eleştiri - Tiyatro Dergisi

cy
a
pe
a
pe
cy
pe
cy
a
a
cy
pe
a
pe
cy
Sahibi: Tiyatro Yapım Yayıncılık Nevra Savcılıoğlu Amatör
Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Cemal Tiyatrolar: Aslı Davas, Hakan
Demirkanlı Genel Yayın Yönet­ Gürel, Lale Ulutepe Tiyatro
meni: Dikmen Gürün Uçarer Kulübü Sorumlusu: Murat
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Güler Redaksiyon: A. Nalân
Mustafa Demirkanlı Yayın Özübek Katkıda Bulunanlar:
Koordınatörü Emre Koyuncu­ Ayla Kapan, Dilek Öztekin,
oğlu.Yazarlar: Memet Baydur, Fakiye Özsoysal Çavuş, Özlem
Ahmet Cemal, Ahmet Levend- Hemiş, Sevgi Sanlı, Üstün
oğlu, Yazı İşleri: Ilgın Sönmez, Akmen, Grafik Tasarım: Yeşim
T E M M UZ
A Ğ U S T O S 97
SAYI 72
50.000.-
Demir Teknik Müdür: Erkut
Arıburnu Dizgi: Nuray Lale
Hukuk Danışmanı: Fikret İlkiz
Dağıtım: Ahmet Ergin Ofset
Hazırlık: Tiyatro Yapım Baskı:
Stil Matbaası Abone Bedeli:
3.000.000. - Kurumlar Abone
Bedeli: 3.500.000.-TL
Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic.
ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah.
Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir80060 İstanbul
Telefon: (0.212) 293 72 77
Fax: (0.212) 252 94 14 Posta
Çeki No: Tiyatro Yapım 655 248
Banka Hesap No: T. İş Bankası,
Cihangir Şb. 197 245 Yapı Kredi
Bankası, Cihangir Şb. 1001388-8
tiyatro
A
Y
Kapak Fotoğrafı:
L
I
K
Elvin
T
İ
Y
A
Jones
T
R
O
Quartet
Featuring
EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S.9
HABERLER/S.10
cy
a
. ULUSLARARASI İSTANBUL CAZ FESTİVALİ Ilgın Sönmez/ S. 13
pe
ELEŞTİRİ: MÜLLER'İN "ARTURO Uİ" YORUMU Üstün Akmen/ S. 24
ELEŞTİRİ: KRAL LEAR, LEAR'LERİN EN BÜYÜĞÜ MÜ? Sevgi Sanlı/ S. 26
AKIŞ: SESSİZ TİYATRO VE LEVENT BEŞKARDEŞ Dikmen Gürün/ S. 28
ELEŞTİRİ: KÖLELER ADASI Üstün Akmen/ S. 30
.7
İNCELEME: İKTİDAR VE ŞİDDET Özlem Hemiş / S. 32
İNCELEME: OYUNCU EĞİTİMİNE ÖRNEK BİR OKUL Ayla Kapan/ S.37
a
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S.41
Özsoysal Çavuş/ S. 42
cy
DRAMATURJİ VE TİYATRO ELEŞTİRMENLİĞİ DALINDA YENİ YÖNELİŞLER Fakiye
İNCELEME: MODERN SONRASI DÖNEMDE KOLAJ TEKNİĞİNİN DRAMATURJİK
pe
ANLAMLANDIRMASI Dilek Öztekin/ S.44
AMATÖR TİYATROLAR: OKULLARDA ÜÇÜNCÜ ZİL NASIL ÇALIYOR? / S.46
TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA/ S. 52
8
EDİTÖRDEN
Dikmen Gürün
Bu ay, 4. Uluslararası İstanbul Caz
Festivali'ne katılacak toplulukların
tiyatro ile haşırneşir genç bir
arkadaşımızın (Ilgın Sönmez)
kaleminden tanıtımının yanı sıra,
9. Uluslararası İstanbul Tiyatro
Festivali'nde izlediğimiz oyunlar
üstüne yazılan çeşitli eleştirilere yer
veriyoruz. I.Ü. Dramaturji ve Tiyatro
Eleştirmenliği Bölümü
öğrencilerinden Özlem Hemiş'in
"Kral Lear", "Othello" ve "Bir Ata
Krallığım"dan yola çıkarak yaptığı
inceleme bu kapsamda dikkat
çekecek bir çalışma.
Fakiye Özsoysal Çavuş'un
a
önümüzdeki yıl ilk mezunlarını
verecek olan I.Ü. Dramaturji ve
pe
cy
Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü'ndeki
faaliyetlere yönelik yazısı bu dalda
eğitim görmek isteyen genç
arkadaşlara ışık tutacaktır.
Geçen sayımızda başlattığımız
amatör tiyatrolarla ilgili haberler,
makaleler bölümü bu ay olduğu gibi
önümüzdeki aylarda da sürecek.
Amatör tiyatro etkinliklerine yönelik
çalışmalara bundan böyle daha geniş
yer verilecek dergimizde.
Artılarımızla-eksilerimizle, tüm maddi
sorunlarımıza karşın ayakta kalmak
için verdiğimiz uğraşlarla on bir aylık
bir maratonu bu sayımızla
noktalıyoruz. Ağustos ayında
çıkmıyoruz, ama geleceğe yönelik
çalışmalarımızı sürdürüyoruz...
Bu arada, bizlere yazılarıyla el veren
tüm dostlara teşekkür ederken "Eylül
1997'de buluşmak üzere" diyoruz©
HABERLER...
Anlat, Şehrazat
Candan Erçetin
cy
a
10 Haziran gecesi Darphane'nin gizemli
mekânlarından biri "Binbir Gece
Masalları"nın Kasım ayında prömiyer
yapacak olan sahne versiyonunu
müjdeleyen bir basın kokteyline sahne
edebilen ve oyunculuk yeteneği olan
gençler arasından Haziran ayı içinde bir
seçme yapıldı. Projenin yapımcı yönetmenliğini Mehmet Birkiye
üstlenmiş. Zümrüd-ü Anka kuşları,
kötücül büyüler, yakıcı şakalar ve iktidar
entrikaları ile örülü yapımın sözleri Atilla
Birkiye'ye, Bestesi Serdar Yalçın'a,
koreografisi Marina Gökçe'ye, dekor
tasarımı Nurullah Tuncer'e, kostüm
tasarımı ise Hakan Dündar'a ait. Uzun
yıllardan beri Türk Müziğinin, evrensel
Müziğin, Opera ve Bale'nin çeşitli
performanslarının ülkemizde
sunulmasına katkıda bulunan Interbank
şimdi de konusu, oyuncusu, yönetmeni
ve yapımcı kadrosu ile desteklenmeye
değer Ulusal bir müzikalin
gerçekleşmesini sağlıyor. "Anlat,
Şehrazat" İstanbul, Ankara, Bursa,
Mersin, Adana, Antep, Antalya,
Eskişehir, Samsun, Trabzon, Yalova,
Ayvalık, Çeşme, Bodrum, Marmaris'te
seyirci karşısına çıkacak. Müzikal iki
perde olarak tasarlanmış ve baştan
sona şarkılardan oluşuyor. Danslarla
süslenecek olan müzikal çağdaş bir
anlayışla sahnelenecek. Yapıtın esin
kaynağı, Binbir Gece Masalları'nda yer
alan "Şah Ömer-Ün Neman ve Şaşırtıcı
Güzellikteki İki Oğlu: Şarkan ve Dav-ülMekan'ın Öyküsü" adlı masal. Ancak
müzikal için masalın bir bölümü
kullanılmış. Binbir Gece Masalları'nın
anlatıcısı Şehrazat bu müzikal için de
anlatıcı olarak düşünülmüş. Masallarda
Şehrazat akıllı, son derece zeki bir
kadını simgeler. Müzikal humor,
entrika, aşk, acı, hüzün, intikam,
ihanet, şiddet gibi Binbir Gece
Masalları'na özgü temaları, çağdaş bir
anlatımla işeyerek günümüz insanının
duygu dünyasına yönelmeyi amaçlıyor.
pe
oldu. Interbank'ın katkılarıyla hazırlanan
"Anlat, Şehrazat" ta Müşfik Kenter,
Candan Erçetin, Meltem Cumbul,
Kadriye Kenter, Levent Güner ve Tunca
Aydoğan gibi güçlü bir kadronun yanı
sıra geniş bir yardımcı oyuncu kadrosu
görev alacak. Bu yan kadroyu
belirlemek için şarkı söyleyebilen, dans
"Anlat, Şehrazat" müzikalinin tanıtım kokteylinde; Müşfik Kenter, Mehlika Kenter, Mehmet Birkiye
ve Interbank Genel Müdürü Esat Ertaş
10
ENKA Vakfı
1997 Yaz
Dönemi Kültür
Programı
18 Haziran -30 Ağustos tarihleri
arasında Enka Vakfı'nca düzenlenmekte
olan Kültür Programı çerçevesinde
çeşitli sanat etkinlikleri ve film
gösterileri meraklısına sunulacak.
Sadi Gülçelik Spor Sitesi
Anfitiyatrosu'nda düzenlenmekte olan
programın amacı bilim, sanat ve sporu
birleştirmek ve kültür hizmeti sunmak
olarak saptanmış. Sene içinde izleme
olanağı bulamadığınız, sezonun popüler
gösterileri ve filmlerinden oluşan
programı takip için sezon içi bilet
fiyatlarını ödemek yeterli oluyor.
Programın tiyatro bölümünde: Kent
Oyuncuları; Umut Şarkıları'nı, MSÜ
Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü;
İnsan Denen Garip Hayvan'ı,
Sıkıyönetim'i, Tiyatro İstanbul; Yeni
Baştan'ı, Dormen Tiyatrosu; Kare As'ı
Bakırköy Belediye Tiyatroları; Açıl
Susam Açıl'ı, Dostlar Tiyatrosu; Birtakım
Azizlikler'i, Talimhane Sahnesi; Çıplak
Ayak'ı, İstanbul Büyükşehir Belediye
Tiyatrosu; Kuyruklu Yıldız Altında'yı, İÜ
Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü;
Dün Gece Yolda Giderken Komik Bir
Şey Oldu'yu, İstanbul Devlet Tiyatrosu;
Robinson Dans Öğreniyor'u sahneliyor.
Zeki Müren İçin
Bir Demet
Yasemen
Tiytrokare, Dedeman Topluluğu'nun
katkılarıyla "Zeki Müren İçin Bir Demet
Yasemen" adlı müzikali 1 Ağustos'tan
itibaren Bodrum'da sergilemeye
başlayacak. Oyun daha sonra Müren
için önem taşıyan Bursa, İzmir ve
Aspendos gibi merkezlere taşınacak.
Ergün Hiçyılmaz'ın araştırma ve
eserinden yola çıkarak Nedim Saban'ın
HABERLER...
oyunlaştırdığı ve sahneye koyacağı bu
müzikalin dekoruna Osman Şengezer,
kostümlerine Sadık Kızılağaç, ses ve ışık
tasarımına Ahmet Defne imza atacak.
Erol Sayan ise bu müzikalin müzik
direktörlüğünü üstleniyor. Oyun
Tiyatrokare'nin beşinci yıl kutlamaları
çerçevesinde sergileniyor. Müren'in son
günlerini Toron Karacaoğlu,
çocukluğunu ise Sezer Tuğrul
canlandıracak. 30 sanatçı ve 50 kişilik
kalabalık bir kadronunu görev alacağı
müzikal ile özlenen büyük müzikallere
de bir dönüş gerçekleşiyor.
Toprakbank
5. Yılında
Ballet Folklorico, Toprakbank'ın beşinci
yıl kutlamaları kapsamında üç gösteri
Konseri", "Tiyatrolar", "Kukla Gösterileri"
ve "Kukla Tiyatrosu"nun yanı sıra,
oluşturulacak "Resim Atöyesi" çocukların
yaşıtları ile birlikte özgürce
davranacakları, yaratıcı güçlerini özgürce
ortaya koyabilecekleri bir ortam
yaratacak.
cy
Terakki Vakfı Tarafından ikincisi
düzenlenen İstanbul Liselerarası Tiyatro
Yarışması ödülleri sahiplerine ulaştı.
Yarışmanın seçici kurulunda Deniz
Gökçer, Serpil Tamur, Serpil Tezcan,
Simay Küçük, Hami Çağdaş ve Orhan
Kurtuldu bulunuyordu. Ödül töreni
sırasında Yıldız Kenter de özel bir ödül
aldı. Seçici kurul, Haldun Taner'in Keşanlı
Ali Destanı'nı sahneleyen Kadıköy
Anadolu Lisesi 'ni 'En İyi Tiyatro
Topluluğu' ödülüne layık buldu. Sakıp
Sabancı ve Özel Eyüboğlu Lisesi özel
ödül aldılar. "Gözlerimi Kaparım
Vazifemi Yaparım" adlı oyunla yarışmaya
katılan Çağlayan Lisesi'nden Ersin Zorlu
ve Idris Seven 'En İyi Erkek', Dario Fo'nun
Kadınlar'ını canlandıran Kurtuluş
Lisesi'nden Aslıhan Çetinkaya ve
'Kadınlık Bizde Kalsın'da ki rolü ile Özel
Kültür Koleji'nden Ayşin Merdal 'En İyi
Kadın' oyuncu ödüllerinin sahibi oldular.
a
Liselerarası
Tiyatro
Yarışması
Sonuçlandı
pe
için İstanbul'daydı. 7 Haziran günü
TEMA Vakfı yararına yapılan gösteriler
ve iki ayrı gösteri için daha sahne alan
Ballet Folklorico ile birlikte Meksika tarihi
binlerce seyircinin karşısında dans etmiş
oldu. Ballet Folklorico, Meksika halkının
müzik duygusunu vurgular.
Grubun koreografisi tarihsel araştırma ile
yaratıcılığın birleştiği, eski ve yeninin hoş
bir bileşimidir.
Eskişehir
Festivali'ne
Doğru
Zeytinoğlu Eğitim, Bilim ve Kültür Vakfı
tarafından 11-19 ekim tarihleri arasında
düzenlenecek olan "3. Uluslararası
Eskişehir Festivalinde bu yıl çocuklarda
festivalin önemli bir parçası haline
geliyor. Ülkemizde ilk kez yetişkinlerle
çocukları aynı toplumsal etkinlik
içersinde buluşturacak Festival
programında yalnızca çocuklara yönelik
bir dizi gösteri düzenlenecek. "Çocuk
Viyana'da
"Uluslararası
Çocuk Festivali"
Avusturya'nın başkenti Viyana'da
Interkult Tiyatrosu tarafından organize
edilen "Uluslararası Çocuk Festivali" 7-22
Haziran tarihleri arasında ikinci kez
düzenlendi.
Festival, Avusturya'da yaşayan ve kendi
kültürlerini koruyan yabancı çocuklara
kendi ana dillerinde değişik programlar
sunmak, kültürel gelişimlerine katkıda
bulunmak, diğer yandan da Avusturyalı
çocuklarla beraber karşılıklı kültürel ve
sosyal iletişim kurmalarını sağlamak
amacını taşıyordu.
Türkiye'yi, birçok uluslararası festivalde
temsil eden, Geleneksel Türk Tiyatrosu
üzerine araştırmalar yapıp,
gelenekselden moderne uzanan çizgide
oyunlar hazırlayan Show Tiyatro
oyuncuları Cengiz Özek ve Selen Birkiye
temsil ettiler.
11
p
c
e
a
y
a
cy
pe
4. ULUSLARARASI CAZ FESTİVALİ
ILIK TEMMUZ RÜZGÂRININ RİTMİ ON DÖRT GÜN BOYUNCA
CAZLANACAK
Sönmez
İnsan sevdiği, içten gelen bir bağla
yakınlaştığı bir 'şey', bir 'durum', bir
'tür'den söz etmek şansını böyle bir
yazıda yakalayınca, üstüne üstlük bunu
dolaysız ve anlaşılır bir dille yapmak
durumundaysa aynı benim gibi uzun
uzun bocalar.Cazın insanın yüreğinden
çıkan ve insanın yüreğine giden sesini
'sanal' dünyamızın 'reel' nimetlerinden
biri olarak görüyorum. Ne de olsa
ruhunu yitirmemiş bir 'şeye' zor
rastlıyoruz. Görüntülerin sahte
gerçeklere anlam katmaya çabaladığı,
tüm gerçeklerin yalanlardan ibaret
olduğu, zevklerin kodlanarak çeşitli
güçler tarafından önümüze sunulduğu,
kimliklerin birbirine geçtiği, kolayın alkış
aldığı gibi saptanabilecek karamsar
sınırları var bizim dünyamızın. Her neyse
sözü uzatmadan söylemek istediğim şu
ki salt caz dinlemek isteyerek caz
dinleyicisi olunmazmış gibi geliyor bana.
İçinizdeki arayış , özgürlük tutkusu sizi
ona doğru çeker. Ya da nostaljik bir
atmosferin büyüsüyle çekilirsiniz. Cazın
türlerinde kitsch olanın, bizim zaman
zaman 'arabesk'tanımını kullandığımızın
sanata dönüşmesine canlı tanıklık
ederiz.. Acı, aşk ve gözyaşı dolu
nağmeler sizi dinlediğinize pişman
etmez. Tını, biçim ve ritim olarak kendi
ruhuna denk ruhların arayışı içindedir
"negro sprituals" kökenli bu tür.
pe
cy
a
Ilgın
4. Uluslararası İstanbul Caz Festivali'ne
tanıtım amaçlı yazmaya koyulduğum bu
14
yazıda bu tür detaylara girmemin
nedeni kuşkusuz caza yeni yakınlık
duymaya başlyanlarımızı da Festivalin
içine çekebilmek. Hepimizin bildiği
üzere'Jazz' gerçekte Amerikalı
siyahların, bir türlü yeterince
evcilleşemeyen siyah ruhun şehirli
müziğidir. İçine beyaz nağmeler,
motifler de karışmıştır ama caz siyahi
gırtlağa büyüyle bağımlıdır. Cazın
doğum yeri NewOrleans-Lousiana.
Siyahlar oraya ilk adımlarını 1712'de
atmışlar. Ve aradan geçen onca zamana
rağmen caz genç, yaşam dolu ve
oluşumu süren bir müzik süreci olarak
karşımızda. Amerika'ya köle olarak
göçe zorlanan Afrikalılar müziklerini
getirdiler Amerika'ya. Ve yerel müzik o
topraklarda protestan ilahileri, polkalar
gibi beyaza özgü etmenlerle birleşti.
Kural tanımaz siyahiler beyazların
enstürmanlarını da kendilerine
uyarlayararak kullanmaya başladılar.
Cazın doğum günü bin dokuz yüzlerin
başı olarak alınır. Zaman gereksinimlere
göre göreceli olduğundan olacak caz
dinamizmini bu geçen sürede hiç
yitirmemiş.Doğrusunu söylemek
gerekirse ben hiç bir zaman arşivi
sınırsız, bilirkişi bir caz dinleyicisi
olmadım.Yapımda bu bilirkişilik
sendromuna pek uygun
sayılmaz.Yalnızca caz dinliyorum ve iyi
anlaşıyoruz diyelim. Benim düşünceme
göre caz duygu yüklü isimlerin içinde
kaybolmak için pek uygun bir mekan.
a
cy
pe
Joshua Redman
15
a
cy
Legends 97
bilinmez ama bizde belli türden bir
seçkinliğin, daha açık söylemek
gerekirse 'cool' olanın bir göstergesidir.
Buna cazın garip kaderi denebilir çünkü
Afro-Amerikan'ların tohumunu
'tarlalarda', 'barakalarda' attığı bu tür
genel bir acı durumunun sesi olarak
doğmuş, zamanla isli sisli karanlık
mekânlara taşınmış güçlü gırtlağın,
sağlam bir ruhun ya da üstün
doğaçlama yeteneğinin vokal ya da
enstrümantal olarak bir dışavurumuna
dönüşmüştü. Yani anlatan bir müzik
türüdür caz, anlatan ve
acıtan.Anlayacağınız herhangi bir'seçkin'
ya da 'cici' bir yanı yok cazın. (Ben
hep Anadolu kadının yaktığı ağıt ile
blues, soul arasında bir eşlik bağı
kurmuşumdur. Onlarda Anadolu'nun
spritualleri değil mi?)
pe
Önümüzdeki Caz Festivali'ne dönecek
olursak caz anabaşlığı altında blues,
soul, avantgarde, alternatif, world
music, new age türlerini meraklısının
ayağına kadar getiren İstanbul Caz
Festivali'nin bu yılki takviminde de
birbirinden güçlü, farklı isimler var.
İKSV'nin Caz Festivali ekibi tüm yıl
boyunca onlarla bizleri buluşturabilmek
için çok yoğun çalıştılar. İstanbul
cangılında birer misyoner gibi görüyor
olmalılar kendilerini.
İstanbul uzun zamandır bir festivaller
kentine dönüştü . Film, tiyatro ve müzik
festivallerinin ardından İstanbul Kültür
ve Sanat Vakfı bu kez 4. Caz Festivali
ile karşımızda. Her yıl farklı tercihleri
olan bir kitleyi biraraya getiren Caz
Festivali'nin bu yılki programı yine iştah
kabartıcı türden. Festivalde on dört
ülkeden toplam 250'nin üzerinde
sanatçı yer alıyor. Konserlerin
gerçekleştiği mekânların kapıları önünde
her yıl yaşanan bekleyişler düşünülecek
olursa hepinizin gereken rezervasyonları
çok önceden yaptırmış olduğunu
umuyoruz. Jazz belli müdavimlerin
buluşma noktasıdır ülkemizde. Dünyaya
yayıldığı Amerika'da nasıl ele alınır
16
7-19 Temmuz tarihleri arasında Caz
Festivali bünyesinde konser ve jamsessionlara sahne alacak mekânları
sıralamak gerekirse Açıkhava Tiyatrosu,
Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Ortaköy
Esma Sultan Yalısı, ROXY ve Q Jazz Bar
isimleri çıkıyor karşımıza. Avrupa Caz
Festivalleri Birliği'nin en yeni üyelerinden
olan festivali tüm dünyadan 20'nin
üzerinde basın kuruluşu takip edecek ve
14 ülkeden toplam 250'nin üzerinde
sanatçının katılımıyla gerçekleşecek.
Festivalin açılış konseri ise ayrı bir
unutulmazı yaşatacak bizlere. Marcus
Miller, Eric Clapton, David Sanborn, Joe
Sample ve Steve Gadd'dan oluşan
'Legents 97' tüm Avrupa'da yıl boyunca
konuşulacak bir konser verecek. Projenin
beyni Marcus Miller ve David Sanborn,
Joe Saple, Steve Gadd'le bir albüm
doldurmayı planlıyor. Eric Clapton ise
yalnızca bu konser için gruba katılmış
durumda, üstelik Clapton parçaları
konser repertuarında yer almıyor.
Gecenin ardından sırayı hemen cazın
önemli trompetçilerinden Wyton
Marsalis'in yine cazın önemli
davulcularından Elvin Jones ile vereceği
konser alıyor. Jacky Terrasson, Joe
Lovano, Jan Garbarek, Nicholas Payton,
Joshua Redman, Jazz Crusaders ve Patti
Austin, Ernest Ranglin, Diana Krall gibi
caz dünyasının ünlülerinin konserlerinin
dışında sıradışı etkinliklere de festival
boyunca rastlamak olası. Çingeneler
Zamanı, Arizona Dream ve
Underground filmleninin müziklerinden
pe
cy
a
Jan Garbarek
17
da uğrak mekânı olan konserler böylece
gerçek seyircisine de ekonomik paketler
izin verdiğince kavuşmuş olur. Eğer ki el
vermezse açıkhava konserlerinde en
uygun konumla dışardan dinlenir
konser. Bu hep böyledir. Böyle olmuştur.
a
Bu yazıda Roxy'nin adını sıkça anar
olduk ama önemli gruplar sahne alacak
Roxy'de. Jamaika'dan Ernest Ranglin, BSharp Quartet, Groove Collective,
Berklee Müzik Okulu Öğrencisi Mehmet
pe
cy
tanıdığımız Goran Bregoviç 45 kişilik
büyük bir orkestra eşliğinde film
müziklerini yorumlayacağı bir konser
verecek. Onno Tunç'un kardeşi olarak
adını duyduğumuz Arto Tunç ise kendi
grubu Night Ark ile haziran ayı sonunda
piyasaya çıkacak olan albümlerinin
tanıtım konserini gerçekleştirecek.
Konsere Yunanistan'ın önemli
yorumcusu Elefteria Arvanitaki ve Sezen
Aksu konuk olarak katılacaklar. 16
Temmuz ise özellikle gençlerin özenle
beklediği bir konsere tanık olacak. Genç
grup Red Snapper'ın ardından yüzyıl
müzisyenleri olarak bilinen Massive
Attack grubu sahne alacak. 18 Temmuz
festivalin yıldızları bir araya getirdiği
gecelerden biri. Kerem Görsev, İlhan
Erşahin, Imer Demirer, Can Kozlu ve
Volkan Hürsever'den oluşan beşliden
sonra Jazz Crusaders ve Patti Austin
konseri programda yer alıyor. Jan
Garberek de 10 Temmuz gecesi
grubuyla birlikte yeni çıkacak olan
albümünden parçaları seslendirecek . 14
Temmuz'da ise ilginç bir yenilik çıkacak
karşımıza. Klasik piyano yorumlarıyla
tanıdığımız Güher ve Sühel Pekinel
kardeşler Jacques Loussier Üçlüsü ile
beraber ilk caz konserlerini verecekler.
Festival bu yıl ilklere sahne oluyor ve bir
ilk de Fazıl Say'dan gelecek. Sanatçı 16
Temmuz'da kendi caz kompozisyonları
ve standartların yorumlarıyla bir caz
piyano resitali sunacak. 13 Temmuz
gecesi Esma Sultan Yalısı Cesaria
Evora'ya büyüleyici atmosferini ödünç
verecek. Latin cazın en ünlü isimleri ise
kapanış gecesi Açıkhava Sahnesi'nde
olacaklar ve tam beş saat boyunca
çalacaklar. Küba'nın ünlü grubu Irakare,
Roy Hargrove, Chucho Valdes, Kübalı
vurmalılar grubu, Michel Camilo Üçlüsü
ve Crisol Topluluğu gecenin yıldızları.
