Ocak 2014

EKOIQ
OCAK 2014
Y E Ş İ L
İ Ş
/
Y E Ş İ L
SAYI:35
Y A Ş A M
2013 Değerlendirmesi
2013’ün En İyi 10
Sürdürülebilirlik
İnovasyonu
Karbon Nötr
Kuryeler Yolda
!
2014 Beklentileri
Hakan Gürdal:
“Biraz Bencil Olun ve
Geleceğinizi Düşünün”
Varşova İklim
Değişikliği Konferansı:
Paris’e Sevgilerle
Sürdürülebilir İş
ve Yaşam için
Hukuk Gerekli
Yoksa Raporları Sadece Annelerimiz mi Okuyor?
www.ekoiq.com
ISSN 977-1309-44100-9
35
9 771309 441009
9 TL (KDV DAHİL)
Türk çay tarımı kazandı
dünya ödüllendirdi
Sürdürülebilir tarım için Vodafone-Lipton işbirliğiyle geliştirilen
tablet uygulaması verimliliği artırmakla kalmadı, Ethical
Corporation Awards’ta “En İyi B2B İşbirliği” ödülünü aldı.
İş Ortağım
Vodafone
BAŞLARKEN
Barış Doğru
[email protected]
Aşındırma Denemelerinin
Birinci Turu Bitti
Bazen böyle olur. Elinize bir küçük çivi alırsınız ve başlarsınız duvarı eşelemeye. Bitmek bilmeyeceğini düşündüğünüz bir uğraş içinde debelenip durursunuz. Önce küçük parçalar çıkar
duvardan, sonra aniden daha büyük parçalar
dökülüverir önünüze. Ve eğer ateşli bir sabırla, sonuna kadar eşelemeye, uğraşmaya, emek
vermeye devam ederseniz o koca duvarda önce
bir ışık görürsünüz. Sonra kocaman bir kaçış
deliğine dönüşür o küçücük yarık. Ve belki de
en sonunda duvarın yıkılıp gittiğini, öte tarafa
geçtiğinizi gözlerinizle görürsünüz.
Ben bunu kendi lügatımda “aşındırma denemeleri” ismini verdim. Ve EKOIQ’nun yaptığının
da tam bu olduğunu düşünüyorum. Bundan
4 sene önce yola çıktığımızda, elimizde küçücük ve belki de dayanıksız bir çivi vardı. Tam
34 sayı boyunca, o kocaman duvarın önünde
uğraşıp durduk. Binlerce sayfa yazı, fotoğraf,
fikir, eylem, olay, insan geldi geçti. Onlarca yeni
yazar, dost kazandık. Onlar bizle, biz sizler ve
onlarla paylaştık. Ve belki ilk defa o koca duvarın önünde küçük de olsa bir ışık görmeye
başladık.
20. yüzyılın yetiştirdiği önemli sosyal bilimcilerden biri olan Jurgen Habermas, daha çok
“Kamusal Alan” kavramsallaştırmasıyla tanınır. Sosyal bilimler açısından son derece yeni
düşünme kanalları yaratan bu anahtar kavram,
günümüzde derinlikli bir sürdürülebilirlik tartışması için de önemli ipuçları ve olanaklar
tanıdığını daha önce birkaç kez yazmıştım.
Habermas’ın diğer bir yeni ve kilit kavramı
ise, “İletişimsel Eylem”dir ve bence
yine sürdürülebilirlik tartışmalarının göbeğine en kısa zamanda yerleştirilmesi gerekir. İletişimin değiş-
tirici, dönüştürücü gücüne yönelik
bu önemli vurguyu, EKOIQ’nun
dört yıllık “aşındırma denemesi”nin
temel unsurlarından biri olarak kabul etmek
gerekiyor. EKOIQ, STK’lardan şirketlere, yerel
yönetimlerden akademisyenlere, öğrenci kulüplerinden tek tek akademisyenlere ve tabii
o devasa kamu yönetimine, karınca kararınca
hep aynı şeyi söylemeye çalıştı: “Daha iyi bir
ülke ve gezegen için değişebiliriz, değişmeliyiz.
Önümüzdeki tek engel kendimiziz. Ve kendimizi değiştimenin en iyi yolu, başkalarını, öteki
kabul ettiklerini dinlemekten, konuşmaktan ve
gerçek bir iletişim kurmaktan geçiyor”.
Gerçekten de durum böyle: Kendimizden bu
kadar memnun ve huzurlu olursak, başkalarından öğrenmeye açık olmazsak, kendi fikirlerimizi açık ve seçik ifade etmekten kaçınırsak,
değişim adımlarını atmamız mümkün değil.
Yani iş sık sık vurguladığımız gibi, “iletişime”
geliyor çünkü sürdürülebilirlik ne sadece teknik bir mesele, ne bir pazarlama stratejisi, ne
de efsunlu bir bilgelik hali. Bütün bunları da
içine alan, insanoğlu ve kızının bugünü kadar
yarattığı tüm bilgi birikiminin ve deneyiminin
üzerine yükselen, tüm bilim alan ve parçacıklarını daha iyi ve yaşanası bir dünya için tekrar
tekrar düzenleyen, kuran bir yeni iletişimsel bir
farkındalık durumu.
İlk turu bitirdik, sürdürülebilirlikte ikinci tura
hazır olun. 2014’te çok yeni şeyler göreceğiz.
Herkese iyi yıllar…
OCAK 2014 / EKOIQ 3
EKOLOGOS Sürdürülebilirlik Yönetim ve İletişim
Hizmetleri Ltd. Şti. adına sahibi
Halil Doğru
Genel Yayın Yönetmeni (Sorumlu)
Barış Doğru [email protected]
Art Direktör
Özlem Sarar D. [email protected]
Editörler
Balkan Talu
Özgür Çakır
Fotoğraf Editörü
Özgür Güvenç
Redaksiyon
Şöhret Baltaş
Katkıda Bulunanlar
Tümay Tuncer, Emrah Kurum, Özgür Öztürk,
Serra Titiz, Caner Demir, Hulusi Barlas
Abonelik [email protected]
Tel: (90) 216 460 16 10 Faks: (90) 216 460 16 11
Yayın ve Yönetim Adresi:
EKOLOGOS Sürdürülebilirlik Yönetim ve İletişim
Hizmetleri Ltd. Şti.
Kuleli Mahallesi, Şekip Ayhan Özışık caddesi No: 4
34684 Çengelköy-Üsküdar, İstanbul
Tel: (90) 216 460 16 10 Faks: (90) 216 460 16 11
Basım Yeri: Tor Ofset San. Tic. Ltd. Şti.
Hadımköy Yolu Akçaburgaz Mah. 4. Bölge 9. Cad. 116. Sokak
No: 2 Esenyurt - İSTANBUL Tel: (90) 212 - 886 34 74 pbx
Ayda bir yayınlanır. Yaygın Süreli Yayın ISSN 1309-441-6
Danışma Kurulu
Aynur Acar, Marmara Belediyeler Birliği Çevre Yönetim Merkezi Direktörü
Prof. Dr. Melsa Ararat, CDP Türkiye Direktörü
Banu Aydoğan, Koç Bilgi Grubu Kurumsal İletişim Direktörü, Koç Holding
Çevre Koordinasyon Kurulu Üyesi, Yeşil Bilgi Platformu Yöneticisi
Prof. Dr. Nuri Azbar, Ege Üniversitesi, Çevre Sorunları Uygulama ve
Araştırma Merkezi Müdürü
Dr. Erhan Baş, Bilim İlaç A.Ş. Genel Müdürü
Dr. Barış Gencer Baykan, Yeditepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü
Sibel Bülay, ulaşım uzmanı, EMBARQ Yönetim Kurulu üyesi
Konca Çalkıvik, İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği
Genel Sekreteri
F. Fatma Çelenk, Soyak Holding Kurumsal İletişim Koordinatörü
Prof. Dr. Nüzhet Dalfes, İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Müdürü
Ebru Şenel Erim, Unilever Türkiye Kurumsal İletişim Müdürü
Aykan Gülten, Coca-Cola Kurumsal İlişkiler Müdürü
Ebru İlhan, Eczacıbaşı Kurumsal İletişim ve Sürdürülebilir Kalkınma
Uzmanı
Prof. Dr. Selahattin İncecik, İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi,
Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
Bahar Keskin, CSR Consulting Turkey, Yönetici Ortak
Cihan Koral Malak, İMSAD Sürdürülebilirlik Komitesi
Prof. Dr. M. Pınar Mengüç, Özyeğin Üniversitesi, Enerji, Çevre ve Ekonomi
Merkezi Direktörü
Dr. Uygar Özesmi, change.org Türkiye Direktörü
Aysun Sayın, Boyner Holding Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve
Sürdürülebilirlik Müdürü
Rifat Ünal Sayman, REC, Bölgesel Çevre Merkezi Türkiye Direktörü
Neylan Süer, Bosch Ev Aletleri Pazarlama Müdürü
Ergem Şenyuva, Climate Project Türkiye Temsilcisi, Yeşilist.com kurucusu
Cavit Vardarlılar, MESS Entegre Geri Kazanım ve Enerji, Çevre Projesi
Genel Müdürü
İÇİNDEKİLER
24
Karbon Nötr Kuryeler Yolda
Şehiriçi ulaşım büyük kentlerde her geçen gün zorlaşıyor. Hem
trafik hem de artan karbon emisyonları açısından. Yeni kurulan
Bisiklet Kurye, ise sıfır karbonlu bir taşıma öneriyor.
27 2013’ün En İyi 10
Sürdürülebilirlik İnovasyonu
Dünyanın en yenilikçi sürdürülebilirlik projelerini
ve teknolojilerini değerlendiren uluslararası Sustainia organizasyonunun 2013 yılı için seçtiği en iyi
10 çözüm sayfalarımızda…
32 “Biraz Bencil Olun ve
Geleceğinizi Düşünün”
Türkiye’de sürdürülebilirlik ve iş dünyası deyince aklımıza ilk
gelen isimlerden biri hep Akçansa Genel Müdürü Hakan Gürdal
oluyor. Nedeni basit: Konuyu evirip çevirmeden, sorumlulukları
başkasına yüklemeden, olanca açıklık ve samimiyetle konuşuyor.
37 Dosya: 2013 Değerlendirmesi;
2014 Beklentileri!
Asıl soru şu aslında: “Bir Sonraki Yıl Nasıl Bir Öncekinden İyi
Olur?” Fikir ve kanaat önderleri, daha iyi, mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir dünya için geçtiğimiz yılı ve gelecek yılın olasılık ve
fırsatlarını değerlendirdi.
54 2014’te Sınırları Aşabilecek miyiz?
20-21 Şubat’ta 3. Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi’ni düzenlemeye hazırlanan ÇEDBİK yöneticilerine göre; yerel yönetimlerden
finansal kuruluşlarına, mimarlardan inşaat malzemesi üreticilerine kadar tüm paydaşlar arasında etkili iletişim ve bilinç oluşturulduğu takdirde ‘büyük patlama’ yaşanacak...
62 Yönetim Kurullarının Dikkatine...
“Çevresel ve sosyal etkenlerin maliyetini karşılamak için kazancınızın iki katını ödemek istemiyorsanız, ‘Kurumsal Risk Yönetimi’ uygulamasına geçmenin tam zamanı” diyor KPMG Türkiye
Risk Yönetimi Danışmanlığı Bölüm Başkanı İdil Gürdil.
65 2014’ün Büyük
Fikirleri Neler Olacak?
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri
Ban Ki-moon, “2014 İklim Hareketi
Yılı Olsun!”; öncü endüstriyel tasarımcı James Dyson, “2014’te Ulaşım
Vites Yükseltecek”; aykırı iş yönetimi
gurusu Bruce Kasanoff “2014’te Gerçek Bir Süper Kahraman Olabiliriz!”.
günlerde kurulan Türkiye Yerel Enerji Platformu’nun
koordinatörlerini dinlemekte fayda var.
