Kesme ümidini sen hiçbir şeyden, kış en çetin çilesini yaşatırken

Kültür ve Edebiyat Dergisi / Sayı: 4 Yıl: 2014 / Bu dergi Sultan Alparslan Koleji yayınıdır.
Kesme ümidini sen hiçbir şeyden,
kış en çetin çilesini yaşatırken,
ummadığın bir yerden gelen,
yardımdır Cemre.
Dünyadan Mektup
İlim
Nur Efendimiz
Huzur
İÇİNDEKİLER
2. Ebü’l-Hasan-ı Harakani Vakfı Başkanı
Yavuz Uzgur Beyefendi ile Röportaj
5. Dünyadan Mektup
6. Başarı ve Cömertlik
7. İlim
8. Ne Anlatmaz
9. Babam
10. Tohumlar Yeşerince
12. Dedenin Günlüğü
13. Öğretmen
14. Gerçek İman
15. İsrafsız Dünya
7
16
19
16. Minik Kalbin Seslenişi
17. Nur Efendimiz
18. Anneme Mektup
19. Yardım Edin
20. Asıl Sevgi
21. Dağlar Devrilse Yeniden
22. Sevgi Üzerine
23. Mutsuzum
24. Bilinmeyen Renkler
25. Kuş Olsaydım
26. Kuzen
27. Huzur
28. O’na Mektup
29. Ne Zaman Hayat
30. Aile
31. Uzayın Öbür Ucu
Dergi Sahibi
Sultan Alparslan Koleji
Fatih AKASLAN
Yazı İşleri Sorumlusu
Hülya KEKLİK
Editör
Fatma TOPCU
Yazı İnceleme
Fahri ESEN
Selim GÜNDOĞDU
Mustafa ERBAŞ
Öznur TUĞ
Yağmur YILDIZ
Tasarım
Kardelen Ajans
www.kardelenajans.com.tr
Baskı
“BASKI FİRMASI BİLGİLERİ
GELECEK”
İletişim Bilgileri
Şehitler Mahallesi
Turan Çelik Caddesi No: 139
Tıp Fakültesi Karşısı /Kars
Tel: 0474 225 14 60-61
Faks:0474 225 11 45
twitter.com/AlparslanKolej
EDİTÖRDEN
Yeniden Merhaba,
Sizlerle yeni bir sayıya daha ulaşmış oluyoruz. Geçen sene ilk sayısıyla sizlerle merhaba dediğimiz Cemre
dergimizin dördüncü sayısına kavuşmanın hazzını yaşıyoruz. Birlikte yeni sayılara ulaşacağımızın recasını gönlümüzde taşıyarak... Ne de olsa Cemre baharı bekleme
ümitlerinin boş olmadığının habercisidir değil mi?
Evet, Cemre, sabrın meyvesidir. Cemre, hiçbir kışın
ebediyen sürmeyeceğinin göstergesidir. Cemre, kışın en
soğuk anlarında yeryüzüne inen ümittir. Dergimizin de
ümitlerinize ümit katacağı ümidiyle...
Değerli okuyucularımız bu sayımızı da diğer sayılarımız gibi içeriğini öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz ve
velilerimizin güzel çalışmalarıyla bezedik.
Bu sayımızda şehrimizin manevi dinamiklerinden
Hasan Harakani Hazretlerini Harakani Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Uzgur Beyefendi’nin ağzından daha iyi tanıyacak, başka bir öğrencimizden Efendimiz(s.a.v) ile ilgili duygularını yazdığı yazısını, bir başka
öğrencimizin dünyaya haykırışını, zamanımızın en büyük problemlerinden olan israf konusunu ele alan yazıyı, kendileri küçük yürekleri kocaman öğrencilerimizden
anne baba sevgisini paylaştıkları şiirleri ve yazıları ve
daha nice el emeği göz nuru yazıları sizlerle paylaşmaktan kıvanç duyuyoruz.
Yeni sayılarda görüşmek ümidiyle... Hoşça kalın...
1
www.sultanalparslankoleji.com
Röportaj
Ebü’l-Hasan-ı Harakani Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
Yavuz Uzgur İle Röportaj
Öncelikle ilimizin manevi şahsiyeti
Ebü’l-Hasan-ı Harakani Hazretleri’ni - daha
iyi tanıyan biri olarak- bize anlatır mısınız?
Öncelikle teşekkür ediyorum. Sizlere ve
hocalarınıza... Güzel bir çalışma gerçekleştiriyorsunuz. Çok takip edememekle birlikte,
derginizin beğenildiğini duyuyorum.
Ebü’l-Hasan-ı Harakani Hazretleri’ni daha
iyi bilen biri dediniz, iltifat ettiniz teşekkür
ediyorum. Fakat öyle demeyelim, ben bildiğim kadarıyla yardımcı olacağım.
Ebü’l-Hasan-ı Harakani Miladi 963(Hicri
352) yılında Horasan’ın Rey şehrinin Harakan köyünde dünyaya gelmiştir. Efendimiz
(s.a.v.)’in soyundan gelen bir âlimdir. Bununla
alakalı Ebü’l Hasan külliyesi mevcuttur. Bunlar
Ebü’l Hasan, Ebü’l Hüseyin gibi. Esas adı Ali,
Ali Bin Cafer diye geçer, yani altıncı imamın
torunu. Altıncı İmam Cafer-i Sıddık Hazretleridir. İmamların isimlerini şöyle bir sayarsak
İmam-ı Ali, İmam-ı Hasan , İmam-ı Hüseyin,
İmam-ı Zeynel Abidin, İmam-ı Muhammed
Baki, İmam-ı Cafer-i Sadık...
Ebü’l-Hasan-ı Harakani Hazretleri’nin ço2
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
cukluğu, gençliği Harakan’da geçmiştir. İlim
ve irfan eğitimini orada almıştır. Daha sonra
Rey şehrinde büyük âlimlerden ders okumuştur. En sonunda Beyazıd-i Bistami Hazretleri’nin ruhaniyetinden icazet alarak Efendimiz
(s.a.v.)’den gelen Silsile-i Aliyye’nin yedinci
halkasını teşkil etmiştir. Biz buna Silsiletü’l
Zeheb diyoruz.
Daha sonra Ebü’l-Hasan-ı Harakani Hazretleri Miladi 1023 yılında Çağrı Bey’in Kafkasya Seferi’ne dahil olmuştur. Bu seferden
sonra Kars’ta kalmış, İslamiyet’i alperenler,
dervişler, gazilerle birlikte yaymıştır. Burada
yaşayan Hristiyan Türkler, Gürcüler Müslüman
olup, Ebü’l-Hasan-ı Harakani Hazretleri’nin
etrafında toplanmışlardır. Miladi 1033 yılında
Ani’de yapılan bir muharebede İslam mücahitleriyle; Gürcü ve Rumlar arasında yapılan
muharebede iki yerinden yara alarak şehit olmuşlardır. Kars’ın dış kale surlarının batı tarafındaki Kağızman Kapı tarafına defnedilmiştir.
İkinci Murat zamanına kadar orada kalmıştır.
İkinci Murat’ın emriyle şu anki yerine defnedilmiştir. Büyük bir alim, büyük bir mutasarrıftır. Anadolu’nun fütuhatını yapmak üzere
burada İslamiyet’i yaymıştır.
Hazretle alakalı bilinen birçok keramet
var. Sizin şahit olduğunuz böyle bir keramet
var mı? Bizimle paylaşır mısınız?
Ben buraya hizmet eden bir sülaleden
geliyorum. Babam burayı bana 1993 yılında
emanet etti. Babam anlatmıştı. Biz bu külliyenin yapımına başlamaya niyetlenmiştik. Ama
ben tereddütlüydüm.” Acaba Hazret izin verecek mi?” şeklindeki düşünceler kafamı kurcalıyordu. Bu düşünceleri babamla paylaştım.
Babam Hazretin huzurunda dua ederken yarı
ya çok hizmet etmiş bir zattır. Kendi anlatmıştı.
Rus işgalinin son döneminde minareye Ezan-ı
Muhammedi’yi okumaya çıkmış. Ezan okurken
Ermeni askerleri onu kurşunlamaya başlarlar.
Hafız Efendi bir an inip inmeme konusunda
tereddüt ediyor. Bir anda karşısına dikilen kişi
“Oğlum korkma!” diyor. “Ben Ebü’l-Hasan-ı
Harakani , kuşağın içinde caminin anahtarı
var onlara doğrult ve Ezan-ı Muhamedi’yi sonuna kadar devam et.” dedi. Anahtarı doğrultunca hepsi kaçmaya başlarlar.Sonra da Ezan-ı
Muhamedi’yi bitirir.
Sizin tasavvuf yolunu seçmeniz nasıl gerçekleşti?
uyanık bir halde kabirden kendisine gelen ses
“Yavuz bizim için bir gölgelik yaptıracakmış.”
der. Biz bunu izin kabul ederek külliyenin
yapımına başladık. Başımdan geçen olay ise
şöyleydi: Kars’a dönmeden önce İstanbul’da
yaşıyordum. Kars’a geldiğimde şöyle bir rüya
gördüm. Rüyamda Hazretin kabrine geliyorum. Kabirden kalkıp yanıma geldi. Dişlerini
bana hediye etti. Sonra başparmağını şehadet
parmağının çizgisine koyarak iki defa bana
şöyle dedi:”Bütün dünyaya buradan bildirin, bütün dünyaya buradan bildirin, bütün
dünyaya buradan bildirin.” Babama rüyamı
anlattığımda babam rüyayı şöyle yorumladı:
“Harakani Anadolu’da yaymış olduğu fütüvvet ahlakının, bin yıl sonra yeniden intişarını,
kalplerin yeniden dirilmesini, canlanmasını,
İslam ümmeti içindeki itilafın yeniden bitmesi, ve tevhit inancının gönüllere ulaşması emridir bu.”