CRR'deki konserler arasında Ernest
Ranlin, Radio TarifaDino Saluzzi, Diana
Krall, Kronos Quartet, Aydın Esen Trio,
Fazıl Say, TRT Caz Orkestrası ve Ivan
Lins Konserleri var.
Biliyorum program insanın başını
döndürüyor ama festival zamanı böyle
yaşanır. Akşamlar CRR'deki 19.00
konserleriyle başlar Açıkhava'nın 21.00
konserleriyle sürer ve ROXY'deki özel
konserler ve jam sessionlar ile son bulur.
Rahatça bir şeyler giyilir .Böylece kişi
bulduğu ilk yere kurulabilecek bir
özgürlüğü garantilemiş olur. Evet, belki
renkli heyecanlar arayışındaki insanların
18
Fleurine
Ali Sanlıkol'un grubu Sanlıkol Band, Acı
Trippin ve konuk sanatçı Erkan Uğur ve
de Cohiba Gecesi'nde Kübalı Perspectiv
Grubu. 10 Temmuz gecesi ise Q Jazz
Bar, Hollanda'lı şarkıcı Fleurine'e ev
sahipliği yapacak. Festivalin alternatif
mekanlardaki gösterileri artarak sürer
umarız.
Geçen yıl binlerce seyirciyi coşturan
sıcak ve esprili tarzlarıyla bol sempati
toplayan ve üstüne üstlük İstiklâl
pe
cy
a
cy
a
Elvin Jones Quartet Featuring
Miller" Ama arada çeviri için ben
vardım." Şöyle devam ediyor "Bu iki
müzisyenin yaptıkları müziğin farklılığını
düşünürken aynı zamanda aynı
olduklarını fark etmelerini göstermek
istedim. Bu masallar, aradaki bağ, bu
masalılardı." İşte bu hikâyeler basçıbesteci-yapımcı Miller'in son ve en özel
kaydı Tales'ı gerçekleştirmesini sağlıyor.
Soulun süpermeni olarak bilinen Miller
çeşitli filmler için soundtrackler de
yapmış. 1959 Jamaica doğumlu Miller'in
babası da amatör bir jaz piyanisti ve
kilise orgcusu. Daha on yaşına bile
gelmeden klarnet çalmayı öğreniyor ve
hemen ardından piyano ve bası da
listesine ekliyor. Davulcu Kenny
Washington Marcus'u cazla tanıştırıyor.
Bir süre stüdyo müzisyeni olarak çalışıyor
ve 1980'de Davis'le çalışmaya başlıyor.
"Onun müziğinden etkilenmedim. O
yalnızca kendi müziğimi geliştirmeme
yardımcı oldu. Davis'ten kim olduğun ve
ne yaptığın konusunda dürüst olman
gerektiğini öğrendim. Böylece sorun
yaşamazsın." Marcus 1991 yılında
'Power of love/love power' şarkısıyla
Grammy alıyor.
pe
Caddesi'nde bir yürüyüş gerçekleştiren
1958 yılında kurulmuş ve dokuz kişiden
oluşan Olympia Brass Band bu yıl yine
bizimle ve 6-9 Temmuz arası İstanbul'un
çeşitli yerlerinde karşınıza çıkabilir.
Şimdi biraz da festivalin konuğu olacak
sanatçılardan söz etmek istiyorum.
Marcus Miller (Grubun toparlayıcısı)
Miles Davis, Billie Holiday, Lester Young,
Joe Sample ve Roberta Flack gibi
büyüklerle kayıtlar yaptığı günlerde
Miller kendi müziğini yaratmanın arayışı
içinde imiş. "Tüm yaşamımı işittiğim bir
söyleşi niteliğinde bir albümü
yakalamaya çalışıyordum. Ve bu söyleşi
ben ve daha çok eski müzisyenler
arasında gelişmeliydi." Marcus insanların
yaşamları boyunca nasıl bilgi
topladıklarını yansıtabilecek bir albüm
istiyordu. "Çağdaşımız müzikte hikâye
anlatmak çok fazla önemli. Son yıllarda
müzisyenler melodiyi bırakıp doğruca
hikâyeye yöneldiler yani Rap'e." Bu
arayış Grammy kazanan The Sun Don't
Lie ile daha yaşlı bir müzisyenin genç bir
müzisyenle yaptığı söyleşi gibi ses veren
bir albümle sonuçlanıyor. Şöyle diyor
20
Joe Sample
Teksas doğumlu Joe Sample'ın müzikal
duyarlılıkları soul, bebop, blues, Latin ve
klasik müziktir. Piyano çalmaya beş
yaşında başlayan Sample on dört
yaşındayken profesyonel müzik
yaşamına başladı. Liseden
mezuniyetinden sonra basçı ve
saksafoncu Wilton Felder, tromboncu
Wayne Hendersen ve davulcu Stix
Hooper ile birlikte Jazz Crusaders'ı
kurdu. Grup daha sonra Crusaders
olarak anıldı. Yıllar boyunca çalışan grup
çok sayıda altın ve platin plaklar
kazandı. Son işleri 1987 yılında
çıkardıkları Life in The Modern World
oldu. Joe Sample solo kariyerine de
78'den başlayarak devam etti. Carmel,
Rainbow Seeker, Voices İn The Rain,
Spellbound, Ashes To Ashes gibi hitler
çıkardı. Soul Committeeile '94'ün
sonlarında 'Did You Feel That?'i
çıkardılar. Bir sonraki yıl yine bir hit
çıkardı. Dear Momma. Şimdi Sample
kişisel hikâyesi ve özel caz tarzını
sergilediği bir solo piyano çalışması olan
Old Places-Old Faces ile geri döndü.
Sample şöyle diyor: "Ben yeni olanı
kabul edebilecek cesur ve dürüst
Cüher & Süher Pekinel
gibi müzisyen ve gruplarla çaldı.
a
Marcus Miler'ın bu sanatçılarla bir kayıt
çalışması düşündüğünü söylemiştim.
Konuk, Eric Clapton içinse pek fazla
söze hacet yok. Kendisi popüler müzik
arenasında da diğer alternatif alanlarda
da iyi tanınır. Soulun kendine has beyaz
yorumcusu Unplugged albümüyle
kariyerinde olağanüstü bir noktaya
yükselmişti. İkinci gece sahne alacak
Elvin Jones içinse yine bir basın
tanıtımından alıntılar yaparak bilgi
vermeye çalışacağım.
cy
müzisyenleri severim. Verilene razı
müzisyenler gördüğümde hemen
sıkılırım. Ama formül çıkarmaya hazır
olanına rastladım mı da hemen yanında
bitiveririm. İnsanlara sıkılmayacakları
müziği vermeye çalışıyorum. Sanırım
benim formülüm de bu." Otuz beş yıldır
çalışan Sample hâlâ müzik yaparken çok
eğlendiğini söylüyor.
pe
David Sanborn
Caz Festivalimizin gediklisi Amerikalı
saksafoncu, flütçü ve besteci David
Sanborn müziğe küçük yaşta okul
orkestrasında saksafon çalarak
başlamış. Başarılı bulunmadığı için
görevi bırakmış ancak bir gün
ciğerlerinden rahatsızlanınca yeniden
çalmaya başlamış. Başlarda Hank
Crawford ve Jackie Mclean'den
etkilenmiş. 1963 yılında Şikago'ya
giden Sanborn Northwestern
Üniversitesi'nde müzik öğrenimi gördü.
'67-71 yılları arasında Paul Butterfield
Bluesband'de çaldı. Steve Wonder ve
Rolling Stones ile turnelere çıktı. Bir süre
Michael Karnen ve Dorian Rudnsky'nin
kurdukları New York Rock
ensemble'da çaldı. 1973'den başlayarak
Gil Evans ile çalıştı. '73-75 yılları arasında
Gil Evans, Brecker Kardeşler ve David
Bowie ile çalışmalar yaptı. 1981'de En
İyi Enstrümantal Rhythm ve Blues
albümü dalında Grammy ödülü kazandı.
Sonny Rollings, Leonard Cohen, Was
Not Was, Bili Frisell, Sun Ra, John Zorn
Elvin Jones
Cazın 20. yüzyıl boyunca gelişen kısa
tarihinde Elvin Jones'un önemli bir yeri
vardır. Dinamik ve teknik açılardan
mükemmel bir sanatçı olarak cazın,
müziğin gelişiminde bir basamak olarak
yer almasına katkıda bulunmuştur.
Jones süreç boyunca perküsyonla
kusursuz bir birliktelik kurmuş bir
sanatçıdır. Caz ansiklopedisinde onun
için şöyle yazar: "Temel yaratımı onun
sesin yuvarlak döngüsü olarak
adlandırdığı durumdu. "Yazar ve
eleştirmen Albert Goldman Life dergisi
için yazdığı bir makalede Elvin Jones'u
"dünyanın en büyük ritmik davulcusu"
olarak tanımlar. NewYorker dergisinden
Whitney Balliett onun için "Jones büyük
olasılıkla caz tarihinin en duyarlı ve içli
eşlikçisidir." der. Siyah Müzik
dergisinden Leroi Jones'sa son noktayı
koyar "Elvin'in çalış tarzını anlatmanın
yolu yoktur. Sanırım yanıt kendi
varoluşundadır." 1927 doğumlu Jones
on kardeşin en küçüğüydü. Ailesinde
müzik vardı Jones'un, yani kardeşleri de
caz müzisyenleriydi. Ama Jones onlar
olmasa yine de müzik yapacağını
söylüyor. Bugün yalnızca caz için değil
rock içinde perküsyonlarıyla en
büyüklerden biridir. Sayısız çalışmasının
yanı sıra 1996 yılında California Sanat
Akademisi'nden bir Onur Derecesi
almıştır.
Joe Lovano
1952 Ohio doğumlu Lovano, alto
saksafon çalmaya çocuk yaşlarda
başlıyor. O da aileden müzisyenlerden.
Aile fotoğraflarından birinde annesi bir
saksafona sarılmış biçimde yer
alıyormuş. Babası bir tenor saksafon
ustası. 'Büyük T.' ünvanlı Tony Lovano.
Liseden sonra ünlü Boston Berklee
Müzik Okulu'na gidiyor ve ilerde de
birlikte çalacağı John Scofield, Bill Frisell
ve Kenny Werner ile karşılaşıyor. 1994
yılında Joe'ya Berklee'den 'Distinguished
Alumni Award' ödülü geliyor. 1980-92
yılları arasında düzenli olarak Mel Lewis
Orkestrası ile çalıyor ve onlarla birlikte
altı albüm yapıyor. Çalıştığı pek çok isim
arasında Elvin Jones, Carla Bley, Lee
Konitz, Charlie Haden ve Bob
Brookmeyer ve modern davulcu Paul
Motion sayılabilir. Universal Language,
Tenor Legacy, Rush Hour, Joe Lovano
Quartets at the Village Vanguard, Joe
Lovano Celebrating Sinatra Lovano'nun
21
a
Program bu derece yüklü olunca insan
kim için ne söylemeli şaşırıyor çünkü
katılımcı isimlerin hepsi ciddi anlamda
başarılı müzisyenler. Ben, Joshua
Redman, Kronos Quartet, Ivan Lins,
Diana Krall, Aydın Esen ve Mahagony
Brass Band'la devam edip mümkünse
yazıyı bitireceğim.
pe
yaptığı albümlerdir. Onun için şöyle
söylenir "Pavoretti dışında günümüzün
en büyük tenoru Luciano değil
Lovano'dur."
ilgimizi çeken isimlere şöyle bir uğrayıp
geçiyoruz ya, şimdi de çağdaş cazın
büyük ismi Jan Garbarek var sırada.
Garbarek sürekli yenilik arayışı içinde
olan bir stilisttir. Aslında Garbarek'e
bayağı alıştık çünkü o da İstanbul'a caz
için gelir ve gider .
cy
Jazz Crusaders & Patti Austin
Jan Garbarek
Jan Garbarek özgün müziği ve
yorumlarıyla '60'lardan beri sesini
duyuran, Avrupa cazının gelişmesine
öncülük etmiş sanatçılardan biridir.
Norveç'li saksafoncunun berrak ve yalın
müziği İskandinav hüznüyle perçinlenir.
Yaptığı müzikle Norveç folkloruna
Brezilya ve Asya etkileri de katmıştır.
Melodik notalar Garbarek müziğinin
belirleyici özellikleri arasındadır. George
Russell ve Keith Jarrett gibi isimlerle
yaptığı çalışmalar modern caz için
kilometre taşlarından biridir. Alman
basçı Eberhard Weber de '82 yılından
beri grupla birlikte çalmaktadır.
Toplulukta klavyeci Rainer Bruninghaus
ve daha önce Miles Davis ve Wayne
Shorter gibi caz ustalarıyla çalışmış olan
Marilyn Mazur da yer alıyorlar.
22
Joshua Redman
Hukuk okuluna sırtını dönüp müzikte
kariyer yapmaya karar verdiği beş yıldan
beri saksafoncu Joshua Redman emin
adımlarla ilerliyor. Caz dünyasında az
rastlanacak türden bir popülerite
edinmiş durumda. Harvard'dan
mezuniyetinden ve babası efsanevi
müzisyen Devvey Redman'la çalışarak bir
yaz geçirdikten sonra Thelonious Monk
Enstitüsü Caz Saksafon yarışmasında,
1991 yılında ilk ödülünü alıyor. '93'te
Joshua Redman adlı ilk kaydını yapıyor.
Ardından '93'te Wish geliyor. 1994'te
yaptığı MoodSwing ise best-seller
oluyor. Bu onun kendi turne grubuyla
yaptığı ilk albüm. Christian McBride,
Brad Mehldau ve Brian Blade ile
çalışıyor. Aynı zamanda kendi besteleri
ve soprano saksafonuyla yaptığı ilk
çalışma bu. 1995 yapımı Spirit of the
Moment ise iki CD'lik canlı bir konser
kaydı. Bu çalışmayla Piyanist Peter
Martin, basçı Christopher Thomas ve
davulcu Brian Blade'den oluşan yeni
Redman Quartet'i duyurmuş oluyor.
Böylece canlı performanslardaki gücünü
kanıtlamış oluyor Redman. Yolculuğu
Freedom in the Groove ile sürüyor genç
sanatçının. On yeni parçayla 1969
doğumlu bir müzisyenden
beklenemeyecek geniş ufkunu, kategori
dışı ruhunu bir kez daha göstermiş
oluyor dinleyenlere. Bu albüm Redman
müziği gibi yoğun düşüncenin ve
uygulamanın ürünü.
Kronos Quartet
Yeni müziği yorumlayan ve çağdaş
bestecilerden çalmayı seçen oda müziği
topluluğu Kronos Quartet'in on iki yıllık
bir geçmişi var. Repertuarları Bartok,
Webern ve Ives'den Thelonious Monk,
Bill Evans ve Jimi Hendrix'e kadar uzanır.
John Cage, Terry Riley ve Philip Glass
gibi modern müziğin büyük isimleriyle
birlikte çalan Kronos birçok müzikal
kültürü bünyesinde eritmiştir. Bunlar
arasında Çin, Afrika, Japonya,
İskandinavya, Yeni Zellanda ve Orta
Doğu sayılabilir. Kronos kompozisyon
müziğin ülke ve tarz sınırları ötesinde bir
müziğe ulaşmak düşüncesiyle
araştırmacı-deneysel müzik yapan kesim
içinde en uç örneklerden biridir. Monk
Olympia Brass Band
a
bir yorum alanına sahip bir isimdir.
Klasik piyano derslerine dört yaşında
başlayan Krall profesyonel kariyerine on
beş yaşında yerel bir restoranda haftada
üç gece çalarak başlar. Fats Waller'a
karşı, aileden gelen bir hayranlığı, hatta
aşkı vardır ve bu tüm performanslarına
yansımıştır. Seksenlerin ortalarında bir
müzik bursuyla Berklee'ye, ABD'ye
gelen Krall burda bir buçuk yıl kalır.
Kanada'ya dönüşünde davulcu Jeff
Hamilton ve basçı John Clayton ile
tanışır. Onlar da Krall'ı Ray Brown'la
tanıştırırlar. Böylece Krall'ın L.A.'e gidip
Jimmy Rowles'la çalışmasına karar
verilir. Üç yıllık L.A. serüveninden sonra
NewYork'a gider. Boston'da bir trio ile
çalmaya başlar. Nat King Cole Trio'ya
olan hayranlığı ona üçüncü albümü olan
All For You'yu yaptırır. "Davulun
bulunmadığı birtrioda çalmanın çok
önemli olduğunu düşünüyorum. Bu hep
yapmayı istediğim bir şeydi." diyor Krall.
Cazın ilginç ismi Krall'ın önü açık
gözüküyor.
cy
Suite(1985), Kronos Quartet (1986),
White Man Sleeps (1987), Salome
Dances For Peace (1989), Black Angels
(1990), String Quartet (1991), Hunting
Gathering (1991), Five Tango
Sensations (1991), Henyk M. Gorecki
(1991), Pieces of Africa (1992), Short
Stories (1993) diskografilerinde yer alan
parçalardan bazılarıdır.
pe
Ivan Lins
Eğer müzik evrensel bir dilse, Lins büyük
olasılıkla en büyük dil bilimcidir.
Keyboard ustası, yorumcu ve aykırı
besteci Lins dünyanın her yerinden
dinleyiciyi çekecek bir tarza sahiptir. Rio
de Janeiro doğumlu sanatçı müziğe olan
doğal eğilimini ve yeteneğini
keşfetmeden önce profesyonel sporda
kendine akademik derece ve kariyer
yaptı. İlk bestelerinden olan "Madalena"
efsanevi Brezilyalı yorumcu Elis Regina
tarafından yorumlandı ve ülkede, tüm
Avrupa'da olağanüstü başarı elde etti.
Quincy Jones'la "Dinorah, Dinorah"
kaydını yaptı. İyi müziğin tadını alan
Quincy The Dude albümünde de Lins'le
çalıştı. Lins'in parçaları önemli grupların
kayıtlarında yer almaya başladı. Örnek
vermek gerekirse Manhattan Tranfer'e
ait Brazil albümünde iki Lins orijinali yer
alıyordu. Bu albüm Grammy aldı.
Amerikan müziğinin sıcak Brezilya
kültürü ile flörtünü sağlayan Lins
günümüzün önemli müzisyenleri
arasındadır.
Diana Krall
Cazın Kanada'lı şirin şarkıcı kızı Krall,
postmodernden klasik caza kadar geniş
Aydın Esen
Aydın Esen dünya çapında isim yapmış
bir müzisyenimiz. Modern müziğin
modern filozofu. Çok küçük yaşta
müziğe başlamış olması üslûp, beste ve
yorumu açısından çok önemlidir. Aldığı
davetler ve burslar aracılığıyla Avrupa ve
Amerika'da çalışmalarını 'SO'li yılların
başından beri sürdüren Esen birçok
ödülün sahibi oldu. Bunların içinden en
önemlileri Paris'te dünyanın en büyük
piyanisti olarak birincilikle
ödüllendirilmesi, Berklee Müzik
Okulu'nu bir senede bitirip şeref
diploması alması, birçok çağdaş müzik
ve müzisyen ödülü alması sayılabilir.
Sanatçı sürekli olarak dünya
turnesindedir. Birçok ulustan müzisyenle
kurduğu Modern Müzik Topluluğu ile
çalışmalarını sürdüren sanatçı yeni
çalışmalarının kaydını yapmak üzere
olduğunu söylüyor.
The Mahagany Brass Band
Grup geleneksel müziğe yakın ancak
popüler kültürle eklemlenmiş bir tarzı
benimsemiştir. Çaldığı her parçaya hayat
veren bir üslûp geliştirmişlerdir.
Aranjmanlarının büyük bölümü New
Orleans sokaklarından gelir. Çaldıkları
her yere götürürler New Orleans'ı. Canlı
veya kayıt fark etmez. Grup aynı coşku
ve ritmi yani New Orleans'lı olmayı
hissettirir size. Grup, Brice Miller
(Trompet), Ebria Kieffer (davul), Damon
Wheeler (bas davul), Chad Gales
(Saksafon), Stephen Walker (Trombon),
Kevin Louise (Trompet), Damon Francois
(Tuba), Winston Turner (Trombon)dan
oluşmaktadır.
Yazının başında söylediğim gibi söz
konusu caz olduğunda isimlerin arasında
kolayca kayboluyor insan. Hepimize
güzel ve dopdolu bir festival diliyorum.
Caz-ı haz alarak dinleyin
23
ELEŞTİRİ
MÜLLER'İN "ARTURO
Ul" YORUMU
Üstün A k m e n
"Berliner Ensemble", Heiner Müller'in yorumuyla ilk kez 3 Haziran 1995'de
sahnelenen, Bertold Brecht'in "Aturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi (Deraufhaltsame
Aufstieg des Arturo Ui)"ni 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali çerçevesinde
izledik. Gelişen toplumsal ve siyasal olayalar karşısında çok ciddi kaygılara kapılan
Brecht'in oyunu, bilindiği gibi bu kaygının belirgin olduğu rapabol biçiminde yazılmış
bir yapıt. 1941 'de kitap olarak yayınlanan ve ilk kez 1959'da sahnelenen oyunda,
güya Chicago gangsterleri arasında geçen konu, aslında Hitler'in yükselişini ve
oyunu. Daha ilk okuyuşunda oyunda
bulunması gereken renk, ton, devinim,
ve ritm belleğinde açık seçik
belirginleşmiş. Brecht'in yapıtına
doldurduğu sahne tanımlarına, dekor
betimlemelerine ve benzerlerine ise hiç
aldırmamış. Özellikli yorumu ise oyunun
şiirine, güzelliğine, anlamına pek denk
düşmüş.
sokaktaki adamın bu olgu karşasındaki davranışını işliyor.
"Berliner Enseble"nin program
pe
cy
a
Brecht'in oyunlarında, sahne karşısında
bir "Sokak olayı" nı seyderiyormuşcasına
oturan izleyicinin düşünsel etkinliğini
devindirmesini amaçladığı artık pek
bilinen bir gerçek. Duygulandırma değil,
düşündürme; özdeşleştirme değil, bilinç;
duygu değil, akıl... Bunlar elbette
sahnede "uzaklaştırma" ya da
"yabancılaştırma" etkisi yaratmaya
çalışan oyuncu kadar, salondaki izleyiciyi
de yönlendiren ilkeler. Ve "Berliner
ensemble", iki yıl önce yitirdiğimiz bir
tiyatro dehası Heiner Müller'in
yönetmenliğinde bu oyunu, (başta Ui'de
Martin Wuttke olmak üzere) tüm
oyuncuların kendi duyguyarıyla
canlandırdıkları kişilikleri, duygularını
birbirine karıştırmadan, amacın
başkalaşmak değil göstermek olduğu
bilincine ererek canlandırmalarıyla
sahneliyor.
Tiyatro sanatı ne oyunculuk, ne yazılı
yapıt, ne sahne, ne de dans demek.
Ancak tüm bunları kapsayan öğeler
tiyatro sanatını oluşturuyor. Eylem
oyunculuğun ruhu, sözler oyunun
gövdesi, çizgi ve renk dekorun kalbi,
ritm dansın temeli değil midir? Elbette...
Heiner Müller'in becerisi bu işte. Bana
sorarsanız Müller, elli dört yıl sonra sınıf
bilincine ele alan bu klasik oyunu
yazarının elinden almış ve yorumunu
metne bağlı kalarak yapacağına
öncelikle söz vermiş. Sonra okumuş
24
kataloğunda (Koza Gökbugel'in çeviri ve
derlemesi ile) Müller, Brecht'in
yapıtındaki vahşetin fazla ilgisini
çekmediğinden söz ediyor. "Hepimiz
Hitler'in ne denli korkunç bir yaratık
olduğunu biliyoruz" diyor. Buna karşın
günümüzde yeniden ve olanca gücüyle
kendini gösteren mafya yapılanmasını
daha ilginç bulduğunu söylüyor. "Mafya
politikaya sızıyor ve bu olay Almanya'nın
birleşmesinden sonra daha da hızlandı"
diye de ekliyor. Konrad Wolf'ün bir
filminden söz ediyor Müller. Yaşlı bir
toplama kampı tutsağı, cesetleri fırına
sürme görevi kendisine verildiği için
ölümden kurtulmuştur. "Bu işleri
kamplarda zaten hep tutsaklara
yaptırırlardı" diye anlatıyor Müller: "Ve
bu insanlar her gün aynı kararı vermek
zorunda kalırlardı; ya bu işi yapacaksın
ya da öleceksin. Böyle bir durumda nasıl
davranılır ki?" diye de soruyor. "Bugün
de temel soru budur" diyor. Müller'in
"Arturo Uİ" yorumundaki temel soru da
bu galiba. Gösteri sonrası insanın aklına
ister istemez böylesi bir soru takılıyor.
Yanıt bulunamıyor, ama herkes
kararında kendini özgür
duyumsuyor
ya!
pe
cy
a
ELEŞTİRİ
KRAL LEAR
LEAR'LERİN EN BÜYÜĞÜ MÜ?
Sevgi Sanlı
Bir zamanlar Büyük Britanya'dan, güneşin üstünde hiç batmadığı imparatorluk diye
söz edilirdi. Güneş bu imparatorluğun üstünde de er geç batacaktı. Dominyonlarını
sömüren, uyruklarını baskı altında tutan hangi hükümdarlık ilelebet 'payidar'
olabilmiştir? Gelelim Kraliçe Elizabeth I. in çağdaşı olan bir başka İngiliz, tacını bütün
görkemiyle taşıyor. 'Bütün dünya bir sahne' ise William Shakespeare bu dünyanın
cy
a
hükümdarıdır.
