indirmek için tıklayınız

Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
ARAP BAHARI ÜZERİNDEN AVRASYA-ATLANTİK
REKABETİNİ YORUMLAMAK
Barış DOSTER*
Orta Doğu, siyasi, iktisadi, askeri, toplumsal, kültürel boyutlarıyla uluslararası ilişkilerin merkezinde yer alan bir bölgedir. Büyük uygarlıkların kök salıp
geliştiği, derin çelişkilerin kurumsallaştığı, keskin rekabetlerin eksik olmadığı
bir coğrafyadır. Tek tanrılı dinler, kadim medeniyetler burada doğmuş, Tasavvufun derinliklerine burada inilmiş, Arap-İsrail Savaşları burada çıkmıştır. Bu nedenle, Orta Doğu’nun bugünü üzerine yorum yaparken, geçmişini
unutmamak, her zaman dikkate almak gerekir. Zira tarihsel bellek ve geçmişteki algılar, Orta Doğu’da bugünü de geleceği de çok fazla şekillendirir,
etkiler, yönlendirirler.
“Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç de bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Bölgenin tarihi, birikimi, deneyimi, donanımı, kabiliyeti, toplum yapısı,
insan malzemesi gözetilerek yorumlanmalıdır. Orta Doğu’nun, batıdan ithal
modellerin, rejimlerin, kavramların yürürlükte olmadığı, dolaşıma girmediği
bir bölge olduğu unutulmamalıdır. Çünkü Orta Doğu’da öne çıkan sorunlar
değişkendir, karmaşıktır. Bu nedenle uzun vadeli bakış açısı geliştirmek oldukça zordur. Arap-İsrail anlaşmazlığı başta olmak üzere, bir dizi yapısal sorun vardır. Enerji kaynakları açısından zenginliği nedeniyle, asırlardır büyük
devletlerin çıkar çatışmalarına sahne olması da sorunların çözümünü güçleştiren önemli bir etkendir.
Orta Doğu denince akla öncelikle İslam dünyası, Filistin meselesi ekseninde
* Doç. Dr., Marmara Üniversitesi
167
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
şekillenen Arap-İsrail uyuşmazlığı, enerji zenginliği ve su kıtlığı gelir. Dünya
nüfusunun ve yüzölçümünün yüzde yirmiden fazlasını oluşturan İslam âlemi,
kimi temel hammadde kaynaklarında yüzde elliden fazla paya sahiptir. Ancak
küresel üretimdeki payı yüzde 4’tür. Dünyanın en zengin ülkesiyle en yoksul ülkesindeki kişi başına ulusal gelir 500 katı bulurken, bu uçurum İslam
dünyasında daha derindir. Dünyanın en zenginleri listesinde çok sayıda Arap
şeyhinin ismi bulunsa da, İslam Konferansı Örgütü’ne üye en az gelişmiş ve
düşük gelirli ülkelerin nüfusu, örgüt üyesi ülkelerin toplam nüfusunun yüzde
67’sidir.
İslam âleminin ve Arap dünyasının geri kalmışlığı, ekonomik zayıflığı, siyasi
güçsüzlüğü, sanayi, bilim ve teknolojideki geriliği, alt kimlikler, feodal aidiyetler, Ortaçağ kalıntısı mensubiyetler üzerinden bölünmüşlüğü, sadece ülkelerin içindeki kutuplaşmayı, çatışmayı değil, İslam ülkeleri arasındaki rekabeti hatta kimi zaman savaşları da beslemektedir. Toplumsal yapının, siyasal
kültürün genellikle mezhep, etnisite, kabile, aşiret ilişkileri üzerinde yükselmesi, bu ülkelerin batılı büyük güçler tarafından sömürülmesini, kullanılmasını kolaylaştırmaktadır. Orta Doğu’da ABD karşıtlığı çok yüksek olduğu halde,
ABD’nin iktidarlar üzerinde büyük nüfuzu, enerji kaynakları üzerinde etkili
denetimi, siyasal seçkinler üzerinde dikkat çekici ağırlığı vardır. ABD’nin
İsrail’le stratejik müttefik olması bile, Körfez’deki Arap ülkeleri üzerindeki
etkinliğini sarsmamaktadır. Arap Baharı’ndan Demokrasi Çıkmadı “Arap Baharı” denilen süreç, Tunus’ta Muhammed Buazizi adlı seyyar satıcı
gencin 17 Aralık 2010’da kendisini yakmasıyla başlamıştır. Ancak sürecin
başlamasının üstünden 2.5 yıldan fazla zaman geçtiği halde, “bahar”ın geldiği ülkelere demokrasi gelmemiştir. Eylemlerin başladığı Tunus’ta istikrar
sağlanamamıştır. Arap dünyasının kalbinin attığı Mısır’da iki kez lider değişmesine, yeni anayasa kabul edilmesine karşın, gerginlik sürmektedir. Petrol
zengini Suudi Arabistan’ın desteğiyle ayakta kalabilen Bahreyn’de rejim sıkıntılıdır. Ürdün’ün geleceği hakkında karamsar yorumlar yapılmaktadır. Rejimin kanlı şekilde sona erdiği Libya’nın bütünlüğü tartışılmaktadır. 2011’in
Mart ayında olayların başladığı Suriye’de ise Cumhurbaşkanı Esed, ABD ve
müttefiklerinin baskılarına, Rusya, Çin ve İran’ın da desteğiyle direnmektedir.
168
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
Arap Baharı’na ilişkin olarak bölgedeki iktidar boşluğuna ve şekillenen yeni
güç ilişkilerine dikkat çekenlerin sayısı artmaktadır. Örneğin Japonya’nın eski
savunma bakanı Yurike Koiki’ye göre; Orta Doğu’nun siyasi eko-sisteminin
bozulmaya başlamasının arkasında bölgede şekillenen “iktidar boşluğu” vardır ve bu boşluk şu 3 vektörün bileşkesinden oluşmaktadır: Birincisi, ABD’de
enerji alanında yaşanan gelişmeler, bu ülkenin Orta Doğu kaynaklarına bağımlılığını azaltmıştır. İkincisi, ABD hegemonyası gerilerken Çin’in yükselmesi, Batı merkezli dünya sisteminin sürdürülebilmesi açısından, Uzakdoğu,
Pasifik havzası ve Afrika’nın önemini artırmaktadır. Üçüncüsü, Afganistan ve
Irak savaşlarının son verilere göre 6 trilyon dolara ulaşması beklenen faturası,
“askeri sınaî kompleksi” beslemekle birlikte, artık ABD bütçesi açısından taşınamayan bir mali yük oluşturmaktadır. Bu üç vektörün bileşkesinde oluşan
iktidar boşluğunun Orta Doğu jeopolitiğine getireceği yeni “eko-sistemi” düşünürken çok dikkatli olunmalıdır. ABD’nin bölgedeki jeopolitik gelişmeleri
belirleme gücünün azalması, bu boşluğu bir başka ülkenin doldurabileceği
anlamına gelmemektedir. Diğer bir deyişle, ABD’nin bu boşluğu bir başka
ülkenin (onu stratejik müttefik olarak tanımlasa bile) doldurmaya kalkmasını
kabul edeceğini sanmak, büyük yanılgıdır.1
Arap Baharı başladıktan sonra ABD, Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de kendisine yakın duran liderlere, yükselen ABD karşıtlığını da dikkate alarak, sahip çıkmamıştır. Müttefiklerini gözden çıkarmış, yorulan yüzlerin yerine
yenisini koymanın yollarını aramış, başarılı da olmuştur. Libya’da emperyalizm karşıtı söylemleriyle öne çıkan Kaddafi devrilmiş, ülkenin zengin
enerji kaynakları ABD’li şirketlere açılmıştır. ABD, bölgede kendi çevresinde bir Şii hilali örmeye çalışan İran’ın, Filistin davasının hamiliğini, İslam
dünyasının liderliğini üstlenme çabalarına, Irak’ta artan etkisine engel olmayı
amaçlamaktadır. Tahran’ın bölge merkezli politika arayışlarını dizginlemek,
İsrail’in güvenliğini pekiştirmek, mümkünse Filistin meselesini İsrail’i tatmin
edecek şekilde çözmek, enerji kaynakları üzerindeki denetimini tahkim etmek
için çalışmaktadır.
1 Ergin Yıldızoğlu, “Ortadoğu Isınmaya Devam Ediyor,” Cumhuriyet, 1 Nisan 2013, Erişim tarihi: 1 Nisan 2013, http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/412806/Ortadogu_Isinmaya_Devam_Ediyor.html#.