96
Sürdürülebilir Eğitim Paradigmaları
ve Kritik Düşünme Algısı
85
72 %100 Türk Malı Güneş Enerjisi
Türkiye’de konsantre güneş enerjisi üretimi alanında çalışan ve %100 yerli teknoloji kullanan bir şirket olduğunu duyunca, İnosol Enerji’nin kurucusu İlkem Şahin’le
konuşmamak olmazdı.
76 Sürdürülebilir İş ve Yaşam İçin
Hukuk Gerekli
Sürdürülebilirlik çalışmaları için hukuk ne anlam ifade
ediyor? Veya hukuk, sürdürülebilir bir yaşamın kurgulanmasında nasıl bir yer tutuyor? Avukat Dr. Halil Doğru, EKOIQ için yazdı…
80 Yoksa Raporları Sadece
Annelerimiz mi Okuyor?
Ethical Corporation’ın düzenlediği 7. Kurumsal Sorumluluk Raporlaması ve İletişimi Zirvesi geçtiğimiz ay Londra’da gerçekleşti. Türkiye’den tek katılımcı olan Elif
Özkul Gökmen, zirveyle ilgili izlenimlerini
EKOIQ okuyucularıyla paylaştı.
82 “Biyolojik Çeşitliliği Artır,
Daha yaşanabilir bir dünya için eğitimin yeni hedefleri:
“Holizm (doğanın bütünlüğü inancı), sistemli düşünme,
sürdürülebilirlik ve karmaşa…”
HER SAYIDA
8 Haberler Pegasus, Sabiha Gökçen’in İlk “Yeşil
Kuruluşu”; Doğalgaz Sarfiyatında Rekor Kırdık;
Kırtasiyeler Geri Dönüşecek; Uluslararası Bankalar,
Kömüre Musluğu Kapatıyor.
52 Son Buzul Erimeden Levent Kurnaz:
Yaşadığımız Hayatı Daha Ne Kadar Sürdürebiliriz?
58 Veriler Gökçe Vahapoğlu: Otomobiller Her Yıl
Daha Çevreci Oluyor; Büyük ABD Şirketleri Karbon
Fiyatlandırmasına Hazır; İklim Değişikliğinin En Büyük
Sebebi Sadece 90 Kuruluş
60 İş Dünyasından Konca Çalkıvik: Sürdürülebilir
Kalkınma, 2013’te Her Zamankinden Daha Fazla
Konuşuldu
74 Akademiden Markalar Sürdürülebilirlik
Taahhütlerini Açıklıyor: surdurulebilirmarkalar.com.
Sürdürülebilirlik Akademisi Gaziantep İş Dünyasını Bir
Araya Getiriyor.
Doğal Hayata Değer Kat”
75 Sürdürülebilir Markalar Semra Sevinç: 2014
Duyduk duymadık demeyin, Türkiye’de
ilk kez “Biyoçeşitlilik Proje Yarışması” düzenleniyor; hem de üniversitelilere yönelik
olarak!
92 Yaşanabilir Kentler Sibel Bülay: “Cadde Güle
85 Varşova İklim Değişikliği Konferansı:
Paris’e Sevgilerle
Uluslararası iklim müzakerelerini Türkiye’de en iyi izleyen isim olan Semra Cerit Mazlum, “Kayıp Konferansın
Kazanımları” tanımlamasıyla geniş bir değerlendirmeyi
EKOIQ için yazdı.
94 Sıra Enerji Kooperatiflerinde mi?
Yerel enerji, dünya yenilenebilir enerji sektöründe son
yılların en ilgi çekici gelişmelerinden biri. Geçtiğimiz
Tüketici Trendleri ve Marka Stratejileri
Güle Böyle Kullanılır”
100 Gözümüzden Kaçmayanlar Gözde İvgin:
Zeytincilik Yasası, Kazdağları’nda altı altın madenini
durdurdu; Şanghay kirlilik rekoru kırdı; kırmızı palmiye
böceği İstanbul’a ulaştı; en fazla çevre cezasının
kesildiği il Kocaeli oldu; Asena’yı da öldürdüler;
radyoaktif kaynak bulunduran yoğunluk-nem ölçüm
cihazını çalanlar dikkat!
104 Kitap Yeni Kariyer Yollarına Açılan Yeşil Pencere;
Organik Ötesi Tarım; Kentler Neden Doğmadan Ölüyor?
Sürdürülebilir Şehir VIII
ADVERTORIAL
Narlife Projesi,
Sakinlerine, Çevreye Saygılı
ve Sağlıklı Bir Yaşam Sunuyor
İ
nşaat sektörünün lider şirketlerinden Tepe İnşaat’ın 43 yılı
aşkın tecrübesi ve kalite standardıyla Maltepe’de oluşturduğu yaşam alanının en yeni halkası Narlife
Projesi, doğayla daha uyumlu, daha
sağlıklı ve yaşam kalitesinin daha
üst düzeylerde olduğu bir yaşam alanı sunuyor.
Çevreye saygılı ve verimliliğe
odaklanan bir proje...
“Yeşil bina değerlendirme sistemi”
olarak bilinen LEED Çevre Dostu
Değerlendirme Sistemi’nde altın
aday olan projenin tasarım ve inşaat
aşamasında LEED kriterlerine uyum
sağlaması ve yapılaşmanın çevreye
verdiği olumsuz etkilerin önlenmesi
hedeflendi.
LEED Sistemi kapsamında NARLIFE projesinde uygulanması öngörülen bazı sürdürülebilir stratejiler ve
çözümler şunlardır:
1) Yapı tasarımında gün ışığından
en üst düzeyde faydalanılması esas
6 OCAK 2014 / EKOIQ
alınmıştır. Bu sayede hem aydınlatmaya harcanan enerjinin azaltılması, hem de gün ışığının iç mekanlarda yaşayanların üzerindeki olumlu
etkilerinin kullanılması hedeflenmektedir. Ayrıca bina cephe tasarımı yapılırken bina sakinlerinin dış
mekanları oturdukları yerden rahatlıkla görebilmelerine dikkat edilmiştir.
2) Kullanılan aydınlatma ve mekanik sistemlerde enerji verimliliği ön
planda tutulacaktır.
3) Enerji harcayan tüm sistemler,
LEED tarafından belirtilen prosedürlere uygun ,gerek montaj gerek
kullanım esnasında hedeflenen performans kriterlerine uygun olarak
çalıştıkları denetlenecektir. 4) İç mekan termal konfor tasarımı
ısıtma ve aydınlatma sistemlerinde
bireysel kontrole önem verilerek
hem enerji tasarrufu hem de iç yaşam kalitesinin arttırılması hedeflenmektedir.
5) İç mekanlarda kullanılacak yapı
kimyasalları, (boya,astar,yapıştırıcı,
macun v.s.) içeriğindeki VOC (uçucu
organik zararlı bileşik) oranlarının
uluslar arası limitlere uygun olanlarından tercih edilmiştir. Ayrıca iç
mekanların doğal havalandırması
için gerekli tasarım kriterleri projeye
entegre edilmiştir.
6) İnşaat esnasında oluşacak atıkların geri dönüşümü ile ilgili kapsamlı
bir Atık Yönetim Planı hazırlanacaktır. Ayrıca bina kullanımında oluşacak
geri dönüştürülebilir atıkların toplanması için yeterli alanlar ayrılacaktır.
7) Yapıda kullanılacak ahşap malzemelerin FCS sertifikalı olması planlanmaktadır.
8) Proje sahasında ve çevresinde
oluşturulacak yeşil alanlar ve kullanılacak doğal ve yerel bitkilerle, bina
arazisinde bitkilendirilecek alanların
oranı % 50 nin üzerinde olacaktır.
Böylece bina sakinlerine şehir içersinde doğal bir ortam sunulacaktır.
9) Hibrit ve düşük emisyonlu araçlara ayrılacak özel park yerleri, elektrikli araç şarj noktaları gibi hizmetler sunulacaktır. m
HABERLER
Doğalgaz Sarfiyatında
Rekor Kırdık
Kasım ayında Türkiye’yi etkisi
altına alan soğuk hava ve kar
yağışının, doğalgaz kullanımını
rekor seviyeye ulaştırdığı ortaya
çıktı. Geçen yıl aynı aylarda
164 milyon metreküp doğalgaz
tüketiliyorken, bu yıl tüketim
artarak 200 milyon m3’lere ulaştı.
XPS Isı Yalıtımı Sanayicileri
Derneği Başkanı Emrullah Eruslu,
doğal gaz tüketiminin artmasını
sebebini binaların %15’inde ısı
yalıtımının olmasına bağlarken,
yalıtımsız binalar yüzünden
enerjinin verimli kullanılamadığına
da değindi. Türkiye’de hâlâ %85
oranındaki yalıtımsız binalar
yüzünden hem halkın hem de
ülke enerjisinin boşa gittiğine
dikkat çeken Eruslu, “Binaların
tümü yalıtımlı olsa ekonomiye
yılda yaklaşık 10 milyar dolar
katkı sağlanabilir” dedi. Bu arada
Kasım ayında sık sık elektrik
kesintilerinin yaşanmasının,
nükleere kapı açmak için bilinçli
bir tercih olduğunun, ay boyunca
fısıltı gazetesinde sık bir biçimde
dolaştığını da hatırlatalım.
Bu İşbirlikleri Olmasa,
Göllerin Hali Fena
Geçtiğimiz ay, haberler
bölümümüzde Burdur Gölü’nün
kurtarmak için yapılan STK ve özel
sektör işbirliğinden dem vurmuş,
umutlarımızı aktarmıştık. Bu
sayımızda ise konumuz Eğirdir Gölü.
Türkiye’nin en büyük ikinci tatlı su
kaynağı olan göl, çevredeki bilinçsiz
tarım uygulamalarından fena halde
muzdarip. Ancak yine bir işbirliği,
Siemens Ev Aletleri ve WWFTürkiye’nin ortak çalışması bu konuda
önemli sonuçlar almaya başladı. 2008
yılında başlayan ve “Yedi Renkli Göle
Yedi Renkli Hayat” ismi verilen projesi
ikinci aşamasının tamamlandığı bir
basın toplantısıyla duyuruldu. Proje
kapsamındaki çalışmalarla, çevre tarım
arazilerinde kullanılan tarım ilacı
miktarının azaldığı, 880 ton ilaçlı suyun
göle atılmasının engellendiği ve iyi
tarım uygulamalarına gönüllü olarak
katılan çiftçi sayısının bir önceki yılın
10 katına çıktığı iyi haberler. Ama proje
gönüllüleri, daha gidilecek çok yol
olduğunun da altını ısrarla çiziyor.
İstanbul’a Kent içi[n]
Bisiklet Çözümü
Pegasus, Sabiha Gökçen’in
İlk “Yeşil Kuruluşu” Oldu
Sürdürülebilir Ulaşım Derneği
EMBARQ Türkiye’nin BikeLab
İstanbul projesinin ikinci
aşaması, 11 Aralık’ta Salt
Galata’da gerçekleştirildi. “Kent
içi[n] Bisiklet” isimli etkinlikte
İstanbul’da bisikletin ulaşım ağına
katılması ve bütünleştirilebilmesi
için katkı sağlayacak öneriler ele
alındı. Hollanda Başkonsolosluğu
tarafından desteklenen
BikeLab Projesi ile İstanbul’a
özel bir “Güvenli Bisiklet
Yolları Uygulamaları Tasarım
Kılavuzu”nun oluşturulması
hedefleniyor.
Pegasus, Sivil Havacılık Genel
Müdürlüğü (SHGM) tarafından
havaalanlarında faaliyet gösteren
kuruluşların çevreye ve insan sağlığına
verdikleri veya verebilecekleri
zararların sistematik bir
şekilde azaltılması ve ortadan
kaldırılabilmesi için başlattığı
“Yeşil Havaalanı” projesi
kapsamında İstanbul Sabiha
Gökçen Havalimanı’nda
“Yeşil Kuruluş” unvanını
alan ilk havayolu işletmesi
oldu.