Eşsiz yapıtlarını dünyanın yetmiş iki
milletine bağışlayan, ama karşılğında tek
kuruşluk telif hakkı talep etmeyen bir
yazar.
pe
Doğum yeri olan Stratford
-upon-Avon'da tam on iki saatlik bir
Shakespeare şölenine katılmıştım. Yirmi
yıl kadar önce, IV. ve V Henry adlı
yapıtları aynı günde oynanmış, sabah
10.30 da başlayan gösteri akşam 10.30
da bitmişti. Aynı dönemde David
Warner'in Hippi Hamlet'i de
sergileniyordu. Londra'da tanıştığım bir
Macar aktör şöyle demişti. "Hamlet'e
gitmedim. Bu rolü ben de oynadığım
için dışardan bakmaya katlanamıyorum.
Ama Henry'leri sakın kaçırmayın."
IV. Henry'de Prens Hal rolünü çok
yetenekli bir oyuncu üstlenmişti: lan
Holm. V. Henry olarak tahta geçince
eski çılgınlık, isyancılık, serserilik arkadaşı
şişgöbek Falstaff'ı nasıl huzurundan
kovduğunu, nasıl Krallık otoritesini
benimsediğini unutamam.
Bunca yıl sonra yine taçlı bir hünkâr
çıkıyor karşıma. Hem uygun yaşta, hem
de gücünü, kuvvetini iyi korumuş.
Lear'in tacını onurla taşımış
oyunculardan Laurance Olivier şöyle
demişti: "Rolün hakkından gelecek
gücün olduğu zaman fazla gençsin.
Uygun yaşa geldiğinde bakarsın gücün
26
tükenivermiş. Romeo sendromunun tam
karşıtı."
Cüneyt Gökçer, Carl Ebert yönetiminde
Kral Lear'i oynadığı zaman Romeo'luğa
daha uygun yaştaydı. Büyük başarı
kazanmıştı ama krallığı ağır basan bir
Lear'di. Yıllar sonra Basil Coleman
yönetiminde Lear'liği ağır basan bir kral
oldu. Ülkemizdeki ilginç tiyatro
denemelerinden biri Işık Kasapoğlu'nun
yönettiği Punk Lear'di. Erol Keskin
çılgınlıkla bilgelik arasında gidip gelen
bir yaşlı adamı oyunuyordu. Soytarısının
dediği gibi büyümeden yaşlanan bir
adamı.
Robert Strua Gürcistan'dan despot mu
despot, hınzır mı hınzır bir Kral Lear
getirmişti, İstanbul Tiyatro festivaline.
Müthiş bir prodüksiyondu. Goneril ile
Regan'in nerdeyse acınacak duruma
düştüğü, yaşlı Boyar için de 'Eh, eden
bulur' diyebileceğimiz bir tragedya.
Kral Lear gösterişli bir törenle başlar,
yaşlı, ama yaşlı olduğuna henüz
inanmayan bir kral malını, mülkünü ve
dünyevi iktidarını, kızları ve dolaylı
olarak damatları arasında
paylaştırmaktadır. Lear henüz dinç ve
güçlüdür, buyruklar yağdırır, hırçınlıklar
yapar, dikkafalılık eder, emri altında
tutmak istediği yüz süvari ile aşık atar.
Genç, hoyrat, hayat dolu, neşe dolu
adamlardır bunlar. Belki kralın gençlikle
son bağları.
Birinci sahnenin can alacak yeri, eski
geleneklere göre yapılan sevgi sınavıdır.
Kral kızlarına törensel sorulan sorar: İki
büyük kız töreye uygun ama gerçeğe
aykırı biçimde babalarına sevgilerini,
bağlılıklarını dile getirirler. En küçük kız
kısmen ablalarının riyakârlığından
iğrendiği, kısmen bu törensel sınavı
saçma bulduğu için yaşlı Kralı
öfkelendiren bir sadelik ve kesinlikle
yanıt verir. Cordelia'nın yazgısı hem
mirastan yoksun kalmak, hem çeyizsiz
bir kızı almaya razı Fransa kralıyla birlikte
ülkesini terk etmektir.
pe
cy
lan Holm, Lear'i Lear yapan bütün
özellikleri inanılmaz bir nüans zenginliği
ile sahneye getiriyor. Olivier şimşekler
çakar, yıldırımlar düşerken sesinin
güçten düşmemesi için Lear'in tiradlarını
kırlardaki ineklere haykıra haykıra
okurmuş. Holm'un ne türlü temrinler
yaptığını bilmiyoruz. Ama o ses hiçbir
zaman çaptan düşmüyor. Aktör bilerek,
istiyerek piano'lara geçmedikçe.
a
Kral Lear kısa bir süre sonra iki büyük
kızı arasında itilip kakılmaya başlayınca
kara gün dostlarını birer birer tanımakla
kalmayacak uyruklarının çektiği çileleri
de sineye çekmeyi öğrenecektir. Çektiği
acıların vahşi bir yaratığa döndürdüğü
Atinalı Timon'un tersine Kral Lear her
şeyinden, umudundan bile soyunduğu
zaman insanlığa adım atmıştır.
Gözümün önünden gitmeyen,
gitmeyecek sahne, Lear'in Cordelia'nın
kollarında uyanması. İnsanların çığlığına,
kötülüğüne, kana susamışlığına gümbür
gümbür isyan ettikten sonra ansızın
gelen huzur. Öte dünyaların tasasızlığına
kavuşan bir Lear. Kendisini her zaman
sevmiş, her zaman sevecek olan
Cordelia'nın yanıbaşında. Bir oyuncudaki
deha parıltılarını görmek kaç kere nasip
olur?
Bir kralı etrafındakiler oynar, lan
Holm'un çok güçlü bir kadroyla
desteklendiğini bir an bile unutmayalım.
Richard Eyre rejisini Aya İrini mekânına
çok güzel oturtmuş. National
Theatre'daki Cottesloe sahnesinde aynı
atmosferin yaratılabileceğini
sanmıyorum. Sadece ses düzeninin iyi
olmadığından sızlananlar oldu. Sahnenin
çevresinde dizilen oturma yerlerinde
sağır noktalar varmış. Böyle bir yere
düşene çok acırım. Çünkü
Shakespeare'in kelamını İngiliz
oyuncuların ağzından işitebilmek büyük
bir ayrıcalık. En küçük rolü oynayan bile
ağzını açtığı zaman hayranlığa
düşmemek elde değil.
İngiliz Ulusal Kraliyet Tiyatrosu'nun sergilediği "Kral Lear"in, Lear rolünde lan Holm
Gloucester Dükünde Timothy West,
Edmund'da Finbar Lynch, Cordelia'da
Ann-Marie Duff, Edgar'da Paul Dhys
adını anmadan duramayacağım
oyuncular arasında. Piç Edmund uslu
başlı ağabeyinden genellikle sahne çalar.
Onda kadınları biribirine düşüren bir
çekicilik, bir şeytan tüyü vardır. Ama bu
kez Edgar gölgede kalmıyor. Paul Rhys
genç İngiliz oyuncuların en ilginçlerinden
biri. Oswald'da Wililam Osborne son
derece inandırıcı... Soytarıya gelince...
Cordelia ortada olmadığı zaman
görünen, genellikle onun bir uzantası
kabul edilen soytarı rolü bu kez oldukça
yaşlı, oldukça hantal birine uygun
görülmüş. Gözleri genç kalan Michael
Bryant iyi bir komedyen hiç şüphesiz
ama bizdeki soytarılar gözümün
önünden geçiyor: Ulvi Uraz, Ertuğrul
İlgin, Erdal Küçükkömürcü ve Soytarıyı
Cordelia ile birlikte yürüten Tilbe Batum.
İngiliz Milli Tiyatrosu'nun Kral Lear'i
İstanbul Tiyatro Festivalinin en büyük
şölenlerinden biri oldu. lam Holm için bu
yüzyıldaki en büyük Lear diyorlar,
büyüklerin büyüğü. Bu çığırtkanca
betimlemeleri biraz yadırgıyorum, lan
Holm bundan iyisine lâyık. İyi, sağlam,
gerçek, sıcak bir oyuncu olduğunu
söylersem Cordelia'lık mı etmiş olurum?
27
BAKIŞ
SESSİZ TİYATRO
VE LEVENT BEŞKARDEŞ
Dikmen
Gürün
Levent Beşkardeş Sessiz tiyatro dünyasının
yakından tanıdığı bir isim. Bir süre Türkiye'de
çalıştıktan sonra 1981'de Fransa'ya gitmiş.
Sağır ve dilsiz olmasına karşın kendisiyle
kalem-kâğıt aracılığıyla yazışarak çok rahat
anlaşıyoruz. Kesintisiz bir diyalog sürüyor
aramızda, "sanat alanında öğrenecek çok
şeyim var" diyerek 16 yıl önce tek başına
Fransa'ya gidecek kadar cesaretli, kararlı,
rahat...
pe
cy
a
1981'den bu yana çalışmalarını Vincennes'de
sürdüyor. En büyük arzusunun ise İstanbul'da
bir Sağırlar Sanat ve Kültür Merkezi kurmak
olduğunu belirtiyor. Fransa'da yapmakta
olduğu çalışmaları ise şöyle özetliyor: On beş
yıl önce Parist'teki International Visual
Theatre'a adım attığımda amacım sağırlar
kültürünü geliştirecek oyunları el işaretleriyle
ve bu işaretlere uygun bir ritmle sunarak sağır
çocuklara normal çocuklarla birlikte birşeyler
öğretebilmekti. Sağırlar kültürünü dünyaya
açmak istiyordum. Bu proje üzerinde bugün
de ısrarla çalışıyorum. En büyük arzum
görülmemiş, yayınlanmamış, köşede
unutulmuş sağırlar tarihiyle ilgili bilgileri,
dökümanları toparlamak. Bu dökümanları
sahneye uyarlayarak yorumlamak."
Levent Beşkardeşin yönettiği ve yıllardır pek
çok ülkeyi dolaşan "Hanna" böyle bir çalışma.
Üzerinde uzun araştırmalar yaptığını söylüyor
sanatçı. "Hanna" için sağırlar tarihiyle ilgili pek
çok dosya taramış. Pek çok dökümandan
yararlanmış. "Elime geçen dosyalarda
sağırların tarihte kısır edildiğine dair bilgiler
elde ettim. Hitler Almanya'sında da
uygulanmış bu sistem, oyunu bu bilgiler
üzerine kurdum. Beş yıl önce ilk kez
sahnelendiğinde seyirciyi şoke etti" diyor.
1930'lu yıllarda Hamburg'da geçen oyunda
16 yaşındaki sağır-dilsiz Hanna'nın öyküsü
anlatılır. Hanna ailesi ve arkadaşlarıyla mutlu
bir yaşam sürmektedir, ama Kalıtımsal
Hastalıklar Kurulu'nun devreye girmesiyle
yaşam biçimi yön değiştirecektir. Oyunda
gerçek ve düş içiçedir. Bir yanda Nazilerin
özürlü insan avından kaçırılmaya çalışılan
Hanna, öte yanda onu esir alan kabuslar...
Paris'e kaçış, ilk aşk, hamilelik, yine Naziler,
yeniden kaçış... Oyunda yaşlı Hanna on yedi
bin sağır ve dilsizin Hitler Almanya'sında kısır
edildiği günlere geri dönmekte ve yaşamını
onun gibi sessiz bir dünyaya ait olmayan ama
onunla çok güzel iletişim kuran torunlarına
anlatmaktadır.
"Hanna"dan sonra Levent Beşkardeş halen
oynanmakta olan "Antigone"da sadece
oyuncu olarak görev almış. Şimdilerde ise yeni
çalışmalara yöneleceğini söylüyor ve ekliyor;
"amacım sadece sağır izleyiciler için oyun
yapmak değil. Tüm seyircilere birşeyler
söylemek istiyorum. Doğal olarak sağır
sanatçılarla çalışmayı yeğliyorum, ama izleyici
mesajımızı çok iyi alıyor, çünkü bizim
anlatımımız son derece görsel-visüel. Sağırlar
kültürüyle ilgili oyunların yararlı olduğuna
inanıyorum. Neden mi? Yok denecek kadar az
diyalogla benzersiz şeyler yaratabiliyoruz. Çok
yalın bir dekor içinde, çok yalın giysilerle
öykünün özüne iniyoruz. Seyirciye sağırlar
dünyasını tanıtıyoruz."
Levent Beşkardeş ve International Visual
Theatre Fransa'da devlet desteği alıyor ama .
dört yıl öncesine kadar Vincennes Şato'sunda
bir salonları olmasına karşın Müzeler
Kurulu'nun ve Belediye'nin isteği üzerine
burayı boşaltmak zorunda kalmışlar. Şimdi
sadece küçük bir irtibat büroları var orada.
Devletten kendilerine yerleşik bir salon
göstermesini bekliyorlar. Ancak yerleşik bir
mekânda kalıcı çalışmalar yapabileceklerini ve
tiyatro kursalarını geliştirebileceklerini öne
sürüyor Beşkardeş. Söyleşimizin sonunda
Türkiye'de bir oyun yönetmek arzusunda
olduğunu da belirtiyor. Burada
düzenleyebileceği ve sağırlarla duyma özürlü
olmayan gençlerin birlikte eğitim göreceği
atölye çalışmalarının pek çok açıdan yararlı
olacağını öne sürüyor. Sağırların zengin
dünyasındaki yaratıcı katkılardan söz ediyor©
Olağandışı Bir Yıllık
cy
a
Kozmik Şakacı, Algının Kapılarında!
Olağandışı Yıllık '96
C e m Çobanlı
240 sayfa, I. Hamur
750.000 TL.
pe
1996 ve 1997 başlarından,
insan, hayvan ve daha başka canlılara
dair alışılmadık 600 "Vak'a"
Olağandışı, Ama Olağan!
Tuhaf, Ama Şaşırtıcı Değil!
Alışılmış/Alıştırılmış ya da doğrusu,
Olağandışı Cezalar/Davalar / Yasa(k)lar
Yanılgılar / Kazalar / Uçan Nesneler
Ölümler / İnsanlar / Tedaviler
inançlar / Tesadüfler
Mesajlar...
33 bölümden oluşan, bir nev'i
alışılmadık hadiseleri izleme kılavuzu.
• Kalpazan Lazlar, Trabsonspor' diye, Lazca bilet basınca yakalandı.
• Yeni peygamber İskender Evranosoğlu UFO yapmaya niyetlendi.
• Erbakan'ın, başbakan olduğu gün Ankara'yı Ebabil Kuşları bastı.
• Bir Amerikalı, polis köpeğini ısırdığı için hapse mahkûm edildi.
egemen anlayışların dayatmasıyla
• Adana'da, 20 yıldır yanlış kıbleye namaz kılındığı anlaşıldı.
giderek kalıplara dökülmüş
• Çin'de, yaşlı bir kadın gençleşmeye başlayınca intihar etti.
• Kahin Cemil, Sırat Köprüsü'nün uzunluğunu hesapladı.
yaşam biçimlerine ve
• İngiltere'de bir kadının sürekli ten rengi değişti.
onların olay örgülerine
• İsrail'de bir fare boğa yılanını ısırdı ve felç etti.
• Rize'de bir genç kız bakışlarıyla her şeyi yaktı.
hiç benzemeyen fenomenler...
• Yargıtay, balkonda balık-ızgarayı yasakladı.
insanların ait oldukları toplumların,
• Yılanlar, filler ve orangutanlar resim yaptı.
• Balıklar ve kurbağalar cinsiyet değiştirdi.
yer yer dramları, yer yer de kimilerine
• Bazı kediler ve köpekler telefon ettiler.
"mizahi" gelebilecek durumları.
• Abdülhamit'in donu satıldı.
BOYUT
Boyut Yayınevi: Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-İstanbul Tel: (0.212) 293 72 77 - 243 09 37 Fax: (0.212) 252 94 14
ELEŞTİRİ
Üstün
Akmen
KÖLELER ADASI
9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde İtalya'dan "Piccolo Teatro di Milano"yu
da izledik. Commedia deli'Arte özelliklerinden yola çıkarak tiyatroda bir ekol
yaratan Giorgio Strehler adıyla birlikte anılan bu tiyatro, mayıs ayındaki tiyatro
şöleninde Türk izleyicilerin geniş ilgi ve beğenisi kazandı.
pe
cy
a
Esasında Commedia dell' Arte'nin belli
başlı tipleri olan Arlecchino; Pedrolina;
Sacramuccia ve rakibi Pasquariello; ciddi,
komikliğin farkında olmayan uzun
tiradlar atmaya, öğüt vermeye düşkün
Venedikli zengin ihtiyar Pantalone;
kekeme Tartaglia; saflığı, zamparalığı,
sözcükleri yanlış yerde kullanmasıyla
ünlü avukat Dottore; Spavento: Bologna
Üniversitesi'nden yeni mezun olan
Balanzone; Rinoceronte; evliliğe ilişkin
çeşitli entrikalarla karşı karşayı kalan bir
dizi genç sevgili Lelio/ Ottavio/ Florindo/
Isabella/ Rosaura/ Beatriçe: Spezza:
Fracassa; Rodomonte; Gangurgolo;
Zacometo ve komik köylü-zeki soytarı
tiplemeleriyle Zanni'ler Türk
tiyatroseverlerin hiç de yabancısı değildi.
Doğaçlamaya dayanan geleneksel Türk
halk tiyatrosuyla pek benzeşiyordu.
Ortaoyunu da belirli bir ana konuyu
izleyerek, ama metne çok bağlı
kalmadan oynanan, müzik, dans,
betimlemeye dayalı bir sanat kolu.
Ortaoyunu sözcüğünün Commedia dell'
Arte ile benzerliğinden yola çıkarak
"arte oyunu" adından türediği de bilinen
bir gerçek.
Oysa bu kere, Marivaux'un "Köleler
Adası" yapıtında adaletsizlikleri dışa
vurmak için eğlenceli bir oyunu sürdüren
ve yeri geldiğinde; "Efendilerimiz gibi
gülünç görünüyoruz, ama yine
onlardan daha bilgeyiz ve daha
onurluyuz." diyebilen iyi yürekli
Arlecchino'nun dışında, Arlecchino'ya:
"Bir zamanlar benim kölem
olduğunu unut, ben de bir zamanlar
hak etmediğim halde senin efendin
olduğunu unutacağım" diyen Mösyö,
uşağının yaptığı karakterine ilişkin
betimlemeleri kabul etmek zorunda
kalan Madam; saygı görmek için iyi
30
yürekli, onurlu ve mantıklı olmalarının
yeterli sayılacağını Mösyö ve Madam'a
anımsatan Silvia ve insanların gereksinim
anında eşit hale geldiklerini vurgulayan
Trivellino'yla tanıştık.
Strehler, Commedia dell' Arte'nin
alışılagelmiş özelliklerini ters-yüz etmişti.
Değişmez kişiler ve kişilikler, karakteri ve
giyimleri hep aynı kalan, her biri daima
belli bir komedyen tarafından
simgelenen, hep aynı olan Commedia
dell' Arte tipleri değiştirilmişti. Anlamlı,
çevik, uyanık çoğu zaman dans ve
akrobasiyi gerektiren bir oyun gücüydü
sahnelenen. "Köleler Adası"
yolculuğunun sonunda efendiler daha
insancıl, daha dürüst oldular.
Hizmetkârlar efendilerinin yüreklerinin
kendilerininkinden hiç de farklı
olmadığını gördüler.
Oyunu izlemeden bir akşam önce Mario
Mattia Giorgetti'nin Strehler ve Piccolo
Teatro ile ilgili konferansını dinledik.
Strehler'in çok güçlü olan kişsel ruh
yapısını ve yaratıcı içgüdülerini ve
"bütünü görüş" yeteneğini tanıdık. Bir
gün sonra oyunu seyrederken bütün
bunları da görür gibi olduk. Gerekli
olmayan her devinimin yokedildiğini
gözlemledik. Ton değişmeleriyle
tekdüzen konuşmanın nasıl
engellendiğini öğrendik. Yere ayak
vurmanın; kılınç sallamanın; yelpaze ile,
saç ile, şemsiye ile oynamanın: eline
kalbine bastırmanın yerli yerinde
kullanılmasına tanık olduk. Piccolo
Teatro'nun İstanbul'daki gösterisinde
sahne üzerindeki her devinimin bir
anlamı vardı ve "Köleler Adası"nı
izleyebilmek tiyatroseverler açısından
gerçekten bir kazançtı. Bu anlamda,
gösteriyi "metamorfoz, değişim.
Hareketin şiiri. Sözcüklerin büyüsü"
olarak özetlemek de olanaklı
cy
pe
a
İNCELEME
Sanatın Karanlık Aynasından Yansıyan İkizler:
Özlem
Hemiş
İKTİDAR VE ŞİDDET
İzleyicilerin çevrelediği platformun ortasındaki büyük yemek
masası, birazdan bir ülkenin, bir ailenin parçalanacağı bir
arenaya dönüşecek. Salona girenler geleceğin kralını masa
başında bir şeyler yazarken görecekler. Kral Lear gibi
haksızlıklara uğrayacak, 'yeni insan' ve 'yükselen değerlerin
kurbanı olacak ancak edindiği deneyimlerle taşıyacağı tacı
kuvvetlendirecek olan Edgar'ı bu şekilde karşımızda görmemiz
Richard Eyre'in bizlere anlamlı bir göndermesi.
a
Bir şiddet sağanağıdır gidiyor. Gün geçmiyor ki ekranlardan
üzerimize doğru kanlı haberler sıçramasın ya da gazetelerin
üçüncü sayfalarında isimlerinin baş harfleri arasında noktalar
gördüğümüz insanların kayıp gittiğini okumayalım.
Kanıksadığımız bu haberlerin yanı sıra önümüzde koskoca bir
hükümet kaosu, belirsizlikler kendine kazanç kapısı görerek
bunun devamını körükleyen görünmez zorbalarla "zor"u
yaşıyoruz, önümüzde duran bu karanlık tablo nelere gebe?
Nedir bizlere nefes alma fırsatı sağlayacak olan?
Christopher Caldwell'e göre monarşi, kapitalizmin ilkel
sermaye birikimi dönemiydi. Parçalanmış feodal düzenden
parlementer sisteme geçişteki ara dönem monarşi ile çözüm
bulmaktaydı. Güçlü kralın varlığı sayesinde farklı sınıflar bir
arada 'uyum içinde' tutulabilmekteydi. Bir sınıfın diğer bir
sınıfa üstün geldiği zamanlarda hassas dengeler
bozulmaktaydı. Shakespeare de yaşadığı dönem için ilerici bir
yönetim biçimi olan monarşiyi savunmakta, geçiş dönemine
özgü belirsizliklerin negatif yönlerini gözönüne sererek
merkezi yönetimin önemini vurgulamaktaydı. Burjuvazinin
yükselmekte olduğu bir dönemde 'yeni insan', 'rönesans
insanı' kavramı belirmişti. Yeni insan, gücün dinden
gelemeyeceğine, pratiğin törebilimden daha önemli olduğuna
inanan, amaca ulaşmak için her türlü çaba ve izlenen tüm
yolları geçerli sayan bir tiptir. Makyevelli'nin "bütün büyük
işleri sözünde durmayanlar, yalancılar, arkadan vuranlar,
acıma duymayanlar başarır"3 diyerek açıkladığı bu tip, soylu
olmadığı için varlığını para zenginliği ile ortaya koyan burjuva
sınıfının ideallerini de taşımaktaydı.
pe
cy
Geçtiğimiz Mayıs ayında dokuzuncusunu izleme fırsatını
bulduğumuz Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, iktidar ve
şiddet temasından yola çıkarak hazırlanan programıyla
başımızı kuma gömme fırsatı tanımadan bizleri yaşadığımız
çağın gerçekleriyle yüzleştirdi. Sahneden kimi zaman sözün,
kimi zaman bedenin aracılığıyla aktarılan şiddetin
düşündürdükleri üzücüydü. Ancak Camille Paglia'nın belirttiği
gibi; sanatın karanlık aynasına baktığımız zaman,
gördüklerimizden hoşlanmayabiliriz.1
Şiddetin kökenine inildiğinde, başlangıcının bilgisizlik olduğunu
görürüz. İnsanlar bilmediği şeylerden korkarlar, korku da bir
içgüdü olarak saldırganlığı beraberinde getirir. Üçgüdüler aklı,
bilgi birikimimizin yansıması olan kültürü bir tarafa atarak
egemenlik kurduklarında ayakta kalmak için yok etmek,
başkasının olana sahip olmak bir tutku halini alır. Sınıflar
arasındaki uçurumun büyüdüğü günümüz toplumunda her
sınıf hem kendi içinde hem birbiri ile bitmek tükenmek
bilmeyen bir çatışma içindedir. Bu kısır döngü insanın ulaşma
şansı olmayan bir bilginin eksikliği, 'belirsizlik'le gittikçe ,
büyüyen bir çemberdir.
Elizabeth döneminin büyük şairi Shakespeare'in oyunlarında,
iktidara ulaşan yolda yetersiz, kapsamlı düşünme yetisinden
yoksun, hırsı yeteneklerinin üzerinde insanların şiddete
başvurduğunu görürüz. Doğanın kurallarına karşı gelen ve
düzeni bozan bu insanların sonu ise her zaman ölümdür.
Şiddet, yeni bir topluma gebe her eski toplumun
ebesidir. 2
Karl Marx
32
Lear, oyunun başında tacını masaya koyarak iktidarı bırakmış,
ama krallık giysilerinden sıyrılamamıştır. Topraklarını
paylaştırdığı kızları yeni düzene ayak uydurmuş makyevelist
yaklaşımla, 'yağ çekerek' sözler vermiş, ancak iktidarın, varlığın
gücünü tadınca babalarının elinde kalan son güç kırıntılarına
da tahammül edemez olmuşlardır. Belirsizliğe, Lear'ın kral
varlığı neden olmakta, neler olacağını kestirmemek korku
yaratmakta, korku da kardeşi şiddeti beraberinde
getirmektedir. Şiddet olumsuz bir enerji olarak bedenlerinden
yayılırken çevrelerinde işlerine gelmeyen herkese yönelmiştir.
