İlahiyat Fakültelerinde Din Alimi Yerine Din

İlahiyat Fakültelerinde Din Alimi Yerine Din Tenkitçisi Yetişiyor
Perşembe, 26 Haziran 2014 16:30
Türkiye’de ilahiyat fakültelerinin eğitimi hep tartışılagelmiştir. Nitekim son zamanlarda burada
yetişenler toplumdaki dini duyguları güçlendirmeleri gerekirken, birde bakarsınız ki, kendileri
lakayt davranıp umursamaz bir tavır içinde halkın dini hissiyatıyla oynayıp küçüğünden
büyüğüne toplumda her kesimi yakinen ilgilendiren temel inanç esaslarını yok sayarcasına
zihinlerde şüphe ve ortalığı bulandırma gayreti içindeler. Aslında tam da bu noktada Ali Fuat
Başgil’in konuya neşter vurduğu Ankara İlahiyat için söylediği, “Buradan din alimi değil, din
münekkidi (tenkitçisi) yetişir” sözü ne kadar da manidardır. Muhteva ve metod açısından da
yetişen eleman açısından da Osmanlı medreselerinin asla yerine tutamayacağı günümüz
ilahiyat fakülteleri eski alimlerini eleştiri yağmuruna tutup itham edici ve gayri ilmi bir üslup
takınarak sözüm ona ilahiyatçı geçinen zevatla doludur. Mesela ilk akla gelen isimleri Hayri
Kırbaşoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Mustafa İslamoğlu, İhsan Eliaçık, Bayraktar Bayraklı, Abdulaziz
Bayındır, Süleyman Ateş, Mustafa Öztürk vb olarak sayabiliriz. Tabii ki hemen belirtelim
içlerinde çok kaliteli selefi salihin yolundan giden münevver ilahiyatçılarımız da mevcut. Bunlara
da örnek olarak Ebubekir Sifil, İhsan Şenocak, Mustafa Ağırman, Orhan Çeker, Nureddin Yıldız,
Raşit Küçük, Yaşar Kandemir, İsmail Lütfi Çakan, vb isimleri verebiliriz. Selefi Salihin’in yolundan gitmek demek Kuran ve Sünneti, sahabe, tabiun ve tebeuttabiunun
anladığı şekilde anlayıp yaşamaktır, yani Ehl-i Sünnet vel-Cemaat üzere olmak demektir. Hiç
şüphesiz ki, bu yolun dışında kendilerine başka yol edinen kişi yada topluluklar bidat üzeredirler.
Geçmişte olduğu gibi şimdide bidatçilerin fikirlerini şeri delillerle çürütmek alimlerimize düşüyor.
Delillerle çürütmeden kasdımız kitap ve sünnet, sahabe, tabiun ve tebeuttabiun sözlerinden
ortaya konan delillerle, meselenin hakikatını açıklığa kavuşturmaktır. Yakın tarihimizde
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Cehennem azabının kâfir ve müşrikler için ebedi değil geçici
olduğunu savunan “Rahmet-i İlâhiyye Burhanları” adlı eserinde, âhirette daimi azabın İlâhî
rahmete uygun olmayacağını ve İlâhî rahmetin herkesi kapsadığını söyleyen Kazanlı Musa
Carullah Bigiyef’e, reddiye olarak Yeni İslam Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi adlı eserini
yazarak cehennemin ebedi ve sonsuz olduğunu kitap, sünnet ve icmayla tafsilatlı bir şekilde
açıklamıştır. Yine aynı şekilde Allame Muhammed Zahid el - Kevseri de Nazra Âbira isimli
eseriyle, Mısırlı Mahmut Şeltut’un nüzul-u İsa’yı inkar eden fetvası ile beş makalesine reddiye
vermiştir. Kevserî, nüzul-u İsa(as) ile ilgili Kuran’dan ayetleri delil getirip hadislerin manevi
mütevatir olduğunu ve icmanın ise kati olduğunu bildirerek Ehl-i Sünnetin bu konudaki görüşünü
ikna edici bir üslupla ortaya koymuştur.