Hafız Kurban Efendi-hazirede yatar- bura-
Tasavvuf yolu iki türlü seçilir. Birincisi yolu
kişi kendi seçer. Daha sonra o yolun ilim ve
anlayışıyla bir zevke ulaşır. İkinci yol da ise kişi
iradesi olmadan Allah’ın sevk ve iradesiyle bu
yola girmiş olur. Bizim bu yolu seçmemizde
iki yolun da etkisi olmuştur. Birinci yol için bu
seçimin bize aileden gelmesi, ikincisi Harakani Hazretlerinin ruhaniyetine ve maneviyatına
bağlanarak tevhit yolunu takip etmekle oldu.
Kars halkına sorduğumuzda Harakani
Hazretleri’ni tanımayan insanlar olduğunu
görüyoruz, dışarıdan Hazret’i görmeye gelen insanlar varken...
Dediğiniz doğru. Ben buna Efendimiz ‘den
(sav) gelen bir sünnet gözüyle bakıyorum.
Peygamber Efendimiz(sav) Mekke-i Mükerreme’de, Peygamber olduğunu söylediğinde
hiçbir yakını ona inanmadı. Efendimize inananları o kadar zorladılar ki sahabeler Mekke’den ayrılarak başka yerlere hicret ettiler.
Peygamber Efendimiz(sav) de tıpkı bir gemi
kaptanını bir gemiyi en son terk etmesi gibi
Allah’tan almış olduğu emirle Sıddık-i Ekber
Efendimizi de yanına alarak Mekke’den Medine’ye hicret etti. Orayı kendisine mescit yaptı.
Müslümanlar burada İslam’ı yaşayıp dünyaya
yaydılar.
3
www.sultanalparslankoleji.com
Bu durum Peygamberlerden kalma bir
sünnettir ki alimler, sufiler, mutasarrıflar ya
da derya meşrepli insanları, etrafındakiler anlayamayabiliyorlar. Çoğu zaman uzaktakiler
daha iyi anlatıyorlar. Bir de tasavvufta şöyle
bir hal vardır: Bu vazifeyi yapanlar insanların
anlayıp anlamadıklarına bakmazlar. Onlar, Allah’tan gelen ilim ve irfan ile herkese ulaşmak
için, herkesin gönlünü şad etmek için uğraşırlar. Ebü’l-Hasan-ı Harakani Hazretleri’nin
şöyle bir sözü vardır:” Herkes sabah uyandığında alim ilmini, zahid zühtünü, tacir ticaretini artırmak için uğraşır, çabalar. Ebü’l-Hasan-ı
Harakani ise bir kardeşinin gönlüne yücelik
ulaştırmanın derdindedir. Yani o uzaktakini
yakınındakini seçmez. Onun derdi bir kardeşinin gönlüne güzellik ulaştırmaktır.
Efendimiz(sav) şöyle buyurmuştur: “Bela
ve musibetin en büyüğünü Peygamberler çeker, sonra evliyalar çeker, sonra da onlara tabi
olanlar çekerler.” İslamiyet yolunda, din yolunda, güzel ahlak yolunda insanlar bazı sıkıntılara katlanırlar. Sorduğunuz soru da bununla
alakalı. Bazen insanın yakınları akrabaları o insanın ilminden, irfanından faydalanmayabilir.
Bize Harakani Hazretleri’yle alakalı meşhur bir menkıbe anlatır mısınız?
Gazneli Devleti’nin Hakanı Sultan Mahmut
Hasan Harakani Hazretleri’ni ziyarete gelmiş.
Padişah olduğundan i Harakani Hazretleri’nin
karşılamasını sağlamak için önden bir elçi
gönderiyor. Hazret elçiye: “Biz hangahımızdan
dışarı çıkmayız. Padişahınız gelip sohbetinize
dahil olmak istiyorsa buyursun gelsin.” der
ve elçiyi gönderir. Sultan Mahmut Hazreti denemek için hizmetçisiyle kıyafetin değiştirip
sonra içeri girer. Hizmetçi önde namaza dururken Sultan Mahmut arkada durur. Harakani Hazretleri arkaya gidip Sultan Mahmut’un
elinden tutarak şöyle der: “Ey Mahmut Allah
seni padişah etti ve öne geçirdi. Ön tarafa
gelsene.” Sonra oturup sohbete başlıyorlar.
Sohbetten sonra Sultan, Harakani Hazretlerine hediye vermek istediğini söyleyip bir
kâse altın önüne koyuyor. Hazret hizmetçiye
işaret ediyor. Hizmetçi bir parça kuru arpa
ekmeği getiriyor. Sultan Mahmut’a veriyor,
ekmek sert, Sultan yutamıyor. Hazret diyor
ki:” Ey Mahmut, sen bu arpa ekmeğini yutamadın, midene inmedi. Olur ya yarın kıyamet
4
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
gününde senin altınlarında boğazımdan aşağı
inmez. En iyisi sen al bu altınlarını fakir fukaraya dağıt. Sultan Mahmut ayrılırken: “Bana
dua et.” diyor. Hazret: “Ben beş vakit namazda sana dua ediyorum.” diyor. Sultan özel dua
isteyince: “Ey Mahmut diyor, sonun Mahmut
olsun.” Mahmut övülmüş, demek. Nasihat et
diyor:” Cömert ol, şefkatli ol, takva sahibi ol,
doğru ol, namazını cemaatle kılmaya devam
et.” Uğurlarken Hazret ayağa kalkıyor, dışarıya
kadar uğurluyor. Sultan şaşırıyor ve soruyor:”
Ey Hazret, geldiğim zaman ayağa kalkmadınız,
karşılamadınız; şimdi ise dışarıya kadar uğurluyorsunuz. Hazret şöyle der:” Geldiğinde padişahlık onuruyla, kibriyle geldin ama şimdi
dervişlik sıfatıyla, munis bir mü’min sıfatıyla
gidiyorsun , onun için seni dervişliğinin ve
tevazuun ile uğurluyorum.” Bu olaydan sonra
Sultan Mahmut Harakani Hazretlerinin talebesi ve müridi olur.
Sonraları Sultan Mahmut Somnat Seferi’ne çıktığında düşman ordusunun daha kuvvetli olduğunu görüyor. Bu durum Sultan
Mahmut’un gönlüne korku salıyor. Harakani
Hazretleri’nin hırkasını yere seriyor. İki rekât
namaz kılıyor ve diyor ki:” Ya Rabbi Harakani
hürmetine düşmana karşı bizi muzaffer et.
“Savaş bittikten sonra rüyasında Harakani
Hazretlerini görüyor. Hazret rüyada kendisine
şöyle diyor:” Madem hırkamızı ve bizi aracı
kıldın, neden Hint ve Rumun Müslüman olmasını istemedin?”
Hintliler o dönemde Hindistan’da, Rumlar
ise Anadolu’da yaşıyorlardı. Hazret daha o zamandan Kars’a geleceğini, İslamiyet’i yayacağını Sultan Mahmut’a işaret ediyor.
Son olarak da burada yaşayan insanlar
olarak, bu mübarek zatı manevi hayatımız
adına nasıl değerlendirebiliriz?
Bu Allah dostlarının nurları, ilimleri, ruhaniyetleri akan bir kana benzer. Çünkü ilimlerini Allah’tan almışlardır. Onların toprak altında olmasıyla toprak üstünde olması arasında
hiçbir fark yoktur. Onların kerametleri devam
etmektedir. Onların ruhaniyetine kalben yönelen herkes manevi yardım alır. “Medet ya
Ebü-l Hasan” diyene Ebü-l Hasan’ın ruhaniyeti mutlaka yardımcı olur. Bu yardım da Allah’ın
izni ve inayeti ile olur.
Hazırlayanlar HATİCE ŞEYDA UZGUR SÜMEYYE BÜLBÜL EZGİ ILGIN ÖNAL MERYEM İKBAL TOKUCU
Dünyadan Mektup
Elif Sena Nur ARASAN - 7/B
Merhaba Değerli İnsanlar,
Ben ‘’DÜNYA’’ sizin evlerinizin, işyerlerinizin, okullarınızın çeşit çeşit arsalarınızın, değerli malvarlıklarınızın maddi değerdeki her
şeyinizin içinde bulunduğu gezegen. Ben bazı
insanlar için değerli, bazı insanlar için de değersiz bir varlığım.
Değerli olmamın nedeni, ne olursa olsun
barış ve kardeşlik için çalışanlar, birbirlerine
sevgi ile bakanlar, maddi imkanlarıyla başkalarının yardımına koşanlar, geçici hevesler
kurmayıp kalıcı şeylerin peşinden koşanlar....
Halime bakılırsa henüz azınlık gibisiniz, sizin
çoğunlukta olacağınız günleri sabırsızlıkla
bekliyorum. Çünkü kalmadı halim...
Değersizleşmemin nedeni ise yine sizde gizli. Barış ve kardeşliği yok ediyorsunuz,
birbirinizden nefret ediyorsunuz, maddi imkânlarınızı başkalarına yardımda kullanmıyorsunuz, cömertlik yapacağınıza, cimrilik yapıyorsunuz, dostluk kuracağınıza, birbirinize
savaş açıyorsunuz. Bütün bunlara sebep olarak dünya hırsını gösteriyor, zalime yaranmaya çalışıyorsunuz. Hâlbuki YARADAN’A yaranmanız gerekmez mi?
