseyin DİRİK
: Prof. Dr. Melih BOYDAK
: Prof. Dr. H. Ferhat BOZKUŞ
: Prof. Dr. C. Ünal ALPTEKİN
: Prof. Dr. Yahya AYAŞLIGİL
Bolu Orman Fidanlığında Yetiştirilen Bazı Önemli Türlerde Fidan Kalite Değerlendirmeleri
Bu çalışmada Bolu Orman Fidanlığı’nda üretilen türlerden Anadolu Karaçamı fidanlarının kalite
değerlendirmesi yapılmıştır. Orijinleri, yetiştirme tipleri ve yaşları bakımından farklı olan fidanlar morfolojik
özellikleri bakımından karşılaştırılmıştır. Ölçülen morfolojik özellikler fidan boyu (cm), kök boğazı çapı (mm),
fidan boyu/kök boğazı çapı oranı, yan dal sayısı, kök kuru ağırlığı (gr), sak kuru ağırlığı (gr), kök kuru ağırlığı/sak
kuru ağırlığı oranı ve yan kök sayısıdır.
Araştırmanın yapıldığı yılda fidanlıkta mevcut bulunan Anadolu Karaçamı fidan grupları ölçülmüştür.
Buna göre Sarpuncuk, Daren ve Bakraz olmak üzere 3 orijin üzerinde çalışılmıştır. Sarpuncuk orijinli fidanlardan 1
yaşında çıplak köklü ve kaplı fidanlar, 2 yaşında çıplak köklü ve kaplı fidanlar, Daren orijinli fidanlardan 1 yaşında
çıplak köklü, 2 yaşında çıplak köklü ve kaplı, 3 yaşında çıplak köklü fidanlar ve Bakraz orijinli fidanlardan ise 1
yaşında çıplak köklü ve kaplı fidanlar üzerinde ölçüm yapılmıştır. Bu orijinlerin karşılaştırılmasında t testi ve
diskriminant analizi kullanılmıştır.
Önemli bir fidan kalitesi göstergesi olan kök/sak dengesinde genel olarak 2 yaşındaki fidanlar dengeli
çıkmıştır. 3 yaşındaki fidanlarda bu denge bozulmaktadır. Kaplı fidanların boyları çıplak köklü olanlara göre
oldukça düşük çıkmıştır. Daren orijinli fidanlar her yaşta diğerlerine göre üstün durumdadır.
Buna göre 3 yaşındaki fidanların ağaçlandırma çalışmalarında kullanılmaması önerilebilir. Kaplı fidanlarda
ise iyi bir gelişim sağlanabilmesi için ortam materyali değişikliğine gidilebilir. Fidanlık uygulamalarındaki sulama,
gübreleme gibi eksiklikler giderilmelidir.
Seedling Quality Evaluation Of The Some Important Tree Species In Bolu Forest Nursery
In this study, the quality evaluation has been investigated on of the Anatolian Black pine seedlings grown in
Bolu forest nursery. Seedlings of different origins, production types and ages have been compared according to their
morphological features. Some of the morphological features were measured such as seedling height, root collar
diameter, sturdiness, the number of secondary branch and root, the weight of dry root and shoot, root:shoot weight
ratio.
In the research year Anatolian Black pine seedling groups that are grown in the nursery have been
measured. In this context three origins have been chosen as study case such as Sarpuncuk, Daren and Bakraz. One
and two years old bare-rooted and containerized seedlings of Sarpuncuk and Daren origins, together with three years
old bare-rooted Daren origin were measured. Similarly one year old bare-rooted and containerized seedlings of
Bakraz origin were also measured. The data were analyzed by t tests and discriminant analyses.
According to the root:shoot ratio value, generally two years old seedlings were considered to be the better
quality seedlings, while three years old seedlings were unstable. The height of containerized seedlings was found
lower compared to bare-rooted seedlings. The quality of Daren originated seedlings were found higher than the
other same aged seedlings.
It can be suggested that three years old seedlings should not be used in plantations. For a better growth
performance the growth media condition should be improved at containerized seedlings. The deficiencies in the
application regimes of irrigation and fertilization must be improved.
CİHAN Cengiz
Danışman
Anabilim Dalı
Programı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Ünal AKKEMİK
: Orman Mühendisliği
: Orman Botaniği
: 2010
: Prof. Dr. Ünal AKKEMİK
: Prof. Dr. Asuman EFE
: Yrd.Dr. Dilek DOĞU
: Yrd. Doç. Dr. Nesibe KÖSE
: Yrd. Doç. Dr. Barboros YAMAN
Akdeniz ve Karadeniz Bölgelerinde Doğal Olarak Yetişen Bazı Maki Elemanlarının Ekolojik Odun
Anatomileri
Bu çalışma; Akdeniz ve Karadeniz Bölgelerinde doğal olarak yetişen 5 maki elemanının odunları
incelenerek, farklı ekolojik koşullar altında, odunların anatomik özelliklerinde meydana gelen farklılıkları ortaya
çıkarmak ve bu farklılıkların bölgesel olarak karşılaştırılmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda, Arbutus
andrachne L., Laurus nobilis L., Myrtus communis L., Spartium junceum L., Phillyrea latifolia L., türlerinin her iki
bölgedeki örneklerinden 3’er adet olmak üzere toplam 30 örnek üzerinde çalışılmıştır.
İncelenen türlerin ekolojik odun anatomisi kapsamında vulnerabilite, mezomorfi ve kseromorfi oranlarının
hesaplanması için ilkbahar ve yaz odunu trahelerinin teğet ve radyal çapları, 1 mm2’ deki trahe sayıları, trahe hücre
uzunlukları ölçülmüştür. 4500 adet ölçüm ve 1500 adet sayım yapılmıştır.
Hesaplanan mezomorfi ve kseromorfi bölgesel olarak karşılaştırılmıştır. Mezomorfi oranı L. nobilis
Akdeniz örneğinde 103 iken, Karadeniz örneğinde 255 olarak hesaplanmış olup, xserofit/mezofit sınırı olan 75
değerinin üzerinde bulunmuştur. Diğer türlerde ise bu değer 75 sınır değerinin altında çıkmıştır. Bu oran L. nobilis
dışındaki türlerin kserofit karakter taşıdıklarını göstermektedir. Bölgesel karşılaştırma yapıldığında ise tür içi
mezomorfi değerleri Karadeniz Bölgesi örneklerinde daha yüksek çıkmıştır. Bu sonuç da, Karadeniz
Bölgesi’nindeki maki yetişme ortamlarının, Akdeniz Bölgesi’ne oranla daha az kurakçıl olduğunu ortaya
koymaktadır.
Akdeniz Bölgesindeki türlerde 1 mm2’deki trahe sayısının fazla, trahe hücre çaplarının dar olduğu
görülürken, Karadeniz Bölgesi’nde tam tersi bir durum söz konusudur. Her iki bölgeden alınan örneklerin trahe
uzunlukları karşılaştırıldığında Karadeniz Bölgesi’ndeki türlerin trahe hücreleri daha uzun olduğu saptanmıştır. Bu
değerler, Akdeniz Bölgesi’nde su iletimin emniyete alınması için, bitkilerin önlemler geliştirdiğini ortaya
koymuştur.
Ecological Wood Anatomy of Some Macchia Elements Naturally Grow in the Mediterranean and Black Sea
Regions
This study was carried out to reveal the anatomical differences of the woods form under different
ecological conditions, studying wood characteristics of 5 different macchia elements naturaly grow in the
Mediterranean and Black Sea Regions. In this contex, three wood specimens per species, Arbutus andrachne L.,
Laurus nobilis L., Myrtus communis L., Spartium junceum L., Phillyrea latifolia L., in each region were taken.
Totally 30 wood specimens were collected.
To calculate vulnerability, mezomorphy and xeromorphy ratios, tangential and radial diameters of vessels
in spring and summer woods and vessel element lenghts were measured and vessel number per square milimeter
were counted. During this process, total 4500 measurements and 1500 countly were performed.
Regional comparison revealed that mesomorphy ratio higher in the woods of Black Sea Region than the
woods of the Mediterranean Region. Based on this result we can conclude that the ecological conditions for these
five species were more xerophyt in the Mediterranean Region than the Black Sea Region.
While vessel number per sguare milimeter was higher, and vessel diameter was lower in the Mediterranean
Region, these values were opposite in Black Sea Region. Vessel element lenghts were also shorter in the
Mediterranean Region. All these values showed that the macchia elements studied on wood features adapted to xeric
conditions in the Mediterranean region to keep safety in vascular conduction.
KAYA Ahmet
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Erdal SELMİ
: Orman Mühendisliği Anabilim Dalı
: Orman Entomoloji ve Koruma
: 2010
: Prof. Dr. Erdal SELMİ
: Prof. Dr. Tamer ÖYMEN
: Prof. Dr. Adnan UZUN
: Doç. Dr. Ender MAKİNECİ
: Yrd. Dr. Ahmet HAKYEMEZ
Orhaneli Orman İşletme Müdürlüğü Alanlarındaki Maden Ocaklarının Orman Koruma Yönünden
İncelenmesi
Önemli doğal kaynaklarımız olan madenler ve ormanlar geçmişte olduğu gibi, gelecekte de önemini
koruyacaklardır. Ülkemizin önemli yeraltı kaynaklarından olan madenler yeryüzüne çıkartılıp ekonomiye
kazandırılırken, yine çok önemli doğal kaynağımız olan ormanlara verilen zararlar çok büyüktür. Ülkemizin en
önemli maden yataklarının yer aldığı bölgelerden biri de Orhaneli Orman İşletme Müdürlüğü ormanlık alanlarının
sınırları içinde kalmaktadır. Başta krom olmak üzere, linyit, mermer, manyezit, kalsedon, nikel, nefelinli siyanit ve
kalsit madeni çıkarılmaktadır.
Bu çalışmada, Orhaneli Orman İşletme Müdürlüğü ormanlık alanlarında geçmişte yapılan ve halen devam
eden madencilik çalışmaları orman koruma yönünden araştırılmıştır. Alanda yapılan madencilik çalışmalarının
tamamına yakınında açık işletme metodunun kullanıldığı belirlenmiştir. Ormanların kurulmasının vazgeçilmez
unsuru olan orman toprağının açık işletme metodu ile yok edildiği ve bu durumunda madencilik çalışmaları sonrası
yeniden orman oluşumunu imkansız hale getirdiği tespit edilmiştir. Madencilik çalışmaları ile ilgili ülkemizdeki
yasal mevzuat incelenmiştir, Yasal mevzuatta madencilik sektörü lehine sık sık yapılan değişikliklerin sürdürülebilir
doğal kaynaklarımızdan olan ormanların geleceğini tehdit ettiği görülmüştür.
Orhaneli Orman İşletme Müdürlüğünde 65684,3 ha prodüktif ve 41569,2 ha bozuk koru olmak üzere
107253,5 ha ormanlık alan bulunmaktadır. İşletme ormanlarında orman koruma faaliyetleri 5 adet Orman İşletme
Şefliği bünyesinde bulunan 8 adet koruma ekibi tarafından yürütülmektedir. 8 adet koruma ekibinden Büyükorhan,
Harmancık, Kınık ve Göynükbelen koruma ekiplerinin sorumlu oldukları ormanlık alanların yönetmelikte
belirlenen alandan fazla olduğu belirlenmiştir.Orhaneli Orman İşletme Müdürlüğü ormanlarının korunmasında
görevli koruma ekiplerinde en az 24 adet Orman Muhafaza Memuru bulunması gerekirken bu sayının 14 adet
olduğu tespit edilmiştir.Ayrıca, asli görevleri ormanları korumak olan Orman Muhafaza memurlarının orman
koruma faaliyetleri dışındaki diğer ormancılık çalışmalarında da çalıştırıldığı, bu durumun da madencilik
çalışmalarının orman koruma yönünden yeterince kontrol edilememesine yol açtığı belirlenmiştir..
Orhaneli Orman İşletme Müdürlüğü ormanlık alanlarında geçmiş dönemde açık işletme metodu ile
çalışılan ve orman idaresine teslim edilen 35 adet maden ocağının tamamında üzerindeki orman toprağının yok
edildiği görülmüştür. Harmancık Orman İşletme Şefliğinde 1 adet eski ocağın içinin su ile dolması sonucu, Orman
İdaresi tarafından etrafının tel örgü ile çevrilerek orman yangınlarında helikopter ve arazözlerin su ikmalinde
kullanılmak üzere yangın göleti olarak değerlendirildiği belirlenmiştir. Yaban hayatını korumak için açık ocak
olarak işletilmiş ve rehabilite edilmemiş maden sahalarında çevre emniyeti mutlak suretle alınması, etrafı tel örgüyle
çevrilmesi gerekirken bu konuda madenci tarafından çalışma yapılmadığı ve orman idaresinin de bu alanları teslim
aldığı belirlenmiştir. Bu durumun yaban hayatı yanında, insan hayatı için de tehlike teşkil etmesi nedeniyle, mutlaka
önlemlerin alınması gerekir.
Orhaneli Orman İşletme Müdürlüğü ormanlık alanlarında geçmiş dönemde 295 512 m2’ lik alanda pasa
döküm alanı olarak orman izni verilmiş ve madencilik faaliyetlerinin bitmesi ile orman idaresi tarafından geri teslim
alındığı belirlenmiştir. Bu alanlar içersinde sadece Karıncalı Orman İşletme Şefliğinde Türkiye Kömür
İşletmeleri(TKİ)’ ne ait ve 1996 yılında TKİ tarafından ağaçlandırmaya hazır hale getirilip teslim edilen 20 700 m2
ve 120 000 m2’ lik pasa döküm alanları, orman idaresi tarafından 1997 yılında, Yalancı Akasya (Robinia
pseudoacaccia), Kızılçam (Pinus brutia) fidanları kullanılarak ağaçlandırıldığı tespit edilmiştir. Orman idaresi
tarafından madencilerden teslim alınan pasa döküm alanlarının %47 sinde geri kazanım söz konusu olup %53’ ünde
herhangi bir çalışma yapılmadığı belirlenmiştir.
Araştırma alanında madencilik çalışmalarında kullanılan tesis ve altyapı tesislerinin kalıntılarının
bulunduğu, bu durumun da yeniden orman oluşumunu engellediği belirlenmiştir. Ormanlık alanlarda kurulan
tesislerden çıkan maden yıkama sularının orman içi suları kirlettiği ve bu suların sulama ve içme amaçlı kullanılan
Çınarcık Barajı’ na aktığı tespit edilmiştir.
Sonuç olarak, Orhaneli Orman İşletme Müdürlüğü ormanlık alanlarında madencilik faaliyetleri sonucu
ormanların azaldığı, çalışmalardan etkilendiği ve bu konu da yapılanların yetersiz kaldığı belirlenmiştir.Yasal
mevzuatta sık sık madenci lehine düzenlenmelerin yapılması, Orman İdaresi’ nin maden yataklarının yoğun olduğu
ormanlık alanlardaki personelinin yetersizliği, ülke ormanlarının geleceğini tehdit etmekte olup, gerekli önlemler
alınmadığı takdirde gelecekte sorunun daha da büyüyeceği görülmektedir.
A Study on Orhaneli Forest District Mining Areas in View of Forest Protection
Both forests and mines are important natural sources and they will keep their importance future as much as
in past. During the operation of opencast mining to gain economic profits, drastic damages occurs on forests which
are an important natural sources in Turkey. An important mine area of Turkey locate on the vicinity of Orhaneli
Forestry Directorate. The mine kinds are; particularly chromium and also, lignite, sepiolite, kalsedon, nickel, syenite
with nepheline and calcite.
In this study, past and current mining applications on forest areas of Orhaneli Forestry Directorate were
investigated regarding as forest protection. It was determined that opencast mining method was used on almost
mining operations in the area. Opencast mining degraded the forest soil which is the most valuable element for
establishment of forest, thus, impossibility of reforestation was ascertained. Legal laws on mine operations in
Turkey were also evaluated. It was estimated that frequent changes of legal laws on benefits of mining sector
threaten the future of forests among sustainable natural sources.
Orhaneli Forestry Directorate has 656 843 hectares productive, 41 569.2 hectares degraded and 107 253.5
hectares in total forest area. Forest protection activities in the forests are performed by 8 authorized protection team
under 5 Regional Forest Administration. It was estimated that forest areas under responsibility of Buyukorhan,
Harmancik, Kınık ve Goynukbelen protection teams more than legal size indicated in regulation. Despite these
protection teams in duty to protect forest area of Orhaneli Forestry Directorate have at least 24 forest rangers, it was
observed that the number of forest rangers is 14. Also, forest rangers whose main duty is to forest protection labor
on other works except the protection, this status led to insufficient control of mining operations in regarding forest
protection.
Forest soil was extremely destroyed on whole abandoned 35 mine area which were operated by opencast
mining method in past on forest areas of Orhaneli Forestry Directorate, and then, consigned to forestry directorate.
Due to one old mine excavation area filled up water in Harmancık Forestry Regional Directorate, it was fenced with
wire and used as artificial lake to give water service for helicopters and mobile fire-fighting vehicles. Forestry
Directorate accepted the abandoned mine sites without fulfilled obligations of old mine owner such as, wire fencing
and definite environment protection measurements on excavated and degraded opencast mine sites to protect
wildlife. Due this give to increase the dangerous risks for human beings and wildlife, it is necessary to take
precautions.
It was reported that 295 512 hectares area separated as spoil area with permission of Orhaneli Forestry
Directorate in past, and then, this area retrieved by forestry directorate after ending of mining operations. Among
these retrieved spoil areas, only one belongs to Turkish Coal Enterprises in forest area of Karıncalı Forestry
Regional Directorate was planted with black locust (Robinia pseudoacacia) and Callabrian pine (Pinus brutia) on the
20 700 m2 and 120 000 m2. 47 % of whole retrieved spoil areas subject to rehabilitation and there were no any
rehabilitative applications 53 % in the area.
The existence of the ruins of mining facilities and infrastructures prevents reforestation on spoils. Waste
waters sourced from washing mine materials pollutes the freshwater sources in forest, and polluted waters flows to
Çınarcık Dam which is the irrigation and drinking water source of the region.
In conclusion, it was determined that mining activities negatively affect forest areas of Orhaneli Forestry
Directorate, cause to decrease of forest land, and insufficient rehabilitation applications are exist. Frequent changes
of legal regulation on benefits of mining sector, incapable forestry staff duty in forest areas which have intense
mining activities threat sustainability of native forests, and the problem can increase if insufficient measures occur.
BARUT Önder
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Süleyman ÖZHAN
: Orman Mühendisliği
: Havza Yönetimi
: 2010
: Prof. Dr. Süleyman ÖZHAN
: Prof. Dr. Ahmet HIZAL
: Prof. Dr. Kamil ŞENGÖNÜL
: Prof. Dr. Hakan ALTINÇEKİÇ
: Doç. Dr. Ferhat GÖKBULAK
Artvin Şavşat Yöresinde Su Erozyonu Çeşitleri-Toprak Tekstürü İlişkisi
Su erozyonu dünyada meydana gelen erozyon çeşitlerinin en şiddetli olanlarındandır. Su erozyonunun
sonucunda sel ve taşkın, gıda yetersizliği, su kalitesinde bozulma gibi birçok sorun görülebilir. Bu çalışmada amaç,
arazide suyun neden olduğu farklı görünümdeki toprak erozyonu tiplerinin, toprak tekstüründe nasıl bir değişim
yarattığını ortaya koymaktır. Bu konu erozyonla mücadelede büyük bir öneme sahiptir. Çünkü erozyonu önlemek
için alınacak önlemlerde erozyon çeşidine bağlı olarak toprak tekstürü bir değişim gösterecek olursa erozyonu
önleyici önlemlerde buna bağlı olarak değişecektir. Başka bir ifade ile erozyona karşı alınacak önlemler
belirlenirken, her ana materyale ilişkin toprakların özellikleri ve erozyon eğilimleri ortaya konularak, farklı erozyon
önleme projelerinin yapılması gerekmektedir. Araştırmanın amacını gerçekleştirmek üzere örnekleme yapmak için
kumtaşı ve marn ana kayasından gelişen topraklar üzerinde erozyona uğramış ve erozyona uğramamış alanlarda
parseller seçilmiştir. Bu parsellerden toprak örnekleri alınmış, çizgi ve oyuntu erozyonu kesit alanları ölçülmüştür.
Araştırma sonuçlarına göre kumtaşı ana kayasından gelişen toprakların, marn ana kayasından gelişen
topraklara göre su erozyonuna karşı gösterdikleri davranışların farklı olduğu ortaya konmuştur. Dolayısıyla erozyon
kontrol projelendirilmesinde söz konusu iki ana kayadan gelişen topraklar için alınacak önlemlerin farklı olması
gerekmektedir.
Relationship Between Water Erosion Types And Soil Texture in the Vicinity of Artvin Savsat
Water erosion is one of the most violent types of erosions that takes place on Earth. It can bring out some
serious problems such as flooding, shortage of food, deterioration in the quality of water. The aim of this study was
to explore how various types of erosion caused by water lead up to a change in the texture of soil. This subject has a
great importance in combating with erosion. If the measures that are to be taken in order to prevent erosion change
according to soil texture, the measures should be changed accordingly. In other words while determining the
measures to be taken for the prevention of erosion various projects have to be developed in order to combat with
erosion by studying the erosion inclinations and soil features regarding each main material. In order to carry out the
study the plots in the study area where has been eroded and has not been eroded in the soil formed on Sandstone and
marn parent materials main rock. The soil samples were taken from these plots. Depth, width and cross sections of
the gullies were measured.
Results showed that the soils derived from sandstone have different behaviors in term of water erosion
when compared with those derived from Marn. For that reason, soil conservation measures should be different for
these two type of soils.
UYGUR Betül
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Doç. Dr. Yusuf SERENGİL
: Orman Mühendisliği
: Havza Yönetimi
: 2010
: Doç. Dr. Yusuf SERENGİL
: Prof. Dr. Süleyman ÖZHAN
: Prof. Dr. Kamil ŞENGÖNÜL
: Prof. Dr. Hakan ALTINÇEKİÇ
: Doç. Dr. Ferhat GÖKBULAK
Ortadere Araştırma Havzalarının Mike-She Hidroloji Yazılımı ile Modellenmesi
Hidrometeorolojik veriler yardımıyla akış tahmini yapılması, havzaların yağış-akış ilişkisinin ortaya
konulması yanında su kaynaklarının planlanması ve sürdürülebilirliği açısından önem taşımaktadır.
Su üretim havzaları büyük oranda ormanlık arazi kullanımına sahiptir. Bunun bir sonucu olarak orman
ekosistemlerinin ve ormanları içeren havzaların yağışı akışa dönüştürme mekanizmaları yaklaşık bir asırdır çeşitli
yöntemlerle modellenerek anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu araştırmanın bu konudaki mevcut birikime katkı
sağlayacağı düşünülmektedir.
İstanbul İli, Belgrad Ormanı sınırları içinde yer alan Ortadere Araştırma Havzalarında 30 yıldır uzun
dönemli hidrolojik araştırmalar yapılmaktadır. Bugüne dek elde edilen veriler ve bulgular havzaları bu modelleme
çalışması için en uygun çalışma alanı haline getirmiştir. “Ortadere Araştırma Havzalarının MIKE-SHE Hidroloji
Yazılımı ile Modellenmesi” adlı bu tez çalışmasında MIKE Teknolojileri yazılımlarından MIKE 11 modelinin NAM
modülü kullanılarak bir simülasyon modeli oluşturulmuştur. Kalibrasyon ve doğrulama aşamasında elde edilen
değerlerin tatmin edici olduğu görülmüştür. MIKE 11 NAM modelinin güvenilirliği determinasyon katsayısı (R2)’
na bağlı olarak değerlendirilmiştir. Bu çalışmada Havza I ve Havza IV için R2 değerleri sırsıyla 0,62 ve 0,61
bulunmuştur.
Modelling Ortadere Experimental Watersheds by Using Mike-She Hydrologic Software
Streamflow forecasting with the hydrometeorologic data and displaying the watershed rainfall-runoff
relationship is very important for the planning and sustainability of water resources.
A substantial portion of the water producing watersheds are covered with forests. Therefore, scientists are
trying to understand and develope several methods that identify rainfall-runoff process of the forest ecosystems for
almost a century.
Ortadere experimental watersheds which are in İstanbul, in Belgrad forests are important in respect of
water output. In this study named “Modelling Ortadere Experimental Watersheds by Using Mike-She Hydrologic
Software” a simulation is performed by using the NAM module of Mike 11 that is one of the model software of the
Mike Technologies. It has seen that calibrated values and validation results are satisfactory. The reliability of the
model of Mike 11 NAM depends on cofficient of determination (R2). In this study the values of R2 of Havza I and
Havza IV were 0,62 and 0,61, respectively.
TEKİN Hayati
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof.Dr. Kamil ŞENGÖNÜL
: Orman Mühendisliği
: Havza Yönetimi
: 2010
: Prof.Dr. Kamil ŞENGÖNÜL
: Prof.Dr. Süleyman ÖZHAN
: Prof.Dr. Ahmet HIZAL
: Prof.Dr. Hakan ALTINÇEKÇİÇ
: Doç.Dr. Yusuf SERENGİL
Büyükçekmece Gölü Havzasında Arazi Kullanma Sorunları
“Büyükçekmece Gölü Havzasında Arazi Kullanma Sorunları” konulu bu çalışmanın amacı Büyükçekmece
Gölü Havzasında bitki, toprak ve su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi amacıyla arazi kullanımından
kaynaklanan sorunların ortaya konulması ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi olarak belirlenmiştir.
“Büyükçekmece Gölü Havzası İstanbul iline su sağlayan 8 önemli havzadan biridir. Havza, içerisinde
bulundurduğu yerleşim yerleri (Büyükçekmece –Çatalca –Silivri ilçeleri) itibari ile İstanbul kenti içerisinde nüfus ve
sanayi alanlarının artışının en yoğun yaşandığı yerlerin başında gelmektedir. Havzada hızlı, denetimsiz ve düzensiz
kentleşme olgusu insanların arazi üzerindeki baskılarının artmasına neden olmuştur. Ayrıca Havza Yönetimi ile
ilgili kurumların elinde bir model ve onu denetleyecek kriterler zinciri bulunmadığı için koruma –kullanma
dengesinin ölçümü de yapılamamaktadır.
Toplam alanı 63.165 ha. olan havzanın, arazi kabiliyet sınıflamasına göre % 72.2 sinin tarımsal amaçla
kullanılmaya uygun I-II-III-IV sınıf arazilerden meydana geldiği ve bu alanların toplamının 45.598 hektar olduğu
görülmektedir. Güncel arazi kullanımına göre ise havzada tarımsal amaçla kullanılan alanların toplamı 44.036
hektardır. Diğer taraftan güncel arazi kullanımı verilerine göre havzanın toplam alanının % 9.2 sinin (5.761,63 ha. )
yerleşim alanları ile kaplı olduğu görülmektedir. Havza üzerinde arazi kullanımında en büyük çarpıklık ,
konut,ticaret, ve sanayi gibi yerleşim alanlarının büyük oranda II. ve III. Sınıf tarım alanları üzerine yayılmış olması
sorunudur.
Ülkemizdeki yanlış arazi kullanımı ile ilgili çarpıklıklara karşılık Büyükçekmece Gölü havzasında en
önemli sorun tarımsal kaynaklı kirlenmedir. İstanbul’a içme suyu sağlayan Büyükçekmece havzasında tarımsal
kirlenme öncelikle kontrol altına alınmalıdır.
Bu nedenlerle havzadaki kaynaklardan optimal bir şekilde ve korumacı bir yaklaşımla yararlanmayı esas
alan bir planlamanın özellikle tarımsal faaliyeti kontrol altına alacak şekilde yapılması ve havza içerisinde yer alan
su kaynaklarının su verimi ve kalitesini uzun vadede artırmaya yönelik çalışmalara ağırlık verilmesi gerekmektedir.
Land Use Problems In Buyukçekmece Lake Watershed
Main objective of this study titled “Land Use Problems In Buyukçekmece Lake Watershed” was to
determine land use problems and measures that should be taken in order to conserve vegation, soil and water
resources in the watershed.
Büyükçekmece watershed is one of the important watersheds providing fresh water for Istanbul.Also, the
watershed is one of the most populated areas in Istanbul. Due to intensive and poor –organized urbanization, human
impact on the lands has incraesed in the watershed.On the other hand, there is not a proper watershed management
model to evaluate the balance between land use and conservation
Study watershed covers an area of 63.165 ha and 45.598 ha of it is composed of land capabilitiy classes of
I-IV that suitable for agriculture. Based on actual land use data. Areas of the land used for cultivation and
settlement are 44.036 and 5.761,63 ha,respectively. Main land use problem in the watershed is misues of arable land
for residency. Compared to land use problems experienced in the other parts of Turkey, agricultural based pollution
is the main problem in the watershed and water pollution should be taken under control in the watershed that is one
of the main water resources for Istanbul.
Therefore, a watershed management plan should be developed focusing on mostly water quality and
quantity in the watershed in order to utilize natural resources in the watershed at optimal level.
ÖNAL Pınar
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doç. Dr. Sultan BEKİROĞLU
: Orman Mühendisliği
: Ormancılık Ekonomisi
: 2010
: Yrd. Doç. Dr. Sultan BEKİROĞLU
: Prof. Dr. Ahmet TÜRKER
: Prof. Dr. Ömer SARAÇOĞLU
: Prof. Dr. Hakan ALTINÇEKİÇ
: Doç. Dr. Kenan OK
Orman Köylerinde Orköy Tarafından Gerçekleştirilen Köy Kalkındırma Projelerinin Uygulama
Sonuçlarının Araştırılması (Şile-İstanbul)
Kırsal kalkınma, Türkiye’nin çözümlemesi gereken önemli sorunlarından birisidir. Bu sorunu çözebilmek
için ülkedeki çeşitli kuruluşlar çaba göstermektedir. Bu kuruluşlardan biri de Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı
Orman Köy İlişkileri Genel Müdürlüğü (ORKÖY)’dür.
Genellikle marjinal araziler üzerinde kurulmuş olan orman köylerinde, verimli tarım arazileri bulunmadığı
gibi, mevcut olanlar dağınık ve küçük ölçeklerdedir. Hayvancılık bakımından da sınırlı olanaklara sahip
olduklarından, orman köylerinde yaşam tek seçenek olarak ormanlara bağımlı kalmaktadır. Bu nedenle ORKÖY,
orman köylülerinin orman kaynaklarına olan bağımlılıklarını azaltmak amacıyla sosyal ve ekonomik nitelikli
projeleri uygulamaya koymaktadır.
Bu çalışmada, İstanbul-Şile İlçesi’nde ORKÖY tarafından son 10 yılda (1999-2008) gerçekleştirilen sosyal
ve ekonomik nitelikli köy kalkındırma projelerinin uygulama sonuçları araştırılmıştır. Çalışma kapsamına İstanbulŞile İlçesi’ne bağlı 57 orman köyünden 30’u alınmıştır. İlgili köylerde ORKÖY, süt sığırcılığı (ekonomik nitelikli)
ve güneş enerjisi ile su ısıtma tip projesi (sosyal nitelikli) olmak üzere iki çeşit proje uygulamıştır. Çalışma
kapsamına alınan orman köylerinde istatistiki olarak hesaplanan örnek büyüklüğü (n=117) kadar sayıda ORKÖY
kredisi almış orman köylüsüne düzenlenen anket formları uygulanmıştır. Söz konusu anket formlarındaki sorular
orman köylerinin mevcut demografik, sosyal, ekonomik niteliklerini ve orman köylüsü olma memnuniyeti ile ilgili
10 hipotezi test edebilecek şekilde tasarlanmıştır. 50 adet sorudan oluşan anket formları denekler ile yüz yüze
görüşme yöntemi uygulanarak gerçekleştirilmiştir. Anketlerden elde edilen bilgiler, yüzde hesabı ve khi- kare
bağımsızlık testi, çapraz tablo, korelasyon ve regresyon analizi uygulanarak değerlendirilmiştir.
Bu araştırma ile söz konusu orman köylerinde ORKÖY kredisi kullanan orman köylülerinin demografik,
sosyo-ekonomik yapılarına ve orman köylüsü olma memnuniyetlerine ilişkin çok sayıda sonuca ulaşılmıştır. Bu
sonuçlardan en önemlileri şunlardır: -ORKÖY kredisi kullanan orman köylülerinin %81’i orman köylüsü olmaktan
memnundur. -Sosyal nitelikli güneş enerjisi ile su ısıtma tip projesinden yararlanan deneklerin tamamı bu projeyi
başarılı bulmaktadır. -Ekonomik nitelikli süt sığırcılığı kredisi alan deneklerin yalnızca % 44’ü bu projenin yeterli
gelişme gösterdiğini düşünmektedir. -Ekonomik nitelikli ORKÖY kredilerinin miktarı (kişi/köy) ve düzeyi (TL/kişi)
yetersizdir. -Ekonomik nitelikli proje çıktısı olarak üretilen sütün pazarlanmasında sorunlar yaşanmaktadır. Sonuç
olarak, ORKÖY’ün araştırma alanında gerçekleştirmiş olduğu sosyal ve ekonomik nitelikli bu iki projenin orman
köylüsü olma memnuniyetini artırdığı, yakacak odun tüketimini ve ısınma ve ısıtma giderlerini azalttığı söylenebilir.
Research Of The Results On The Vıllage Development Projects In Forest Vıllages By Orköy (Şile-İstanbul
Case)
Rural development is one of the important problems that Turkey has to solve. Various organizations in the
country make an effort to be able to solve this problem. One of these organizations is General Directorate of Forest Village Affairs (ORKOY) connected with Ministry of Environment and Forestry.
As there aren’t any productive agricultural lands in small forest villages generally situated in marginal
lands, current ones are also disorganized and small scaled. As they have limited opportunities in terms of animal
breeding, the life in forest villages depends on forests as the only choice. Therefore, ORKOY puts the projects
which have social and economic quality into practice to reduce the dependences of forest villagers to forest
resources.
In this study, application results of village development projects having social and economic quality
performed by ORKOY in Istanbul-Sıle town in the recent 10 years have been researched. 30 of 57 forest villages
connected with Istanbul- Sıle town have been taken into the scope of the study. ORKOY has applied two types of
the projects, one is dairy farming (having economic quality) and solar energy and the other one is water heating type
project (having social quality) in the related villages. In forest villages taken into the scope of the study,
questionnaire forms organized to forest villager who gets ORKOY loan up to the number as sample size (n=117)
calculated statically have been applied. Questions in the questionnaire forms above mentioned are designed to be
able to test the social, economic and demographic qualifications of the forest villager and 12 hypotheses related to
satisfaction of forest villager. Questionnaire forms which consist of 50 numbers of questions are conducted by
applying face to face method with experimental subjects. Information obtained from questionnaires has been
evaluated by applying percentage calculus and chi square test, crosstab, correlation and regression analysis.
A great number of results have been reached concerning demographic, social-economic structures of forest
villagers who use ORKOY credit in forest villages and satisfaction of being forest villager. The most important of
these results are: %81 of forest villagers who use ORKOY credit are glad to use ORKOY credit. All the
experimental subjects that benefit from solar energy with social quality and water heating type project find this
project successful. Only %44 of experimental subjects that take the credit of dairy farming with economic quality
think this project enough developed. The amount of ORKOY credits with economic quality (person/village) and
level (TL/person) is inadequate. The problems occur in the marketing of milk produced as project output with
economic quality. Consequently, these two projects having social and economic quality that ORKOY performed in
research area can be said that they enhance the satisfaction of being forest villager and decrease wooden
consumption and heating and calefaction costs.
AY Necmettin
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof.Dr. Tamer ÖYMEN
: Orman Mühendisliği
: Orman Entomolojisi ve Koruma
: 2010
: Prof.Dr. Tamer ÖYMEN
: Prof.Dr. Erdal SELMİ
: Prof.Dr. Ferhat BOZKUŞ
: Prof.Dr. Hakan ALTINÇEKİÇ
: Yrd.Doç.Dr. Ali KÜÇÜKOSMANOĞLU
Türkiye Ormanlarında Yangınlarla Savaşta Uçak Ve Helikopterlerden Yararlanma Olanakları (Antalya
Orman Bölge Müdürlüğü Örneği)
Türkiye’de 8.9 milyon hektarı verimli olmak üzere toplam 20,2 milyon ha orman alanı vardır. Ülkemiz
ormanlar açısından zengin sayılabilecek bir ülkedir.Ancak son yıllarda, özellikle yaz mevsiminde orman
yangınlarında görülen artış, uçak ve helikopterlerle havadan mücadelenin önemini her gün biraz daha arttırmaktadır.
Türkiye’de orman yangınları ile havadan mücadele ilk kez 1985 yılında Türk Hava Kurumu’nun 4 adet
damp uçağı ve 1 adet keşif uçağı ile başlamıştır.1988 yılında Orman Genel Müdürlüğü’ne ait 3 adet S-355 Ecureuil
(Sincap) ve 3 adet Dauphin (Yunus) olmak üzere 6 adet helikopteri, orman yangınlarında keşif ve gözetleme,
personel ve malzeme nakli, havadan fotoğraf çekme, hasta ve yaralı taşıma, ormanda kaçakcılık ile mücadele
hizmetlerinde kullanmaya başlamıştır.1995 yılında Rusya’dan 5 adet, 1996 yılında da 7 adet MI-17 helikopterleri ve
1996 yılında Kanada’dan uçuş sırasında suya inip kalkabilen ve alçalarak su alabilen 3 adet CL-215 ve CL-415 tipi
amfibik uçak kiralanmıştır.1997 yılı sonunda S-365 Ecureuil tipi helikopterlerin Dauphin tipi helikopterlerle
değişimi gerçekleşmiştir. 2009 yılından sonra da CL-215 tipi uçaklar tekrar kullanılmaya başlamıştır.