Shakespeare'de kişilerin canlılığı yönetmen tarafından iyi
kullanılarak, metindeki Regan ve Goneril'i daha 'canlı insan'
pe
cy
a
Tansiyonun buradaki yükselişi daha sonra sökün edecek olan
olayların ve fırtınanan habercisi gibidir. Gloucester'in gözlerinin
oyulması değişen çağı algılayamayan bir devlet adamının
gözlerinin gerçeklere açılması gibidir. Bir 'yeni' bir 'eski' ye
kanlı bir biçimde gerçekleri gösterir. Halkı simgeleyen bir
uşağın bu acımasızlığa isyanı sonucu Cornwall yaralanıp ölür.
Şiddet şiddeti doğurmuştur. Metni okurken onun bu yok
oluşuna Regan'ın tepkisi pek bir iz bırakmaz, ancak sahnede
kendisinden yardım isteyen kocasına arkasını dönüp giderken
ki tavrı ürperten bir soğukluk uyandırmaktaydı.
pe
cy
a
haline getiren unsurların katılmasını sağlamış. Lear'ın lanetler
savurduğu kızları metin yüzeysel yorumlandığında karşımıza
katıksız 'kötülük' olarak çıkarken Eyre'in yorumunda babaları
tarafından yeterince sevilmeyen ve bunun farkında olan, saray
usulu evlenerek mutsuz olmuş iki kadın şeklinde çizilmekte ve
hırslarına, şiddetlerine neden bularak plastik Hollywood
kahramanlarına meydan okumaytaydı. Bu iki kadın babalarının
hakaretlerinden üzüntü duymakta, Lear tarafından itildikçe
şiddetlerini arttırmakta, şiddetleri ile önlem almaktaydılar.
Büyük aile içinde yaşanan fırtına, doğanın da katılmasıyla ülke
içinde bir kaosa neden olmaktaydı. Sahnede tüm öğeler çizilen
tiplerin özelliklerini vurgulamaktaydı. Yüksek tansiyonlu Goneril
ateşin tonlarını, kendinden emin, güven belirtisi kahverengileri
giyerken, soğukkanlı ve hesaplı Regan yılan yeşilleri, soğuk
grileri taşımaktaydı.
Bir başka önemli ailede de, Lear ailesinde olanları pekiştiren
bir trajedi yaşanır. 'Yeni insan' Edmund babası ve kardeşi
Edgar'ı bertaraf ederek egemen olma hayalleri kurar. Önce
yalnızca Edgar'ın yerine gözünü diker. Planlarını gittikçe
büyütür, başarı için işini hiç şansa bırakmaz. Babasını harcar.
Bunun için bir diğer gözü kara adamı (Comwall) kullanır.
Regan ve Goneril ile ayrı ayrı flört ederek, kendi evrenindeki
egemenliğini garanti altına almaya bakar. Sahnede ufacık bir
hareketle, Regan'ın omuzlarına pelerinini koyarak ona
yanaşmasını, hemen arkasından ise Albany'nin evinde Goneril
ile ateşli öpüşme sahnesini izleriz. Tüm yolların i'iktidar'a
çıkması için hiçbir eylemden kaçınmaz. Akılcılıktan çok
kurnazlık, emekten çok hileyle kısa vadeli başarılar garantilenir.
Cornwall ülkenin değil kendi çıkarlarını düşündüğü için
Shakespeare'in kolayca harcadığı acımasız bir tiptir. Ancak
kısacık varlığı sırasında hem Kent'i boyunduruğa vurdurmuş
hem de Gloucester'ın gözlerini kör etmiştir. Kent'in
boyunduruğa vurulduğu sahnede 'eski' bir değerin karşısında
onu küçümseyen tüm 'yeni'ler vardır. Kent de burada öfkesini
dizginlemeyerek tıpkı Lear gibi kendi cezasını hazırlar.
34
Goneril, Regan, Edmund birlikteliğinde cinsellik ve iktidar
özdeşliği algılanmaktaydı. Okuduğumuzda çok üstünde
durulmayan bu düşünce, sahnede, iki kadının bir adam
üzerindeki iddiaları, bu üçlünün bir ülke üzerindeki iddialarıyla
benzerlik taşımaktaydı. Bu iddialarla bir yanda Fransa ve
İngiltere, bir yanda Regan ve Goneril savaşı sürmekteydi,
ancak doğanın kadına biçtiği rolü yadsıyarak erkeğe özgü
sahip olma isterisine kapılan kadınları bu haksız ve
dürüstlükten uzak çarpışmanın ardında ölüm beklemektedir.
Savaş giysileri ile geldikleri karargah kendilerine ve 'istedikleri'
adama mezar olur.
Cehalet şiddetin anasıdır. Lear de çizilen şımarık çocuk
kompozisyonu, birden yükselen kontrolsuz öfkesi, bir ülkeyi
yazılı olmayan kurallara karşı çıkarak sağlığında çocukça bir
kaprisle bölüştürmesi sonu gelmez zorbalıklara neden
olmuştur. Lear'ın kendisinde şiddeti göremeyiz. Ancak
olgunlaşmamış bir kral olarak iktidarı elleri ile bırakmış ve
önüne geçilemeyen şiddetin başlangıç atışını yapmıştır.
Krallıktan ve bir baba olarak evlatlarından olduktan sonra
soyunup çırılçıplak kaldığında insanı anlamıştır. Olanca
çıplaklığıyla gerçeklerle yüzleştiğinde, kaybettiği soytarısının
yerini almıştır. Soytarı: Lear'le beraber yaşlanmış, belki de
konumu gereği bilgeleşmiş olarak çizilmiş ve sahnede kısa
süren varlığı sırasında etkileyici bir şekilde Lear'ın deliliğine
ortam hazırlamıştır. Soytarı'nın bu şekilde kullanılması
alıştığımız hoplayıp zıplayan grostesk soytarı tiplemelerinden
çok farklı olmakla beraber takımoyunculuğuna, sahneyi
yalnızca birkaç parlak 'gösteri'yle kotarmaktansa bir bütünü
anlayıp ona hizmet eden dramaturgi çalışmasına anlamlı bir
örnek oluşturmaktaydı.
İzleyici, Lear'in delilik sahnelerinde, soytarının çiçeklerle
süslenmiş şapkasını takarak olgunlaşmaya uzanan yolu
katetmeye başladığının sinyallerini almaktaydı izleyici. Gözlerini
kayberedek gerçekleri görmeyi öğrenen Gloucester'la
karşılaştığında bilgece konuşan Lear bir ödülü hakedecek
kadar büyümüştür. Ödülü Cordelia'dır. Cordelia'nın zırhlar
içinde (ödülün parlak paketi) bir iyilik perisi ya da 'kadife
eldivende demir yumruğu' anımsatan yürüyüşü sinematografik
bir görüntüyle metnin sahnelemede güçlük çıkarabilecek bir
noktasını görsel başarıya ulaştırmaktaydı.
'Yeni insan' 'yeni dönem' ve 'yükselen değerler'in temsilcileri
finalde birer birer yok olurken değişimi her boyutuyla
yakalayan, tadan, Edgar 'yeni'nin iyi bir sentezi olarak yükselir.
Eskilerin sahneden ayrılışında huzur hakimdir. Şiddet
uygulayanlarsa kendi şiddetlerinin yarattığı kaosa gömülüp
giderler.
Othello iktidara hizmet ettiği için vardır. O bir kahramandır
ancak varlığı topluma yararı dokunduğu sürece kabul
görmektedir. Onu işe koşmak isteyen senato üyeleri (koro)
onu pohpohlar. İçlerinden birinin kızıyla beraberliği ise kolay
kabul edilemez. Çıkarları tehlikede olduğu için bir şekilde razı
gelinir, lago bu olan biteni izleyen bir gölgedir. Ismael Ivo'nun
üstün performasının etkileyiciliği her ne kadar diğer dansçıları
gölgelese de lago rolündeki dansçının da hakkı verilmeli. Sinsi
bir yılan gibi kullandığı bedeniyle gölgeler arasında kaldığı
anlarda bile kötülüğün enerjisini yaymakta oldukça ustaydı,
lago'nun Othello'ya oynadığı oyun, onun haddini bilmeyen bir
siyaha gösterilen şoven bir tepkidir, karşasındaki fiziksel gücün
şiddetinden korkusu ve batının 'akılcı' düşünme tarzı onu açık
bir meydan okumadan alıkoyar. bir yabancı değil kendisi
olmalıdır başta. Bu nedenle Othello'nun Desdemona'yı ve
kendisini öldürmesini sağlamıştır. Ancak bu onu tatmin eden
amacına ulaştıran bir son değildir. Kara elbiselerini gjymeden
önce karşımızda çırılçıplak kaldığında sönük bir ikitidar sergiler.
Toplumun dışına itilen, yabancılanan birdir artık. 'Akılcı' ve
'erdemli' beyazların dünyasında 'suçlu' ve 'kara' biri olmuştur.
Tıpkı barbar olarak nitelediği Othello'nun konumundadır. Bu
bağlamda Kresnik'in bakış açısıyla yalnızca Othello'nun
tragedyası değil lago'nun kendi ayağına dolanan oyunu da
sahnededir.
a
Cinsellik iktidardır ve tüm iktidarlar yapısal olarak
saldırgandır.4
Camille Paglia
erkeğe karşı rekabet etme hakkı vardır.5 Herkesin
kahramanlığına saygı duyduğu Othello ile birleşmelerinde bir
egemenlik başka bir egemenliğin içinde erir. Bu birleşme
Desdemona'nın zaferidir.
pe
cy
"Tragedya erkeğe ait bir yükseliş ve düşüş paradigmasıdır;
dramatik ve cinsel doruğun bulanık bir benzerlik içinde olduğu
grafiktir" diyor5 Camille Paglia. Johann Kresnik'in yönettiği
Othello da bir erkekler tragedyası. Yönetmen, Shakespeare
dönemindeki gibi tüm rolleri erkeklerin oynadığı bu tragedyayı
yorumlarken, o dönemden farklı olarak kadın kılığına
sokmamış oyuncularını. Giysiler, belli bir cinsiyetin göstergesi
olmaktan çok bu belirgin kodlamayı yadsımakta, tüm
göstergeler bedeninin enerjisine ve sahnenin olanaklarına
yüklenmekteydi. Irk ayrımının altının çizildiği oyunda bir erkek
ya da kadın olmak değil bir siyah ya da beyaz olmak, bir
yabancı olmak sorunu önem taşımaktaydı.
Akıl dışı kıskançlık öyküsünün, günümüz topmununun yabancı
sorununa, şiddeti doğuran erkek hırsına, toplumsal ahlâkın
sorgulanmasına dönüştürüldüğü Othello'da Shakespeare'i
çağdaş bir gözle okuma ve yorumlamanın iyi bir örneğini
izledik.
Sahnelemede kullanılan malzemenin metal olması, yerdeki
kuma sıklıkla kırmızı tonda vuran ışığın kanı çağrıştırması,
dançıların sıradan bir enstrümanmışcasına kullandığı kelepçeyi
andıran metal çengeller ve bu çengellerden oluşturulan
Othello'nun zafer salıncağı; tüm bunlar erkek egemen
toplumun şiddetini yansıtmaya hizmet ediyordu. Gerek müzik
gerek sahnedeki görüntülerde şiddet ve cinsellik iç içeydi.
Desdemona'yı beyazların dünyasında bir siyah/bir yabancı olan
Othello seçmez. Seçimi yapan Desdemona'dır. Purosundan
dumanlar savuran Desdemona, seçimini yapan bir patrondur.
Gücün, iktidarın kızıdır. Prometean çatışma ve zaptetme
yasasına göre kadının isteğine el koyma ve erkeğin kurallarıyla
Tüm oyuncuların sahnede sürekli bulunmaları ve erkek
egemen topluluktan, bu topluluğa has şiddet sahneleri
göstermeleri, iktidardaki insanların ikiyüzlülüğünü sergilemeleri
sert birer resim özelliği taşımaktaydı. Bu sert resimlerle
Ivo'nun gösteriği durumlar pekişmekteydi. Ivo bileğinin
gücünü, koro ise akılcılığın gücünü sergilemekteydi.
Bütün silahlı peygamberler başarıya ulaşır, silahsızlar
yenilgiye uğrar.7
Machiavilli
Shakespeare'i yaratıcı okumanın çarpıcı ve apayrı uçlarda iki
örneğini oluşturan Kral Lear ve Othello'dan sonra festivalin
Shakespeare sacayağını oluşturan Bir Ata Krallığım ödenekli
tiyatroların bu sezonda sahnelediği en çarpıcı yapımdı. Ancak
festivale genel olarak baktığımız da Avrupa'dan gelen
görkemli yapımlar Bir Ata Krallığım'ın şanssızlığı oldu
diyebiliriz.
Başar Sabuncu Kral Lear, Julıus Ceasar, Hamlet, Macbeth ve III
Richard'ı esas alarak, IV. Henry, Troilos ve Kressida, II. Richard,
Corialanius, Atinalı Timon, Cymbeline, Antonius ve Kleopatra,
Fırtına ve Nasıl Hoşunuza Giderse'den repliklerle ve 55, 66, 94,
121 ve 129 sonelerle desteklediği kurgusunu iktidar ve şiddet
temasına dayandırmaktaydı. Esas olarak alınan beş oyunun
iktidar ve şiddeti yansıtan bölümlerinin eklenmesiyle amaca
uygun bir metin elde edilmişti.
Sahnede 'grunge' bir atmosferde, sert ve yer yer akrobatik
oynayan oyuncularla, işlevsel olarak kullanılan kazadan çıkmış
35
Ekonomik ve sosyal dengelerin alt üst olduğu ülkemizde Bir
Ata Krallığım'la sahnede; meclisteki silahlı vekillerimizin
iletişim yolu olarak şiddeti seçmelerini, oyun içinde oyunla
çeteleşen yapılanmayı, siyasi amaçların her türlü ülkünün
önüne geçişini izledik. Oyun, "Çağdaşımız Shakespeare" ve
"Çağdaşımız Makyavel"8 bir sentezi, sanatın iktidara bir
yanıtıydı...
pe
cy
a
eski bir Amerikan araabasının yardımıyla bugünden çok yarının
dünyasına Shakespeare'in sözleriyle bir yolculuk yapılmaktaydı.
Tüm sertliğe karşın oyuncalar replikleri manzume okurcasına
'teatral' bir havayla söylüyor, bu da ironik bir durum
yaratıyordu. Müzik, ışık, dekor ve Şehir Tiyatroları'nın bu yıl
tercih ettiği kostüm anlayışı (Metro Canavarı ve Oidipus
koroları) -bunun en iyi örtüştüğü oyun Bir Ata Krallığım'dıoyunun amacı doğrultusunda son derece yerinde kullanılmıştı.
Oyunun en çarpıcı sahnelerinden biri Kral Lear'ın ülkesini kızları
arasında paylaştırdığı ilk sahneydi. Ülkeyi bölüşen kardeşlerin
ve onların maiyetlerini simgeleyen oyuncuların aralarındaki
halat çekme yarışması iktidarın paylaşım savaşımını görsel
olarak alabildiğine açık yansıtmaytaydı. Cadıların koro olarak
kullanılması, aynı oyuncuların üstlendiği Lady Macbeth, Regan
ve Goneril rollerinde görülen kadının şiddetini
pekiştirmekteydi. Polonius tiplemesi ve Polonius'u oynayan
oyuncunun üstlendiği diğer Makyevilist devlet adamı rolleri de
iktidar yolundaki hırslı insanların kullandıkları maşa tiplemesini
başarıyla çiziyordu. İsteklerini pek fazla sezdirmeyen, kendine
küçük hesapları olan iktidarda uykusuz kalmaktansa, uykusuz
kalanın yanında keyif sürmeyi tercih eden devlet adamları...
Ismael Ivo kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle diyordu; "Bana
göre sanatın sermayesi kişinin öncelikle ortaya atılan soruyu
kavrayabilmesidir. Rolü değil." Bir Ata Krallığımın lokomotif
oyun kişileri olan Hamlet ve Macbeth'de iste böyle bir sorun
seziliyordu. Ortaya atılan iktidar, şiddet ve buna bağlı olarak
bireyin çürümesiyken algılananın yalnızca şiddet olduğu
geçiliyordu izleyiciye. Oysa ki şiddet iktidara giden yolda
donanımı yetersiz insanların başvurduğu eylemdir.
Shakespeare'in kişileri, plastik tipler değil yaşayan
karakterlerdir, eylemleri gerçekleştirenler bir nedensellik zinciri
de kurarlar. Shakespeare'i bugün de ayakta tutan unsurlardan
biri, gerçekçi bakış açısıyla gözlediği 'insan' tüm yönleri ile ele
almasıdır.
36
"Tiyatroda ahlaki açıdan görevimiz çağımıza ayna tutmak,
demokrasinin nerede yanlış gittiğini, nerede tehlike
oluşturduğunu göstermektir... Avrupa ülkelerinde şu sıralar
adalette tehlikeli çalkantılar var. Bu inanılmaz. İşte tiyatronun
görevleri buna karşı olmak, çalışmayı sürdürmek... Politikacılar
için tiyatrodan vazgeçmek çok kolay olacak. Silinen bir tiyatro
bir daha var olmayacak." sözlerinde Johann Kresnik, ülkemiz
gerçekleriyle bire bir örtüşen bir durum saptaması
yapmaktadır. Sevincirici olan 'kültür'ü tanımayan bir bakanlığa,
nereye gittiği belirsiz bir iktidar kavgasanın ortasında olmamıza
karşın, 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali çerçevesinde
böylesi güncel bir temanın programa alınabilmesi ve kesintiye
uğramadan uygulanabilmesiydi. Tiyatro 'demokrasi'nin 'nerede
yanlış gittiğini" ve "nerede tehlike oluştuğunu" göstererek
toplumsal eleştiri görevini yerine getirdi. Artık sıra
yöneticilerimizde..
1 Paglia, Camille. Çev. Turgut Berkes. "Cinsellik ve Şiddet ya da Doğa ve Sanat". İyi Şeyler
Yayıncılık. İstanbul. 1997. s. 91
2 Hançerlioğlu, Orhan. "Felsefe Ansiklopedisi", 7 cilt. Zor Maddesi. Remzi Kitabevi,
İstanbul. 1974
3 Hançerlioğlu, Orhan. "Felsefe Ansiklopedisi" 4. cilt. Makyevelizm maddesi. Remzi
Kitabevi. İstanbul. 1974
4 Paglia, Camille. Çev. Turgut Berkes. "Cinsellik ve Şiddet ya da Doğa ve Sanat". İyi Şeyler
Yayıncılık. İstanbul. 1997. s. 19
5 a.g.e. s. 61
6 a.g.e. s. 25
7 Russell, Bertrand. Çev. Muammer Sencer. "Batı Felsefesi Tarihi" Cilt II. Say Yayınları.
İstanbul. 1996. s. 249
8 Fuat, Memet. "Çağdaşımız Makyevel". Adam Yayınları. İstanbul. 1992.
İNCELEME
RusyaTiyatro Sanatları Akademisi -Gitis/Rati- Mostova
OYUNCU EĞİTİMİNE
ÖRNEK BİR OKUL
Ayla
Kapan
olmak üzere hemen bütün rejisörlerin yetiştiği GİTİS'de eğitim,
"stüdyo" tarzı bir yapıda veriliyor. Bu sistem içinde, bizim
tiyatro okullarımızda "Sahne Bilgisi, Mimik-Rol, Doğaçlama,
Role Hazırlık, Sahne Çalışması, Oyunculuk, Sahne vb." isimler
altında verilen "esas meslek dersleri"nin tümü, tek bir ders
başlığı altında, "Oyunculuk Sanat Dersi"nde verilir. Bu dersleri
dört-beş kişilik bir "hocalar ekibi" yürütür. Oyuncu adayının
eğitiminde yakın düşünen bu hocalar, yıllardır birlikte çalışan
ve birbirini iyi tanıyan bireylerden oluşur. Her ekibin başında
genellikle Rus ve dünya tiyatrosunun bildiği bir "rejisör-şef"
hoca bulunur. Bu hoca, hangi öğrencilerin seçileceği, nasıl bir
eğitim planı uygulanacağı ve hangi oyunların sahneleneceği
gibi konularda son söz sahibidir. Mesleki kariyer açısından,
oyuncunun ve rejisörün hangi okuldan değil, hangi hocanın
sınıfından mezun olduğu daha önemlidir. Bu hocalar ekibi,
öğrencilerin seçimlerinden mezuniyetlerine kadar,
öğrenci-oyuncularla dört yıl, öğrenci-rejisörlerle beş yıl
süresinci çalışır, ancak onların mezuniyetinden sonra yeni bir
sınıf oluştururlar. Yardımcı meslek dersleri hocaları ise okulun
tüm bölümlerinin öğrencilerine ders verirler(2)
a
Rus tiyatro adamı K.S. Stanislavskiy sayesinde ilk kez tiyatro
oyuncusunun eğitimi belli bir sistem ve program kapsamında
yürütülmeye başlar. Böylece oyuncunun eğitimi tiyatronun
vazgeçilmez koşulu haline gelir. Geleneğe dayanan yapısıyla
etkili ve güçlü bir tiyatro yaşantısına sahip olan Rus tiyatro
okulları K.S. Stanislavskiy öğretisini temel alırlar. Aralarında
bazı ayrımlar bulunmasına karşı, eğitimin genel yapısı hemen
tüm okullarda benzerlik gösterir. Türkiye'de oyuncu yetiştiren
okullardan oldukça farklı olan bu yapıyı, 1992-95 yıllarında
doktora yaptığım "Rusya Tiyatro Sanatları Akademisi
(GlTlS/RATl)"nin eğitimiyle örnekleyerek tanıtmak istiyorum.
pe
cy
1878'de bir Müzikal-Drama okulu olarak kurulan ve bugün,
Rusya Tiyatro Sanatları Akademisi olarak bilinen RATİ/GİTİS,
Rusya'nın, tiyatronun her dalında uzman yetiştiren en eski
okulu olma özelliğini taşıyor. Bu dallar şu "bölüm'ler altında
toplanıyor; (1)
Dramatik tiyatroya ve sinemaya oyuncu yetiştiren "Aktörlük
Bölümü" (eğitim süresi 4 yıl); dramatik tiyatro rejisörü ile
dramatik tiyatro ve sinema için oyuncu yetiştiren "Drama
Rejisörlüğü Bölümü" (eğitim süresi rejisörler için 5, oyuncular
için 4 yıl); sirk rejisörü yetiştiren "Sirk Rejisörlüğü Bölümü"
(eğitim süresi 5 yıl); varyete tiyatrosu için oyuncu, rejisör,
eleştirmen, tarihçi ve ses teknikleriyle, yönetmen yetiştiren
"Varyete Bölümü" (eğitim süresi 5 yıl); müzikal tiyatro
oyuncusu ve rejisörü yetiştiren "Müzikal Tiyatro Bölümü"
(eğitim süresi 5 yıl); bale ve koreografi dallarında eğitmen
yetiştiren "Koreografi Bölümü" (eğitim süresi 5 yıl); dekor,
kostüm ve ışık dallarının tümünü içine alan sahne tasarımcısı
yetiştiren "Sahne Tasarımı Bölümü" (eğitim süresi 6 yıl); tiyatro
eleştirmeni (kuramcısı) ve tiyatro tarihçisi yetiştiren "Tiyatro
Sanatı Bilimi Bölümü" (eğitim süresi 5 yıl); sanat prodüktörü
yetiştiren "Tiyatro Prodüktörlüğü Bölümü"dür (eğitim süresi 5
yıl).
GİTİS'de oyuncular, oyunculuk ve rejisörlük olmak üzere iki
ayrı bölümde yetiştiriliyor. Bazı farklılıkları bulunmasına
rağmen her iki bölümde de, benzer bir eğitim programı
uygulanır. Oyunculuk Bölümü'nde yalnızca oyunculuk
öğrencileri (15-20 kişi), diğer bölümde ise oyunculuk ve
rejisörlük öğrencileri (15-20 oyunculuk öğrencisi, 5-10 rejisör
öğrenci) birlikte eğitim görürler.
Rusya'da pek çok oyuncunun ve Sovyetler Birliği de dahil
ÖĞRENCİ SEÇME SINAVI
K.S. Stanislavskiy'nin asistanlarından G.V. Kristi "Bir tiyatro
okulundaki çalışmaların başarılı olması çoğunlukla, öğrenci
seçiminin doğru yapılmasına bağlıdır"(3) diyor. Bu anlayıştan
yola çakılarak olsa gerek, GİTİS'de öğrenci seçimleri bizde
olduğu gibi üç-beş gün içinde değil, yaklaşık üç ay gibi bir
süreye yayılarak yapılır. (Genellikle nisan-haziran aylarında.)
Oyuncu olmak isteyen adayların sayısı "Şef" hocanın ünüyle
bağlantılı olarak azalır ya da çoğalır. Yani çok seçkin ve "iyi
hoca, iyi rejisör" olduğuna inanılan şeflerin çok sayıda isteklisi
olur. Bu nedenle birkaç yıl sınava girmeyi erteleyen adaylar bile
vardır.
Nisan ayından başlayarak her cumartesi, pazar ya da pazartesi
günlerinden birinde veya ikisinde belli saatlerde adayların
beklenildiği gazetelerde, tiyatro merkezlerinde, diğer tiyatro
okullarıyla, GİTİS'de duyurulur. Adaylardan sınav için bir şiir,
komik bir öykü, bir anlatı ve herhangi bir piyesten kısa bir
parça ya da bir monolog hazırlamaları istenir. Parçaların, klasik
ve çağdaş Rus eserleriyle, yabancı ülkelerin eserleri olarak
çeşitlilik göstermesi gerektiği belirtilir. Ayrıca seçimlerinde yol
göstericisi olması için, bilinen tüm klasik-çağdaş Rus ve
Sovyet yazarlarının piyeslerini ve dünya yazarlarından örn:
Lope de Vega, W. Shakespeare, Moliere, Arthur Miller, Bertolt
37
a
sonraki aşamaya kalacağına karar verilir. O gün gelen tüm
adayların izlenmesinden sonra, ikinci aşamaya kalanlar
duyurulur. (Genellikle katılanların 3/2'si oranında).
cy
Brecht gibi isimleri kapsayan, yaklaşık 25 piyesin ve okunması
zorunlu olan kitapların listesi ilan edilir; (K.S. Stanislavskiy'nin
kitapları, Aristoteles'in 'Poetika'sı, Didero'nun 'Aktörlük Sanatı
Üzerine' vb.)
pe
Kız adayların 23, erkek adayların 25 yaşından (oyuncu adayının
yaşının küçüklüğü ve deneyimsizliği tercih edilmesinde rol
oyunuyor) büyük olmaması gereken sınav dört aşamada
gerçekleşir; Sınavın çok aşamalı olması ve aşamalar arasında
yaklaşık bir aya gibi bir sürenin bulunmasıyla, öncelikle kuşku
duyulanlar için bir sonraki turda tekrar düşünme, gözleme
fırsatı yaratılmış olur.