Ben DÜNYA, içinde 7 milyar kadar insanı
barındıran, çok yaşlı ve birçok derdi olan kocaman bir gezgenim. Sizleri severim ama beni
çok üzüyorsunuz. Hem yalnız beni değil en
önemlisi Yaradan’ı üzüyorsunuz. Bence düzeltin şu hallerinizi bir an önce... Yaklaşıyor ‘’kıyamet’’, ben de yaklaşıyorum kıyamete. Sizden
tek isteğim Yaradan’ı üzmeyin, mutlu edin.
SAYGILARIMLA…
5
www.sultanalparslankoleji.com
Misafir Kalem
Başarı ve
Cömertlik
Fatma BİLGİR - Edebiyat Öğretmeni
İnsan, başarmayı ve mutlu olmayı önce sevmeli, sonra
istemeli ve bu isteğine erişebilmek için de elinden geleni
yapmalıdır. Eğer olduğumuz yerde durup başarının gelip bizi
bulmasını beklersek bizi bulan yalnızca hüsran olur.
Bana öyle geliyor ki yapamadıklarımızı, başaramadıklarımızı ya yeterince istemiyoruz ya da nasıl isteyeceğimizi bilmiyoruz. Yani umut ettiğimiz başarının, mutluluğun bir şekilde desteklenmesi gerekiyor. Aksi takdirde desteklenmeyen
umut hiçbir sonuç vermez.
Evrenin bize başarı ve mutluluk borcu olduğunu düşünürsek, hayatımız daima üzüntüyle ve boş bir beklentiyle
geçer. Evet, yaratılmışların en şerefli varlığı olan insanız biz.
Böylesine şerefli bir varlığa da başarı ve mutluluk yakışır.
Ama şunu da bilmeliyiz ki evrende hiçbir şey kendiliğinden
gerçekleşmez. Bunun için bir yaratıcıya, bir etkiye ihtiyaç
vardır. Başarı ve mutluluk için olduğumuz yerde birilerinin
bize bunları vermesini bekleyemeyiz. Bütün bunlara ulaşabilmek için bir etki mekanizması oluşturmalıyız. Azimle, sebatla ve sabırla…
Başarılı olunca ne mi olur? Mutlu oluruz. Peki, yalnızca
biz mi mutlu oluruz? Tatbikî hayır. Neden mi? Çünkü mutlu
olunca güler yüzlü oluruz. Güler yüzlü olunca cömert oluruz. Ne alaka derseniz çok alakası var. Efendimiz “Tebessüm
sadakadır.” demiyor mu? Peki, sadakayı kim verir? Yaratılış
amacını bilen cömertler. Cömert olanlar kimlerdir? Başarılı
ve mutlu olanlar. Size göre de başarı ve cömertlik arasında
yakın bir ilişki yok mu?
6
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
İlim
Esad CAN - 5/B
Hep ilimle ilgilen,
Deney yap bilgilen.
İlmi, bilimi seversen
Adını duyurursun dünyaya.
Hayatta en hakiki mürşit,
İlimdir demiş Atatürk.
Ünlüler, liderler bile önerir,
Her yerde ilmi araştır denir.
Peygamberimiz bile,
İlime önem vermiş.
En önemli insan bile,
Bilimi çok sevmiş.
Biz de bilimi sevelim.
Çok önem verelim.
Ona önem vermeyip,
Ülkeyi düşürmeyelim.
Neden ünlü insanlar
Bilime önem verir?
Çünkü çoğu ülke
Bilim ile yükselir.
İlim bilim olmasa
Dünya nasıl medenileşir?
İlkellikte kala kala
İnsanlar delirir.
Japonlar nasıl yapıyor,
O şaşırtıcı robotları?
Çünkü ilim var onlarda,
Herkesten fazla.
Biz de önem vermeliyiz,
İlime, bilime, deneye.
Yetişmeliyiz biz de,
Japonya’ya, Amerika’ya.
7
www.sultanalparslankoleji.com
Misafir Kalem
Ne Anlatmaz
Sedat Aslan
Ne anlatmaz, durgun suya dibi,
Yediği darbede oluşan halkalar,
Unutulmaz acıların mısralarıdır.
Ne anlatmaz, ak güvercinin dili,
Kanadındaki her tüy,
Dosta ulaşmamış, hasret mektuplarıdır.
Ne anlatmaz yanan kandilin dili,
Süzülen sarı ışık hüzmeleri,
Doğacak güneşlerin habercisidir.
Ne anlatmaz dertli kalemin dili,
Her tükenişi,
Yeniden diriltmenin çilesidir.
8
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
Babam
Murat Sungur AKASLAN - 3/C
En güzel baba,
Benim babam.
En yakışıklı baba,
Benim babam.
Sen olmazsan eğer
Ben de olmam.
Sen üzülürsen,
Ben de üzülürüm.
Ben doğunca ,
Yanımda yoktun.
Seni o zaman değil,
Sonra tanıdım.
Benim güçlü,
Kocaman babam.
Dünyanın en seveceni,
Benim babam
9
www.sultanalparslankoleji.com
Bir Eğitim Gönüllüsü
Tohumlar Yeşerince
1992’de soğuk bir kış akşamıydı. Ay, parlak
yüzünü gizlemiş, ortalık zifiri bir karanlığa bürünmüştü. Kasım’ın 25’i idi. Devasa bir okulda,
henüz elektrik tesisatı tamalanmamış, öğrenci
yemekhanesi jeneratörle ısıtılıtordu. Soğuk
kış gecelerinde jeneratörün ürkütücü sesi gecenin derin sessizliğini yırtan bir kurşun gibi
iliklerimize kadar...Gecenin ilerleyen saatlerinde jeneratörün sesi kesilmiş, bütün öğrenci
ve öğretmenler derin bir uykuya dalmışlardı.
Ayakta sadece askerdeki gibi üç beş nöbeti
tutan öğretmen ve belletmenden başka kimsecikler yoktu.
Kasımın son haftası olduğu için okulumuz
eğitim ve öğretime yeni başlamıştı. Aslında
Orta Asya’da okular eylülün sonunda açılır
fakat okulun inşaatı geç bittiği için kasımın
sonunda açabilmiştik. Eğitime başlamıştık
ama okulun eksikleri bitmiş değildi. Kayıtlara
yazdan başlanmıştı. Yöre insanına da söz verdiğimiz için ne olursa olsun okulumuzu açacak, eğitime başlayacaktık. Hakeza öyle oldu.
Köylere kadar gidilmiş, öğrenciler bir kısım sınavlara tabi tutulmuş, kayıtlar yapılmıştı.
Anadolu’nun bağrından kopmuş bir grup
adanmış öğretmenin aşk ve heyecanı halk
üzerinde müsbet bir tesir meydana getirmiş,
okul geç açılmasına rağmen hiçbir veli çocuğunun kaydını almayı düşünmemişti. İşte ana
yurdun vefakar insanları, ata yurttan gelen
adanmış gönülleri bağrına basmıştı. Tam bir
Muhacir-Ensar kaynaşması kısa zamanda kendiliğinden oluşmuştu.
Soğuk ve uzun bir kış gecesinde ortalığı inleten bir ses duyuldu yatakhaneden .O gece
nöbet sırası bendeydi, danışmanlığını yaptığım bir öğrencinin acılar içinde kıvrandığını
gördüm. Yanına vardığımda öğrencinin, “Ne
olur yardım edin, Hocam, karnım çok ağrıyor.”
sesleri beni çok etkilemişti. Hızla okuldan
10
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
kendimi dışarı attım, yakındaki anayoldan güç
de olsa bir taksi bulabildim. O yıllarda taksiler
gecenin geç saatlerinde pek müşteri almazlardı. Çünkü insanların 100 dolar için diri diri
yakıldığı dönemlerdi. İnsanlar çaresizdi. Kimsenin kimseye güvenmediği günlerdi. Alel
acele çocuğu taksiye bindirdim, hastanenin
yolunu tuttuk. Gittiğimiz hastane şehrin uzağındaydı.Yolda aklıma nasıl geri döneceğimiz
sorusu geliyordu. Hastaneye vardığımızda gece saat iki civarıydı. Doktorlar
çocuğun apandisinin patladığını,
acilen ameliyata alınması gerektiğini söylediler. Ameliyat
denince adeta başımdan
kaynar sular dökülmüştü.
Ya çocuğa bir şey olursa
? Derdimizi kime, nasıl
anlatacaktık? Velisinin
tepkisi nasıl olacaktı?
Bizi suçlar mıydı? Peki
ya okulumuzu kapatırlarsa?
Sanki sebepler sükût
etmişti. Aklıma hep olumsuz şeyler gelip duruyordu.
Ta ki doktorlar, velisinin izni
olmadan çocuğu ameliyat edemeyeceklerini söyleyene kadar. Bir anda sıyrıldım bu düşüncelerden. Çocuğun ailesi uzak
bir şehirde yaşıyordu. Bulunduğumuz şehirde
çocuğun dayısı vardı ama evini bilmiyordum.
Gecenin bir yarısı aldığım yarım yamalak bir
adresle dayıyı aramaya koyuldum. Taksi şoförünün de yardımıyla çocuğun dayısını bulduk. Uzun uğraşlardan sonra dış kapı bir hışımla yüzümüze açılmıştı. Durumu o günkü
yarım yamalak Kırgızcamla açıklamaya çalıştım. Dayısına, sizin imzanız olmazsa yeğeninizin ameliyat edilemeyeceğini, durumunun
çok kritik olduğunu söyledim.
Ama çocuğun dayısı böyle bir sorumluluğu
alamayacağını söyledi. Bu saatte neden rahatsız ediyorsunuz der gibi bir yüz ifadesi vardı.