“Türkiye Ormanlarında Yangınlarla Savaşta Uçak ve Helikopterlerden Yararlanma Olanakları (Antalya
Orman Bölge Müdürlüğü Örneği)” adlı Yüksek Lisans Tez çalışmasında öncelikle Dünyada orman yangınlarında
kullanılan uçak ve helikopterlerin tipleri ve özellikleri, Türkiye’de orman yangınlarında hangi tip uçak ve helikopter
kullanıldığı araştırılmıştır. Bu teorik bilgiler toplandıktan sonra uygulamaları görmek amacıyla hava araçlarıyla
uçarak orman yangınlarını havadan izleme, yangın söndürme çalışmalarına katılma ve yangın yönetim sistemi
içerisinde görev alarak aksaklıklar ile yapılan uygulamalar tarafımdan gözlenmiştir.
Bu çalışma kapsamında havadan uçak ve helikopterlerle yangın üzerine atılan su ve yangın
geciktiricilerinin atılma usul ve teknikleri araştırılarak, hava araçlarının yangınlardaki başarıları ile ekonomik olup
olmadıkları değerlendirilmiştir. Hava araçlarının tek başına yer ekiplerinin müdahalesi olmadan başarılı olup
olamayacağı ile hava araçlarının yönetilme durumları irdelenmiştir.
Bulunan literatür çalışmaları sonucunda ülkemizde kullanılması gereken en uygun uçak tipinin arazi
koşulları da dikkate alınıp kıyaslandığında seçilecek uçak ve helikopterlerin hızlı manevra kabiliyetinde, hava
alanlarına her seferinde suyunu doldurmak için gidip gelmesine gerek kalmaksızın, deniz, göl, gölet ve barajlara
alçalarak suyunu çok kısa süre içerisinde alabilen ve aldığı suyu hiç sızdırmadan yangın mahalline taşıyarak atabilen
tipteki hava araçları kullanılması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bu hava araçları ikmal, personel, hasta ve
yaralı taşıma, yangın içerisinde kalan personelin kurtarılması çalışmalarında da kullanılabilmelidir.
Antalya Orman Bölge Müdürlüğü’nün güney sınırlarını Akdeniz oluşturmaktadır. Yangına 1. derece hassas
olan kıyı bandında hava araçlarının çok kısa sürede suyunu alabileceği ortam doğal olarak bulunmaktadır.
Antalya Orman Bölge Müdürlüğü’nde yapılan olduğu yangınla savaş çalışmaları ve uygulamaları
incelenerek bu çalışmalarda uçak ve helikopterlerin konuşlandığı yerler, altyapı, personel ve yapılan uygulamalarda
elde edilen sonuçlar tarafımdan çalışmalara katılarak incelenmiş ve toplanan bilgiler değerlendirilmiştir.
The Advantages Of Aırcrafts And Helıkopters Controllıng Forest Fıres In Turkey (A Case Study: Antalya
Forest Enterprıses)
Turkey has 8.9 million ha productive forest out of 20.2 millions ha forest area. Our country can be
considered as rich in terms of forest area. Fighting against forest fires which recently increased especially in summer
is getting more and more important.
Aerial fire fighting is the use of aircraft and other aerial resources to combat forest fires. This technology
has been introduced in Turkey a first time in 1985 by using fixed-wing airplanes (4 Dromader, 1 Cessna) with a
capability to drop 800 to 1000 l of water. In 1988, the General Directorate of Forestry has began to use 3 Ecureuil
(Squirrel) and 3 Dauphin (Dolphin), all together 6 helicopters, in forest fire reconnaissance and surveillance,
personnel and material transport, aerial photographing, carrying sick and wounded, and as well as the fight against
illegal forest use. Turkey rented from Russia 5 MI-17 helicopter in 1995 and 7 more in 1996. In addition, 3
amphibious planes of the types CL-215 and CL-415 were rented from Canada in 1996, which can alight on water
and intake water by descending. At the end of 1997, the S-365 Ecureuil helicopter were exchanged by Dauphin
types. Finally, since 2009, CL-215 amphibious aircrafts are in use again.
This master thesis entitled ”Figthing Against Forest Fires in Turkey by Using Aircrafts and Helicopters”
investigates what kind of aircrafts and helicopters are used in the world and in Turkey. Besides reviewing different
sources of informations and the study of this thesis included personal experiences in several applications like forest
fire monitoring, fire extinguishing work, and any kind of problems arising during all those fire fighting activities.
In the frame of this research, the tools and the techniques of water dropping and smothering process have
been observed and evaluated their succses and efficiency as well as whether air crafts and the helicopters are enough
without help of ground crews interference against forest fire.
The most appropriate aircraft type should be selected according to their abilities such as rapid maneuver, abilities
to fill up water from the nearest water sources and without leaking sprinkle on the fire as quick as possible.
Additionaly they should be used for the personnel transport, the sick and the wounded and as well as rescue the
people who surrounded by fire.
Southern part of Antalya Regional Forestry Directorate is Mediterranean Coast which makes naturally
access in short time to fill up the water for the aircrafts and the helicopters.
In this resarch figthing against forest fires and the applications in Antalya Regional Forest Directorate were
examined and, types as well as the techniques of aircrafts and helicopters have been investigated and the results
have been evaluat
ALTUN ŞAHİN Damla
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Hüseyin DİRİK
: Orman Mühendisliği
: Silvikültür Programı
: 2010
: Prof. Dr. Hüseyin DİRİK
: Prof. Dr. Ömer KARAÖZ
: Prof. Dr. Kamil ŞENGÖNÜL
: Prof. Dr. Hakan ALTINÇEKİÇ
: Doç. Dr. Alper H. ÇOLAK
Kazdağları’nda Açık Maden İşletmeciliğinin Koruma - Kullanma Dengesi Açısından Değerlendirilmesi İle
İlgili Bir Modelleme
‘İnsan sağlığı ve refahı, sağlıklı ekosistemler tarafından sağlanan yaşam ve destek sistemlerine ve doğal
kaynaklara bağlıdır.’ (USEPA, 1995)
Ekonominin en önemli sektörlerinden biri olan madencilik, ülkelerin sosyo-ekonomik gelişimleri için
gerekli olan enerji ve sanayinin hammadde ihtiyacını karşılayan bir faaliyettir. Ülkelerin sahip oldukları doğal
zenginliklere olan talepleri, artan nüfus ve gelişen teknoloji ile birlikte giderek artmış, madenlerin işletilmesi
kaçılmaz olurken çeşitli ekolojik sorunlarını da beraberinde getirmiştir.
"Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu", Nisan 1987 tarihinde "Ortak Geleceğimiz" adlı raporu
yayımlanmıştır. Bu raporda, giderek ağırlaşan çevresel sorunlar karşısında, insanlığın çıkış yolu olarak, çevresel
gelişme ile ekonomik kalkınma arasında bir dengenin sağlanması ve gelişmenin "sürdürülebilir" olması gerektiği
belirtilmiştir. Artan çevre sorunlarıyla birlikte faaliyetlerin beraberinde getirebileceği risklerin bilinmesi de önem
kazanmıştır. Risklerin değerlendirilmesiyle ilgili ilk çalışmalar USEPA tarafından 1970’li yıllardan beri çeşitli
konular üzerinde yapılmıştır. USEPA risk yönetimi ve süreciyle ilgili yayınlarda bulunmuştur (USEPA, 1989; 1991;
1992; 1994; 1995; 1996 a,b; 1997; 1998 a,b; 2000; 2004). Bu çalışmada milli park, önemli bitki alanı, tabiatı
koruma alanı ve GEKYA (Gen Koruma ve Yönetim Alanları) statüleriyle koruma altında olan Kazdağları
bölgesinde meydana gelebilecek olası madencilik faaliyetleri sonucunda oluşabilecek risklerin belirlenmesi
amaçlanmıştır. Baskı unsurları belirlenip, değerlendirme uç noktaları seçilerek, Kazdağları için kavramsal model
oluşturulmuştur ve hipotez etki matrisi yardımıyla baskı unsurları önem derecelerine göre sıralanmıştır. Araştırma
kapsamında, örnek alanlar için ekolojik risk değerlendirme matrisleri oluşturulmuş ve matrisler yardımıyla riskler
değerlendirilmiştir. Çalışma sonucunda ulaşılan sonuçlar ve sonuçlara ait yorumlar aşağıda açıklanmıştır.
1. İncelenen örnek alanlardan 1., 2., 3. ve 4. alan için 85 etki belirlenmiştir. Fiziksel çevre elamanlarının en
fazla etkiye maruz kaldığı görülmektedir. Toplamda fiziksel çevre için 48 etki tespit edilmiştir. Bunu sırasıyla 21
etkiyle sosyal çevre elemanları ve 16 etki ile biyolojik çevre elemanları izlemektedir. Bu örnek alanlar için
belirlenen etkilerden 4 etki az, 29 etki orta, 15 etki yüksek ve 37 etki şiddetli değerli olarak belirlenmiştir. 5. örnek
alan için 95 etki belirlenmiştir. Belirlenen 49 etki fiziksel çevre elemanları için belirlenmiş etiklerdir. Sonra sırasıyla
21 sosyal çevre elemanları etkileri ile 25 biyolojik çevre elemanları üzerinde belirlenen etkiler tespit edilmiştir.
İncelenen son örnek alan belirlenen etkilerden 4 etki az, 31 etki orta, 18 etki yüksek ve 43 etki şiddetli olarak
belirlenmiştir.
2. Kazdağları bölgesi ekolojik yönetim ana hedefleri olarak; Milli Park, Tabiat Koruma Alanı, Önemli Bitki
Alanı ve GEKYA kapsamında biyolojik ve faunistik çeşitliliğin korunması ve alanın sahip olduğu doğal
özelliklerden kaynaklı kültürel değerlerin korunması öngörülmüştür.
3. Kazdağları bölgesi ekolojik yönetim uygulama hedefleri olarak; alana özgü 23 endemik türün korunması, Avrupa
ölçeğinde tehlike altındaki 35 bitki taksonunun korunması, mevcut kuş popülasyonun korunması, bölgenin zengin
yer altı ve yerüstü kaynaklarının korunması, kültürel tarım alanlarının korunması ve WHO (World Health
Organization-Dünya Sağlık Örgütü) tarafından onaylanan hava kalitesinin korunması öngörülmüştür.
4. Kavramsal model kapsamında baskı unsuru olarak; kimyasal maddeler; atıklar; gürültü-toz-hava kirliliği
ve insan baskısı değerlendirme uç noktası olarak da; tarım alanları, flora ve orman varlığı, arazi şekli, hidrolojik
yapı, hava kalitesi ve sosyal sorunları öngörülmüştür.
5. Hipotez etki matrisi sonucunda baskı unsurlarından atıkların (B2) 16 değerle en çok etki yaptığın belirlenmiştir.
Daha sonra 15 değerle insan baskısı (B4), 14 değerle kimyasal maddeler (B1) ve 9 değerle gürültü, toz ve hava
kirliliği (B3) sıralanmaktadır.
6. Belirlenen baskı unsurlarının, değerlendirme uç noktalarına yaptığı değişimlerin izlenebilmesi için çeşitli
ölçüm önerileri getirilmiştir. Bunlar; ürün rantının izlenmesi ve toprak özelliklerinin ölçümü, vejetasyon yapısının
izlenmesi, topografyanın ve yapay göl formasyonlarının izlenmesi, su seviyesi, debi ölçümü, kimyasal analizler ve
izleme, SO2 ve NO2 ölçümleri ile yöre halkı üzerine etkileri, suni gelişim problemleridir.
Kazdağları bölgesi için yürütülen ekolojik risk değerlendirme çalışmasıyla, sorunlar ortaya konulmuş,
kavramsal model oluşturularak daha sonraki çalışmalar için bilimsel bir altlık hazırlanmıştır. Bu altlık yönetim
kararları arasında seçim yapılabilmesi için de bilimsel bir temel oluşturmaktadır.
A Modelling For Assessment Of Open Cast Mining In Ida Mountains In Terms Of Conservation And Usage
Balance
“Human health and welfare ultimately rely upon the life support systems and natural resources provided by
healthy ecosystems.” (USEPA, 1995)
Mining, one of the most important sectors of the economy, is an activity that meets energy and raw material
needs of industry which are necessary for socio-economic development of the countries. As population grows and
technology advances, the demand of nations’ natural resources increases gradually. It becomes necessary to operate
the mines and this brings a variety of ecological degradation issues.
The World Commission on Environment and Development, which is best known for developing the broad
political concept of sustainable development, published its report Our Common Future in April 1987. In this report,
it has been specified that ensuring balance between environmental development and economic development is
needed and the growth needs to be "sustainable” as a way out for humanity in response to environmental problems
which become increasingly severe. Defining environmental problems, involving pressing issues such as risks
associated with industrial activities, has become important for the last few decades. The first studies about risk
assessment were carried out on various issues since the 1970s by USEPA. It has made publications with regard to
risk management and process. (USEPA, 1989; 1991; 1992; 1994; 1995; 1996 a,b; 1997; 1998 a,b; 2000; 2004).
These publications form an important basis for risk analyses. In this study it has been aimed to identify the risks
which may arise as a result of possible mining activities in Ida Mountains region which is under protection with its
national park, important plant area, natural conservation area and GMZs (Gene Management Zones). In the research,
ecological risk assessment matrices were created for the sample areas and the risks were evaluated with the help of
the matrices. By specifying stressors and selecting assessment endpoints the conceptual model for Ida Mountains
were created and assessment endpoints were prioritized with the help of the hypothesis effect matrix. In conclusion,
the results and the interpretation of the results are explained as following:
1. 85 impacts have been identified for the 1st, 2nd, 3rd and 4th examined sample areas. It has been
observed that the elements of the physical environment were exposed to the maximum effect. 48 impacts have been
identified in total for physical environment. This is followed by the social environment elements with 21 impacts
and biological environment elements with 16 impacts respectively. 4 of the impacts are ranked as minor, 29 of the
impacts are ranked as moderate, 15 of the impacts are ranked as highvalue and 37 of the impacts are ranked as
severe among the determined impacts for the sample areas. 95 impacts have been identified for the 5th sample area.
49 impacts have been identified for physical environment. This is followed by the social environment elements with
21 impacts and biological environment elements with 16 impacts respectively. 4 of the impacts are ranked as minor,
38 of the impacts are ranked as moderate, 15 of the impacts are ranked as high-value and 43 of the impacts are
ranked as severe among the determined impacts in the last examined area.
2. As for main objectives of ecological management of Ida Mountains region; the conservation of biological and
faunistic diversity and the conservation of cultural values as a consequence of natural features of the area have been
envisaged in the scope of National Park, Natural Conservation Area, Important Plant Area and GMZs.
3. As for application objectives of ecological management of Ida Mountains region; preservation of 23 endemic
species which are specific to the area, conservation of 35 plant taxon endangered within the European scale,
protection of existing bird population, conservation of the region's rich underground and aboveground resources and
protection of air quality approved by the WHO (World Health Organization) have been envisaged.
4. As for stressors for the conceptual model; chemical substances, wastes noise-dust-air pollution and human
pressure have been identified. And as for assessment endpoints; agricultural areas, flora and forests, land type,
hydrological structure, air quality and social issues have been envisaged.
5. By the result of hypothesis effect matrix, it has been evaluated that the stressorwastes (B2) has the
maximum effect with the value of 16. This is followed by human pressure (B4) with the value of 15, chemicals (B1)
with the value of 14 and noise- dustair pollution (B3) with the value of 9.
6. For monitoring of the changes made to the assessment endpoints by specified stressors, a variety of
measuring proposals have been made. These are: monitoring of product rant and measuring soil properties,
monitoring of vegetation structure, topography and artificial lake formation, water level and flow measurement,
chemical analyses and monitoring chemicals, SO2 and NO2 measurements, effects on the local people and social
problems of fading industrial towns.
By ecological risk assessment studies conducted for the Ida Mountains region, issues are specified and the
help of establishing the conceptual model, a scientific base for further studies were prepared. This study may be
used as a scientific basis to make a choice between a range of management decisions
YAĞMUR Ulaş Mehmet
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doç. Dr. Aytekin ERTAŞ
: Orman Mühendisli
: Silvikültür Programı
: 2010
: Prof. Dr. Melih BOYDAK
: Prof. Dr. Hüseyin DİRİK
: Prof. Dr. H. Ferhat BOZKUŞ
: Prof. Dr. Adnan UZUN
: Yrd. Doç. Dr. Aytekin ERTAŞ
Farklı Fıstıkçamı (Pinus Pinea L.) Orijinlerinin Kuraklığa Dayanıklılığı Üzerine Araştırmalar
Bu araştırmada, farklı Fıstıkçamı (Pinus pinea L.) orijinlerinin, kuraklık koşullarına dayanıklılığını
belirleyebilmek amacıyla; doğal yayılış alanının farklı biyoiklim kuşaklarını temsil eden 4 orijinine ait fidanlar
üzerinde, kurak dönemdeki “Su Potansiyellerinin” ve “Transpirasyon Tutumlarının” analizi gerçekleştirilmiştir.
Farklı biyoiklim kuşaklarını temsilen, 4 ilden (Kahramanmaraş, İzmir, Aydın, Artvin) getirilen tohum
materyalleri ile elde edilen, (1 + 0) fidanlar üzerinde; kurak dönemdeki su potansiyelini belirleyebilmek için, Basınç
– Hacim (P – V) Eğrisi Yöntemi; transpirasyon tutumlarının analizi için ise, kontrollü ortam koşulları altında (30 ºC
sıcaklık, % 75 bağıl nem ve 1600 lüx ışık şiddetine ayarlanmış iklimlendirme dolabı), zaman içindeki dilimlerde,
transpirasyona bağlı su kayıpları ve su potansiyeli değerindeki değişimler gözlemlenmiştir.
Uygulanan iki deneysel yöntemin sonuçlarının birbiriyle örtüşmediği görülmüştür. Basınç – Hacim (P – V)
Eğrisi Analizleriyle elde edilen sıfır turgor noktasındaki ozmotik potansiyel (Ψπ0) ve tam turgor noktasındaki
ozmotik potansiyel (Ψπ100) değerlerine göre kuraklığa dayanıklılık sırası; Aydın – Artvin – Kahramanmaraş –
İzmir şeklinde olmuştur. Buna karşılık Transpirasyon Analizleriyle elde edilen stomaların tamamen kapandığı
andaki ozmotik potansiyel (Ψw2) ve stomaların tamamen kapandığı andaki oransal doygunluk (RWCII) değerlerine
göre kuraklığa dayanıklılık sırası; İzmir – Aydın – Artvin – Kahramanmaraş şeklinde olmuştur.
Bu bağlamda araştırmamızı sonuçları itibariyle şöyle özetleyebiliriz;
İki deneysel yöntemin, sonuçları açısından kendi içinde değerlendirilmesi ve birbirlerinden bağımsız olarak
ele alınması doğru olacaktır. Zira Transpirasyon Analizi deneyinde, fidanlar kontrollü atmosferik koşullarda serbest
biçimde su kaybına maruz bırakılmışlardır. Scholander Basınç Odası deneyi ise, fidanlara yaklaşık 2,5 saat boyunca
60 bar’a kadar kademeli basıncın uygulandığı bir deneydir. Bu sebeple fidanların fizyolojik açıdan tamamen farklı
davranışlar sergilemesi doğaldır.
Üzerinde çalışılan orijinlerin Emberger Klimagramı üzerinde soğuk ve serin rejyonlarda lokalize olacak
şekilde bir varyasyon göstermesi, gelecek çalışmalarda kullanılacak doğal orijinlerin, biyoiklim kuşaklarını mümkün
oldukça geniş biçimde temsil eden populasyonlardan seçilmesi ve Fıstıkçamı’nın yayılış sınırlarının daha belirgin
hale getirilmesi gerekliliğine işaret etmektedir.
Soğuk ve serin lokasyonlarda yayılış gösteren Fıstıkçamı orijinlerinin dona da dayanıklılıklarının
araştırılması halinde değerli sonuçlar elde edilebileceği kanaatine varılmaktadır. Böylece Fıstıkçamı orijinlerinin
kuraklığa ve dona dayanıklılıkları bakımından fizyolojik karakteristikleri hakkında daha net yorumlar yapılarak,
Akdeniz Havzası’nda yayılış gösteren populasyonların kullanılabileceği ve transfer edilebileceği alanlar net biçimde
ortaya konulabilecektir.
Araştırma sonuçlarına göre elde edilen orijinler arası kuraklığa dayanıklılık bulgularının, Fıstıkçamı
ağaçlandırmaları kapsamında değerlendirilmesi gerekirse; ülkemizdeki ağaçlandırma faaliyetlerinde, araştırmamızda
kullandığımız orijinlerin temsil ettikleri biyoklimatik katman da gözetilerek, benzer koşullarda ağaçlandırma
çalışmalarına konu edilmesi mümkündür. Kullanılan iki farklı deneysel yöntemin sonuçları kendi içinde
değerlendirildiğinde, belirlenen en dayanıklı orijinlere öncelik verilerek, Akdeniz Havzası dahilinde, Akdeniz
ikliminin hüküm sürdüğü, genel olarak kışı serin ve az yağışlı lokasyonlarda yapılacak ağaçlandırma çalışmalarında,
ilgili orijinlerin fizyolojik karakteristikleri bakımından değerlendirildikleri parametrelerin sayısal değerlerine göre
öncelikli olarak düşünülmesi uygun olacaktır.
Researches On Drought Resistance Of Different Stone Pine (Pinus Pinea L.) Provenances
In this study, seedlings of four provinces which are representing different bio-climatic zones of Stone pine
(Pinus pinea L.) natural distribution area, were analysed “Water Potentials” and “Transpiration Attitudes” in drought
period.
Seeds were collected from four provinces (Kahramanmaraş, İzmir, Aydın, Artvin) and one year old
container grown seedlings were used. Water potential in drought period was analysed by using Pressure – Volume
(P – V) curve method. Transpiration Attitude in drought period was examined by observing periodical water losses
and changes in water potential value under the 30ºC temperature, 75% relative humidity and 1600 lux light intensity
conditions.
Drought tolerance of provinces are differently ordered in two methods. According to the osmotic potential at zero
turgor point (Ψπ0) and full turgor point (Ψπ100) values, provinences were ordered respectively; Aydın – Artvin –
Kahramanmaraş – İzmir by the means of drought resistance. In contrast, according to the values at osmotic potential
(Ψw2) and relative saturation (RWCII) when the stomatas completely closed in Transpiration Analysis, provinences
were ordered as; İzmir – Aydın – Artvin – Kahramanmaraş.
Some conclusions are listed bellow;
Two experimental method must be divided and each method can be evaluated separately. Since seedlings
were treated to free water lose under controlled atmospheric conditions in the Transpiration Analyse method, but
seedlings were treated periodically changing pressures till 60 bars during the 2,5 hours in Scholander Pressure
Chamber method. It is resonable and inevitable that seedlings response different physiological attitudes.
Four provinces which are investigated are localised on cool and cold winter variants of Emberger
Climagram. Provinces must be represented wide bioclimatic regions on theire natural distribution areas on future
investigations.
Frost tolerance of the provinces which are cool and cold climatic regions must be investigated. Seed
harvesting and transfer zones of the Stone Pine population can be done by considering the tolerance to the drough
and frost of the provinces.
According to the our research results on the drought tolerance of the four provinces, those provinces can be
used afforestation and reforestation activities on areas where representing same bioclimatic regions. Provinces,
which have more drought tolerance in our research, must be given priority on the plantations in the Mediterranean
climatic conditions.
ORMAN ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
PEYZAJ MİMARLIĞI ANABİLİM DALI
ÇERMİKLİ Beyza
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doç. Dr. H. Sanem ÇINAR
: Peyzaj Mimarlığı
: 2010
: Yrd.Doç. Dr. H. Sanem ÇINAR
: Prof.Dr. Aytuğ AKESEN
: Prof.Dr. Aytuğ AKESEN
: Prof.Dr. Adnan UZUN
: Prof.Dr. Yahya AYAŞLIGİL
: Yrd.Doç Dr. İ.Müge ÖZGÜÇ ERDÖNMEZ
Yaya Bölgelerinde Kullanım Analizi Üzerine Bir Araştırma: Beyazıt Meydanı ve Çevresi Örneği
Kentsel ortak mekanlar olarak önem kazanan kamu alanları, kentlilerin gereksinimlerini karşılamada
önemli görevler üstlenmektedir. Günümüzde kamusal alanların simgesi haline gelen yaya bölgeleri, kent kimliği ve
kalitesi üzerinde etkin bir role sahiptir. Yaya bölgeleri; bütünüyle yayalara ayrılan, sadece hizmet ve servis
araçlarının belli saatler içerisinde ve belli kurallar dahilinde alana girişine izin verilen sokak, cadde ve/veya
meydanlardan oluşur. Bu alanlar, yayaların güven içinde gezebildikleri ve kentte yaşayan insanlara kısa süreli de
olsa nefes alma şansı tanıyan yerlerdir.
Tarihte atların ve atlı arabaların ilk kullanıldığı dönemlerden beri, ulaşımda yayaları korumaya yönelik bir
takım yaklaşımların geliştirildiği, fakat bugün bilinen anlamda ilk yaya bölgesi kavramının XX. yüzyılda ortaya
çıktığı görülmektedir. Bu kavramın ortaya çıkmasında, Sanayi Devrimi’nin etkisiyle yaşanan gelişmeler, kırsal
alanlardan kentsel alanlara göçlerin başlaması ve hızlı kentleşme olgusu etkili olmuştur. Kentler hızla geniş sınırlara
yayılarak form ve ölçek değiştirmeye başlamış, sınırları büyüyen kentlerde insanlar uzak mesafelere ulaşmak için
motorlu taşıtlar kullanmak zorunda kalmıştır. Özellikle, II. Dünya Savaşı’ndan sonra artan otomobil sayısıyla,
taşıtlar yolların tek hakimi olmuş, yayalar yollarda kendilerine yer bulamamaya başlamıştır. Ulaşım yönünde
yaşanan bu gelişmeler trafik sorunu, otopark alanı yetersizliği, hava ve gürültü kirliliği, çevrenin doğal ve toplumsal
açıdan tahribi gibi bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu nedenle, özellikle büyük kentlerde yaya
öncelikli planlama kararları alınması ve yaya bölgeleri oluşturulması zorunlu hale gelmiştir. 1960’lı yıllardan sonra
sadece kentlerde yaşayan insanları değil, kentleri de korumaya yönelik bir politika haline gelen uygulamanın,
dünyanın hemen her yerinde örneklerinin olduğu ve sayısının gün geçtikçe arttığı bilinmektedir.
Günümüzde yaya bölgeleri, fiziksel ve sembolik olarak çeşitli anlamların yüklendiği, farklı özellik ve
işlevler taşıyan alanlar haline gelmiştir. Bu alanlar; kentte yaşayan insanların yaşam tarzlarının ve kültürlerinin en
iyi şekilde gözlenebildiği, toplumsal iletişim ve bütünleşmenin kurulduğu alanlardır. Yaya bölgeleri, kentlerin
tarihsel değerlerinin vurgulanmasına ve korunmasına, turizmin teşvik edilmesine, kentlilerin rekreasyon ihtiyacını
karşılamasına, perakende ticaretin ve kentsel yeşil alan miktarının artmasına katkı sağlamaktadır.
Bu çalışmada; yaya bölgelerinin kullanım amaçları, biçimleri, kentlilerin ihtiyacını ne ölçüde karşıladıkları,
kente katkıları ve yaya bölgelerinin tasarımı ile kullanıcıların mekansal davranışları arasındaki ilişki açıklanmaya
çalışılmıştır. Bu amaçla; ülkemizde ilk yaya bölgesi örneklerinden biri olan, tarih boyunca dönemin politik,
ekonomik, teknolojik ve sosyo-kültürel koşullarına bağlı olarak farklı amaçlar için kullanılan, tarihsel, kültürel,
ticari, dini, eğitim, mimari, rekreasyonel ve turistik özellikler taşıyan ve günümüzde birçok güncel sorunu bulunan
Beyazıt Meydanı ve çevresi araştırma alanı olarak belirlenmiş ve alanda kullanım analizleri gerçekleştirilmiştir.
Tez çalışmasında ilk olarak; kentsel mekan, kamusal mekan, yaya bölgelerinin tipleri, tarihsel gelişimi,
kente katkıları ile planlama ve tasarım ilkeleri konularında literatür araştırması yapılmıştır. Daha sonra araştırma
alanı olarak seçilen Beyazıt Meydanı ve çevresine ait doğal ve kültürel veriler belirlenmiş, alanın önemli yapıları ile
geçmişten günümüze geçirdiği fiziksel değişim incelenmiştir. Alanda yaya kullanım analizlerinin
gerçekleştirilebilmesi için “Gözlem”, “Mekansal Dizin (Space Syntax)” ve “Anket Yöntemi” olmak üzere üç farklı
yöntemle çalışılmıştır.
Gözlem yönteminde; mevsimsel farklılıkların ve günler arasındaki değişimlerin kullanıcı tercihlerinde ne
gibi farklılıklara yol açtığını açıkça ortaya koymak amacıyla yaz ve kış mevsimlerinde, hafta içi ve hafta sonu birer
gün ve birbirini takip eden beş farklı saat diliminde gözlemler yapılmıştır. Elde edilen veriler; yaş grubu, cinsiyet ve
aktivite değişkenleriyle tablolaştırılmış ve Autocad programı yardımıyla haritalara işlenerek “Mekansal Davranış
Haritaları” ortaya çıkarılmıştır. Burada temel alınan nokta ise; yaya bölgelerinde var olan sosyal yaşamı anlama ve
bunun fiziksel çevreyle olan ilişkisini analiz etme düşüncesi olmuştur.
Mekansal dizin yöntemiyle; alandaki hareketliliğin ve ulaşılabilirliğin ölçülmesi amacıyla, Arcview
programının bir uzantısı olan Axwoman yazılımı kullanılarak “Mekansal Bütünleşme Haritaları” hazırlanmıştır.
Alan eğimli bir arazi yapısı gösterdiği için, burada oluşturulan haritada topoğrafik farklılıkların yansıtılması oldukça
önem taşımıştır. Bu nedenle; yönteme yeni bir yaklaşım getirilerek, alanda arazi formu gözetilerek ve gözetilmeden
iki ayrı Bütünleşme Değeri Haritası hazırlanmıştır. Bu şekilde; alanda yoğun ya da seyrek kullanılan mekanlar
saptanmış, kullanıcıların mekansal tercihleri ve hangi aksları güzergah olarak seçtikleriyle ilgili matematiksel
verilere ulaşılmıştır. Burada temel alınan nokta ise; alanın morfolojik dokusu ile yaya hareket modeli arasında ilişki
kurulması olmuştur.
Anket yöntemiyle ise; kullanıcıların algı, memnuniyet, beklenti ve istekleri belirlenmeye çalışılarak ve elde
edilen veriler SPSS (Statistical Package for the Social Science) programı yardımıyla yorumlanmıştır. Beyazıt
Meydanı ve çevresinde yapılan anket çalışması, rastgele seçilen 100 katılımcı ile yüz yüze görüşülerek
gerçekleştirilmiş ve alan üzerindeki kullanımların mevsimsel farklılık göstermesi nedeniyle Ağustos 2008-Ocak
2009 tarihleri arasında yapılmıştır. Elde edilen sonuçlar, MS Word ve Excel programı yardımıyla hazırlanan tablo
ve grafiklerle değerlendirilmiştir. Sorular arasında ilişki bulunup bulunmadığı ise, Ki-kare Testi ile sorgulanmıştır.
Yöntemler sonucu Beyazıt Meydanı ve çevresi ile ilgili elde edilen veriler, birbiri ile karşılaştırılmış, her bir
yöntemin eksik yönü diğer yöntemlerden elde edilen verilerle tamamlanmış, bu kapsamda yöntemlerin birbirleriyle
tutarlılıklarının ve alan için uygunluklarının sınanması mümkün olmuştur. Uygulanan yöntemler, alanın daha detaylı
anlaşılmasına ve alanla ilgili daha sağlıklı analiz edilmesine imkan sunmuştur. Çalışmada elde edilen tüm bilgiler
birlikte değerlendirilerek, araştırma alanı ile ilgili sorunlar ve çözümler ortaya koyulmuş, planlama ve tasarım ile
ilgili öneriler getirilmiştir.
Çalışma sonucunda; alanın tarihsel yapısı ve önemli değerleri göz önüne alınarak, yaya bölgesi
standartlarına, planlama ve tasarım kriterlerine uygun bir şekilde yeniden yapılandırılması gerekliliği ortaya
çıkmıştır. Alanda; mekansal kullanımları destekleyen, teşvik eden, ziyaretçilerin alanda her türlü aktivitede
bulunabilmesini sağlayan ve alanın mekansal kimliğini vurgulayan yaya öncelikli planlama ve tasarımlara ihtiyaç
vardır.
Tez çalışmasında, örnek alan olarak seçilen Beyazıt Meydanı ve çevresinde yapılan kullanım analizleri
sonucunda üretilen çözümlerin, yapılacak planlama ve tasarım çalışmalarına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Çalışma kapsamında kullanılan yöntemlerin ve geliştirilen yaklaşımların, yaya bölgeleri ile ilgili yapılacak benzer
araştırma konularına analitik bir temel oluşturacağına ve farklı araştırma konuları gündeme getirerek, ileride
yapılacak bilimsel incelemelere ışık tutacağına inanılmaktadır. Ülkemizde yapılacak çalışmalarda, kentin sembolü
haline gelen, kentsel mekanı iyileştiren, kentlinin tüm gereksinimlerine cevap veren yaya bölgelerinin planlanması
ve tasarlanması, dünyada yapılmış örneklerle yarışır çağdaş kullanımları beraberinde getirecektir.
A Research on the Usage Analysis of The Pedestrian Zones:The Case of Beyazıt Square and Its Environment
Public spaces that are important as urban common places take important tasks to meet the requirements of
the people of the city. Pedestrian zones are the symbol of the public spaces today and have an effective role on the
identity and quality of the cities. Pedestrian zones consist of the streets, avenues and/or squares where only service
vehicles can enter within certain hours and under certain rules. These areas are places where the pedestrians walk
around without fear and where city people have a chance to take even a short breath.
Since historic eras where the horses and horse carts were first used, there were some approaches to protect
the pedestrians in transportation but the present concept of pedestrian zone emerged in the XXth century. In the
emergence of the concept, the developments under the influence of the Industrial Revolution, start of migrations
from the countryside to the urban areas and fast urbanization were effective. The cities fastly expanded to broad
borders and started to change their scales and the people in the expanding cities had to use motor vehicles to reach
far distances. Especially, with the number of cars increasing after the world war II, vehicles became dominant in the
roads and pedestrians had difficulties to find space in the roads. This transportation problems brought in its train
some other problems like the lack of car parks, air and noise pollution, natural and social destruction of
environment. Therefore, especially in big cities it has been obligatory to take pedestrian oriented planning
resoloutions in big cities and to created pedestrian zones. After 1960s the practice has become a policy to protect not
only the people living in the cities but also the cities themselves and it is known that the practice exists in almost
every part of the world and the number is counting.
The modern pedestrian zones have become areas with different properties and functions and with various
physical and symbolic meanings. These areas are the places where the living styles and cultures of the people living
in cities are observed in the best way and where social communication and integration are established. Pedestrian
zones contribute to the emphasize and protection of the historic values of the cities, to the encouragement of
tourism, to meet the recreation needs of the city people and to the increase of the retail trade and urban green areas.
This study aims to reveal the usage purposes of the pedestrian zones, their shapes, how far they respond to
the needs of the city people, their contribution to the city, design of the pedestrian zones and the relations with the
space related behaviour of the users. Therefore, Beyazıt Square and its environment have been determined as the
research areas and the usage analysis have been conducted in the area as the Beyazıt Square is one of the first
pedestrian zone samples in our country, it was used for various purposes depending on the political, economic,
technological and socio-cultural conditions of the period ad it has touristic, cultural, commercial, religious,
educational, architectural, recreational and touristic properties.
In the study, first the literature search has been made on the urban space, public space, types of the
pedestrian zones, their historic development, their contribution to the cities and planning and design principles. Then
the natural and cultural data of the Beyazıt Square and its environment, which was chosen as the research area, have
been determined and the important areas of the space and its physical change from the past to present has been
studied. In order to realize the pedestrian usage analysis in the area to be made, three different methods have been
used: “Observation”, “Space Syntax” and “Survey Method”.
In observation method, in order to clearly reveal what differences make the seasonal differences and
changes between days in the user preferences, observations have been made in five different successive time zone
one day each in weekdays and weekends. The data obtained have been organized in tables with the variables of age
group, sex and activity and the “Spatial Behaviour Maps”. The basic point here is the idea to understand the social
life in the pedestrian zones and to analyize the its relations with the physical environment.
With the spatial directory method, in order to measure the activitiy and accessibility in the field, “Spatial
Integration Maps” have been prepared by using the Axwoman software which is an extension of the Arcview
program. Since the area showed an inclined land, it has been very important to reflect the topographical differences
in the map created in there. Therfore, a new approach has been introduced to the method, two different Spatial
Integration Maps have been prepared by observing and not observing the land form in the field. This way, the
intensively used and rarely used spaces have been determined and mathematical data has been reached regarding the
spatial preferences of the users and the axes they chose as route. The basic point here has been the morphological
texture of the field and the relation between the pedestrian and the action model.
With the survey method, it has been attempted to determine the perception, satisfaction, expectation and
wishes of the users and the obtained data has been interpreted with the aid of SPSS (Statistical Package for the
Social Science) program. The survey conducted in Beyazıt Square and its environment has been carried out with
face to face meeting with randomly selected 100 participants and the meetings were held between August 2008January 2009 since the area uses show seasonal differences. The data obtained has been evaluated with the table and
graphics prepared with the help of the MS Word and Excel program. Ki-square test has been used to examine
whether there is relation between questions.
