Yaşasın Ölüm!

Ataol Behramoğlu
Yaşasın Ölüm!
Aslı İspanyolca “Viva La Muerte” olan ünlü sloganın “yaratıcısı”,
Franco’nun generallerinden José-Millán Astray’dir…
Nereden çıktı bu “yaşasın ölüm”ler, “ahretçilik”ler, “öbür
dünyacılık”lar demeyeceğinizi tahmin etmem güç değil…
Faşist komutan, ilk kez, askerlerini çarpışmaya sürerken
kullanmış bu sloganı.
Çünkü bu kavramlar artık, yaşamlarımızın tam ortasında,
gözlerimizin içine sokulacak kadar yakınımızda duruyor…
Slogan ilk elde, Mustafa Kemal’in Çanakkale savaşlarında askere
seslenişindeki “Ben size ölmeyi emrediyorum!” sözünü akla
getirse de, aradaki fark, onun da ötesinde taban tabana zıtlık
yeterince ortadadır.
Geçtiğimiz Perşembe günü Hürriyet gazetesi, bence çok önemli
bir gazetecilik başarısı olarak müthiş bir başlıkla yayınlandı:
“Dersimiz Ölüm!”
“Yaşasın Ölüm!” gibi bir başlık…
Faşizmin sloganı, ölümün yüceltilmesidir.
Faşizme yakışan da zaten budur.
Ölmeyi emretmek ise, en büyük özverinin, yaşamı feda etmenin
göze alınmasını istemektir.
İlkinde ölüm yüceltilirken yaşam küçümsenmektedir.
Çanakkale’de söylenen unutulmaz sözlerin felsefi içeriği ise, tam
tersine, köle olmamak, özgürce yaşamak için savaşmak ve
gerektiğinde ölümün de göze alabilmek gerektiğidir…
***
Yaşam ve ölüm ilişkisi konularında Cumartesi
köşelerimde çokça yazdım.
ve Pazar
Birkaç tanesi anımsatayım: “Yaşam Kültürü-Ölüm Kültü/Pazar
Söyleşileri 16.10.05”, “Yine Yaşama Kültürü Üzerine/Pazar
Söyleşileri 02.11.08”, “Ahretçilik/Cumartesi Yazıları/250605” ve
daha geçen hafta bu köşede yayınlan “Önce Yaşamı Tadalım!”
adını taşıyan yazı…
“Ahretçilik” başlıklı yazımda, bu kavramla ilk kez Prof. Suat
Sinanoğlu’nun “Türk Hümanizmi” adlı kitabında karşılaştığımı
belirttikten sonra
yaptığım bir alıntıyı burada yinelemek
istiyorum:
…doğuda manevi evren koskoca bir morga benzer; burada
duyulan tek insan sesi, ölümlülerin yazgısına sonsuz bir hüzün
ve bezginlikle ağlayan bir iç sestir... dinsel düzene bağlı bu
evrende her iki yönelişe, Ortodoks ve mistik yönelişlere özgü
olan sonsuz bir zihin tembelliği, mutlak bir hareketsizlik ve
meditatio mortis –ahretçilik-temeline dayanan dünya işlerini
umursamama topluma egemendir.”
Ve zaten Mesut Hasan Benli’nin derlediği haberin içeriğini
okuduğunuzda, “Milli Eğitim Bakanlığı ile Hizmet Vakfı”nın
“projesi” olan 39 sayfalık bir kitapçıkla öğrencilere verilmesi
planlanan “Değerler Eğitimi” denen şeyin baştan sona bir ölüm
övgüsü olduğunu tüyleriniz ürpererek görüyorsunuz…
Bakanlıkla Hizmet Vakfı denilen(kurucuları arasında Saidi
Nursi’nin öğrencilerinin bulunduğu) kurumun ortak ürünü olan
kitapçıkta, ölümün bir “nimet” olduğu belirtiliyor, hastalık”
ölüme hazırlık” olarak tanımlanıyor, ölümün “güzel”liğine İslam
peygamberinin kısa sayılabilecek(63) bir yaşam sürmüş olması
gösteriliyor. Buradan öğrendiğimize göre Tanrı sevdiği kulları
yanına erkenden alıyormuş vb… Kış mevsiminin de “kefen”,
“ölüm” güzellemeleriyle anlatıldığını öğrendiğimiz, çocuklarımıza
yönelik bu iç karartıcı “Değerler Eğitimi”ne karşı Ankara Barosu
yürütmeyi
durdurma
davası
açmış.
Zaten
gazeteci
arkadaşımızın haber kaynağı da, Baro’nun çocuklarımızın ruh
sağlığını korumaya yönelik dava dilekçesi olmuş… Sonucu
mutlaka izlememiz gerekiyor…
***
“Ahretçilik” başlıklı yazımı, “meditatio-mortis”in, yani “öbür
dünyacılığın” karşıtının, “dignitas-hominis”, yani “insan onuru”
olduğunu belirterek tamamlamıştım…
Bu yazıyı da izninizle, yine o yazımdaki son cümlelerimle
tamamlayayım:
“Yaşamak ve yaratmak sevincini hiçbir “ahret”, “öbür dünya”
avuntusuyla değiştiremez ve sonunda ölüm var diye bunlardan
vazgeçemeyiz… Çünkü ölüm gerçeğiyle en gerçekçi , insan
onuruna en yaraşır biçimde karşılaşmanın yolu da, yaşamak ve
yaratmak sevincini gereğince yaşamaktan geçiyor…”
Yine aynı yazıda, söz konusu latince kavramın “öbür dünyacılık”
sözüyle de karşılanabileceğini yazmıştım…
***
http://www.mgkmedya.com
Pazar, Mart 1, 2015 - Sayfa 1 / 1