1/4
İlahiyat Fakültelerinde Din Alimi Yerine Din Tenkitçisi Yetişiyor
Perşembe, 26 Haziran 2014 16:30
Günümüz Türkiyesi’ndeyse reddiye olarak yazılmış elbette birçok kitap mevcuttur; mesela
Mustafa İslamoğlu’nun Hayat Kitabı Kuran Gerekçeli Meal-Tefsiri’ adlı eserine reddiye olarak
Mehmet Emin Akın’ın yazmış olduğu Tevil’in Tahrife Dönüşmesi Muhammed Esed ve Mustafa
İslamoğlu Örneği adlı kitabını, Prof. Dr. İbrahim Canan’ın Fethullah Gülen’in Sünnet Anlayışı’
adlı eserine reddiye olarak Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş’un yazmış olduğu “Sünnet Anlayışı
mı, Sünnet’e Yabancılık mı?” adlı kitabını, Yaşar Nuri Öztürk’ün Kuran’daki İslam adlı eserine
reddiye olarak Mustafa Varlı’nın kaleme almış olduğu Hangi İslam adlı kitabını, Mustafa
Öztürk’ün Kuran’ın Tarihsel Bir Hitap Oluş Keyfiyeti adlı makalesine reddiye olarak Salim
Öğüt’ün kaleme almış olduğu Modern Düşüncenin Kuran Anlayışı Bir Zihniyet Eleştirisi adlı
kitabını ve son olarak Alaaddin Palevi’nin günümüzün sünnet inkarcıları, mealci, tarihselci,
modernist, akılcı ilahiyatçı ve yazarların düşüncelerine reddiye olarak kaleme almış olduğu
Peygambersiz Bir Din Akılcılık Akımlarına Reddiye adlı kitabını örnek verebiliriz. Ben saydığım bu kitapların son ikisinden kısaca bahsetmek istiyorum. Her bir kitabın bana ilginç
gelen taraflarını sizinle paylaşmak istiyorum. Öncelikle dilerseniz Mustafa Varlı’nın yazmış
olduğu Hangi İslam adlı kitabından bahsetmek istiyorum. Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı olan
Mustafa Varlı Hoca, dini aklına ve şartlara göre yorumlayan Yaşar Nuri Öztürk’ün ‘Allah elçisinin
23 yıllık peygamberlik dönemi boyunca okuma yazma öğrenememiş veya öğrenmemiş
olduğunu iddia etmek hem yanlıştır hem de ayıptır’(Kuran’daki İslam; syf,110) ifadelerine
cevaben Hangi İslam adlı kitabının 114. sayfasında şunları söyler: Bu ifadelerle(Yaşar Nuri
Öztürk’ün açıklamasını kastediyor) Hz. Peygamber’e, O’nun tebliğ ettiği Kuran’a ve O’nu
gönderen Allah’a karşı ayıp ve yanlış yapılmıştır. Zira Kuran-ı Kerim de de Hz. Peygamberin
ümmi olduğu belirtilmiştir. Ümmi ise okuma yazma bilmeyen öğrenim görmemiş anlamına gelir.