Hışımla açılan kapı, aynı hışımla yüzüme kapanmıştı. Bu vurdumduymaz tavır karşısında
adeta yıkılmıştım. Alel acele hastaneye geri
döndüm.
Gecenin kaskatı soğuğu bir o kadar da
çaresizlik karşısında dizlerimin bağı çözülmüştü. Ayakta kalmakta zorlanıyordum. Doktorlar çocuğu
ameliyat odasına almış beni
bekliyorlardı. Doktoru tenha
bir köşeye çağırıp durumu anlattım. Sonra bütün
sorumluluğu üzerime aldığıma dair kâğıdı imzaladım. Çocuk, dayısının
gelmediğini görünce
mahzun ve çaresiz yüzüme bakıyordu. Ben el
işaretiyle bir problem
olmadığını bir an önce
iyileşeceğini söyleyerek
ameliyat odasından ayrıldım. Yaklaşık kırk dakika
sonra ameliyat bitmişti. Allah
yüzümüze gülmüş, bir aksilik yaşanmamıştı. O günün şartlarında her
nedense hastanede sabaha kadar kalmak
için uygun bir yer bulamadım. Gece yarısı okula dönmek için dışarı çıktım. Nasıl olsa bir taksi görebilirim diye yola koyuldum. Gelip geçen
bütün taksilere el kaldırdıysam da hiçbiri durmadı. Zaten o saatte yoldan geçen taksi sayısı çok azdı. Artık yürüyerek gitmekten başka
çarem kalmamıştı. Geçtiğim köşe başlarında
geceden duvar diplerine sızmış sarhoşlardan
başka kimsecikler yoktu. Muhtemelen çoğu o
soğukta donarak ölecekti. Zaten bu tür vakaların çok yaşandığı bir dönemdeydik. Akşam
alel acele okuldan çıktığımdan üzerime kalın
elbise de alamamıştım. Hem gecenin yorgunluğu hem de soğuk beni bitap düşürmüştü.
Yolun yarısına gelmiştim. Bir ara ayaklarımın
bir şey hissetmediğini fark edince içimi donarak ölme korkusu sardı .Bir mahalleden geçerken bir ara evlerden birinin kapısını çalıp
“Donuyorum, ne olur beni kurtarın.” diyesim
geldi. Hadi diyelim ki kapıyı çaldım, derdimi
nasıl anlatabilirdim ki... Hepsi yabancı. Hem
sonra kim bana inanır içeriye alırdı ki.... Zaten
çok sağlıklı bir fikir değildi ama ölüm korkusu
insanın aklına her türlü düşünceyi getiriyordu.
Yolun yarısına gelmiştim, en azından öyle tahmin ediyordum. Tek çarem kalmıştı: Donmamak için koşarak okula ulaşmak. Ama ya yolun
yarısında yorulup bir yerlere düşüp kalırsam.
Bu arada bir dergide donmak üzere olan bir
insanın neler hissettiği ile ilgili, bir makale
okumuştum. Zihnim bu düşüncelerle meşgul
olurken son bir kere “Ey Allah’ım! Yolda kalmışların, çaresiz olanların, darda kalanların
sahibi Sensin. Ne olur beni okuluma ve öğrencilerime kavuştur.” diye bağıra bağıra dua
ederek var gücümle koşuyordum.
Bir ara yorganın altında titrediğimi, ısınmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Okula ne zaman,
nasıl geldiğimi, okula gelirken kapıda kimin
olduğunu, yatakhaneye nasıl girdiğimi hiç hatırlamıyordum. O günlerde güvenlik gerekçesiyle bütün dış kapılar kilitlenirdi. Güvenlikten
de geldiğimi gören olmamış. Allah’ın izni ve
inayetiyle o gece donarak ölmekten kurtulmuştum. Rabbime karşı imanım bir kez daha
kuvvetlenmişti.
Sözünü ettiğim öğrenciyle yıllar sonra bir
Türk Koleji’nde öğretmenlik yaparken karşılaşmıştım. O gece yaşadıklarımı kendisine
anlatmıştım. Mahcup bir edayla: “Biz bu hizmetin ve hizmete gönül verenlerin hakkını
ödeyemeyiz.” demişti.
11
www.sultanalparslankoleji.com
Dedemin Günlüğü
Ebru Aleyna YILMAZ - 7/A
O gün yine dedemlere
gitmiştik.
Dedemi ve babaannemi çok severim
ama misafirler geldiğinde çok sıkıcı
oluyor ve ben de
sıkılıyorum
doğal
olarak… Yine sıkılınca dedemlerin odasına girdim. Orayı burayı karıştırırken gazete ile kaplı
kitap gibi bir şey gördüm. Merak ettim ve açtım içini… İçinde dedeme ait bir günlük vardı.
Sayfalarını karıştırmaya başladım ve bir sayfa
dikkatimi çekti çünkü sayfada yer yer dağılmış
mürekkep lekeleri vardı. İlk başta tabi ki onun
gözyaşı olacağını düşünememiştim. Okumaya
başladım:
“Sevgili Günlük,
Bugün nedense ev halkı bir garip. Bir kişinin öldüğünü duymuştum ama ev halkını bu
kadar etkileyecek değildi, herhalde… Ama garip olan şey şu: Annem ortalıklarda yok. Oysa
o hep evde olurdu… (16 Aralık 1955)
Diğer sayfa okunacak gibi durmuyordu
mürekkep lekelerinden… Bu yüzden birkaç
paragrafı atladım ve dedemin diğer yazısına
geçtim.
“Sevgili Günlük,
Eski bir anım aklıma geldi bu akşam. Biliyor
musun? Ben 6 yaşındayken bir köpeğim vardı… Adı Karabaş’tı. Onu pek severdim. Aslında
herkes onu çok severdi. Canım annem hariç…
Onun pislik yuvası olduğunu ve namaz kıldığımız yerleri kirlettiğini düşünürdü… Karabaş ile
yaklaşık 3 yıl geçirdim. Onunla yatıp onunla
kalkıyor, hatta yemeğimi bile onunla paylaşıyordum. Bir gün köyümüze bir oyuncakçı geleceğini duydum. Bir hafta boyunca dükkânın
12
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
açılmasını bekledim
ve kendimi ve Karabaş’ı hazırladım.
Hazırladım dediğim
de kendi kafama
ve Karabaş’ın her
tarafına limon sürmemdi. Bayramlıklarımı giydim ve oyuncakçıya gittim. Ancak
dükkân sahibi buraya hayvanların giremeyeceğini söyleyince Karabaş’ı eve götürüp evimizin bahçesine bıraktım. O zamanlar evimiz
bahçe ile bitişikti. Karabaş’ı bırakıp gittim ama
aklım hala onda kalmıştı. Eve geldiğimde bahçeye koştum. Bahçenin ortasında bir köpek
cesedi vardı. Evet, bu oydu. Onun derisi yanarak kıpkırmızı olmuş, derisinin üzerinde ve
yanında deterjanlı su kalıntıları vardı. Bir anda
hıçkırıklara boğulmuştum. Sesimi duyan annem yanıma geldi ve gözünden bir damla yaş
süzüldü. Meğer annem bulaşıkları yıkadıktan
sonra kalan sabunlu kaynar suyu benim biricik köpeğim Karabaş’ın üzerine boşaltmış ve
oda köpeğin derisini yakmış. Beni asıl üzen
olay yaklaşık 6-7 yıl boyunca anneme soğuk
davranıp onu üzmemdi.
Bu olayı anlatmamın sebebi açık: Bahsettiğim bir kişi vardı ya ölmüştü ve bizim ev
halkını çok etkilemişti meğer o annemmiş!
Ah canım anam! Eğer birkaç yıl çok değil birkaç yıl önceki zamana dönebilseydim emin ol
üzerindeki çiçekleri sulamaktan daha çok şey
yapardım… (3 Ocak 1956)”
Bu okuduklarımdan sonra zaten okumaya
devam edemedim. Gözümden birkaç damla
yaş süzüldü. Günlüğü hemen gazeteye sarıp
geri yerine koydum. Çünkü misafirler gitmiş
ve bir çift ayak sesi bana doğru yaklaşıyordu.
Kendimi bir anda yatağa fırlattım ve sırtımı kapıya doğru döndüm çünkü ağladığımı anlamalarını istememiştim.
Öğretmen
Zeynel Abidin KAYA - 2/D
Canım öğretmenim benim,
Ben sizi çok severim.
Siz benim kardeşim,
Annem, babam oldunuz.
Bir gün yalnız kalsam,
Bütün dünyanın umurunda değil.
Siz benim kardeşim,
Annem, babam oldunuz.
En çok sevdiğim öğretmenim,
Beni koruyan öğretmenim.
Siz benim kardeşim, Annem, babam oldunuz.
13
www.sultanalparslankoleji.com
Abdülkadir Volkan ARSLAN - 7/C
Gerçek İman
İnsanlar, birbirleriyle iç içe yaşarlar. Birbirlerinin temel ihtiyaçlarını gidermek ve bazı isteklerini yerine getirmek zorundadırlar. Barınma, giyinme, beslenme gibi ihtiyaçlardır bunlar. Ancak, bu ihtiyaçları karşılanmamış insanların sayısı da az değil.
Yaşlılar, yoksullar, çocuklar... Afrika/Somali’de açlıktan, susuzluktan sefil bir hayat süren, ya da süremeyenler... Bu yüzden de ölen milyonlarca insan…
Hepimiz yiyip içerken, eğlenirken, sıcacık evimizde sıcacık
çorbamızı içerken, mağazalara gidip yazlık-kışlık elbiselerimizi
alırken; diğer yandan onlar, çadırda yaşayıp, üstleri giyecek bir
şey bulamayıp, geceleri soğukta donuyorlar.