As a result of the methods, the data obtained regarding the Beyazıt Square and its environment has been
compared and the shortcomings of each method have been completed with the data obtained from other methods
and it has been possible to test the consistency of the methods and their compliance with the field. The methods
applied enabled more detailed understanding of the field and more healthy analysis of the field. All information
obtained in the study have been jointly evaluated and the problems and solutions regarding the study area have been
put forward and suggestions have been made regarding the planning and design.
In the end of the study, it has been revealed to restructure the area in accordance with the pedestrian
standards, planning and design criteria by considering the historic structure and important values. In the field, there
is need for priority planning and designs supporting and encouraging the spatial use, allowing all kinds of activities
in the area by the visitors and emphasizing the spatial identity of the field.
In the thesis, it is thought that the solutions generated as a result of the usage analysis in Beyazıt Square and
its environment that are selected as the sample area will contribute to the planning and design works. It is believed
that the methods used and approaches developed under the scope of the study will shed a light to the future scientific
studies by creating an analytical basis to the similar research areas and bringing different research subjects to the
agenda. Planing and desiging pedestrian zones in our country that become symbol of the city, improve the urban
space and respond to the requirements of the city people will open the path for modern usages competing with the
examples in the world.
ŞENKAYNAK Pınar
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Hakan ALTINÇEKİÇ
: Peyzaj Mimarlığı
: 2010
: Prof. Dr. Hakan ALTINÇEKİÇ
: Prof. Dr. Adnan UZUN
: Prof. Dr. Yahya AYAŞLIGİL
: Prof. Dr. Mesut HASDEMİR
: Yrd. Doç. Dr. İ. Müge ÖZGÜÇ ERDÖNMEZ
Yaya Bölgelerinin Kentsel Peyzaj Planlama Açısından Önemi Ve İstanbul’daki Bazı Örneklerin
İncelenmesi
Yaya ulaşımı, dünya üzerindeki ilk ulaşım tipidir. Farklı ulaşım tiplerinin ortaya çıkmasıyla zaman
içerisinde çeşitli ulaşım biçimleri arasında bazı sorunlar ortaya çıkmış ve günümüzde yayalar için ayrı yollar ya da
bölgelerin ayrılması zorunlu hale gelmiştir. Yaya bölgesi, taşıt ve yaya trafiğinin yoğun olduğu şehrin merkezinde
veya gerekli başka bir yerinde yayalara daha güzel ve daha güvenli ortam sağlamak amacı ile şehrin mimari yapısını
bozmadan, taşıt trafiğine kapatılan, yalnız yaya trafiğine açılan yol veya mekanlardır.
Bu araştırmada, İstanbul İli’nin Avrupa ve Anadolu yakalarından seçilen üç yaya bölgesi üzerinde
çalışılmıştır. Bu yaya bölgelerinden, İstiklal Caddesi ve Ebüzziya - İstasyon Caddesi, İstanbul’un Avrupa yakasında,
Bahariye Caddesi ise Anadolu yakasında yer almaktadır. Bu araştırmanın amaçları İstanbul’daki üç önemli
yayalaştırılmış caddedeki planlama ve tasarımın ne ölçüde başarılı olduğu, bu yaya bölgelerinin kentsel planlama ile
ilişkili olarak öneminin vurgulanması, çevresine etkilerinin araştırılması, tercih edilme nedenleri, kullanım amaçları,
kullanıcıların ihtiyaçlarına ne ölçüde cevap verebildiği, bu yaya bölgelerinin yaşamakta olduğu temel sorunlar ve
planlamasından kaynaklanan genel eksikliklerin belirlenmesi olarak özetlenebilir.
Genel olarak bakıldığında bu araştırmada İstanbul’daki üç önemli yaya bölgesinin detaylı bir analizi yapılarak
kullanıcılar ve planlama kriterleri çerçevesinde ülkemizde ve İstanbul’da “yaya bölgesi” kavramının algılanış biçimi
ve güncel uygulamaların değerlendirmesi hedeflenmiştir.
The Importance of the Pedestrian Areas In Terms Of Urban Landscape Planning And The
Examination Of Some Examples In İstanbul
Pedestrian transportation is the first transportation type in the world. With the emergence of different
types of transport over time, some problems between the various forms of transportation occoured and today trafficfree streets or zones for pedestrians has become mandatory. Pedestrian zone is a street or an area, aiming to provide
more elegant and safer places for pedestrians in the city centers or within the city.
In this study, three pedestrian areas selected from Anatolian and European sides of İstanbul has been
worked on. İstiklal Street and Ebuzziya - İstasyon Streets are located on the European side of İstanbul and Bahariye
Street is located on the Anatolian side of İstanbul. This study aims to determine the success and performance of the
planning and design of the chosen pedestrian areas, to emphasize the importance of these areas related to urban
planning, to examine the effects of these areas to its own environment, preferability reasons, usage purposes, to what
degree provides the needs of the users, essential problems the pedestrian areas face and the main deficiencies based
on the planning process.
Generally considering, detailed analysis of three major pedestrian zones in İstanbul was performed and
within the framework of users and planning criterias in our country and in İstanbul, the perception of pedestrian
zone concept and the evaluation of the current applications were aimed.
ÖZÇELİK Melek
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yard. Doç. Dr. Ayça Yeşim Çağlayan KAPTANOĞLU
: Peyzaj Mimarlığı
: 2010
: Yard.Doç.Dr. A. Yeşim Çağlayan KAPTANOĞLU
: Prof. Dr. Adnan UZUN
: Yard. Doç. Dr. Nurgül ERDEM
: Yard. Doç. Dr. İ. Müge Özgüç ERDÖNMEZ
: Doç. Dr. Hakan YENER
Peyzaj Mimarlığında Üç Boyutlu Modelleme Tekniğinin Görsel Değerlendirmede Kullanımı
Soyut bir düşünceyi somut ve görsel hale getirebilen üç boyutlu bilgisayar modelleme programları, peyzaj
mimarlığı meslek disiplininde sıkça kullanılmaktadır. Bu çalışmada da üç boyutlu bilgisayar modelleme programı
arayüz olarak kullanılarak, kaynak (mekan) ile alıcı (hedef kitle) arasındaki ilişki ölçülmüştür.
Yürütülen bu çalışmada, kullanılan değişkenlerin çokluğu ve bu değişkenlerde detaya inilmesi
zorunluluğu nedeni ile seçilecek örnek alanın büyük tutulmaması gerekliliği ortaya çıkmış, bu nedenle de bir toplu
konut alanının bir bölümünde değerlendirme yapılmıştır.
Belirlenen toplu konut alanının mevcut durumu, bilgisayar modelleme programı ile üç boyutlu hale
getirilmiştir. Kaynak ile alıcı arasındaki ilişkiyi ölçmek için de dört adet değişken belirlenmiş olup, bu değişkenler
ile oluşturulan görüntü kareleri kullanıcılara sunularak, görüntüler hakkındaki görüşleri alınmış ve algıları
incelenmiştir.
İnceleme sırasında iki aşamalı yöntem kullanılmış olup, birinci aşama bilgisayar yardımı ile sayısal
verilerin oluşturulması, ikinci aşama ise bu oluşturulan verilerin kullanıcılar üzerindeki etkisinin irdelenmesidir.
Çalışmada, görüntü karesi oluşturmada etken olan değişkenler ve mekana ait fiziksel değişkenlerin,
algısal değişkenler ile arasındaki bağımlılık ilişkisi irdelenmiştir. Bir mekandan görüntü karesi oluşturulurken hangi
değişkenlerin render (görüntü karesi) üzerinde etkili olduğu, hangi durumlarda değerlendirmeye alınamadıkları ve
hangileri ile bağımlılık ilişkisi olduğu gözlenmiştir.
Sonuçta üç boyutlu bilgisayar modellemeler, peyzaj tasarım ve düzenleme çalışmalarında, kaynak ile alıcı
arasındaki ilişkiyi kurmada yardımcı araç olarak görev almaktadır. Bu çalışma, benzer fiziksel özellikler sergileyen
mekanlarda etkili görüntü kareleri oluşturulması için hazırlanmış bir yöntem çalışmasıdır.
Using of 3D Modelling Technique on Visual Assesment In Landscape Architecture
3D computer modelling programmes, which can turn an abstract thought into a palpable and visual form,
are frequently used in the discipline of landscape architecture. In this study, the relation between the source (place)
and receiver (target group) were measured by using 3D computer modelling programme as interface.
In this study, it was required that the chosen sample area should not be large due to the abundance of
variables which are used and the necessity to descent to details in those details. For this reason, evaluation was made
in a specific part of the housing area.
Current status of determined housing area was converted to 3D by using computer modelling program. Four
variables had been determined in order to measure the relation between source and receiver. The image frames
which were formed by such variables were submitted to the users, their opinions about the images were taken and
their perceptions were scrutinized.
A two-phase method was used during the examination. First phase was to form digital data by using the
computer and second phase was to scrutinize the effect of the formed data on the users.
In this study, the dependency relationship between the variables which are effectual in forming image
frames, physical variables pertaining to the place and the perceptional variables were scrutinized. It was examined
which variables were effective on render (image frame), in which conditions they could not be evaluated and with
which of them there was a dependency relation when an image frame was formed from a place.
As a result, 3D computer modelling acts as an assistant tool to form the relation between source and
receiver in landscape design and arrangement studies. This is a method study which was prepared to form effective
image frames in places which display similar topographic characteristics.
KIRCA Simay
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Hakan ALTINÇEKİÇ
: Peyzaj Mimarlığı
: 2010
: Prof. Dr. Hakan ALTINÇEKİÇ
: Prof. Dr. Ömer KARAÖZ
: Prof. Dr. Hüseyin DİRİK
: Prof. Dr. Adnan UZUN
: Yrd. Doç. Dr. İ. Müge ÖZGÜÇ ERDÖNMEZ
Belgrad Ormanı (İstanbul) Çevresinde Peyzaj Devamlılık Değerlerinin Belirlenmesi Üzerine
Araştırmalar
Tüm dünyada hızlı nüfus artışının beraberinde getirdiği kentleşme, endüstrileşme ve altyapının gelişimi
olgularıyla birlikte doğal ve kültürel peyzajlarda yaşam alanlarının parçalanmasından (fragmentasyon) yok olmasına
kadar uzanan süreçler, peyzaj ekolojisi ve peyzaj planlama alanlarında ana konular haline gelmişlerdir. Yaşam
alanlarının parçalanması; delinme (perforation), bölünme (dissection), parçalanma (fragmentation), küçülme
(shrinkage) ve eksilme (attrition) olarak belirtilen alansal dönüşüm süreçleriyle ifade edilebildiği gibi, peyzaj
desenleri de bozulmamış (intact), çeşitli (variegated), parçalanmış (fragmented) ve kalıntı (relict) olarak
sınıflandırılabilmektedir. Bu şekilde sınıflandırılmış peyzajlar arasındaki bağlılık ve devamlılık derecesinin
belirlenmesinin peyzaj planlama çalışmaları açısından gerekliliğinin anlaşılması üzerine; populasyonların
etkinlikleri daha ayrıntılı olarak incelenmiş, peyzaj sınır modeli (Landscape Contour Model), ada modeli (Island
Model), leke-matris-koridor modeli (Patch-Matrix-Corridor Model) ve değişkenlik modeli (Variegation Model) gibi
başlıca modellerle peyzajlar tanımlanmıştır. Yaşam alanlarının parçalanma düzeyi ve populasyonların etkinlikleri
göz önünde bulundurulduğunda, peyzaj devamlılığını destekleyici doğal yaşam koridorları (Wildlife Corridors),
adım taşları (Stepping Stones), yumuşak matris (Soft Matrix) gibi çok sayıda yöntem günümüzde peyzaj planlama
çalışmalarında kullanılmaktadır. Bugüne kadar peyzaj devamlılığı ve bağlılığı üzerine yapılan çalışmalar, yapılaşmış
alanların peyzaj parçalanması konusunda ana belirleyici etmenlerden biri olduğuna işaret etmektedir. Bu nedenlerle
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından, yapılaşmış alanların yeşil alanlar üzerindeki etkisinin
değerlendirilmesi amacıyla “Peyzaj Devamlılık Analizi” (Landscape Continuity Analysis) yönteminin esasları
ortaya konmuş ve global ölçekte peyzajların devamlılığı değerlendirilmiştir. Daha sonra bu analiz global ölçekten
ülke ölçeğine kadar indirgenerek daha da geliştirilmiş ve sonuçları günümüzde çeşitli planlama çalışmalarının
önemli altlıklardan biri durumuna gelmiştir.
Bu araştırma ile, İstanbul için önemli bir doğal ve rekreasyonel kaynak özelliği gösteren Belgrad Ormanı
çevresi ve içindeki farklı alan kullanım tiplerinin peyzaj devamlılığına yaptıkları etkinin “Peyzaj Devamlılık
Analizi” ile belirlenmesi amaçlanmıştır. Analize uygun olarak: (1) Alan kullanım tipleri belirlenmiş; (2) kullanım
yoğunluğu ve çevresel etkilerine göre bunlar sınıflandırılmış; (3) bunlara ağırlık değerleri verilmeden ve verilerek
peyzaj devamlılık değerleri belirlenmiştir. Böylece, ilk defa yüksek detay düzeyinde ve küçük alanlarda Peyzaj
Devamlılık Analizinin kullanılabilirliği ile farklı senaryolara göre peyzaj devamlılık değerinde olabilecek değişimler
araştırılmıştır. Ayrıca yapılaşmış alanların yeşil alanlar üzerindeki etkisi “yüksek düzeyde”, “orta-yüksek düzeyde”
ve “düşük-orta düzeyde” olmak üzere 3 etki alanı tipine göre belirlenmiştir. Bu etki tiplerine maruz kalan alanlar ile
orman amenajman planlarında belirlenen işletme sınırları içindeki alanlar çakıştırılarak işletme amaçları ile
yapılaşmış alanların etki düzeyleri arasındaki ilişki değerlendirilmiştir.
Bu çalışmada, Peyzaj Devamlılık Analizi sonucunda belirlenmiş olan peyzaj devamlılık değerlerine ait ana
bulgular şunlardır:
Farklı yapılaşmış alan kategorilerine ağırlık değerleri verilerek yapılan analiz sonucunda elde edilen
peyzaj devamlılık değeri; ağırlık değerleri verilmeden yapılan analize göre 3,42 kat daha artmıştır. Buna göre,
ağırlık değerleri verilerek yapılan peyzaj devamlılık analiziyle alan kullanım tiplerinin etki alanlarına ait daha doğru
sonuçlara varıldığı belirlenmiştir.
Ağırlık değerleri verilmeden yapılan peyzaj devamlılık analizi sonuçlarına göre yapılaşmış alanların yeşil
alanlara maksimum uzaklığı 0,143 km, ağırlık değerleri verilerek yapılan analiz sonuçlarına göre ise maksimum
etkin uzaklık 0,475 km’dir.
Yapılaşmış alanların; alansal büyüklükleri, alan içindeki dağılımları ve alan kullanım tiplerinin çevresel
etkilerine bağlı ağırlık değerleri peyzaj devamlılık değerini doğrudan etkilemektedir.
Peyzaj devamlılık analizinin hassasiyeti alanın büyüklüğü ve seçilen detay düzeyine göre değişmektedir.
Farklı senaryolara göre yapılan peyzaj devamlılık analizlerine göre; rekreasyon alanları ile 2B alanları peyzaj
devamlılığına olumsuz etki yapmaktadırlar. Ancak bu alan kullanım tiplerinin çevresel etkileri üzerine arazi ve
uzaktan algılama çalışmalarına dayanan daha detaylı araştırmaların yapılması gerekmektedir. İşletme ömrünü
tamamlamış maden alanlarının restore edilmesi ise peyzaj devamlılık değerinin %30,9 oranında artmasını
sağlayacaktır. Fakat, bu, maden alanlarının restorasyonu sonucu elde edilebilecek ekolojik başarıyı (tür çeşitliliği,
toprak rejenerasyonu, vb.) yansıtmamaktadır.
Araştırma alanının %62’si yüksek düzeyde, %27,9’u orta-yüksek düzeyde ve %10,1 düşük-orta düzeyde
etki altındadır.
Araştırma alanındaki orman alanlarının %45,1’i yüksek düzeyde, %39,5’i orta-yüksek düzeyde ve %15,3’ü
düşük-orta düzeyde etki altındadır.
Araştırma alanı orman amenajman planlarında yer alan başlıca işletme sınıflarından üretim ormanlarının
%82,2’si, toprak koruma ormanlarının %84,8’i, su koruma ormanlarının %74,5’i ve peyzaj koruma ormanlarının
%96,9’u yüksek ve orta-yüksek düzeyde etki altındadır.
Orman amenajman planlarında yer alan işletme sınıfları ile yüksek, orta-yüksek ve düşük-orta düzeyde etki
altında olan alanlar karşılaştırıldığında, mevcut durum ile işletme amaçlarının çoğu durumda örtüşmediği
görülmektedir.
Peyzaj devamlılık analizi sonucunda elde edilen bulgular; bu analizin peyzaj planlama çalışmalarında yeşil
alanların parçalanması ve değişimini minimum düzeyde tutacak alternatif alan kullanım kararlarının geliştirilmesi ve
karşılaştırılmasında, diğer altlıkları destekleyici önemli bir altlık olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Gerekli
olan altlıkların oluşturulmasının ardından analizin kolaylıkla uygulanabilmesi özelliğinden dolayı yöntem, planlama
çalışmalarında zaman ve maliyeti düşürücü rol oynayabilecektir. Ayrıca, bu analizin farklı alanlarda da yapılan
planlama çalışmalarında (örneğin orman amenajman planlarının hazırlanması ve doğa koruma alanlarının
planlaması gibi) kullanılması alınan plan kararlarının doğruluklarının ve eksikliklerinin değerlendirilmesi açısından
oldukça önemli olacaktır.
Research on the DetermInatIon of Landscape ContInuIty Value Around Belgrade Forest (Istanbul)
Global rapid population growth brought about the urbanization, industrialization and development of
infrastucture with the processes reaching from habitat fragmentation to habitat loss in natural and cultural
landscapes, which has become major issues in landscape ecology and landscape planning studies. Yet habitat
fragmentation might be expressed with spatial land transformation processes as perforation, dissection,
fragmentation, shrinkage and attrition, landscape patterns might also be classified as intact, variegated, fragmented
and relict. Following the recognition of the need to determine the connectivity and continuity degree of such
classified landscapes in aspect of landscape plannig studies, the population behaviors have been studied in more
detail, which led to the definition of landscapes with some basic models like landscape contour model, island model,
patch-matrix-corridor model and variegation model. Considering the levels of habitat fragmentation and population
behaviors, various methods like wildlife corridors, stepping stones and soft matrix are used today in landscape
planning studies to encourage landscape connectivity. The implemented studies on landscape continuity and
connectivity indicate that built-up areas are one of the major causes of landscape fragmentation. Therefore the basic
pinciples of “Landscape Continuity Analysis” were introduced so as to assess the effects of built-up areas on green
areas by United Nations Environment Programme (UNEP) and the continuity of landscapes were interpreted in a
global scale. Subsequently, the analysis was developed and applied in a country scale and the results have become
one of the important elements of landscape planning studies.
The determination of the effect of different land use types on landscape continuity around and inside
Belgrade Forest, which manifests itself as a natural and recreational source for Istanbul, by use of “Landscape
Continuity Analysis” was aimed with this research. In accordance with the analysis: (1) Land use types have been
determined; (2) they have been classified due to their usage density and environmental impacts; (3) landscape
ontinuity values have been determined without assigning and with assigning wieghts to each category of built-up
area. Thus, the availabilty of Landscape Continuity Analysis in high detail level and relative small areas have been
invesitgated for the first time, and the possible changes according to different scenarios in landscape continuity
value have been determined.
Moreover, the effects of built-up areas on green areas have been identified according to three impact zones
as “high impact”, “medium-high impact” and low-medium impact”. The areas exposed to aforesaid impact zones
have been superposed with the management classes of these areas determined in forest management plans and the
relationship between the management targets and impact levels have been assessed.
The main results concerning the landscape continuity values acquired with the application of Landscape
Continuity Analysis are as follows:
Landscape continuity value, acquired with the assignment of weights to different categories of built-up
areas, increased 3,42 times of the acquired value without assigning weights. In respect to the results, it has been
determined that the application of landscape continuity analysis by assigning weights offers more realistic results on
the impact zones of built-up areas.
According to the results of landscape continuity analysis applied without assigning weights to the built-up
areas, the maximum distance of a built-up area to a green area is 0,143 km, while it is 0,475 km as the weights are
assigned.
The spatial extent and distribution of built-up areas have a direct affect on landscape continuity value, so as
the assigned weights according to the environmental impacts of each category of built-up areas.
The sensitivity of landscape continuity analysis varies due to the extent of study area and preferred detail
level.
According to different scenarios, recreation areas and 2B areas have a negative impact on landscape
continuity. However, more knowledge has to be improved on the environmental effects of these land-use types
based on field and remote sensing studies. On the other hand, the restoration of passive quarries in study area would
increase the landscape continuity value by 30,9%. Yet, this does not reflect the ecological success (species diversity,
regeneration of soil structure, etc.) that would be achieved after restoration practises.
62% of the study area is under high impact, while 27,9% is under medium-high impact and 10,1% is under
low-medium impact.
The 45,1% of forest land in study area is under high impact, while 39,5% is under medium-high impact and
15,3% is under low-medium impact.
The 82,2% of wood production forests, 84,4% of soil protection forests, 74,5% of water protection forests
and 96,9% of landscape protection forests, which are the major management classes in forest management plans, are
under high and medium-high impact.
As the forest management classes and the spatial distribution of the areas under high, medium-high and
low-medium impact are compared, an inconsistency is evident between actual situation and management targets in
most cases.
The obtained results indicate the compatibility of landscape continuity analysis as a supplementary tool in
decision making processes by the development and comparison of alternative land-use options in landscape planning
studies, aiming to prevent the fragmentation and alteration of green areas as minimum as possible. The method
would be accepted as a time-sparing and cost-reducing factor in planning studies, since it is easily applied after landcover maps are prepared at the relevant resolution.
Furthermore, the application of this method in different scales of planning studies (preparation of forest
management plans, planning of nature conservation areas, etc.) would play an important role by the assessment of
taken decisions and their positive and negative sides.
KİMYA ANABİLİM DALI
DİNÇ Yasemin
Danışman
Anabilim Dalı
Programı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Refiye YANARDAĞ
: Kimya
: Biyokimya
: 2010
: Prof.Dr. Refiye YANARDAĞ
: Prof.Dr. Nuriye AKEV
: Prof.Dr. Ayşen YARAT
: Prof.Dr. İnci ARISAN-ATAÇ
: Prof.Dr. Ayşe YUSUFOĞLU
Üreaz Enziminin Bazı Bitkiler Tarafından İnhibisyonu
Bitkiler binlerce yıldan beri tedavi amacıyla kullanılmaktadır. Bugün sağlık alanında halk ilaçlarının yerini
sentetik ilaçların almasına karşın, dünyanın birçok yerinde doğal ve bitkisel ilaçların kullanılışı hala yaygınlığını
sürdürmektedir. Ancak bitkisel halk ilaçlarının bilimsel yönden araştırılarak olumlu ve olumsuz etkilerinin
araştırılması halk sağlığı bakımından yararlı olacaktır.
Ülkemizde bitkilerde doğal olarak bulunan enzimler tıpta, sanayide ve daha birçok alanda kullanılmaktadır.
Üreaz, hem hayvan, hem bitki, hem de mikroorganizmalarda bulunan azot metabolizmasının önemli
enzimlerindendir. Üreaz inhibitörleri çeşitli hastalıklarda yaygın olarak kullanılmaktadır.
Bu çalışmamızda; sağlık alanında özellikle diüretik etkili, gastrointestinal sistem ve böbrek
rahatsızlıklarında kullanılan çeşitli bitki ekstrelerinin üreaz enzim aktivitesi üzerine inhibisyon etkileri
araştırılmıştır. Bu amaçla bu bitkilerden hazırlanan sulu ve etil alkollü ekstrelerinin, ilaç fabrikalarından elde edilen
ilaç etken maddelerinin ve bazı organik ve anorganik maddelerin üreaz aktivitesi üzerine inhibitör etkileri analiz
edildi.
Elde edilen bitki ekstreleri, ilaç etken maddeleri ve organik ve anorganik maddelerin üreaz üzerine farklı
inhibitör etki gösterdikleri saptandı.
Inhibition Of Urease By Some Medical Plants
Plants have been used for medicinal purposes thousands of years. Although synthetic drugs take place of
commun drugs in medicinal area nowadays, in most of the world, the use of natural and plants sources as drugs is
still quite widespred. Nevertheless, scientific research on the detection of positive and negative effects of commun
plant drugs will be useful for public health.
Enzymes, which occur throught plant kingdom are used in medical, industry and also other different areas.
Urease is an important enzyme of nitrogen metabolism that is found in animals.plants and also in many
microorganisms. The urease inhibitors are widely used in various diseases
In this study, different plant extracts specially used in healty area for their diuretic effect and in
gastrointestinal system and kidney diseases, are investigated for their inhibitory effect on urease activity. For this
purpose, the urease inhibitory effects of water and ethanolic extracts of the plants as well as drug active substances
and some organic and anorganic substances were analyzed.
According to the results, it was determined that the plant extracts, drug active substances and organic and
anorganic substances showed different inhibitör effects on urease.
EREN Şule
Danışman
Anabilim Dalı
: Doç. Dr. Erol ERÇAĞ
: Kimya
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Analitik Kimya
: 2010
: Doç. Dr. Erol ERÇAĞ
: Prof. Dr. Reşat APAK
: Prof. Dr. Esma TÜTEM
: Prof. Dr. Sıdıka SUNGUR
: Doç Dr. Kevser SÖZGEN BAŞKAN
Aseton Peroksit Tipi Patlayıcıların Tayininde Yeni Bir Spektrofotometrik Yöntem Geliştirilmesi
Peroksit temelli patlayıcılar triaseton triperoksit (TATP) ve hekzametilen triperoksit diamin (HMTD)
bileşikleri uzun yıllardır bilinmelerine karşın son yıllarda terörist eylemlerde sıkça kullanılır olmuş bu sebeple de
analitik tayinleri önem kazanmıştır. Kullanımının yaygınlaşması ile üzerinde çalışmaların artması ve özelliklerinin
öğrenilmesiyle birlikte daha önce temel patlayıcı sınıflarında yer almayan bu bileşiklerin literatürde birinci sınıf
patlayıcı olduklarına dair bilgiler yer almaya başlamıştır. Konvansiyonel analitik tekniklerle belirlenme güçlüğü,
güçlü ve kendiliğinden patlayıcı özelliği, yapım reçetesine ve sentezinde kullanılan hammaddelerine kolay
erişilebilmesi peroksit temelli patlayıcıların öne çıkan özellikleridir. Literatürde TATP ve HMTD’nin tayini için
spektrofotometrik tayin yöntemi mevcut değildir. Bu bağlamda bu tez çalışmasının amacı; TATP ve HMTD için
özellikle hızlı saha analizlerinde kullanılabilecek, kolay uygulanabilir spektrofotometrik bir yöntem geliştirilmesidir.
Her iki bileşik de renk reaksiyonlarına olanak verecek kromojenik veya florojenik fonksiyonel gruplar
içermemektedir. Bu sebeple geliştirilen yöntem TATP ve HMTD’nin hidrojen peroksite 4 M HCl ile
bozundurularak, anabilim dalımızda daha önce biyolojik öneme sahip birçok indirgenin (askorbik asit, hidrojen
peroksit, sistein vb.) analizinde ve CUPRAC kısa adıyla bilinen antioksidan kapasite ölçümünde kullanılan
bakır(II)-neokuproin (Cu(II)-Nc) reaktifiyle tayinini içermektedir. Yöntemin uygulanması için asidik ayrıştırmayı
takiben örnekler nötralleştirildikten sonra CuCl2, NH4Ac ve neokuproinden oluşan Cu(II)-Nc reaktifi ile reaksiyona
sokulur. Reaktifin hidrojen peroksitle indirgenmesinden açığa çıkan Cu(I)-Nc’in 454 nm’de spektrofotometrik tayini
yapılır. Aynı yöntem esas alınarak reaktif emdirilmiş Nafion katyon değiştirici membranda tutturulmuş Cu(II)-Nc’in
H2O2’e cevap verdiği spektrofotometrik bir sensör de geliştirilmiştir. Analit için molar absorptivite ve LOD:
dedeksiyon (belirtme) sınırı ile LOQ (tayin sınırı) gibi analitik özellikler şöyledir: TATP için ε= 3,45x104 L mol1cm-1, LOD 0,042 mg L-1 ve LOQ 0,14 mg L-1’dir. Nafion membranda LOD 0,20 mg L-1 ve LOQ 0,65 mg L1’dir. HMTD için ε= 4,68x104 L mol-1cm-1, LOD 0,064 mg L-1 ve LOQ 0,21 mg L-1’dir. Nafion membranda
LOD 0,19 mg L-1 ve LOQ 0,64 mg L-1’dir. Geliştirilen yöntem kil örneklerine, nitro patlayıcıları (RDX, TNT,
PETN) ve olası bazı toprak iyonlarını içeren karışımlara uygulanmıştır. Ayrıca anorganik peroksit temelli aktif
oksijen içeren toz çamaşır deterjanı varlığında HMTD’in önerilen yöntemle tayini gerçekleştirilmiş, bu amaçla
HMTD analiz öncesi asetonda çözünürlük farkıyla diğer deterjan bileşenlerinden seçimli liç işlemiyle ayrılmıştır.
Development Of A Novel Spectrophotometrıc Method For The Determınatıon Of Acetone Peroxıde – Type
Explosıves
Although peroxide−based explosives, namely triacetone triperoxide (TATP) and hexamethylene
triperoxidediamine (HMTD), have been known for quite a long time, their analytical determination has gained
importance due to their recent frequent usage in terrorist activities. These compounds which were not previously
listed among basic explosive classes have started to find wide usage and attract new studies, and as a result,
literature reports have emerged classifying them among first class explosives. Difficulties in detecting these
compounds with conventional analytical techniques, strong and spontaneous explosive characteristics, and easy
access to manufacture procedures and to reactants used in the synthesis of such explosives are the leading properties
of peroxide−based explosives. Spectrophotometric methods of determination for TATP and HMTD do not exist in
literature. In this respect, the basic aim of this thesis work is the development of a spectrophotometric procedure for
TATP and HMTD assay that is both easy and versatile, and applicable to rapid field analysis. Neither of these
compounds contain a chromogenic or fluorogenic functional group enabling colour reactions. Thus the developed
method is based on the degradation of both TATP and HMTD to hydrogen peroxide with the use of 4 M HCl,
followed by the determination of this product with the copper(II)neocuproine (Cu(II)-Nc) reagent which was
previously used in our chair of analytical chemistry for the assay of biologically important reducing agents (ascorbic
acid, hydrogen peroxide, cysteine, etc.) and for cupric reducing antioxidant capacity measurements abbreviated as
CUPRAC. For the application of the method, the acidic solution (used for analyte degradation to H2O2) is
neutralized, and reacted with the constituents of the Cu(II)-Nc reagent, namely CuCl2, NH4Ac and neocuproine.
The Cu(I)-Nc chelate emerging as the reduction product of the reagent with hydrogen peroxide is
spectrophotometrically masured at 454 nm wavelength. A related spectrophotometric sensor was developed by
impregnating the reagent to a Nafion cation exchange membrane, on which the Cu(II)-Nc responded to H2O2.
Analytical figures of merit for the analyte, such as molar absorptivity (ε) , LOD (limit of detection), and LOQ (limit
of quantification) are given as follows: for TATP, ε= 3.45x104 L mol-1cm-1, LOD= 0.042 mg L-1 and LOQ= 0.14
mg L-1. The corresponding values on a Nafion membrane are: LOD= 0.20 mg L-1 and LOQ= 0.65 mg L-1. For
HMTD, ε= 4.68x104 L mol-1cm-1, LOD= 0.064 mg L-1 and LOQ= 0.21 mg L-1. The corresponding values on a
Nafion membrane are: LOD= 0.19 mg L-1 and LOQ= 0.64 mg L-1. The developed method was applied to clay
samples, to synthetic mixtures of nitro-explosives (RDX, TNT, PETN), and of common soil ions. Additionally,
HMTD was determined by the proposed method in the presence of inorganic peroxide−based active oxygen
containing powdered laundry detergents, and for this purpose, HMTD was separated prior to analysis from the
detergent constituents by selective acetone leaching with exploiting solubility differences.
AKSU Duygu
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Hayati FİLİK
: Kimya
: Analitik Kimya
: 2010
: Prof. Dr. Hayati FİLİK
: Prof. Dr. Reşat APAK
: Prof. Dr. Esma TÜTEM
: Prof. Dr. İsmail BOZ
: Doç. Dr. Kevser SÖZGEN BAŞKAN
Sislenme Noktası Ekstraksiyonunun, Fiber-Optik Spektrofotometrisi İle Birleştirilerek Vanadyumun Tayini.
Belirli miktarlardaki vanadyum hücre büyümesi için gerekli bir elementtir. Yine de vanadyum ve
bileşikleri yüksek konsantrasyonlarda insanlar ve hayvanlar için yüksek ölçüde zehirli olabilir. Doğal sularda en
fazla bulunan vanadyum türleri V(IV) ve V(V)’ dir. Her iki türün gerekliliği ve toksik özellikleri farklı olup, bu
örneklerdeki konsantrasyonları ng ml-1 seviyesindedir. Vanadyumun toksisitesi oksidasyon basamağına bağlıdır.
V(V), V(IV)’ den daha toksiktir. Bu nedenle çevre örneklerinde ve özellikle doğal sularda vanadyumun analizi
büyük ölçüde önemlidir.
Örneklerde bulunan düşük konsantrasyondaki birçok analiti direkt olarak tayin etmek mümkün değildir. Bu
yüzden az miktardaki örnekleri tayin etmek için analiz yöntemleri ayırma ve önderiştirme teknikleri ile birlikte
uygulanmalıdır. Ayırma ve önderiştirme temeline dayanan sislenme noktası ekstraksiyonu (CPE), kullanılan yüzey
aktif maddeler sebebiyle analitik kimyada önemli ve pratik bir uygulama haline gelmektedir. Sislenme noktası
olgusu sulu çözeltide noniyonik yüzey aktif maddelerin kritik misel konsantrasyonlarının üzerinde, uygun katkı
maddelerinin eklenmesi veya sıcaklığın değiştirilmesi üzerine bulanıklık meydana gelmesi olayıdır. Yüzey aktif
maddece zengin fazın santrifüj ile ayrılmasıyla hidrofobik türler sulu çözeltiden uzaklaştırılır. Bu işlem eser
miktardaki metallerin başlıca spektroskopik analizlerinde uygun hidrofobik kompleks yapıcı maddelerle
(kompleksan) reaksiyon sonrası analitin önderişimi için kullanılır.
Önerilen bu yeni birleştirilmiş metot, sislenme noktası ekstraksiyonu (CPE) sonrası fiber optik reflektans
spektrofotometre (FORS) kullanılarak az miktardaki vanadyumun önderiştirilmesi ve analizi için geliştirilmiştir.
Sislenme noktası ekstraksiyonunun fiber optik reflektans spektrofotometresi (CPE-FORS) ile birleşme ve ölçüm
parametreleri araştırılmıştır. CP-Ekstraksiyonu yöntemine dayanarak gerçekleştirilen reaksiyonda, asetat tamponlu
ortamda askorbik asit varlığında 2-(2-Thiazolylazo)-p-Cresol(TAC) ile reaksiyonu sonrası kırmızı renkli vanadyum
kompleksi oluşur. Sulu çözeltiden vanadyumun ekstraksiyonu için noniyonik yüzey aktif madde olan Triton X-100
kullanıldı. Yüzey aktif maddece zengin olan faz organik çözücüler ile seyreltme yapılmadan 545.6nm’de portatif
fiber optik reflektans spektrofotometresi ile ölçüldü. Uygun reaksiyon ve ekstraksiyon koşulları (yüzey aktif madde
konsantrasyonu, ligand konsantrasyonu, zaman etkisi vb.) üzerinde çalışıldı. Uygun koşullarda,vanadyum için
çizilen kalibrasyon grafiği lineer çalışma aralığı 0.03-0.51 mg L-1 arasında ve limit tayin değeri 0.02 mg L-1 ’dir.
Bağıl standart sapma (R.S.D.) değeri % 3’ den küçüktür. Elde edilen önderiştirme faktörü 20’ dir. Önerilen bu metot
gerçek örneklere, direkt ve katkı yapılarak örneklerdeki eser miktardaki vanadyum analizi için uygulandı.
Cloud point extraction combined with fiber-optic spectrophotometry for the determination of Vanadium
At trace amounts vanadium represents an essential element for normal cell growth. However, vanadium its
compounds at high concentrations can be highly toxic to man and animals. The vanadium species most frequently
found in natural water are mainly V(V) and V(IV). Both species have different nutritional and toxic properties and
their concentrations in these samples have been estimated at the ng ml-1 level. The toxicity of V is dependent on its
oxidation state, with V(V) being more toxic than V(IV). Therefore, a considerable interest exists in its determination
in environmental sample, particularly in natural waters.
The low concentration of many analytes in samples makes direct measurement difficult. Therefore, the
application of determination technique coupled with a separation/ preconcentration technique is necessary for trace
analysis. Separation and preconcentration based on cloud point extraction (CPE) are becoming important and
practical applications of the using surfactants in analytical chemistry. Cloud point phenomenon occurs when
aqueous solutions of non-ionic surfactants above the critical micelle concentration become turbid upon modification
of temperature or introduction of a suitable additive. A surfactant-rich phase can then be separated by centrifugation,
removing the hydrophobic species from the aqueous solution. This process has been used in trace metal
determination by spectroscopic techniques mainly for analyte pre-concentration after reaction with a suitable
hydrophobic complexing agent.