Sınavın ilk üç aşamasında, yalnızca oyunculuk sanatı dersi
hocalarından oluşan komisyon tarafından adayların, oyunculuk
yetenekleri ve yeterlilikleri ölçülür.
Adaylar kendileri için uygun buldukları bir günde sınava gelirler
ve beşer kişilik gruplar halinde sınav salonuna alınırlar.Her
aday, diğer adayların sınavını komisyonla birlikte izler. Birinci
aşamada, adaylarla, onları genel olarak tanımaya ve genel bir
izlenim edinmeye yönelik olan kısa bir görüşme yapılır.
(Nereden gemiş, neden oyuncu olmak istiyor, bugüne kadar
neler yapmış vb.) Daha sonra komisyonun isteğine göre
hazırladıklarının birkaçı ya da tamamı izlenir. Her aşamada,
adaydan, parçaları "bir bilenle" çalışmadan, belli bir "reji"
uygulaması yapmadan, yalnızca anlatımsal olarak ifade etmesi
istenir. Metinleri "kendinden" yola çıkarak anlatması, böylece
adayın içtenliğinin, doğallığının ölçülmesi amaçlanır. Bu
nedenle sınava biri tarafından hazırlandığı gözlemlenen
adaylardan, "Buraya nasıl geldiniz, başınızdan geçen ilginç bir
olayı, sevdiğiniz bir tatlıyı anlatır mısınız?" gibi basit soruları
yanıtlaması istenir. Her grubun arkasından kimlerin daha
38
ikinci aşamada da ilk aşamaya benzer bir sınav yapılır. Aday
kısaca kendini hatırlattıktan sonra parçalarını gösterir, bir şarkı
söyler. (Bir müzik aleti çalabiliyorsa, bunun eşliğinde söylemesi
tercih edilir). Üçüncü aşamaya kalanlara da sonuç aynı gün
bildirilir ve ne zaman gelmeleri gerektiği söylenir.
Üçüncü aşamaya genellikle alınmak istenenin iki katı kadar
aday kalır. (40-50 kişi), her adaya bir kez daha bakılır. Bu
aşamayı da geçen adaylar, dördüncü aşamadaki sınavlara
girerler.
Dördüncü aşama, adayın sınanmasıyla, bir psikolog kontrolünü
kapsar. Bu aşamanın önemli safhalarından biri de
oluşturulacak olan sınıfın birlikte değerlendirilmesidir, "her
sınıf, kendi içinde bir bütün olduğundan, eğitimleri süresince
birlikte 4-5 oyun sahneleyeceğinden ve belki de mezun
olduktan sonra yıllarca bir arada çalışacak bir tiyatro
topluluğunun, bir kollektifin başlangıcıdır" diye düşünüldüğü
için, sınıfın farklı özellikleriyle birbirini tamamlayan bireylerden
oluşturulmasına özen gösterilir. Son aşamadaki komisyonların
ve oyunculuk sanatı dersi hocalarının tartışması sonucunda
kazanan öğrenciler belirlenmiş olur.
ilk yıl "baraj" yılıdır. Başarılı bulunmayan öğrencilerden
bazılarının birinci dönem, bazılarının da yıl sonunda okulla
ilişiği kesilir. Bu yılı geçen öğrenciler için artık yıl kaybetme ya
da mezun olamama riski büyük ölçüde azalır.
GİTİS'de dersler 1 eylülde başlar, mayıs ayı sonunda biter. Yıl
pe
cy
a
sonu sınavları haziran ayındadır. Cumartesi günleri de dahil,
haftanın altı günü, dersler, sabah 8:30'da başlar gece 23:00
dolaylarında biter.
hocası öğrencilere değerlendirmeleri aktarır.
Değerlendirmelerin grup halinde yapılmasının eğitimin önemli
bir parçası olduğu düşünülür.
Kuram derslerinde hocalar, her ders yılının başında öğrencilere
dersleriyle ilgili kaynaklar verirler. Not tutmak isteğe bırakılır.
Sınavın, bir sonuç değil eğitim sürecinin önemli bir aşaması
olarak görüldüğü GİTİS'de, yılda iki kez sınav yapılır. Kuram
derslerinde, yaklaşık sınavdan bir ay önce dersin hocası,
öğrencilere yüklü bir soru listesi verir ve sınavda nasıl cevap
verileceğiyle ilgili birkaç toplantı yapar. Bu toplantılarda hoca
her sorunun yanıtının ne olduğunu kısaca anlatır. Sınav günü,
GİTİS'in o derste uzman olan diğer hocalarından oluşan bir
komisyon kurulur. Yalnızca öğrencilerin değil, dersin hocasının
da sınandığı sınav salonuna öğrenciler gruplar halinde alınırlar
İki ya da üç soru çekerler. Kitapları ve ders notları
yanlarındadır. Yarım saat kadar yanıta hazırlanma zamanı
verilir. Daha sonra teker teker komisyonun önüne gelirler,
sözel olarak yanıtlarını verirler. Sınav sonrasında komisyon, her
öğrenciyi tartışır. Sonunda dersin hocası notları verir ve tüm
öğrencilere aynı gün sonuçları açıklar.
Bu stüdyo tarzındaki eğitimin en önemli açmazı, bir dersten
başarısız olan bir öğrencinin, o dersten kalmamasıdır. Çünkü,
öğrencinin kaldığı bir desri, bir sonraki sınıfla birlikte alması
pratik olarak mümkün değildir. Bu durumda öğrencinin
başarısız olmamasına çalışılır.
Oyunculuk Sanatı, Sahne Hareketi, Bio-Mekanik, Eskrim,
Ritmik, Sahne Konuşması, Dans, Vokal, Koro gibi uygulama
dersleriyle Yabancı Dil dersi sınavları da yine komisyon önünde
yapılır ve mutlaka bir gösteri niteliği taşır. Hoca, öğrencilerin yıl
içinde yaptıklarından seçerek, sınavın kurgusunu yapar. Birkaç
ders, sınav provası yapılır. Sınav, yine okulda o dersi veren
hocalardan ve Oyunculuk Sanatı Dersi hocalarından oluşan bir
komisyon, sınav yerinin elverdiği ölçüdeki bir izleyici topluluğu
ve öğrencilerin kendileri tarafından izlenir. Sınav sonrası o
dersin uzmanı hocalar, hem dersin hocası hem de tek tek
öğrencilerle ilgili görüşlerini tartışırlar. Daha sonra dersin
Diploma almak için her öğrencinin hem derslere devam etmiş,
hem de tüm sınavlarını vermiş olması gerekir. Sınava
girememiş öğrencinin sınavı başka bir günde yapılır. Bunların
dışında öğrenciler mezun olabilmek için, kendilerini
gösterebilecekleri bir ya da birkaç oyunda rol almış olmalılar.
Tiyatro sezonunda bir gecede yüzden fazla oyunun
izlenebildiği Moskova'da başarılı olmak için büyük bir yarışın
olduğu aşikâr. Oyuncu olmaya karar veren herkes en iyi olmak
zorunda. Eğitimin önemli özelliklerinden biri de hocaların
öğrencilerini yalnızca yetiştirmekle kalmayıp, her birinin iş
bulmaları konusunda da kendilerini sorumlu hissetmeleri ve
onlara yardımcı olmaları. 1996 yılında "Bilkent Uluslararası
Tiyatro Okulları Buluşması"na Aristophanes'in Lysistrata adlı
oyunuyla katılan L.Heyfits kursu öğrencilerinin tamamı
diplomalarını almadan bir işe yerleşmişlerdi bile
1. Bizdeki lisans karşılığı olan bu eğitim, lise eğitiminden sonra başlamaktadır.
2 Bu kural "Y. B. Vahtangov Devlet Akademi Tiyatrosu B.V. Şukin Yüksek Okulu'nda
farklı. Bu okulda her sınıfın bir "şef" hocası var. Bu hoca dört yıl süresince değişmiyor.
Diğer hocalar ise, tıpkı yardımcı meslek dersi hocalarının olduğu gibi her yıl şef hocanın
isteğine göre değişebiliyor.
3 G. Kristi, "Stanislavskiy Okulunda Aktörün Yetiştirilmesi", Moskova, "Sanat", 1978 s.
20.
39
MitosBOYUT Yayınları
Cilt l
BertoltBrecht
Kutsal Kitap/Baal (1919)/Baal (1922)/Baal'in Yaşam Öyküsü/Gecede
Trampet Sesleri/Düğün/Dilenci veya Ölü Köpekler/Şeytan Kovma/Lux
Tenebris'te/Balık Avı/Ova
Bütün Oyunları
Çalılık/Kentlerin Çalılığında/İngiliz Kralı İkinci Edward'ın Yaşamı/
Adam Adamdır (1926)/Adam Adamdır (1938)
Cilt 2
Cilt 3
Üç Kuruşluk Opera/Mahagonny/Mahagonny Kentinin Yükselişi ve
Düşüşü/Lindberglerin Uçuşu/Anlaşma Üzerine Badener Öğreti Oyunu/
Evet Diyen/Evet Diyen Hayır Diyen/Önlem (1930) / Önlem (1931)
Cilt 4
• Versiyonları ile birlikte 59 oyun,
Mezbahaların Kutsal Johanna'sı/Kuraldışı ve Kural/ Ana (1933) / Ana
(1938)
• Geniş ve ayrıntılı açıklamalar,
• Oyunlar üzerine Brecht'in yazıları,
• Toplamı, yaklaşık 5000 sayfa,
Cilt 5
Sivri Kafalılar Yuvarlak Kafalılar / Yuvarlak Kafalılar Sivri Kafalılar
Cilt 6
• Bez cilt, kuşe şömiz
Küçükburjuvanın Yedi Ölümcül Günahı / Horatier ve Kuriater / Carrar
Ananın Silahları / III. Reich'ın Korku ve Sefaleti.
Copyright, Suhrkamp Verlag
Türkiye Yayın Hakları, TEM Ltd.
Cilt 7
Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika Metni)/Galilei'nin
Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin Fiyati Nedir.
Cilt 8
cy
a
Cesaret Ana ve Çocukları / Lukullus'un Sorgulanması (1940)/
Lukullus'un Sorgulanması (1951)/Lukullus'un Mahkûmiyeti/Sezuan'ın
İyi İnsanı.
Birinci Kitap:
Cilt 7
Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika Metni)/Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin
Fiyatı Nedir. (Çeviren: Ahmet Cemal)
İkinci Kitap:
Cilt 10
Schweyk (Çev. Yücel Erten) / Malfi Düşesi. (Çev.
Filiz Ofluoğlu)
Cilt 9
Puntila Ağa ve Uşağı Matti / Arturo Ui'nin Yükselişi/ Simone Machard'ın Düşleri.
Cilt 10
Schweyk İkinci Dünya Savaşında / Malfi Düşesi.
Cilt 11
Kafkas Tebeşir Dairesi / Sofokles'in Antigone'si.
pe
Üçüncü Kitap:
Cilt 8
Cesaret Ana ve Çocukları (Çev. Ayşe Selen) / Lukullus'un Sorgulanması (1940)/Lukullus'un Sorgulan­
ması (195l)y'Lukullus'un Mahkûmiyeti (Çev. Ahmet
Cemal) / Sezuan'ın İyi İnsanı (Çev. Prof. Özdemir
Nutku)
YENİ
Cilt 12
Komün Günleri / Lenz'in Saray Danışmanı / Gerhart Hauptmann'ın
Kunduz Kürkü ve Kırmızı Horozu.
Cilt 13
Coriolanus/Anna Segers-Rouen'li Jeanne DArc'ın Davası (1431)/
Turandot veya Aklayıcıların Kongresi/Moliere'in Don Juan'ı/Ziller ve
Davullar.
KİTAPLAR
1. Turgay NAR / TOPLU OYUNLARI 1
Çöplük /Şehrazat'in Oyunu /Kuyu / Terzi Makası. Genç yazarın yayınlanmamış, ikisi kısa, 4 oyunu. (186 Syf., 1. hamur, 500.000 TL)
2. Eugene IONESCO / TOPLU OYUNLARI 2
Kel Şarkıcı (Kel Kantocu /Ders. (Çev. Prof. Hasan Anamur)
Absurd tiyatronun ilk iki örneği; Fransa'da iki oyunun da 30 yıldır gösterimi, aralıksız, sürüyor. (120 Syf., 1. hamur, 350.000 TL)
3. Ali BERKTAY / TİYATRO-DEVRİM ve MEYERHOLD
20. yüzyıl tiyatrosunun büyük kuramcısı Meyerhold'un yazmış olduğu tek kitap "Tiyatro" ile onun tiyatro kuramına ait
açıklamaları, görüşleri, yazıları, yaşamı ve yaşamının trajik sonuna ait 1989'da Rusya'da açıklanmış yeni belgeler birarada.
(480 Syf., 850.000 TL)
4 Tamer LEVENT / YA TUTARSA
İmgesel bir uzamda geçen oyunda, Nasreddin Hocamız, Don Kişot, Mahabarata Destanı kahramanları ile hoşgörünün,
barışın, erdemin yolunu gösteriyor. (60 Syf, 300.000 TL)
MitosBOYUT Yayınları / TEM Yapım Yayıncılık Ltd. Şti.
Ağa Çırağı Sok. 7/2 Gümüşsuyu-80090, İST. Tel. 249 87 37/38 - Fax. 249 02 18
İZDÜŞÜM
Levendoğlu
Tiyatro Festivalinin Değeri
Mayıs ayı sonlarında bizi sahneden sahneye sürükleyen o yoğun ama keyifli git-gel nasıl da
yaşamlarımızda bir geleneğe dönüşüvermiş. Oysa -bağımsız şenlik düzeninde- daha on yılı
doldurmamış olan Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kurumsal gelenekselleşme sürecinin
çocuk yaşlarında sayılır. Festival bir kez daha bir sanat yelidir estirdi İstanbul'da, birkaç hafta
öncelerde.
Kendi adıma, eleştirmen de olmadığımdan. Tiyatro Festivali'nde seçim yapmaksızın ne var
ne yok izlemek gibi bir yükümlülük duymuyorum. Ama bu yıl da, öncekilerde olduğu gibi,
izlediğim izlemediğimden fazla oldu. Büyük çoğunluk aynı düşüncedeydi, birkaç
eleştirmen/yazar da yazılarda dile getirdi bunu ama ben kendi bakışımı da katarak
yinelemek isterim: (İngiliz) Krallık Ulusal Tiyatrosu'nu, Berliner Ensemble'ı, Piccolo Teatro'yu
bir araya getirmekle bu Festival -yanlız bu başarısıyla bile- sanat ortamımızdaki seçkin yerini
pekiştirmenin yanı sıra uluslararası şenlikler arenasında saygınlığını da artırmıştır.
cy
a
Bu üç topluluğun sundukları oyunlar farklı çağların, kültürlerin ürünüydü; farklı içerikler,
biçemler, söylemler taşıyordu. Ama bir çizgide, tiyatro eyleminin her uzantısında katıksız
niteliği belirleyen çizgide, bileşiyorlardı. Beklentileri karşılamakla kalmayıp "sivrilen" bu üç
oyunun dışında Türkiye tiyatrolarından da, öteki topluluklardan da nitelikli yapımlar vardı
elbet. Onlara ilişkin değinmelere girmeyeceğim, çünkü bu özde, bir değerlendirme yazısı
değil. Aynı nedenle, geneldeki nitelik çizgisinin altında kaldığını düşündüğüm katılımları da
belirlemiyorum. Ancak belirtmek gerekir ki böylesi geniş çaplı sanatsal düzenlemelerde tüm
yer alanların hedefi göbekten vurmaları beklenmez, beklenemez. Gelmek istediğim nokta
şu: Kimi eksisi ama onları kat kat aşan artılarıyla karşımıza gelen bu Festival'i
gerçekleştirenlere, bu ülkedeki değerbilir tiyatro insanlarının gönül borcu duyduklarına
inanıyorum. Çünkü Tiyatro Festivali izleyiciye üst düzeyde bir tiyatro buluşmasını sunmanın
yanı sıra sanatsal kurumlaşma alanında ülke ölçülerinin üstünde bir başarıyı gerçekleştiriyor.
Benzer bir değerlendirme Uluslararası İstanbul Festivali çatısı altındaki Caz, Film ve özellikle
Müzik festivalleri için de yapılabilir sanırım. Ama Tiyatro Festivali'nin daha sınırlı olanaklarla
gerçekleştiği de göz ardı edilmemeli: Parasal gücü daha az; yönetim kadrosu daha kısıtlı;
gerçekçi ölçülerde ancak bu yıl bir parasal destekçisinin (sponsorunun) olabildiği
söylenebilir. Kullanabildiği sahnelerin yetersizliği, değişmeyen bir etken. Türkiye'den
katılımların belirlenme sürecinde baskılar, çekişmeler, karşıtlıklar gibi olgular hep var. Proje
olarak kabul edilmiş (başka deyişle ısmarlama) yapımların fos çıkması riski alınma zorunda
vb. Tüm bunlarla birlikte düşünüldüğünde, gözlerdeki değeri artacaktır.
İşin bir yanına daha değinmeden edemeyeceğim: Her yıl Festival sürecinde bir de
"beğenmeme", daha doğrusu "beğenmemeye koşullu ya da endeksli olma" olgusu izlenir.
Bu yılki programa söylenebilecek olumsuz şeyler (kanımca) az olduğundan, söz konusu
olgunun göstergeleri de azdı, ama yok değildi.
pe
Ahmet
Söz konusu tutumu çözmeye, anlamlandırmaya çalıştım. Davranışın kaynakları düşüncemde
şu noktalarda toplandı:
- "Beğenmemekle bilgiç görünürüm" sanısı. (Buna göre, beğenilmeyen ne denli ünlü ya da
"büyük" olursa, bilgiçlik taslamanın "getirisi" o denli artıyor.)
- (Yabancı yapımlar bağlamında) "Yabancı hayranı olmama" popüler söylemine yaslanarak
beğenmezlik ahkâmı kesme; bundan kişisel "prim" umma. (Eklemeliyim ki körü körüne bir
yabancı hayranlığına elbette aklı başında herkes denli karşıyım. Ama bunun öteki ucu olan
bilinçli ya da bilinçsiz şovenizmi en az öteki denli tehlikeli görerek.)
- Doğrudan doğruya iyi ile kötüyü ayırt edememe durumu.
Hangi kişisel dürtüye ya da eksikliğe dayalı olursa olsun burun kıvırma çıkmaz sokağına girip
önümüzdeki bir "nimet''ten yararlanmayı ıskalamak yazık değil mi? En çok yararlanması
gerekenler de bir anlamda "ev sahibi" olan tiyatro insanlarımız değil mi?
Yine de bu yazı olumsuz değil, olumlu bir nokta istiyor. Onu koyalım: Yukarıda belirtilen
artılarının dışında Tiyatro Festivali'nin, yıllardır dünya tiyatrosunun iyi örneklerinin kendi
tiyatrolarımızın anlayışlarına yansımalarına da aracılık ettiğinin ben tanığıyım. İlginçtir, kimi
beğenmeme takıntılıların çalışmalarına bile. Dikkat edilsin "yansıma"dan söz ediyorum:
Öykünme, kopyalama, çalma değil, yansıma. Kültürlerarası Etkileşim adlı çokça sözü edilen
olgunun özü de bu değil mi?
Nice tiyatrolu Mayıs gecelerine
41
DRAMATURJİ VE TİYATRO
ELEŞTİRMENLİĞİ DALINDA
YENİ YÖNELİŞLER
Fakiye Özsoysal Çavuş
I.Ü. Tiyatro Bölümü Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Anabilim Dalı, 1992 yılında
Prof. Dr. Zehra Ipşiroğlu'nun başkanlığında ve Yrd. Dç. Dr. Dikmen Gürün Uçarer'in
işbirliğinde, Yüksek Lisans Programıyla eğitime başlamış yeni bir bölüm. 1994'ten
bu yana da lisans programıyla eğitim ve öğretim devam etmekte. Ülkemizde tiyatro
alanında eksikliği duyulan kuramsal ve düşünsel alt yapıyı kurmayı, tiyatro
araştırmacısı, dramaturg, tiyatro eleştirmeni yetiştirmeyi amaçlayan ve bu alanda
nitelikli insanların yetişmesine katkıda bulunmayı hedefleyen Tiyatro Bölümü
önümüzdeki yıl ilk mezunlarını veriyor.
pe
cy
a
Hedefleri doğrultusunda Dramaturji
Anabilim Dalı'nın uyguladığı eğitim
sistemi, ezberci ya da fotokopili eğitim
denilen sisteme alternatif oluşturacak,
öğrenci odaklı bir sistem. Bölüm
öğrencileri araştırma yapma,
kütüphanelere gitme, araştırmalarını,
araştırma ödevi denilen bir çeşit küçük
tezler halinde yazmaya yönlendirilmekte.
Böylece yazılı, vize adı altında yapılan
sınavlar neredeyse hiç uygulanmıyor. Bu
tür bir çalışmanın verimli yürümesi için de
öğrenci kontenjanı 12 kişiyi aşmayacak
biçimde sınırlandırılıyor. Durum böyle
olunca, öğrencinin devam zorunluluğu ve
kendini bu işe tam anlamıyla adamış
olması büyük önem kazanıyor. Öğrenci
sayısının az olması araştırmaların sağlıklı
değerlendirilebilmesi, öğrenci-öğretmen
ilişkisinin yakınlığı, öğrenciyi tanıma ve
takip etme açısından da bir avantaj.
Öğrencilerini ÖSS sınavından sonra ön
kayıt sistemi ve yetenek sınavıyla alan I.Ü.
Tiyatro Bölümü'ne ÖSS eşit ağırlıklı ya da
sözel puanı 125 ve üzeri olan öğrenciler
Haziran ayı başında başvurabilirler.
Genellikle ÖSYM sınavından önce yapılan
Tiyatro Bölümü giriş sınavı, üç aşamalı bir
sınav ve eleme usulüyle öğrenci seçiliyor.
Tiyatro alanında dilimizde yazılmış
kuramsal kitapların halen yetersiz olması,
bölüm öğrencisinin çalışmalarında yabancı
kaynakçaya başvurmasını gerekli
kıldığından, Giriş Sınavının ilk aşaması
yabancı dil sınavı oluyor. Ayrıca tiyatro
42
alanındaki gelişmeleri izleyebilmek için de
öğrencinin bir yabancı dili iyi bilmesi
gerekmekte. Yabancı dillerinden birinden
aday, daha çok okuma, anlama ve çeviriye
dayalı bir sınavdan geçtikten sonra, Bilim
Sınavına en sonunda da Sözlü Sınava
alınıyor. Bilim Sınavında adayın yazı yazma
ve düşünce geliştirme yeteneği, tiyatro
alanındaki alt yapısı ölçülmeye çalışılıyor.
Buna göre sınavda adayın bilgisini
doğrudan olduğu gibi aktarmayacağı ama
yorum, görüş ortaya koyabileceği sorular
adayların tanınması, Bilim Sınavında
yazdıklarını temellendirebilmesi önem
kazanıyor.
DERS PROGRAMI VE UYGULANAN
YÖNTEMLER
I.Ü. Tiyatro Bölümü, 4 yıllık programında
temel eğitim olarak görülen ilk iki yıl daha
çok kuramsal ağırlıklı ilerlerken, üç ve
dördüncü yıllarda dışarda uygulamaya
yönelik çalışmalar yoğunluk gösteriyor.
Uygulanan sistem içinde yaratıcılığı
geliştirici çalışmalara önem veriliyor.
Yaratıcı yazma derslerinin yanı sıra, her
ders için öğrencinin hazırladığı araştırma
ödevi çalışması da çeşitli yazma
biçimlerinin denendiği, öğrencinin bulduğu
kaynaktan olduğu gibi aktarmadığı ama
yorum, görüş, düşünce ortaya koyabildiği
çalışmalar oluyor. Zaten verilen ödevin
içeriği bunu sağlayacak biçimde sunuluyor
öğrenciye.
Ders programı her yıl ana başlıklar
korunarak ama içeriklerde farklılıklar
olabilecek esnekliğe sahip. Zaten öğretim
üyelerinden de her yıl aynı dersi vermeleri
beklenmemekte. Bu da kuşkusuz, öğretim
üyesinin de kendini geliştirmesi, her yıl
farklı araştırmalara girmesi, dersini
zenginleştirmesi anlamına geliyor.
DERSLERDEN ÖRNEKLER
Genel ders programında içeriğin bir
bütünlük içinde olmasına dikkat ediliyor.
Birbiriyle uyumlu ve birbirini tamamlayan
dersler söz konusu. Öğretim üyeleri de bu
açıdan bir işbirliği içerisinde çalışmaktalar.
Örneğin ikinci yıl okutulan "Dramaturji"
dersinin içeriği Uyarlama ve
Yorumlamalara ağırlık verirken, "Tiyatro
Eleştirisi" dersinde okutulan edebiyat
kuramları ve oyunlar üzerinde uygulanması
birbirlerini tamamlar bir işlev görüyorlar.