Bu kader miydi? Yoksa kader sözcüğünün altına sığınılmış
bir ihmal miydi? Siz de bilirsiniz her gün milyonlarca açlıktan
ölen insanların olduğunu... Peki, vicdanlar nerede?
Peygamber Efendimiz ’in (s.a.v) hadisinde: “Komşusu açken
tok yatan bizden değildir” buyurmaktadır.
Bu yüzden, artık bu işe son vermeliyiz. Komşumuz açken
tok yatmamalıyız ki, imanın hakikatine ermiş olalım.
14
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
İsrafsız Bir Dünya
Beste Zeynep KARACA - 7/B
İki yıl önceydi. Kahvaltıda güneş ışınları
yüzümüze tatlı tatlı vuruyor, adeta bana gülümsüyordu. Kahvaltı masasında çeşit çeşit
zeytinler, içimi ısıtan yeni dökülmüş tavşan
kanı çaylar, kardan bile beyaz peynir ve fırından yeni çıkmış çıtır çıtır ekmekler... Bu
kahvaltı masası sanki saray kahvaltısı gibiydi.
Herkes masaya oturmuş annemi bekliyordu. O
sırada gözümüz televizyondaki bir habere ilişti. Somali’deki çocukları gösteriyordu. Sanki
boğazıma bir düğüm atılmış, ben yutkundukça adeta büyüyor ve boğazımda çoğalıyordu.
Bu masa gözümde çirkinleşiyor, çirkinleşiyordu. Onlar açlıktan ölürken biz burada güzel
güzel yemekler yiyor, sonra onları çöpe atıyorduk. Açıkçası o an kendimden iğrenmiştim.
Aslında, kimse ben israf etmiyorum diyemez.
Çünkü biri ekmekten etmişse, diğeri zamandan israf ediyor.
En çok israf ettiğimiz şey: Ekmek… Herkes
üç beş tane alıyor günlük. Yarın bayatlıyor,
atıyorlar çöpe. İşte insanoğlu ne çok bulduysa
alıyor ve sonra atıyor. Hiç düşündünüz mü?:
“Ben atıyorum ama bazıları sırf bu ekmek
için canını feda ediyor.” diye. Onların açlıktan
karınları şişerken, bizim karnımız tokluktan
şişiyor. Biz annelerimiz ve babalarımız istediğimizi almıyorlar diye ağlarken, onlar ise açlıktan ölen anne ve babalarına ağlıyorlar.
Bir düşünün ekmeksiz bir insan ne kadar
yaşayabilir. İlk hali çıtır çıtır olan ekmekleri
açgözlülüğümüzden fazlaca alıyoruz sonra
bayatladığı için olduğu gibi çöpe atıyoruz.
Bencilliğimizden aç olan insanlar aklımıza
bile gelmiyor. Belki bazen gördüğümüz bir haber bizi biraz kendimize getiriyor. Ama sonra
unutulup gidiyor ve akabinde çöpten ekmek
toplayan insanlar…. Bilemiyorum bunu her zaman nasıl aklımızda tutabiliriz. Bazen diyorum
ki hepimiz ekmeklerimizi her gün aldığımızdan bir tane eksik alıp çöpten ekmek toplayan kardeşimize versek, aramızdaki kardeşlik
hukukunu geliştirsek….Böylece dünyamızı güzelleştirsek.
Kardeşlerim gelin yeni bir dünya için ilk
işimiz israf etmemek olsun.
15
www.sultanalparslankoleji.com
Minik Kalbin Seslenişi
Nisanur AYDIN - 7/A
Elimi tutamadın şehidim,
Varamadım sana,
Korktum ben de uyumaktan,
Uyanıp sana varamam diye,
Sen niye istedin ki?
Ebedi uyumayı,
Ama değerdi değil mi?
Vatan için...
İçim buruk, yıkkın ve bıkkın ,
Sevginden unutamadım ki seni,
Veremedim kara toprağa ellerini,
Hain insanlar daha da çoğaldı ,
Senden sonra.
İnsanlar muhtaç kaldı sana,
Bu kapkara dünyada.
Ağladı yine toprak senin için,
Vurdu göklere tekbirler,
Senin için.
Bir bahar daha bitti.
Ama onların zulmü bitmedi.
Sen gittin diye ,
Yine vurdular,yine acımadılar...
Güneşimiz doğmadı senden sonra,
Kara günler bitmek bilmedi,
Senden sonra.
Ama ben yılmayacağım ,
Sizin için hep uğraşacağım.
16
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
NUR
Cemil Meriç TAŞKIRAN - 6/B
20 Nisan; hüzün dolu,
Ama gül kokulu,
İnecek dünyaya melek ordusu,
Görmeye Rabbin Sevgilisini.
Alnı parlak, yüzü ak,
Hiç eline almadı o bıçak,
Çünkü ALLAH için ağlayacak,
Uhud’da kırılan dişi;yerde kalmayacak.
Cahillerin yanında kitap,
Alimlere hoş hitap,
Fatma’sına güzel ahlak,
Ona göre çok yakışacak.
Hira mağarasında,
Ahlaksızların arasında,
Cebrail görünecek ona,
Ve diyecek ki ’İKRA’
Olmasına rağmen ümmi,
Okuyacak ilk dizeleri,
Nedeni ise ALLAH’IN kerimliği,
İnmiş oldu ilk Ayet-i Kerimesi.
Bu olayla beraber,
Müslümanlık için oldular seferber.
Ancak yolda bir dert o da müşrikler,
Acaba o engeli nasıl geçecekler?
Boykotu yaptılar müşrikler,
Müslümanlığı yok edecekler,
Ama ALLAH’ın kerim olduğunu,
Zamanla öğrenecekler.
Hicrete gittiler Habeşistan’a,
Necaşi kabul etti ama,
Memleket sevgisi hele de,
Kabesi çok başka.
Uhud, Bedir, Hendek,
Savaşlar geliyor barış gelecek,
Kanlar dökülüyör, ölümün arkasında,
Şehitlikle cihad yürüyecek.
Ardında Mekke’nin fethi,
Çok sevinecek,
Tüm Müslüman cemaati,
Yanlarında peygamberi
17
www.sultanalparslankoleji.com
Anneye Mektup
Aslı Nur ÇAVLİ - 3/C
Seni çok seviyorum. İyi ki benim annemsin. En zor
anlarımda hep yanımdasın. Bize bakan, bizi büyüten
sensin, sana çok şey borçluyuz anneciğim. Seni sevdikçe daha çok mutlu oluyorum. Seni hep seveceğim.
Bizim canımız acırsa, yaralanırsak bizden çok üzülen
sensin. Şimdi anlıyorum meğer ne çok yükün varmış.
Çaresizliğimin ilacı oldun. Her zaman yanı başımda duran, sıkıntılarıma derman bulan sensin. Dünyanın en güzel annesi, benim için çok önemlisin! En iyi
kalpli, temiz yürekli, annelerin en güzeli sensin. Ben
seni ne kadar sevsem senin bana olan sevginden azdır. Senin yanındayken kendimi güvende hissederim.
Canım annem, iyi ki varsın. Hep mutlu ol istiyorum
ama bazen üzülebiliyorsun. Nedenini bilmem ama
hep mutlu hep güler yüzlü ol. Canım annem, sen mutluysan bende mutluyum. Dünyanın en güzeli canım
annem. Sana duygularımı anlatamam. Asude ve Asım
onları da çok seviyorum. Sana ev işlerinde veya kardeşlerime bakarak, onlarla oyun oynayarak yardımcı
oluyorum. Umarım bu şekilde yardım ediyorumdur.
Seni ve o güzel kalbini çok ama çok seviyorum annelerin annesi. UZAT AYAKLARINI CANIM ANNEM CENNET KOKUSU DUYAYIM
18
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
Yardım Edin
Feyza URLUNÇ - 5/C
Benim komşum aç,
Ben rahat uyur muyum?
O hala çok üşüyor,
Ben huzurlu olur muyum?
Yardım istiyorlar,
El ele verin diyorlar,
Bir kuru ekmeğe bile,
İhtiyaç duyuyorlar.
Cimrilik etmeyin,
Her şeyinizi verin.
O aç çocuklara,
Yardım edin.
Neden yardım etmiyoruz?
Bencillik mi yapıyoruz?
Aslında bu bencillik değil,
Merhametsizliktir!
Ne olur kör olmayın,
O çocukları görmemek için.
Bunun yerine,
Onlar için dua edin.
Ne demiş atalarımız,
İyilik eden iyilik bulur.
Hadi biz de iyilik edelim,
Küçücük çocukları öldürmeyelim!
19
www.sultanalparslankoleji.com
Mezun Kalem
Asıl Sevgi
Belkıs Gökçen YEŞİLYURT - Kars Fen Lisesi
Birine sevdiğini söylemek ne kadar kolaydır öyle değil mi? Samimi olduğunuz birine
kolayca söyleyebilirsiniz. Anneniz, babanız
istediğiniz bir şeyi yapınca başlarsınız sevgi
gösterilerine. Ağızdan dökülmesi kolaydır bu
iltifatların: “Seni seviyorum, çok iyisin, iyi ki
varsın…” Kabul edelim ki bu sözcükler kişisel
çıkarlarımız için dilimize pelesenk ettiğimiz
yapmacık klişeler. Birine sevgi göstermek, arkadaş olmak önemsiz görünüyor artık. Sevginize bağımlı hale getirdiğiniz insanlarla işiniz
bitince hiçbir şey yapmamış gibi çekip gidiyoruz, o kişinin kalbinde bulunan acıyı önemsemeden. Onun gözünden akanları sıradan
yağmur damlaları gibi seyrederken. Hızlanan
nabzını, sizi görünce eli ayağına dolaşmalarını görmezden geliyorsunuz. Her zaman ki gibi
umursamıyorsunuz. Tabi niye umursayasınız
ki? Güzellik yönünden noksan, ortalama başarıda biri sonuçta. Çokça var olanlardan. Diğer20
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
lerinden ayrılan özelliği ise size duyduğu hassas sevgisi. Tabi işin ucunda çıkarınız yoksa
kimin umurunda hassas sevgi, değil mi? Eğer
bu düşüncelere katılıyorsanız sevgiye dair en
ufak bir kıvılcım bile hissedemezsiniz yüreğinizde.