“Yeşil Kuruluş” olmak
için başvurusunu Mayıs
8 OCAK 2014 / EKOIQ
2013’te gerçekleştiren Pegasus; atık
yönetimi, doğal kaynak yönetimi ve
emisyon yönetimini kapsayan proje
şartlarını sağlayarak bu unvanı almaya
hak kazandı. Geçen yıla
oranla genişleyen filosu ve
%22,3 artan misafir sayısına
rağmen, özellikle yakıt
tasarrufu uygulamaları ile
uçuş başına yakıt tüketimini
azaltarak, misafir başına
düşen karbon salınımını
%10 düşürmeyi başarması,
kurumun bu unvanı
kazanmasındaki en önemli
neden.
HABERLER
Güneş Enerjisinde Yeni
İşbirliği: Esman ve Spire
Türkiye’de ve çevre ülkelerde
yüzlerce anahtar teslim
elektronik üretim tesisi kuran
Esman Elektronik, ABD’li güneş
enerjisi teknoloji şirketi Spire
Solar ile işbirliği yaptığını
duyurdu.
Spire’ın güneş enerjisi alanındaki
40 yıllık tecrübesini Türkiye
pazarıyla buluşturacak olan
Esman Elektronik, fotovoltaik
güneş panelleri ile silisyum
güneş hücreleri üretim hatlarının
anahtar teslim kurulması,
projelendirilmesi ve teknoloji
aktarım hizmetini sağlayacak.
Aynı zamanda üretimde
kullanılan yatırım makineleri ve
cihazların tedarik edilmesi, güneş
panellerinin tasarımı, paneller
için TÜV ve UL sertifikalarının
alınması konusunda da kapsamlı
çözümler sunacak.
Yalıtımsız Çatılar
10 Yılda 23 Milyar TL
Çalmış
Enerji kaynaklarının verimli
kullanılması konusunda bilincin
yaygınlaşması amacıyla her yıl
Ocak ayının 2. haftasında kutlanan
Enerji Tasarrufu Haftası’nda,
Çatı Sanayici ve İş Adamları
Derneği’nin (ÇATIDER) açıkladığı
araştırmaya göre; Türkiye’nin
çatıları sınıfta kalmış.
Geçtiğimiz 10 yılda yalıtımsız ve
hatalı çatıların ülke ekonomisine
verdiği zararın 23 milyar TL’nin
üzerinde olduğuna ve Türkiye’deki
9 milyon binanın 8 milyonunda
çatı yalıtımı bulunmadığına
dikkat çeken ÇATIDER Yönetim
Kurulu Başkanı M. Nazım Yavuz,
“Tasarruflu çatılar için doğru
malzeme ve doğru işçilik şart!”
diyor. Demek ki neymiş, “Çatı
deyip geçmeyeceğiz”.
10 OCAK 2014 / EKOIQ
Konut Sektörü de
Elektrikli
Araçlara
Hazırlanıyor
İTO Yatırım tarafından Ankara,
Oran’da inşa edilen 184 metre
yüksekliğindeki 48 katlı konut ve
AVM projesi “One Tower”in elektrikli
otomobiller için şarj üniteleri tesis
ettikleri duyuruldu. Başkent’in ilk
“Leed Gold” sertifikası adayı olan
projenin sahibi olan İTO Yatırım’ın
ortaklarından Özkan Özçelik, “One
Tower’ı inşa ederken doğa dostu bir
proje olmak istememizin temel nedeni,
geleceğe bırakacak güzel bir miras
oluşturma isteğimizdi. Şu an One
Tower’la bu hayalimizin gerçekleştiğine
inanıyoruz. Çünkü güneş enerjisinden
yararlanmaktan atık suların
temizlenerek peyzaj çalışmalarında
kullanılmasına kadar birçok uygulamayı
projede buluşturduk” dedi. Çevre dostu
bir proje olarak elektrikli otomobillerin
daha fazla tercih edilebilir olması için
neler yapabileceğimizi düşündüklerini
belirten Özçelik, “Araştırmalar
neticesinde elektrikli otomobili şarj
edebilecek yerleri bulmakta güçlük
çekileceğini dile getiren tüketicilerin bu
araçlardan uzak durduğunu fark ettik”
şeklinde konuştu. Peki, bu elektrikli
araçların üreticileri halen neyi bekliyor,
diye sormadan edemiyoruz.
Kırtasiyeler Geri Dönüşecek
Kırtasiye, çakmak ve tıraş bıçağı
sektöründe önemli bir dünya
şirketi olan BIC ve 2001 yılından
bu yana, inovatif yöntemlerle geri
dönüştürülemeyen atık toplama ve
tekrar kullanımını sağlamada küresel
liderlik yapan TerraCycle, Türkiye’de
yeni bir yazım gereci ve yapıştırıcı
toplama ve geri dönüşüm programı için
anlaştıklarını duyurdular.
Programın parçası olmak ise çok
kolay: Toplama birliği kurmak isteyen
okuldan herhangi bir gönüllü,
www.terracycle.com.tr sitesine üye
oluyor ve buradan kampanya için
materyalleri indiriyor ve sonrasında
başlıyor kullanılmış yazım gereçleri ve
yapıştırıcıların toplamaya. Toplanan
atıklar iki farklı kutuda ve farklı
gönderi etiketleri ile etiketlenip,
TerraCycle’ın Türkiye ofisine
ücretsiz olarak gönderiliyor. Burada
birbirinden ayrı olarak değerlendirilen
yazım gereçleri ve yapıştırıcılar da yeni
ürünlere dönüştürülüyor. Yani her şey
gayet basit aslında. İş, niyet etmekte ve
emek harcamakta…
HABERLER
Atık Yağlardan
Engellilere Destek
Türkiye’de yıllık toplam yaklaşık
300 bin ton bitkisel atık yağ ortaya
çıkıyor ancak bunların ancak 15 bin
tonu toplanabiliyor. 1 litre bitkisel
atık yağın lavabodan dökülmesi
binlerce litre içme suyunu
kirletebiliyor. Bu konuda yapılan
çalışmalara yeni bir destek geldi.
Doğa Koleji, T.C. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın himayesinde, T.C.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı,
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı işbirliği
ile gerçekleştirilen ‘Temiz Çevre
Engelsiz Hayat’ projesine destek
vererek Türkiye genelinde belirli
AVM ve sitelerde evsel atık yağ
toplanmasına destek veren ilk
eğitim kurumu oldu.
Projeye katılmak da çok kolay.
Tek yapılması gereken, atık yağı
lavaboya dökmek yerine bir şişeye
doldurarak Doğa Koleji’nin AVM
ve sitelerdeki etkinlik standına
getirmek. Doğa Koleji evsel atık
yağ toplama proje sorumluları
tarafından teslim alınan şişeler
her gün, Deha Bitkisel Atık
Yağ Toplama Geri Kazanım
firması tarafından toplanarak
geridönüşüme kazandırılıyor.
Elde edilen gelir de, engelli
vatandaşların ihtiyaçlarına
harcanıyor.
12 OCAK 2014 / EKOIQ
Küresel
Sürdürülebilirlik
İçin Türkiye’de YES!
YES (Youth Encounter on
Sustainability), ETH ZURICH, MIT,
TOKYO Üniversitesi ve Chalmers
Üniversitesi işbirliğiyle dünya
genelinde organize edilen özel bir
sürdürülebilirlik kursu. Şimdiye
kadar 12 ülkede 41 kez organize
edilen YES kursları, dünyanın dört
bir yanında 140 + ülkeden 1500+
YES mezunuyla oldukça yaygın, aktif
ve güçlü bir iletişim ağına da sahip.
Özellikle kurumsal sürdürülebilirlikte
fark yaratmak isteyen firmaların
desteklediği YES kursları, yıllardır
dünya genelinde çok özel projeler
gerçekleştiriyor.
Müjdemizi isteriz: YES kursları, bu
yaz itibariyle Myclimate Türkiye’nin
organizasyonuyla ülkemizde de
düzenlenmeye başlıyor. Haziran
2014’de İstanbul’da gerçekleştirilecek
kurslarla ilgili detaylı bilgi için:
http://www.myclimate.org/yes ve
www.actis-education.ch
Vaillant’tan “Isıtma
Sistemlerinde Enerji
Verimliliği” Seminerleri
“Şehrin Her Yerinde
‘Mutlu Kutular’ Olsun”
Change.org’da açılan ve İstanbul
Büyükşehir Belediyesi ve ilçe
belediyelerine çağrı yapan bir kampanya
dikkatimizi çekti. Kullanmadığımız
eşyaları ihtiyaçları olanlara dağıtmayı
hedefleyen kampanyayı başlatan Boğaziçi
Üniversitesi öğrencisi Özgenur Korlu
şöyle diyor: “Eğer şehrin her yerinde
geridönüşüm kutuları gibi ‘eşya bağışı’
kutuları olursa tek bir elden kolayca
bu bağışlar toplanabilir ve dağıtılabilir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden
beklediğimiz bu kutuların şehre
yerleştirilmesi, bundan sonraki aşamada
ise eminim gönüllülük prensibi ile bu
eşyaların ayıklanıp dağıtılması işini yine
bizler halledebiliriz”. “Mutlu Kutu”
ismini verdiği bu çalışmanın örneklerinin
ABD ve Hong Kong’da mevcut
olduğunun da altını çiziyor Korlu. Mutlu
Kutular’ı sevdik; desteğe davet ediyoruz.
Vaillant, Türkiye genelinde
Makine Mühendisleri Odası
şubeleri ile birlikte organize ettiği
“Isıtma Sistemlerinde Enerji
Verimliliği” ve bu sistemlere
entegre olabilen “Güneş Enerjisi”
ve “Isı Pompası” sistemlerine
yönelik seminerler ile makine
mühendisleriyle bir araya gelmeye
devam ediyor. Vaillant Sistem
Çözümleri Departman Müdürü
Burak Sarı tarafından, Bursa,
Ordu ve Trabzon İlleri Makine
Mühendisleri Odası şubesinde
gerçekleşen seminerlerin, sektör
profesyonellerinden yoğun ilgi
gördüğü aldığımız bilgiler arasında.
Daha verimli sistemler hakkında
bilgi vermek, son teknolojileri
aktarmak ve doğru sistem ve
tesisat planlama konusunda bilinç
oluşturmak amacıyla düzenlenen
bu seminerlerin yıl boyunca diğer
illerde de gerçekleştirileceği haberi
sevindirici. Sevindirici çünkü “bilgi
sahibi olmadan, fikir sahibi olmak”
mümkün değil…
HABERLER
Yeni LEED ve Bina Enerji
Modellemesi Eğitimleri
Yeşil binalar konusunda Türkiye’nin
önde gelen danışmanlık firmalarından
Mimta EkoYapı, 11-12 Ocak’ta
İstanbul’da LEED eğitimi düzenliyor.
Yeni sistem olan LEEDv4 konularını da
içerecek olan eğitimde katılımcılar,
LEED sisteminin ve yeşil bina
kriterlerinin Türkiye ve uluslararası
projelerde uygulanmasını yakından
tanıyacak ve ayrıca gerçek LEED
başvuruları üzerinde interaktif olarak
çalışma şansı yakalayacaklar. Mimta
EkoYapı, yeşil binalar ile ilgili bir
diğer eğitimi de 24-25-26 Ocak 2014
tarihleri arasında yine İstanbul’da
düzenliyor. Detaylı bilgi için:
www.eko-yapi.net
Yarının Okulunu Tasarlayabilir misin?
İzocam’ın bu sene
on dördüncüsünü
düzenleyeceği Üniversite
Öğrencileri Yalıtım
Yarışması’nın ilk üç
finalisti, Saint-Gobain
Insulation tarafından
düzenlenecek Multi
Konfor Binalar
Yarışması’nda ülkemizi
temsil edecek. Yarışmanın
konusu ise gerçekten
çok yaratıcı ve çekici:
Öğrenciler, Gaziantep
Ekolojik Kent Projesi kapsamında
Formula1 Değil,
Formula E!