169
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Arap Baharı sonrasında, Atlantik cephesi yani ABD ve müttefikleriyle küresel
ölçekte Rusya ve Çin, bölgesel ölçekte ise İran’ın öne çıktığı Avrasya güçleri
arasındaki rekabet en belirgin ve keskin biçimde Suriye’deki olaylarda görülmüştür. Arap Baharı’nın son durağı olan, ama süreci en uzun, en kanlı yaşayan
Suriye’de bir tarafta ABD’nin başını çektiği, İngiltere, Fransa, Türkiye, Suudi
Arabistan ve Katar’dan oluşan Esed karşıtı cephe, diğer tarafta ise Rusya, Çin,
İran ve Irak’tan oluşan cephe vardır. Bu cepheleşme sadece bölgesel ölçekte
değil, Kuzey Kore’den Latin Amerika’ya dek uzanan küresel ölçekte bir cepheleşmedir. BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye karşıtı karar tasarıları gündeme
geldiğinde, Rusya ve Çin veto kartını kullanmışlardır. Suriye’ye yönelik askeri müdahaleye kesinlikle karşı çıkmışlardır. Bunu yaparken ABD ve müttefiklerini, Suriye’nin içişlerine müdahale etmekle, çatışmaları kışkırtmakla,
terörist gruplara destek vermekle suçlamışlardır.
Libya’da göstermedikleri direnci Suriye’de gösteren Moskova ve Pekin,
ABD’nin sadece Suriye politikasını değil, İran politikasını da eleştirmektedirler. Tahran’ın içişlerine karışılmasına, ambargolara, tek taraflı yaptırımlara
karşı çıkmaktadırlar. İran’a doğrudan veya dolaylı, ABD’nin tek başına ya da
müttefikleriyle birlikte müdahalede bulunmasına kesinlikle karşı çıkmaktadırlar. İran’ın nükleer çalışmaları nedeniyle batıyla yaşadığı gerginlikte barışçı
yollardan çözümü önermektedirler. ABD’nin enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştığını bilen Rusya ve Çin, İran’ın nükleer faaliyetlerine sert
tepki vermemektedirler. Bu nedenle sadece ABD’nin değil, Türkiye ve Körfez’deki Arap ülkelerinin Suriye ve İran politikalarını da eleştirmektedirler.
Nitekim Rusya ve Çin’in kararlı tutumu nedeniyle ABD, ne Suriye’ye ne de
İran’a askeri müdahale yapmaya yanaşmamaktadır. Körfez’deki Sünni Arap
rejimlerinin ve İsrail’in bu yöndeki baskılarına rağmen, sıcak çatışmayı göze
alamamaktadır. İsrail’in İran’ı vurması halinde, İran’ın İsrail’e yanıt vereceğini
bilmektedir. İran yanıt verdiği anda, Türkiye’deki füze kalkanı radarı devreye
sokulacaktır ki, bu da Türkiye’nin İran’ın doğrudan hedefi olması demektir.
Son dönemde ABD üzerinden gelişmekte olan NATO-İsrail yakınlaşmasına
bu açıdan da bakmak gerekir. O yüzden ABD, bölgedeki iki önemli müttefiki
olan Türkiye ve İsrail arasındaki gerginliğin bitmesi için devreye girmiştir. 170
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
İran’ın, Irak ve Suriye’deki etkinliği, Filistin davasına verdiği destek ve ABD,
İsrail karşıtı söylemleri sayesinde, Körfez’deki rejimler arasında olmasa bile,
halklar arasında artan itibarı da ABD’nin elini zayıflatmaktadır. Şii-Sünni
gerginliğinin yükseldiği bir dönemde artan İran etkisi, onun tarihsel olarak
rekabet ettiği Türkiye’yle ilişkilerine de yansımaktadır. Nitekim Suriye meselesinde tam zıt cephelerdedirler. Tahran, Esed devrildiği takdirde sadece
Suriye’de kaybetmeyeceğini, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas üzerindeki etkisini önemli ölçüde yitireceğini bilmektedir. O bağlamda hem İran
hem de Suriye, Türkiye’nin İsrail’le yaşadığı gerginliğin göstermelik olduğunu, bu yolla İslam dünyasında, Arap aleminde öne çıkmaya çalıştığını açıklamışlardır. Türkiye’yi ABD’nin bölgedeki sözcülüğünü yapmakla, Suriye’nin
içişlerine karışmakla suçlamışlardır. İsrail’in Türkiye’den özür dilemesini de,
Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırıya değil, Suriye meselesinde sıkışan
Türkiye’yi rahatlatma çabasına bağlamışlardır. Türkiye’nin füze kalkanı radarına ve sonra da patriot füzelerine topraklarını açmasını, İsrail’i korumaya
yönelik adımlar olarak nitelemişlerdir. Bunalım Dönemselim Mi, Yapısal Mı?
Batı ittifakının siyasi, iktisadi, toplumsal, kültürel olarak gerileyişi, hatta sistem bunalımı yaşadığına ilişkin yapılan tartışmalar, doğuda yükselen güçlerin
elini kuvvetlendirmektedir. Yaşadığı bunalamı aşamayan Avrupa Birliği’nin
(AB) dış politikada ağırlığının olmadığı bir kez daha görülmüştür. ABD’nin
bir diğer müttefiki Japonya, Asya’daki iktisadi liderliğini yitirmiştir. Ekonomik olarak zayıflayan ABD, sadece İran ve Suriye konularında değil, pek çok
konuda Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’ndeki direncini aşamamaktadır. Bir zamanlar “arka bahçesi” olarak gördüğü Latin Amerika’da büyük
güç ve itibar kaybetmiştir. Nitekim artık ABD’deki bazı uzmanlar, Suriye’de
Esed’ın devrilmesinin hayli zorlaştığını, ABD için en iyi çözümün “gücü azaltılmış bir Esed” olduğunu dillendirmeye başlamışlardır.
Dünya ekonomisindeki ağırlığın batıdan doğuya kaymasına ilaveten son yıllarda dünya ekonomisinde kısaca “BRICS” denen, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan ülkeler bloğu öne çıkmaktadır. BRICS
üyeleri, Dünya Bankası’na alternatif olacağını belirttikleri ortak bir banka kur171
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
mayı kararlaştırmışlardır. IMF’yi, para verme karşılığında üye ülkelerin kotasını yükseltmeye çağırmışlardır. Çin, küresel krizlerin önlenmesi amacıyla
IMF’ye 43 milyar dolar, Rusya ise 10 milyar dolar katkı sağlayacaklarını açıklamışlardır. Dünya nüfusunun yüzde 42’sine, küresel ticaretin yüzde 18’ine
sahip olan BRICS ülkeleri, ABD dolarının ticari işlemlerdeki egemenliğine de
karşıdırlar. İran’ın nükleer programı, Suriye bunalımı, küresel ekonomik kriz
gibi konularda ortak tavır takınmaktadırlar. Dünya Bankası’na göre; 2025’te
küresel ekonomik büyümenin yarısı BRICS ülkelerinden kaynaklanacaktır.
Dünya enerji kaynaklarında denetim batının çokuluslu şirketlerinden Çin ve
Rusya’nın devlet şirketlerine geçecektir. BM, IMF, G-8 ve G-20 ülkeleri eski
güçlerini yitirirken, BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) güçlenecektir.
Değişmekte olan bu ekonomik dengeler nedeniyle pek çok ülke son dönemde
artan hızla dış ticarette dolardan uzaklaşmakta, ulusal para birimlerine yönelmektedir. Örneğin; Japonya ile İran arasındaki petrol ticaretinde dolar kullanılmamaktadır. Çin, ulusal para birimi olan Yuan’ın dünya ticaretinde daha
etkin olarak kullanılmasına çalışmakta, bu konuda BRICS ülkelerinin desteğini almaktadır. Tek odaklı dünya, sadece siyasi olarak değil, iktisadi olarak da
yerini birkaç kutuplu dünyaya bırakmanın sancılarını çekmektedir.
Gerileyen Güç: ABD
ABD siyasi, iktisadi, askeri olarak gerileyen bir süper güçtür. Ancak gerilemesine karşın dünyanın en büyük ekonomisine, en güçlü ordusuna sahiptir. Küresel çapta kurduğu hegemonyaya direnebilecek bir gücün ortaya çıkmasını
istemese de, bu üstünlüğünü korumaya ekonomisi elvermemektedir. 19. yüzyılın son çeyreğinden bu yana dünyanın en güçlü ekonomileri arasında öne
çıkan ABD, 1960’tan sonra dünyanın toplam gelirinin yüzde 30’unu üretmektedir. Yıllık federal kamu harcamaları kabaca 3.5 trilyon dolar, bütçe gelirleri
ise 2.4 trilyon dolar olan ABD, küresel bunalımı atlatmakta zorlanmaktadır.
Milli geliri 15.5 trilyon dolar olan ABD’nin kamu borcu 28 Temmuz 2013
itibariyle 16.738 trilyon dolardır.2
2 “The US Government Debt,” Erişim tarihi: 28 Temmuz 2013, http://www.usgovernmentdebt.
us/.
172
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
İktisadi gerileyişe koşut olarak ABD, siyasi ve askeri olarak da gerilemektedir. Afganistan işgalinin maliyeti artmış, süresi uzamış, oldukça yıpratıcı
olmaya başlamıştır. O nedenle ABD, farklı arayışlara yönelmiş, Taliban ile
müzakerelere başlamıştır. NATO’daki müttefiklerinden daha çok özveride bulunmalarını istemiştir. ABD, 2003’te işgal ettiği, 2011’de çekildiği Irak’ta da
tüm hedeflerine ulaşamamıştır. Irak’ın iç siyaseti ve enerji kaynakları üzerinde
söz sahibi olsa da, ülkenin kuzeyinde kendi güdümünde bir bölgesel yönetim
kursa da, Irak iç savaşın eşiğine gelmiştir. Etnik, mezhepsel temelde bölünme
riski artmıştır. İran’ın Irak’taki etkisi ise en üst düzeye çıkmıştır.