(Mü’cemül-Vasit c.1,s.27 vs.) Hangi İslam adlı kitabının 167-168. sayfalarında Varlı hoca
meallere yanlış anlam veren sayın Öztürk hakkında şu ifadeleri kullanır: Yazar (Yaşar Nuri
Öztürk) sayfa 214’te Yusuf Suresinin 111.ayetinin (12/111) mealini verirken söz anlamına gelen
hadis kelimesini Türkçe anlatımı yokmuş gibi onu tercüme etmeden ‘Kuran, uydurulmuş bir
hadis değildir’ şeklinde ayeti tercüme etmiş ve sanki hadislerin uydurma olduğunu (diğer
konularda oluğu gibi) bir daha vurgulamak istemiştir. Oysa bu ayette hadis kelimesi herhangi bir
söz, bir haber anlamındadır. Hz. Peygamberin sözü (hadisi) anlamında değildir. Buna göre
sözkonusu ayetin meali ‘Bu Kuran uydurulmuş bir hadis değildir’ yerine Bu Kuran uydurulmuş
bir söz değildir’ şeklinde olmalıdır. Sayfa 367 de inanç temellerini kendine göre ayetten
yorumlayıp kurtuluş reçetesi çıkaran Öztürk Bakara Suresi 62. ayeti göstererek ‘…bu üç şartı
taşıyanlar (Allah’a iman, ahirete iman ve barışa yönelik hizmetler sergilemek) ister Müslüman,
ister Yahudi, ister Hristiyan, ister Sabii olsun ölüm sonrası kurtuluş elde ederler’ ifadesini
kullanmış, buna karşılık Mustafa Varlı Hoca, Hangi İslam adlı kitabının 178. sayfasında şu
ifadeleri kullanmış: Bu görüş bizzat Kuran ayetlerine terstir. Zira sadece bu üç madde
kurtuluşun reçetesi olamaz. Allah’a ve ahirete inanıp diğer inanç temellerini inkâr etmek insanı
asla kurtuluşa götürmez. Bu konuda Kuran’ın pek çok ayetinden sadece bir tanesini bile bilmek
2/4
İlahiyat Fakültelerinde Din Alimi Yerine Din Tenkitçisi Yetişiyor
Perşembe, 26 Haziran 2014 16:30
yeterlidir. Yüce Allah Nisa Suresi ayet 136 da şöyle buyurmaktadır: …Kim Allah’ı, meleklerini,
kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tamamıyla sapıtmıştır. (Nisa;4/136
)Hal böyle iken Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve O’na indirilen Kuranı inkâr eden Yahudi,
Hristiyan veya Sabii nasıl kurtuluşta kabul edilebilir? Muhalefet meşhur olursun sözü herhalde medyatik ve sosyete hocası olan Yaşar Nuri Öztürk
için olsa gerek çünkü Kuran’daki İslam kitabında; Kuran-ı Kerim’in hayızlı haldeyken bile
abdestsiz tutulabileceği, namazın üç vakit olduğu, oruç kefareti diye birşeyin olmadığı, riba ile
faizin aynı şey olmadığı, iki kadının şahitliğinin bir erkeğinkine denk olmadığı, müslüman
kadınların da ehl-i kitap erkeklerle evlenebileceği vb. tutarsız ve cahilce açıklamalar yapmış.
Şimdi de Salim Öğüt’ün yazmış olduğu Modern Düşüncenin Kur’an Anlayışı Bir Zihniyet
Eleştirisi adlı kitabından biraz bahsedelim. Sıradışı bir ilahiyatçı aynı zamanda Ehl-i Sünnet’in
gür sesi olan rahmetli Salim Öğüt Hoca Modern Düşüncenin Kuran Anlayışı Bir Zihniyet
Eleştirisi adlı kitabının 31-32.sayfalarında ‘Kuran’ın Hz. Peygamber’e genelde Arap toplumunu
özelde de Kureyş kabilesini diğer bir deyişle Mekke ve çevresinde yaşayan müşrik arapları
uyarması için gönderildiği belirtilmektedir’ ifadesini kullanmasına karşılık cevaben: Müellifin
(Mustafa Öztürk) iddiasını dayandırdığı kaynak Enam Suresinin 92. ayetidir. “Bu Kitap (Kur’ân),
kendinden önceki kitapları tasdik eden, şehirler anası (Mekke) halkını ve çevresindeki bütün
insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” Hemen belirtelim ki bu ayette müellifin
tasrih ettiği gini Mekke adı geçmemekte onu yerine Ümmü’l - Qura denilmektedir. Bu kullanımın
önemi büyüktür. Çünkü Ümmü’l – Qura ‘şehirlerin anası’ veya ‘bütün kentlerin atası’ anlamına
gelmektedir. Bu duruma göre ayeti kerimede geçen Onun çevresi tabii olarak bütün bir dünya
dolayısıyla bütün bir insanlık olmaktadır. Nitekim Taberi Onun çevresini yorumlarken, doğudan
batıya kadar ifadesini kullanmaktadır. Ayrıca İbn-i Abbas’ın da sözkonusu çevreyi bütün bir
yeryüzü olarak tefsir ettiğini nakletmektedir. (Taberi, VII, 271) Evet açıkça görülmektedir ki,
müellifin kendi zannını ayete söyletme gayreti içinde açıkça iki önemli tahrife yönelmiştir.