1. sınıfta genel yöntemlerin uygulandığı
"Dramaturjiye Giriş" dersi ikinci yıl
uyarlama, yorumlama, çeşitli
yönetmenlerin farklı yorumlarının
görülmesiyle bir adım daha ilerlerken
üçüncü sene ele alınan bir oyunun
metinsel dramaturjisini yapabiliyor öğrenci,
dördüncü yılsa tamamiyle uygulamaya
yönelik tiyatroda bir çeşit staj denebilecek
çalışmalara giriyor ve sahne dramaturjisini
de her şeyiyle yaparak bir tez hazırlıyor.
YABANCI KONUKLAR
Ders programında her yıl bölüm dışından
ve ayrıca yurtdışından da konuk öğretim
üyeleri tiyatroyla ilgili kendi uzmanlık
alanlarında dönemlik ya da yıllık dersler
vermekteler. Bölüm dersleri dahilinde
dersin içeriğini tamamlayacak etkinlikler
kapsamında çeşitli tiyatro yazarları,
oyuncular, tiyatro uzmanları, dramaturg ve
yönetmenler de konuk ediliyor.
Kendileriyle tartışma ve sohbetler yapılıyor.
Öğrenciler bu tür seminerlere önceden
hazırlanarak katılıyor ve protokol
tutuyorlar. Ayrıca öğrenciler, yabancı
kültür merkezleriyle ortaklaşa düzenlenen
sempozyum ve paneller aracılığıyla çeşitli
tiyatro insanlarıyla tanışma, söyleşi yapma,
yurtdışından burs sağlama olanaklarını da
bulabiliyorlar.
pe
cy
a
Aynı şekilde tiyatro eleştirisi de ilk yıl daha
çok yaratıcı yazma, yazma biçimleri,
deneme, ropörtaj, mektup, öykü, roman,
şiirden oyunlaştırma, sinema, tiyatro dili
benzeri yazmaya dayalı çalışmaları
içerirken, ikinci yıl; eleştiri biçimleri,
metinsel eleştiri bazında sanat felsefesini
de işin içine katan kuramsal ağırlıklı
işleniyor. Üçüncü yıl; oyuna gitme üzerine
eleştiri yazma pratikleri, sahne eleştirisi
yapılıyor ve dördüncü yıl deneysel
çalışmalar ve 20 yüzyıl sanat felsefesi ve
pratiğinde eleştirinin geldiği noktadan
denemelere, farklı eleştiri yazma
biçimlerine giriliyor. Yerli yabancı dergi ve
gazetelerden eleştirilerin toparlanarak,
eleştiri ya da tanıtım yazılarının özellikle
batıda nasıl bir çizgide ilerlediği
araştırılıyor, bunlar geliştiriliyor ve yeni
eleştiri yazma biçimleri ortaya koyabilecek
duruma gelinmesine çalışılıyor.
Öğrenciler araştırmayı tamamladıklarında
kendi makalelerinden oluşan bir kitap
olarak yayımlanacak. Bu derste araştırma
yapılan her alanın (özel tiyatrolar, ödenekli
tiyatrolar, amatör tiyatrolar, çocuk
tiyatroları gibi) Tespit edilen sorunlarına
dair kişilerle ropörtajlara gidilmesi, dergi,
gazete, makale tarama, oyun listeleri
oluşturma, 80'li yılların kültürel ortamına
dair kitapların, postmodernizm üzerine
kitapların okunması, 90'larda nelerin
değiştiğinin, sosyo-politik, kültürel arka
plan dahilinde bulgulanması,
değerlendirilmesi, daha sonraysa
araştırmaların incelemelirin, görüş ortaya
koyacak biçimde yazıya aktarılması
çalışmaları yapılmakta.Dolayısıyla
öğrenciye teorik araştırma içinde pratik bir
alan açma yönüne gidilmiş oluyor ve
öğrenci aktif kılınıyor.
Dramaturji ve Tiyatro Eleştirisinin yanı sıra,
dünya ve Türk tiyatrosu, tiyatro adamları,
yöntemleri, bunların nasıl
geliştirilebileceği, ışık, dekor, makyaj,
mekân bilgisi, reji tarihi, oyuncu
dramaturjisi, izleyici dramaturjisi,
sahneleme teknikleri, oyun yazarlığı
benzeri dersler de program dahilinde.
Bütün bunlar öğrenciye kuru bilgiler
halinde sunulmuyor, öğrencinin araştırma
yaparak bilgiye ulaşması ve bunu
değerlendirebilmesi için rehberlik yapılıyor
diyebiliriz. Bu nedenle öğrenci odaklı bir
sistem diyoruz. Hazır bilgi verilmiyor.
Kuramsal alt yapı, pratikten yola çıkılarak
öğrencinin bulduğu bir şey haline geliyor.
Örneğin: "80'li yıllarda Türk Tiyatrosu
Araştırması", seçmeli derslerden birisi.
EĞİTİMDE TİYATRO
Bölümün uygulamaya geçirdiği projelerden
birisi ve en önem verileni "Eğitimde Tiyatro
Projesi". Bu proje daha çok 11-15 yaş
çocuklarına yönelik olarak geliştirilmekte.
Proje, tiyatro aracılığıyla katılanları
eğlenceli bir biçimde, ele alınan konu
temelinde eleştirel düşünmeye ve
yaratıcılığa yönlendirme, farklı bakış açıları,
çözüm biçimleri, düşündüğünü özgürce
ifade edebilme rahatlığını kazandırmayı ve
birlikte üretime ortam sağlamayı
hedeflemektedir. Bu haliyle proje otoriter
ve baskıcı anlayışa bir seçenek (alternatif)
oluşturmaya da çalışmaktadır. Ayrıca proje
kapsamında katılanlara tiyatroyu
sevdirmek ve geleceğin bilinçli izleyicisi
olma yolunda da küçük bir adım attırmak
isteniyor. Bütün bir okul dönemini
kapsayan bu çalışmanın sonunda,
katılanlar kendi yaratıcılıklarının ürünü olan
doğaçlamalarından birkaç tanesini anne
baba ve arkadaşlarına kısa bir gösteri
biçiminde sunuyorlar. Ancak bölüm için
asıl önemli olan, lisans öğrencilerinin ve
11-15 yaş katılanlarının çalışmalar
boyunca yaşadıkları süreçtir.
Bu nedenle sıkı sıkıya katı bir biçimde
bağlı olunan bir yöntemle ilerlemek yerine,
katılanlarla bir etkileşim, bir diyalog
halinde farklı yöntemler geliştirmek ön
planda alınıyor. Bir anlamda deneysel bir
çalışma için giriliyor.
Başlangıçta genel bir plandan yola çıkılıyor.
Ancak bu plan, çalışmanın gidişine göre
değişme esnekliğine sahip. Proje, 11-15
yaş katılanlarının kendi yakın çevreleri,
kendi gerçeklikleri ve içinde yaşadıkları
dünyadan kopuk olmayan konular
çerçevesinde oluşturulmaya çalışılıyor.
Örneğin, bu yıl ele alınan konu, temelde
aile, okul, sokakta otorite ve şiddet olarak
başlamasına rağmen, çalışmanın ve
katılanların eğilimlerine, yaratıcı
potansiyelin gidişine göre medya ve
yarattığı gerçekliğin otoriter yaklaşımına
doğru kaydı.
Eğitimde Tiyatro çalışmaları üç yıldır
sürdürülüyor. İlk iki yıl bir ilköğretim
okulunda uygulanan çalışma, bu yıl
Kocamustafapaşa Çocuk Tiyatrosu'nda 20
kişilik üç ayrı grupla sürdürülmekte. Lisans
ikinci ve üçüncü sınıf öğrencileri, bölüm
elemanlarının rehberliğinde çalışmaları
yürütmekteler.
Eğitimde Tiyatro ve Yaratıcı Drama
Çalışmaları da, makalelerin, örneklerin,
çalışma biçiminin, deneyimlerin geliştirdiği
bir malzeme kitabı olarak yakında
yayımlanacak.
I.Ü. Tiyatro Bölümü Dramaturji ve Tiyatro
Eleştirmenliği Anabilim Dalı, genç ve
dinamik bir bölüm olarak tiyatronun
mutfağına ilgi duyan, bu alanda kendini
geliştirmek isteyenlere birçok olanak
sağlamakta. Başarılı öğrenciler mezun
olmadan da Tiyatro Festivalinde görev
almaktan, yönetmen yardımcılığına,
ilköğretim okullarında eğitimde tiyatro
uygulamalarına girmeye, oyun çevirileri
yapmaya, Tiyatro Dergisinde yazılar
yazmaya değin çeşitli alanlarda çalışma
imkânı bulabiliyorlar
Tiyatro Bölümüyle tanışmak isteyenler,
Laleli'de I.Ü. Edebiyat Fakültesi 2. katında
265 ve 266 no'lu odalara bizzat
gelebilecekleri gibi, 0212- 514 03 75 (3
hat)'den -1140 iç hat numaralı telefonla da
bölüme ulaşabilirler
43
İNCELEME
MODERN SONRASI DÖNEMDE
KOLAJ TEKNİĞİNİN DRAMATURJİK
ANLAMLANDIRMASI
Dilek
Öztekin
kaptırıp patlaması gibi.
Kendi varoluşunu tehdit eden teknoloji karşısında insan şaşkın,
kalakalmış, teknolojinin tehdit ettiği bu yaşamı
kolaylaştırmasına izin vermek durumundadır.
pe
cy
a
'Kolaj' dendiğinde, genellikle oluşan ilk çağrışım 'resim'dir ya
da 'resimle ilgili'dir. Bu, kolaj tekniğinin ilk kez resim sanatına
uygulanmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Resim sanatına
dadacılar tarafından yerleştirilen bu teknik, sonraları heykel ve
ardından diğer görsel sanatlara yayılmış. Böylece, gitgide
malzeme sınırı genişlemiş kolajın.
Bugün, ilginç büyüklükteki parçacıklarla, sınırı üzerine ahkâm
kesilmesi şart olmayan, farklı özellikteki malzemelerle
oluşturulabilen bir kolaj ürününün, öncelikle en önemli koşulu,
KURGU MANTIĞI. Kolajı yapanın kurgu mantığının birinci
basamağında bir yol ayrımı yapması gerekiyor: Kolajı yapanın
amacı araçlarını belirleyebileceği gibi, bunun tam tersi de
olabilir, yıllarca kelebek koleksiyonu yapmış olan bir adam,
sözgelimi birden bu koleksiyona farklı bir anlam yüklemek
isteyip, bu gerçek kelebeklerle bir gece elbisesi oluşturabilir.
Burada kolajın yolunu iki dişli bir çatal yaptıktan sonra,
kolajdaki kurgu mantığının, belki de bu eylemin en hassas
noktası olduğunun altını çizelim. Malzeme ne denli özenli
toplanmış olursa olsun, iskelet iyi oluşturulmamışsa mutlak
rahatsız edecektir. Tıpkı 'evlilik' gibi...
Pekala, az önce kolajın sınırsızlığından söz edip durduk. İyi
ama, bir oluşumun ortaya çıkması için gerekli olan sınırlılığını
kim ve nasıl belirleyecekti kolajın? İşte burada, kolajın sağlam
kurgusunu oluşturduğu anda, kendi kendini dengeleyip
sınırlayacağı noktaya çıkıyor. Elbette bu kurgu anlayışının
-malzemeye böyle bir şart koymadık- estetik özelliğinden
ödün vermesi düşünülemez. Bu dönemeci de katettikten
sonra, kolajın bir ZEVK ve ZEKÂ oluşumu olduğunu söylesek
ileri gitmiş olur muyuz?
Bugünün insanında ve modern sonrası sanatta kolajın yerini
sorguladığımız zaman, farklı nedenselliklerle buluşuyoruz.
Elbette tüm bunların kökeninde, sanatın kaynağı, vericisi ve
alıcısı olan İNSAN var. Önce onu ele almak gerekiyor: İnsanın
birey olma süreci, yabancılaşma oyununu tanıması ve
parçalanması... Ona şekil veren ipi görebilmek için gitgide
şişen/şişirilen balonun, kendini bu dıştan bakışa çok fazla
44
Bir sınıflandırmaya gidersek, bugünün insanını dört grupta ele
alabiliriz: 'Farkındalığı' eksen aldığımız bu sınıflandırmanın
birinci grubunu, yukarıda değindiğimiz etkenler paralelinde,
uzaktan kumanda, taksit, disko-bar, bluejean, fastfood ya
da çorbalı, salatalı ama sohbetsiz yemek masalarının yığıldığı
yaşamlar oluşturuyor. Toplam sözcük sayıları 75'i geçmeyen
bu grup insanları TV ve radyo kanallarında, caddelerde,
sokaklarda görebilirsiniz. İkinci grupta, 'bir yolcu' olduğunu
anlayan ama yola çıkmanın hiç de işine gelmediğine karar
verenler yer alıyor. Onlara söylenecek başkaca bir şey de yok
zaten... Üçüncü ve dördüncü gruplar tehlike çanları altından
geçiyorlar. Eee, çanlar kimin için çalıyor? İşte, su çanlara kulak
verip yaşamın anlamını arayan, yaşamı sorgulayan bu grup
insanları, kendileri ve çevrelerini enginleştirdikçe o tehlikeli
'anlam-anlamsızlık' uçurumuna yaklaşıyorlar... Burada üçüncü
ve dördüncü grup tek bir noktada ayrılıyor: Uçurumdan
düşenler, ayakta kalmayı başarabilenler.
İnsanlık bu dört kulvarda ilerlerken, teknolojiden başı dönüyor
tabii. Günlük koşturmaca, telâş derken günümüz insanında bir
sorunla daha karşılaşıyoruz, 'zamansızlık' ve bunun da etkisiyle
'tahammülsüzlük'. Bu nedenle insanlar, hiper-marketlere
koşuyor, mikrodalga fırınlardan çıkma dondurulmuş
yiyeceklerle besleniyorlar. Ya insani yönlerinin beslenmesi?
Yaşamdan haz alma gereksinimi?
Bir de yaşamdan haz almış, belli bir 'doygunluluğa' ulaşmış
olan azınlık var. Doygunluğun getirdiği bir 'seçkinci'
yaklaşımla, bu insanlar da zamanlarını harcamak konusunda
haklı bir tutumluluk içindeler.
Tam da burada, özenle seçilmiş, yoğun ve çarpıcı bir kurgu
mantığıyla bir araya getirilmiş kolaj parçalarının hem parça
hem de bütün olarak insan üzerindeki etkisini düşünelim.
a
cy
pe
Bilinçaltı kazınmış ve kazınmamış tüm insanlar için, kolaj, bir
alternatif olarak var olur. İçinde, canlı, nefes alıp veren bir sürü
parçacık vardır, bu parçacıkların orada ve bir arada
bulunmasının da evrensel bir söylemi olsa gerektir. Kimi
koşullarına değindiğimiz insanlık, farklı nedenlerle cazip
bulacaktır kolaj ürünü. İster 'tadımlık' ister 'doyumluk' olsun,
çeşnisi ve yoğunluğu, asimetrik oluşunun canlılığı, kendi
içindeki organik bağı ile kolaj ürünü yakalayacaktır izleyici.
Sahne sanatlarının, müzik ve görsel sanatlarla yaşadığı
birlikteliği düşünürsek, tiyatro en olanaklı, en şanslı sanat dalı
sayılmaz mı? Burada kolaj tekniğinin önemini, daha hareketli,
kıvrak, sanatının zekâsına ve zevkine daha çok olanak tanıyan,
şablonsuzluğu ile çekici olması etkenleriyle belirleyebiliriz.
Performance art dediğimiz üretimin esası da esaslı bir kolaj
çalışması değil midir?
45
AMATÖR TİYATROLAR
Bir Eğitim Dönemi Biterken
OKULLARDA ÜÇÜNCÜ ZİL
NASIL ÇALIYOR
Lale U l u t e p e / H a k a n Gürel
cy
a
Bir eğitim dönemi daha geride kaldı. Yıl boyu ve yıl sonunda değişik oyunlar fırtınaların koptuğu tartışmada
sergilendi. Şenlikler yapıldı. Okul Tiyatrosu tiyatromuzun önemli kaynaklarından "zenne''leriyle işlerini kotarmak
durumunda kalmışlardı. 1935 yılında
biridir. Okul sahnelerinde ilk adımı atan genç oyuncular ve yönetmenler gerek okul
Halkevlerinin kurulması, okul tiyatrolarının
sıralarında gerekse sonraki yıllarda tiyatromuzda izler bırakan önemli yapıtlar ortaya yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.
1957 yılında sayıları beşyüze yaklaşan
koydular. Biz bu dosyamızda dünü ve bugünü ile okul tiyatromuza ve şenliklerine bir
halkevlerinde tiyatro ile ilk buluşmalarını
giriş yapıyoruz.İlerki sayılarda değişik yazılar ve söyleşilerle, tiyatromuzun bu önemli yaşayan yüzlerce okullu genç buradaki
kaynağının dünkü durumunu araştırmaya, bugünkü konumunu saptamaya ve deneyimlerini okullarına taşımışlardır.
Keza okul tiyatrolarında hızla çoğalan
tartışmaya çalışacağız. ekipler yaz aylarında da Halkevleri
Tevfik Fikret, caminin üzerine o salonu
sahnelerinde etkinliklerini sürdürmüşlerdir.
yaptırıp perde açmasaydı belki de
Halkevlerinin okul tiyatrosuna bir katkısı
durumlar böyle olmayacaktı. Zaman daha
da oyun metinlereni derleyip yayınlaması
200'e en azından 100 var. Beyoğlu'nun
olmuştur. Otuzlara kadar bu sıkıntıyı
göbeğinde sahnede bir yığın sübyan
yoğun bir biçimde yaşayan okul
altlarında namaz kılınan bir yer olduğu
tiyatrolarımız Halkevlerince yayınlanan
şuurundan uzaklaştırılarak rollerine
metinleri adeta elden ele dolaştırarak
konsantre olmaya teşvik ediliyor.
sergilemişlerdir.
pe
İmparatorluk ha gümledi, ha gümleyecek.
Osmanlı İmparatorluğu'nun tam da birlik
ve beraberliğe en gereksinim duyduğu
günlerde, devletin bekası şuurundan uzak
bir adam, üstelik de bir şair yönetiminde
bir oyun, perde açma cesaretinde
bulunuyor. Oyun sonunda cami ve mihrap
yerinde olmasına karşın kızılca kıyamet
kopuyor. İşte ol tarihten bu yana lise
tiyatrosu bir türlü belini toparlayamadı.
Tevfik Fikret'in perde açtığı günlerin
ardından bir dolu olay oldu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında okul tiyatroları
perde açarken önlerinde bir dolu sorun
vardı. Öncelikle yazılı tiyatro geleneği zayıf
bir ülkede ellerinde oyun metinleri yoktu.
Tuluat oynamakta belli bir usta çırak
ilişkisi gerektirdiğinden birçok okullu genç
"talebe indirimi" gecelerinde heyecanla
izledikleri oyunları akıllarında kaldıkları
kadarıyla kendi okul sahnelerinde
sahnelemeye kalkışıyorlardı. İkinci büyük
sorun ise Osmanlı kalıntısı bir toplumda
yaşanan profesyonel sahnede kıyametlerin
koptuğu "müslüman Türk kadını" ve
sahne ilişkisiydi. Okul tiyatroları bu
46
Toplumsal muhalefetin yükselmeye
başladığı ellili yıllar özel tiyatrolar alanında
bir patlamaya yol açtığı gibi okul
tiyatroları arasında da yaygınlaşmanın
yoğunlaştığı yıllar oldu. Özellikle
Halkevlerinin kapatılmasıyla okul sahneleri
gençlerin etkinliklerini sergiledikleri tek
alan haline geldi.
Şapkadan yeni harflere birçok değişikliğe
rağmen okul tiyatrosu tıpkı oyuncuları gibi
potansiyel suçlu görülmekten
kurtulamadı. Sıkı yasa ve yönetmeliklerle
kıskaca alınan okul tiyatrosu kimi geçici
çareler içinde kısmi özgürlük ortamları
yaşamışsa da genel durumunda belli bir
değişiklik olmamıştır.
60 darbesi sonrası ülke çapında yaşanan
nispi özgürlük havasından okul tiyatrosu
da nasibini alıyordu. Bu dönemde
tiyatronun yanısıra başta kültür ve
edebiyat, halk dansları vb. kol çalışmaları
geçmişin baskı dönemlerindeki derme
çatmalıklarından sıyrılarak özenli
çalışmalarıyla nitelikli ürünler ortaya
koyuyorlardı.
pe
cy
a
Önceleri kolej ortamlarında esen bu özgürleşme rüzgarları
giderek tüm eğitim kurumlarını sarmaya başlıyordu.
Bu dönemlerde üretilen çalışmalalara baktığımızda, okul
tiyatrolarının hevesli gençlerin bir araya gelerek yaptıkları birer
gösteri olmaktan çıktıklarını, gerek içerik gerekse oyunculuk
bazında bir alternatif arayışı içinde olduklarını görüyoruz,
bu hava kimi yenilikçi yazarları da etkiliyor, onlar da bu
alanlarda oynanmak üzere oyunlar yazmaya ya da uyarlamalar
yapmaya başlıyorlardı. Dönemin ilginç bir başka yanı da bugün
profesyonel arenada adlarını duyduğumuz birçok yazarın ilk
ürünlerini o yıllarda okul tiyatrosu sahnelerinde vermeleriydi.
60 sonlarına doğru ülke yöneticilerinin gençliğe karşı
başlattıkları ağır saldırılarda, dışarıda hapisler, öldürmeler,
idamlar başlarken, okul içinde de gençler ağabeyleri gibi
potansiyel suçlu ilan ediliyorlar ve kol çalışmaları yapan
gençlerin etrafını bir anda bağnaz okul yöneticileri sarıyordu.
Önceleri sıkı denetlemelerle gelişen baskılar giderek yerini
engellemelere, oradan da yasaklamalara bırakıyordu.
70'li yıllarda ülke çapında başlatılan "60 anayasası bize lüks!"
kampanyası baskıların sistemleşmesi yolunda ülke çapında bir
rüzgar estirirken okul tiyatrolarında bunun yansımaları şöyle
gelişiyordu: Önceleri oyun metinleri sıkı bir denetimden
geçiriliyor "genel adap, ahlak" gibi kıstaslarla oyun metni
alabildiğine budanıyordu. Kimi yazar ve oyunların ta başından
sakıncalı ilan edilmiş oluşu da gençlerin sergileyebileceği yapıt
sayısını sınırlıyordu. Bu durum süreç içinde bir yanda kendi
metnini yaratarak söyleyebileceğini okul koşullarında usturupla
söylemeyi bilen ekipler yaratırken, öte yandan da klasik
metinlere değişik yorumlar getirerek anlatacağını onun
aracılığıyla söylemek yöntemini geliştiriyordu. Bu denemeler
sırasında okul tiyatromuz dağarcığında olumlu olumsuz bir
dolu örnek vardır. Aristophanes'in "Eşek Arıları" metnini 12
Mart döneminin yargıçlarını hicvetmek amacıyla yorumlamak
ya da Cahit Atay'ın "Pusuda"sına getirilen sahne düzenlemesi
gibi olumlu örnekler olduğu gibi, Shakespeare'in "Julius
Caesar" adlı oyununda Caesar'ı dönemin önde gelen
liderlerinden Bülent Ecevit'le özdeşleştirmek gibi politik
yanlışların yapıldığı örnekler de vardır.
Akşam gazetesinin 70'li yıllarda başlattığı liselerarası tiyatro
yarışması ilk toplu etkinliklerden biridir. Üç yıl sonra Kadıköy
Halk Eğitim Merkezi bünyesinde örgütlenen İLTÖ (İstanbul
Liselerarası Tiyatro Örgütü) tarafından bayrağın
devralınmasıyla bu bir gelenek halini aldı.
İLTÖ'nün kuruluşu ve düzenlediği etkinlikler okul tiyatrosu
cephesinde yepyeni rüzgarlar estirdi. Öncelikle liselerarasında
düzenlenmiş sıradan bir tiyatro yarışması değildi yapılan...
Gençler arasında her türlü ilişkinin bir at yarışına
dönüştürülmeye çalışıldığı bir ortamda İLTÖ, temelinde birlik ve
dayanışmanın yattığı bid etkinlik hedefleyerek çalışmalara
başladı.
İLTÖ'nün bu yaklaşımı kısa vadede birbirleriyle gerek kaynak
gerekse sanatsal temelde ilişkileri olan okul tiyatroları
yaratırken, uzun vadedede birbirinden etkilenen ve alternatif
arayışlarda olan grupların ortaya çıkmasını sağladı.
Yarışma sırasında tanışan kaynaşan genç oyuncular, aralarında
ortak projeler üreterek okul dışında da bağımsız amatör
topluluklarda oyunlar ürettiler.
İLTÖ'nünü okullu tiyatrocular nezdinde sevimsiz görünen tek
yanı birinci, ikinci diye yapılan işin ödüllendirme yanıydı. Her
sıralamanın bir tartışması olduğu, hele hele sanat gibi ölçülerin
Fakir Baykurt'un romanından bir Ersan Uysal uyarlaması;
"Kaplumbağalar" (1983)
nerede başlayıp, nerede bittiği belli olmayan bir alanda yapılan
değerlendirmeler ister istemez genç oyuncular içinde kimi
burukluklara yol açıyordu. Burada "kim iyi hazırlanmışsa, o
kazansın" mantığı da işin çözümü için yeterli olmuyordu.
Çünkü, yarışmaya katılan topluluklar aynı koşullara sahip
değillerdi. Kiminin oyunu hazırlayabileceği rahat bir ortamı
vardı, kimi ise ancak daracık bir odada hazırlanıyor ve ilk kez
sahneyle yarışma sabahı karşılaşıyordu.
İLTÖ şenliği ile gerici eğitimin bir unsuru haline gelmiş
yöneticilerin arası hiçbir dönemde iyi olmadı. Okulu kendi
yolsuzluk ve talanları için bir araç olarak gören bu insanlar
gençlerden ve onların düzenlediği etkinliklerden nefret
ediyorlardı. Masraf çıkacak ve yaptıkları talandan paylarına
daha az para düşecek endişesiyle yapılacak her girişime daha
en başından engel çıkarıyorlardı. Bu yöneticilerin karşılarında
gördükleri en büyük düşman da -her nedense- tiyatro kolu
oluyordu.