Siz, bunlara katılmayan hassas dostlarım!
Belki hayat size gülmeyecek, çok sevdiğiniz
dostlarınız sizi bırakıp gidecek ama üzülmeyin. Kalbinizdeki acı onu görünce depreşse
de “Her işte bir hayır vardır.” sözünü aklınızdan çıkarmayın. Belki bu kadar üzülmenizin
sebebi sevginizi yanlış yönde kullanmanızdır.
Yaratılana Yaratan’dan çok değer vermenizdir.
Bırakın onlar sizi üzsün, sevgi göstermesin.
Uzaklarda bir yerde sizden sevgisini ne olursa olsun esirgemeyecek bir güç var. İşte o güç
sevgisini asla esirgemez ve her ne yaparsanız
yapın o sizi çok sever. Ve o sizi asla kırmaz.
Dağlar Devrilse
Yerinden
Hülya KEKLİK - Türkçe Öğretmeni
Dağlar devrilse yerinden,
İnsan doğsa yeniden…
Hayat, ilmek ilmek işlense mutlulukla…
Gözleri nem, yüreği gam dolu büyüklerin ayak izleri üzerinde yürümeye çalışan minik bir kız
çocuğu gülümsese aniden…
Sormasak her zamanki gibi mutluluğa neden…
Alıversek çocuk gülüşleri gibi içimize hayatı… Sarsak, sarmalasak…
Bütün öcülerin ödü kopsa…
Dağlar devrilse yerinden…
Zalimlerin zulmü, çocuk gülüşlerine müebbet yese…
Minik bedenlerden yükselen sevimli kahkahalar, zalimlerin gönlüne şimşek olup inse…
Torlayıp toplasa bütün kini, nefreti, öfkeyi…
Atsa Kaf Dağı’nın ardına…
Bin şehzade gelse de bulamasa hani..
Bu masalın sonu mutsuz bitse…
Sırf çocuklar mutlu olsun diye…
Dağlar devrilse yerinden…
Yeniden… En derinden… İçten…
Bir çocuk gülümsese dünyaya..
Ve dağlar devrilse yerinden…
21
www.sultanalparslankoleji.com
Selim GÜNDOĞDU - Türkçe Öğretmeni
Sevgi Üzerine
Sevgi, bir insanın başka bir insana ya da
varlığa duyduğu en yüce hislerden biridir.
Sevginin yüzlerce tanımı yapılabilir. Bazıları
için Kâinatın varoluş sebebi, bazıları içinse
hayatın tadı, tuzu...
İnsanlarda merhamet duygusunun en üst
seviyede olmasını, paylaşma ve yardımlaşma
gibi erdemlerin açığa çıkmasını sağlayan güç
sevgidir. Sevgi çok çeşitlidir: Vatan sevgisi, çocuk sevgisi ve daha yüzlercesi… Çeşitleri ne
kadar çok olursa olsun sevgi denilince hepsinde de ortak olan bir nokta vardır ki o da
koruma içgüdüsü. İnsan neyi severse sevsin,
amacı her zaman sevdiğine zarar verilmesini
engellemek ve her şeye karşı onu korumaktır.
Sevilen varlık el üstünde tutulup, tabiri caizse
“gözden bile sakınıyor.”
İnsanoğlunda sevgi denen duygu olmasaydı, herhalde tüm insanlar sadece kendi
22
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
için yaşar, başkalarını düşünme ihtiyacı hissetmezlerdi. Sevgi, insanın sadece kendisini
düşünmesini engelliyor. Etrafına bakmasına
yardımcı oluyor.
Sevgi, şefkat ve merhametin kalplerimize
üflenmesidir. Tüm yaratılmış varlıklarda güzel tarafları görebilmek. Bazen bir kuşun kanadında, bazen bir ağacın yaprağında... Sevgi
baktığın her şeyde Yaratıcıyı görebilmektir.
Yaratıcıyı görüp de yarattıklarına muhabbet
duyabilmek. Sevgi, Yunus Emre, Mevlana gibi
gönül insanlarının nazarında “Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü.” şeklinde ifadesini
bulmuştur. Onların nazarında sevgi, çıkar ve
menfaatten uzaktır. Her şeye karşı koşulsuz
bir kabul ediş ve her şeyi anlama çabasının
sonucudur. Bugün biz de “sevgi” kavramına
onların gözüyle bakmalıyız. Sizce de öyle değil mi?
Mutsuzum
Aybuke EREN - 8/C
Nedeninin ne olduğunu bilmediğim bir
his içindeyim. Sanırım adı mutsuzluk. Sebebini gerçekten bilmiyorum ve kendimi yalnız
hissediyorum. Nerede olduğum önemli değil
gülemiyorum. Gülmek istiyorum ama ancak
biraz tebessüm edip tekrar ağlamaya başlıyorum. Çok çaresiz durumdayım beni bu durumdan kurtarabilecek hiç kimse yok.
Sadece sahilde kulaklığımla yürümek ve
haykırmak istiyorum kimseye anlatamadığım
derdimle... Böyle bir duyguya daha önce hiç
rastlamamıştım. Aslında ben karamsar biri
değilim. Sürekli
berrak bir
dere-
nin yanında beni anlayan biriyle beraber olduğumu hayal ediyorum. Bunu yapmak beni
rahatlatıyor. Gel gör ki etkisi uzun sürmüyor.
Çünkü yanımda olduğunu sandığım kişi yok,
yüzünü göremiyorum. Ben yalnız ve tek başıma yürüyorum, yürüyorum. Her yer yemyeşil.
Fark etmeden yanağımdan bir damla süzülüyor. Ağlamıyorum, yağmur yağmaya başlamış.
Hüznüm daha da artıyor. Yanımda olduğunu
sandığım kişi çok uzaklarda beliriyor. Yanında başka biri de var. Oraya oturuyorum ve
düşünmeye dalıp gidiyorum. İşte kurduğum
hayal bu. Beni hiçbir şarkı neşelendirmiyor.
İçimdeki sıkıntıyı anlatmaya çalıştıkça o sıkıntı daha derinlere iniyor.
Bu defa başka bir hayal kuruyorum. Bu
sefer bir okyanusun tam ortasındaki bir adacıktayım. Sadece yanımda siyah, metal bir
anahtar var. Ne işe yarayacağını bilemiyorum. Aniden bir fırtına çıkıyor. Tam anahtarı
boynumdan çıkarırken anahtar kopuyor ve
gökyüzüne yükseliyor. Ben arkasından bakarken fırtına diniyor. Tekrar kendimi yalnız
hissediyorum. Yüzünü göremediğim kişi
şimdi yanımda oturuyor ve bana doğru
dönüp gülümsüyor. Sonra okyanusun
derinliklerine doğru yola çıkıyoruz. Hayalim bitiyor. Hayal kurmanın beni rahatlattığını anlıyorum.
23
www.sultanalparslankoleji.com
Bilinmeyen Renkler
Yıldız Aleyna BİNGÖL - 8/B
Bence mutluluk kucağında uyuyan çocuğuna bakan annenin hissettiğidir. Askerden
dönen babasına bakışıdır çocuğun. Okunmamış kitapların mükemmel kokusudur. Dinlenmemiş müziklerin keşfedilmesidir. Sakız beş
kuruşa düştüğünde çocuğun gülüşüdür. Hasretten yanıp tutuşan annenin evladına sarıldığındaki duygularıdır. Müzik dinlendiğinde
kurulan hayallerdir. Üniversiteyi kazanan öğrencinin düşünceleridir. Dokuz ay beklenen
bebek dünyaya geldiğinde babasının çığlıklarıdır. Kör birinin renkleri hayal etmesidir.
Küçük bir çocuğun çizdiği resimdeki duygularıdır. Kanserli birinin kanserden kurtuluşudur. Ufak bir pikniktir. Bazen uçan bir balonun
ipinden son anda tutmaktır. Arkadaşlarınla
vakit geçirmektir. Masmavi gökyüzünü seyretmektir. Akşam dışarı bakarken yıldızın kaydığını görmektir. Korkusunu yenmektir bazen
mutluluk. İstediğin bir şeyin alınmasıdır. Sevinçten yerinde duramayıp zıplamaktır. Uzun
süredir görmediğin arkadaşınla buluştuğunda
içindeki kıpırdamadır. Kuran-ı Kerimi okurken
içindeki aşktır. Dondurma yiyen bir çocuğun
her tarafı battığı halde umursamamasıdır.
24
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
Televizyonu açtığında sevdiğin programın
çıkmasıdır. Çarpışan arabalarla çarpışmaya
çalışmaktır. Delice dans etmektir. Yarışmada
doğru soruyu bilmektir. Baban eve geldiğinde
poşetleri karıştırıp çikolata bulmaktır. Kardeşinle geçirdiğin eğlenceli vakitlerdir. Annenin
sevinç gözyaşlarıdır. Akşam yemeğinde sevdiğin yemeğin olmasıdır. Sofrada geçen eğlenceli vakitlerdir. Jelibon verildiğinde mahsun
teşekkürdür. Tarlada çalıştıktan sonra içilen
soğuk sudur. Yaptığın işe karşılık verilen paradır. Bayram ziyaretleridir. Yeni arkadaşlıklar
devam eden dostluklar ve bitmeyen kardeşliktir. Eski hatıraların aklına gelmesidir mutluluk. Üzüntülü olaylara olumlu bakmaktır.