A new combination method, employing fiber optic reflectance spectrometry (FORS) after cloud point
extraction (CPE), was developed for the preconcentration and determination of trace levels vanadium. The
preconcentration and combination parameters of cloud point extraction-fiber optic reflectance spectrometry (CPEFORS) were investigated. Cloud point extraction method was based on the color reaction of the red complex of
vanadium with 2-(2-Thiazolylazo)-p-Cresol(TAC) in the presence of ascorbic acid in acetate buffer media. A nonionic surfactant Triton X-100 to extract vanadium from aqueous solutions was investigated. The extracted surfactant
rich phase was measured at 545.6nm by a portable fiber optic reflectance spectrophotometer (FORS) without the
need of organic diluent. The optimal extraction and reaction conditions (e.g. surfactant concentration, reagent
concentration, effect of time) were studied. Under optimum conditions, calibration curve was linear in the range of
0.03–0.51 with detection limit of 0.02 mg L−1 for vanadium. The relative standard deviations (R.S.D.s) were lower
than 3 %. The obtained preconcentration factor was 20. The proposed method was applied to the analysis of several
real and spiked samples.
KİMYA MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
İNAN Ayşegül
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Doç.Dr. Erol İNCE
: Kimya Mühendisliği
: Temel İşlemler ve Termodinamik
: 2010
: Prof.Dr. Umur DRAMUR
: Prof.Dr. Süleyman TANYOLAÇ
: Prof.Dr. Ş. İsmail KIRBAŞLAR
: Doç.Dr. İsmail İNCİ
: Doç.Dr. Erol İNCE
Formik, Asetik Ve Propiyonik Asidin Borat Ve Fosfat İçeren İyonik Sıvılarla Ekstraksiyonunun
İncelenmesi
Organik asitlerin geri kazanılmasında, uygun bir çözücü yardımıyla gerçekleştirilen sıvı-sıvı
ekstraksiyonu, ayırma teknikleri arasında öneme sahiptir. Ekstraksiyon işleminin uygulanabilmesi açısından çözücü
seçimi oldukça önemli bir role sahiptir.
Bu çalışmanın amacı, organik asitlerin iyonik sıvılarla ekstraksiyonunun incelenmesidir. Çalışmalar
boyunca kullanılan asitler; formik, asetik ve propiyonik asit; çözücüler ise birer iyonik sıvı olan 1-Heksil-3-Metil
İmidazolyum Tetrafloroborat ve 1-Heksil-3-Metil İmidazolyum Heksaflorofosfat’ tır.
Çalışmada öncelikle, su-asit-çözücü üçlü sistemlerine ait çözünürlük eğrileri ve bağlantı doğruları T= 25° C
ve 35 °C’ de (T=298,15 K ve 308,15 K) deneysel olarak tespit edilmiş, ardından deneysel verilerin güvenilirliğini
test etmek için bağlantı doğrularına Othmer-Tobias korelasyonu uygulanmıştır. Sonuçlar, grafik ve tablolar halinde
sunulmuştur.
Bu çalışmayla aynı zamanda, sıcaklık değişiminin çözünürlük eğrileri üzerindeki etkisi incelenmiş ve iki
farklı iyonik sıvının çözücü olarak avantajlı olup olmadığı karşılaştırılmıştır.
Investigation of Formic, Acetic And Propionic Acid Extraction With Ionic Liquids Including Borate
And Phosphate
For the recovery of the organic acids, liquid-liquid extraction by means of a suitable solvent has an
importance in seperation techniques. Selection of the organic solvent has an important role for the application of
extraction process.
The aim of this study is to investigate the extraction equilibrium of organic acids with ionic liquids. During
the study, formic, acetic and propionic acids were used. And the ionic liquids used as solvents are 1-Hexyl-3-Methyl
Imidazolium Tetrafloroborate and 1-Hexyl-3-Methyl Imidazolium Hexaflorophosphate.
In this work, firstly, the solubility curves and the tie-lines of water-acid-solvent ternary systems were
determined experimentally at a temperature of 25° C and a temperature of 35 °C(T=298,15 K and 308,15 K). And
then for the checking the experimental results, controls were made by the application of Othmer Tobias correlation
to the tie-line data. The results are shown on graphics and tables.
At the same time, by this work, the effect of different temperatures on the solubility curves were
investigated and a comparison was made to compare two kind of ionic liquids if they have an advantage or not as a
solvent.
YAŞAR Murat
Danışman
İkinci Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Doç.Dr. Gamze GÜÇLÜ
: Doç.Dr. Hüseyin DELİGÖZ
: Kimya Mühendisliği
: Kimyasal Teknolojiler
: 2010
: Doç.Dr. Gamze GÜÇLÜ
: Prof.Dr. Saadet K.PABUCCUOĞLU
: Prof.Dr. Gülten ATUN
: Doç.Dr. Tuncer YALÇINYUVA
: Doç.Dr. Tülin Banu İYİM
Hcl Katkılı Polianilin (Pani) Hazırlanması Ve Uygulamaları
Polinilin (PAni), anilin monomerinin oksidasyonu ile kimyasal veya elektrokimyasal yöntemle elde edilir.
Çalışmamızda kimyasal oksidasyon yöntemi kullanarak PAni örnekleri hazırlanmış takiben farklı katkılayıcı ve
monomer/oksidan oranlarında kimyasal oksidasyon yöntemi kullanılarak hazırlanan asit katkılı PAni örneklerinin,
boyar madde ve ağır metal iyonlarını uzaklaştırma özellikleri incelenmiştir.
Bu amaçla, öncelikle taze destillenmiş anilin monomeri, çeşitli konsantrasyonlarda katkılayıcı (dopant) HCl
içeren su çözeltisinde homojen olarak dağıtılmış takiben, yükseltgeyici (oksidan) olarak farklı mol oranlarında
amonyum peroksidisülfat (APS) ilave edilerek, 2 saat süreyle reaksiyon gerçekleştirilmiştir. Reaksiyon esnasında
çökerek ayrılan koyu yeşil renkli polimer (PAni–emaraldine tuz formu) süzüldükten sonra reaksiyona girmeden
kalan anilin monomeri uzaklaşıncaya kadar 0,2 N HCl çözeltisiyle yıkanmıştır. Elde edilen ürünlerin yapısal ve
fiziksel karakterizasyonu için Fourier Transform Infrared Spektroskopisi (FTIR) ve elektriksel AC iletkenlik
analizleri gerçekleştirilmiştir.
Farklı katkılayıcı ve monomer / oksidan oranlarında hazırlanan PAni örneklerinin ağır metal iyonları ve
boyar madde uzaklaştırma kapasiteleri tayin edilmiştir. Sulu çözeltilerden anyonik bir boya olan indigo karmenin,
PAni kullanılarak uzaklaştırılması denemelerinde örneklerin boya tutma kapasiteleri UV-Vis Spektrofotometresi
kullanılarak saptanmıştır. Sulu çözeltilerden Cu+2 ve Pb+2 iyonlarının uzaklaştırılması denemelerinde ise, çözeltide
tutulmadan kalan iyon miktarı Atomik Adsorpsiyon Spektrofotometresi kullanılarak tespit edilmiştir.
Sonuç olarak, asit katkılı, PAni örnekleri kullanılarak, sulu çözeltiden anyonik boyar madde ve Pb (II) ve
Cu (II) iyonlarının uzaklaştırılmasının mümkün olduğu görülmüştür.
Preparatıon Of Hcl Doped Polyanılıne (Pani) And Its Applıcatıons
PAni is generally prepared by electrochemical and chemical oxidation of aniline monomer. In our study,
PAni samples were prepared by using chemical oxidation method and then the dye and heavy metal ions removal
properties of acid doped PAni samples prepared by using different dopant and monomer/oxidant ratio were
investigated.
For this purpose, firstly freshly distilled aniline monomer, was dispered in water containing HCl dopant in
various consantrations and subsequently ammonium persulfate was added in different molar ratios as an oxidant and
mixed for two hours. The precipitated dark green polymer (PAni emaraldine salt) formed during the reaction was
separated by filtration and washed several times with 0,2 N HCl solution until all unracted aniline monomer was
removed. Fourier Transform Infrared Spectroscopy (FTIR) and AC electrical conductivity analysis were performed
in order to pysical and chemical characterization of the products, respectively.
The removal capacity of the PAni samples prepared in different dopant and monomer oxidant ratio were
determined. In the dye removal experiments from aqueous saolutions by using PAni, the dye adsorption capacities
of the samples were analyzed by UV-Vis Spectrophotometer. While Cu(II) and Pb(II) removal experiment from
aqueous solution were carried out, the amount of residual metal ions in the solution was deducted by atomic
absorption spectrometer (AAS).
Conclusively, it is observed that it is possible to remove anionic dye and Cu(II) and Pb(II) ions from
aqueous solutions by using acid doped PAni samples.
İŞCAN
Onur
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Muzaffer YAŞAR
: Kimya Mühendisliği
: Proses ve Reaktör Tasarımı
: 2010
: Prof. Dr. Muzaffer YAŞAR
: Prof. Dr. Umur DRAMUR
: Prof. Dr. Ayşe Zehra AROĞUZ
: Prof. Dr. Cemil İBİŞ
: Prof. Dr. İsmail Kırbaşlar
Katodun Atomik Yapısının Nano Karbon Üretimi Üzerine Etkileri
Bu çalışmada, günümüz teknolojik koşullarında sürekli ilerlemeyi ve bu ilerlemeler için gerekli güncel
teknolojik ürünlerde, kullanılması kaçınılmaz olan karbon nanotüplerin üretimi incelenmiştir.
Henüz sentez reaksiyonlarının, tüm mekanistik açıklamaları yapılamamış olan ve her uygulamaya yönelik
farklı nano karakteristiklerinin kontrol edilmesi gereken bu karbon nanotüplerin üretimi için, hali hazırda
kullanılmakta olan ark buharlaştırma süreci ele alınmıştır.
Çalışmanın ilk bölümünde nano teknolojinin önemine değinilerek burada karbon nanotüplerin yapıları,
çeşitleri ve özelliklerinden bahsedilmiştir.
Daha sonra başlıca üretim yöntemleri vurgulanmıştır. Ark buharlaştırma süreciyle üretimi ve bu üretimdeki
katot etkilerini incelemek için yapılan uygulamalarımızın bir derlemesi sunulmuştur.
The Effect Of Atomıc Structure Of Catode On Nanocarbon Productıon
For today's technological conditions which must continuously progress, and for this progress usage of the
carbon nanotubes is inevitable. With in this study, carbon nanotube production is examined.
Yet all of the mechanisms of the synthesis reaction in not explained. And all the nanotube characteristics
should be controlled for each application where they are required. The arc evaporation technique has been taken up
which exists and already in use.
In the first part of this study structures, types and porperties of carbon nanotubes is mentioned with keeping
the importance of nano technology in mind.
After then main production methods are explained. And a brief explanation of our applications on arc
evaporation process and on observation of the effects of the cathode is given.
ÇAVUŞOĞLU Fatma
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
: Doç. Dr. Hasine KAŞGÖZ
: Kimya Mühendisliği
: Kimyasal Teknolojiler
: 2010
Tez Savunma Jürisi
: Doç.Dr. Hasine KAŞGÖZ
: Prof.Dr. İsmail AYDIN
: Prof.Dr. Gülten GÜRDAĞ
: Doç.Dr. Ayben KİLİSLİOĞLU
: Doç.Dr. Hüseyin DELİGÖZ
2-Hidroksietil Metakrilat-Kil Nanokompozitlerinin Sentezi, Karakterizasyonu Ve Salım Sistemlerinde
Kullanımının İncelenmesi
Çalışma kapsamında 2-hidroksietil metakrilat monomeri organik bir çapraz bağlayıcı veya farklı kil
bileşikleri kullanılarak polimerize edilmiş ve poli(2-hidroksietil metakrilat) (PHEMA) hidrojelleri ve
nanokompozitleri elde edilmiştir. Ürünler FTIR, XRD, DMA, SEM analizi ile karakterize edilmiştir. Ayrıca destile
su ve farklı pH lardaki tampon çözeltiler içinde şişme davranışları incelenmiştir. Organik çapraz bağlayıcı olarak
polietilenglikol(600)dimetakrilat (PEG(600)DMA) farklı oranlarda kullanılmıştır. PHEMA-kil nanokompozitlerinin
sentezinde ise montmorillonit ve modifiye montmorillonit organik çapraz bağlayıcı ile aynı oranlarda kullanılmıştır.
Organik çapraz bağlayıcı ve kil bileşiklerinin ürün özellikleri üzerindeki etkisi karşılaştırılmıştır. Ürünlerin salım
sistemlerinde kullanımının incelenmesi amacıyla da, salisilik asit (SA) model bileşik olarak kullanılmış ve SA
yükleme ve salım deneyleri gerçekleştirilmiştir.
XRD ve FTIR analizleri sonucunda, düşük miktarda montmorillonit ile sentezlenen ürünlerin tamamen
ayrılmış tabakalı nanokompozit yapısında olduğu, yüksek kil oranlarında ise aralanmış tabakalı yapının da birlikte
bulunduğu gözlenmiştir. Modifiye montmorillonit ile sentezlenen ürünlerde ise ürünlerin büyük oranda tamamen
dağılmış nanokompozit yapısında olduğu görülmüştür. SEM analizi sonucunda ise PEG(600)DMA ve
montmorillonit ile sentezlenen ürünlerin gözenekli bir yapıda olduğu, modifiye montmorillonit ile sentezlenen
ürünlerde ise gözenekli yapının oluşmadığı görülmüştür.
PEG(600)DMA ile sentezlenen ürünler literatürdeki benzer çalışmalar ile karşılaştırıldığında daha yüksek
şişme değerlerine sahiptir. Montmorillonit ile sentezlenen ürünlerde ise düşük kil oranlarında şişme değerinin arttığı
gözlenmiştir. Bu ürünlerin özellikle yüksek pH değerine sahip çözeltilerde şişme denge değerinde büyük oranda
artış olduğu tespit edilmiştir. Modifiye kil ve PEG(600)DMA ile sentezlenen ürünlerde bu durum gözlenmemiş,
modifiye kilin yapıda artışı ile şişme değerleri düşmüştür.
Salisilik asit yükleme ve salım deneyleri sonucunda ise, montmorillonit ile sentezlenen ürünlerin
PEG(600)DMA ile sentezlenen ürünlere benzer performans gösterdikleri, hatta kil ile çapraz bağlanan ürünlerin
daha yüksek SA yükleme kapasitesine sahip oldukları görülmüştür.
Synthesis and Characterization of 2-Hydroxyethyl Methacrylate-Clay Nanocomposites and Investigation of
Their Uses In Released Systems
In the extension of the study, the 2-hydroxyethyl methacrylate monomer was polymerized by using organic
crosslinker or different clay substances and poly (2-hydroxyethyl methacrylate) (PHEMA) hydrogels and
nanocomposites were obtained. The products were characterized by FTIR, XRD, DMA and SEM analysis. Their
swelling behaviours were also investigated in distilled water and different pH buffered solutions.
Polyethyleneglycol(600)dimethacrylate was used as organic crosslinker in various ratios. In synthesis of PHEMAclay nanocomposites, montmorillonite and modified montmorillonite were used in the same ratio with organic
crosslinker. The effects of organic crosslinker on the product properties were compared with those of clay
substances. To investigate the uses of products in released systems, salicylic acid was used as model compound and
SA loading and releasing experiments were carried out.
From XRD and FTIR analysis results, it was observed that the products synthesized with lower
montmorillonite amounts were in exfoliated structure, but intercalated structure was also formed together with
exfoliated structure in high clay contents. The products synthesized with modified montmorillonite were highly
exfoliated in structure even at high clay content. From SEM analysis results, it was observed that the products
synthesized with PEG(600)DMA and montmorillonite were in porous structure. But this porous structure was not
formed in the presence of modified montmorillonite.
The products synthesized with PEG(600)DMA have higher swelling degrees by considering with similar
studies in literature. In the products with montmorillonite, it was observed that equilibrium swelling degree
increased in the presence of lower clay ratio. It was determined that the swelling degrees of these products
especially in the alkaline solutions increased. This situation was not observed in the products synthesized with
modified clay and PEG(600)DMA. The swelling degree decreased with increasing of modified clay in polymer
structure.
From the SA loading and releasing studies, it was determined that the products synthesized with
PEG(600)DMA and montmorillonite have similar performance. Furthermore, the products crosslinked with
montmorillonite have higher SA loading capacity.
KAVLAKOĞLU Burak Ahmet
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. İsmail AYDIN
: Kimya Mühendisliği
: Proses ve Reaktör Tasarımı
: 2010
: Prof. Dr. İsmail AYDIN
: Prof. Dr. İsmail BOZ
: Prof. Dr. Ahmet KAŞGÖZ
: Prof. Dr. İrfan KIZILCIKLI
: Doç. Dr. Serkan Naci KOÇ
Biyo-Kökenli Doğal, Organik Elyaf Katkılı Termoplastik Kompozitlerinin Hazırlanması
Bu çalışmada biyo-kökenli doğal elyaf katkılı termoplastik kompozitler üzerine çalışılmıştır.
Termoplastik olarak “yüksek yoğunluklu polietilen”, doğal elyaf olarak da “pirinç kabuğu (çeltik)” kullanılmıştır.
Denemelerde, YYPE ile pirinç kabuğu karışımlı kompozitler hazırlanarak, belli oranlardaki karışımlarının mekanik
özellikleri incelenmiştir. Belli bir pirinç kabuğu yüzdesinin üzerinde, YYPE ile pirinç kabuğu arasında uyum
sorunları ortaya çıktığı görülmüş ve uyumlaştırıcı olarak “maleik anhidrit aşılanmış polietilen (MAPE)” eklenerek
çalışmalara devam edilmiştir.
Çalışma genel olarak iki bölümde incelenebilir. Birinci kısımda kompozitler, sanayideki kullanımları ve
çeşitleri hakkında genel bilgi verilmiş, daha sonra polietilen, YYPE, pirinç kabuğu ve MAPE hakkında bazı genel
bilgiler verilerek, literatürdeki biyo- kökenli doğal elyaf katkılı termoplastik çalışmaları hakkında bazı hususlara
değinilmiştir. Son olarak da selülozik fiber-termoplastik kompozitlerin özellikleri ve lif dağılımı, lif-yapı
bağlanması, lif en-boy oranı, lif yönlenmesi ve lif hacim kesri gibi kompozitlerin yapılarını ve mekanik özelliklerini
etkileyen parametreler üzerinde durulmuştur.
İkinci kısımda ise, denemelerde kullanılan malzemelerin genel fiziksel ve kimyasal özellikleri, denemeler
için karışımların hazırlanması, kullanılan cihazlar ve denemelerin nasıl yapıldığı hakkında genel bilgiler verilmiştir.
Genel olarak denemeler üç farklı şekilde yapılmış ve bunlar üzerinden incelenmiştir. Birinci grupta, %1, %3, %5,
%10 ve %20 oranlarında öğütülmemiş pirinç kabuğu ile YYPE karışımları, ikinci grupta aynı yüzdelerle öğütülmüş
pirinç kabuğu ve YYPE karışımları, üçüncü grupta ise MAPE ve pirinç kabuğunun farklı yüzdeleri için çalışmalar
yapılmıştır.
Denemelerde, ergiyik malzeme şekillendirilirken, tork değişim değerleri ölçülmüş, daha sonra
şekillendirilen kompozit malzemenin çekme-kopma testleri yapılarak mekanik özelliklerindeki değişimler
incelenmiştir. Buradan elde edilen bulgular, grafik ve tablolar ile birlikte sunulmuştur. En son bölümde de yapılan
çalışmalarla ilgili bir değerlendirme bulunmaktadır.
Preparation Of Thermoplastic Composites Filled With Bio-Based Natural Organik Fibers
In this study, it was worked on thermoplastic composites filled with bio-based natural organic fibers.
“High density polyethylene” was used as thermoplastic matrix phase and rice husk as natural fiber which constituted
the filler phase. During the experiments, mechanical properties of the composites prepared with a certain amounts of
HDPE and rice husk were studied. There were observed consistency problems between HDPE and rice husk while
studied with certain rice husk percentage. Later, “maleic anhydride modified polyethylene (MAPE)” was used as
compatibility (coupling) agent. In the beginning of the Thesis, information about composites, their usages in
industry and their varieties were given. Polyethylene (HDPE), rice husk and MAPE were described together with
some points on the bio-based natural fiber filled thermoplastic studies with regard to corresponding literature. After
that, effective parameters on the matrix phase and the mechanical properties, like fiber dispersion, fiber-matrix
adhesion, fiber aspect ratio, fiber orientation and fiber volume fraction, of the “cellulosic fiber–thermoplastic
composites” were explained. In the experimental part, materials together with their physical and chemical properties
were given. Melt blending process of these materials was explained in detail.
The experimental studies were carried out in three sections. In the first section, HDPE blended with
unground rice husk with the amounts of %1, %3, %5, %10 and %20 percentages was examined. In the later part,
HDPE blended with ground rice husk with the same amounts and also with different amounts of the rice husk
together with MAPE were studied. All composites were prepared by using ThermoHaake Rheomix600p. The
torque values with time were recorded. The obtained blends were then hot pressed by memans of a frame die. The
tensile tests were carried on a Hounsfield H10KS universal testing machine. The stress and strain values were
recorded. The data were depicted with tables and graphics for futher evaluation. In the final part, Thesis was
concluded with the corresponding discussion of the results.
PEHLİVANOĞLU Nil
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
:
:
:
:
:
:
:
:
:
Prof. Dr. Ş. İsmail KIRBAŞLAR
Kimya Mühendisliği
Temel İşlemler ve Termodinamik
2010
Prof. Dr. Ş. İsmail KIRBAŞLAR
Prof. Dr. Umur DRAMUR
Prof. Dr. Mehmet MAHRAMANLIOĞLU
Doç. Dr. Erol İNCE
Yard. Doç. Dr. Lütfullah SEVGİLİ
Tepkimeli Özütleme Yöntemi İle Karboksilik Asitlerin Saflaştırılması
Bu çalışmanın amacı, tepkimeli özütleme yöntemi ile karboksilik asitlerin saflaştırılmasını incelemektir.
Çalışmada kullanılan asitler; dikarboksilik asit olan glutarik asit ve monokarboksilik asit olan glioksilik asittir.
Glutarik asit, polyester poliollerin, poliamidlerin, ester plastikleştiricilerinin ve korozyon inhibitörlerinin
üretiminde kullanılır. Ayrıca ilaçların yüzey aktif maddelerin ve metal terbiye ajanlarının sentezinde kullanılır.
Glioksilik asit ise bir monokarborsilik asittir ve formilformik asit ya da okzoetanoik asit olarak da
bilinmektedir. Organik asit olan glioksilik asit, moleküler yapısında fonksiyonel grup olarak aldehit içermektedir.
Glioksal ve sıcak nitrik asidin organik oksidasyonu sırasında oluşmaktadır. Maleik asidin parçalanması yoluyla elde
edilmesi de oldukça etkili ve kullanımı yaygın olan bir yöntemdir.
Deneysel kısımda, glutarik asit ve glioksilik asidin trioktilamin, amberlit (LA-2) ve aliquat-336 zayıf
aminleri ile tepkimeli özütleme işlemi gerçekleştirilmiştir. Seyreltici olarak; 4 farklı alkol (oktanol, nonanol,
dekanol, izo amil alkol), 3 farklı keton (di izo butil keton (DIBK), metil etil keton (MEK) ve 2-hekzanon) ile toluen,
kerosen ve n-hekzan olmak üzere toplamda kullanılan 10 tane farklı seyreltici kullanıldı, her bir amin için 10 set
deney çalışılmıştır.
Tepkimeli özütleme denemeleri sonucunda her iki asit için de farklı bir seyreltici en iyi sonuçları vermiştir.
Amin konsantrasyonunun artmasıyla
dağılma katsayılarının (KD) arttığı tespit edilmiştir. Fakat amin
konsantrasyonunun artmasıyla yükleme faktörlerinin (Z) azaldığı belirlenmiştir.
Glutarik asit ekstraksiyonunda, trioktilamin (KD=11.05), aliquat 336 (KD=8.51) ve amberlit (LA-2)
(KD=13.45) için en iyi seyreltici solventler sırasıyla kerosen, di izo butil keton ve oktanol olarak belirlenmiştir.
Glioksilik asit ekstraksiyonunda, trioktilamin için en iyi seyreltici solvent dekanoldur (KD=13.43). Aliquat-336
(KD=17.37) ve amberlit (LA-2) (KD=38.51) için en iyi seyreltici solvent 2-hekzanondur.
Separation Of Carboxylic Acids With Reactive Extraction
The aim of this study is to examine the separation of carboxylic acids with reactive extraction. The acids
that are used in this study are; glutaric acid which is a kind of dicarboxylic acid and glyoxylic acid which is a kind
of a monocarboxylic acid.
Glutaric acid is used in the production of polyester polyols, polyamides, ester plasticizers and corrosion
inhibitors. Also, it is used in the synthesis of pharmaceuticals, surfactants and metal finishing compounds.
Glyoxylic acid is a monocarboxylic acid which is also known as formylformic acid or oxoethanoic acid. As
an organic compound, glyoxylic acid contains aldehyde as a functional group in its molecular formula. It is formed
by organic oxidation of glyoxal with hot nitric acid. It is obtained with cracking of maleic acid which is very
effective and functional technique.
In the experimental section, the reactive extraction of glutaric acid and glyoxylic acid were studied with
tryoctylamine, amberlite (LA-2) and aliquat-336 weak amines. Totally ten solvents were used, which were consisted
of 4 different alcohols (octanol, nonanol, decanol and iso amyl alcohol), 3 different ketones (methyl ethyl ketone, 2hexanone and di iso butyl ketone) and toluene, kerosene, n-hexane. Ten set experiments were studied for each
amine.
Reactive extraction experiments showed that, different diluted solvents gave the best results for two acids.
Distrubituon coefficients (KD) were increased via increasing of the amin concentration. But loading factors (Z)
were decreased via increasing of the amin concentration.
In the glutaric acid extraction, the best diluted solvents for trioctylamin (KD=11.05), aliquat 336
(KD=8.51) and amberlite (LA-2) (KD=13.45) were kerosene, di izo butyl ketone and octanol respectively. In the
glyoxylic acid extraction, the best diluted solvent for trioctylamin was decanol (KD=13.43). For aliquat-336
(KD=17.37) and amberlite (LA-2) (KD=38.51), the best diluted solvent was 2-hexanon.
JEOLOJİ MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
KENDİR Osman
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Ali Malik GÖZÜBOL
: Jeoloji Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Ali Malik GÖZÜBOL
: Prof Dr. Namık YALÇIN
: Prof. Dr. Süleyman DALGIÇ
: Prof. Dr. Hayrettin KORAL
: Prof. Dr. Namık Kemal ÖZTORUN
Yalova İl Merkezinde Alüvyon Çökellerinin Mühendislik Özellikleri
17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde Safran deresi boyunca çökelen alüvyon istif üzerinde yer alan Yalova
il merkezindeki yapılarda ağır hasar ve yıkımlar oluşmuştur. Bu çalışmada Yalova belediyesi ve özel firmalarca
açılan araştırma sondajları ve bu çalışmalardan elde edilen arazi ve laboratuvar deneyleri altlık olarak kullanılmıştır.
Böylelikle alüvyal istifin yer altı yapısı (litoloji, yanal-düşey yayılım, kalınlık, yeraltısuyu vb. özellikleri), jeoteknik
özellikleri, taşıma gücü, sıvılaşma ve oturma problemleri tespit edilmiştir. Bu özelliklerden yaralanılarak deprem
hasarları ile zemin arasındaki ilişki ortaya konulmuştur.
Alüvyon istif, bu çalışmada kum hakim alüvyal birimler ve kil hakim alüvyal birimler olarak iki alt birime
ayrılmıştır. İstifin tabanında kil hakim birimler yer almakta olup, altta yeşil-mavimsi gri renkli, organik madde
içerikli, bataklık çökelleri ile başlar daha üstte kahverenkli taşkın ovası killeriyle devam eder. Kil hakim birimleri
üzerine yanal ve düşeyde geçişli olarak çökelen kumlu birimler çökelir. Kum hakim birimler denizel kökenli
mavimsi gri renkli, fosil kavkılı siltli kumlarla başlar devamında karasal kökenli kahverenkli, çakıllı kum
birimleriyle devam eder. Bu iki birim birbirleriyle düşeyde ve yanalda geçiş gösterirler.
Kum hakim alüvyal birimler; zemin özellikleri açısından SM-SP-SC-SW grubunda, kil hakim alüvyal
birimler; CL-CH grubu olup az da olsa MH-OH-ML-OL grubuna girmektedir. Kil hakim birimlerde emniyet
gerilme değerleri 0,63-3,08 kg/cm2 arasında değişmekte olup ortalama 1,24 kg/cm2’dir. Kum hakim birimlerde ise
0,79-5,84 kg/cm2 arasında değiştiği ve ortalama 1,65 kg/cm2 olduğu görülmüştür. Hacımehmet ovası kil
birimlerinde yapılan konsolidasyon deneyleri sonucunda sıkışabilir tabaka kalınlığının artması durumunda radye
temeller için oturmanın müsade edilebilir sınırları aştığı görülmektedir. Çalışma alanı sıvılaşma potansiyeli olarak 3
farklı bölgeye ayrılmıştır. 1.Bölge, ≥ 5 metre sıvılaşma potansiyeli olan alanlar, 2.Bölge, 0-5 metre arasında
sıvılaşma potansiyeli olan alanlar ve 3.Bölge, sıvılaşma riski olmayan alanlardır.
İnceleme alanındaki yapılarda meydana gelen yıkımların ve ağır hasarların, Hacımehmet ovasında; Safran
deresinin batı kısmında, Fevziçakmak mahallesinde; Fırın sokakta, Bahçelievler mahallesinde; Marmara caddesi,
Spor caddesi, Fatih caddesinin belli kısımlarında ve Bağlarbaşı mahallesinde Yaşar Okuyan Bulvarı üzerinde
yoğunluk kazandığı görülmüştür. Bu alanlarda meydana gelen hasar dağılımlarının sadece zemin yada bina
kalitesinden kaynaklanmadığı, bir çok etkenin birlikte komplike olarak etkimesi sonucu oluştuğu anlaşılmaktadır.
Bu hasarlarda, alüvyon istifinin kalınlığı ile deprem sırasında oluşan yüzey dalgalarının yapı ile arasındaki ilişkisi
meydana gelen hasarlarda etkin olmuştur. Alüvyon kalınlığının artmasıyla yüksek yapılar (Hacımehmet ovası 5-6
katlı yapılar) depremden daha fazla etkilenmiş, istifin kalınlığının az olduğu (5-7 m) ve kısa mesafede Kılıç
formasyonunun sert zeminlerinin yeraldığı alanlarda (Bahçelievler mahallesi ve Fırın sokakta) sismik yansımanın
gelişebileceğini düşündürmektedir. Alüvyon istiflerinin yanalda ve düşeydeki değişimi hasar oluşumundaki diğer
önemli faktörlerden biridir. Yıkımın yoğun olduğu bölgelerden Yaşar Okuyan Bulvarı’nda bataklık çökelleri ile
denizel çökellerin geçişli olduğu ve Fırın sokakta ise karasal istiflerle denizel istiflerin geçişli olduğu görülmektedir.
Rüstempaşa ve Bahçelievler mahallesinde, 9-10 metrelerden sonra yer alan su muhtevası yüksek,
dayanımları düşük bataklık killerinin bulunduğu alanlarda, bataklığın sismik izolasyona sebep olması hasarın az
olmasında önemli etkendir.
Diğer önemli etken, Kuzey Anadolu Fayı’na dik olarak gelişen ve Safran deresinin oluşumunda etkin rol
oynayan çekim fayıdır. 17 Ağustos depreminde gelişen yüzey dalgaları, bu fay üzerinde büyütmeye yol açarak
yapısal hasarlara neden olduğu meydana gelen yıkımların hat boyunca yoğunlaşmasından anlaşılmaktadır.
Depremde oluşan hasarlardaki yoğunluk dağılımı ile sıvılaşma potansiyeli arasında net bir ilişkinin
görülmemesinden dolayı, sıvılaşmanın hasarda tek etkin parametre olarak ortaya çıkmadığı anlaşılmaktadır.
Yalova şehrinin yeniden planlanması gerekliliği ortaya çıkmakta olup alüvyon sahaların yerleşim için
uygun alanlar olmadığı ve toplu konut planlamasına elverişli ortamın bulunmadığı görülmektedir. Planlamada şehrin
taşınmasının ekonomik zorlukları gözönünde bulundurulduğunda, yeni yapılaşmaların daha güneyde Yalakdere ve
Kılıç formasyonlarının bulunduğu sağlam zeminler üzerinde seçilmesi önerilir. Şehrin planlaması bu doğrultuda
yeniden ele alınmalıdır.
The Engıneerıng Propertıes Of The Alluvıum Deposıts At The Yalova Cıty Centre
During the August 17, 1999 earthquake, heavy damage and destruction occurred within the Yalova city
centre located on the alluvium deposits along the Safran Creek. Field and laboratory tests carried out by the
municipality and private firms were used as a basis during this study.
As a result, substructure of the alluvium (lithology, vertical-lateral spread, thickness, ground water level
etc) were investigated, and engineering geology of the alluvium underlying the Yalova city was described,
determining geotechnical properties, bearing load, liquefaction and subsidence potential. Using these properties,
interrelationship between damage and foundation was evaluated.
In this study, the alluvial deposits were classified into two sub units as ‘sand-dominant alluvial unit’ and
‘clay-dominant alluvial unit’. In the lower part of the sequence, there is the clay dominant unit and it begins with
green, bluish-gray colored organic rich marsh sediments and continues with brown colored flood plain clay
horizons. Over the clay dominant layers there are the sand dominant units. The sand dominant unit begins with gray
colored silty sand of marine origin, enriched in fossil shells, and continues upward with brown colored terrestrial
pebbly-sand unit. These two units are gradational in the lateral and vertical sense.
Sand dominant alluvial deposits are in soil category SM-SP-SC-SW; clay dominant alluvial deposits are
predominantly in CL-CH, but sometimes lie in MH-OH-ML-OL soil category. For the clay-dominant deposits,
allowable bearing load ranges between 0.63-3.08kg/cm2 and is in average 1.24 kg/cm2. For sand-bearing deposits, it
ranges between 0.79-5.84kg/cm2and is in average 1.65kg/cm2. Consolidation tests for the clay horizons in the
Hacımehmet area indicate, as a result of increase in the compressible layer thickness, the subsidence exceeds
allowable limits for radial foundations. The study area was divided into three areas in terms of liquefaction potential.
The first area has liquefaction potential at ≥ 5 m, the second has liquefaction potential between 0-5m, and the third
has no potential.
In the study area, the destruction and heavy damage was localized in the Hacımehmet area, to the west of
the Safran Creek, in the Fevziçakmak neighborhood on the Fırın Street, in the Bahçelievler neighborhood on the
Marmara Avenue, the Spor Avenue and on parts of the Fatih Avenue, in the Bağlarbaşı neighborhood on the Yaşar
Okuyan Boulevard. In these areas, it appears damage distribution was not only caused by the soil and construction
qualities, but by complicated interplay of many parameters. For these damages, the thickness of the alluvial deposits
and interaction of surface waves with the construction is effective. With the increase of the alluvium thickness, high
buildings (5-6 floor in the Hacımehmet area) were affected more from the earthquake; in areas where the deposits
are thinner (5-7m) and in short distance to hard sediments of the Kılıç Formation are present (Bahçelievler
neighborhood, Fırın Street) seismic reflection is considered a possible cause of the damage. The variation of the
characteristics of the alluvial deposits in the vertical and lateral sense is another important parameter. In the heavy
damage areas of the Yaşar Okuyan Boulevard marsh and marine sediments, and on the Fırın Street terrestrial and
marine sediments show transitions.
In the Rüstempaşa and Bahçelievler neighborhoods, at depths of 9-10m the occurrence of low strength
marsh clays with high water content is considered effective for low damage, providing seismic isolation.
The other important factor is a gravity fault normal to the North Anatolian Fault which causes the
formation of the Safran Creek. Augmentation of surface waves resulting from the 17 August earthquake along this
fault is the cause of localization of the damage along this lineament. The absence of a clear relationship between
hazard damage and liquefaction indicates the liquefaction is not the only parameter.
The alluvial deposits are not suitable for construction of settlements and a new planning for the Yalova city
is needed. Considering economical limits for the relocation of the city, areas over stronger lithology of the
Yalakdere and Kılıç formations are proposed. The planning of the city should be considered in this view.
ŞAHİN Mehmet Okay
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Süleyman DALIGIÇ
: Jeoloji Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Süleyman DALGIÇ
: Prof. Dr. Namık YALÇIN
: Prof. Dr. Ali Malik GÖZÜBOL
: Prof. Dr. Atiye TUĞRUL
: Yard. Doç. Fethi Ahmet YÜKSEL
Sarıyer-Çayırbaşı Karayolu Tüneli’nin Mühendislik Jeolojisi
İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisans tezi olarak yapılan bu çalışma içerisinde
“Sarıyer – Çayırbaşı Karayolu Tünelleri” mühendislik jeolojisi açısından değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme
kapsamında öncelikle tünel güzergâhı ve bölgenin jeolojik durumu ortaya konmuştur. Bu amaçla arazi çalışmaları
yapılmış, tünel güzergâhında karşılaşılacak olan birimlerin arazideki ilişkileri tespit edilmiştir. Yapılan sondajlar ve
arazi çalışmaları ışığında tünel güzergâh kesiti oluşturulmuştur.