Birincisi, Ümmü’l – Qura kelimesini gizlemek suretiyle onun zımnında mündemiç olan anlamı
örtmeye çalışmasıdır. İkincisi, işine geldiği yerlerde Taberi ve Kurtubi’nin yorumlarına cömertçe
başvururken, bu konuda her nedense o kaynaklarda geçen yorumları gözardı etmiş olmasıdır.
Bu tutum ve davranış ilmi emanete riayet prensibiyle kabil-i telif değildir.
3/4
İlahiyat Fakültelerinde Din Alimi Yerine Din Tenkitçisi Yetişiyor
Perşembe, 26 Haziran 2014 16:30
Kuran ya tüm beşeri durumları göz önünde bulunduran tarih üştü bir kitaptır veya tarih-üstü
mesajları belli bir tarihte belli bir kitleye onların anlayacağı bir dil dizgesi içinde yine onların
tecrübe dünyasına ait örneklerle aktaran tarihsel bir hitaptır ifadesiyle tarih-üstü mesaj ve
tarihsel hitap ayrımına giden müellife Salim Öğüt Hoca şunları söyler: Kuran-ı Kerim’in hitabını
tarih-dışı saydıktan sonra mesaj diye birşey icat edip onu tarih - üstü saymak, bizim açımızdan
anlaşılabilir bir açıklama değildir. Çünkü kanaatimze göre bu yaklaşım bizi hitabın kendisi olan
Allah’ın kelamını tarih - dışılıkla nitelemeye bizim değerlendirmelerimizden başka birşey
olmayan mesajı tarih - üstü saymaya götürür ki, bunun makul ve mantıklı görülmesi mümkün
değildir. Tarihselci argümanlarla Kuran-ı Kerim’in hitap ve mesajı üzerinde tebdil ve tağyir etmeye
kalkışarak ilahi hükümleri modern şartlara uydurmaya çalışma işi, boş ve batıl gayretlerden
başka bir şey değildir. Böyle oryantalist söylem içeren tarihselci-akılcı yaklaşım ihdas edilerek
ilahi kelamın tahlili yapılamaz, ancak Selefi Salihin’in yolundan giderek ilahi kelamın hitap ve
mesajının yanısıra ayırt etmeksizin hükümlerinin de evrenselliği kabul edilerek sahih bir okuma
ve anlama yapılabilir. Aksi takdirde böyle yapmakla bu düşünceyi savunanların modern din
tasavvuru inşa etmeye yönelik niyetleri ortaya çıkmaktadır. Kendisini ilahi hitabın değil, ilahi
mesajın muhatabı olarak gören kuran tarihselciliğinin savunucularından Mustafa Öztürk
makalesinde ahkam ayetlerinin doğrudan o günün Arap toplumuna indiğinden dolayı doğal
olarak onların örfü, kültürü ve sosyal şartlarını içinde barındırdığını, bu yüzden de onların
ihtiyaçlarına cevap veren o günkü hükümlerin bugünün modern toplumuna uygulamanın yersiz
olduğunu savunuyor. Ayrıca makalede bugünkü topluma uyarlanamayacağı savunulan tarihsel
olduğu iddia edilen söz konusu muamelat hükümleri arasında çok eşlilik, hırsızlık, zina, süt
emzirme, zıhar, mehir, haram aylar meselesi vb. gibi hükümler yer almaktadır. Hakikaten
cüretkar davranarak Kuran’daki bazı hükümlerin tarihsel olduğu tezini savunarak o hükümlerin
günümüzdeki geçerliliğini yitirdiğini söylemekle, O’nun çöl kanunu olduğunu söylemek arasında
üslup açısından fark olsa da mahiyet açısından fark olmadığı kanısındayım. 4/4