AB’den Çin Güneş
Panelleriyle İlgili
Yeni Önlemler
Avrupa Komisyonu tarafından
Çin’den ithal edilen güneş panellerine
anti-damping ve sübvansiyon vergisi
uygulanması yönünde hazırlanan
öneri 2 Aralık 2013 tarihinde
düzenlenen Konsey toplantısında
destek buldu. Hatırlanacağı üzere
Avrupa Komisyonu Eylül 2012 ve
Kasım 2012 tarihlerinde Çin’den ithal
edilen güneş panelleri hakkında
inceleme başlatmış, inceleme
sonucunda Çinli şirketlerin Avrupa’ya
normal piyasa fiyatlarının altında
güneş paneli sattıkları, yasal
olmayan sübvansiyonlar aldıkları
ve bu durumun AB’deki güneş
paneli üreticilerine zarar verdiği
belirlenmişti.
Konsey toplantısında alınan karara
göre Komisyon incelemesinde
işbirliği yapan Çinli güneş
paneli ihracatçılarına ortalama
%47,7 oranında gümrük vergisi
uygulanırken, Komisyon
incelemesinde işbirliği yapmayan
şirketlere ise %64,9 oranında gümrük
vergisi uygulanacak.
14 OCAK 2014 / EKOIQ
klasik okul elemanlarını
modern öğrenme
imkânlarıyla birleştiren bir
ilkokul tasarlayacaklar.
Başvuruları Kasım ayında
başlayan yarışmada,
öğrenciler projelerini en
geç 7 Nisan 2014’e kadar
teslim edecek ve dereceye
giren projelerin duyurumu
ise 19 Nisan 2014 tarihinde
yapılacak. Yarışmayla ilgili
detaylı bilgi ve başvuru
formu için:
www.yalitimyarismasi.com
ÇEDBİK, Yeşil Okullar
için Harekete Geçiyor
Çevre Dostu Binalar Konseyi ÇEDBİK,
bugüne kadar sürdürdüğü bilinçlendirme
çalışmalarına bir yenisini daha ekledi
ve Cape Town Dünya Yeşil Binalar
Konseyleri Kongresi’nde “YEŞİL
OKULLAR” anlaşmasına imza atarak
Türkiye’yi projeye dahil olan 29 ülke
arasına sokmayı başardı. Yeşil Okullar
Projesi, öğrencilerin sağlıklı, güvenli ve
daha verimli binalarda eğitim alabilmesi
temeline dayanan uluslararası çok
paydaşlı bir proje. Kasım ayında ABD’de
yapılan GREENBUILD konferansında
Hillary Clinton tarafından anons edilen
olan Yeşil Okullar Projesi’nin Türkiye
ayağında gerçekleşecek çalışmalar 20-21
Şubat 2014 tarihlerinde gerçekleşecek
3. Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi’nde
açıklanacak.
Detaylı bilgi için:
http://centerforgreenschools.org/
globalcoalition
Dünyada gayet ciddi bir elektrikli
yarış arabaları organizasyonu
olduğunu biliyor muydunuz?
Biz bilmiyorduk ve küresel
denetim ve danışmanlık firması
Ernst Young’un bir raporundan
öğrendik. “FIA Formula E”
isimli bu organizasyon üzerine
hazırlanan rapora göre, 25 yıl
içerisinde FIA Formula E yarışları,
dünya çapında 77 milyon, yani
yaklaşık türkiye nüfusu kadar
elektrikli araç satışına yol açacak.
Raportörler, otomotiv sektörünün
ise bu satıştan 142 milyar avro ek
kaynak elde edeceği ve sektörde
42 bin istihdam artışı yaşanacağını
tahmin ediyor.
HABERLER
DHL Express’ten “Karbon-Nötr”
Taşımacılık Hamlesi
Oyunlarla Çevre Eğitimi
Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi
Eğitim Birimi, her yıl binlerce çocuğa
çevre ve botanik konularında eğitim
veriyor. 2014 hedefi ise öğretmen
eğitimleri. Çeşitli yollarla öğretmen
eğitimleri vermeyi amaçlayan NGBB, o
öğretmenlerin eğittikleri öğrencilerle
birlikte on binlerce çocuğa ulaşmayı
hedefliyor.
Bu kapsamda geçtiğimiz Kasım ayında
MEB, TEMA VE NGBB işbirliğinde
öğretmenler için bir “Oyunlarla Çevre
Eğitimi” organizasyonu gerçekleştirildi.
18 öğretmen ve 5 TEMA temsilcisinin
katıldığı eğitim bir tam gün olarak
NGBB’nin ev sahipliğinde uygulandı.
2013-2014 eğitim öğretim yılının ikinci
döneminde de devam edecek olan
“Oyunlarla Çevre Eğitimi” programıyla,
Ocak -Haziran 2014 ayları arasında
öğretmenlere eğitimler devam edecek.
UPS, ÇEKÜL Vakfı ile
Ağaçlandırıyor
UPS başlattığı Küresel Ağaçlandırma
Girişimi ile 2013 yılının sonuna kadar
dünya çapında 1 milyon ağaçlandırma
yapılmasını hedeflediğini açıkladı ve
kapsamda, İzmir Ödemiş-Bozdağ’da
1400 fidan dikilmesi için ÇEKÜL
Vakfı’na bağışta bulundu.
UPS Türkiye Ülke Pazarlama ve
Kurumsal İletişim Müdürü Teoman
Ünal, “UPS Türkiye olarak, UPS’in
faaliyet göstermekte olduğu ülkeler
arasında önemli bir yere sahip olan
Türkiye’de çevre farkındalığına
yönelik projeleri desteklemek için
elimizden gelenin en iyisi yapmaya
hazırız. UPS Vakfı’nın da desteğiyle
Türkiye’de de en iyi ve faydalı hayır
işlerini gerçekleştiriyoruz ” şeklinde
konuştu.
16 OCAK 2014 / EKOIQ
Lojistik sektörünün önemli küresel
firmalarından DHL Express, dünyada
60 ülkede başarıyla sundukları
“karbon nötr” taşımacılık ürünlerini,
Türkiye’de de hayata geçireceklerini,
bir basın toplantısıyla duyurdu.
Lansmanda konuşan DHL Express
Türkiye CEO’su Markus Reckling,
“GOGREEN Karbon Nötr gönderilerde,
ilgili veriler toplanarak DHL ağı
içindeki taşıt, uçak ve binaların bilinen
salınım faktörleri doğrultusunda
hesaplamalar yapılıyor. Global bir
patente sahip olan salınım hesaplama
sistemimiz, CO2’nin hesaplanmasından,
belirlenen miktarın kesin şekilde
dengelenmesine kadar geçen
sürecin tamamını en doğru şekilde
uygulamamıza imkân veriyor” dedi.
Bu arada, bu hizmetin ilk müşterisi
olmaya karar veren Sabancı Grubu
şirketi YÜNSA’nın Satış ve Pazarlama
Müdürü Serhat Ödük de; “Türkiye’de
tekstil sektöründe ilk kez karbon
salınımını CDP’ye raporlayan şirket
olarak YÜNSA, DHL Express’in hayata
geçirdiği bu öncü ürünün Türkiye’deki
ilk uygulayıcısı almaktan mutluluk
duymaktadır” şeklinde konuştu.
Uluslararası Bankalar,
Kömüre Musluğu Kapatıyor
Dünya Bankası (WB) ve Avrupa Yatırım
Bankası’ndan (EIB) sonra Avrupa
İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD)
da kömürü artık desteklemeyeceğini
açıkladı. Türkiye’de de faaliyet gösteren
bu bankalar, önümüzdeki yıllarda iklim
değişikliği ile mücadele için düşük
karbon projelerine fon
verecekler.
TEMA Vakfı
Yönetim
Kurulu
Başkanı Deniz Ataç, EBRD’nin kararını
değerlendirerek “İklim değişikliğinin
etkilerini Filipinler’den Anadolu’ya
kadar her yerde görmeye başladık.
Mali sektörün doğaya zarar veren
yatırımlardaki sorumluluğunun farkına
vararak, yatırım kriterlerini tekrar
değerlendirmeleri önemli bir
adımdır. Dünya Bankası ve
Avrupa Yatırım Bankası’ndan
sonra Avrupa İmar ve
Kalkınma Bankası’nın
da iklim değişikliği ile
mücadele için kömürlü
termik santrallardan
vazgeçmesi tüm
ekonomi sektörü için
verilmiş bir mesajdır”
şeklinde konuştu.
Haydi hayırlısı!
HABERLER
Türk Çayına Yeni Ufuklar
Doğu Karadeniz bölgesine ilk
kez 1924 yılında getirilerek
yetiştirilmeye başlanan çay
tohumları bugünkü Türk çayının
da temelini oluşturuyor. Ancak çay
bitkisinin 50 yaşını doldurduktan
sonra verim ve kalitesinin azalmaya
başlaması Türk çayında da yeni
ürün çeşitleri geliştirme ihtiyacını
doğuruyor. Sürdürülebilir çay
üretimi için üç yıl önce kolları
sıvayan Lipton, şimdi de “çayda
klonal seleksiyon” projesine imza
atıyor.
Proje sayesinde kaliteli ve verimli
çaylıkların oluşturulmasıyla son
üründe de kalitenin artması
bekleniyor. Türk çayını diğer ülke
çaylarıyla rekabet edebilecek
duruma getirecek projenin nihai
hedefi seçkin çay klonlarını çay
üreticilerine ulaştırmak.
Yingli Solar, Brezilya 2014’te Top Sektirecek
Futbolseverlerin heyecanı yavaş yavaş
artıyor çünkü Dünya Kupası yaklaşıyor.
Bu arada bu dev organizasyonun
sponsorlarından birinin de bir güneş
enerjisi firması olduğunu öğrenmek
iyi geldi. Dünyanın en büyük güneş
paneli üreticilerinden biri olan, Çin
merkezli Yingli Solar, Brezilya 2014
Dünya Kupası’nın ana sponsorluğunu
üstlendiğini duyurdu. Firma bu
kapsamda, Brezilya’nın efsanevi
Maracana Stadyumu’nun çatısına
1556 adet güneş paneli entegre
ederek stadyum için elektrik üretecek.
Avrupa Kupalarında, durmadan petrol
ve doğalgaz şirketlerinin reklamlarına
Borsa İstanbul,
“Sürdürülebilirlik
Platformu” Oluşturdu
Duran Doğan Ambalaj’a
CDP Ödülü
Türkiye karton ambalaj sektörünün
köklü firmalarından Duran
Doğan Ambalaj, çevre dostu
üretim prensibi ve benimsediği
sürdürülebilirlik politikasıyla
CDP (Karbon Saydamlık Projesi)
kapsamında ödüle layık görüldü.
Sabancı Üniversitesi’nde
düzenlenen törende ödülü
alan Duran Doğan Genel
Müdür Yardımcısı Alican
Duran, “Türkiye’de uluslararası
standartlara uygun seragazı
emisyonu raporlaması taahhüdünü
veren ilk ambalaj firması olmaktan
dolayı gurur duyuyoruz. Yaptığımız
tüm yatırımları çevresel boyutlarda
değerlendirerek karar veriyoruz.
Önceliğimiz çevreyi korumak
ve mümkün olabildiğince geri
dönüşümü sağlamak. Bu noktadan
hareketle Türkiye’de ilk defa
film olmaksızın metalize görüntü
sağlayan teknolojiyi üretimimizde
kullanıyoruz” dedi.
18 OCAK 2014 / EKOIQ
maruz kalmaktan sinirleri bozalan çevre
dostu futbdolseverlere duyurulur. Yazın,
maçları daha keyifli izleyeceğiz.