Bölgesel dinamikler de ABD’nin bölge politikalarına karşıt biçimde
gelişmiştir. Özellikle İran, sadece Irak’ta, Körfez bölgesinde değil, tüm Orta
Doğu’da ABD karşıtı mücadelenin lideri konumuna gelmiştir. Bu sayede sadece Irak ve Suriye üzerinde değil, Lübnan ve Filistin’de de etkisi artmıştır.
Bu etkinlik hem bölgede hem de Irak’ta ABD’nin politikalarını zora sokmuştur.3 Tüm bunlar ABD’nin ağırlığını Orta Doğu’dan Asya-Pasifik bölgesine
kaydırmasını hızlandırmıştır. Ancak dünya üzerinde bin dolayında askeri üssü
ve tesisi bulunan ABD’nin, bu yükü sadece siyasi ve askeri açıdan değil, ekonomik açıdan da taşıması zordur. Soğuk Savaş döneminde SSCB’yi ekonomik
rekabete zorlayan, onu yorucu, yıpratıcı bir yarışın içine çekerek dağılmasını
hızlandıran ABD, günümüzde rakiplerine bunu yapacak güçte değildir. Sadece Orta Doğu’da değil, diğer bölgelerde de tek başına davranabilme yeteneğini yitirmiştir. Bu yüzden Orta Doğu başta olmak üzere çıkarı olan her yerde,
yerel-bölgesel güçlere geçmişe oranla daha fazla gereksinim duymaktadır.
Bu gelişmeler ABD’yi, daha fazla içine kapanacağı, ekonomisi başta olmak
üzere kendi sorunlarıyla daha çok ilgileneceği bir döneme sokmuştur. Nitekim
İran ve Suriye konularındaki tutumu, öncelikle Rusya ve Çin’le birlikte çözüm
aramaktan bahsetmesi, tek başına hareket etmeyeceğini, askeri müdahaleye
taraftar olmadığını açıklaması, eski gücünde olmadığının kanıtlarıdır. Sadece
ABD değil, Avrupa’daki önemli müttefikleri İngiltere ve Fransa da, özellikle
Türkiye’nin, Suriye’de tampon bölge oluşturulması ve uçuşa yasak bölge ilan
edilmesi gibi önerilerine karşı çıkmışlardır. Tampon bölgenin doğuracağı
3 Meliha Benli Altunışık, “Orta Doğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken,” Orta Doğu Etütleri Cilt 1 Sayı 1 (2009): 78.
173
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
sorumluluğu, getireceği ekonomik yükü karşılamaktan çekinmişler, böyle bir
adımın daha şiddetli çatışmalara neden olacağına dikkat çekmişlerdir.
ABD’nin, Irak’ın işgalinin meşruiyeti, haklılığı konusunda, elindeki güçlü
propaganda olanaklarına rağmen, değil dünya kamuoyunu ikna etmek, kendi müttefiklerinin bile çoğunda kamuoylarını ikna edemediğini anımsamak
gerekir. Nitekim işgal sonrasında tüm dünyada ABD karşıtlığı yükselmiştir.
Suriye’ye askeri müdahale konusunda istekli olmamasının önemli nedenlerinden biri de, hem kendi halkını hem de dünyayı Suriye’ye saldırmaya ikna
edememesidir. ABD, Esed karşıtlarının toplumsal tabanı, meşruiyeti ve itibarının, batı medyasının abarttığı ölçüde olmadığının farkındadır. İsrail’in
güvenliğinin Esed sonrasında nasıl etkileneceğini öngörememektedir. Bugün
Esed yanlısı güçlere karşı savaşan grupların, yarın İsrail’e karşı nasıl hareket
edeceklerini kestirememektedir. Suriye’deki gelişmelerin iç savaşın eşiğinde
olan Lübnan’a ne zaman, nasıl, ne yönde etki edeceğini tam olarak tahmin
edememektedir.
ABD’nin değişen müdahale tercihleri de, büyük, ağır, hacimli, yüksek maliyetli, dünyanın tepkisini çeken işgaller yerine, küçük birliklerle, gizli operasyonlarla, insansız hava araçlarıyla, toplum mühendisliğiyle, istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerle, psikolojik harp teknikleriyle müdahale etmeyi zorunlu
kılmaktadır. Arap Baharı’nda öne çıkan isyanlar, gösteriler, Suriye’de mezhep
çatışması çıkması için tertiplenen kışkırtıcı eylemler, hükümet darbeleri hep bu
kapsamda düşünülmelidir. Çünkü bu yöntemler daha ucuzdur. Daha “barışçıl”
görünümlü olduklarından, daha az tepki çekmektedir. Bu nedenle ABD,
Türkiye’de, Ürdün’de, Irak’ta, Katar’da ve bölgedeki diğer müttefiklerinde
bu tür operasyonlar için üs kurmak ya da mevcut üslerin sayısını artırmak
istemektedir. Savunma bütçesinde kesintiye giderken, özel operasyonlar için
ayırdığı bütçeyi artırmaktadır.
Küresel üstünlüğünü yitirmek istemeyen ABD, Çin’i çevrelemek, büyümesini,
etkinliğini artırmasını önlemek için, dış politikasının temel önceliklerini
bu yönde güncellemiştir. “ABD’nin Pasifik Yüzyılı” adlı dış politika temel
yaklaşım metninde Çin’e yönelik stratejisini ortaya koymuştur. Çin’i siyasi
ve askeri açıdan çevrelemeyi, iktisadi açıdan dengelemeyi amaçlamaktadır.
174
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
Asya- Pasifik bölgesine yığınak yapmaktadır. 2020’ye dek donanmasının yüzde 60’ını bu bölgeye kaydırmak ve yeni üsler yapmak niyetindedir. Bölgeye
70 bin asker yollamayı düşünmektedir. Güney Kore, Japonya, Avustralya, Filipinler, Bangladeş, Singapur, Endonezya ve Tayland’la askeri işbirliğini güçlendirmektedir. Pasifik’te ikili ve çok taraflı tatbikatlarının sayısını artırmaktadır. Zbigniew Brzezinski gibi ABD dış politikasının saptanmasında etkili
olan isimler de, Çin’e karşı mutlaka önlem alınması gerektiğini belirtmektedirler. Nitekim Brzezinski, “Stratejik Vizyon”4 adlı kitabında, ABD’nin yaşadığı bunalımla birlikte Çin’in yükselişine işaret etmekte ve çözüm önerilerini
sıralamaktadır.
ABD’nin en önemli hedeflerinden biri de Hindistan’ı yanına çekmektir.
ABD’nin 2012 Savunma Strateji Belgesi, Çin’e karşı Hindistan, Japonya,
Güney Kore hattının desteklenmesini öngörmektedir. Rusya’yla güçlü ilişkileri olan, Çin ve Pakistan’la zaman zaman ciddi sorunlar yaşayan Hindistan,
ŞİÖ’de gözlemci üyedir ve tam üyelik için çabalamaktadır. Hindistan’ın Çin’i
yakalamak üzere olan nüfusu ve hızla gelişen ekonomisi de üzerinde dikkat
çeken özellikleridir. Hindistan’a yönelik ABD ilgisi, bölgesel değil küresel
ölçekte önemlidir.
ABD iktisadi düzlemde en büyük rekabeti Çin’le yaşamaktadır. Ancak iki ülkenin, aynı zamanda birbirleriyle iç içe geçmiş ekonomiler olduklarını belirtmek gerekir. ABD’nin en borçlu olduğu ülke Çin’dir. Çin’in en fazla alacaklı
olduğu ülke ABD’dir. ABD Çin’in en büyük pazarıdır. Bu karşılıklı iktisadi
bağımlılık, siyasi düzlemdeki keskin rekabete karşın, telafisi olanaksız uzlaşmazlıkları engellemektedir. İki ülke de keskin bir siyasi ve askeri rekabetin,
kendilerine maliyetinin çok yüksek olacağını bilmektedirler. ABD’nin değişen stratejisi Orta Doğu değil, Asya-Pasifik ağırlıklıdır. Bu da ABD’nin Orta
Doğu’daki gücünü azaltırken, Rusya ve Çin’in elini güçlendirmektedir.
ABD, 2012’den itibaren 10 yıl boyunca savunma harcamalarında yaklaşık
500 milyar dolar (kimi uzmanlar bu tutarın 700 milyar doları bulacağını öne
sürmektedir) kesintiye gideceğini açıklarken, Rusya önümüzdeki 10 yılda or4 Zbigniew Brzezinski, Stratejik Vizyon: Amerika ve Küresel Güç Buhranı (İstanbul: Timaş
Yayınları, 2012).
175
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
dusunu güçlendirmek için 730 milyar dolar kaynak ayıracağını açıklamıştır.