Tünel güzergâhı boyunca uygulanan tahkimat elemanları ve tip kesitler, bunların değişen litoloji ve bu
litolojilerin mühendislik parametreleriyle ilişkileri incelenmiştir. Ayrıca tünel açımına zorluk çıkaran durumlar,
bunların sebepleri ve sonuçları ortaya konmuştur.
Bu kapsamda ilk olarak “Sarıyer – Çayırbaşı Karayolu Tünelleri”nde T2 tüneli 0+170 – 0+370km’leri
arasındaki mesafenin ayrıntılı mühendislik jeolojisi çalışması yapılmıştır. Bu aralıkta tünel açımı adına sorun
yaratan bölüm 0+320 – 0340km’leri arasında Trakya Formasyonu içindeki ezik zondur. Güzergâhın bu kesiminin
etüdünün iyi, deformasyon ölçümlerlinin düzenli takibinin yapılmamış olmasından dolayı bu sorunla
karşılaşılmıştır. Göçük yaşandıktan sonra tünel kazısı pilot tünel ile devam etmiş. Kazı genişliği düşürülmüş,
tahkimat elemanları arttırılmıştır. Püskürtme beton kalınlığı 25cm’den 30cm’ye çıkarılmış, SN tür kaya bulonu
yerine IBO kaya bulonları kullanılmış, 2inç’lik kalınlığında 8m’lik sürenlerden 45 adet çakılarak tünel kazısının
tepe noktasında gelebilecek malzemeler önlemiştir. Kazı güvenliği açısından round boyu 75cm’ye düşürülmüştür.
İkinci olarak ise T1 tünelinin Tekel Lojman binaları arazisi içerisine denk gelen 1+650 – 1+800km’leri
arasında tünel içerisinde, yüzeyde ve lojman binalarındaki deformasyonlar incelenmiştir. Bu km’ler arasında tünel
içerisinde meydana gelen hareketler tümüyle tolere edilen değer olan 10cm’nin altında kalmıştır. Üst örtü yükünün
azlığı, üst yapı yüklerinin olması ve kazı yapılan birimin zemin özellikli olması sebebiyle tünel açımı açısından zor
olan bu bölgede yeterli tahkimat elemanlarının kullanımı, Umbrella Arch uygulaması, deformasyonların takibi ve
doğru yorumlanması, zemin özelliklerinin doğru belirlenmesi gibi sebeplerden dolayı tünel içinde kazı güvenli bir
şekilde yapılmış ve herhangi bir sorun oluşmamıştır. Yüzeyde tünel güzergâhı çevresinde deformasyonlar meydana
gelmiştir. Tünel eksen doğrultusunda yaklaşık 15 – 20cm olan düşey hareketler eksenin sağında ve solunda kalan
kısımlarda kazı etkisine bağlı olarak azalmıştır. Lojman binalarının bulunduğu, tünel eksen doğrultusunun sağında
kalan alanda deformasyon değerleri, eksenin solunda kalan alana oranla daha çabuk sönümlenmiştir. Bu zeminin
küçük bir alanda heterojen özellikte olduğunu göstermektedir. Lojman binalarında meydana gelen düşey hareketler
en çok T1 tünel güzergahına en yakın olan 1 nolu lojman binasında görülmüştür. En fazla 2,6cm’lik bir düşey
hareketin görüldüğü lojman binasında güvenlik açısından sorun yaratacak bir durum oluşmamıştır.
Engıneerıng Geology Of Sarıyer Çayırbaşı Hıghway Tunnel
Within this academic study that is completed as a master degree thesis in Institute of Science of İstanbul
University, “Sarıyer-Çayırbaşı Highway Tunnel” is evaluated in terms of engineering geology. In the context of this
evaluation, first of all, tunnel route and the geologic situation of the region have been put forward. To this end, field
works have been done, the relations of the units in the field that will be encountered in the tunnel route have been
determined. In light of all drillings and field works, tunnel route section has been generated.
The fortification components and type sections which have been applied throughout the tunnel route, their
changing lithology and the relations of these lithologies with the parameters of engineering geology have been
examined. In addition, the cases that are obstructive to tunneling, their reasons and results have been introduced.
In this context, a detailed engineering geology study of the distance between T2 tunnel between 0+170 –
0+370 km within “Sarıyer-Çayırbaşı Highway Tunnel” is done. In this range, the part causing problem in tunnelling
is the squashed zone in Trakya Formation between 0+320 – 0340 km. The reason why a problem occurred is that the
study of this section of the route has not been done well and a regular pursuance for deformation measurements has
not been performed. After the dent is happened, tunnel drilling has continued by pilot tunnel. Drilling width has
been decreased, fortification components have been increased. Shotcrete thickness has been raised from 25 cm to 30
cm, instead of SN type rock bolt IBO rock bolts have been used, the materials that would come from the top point of
tunnel drilling have been prevented by sticking 45 rock bolts, each one of which has 2 inch thickness and 8 m
length. In terms of drilling security, the round length has been decreased to 75 cm.
Secondly, in the tunnel between the 1+650 – 1+800 km of T1 tunnel that comes up to the field of TEKEL
Housing buildings, deformations have been examined on the surface and in the housing buildings. Between these
km, the movements happened in the tunnel has been under 10 cm which is the completely tolerable rate. Due to the
reasons such as the lack of upper cover burden; the use of sufficient fortification components in this area (which is
rough in terms of tunneling) because of the presence of upper structure burdens and of that the drilling unit has
ground characteristics; the application of Umbrella Arch; the pursuance and right evaluation of deformations; the
accurate determination of ground characteristics, the drilling in the tunnel has been safely done and there happened
no problem to come across. Around the tunnel route on the surface have occurred deformations. Vertical movements
of some 15-20 cm in line of tunnel axis have diminished in the right and left parts of the axis depending on drilling
effect. Within the area on the right side of the tunnel axis which the housing buildings are located, the deformation
rates have been amortized faster than the area on the left side of the axis. It shows that the ground has heterogeneous
characteristics in a small field. The vertical movements happening in housing buildings have been observed mostly
in the housing building No:1 which is the closest one to T1 tunnel . In the housing building in which a maximum 2.6
cm vertical movement has been seen, there occurred no situation that could lead to a problem.
KARAMAN Abdullah
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Süleyman DALĞIÇ
: Jeoloji Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Süleyman DALĞIÇ
: Prof. Dr. M. Namık YALÇIN
: Prof. Dr. A. Malik GÖZÜBOL
: Prof. Dr. Atiye TUĞRUL
: Yrd. Doç. Dr. A. Fethi YÜKSEL
Kirazlı 1- Başak 4 Metro Hattının Mühendislik Jeolojisi
Başak 4- Kirazlı 1 Metro hattı Aksaray-Havaalanı arasında çalışan metro hattının Esenler-Otogar arasındaki
kesimini, Başakşehir 4. Etapa uzatmakta olan projedir. Günümüzde metro hatlarının trafik sorununun çözümünde
belkide en önemli alternatif olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Başakşehir ilçesi İstanbul’un diğer ilçelerine göre
nispeten yapılaşmaya yeni açılmasına rağmen, nüfus yoğunluğunun çok olduğu ve sanayi sitelerinin yoğun olarak
bulunduğu bir bölgedir. Sözkonusu bölgede giderek artan trafik sorununu çözmek için İstanbul Büyükşehir
Belediyesi bu projeyi planlayarak hayata geçirmiştir.
11,2 km uzunluğa sahip olan projede örtü kalınlığı yaklaşık olarak 4 m ile 40 m arasında değişkenlik
göstermektedir. Ayrıca tünel güzergahının mühendislik özelliklerinin belirlenmesi maksadı ile yapılan 52 adet
sondaj çalışmasında SPT ve presiyometre deneylerinin yanı sıra bu sondajlardan alınan numuneler yardımı ile
yapılan laboratuvar deneyleri ile güzergahın mühendislik özellikleri ortaya konulmuştur.
Yine açılan bu araştırma sondajlarından elde edilen verilere dayanılarak tünel güzergahının neredeyse
yarısının killi zeminden oluştuğu, öte yandan neredeyse diğer yarısının ise orta-zayıf kaya ortamında açılmış olduğu
görülmektedir.
Tünel Açma Makinesi kullanımının gerçekleştirildiği projede bu türden ortamlara uygun ve geleneksel
tünel açma yöntemlerine göre daha hızlı ve güvenli olan EPB – TBM tercih edilmiştir. Proje boyunca 2 adet TBM
makinası Başak 4 portalından diğer 2’si ise Kirazlı 1 portalından girerek tünel kazısını bitirmişlerdir. Bu yüksek
lisans tezinde özellikle TBM ilerleme hızları 4 makine için ayrı ayrı hesaplanarak farklı jeolojik formasyonların,
örtü kalınlığının ve tünel boyunca geçilen jeololojik birimlerin mühendislik özelliklerinin TBM ilerleme hızlarına
etkisi ortaya konmaya çalışılmıştır. Ayrıca her bir TBM’in performansı karşılaştırılarak, kazı ilerleme hızını
etkileyen faktörler ortaya konmaya çalışılmıştır. Kazı güzergahı boyunca rastlanılan kaya ortamları için RMR
puanlaması yapılmıştır. RMR puanlarının 29 ila 53 arasında değerler aldığı tespit edilirken, RMR puanı arttıkça
ilerleme hızının da arttığı sonucuna ulaşılmıştır. Kohezyonlu zeminlerde düşük ilerleme hızlarına ulaşılırken,
kohezyonsuz zeminlerde ve kaya ortamlarında daha yüksek ilerleme hızlarına ulaşıldığını söylemek mümkündür.
Engıneerıng Geology Of Kırazlı 1– Basak 4 Subway Lıne
Basak 4- Kirazlı 1 Metro route is the project which extends the Esenler-Otogar (Bus terminal) underground
route section of the line between Aksaray and the Airport to Basaksehir Phase 4. It is an undeniable fact that the
underground system is maybe the most important alternative in solving the traffic problem. Basaksehir borough;
although has lately been opened to mass housing compared to the other boroughs of Istanbul, is a region of dense
population, where industrial sites are intensively located. In order to solve the ever increasing traffic problem in the
said area, Istanbul Metropolitan Municipality has developed this project and put it into practise.
The project, where the total length is 11,2 km., the coating thickness varies approximately between 4 m.
and 40 m. Engineering characteristics of the route has been introduced by SPT and pressiometer tests during the 52
drilling works exercised for the purpose of specifying the engineering characteristics of the tunnel, as well as the
laboratory experiments conducted by using the samples taken in such drillings.
Based also on the findings derived from such research drillings, it is observed that nearly half track of the
tunnel route is composed of argillaceous soil, where on the other hand, rest half was bored through mediums of midstrength/loose rocks.
In the project, where Tunnel Boring Machine has been used, EPB - TBM has been preferred, a machinery
which is fitter for such mediums, faster and more reliable than traditional boring methods. Throughout the project, 2
TBM machines started drilling from Basak 4 portal and other 2 from Kirazlı 1 portal and finished the tunnel boring.
In this master’s thesis, it is intended to specify the effect of engineering characteristics of different geologic
formations, thickness of coatings and the geologic sections passed along the tunnel on the TBM progressing speed,
by calculating such TBM speeds for 4 machines separately. Furthermore, by comparing the performance of each
TBM, it is intended to exhibit the factors influencing the boring progress speed. RMR scoring has been done for the
rocky mediums confronted along the excavation route. It is concluded that progressing speed increases as the RMR
score rises, while such RMR scores have reached values between 29 and 53. It is possible to assert that low progress
speeds are observed on cohesive soils, where higher speeds are can be achieved on non-cohesive soils and rocky
mediums.
JEOFİZİK MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
KIZILKAYA Selçuk Faik
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doc. Dr. Hüseyin TUR
: Jeofizik Mühendisliği
: 2010
: Yrd. Doc. Dr. Hüseyin TUR
: Prof. Dr. Ali PINAR
: Prof. Dr. Bedri ALPAR
: Doc. Dr. Muhittin ALBORA
: Doc. Dr. Murat UTKUCU
Batı Antakya’nın Zemin Durumunun İncelenmesi
Deprem yer hareketi ve neden olduğu hasarın, zemin koşullarından önemli ölçüde etkilendiği çokça
belgelenmiştir. Bu yüzden zemin koşullarının belirlenmesi ve deprem yer hareketini nasıl değiştirdiği Uygulamalı
Jeofizik ve Mühendislik Sismolojisi’nde önemli bir araştırma alanıdır.
Bu çalışmada Batı Antakya’daki zemin koşulları ve değişkenliği incelenmiştir. Bu amaçla 33 jeoteknik
araştırma sondajından, arazide toplanan örneklerin laboratuarda jeoteknik analizlerinden ve 33 sismik kırılma ve 31
Düşey Elektrik Sondaj profilinden elde edilen verilerden yararlanılmıştır. Çalışma alanındaki zemin durumu, zemin
hakim periyodu ve zemin büyütmesinin uzaysal dağılımlarının haritalanması yapılmıştır.
Yeni yerleşim alanının, yerleşime uygunluk haritasını tanımlamak için oluşturulan haritalar, çalışma
alanının hazırlanan imar planı ile korole edilmiştir. Yerleşime uygunluk haritası korelasyon sonucunda çalışma
alanında yerleşime “uygun”, “önlemli uygun” ve “uygun olmayan” alt alanların belirlenmesiyle oluşturulmuştur.
İnvestigation Of Ground Situtation Of Western Antakya
It has been extensively documented that the earthquake ground motion and the damage it causes is greatly
affected by the site condition. Therefore determination of the site condition and how it changes the earthquake
ground motion is an important research area in Applied Geophysics and Engineering Seismology.
In this study the site condition and its variability in the western Antakya are investigated. For this purpose
the data coming from the 33 geotechnical investigation wells, the geotechnical analysis of the field collected
samples in laboratory, and 33 seismic refraction and 31 Vertical Electrical sounding profiles are exploited. The soil
condition in the study area is mapped by means of spatial distribution of dominant soil vibration period and ground
amplification maps.
The generated maps are than correlated with the new settlement plan of the study area for defining the site
suitability map of the new settlement area. The site suitability map of the study area is generated by defining the sub
areas that are “suitable”, “precautionary suitable” and “not suitable” for the settlements from the correlation.
ŞENEL Leyla
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Doç. Dr. Murat BAYRAK
: Jeofizik Mühendisliği
: 2010
: Doç. Dr. Murat BAYRAK
: Prof. Dr. Aysan GÜRER
: Prof . Dr. Gülçin ÖZÜRLAN AĞAÇGÖZGÜ
: Prof. Dr. İbrahim KARA
: Yard. Doç. Dr. Nurullah HANİLÇİ
Kestelek Bor Yatağında Vlf Ve Doğru Akım Özdirenç Ölçümleri
Türkiye’de Kestelek bor yatağını kesen iki profil boyunca elektromanyetik – VLF parametreleri olan
görünür özdirenç, faz, tipperin gerçel kısmı ile doğru akım (DC) özdirenç verileri alınmıştır. VLF tipperin gerçel
parçası bor cevherinin olası yerini belirlemek amacıyla ayrıca Fraser ve Karous & Hjelt filtreleri uygulanarak
işlenmiştir. DC özdirenç yöntemi için alınan özdirenç verisinin ters çözümü ile iki – boyutlu özdirenç modelleri elde
edilmiştir. Ana bulgular şunlardır: (1) K&H tipperin gerçel kısımı akım yoğunluğunun andıran kesitleri tarafından
negatif akım yoğunluğu pikleri ile desteklenen iki – boyutlu modellerdeki orta özdirençli (>12 ohm m) bölgeler bor
yataklarına işaret edebilir. (2) K&H tipperin gerçel kısım akım yoğunluğu andıran kesitinde pozitif piklerden negatif
piklere geçiş olası bor yataklarına işaret edebilir. (3) Çalışma alanında iki profil civarında yapılmış olan sondajlar iki
– boyutlu özdirenç modellerinde ve K&H tipperin gerçel parçası filtre görüntülerindeki özdirençli olası bor zonları
ile uyum içerisindedir.
Vlf And Dırect Current Resıstıvıty Measurements Over The Kestelek Boron Deposıt
Electromagnetic – VLF parameters such as the apparent resistivity, phase, real part of tipper and direct
current (DC) resistivity data were collected along two profiles across the Boron deposit in Kestelek Site, Turkey.
The electromagnetic – VLF data also were processed applying the Fraser and Karous & Hjelt filtering to explore the
possible location of the subsurface boron ore body. The two-dimensional resistivity models were obtained by the
inversion of resistivity data for DC resistivity method. The main findings are: (1) Moderate resistivity (>12 ohm m)
zones in the two – dimensional models supported by the K&H real part of tipper as the negative current density
peaks may indicate boron deposits. (2) Transition from positive peaks (conductive regions) to negative peaks (more
resistive regions) in the K&H real part of tipper current density pseudosection may indicate the possible boron
deposits. (3) Drilling results around two profiles of the study area are consistent with the resistive boron zones in the
both two – dimensional resistivity models and K&H real part of tipper filter images.
MAKİNE MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİMDALI
TOP Yavuz
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Salim ÖZÇELEBİ
: Makine Mühendisliği
: 2010
: Prof.Dr. Salim ÖZÇELEBİ
: Prof.Dr.Rıza GÜVEN
: Prof.Dr.Feridun ÖZGÜÇ
: Doç.Dr. Erol UZAL
: Y.Doç.Dr. Murad KUCUR
Gövde Borulu Isı Değiştiricisi Tasarımı
Mühendislik uygulamalarının en çok karşılaşılan işlemlerinden birisi, farklı sıcaklıklardaki iki veya daha
fazla akışkan arasındaki ısı değişimidir. Bu değişimin yapıldığı cihazlara ısı değiştiricisi denilmekte olup
uygulamada termik santraller, kimya endüstrileri, ısıtma, iklimlendirme, soğutma sistemleri gibi birçok yerde
kullanılabilmektedir. En yaygın olarak kullanılan ısı değistiricileri tiplerinden birisi de gövde borulu ısı
değiştiricileridir. Bu tip ısı degiştiricilerinde gövde tarafından bir akışkan ile borulardan diğer bir akışkan geçerek ısı
degişimi işlemi sağlanır.
Bu çalışmanın amacı gövde borulu bir ısı değistiricisinde bulunan şaşırtma levhası kesmesi, şaşırtma
levhası aralığı, boru dizilişi, boru içi hız gibi parametrelerin ısı taşınım katsayısına ve basınç düşümüne etkisinin
araştırılması ve böylelikle en uygun ısı değiştirici optimizasyonunun yapılmasıdır. Bu maksatla ısı değiştiricisinin
boyutlandırılmasında etkili olan parametreler üzerinde incelemeler gerçekleştirilecektir.
Yukarıda amaçlanan hedefler doğrultusunda öncelikle ısı değiştiricilerinin tanımı, sınıflandırılmaları, çalışma
şekilleri ve kullanım alanları belirtilmiştir. Bu kapsamda gövde borulu ısı değiştiricilerinin sanayi ve teknolojideki
önemi vurgulanmıştır. Ayrıca, bu tip ısı değiştiricilerinin boyutlandırılmasına özgü parametrelerin belirlenmesindeki
zorluklar vurgulanmıştır. Dolayısıyla optimum boyutların tespitindeki güçlükleri gidermeye yönelik, Visual basic
bilgisayar programlama diliyle hem görsel hem de kullanım kolaylığı ile tüm seçeneklere ait parametreleri dikkate
alarak çok hassas çözüm üreten bir program hazırlanmıştır. Amaç, bilgisayarda programlama yoluyla ısı
değiştiricilerinin ısıl hesaplarının yapılması ve ısı transfer yüzeyi ile boru adetlerinin belirlenmesi, böylelikle
boyutlandırılması ve optimizasyonunun sağlanmasıdır.
Ayrıca hazırlanan programda, akışkanın fiziksel özelliklerinin sıcaklığa bağlı olarak hassas bir şekilde
hesaplanabileceği yazılımlar eklenmiştir. Bu özellikler gerekli olan yerlerde program tarafından kullanılmıştır. Su
için sıcaklık değerlerine bağlı olarak yoğunluk, ısı iletim katsayısı, prandtl sayısı, özgül ısı ve dinamik viskozite
gibi değerler bulunmuştur. Kullanılan tüm bağıntılar, ilgili literatürlerde verilen amprik ifadelerdir.
Yapılan çalışma, bu alanda yapılacak deneysel ve teknolojik uygulamalar ile teorik çalışmalara çok önemli
katkılar sağlayacaktır.
Shell And Tube Heat Exchangers Desıgn
One of the most common processes of engineering applications is the heat exchange between two or more
fluids at different temperatures. Devices where such heat exchange takes place are called “heat exchangers” and
have many areas of application such as power plants, chemical industries, heating, ventilation and air conditioning
systems. One of the most common type of heat exchanger is the shell and tube type. In these exchangers heat is
transfered between two fluids; one flowing in the shell side and the other flowing in the tube side.
The scope of this work is to investigate the effects of some parameters such as baffle cut, baffle spacing,
tube arrangement and inner tube velocities on overall heat transfer coefficient and on pressure drops and thus
achieving the best heat exchanger optimisation. For this aim analyses are made on the parameters that are most
effective on heat exchanger rating.
According to the above, the definition, classification, working principles and the areas of application of
heat exchangers are studied first. In this context the importance of shell and tube heat exchangers for the industry
and technology is specified. Furthermore the difficulties in defining some parameters used in rating of such heat
exchangers are also specified. That’s why in order to eliminate the difficulties in designating the optimum
dimensions a computer program in Visual Basic is user friendly designed taking into consideration the all
parameters of choices and thus can make very sensitive calculations. The objective is to make heat transfer
calculations, to obtain heat transfer surfaces and number of tubes thus rating and making optimizations by using
computer programming.
Moreover by making some additions to the main program it is possible to maket emperature dependant
calculations of physical properties of the fluid. This speciality is utilized by the program where it is needed.
Depending on the temperature values for water the datas such as density, heat conduction coefficient, Prandtl
number, specific heat and dynamic viscosity are obtained. All relations used herein are empirical expressions given
in the literature.
This study is to provide important attributions to the experimental and technological applications and
theoretical studies.
KAYIMOĞLU Gürkan
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doç. Dr. Cüneyt FETVACI
: Makine Mühendisliği
: 2010
: Yrd. Doç. Dr. Cüneyt FETVACI
: Prof. Dr. H. Rıza GÜVEN
: Prof. Dr. Salim ÖZÇELEBİ
: Prof. Dr. C. Erdem İMRAK
: Doç. Dr. Erol UZAL
Sonlu Elemanlar Metodu İle Evolvent Düz Dişli Çarkların Diş Kökü Gerilmelerinin İncelenmesi
Bu çalışmada, makine elemanlarından, endüstrinin birçok alanında yaygın olarak kullanılan ve güç
iletiminde önemli bir yere sahip olan dişli çarklar incelenmiştir. Dişli çarkların muhtelif şartlarda fiziksel
davranışının modellenmesi sayısız araştırmaya konu olmuştur. Başlangıçta basit mukavemet modelleri ile yapılan bu
incelemeler bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler ile sayısal metotlarla devam etmektedir. Çalışmanın amacı
evolvent düz dişli çarklarda diş dibi gerilmesini hesaplamak için sonlu elemanlar modelini oluşturmak ve muhtelif
sınır şartlarında modeli analiz etmektir. Çalışmanın giriş bölümünde dişli çarkların önemi, diş dibi gerilmelerini
bulmak için sonlu elemanlar metoduyla modellenen dişlilerle ilgili literatürde yapılmış çalışmalar hakkında ve tez
çalışmasının içeriği ile ilgili genel bilgiler verilmiştir.
Bu tez çalışmasının genel kısmının birinci bölümünde geçmişi çok eskiye dayanan, endüstride kullanılan
makine elemanları arasında güç ve hareket iletiminde tartışmasız en önemli rolü oynayan, çoğu zaman kullanıldığı
yer ve üstlendiği görev olarak alternatifsiz olan dişli çarkların tanımı, eksenlerine göre sınıflandırılması yapılmıştır.
İkinci bölümde, bir dişlinin standartlara uygun modellenebilmesi için temel dişli geometrisi ve dişli çarklarla ilgili
oranlar verilerek, temel dişli terimlerinin tanımları yapılmıştır. Üçüncü bölümde, günümüzde kullanılan dişli çark
çeşitleri arasında geniş bir yere sahip olan düz dişli çarkların imalat yöntemleri anlatılmış ve dişli çarkların
mukavemet, yüzey basıncı bakımından yük taşıma kabiliyetlerinin etkileyen en önemli faktör olan dişli
malzemelerinin sınıflandırılması yapılmıştır.
Malzeme ve yöntem kısmının birinci bölümünde dişli çarkların mukavemet hesapları, diş profilinde
uygulanan yük, dişli çarklarda profil kaydırma ve diş sayısının seçilmesi anlatılmıştır. İkinci bölümünde sonlu
elemanlar yöntemine (SEY) duyulan ihtiyaçtan, SEY’deki işlem adımlarından, sonlu eleman (SE) çeşitlerinden ve
bu yöntemin avantaj/dezavantajlarından bahsedilmiştir. Üçüncü bölümde kullanıcı dostu sonlu elemanlar analiz
programlarından biri olan ANSYS hakkında bilgi verilip, bu programda nokta, çizgi, yay gibi temel birim
elemanlardan model geometrisini oluşturup bu modelin analizini yapmak için izlenecek adımlar tarif edilmiştir.
Bulgular kısmında ise, bilgisayar ortamında sonlu elemanlar modelini elde etmek için dişli geometrisinin
meydana gelmesinde temel birim olan koordinat noktaların oluşmasını sağlayan program geliştirildi. Bu program
ANSYS ön işlemcisinde okutularak katı model için ilk adım olan ve diş geometrisini tayin eden köşe noktalar
(keypoint) doğrudan oluşturulmaktadır. Bundan sonra uygun işlemler yapılarak iki boyutlu diş katı modeli elde
edildi. Sonlu elemanlar modeli bu katı modelden faydalanılarak elde edilir. Bu işlemleri gerçekleştiren komutların
sıralandığı ANSYS çalışma dosyasında bazı büyüklükler (eleman sayısı, dağılımı vs) parametrik olarak
değerlendirilmektedir. Bu parametrik yaklaşım belirli bir ağ kalıbı için programın bir defa çalıştırıldığında tüm
noktalarda yükleme hallerinin sırasıyla incelenmesi sağlanmaktadır. ANSYS Parametrik Dizayn Lisanının etkin
kullanılması ile seçilen düğüm noktalarına kuvvetin otomatik uygulanması ve her durum için çözümlerin elde
edilmesi gerçekleştirildi. Çeşitli koşullardaki bu çözümler neticesinde dişlinin fiziksel davranışı simüle edilip, çeşitli
sınır şartlarında kök bölgesindeki gerilmelerin değişimi incelendi. Çözümlemeler sonucunda elde edilen grafiklerle
literatürdeki grafikler karşılaştırıldı.
Çalışmamın tartışma ve sonuç bölümünde de bu karşılaştırmalar doğrultusunda tez çalışmasının amacına
ulaştığına yönelik değerlendirmelerde bulunulmuş ayrıca bu çalışmanın başka hangi çalışmalara yardımcı
olabileceği ve uyarlanabileceği hakkında fikirler verilmiştir.
Fınıte Element Analysıs Of Involute Spur Gear Tooth Root Stresses
In this study, machine components and spur gears have been mentioned, which have a wide area in many
scope of industry and has an important place in power transmission. Modeling of physical behaviors’ of spur gears
in miscellaneous conditions has been a topic for numerous researches. Initially, these examinations made by simple
endurance models, are continuing with numeric methods due to the developments in computer technologies. The
aim of the study is to develop finite element model to calculate the root stresses of involute flat spur gears fo in
different boundary conditions. In the introduction part, the importance of spur gears, studies made in the literature
about gears modeled with the method of finite elements to calculate the gear tooth root stresses and general
knowledge have been told related to thesis study.
In the first chapter of the general part of this thesis study, the classification of spur gear’s definiton, which
has no alternative in transmitting power and motion between elements of machine used in industry, has been made.
In the second part, in order to modelling in standards of spur gears; the definition of basic spur gears has been made
by giving basic geometry and ratios. In the third part, the manufacturing methods of spur gears, which have a wide
area of today’s usage in various gears, has been told; moreover, regarding endurance and surface pressure, the most
important factor about loading capabilities on spur gear mechanesins have been classified.
In the first part of material and method chapter, endurance calculation of spur gears, loads that applied in
spurs profile, profile scrolling in spur gears, and selection the number of spur gears have been told. In the second
part, it was mentioned of the advantages and disadvantages of the necessity of finite elements method (FEM), steps
in FEM and kind of finite elements (FE).
In the third part, it was given information about ANSYS which is one of the analysis program of user
friendly finite elements, and was also described the developing a model geometry with basic components like point,
line, curve and the steps will be pursued to analyze this model.
In the section of finding however, a program has been developed providing the system coordinates in
constituting spur geometry basic component in the computer environment to obtain the finite elements. This
program is read by ANSYS preprocessor, then key points, which is the first step in solid model and assigns the spur
geometry, are developed directly. Hereafter, making appropriate processes, two dimensional spur solid model was
produced. Finite elements model is generated by deriving benefit from this solid model. Some measures (number of
element, distribution, etc.) in ANSYS working file which instructions performing these processes are classified in,
are evaluated parametrically. This parametric approach provides investigating the all loading situations respectively
when the program operated once time in a determinated network pattern. By using ANSYS Parametric Design
License effectively, power was implemented automatically to chosen crucial points and solutions carried out for
each situation. According to these solutions in different conditions, physical behavior of the spur simulated and
variation of tensions examined in root region in various boundary conditions. The diagrams derived in consequence
of analysis, are compared with the diagrams in literature
In discussion and conclusion part of the study, examinations have been made that this thesis study has
reached its objective according to these comparisions and also ideas given about this study will be useful and
adjustable to which studies.
KORKMAZ Nuray
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Nurkan YAĞIZ
: Makina Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Nurkan YAĞIZ
: Prof.Dr. Salim ÖZÇELEBİ
: Prof. Dr. Ahmet SERTBAŞ
: Doç. Dr. Recep BURKAN
: Doç.Dr. Rahmi GÜÇLÜ
İnsanda Baş Boyun Modellenmesi
Trafik kazalarında sürücü ve yolcularda meydana gelen baş-boyun sistemi yaralanmaları kalıcı
yaralanmaların ve hatta ölümlerin temel sebebidir. Özellikle insan boyun yaralanmaları yıllardır önemli bir halk
sağlığı sorunudur. Bu yüzden son yıllarda insan boyun yaralanmaları ile çokça ilgilenilmektedir. Bu tezde baş ve
boyun yaralanmalarına neden olan mekanizmalar açıklanmaya çalışılmakta, baş ve boyunun matematiksel modeli
kullanılarak simüle edilmektedir.
Matematiksel modeller boyun incinme mekanizmaların daha iyi anlaşılmasına yardımcı olurken etik
problemlere neden olan kadavra, gönüllü ve hayvan kullanımına alternatif bir metottur. Bu modeller daha ucuz, daha
az zaman harcayan, verimli, daha detaylı sonuçlar ve birçok farklı çarpışma simülasyonunun sonucunu tahmin
etmeye uygundur.
Bu çalışmada, fiziksel model iki boyutlu olarak modellenmiş olup baş, yedi boyun omur ve bir adet gövde
omurunu temsilen T1 omurundan meydana gelmiştir. Her omur ve baş üç serbestlik dereceli olup insan baş-boyun
sisteminin matematiksel modeli 24 serbestlik derecelidir. Baş ve omurlar rijit kütleler olarak modellenmiş ve
yumuşak dokular (intervertebral diskler, faset eklemi, bağ doku ve kaslar) geleneksel mekanik bağlantılar olan yay
ve sönümleyici elemanlar olarak modellenmiştir. İnsan boyun omurlarının eylemsizlik özellikleri ve kütlesi
literatürden alınmıştır. Başlangıçtaki boyun eğriliği başlangıç koşulları verilerek şekillendirilmiştir. Yumuşak
dokular için kullanılan yay katsayıları tork-açı grafiğinden alınmıştır. Sönüm katsayıları da nonlineerdir. Böylece
kas davranışları sisteme yansıtılmaya çalışılmıştır. Matematiksel modelin elde edilmesinde Lagrange yöntemi
kullanılmıştır.
Matematiksel modelde güvenilir sonuçlar elde edilmesi yaralanmaların seviye ve nedenlerinin
belirlenmesinde ve anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Bu sonuçlar daha iyi yaralanma engelleyici sistemler ve daha
güvenli koltuklar geliştirilmesinde kullanılabilecektir.
Modelıng Of Human Head Neck
Injuries to the head- neck system of divers and passengers in car accidents have been a major cause of
permanent disabilities or even death. Especially injuries to the human neck have been a significant public health
problem for many years thus injuries on human neck have received substantial attention in recent years. The
mechanisms that cause injuries to the head and the neck , are tried to be explained and simulated using mathematical
models of the head and the neck.
Mathematical models which can contribute to a better understanding of neck injury mechanisms, are
alternatives to cadavers, volunteers and animals which raised ethical questions. These models are cheaper, less time
consuming, yield substantial and more detailed results and are capable of predicting many different crash
simulations.
In this study, the physical model is modelled as two dimensional and is composed of a head, seven neck
vertebraes and a body vertebrae representing T1. Each vetebrae and head have three degrees of freedom so physical
model of the human head-neck system has with 24 degrees of freedom. The head and vertebraes are modelled as
rigid bodies and soft tissues (intervertebral discs, facet joint, ligament and muscles) are modelled with conventional
mechanical joint as massless spring and damper elements. Inertial properties and mass of the human neck vertebreas
are taken from literature. The initial neck curvature is shaped by giving initial conditions. Spring coefficients for soft
tissues are derived from the nonlinear torque versus angle graphic and damping coefficients are nonlineer so
muscle behaviour will be reflected to the system. Because of its systematic structure, Lagrange method is used while
deriving the mathematical model.
Getting releable result from mathematical model will help understanding and determining cause and level
of injuries. This result will be used to develope better restraint systems, safer seats.
DÜZENLİ Ayhan
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Salim ÖZÇELEBİ
: Makine Mühendisliği
: 2010
: Prof.Dr. Salim ÖZÇELEBİ
: Prof.Dr.Rıza GÜVEN
: Prof.Dr.Feridun ÖZGÜÇ
: Doç.Dr. Erol UZAL
: Y.Doç.Dr. Fazıl Nihat BODUR
Güneş Enerjili Su Pompalama Sistemleri
Günümüzde enerji ihtiyacı özellikle elektrik enerjisi ihtiyacı mani olunamayan nüfus artışı, ekonomik büyüme ve
teknolojik gelişme nedeniyle hızla artmaktadır. Bu değişimi karşılamak için gün ve gün gittikçe daha fazla ham
maddeye ihtiyaç duyulur. İnsan İhtiyaçları sonsuzdur ama ekonomik gelişmeyi sağlayacak kaynaklar kıttır. Bu
nedenle insanlık kıt kaynakları tasarruflu tüketmeli ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmalıdır. Yenilenebilir
enerji kaynakları, yenilenemez enerji kaynaklarıyla tüketimimizi rahatlıkla karşılayabilir. Beş tane temel
yenilenebilir kaynak vardır; güneş, akan su, rüzgâr, biokütle ve yerin iç kısmındaki ısı. En önemli alternatif enerji
kaynağı olan Güneş enerjisi, insanlığın enerji tüketimini karşılamak için kullanılır.
Güneş enerjisi, Güneşteki karmaşık nükleer reaksiyonlar sonucunda oluşur. Radyoaktif ışınım (foton)
olarak dünyamıza ulaşır (dış ışınım). İcat edilen bu güneş pilleri güneşten enerji sağlamak amacıyla yaygınca
kullanılmaktadır. Bununla birlikte bir tek hücre sadece 0, 6 V verebilir. Bu amaçla, dolayı güneş pilleri (PV de
deriz), yüke gerekli enerji ihtiyacını vermek için farklı kombinasyonlarla bir araya gelip modülleri oluştururlar.
Modüller panelleri. Paneller fotovoltaik sistemleri oluşturur.
Üç farklı kullanılan fotovoltaik sistem vardır. Bunlar şebekeli PV, bağımsız PV ve direk bağlı PV’lerdir.
Bu tezde, bütün bu tip sistemler açıklandı. Özellikle su pompalama uygulamasında kullanılan bağımsız sistem
özellikle, detaylı olarak gösterildi. Birinci amaç Brenell Criddle metoduyla arazinin su ihtiyacının hesap edilmesi ve
ikinci amaç su pompalama sisteminin enerji ihtiyacının karşılanmasıdır. Uygulamacılar pek çok denemeden sonra
kırsal alanlarda, fotovoltaiklerin bitkiler ve çiftlik hayvanları için su pompalama gibi tarımsal uygulamalar için en
iyi çözüm olduğunu görmüşlerdir. Güneş destekli su pompalama sistemleri iki temel bölümden oluşur. PV panellerPV üniteler (elektriksel bölüm) ve pompa-borulardır. (hidrolik kısım) Bu tezin ana amacı, Güneş destekli fotovoltaik
sistemlerin ne olduğunu ve güneşli su pompalama sistemlerinin nasıl çalıştığını anlatmaktır.
Solar Powered Water Pumping Systems
Nowadays, necessity of energy especially electric energy is increasing rapidly because of unhindered
population growth, economical growth and technological development. For fulfilling these changing, there are
needed more and more raw materials day by day. Human needs are infinite but the resources for supply economical
development are infrequent. Consequently human being must consume the scare sources thriftily and use renewable
energy resources. Renewable energy resources can meet our requirements using with nonrenewable resource easily.