Maslak’a “Green Good
Design” Ödüllü Bir Proje
Ünlü Mimar Emre Arolat imzalı
Maslakno1 Ofis Plaza projesi, dünyaca
tanına “Green Good Design Ödülü”ne
layık görüldü. Green Good Design
ödülü, ABD’de 2009 yılından bu
yana daha yaşanılabilir bir çevre için
sürdürülebilir tasarımın önemine tüm
dünyanın dikkatini çekmeyi amaçlayan,
tüm dünyanın önem verdiği çok
önemli bir ödül olarak kabul ediliyor.
Maslakno1 Ofis Plaza, bu ödülü
Türkiye’de kazanan ilk ofis plaza
projesi olacak.
İşte çok önemli bir haber daha:
dünyanın sayılı finans kuruluşlarından
biri olan Borsa İstanbul’un girişimiyle
bir “Sürdürülebilirlik Platformu”
oluşturuldu. Sürdürülebilirlik için finans
kuruluşlarının önemini her fırsatta
vurguluyoruz, çünkü eğer para doğru
yöne doğru akarsa, birçok şey çok daha
hızlı değişebilir. Platformda yer alan
kuruluşların isimlerini saymak bile
yeterli aslında bu gelişmenin önemini
göstermek için: Carbon Disclosure
Project (CDP) Türkiye, İş Dünyası
ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği
(SKD), Sabancı Üniversitesi Kurumsal
Yönetim Forumu (CGFT), Türkiye
Bankalar Birliği (TBB) Sürdürülebilir
Büyümede Finansal Sektörünün Rolü
Çalışma Grubu, Türkiye Kurumsal
Yönetim Derneği (TKYD), Türkiye
Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları
Birliği (TSPAKB), TÜSİAD, Yatırımcı
İlişkileri Derneği (TÜYİD) ve UN Global
Compact Türkiye Ağı. Şimdi iş, bu
platformun üstüne düşenleri gereği gibi
yerine getirmesinde. Bu platformun
çalışmalarının takipçisi olmak ise,
hepimize düşüyor…
HABERLER
İTÜ’lü Genç Tasarımcılar Atık
Malzemelerle Harikalar Yarattı
Gelecekte ünlü bir modacı olma
hayali kuran 30 tasarımcının
yarıştığı 4. Dream Style Tasarım
Yarışması’nın büyük finaline İTÜ
Moda Tasarımı Bölümü öğrencileri
atık malzemelerle ürettikleri
tasarımlarla damgasını vurdu.
Marmarapark Alışveriş Merkezi ev
sahipliğinde, Çevko’nun katkılarıyla
ve Banu Noyan Organizasyon Ofisi
tarafından gerçekleşen yarışmada,
CONSTRUCTION isimli tasarımıyla
Begüm Oğuz birinci olurken, SİYAH
ORPHEUS isimli tasarımıyla Kardelen
Çetin ikinci, SUPER WOMEN isimli
tasarımıyla da Cemile Meryem
Özlem Şimşek üçüncülük elde etti.
İstanbul Sakız Günleri 2
Sakız Adası’nda, ağaçlarının
sayısı milyonla ifade edilen, sakız
bitkisinin, botaniği, ağacı, ağacının
türevleri, gastronomide ve sağlık
alanında yeri ve önemi konularının
ele alındığı İstanbul Sakız Günleri 2
çerçevesinde düzenlenen etkinlik,
16 Aralık cumartesi günü Armada
Oteli’nde gerçekleşti. İstanbul’un
çeşitli yerlerinde bulunan ve sakız
ağacı olarak bilinen bitkilerin de
ziyaret edildiği (biliminsanları,
çoğunun sakız değil, akraba bir bitki
olan menengiç ya da diğer adıyla
çitlenbik ağacı olduğunu ortaya
koydu) etkinlikler kapsamında
“Sakızın botaniği, kullanım alanları”
ve “Sakızlı Lezzetler” başlıklı oldukça
bilgilendirici ve lezzetli toplantılar da
düzenlendi. Sakız Günleri’nin konukları
arasında, bitkinin anavatanı sayılan
Sakız Adası’ndan uzman konukların
olduğunu da belirtelim.
20 OCAK 2014 / EKOIQ
Sosyal Medyadan
Seçtiklerimiz
Hazırlayan: Özgür ÖZTÜRK, [email protected]
Güneş Enerjisi Üreten Küre
@YesilBinalar m.inhabitat.com
2003 yılında dünyada 2 Terrawatt-saat
(TWh) güneş enerjisi üretilmişken,
2012 yılında bu rakam 93 TWh’e fırladı!
Güneş enerjisi üretiminde Almanya
başı çekerken, İspanya, İtalya, Japonya,
Çin, Amerika onu yakın markajda
takip ediyor. Diğer ülkeler ise Fransa,
Avusturya, Çek Cumhuriyeti ve Belçika.
Bu arada “güneş enerjisi” üretiminde
yeni ve umut verici bir teknoloji var:
Micro-track adı verilen Solar energygenerating globe (güneş enerjisi üreten
küre). Robotik çelik çerçeve üzerine
konumlandırılmış, daha çok dev bir cam
mermere benzeyen küre güneşi takip
ederek kendisini döndürme becerisiyle
fotovoltaik panellere kıyasla %70 daha
fazla ışın toplayarak, %35 daha fazla
verim sağlıyor. Elektrik ve ısı enerjisi
üretebilen küre bina içine çok kolay
yerleştirilebiliyor ve böylece hava
etkenlerinden korunuyor. Proje, World
Technology Network 2013 Yarışması’nın
finalistlerinden.
Afrika ve ‘Yeşil Ekonomi’
Küresel Sera Gazı
Emisyonları Tahminleri Aştı!
@Sustainabili m.allafrica.com
Afrika sürdürülebilir kalkınmayı ‘yeşil
ekonomi’ girişimleriyle sağlayacak. UNEP,
yeşil ekonomiyi “insan yaşamını iyileştirip
sosyal eşitliği sağlarken, bir yandan da
çevresel riskleri azaltmak ve ekolojik
yetersizliği gidermek” olarak tanımlıyor.
Bunu sağlamanın yolu ise tarım sektörüne
yapılacak yatırımlardan geçiyor. Bir veriye
göre küresel gıda sistemi bugün toplam
seragazı emisyonlarında %19-29 oranında
pay sahibi. Bu yadsınamayacak bir oran ve
tarımda verimlilik adına yapılacak çok şeyin
olduğuna işaret ediyor. Arazi kullanımı,
ekim metodları, doğru ürün seçimi ve akıllı
çiftlikler bunlardan bazıları.
@YeşilBinalar m.inhabitat.com
Küresel sera gazı emisyonları şimdiden
2020 tahminlerinin 12 milyar ton
üzerine çıktı. Sonuç 2 derece küresel
ısınma. Bilim dünyası, 2 derece artış
limitinin iklim değişikliğinin en olumsuz
etkilerinden korunabileceğimiz en üst
limit olduğunu çoktan kanıtladı bile.
UNEP tarafından hazırlanan yıllık
raporda, geçen yıla kıyasla 2020 sera
gazı emisyonu tahminlerinin 1 milyar ton
daha fazla olacağı açıklandı. Buna karşın
halen iyimser düşünceler de yok değil.
Toplam emisyonun %11’inin sorumlusu
olan tarım sektöründe emisyon düşürme
potansiyeli çok yüksek görülüyor.
Toprağın sürülmesinde azaltma ve ağaç,
çalı dikiminde artışın toplamda 4 milyar
tonluk bir emisyon azaltımı sağlayacağı
hesaplanıyor.
HABERLER
CDP Türkiye 2013 İklim Değişikliği Raporu Açıklandı
Sabancı Üniversitesi
Kurumsal Yönetim Forumu
tarafından Akbank’ın
ana sponsorluğu ve
EY (Ernst & Young)
Türkiye’nin rapor
sponsorluğunda yürütülen
CDP (Karbon Saydamlık
Projesi) Türkiye’nin
2013 yılı raporu, 26
Kasım’da yapılan bir
etkinlikle kamuoyuna
duyuruldu. Coca-Cola
Çevre ve Su Kaynakları
Başkan Yardımcısı
Jeff Seabright’ın ana
konuşmacı olduğu
toplantıda, CDP Türkiye
İklim Değişikliği Liderleri
ödülleri de sahiplerini
buldu.
CDP Türkiye 2013 İklim
Değişikliği Raporu, CDP’ye
Türkiye’den dahil olan şirketlerin
verdikleri yanıtların analizini ve
Türkiye’de iklim değişikliği ile ilgili
ana eğilimleri içeriyor. Önsözü
Birleşmiş Milletler Çevre Programı
Finans Girişimi (UNEP FI) Başkanı
David Pitt-Watson, CDP CEO’su
Paul Simpson ve Akbank Yönetim
Kurulu Başkanı Suzan Sabancı
Dinçer tarafından kaleme alınan
CDP Türkiye 2013 Raporu’na
olumlu yanıt veren BIST 100
şirketlerinin sayısı, 2012 senesinde
17 iken bu sene %65 artışla 28’e
yükseldi.
Liderler Kim?
CDP Türkiye 2013 Raporu’nun
açıklandığı toplantının açılış
konuşmasını Akbank Yatırımcı
22 OCAK 2014 / EKOIQ
İlişkileri ve Sürdürülebilirlik
Bölüm Başkanı Cenk Göksan
yaptı. Göksan’ın ardından
toplantının ana konuşmacısı,
Coca-Cola Çevre ve Su Kaynakları
Başkan Yardımcısı Jeff Seabright
söz aldı. Ardından, CDP Başkan
Yardımcısı Sue Howells ve
dünyanın önde gelen inşaat
firmalarından OHL’in İnovasyon ve
Sürdürülebilirlik Direktörü Manuel
Villen birer konuşma yaptılar.
Sabancı Üniversitesi Kurumsal
Yönetim Forumu ve CDP Türkiye
Direktörü Melsa Ararat, CDP
Türkiye 2013 İklim Değişikliği
Raporu sonuçlarını açıkladı.
Toplantının tabii ki en heyecanlı
bölümü, CDP’ye Türkiye’den yanıt
veren ve CDP’nin uluslararası
derecelendirme metodolojisine
göre EY Türkiye tarafından
derecelendirilen şirketler arasından
belirlenen CDP Türkiye 2013
İklim Değişikliği Liderleri Ödül
Töreni oldu.
CDP Türkiye 2013 İklim
Değişikliği Liderleri ödülleri
kapsamında Saydamlık
kategorisinde, Coca-Cola İçecek,
Duran Doğan Basım Ambalaj,
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası
ve Türk Telekomünikasyon ödül
kazandı.
Performanslar Belli Oldu
CDP Performans ödülleri
kategorisinde ise Akbank,
Arçelik, Coca-Cola İçecek, TAV
Havalimanları Holding, Türkiye
Sınai Kalkınma Bankası, Vestel
Beyaz Eşya ve Zorlu Enerji
Elektrik Üretimi ödül almaya hak
kazandı. Ödülleri şirketleri adına,
Akbank Yatırımcı İlişkileri ve
Sürdürülebilirlik Bölüm Başkanı
Cenk Göksan, Arçelik Genel
Müdür Yardımcısı İsmail Hakkı
Sağır, Coca Cola İçecek Kurumsal
İlişkiler Direktörü Atilla Yerlikaya,
TAV Havalimanları Holding
Kurumsal İletişim Direktörü Bengi
Vargül, Türkiye Sınai Kalkınma
Bankası Kıdemli Genel Müdür
Yardımcısı Orhan Beşkök, Vestel
Beyaz Eşya Genel Müdürü Nedim
Sezer, Zorlu Enerji Grubu Genel
Müdürü Sinan Ak aldı.
GİRİŞİM
Karbon Nötr
Kuryeler Yolda
Şehir içi ulaşım büyük
kentlerde her geçen
gün zorlaşıyor. Hele
evrak ve ürünleri
şehir içinde dağıtmak
gerçek bir sorun ve
tabii aynı zamanda
büyük bir karbon
emisyonu kaynağı.