Huzurlu bir yuvadır. Oyuncak bebeğine elbise
yapmaya çalışan çocuğun umududur. Annen
ağzındaki sakızı şişirdiğinde patlatmaya çalışmaktır. Eve geldiğinde annesinin kucağından inen çocuğun ilk adımlarıdır. Arkadaşınla
sesin kötü olduğu halde şarkı söylemektir.
Bulduğum deniz kabuğundaki sesi dinlerken
duyduğun sevinçtir.
Mutluluk çok küçük şeylerdir. Son olarak
da bu yazıyı okuyup gülmektir mutluluk.
Kuş Olsaydım
Arif Efe TAZEGÜN - 3/B
Kuş olsaydım,
Gezerdim her tarafı,
Kuş olsaydım,
Bakardım her tarafa.
Kuş olsaydım,
Baharın güzelliklerinde,
Uçardım güzel güzel,
Eğ er kuş olsaydım.
Kuş olsaydım,
Gezerdim dünyayı,
Dünyanın güzelliklerine,
Bakardım her zaman.
25
www.sultanalparslankoleji.com
Kuzen
Nursena DEMİR - 3/B
Soğuk bir kış akşamı günlerden 28 Şubat’tı. Köydeydik. Kuzenimin hediyelerini
ondan önceki gün anneciğimle beraber
hazırlamıştık. Bu akşam da kuzenimin ne
zaman doğacağını bilmememize rağmen
hediyeleri yanımızda getirmiştik. Tek tek
hediyeleri açıyor, yengemin heyecanına
şahit oluyorduk.
Akşam olmuştu. Yengemin gözünde heyecanlı bekleyiş vardı. Sonra aniden yengeme bir şeyler oldu, çok ağrısı vardı. Annem, amcam, yengem ve ben hastaneye
gidiyorduk. Kuzenim de gelmişti. Kuzenim
ve ben evden eşyaları aldık. Yolda birkaç
soru sordum.” Adı ne?” “Taha.” “Soyadı?”
“Zaten biliyorsun.” dediler. Evet, gerçekten
biliyordum. Soyadı Demir’di. Her neyse
26
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
hastaneye ulaşmıştık. Taha doğmuştu, tahmin ettiğimden çok daha tatlıydı. Cennet
kokusunu alıyordum onda. Bu durum beni
heyecanlandırıyordu. Meleğimizi kucağıma almak istiyordum. Bunun için erken
olduğunu söylediler.
İnanamazsınız ama birkaç saat sonra
Taha’ yı da yengemi de hastaneden çıkardılar. Biz de köye gittik. Köydeyken Taha’ yı
görmeye birçok misafir geldi.
Bir hafta sonra Erzurum a giderken, ablam Taha’yı kucağına tuttu. “Ben de kucağıma alabilir miyim?” diye sordum “Erzurum’
a gidince alabilirsin” dediler. Erzurum’ a nihayet gelmiştik. Çok heyecanlıydım çünkü
hayatımda tutacağım ilk bebek Taha’ydı.
Huzur
Tuğçe Naz AKGÜL - 5/A
Masmavi bir deniz, yemyeşil ağaçlar, etraftaki mis kokulu rengârenk çiçekler, masmavi
gökyüzü, cıvıldaşan kuşlar, toprağın tazeliği,
kıyıya vuran dalgalar… Etraf sessiz…Geyikler
ceylanlar su içiyor ve güneş sımsıcak. Sanki burası dünyanın en huzurlu yeri. Buradaki
dünya başka bir dünya. Her gün canım sıkıldığında buraya gelirim. Çünkü burası insanı
mutlu ediyor. Dertlerim kafamdan uçup gidiyor. Çok mutluyum çok. Bugün, en yakın arkadaşımla tartışmıştım ve yine buraya geldim.
Hava rüzgarlıydı. Rüzgar saçımı savuruyordu.
Sanki benim sıcaktan bunaldığımı anlamış,
beni serinletiyordu. Her zamanki gibi dertlerimi unutmuştum. Arkadaşım beni anlar gibi
yanıma geldi. O da huzurluydu. İkimizde bir-
birimizden özür diledik. Güneş batıyordu. Güneşin batışını seyredip oradan ayrıldık. Çok
mutluydum. Çünkü arkadaşım beni seviyordu.
Sabah uyandığımda kahvaltımı yapıp dışarı her zaman gittiğim yere gittim. Arkadaşım
da orada beni bekliyordu. İkimizde toprağa
yatıp bulutlardan şekil oluşturduk. Sonra denizin kıyıya vuruşunu seyrettik ve birkaç kuşla
arkadaş olduk. Oradaki ağaçların meyvelerinden yedik. Hiçbir zaman kendimi bu kadar
mutlu ve huzurlu hissetmemiştim. O gün benim için dünyanın en güzel günüydü. Bir dahaki hafta yine buraya gelip kuşlarla arkadaş
olmak ve güneşin batışını seyretmek üzere
oradan ayrıldık.
27
www.sultanalparslankoleji.com
O’na
Mektup
Kübranur KARAKURT - 4/B
Güzel Peygamberim,
Sizin hakkınızı nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum. Ne hediye vereyim diye düşünürken aklıma size mektup yazmak geldi. Ne de olsa çam sakızı çoban armağanı.
Siz Allah’ın en sevdiği kulusunuz. Belki size çok mektup geliyordur. Siz de bunların her birinden haberdarsınızdır. Biliyorum ki siz sevgi peygamberisiniz. Size önce inanan çok kimse
yoktu ama siz pes etmediniz. En çok da bu özelliğinize hayranım: ‘’SABRINIZA’’ Bıkmadan usanmadan doğruyu, iyiyi,
güzeli anlatıp durdunuz. Sadece anlatmadınız aynı zamanda yaşadınız, en güzel örnek oldunuz.
Müşrikler akıllarını hiç kullanmadılar.’’Ancak bu kadar
dürüst,güvenilir ve sabırlı biri peygamber olabilir’’
diyemediler.Ya da kalplerini susturdular.Onlar biliyordu ki sen asla yalan söylemezsin.Zaten deli
dediler,mecnun dediler ama yalancı diyemediler...
Hep sizin gibi olmak isterim. Sünnetlerinizi uygulayıp öğrenmeye çalışıyorum. Bu arada sizi çok meşgul
etmeden şunu söylemek istiyorum:
SİZİ ÇOK SEVİYORUM.
28
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
Ne Zaman Hayat?
Kübra ÇİTİL - 8/A
Bazen bakıyorum da ‘’Bu hayat yaşanılacak
kadar güzel mi?’’ diye. Hayır, aslında değil. Her
gün yeni bir güne gözlerimi açıyorum. Sabahın ışıklarıyla beraber uyanıyorum. Yüzüme
vuran güneşin ışığı başta güzel gelse de bir
süre sonra rahatsız ediyor. Aynı hayat gibi…
Her sabah çoğu insan gibi ben de yeni bir
güne umutlarla, sevinçlerle gözümü açıyorum.
‘’Bugün her şey güzel olacak.’’ Ama gün içinde
tek güzel haber duymak için can atıyorum,
atıyoruz. Günüm, kendi yaşantım belki güzel
geçmiştir ama her duyduğum, insanların yaşadıkları, ölümler, savaşlar, kazalar… Hangi insan
bu gibi şeyleri duyduğunda kötü olmuyor? Bu
gibi şeyler duyan insanın yüreği sızlamıyorsa,
içi acımıyorsa ‘’BEN İNSANIM’’ diyebilir mi?
Hayır, bu gaddarlık… Bu insanlık olmaz. Neden
bu halde dünya? Neden kötülük var? Kötülükler olmasa hayat, yaşanabilecek kadar güzel
olur muydu? Bazen düşünüyorum da her
şeyin bir zıttı olmak zorunda mıydı? Sevincin
neden üzüntüsü var? Peki, sevginin nefreti?
Ya da neden dostluğun düşmanlığı? Beyazın
siyahı? Yaşamın ölümü… Her şey bir gün bitip
tersine dönüşüyor. İnsanlar neden her şeyin
olumlu yönünde değil? İnsanlar kötülüğün
peşinde koşmaktan zevk alıyorlar belli ama
karşıtını denemeden nasıl karar verebiliyorlar? Belki kötüler, kötülükler olmasa her şey
daha güzel olurdu. O zaman her gün yaşamaktan zevk almayıp hayatını sonlandıranlar olmazdı. Herkesin içinde yaşama sevinci olurdu.
Belki de güzelliklerin farkında olmak için vardır hepsi. Kötülük iyiliğin olduğunu anlamak
için… Kötülükler olmasa belki de diğer yönünü, iyiliği, görmezdik. Ama bir şeyin iyi olduğunu anlamak için zarar görmek bizi incitmez
mi? İncitiyor da zaten. İnsanlığı öldürmeden
iyiliği anlasak belki de her şey daha güzel olacak. Belki de en iyisi böyledir.
Sanırım biz hayata ikilemler içinde olmak
için geldik. ‘İYİ OLAN MI KÖTÜ OLAN MI?’’ belki de bütün mesele budur. Evet, belki hayatın
acı kuralları yüzünden bu haldeyiz ya da insanların yapamadığı ters giden bir şeyler var.