ABD savunma bütçesindeki kesintiler ve ekonomisindeki kötü durum, sınır
ötesi harekât yapmasını engelleyen unsurlardan biridir. Bu onun caydırıcılığını da zayıflatmaktadır. O nedenle, ABD’nin gerilemesi, sadece büyük güçleri
değil, daha küçük devletleri de cesaretlendirmektedir. Örneğin; ABD, Çin’le
yeni tip askeri ilişki kurmaya, ortak tatbikatlar yapmaya çabalarken, Çin’in
desteklediği Kuzey Kore, nükleer silahlar konusunda ABD’ye kafa tutabilmektedir. Keza ABD’nin son dönemde Pakistan’la gerginleşen ilişkileri sonrasında Pakistan’ın Rusya, Çin ve İran’la daha yakın işbirliğine yöneldiği görülmektedir. AB’nin Bunalımı Yapısallaşıyor
Küresel krizden oldukça etkilenen AB’nin durumu iyi değildir. Bu bunalımı
aşmak için AB ve ABD arasındaki işbirliği arayışları sürmektedir. 2007’de
ABD ile AB arasında başlayan Transatlantik Ekonomi Konseyi adlı girişim
üzerinden ABD ve AB’yi, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı adlı serbest ticaret anlaşmasıyla tek bir ekonomik bölgede birleştirmek için yapılan
müzakereler sürmektedir. Bu durum, pek çok uzman tarafından, ABD’nin
1948’de yürürlüğe giren Marshall Yardımı’ndan bu yana Avrupa’yı bir kez
daha iktisadi bunalımdan kurtarma çabası şeklinde yorumlanmaktadır. Bu sayede Avrupa’nın ürettiği ürünler ABD’ye gümrüksüz olarak girecektir. ABD
ve Avrupa yılda karşılıklı olarak 1 trilyon dolar tutarında mal ve hizmet ticareti yapmaktadırlar ve karşılıklı 4 trilyon dolar tutarında yatırımları vardır.
ABD’nin Avrupa’daki yatırımlarının toplamı 1.9 trilyon dolardır.
AB’nin başka bir dizi yapısal sorunu da vardır. Nüfusu hızla yaşlanmaktadır.
2025’de AB nüfusunun dörtte birinin emeklilerden oluşacağı öngörülmektedir.
Meslek sahibi dört kadından biri anne olmaktan kaçınmaktadır. Doğurganlık
azalmaktadır. İşsizlerin ve yoksulluk sınırında yaşayanların sayısı artmaktadır.
Son yıllarda ABD’ye doğru yoğun bir beyin göçü vardır. AB’nin ar-ge harcaması, ABD’nin 120 milyar dolar gerisindedir. 28 üyeli birlikte üyeler arasında
gelişmişlik, ekonomik büyüklük, siyasi güç farkının yanında, hedef, öncelik,
çıkar farkının da olması, Brüksel’in işini zorlaştırmaktadır. Örneğin, AB’nin
en büyük üç ülkesinden olan İngiltere, ABD’yle çok yakın ilişkilere sahiptir.
176
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
Daha Avrupa merkezli politikaları savunan Almanya ve Fransa ise iktisat politikalarında ayrışmaktadırlar. İspanya ve Portekiz’in ekonomik açıdan yaşadığı
bunalım, Yunanistan’ın iflasın eşiğine gelmesi, yeni üyelerin eskilerin sahip
olduğu avantajlara, yardımlara, mali destek programlarına sahip olmaması ilk
akla gelen sorunlarından bazılarıdır.
Askeri güçten yoksun olan AB’nin, yaşadığı ekonomik bunalımı da atlatamaması, zaten fazla olmayan siyasi ağırlığını iyice sarsmıştır. Küresel ölçekte
kayda değer bir kuvvet olamayacağı Arap Baharı’yla bir kez daha görülmüştür. ABD’nin baskısıyla İran’dan yaptığı petrol alımını durdurması, sadece
İran’ı değil, AB’yi de olumsuz etkilemiştir. Dünyanın en büyük petrol ihracatçılarından olan İran’dan önemli miktarda petrol alan AB’deki rafineriler eksik
kapasiteyle çalışmak sorunuyla karşılaşmışlardır. Nitekim AB’nin sanayi devi
olan, Rusya ve Çin’le güçlü ilişkileri bulunan Almanya, İran’a yönelik bu kararı eleştirmiştir.
Rusya’ya enerji alanında bağımlı olan Almanya doğuya yönelmektedir. Libya, Suriye ve İran gibi önemli konularda ABD ile aynı diplomatik hattı izlememektedir. Silah ticaretinde dünyada 3. sıraya yükselen Almanya (yaklaşık
olarak İngiltere ve Fransa’nın toplamı kadar silah satmaktadır, 2006-2010
arasında silah ihracatını ikiye katlamış, 80 ülkeye askeri malzeme satmıştır)
Avrupa’da ilk sırayı almıştır. Balkanlarda etkilidir. Güneydoğu Avrupa’ya
özel önem vermekte, en yüksek dış yatırımı yapmaktadır. Slovakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’ın en önemli dış ticaret ortağıdır. Bu ülkelere en
çok yatırım yapan devlettir. Örneğin; Macaristan adeta Güney Almanya ekonomisinin uzantısı gibidir. Yumuşak gücünü de devreye sokan Almanya, Tuna
Boyu Projesi ile kültürel olarak da bölgede etki alanını genişletmektedir. Ayrıca Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da da etkili olmaya çalışmaktadır. Almanya’nın
bu tutumu ve diğer AB üyeleriyle ekonomik olarak arasındaki makasın büyümesi, AB’nin geleceği açısından da önemli sorun yaratmaktadır. Rusya ve Çin’in Yükselişinin Siyasal Yansımaları
Rusya, devlet başkanı Putin döneminde hızla toparlanmıştır. Ulusal gururuna yeniden kavuşmuş, yakın çevresinden başlayarak gücünü tekrar hissettirmiş, bölgede ve küresel ölçekte inisiyatif almaya başlamıştır. Sahip oldu177
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
ğu enerji kaynaklarını diplomaside başarılı kaldıraç olarak kullanmaktadır.
Dünyanın toplam doğalgaz rezervinin yaklaşık üçte birine sahip olan Rusya,
Avrupa’nın, özellikle de Almanya’nın bu konuda kendisine bağımlı olmasını, Çin’den Japonya’ya dek pek çok ülkeye doğalgaz satmasını, diplomaside
başarılı biçimde kullanmaktadır. Eski SSCB ülkeleriyle ekonomik, savunma
ve güvenlik ağırlıklı örgütler kurmakta, Şanghay İşbirliği Örgütü’yle (ŞİÖ)
etkisini artırmaya çalışmaktadır. Kazakistan’la tek bir hava savunma sistemi
kullanma konusunda anlaşmıştır. Bu anlaşmaya Ermenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın da katılması düşünülmektedir. Rusya, Kazakistan
ve Belarus ile kurduğu Avrasya Gümrük Birliği’ni, eski SSCB ülkelerinden
başlayarak genişletmeyi, zamanla bazı Avrupa ve Asya ülkelerini de ittifaka
katmayı amaçlamaktadır.
Rusya çok yönlü bir diplomasi izlemektedir. Hem NATO’da hem de İslam
İşbirliği Teşkilatı’nda gözlemci üyedir. Bir yandan Gürcistan ve Ukrayna’nın
NATO’ya üye yapılmaması için ağırlığını koymakta, bir yandan da Suriye5,
İran6, Irak gibi Müslüman ülkelerle işbirliğini geliştirmektedir. Almanya ve
Çin’le ilişkilerine özel önem vermektedir. Denilebilir ki Almanya batıdaki,
Çin doğudaki, bir diğer ifadeyle Almanya Avrupa’daki, Çin Asya’daki en
önemli müttefikleridir. Doğusundaki geniş ve büyük zenginliği işleyip harekete geçirmek için bu iki ülkenin, özelikle de Çin’in sermayesine gereksinimi vardır. Aynen Çin gibi, küresel ekonomik bunalıma karşı önlem olarak iç
tüketimi artırmaya, orta sınıfı güçlendirme çalışmaktadır. Tarımsal üretimde
yeniden büyük güç olmaya çabalamaktadır. Stratejik ve büyük ölçekli sanayide, özellikle de enerjide devlet denetimini savunmaktadır. Kurucuları arasında bulunduğu ŞİÖ’nün yanında BRICS’teki kurumsallaşma çabalarını da
önemsemektedir. Rusya, savunma ve güvenliğe ayırdığı mali kaynakları artırmış, Uzakdoğu’da
okyanus deniz kuvveti kuracağını, Doğu Akdeniz’de sürekli filo bulunduracağını açıklamıştır. Mart-Nisan 2013’te Karadeniz’de 36 gemi ve 7 bin
5 Rusya’nın Suriye’yle ilişkileri için bkz: Barış Doster, “Arap Baharı Özelinde Rusya’nın Suriye Politikası,” Arap Baharı ve Suriye içinde, Ed. Barış Adıbelli. (İstanbul: IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, 2012).
6 Rusya’nın İran’la ilişkileri için bkz: Barış Doster, “İran Dış Politikası ve Rusya,” Doğu-Batı
Yol Ayrımında İran içinde, Ed: Barış Adıbelli. (İstanbul: Bilim+Gönül Yayınları, 2012).