Ama yeni kurulan
Bisiklet Kurye, sıfır
karbonlu bir taşımanın
mümkün olduğunu
söylüyor. Hem
gençlere istihdam
yaratan, hem ulaşımı
rahatlatan, hem de
emisyonları düşüren
bu ilginç çalışmaya bir
göz atmakta fayda var.
Gözde İVGİN
B
isiklet… Bir yerden bir yere
ulaşmak için çevreye, yaşadığımız dünyaya ve ekosisteme zarar vermeden kullandığımız
az sayıdaki araçtan biri. Bisiklet
kullanmak hâlâ sahilde ve şehirden
uzakta bir yer olan “doğa”da hafta
sonu etkinliği gibi algılansa da; pek
çok kentin yanı sıra İstanbul’da da,
bisikleti ulaşım aracı olarak kullananların sayısı günden güne artıyor. Motorlu taşıtlar için yapılan karayolları hızla etrafımızı sararken,
bisikletiyle trafikte “ben de varım!”
24 OCAK 2014 / EKOIQ
diyenler cesaret veriyor. Yedi tepeli
şehrin yokuşlarını tırmanırken zorlanmayan, çeşitli aksesuarlarla işlevselliği artan bisiklet modelleri artık
daha ulaşılabilir. Yapılan istatistikler de her yıl bisiklet satışlarının arttığını gösteriyor. Gidişat böyleyken,
bisikleti günlük hayatımıza daha
fazla katacak yeni bir girişim bizi
heyecanlandırdı: Bisiklet Kurye.
24 Saat Hizmet Vermeye
Hazırlanıyorlar
Bisiklet Kurye fikrini Türkiye’de
aktif olarak uygulamaya geçiren
Serkan Ercan, sektörde ilk olduklarını ancak devamı gelirse bundan
da memnuniyet duyacaklarını söylüyor. Karbon salımında bulunmadan,
mümkün olan en yüksek kaliteli
kurye hizmetini sağlamak hedefiyle
kurulan şirket, henüz oldukça yeni.
İlk 3 ay; “Bu şehirde bu işi nasıl yaparız?”, “Bir sürücü nereye hakim
olabilir, nerede zorlanabilir?” diye
düşünmüşler ve olası zorlukları
tespit etmek için 5-6 bin kilometre
yol katetmişler. Bugün,15 kişilik bir
ekip, her gün İstanbul trafiğinde pedal çeviriyor.
Şimdilik kurum, kuruluşlar ve işletmeler için toplu gönderim hizmeti
sunan Bisiklet Kurye, bunu önemli
bir deneyim olarak görüyor. Bisikletin çevreyle uyumlu, hızlı, ekonomik ve pratik bir ulaşım aracı olduğunu ispat etmek için yola çıkan
şirket, kişisel gönderiler için de ekibini büyütme telaşında. Bisikletli
Kurye olmak için kendilerine yapılan başvuru sayısının 350’yi aştığını söyleyen Ercan, talebin sevindirici olduğunu belirtiyor ancak kurye
seçiminde titiz davrandıklarına da
dikkat çekiyor. Sürüşü gezi amaçlı
olmayan, basit aksaklıklarda aracın
onu yolda bırakmasına izin vermeyecek kadar bilgili, aktif sürücülerle çalışıyorlar. Kurye olmak isteyenlerin çoğu üniversite öğrencisi.
Hafta sonları ya da mesai saatlerinden sonra, sadece akşamları çalışmak isteyenler de var. Hatta bazı
şirketlerden ve iş başvurularından
gelen talepler doğrultusunda, 24
saat hizmet vermeyi de düşünüyorlar. İstanbul’un 24 saat yaşayan bir
şehir olmasını ve trafiğin, gündüz
saatlerine göre geceleri daha akıcı
olmasını avantaj olarak değerlendirmek istiyorlar.
Kurye adaylarının genelde kendi
bisikletleriyle çalışmak istediklerini
belirten Ercan’ın bu konuda kesin
kuralları yok; bazı kuryeler kendi
bisikletiyle çalışmaya devam ediyor,
bazıları ise şirketin verdiği bisikleti
kullanıyor. Tek tip bisiklet ve tek tip
kıyafet şirketin reklam amaçlı düşündüğü bir uygulama; bu konuda
da çalışmaları var.
Bayrak Yarışı Gibi
Kurye Hizmeti
Bisiklet Kurye, şimdilik sadece
İstanbul’da. İstanbul’da çoğu bölgeye hâkimler ancak Tuzla veya Silivri gibi uç noktalara hizmet vermiyorlar. Şirketin ofisi Acıbadem’de
ama kısa bir süre içerisinde Avru-
Rotaları birbirlerine yakın olarak
belirleyip, ekip ekip, bayrak yarışı
misali teslimatı hızlı bir şekilde gideceği yere ulaştırabiliyorlar. Vapuru kullanabilmeleri ve katlanabilir
bisikletlerle gerektiğinde toplu ulaşım araçlarına entegre olabilmeleri,
gönderiyi en hızlı şekilde ulaştırabilmelerine olanak sağlıyor.
Uzun yıllar hizmet sektöründe
yöneticilik yapmış olan Serkan
Ercan oluşumun, bu kadar
yeni olmasına rağmen gördüğü
ilgiden memnun. Bu ilgi onlar
için büyük bir motivasyon.
pa yakasında da bir ofis hizmete
girecek. Diğer illerden, özellikle
Edirne, Bursa ve Eskişehir gibi
öğrenci kentlerinden de yoğun bir
talep var. Üniversitelerin bisiklet
kulüplerinin aktif olduğu bu kentlerde hem istihdam yaratmak hem
de Bisiklet Kurye’yi İstanbul dışına
taşımak için talepleri değerlendiriyorlar.
Dört mevsim boyunca hizmet verecek olan şirket, ekibe tüm şartlara
uygun ekipmanı da temin ediyor.
Bisikletin arkasına monte ettikleri
heybeleri ve sırt çantaları sayesinde
35 kiloya kadar yük taşıyabiliyorlar.
Ah Bir De Bisiklet Yolları Olsa!
Kurye hizmeti için motorlu araç yerine bisiklet kullanıldığında, ulaşım
altyapısına binen yükün hafifleyecek olması işin sevindirici yanlarından biri. Ayrıca bisiklet sürücülerinin trafikte daha görünür olması
da cabası. Peki, hepimizin hemen
her gün şikayet ettiği trafikte bisiklet kullanmanın hiç mi dezavantajı
yok?
“Biz de trafikte takılıyoruz” diye
yanıtlıyor Ercan, Türkiye’de bisiklet kültürü olmadığı görüşünde.
Trafikte güçlenenin vahşileştiğini,
bisikletin de en güçsüz konumda
olduğunu ekleyen Ercan, “En basitinden, ulaşım için yolumuz bile
yok” diyor. “Bisiklet yolları çok az
sayıda, genelde sahil kesiminde ve
gezi amaçlı. Trafiği hâlâ avantajlı
duruma çeviremiyoruz ve bu yüzden sanırım en çok biz, bisiklet kullanıcıları, müdahil oluyoruz trafikte
motorlu araçlara.”
Şimdiye kadar kuryeler arasında
kaza geçiren yok. Kendisi de aktif
bir bisiklet sürücüsü olan ve uzun
yıllardır tüm ulaşımını -şehir dışı da
dahil- bisikletiyle kateden Ercan, en
öncelikli konularının güvenlik olduğunu söylüyor.
Motorlu Kuryeler
Rakibimiz Değil”
Ulaşım ve ulaştırma amaçlı çalıştıkları için gezi amaçlı düzenlenen sahil yollarını kullanmıyorlar. Trafikteler. Dolayısıyla “Bisikletli” olarak
daha görünürler. Olumsuz ya da
kötü bir durumla hiç karşılaşmamışlar. “Bizi bisiklet kullanımı mutOCAK 2014 / EKOIQ 25
GİRİŞİM
Dünyada Benzerleri Var
lu ediyor, motorlu kuryeleri rakip
görmüyoruz. Bir motor kuryenin
hızına ulaşmak gibi bir kaygımız da
yok” diyor Serkan Ercan.
Üç tür bisikletleri var. Katlanabilen
bisikletlerle ulaşımı kolaylaştırıyor
ve hızlarını artırıyorlar. Yedi tepeli
şehrin malum yokuşlarını çıkmak
için yol bisikletlerini kullanıyorlar.
Zor parkurlar ve kış şartları için de
dağ bisikletleri var.
İsimleri ve yaptıkları iş duyuldukça,
çalıştıkları firmalar da günden güne
artıyor. Yeşil İnşaat, Yeşil Kundura, Camel Active, Ayaks, Güral
Porselen ve Swarovski bunlardan
birkaçı. Sivil toplum kuruluşlarıyla
da yakın temas içindeler. Birçoğunu
destekliyor ve desteklerini artırmak
istiyorlar.
Uzun yıllar hizmet sektöründe yö-
26 OCAK 2014 / EKOIQ
Bisiklet Kurye’nin mazisi yurtdışında
çok daha eskilere dayanıyor. Avrupa
ve Amerika’da kendi aralarında
yarışlar düzenleyen, eğlenen, 60-70
senelik şirketlerin olduğunu anlatan
Ercan, “Burada ne zaman olur?”
sorusuna da “en kısa zamanda”
yanıtını veriyor ve bisikletli müzik
festivali düzenleme planlarını da
müjdeliyor.
neticilik yapmış olan Serkan Ercan
oluşumun, bu kadar yeni olmasına
rağmen gördüğü ilgiden memnun.
Bu ilgi onlar için büyük bir motivasyon. Bu motivasyonu, bisiklet kullanıcılarının artması için kullanma
derdinde.
Son olarak dalgalanan benzin fiyatlarından etkilenmediklerini ve
maliyet düşük olduğu için hizmet
bedellerinin motor kuryeye göre
düşük olduğunu da hatırlatalım. “1.
Bölge” diye adlandırdıkları içinde
Maslak, Beşiktaş, Levent, Taksim
Bisiklet Kurye, şimdilik sadece güzergâhında hizmet bedeli 5 TL.
Köprüyü katetmeleri gereken duİstanbul’da. İstanbul’da çoğu rumlarda ve gece, bu bedel artıyor.
bölgeye hâkimler ancak Tuzla Bisiklet Kurye ile ilgili ayrıntı bilgi
veya Silivri gibi uç noktalara için web siteleri http://www.bisikletkurye.com/ m
hizmet vermiyorlar.
0
1
2013’ün
En İyi
Dünyanın
en yenilikçi
sürdürülebilirlik
projelerini ve
teknolojilerini
değerlendiren
uluslararası
Sustainia
organizasyonunun
2013 yılı için seçtiği
en iyi 10 çözüm…
Sürdürülebilirlik
İnovasyonu
Avrupa’dan Zambiya’ya, İsrail’den
Çin’e, ABD’den Filipinler’e dünyanın en yenilikçi sürdürülebilirlik
projelerini ve teknolojilerini değerlendiren uluslararası Sustainia kurumu, 2013 yılının en iyi 10 projesini açıkladı.
79 ülkeden gelen 500’den fazla
yeşil proje arasından seçilen en
iyi 10 uygulama 2013 Sustainia
Ödülü için yarıştı. Farklı sektör-
lerdeki yeşil uygulamalarıyla hem
bulundukları toplulukların hem de
yerel endüstrilerin dönüşümüne
önemli katkı sağlayan uygulamaları, aralarında Kaliforniya Eski
Valisi Arnold Schwarzenegger,
AB’nin İklim Hareketi Komisyoneri Connie Hedegaard, Norveç Eski
Başbakanı Harlem Brundtland
ve BM’nin Hükümetlerarası İklim
Değişikliği Paneli (IPCC) Başka-
nı Dr. Rajendra Pachauri’nin de
bulunduğu Sustainia Ödülü Komitesi değerlendirdi. Sustainia 2013
finalisti projelerinin kapsayıcı yenilikler içermesi dünyanın farklı yerlerinde de uygulanma olasılığını
artırıyor.
Böylesini sıkı bir jürinin seçtiği sürdürülebilir inovasyon örneklerine
bir bakmakta fayda olduğunu düşünüyoruz.