There are five principal renewable sources of energy: the sun, the wind, flowing water, biomass and heat from
within the earth. Solar energy, which is the most important alternative energy source, is used to meet humanity
consuming energy.
Solar energy forms as a result of complicated nuclear reactions in the Sun. It reaches (extraterrestrial
radiation) the world as radioactive ray (photon). Invented this solar cells are widely being used to supply energy
from the Sun. However a single solar cell can give only 0, 6 V. That's why; solar cells (also call PV) are combined
different combination and form modules for giving necessity energy to load. Modules form arrays. Arrays form PV
systems. Namely solar cells are the heart of photovoltaic systems.
There are three different PV systems are being used. These are Grid PV, Stand alone PV and direct coupled
PV systems. In this thesis all this type systems were explained. Especially stand alone PV systems which was used
in application in this thesis for pumping water, was shown more detailed. The first goal is to calculate areas water
necessity with Brenell Criddle method and second goal is to meet the necessity energy of water pumping systems.
The second goal is as important as first one. After many appliances were made pragmatics found that a PV solution
is the best solution for remote agricultural need such as water pumping for crops or livestock. A solar powered water
pumping system is made up of two basic sides. These are PV panels-PV system units (electrical side) and pumpspipes (hydraulic side). The main goal of this thesis is to explain what the solar powered photovoltaic systems are
and how solar powered water pumping system Works
GÖZÜTOK Müjde
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Nurkan YAĞIZ
: Makina Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Nurkan YAĞIZ
: Prof.Dr. Salim ÖZÇELEBİ
: Prof. Dr. Ahmet SERTBAŞ
: Doç. Dr. Recep BURKAN
: Doç.Dr. Rahmi GÜÇLÜ
Otobüslerde Seyir Konforunun Bulanık Mantıklı Kontrolcü Kullanılarak İyileştirilmesi
Yapılan bu çalışmada, süspansiyon sisteminde hava körüklü yay kullanılan tam otobüs modelinde bozucu
yol girişleri nedeniyle oluşan titreşimler bulanık mantıklı kontrolcü ile minimize edilmeye çalışılmıştır. Hava
körüğünün ve tam otobüs modelinin matematiksel ifadeleri elde edilmiştir. Tam otobüs modeline monte edilen
havalı yay çeşitli işletme durumlarında karşılaşılabilecek koşullardan dolayı sekiz adet ek hacimli olarak dizayn
edilmiş ve bu ek hacim değişiminin araç titreşimine etkileri incelenmiştir.
Yol profillerindeki düzensizliklerin oluşturduğu girişler, otobüs gövdesinde titreşimlere yol açarak yol
tutuşunu, süspansiyon açıklığını ve seyir konforunu olumsuz yönde etkilemektedir. Aktif veya pasif süspansiyon
sistemleri ile aracı etkileyen bu bozucu etkiler sönümlenebilmektedir. Ancak şu da bilinmektedir ki pasif
süspansiyon sistemlerinde seyir konforu ile yol tutuşu ve süspansiyon açıklığı değişimleri çatışmaktadır. Bu nedenle
kontrolcü uygulanırken sürüş güvenliği ve seyir konforu arasında ödünleşme yapmak gerekmektedir.
Bu çalışmada ilk olarak ek hacim sayıları değiştirilerek sisteme yarı-aktif kontrol uygulanmış, ardından ek
hacim sayısını sabit tutarak bulanık mantıklı kontrolcü eklenmiş, son olarak da taşıta çift kontrolcü ekleyerek hem
ana kütlenin ivmesi sıfıra indirgenmeye çalışılmış hem de ek hacim sayısına seyir konforunu ve sürüş güvenliğini
göz önünde bulundurarak bulanık mantıklı kontrolcü ile karar verilmiştir. Tüm bu uygulamaların zaman ve frekans
cevaplarının grafikleri çizilerek karşılaştırmalar yapılmıştır.
Improvement Of Rıde Comfort Of BUSSES USING Fuzzy Logıc Controller
In this study, for the full bus model that air spring is used in its suspension system, the vibrations caused by
the irregularities of the road surfaces are tried to be minimized via fuzzy logic controller. The mathematical
expressions for the full bus and air spring model are obtained. Since the air spring mounted on the full bus model
may face with differet working conditions, it has been designed that it has eight auxiliary chambers and then the
effects of changes in the number of auxiliary chamber on the vehicle vibrations are investigated.
The inputs, which are formed by the irregularities in the road profile, effect the ride comfort, suspension
gap and roadholding in a bad way by causing vibrations on the body of the bus. These vibrations can be minimized
by using active and passive suspansion systems. On the other hand, in passive suspension systems ride comfort
conflicts with the suspension gap and roadholding. So it is necessary to make a tradeoff between the drive safety and
ride comfort when the controllers are applied.
In this study, first semi-active control was applied to the system by changing the numbers of the auxiliary
chambers, then fuzzy logic controller was added to the system when the number of auxiliary chamber was constant,
finally two fuzzy logic controllers were added to the bus to make the acceleration of the main mass around zero and
make decision about the count of the auxiliary chamber when keeping in mind the ride comfort and the drive safety.
All the time and frequency responces for these applications were obtained and compared with each other.
ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ
GÜNER Özge
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof.Dr. Şakir ESNAF
: Endüstri Mühendisliği
: 2010
: Prof.Dr. Şakir ESNAF
: Doç. Dr. Alp BARAY
: Doç.Dr. Murat KIYILAR
: Yrd.Doç.Dr. Murat AKAD
: Yrd.Doç.Dr. Fethi Ahmet YÜKSEL
Kritik Ve Kritik Olmayan Talepler İçin Yedek Parça Stok Kontrol Sistemleri Ve Bir Uygulama
Bu çalışmada amaç, işletmelerdeki yedek parça stok kontrolünün işletmeler açısından öneminin
incelenmesi, yedek parçalar için uygun olan stok kontrol sistemlerinden biri olan (S-1,S) sisteminin gerçek hayatta
uygulanabilirliğini göstermektir.
İlk bölümde stok kavramı, stokların sınıflandırılması, çeşitleri, stok maliyetleri ve stok kontrolü genel
olarak anlatılmış, ikinci bölümde Basit Stok Kontrol Sistemleri ve Stok Kontrol Modelleri detaylı olarak
incelenmiştir. Üçüncü bölümde, stokların kritikliğinin belirlenmesinde kullanılacak olan ABC analizi ve yedek
parça stok kontrol sistemlerinden (s,S) ve (S-1,S) sistemleri detaylı olarak ele alınmıştır.
Dördüncü bölümde ise bir asansör firmasına ait yedek parçaların talep ve tedarik süreleri incelenerek A
sınıfı kritik stoklar için maliyeti minimum yapan yeniden sipariş noktası ve elde tutulması gereken maksimum
miktarlar (S-1,S) yöntemiyle tespit edilmiştir.
Spare Parts Inventory Control Systems Based On Crıtıcal And Non-Crıtıcal Demand And A Case
Study
The main purpose of this study is to show the importance of spare parts inventory control for companies
and proving the feasibility of (S-1,S) system which is one of the spare parts inventory control technics.
In the first part, stock notion, classifications of inventory, inventory costs and inventory control are
introduced in general terms and Basic Stock Control Systems and Stock Control Models are examined in the second
part. In the third part, ABC Analysis, which is going to be used determining the stocks criticality and two of the
spare parts inventory control systems (s,S) and (S-1,S) are introduced in details.
In the fourth part, the spare parts of an elevator company which has an A level criticality are investigated
by the demand quantities and lead times to find optimum order quantities and maximum stock levels by using (S-1,
S) stock control system to make the total cost minimum.
KARABİBER Kerem
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Doç.Dr. Alp BARAY
: Endüstri Mühendisliği
: 2010
: Doç.Dr. Alp BARAY
: Prof.Dr. Şakir ESNAF
: Doç.Dr. Murat KIYILAR
: Yrd.Doç.Dr. Murat AKAD
: Yrd.Doç.Dr.Dilek Yılmaz BÖREKÇİ
Tedarikçi Seçiminde Analitik Ağ Süreci İle Kurumsal Karne Yaklaşımının Birlikte Kullanımı Ve Bir
Uygulama
Bu çalışmada analitik ağ süreci ve kurumsal karne metodları tedarikçi seçiminde birlikte kullanılmıştır.
Metodolojiler kapsamında bir karar ağacı oluşturulmuş ve tedarikçi seçiminin uygulanacağı ERP destekli sistemler
hakkında genel bilgi verilmiştir. Çalışmanın yapıldığı ERP sistemi üzerinde oluşturulan teknik alt yapı dahilinde;
veri tabanı tablolarının içerikleri ve oluşturulan programlar üzerine detaylı açıklamalar yapılmıştır. Son olarak
metodoloji teknik alt yapısı tamamlanmış sistem üzerinde çalıştırılmış ve çıktıları açıklanarak bu çıktılar üzerinden
sonuçlar analiz edildikten sonra önerilerde bulunulmuştur.
Utilizing Analytical Network Process And Balanced Scorecard Jointly İn Supplier Selection And Its
Application
In this study analytical network process and balanced scorecard are used together in supplier selection. A
decision tree has been composed according to these methodologies and a general information about the ERP systems
has been given. Contents of database tables, programs and users exits within the technical infrastructure, which is
built on the ERP system, were indicated in details. In conclusion, methodology was used on the system and after
analyzing outputs the suggestions were given.
BÜYÜKKÖSE Feyza
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doç. Dr. Murat AKAD
: Endüstri Mühendisliği
: 2010
: Yrd. Doç. Dr. Murat AKAD
: Prof. Dr. Şakir ESNAF
: Doç. Dr. Alp BARAY
: Doç. Dr. Murat ERGÜN
: Yrd. Doç. Dr. Tarık KÜÇÜKDENİZ
Dershane Seçiminde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi
Günümüzde eğitimin önemi her geçen gün artmaktadır. Her gencin hayalinde üniversite öğrencisi olmak
yatmaktadır. Ülkemizde üniversitelere giriş bir sınav sistemiyle belirlenmektedir. Hem genç nüfusun çok olması,
hem de üniversite kontenjanlarının yetersiz olmasından dolayı bu sınavda başarılı olmak gençler ve aileleri
açısından çok önemlidir.
Bu sınav maratonunda öğrencilerin ve ailelerin yardımına dershaneler yetişmektedir. Dershaneler
ülkemizde eğitimde fırsat eşitliğini daha geniş tabana yayan, öğrencilerin kendi arzularıyla devam ettiği, bölgeler
arası farkları ortadan kaldıran eğitim kurumlardır. Ülkemizde gerek ilköğretim döneminden sonra liseye giriş
aşamasında, gerekse liseden sonra üniversiteye giriş aşamasında dershanelerden faydalanılmaktadır. Günümüzde
dershaneler o kadar önemlidir ki üniversiteye girişte en önemli faktörün dershaneler olduğu genel kanısı mevcuttur.
Bu ilgi ile birlikte her geçen gün biraz daha büyüyen dershanecilik sektörü küresel ekonomik krizden,
liselerin 3 yıldan 4 yıla çıkması, ÖSS’de taban puan barajının düşmesi ve üniversitelerin kontenjanlarının artması
gibi sebeplerden dolayı ciddi bir krizle yüzyüze gelmiştir.
Bu tez çalışmasında insanların dershaneleri tercih etme sebepleri araştırılmıştır. Bunun için bir anket
çalışması hazırlanarak SPSS programı yardımıyla anket verileri analiz edilmiştir. Ayrıca bu çalışmada çok
değişkenli karar verme problemi çözüm tekniklerinden biri Analitik Hiyerarşi Süreci hakkında detaylı bilgi verilmiş
ve dershane seçimine etki eden faktörler belirlendikten sonra bir velinin dershane seçimi bu teknik yardımı ile
yapılmıştır. Bu araştırma sonucunda hedeflenen dershanelerin mevcut durumlarını en iyi hale getirecek ve yeni
yatırımları yönlendirecek kararlar almaktır.
Determining The Factors That Are Effective For Choosing The Courses
Nowadays, the importance of education has been increasing. Each student has a dream of being a
university student. In our country, the entrance of university is determinde by an examination system. Because of the
high percentage of young population and inadequacy of university quotas, it is very important to be successful in
this exam for students and their families.
In this exam marathon, the courses help the families. Courses are the institutions which spread the equality
of opportunity to larger base, are gone with students’ will and remove differences of the districts. In our country,
courses are used for both after the secondary school to enter high school and after high school to enter university.
Nowadays, the courses are so important that there is general opinion about the courses for being the most important
factor for entrance to university.
However, with the global crisis, the increase of the years of high school from 3 years to 4 years, the
decrease of minimum points and the increase of university quotas; courses face with the serious crisis.
In this thesis study, people’s reasons for choosing the courses are investigated. The survey is prepared and
with the help of SPSS program survey data are analyzed. Also, in this study, one of the solution techniques of
multivariable decision making problem called Analytical Hierarchy Process is explained in a detailed way and after
determining the factırs which affect the choice of the course, one parent’s course choica is done with the help of this
technique. This study aims to take decisions to make better the courses than their present conditions and lead new
investments.
BİLGİSAYAR MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
ÇEKİÇ Ufuk
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doç. Dr. Oğuzhan ÖZTAŞ
: Bilgisayar Mühendisliği
: 2010
: Yrd. Doç. Dr. Oğuzhan ÖZTAŞ
: Prof. Dr. Ahmet SERTBAŞ
: Prof. Dr. Sabri ARIK
: Prof. Dr. Selim AKYOKUŞ
: Prof. Dr. A. Halim ZAİM
Uzaktan Eğitim Sistemi Tasarımı
Uzaktan eğitim, standart eğitim anlayışına geniş bir yelpaze kazandırmış, standartlaşmaya doğru
giden bir eğitim biçimidir. Durum böyle olunca, uzaktan eğitim sisteminin tanımıyla yazılara başlamak daha uygun
olur diye düşünüldü. Tanımlamalardan sonra bu konunun tarihsel gelişimi, bu eğitim sisteminin nasıl
gerçekleştirildiği, özellikleri incelenmiştir. Kazandırdıklarının yanı sıra neleri engellediği üzerinde de durulmuştur.
Günümüz bilgi çağında, sağladıkları ile engelledikleri kıyaslandığında eğitimin gelişmesinde, önemli katkılarda
bulunacağı tez incelendiğinde açıkça anlaşılacaktır.
Bilgi çağından söz etmişken uzaktan eğitimin günümüzde teknoloji ile birleşerek ve gelişerek eÖğrenme(elektronik öğrenme) ismini aldığını da belirtmemiz gerekir. e-Öğrenme, ağırlıklı olarak elektronik
ortamda gerçekleştiğinden “e” ile anılmaktadır. Zamana ayak uydurma doğrultusunda e-Öğrenme konusuna da yer
verildi.
e-Öğrenme, internetin de yaygınlaşması ile tüm dünyada büyük ilgi ve destek gören bir eğitim şekli
olarak ilerlemektedir. Tercih edilmesinden ötürü geliştirilen standartlar gösterilmiştir. e-Öğrenme, Öğrenim
Yönetim Sistemi adı verilen yazılımlar aracılığı ile yapılmaktadır. Bu tez çalışmasında ayrıca Öğrenim Yönetim
Sisteminin ne olduğu incelenmiştir.
Son olarak, bir uygulama geliştirmek için gerekli yazılımsal ayarlar gösterilmiştir ve PHP programlama
dili ve MySQL veritabanı kullanılarak uygulama geliştirilmiştir. Bu uygulama, sanal ve gerçek üniversitelerin eş
zamansız ders verebileceği bir ortam olarak düşünülmüş ve buna göre tasarlanmıştır.
E-Learning System Design
E-learning is a form of education which acquired a large span to the standard education and is rapidly
being standardized. In this case, it was thought that it would be appropriate to begin the paper with the definition of
this education system. After the definitions, evolution of this subject, how to achieve this system and its properties
are examined. What this system hinder is also stated. It will clearly be understood from the paper that it helps
education to develop with today’s information age. This can also be seen from the given statistics by the number of
e-learning.
After mentioning information age, it must be stated that e-learning with technology and improvements
took the name “E-learning”. As e-learning is in electronic environments, it should be called with “e”. Keep up with
the time in mind, e-learning is stated.
E-learning is a kind of training which is growing up with the use of the internet which is supported and
interested. Because of a preferred standards have been developed. E-learning called Learning Management System
is done through software. In this thesis alse were examined what happens LMS.
Finally, necessary software configuration is stated to build up an application, and an application is
programmed by using PHP programming language MYSQL database technology. This application is thought to be
an environment where virtual and real universities can lecture asynchronously.
YÜKSEL Erkan Mehmet
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Doç. Dr. A. Halim ZAİM
: Bilgisayar Mühendisliği
: 2010
: Doç. Dr. A Halim ZAİM
: Prof. Dr. Sabri ARIK
: Prof. Dr. Selim AKYOKUŞ
: Prof. Dr. Ahmet SERTBAŞ
: Yard. Doç. Dr. Oğuzhan ÖZTAŞ
RFID Sistemlerinin Kablosuz İletişim Teknolojilerine Entegrasyonu
Veri haberleşmesinde ve bilişim teknolojilerinde yaşanan sürekli yenilikler, sistemlerin ve sistemleri
yönetmekte kullanılan tekniklerin sürekli biçimde gelişmesine yol açmaktadır. Günümüzün hızla değişen rekabet
ortamında, firmaların, kurumların zaman ve kaynaklardan daha fazla yararlanabilmeleri için ürünlerini, hizmetlerini,
iletişim tekniklerini, iş yapma yöntemlerini sürekli olarak değiştirmeleri, farklılaştırmaları ve yenilemeleri
gerekmektedir. Bu nedenle, otomatik nesne tanımlama, veri toplama ve yönetim teknolojileri işletmelerin ya da
kurumların uygulamalarını geliştirmelerinde, iş süreçlerini planlamalarında ve yönetmelerinde her zaman bir ihtiyaç
olmuştur. Yeniliklere ve ihtiyaçlara temel oluşturan teknolojilerden biri de kablosuz ağlara entegre çalışan RFID
sistemleridir.
RFID sistem tasarımlarında insan etkisi olmaksızın, dinamik bir bilginin oluşturulması, toplanması ve
yönetilmesi amacı güdülmektedir. Bu nedenle, herhangi bir sınırlama getirmeksizin, daha geniş coğrafi alanlarda
dinamik nesne bilgisine anında erişilebilmek, farklı nesnelere ulaşabilmek, bunları takip edebilmek ve nesnelere ait
verileri ilgili birimlere yönlendirebilmek için çok daha hızlı, etkin, güvenli, geniş kapasiteli, daha az maliyetli yeni
haberleşme ve iletişim teknolojileri kullanmak, çağımızın bir gereksinimi olmuştur. Dolayısıyla, nesnelerin ve
nesnelere ait verilerin otomatik olarak tanımlanmasında ve takibinde, veri yönetim ve analiz sistemlerinde RFID’nin
kablosuz iletişim teknolojilerine entegrasyonu GSM’de yeni teknolojilerin ortaya çıkmasına da vesile olabilir.
Bu çalışmada, çok geniş coğrafi alanlarda firmaların ya da kurumların iş süreçlerinde kullanabilecekleri ve
yönetebilecekleri kablosuz ağlarla entegre çalışan RFID tabanlı sistemler sunulmuştur. Çalışmanın birinci kısmında
RFID teknolojisi, temel RFID sistem bileşenleri, RFID sistemlerinde kullanılan standartlar ve frekanslar, RFID ağı
ve ağ servisleri, ağ içerisinde nesnelerin yönetilmesinde farklı yazılım ve donanım gereksinimleri genel olarak
incelenmiştir.
Çalışmanın ikinci kısmında ise kablosuz genişband iletişim teknolojilerine RFID sistemlerinin
entegrasyonu gerçeklenmiştir. RFID sistemlerinin farklı yapıda kablosuz iletişim teknolojileri ile birlikte nasıl
kullanılabileceği üzerine alternatif ağlar ve sistemler tasarlanarak deneysel çalışmalar yapılmıştır. Daha sonra, RFID
sistem entegrasyonu için gerekli seçim kriterleri, temel işletim prensipleri, çoklu erişim prosedürleri, kodlama ve
modülasyon teknikleri incelenmiştir. Tasarlanan alternatif ağlar üzerinde RFID entegrasyonun işlevselliğini ve
performansını önemli ölçüde etkileyen çarpışma önleme protokollerinin ağ üzerindeki etkileri değerlendirilmiş
analizleri uygulamalı olarak yapılmıştır.
Integration Of RFID Systems Over Wireless Communication Technologies
Continuous innovations in data communication and information technologies have continuously triggered
development of systems and techniques which are used to manage systems. In today’s competition environment
which is rapidly changing, companies and organizations need to renew their services, products and communication
technics, change and replace their working methods with new ones continuously to benefit more from time and
sources. Therefore, automatic object identification, data gathering and data management technologies are always
needed by companies or organizations to develop applications, plan and manage working processes. One of the
technologies which underlies innovations and requirements is RFID systems over wireless networks.
In RFID system designs, it is aimed to build, collect and manage dynamic information without any human
contribution. So, it becomes a necessity to use faster, more efficient, more secure, wide capacited new
communication technologies in order to access the dynamic object information in larger geographical areas withouth
any limitations, access different objects, track these objects and route the information about objects to related units.
Consequently, while identifying objects and gathering information about objects automatically in data management
and analysis systems, usage of RFID with wireless communication technologies or the integration between them can
be an opportunity for building new technologies in GSM.
In this study, the RFID systems over wireless networks which can be used and managed by companies and
organizations in large geographical areas are presented. In the first section, RFID technologies, basic RFID system
components, standarts and frequencies used in RFID systems, RFID network and network services, different
software and hardware requirements to manage objects in RFID network and network services are explained.
In the second section, the integration of RFID into high bandwidth wireless communication technologies is
practiced. Experimental studies are done to find out how RFID systems can work together with different wireless
communication technologies by designing alternative networks and systems. Subsequently, selection criterions,
operating principles, multi access procedures, coding and modulation techniques required for RFID system
integration are given. The functionality of RFID integration in designed alternative networks and the effect of
collision avoidance protocols in this network are evaluated and practiced.
MAMMADOV Ilgar
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Y. Doç.Dr. Mustafa DAĞTEKİN
: Bilgisayar Mühendisliği
: 2010
: Y. Doç. Dr. Mustafa DAĞTEKİN
: Prof. Dr. Ahmet SERTBAŞ
: Prof. Dr. Sabri ARIK
: Y. Doç. Dr. Oğuzhan ÖZTAŞ
: Y. Doç. Dr. Fırat KAÇAR
J2me Tabanlı Mobil E-Ticarette Noktadan-Noktaya Güvenlik
Bu tezde MIDP tabanlı J2ME ile geliştirilmiş güvenli bir uygulama geliştirmek hedefleniyor. Bu uygulama,
mobil ortamda güvenli iş gerektiren çeşitli hizmetler için uygulanabilir. Amaç, güvenli ve hızlı mobil iş sağlamaktır.
Kablosuz kurumsal uygulamalar için uçtan-uca uygulama katmanında güvenli uygulama Java 2 Platform Micro
Edition kullanarak gerçekleştirdildi. Önerilen çözüm, saf Java bileşenlerini kullanarak J2EE sunucuları ve J2ME
istemcileri arasında uçtan-uca veri güvenliğini sağlamaktır. Bu çözüm, Java MIDP cihazın sınırlı kaynakları ile
mevcut olan protokol veya kablosuz ağ altyapısı için herhangi bir değişiklik yapmadan uygulanabilir. Önerilen
çözüm için örnek bir uygulama geliştirildi. Bu çalışmada kullanılan yöntemin, benzer diğer çalışmalardan üstün
yönü, kullandığım şifreleme algoritması çok daha hızlı ve kolay uygulanabilirliğidir.
End-To-End Securıty In J2ME Based Mobıle E-Commerce
In this thesis, the proposed secured application is constructed by J2ME based MIDP. This application can
be applied to various services that require secure business in mobile environment. It is intended to provide more
secure and fast mobile business. An end-to-end application-layer security solution is implemented for wireless
enterprise applications using the Java 2 Platform Micro Edition (J2ME). The proposed solution uses pure Java
components to provide end-to-end data confidentiality between wireless J2ME based clients and J2EE based
servers. This solution can be implemented with the available limited resources of a Java MIDP device, without any
modification to the underlying protocols or wireless network infrastructure. An application is used to illustrate the
implementation of the proposed solution. The advantage of the method used in this study to the other similar studies
is the applicability encryption algorithm is much faster and easier.
ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
MAĞDEN ALEKSANYAN Karin
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Y.Doç.Dr. Gülsüm YILMAZ
: Çevre Mühendisliği
: 2010
: Y.Doç.Dr. Gülsüm YILMAZ
: Prof.Dr. Semiha ARAYICI
: Prof.Dr. Nilgün BALKAYA
: Prof.Dr. Nazlı ARDA
: Y.Doç.Dr. Nüket SİVRİ
Aerobik Granül Çamurun Oluşumu Ve Yapısının İncelenmesi
Mevcut evsel atıksu arıtma tesisleri geniş alanlara gereksinim gösterir. Bunun temel nedeni, havalandırma
tanklarındaki düşük biyokütle konsantrasyonlarıyla beraber sistemde istenen miktarda biyokütleyi tutabilmek için
geniş çöktürme tanklarına ihtiyaç duyulmasıdır. Son yıllarda yapılan çalışmalar, atıksu arıtımında flokül çamur
yerine granül çamur kullanımının bu sorunu çözdüğünü göstermiştir. Aerobik granül çamur, aerobik koşullarda
herhangi bir taşıyıcı malzemeye ihtiyaç duymadan çoğalabilen, kompakt ve yoğun biyolojik agregattır. Aerobik
granül çamur oluşumu, askıda çoğalan flokül çamurdan kompakt agregata ve sonunda olgun aerobik granül çamur
oluşumuna doğru kademeli bir biyolojik süreçtir.
Anaerobik atıksu arıtımı ve anaerobik granül çamur yapısı son 20 yılda geniş ölçüde incelenmiş ve
çözülmüş olmasına rağmen, aerobik granül çamur teknolojisi yeni bir konudur. Son zamanlarda aerobik granül
çamur üzerine yapılan çalışmalarda, sentetik atıksulardan organik madde, azot giderimi ve biyolojik fosfor giderimi
rapor edilmiştir. Aerobik granül çamur üzerine hemen hemen bütün çalışmalar sentetik atıksuyla laboratuvar ölçekli
AKR’lerde; birkaçı gerçek endüstriyel atıksu ile ve çok azı evsel atıksu ile gerçekleştirilmesine rağmen, aerobik
granülasyon teknolojisinin evsel ve endüstriyel atıksuların biyolojik olarak arıtımına doğru önemi gittikçe
artmaktadır. Literatürde çoğunlukla aerobik granül çamur oluşumuna etki eden faktörler ve aerobik granül çamurla
organik madde ve nütrient giderimi incelenmiştir. Aerobik granül çamur prosesinin en büyük dezavantajı uzun süreli
işletmelerde stabilitesinin sağlanamamasıdır. Bu nedenle aerobik granül çamur prosesinin tam ölçekli arıtma
tesislerine uygulanabilmesi için, granülasyon mekanizması, granül yapısı ve granülasyonda sorumlu mikrobiyal
türler tanımlanmalı buna göre stabilite problemlerine çözüm önerileri getirilmelidir.
Bu çalışmanın amacı, nütrient giderimi sağlayan aerobik granül çamur elde etmek, elde edilen granül
çamurun yapısını makro ve mikro ölçekte incelemektir. Çalışma kapsamında ayrıca granül oluşumuna ve
stabilitesine etkisi olduğu düşünülen faktörlerin (pH, Ca++, hidrodinamik kesme kuvveti, OLR) incelenmesi
hedeflenmiştir.
Çalışmada, AKR’ler gerçek evsel atıksu karakterindeki değişiklikleri elimine etmek için, evsel atıksu
karakterine en yakın sentetik atıksu ile işletilmiştir. AKR’lerde nütrient giderimi sağlayan aerobik granül çamur elde
edilebilmesi için kısa çöktürme süresi (5 dk) seçilmiştir. Ayrıca çalışma süresince çöktürme süresi, OLR ve kesme
kuvvetinin granül oluşumuna ve yapısına etkileri incelenmiştir. Çalışma boyunca dört set deney serisi kurulmuştur.
İlk iki sette elde edilen veriler doğrultusunda uygun aşı çamuru ve uygun sentetik atıksu kompozisyonu seçilmiştir.
Üçüncü sette nütrient giderme kapasitesine sahip aerobik granül çamur elde edilmiş; granül yapısı makro ve mikro
ölçekte incelenmiş, kimyasal yapısı analiz edilmiştir. Bu sette, çalışmanın 138. gününde reaktör muhtevası ikiye
bölünmüş; kontrol reaktörü (R1)’ne paralel olarak işletilen aynı konfigürasyonda bir reaktör (R2) ile Ca++ iyonunun
granülasyona ve granül yapısına etkisi izlenmiştir. Üçüncü sette ayrıca kesikli deneylerle pH’nın granül stabilitesi
üzerine etkisi incelenmiştir. Dördüncü sette, nütrient giderimi sağlayan granüllerden farkını ortaya koyabilmek
amacıyla, sadece karbon giderimi sağlayan bir reaktörde granül çamur elde edilmiş ve iki çamur karşılaştırılmıştır.
Sonuç olarak, granül çamurun elde edilmesinde, en etkili seleksiyon baskısının çöktürme süresi olduğu,
ancak nütrient giderimi sağlayan granül çamur oluşturulmak isteniyorsa, çöktürme süresinin ÇHİ’deki iyileşmeye
paralel kademeli olarak azaltılması gerektiği bulunmuştur. Reaktör konfigürasyonuna uygun çöktürme süresi,
(Vs)min ile hesaplamalıdır. Seçilen (Vs)min değeri floküler çamurun sistemden etkili bir şekilde yıkanmasını
sağlamalıdır. İncelenen aralıkta hidrodinamik kesme kuvvetinin (0,78-1,96 cm/sn) granül boyutuna önemli bir etkisi
olmamıştır, ancak artan kesme kuvvetiyle granüller daha dairesel ve daha düzgün bir dış yüzeye sahip olmuştur.
OLR’nin incelenen aralıkta (1,2-2,4 kgCOD/m3.gün) hem granül boyutuna hem de mrfolojisine etkisi
görülmemiştir. Üçüncü sette oluşan granül çamur ile NH4-N ve PO4-P giderimi sağlanmış, ancak NO3-N
giderilememiştir. Bunun nedeni, granül ortalama boyutunun nispeten küçük (400 µm) olması ve uygulanan yüksek
hava debisi nedeniyle, granül içinde yeterli anoksik bölge oluşturulamamasıdır. Yapılan kesikli deneylerde pH’ın
çalışılan aralıkta granül boyutuna etki etmediği gösterilmiştir. Ca+2’un ise granül oluşum süresini kısalttığı ve
granül boyutunda artışa neden olduğu tespit edilmiştir. Uygulanan PCA analiziyle üçüncü sette nütrient giderimi
gerçekleştiren granül çamurda, kimyasal bağlı fosforun toplam fosforun yaklaşık %8,3’ü olduğu bulunmuştur. Bu da
fosfor gideriminin esas olarak biyolojik olarak gerçekleştiğini göstermektedir. Işık mikroskobu ve ESEM
görüntülerinde, granül yapısında kok ve çubuk şeklinde bakterilerin yanı sıra serbest veya koloni halinde
protozoona, serbest hareket eden rotiferlere ve nematodlara rastlanmıştır. Buna göre oluşan aerobik granüllerde
mikrobiyal çeşitlilik fazladır.
Anahtar Kelimeler: Aerobik granül çamur, nütrient giderimi, ESEM, EDX, fosfor akümüle eden
organizmalar, kimyasal çökelme.
Investigation Of Aerobic Granular Sludge Formation And Structure
Present sewage treatment plants require large surface areas. This is mainly due to the need for large settling
tanks to maintain the biomass in the system, in combination with the low biomass concentration in the reaction
tanks. The recent studies pointed out that this problem can be solved in wastewater treatment using granular sludge.
The aerobic granular sludge is a compact and dense biological aggregate grown under aerobic conditions without a
carrier material. The formation of aerobic granules is a gradual process from suspended sludge flocs to compact
aggregates, then to granular sludge and finally to mature aerobic granules.
Aerobic granular sludge is a novel technology although the anaerobic wastewater treatment and the
structure of anaerobic granular sludge were intensively investigated and solved in the last two decades. Recently,
aerobic granules cultivated in SBRs with synthetic wastewater have been reported to achieve COD and nitrogen (N)
removal and, in some cases, biological phosphorus (P) removal. Although nearly all studies on aerobic granulation
have been carried out in lab-scale SBRs using synthetic wastewater with the some of them using real wastewater and
with a few of them using real sewage, the aerobic granulation technology is moving towards sewage and industrial
use for biological wastewater treatment. The literature was mostly investigated the factors effecting the granular
sludge production, and the removal of organic matter and nutrient with granular sludge. The stability problem is the
most important drawback of the aerobic granular sludge process because the structure of aerobic granule has not
been analyzed so far. That is the granule sludge breaks up two parts and the characteristics of the granule sludge is
destroyed. The structure of granular sludge and its stability problems should be solved for the full-scale application
of the aerobic granular sludge processes.
The aim of this study is to obtain aerobic granular sludge, achieving nutrient removal, and to investigate the
granule structure from macro to micro scale. and stability of the granular sludge obtained. In addition assessing the
factors involved in granule formation and have effect on granule stability such as pH, Ca+2 concentration,
hydrodynamic shear force, OLR was targeted.
In this study to minimize the effects of changes in real domestic wastewater characterization SBRs fed with
domestic synthetic wastewater. In SBRs to obtain aerobic granular sludge that has the ability to remove nutrients
short settling time (5 min) was employed. Also the effects of settling time, OLR and hydrodynamic shear force on
granule formation and structure were investigated. During the study four experimental set-ups were used. According
to the results obtained from set up-1 and set up-2 proper synthetic wastewater composition and seed sludge were
chosen. In the third set-up after obtaining granular sludge with nutrient removal capability, the granular structure
from macro to micro scale was investigated and the chemical structure was analyzed. Furthermore on the 138th day
mixed liquor in the reactor was divided to two reactors (R1 & R2), which were operated parallel and had same
configuration, and the effects of Ca+2 on the granulation process and granule structure were investigated. R1 was
the control reactor and R2 was operated parallele to R1. In set up-3 the effects of pH on the granule stability were
investigated by batch tests. In set up-4 R3 was operated and granules were obtained to reveal the differences
between granules which have the ability to remove nutrients and granules which have the ability to remove organic
matter.
Settling time was found the main selection pressure to obtain granular sludge. However to obtain granular
sludge achieving nutrient removal settling time has to be reduced in parallel with SVI improvement. The proper
settling time for the selected reactor configuration has to be calculated via (Vs)min. The selected (Vs)min value has
to wash out floccular sludge effectively. In the studied range hydrodynamic shear force (0,78-1,96 cm/s) did not
significantly affect the granule size however, the granules became rounder and had regular surface in response to
increasing shear force. The applied OLR (1,2-2,4 COD/m3.d) did not have any significant effect both on granule
size and morphology. Granules formed in set-up 3 provided the complete NH4-N and PO4-P removals but, the
anoxic zone required for denitrification could not be formed since mean diameter of granules were relatively smaller
-N could not be removed during the cycle. Employed
batch tests revealed that in the studied range pH did not have effect on the granule size. On the other hand Ca+2
shortened the granulation duration and lead to increasing granule size. Conducted PCA analysis indicated that 8,3%
of total phosphorus in the granular sludge removing nutrients was chemically bound phosphorus. This revealed that
main phosphorus removal process during the study was biologically phosphorus removal. Besides rod and coc
shaped bacteria protozoa, rotifers and nematodes were detected by light microscope and ESEM. This indicates that
microbial diversity was high in aerobic granules.
Key Words : Aerobic granular sludge, nutrient removal, ESEM, EDX, phosphorus accumulating organisms,
chemical precipitation
ELEKTRİK-ELEKTRONİK MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
BAL Mustafa
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof.Dr.Ayten KUNTMAN
: Elektrik Elektronik Mühendisliği
: 2010
: Prof.Dr. Ayten KUNTMAN
: Prof.Dr. Sıddık YARMAN
: Prof.Dr. Osman Nuri UÇAN
: Prof.Dr. İlhan KOCAARSLAN
: Prof.Dr. Ahmet SERTBAŞ
Yüksek Gerilim Enerji İletiminde Korona Kayıpları
Yüksek gerilim enerji iletim hatlarında enerjinin taşınması sırasında bir kısım enerji havada kaybolur.
Kaybolan bu enerji iletim hatlarının uzunluğuna göre birkaç bin KW’lardan MW’lara kadar ulaşabilir. Bu nedenle
yüksek gerilim hatlarının taşınmasında göz önünde tutulması gereken faktörlerden biride korona kayıplarıdır.
Kayıp enerjinin oluşması iletim hatlarındaki gerilimin artmasıyla havada iyonize olayı ile birlikte başlar
(havada iyonizasyona sebep olan serbest iyonların kaynağı yeryüzünün radyoaktivitesi, kozmik ışınlar, güneşten
gelen morötesi ışınlar v.b.’dir.). Gerilimin biraz daha artması ile birlikte serbest elektronların çarpışma sayıları ve
hızları da artar. Bu durumdan sonra iletim hattı çevresinde parça parça yada bütünsel bir ışıltı görülür. İşte hat
geriliminin artması ve hattı çevreleyen havanın delinme alan gerilimine (Eeff=21,2 kV/cm) ulaşmasından sonra
görülen parıltıya korona, ışıltı şeklinde oluşan kayıplara da korona kayıpları denir.