178
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
askerin katılımıyla, son 20 yılın en büyük tatbikatlarından birini yapmıştır.
Aktif savunma anlayışını benimsemiştir. Güçlü bir hava savunma sistemine
sahiptir ve gerektiğinde önleyici vuruş yapacağını, asimetrik yanıt vereceğini ilan etmiştir. NATO’nun genişleyip Rusya sınırlarına yaklaşmasını birinci
tehdit, ABD’nin Doğu Avrupa’ya füzesavar sistemi yerleştirme projesini ise
ikinci tehdit olarak görmektedir. Avrupa Füze Savunma Sistemi konusunda
ABD’yle anlaşamadığını açıkça belirtmiştir.
Rusya ve Çin, aralarındaki ilişki için sık sık “stratejik işbirliği” ve “derinleşen ortaklık” ifadelerini kullanmaktadırlar. 22-27 Nisan 2012 tarihlerinde Sarı
Deniz’de “Denizde İşbirliği 2012” adlı ortak tatbikat yapmışlardır.7 Bu tatbikat, iki ülke deniz kuvvetlerinin yaptığı ilk ortak tatbikattır. Asya-Pasifik bölgesinde güvenliği sağlamak amacıyla yapıldığı açıklanmıştır. Aynı zamanda
Pasifik’te uluslararası sularda savaş gemileriyle devriye gezen ABD’ye mesaj
vermeyi amaçladığı aşikârdır. İki ülkenin bu yakınlığı, ABD’ye karşı füze kalkanı konusunda işbirliği yapacak boyuta ulaşmıştır. ABD’nin, Asya-Pasifik’i
de içerecek bir küresel füze kalkanı kurma planlarına karşı, füze savunma
sistemlerinde yaptıkları işbirliğini derinleştirmeye karar vermişlerdir.
Rusya-Çin ilişkileri, ikili temasların yanında, ŞİÖ ve BRICS içinde de gelişmektedir. Bu yakınlaşma, ŞİÖ’nün batıya doğru genişleme, küresel sorunlarla
daha etkili biçimde ilgilenme, Orta Doğu’da ağırlığını artırma çabalarıyla da
uyumludur. Rusya ABD’nin Afganistan ve Orta Doğu’daki varlığını, Çin ise
ABD’nin sürekli olarak Çin çevresinde askeri yığınak yapmasını ve Tayvan’ı
silahlandırmasını, kendileri açısından önemli sorunlar arasında görmektedirler. ABD’nin bu hamlelerine karşı ikili ve çoklu ittifaklar geliştirmektedirler.
Kurulmasına öncülük ettikleri ŞİÖ’yü, dış politikalarında kullanmaktadırlar.
Bu nedenle ŞİÖ, ortak savunma ve güvenlikten ortak dış politikaya, oradan
da mali düzeyde yakınlaşmaya yönelmiştir. Büyük sermaye gerektiren ortak
projelere kaynak aktarması için ŞİÖ Gelişme Bankası ve ŞİÖ Gelişme Fonu
kurulmuştur. İlk ortak projeler arasında ortak mobil uydu bağlantı sistemi ve
üye ülkeler arasındaki ulaşımı kolaylaştıracak bir zincirin kurulması vardır.
7 “Rusya ve Çin Sarı Deniz’i Isıtıyor,” Haberrus, 23 Nisan 2012, Erişim tarihi: 23 Nisan 2012,
http://haberrus.com/bos/2012/04/23/rusya-ve-cin-sari-denizi-isitiyor.html.
179
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Ekonomik kurumsallaşma açısından önemli adımlar atan ŞİÖ, üye ülkelerin (Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan) terörizme,
ayrılıkçı hareketlere, aşırı akımlara, kökten dinciliğe karşı birlikte mücadele
etme kararlılığını da pekiştirmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, Rusya örgüte bölgesel güvenlik açısından, Çin ise ekonomik işbirliği açısından öncelik vermektedir. ŞİÖ, henüz tam anlamıyla çok boyutlu, çok kapsamlı ve
derinlik sahibi bir ittifak olmasa da, Rusya ve Çin’in ağırlıkları ve verdikleri
önem sayesinde gelişmekte olan bir örgüttür. Nitekim 2005’teki zirvesinde
ABD’nin Orta Asya’daki varlığına son verilmesi yönünde çağrı yapmış, sonrasında da ŞİÖ üyesi Özbekistan, ülkesindeki ABD üslerini kapatmıştır. 2012
zirvesinde, ŞİÖ üyeleriyle ortak sınırı olan ve halen ABD işgali altında bulunan Afganistan’a “gözlemci üye” statüsü vermiştir.
ŞİÖ’nün 2012 zirvesinde Türkiye’ye de “diyalog ortağı” statüsü verilmiştir.
2005’te üyelik başvurusu Çin’in vetosuna takılan Türkiye’ye 2012’de “diyalog ortağı” statüsü verilmesi, ABD’ye verilen bir mesaj olarak yorumlanabilir. Böylece Rusya ve Çin, ABD’ye yakınlığıyla bilinen Türkiye’ye “diyalog
ortağı” statüsü vererek, bir NATO üyesini, ŞİÖ’de diyalog ortağı yapmaktan
çekinmediklerini, ŞİÖ’nün kendisine güvenen bir örgüt olduğunu göstermek
istemişlerdir. 2005’te İran’a “gözlemci üye” statüsü veren ŞİÖ’deki “diyalog
ortaklığı” statüsünü abartmamak gerekir. Sri Lanka ve Beyaz Rusya da diyalog ortaklarıdır. 2012 zirvesinde, Suriye’ye yönelik bir müdahaleye kesinlikle
karşı çıkılması da, Suriye’yi savunmanın, aynı zamanda İran’ı savunmak olarak görüldüğünün kanıtıdır. Zirvede savunma ve güvenlik konularında ortak
politikalar izlenmesi, işbirliğinin geliştirilmesi, savunma bakanları, genelkurmay başkanları ve askeri birlikler arasında daha yakın işbirliği yapılması kararlaştırılmıştır. Zamanlaması dikkat çeken bu mesajların muhatabı, aksi öne
sürülse de, ABD’dir.
Rusya ve Çin ekonomik olarak da yakınlaşmaktadırlar. İkili ticarette yuan
ve ruble kullanmaktadırlar. Çin, 2015’te ticaretinin yarısını yuan ile yapmayı
hedeflemektedir. Pekin’in bu konudaki önemli bir avantajı; Avrupa, Japonya
ve OPEC üyesi ülkelerin ABD’nin baskılarına karşın, dolarla ticareti azaltma
yönündeki eğlimleridir. Büyük bir enerji ihracatçısı olan Rusya ile büyük bir
enerji ithalatçısı olan Çin’in enerji alanında işbirliği yapmaları da, ilişkilerini
180
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
güçlendiren bir unsurdur. 1993’ten beri petrol ithalatçısı olan Çin, doğal kaynakların paylaşımı yönündeki keskin ve kanlı rekabete geç katıldığından, bu
gecikmeden kaynaklanan dezavantaj nedeniyle daha çok çalışmak, daha fazla
üretmek, daha büyük kaynak ayırmak zorundadır. Enerji güvenliğini, büyüyen
ekonomisi için zorunluluk olarak görmekte, dış siyasetinde de bu gerçeği gözetmektedir.
Çin’in politikaları, hem en büyük rakibi ve en büyük pazarı olan ABD, hem
müttefiki olan Rusya, hem de Almanya, Japonya ve Hindistan gibi diğer güçlerce yakından izlenmektedir. Bunu bilen Çin de temkinli adımlar atmakta,
ketum davranmaktadır. İddialı, dikkat çekecek, ABD başta olmak üzere diğer
güçleri tedirgin edecek söylemlerden kaçınmaktadır. Güneydoğu Asya, giderek daha fazla uzman tarafından “Çin’in nüfuz bölgesi” olarak nitelendirilirken Pekin, Afrika başta olmak üzere, başka bölgelere de açılmaktadır. Bu
açılımlarında ekonomik gücünü devreye sokmakta, yumuşak gücüyle etkili
olmaya çalışmaktadır. Bilim ve teknolojiye büyük yatırım yapmakta, dünya
ölçeğinde Konfüçyus Merkezleri’nin sayısını çoğaltmakta, gelişmekte olan
ülkelere cömertçe kredi verip, mali yardımlarda bulunmaktadır.
Çin, İran’la ilişkilerine de büyük önem vermektedir. İkili ticarette yuan
kullanılmakta, Çin petrol aldığı İran’a ödemeyi Rus bankaları üzerinden
yapmaktadır. Bu yakınlaşma sayesinde Çin Batı Asya’ya açılmakta, Batı
Türkistan’a ulaşmanın hesabını yapmakta, Hazar havzasına girmeye çalışmaktadır. Üç büyük petrol ve doğalgaz havzası olarak öne çıkan Hazar, Sibirya ve
Kuzey Buz Denizi, Çin’in yakın takibindedirler. Orta Doğu’yla yakından ilgilenen, Afrika’da etkili olmak isteyen Çin, Libya’yla ilişkilerini geliştirdiği bir
süreçte batının Kaddafi’yi devirmesinden gerekli dersi çıkardığı için, Suriye
konusunda net tavır almaktadır. Çin’in kısa adı APEC olan Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü’ndeki ağırlığı da artmakta, Büyük Okyanus’a kıyısı
olan 21 ülkenin oluşturduğu örgütte ekonomik gücünü devreye sokmaktadır.