OCAK 2014 / EKOIQ 27
İNOVASYON
1
TaKaDu’dan Su Yönetim Yazılımı
Sustainia 2013 Ödülü’ne layık görülen yeşil uygulama, bilişim
sektöründe faaliyet gösteren İsrail firması TaKaDu’ya gitti.
TaKaDu’nun su tasarrufunu ve şebeke verimliliğini artırmak için
geliştirdiği yazılım, var olan su kaynaklarının verimliliğini artırabilecek algoritmalar kullanarak su şebekelerinin sınıflandırmasını ve yönlendirmesini yapıyor. Şili, İspanya, Portekiz, Avustralya ve İngiltere’de de
kullanılan uygulamayı geliştiren firmanın Yönetim Kurulu Başkanı Amir
Peleg’e göre küresel su krizi aslında bir su yönetimi krizi. Servis olarak
yazılım çözümü olan TaKaDu, düşük maliyetle kolaylıkla uygulanabilen
bir hizmet.
2
TaKaDu’nun geliştirdiği
yazılım, su şebekeleri
üzerinde gerçek zamanlı
çalışarak, hem verimliliği
artırmayı başarıyor, hem
de su baskını gibi riskleri
minimize ediyor.
Çamaşır Suyu ve Güneş’ten Ampul:
Liter of Light
Filipinler’de geliştirilen Liter of Light teknolojisi
Sustainia’nın yapı sektörünün finalistlerinden. Liter of Light, basit bir tasarım fikriyle bir pet şişeyi
içindeki su ve az miktardaki çamaşır suyu ile güneş enerjisi kullanarak 55 watt’lık ampullere dönüştürüyor.
Uygulamanın 20 ayda 10 ülkede 350 bin aydınlatmaya ulaştığı açıklandı.
Filipinler’de
yaşayan ve enerjiye
ulaşım zorluğu
çeken 15 milyon
insan için önemli
bir çözüm olabilir
Liter of Light.
28 OCAK 2014 / EKOIQ
3
Tvilight’la Söndürün Işıkları
Şehircilik alanındaki finalistlerden Tvilight, kablosuz iletişim kurabilen bir
sensör ve ışık azaltıcı cihazla boş caddelerdeki sokak lambalarının sönmesini
sağlayan bir teknoloji. Hollanda’da geliştirilen
Tvilight çözümleri, ABD’den Hindistan’a, Birleşik
Arap Emirlikleri’nden İrlanda’ya birçok ülkede
kullanılıyor.
6
4
Neutral.com’la Organik Pamuk
Moda sektöründe faaliyet gösteren finalist
Neutral.com ise Danimarka’da kurulan ve
Hindistan’da faaliyet gösteren bir sürdürülebilir kıyafet üreticisi. Üretim sürecinde bütüncül bir yaklaşım kullanan Neutral, organik
pamuğu, geri kazanılmış atık su ve alternatif enerji
kullanan fabrikalarda üretiyor. Firmanın kurucusu
Lars Bech, gezegeni iyileştirebilmeyi, insanları daha
sağlıklı kılmayı ve çiftçilere bir umut verebilmeyi
amaçladıklarını vurguluyor.
5
Tamirat Çözümleri için iFix
Yarışmanın eğitim alanındaki finalisti iFix,
ABD’de geliştirilen ve elektronik atıkların
tamirini kolaylaştırmayı hedefleyen bir proje. Otomobilden bilgisayara birçok kullanılamaz aracın tamiri için alet ve kılavuzlar sunan iFixit
Yönetim Kurulu Başkanı Kyle Weins, küresel e-atık
sorunun çözümünün bir parçasının tamir olduğunu
söylüyor.
BYD’den Tek Şarjla 250 Km
Menzilli Otobüs
Bu yılın Sustainia finalistlerinden ulaştırma projesi
BYD ise tek şarj ile 250 kilometrelik bir menzile sahip olan bir şehir hattı otobüsü geliştirmiş. İsmini
daha önce de elektrikli arabalar konusundaki çalışmalarıyla duyduğumuz BYD (Build Your Dream) tarafından
Çin’de geliştirilen proje, Hollanda, Danimarka, Macaristan,
Uruguay, Kolombiya, Kanada ve ABD’de de uygulanıyor. Lityum demir fosfat piller kullanan araçlar düşük ses ve sıfır egzoz salımının yanı sıra operasyon ve yakıt maliyetlerini %80’e
kadar düşürüyor.
7
Zambiya’dan Rahim Ağzı Kanserine
Mobil Çözüm
Zambiya’da geliştirilen sağlık çözümü eC3 (Elektronik Rahim Ağzı Kanseri Kontrolü) ise Sahra Altı
ülkelerde hızla artan mobil telefon kullanımından
faydalanarak rahim ağzı kanseri konusunda farkındalığı artırıp tanı koyma ve tedavi süreçlerinde destekler sunuyor. Anında uzaktan kontrol yapılması dijital fotoğrafların
Zambiya Bulaşıcı Hastalıklar Araştırma Merkezi’ne gönderilmesiyle başlayıp hastanın tedavi sürecinin uzmanlarca takip
edilmesiyle devam ediyor. 2006 yılında yalnızca Zambiya’da
100 binden fazla kadın eC3 hizmetlerinden faydalanmış.
OCAK 2014 / EKOIQ 29
İNOVASYON
8
Bir A4’ten küçük bir kâğıdın, kilolarca
gıdayı taze tutabildiğine inanmak zor
ama inovasyon böyle bir şey işte…
9
FreshPaper’la Taze Gıdalar
Yarışmanın gıda sektöründeki finalistlerinden Fenugreen firmasının, ABD’de
geliştirildiği basit bir kâğıt teknolojisi
FreshPaper. Sözkonusu ürün dünyanın
35 ülkesinde halihazırda kullanılıyor. Yalnızca
organik malzemelerle üretilen FreshPaper, meyve ve sebzelerin olduğu basit bir paketin içine
atılarak gıdaların saklama ömrünün 2 veya 4 kat
uzamasını sağlıyor.
Mazuma Mobile’den Cep Telefonu
Geri Dönüşümü
İsveç’in Borås
şehrindeki 37 bin
metreküplük dev
rezervuar, ısıyı
depolamada büyük
olanaklar sunuyor.
İngiltere ve Avustralya’da faaliyet gösteren Mazuma Mobile firmasının geri dönüşüm sistemi
de Sustainia finalistlerinden. Mazuma atıl telefonları para karşılığında toplayıp kullanılabilir
haldekileri yeniden kullanıcılara veriyor, geri kalanlarının da geridönüşümünü sağlıyor.
ve Dalkia, Enerjiyi
10 Veolia
Depolamayı Başardı
Yarışmanın enerji sektöründeki finalisti ise Veolia Environment ve Dalkia
firmalarının İsveç’in Borås şehrindeki
yenilenebilir enerji depolama çözümleri
oldu. Firmalar Borås şehrinde ısıtma talebini
aşan enerji üretimini sıcak su rezervlerinde depolayarak talepler arttığında tekrar kullanıcılara
sunuyor.
30 OCAK 2014 / EKOIQ
SÖYLEŞİ
“Biraz Bencil Olun ve
Geleceğinizi Düşünün”
Türkiye’de sürdürülebilirlik
ve iş dünyası deyince
aklımıza ilk gelen isimlerden
biri hep Akçansa Genel
Müdürü Hakan Gürdal
oluyor. Nedeni basit:
Konuyu evirip çevirmeden,
sorumlulukları başkasına
yüklemeden, olanca açıklık
ve samimiyetle konuşuyor.
Daha da ötesi konuştuğu
gibi de eyliyor. Bu nedenle,
katıldığı tüm konferans
ve toplantılarda dikkat
çekiyor, ilgiyle ve merakla
dinleniyor. EKOIQ’nun 2014
yılının ilk sayısında kayıt
cihazını bu yüzden Hakan
Gürdal’a tuttuk ve sadece
kendi şirketiyle ilgili değil,
önderlik yaptığı İMSAD
Sürdürülebilirlik Komitesi
bağlamında yapı sektörüyle
ilgili görüşlerini de dinledik ve
doğrudan aktarıyoruz…
Barış DOĞRU
Salih MÜLAYİM
“Kaybedecek Şeyleri Fazla
Olanlar, Daha Çok Düşünür”
Gelişmiş ülkeler, sürdürülebilirliği
çok önceden fark etti. Nedeni basit: Kaybedecek şeyleri fazla olan
insanlar riskleri düşünür. Elimde32 OCAK 2014 / EKOIQ
kini koruyabilecek miyim, zararı
nasıl engelleyebilirim diye kafa yorarlar. İnsanoğlunun içgüdüsünde bu var. Gelişmiş ekonomilerin
de özünde bu var. Sonuç olarak
tek bir dünyada yaşıyoruz. Kalıcı
anlamda birlikte kafa yorarak sorunlara çözüm bulamayacaksak
sonumuzu kendimiz hazırlarız.
Politikalarımızı yerel mikro seviyede düşünerek yapıyorsak bu da
sonumuzu getirir.
“Devletin Manevi Teşviki
Çok Daha Önemli”
Bencillik teorisine göre kendi geleceğimizi yok ederken, aslında
bencillikten de uzaklaşmış oluyoruz. Bencilliğimiz, yani kendi uzun
vadeli geleceğimiz üzerine kafa
yormamız aslında herkesin yararınadır. Dünyada sektörler ve imalatçılar olarak bakıldığında işin üret“Çimento fabrikaları; toz,
kenlik tarafında yapılması gereken
çevre
kirliliği, emisyon kaynağı
temel noktalar var. O temel noktaları regüle eden yapılar, devletler, olarak tanınır. Yalan da değil...
o bilince varmadığı sürece kendi
Ancak bunu nasıl fırsata
başımıza çözüm bulabileceğimize
çeviririz diye bakıldığında,
inanmıyorum. Kanun yapıcı, yaptıesasında
çözümün bir parçası
rımını bu işin içine dahil etmiyorsa
olabilme şansımız var”
çok fazla ilerleme şansımız yok.
Devletler, kanun yapıcı vasfının
yan, doğal kaynakları az tüketmeyanı sıra elbette teşvik eden boyuye teşvik eden, iklim değişikliğine
tuyla da fayda sağlayabilir. Özellikolumlu etkileri olan yapılar sadece
le manevi anlamdaki teşvikler, bu
ve sadece üreticiler olmamalı. Bu
işe kafa yoran şirketler için daha
yaklaşım, her anlamda prosesin içinönemli. Doğru yolda olduğumuzu
de yer alan tedarik ve değer zinciri
gösteren ve rol model olarak bizi
içindeki herkes tarafından benimdünyaya anlatan bir devlet benim
senmeli.
için çok daha etkili olur. Mesela Akçansa olarak seneler evvel hayata
“Çimento Tesisleri, Bir
geçirdiğimiz Atık Isıdan Enerji ÜreBertaraf Modeli de Olmalıdır”
tim Tesisi projesi, Kalkınma BakanBizim için bedeli yüksek ve kontlığı tarafından Rio+20 Zirvesi’nde
rol edemediğimiz girdi maliyetleri,
en iyi uygulamalardan biri olarak
toplam maliyetlerimizin %70’ine
gösterildi. Bu da bizi yola devam
yakın. Enerji transformasyon şirkeetmek için teşvik etti.
tiyiz. Termo enerjiyi alıyoruz, kendi
bünyesi içerisinde bağlayıcı enerjiye
“Tüketici de Bedel Ödemeli”
çeviriyoruz. Kontrol edemediğimiz
Öte yandan tüketicinin bilinçli olmabölüm o kadar büyük ki bu da çası büyük önem taşıyor, çünkü her
reler üretmemizi sağlıyor. Fosil
şey tüketiciden başlıyor. Bugün bir
yakıtların alternatifi nedir diye sorüreticinin, dünyada kabul görmüş
duğunuzda da bunu zaten dünya
en uygun teknolojileri uygulayabilsöylüyor. Rüzgâr, güneş, jeotermal,
mesi için tüketicinin buna değer
biyokülte...
verdiğini hissediyor olması lazım.