İşi başından engelleme gücüne sahipseler durdurmayı başaran
yöneticiler, burada başarılı olamazlarsa bu kez çalışacak yer
vermeme gibi yöntemlerle işi yokuşa sürüyorlürdı. Bütün bu
engellemeleri aşan grupları, oyun kotarıldığı takdirde dekor
kostüm için ödenek vermeyerek bir kez daha engellemenin
yollarının arayan Bay Yönetici, bu hendeği de atlayan ekibin bu
kez de dekorlarını salona taşıtmayarak onları cezalandırıyordu.
47
pe
cy
a
Gösterinin bilet satışı
başladığında ise bu kez
yöneticimiz tavır değiştirerek
işe sahip çıkar görünüyor ve
hasılata acımasızca el
koyuyordu. Oyuncuların
kuliste içtikleri çay ücretlerini
bile üstlenmiyordu.
İLTÖ, 70'lerden 80'lere
gelinceye dek hep sahnede
ter döken, emek harcayan
gençler, perde arkasında ise
gerici eğitimin çirkin yüzü ve
ayak oyunları vardı. Ortaya
çıkan kimi nitelikli
çalışmalarda ise gerçek
eğitimcilerle gençlerin işbirliği
vardı. Kimi zaman okul
yöneticisi, kimi zaman
edebiyat öğretmeni olan bu
güzel insanların çabalarıyla
sahnede açan güzellikler
Terakki Vakfı Şenliği okul bahçesinde yapılan bir yürüyüşle başladı.
uzun süre hafızalardan
silinmemiştir.
hiçbiri kalmadı ve liselerarası tiyatro şenliği perdelerini
İLTÖ, en zor günlerini ülkenin bir kan deryasına döndüğü 70'li
kapatmak zorunda kaldı.
yılların sonunda yaşadı. Ülkede kaos ortamı büyüdükçe bu
Son yıllarda lise şenlikleri bölgesel etkinliklerle varlığını
eğitim kurumlarına da yansıyor, kimi eğitimciler bir oyunu
sürdürmeye çalışıyor. Elli civarındaki lise topluluğunu bir araya
alkışlıyor, kimileri ise ilgili mercilere ihbar ediyorlardı.
getiren şenliklerin ardından bölgesel etkinliklerle doymak ise
1978 yılında Bülent Ecevit hükümetinin ilan ettiği "demokratik
biraz zor oluyor.
sıkıyönetim" İLTÖ şenliğine son darbeyi indirdi. 78-79 öğrenim
Genel olarak bir değerlendirme yapılırsa, okul tiyatromuz
döneminde yapılan İLTÖ şenliği başladıktan iki oyun sonra bir
tiyatro geleneğinin önemli kaynaklarından biridir. Köy
anda durdu. 70'lerde halkın sözümona umudu Ecevit
Enstitüleri, Halkevleri ve okul tiyatroları gibi değişik
döneminde bir tiyatro şenliği yasaklanıyor, ne Ecevit'in ne de
kaynaklardan beslenerek gerek yazar gerekse yönetmen,
Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı'nın buna gıkı çıkmıyordu.
oyuncu ve teknik adamlarla büyük bir zenginliği olan
Genç tiyatrocuların yanında ise yalnızca aydınlarımız Günay
tiyatromuz, son yıllarda yalnızca okul kökenli bir kaynaktan
Akarsu, Tahir Özçelik, Seçkin Selvi, Haluk Şevket saf tutuyordu.
beslenmek durumunda kalmıştır. Bu durum ödenekli
12 Eylül darbesi sonrası belini bir daha toparlayamayacağı
tiyatrolarda görülen kısırlığın bir ucunu oluştururken, özel
düşünülen okul tiyatroları, 1981 yılında İstanbul Milli Eğitim
tiyatroların hızla oyuncusuz kalarak yok olmasına yol açmıştır.
Vakfı'nın düzenlediği bir şenlikte yeniden bir araya geldi. Şenlik
Sayıları her geçen yıl artan konservtuvar ve tiyatro okullarından
80 ve 90 arasında, amatör tiyatronun adım adım geliştiği bir
mezun olanlar ise TV dizileri ve gösterileri alanına kaymakta ve
dönemle birlikte ilerledi, ancak, serüveni İLTÖ'nün tam tersine
sanat alanından çekilmektedirler.
oldu. İLTÖ, 70'lerden 80'lere adım adım gelişirken, MEV
Tiyatroda yeni bir arayışın gerçekleşmesi, öncelikle onun
Liselerarası Tiyatro Şenliği, en parlak dönemini ilk yıllarında
kaynaklarının zenginleşmesiyle mümkün olabilecektir. Bu
yaşarken 90 sonrasında gerilemeler kaydetti, ortalarında da
nedenle okul tiyatroları ve onların durumu önemli gündem
yokoldu.
maddelerinden biridir. Bu alan ihmal edilmemesi gereken,
Şenliğin ilk döneminde seçiciler kurulunda yine eski İLTÖ
gerek oyuncu, gerekse izleyici oluşturma anlamında yeni
yönetimi yer alıyordu. Ancak bu kez sahnede açık bir gerileme
kuşakla buluşulacak önemli bir çalışma birimidir.
vardı. Ülkenin düşünen insanları hapse atılmıştı, dışarıda
kalanların bir kısmı ise kendi içlerinde hapsolmuşlardı. Esen
bütün olumsuz rüzgarlara rağmen yeni yazarlar, yeni
Seçkin Selvi Okul Tiyatroları ve İLTÖ Şenliklerini
oyuncular sahnede boy gösteriyordu. Etkinlik sonrası bağımsız,
Anlatıyor.
amatör topluluklar oluşturuyorlardı. MEV'in düzenlediği
şenlikte görülen gerilemeyi aşabilmek üzere eski İLTÖ
İLTÖ (İstanbul Liselerarası Tiyatro Örgütü) 70'li yılların başında
yöneticileri bir dolu girişimde bulundular. Seminerler,
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nin yönetimine gelen eğitimci
toplantılar düzenlediler, anck gerilimi engellenemedi. Bu
Orhan Okay'ın öncülüğünde kuruldu. Kısa sürede tiyatromuza
yarışmada yöneticilerin ödül alma hırsları toplulukları iyice
sahnemize gerek oyuncu bazında gerekse sahneleme bazında
birbirine düşürdü. Üç beş lise, eski bir gelenekle herşeye
birbirinden seçkin örnekler sundu. Bu yorumlar ve oyunculuklar
rağmen dayanışmayı sürdürdüler. Lise sayısındaki sürekli artış
içinde öylesine örnekler var ki hâlâ hafızalardan silinmemiştir.
ve yarışma günlerinin artışı izleyip puan verecek jüriyi sıkıntıya
Bunlardan biri Kadıköy Anadolu Lisesi'nin sunduğu William
Shakespeare'in "Macbeth" adlı oyunudur. Liseli gençler
soktu. Kısa bir süre içinde seçiciler kurulunda eski isimlerden
48
inanılmaz bir incelikle bu oyunda bir saate yaklaşan bir sürede
hükümet darbesini anlatıyordular. Bir başka gösteri de
Galatasaray Lisesi'nin sunduğu Cahit Atay'ın "Pusuda" adlı
gösterisidir. Genç tiyatrocular bize bilinir bir metinin nasıl
sınırlarının zorlanabileceğine dair çok ilginç bir örnek
sunuyordular. Bu andığım ilk yoruma da ne yazık ki bugüne
dek ne amatör ne de profesyonel hiçbir sahnede rastlamadım.
İLTÖ kültürel yaşamımızda önemli sürgündü. Ne yazık ki
ülkemizi bugün içinde bulunduğu çıkmaz duruma sürükleyen
bakış açısına sahip yöneticiler bu şenliği düşman belleyip onu
durdurdular. Çünkü düşünen ve sorgulayan bir toplum
istemiyordular. Gençlerin dünyaya yenilikçi bir tutumla
bakmalarından ürküyorlardı. Bir gün şenliği yaparken gelen bir
telefon İLTÖ'yü durduruverdi. 12 Eylül sonrası Milli Eğitim
Vakfı tarafından yeniden düzenlendiyse de giderek çapı
küçüldü çapıyla birlikte niteliği de küçüldü. Tabii bunun başlıca
nedeni de okullarımızda eğitimcilerin giderek azalmasıydı.
İLTÖ belki İstanbul çapında dar bir bölgeyle sınırlı bir şenlik
olarak kalsaydı bu denli ağır baskılara maruz kalmayacaktı...
Önceleri İstanbul'da başlayan İLTÖ Şenliği adı İstanbul
olmasına karşın kısa bir sürede tüm ülkeye yayıldı. Her ilde
düzenlenen yarışmalarda birincilik alanların katılımıyla
İstanbul'da gerçekleşen final ve buralarda ülke gençliği
arasında kurulan iletişim birilerini oldukça tedirgin etti.
Ülkemizde okul ve tiyatro ilişkisinin uzun bir geçmişi vardır.
Birinci Dünya Savaşı'nın ilk günlerinde ülkemize gelerek bir
tiyatro okulu kurma çabasına giren Andre Antoine ve Türkiye
tiyatrosunun kurucularından Muhsin Ertuğrul'un çabaları bu
alandaki ilkleri oluşturur. 40'lı yıllarda İstanbul Şehir
Tiyatroları'nda çocuk tiyatrosu birimi kurulurken bunun
oyuncu kaynağını yine okullarında tiyatro üreten gençler
oluşturuyordu.
70'li yıllarda Aziz Nesin, Doğan Koloğlu, Çetin Altan gibi o
günlerin ülkemizin önde gelen aydınlarının yer aldığı Akşam
Gazetesi'nde ve de sanat servisini yönlendiriyordum. Tiytro
alanında o yıllarda yaygınlaşan yeni atılımların gençler
arasındaki etkilerinin ortaya konacağı liselerarası tiyatro
yarışması fikri gazete yönetimince de desteklenince bizler
kolları sıvadık.
Önümüze çıkan başlıca engel böylesi bir yarışmayı
düzenleyebileceğimiz bir alan yoktu. Düşünsenize hergün
tiyatro ile yeni buluşmuş onlarca gencin oyuncu, yüzlerce
gencin de izleyici olarak girip çıkacağı bir mekân o günler
İstanbul'unda yoktu. Birçok girişimimize rağmen olumlu bir
sonuç alamadık. Umutların tükendiği bir anda Muammer
Karaca çıktı ortaya ve o günlerin en gözde mekânı olan Karaca
Tiyatro'nun kapılarını ardına kadar gençlere açıverdi.
pe
cy
a
Biz aslında bu tehlikeleri o zaman da görebiliyorduk. Bu
nedenle diyalog kurabildiğimiz herkese tiyatronun okullarda
seçmeli ders olması gerektiğini anlatıyorduk. Çocuk resim gibi
müzik gibi tiyatro eğitimi de görecekti. Kimi aklı evveller buna
"ne yani tiyatrocu mu olacak" diye karşı çıkıyorlardı. Bizim
amacımız ise çocuğun tiyatroyu seçmesinden öte, asgari
tiyatro bilgileri ile okulda tanışmış nitelikli tiyatroyu talep
edebilecek bir kuşağın yetişmesiydi. Ancak sağdan sola bir
dolu Eğitim Bakanı bu öneriye sıcak bakmadılar. 12 Eylül'le
birlikte ülkemizde Marcuse'un bir yapıtında anlattığı 'tek
boyutlu insan'ı yetiştirmek üzere eğitim alanında da yoğun
çabalar başladı. Bunun sonuçlarının yansımasını o dönemde
gerçekleşen tiyatro şenliklerinde görmeye başladık. Salona
kültürel bir etkinliği paylaşmak üzere gelen izleyicinin yerini
adeta bir futbol karşılaşmasına gelen izleyiciler almıştı. Bu
yıllarda yapılan oyunların niteliği neyi nasıl anlattığından öte
herkes gözünü sonuçlara dikmişti. Tüm tartışmalar yarışmanın
sonuçlan üzerinde düğümleniyordu. Bu girişimlerin sonunda
köy enstitülerinden, halkevlerinden, liselerden kaynak alarak
belli bir zenginliğe sahip olan tiyatromuz da böylece
konservatuvarlardan gelen kaynağa kaldı. Bu da
sahnelerimizde başka bir tıkanıklığın yolunu açtı.
Hayati Asılyazıcı Okul Tiyatroların Anlatıyor
Tiyatronun ticari olarak çekici olmadığı günümüz koşullaranda
ise konservatuvar kaynağından gelen oyunculardan iyi
yetenekler reklam TV dizilerini gibi alanlara kaymaya başladılar.
Bu durum tiyatromuzun insan kaynakları açısından önemli bir
tehlikeyi oluşturuyor. Bir başka sorun da amatörler cephesinde
var. O da belli bir birikim oluşturmadan derme çatma bir
çalışmayla sahneye çıkan ve "küçük dağları ben yarattım"
tavrındaki genç topluluklardan kaynaklanıyor. Bunlara hoşgörü
ile yaklaşmanın tiyatromuz açısından bir yararı olmayacağını
düşünüyorum. Bu kötü örnekler her geçen gün tiyatrodan
yana umudunu yitirmeğe yüz tutmuş izleyiciyi sahnelerden
iyice koparmaktan başka bir işe yaramıyor.
Düzenlediğimiz bu etkinlik sanat çevrelerinde de coşku
uyundırmıştı. Sermet Çağan, Beklan ve Ayla Algan ile o
yıllarda oldukça yaşlanmış olan Ercüment Behzat Lav bu
çabaya büyük destek verdiler.
Sahneye oldukça düzeyli yapıtlar ve yorumlarla geldi
gençlerimiz. Onların temsil ettiği ruh aslında 40'lı yıllarda
değerli eğitimci Hasan Ali Yücel'in tohumlarını attığı eğitim
atağının bir devamıydı. Hasan Ali Yücel eğitim alanında
kurulmuş Cumhuriyete rağmen süren geçmiş eğitim anlayışına
karşı yepyeni bir ruhla işe girişmiş, yaptığı atılımlarla gerek
dünya klasiklerinin dilimize kazandırılması gerekse Köy
Entitüleri'ni kurmasıyla bambaşka rüzgârlar estirmiş bir eğitim
adamımızdı.
Bizim de 70'li yıllarda bir yarışmada topladığımız gençler işte
bu yeniden yana rüzgârı sahnede estiriyorlardı. Birinci yıl bu
gelişmeleri gören yarışmanın düzenleme kurulu bu işi
sürdürmek isteyen gençlere çeşitli destekler sunmaya karar
verdi.
Elimizde en önemli olanak başında Muhsin Ertuğrul gibi bir
ustanın bulunduğu LCC tiyatro okulunda bu gençlerin burslu
öğrenim görmeleriydi. Birçok liseli öğrenci bi olanaktan
yararlandı. Bunların bazıları o yıllarda Beklan Algan'ın
sahnedediği Peter Weiss'ın "Marat/Sade" adlı oyununda rol
aldı. Burada dikkati çeken bir başka yan da o yıllarda gençlik ile
aydınlar arasındaki ilişkidir. Halkevlerinden, Köy Enstitülerine
yeni insanların yetişmesi için büyük bir çaba vardı. 50'Iİ yıllarda
başa gelen Demokrat Parti bu tehlikeyi görerek bu kurumları
birer birer yok etti. Ondan sonra gelen bütün yönetimlerin baş
49
Sahneye bir adım kala yanaklar kızarmış, yürekler coşku içinde.
böyle bir girişimde bulunduk... Neden tiyatroyu seçtik?
Bu konuda arkadaşlarımızın farklı görüşleri, farklı amaçları
vardı. Kimileri sanatsal bir faaliyet olduğu için, kimileri kendini
geliştirmek için, kimileri yaşamı paylaşmak için, kimileri de
kendini var edebilmek için topluluğumuza katıldığını belirtti.
Farklı nedenlerle biraraya gelen bu insanlar, giderek kaynaşıp,
ortak bir sanatsal anlayışta buluştular. Yaşadıkları ortak
deneyimlerden çok şey gördüler, düşündüler, yarattılar, çok
şey öğrendiler. Kazançları herhangi bir lise tiyatrosundan fazla
oldu. Çünkü biz kendi çabalarımızla dışarıdan gelen bir
otoriteden hiçbir yardım almaksızın ideallerimizi
gerçekleştirmeye çalıştık. İşte bu çabalarımız sırasında bir
özgür olmaktan kaynaklanan bir sebeple kendimizi keşfettik.
Bizi asıl geliştiren, olgunlaştıran da budur.
a
hedefi de yine bu ilişkiyi engellemek olmuştur. Bu çabanın
engellemeler ve ortaya çıkan yılgınlıklarla yeni adımlar
atamaması bu günkü yoz ortamı hazırlayan unsurlardan birisi3ni
oluşturmuştur.
pe
cy
Bizim Akşam Gazetesi'nin çabalarıyla başlattığımız girişim üç yıl
sürdü. Bunun ardından etkinlik artık bir gazetenin gücünü
aşınca bu kez Kadıköy Halk Eğitim merkezi bünyesinde
llLTÖ'yü (İstanbul Liselerarası Tiyatro Örgütü) kurduk. Bütün
bu çabalar 12 Eylül askeri darbesiyle durduruldu. 80 sonrası
İstanbul Milli Eğitim Vakfı bünyesinde yapılan yarışmalar
70'lerin havasını yakalayamadı. Giderek şenlikte ödüller bir
maç rekabetine dönüştü. Yöneticiler, ödül alıp kendi
koltuklarını sağlamlaştırmak adına öğrencilerini olumsuz bir
rekabet duygusuyla şartlandırdılar. Geçmişin yarışma sonrası
birbirini dostça kutlama ve coşkuyla birlikte paylaşma duygusu
yerine "biz yendik" tavrı egemen oldu.
Okul Tiyatrolarında Köklü Bir Gelenek; Galatasaray Lisesi
Galatasaray Lisesi Tiyatro Kolu otuz yılı aşkın bir geçmişi olan,
öğrencilerin yönetiminde, özgün bir tiyatro topluluğudur.
Özgünlüğü bizim kendimize ve tiyatronun büyüsüne
inanmamızdan geliyor. Bu anlaşıyla biz "kendimizi kendimiz
oluşturduk."
İnsanlar, lise tiyatrosu deyince, şöyle düşünürler: Haftada bir
günlerini sosyal aktivite olarak tiyatroya ayırmış bir grup
öğrenci, başlarında da sorumlu bir edebiyat hocası... Ama biz
böyle olsun istemedik. Çünkü biz sorumlulukların yerine
getirilmesi için bir öğretmene ihtiyacımız olduğuna
inanmıyoruz. Sonuç nasıl olursa olsun (ama kuşkusuz boşa
kürek çekmek değil bahsettiğimiz) kendi başımıza
kazandığımız en küçük bir başarı bile bizi çok mutlu eder.
İşin başında başarılı olup olmayacağımızı bilmeden neden
50
Topluluk olarak tiyatroya ilişkin öğrendiklerimiz,
öğreneceklerimizi (yaşayarak keşfetmek) taraftarıyız. Ama bu
demek değildir ki bizden daha deneyimli olanların
deneyimlerini gözardı edeceğiz ve arkamızdan gelenlere
bilgilerimizi aktarmayacağız. Bu ortamda, sadece kendimiz için
tiyatro yapmak, "egolarımızı doyurmak" diye nitelendirilen
davranışlarımızın aslında bencillikle hiçbir alakası olmadığını
belirtmeliyiz. "Düşünmekten önemlisi düşündürmektir" ama
düşünmeyen kimse düşündüremez. Biz sanatın toplum için,
toplumu düşündürmek için yapılması gerektiğine inanıyoruz.
Bu inançla tiyatro yapmanın yanı sıra diğer tiyatro ilgililerine de
etkinliklerini topluma sunacakları bir ortam yaratmak istedik.
Bu yıl baharın gelişiyle 5'incisini düzenleyeceğimiz geleneksel
Tiyatro Günleri amacamızın göstergesidir. Bu, genç
topluluğumuzun içtenlik ve enerjisiyle oluşturduğu amatör bir
organizasyondur. Etkinliklerimizin çeşitliliği ve ücretsiz oluşuyla
her kesimden, her yaştan insana sesleniyoruz. İnsanlara fikir ve
duygu alışverişi içinde bir hafta geçiriyoruz.
Ne mutlu ki okulumuza özgü, çoğu amatör topluluğun sahip
olmadığı, bizim de binbir zorluklarla aldığımız bir sahnemiz, bir
de küçük odamız var.
Biraz odamızdan bahsedelim: Odamız mütevazi bir atmosfere
sahiptir. Badanası dökülmüş krem rengi duvarların üzerindeki
renk renk afişler, oyunlarımızdan kalan tek tük dekor parçaları,
birkaç taşı eksik tavla ve satranç takımımız, dağınık duran sarı
kırmızı dosyalar, en lüks eşyamız olan, gözümüz gibi
baktığımız, tiyatro yapıtlarının bulunduğu sevimli
kütüphanemiz. Kırık, dökük ama üzerlerinde isimlerimizin
yazdığı, anıların birer parçamız haline getirdiği masalar,
sandalyeler... Ara sıra muzip bir rüzgâr yandaki tuvaletin
kokusunu taşısa da odamıza, istenmeyen küçük fareler sık sık
ziyaret etse de, biz odamızı çok seviyoruz. Yasak sayılan
kuralları çiğnedik kimi zaman. Yakınlarda bir kedi ve yerid tane
gözleri açılmamış yavru konuk ettik, odamızın en sıcak
köşesinde.
Bütün zamanımız odamızla Tevfik (Tevfik Fikret Salonu'nda)
geçiyor. Tevfik'in küçük sahnesinde bulduk duyguları ve
yorumladık insanı. Böylece öğrendik yaplaşmayı, tartışmayı,
yaratmaya ve keşfettik kendimizi.
a
Geleceğe yönelik amaçlarımız var; bazıları gerçekçi, bazıları
son derece ütopik. Biz her zaman her şekilde amacımıza
yardımlaşarak ulaşmanın gerekliliğine inanıyoruz. Düşüncede
ve duyguda paylaşıma yer veriyoruz. Bizce, Nazım Hikmetin
de didiği gibi: "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman
gibi kardeşcesine..."
cy
Terakki Vakfı Şenliği'nde iki yıl önce yitirdiğimiz eleştirmen Tahir Özçelik
anısına verilen ödülü torunu aldı.
Orhan Kurtuldu Terakki Vakfı 1997 Yılı 2. Gençlik
Tiyatroları Şenliği'ni Anlatıyor:
pe
"Muhsin Ertuğrul, "Yarının tiyatro izleyicisini yetiştirmek lazım",
demişti. Ben bir Devlet tiyatrosu sanatçasıyım. Sürekli tiyatroya
gelen izleyiciyi gözlüyorum ve Muhsin Ertuğrul Hoca'nın
önerisinin bugün için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bana
göre 80 sonrası gençliği sanatla çok barışık değil. Bunun birçok
nedeni olabilir. Nedenlere üzülmek yerine çözümler üretmek
üzere bir şenlik düzenlemeye karar verdik. Başlıca hedeflerimiz
arasında "bilinçli, kültürlü seyirci oluşturmak", "sanatı
sevdirmek", "gençleri tiyatronun o binlerce yıldır yaşayan
tadıyla buluşturmak" vardı. İlk şenliğimiz 4 bin izleyici ile
buluştu. 96 ilkbaharında gerçekleşen bu şenlikte genç izleyici
daha ağır basıyordu. Bu yıl ise ailelerin de gelişiyle orta kuşağı
da izleyicilerimizin arasına katmayı başardık. Şenlik
çalışmalarına 35 okula çağrı çıkararak başladık. Çünkü gerek
izleyici gerekse jüri açısından bir haftayı aşan bir şenliğin
yükünü kaldırma koşullarımız yoktu.
Bugün okullarımızda varolan statü kimi kısıtlamalar getiriyor.
Bir metnin "oynanabilir" olmasına yetkili yetkisiz birçok kişi
karar veriyor. Sonuçta "olur" almış bir oyun hakkında bile
soruşturma açılabiliyor. Bence sanatta denetim için tek yetkili
izleyici olmalıdır. Onun dışındaki denetimler yaratıcılığı baltalar.
Bazen bir oyunun reddi için tek bir sözcük bile yeterli olabiliyor.
Oyunlarda aşk, sevgi gibi en insani duygular bile sakıncalı
bulunabiliyor. Bu yasaklardan Çehov da nasibini alabiliyor,
Ülker Köksal da.
Biz düzenlediğimiz şenlikte işin yarışma yanını seviyeyi
yükseltme amacıyla koyduk. Ödül olarak da daha çok kültürel
ürünleri koyarak gençlerin bunlarla tanışmasını sağlamaya
çalışıyoruz.
BÖLGESEL BİR ŞENLİK: Kadıköy Liselerarası Tiyatro
Şenliği
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nin düzenlediği Kadıköy
Liselerarası Tiyatro Şenliği, 7 Mayıs-17 Haziran 1997 tarihleri
arasında yapıldı. Yarışmalı olarak gerçekleştirilen şenliğe
katılan liseler oyunlarını kendi salonlarında sergilediler. Özel
Gökdil Lisesi'nin sponsor olduğu şenliğe Kadıköy ilçesinden
ondört lise katıldı. Yarışma jürisi, Deneme Sahnesi
oyuncularından ve eğitmenlerinden Yılmaz Arıkan, Vedat
Oyuryüz, Oğuz Bıyık, Sennur Kaya ve Yüksel Güçlü'den
oluşuyordu. Yarışmanın ödül töreni 19 Haziran'da Kadıköy İlçe
Milli Eğitim Müdürü Yusuf Sofuoğlu, Kültür Şube Müdürü
Gülşen Kafkas ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Müdürü Serpil
Güleçyüz'ün katılımlarıyla gerçekleştirildi.