Çin-ABD rekabeti ekonomik boyutla sınırlı değildir. Bilim ve teknolojide de
keskin bir rekabet söz konusudur. Onaylanmış uluslararası patent sayısındaki
artışta dünyada ilk sırada gelen Çin, ar-ge harcamalarında ABD’nin ardından ikincidir. Bilimde süper güç olmaya çalışan Çin’in ar-ge harcamalarının
181
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
GSYİH içindeki payı 1995’te yüzde 0.6 iken 2011’de yüzde 1.6’ya yükselmiştir. ABD’nin ar-ge harcamalarının GSYİH içindeki payı ise yüzde 2.7’dir ve
16 yıldır değişmemektedir. Çin’in bilimsel ilerlemesi, ekonomik ve toplumsal ilerlemesine koşut gelişmektedir. Çin, 10 yıl içinde dünyanın en çok araç
üreten ülkesi olacaktır. Önümüzdeki 10 yılda ABD’dekinden daha çok insan
Çin’de İngilizce konuşacaktır. Tekstil gibi düşük teknoloji ve katma değerli
alanlardan çıkıp, yüksek katma değer yaratan enerji ve uçak endüstrilerine
yönelen Çin, şu anda dünyadaki rüzgâr santrallerinin üçte birini üretmektedir.
Önümüzdeki 10 yılda ise üçte ikisini yapmayı hedeflemektedir. Ekonomik gücünü, teknoloji transferinde kullanırken örneğin; Boing şirketinden 200 uçak
alırken, ar-ge’yi Çin’de yapmasını, yedek parçayı Çin’de üretmesini istemektedir.
Çinli bilim insanları, ülkenin tüm enerji gereksinimini güneş enerjisinden karşılamanın yollarını aramaktadırlar. Elinde 75 nükleer silah, 2 nükleer yakıtlı
balistik füze denizaltısı, 3 bin 500 kadar da savaş başlığı olan Çin, büyük
bir filo yapmaktadır. Burma, Pakistan, Sri Lanka’da donanması için üs inşa
etmektedir. Rusya’dan aldığı Varyag adlı uçak gemisini ileri teknolojiyle donatmıştır. Kendi uçak gemisini yapmak için çalışmaktadır. Uzaya kendi ağını
kurup, yörüngeye uzay laboratuarı yerleştirmiştir. Anti uydu füze sistemi geliştirmiştir. Tamamen kendi olanaklarıyla uzayda kalıcı istasyon kurabilecek
düzeye ulaşmış, uzaydaki ilk 3 güçten biri haline gelmiştir.
Son 30 yılda, 6 plan döneminde kesintisiz olarak yılda yüzde 10 dolayında
büyümüş, hızla kalkınmıştır. Orta sınıfları kalabalıklaşan ülkede son 10 yılda
120 milyon Çinli kırdan kente göçmüştür. 1953’ten beri planlı kalkınmayı
benimseyen Çin, yatırımlarda ülkenin geri kalmış iç kesimlerini gözetmekte,
altyapıya büyük önem vermektedir. 2008’den beri yaşanan ekonomik bunalım
döneminde bile yüksek büyümesini sürdürmüştür. 2007-2011 arasında yıllık
yüzde 9.8 oranında büyümüştür. 2012’den yani 12. Beş Yıllık Plan döneminden başlayarak önceliği ihracattan iç taleple büyümeye kaydırmış, orta sınıfı
güçlendirmeye yönelmiştir. Yıllık yüzde 7.5 büyüme hedefi koymuş, büyümenin sektörel bileşenlerinde yapısal değişim yapmaya yönelmiştir. 2011 sonunda dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin’de GSMH’nın yüzde 48’i sanayiden, yüzde 43’ü hizmet sektöründen, geriye kalanı da tarımdan gelmektedir. 182
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
Suriye’de Vekâleten Yürütülen Savaş
Gerek kendi nesnel koşulları, gerek küresel ölçekteki gelişmeler, gerekse Orta
Doğu’daki dinamikler ABD’nin aleyhine gelişmektedir. Bu nedenle ABD,
şimdiye dek Suriye’ye yönelik bir askeri müdahaleyi göze almamıştır. Onun
yerine, muhalifleri destekleyerek, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ı seferber ederek, örtülü operasyonlarla amacına ulaşmaya çalışmıştır. Suriye’de
Esed sonrasına ilişkin kalıcı, sağlıklı, gerçekçi bir planı yoktur. Suriye’de işin
mezhep boyutu vardır. İran Suriye konusunda açıktan taraf olmuştur. Mesele
Lübnan’a yansımıştır. İsrail Suriye’deki önemli tesisleri havadan vurmuştur.
Bir NATO üyesi olan Türkiye, tüm gücüyle Esed karşıtlarını desteklemektedir. Irak merkezi hükümeti Esed’ı desteklerken, ABD, İsrail ve Türkiye’nin
desteklediği Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ise Esed karşıtlarını desteklemektedir. Suriye’deki saflaşmada AB de bir bütün olarak ABD’nin yanında değildir.
AB’nin en büyük gücü olan Almanya, bu konuda Rusya ve Çin’e daha yakın
politika izlemektedir. Berlin, Moskova ve Pekin’in tavrının, Suriye’ye karşı
askeri müdahale seçeneğinin önünü kapattığını görmüştür. NATO Suriye’ye
yönelik bir müdahaleyi göze alamamaktadır. Yaşananlar, ABD için İsrail ne
kadar önemli ise Rusya için de Suriye’nin o kadar önemli hale geldiğini göstermiştir. Suudi Arabistan ve Katar hariç Arap ülkeleri de Suriye’ye yönelik
askeri müdahaleye soğuk bakmaktadırlar. ABD öncülüğündeki bir müdahale
gücünün, Arap toplumlarında yeni bir “Haçlı saldırısı” olarak yorumlanabileceğini, bunun da Arap liderlerini baskı altına alacağını düşünmektedirler.
Arap Baharı, İslam ülkelerinin ve İslamcı örgütlerin kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlendirmiş, çelişkileri derinleştirmiştir. Arap ülkelerinde faaliyet
gösteren İslamcı hareketler arasında en çok Müslüman Kardeşler’in (İhvan)
elinin güçlendiği görülürken, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin ordu destekli büyük bir halk hareketiyle devrilmesi, sadece Mısır’da değil, diğer İslam
ülkelerinde de İhvan’ın gücünü azaltmıştır. Mursi’nin devrilmesinden sonra
gerek ABD ve AB’den gerekse Arap ülkelerinden gelen tepkiler de, İhvan’ın
umduğu gibi değildir, tam aksi yöndedir. O kadar ki, Suudi Arabistan’da ve
Dubai’de Müslüman Kardeşler üyeleri idamla yargılanmaktadırlar. İran’la
183
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
olan yakın ekonomik ilişkileriyle bilinen Dubai’nin Suriye rejimiyle ilişkilerini de kesmediği bilinmektedir. Kasım 2011’de Arap Birliği’nin, Ağustos
2012’de ise İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Suriye’nin üyeliğini askıya almasının da fazla bir etkisi olmamıştır. Keza Aralık 2012’de Fas’ta gerçekleştirilen
“Suriye’nin Dostları” toplantısında da Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler
Konseyi’nin ülkenin tek meşru temsilcisi olarak tanınması, gidişatı etkilememiştir.
Suriye’deki saflaşmada Suudi Arabistan ve Katar Suriyeli muhaliflerin en büyük destekçileri arasındadır. Suriye hükümeti, ülkede yaklaşık 40 bin yabancı
teröristin olduğunu, bu teröristlerin kimyasal silah kullandığını, silahların da
Türkiye üzerinden geldiğini öne sürmektedir. Müslüman Kardeşler gibi geniş
tabanı olan bir hareket, El Kaide, El Nusra Cephesi gibi terör örgütleri ve Selefi gruplar da, ABD başta olmak üzere batılı güçlerden ve Esed karşıtı Müslüman ülkelerden aldıkları destekle Suriye’de rejime karşı savaşmaktadırlar.