Tezimde giriş bölümünde korona olayından bahsedilmiş ve korona olayı sonucu görülen ışık zarı
kalınlığının hesaplanması verilmiştir. Genel kısımda, pozitif ve negatif sivri uç koronası ile koronanın endüstrideki
uygulamalardan bahsedildi. Koronaya etki eden faktörlerden bahsedildi ve ilgili formüller verilerek Peek ve
Peterson formülleriyle korona kaybının nasıl hesaplanacağı gösterildi. Malzeme ve Yöntem kısmında, Genel
kısımda verilen formüllerden yararlanarak, korona kaybına değişken çevre şartlarının etkisi grafik uygulamalarıyla
verildi. Korona başlangıç ve sönümleme gerilimlerinin belirlenmesine yönelik deneyler yapıldı. Bulgular kısmında
korona ile ilgili yapılan deneylere ilişkin ölçüm sonuçları verilerek kayıpları hesaplandı. Tartışma ve Sonuçlarda,
tezde yapılan çalışmalar ile ilgili değerlendirmeler yapıldı.
Corona Losses In Hv Transmıssıon Lınes
A partion of energy high voltage power transmission lines, is lost in the air during the transportation. The
lost energy can reach up from KW’s to MW’s depending on the length of transmission lines. Therefore corona
losses is one of the factor must considered in carrying high voltage.
The energy losses are result of ionization in air while the voltage increases in transmission lines(The
sources of the free ions cause ionization event in the air are radyoactivity of the earth, cosmic rays, solar ultraviolet
beams come from sun). The collision number and the speeds of free electron increase with increasing voltage. After
this case holistic or piecemeal sparkle can be seen around the transmission line. Corona is the sparkle that seen after
increase in voltage to the breakdown voltage and corona losses occur with the sharp of sparkle.
At the begining of my thesis, the corona event is explained and calculations of thickness of the light film
are given. Positive and negative sharp corona and symptoms of corona are explained in the general part. The factors
which effect corona are explained and the methods of calculation the corona losses by Peek and Peterson formulas
are given. In the material and metod part, by using the formulas given in general part, the effect of variable
environmental conditions to corona loss is given by graphical applications. All relevant factors was evaluated in the
discussion and conclusion part of this study.
TÜZÜN Serkan
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Aydın AKAN
: Elektrik Elektronik Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Aydın AKAN
: Prof. Dr. Osman Nuri UÇAN
: Prof. Dr. Hakan Ali ÇIRPAN
: Prof. Dr. Ahmet SERTBAŞ
: Prof. Dr. Sıddık YARMAN
Yüz Tanıma Sistemlerinde Kullanılan Öznitelik Vektörlerinin Optimizasyonu
Bugüne kadar gerçekleşen pek çok gelişmeye karşın yüz tanıma zorlu bir problem olmaya devam
etmektedir. Yüz ifadeleri, poz ve aydınlık gibi parametrelerde meydana gelen küçük değişimler, yüz imgesinde
bozulmalara neden olmaktadır. Buna rağmen, yüzdeki yerel niteliklerin bu tür bozulmalara karşı dayanıklı olduğu ve
bir uzay-frekans analizi ile niteliklerin eldesinin mümkün olduğu düşünülmektedir. Bu amaç doğrultusunda, iyi
biçimde belirlenmiş uzay-frekans yerelleştirmesi ile Dalgacık Analizi doğru bir seçim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çeşitli dalgacık tabanları arasında Gabor Fonksiyonları, hem zamanda hem de frekansda en uygun çözünürlüğü
sağlamaktadır. Örüntü tanıma için yerel niteliklerin elde edilmesinde, Gabor Dalgacıklar en uygun yaklaşım olarak
görünmektedir.
DOĞRUSAL olmayan sürekli fonksiyonların optimizasyonu için geliştirilmiş Parçacık Sürü
Optimizasyonu (PSO), basitleştirilmiş sosyal bir modelin benzetimi esnasında bulunmuştur. Kökleri iki ana
metodolojiye dayanmaktadır; genelde Yapay yaşam (Artificial life (A-life)), özelde Kuş sürüsü (Bird Flocking),
Balık sürüsü (Fish Schooling) ve Sürü Teorisi (Swarm Theory). PSO Evrimsel Hesaplama ile ilintilidir, bununla
birlikte kökleri hem Genetik Algoritma hem de Evrimsel Programlamaya ulaşmaktadır.
PSO, basit bir fikir ve bir kaç satır bilgisayar kodu ile gerçeklemesi mümkün bir metoddan oluşmaktadır.
Sadece temel matematik operatörlerine ihtiyaç dumakta ve bellek gereksinimi ve hız bakımından oldukça
masrafsızdır.
Bu çalışmada, yüz tanımada kullanılan özniteliklerin Gabor Dalgacık ile elde edilmesi üzerinde
durulmuştur. Ayrıca parçacık sürü optimizasyonuna dayalı bir yüz tanıma öznitelik optimizasyonu sunulmuş, farklı
yüz kümeleri üzerinde testler yapılarak benzetim sonuçları yorumlanmıştır.
Optimization of Feature Vectors used in Face Recognition Systems
Despite remarkable progresses so far, the general task of face recognition remains a challenging problem,
this is mainly due to the complex distortions that can be caused by variations in illumination, facial expressions and
poses. It is widely believed that local features in face images are more robust against such distortions and a spatial–
frequency analysis is often desirable to extract such features. With good characteristics of space–frequency
localization, wavelet analysis is the right choice for this purpose. In particular, among various wavelet bases Gabor
functions provide the optimized resolution in both the spatial and frequency domains. Gabor wavelets seem to be the
optimal basis to extract local features for pattern recognition.
Particle swarm optimization has roots in two main component methodologies. Perhaps more obvious are its
ties to artificial life (A-life) in general, and to bird flocking, fish scooling, and swarming theory in particular. It is
also related, however, to evolutionary computation, and his ties to both genetic algorithms and evolutionary
programming.
Particle swarm optimization comprises a very simple concept, and paradigm can be implemented in a few
lines of computer code. It requires only primitive mathematical operators, and is computationally inexpensive in
terms of both memory requirements and speed.
In this study, the extraction of features, used in face recognition, is examined. Gabor Wavelets are used to
extract features. Also a face recognition feature optimization, related to particle swarm optimization, is represented,
and the results of the simulation are examined by testing different face sets.
YILMAZ Nejmettin
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof.Dr.Sıddık YARMAN
: Elektrik Elektronik Mühendisliği
: 2010
: Prof.Dr.Sıddık YARMAN
: Prof.Dr.Osman Nuri UÇAN
: Prof.Dr.Sabri ARIK
: Prof.Dr.Hakan ÇIRPAN
: Prof.Dr.İlhan KOCABAŞ
Ekstrüzyon Presin Plc Kontrollu Revizyonu
Özer Metal, 1960 yılından itibaren metal sektöründe faaliyet gösteren ve güncel teknolojileri takip ederek
kalitesini her zaman ön plana çıkarmayı hedeflemiş, sektöründe lider bir kuruluştur.
1974 yılında satın alınan 1100 ton kapasiteli, klasik kontrol yöntemiyle manüel olarak çalışan yatay
ekstrüzyon pres ile metal ekstrüzyon işlemi gerçekleştirilmektedir. Ekstrüsyon pres ile çekilen alaşımlardan nihai
olarak ham anahtar üretilmektedir.
Firmanın vizyonu göz önüne alınarak üretimin kalitesi, verimliliği ve kolaylığı kapsamında Ekstrüsyon
presin manuel kullanımından PLC kontrollü kullanımına geçiş çalışması yapılmıştır.
Yapılan çalışmalar sonucunda; Makine arıza sıklığı düşürülerek makinenin kullanım verimliliği % 6,69
oranında arttırılmıştır. Ayrıca makine kullanımı PLC kontrollü olmasından dolayı üretim miktarı 188 adet/vardiya
olmuş ve üretim verimliliği % 25,3 oranında artmıştır. Hatalı mamul oranı da % 0,53 olarak gerçekleşmiştir.
The Revıson Of Extrusıon Press Controlled By Plc
Özer Metal, which has been active in metal sector since 1960, is a leading company. Metal extrusion
process has been performed by horizontal extrusion having 1100 ton capacity working manually bought in 1974. At
the end keys are produced from alloys which made by extrusion press.
Firm’s developed mentality and vision bring about a transition from using Manuel pres use to PLC control
in order to reach a high quality, productivity and simplicity.
At the end of this work, we have observed that machine’s failures have been reduced so that productivity
has been increased by 6, 69%. Indeed, by adopting PLC control production quantity has been 188 number / shift,
and production productivity increased by 25, 3%. The rate of wrong product is only 0,53 %.
TEMİZ İkbal Fatma
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof.Dr. Ayten KUNTMAN
: Elektrik-Elektronik Mühendisliği
: 2010
: Prof.Dr. Ayten KUNTMAN
: Prof.Dr. Sıddık B. YARMAN
: Prof.Dr. Osman Nuri UÇAN
: Prof.Dr. Ahmet SERTBAŞ
: Prof.Dr.İlhan KOCAARSLAN
Rüzgar Enerjisi Sistemlerinde Optimizasyon
Rüzgar Enerjisi Sistemlerinde Optimizasyon
Enerji, insanlığın varoluşundan bugüne kadar hayatın vazgeçilemez bir parçası olmuştur. Özellikle elektrik
enerjisi, günümüzde tartışmasız bir öneme sahiptir. Gelişen teknolojiye paralel olarak ortaya çıkan çağdaş
gereksinimlerden dolayı gün geçtikçe artan elektrik enerjisi ihtiyacı, elektrik üretiminde kullanılan fosil yakıt
kaynaklarının sınırlı ve yakın zamana kadar tükenecek olması (atom enerjisinin kaynağı olan uranyumun 50 yıl,
petrolün 44 yıl, doğal gazın 64 yıl ve kömürün de 185 yıl sonra tükenecek olması tahmin ediliyor), bu kaynaklardan
elektrik üretirken çevreye verilen zararlar ve bu zararların küresel ısınmanın en büyük sebebi olması, insanoğlunu
yeni enerji kaynakları aramaya itmiştir. Bunun sonucunda doğal (yenilenebilir) enerji kaynaklarına yönelme
olmuştur, çünkü yenilenebilir kaynaklar tükenmeyen ve çevreyi kirletmeyen enerji kaynaklarıdır. Yenilenebilir
enerji kaynakları tüm dünyada giderek artan bir ilgi ile karşılanmakta ve enerji gereksiniminin karşılanmasında
önemli kaynaklar olarak görülmektedir.
Elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarından rüzgar enerjisi kullanımı, dünya genelinde ve
ülkemizde artmaktadır. Rüzgar enerjisi santrallerinin kullanımının ve kapasitesinin artmasıyla, rüzgar türbinlerinden
elde edilen gücün kalitesi önem kazanmıştır. Güç kalitesinin artması için türbin, kurulacak bölgeye ve bölgenin
rüzgar şartlarına uygun şekilde tasarlanmalı ve optimizasyonu yapılmalıdır. İlk kez 1891’de Danimarka’lı mühendis
Paul Lacour’un rüzgar türbininden elektrik elde etmesinden bu yana geçen süre içinde rüzgar türbinlerinde değişik
tasarımlar ve farklı kombinasyonlar kullanılmıştır.
Bu tez çalışmasında, rüzgar enerjisinden elektrik üretim sistemleri, rüzgar türbinleri ve tasarım
parametreleri ayrıntılı olarak incelenmiş, Marmara bölgesinde etkin çalışabilecek, bu bölgelerin rüzgar şartlarına
uygun yatay eksenli bir rüzgar türbini tasarımı yapılmıştır. Rüzgardan enerji elde etme prensipleri ve rüzgar
türbinlerinin tarihsel gelişimi anlatılmış, yatay eksenli rüzgar türbinlerinde güç üretimini ve rotor boyutlarını
etkileyen faktörler açıklanmıştır. Buradan yola çıkarak, rüzgar türbini tasarımındaki faktörler belirtilmiştir. Rotor
boyutları hesaplama yöntemleri ayrıntılı olarak ele alınmış ve rotor tasarımı için gerekli hesaplar yapılmıştır.
Hesaplamalarda ve parametrelerin belirlenmesinde bazı kabuller yapılmıştır.
Bölgenin ortalama rüzgar hızının, Kocaeli Meteoroloji Müdürlüğü aylık rüzgar hızı verilerine göre orta kuvvette ve
sayısal olarak 7.8 m/s olduğu belirlenmiş, bu rüzgar hızına uygun jeneratör seçimi ve rotor, kanat, kule boyutlarının
hesapları yapılmıştır. Bölgenin rüzgar hızı orta verimli olduğundan orta güçlü 500 kW gücünde rüzgar türbini
tasarımı için gerekli hesaplar yapılmıştır.
Optimization of Wind Power Systems
Optimization of the Wind Power Systems
Energy has been a indispensable part of the life so far from human existence. Especially electrical energy
today has an important dispute. Because of; electricity consumption increasing day by day parallel to technological
developments, fossil fuels used in the electricity generation will be exhausted till near future (it is estimated that
uranium will 50 years, oil 44 years, natural gaz 64 year and coal 185 year later be exhausted), bringing damage
during electricity generation from these fuels, and these damages are major cause of global warming and climate
changes, people have began to seeking new enegy sources. As a result of this seeking, people are tending to nature
(renewable) resources because renewable sources are boundless and nonpolluting energy sources. Renewable energy
sources are being interested worlwide and considered as important energy sources for meeting the demands for
electricity and other energy demands.
One of renewable energy sources of wind energy usage is growing worlwide and Turkey for electricty
generation. As increase in wind farm installation and their capacity, generated power’s quality become important
parameter. To improve the power quality, wind turbine should be designed and optimized for where it will be
installed and that regions’s wind capacity. From 1891, when Danish engineer Paul Lacour first generate electricity
from wind turbine, to today different designs and combinations are used in the wind turbines.
In this thesis, systems of power generation from the wind energy, wind turbines and design parameters
are analysed in detail and horizontal axis wind turbine was designed that will operate in Marmara region sufficiently
and suitable for wind conditions of this region. Principles of power generation from wind and wind turbines
historical development are explained, and the factors influencing the power and dimensions of horizontal axis wind
turbines are explained. From this, the most important factors for design of a wind turbine are identified. Calculation
of rotor dimensions analysed in detail and calculations for rotor design was performed. Some acceptances was taken
into account for calculations and determination of the parameters.
Wind velocity of this region is in medium level and numerically avarage 7.8 m/s according to the datas
from meteorology statation of Kocaeli. Generator and rotor selection and tower size was selected in accordance to
the site’s wind conditions. Because of the site’s wind capacity is in medium level, 500 kW capacity (medium power
range) wind turbine was designed with necessary calculations.
AYDIN Erdoğan
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Hakan Ali Çırpan
: Elektrik-Elektronik Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Hakan Ali Çırpan
: Prof. Dr. Aydın Akan
: Yrd. Doç. Dr. Demir Öner
: Yrd. Doç. Dr. Niyazi Odabaşıoğlu
: Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul Saatçi
Kanal Kestirimi İçin Bayesçi Yaklaşımlar
Kablosuz haberleşme sistemlerinde, bant genişliği ciddi bir şekilde sınırlı kaynak olmasından dolayı,
bantgenişliğini arttırmadan sistem kapasitesinde önemli derecede artış sağlamak için bant genişliğinin etkili biçimde
kullanılması kaçınılmazdır. Bundan dolayı, yol gecikmesi, kanal sönümleme katsayısı gibi kanal parametrelerinin ve
iletilmek istenen sembollerin çevrimiçi kestirimi için geniş ölçekli araştırmalar önerilmektedir. Diğer taraftan; klasik
kestirim (toplu kestirim gibi) tekniklerinde, pilot ya da eğitim verisi kanal parametrelerinin kestirimi için
gerekmektedir. Ancak, iletim veri dizisi içine pilot ya da eğitim verisi eklemek sistem kapasitesini belirgin bir
şekilde azaltabilir. Bu nedenle, gözü kapalı ya da eğitim verisi yardımı olmayan kestirim teknikleri bant genişliğini
verimli bir şekilde kullanmak için tercih edilmektedir.
Alıcının temel görevi iletim kanalının fiziksel parametrelerini kestirmek ve frekans seçici sönümlemeli
kanalların varlığında iletilen sembolleri algılamaktır. Ancak bu parametrelerin birleşik kestirimi, iletim kanalının
zaman gecikmesinin doğasına göre doğrusal olmayışı nedeniyle zordur. Bundan dolayı bu gibi analitik olarak
çözülmesi mümkün olmayan, özellikle de doğrusal olmayan ya da Gauss olmayan problemlere yaklaşımsal bir
çözüm sunmak için parçacık süzgeci tekniği kullanılabilir. Son zamanlardaki gelişmeler parçacık filtresinin bilimde
ve mühendislikte geniş bir uygulama alanına sahip sıralı sinyal işleme için ortaya çıkan güçlü bir metot olduğunu
göstermektedir. Bu tezde, Doğrudan Dizilimli Kod Bölmeli Çoklu Erişim (DS-CDMA) sistemlerinde çok yollu
sönümlemeli kanalların varlığında yayılım kodu gecikmelerini, kanal katsayılarını ve iletilen sembol dizilerinin
birleşik kestirimi için yeni bir öz yinelemeli alıcı önerilmiştir. Doğrusal olmayan parametrelerin kestirimi için
genişletilmiş Kalman süzgeci (EKF) içeren birçok birleşik kestirim teknikleri literatürde önerilmiştir. Bu
kestirimcilerin aksine, EKF kullanmak yerine önerilen yöntem, tamamıyla Bayesçi yaklaşımı kullanılarak elde
edilmiştir ve parçacık süzgeci (PF) olarak bilinen sıralı Monte Carlo (SMC) tekniği aracılığıyla performansı test
edilmiştir. Önerilen yaklaşımın teorik analizi, doğrulayıcı bilgisayar benzetimleriyle sağlanmıştır.
Bayesian Approaches for Channel Estimation
Since bandwidth is the most severely limited resource in the wireless communication systems, its
efficiently use is inevitable for significant increases in system capacity without increasing the bandwidth. Hence, a
considerable amount of research has been proposed for online estimation of symbols, and channel parameters, such
as path delays, and channel fading coefficients. On the other hand, in the classical estimation (i.e., batch processing)
techniques, pilot or training data has required for the estimation of channel parameters. However, to insert pilot or
training data into the transmitted data sequence can significantly reduce the system capacity. Thus, blind or nondataaided techniques have been preferred to use the bandwidth efficiently.
The main goal of the receiver is to estimate the physical parameters of the transmission channel, and is to
detect the transmitted symbol sequence over the frequency selective fading channels. However, joint estimation of
these parameter are difficult due to nonlinearity of the transmission channel with respect to time delay according to
its inherent property. Therefore, Particle Filter Technique can be used to present an approximate solution to
problems where analytic solution can not be obtained especially the non-linear or non-Gaussian form. Recent
developments have demonstrated that the particle filtering is a powerful technique for sequential signal processing
with a wide range of applications in science and engineering. In this thesis, a new recursive receiver is proposed for
joint estimation of code delays, channel coefficients, and transmitted symbol sequence on the multipath fading
channel in Direct Sequence Code Division Multiple Access (DS-CDMA) systems. For the estimation of nonlinear
parameters, most joint estimation techniques which include Extended Kalman Fitler (EKF) are proposed in the
literature. Contrary to these estimators, the proposed method is derived using entirely Bayesian approach instead of
EKF, and is performed by means of Sequential Monte Carlo (SMC) technique known as particle filter (PF).
Theoretical analysis of the proposed approach is provided along by corroborating simulations.
İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
ÜZÜM Dursun Ahmet
Danışman
Anabilim Dalı
:Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof.Dr. Ekrem MANİSALI
: İnşaat Mühendisliği
: 2010
: Prof.Dr. Ekrem MANİSALI
: Prof.Dr. Namık Kemal ÖZTORUN
: Prof.Dr. Fahriye KILINÇKALE
: Yrd. Doç.Dr. Cenk ALHAN
: Yrd. Doç.Dr. Turgay COŞGUN
Kaynak Kısıtlı Projelerde Karşılaşılan Problemlere Bir Katı Atık Transfer Projesinde Çözüm
Önerileri
Bu çalışmada farklı senaryolar altında bir katı atık transfer istasyonu inşatı projesinin nakit akışları buna
bağlı olarak net şimdiki değer grafikleri oluşturulmuştur. Süresel planlama durumu ve kısıtlı kaynak planlama
durumları fazlara ayrılarak karşılaştırılmıştır.
Yapılan çalışma iki ayrı bölümden oluşmuştur. İlk bölümde proje planlama tekniklerinden ve kısıtlı
kaynak problemlerinden genel olarak bahsedilmiştir. İkinci bölümde ise yapılan çalışmanın konusunu oluşturan
nakit akışları, maksimum net şimdiki değer problemleri ele alınmıştır.
Proje yönetimi, planlama tekniklerinin gelişim süreci ve CPM bazlı proje planlama tekniği ilk bölümde yer
almıştır. Kısıtlı kaynaklarla proje planlama sırasında karşılaşılan problemler ve matematiksel gösterimleri ilk
bölümde anlatılan diğer ana konuyu oluşturmaktadır.
İkinci bölümde ise nakit akışları ve maksimum net şimdiki değer problemlerini ele alan model ve
algoritmalara örnek verildikten sonra katı atık transfer istasyonu projesinin planlaması süresel ve kaynak bazlı
olarak oluşturulmuştur. Oluşturulan planlamalar farklı senaryolar altında değerlendirilerek değişik amaç
fonksiyonlar için incelenmiştir.
Her bir senaryodan elde edilen veriler grafikleriyle birlikte sunulmuştur. Senaryolardan elde edilen veriler
kıyaslanarak ulaşılan sonuçlar son bölümde açıklanmıştır.
Bu çalışmanın amacı kaynak kısıtlı proje planlama altında nakit akışlarınınzaman değeri problemine çözüm
önerileri getirmektir. Dolayısıyla söz konusu bu çalışma kapsamında kurulan senaryoların problemin çözümüne
yardımcı olacağı düşünülmüştür. Çalışmanın başlatılmasında, Türkiye’ de inşaat sektöründe uygulanan planlama
tekniklerinde düzensiz ve sistemsiz bir yapının varoluşu da önemli bir etken oluşturmuştur.
Yapılan çalışma sonucunda kısıtlı kaynak kullanan senaryoların bütçe limitlerini daha az zorladığı ancak
eşit zaman dilimlerinde kaynak problemi olmayan senaryolara nazaran daha düşük net şimdiki değer oluşturduğu
gözlemlenmiştir.
Solution Suggestions on Conforented Problem of Resource Constrained Project Using a Solid Waste Transfer
Station Project
In this study, cash flows of a solid waste transfer station construction project are formed under different
circumstances. According to these cash flows, net present value graphics are formed. Time based planning situation
and resource constraint planning situation are compared by being separated into phases.
This study is composed of two sections. In the first section, project planning techniques and resource
constraint planning problems are discussed. In the second, section cash flows and net present value problems which
form the subject of this study are explained.
Project management, development process of planning techniques and CPM based project planning
technique take place in the first section. Problems during resource constraint project planning and their mathematical
illustrations form the other main subject of this study prescribed in the first section.
After giving examples to the models and algorithms that take into account the cash flows and maximum net
present value problems, the planning of solid waste transfer station project is constructed based on time and
resource. Constructed plans are examined and evaluated under different conditions for different object functions.
The data obtained from each scenario is submitted with graphics. The results obtained from the comparison
of data from each scenario are explained in last section.
The aim of this thesis is to suggest solutions to the cash flows time value problems under resource
constraint project planning. Therefore, it is considered that established scenario and models will help to solve the
problem. An important factor for conducting this thesis is the disorder and unsystematic structure of planning
methods in construction sector in Turkey.
According to result of the studies, it has been observed that the scenarios used for constrained resources
force the budget limits less than other scenarios. However, it has been also observed that when they are compared to
the scenarios which have no resource problems within equal time intervals, they have lower net present value.
ANBARCI Murat
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. EKREM MANİSALI
: İnşaat Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Ekrem MANİSALI
: Prof. Dr. Namık Kemal ÖZTORUN
: Doç. Dr. Ataç BAŞÇETİN
: Doç. Dr. Adnan ÇOLAK
: Yrd. Doç. Dr. Turgay COŞGUN
İnşaat Sektöründe Finansman Problemlerini Minimizasyon Amaçlı Konut Pazarlama Stratejileri
Günümüz koşullarında konut sektöründeki projelerin günden güne büyümesi sektörde faaliyet gösteren
inşaat firmalarının finansman temininde güçlük çekmelerine sebep olmaktadır.
Genel anlamda inşaat sektörü; proje tipi üretim yapılması, üretim yerinin değişken olması, arsaya bağımlı
üretim ve bunun getirdiği risk ve belirsizlikler, üretim süresinin uzunluğu, parçalı bir organizasyon yapısına sahip
olması ve projelerin çeşitliliği nedeniyle, faaliyetsel ve finans sistemleri açısından diğer sektörlerden farklılıklar
göstermektedir.
Firmaların mikro ve makro ekonomik değişkenlere rağmen varlıklarını devam ettirebilmeleri ve büyümeleri
için gerekli önemli unsur finansmandır. Yatırım harcamaları kaynaklı sorunlar, işletme sermayesi ile öz sermaye
yapılarının zayıflığı, teminat ve kredi bulmada karşılaşılan sorunlar ve ekonomik politikalardan kaynaklı sorunlar,
firmaların karşılaştıkları başlıca finansman sorunlarıdır. İnşaat firmalarının en büyük gelir yaratan finansman
kaynakları banka kredileri olup; firmaların üstlenecekleri inşaat projeleri için banka kredisi elde edilmesindeki
zorluklar bilinmektedir.
Konut üreten firmaların finansman problemlerini minimize etmesi amaçlanan pazarlama stratejilerinin
rekabet ortamında firmalar için önemli olduğu görülmektedir. Firmaların hedef pazarda başarılı olmak için uygun
bir bileşim yaptığı, kontrol edilebilir pazarlama değişkenleri dizisi olan pazarlama karması; mamul(ürün), fiyat,
dağıtım ve tutundurma olarak dört alt başlıkta incelenmektedir.
Çalışmanın uygulama bölümünde “Konut Sektöründeki Finansman Problemleri ve Pazarlama Stratejileri”
isimli araştırma ile konut sektöründe faaliyet gösteren firmaların; sektörde karşılaştıkları kısa vadeli ve uzun vadeli
finansman problemleri, bu problemlerin firmalar için önemi, global ekonomik krizden firmaların etkilenme
dereceleri, pazarlama faaliyetleri, uyguladıkları pazarlama stratejileri ve her bir pazarlama karması stratejilerinin
önemi ortaya konmak istenmiştir. Bu araştırma sonucunda, firmaların sektörde yaşadıkları en önemli finansman
sorunun yatırım harcamalarından kaynaklı sorunlar olduğu ve bu sorunları minimize edebilmek için pazarlama
karması stratejilerinden en çok fiyat stratejilerini uyguladıkları ortaya çıkmıştır.
Residence Marketing Strategies Minimizing Financial Problems In Construction Sector
In today's conditions, the growth of the projects in real estate sector from day to day causes difficulties in
obtaining financing for construction companies to take leads.
In general, construction sector is project-type production, manufacturing location variable, land-dependent
production and that the risks and uncertainties, production of the length of the fragmented organizational structure of
ownership and project variety of reasons, operational and financial systems in other sectors varies.
Micro-and macro-economic variables of the firms, despite their presence and they can continue funding
important element is necessary for growth. Capital expenditures related problems, the weakness of working capital
and equity structure, guarantee and credit problems in finding a source of economic and policy issues, companies
are faced major financial problems. Construction companies are the largest revenue generating sources of financing
and bank loans, firms will undertake to obtain bank loans for construction projects, the difficulties are known.
Marketing strategies that intented to minimize financing problems of the companies, is seen as important
for construction firms in competitive environment. Appropriate for the target market of companies to be successful
in making a composition that can be controlled with a series of marketing of marketing mix variables; product
(product), pricing, distribution and promotion of the four sub-topics are examined.
Work practice section of the "Housing Sector Finance Issues and Marketing Strategies" named by research
housing sector firms; sector faced short-term and long-term financing problems, the problems the companies
important to the global economic crisis of the firms affected the degree and marketing activities, practice their
marketing strategies The importance of each strategy and marketing mix have been asked to put forward. In this
research, the most important financial firms in the industry have asked that the investment expenditures related
problems and these problems can be minimized most of the marketing mix, pricing strategies, the implementation of
their strategies have emerged.
MADEN MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
YILMAZ Pelin
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doç.Dr. Abdulkadir KARADOĞAN
: Maden Mühendisliği
: 2010
: Yrd.Doç.Dr. Abdulkadir KARADOĞAN
: Prof.Dr. Şafak G. ÖZKAN
: Doç. Dr. Ataç BAŞÇETİN
: Prof. Dr. Süleyman DALGIÇ
: Yrd. Doç.Dr. Ümit ÖZER
Basamak Ayna Profilinin Patlatma Performansına Etkilerinin Araştırılması
Kayanın fiziksel özelliklerine bağlı olarak patlatmalı kazının kaçınılmaz olduğu madencilik çalışmalarında
patlatma sonuçlarının tüm madencilik işlemlerine önemli etkileri bulunmaktadır.
Kayanın ve maden sahasının jeolojik yapısı gereği mekanik kazının yapılamadığı yerlerde patlatmalı kazı
yöntemi uygulanmaktadır. Patlatmalı kazı yöntemi madencilik faaliyetlerinde daha sonraki üretim işlemlerini
etkilemektedir. Bundan dolayı patlatma yönteminin ve parametrelerinin maden sahasının jeolojik yapısına göre
dizayn edilmesi gerekmektedir.
Verimli bir patlatmadan beklenen; arzu edilen parça boyut dağılımına sahip, homojen ve iyi ötelenmiş bir
yığın elde edilmesi, kaya fırlaması ve titreşim gibi çevresel etkilerin zarar verebilecek seviyelerin altında olmasıdır.
Patlatma sonrası hedeflenen sonuçlara ulaşabilmek için çalışılan maden sahasına uygun patlatma tasarımlarının
yapılması ve bu tasarımların düzgün bir şekilde uygulanması çok önemlidir. Patlatma performansı, patlatma öncesi
ve sonrası birtakım gözlem ve ölçüm çalışmaları sonucu saptanır. Teknolojinin gelişimiyle, bu alanda kullanılan
ekipmanlar ve uygulanan metotlar da artmıştır. Özellikle lazer ve dijital görüntü işleme alanındaki gelişmeler
patlatma çalışmalarının başarısına son yıllarda büyük katkılar sağlamıştır. Lazer tarama cihazları ile patlatma
yapılacak basamak aynası taranabilmekte ve sayısal olarak bilgisayarda modeli oluşturulabilmekte, dijital görüntü
işleme tekniği ile patlatma sonrası oluşan yığının parça boyut dağılımı tespit edilebilmektedir.
Bu çalışma kapsamında basamak patlatma tasarımında, patlatma sonuçlarını verimlilik ve çevresel anlamda
önemli şekilde etkileyen dilim kalınlığı parametresi incelenmiş ve dilim kalınlığının ayna boyunca gösterebildiği
değişikliklerin patlatma sonuçlarına olan etkileri araştırılmıştır. Lazer profil çıkarma cihazı ve dijital görüntü işleme
yazılımı bu tez kapsamda kullanılmış, farklı atımlardan elde edilen veriler analiz edilmiştir. Lazerli tarama sonucu
elde edilen ayna boyunca değişiklik gösteren dilim kalınlıklarına bağlı olarak Kuz-Ram tahmin modelinde elde
edilen tahmini parçalanma ile patlatma sonucu oluşan gerçek parça boyut dağılımı arasındaki farklılıklar ortaya
koyulmuş ve basamak ayna profiline bağlı olarak değişen dilim kalınlıkları ile yığının parça boyut dağılımı
arasındaki ilişki incelenmiştir.
Investigation of bench face profile effects to blasting performance
Depending on the physical properties of the rock, results of blasting have important effects on all mining
operations that blasting is inevitable.
Due to the geological structure of rock and mine, where mechanical excavation method should not apply in
this case blasting should apply. Blasting has a great influence on the efficiency of all the mining operations after the
blast. Because of this, method and parameters of the blasting should be designed according to the geological
structure of the mining area.
The expected result from efficient blasting; desirable distribution of particle size, obtaining a mass is
homogeneous and well beyond, environmental impact such as rock throwing and vibration may be below damaging
levels. It is important to do the blasting design for working mine and implementation of this design to getting
targeted results after the blasting. Blasting performance is determined as a result of observation and measurement
before and after blasting. With the development of technology, used equipment and applicable method have
increased in this area. Especially developments of laser and digital image processing have contributed to the success
of the blasting in recent years. With laser scanning device can scan bench face, in the computer model can be
created digitally and distribution of particle size of the mass can be determined with digital image processing
techniques after blasting.
Within the scope of this study in the design of bench blasting, the results of blasting efficiency and
environmental sense as an important parameter affecting the burden was analyzed and the effects of the blasting
results that burden can change along the face was to investigate the effect. Laser scanning device and digital image
processing software was used in this scope, the data obtained from different blast was analyzed. Obtained as a result
of the analysis empirical approaches was developed variable in different parts of the face burden between the
blasting results. The differences was realized that between actual size distribution as a result of blasting with the
Kuz-Ram model has the resulting estimate of fragmentation that depending on the burden has differences from
Laser scaning results that obtained along the face. Between the burden has differences depending on the face profile
with size distribution that relationship were investigated.
ÇAĞLAYAN Mehmet
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
: Doç.Dr.Ataç BAŞÇETİN
: Maden Mühendisliği
: 2010
Tez Savunma Jürisi
: Doç.Dr. Ataç BAŞÇETİN
: Prof. Dr. Şafak G. ÖZKAN
: Prof. Dr.H.Murat ÖZLER
: Y.Doç.Dr. Ümit ÖZER
: Y.Doç.Dr. Abdulkadir KARADOĞAN
Sürdürülebilir Beton Üretimi İçin CO2 Emisyon Miktarlarının Belirlenmesi
Nüfus yoğunluğu ve şehirleşmeye bağlı olarak hızla artış gösteren ihtiyaçların tam anlamıyla
karşılanabilmesi, sanayileşmenin giderek büyümesine neden olmuştur. Bu artışın etkisiyle sera gazlarının atmosfere
salımlarının artışı sonucu küresel ısınma belirtileri yavaş yavaş ortaya çıkmıştır ve günümüzde de bu etkiler artarak
devam etmektedir. Bu nedenle üretimin her alanında sera gazı etkileri kontrol edilmelidir.
Bu çalışmada dünyada yapı malzemesi olarak yaygın kullanıma sahip olan beton sera gazı etkileri açısından
incelenmiştir. Beton üretiminde günümüz şartlarında en önemli unsurlardan biri kaynakların sürdürülebilir kullanımı
ve üretimin her aşamasında minimum CO2 emisyonunu (CO2+CO+NOx+CH4.vb..) verecek standartların
uygulanmasıdır. Buna bağlı olarak beton üretimi aşamasında malzemeyi iyi tanımak ve ona göre üretim yöntemi
seçebilmek enerjinin optimum kullanımı ve dolayısıyla sera gazı etkileri açısından oldukça önemlidir. Bu çalışmanın
amacı beton üretimi sonucu açığa çıkan birim CO2-e değerini ülkemiz şartları açısından belirlemektir. Böylece
beton üretim planlamasında sera gazı etkileride malzemenin özelliklerine göre değerlendirilebilir.
Determınatıon Of The Amount Of CO2 Emıssıon For Sustaınable Concrete Productıon
Depending on population density and urbanization human needs increased rapidly and thus
industriallization has grown steadily. The effect of greenhouse gas emissions into the atmosphere due to
industriallization increased and thus global warming has emerged slowly. Today this effect has continued to
increase. Therefore, the effects of greenhouse gases in all areas of production must be controlled.
This study presents the effect of CO2 emissions and efficient energy consumption in concrete production.
One of the most important factor at present conditions is sustainable use of resources and the other one is minimum
CO2 emissions (CO2 + CO + NOx + CH4.vb..) at every stage of production of concrete. Therefore, these factors
must be taken into consideration in the concrete production standards. The choose of production method of concrete
is very important for optimum use of energy and effects of greenhouse gas emissions. Concrete material must be
known well in order to choose production method is very important for optimum use of energy and greenhouse gas
effects. Within the scope of this study, the unit value of CO2 emissions that release when the production of concrete
is determined for our country. Thus, the effects of green house gas emission can be evaluated according to the
characteristics of material in concrete production planning.
METALURJİ ve MALZEME MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
DARIDERELİ Yusuf
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
:Y.Doç.Dr. Selim YILDIRIM
:Metalurji ve Malzeme Mühendisliği
:2010
:Prof.Dr. İbrahim YUSUFOĞLU
:Prof.Dr. Ercan AÇMA
.Prof.Dr. Enver OKTAY
:Prof.Dr. Şerafettin EROĞLU
Alüminyum Alaşımlarının Mikroyapı, Mekanik Özellikler ve Aşınma Direncine Yaşlanmanın Etkisi
Alüminyum günümüzde demir çelikten sonra en çok kullanılan metal durumundadır. Döküm özelliklerinin
iyi olması ve birçok döküm yöntemine kolaylıkla adapte olması, mekanik özelliklerinin çeşitli metalurjik işlemler
sonucu geliştirilebilmesi, yüksek elektrik ve ısı iletkenliği, düşük yoğunluğu, ince levha haline getirilebilmesi,
alaşımlarının özelliklerinin tercih edilmesi, korozif özelliklerinin iyi olması, alüminyum kullanımının bu denli
yaygın olmasının en önemli nedenleridir.