Yarışmada, "En İyi Yönetmen Ödülü" Sabahattin Mutluer'in
olurken, "En İyi Oyun Ödülleri"nde birinciliği Keşanlı Ali Destanı
(Kadıköy Anadolu Lisesi), ikinciliği, Sayın Bayın İşleri adlı oyunla
Semiha Şakir Lisesi ve üçüncülüğü Evcilik Oyunu adlı oyunla
Doğuş Lisesi aldı. Şenlikte ayrıca "En İyi Erkek Oyuncu" ve "En
İyi Kadın Oyuncu" dallarında beşer oyuncu ödül aldı
51
tiyatro
Tiyatro'dan Önce...
Tiyatrodan Sonra
İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR
52
havasında, günün her saati hoş
vakitler geçirebilirsiniz.
CAFE SIĞINAK
İndirim: %15
Caferağa Man. Muvakkithane
Cad. No:30/4 Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 349 18 94
Yozlaşma, iletişimsizlik,
üretkensizlik ve sevgisizlik
yağmurunun sağnak haline
geldiği bu topraklarda
sığınabilecek bir yer ararsanız
Sığınak Cafe'deyiz.
ÇATI RESTAURANT
İndirim: % 8
İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın
Sk. No: 20/7 Beyoğlu-İst Tel:
(0212)251 00 00
DARÜZZİYAFE
İndirim: %15
Şifahane Sk. No: 6
Süleymaniye-İst
Tel: (0212) 511 84 14
Türk Musikisi'nin sihirli
nağmelerini dinleyerek
mutfağımızın eşsiz lezzetlerini
tarihi bir mekânda tadabilirsiniz.
Not: C. tesi akşamları saat
8.00-10.00 arası Canlı Fasıl
EL MARIACCHI
İndirim: %10
Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah
Sk. No: 16 Ihlamur-İst
Tel: (0212) 231 28 07
Meksika mutağının tadına
doyulmaz yemeklerini tattınız
mı? Tatmadıysanız o halde El
Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz.
FEHMİ BABA ET LOKANTASI
İndirim: %10
Meşrutiyet Cad. No: 33
Galatasaray-İst
Tel: (0212) 293 93 26
FLAMİNGO BAR-REST.
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 15/B
Taksim-İst
Tel: (0212) 235 78 54
Alt kattaki Akşam Barımızda
nefis içecekler üst kattaki
Restaurantımızda zengin mutfak
çeşitleri ile özel günlerinizde tüm
beklentilerinize yanıt verecek ve
dostlarınızla unutamayacağınız
saatler yaşamak istermisiniz?
Böyle bir ortamı bulamadıysanız
o halde; biz bu ortamı size
yaşatacağız...
Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl
GALATA BAR/MEYHANE
İndirim: %8
Orhan Apaydın Sk. No:11
Beyoğlu-İst.
Tel: (0212) 293 11 39
Her akşam fasıl eşliğinde nefis
yemekleriyle sizlerle.
GARI BALDI
İndirim: %10
İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1
Beyoğlu-İst
Tel: (0212) 249 68 95
Nostaljik bir ortamda güzel vakit
geçirmek için tek adres Garibaldi.
GOLDEN KYLIN CHINESE
RESTAURANT
İndirim: %15
Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-İst
Tel: (0212) 256 36 45
Uzak Doğu'dan gelen esinti
rüzgârlarıyla hoş bir ortamda
hakiki Çin Mutfağını ta­
dabilirsiniz.
GOODFELLAS BAR-REST.
İndirim: %15
Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli—İst
Tel: (0212) 233 00 36
Şafak Yaprak & Orkestrası
eşliğinde her Salı, Perşembe,
Cuma, C tesi günleri, Canlı Caz
Müzik dinleyebilirsiniz.
CAFE KİKKA
İndirim: %10
a
et yemeklerinin sunulduğu
zengin menüsü ile sabaha karşı
tadına doyamayacağınız İşkembe
Çorbasıyla son bulan
unutamayacağınız bir gece için
her Çarşamba, Cuma, Ctesi
günleri İ. T. Ü. Devlet
Konservatuvarı Yüksek Lisans
öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve
Türk Sanat müziği eşiliğinde
nezih bir ortamda leziz
yemeklerimizi tadarak hoş saatler
geçirebilirsiniz...
Not: Kredi Kartı geçerli değildir.
BAHAR LOKANTASI
İndirim: %10
İstinye Cad. No: 134 İstinye-İst
Tel: (0212) 277 85 55
BAY BALIKÇI
İndirim: %10
Kefeliköy Cad. No: 14
Kireçburnu-İst
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân.
CAFE LA PORTE
İndirim: %15
Miralay Nazım Sk. No: 15
Bahariye-İst.
Tel: (0216) 418 08 59
Alışılagelmişin dışında zengin
menüleriyle sıcak bir sevgi
ortamında buluşalım.
CAFE LEBON
İndirim: %10
İstiklâl Cad. No: 445
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 252 54 60
CAFE SHOP
İndirim: %10
Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk.
No:34 Bahariye-İst.
Tel: (0216) 337 49 20
Fransız Cafelerinin kendine özgü
pe
cy
SANAT RESTAURANT
İndirim: %10
Balık Pazarı Nevizade Sk. No.23
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0212) 244 13 09
Memnun kalan konuk her zaman
hatırlar, memnun kalmayan
konuk asla unutmaz.
A LA TURKA RESTAURANT
İndirim: %10
Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8
Ortaköy-İstanbul
Tel: (0212) 258 79 24
Ortaköy'ün ilklerinden. Meydanın
ve boğazın otantik atmosferinde
Türk mutfağının en güzel
örneklerini sunuyor. Üst katında
yer alan ODA "Kişiye Özel Salon"
ise her türlü grup
organizasyonları, seminer,
konferans, toplantı, doğum
günleri, kahvaltılar için sadece
"SİZE ÖZEL"
ALA-TURKA MEŞK REST.
İndirim: %10
Çarşıarkası Sk. No: 32. 1.
Levent-İst
Tel: (0212) 283 45 63
Sıcacık bir ortamda özlediğiniz
tatlarla an-nenizin mutfağı kadar
özenli, sevgi dolu sofralarda
Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla.
ASİTANE RESTAURANT
İndirim: %10
Kariye Camii Sk. No: 18
Edirnekapı-İst
Tel: (212) 534 84 14
Osmanlı Saray Mutfağının
doyumsuz lezzetlerini UDl'nin
hoş nağmeleri eşliğinde tatmak
için Asitane de buluşalım.
AŞİYAN RESTAURANT
İndirim: %10
Kalamış Yat Limanı Kalamış-İst
Tel: (0216)349 55 69
Karides Güveç'te, Balık ve çeşitli
Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18
Erenköy-İst Tel: (0216) 411 15
20
Cafe Kikka'da kahve cehennem
kadar karanlık, ölüm kadar güçlü
aşk kadar tatlıdır.
KHALKEDON
RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Münir Nurettin Selçuk Cad.
Kalamış Spor Tesisleri Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 349 58 72
Altı yıl boyunca adıyla
özdeşleşmiş, Bizans harabeleri
dekoruyla hizmet veren
Khalkedon Bar bahçesindeki
Viking dekoruyla; restaurant
bölümü ile Grup Tempo eşliğinde
yemek yemeniz ve eğlenmeniz
için Kalamış'ta.
LA BOHEME - ŞAMATA
GARDEN
İndirim: %10
Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-İst.
Tel: (0212) 261 75 20
Boğaz manzaralı yazlık
restaurant ve barımızda canlı
müzik eşliğinde uluslararası
mutfağımızdan seçmeleri
tadabilirsiniz.
LE SELECT
İndirim: %20
Manolya Sk. No: 21 Levent-İst
Tel: (0212) 268 21 20
Uluslararası Mutfağı ile Le Select
LITTE CHİNA
İndirim: % 10
1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan
-İst
Tel (0216) 363 50 90
2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş
Merkezi Etiler-İst Tel: (0212) 263
17 15
3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5
Bebek
Litte China'larda sunulan
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
AKYÜZ KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216)336 90 81
BAKIRKÖY KİTAP SARAYI
İndirim: %15
Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8
Bakırköy-İstanbul
Tel: (0.212) 542 48 83
BEYAZ A D A M KİTABEVİ
İndirim: %15
İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk.
No: 1/A Bakırköy-İst.
Tel: (0.212) 561 20 92
EVRİM KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi No: 78-106
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 347 49 63
DÜNYA AKTÜEL KİTABEVLERİ
• Dünya Tünel Kitabevi
İndirim: %5
İstiklal Cad. No: 496
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 249 10 06
• Dünya Bebek Kitabevi
İndirim: %5
Cevdet Paşa Cad. No: 232/1
Bebek-İstanbul
Tel: (0.212) 265 71 03
• Dünya Nişantaşı Kitabevi
İndirim: %5
Teşvikiye Cad. No: 164/3
Nişantaşı-İstanbul
Tel: (0.212) 247 05 90
• Dünya Kadıköy Kitabevi
İndirim: %5
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 347 79 06
• Dünya Cağaloğlu Kitabevi
İndirim: %5
Narlıbahçe Sk. No: 13
Cağaloğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 513 50 79
• Dünya Capitol Kitabevi
İndirim: %5
MEFİSTO KİTABEVİ
İndirim: %15
İstiklâl Cad. No: 173
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 293 19 09
SİNEMALAR
AFM (Nişantaşı) Tel: 230 94 38
AKMERKEZ (Etiler)Tel: 282 05 05
ALMAN K. M. Tel: 249 45 82
APOLLON Tel:(0216)362 51 00
AS (Harbiye) Tel: 247 63 15
AS (Kadıköy)Tel: (0216) 336 00 50
ATLANTİS Tel:(0216)418 26 56
ATLAS Tel: 252 85 76
AVŞARTel: 583 14 97
BAHARİYE Tel: (0216)414 35 05
BAKIRKÖY 74 Tel: 572 04 44
BEYOĞLU Tel: 251 32 40
BROADWAY Tel: (0216) 346 14 81
CAPİTOL Tel: (216) 310 06 16
CAROUSELTel: 571 83 80
DÜNYA Tel: 249 93 61
EMEK Tel: 293 84 39
FİTAŞ Tel: 249 01 66
FRANSIZ K.M Tel: 249 07 76
GALLERİA PRES.Tel:560 72 66
GAZİ Tel: 247 96 65
GÜNEY Tel: (0216) 354 13 88
HAKAN Tel: (0216) 337 96 37
İNCİ Tel: 240 45 95
İNCİRLİ Tel: 572 64 39
KADIKÖY Tel:(0216)337 74 00
KENT Tel: 241 62 03
LALE Tel: 249 25 24
M O D A Tel: (0216) 337 01 28
OSCAR Tel: (0216) 390 09 69
PARLIAMENT Tel: 263 18 38
PERA Tel: 251 32 40
PRINCESS Tel: 285 06 95
PRINCESS Tel:227 91 47
PYRAMIDTel:(0216)348 01 50
REKS Tel: (0216) 336 01 12
RENK Tel: 572 18 63
SİNEPOP Tel: 251 11 76
SİTE Tel: 247 69 47
SÜREYYA Tel:(0216)336 06 82
cy
a
Yalıboyu Cad. No: 36 Beylerbeyi
Tel: (0216)321 14 93
SICAK RESTAURANT
İndirim: %10
Keskin Kalem Sk. No: 37
Esentepe -İst
Tel: (0212) 267 38 56
Akdeniz mutfağının seçme
yemekleriyle sıcak bir ortamda
yemek yemek ister misiniz?
TANDOORI RESTAURANT
İndirim: % 20
Alkent Sitesi Tepecik Yolu
Etiler -İst
Tel: (0212) 257 84 79
Türkiye'de ilk ve tek Pakistan
Hint Mutfağı.
TEGİK RESTAURANT
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 20
Taksim-İst
Tel: (0212) 254 66 99
Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve
Japon Mutfaklarından da
örnekler sunan Uzak Doğu
Mekânı. Kore Mutfağını tanımak
isteyenlere özel menü öneriliyor.
Koreden getirilen özel pişerme
üniteli masalarda yer alıyor.
T-BONE STEAK HOUSE REST.
İndirim: %15
İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi)
Küçük Bebek Cad. No: 16K.
Bebek-İst Tel:(0212)287 05 11
Fransız ve İtalyan Mutfağının
sizlere sunduğu lezzetli ve
değişik yemeklerle hoş bir
ortamda hafta sonu canlı müzik
eşliğinde güzel saatler
geçirebilirsiniz.
TIFFANY T-R-M
İndirim: % 5
Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-İst.
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân
THE CHINA RESTAURANT
İndirim: % 10 (Gece)
İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı
indirimi)
İndirim: %15 (Gündüz)
İndirim: %10-(Gündüz, kredi kartı
indirimi)
Lamartin Cad. No: 17 Taksim-İst
Tel: (0212) 250 62 63
Sizlere ilk defa Çin mutfağının
lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı
yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş
gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin
mutfağını sevenler veya Çin
mutfağının tatlarını merak
edenler için hizmetinizde.
VAGABONDO'S RESTAURANT
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Köybaşı Cad. No: 278
Yeniköy -İst
Tel: (0212)299 00 54
YANYALI RESTAURANT
İndirim: %10
Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı
İsmail Sk. No:1 Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 336 33 33
1919'dan beri Anadolu
yakasında Türk mutfağını
yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu,
seçkin kadrosu ile damak zevkine
hitap eden 100'e yakın yemek
çeşidiyle hizmet vermektedir.
Tophanelioğlu Cad. Altunizade
Üsküdar-İstanbul
Tel: (0.216)391 18 80
• Dünya Swiss Otel Kitabevi
İndirim: %5
Swiss Oteli Maçka
Maçka-İstanbul
Tel: (0.212) 259 02 26
• Dünya Hilton Oteli
Köşk Kitabevi
İndirim: %5
Hilton Oteli Elmadağ
Harbiya-İstanbul
Tel: (0.212) 233 00 94
• Dünya Holliday İn Crown
Plaza Kitabevi
pe
yemekler Çin'in "Cantonese"
bölgesinin özel yemekleri, bu
mutfağı bilenler ve merak
edenler için...
LITTE İTALY BAR-REST.
İndirim: %10
İstiklal Cad. Örs Turistik İş
Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8
Beyoğlu -İst
Tel (0212) 243 17 18
MANDRA TAVERNA
İndirim: %10
Ergenekon Cad. No: 73/B
Pangaltı-İstanbul
Tel: (0.212) 241 47 36
MAVİŞ MANTI
İndirim: %10
Yeni Çarşı Cad. No: 76
Galatasaray -İst
Tel: (0212) 249 48 94
MESERRET
CAFE-BAR-RESTAURANT
İndirim: %10
Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4
Tepebaşı -İst Tel: 244 39 55
Gün Batımında Haliç
sakin bir ortamda sohbet olanağı
hafif müzik.
Çar, Cuma, C.tesi günleri akustik
canlı müzik, günlük gazete,
dergi, kitap okuma olanağı grup
toplantıları ve grup yemekleri için
ayrı bir mekân.
MOLIERA CAFE-BAR
İndirim: % 20
Lamartin cad. No: 23/1 Taksim
Tel: (0.212) 256 92 80
PANE VİNO
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst
Tel: (0212) 248 84 65
Kuzey İtalya mutfağının mevsime
göre üç ayda bir değişen leziz
yemekleri ve sürpriz specıalleri
özel Grappa içeceği eşliğinde.
Not: Pazar günleri kapalıdır.
PARSİFAL
İndirim: %15
Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst
Tel: (0212) 245 25 88
Vejeteryenler, ağzının tadını
bilenler ve küçük bir serüvene
hazır herkes için Parsifal
Beyoğlu'nda.
RAQUETE RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Sadi Gülçelik Spor Sitesi İstinye
Tel: (0212) 276 50 87
RİSTORANTE İTALİANO
İndirim: %7
Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ
Tel: (0212) 247 86 40
ROUTE CAFE 66
İndirim: %15
Osmanağa Mah. Süleymanpaşa
Sk. No: 13 Bahariye-İst Tel:
(0216)336 24 66
Geçmişten gelen geleceğin adı.
Not: İndirim Alışveriş Merkezi için
de geçerlidir.
SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK.
İndirim: % 15
Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk.
No:12 Kadıköy-İst
Tel: (0216) 414 42 06
Kitabevi ve cafenin ötesinde
sanatsal-kültürel etkinliklerde
bulunan Sahaf Cafe şimdi de
Ergün-Özcan Tamer
Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma
tiyatrosu her pazartesi saat
18.30'da sizlerle
SEAPORT
İndirim: % 10
K İ T A B E V L E R İ
AFA KİTABEVİ
İndirim: %20
İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 249 22 18
İndirim: %5
Holliday İn Oteli
Ataköy-İstanbul
Tel: (0.212) 559 11 95
• Dünya Maltepe Kitabevi
İndirim: %5
Maltepe Sahil Yolu S Plajı
İstasyon yanı
Maltepe-İstanbul
Tel: (0.216) 442 09 50
• Dünya Borsa Kitabevi
İndirim: %5
I.M.K.B. Binası
Maslak-İstanbul
GENÇLİK KİTABEVİ
İndirim: %10
Mühürdar Cad. No: 68
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 337 96 05
KİTABEVLERİ
ABC Kitabevi
İstiklal C. 461-Beyoğlu
Tel: (212) 249 24 14
Acar Kitabevi
1- Bağdat C. 374
Şaşkınbakkal
Tel. (216)358 20 51
2-Moda C. 102 Kadıköy
Tel. (0216)338 53 47
3- Bağdat C. Yolaç İş Mrk.
No: 68-Kızıltoprak
Tel. (216)338 53 73
Adam Kitabevi
İstanbul C. Morsümbül S.
No: 1-Bakırköy
Tel. (212)571 96 54
Afa Kitabevi
İstiklale. Bekar S. 17 Beyoğlu
Tel. (212)249 22 18
Akademi Kitabevi
Akkavak S. 2 - Nişantaşı
Tel. (212)248 43 96
Akyüz Kitabevi
Kadıköy İş Merk.
Tel. (216)336 90 81
Alkım Kitabevi
Kadıköy Çarşısı Orta Kat
101-Kadıköy
Tel. (216)349 40 75
Arion Kitabevi
Sıraselviler C. 1 Taksim
Tel. (212)243 23 70
Arşiv Kitabevi
Bahariye C. 86/2 Kadıköy
Tel. (216)338 43 12
Bakırköy Kitap Sarayı
Gençler C. 8 Bakırköy
Tel. (212)583 09 03
Boğaziçi Kitabevi
Nispetiye C. 70 Etiler
Tel. (212)265 47 52
Dünya Aktüel Kitabevi
İstiklal C. 469 Beyoğlu
Tel. (212)251 91 96
Dünya Bebek Kitabevi
Cevdet Paşa C. 232/1 Bebek
Tel. (212)265 71 03
Evrim Kitabevi
Kadıköy İş Mrk. 78-106
Kadıköy
Tel. (216)347 49 63
Gençlik Kitabevi
Mühürdar C. 68 Kadıköy
Tel. (216)337 96 05
Germinal Kitabevi
Halaskargazi C. 309 Şişli
Tel. (212)241 07 09
Gözlem Yay. Kitabevi
Atiye S. Polar Ap. 12/6
Teşvikiye
Tel. (212)240 41 44
Hamlet Kitabevi
Sıraselviler C. 15 Taksim
Tel. (212)244 26 01
Homer Kitabevi
Yeni Çarşı C. 28/A
Galatasaray
Tel. (212)249 59 02
Kabalcı Kitabevi
Ortabahçe C. 22/4 B.taş
Tel. (212)261 31 24
Kadıköy Kitabevi
Kadıköy İş Mrk.-Kadıköy
Tel. (216)347 52 81
Mefisto Kitabevi
İstiklale. 173-Beyoğlu
Tel. (212)293 19 09
Genç Mefisto Kitabevi
Muvakkıthane C.15 K.köy
Tel. (216)414 35 19
Metropol Kitabevi
İstiklale. 140/46 Beyoğlu
Tel. (212)245 70 34
Net Kitabevi
Galleria Ataköy
Tel. (212)559 09 50
İstiklal Cd. No: 79/81
Beyoğlu
Tel. (212)293 07 59-60
Nezih Kitabevi
1-Bağdat C. 378 Ş.bakkal
Tel. (216)356 56 10
2-Mühürdar C. 40 K.köy
Tel. (216) 345 31 11
Pan Kitabevi
Barbaros Bulvarı 74/4
Beşiktaş
Tel. (212)261 80 72
Pandora Kitabevi
Büyükparmakkapı S. 3
Beyoğlu
Tel. (212)245 16 67
Pentimento Art Shop
İstiklale. 140/3 Beyoğlu
Tel. (212)293 39 59
Pera Orient Kitabevi
Aznavur Pasajı Yapı Kredi
Karşısı-Beyoğlu
Polat Kitabevi
Ankara C. 105 Cağaloğlu
Tel. (212)513 50 93
Remzi Kitabevi
1-Servili Mescit S. 3
Cağaloğlu
Tel. (212)511 69 16
2-Akmerkez Etiler
Tel. (0212)282 02 45
Robinson Crusoe Kit.
İstiklal C. 389-Beyoğlu
53
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
Tel. (212)293 69 68
Saka Kitabevi
Eski Yıldız C. 12 Beşiktaş
Tel. (212)260 12 79
Simurg Kitabevi
Hasnun Galip S. 2/A
Beyoğlu
Tel. (212)243 63 77
SANAT GALERİLERİ
Gözlem Sanat Galerisi
Atiye Sk. 12/6-Teşvikiye
Tel: (0212)240 41 44
Güntay Sanatevi
Cemil Topuzlu C Sosyal
Ap. 2/1-Feneryolu
Tel: (0216) 386 88 98
Hobi Sanat Galerisi
V.konağı C Pas. 73 N.taşı
Tel: (0212) 225 23 37
Kadıköy Belediyesi
Caddebostan K. ve S. M.
Haldun Taner S. Cbostan
Kare Sanat Galerisi
Atiye Sk. 12/2-Teşvikiye
Tel: (0212) 240 44 48
Mine Sanat Galerisi
Sokullu Sk.1-Kadıköy
Tel: (0216) 345 64 40
Mozaik Fotoğraf Turizm
Kültür ve Sanatevi
Söğütlü Çeşme C. 160/1
Şeyda Ap. Kadıköy
Tel: (0216) 418 08 48
Mutlu Sanat Odası
General Necmettin Öktem
Sk. 13/1-Erenköy
Tel: (0216) 355 35 87
Nadya Sanat Galerisi
Gazi Evranos C. 33
Yeşilköy
Tel: (0212) 573 81 93
Restorasyon Atölyesi
Ece Ap. 73-75/1-Teşvikiye
Tel: (0212) 261 45 09
AKLIMIZDAN
GEÇENLERİN
TANIĞI
YOKTUR
kofin
KİTAPÇILARDA
cy
a
Ares Sanatevi
Iğrıp Sk. 24-Fenerbahçe
Tel: (0216)345 11 62
Asmalımescit Sanat Gal.
Sofyalı Sk. 5 Tünel
Tel: (0212) 249 69 79
A.K.M Sanat Galerisi
Taksim-İstanbul
Tel: (0212) 251 56 00
Bilim Sanat Galerisi
Mühürdar C. Akmar
Pasajı 70/1 Kadıköy
Tel: (0216)349 26 10
BM Çağdaş Sanat Merk.
Akkavak Sk. 1/1-Nişantaşı
Tel: (0212) 231 10 23
Ekol Sanat Galerisi
Bakraç Sk. 35/A Cihangir
Tel: (0212) 293 06 17
Eylül Sanat Galerisi
Akkirman S. 59 Nişantaşı
Tel: (0212)231 69 56
Exclusive Sanat Merkezi
Bağdat Cad. 449 Suadiye
Tel: (0216) 363 75 94
Fransız K.M. San. Gal.
İstiklal Cd. 8-Taksim
Tel: (0212) 252 02 62
Galeri Art Inter Cultura
İstiklal Cd. 373-Beyoğlu
Tel: (0212) 243 29 18
Galeri B
Hüsrev Gerede C. Fırın Sk.
2/1 -Teşvikiye
Tel: (0212) 227 03 63
Galeri Matyatlı
Sanat ve Kültürevi
İstiklal C Saka Salim Çık.
Kısmet Han. 3/1-Beyoğlu
Tel: (0212) 244 15 91
Galeri Nev
Maçka C. 33/B-Maçka
Tel: (0212) 231 67 63
Galeri Replica
Cami Sk. Deniz Ap 3/3
Erenköy
Tel: (0216) 358 60 95
Galeri SZ
Kalıpçı Sk. Büyük
Bayraktar Ap. Teşvikiye
Tel: (0212) 230 17 45
Galeri Vinci
Ihlamur Yolu 1 Teşvikiye
Tel: (0212) 233 06 19
Galeri Artist
Otim Kar. Yeşil Çimen C.
Tel: (0212) 227 68 52
Garanti Bankası San. G.
H.gazi C. 36 Şişli
Tel: (0212) 230 39 80
KRYOLAN
PROFESYONEL MAKYAJ MALZEMESİ
academie
PROFESYONEL CİLT BAKIM ÜRÜNLERİ
FREED
pe
DANS VE BALE MALZEMELERİ
SHOW & KARNAVAL
MALZEMELERİ VE AKSESUARLARI
PROFESYONEL SİHİRBAZLIK
MALZEMELERİ
ORİJİNAL KOSTÜM & MASKOTLAR
SAKAL & BIYIK & PERUK
YAPIM MALZEMELERİ
HEPSİ AMA HEPSİ SADECE VE SADECE
"VİRA KOZMETlK"DE
M e r k e z : Fener, Kalamış C a d . N o : 2 6 / 1 3 Kızıltoprak
Tel: ( 0 2 1 6 ) 3 4 7 3 0 7 0 - 3 4 7 7 1 6 0
F a x : ( 0 2 1 6 ) 3 3 7 05 25
Şube: İstiklâl C a d . A t l a s Sineması Pasajı N o : 3 6 Beyoğlu T e l : ( 0 2 1 2 ) 2 9 3 3 6 3 7 Fax: ( 0 2 1 2 ) 2 4 5 5 8 4 4
54
a
cy
pe
a
cy
pe