Bunu ne zaman öğreneceğiz? NE ZAMAN HAYAT OLACAK? Aslında hayat yaşanabilecek kadar güzel ama yaşanılacak kadar güzel değil.
29
www.sultanalparslankoleji.com
Aile
Eylül KORAL - 4/B
iyi ise toplum da iyi ancak
Aile toplumun en küçük birimi. Aile
nu düşünmek zordur. Bu sözü
aile kötüyse o toplumun iyi olduğu
zetebiliriz. Aile içinde anne ve
‘’Balık baştan kokar’ ‘atasözüne ben
öyle davranırlar. Yani çocuklar
baba nasıl davranırsa çocuklar da
Ailede bireyler iyi geçinmeli,
toplum içinde ailelerini yansıtırlar.
ılmalıdır. Örneğin; baba işe gidip
ayrıca aile içinde iş bölümü yap
malı, çocuk ise odasını toplayıp
para kazanmalı, anne yemek yap
etmelidir. Ailede herkes sorumgücü yettiğince annesine yardım
uk yatağını toplamadan okula
luluğunu bilmelidir. Örneğin: Çoc
lidir. Aile bağlarının güçlenmesi
gidip annesine zahmet vermeme
lar: Çocuk kardeşiyle oyuncağını
için bir takım görevler vardır. Bun
lidir. Anne yemeğini yapmayı
paylaşmalı ve onunla kavga etmeme
eye zor durumlarda yardımcı olihmal etmemeli ve baba ise ann
malıdır.
balık bağları vardır. AkrabalaAile bağlarının içinde bir de akra
a dinimizde sıla-i rahim denir.
rımızı ziyaret etmemiz gerekir. Bun
önem verir ve ‘’Ailenizle iyi gePeygamberimiz aile bağlarına çok
çinin’’ dermiş.
30
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
lenmesi için ailemizin kıySonuç olarak aile bağlarımızın güç
eliyiz.
metini bilmeli ve onlarla iyi geçinm
Uzayın
Öbür Ucu
Esat Tuna ERDAĞI - 6/A
Uzay… Özellikle çocuklar için büyük bir merak konusudur. Peki uzay nedir?
le uzay teleskopunun çektiği bazı görüntüler
kara deliklerin varlığını kanıtlıyor.
Evren: Evren içinde her şeyin bulunduğu
sınırsız boşluktur.
Galaksi: Galaksi veya Gökada, devasa boyutta, İçinde pek çok yıldız. Nebula, yıldızlararası madde içeren gökcismi. Tipik galaksiler
10 bin ila 1 trilyon arasında yıldız barındırır.
Bizim galaksimiz Samanyolu 400 milyar yıldıza ev sahipliği yapar.
Evren İkiye Ayrılır: Görülen ve görünmeyen evren. Şimdi evreni oluşturan bileşenleri
dıştan içe doğru sırasıyla inceleyelim.
Görünmeyen Evren: Görünmeyen evren
kara enerjiden ve kara maddeden oluşur.
Kara enerji evrenin sınırlarının genişlemesini
sağlar. Kara madde yalnızca kütle çekimiyle
fark edilir.
Görünen Evren: Görünen evren, tüm evrenin %5’ini oluşturur.
Yıldız: Yıldızlar büyük kütleli, devasa boyutta gaz toplarıdır. Yıldızların çekirdeğinde
hidrojen, helyuma dönüşür.
Aşırı büyük yıldızlar öldüğü zaman bir karadelik oluşur.
Kara Delik: Kara delikler aşırı büyük kütle
çekimleri olan ölü yıldızlardır. Sarmal galaksilerin merkezlerinde bulunur. Çekim gücü
o kadar güçlüdür ki ışık bile ondan kaçamaz.
Eskiden kara deliklerin gerçekten var olmadığı düşünülürdü, ancak son zamanlarda Hubb-
Kuasar: Kuasarlar evrenin en uzak köşelerinde akıl almaz bir enerjiyle parlayan gökadalardır. Merkezlerindeki inanılmaz boyuttaki
karadelikler nedeniyle parladıkları sanılmaktadır. Evrenin genç ve çalkantılı dönemlerinde oluşmuşlardır.
Blazar: Blazarlar, aktif, dev eliptik galaksiden daha büyük kuasarlardır. Genellikle
iki veya daha fazla kuasarın çarpışmasıyla
oluşmuşlardır.
Yıldızların Ölümü: Yıldızlar, boyutlarına
göre çeşitli şekillerde ölürler. Güneş gibi
orta kütleli yıldızlar, öncelikle şişip bir kırmızı
dev oluştururlar. Ondan sonra basit bir nova
patlamasıyla yok olur ve geriye bir beyaz
cüce kalır. Zamanla beyaz cüce, kalan yakıtını
da tüketir ve bir kara cüceye dönüşür. Ancak,
kara cüceye dönüşmesi için evrenin oluşumundan daha uzun bir süre geçmesi gerekmektedir. Bu yüzden evrende hiç karacüce
yoktur.
31
www.sultanalparslankoleji.com
Daha büyük kütleli yıldızlar, örneğin Rigel,
süper novayla yok olur. Geriye yıldızın çekirdeği ve patlamanın kalıntılarının oluşturduğu
Nebula kalır. Zamanla yıldızın çekirdeğinin
etrafındaki gazlar, çekirdeğin etkisine kapılır
ve onu küresel bir biçimde çevreler. Ardından
sıkılaşır ve yeniden yıldızın çekirdeği hidrojeni helyuma dönüştürerek ısı ve ışık yaymaya başlar. Böylece ana yıldız kadar büyük
olmasa da yeni bir yıldız doğmuş olur. Daha
büyük yıldızlar ise Hipernova ile ölür. En küçük süper dev ve Hiper dev yıldızlar, Hipernovadan sonra içe çökerek Nötron yıldızını
oluşturur. Daha büyük yıldızlar yani, üst dev
(Örneğin VVCephei a gibi) ve üstün devler
(Evrendeki en büyük yıldız VY Canis Majoris
gibi) yıldızlar ise hipernovadan sonra nötron
yıldızı halinde kalmaz.
Daha da hızlı çökmeye başlar ve en sonunda
ışığın bile kaçamayacağı kadar bir kütle çekimi olan karadelik oluşur.
Bir yıldız ne kadar büyükse, kara delik de o
kadar büyük olur.
VY CMa: Evrende bilinen en büyük yıldızdır.
Çapı güneşin çapının 2100 katıdır. Samanyolu galaksisinde ve Büyük Köpek Takım
Yıldızındadır.
Galaksi Kümesi: Galaksi kümeleri, içinde
pek çok galaksi barındıran, bunun dışında bağımsız yıldızlar da bulunan gök cisimleridir.
Bizim galaksimiz yerel grup adı verilen aynı
zamanda Başak da denilen kümededir. Adını
Başak takımyıldızından alır.
Süper Küme: Süper kümeler, içinde en
az 100 adet galaksi kümesi barındıran gök
cisimleridir. Bu gök cisimleri evrende dağılmamış, süper küme kompleksi veya süper
küme iplikçiği denilen daha büyük yapılara
bağlıdır. Bizim süper kümemiz adını merkezdeki Başak kümesinden alan Virgo (Başak)
Süper Kümesindedir. Bu kümeye yerel süper
küme de denir.
Süperküme İplikçiği: İçinde pek çok süper
küme bulunduran gök cisimleridir. Bizim gökadamızda yine yerel süper küme iplikçiği de
denilen Virgo (Başak) süperküme iplikçiğindedir. Bunlar yine tek başına değildir. Evrendeki bilinen yapıların çoğu büyük duvar veya
Sloan Seddi denilen, CfA 2 yapısına bağlıdır.
Büyük Duvar (CfA2): Evrendeki bilinen en
büyük yapıdır. 5 Süperküme iplikçiği, bunun
dışında yüzlerce süper küme, gökada kümesi, galaksi ve hatta serbest yıldız içeren
gök cismidir. Bundan büyük bir yapı varsa da
henüz hiçbir insan bunu keşfedememiştir.
Ancak, çoğu gökbilimcinin tahmini şöyledir: “Eğer evreni iç içe geçmiş toplar olarak
düşünürsek, büyük duvar, büyük ihtimalle; o
toplardan biridir. Belki en dıştaki toptur, belki
de daha ortalardadır.”
Evrendeki Yerimiz: Dünyanın, evrendeki
yeri şöyledir: Dünya- Yer Uzay- Yörünge- İç
Güneş Sistemi- Güneş Sistemi- HelyosferAvcılar Yıldız Kümesi- Oryon Kolu- Yıldız
Yörüngesi- Samanyolu- Av Köpekleri GrubuYerel Grup- Virgo Süper Kümesi- Virgo Süper
Küme İplikçiği- Büyük Duvar- Görünen EvrenEvren.
Evren, sandığımızdan daha geniş bir yerdir.
Görünen evren yaklaşık olarak 28.000 megaparsek (7 desilyondan fazladır) boyutundadır.
Evrende aslında burada anlatılmayan pek çok
şey var. Hepsini buraya yazmaya kalksam,
bunun üstüne bir de burada yazılan her şeyi
tüm detaylarıyla anlatsam, bırakın bu dergiye, koskoca bir ansiklopediye bile sığmaz.
O yüzden, burada sadece en önemli ve en
ilginç şeyler var.
BUNLAR VE BİRAZCIK FAZLASINI İNSANLAR
BİLİYOR. KALANINI DA ALLAH...
32
SULTAN ALPARSLAN KOLEJi
Yararlanılan Kaynak Baş Döndürücü Uzay ve Şaşırtıcı Gerçekler - Adem Dönmez