Alüminyum doğada oksit, sülfat, florür ve silikat halinde çok değişik hallerde bulunabilirse de, kullanılan
yegâne alüminyum cevheri, boksit adı verilen, hidratlaşmış bir alüminadır.
Alüminyum ekstrüzyon endüstrisinde (profil, boru, çubuk, lama üretimi) en çok kullanılan malzemelerden
birisi olan AA 6063 alaşımı işlem alüminyum alaşımları ve ısıl işlem ile sertleştirilebilen alüminyum alaşımları
grubundandır. Biçimlenebilme kabiliyeti yüksek olan, ısıl işlem ile mekanik değerleri önemli ölçüde arttırılabilen bu
alaşım, genel olarak bir Al-Mg-Si alaşımıdır.
Bu çalışmada;
AA 6063 alaşımında yaşlandırma ısıl işleminin, mekanik özelliklere ve aşınma davranışlarına etkisi
belirlenmiştir.
İlk etapta çalışmalarında; deneylerde kullanılacak olan numuneler, AA 6063 alaşımından üretilmiş biyet
hammaddesinden, ekstrüzyon işlem kademelerinden geçirilerek üretilmiş olup, sonrasında solüsyona alma, su verme
ve farklı sıcaklıklarda
( 175-185-200-215°C ) ve sürelerde ( 1,5-2-3-5-8-10 saat ) yaşlandırma ısıl işlem
kademelerinden geçirilerek, farklı özelliklerde numuneler elde edilmiştir.
İkinci etap çalışmalarda; uygulanan ısıl işlemler sonucunda farklı özelliklerde elde edilen numunelere,
sertlik, çekme, darbe, aşınma deneyleri yapılarak, mekanik özellikleri ve aşınma dirençleri belirlenmiştir.
Sonuç olarak; söz konusu alüminyum alaşımının mekanik özelliklerine yaşlanma ısıl işleminin etkisi
belirlenerek, optimum yaşlanma koşulunun 175°C’de 8 saat olduğu saptanmıştır. Bunun yanında 185°C’de 5 saat
yapılan yaşlandırma işleminin de oldukça uygun sonuçlar verdiği belirlenmiştir. Ayrıca, yaşlandırma ile artan
sertliğin, aşınma direncini de artırdığı görülmüştür.
The Effect Of Age-Hardening On Microstructure, Mechanical Properties And Wear Resistance Of
Aluminum Alloys
These days aluminum is the most widely used metal after iron and steel. Casting properties of aluminum
are good and many casting methods are easily adapted. Its mechanical properties can be developed by various
metallurgical applications. High electrical and thermal conductivity, low density, very thin aluminum sheets,
preferable aluminum alloys, good corrosive properties are the most important reasons why aluminum usage is so
widespread.
Aluminum can be found in many different cases as oxide, sulfate, fluoride and silicate in the nature, but the
only unique aluminum ore is a kind of alumina hydrate called bauxite.
AA 6063 alloy which is one of the most commonly used material in aluminum extrusion industry (profile,
pipe, bar, sheet production), is in the group of work and heat treatable aluminum alloys. This alloy, which has high
forming ability and heat treatment can be significantly increased the mechanical properties, is an Al-Mg-Si alloy in
general.
In this study,
The effect of precipitation hardening process in AA 6063 alloy on mechanical properties and wear
resistance was investigated.
At the first stage of the study, the samples which are used in the experiments were produced from AA 6063
rods which is extrusion processed from billet raw material by the same time solid solutioned. Then the samples
quenched and aged at different temperatures (175-185-200-215°C) and times (1,5-2-3-5-8-10 hours), so the samples
in different properties were obtained.
At the second stage studies; to the samples in different properties results from heat treatments applied,
hardness, tensile, impact and abrasion tests were applied. The mechanical properties and abrasion resistance of the
samples are determined.
As a results, the effect of age-hardening heat treatment on mechanical properties of the aluminum alloy in
question was determined, the optimum aging condition was found as 175°C ageing temperature for 8 hours. 185°C
ageing temperature for 5 hours was also determined to give consistent results. Besides, it’s determined that
increasing the hardness with aging, the wear resistance was increased.
DENİZ ULAŞTIRMA VE İŞLETME MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
DEMİROĞLU Mustafa
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Yrd. Doç. Dr. Gökhan KARA
: Deniz Ulaştırma ve İşletme Mühendisliği
: 2010
: Yrd.Doç.Dr. Gökhan KARA
: Prof.Dr. Fevzi ERDOĞMUŞ
: Prof.Dr. Güler Bilen ALKAN
: Yrd.Doç.Dr. Murat YILDIZ
: Yrd.Doç.Dr. Tanzer SATIR
Marmara Bölgesinde Kısa Mesafe Denizyolu Taşımacılığın Değerlendirilmesi
Bu çalışmada Avrupa Birliği’nin artan üye sayısı ve ticaret hacmindeki artışa paralel olarak karayolu üzerindeki
yük artışını iç su yolları ve deniz taşımacılığına kaydırılması politikasının sonucu, Kısa mesafe Denizyolu
Taşımacılığı KMDT (Short Sea Shipping) Avrupa’da başarılı bir ulaştırma modeli olarak ortaya çıkması ve özellikle
Marmara Bölgesi ulaşımındaki yeri incelenmiştir. Bu çerçevede AB’de Kısa Mesafeli Denizyolu Tanıtım
Merkezleri ( Short Sea Promotion Centers) kurulmuştur. KMDT’nın en önemli özelliği taşıma şekilleri arasındaki
rekabet anlayışı yerine, birbirlerini tamamlama anlayışının olmasıdır. Bu sistemle entegre bir ulaşım yapısı ve ağı
oluşturulabilmekte ve bu ağ üzerinde lojistik hizmetleri optimum verimlilikle sunulabilmektedir.
Bu çalışmada öncelikle tanımlar ve genel bilgiler verilmiştir.Burada amaçlanan kavramların oturtulması ve
kavram karışıklıklarının önüne geçilmesidir.
Kısa mesafe Denizyolu Taşımacılığı’nı cazip kılan hususlar incelendiğinde;
- Kara taşımacılığından daha ucuz,
- Güvenli,
- Enerji maliyeti az,
- Düşük yatırım maliyetli,
- Çevre dostu,
- Ülkenin ekonomik gelişmesine katkısı ve dolayısıyla istihdam yaratması olarak görülmektedir.
KMDT’nın potansiyelinin şimdiden güçlü bir şekilde desteklenmesi ve geliştirilmesi ileride çevresel ve
toplumsal faydalarının artmasında etkili olacak, ayrıca taşımacılığın istikrarlı büyümesini ve bu taşıma modelinin
sağlıklı gelişmesini beraberinde getirecektir.
Çalışmada üzerinde durulan nokta; ülkemizin üç tarafının denizlerle çevrili olması ve bir iç deniz olan
Marmara Denizinin bulunması, KMDT’nın en iyi uygulanabilecek yerlerden biri olduğunu göstermeye çalışmaktır.
Özellikle Marmara Bölgesindeki üretim, iç ve dış ticaretin çok yoğun olması, ayrıca bölgenin Asya ile Avrupa
arasındaki köprü görevi ve büyük bir lojistik üs olması bölgede karayolu taşımacılığının yoğun olmasına neden
olmaktadır. Bu aşırı yoğunluk maliyet artışları, gecikmeler, sıkışıklık, yaşam kalitesini düşüren çevre kirliliğine
neden olmaktadır. Bu trafiği azaltmak için bir çok proje ve araştırma yapılmış olmasına rağmen kalıcı bir çözüm
getirilememiştir.
Bu çalışmada, Kısa mesafe Denizyolu Taşımacılığı’nın ülkemizde geliştirilmesinin faydaları, Marmara
Bölgesinde geliştirilmesi halinde bölge yük ve yolcu trafiğine, taşıma maliyetlerine ve çevreye sağlayacağı katkılar
belirlenmeye çalışılacaktır.
Evolution of the Short Sea Shipping in Marmara Region
In this study, it has been written about short sea shipping within the European Union (EU) and especially in
Marmara Region as a means of shifting goods from road to sea and of achieving a sustainable economic
development. As a result, Short Sea Shipping Promotion Centers have founded in European Union. One of the most
important aspects of short sea shipping is having a supporting idea of each other instead of competitiveness idea
among transportation ways. With this system, an integrated transportation unit and service can be established and
logistics services can be supplied with optimum power by this service.
In this study, definitions and general information are written. The purpose of this is to give the meaning of
words and prevent confusion of the words.
The reasons making short sea shipping valuable are:
Cheaper than road transport,
Safe,
Lower energy cost,
Lower investment cost,
Friendlier to the environment
The support to the development of the country economically and so supplying job.
The powerful support and development of the short sea shipping potential will be effective in the increase
of environmental and social benefits and also the usual growth of short sea shipping and the healthy improvement of
this transportation.
Staple subject of this study; try to show that Turkey is one of the best short sea shipping liners because of
it is bathing with seas and it has Marmara which is a inland sea. Especially product in Marmara Region, extensive
domestic and foreign trade also bridge duty between Asia and Europe and being a big logistics place cause road
traffic and freight density. This density cause cost increase, delays, congestion and environment pollution.
In this study, I will try to determine advantages of short sea shipping development in Turkey and make
contribution of cargo and passenger transport traffic, transport rates and environment if well done in Marmara
Region.
AKAY Sertaç
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Fevzi ERDOĞMUŞ
: Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği
: 2010
: Prof.Dr. Fevzi ERDOĞMUŞ
: Prof.Dr. Güler Bilen ALKAN
: Yrd.Doç.Dr. Gökhan KARA
: Yrd.Doç.Dr. Murat YILDIZ
: Yrd.Doç.Dr. Münip BAŞ
Türkiye Almanya Arasındaki Ticari Karayolu Taşımacılığı, İç Dağıtım Kanalları Ve Depo
Optimizasyonu
Türkiye’de karayolu taşımacılığı, altyapının olanak vermesi sayesinde Avrupa’nın en önemli filolarından
biri konumuna gelmiştir. Türkiye’nin önemli ticaret partneri Almanya ile yapılan ithalat ve ihracat taşımalarında
karayolu servisleri sık kullanılan bir sistem olmuştur. Önemli bir konu olan geçiş belgeleri, yol yasakları ve kotalar
gibi sorunların minimuma indirildiği, şöför çalışma şartlarının daha elverişli olduğu denizyolu ve demiryolu
servisleri ile entegre edilen karayolu taşımacılığı Almanya ile ticarette avantajlı konuma gelmiştir. Lojistik hizmet
sunmanım sadece uluslararası taşıma olmadığı konumda, ürünlerin düzenli ve zamanında dağıtılması ve toplanması,
buna bağlı olarak optimum seviyede depolanması ve atıl kapasite kullanımının ortada kalkmasıda önem
arzetmektedir.
Çalışmada Türkiye Almanya ticari karayolu taşımacılığı analiz edilmiş, alternatif güzergahlar üzerinde
çalışmalar yapılmıştır. Dağıtım kanalları içerisinde, lojistik merkezlerin, köylerin önemi belirtilmiş ve depolama,
depo optimizasyonunun önemi vurgulanmıştır.
Inner Dıstrıbutıon Channels And Storage Optımızatıon Of Trade Roadway Transportatıon Between Turkey
And Germany
Thanks to its well based and integrated infrastructure oppurtinities, Turkey’s roadway transportation truck
fleet has become one of the Europe’s largest and the most important ones. Roadway transportation service is a mode
that used very frequent for the both export and import carriages between Turkey and its important foreign trade
partner Germany. With minimized problems on issues such as transit bills, driving bans and qutoas, more
convenient work conditions for the truck drivers and seaway / railroad integrated raodtransportation network helps
the roadway transportation services to take the advantageus position at the trade with Germany. In a medium that
furnishing logistics services’ mean is not only an international transportation; orderly and timely distribution and
picking up of the goods, depending on this the storage at the optimum level and disappear of the usage of idle
capacity have also cardinal importance.
In the study, commercial roadway transportation between Turkey and Germany has been analysed and
studied on the alternative routings. Also, the importance of the logistics centers have been highlighted and the
importance of storage and warehouse optimization have been underlined which are parts of
a
distribution
channel.
MEHDİ Parvin
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Güler BİLEN ALKAN
: Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Güler BİLEN ALKAN
: Prof. Dr. Fevzi ERDOĞMUŞ
: Yrd. Doç. Dr. Gökhan KARA
: Yrd. Doç. Dr. Murat YILDIZ
: Yrd. Doç.Dr. Tanzer SATIR.
Hazar Denizi’nde Alternatif Boru Hattı Projeleri ve Bakü Tiflis Ceyhan (BTC) Projesinde Kazakistan
Dönemi
Bu çalışmamızda dünyada en yaygın taşıma türlerinden biri olan boru hattı projelerinden bahis edilmiştir.
Asrımızın getirdiği siyasi hareketliliklerin ana nedeni olan petrol kaynaklarının bulunduğu devletler araştırılmış,
dünyada son on yılllık petrol üretim tüketim oranı verilerle belirtilmiştir.
Hidrokarbonla zengin olan Hazar Havzası’nda bulunan ülkeler son yıllarda cazibe merkezine dönüşmüştür.
Burada bulunan enerji kaynaklarının dünya pazarlarına çıkarılması yolları araştırılmıştır.
Dünyada Orta Doğu’dan sonra en çok petrol rezervlerine sahip olan Hazar Havzası devletlerinin enerji
kaynaklarına geniş yer verilmiştir. Tezimizde Hazar havzasında halen var olan ve gelecekte düşünülen petrol ve
doğal gaz boru hattı projelerinden bahis edilmiştir. Hazar havzası enerji kaynaklarının, uluslararası pazarlara
taşınmasında seçilecek güzergahlar araştırılımış ve gelecekte yapılması düşünülen boru hattı projelerinn ve bu
projeler için düşünülen güzegahların bölge ülkelerine sağlayacağı avantaj ve dezavantajlarına vurgu yapılmıştır.
Hazar havzası devletlerinden Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’nın sahip oldukları enerji kaynakları
bölgedeki ekonomik hareketliliği her an etkileycek güçdedir. Bu açıdan tezde özellikle Kazakistan’ın sahip olduğu
rezervler açısından bölgeye katacağı ekonomik değer vurgulanmış, bu ülkede hala işletilmemiş yeni bulunan
kaynakların yeni ve en faydalı yollarla uluslararsı pazarlara ulaştırlmasını sağlayacak yollar araştırılmıştır.
Alternatıve Pıpe Lıne Projects In Caspıan Sea And Kazakhstan Perıod In Baku - Tbılısı – Ceyhan (Btc)
Project
Within this study of us, pipe line projects have been handled which is one of the most common
transportation methods of the world. The states where the source of petrol, which is the main reason for the political
actions brought by our century, exists have been studies and the rate of annual petrol consumption of the world for
he last 10 years.
The countries in Caspian Basin which became rich due to the hydrocarbon have been turned into a centre of
attraction within the recent years. Solutions have been investigated for the transportation of the energy sources
existing here to the global markets.
The energy sources of the Caspian Basin states which have the second highest petrol reserves following the
Middle East have been given great importance in this study. Within our thesis, mention has been given to the petrol
and natural gas pipe line projects which exist currently or which are being considered for the future. The routes to be
selected in the transportation of the energy sources of the Caspian Basin to international markets have been
investigated and the advantages and disadvantages on the countries of the region, of the pipe line projects which are
being planned to be constructed in the future and of these projected routes, have been emphasized. The energy
sources owned by Azerbaijan, Kazakhstan and Turkmenistan among the Caspian Basin countries are in a power
which is any time able to impact the economic mobility in the region. In that respect, the economic value which
Kazakhstan would participate in the region in terms of the reserves owned by it has been especially emphasized, and
the ways have been searched for providing the transportation of the sources which have not been yet operationalized
and which have been newly discovered in this country by new and most beneficial ways.
ÇETİNKAYA Atalay
Danışman
Anabilim Dalı
: Prof.Dr. Fevzi ERDOĞMUŞ
: Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: 2010
: Prof.Dr. Fevzi ERDOĞMUŞ
: Prof.Dr. Güler Bilen ALKAN
: Yrd.Doç.Dr. Gökhan KARA
: Yrd.Doç.Dr. Murat YILDIZ
: Yrd.Doç.Dr. Münip BAŞ
Türkiye’deki Limanların Lojistik Üs Olarak Değerlendirilmesi
Globalleşen dünyada, global ticaret hacminin artmasına bağlı olarak küresel lojistik anlayışı da gelişim
göstermektedir.
Bugün ve gelecekte oyanacağı roller düşünüldüğünde hiç kuşku yok ki dünya ticaretinin kalbi lojistik
üslerdir. Her ülke ticaret potansiyelinin artması için politikalar üretmektedir. Bu politikaların arasında da lojistik
üslerin hayata geçirilmesi vardır.
Lojistik üs; taşımacılık, dağıtım, depolama, konsolidasyon, ayrıştırma, ihracat, ithalat, transit işlemler,
altyapı hizmetleri, sigorta, danışmanlık ve üretim gibi birçok entegre lojistik faaliyetlerin bir bölgede
gerçekleştirilmesini ifade etmektedir.
Lojistik üs kavramının tarihsel gelişimine bakıldığında başlangıç aşamasında ağırlıklı olarak deniz ve
havalimanlarıdır.
Bu tezin amacı dünyadaki yük trafiği göz önüne alınarak dünyadaki lojistik üsler örnek alınarak
Türkiye’deki limanların durumunu değerlendirmektir.
Çalışmada Türkiye’de en fazla konteyner elleçleyen 3 liman; Ambarlı , İzmir, Mersin ve Türkiye’nin
kuzeyinde Traceca Projesinden daha fazla pay almayı hedefleyen Trabzon limanı ve dünyada en çok yük elleçleyen
Shanghai limanı ile Avrupa da en çok yük elleçleyen Rotterdam limanı incelenerek, Türkiye limanları için öneriler
getirilmiştir.
Evolation Of Turkey’ S Seaports As Logistics Hub
In this study the behaviour of piles under lateral loads is presented. The study is seperated in two parts. In
the first part the piles are discussed generally then the analysis of laterally loaded piles are detailed.
The meaning and applications of Global Logistics has improved at the same degree of the global trade.
Global trade has raised in our global world.
No doubt, Logistics hubs are the hearts of the global trade considering parts that they'll take today and in
the future. Every country produces new politics to increase their trade potential. One of them is to have a logistics
hub.
A logistics hub it to have many integrated logistics services like carriage, distribution, storage,
consolidation, separation, import, export, transit formalities, foreground services, insurance, guidance and
production, etc… in one place.
If we look into the historical development of the logistics hubs, we understand that they are mostly sea
ports and airports as a start.
The aim of this thesis is to point out the current conditions of Turkish Ports considering the global cargo
traffic and comparing the logistics hubs of the world as examples.
In the study, top three cargo handling ports of Turkey Ambarlı, İzmir, Mersin and Trabzon Port which is
trying to get its part in Traceca Project from the northern part of Turkey; Shanghai Port which is the most cargo
handling port of the world and Rotterdam Port which is the most cargo handling port in Europe are focused and
examined. Suggestions for Turkish ports are made as a result.
ADALI Pınar
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Güler ALKAN
: Deniz Ulaştırma ve İşletme Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Güler ALKAN
: Prof. Dr. Fevzi ERDOĞMUŞ
: Yrd. Doç. Birsen KOLDEMİR
: Yrd. Doç. Murat YILDIZ
: Yrd. Doç. Tanzer SATIR
Tersanelerde Ekipmanlara Bağlı Kaza Olasılıklarının Değerlendirilmesi
Tersanecilik sektörünün son yıllarda büyük gelişmeler kaydetmiş olduğu ve ülke ekonomisi içinde büyük
önem taşıdığı düşünülürse içinde bulunduğu problemlerde yalnız bırakılmaması gerekir. Tersanelerde ölümlü iş
kazalarının artmasıyla konunun kamuoyunda yer alması, yapılanmadaki problemleri ve eksiklikleri de gündeme
getirerek, çözüm arayışlarını harekete geçirmiştir.
Bu çalışmada, tersanelerde ekipmanlara bağlı oluşabilecek kaza olasılıkları incelenmiş, ekipmanlara bağlı iş kazaları
ve alınması gerekli önlemler anlatılmış ve İş Sağlığı ve Güvenliğinin kuralları mevzuat ve yönetim sistemleri
yönünden incelenerek, gerekliliği ve önemi ele alınmıştır.
Burada amaç; iş sağlığı ve güvenliği yönetim sistemlerinin uygulanması halinde kazaların büyük oranda
önlenebileceği, sağlıklı ve güvenli çalışma ortamlarının oluşabileceğinin gösterilmesidir. Çalışanların uymadığı,
işverenin uygulamadığı ve devletin denetlemediği yasalar ve kurallar iş kazalarını ve ölümleri önleyemez. Sağlıklı
çalışma ortamı ve iş huzuru, iş sağlığı ve güvenliği kültürünün toplum bilincinde yerleşmesiyle oluşabilir. Son
yıllarda ülkemizde hızla artan tersane kazalarının insan hayatını ve sağlığını tehdit etmesiyle birlikte iş sağlığı ve
güvenliği kavramının önemi daha da iyi anlaşılmıştır.
The Evaluation of Shipyard Accidents Caused by Operational Equipments
Considering the enormous progress made by the shipbuilding industry in the recent years and its great
importance to the country's economy, this industry should not be let alone with its problems. The increase on the
number of the fatal accidents in the shipyards has been a subject in the media which brought to the agenda the
deficiencies and the structural problems of shipyards, has mobilized the search for solutions.
In this study, the risks of accidents caused by the equipments in the shipyards have been evaluated, the
work accidents related to equipments and the preventive measures have been explained and Occupational Health
and Safety rules and regulations have been reviewed in terms of legislation and management systems and their
necessity and importance have been discussed.
The aim here is to show that the implementation of occupational health and safety management system can
prevent the accidents to a great extent and safe and healthy working environments can be created. Rules and
regulations not applied by the workers or employers or not controlled by state cannot prevent the work accidents and
fatalities. Healthy work environment and work in peace can be realised by awareness and consciousness of
occupational health and safety culture in the society. With rapidly increasing shipyard accidents in the recent years,
which threats human life and human health, the importance of the notion of health and safety is better understood.
BİYOMEDİKAL MÜHENDİSLİĞİ ANABİLİM DALI
KÜÇÜK Hüseyin
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Aydın AKAN
: Biyomedikal Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Aydın AKAN
: Prof. Dr. Osman Nuri UÇAN
: Prof. Dr. Hakan Ali ÇIRPAN
: Prof. Dr. Ayten KUNTMAN
: Prof. Dr. Sıddık YARMAN
Biyolojik Sinyallerin Kablosuz Ağlar Üzerinden Mobil İletimi Ve Analizi
Günümüzde gelişen haberleşme sistemleri sayesinde bilgiye ulaşma kolaylaşmıştır. Bununla
beraber doktorların, hastalar üzerinde erken teşhisi sayesinde çoğu zaman hayat kurtarabilmektedir.
Vücut üzerinden alınan elektriksel aktiviteler, hastalık teşhisinde veya hastanın izlenmesinde kolaylık
sağlamaktadır. Bu nedenle, farklı biyolojik sinyallerin algılanması ve hekimin yorumuna sunulması amacıyla çeşitli
cihazlar geliştirilmiştir. Bunlardan elektrokardiyografi, elektroensefalografi, elektromiyografi ve elektrookülografi
başlıca izlenen sinyallerdendir. Bu sinyaller neredeyse tüm hastanelerde ilgili uzmanlar tarafından izlenebilmektedir.
Ancak takip eden kişinin aynı konumda olma zorunlu olmaktadır. Hatta çoğu acil durumda, hasta üzerinde gelişen
durumlarda, ilgili uzmana belirtiler anlık olarak yollanamamaktadır.
Bu çalışmada taşınabilir ve küçük boyutlu bir elektrokardiyografi cihazı tasarlanmıştır. Bu cihaz ile hasta
üzerinden sinyal izlenebilmektedir. Ayrıca cihazda bulunan ağ bağlantısı sayesinde sinyal, IP üzerinden dünya
üzerinde herhangi bir noktasına anlık olarak iletimi mümkün olmaktadır. Cihaz içinde düşük gürültülü yüksek
kazançlı kuvvetlendirici bulunmaktadır. Ayrıca bu sinyali iletime ve gösterime uygun getirebilmek üzere analog
filtreler eklenmiştir. Dijital sistemler üzerinde sinyali izleyebilmek için analog – dijital çevirici bulunmaktadır. Ağ
bağlantısı için ise seri/UDP modül bulunmaktadır. Sinyali gösterebilmek cihaz üzerinde göstermek ve cihaz ayarları
için ise tek renk grafik ekran kullanılmıştır. Tüm bu sistemleri kontrol etmek için ise bu sistem için tasarlanmış
yazılımı çalıştıran mikrodenetleyici bulunmaktadır. Cihaz üzerinden gelen sinyali uzaktan takip etmek ve cihazı
kontrol komutlarını yollamak üzere ise Windows Mobile işletim sistemi üzerinde çalışan yazılım tasarlanmıştır.
Çalışan bu sistem sayesinde kişi üzerinden alınan elektrokardiyografi sinyali hem hasta üzerinden, hem de uzak
kullanıcı tarafından izlenebilmektedir.
Mobile Transfer And Analysis Of Biological Signals Using Wireless Networks
At the present day, thanks to improving information, access to communication systems has become
easier. As a result, doctors, can diagnose illnesses at early stages and thanks to this, they can save more lives.
Biological signals received from the human body, ease monitoring the patient nad to diagnose illnesses.
Therefore, a variety of devices have been developed, in order to, detect various biological signals and to presented to
the physician's interpretation. The electrocardiography, electroencephalography, electromyography and
elektrookulograph are the main devices that track the signals. These signals can be monitored by the specialists in
almost every hospital. However, the person who follows these signals has to be in the same location where the
monitorization is being done. In fact, during most emergencies, symptoms cannot send to the physician
instantaneously.
In this study, and small-size portable electrocardiogram device has been designed. With this device
electrocardiographic signals from the patient can be monitored. Besides, the data that we obtain, can be transmitted
instantly to a point in the world via IP by the network connection that is contained in the device. Inside the device,
also a low-noise high gain amplifer is located. In addition, the analog filters are added to bring this signal into a
suitable form for transmission and display. In order to monitor the signal on digital systems analog - digital
converter is located. In order to maintain network connection, serial / UDP modules are used. In order to be able to
show the signal on the display and adjusting the device single-color graphics display is used. There is a
microcontroller which works due to a software that is designed to control all these systems. To follow the data
remotely which comes from the device and to send the commands to control the device an operating system that
runs on the Windows Mobile software is designed. With the help of this design, the data collected from the patient
by the electrocardiogram can be monitored on the patient and can also be monitored by the remote user.
KÜÇÜK Güldem
Danışman
Anabilim Dalı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Osman Nuri UÇAN
: Biyomedikal Mühendisliği
: 2010
: Prof. Dr. Osman Nuri UÇAN
: Prof. Dr. Sıdık YARMAN
: Prof. Dr. Aydın AKAN
: Prof. Dr. İlhan KOCAARSLAN
: Prof. Dr. Ahmet SERTBAŞ
Beyin Magnetik Rezonans Görüntülerinin Segmentasyonu
Merkezi sinir sistemi (MSS) için Manyetik Rezonans Görüntüleme(MRG) X-ray gibi diğer medikal
görüntüleme metotlarından daha doğru bilgi sunmaktadır. Multiple Skleroz(MS) veya tümör gibi MSS
hastalıklarının cerrahi müdahalesinin taşıdığı risk düşünüldüğünde ilk etapta yapılan teşhisin dayandığı ölçümlerin
önemi açığa çıkar. Manuel ölçümlerde ölçümü yapan kişinin farklılığı, ölçümün zamandan zamana farklılık
göstermesi, bilgi ve deneyim gibi değişken faktörler rol oynamaktadır. Bu nedenle kullanıcı etkisinin tamamen
ortadan kaldırılmasını amaçlayan otomatik segmentasyon yöntemleri üzerine yapılan araştırmalar gün geçtikçe
artmaktadır.
Bu çalışmada ilk olarak başlıca görüntüleme yöntemleri incelenmiş, MRG’nin diğer yöntemlerle
kıyaslandığında görülen avantajları ve dezavantajlarından bahsedilmiştir. Daha sonra çalışmada ele alınan MS
hastalığı, literatürde sık kullanılmakta olan kullanıcı etkisi taşıyan segmentasyon yöntemleri ve otomatik
segmentasyon yöntemleri incelenmiştir. Segmentasyon yöntemleri tanıtıldıkan sonra çalışmada ele alınan Bulanık
C-Ortalamaları (FCM) kümeleme algoritması kullanılarak oluşturulan Bilgisayar Destekli Teşhis yöntemi tanıtılmış
ve elde edilen sonuçlar analiz edilmiştir. Bütün bu bilgiler doğrultusunda yöntemin kulanılabilirliği ve ileriki
çalışmalarda ele alınması gereken yönleri tartışılmıştır.
Segmentation of Brain Magnetic Resonance Images
Magnetic Resonance Imaging (MRI) can offer more accurate information for central nervous system than
other medical imaging methods such as X-Ray. Risk of the surgical operations of central nervous system diseases
such as Multiple Sclerosis (MS), tumour…etc. put forward the importance of the diagnosis measurements. In
manuel measurements there are negative factors such as diversity of the results of measurements in time, variety of
person, experience and knowledge of the person Therefore in the last years there is an increase on the researches of
automatic segmentation which aim to induce the user effect.
In this thesis, firstly the main imaging methods, advantages and disadvantages of MRI versus other imaging
techniques is observed. Thereafter the MS disease which is handled in this thesis, the most common user effected
segmentation methods and automatic methods are explained. After the segmentation introducement the design of
Computer Aided Diagnosis that the Fuzzy C-Means algorithm is examined and the obtained results are analysed. In
sight of all these findings usefulness of this approach and future work have been discussed.
SU ÜRÜNLERİ YETİŞTİRİCİLİĞİ ANABİLİM DALI
ERKAN Fulya Çiler
Danışman
Anabilim Dalı
Programı (Varsa)
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Metin TİMUR
: Su Ürünleri Yetiştiriciliği
: Yetiştiricilik
: 2010
: Prof. Dr. Metin TİMUR
: Prof. Dr. Mustafa TEMEL
: Doç. Dr. Devrim MEMİŞ
: Doç. Dr. Mustafa YILDIZ
: Yrd. Doç. Dr. Erdoğan GÜVEN
İstanbul Balık Hali’nin Yapısal Analizi Üzerinde Bir Araştırma
Bu çalışma İstanbul balık hali’nde 2009 yılı içerisinde yürütülmüştür.
İstanbul balık hali, 29 Eylül 1983 tarihinden beri Kumkapı’da faaliyet göstermektedir. 27.000 m²
yüzölçümüne sahip olan hal’de 160 personel vardiyalı olarak çalışmaktadır. Hal, ülkemizin kapasite bakımından en
büyük balık halidir. Yıllık işlem hacmi, 2008 yılı için, 40,270,970 kg’dır.
Bu çalışma, 2004-2008 yılları arasında İstanbul balık hali’nde pazarlanan yıllık miktar ve tür çeşitliliğini
rapor etmektedir.
A Study On The Structural Analysis Of İstanbul Fish Auction
This study was carried-out at İstanbul fish auction hall in 2009.
İstanbul fish auction hall has been operating at Kumkapı district since 29 September, 1983. İstanbul fish
auction has an area of 27.000 m² and 160 staff have been working by shift. The İstanbul fish auction hall has the
largest operation capacity in Turkey. Annual trading volume is 40.270.970 kg in 2008.
This study reports that the annual amount and diversity of the fish species, marketing at İstanbul fish
auction hall from 2004 to 2008.
SU ÜRÜNLERİ TEMEL BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
KÖKER Latife
Danışman
Anabilim Dalı
Programı
Mezuniyet Yılı
Tez Savunma Jürisi
: Prof. Dr. Meriç ALBAY
: Su Ürünleri Temel Bilimleri
: İç Sular Biyolojisi
: 2010
: Prof. Dr. Meriç ALBAY
: Prof. Dr. Mustafa TEMEL
: Prof. Dr. Oya S. OKAY
: Doç. Dr. Ayten KİMİRAN ERDEM
: Doç. Dr. Yelda AKTAN
Marmara Bölgesi İçsularındaki Bazı Mavi-Yeşil Alg Türlerinin Toksin Üretiminin Genetik Yöntemlerle
Araştırılması
Aşırı mavi yeşil alg (Cyanophyta = cyanobacteria) artışı genellikle ötrofik tatlı ve acı sularda görülen bir
sorundur. Aşırı artışlar su kalitesini olumsuz yönde etkilemekte, içme suyu kaynaklarında filtrelerde tıkanıklık, tat
ve koku bozuklukları gibi birçok soruna da neden olmakta, bazı türler ise toksin üretme yeteneğinin de olması
nedeniyle canlı hayatını da tehdit etmektedir. Genel olarak “cyanotoksin” olarak adlandırılan ve en yaygın şekilde
bilineni “microcystin” olan biyotoksinler sucul ortamlarda yüksek konsantrasyon değerlerine ulaştıklarında
balıklarda ve kabuklularda hastalığa ve kitle halinde ölüm olaylarına neden olmakta, insanlarda ise çeşitli sağlık
sorunları yaratmakta, hatta toplu ölümler görülebilmektedir.
Bu çalışmada Marmara Bölgesi’nde bulunan Küçükçekmece, Sapanca, İznik, Manyas ve Taşkısı
göllerinden izole edilen mavi-yeşil alg suşlarından ve bu alanlarda aşırı artış gösteren türlerden cyanotoksin
üretiminden sorumlu genlerin amplifiye edilmesi hedeflenmiştir. Ayrıca doğal ortamdaki izleme çalışmalarının
laboratuvar ortamında yapılacak deneylerle desteklenmesi amacıyla real-time PCR ile Küçükçekmece gölünden
izole edilen toksik suşun hangi çevresel koşulların etkisi altında artış yaptığı belirlenmeye çalışılmıştır. Aynı
zamanda bu alanlarda aşırı artış gösteren alglerin tür tayinleri moleküler temelli yöntemler kullanılarak ortaya
çıkarılmıştır. Örneklerden microcystin, nodularin, cylindrospermopsin ve saxitoksin üretiminden sorumlu genlerin
çoğaltılması hedeflenmiştir.
Yapılan bu çalışmada Küçükçekmece gölünden toplam 8 suş elde edilmiş, bunlardan 3 Microcystis
aeruginosa ve 1 Microcystis flos-aquae suşundan Microcystis aeruginosa’nın toksik olduğu ancak M. flos-aquae’nin
ise toksik olmadığı belirlenmiştir. Planktothrix agardhii’ye ait 4 suştan ise, 2’sinin toksik olduğu görülmüştür.
Taşkısı gölünden izole edilen MicT5C suşu M. wesenbergii olup mcyE geni varlığı tespit edilmiştir. Sapanca
gölü’nden alınan 5 P. rubescens suşundan 4’ünde microcystin üretiminden sorumlu mcyE geninin varlığı tespit
edilmiştir.
Kantitatif metodlar, göllerde microcystin üreten genusların araştırılmasında büyük önem taşımaktadır.
Geliştirilen kantitafit metodlardan biri olan real-time PCR, toksik aşırı artışların oluşumlarının izlenmesi ve doğal
ortamlardaki toksik suşların büyümelerini etkileyen faktörlerin açığa çıkarılmasını sağlamaktadır. Farklı N:P
oranları eklenen kültür ortamlarında gelişimleri izlenen M. aeruginosa suşunda gerçek zamanlı polimeraz zincir
reaksiyonu (real-time PCR) sonucuna göre en yüksek toksisitenin en yüksek N:P oranına sahip (16:1) ortamda
gerçekleştiği görülmüştür.
A Genetic-Based İnvestigation Of Toxin Production İn Some Blue-Green Algae From Freshwaters Of
Marmara Region
Blooms of blue-green algae (Cyanophyta=cyanobacteria) are commonly found in eutrophic fresh and
brackish waters all over the world. These blooms affect the water quality and cause various problems such as filter
occlusions in drinking water resources as well as taste and smell disorders and some of species threat livestocks
because of ability of toxin producing mechanism. Biotoxins are generally called ‘cyanotoxin’ and most common
type is ‘microcystin’. Waters containing high value of microcystin represent a lethal threat to all live organisms.
Aim of this study was to amplify genes responsible for cyanotoxin biosynthesis from the cyanobacteria
isolated from Lakes Küçükçekçekmece, Sapanca, İznik, Manyas and Taşkısı. The second aim of this study was to
support monitoring investigations with laboratory experiments. For this reason, toxic cyanobacteria isolated from
Lake Küçükçekmece was used to investigate effects of environmental factors on toxicity under culture conditions by
application of real-time PCR. In the same time, identification of cyanobacterial species were examined by molecular
based methods. We tried to amplify microcystin, nodularin, cylindrospermopsin and saxitoxin from culture and
environmental samples.
In this study, 8 strains were obtained from Lake Küçükçekmece. Microcystis flos-aquae strain was nontoxic, but Microcystis aeruginosa was. Two of four Planktothrix agardhii strains were also found toxic. Target mcyE
gene was also found in M. wesenbergii which named as micT5C from Lake Taşkısı, and 4 of 5 samples from Lake
Sapanca.
Quantitative methods are needed in order to study the succession of the microcystin-producing genera in
lakes. These methods would enable us to monitor the formation of toxic mass occurances and reveal the factors
promoting the growth of toxic strains in situ. This study also investigated the effect of N and P concentrations in the
medium on the growth and microcystin content of M. aeruginosa. According to real-time PCR and PP2A assay
results, the highest microcystin concentration was detected at the highest N:P ratio (16:1).
SU ÜRÜNLERİ AVLAMA ve İŞLEME ANABİLİM DALI
ENFORMATİK ANABİLİM DALI