Hizbullah ise Suriye rejimini desteklemektedir. İslamcı örgütler arasında Suriye’deki rejime karşı en güçlü seçenek Müslüman Kardeşler’in Suriye’deki
uzantılarıdır. Ancak Suriye’deki muhalif grupların hiçbiri halk içinde umdukları desteği bulamamışlardır. Suriye halkının büyük bölümü, bu grupların
ülkeye demokrasi, insan hakları, özgürlük getireceğine inanmamaktadır. Bu
durumun başlıca nedenleri arasında, Esed muhaliflerinin ABD ve İsrail’den
büyük destek görmeleri, ortak bir programa, söyleme sahip olmamaları, farklı
siyasal geleneklerden gelmeleri, teröre başvurmaları, radikal unsurları bünyelerinde barındırmaları gösterilebilir. Vahşice insan öldüren terörist gruplar,
batı kamuoyunda da Suriye’de yaşananlara ilişkin tartışmalarda gündeme gelmekte, Esed karşıtlarına verilen desteğin sorgulanmasına neden olmaktadır. Suriye konusunda öncelikle Rusya ve Çin’in tutumu, ABD liderliğindeki Atlantik Bloku’nun Suriye’ye yönelik askeri müdahale yapmasını önlemede
etkili olmuştur. Suriye karasularında düşürülen Türk jetinin ardından kimi
çevrelerde bu eylemin Suriye’ye bir müdahale gerekçesi olduğu dillendirilmişse de, bu düşünceler ABD’de bile destek bulmamıştır. NATO sıradan bir
kınamanın ötesinde tepki vermemiştir. Suriye’ye müdahale etmek için, ABD
ve müttefiklerinin, Arap ülkelerinin ve Türkiye’nin uçuşa yasak bölge ilan
etmeleri yönündeki öneriler, askeri ve siyasi hedefleri vurmaları yönündeki
184
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
baskılar, isyancılar ve sığınmacılar için güvenli bölge oluşturmaları için yapılan teklifler de şimdiye dek sonuç vermemiştir. ABD, Suriye’ye müdahale
konusunda Washington’un öncülük etmesini isteyen Türkiye, İsrail ve Arap
ülkelerine siyasi çözümü işaret etmiş, Rusya’nın ve Çin’in tutumuna dikkat
çekmiş, askeri müdahaleye niyeti olmadığını belirtmiştir.
Soğuk Savaş’tan bu yana Moskova’yla güçlü ilişkileri olan, siyasi, iktisadi,
askeri anlamda büyük destek gören, Akdeniz’deki Tartus limanında bir Rus
deniz üssüne evsahipliği yapan Suriye, olaylar başladıktan sonra başarılı bir
bölgesel ve küresel diplomasi izlemiştir. Suriye’nin hava savunma sistemini
kuran Rusya, ABD’nin yoğun muhalefetine karşın, Suriye’ye gelişmiş füze
sistemleri satmayı sürdürmüştür. Esed rejiminden kolay vazgeçmeyeceğini
her fırsatta göstermiştir. Suriye’yle önemli askeri anlaşmalar olan, Suriye ordusunun silah ve donanımının kabaca yüzde 80’ini sağlayan Rusya’nın, Suriye’deki rejime verdiği destekte, Suriye’nin Arap dünyasındaki ağırlığı ve Orta
Doğu siyasetindeki belirleyiciliğinin de payı vardır.
Rusya sık sık Suriye’deki iktidar ile muhalefet arasında arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu açıklayarak, bu süreçte kendisine rağmen bir adım atılamayacağını da göstermiştir. Suriye’de öncelikle silahların susması gerektiğini
belirterek, batı ülkelerini Suriye’nin içişlerine karışmamaları, rejim muhaliflerine silah, para, diplomatik destek vermemeleri konusunda uyarmıştır. Suriye sorununun çözümünün Suriye halkının iradesinden geçtiğini, halkın dış
müdahaleyi ve dayatmaları kabul etmediğini vurgulamıştır. Bölgede İsrail’in
doğrudan etkisinin artmasına, Irak’ın ardından Suriye’nin de bölünmesine,
İran’ın daha fazla çevrelenmesine, ABD’nin bölgedeki varlığının kuvvetlenmesine kesinlikle karşı olan Rusya’nın, yanına Çin ve İran’ı da alarak Şam’a
verdiği destek, Esed’ın elini güçlendirmiştir.
Kaldı ki Esed rejiminin sona ermesini isteyen ülkeler ve Esed’a karşı savaşan
muhalif gruplar da, Esed’ın yerine kimin geleceği konusunda kendi aralarında
tam olarak uzlaşmamışlardır. Çok farklı fikirlere, beklentilere, çıkarlara sahiptirler. Esed rejiminin direnişine koşut olarak hem Suriye’deki muhalifler arasında, hem de onları destekleyen ülkeler arasında çelişkiler derinleşmektedir.
Rejim çökerse, yerine nasıl bir rejimin kurulacağı, kimin lider olacağı, yöneti185
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
ci kadroların kimlerden oluşacağı, nasıl bir anayasanın kabul edileceği, ülkenin kaça bölüneceği, ne türden çatışmaların yaşanacağı öngörülememektedir.
Suriye’deki gelişmelerin Lübnan’ı doğrudan etkilemesi de, durumu daha
karmaşık kılmaktadır. Zira Lübnan iç siyaseti, yapısal sorunlarının yanında,
ABD’nin ve Körfez’deki Arap ülkelerinin desteklediği Sünnilerle, İran’ın
desteklediği Şiiler arasındaki siyasi, idari ve toplumsal rekabete sahne olmaktadır. Lübnan’da yeni bulunan petrol ve doğalgaz rezervleri de küresel güçlerin iştahını kabartmaktadır. İran ve Arap Baharı
Arap Baharı’nı, ilk günlerde 1979 İran İslam Devrimi’nin Arap coğrafyasındaki devamı ve yansıması olarak yorumlayıp memnuniyetle karşılayan
İran, ilerleyen süreçte gelişmeleri şüpheyle izlemeye başlamış, tavrını değiştirmiştir. Arap Baharı’ndan etkilenen ülkelerdeki lider değişiminin, batının
çıkarlarıyla örtüştüğünü fark etmiştir. Libya’da Kaddafi’nin devrilmesinin
ardından özellikle Suriye’de yaşanan olaylar sonrasında ise açıktan tavır almıştır. Suriye ile stratejik ittifak düzeyinde ilişkileri olan İran’a göre; ABD liderliğindeki batılı güçlerin bugün Suriye’de yapmak istediklerini anlamak için
geçmişte Yugoslavya’da yaşananlara bakmak gerekir. Arap Baharı, 2000’lerin
başında Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da gerçekleşen renkli devrimleri
(turuncu devrimler, gül devrimleri, lale devrimleri de denir) çağrıştırmaktadır.
İran, Suriye’ye yönelik bir askeri müdahaleye kesinlikle karşıdır. Bu tutumunun Rusya ve Çin tarafından da paylaşılması, İran’ın etkisini artırmaktadır.
Keza İran, Rusya ve Çin’le birlikte, ABD’nin yanı sıra İngiltere, Fransa, İsrail
ve Türkiye’nin, Suriye’ye yönelik bir askeri müdahalede bulunmak, bu amaçla kamuoyunu ikna etmek için, kimyasal silahları bahane ettiklerine inanmaktadır. Tartus limanındaki deniz üssünde Rus savaş gemilerinin yanı sıra, İran
savaş gemilerinin de olması, İran’ın Suriye’ye verdiği önemin işaretlerinden
biridir. İran’ın jeopolitik konumu, stratejik önemi ve enerji zenginliği, diğer konularda
olduğu gibi Suriye meselesinde de elini güçlendirmektedir. İstatistikler değişse
de, petrol kaynakları açısından dünyanın en zengin dördüncü, doğalgaz
rezervleri açısından ise ikinci ülkesi olan İran, denizyolu ile taşınan petrolün
186
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
yüzde 40’ının geçtiği Hürmüz Boğazı’nı da denetlemektedir. Nükleer sahibi
olmayı milli hedef olarak benimsemiştir. Önemli bir bölgesel güçtür, bu konuda Türkiye’yle rekabet halindedir. İki ülkenin Arap Baharı’na, Suriye’ye,
Irak’a yönelik yaklaşımları büyük ölçüde çelişmektedir. Türkiye’nin, füze
kalkanı ve patriotlara topraklarını açması, ABD’nin uyarısı üzerine İran’dan
yaptığı enerji ithalatını azaltması, İran’ın tepkisini çekmiştir. Bu gelişmelerden sonra İran Dışişleri Bakanı’nın Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni ziyaret
etmesi dikkat çekmiştir.
İran, 1979 İslam Devrimi’nden beri ilişkilerinin donuk olduğu Mısır’la Arap
Baharı sonrasında ilişkilerini bir nebze olsun düzeltmiştir. Karşılıklı en üst
düzeyde ziyaretler gerçekleşmiştir. İran, Mısır’ı her zaman ABD ve İsrail’le
uzlaşmakla eleştirse bile, Arap dünyasındaki ağırlığıyla bilinen Mısır’la ilişkilerinin normalleşmeye başlaması önemlidir. 1958-1961 arasında Suriye’yle
birlikte Birleşik Arap Cumhuriyeti deneyimi yaşamış olan Mısır’ın, Suriye
meselesinin İran’ın desteği olmadan çözülemeyeceğini açıklaması da İran açısından önemli bir kazanımdır.
İran, ABD ve İsrail’in, ekonomik yaptırımlar ve psikolojik baskı yoluyla kendisini hata yapmaya zorladıklarının bilincindedir. ABD ve İsrail’in sık sık,
İran’ın kısa süre içinde nükleer silah sahibi olacağını açıklamalarını, psikolojik harbin parçası olarak görmektedir. Rusya’nın Batılı ülkelerin İran’a yönelik yaptırımlarının “nükleer silahların yayılmasının önlenmesi” hedefinin
önüne geçtiğini ve kabul edilemeyeceğini açıklaması İran’ın elini biraz olsun
rahatlatsa da, ülkede ekonomik durum kötüye gitmektedir. Yüksek enflasyon
ve işsizlik ciddi sorunlardır. İhracat petrol ve doğalgaz satımına bağımlıdır.
Yolsuzlukların önüne bir türlü geçilememesi halkın rejime yönelik tepkisini
artırmaktadır. ABD ve Avrupa, İran’a karşı ağır yaptırımlar uygularken, Avrupalı finans kuruluşları İran bankalarıyla ilişkilerini kesmişlerdir. AB tankerleri, İran petrol ve ürünlerini taşımama kararı almışlar, AB şirketleri İran için
gemi yapmayacaklarını açıklamışlardır.
Batının bu uygulamalarına karşı daha çok Asya’ya yönelen İran ise kendisine
yönelik kuşatma, yalnızlaştırma çabalarına, Ağustos 2012’de Tahran’da Bağlantısızlar Hareketi’nin 16. Zirvesi’ne evsahipliği yaparak yanıt vermiştir. BM
187
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un da katıldığı zirveye 51 ülke lider düzeyinde
katılmıştır. İran ayrıca Ekim 2012’de Bakü’de toplanan Ekonomik İşbirliği
Örgütü’nün (ECO) zirvesinde de, örgütün siyasi kanadının kurulmasını önermiş, bölgesel işbirliği yönünde hamle yapmıştır. Bu adımlardan başka İran’ın
Latin Amerika’da, başta Venezüella olmak üzere, ABD karşıtlığıyla öne çıkan
ülkelerle yakın ilişkileri vardır.
Irak’taki Rekabetin Tarafları
Irak, Arap Baharı’ndan doğrudan etkilenmese de, Atlantik ile Avrasya arasındaki rekabeti hissetmektedir. ABD Irak’tan askerlerini çekmesine karşın,
ülkede 2 bini diplomat olmak üzere 16 bin personel bulundurmaktadır. Irak
ekonomisi ve enerji kaynakları üzerinde önemli etkiye sahiptir. Irak siyasetinde çok etkili bir diğer güç ise İran’dır. Irak merkezi hükümetini ve Şii başbakan Nuri El Maliki’yi desteklemektedir. Irak siyasetinde öne çıkmaya çalışan
Türkiye’yle rekabet etmektedir. Türkiye’nin, ABD ve İsrail’e yakınlığıyla öne
çıkan Kuzey Irak Kürt Yönetimi lideri Barzani’yi desteklemesini eleştirmektedir. Irak merkezi hükümeti de, Türk işadamlarına yapılan ödemelerde zorluk
çıkarmaya başlamıştır. Türkiye’yi, Bağdat’ı devre dışı bırakarak, doğrudan
Barzani’yle işbirliği yapmakla, petrol anlaşması imzalamakla, onu bağımsızlığını ilan etmesi yönünde teşvik etmekle suçlamaktadır. Türkiye’nin, Irak’ta
gıyabında idama mahkûm edilen eski cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık El
Haşimi’ye sahip çıkması da, Ankara ile Bağdat arasında bir diğer anlaşmazlık
konusudur. Irak, İran’la ilişkilerinin gelişmesine koşut olarak bölge merkezli politikalara
yönelmektedir. Bu yönelim ABD’nin tepkisini çekmektedir. Irak hükümeti,
Rusya’dan 4.2 milyar dolarlık silah ve uçak almak için girişimlerde bulunurken, başbakan Maliki Moskova ziyaretinde enerji ve altyapı konularında
Rusya’yla işbirliği yapmak istediklerini açıklamıştır. Maliki ABD’yi dengelemeye çalışırken, ABD de Irak’ta tekrar asker konuşlandırmak, ilk aşamada 5
bin askeri Suriye sınırına yerleştirmek istemektedir. Ayrıca Bağdat yönetiminden, Irak hava sahasını kullanarak Suriye’ye giden İran uçaklarını engellemesini talep etmiştir. Maliki, ülkede anayasal statü kazanan Peşmerge güçlerini
yerel kolluk gücü olarak sınırlandırmak, ordu dışındaki silahlı yapıları tasfiye
188
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
etmek, ülkesine yeniden bütünlük ve devlet kimliği kazandırmak yönündeki
politikalarında ABD ile ters düşmekte, Rusya’nın desteğini almaktadır. Nitekim onun bu politikası, Kuzey Irak’ta ipleri geren Barzani’nin, merkezi hükümetten kopmasını ve bağımsızlık ilan etmesini engellemektedir. Öyle ki Barzani, bölgedeki petrol arama-çıkarma işinde Rusya’ya küçük de olsa bir pay
vererek, simgesel bir adım atmış, Rusya’ya ılımlı bir mesaj vermiştir. 2013’ün
Nisan ayında Irak’ta yapılan yerel seçimleri Başbakan Maliki’nin partisi Kanun Devleti Koalisyonu’nun kazanması da, Irak iç siyasetinde Maliki’nin elini güçlendirmiştir.
Sonuç
Orta Doğu’daki gelişmeler ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç, sadece iç dinamiklerle açıklanamayacağı gibi, yalnızca bölgesel dinamiklerle de
açıklanamaz. Bölgedeki saflaşma önemlidir ancak küresel saflaşmayla birlikte değerlendirilmesi gerekir. Çünkü ABD öncülüğündeki Atlantik güçleri ve
bölgedeki müttefikleriyle Rusya ve Çin’in öncülük ettiği Avrasya güçlerinin
ve bölgedeki müttefiklerinin rekabeti söz konusudur. Suriye’de yaşananlar bu
saflaşmanın net olarak görülmesini sağlamıştır. ABD ve Avrupa’nın sadece
siyasi açıdan değil, iktisadi ve askeri açıdan da gerilemesine karşın Rusya
ve Çin’in yükselişte olmaları da bu rekabeti keskinleştirmektedir. Çünkü tüm
büyük güçlerin, yükselen kuvvetlerin Orta Doğu’ya ilişkin hesapları, beklentileri vardır. Bölgenin enerji kaynakları açısından zenginliği de bu hesapları
karmaşık, verilen mücadeleyi kanlı hale getirmektedir.
Arap Baharı sonrasında büyük güçler arasındaki saflaşma, onların bölgesel
müttefikleri arasındaki kamplaşma, küçük ve orta ölçekli devletlerin çok yönlü, çok boyutlu diplomasi izleyerek, ittifak ilişkileri geliştirerek, daha geniş
bir manevra sahasına sahip olmalarına, göreli daha bağımsız hareket etmelerine zemin hazırlamıştır. Aynı zamanda da gelişmeleri doğru tahlil edemeyen,
bir tarafa fazlasıyla bağlanan ülkelerin sıkışmalarına, yalnızlaşmalarına neden
olmuştur. Bu bağlamda genelde Arap Baharı, özelde de Suriye’de yaşanan
olaylar, Türkiye başta olmak üzere tüm bölge ülkeleri için önemli derslerle doludur. Çok yönlü, çok boyutlu düşünen, küresel dengeleri gözetirken
bölgesel ittifakları da dikkate alan, devlet kapasitesinin ve güç unsurlarının
189
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
sınırlarını bilen bir bölge merkezli politikanın başarı şansının yüksek olduğu
görülmüştür. Bunun aksi politikaların ise tüm iddialı söylemlere karşın kısa
sürede çöktüğünü, ülkeyi yalnızlaştırdığını, iç politikaya da yansıyan büyük
sorunlara zemin hazırladığını kanıtlamıştır. 190
Arap Baharı Üzerinden Avrasya-Atlantik Rekabetini Yorumlamak
Kaynakça
Altunışık, Meliha Benli. “Orta Doğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken.”
Orta Doğu Etütleri Cilt 1 Sayı 1 (2009): 69-81.
Brzezinski, Zbigniew. Stratejik Vizyon: Amerika ve Küresel Güç Buhranı. İstanbul: Timaş Yayınları, 2012.
Doster, Barış. “Arap Baharı Özelinde Rusya’nın Suriye Politikası.” Arap Baharı ve Suriye içinde, Ed. Barış Adıbelli. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık,
2012.
Doster, Barış. “İran Dış Politikası ve Rusya.” Doğu-Batı Yol Ayrımında İran
içinde, Ed: Barış Adıbelli. İstanbul: Bilim+Gönül Yayınları, 2012.
“Rusya ve Çin Sarı Deniz’i Isıtıyor.” Haberrus, 23 Nisan 2012. Erişim tarihi:
23 Nisan 2012. http://haberrus.com/bos/2012/04/23/rusya-ve-cin-sari-deniziisitiyor.html.
“The US Government Debt.” Erişim tarihi: 28 Temmuz 2013. http://www.
usgovernmentdebt.us/.
Yıldızoğlu, Ergin. “Ortadoğu Isınmaya Devam Ediyor.” Cumhuriyet, 1 Nisan
2013. Erişim tarihi: 1 Nisan 2013. http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/412806/Ortadogu_Isinmaya_Devam_Ediyor.html#.
191