Çimento fabrikaları; toz, çevre kirliTüketici değer versin, bedel ödesin.
liği, emisyon kaynağı olarak tanınır.
Tabii üretici o zaman çare bulacak.
Yalan da değil... Ancak bunu nasıl
Mekanizma bu şekilde çalışıyor.
fırsata çeviririz diye bakıldığında,
Türkiye’de gelişme hızının geride
esasında çözümün bir parçası olakalmış olmasını bir fırsata çevirme
bilme şansımız var. Bir örnek vereşansı da var. Bazı adımları, açık ara
yim. İstanbul’da günde 10 bin atık
zıplayarak geçme şansımız olabilir.
oluşuyor. Depolanan bu atıkların
İnovasyon tabii bu işin bir parçası.
çevreye olan etkisini düşünün. Oysa
Ama enerji verimliliğini ortaya ko-
çimento sektöründe bu atığı en doğru metotla yok edebilme şansı var.
Avrupa’da da fabrikalar sadece bir
çimento üretim tesisi olarak değil,
aynı zamanda bir bertaraf modeli
olarak karşımıza çıkıyor. Çimento
fabrikası şunu söylüyor: Bu prosesi gerçekleştirebilmek için bazı yatırımlarım ve maliyetlerim var. Sen
de normal şartlarda bu çöpü ortadan kaldırmak için bir bedele katlanıyorsun. Ben bu bedeli senden alıp
yatırımlarıma devam edeceğim. Bugün Hollanda Maastricht’teki fabrika, %85-90 oranında fosil olmayan
atık malzemelerle tüm prosesin ihtiyacını karşılıyor. Biz daha oralarda
değiliz. Fabrika bazında maksimum
%20’ler seviyesine geldik.
“Atık, Emtia Haline
Getirilmemeli”
Neden ilerleyemiyoruz? Cevabı çok
basit: Hâlâ tedarik zincirini kuramadık. Biz 2003’te başladık bu işe.
Önce para vererek lastik topladık.
Aslında para alarak toplamamız
lazımken, bir bedel ödedik. Bu sayede fabrika ihtiyacının %3,5 -4’üne
kadar ulaşabildik. LASDER yöneticileri, atık lastikleri toplayabilmek
için bir bedel ödediklerini ve bizden
bunu almak durumunda olduklarını
söylediler. Ancak atığı bir emtia haline getirirseniz en büyük kötülüğü
yapmış olursunuz.
Recycling piramidinde geri dönüşümcüler bizim önümüzdedir. Yakmadan önce geri dönüştürülmesi
gerekir. Geri dönüştürülemediği
şartlarda bize gelmesi gerekir. Geri
dönüştürülecek dendiği zaman,
böyle bir pazar varsa orada bizim
bir talebimiz olamaz. Ancak dünyada da böyle bir geridönüşüm pazarı
yok. Türkiye’de bunun var olduğunu iddia etmek iki şeyi gösterir. Birincisi, atığın olması gereken metotlarla bertaraf edilmediğini; ikincisi
de bizim bilmediğimiz bir teknoloji,
proses olduğunu, ki bu imkansız
görünüyor.
OCAK 2014 / EKOIQ 33
SÖYLEŞİ
“Atık Hiyerarşisine Dikkat
Edilmeli”
Dünyada bilimsel olarak tespit edilmiş her metotla biz kendi deneylerimizi yapıyoruz. Gelecekte böyle
bir sıkıntı altına girmeye gerek olup
olmadığını araştırıyoruz. Bize gelen
malzemeyi, bize bildirilen formlardaki içerikle fabrikaya kabul etmiyoruz. Tüm fabrikalar kabul ediyor.
Türkiye’de 3,5-4 milyon dolarlık
yatırım yapıp da kendi laboratuvarını yapan tek şirketiz. Bize gelen
her atık o laboratuvardan geçer.
Emisyon ve ağır metal çalışmaları
tamamlanınca onay veriliyor. Onaydan sonra da her gelen ürünün deneyinin yapılmasına devam edilir,
çünkü ürünün devamı aynı özelliklerde olmayabiliyor. Biz geleceğe
inandığımız ve açıkçası bu işin ekonomisinin de olduğuna inandığımız
için bu yatırımları yapıyoruz. Bir
yandan toplumu ve çevreyi önemsiyoruz, bir yandan da ekonomi yaratıyoruz. Özel sektörün makul ve
masum ekonomi yaratmaya devam
etmesi gerekiyor.
Büyükşehir Belediyesi bir inisiyatif
aldı. Bertarafı ben yapacağım dedi.
İzaydaş yılda 10 bin tonluk tehlikeli
atık bertaraf tesisi. O da bence iyi
irdelenmesi gereken bir durumdur.
Nerede, ne kadar işleme yapıyor?
Onun dışında kalan evsel atıklar da
dahil olmak üzere belediye atıkları-
34 OCAK 2014 / EKOIQ
nın yok edilmesi için iki tane yaklaşık 350-400 milyon Euro değeri
olan, yılda 500-600 veya 1 milyon
ton yakma kapasiteli bertaraf ihalesine çıkıyorlar. Yerleri İstanbul’a yakın. Yapılıp yapılmayacağı konusunda soru işaretleri var. Hem toplum
tarafında, hem de doğru metot olup
olmadığıyla ilgili. Atık hiyerarşisi
içinde bertaraf, bizden sonra geliyor. Normalde bizim kullanamadıklarımızı alması gerekiyor, çünkü biz
yakıtın yerine bunu kullanıyoruz.
Onlar yakıtla beraber kullanıyor-
“Türkiye’de 3,5-4 milyon
dolarlık yatırım yapıp
da kendi laboratuvarını
yapan tek şirketiz.
Bize gelen her atık o
laboratuvardan geçer”
lar, yani ekstra emisyon veriyorlar.­
%20’ye yakın kül ortaya çıkıyor. Kül
depoları oluşturuyor. Bizde ise hiç
çıkmıyor çünkü çimento malzemesinin içine karışıyor. Bizim prosesin
öyle enteresan bir yeri var. Hiyerarşi çok temel bir şey. Diyoruz ki,
önce biz bitirelim, emin olun bizim
bitireceğimizden çok daha fazlası
var bu memlekette.
“Filtrelerimizdeki Toz 100
mg’dan 3’e Düştü”
Proseste çok temel bir şey var. Fırın ağzından bitiş noktasına kadar
olan bölümle ilgili konuşuyorum. Şu
ana kadarki proses teknolojisinde
metroküp başına toplayabileceğiniz
filtrelerdeki toz 70-100 mg seviyesindeydi. Bu değer 3’e kadar düştü. Birincisi tekstil çok gelişti, artık
mikrofiberli, tozu tutan yapılar var.
İkincisi, eskiden elektro filtrelerle
tutardık. 250-300 derecede çıkardı
gazlar. O sıcaklığa dayanacak tek şey
vardı, elektro filtre. Yani elektrotlar
vasıtasıyla çalışıyordu ve verimlilikleri de çok düşüktü. Artık bunları
kullanmıyoruz çünkü atık ısıyı zaten
geri dönüştürüyoruz; bu sıcaklıkta
bir emisyon yok bizde. Üçüncü olarak kazandaki dalgalanmalar tozun
aniden bacadan atılmasına neden
olurdu. Şimdi torbalı filtreye geçildi
ve sorun esas olarak aşıldı. Eski tip
fabrikalar çok az kaldı Türkiye’de.
“Gelişmiş Ülkelerdeki
Çimentocular Üretmemekten
Para Kazanıyor”
Atık ısıdan elektrik üretimi bizim
için çok önemliydi ve gerçekten
büyük fırsat getirdi. Bizden sonra
8-10 fabrika bu modeli uyguladı.
Şu kadarını söylüyorum; özellikle gelişmiş ülkelerde, Avrupa’da,
Amerika’da atık ısıdan elektrik üretimi yok. Gelişmiş ülkelerde üretim
o kadar azalmış ki, çimento üretmemekten para kazanır hale gelmişler.
Bunun iki yolu var. Birincisi, atıkları
bertaraf ederek kazanacağınız para.
İkincisi, diyorsunuz ki bu fabrika
2 milyon ton klinker üretir. Bunu
üretmediğiniz zaman da sistem size
teşvik veriyor. Kısacası, fabrika kendi teknolojisini geliştirmeye değil,
geliştirmemeye odaklanmaya başlıyor.
Bu nedenle, Türkiye’deki çimento
teknolojisi, dünyanın her yerindeki ülkenin prosesiyle baş edebilecek düzeyde. Biz, hızlı büyümeyi
1985’lerden itibaren yakalamaya
başladığımız ve o dönemi boş geçtiğimiz için fabrikalarımız genç. Ortağımız Heildelberg’in Almanya’daki
fabrikaları ise 150 yaşında, iyileştirme yapamıyorlar. Onların kullandığı teknolojiye, bizim arkadaşlarımız
burun kıvırıyor. Avrupa şu anda
ihtiyacının fazlasını üretiyor. Uzun
yıllardır hiç kapanan bir fabrika yok
ama bunun nedeni, atık bertaraf tesisi olarak kullanılmaları…
“Avrupa’da 30, Türkiye’de
3 Tip Çimento Olması
Garip Değil mi?”
Türkiye’de üç tip çimento satılır.
Avrupa’da ise 30 tiptir. O 30 tipin
toplam satışı, üç tipin onda biri bile
değildir belki. Bizde ölçek çok büyük ama çeşitlenme az. Mesela çok
temel bir şey: İklim değişikliğine nasıl faydalı olursunuz? Klinker oranı düşük çimento yaparak çünkü
emisyon ve karbondioksitin doğası
klinkerden geliyor. Bunu nasıl en-
“Dünyada en gelişmiş standart
Türkiye’de. Özellikle deprem
sonrası standartlara bakın,
Türkiye cennet bir memleket
dersiniz. Ancak inşaat yapıcı bu
konuda ne kadar ilgili, bilgili?”
gellersiniz? Bir çimento yaparsınız,
%30 oranında klinker vardır, kalanı
iklim değişimine zarar vermeyen
katkı ürünleriyle yapılır. Türkiye,
%95’i klinkerli olan CEM 1 çimentoya alışmış. Ben buna dopingli
ürün derim. Bizim mukavemet değerlerimiz, standartlarda 28 güne
kadar bakılır. Standart numuneyi
beklettikten sonra presle kırarız.
CEM 1’in mukavemeti 28 güne kadar yükselir, sonra stabil kalır. Katkılı çimento ise CEM 1’e göre daha
yavaş yükselir, 28. günden sonra
çıkmaya devam eder. Sürdürülebilirlik adına katkılı tip çimento daha
iyidir. Dezavantajı, soğuk hava şartlarında kalıp ihtiyacının daha fazla
olmasıdır. Ama Türkiye’de hızlı
bina yapmamız(!) gerektiği için
bize uymuyor. Onun yerine hızlıca
yapıp 20 yıl sonra yıkmayı tercih
ediyoruz. Oysa düzgün yapın, 100
yıl dayansın. Bu bilgileri, temel in-
şaat mühendisliği seviyesinde dahi
bilen ne yazık ki çok az.
“İnşaat Yapıcıların İlgisi ve
Bilgisi Eksik”
Şirket olarak her bölgede seminerler düzenliyoruz. Üniversite öğrencilerine ulaşmaya çalışıyoruz.
Bunları da dernekler seviyesinde
yapmaya çalışıyoruz. Bu seviyede
şirketler arası rekabet söz konusu.
Mesela birinin elinde klinker fazlası var, onun ön planda olmasını istiyor. Devletin bu yaptırım gücünü
kullanabiliyor olması lazım. Dünyada en gelişmiş standart Türkiye’de.
Özellikle deprem sonrası oluşturulmuş standartlara bakın, Türkiye
cennet bir memleket dersiniz. Ancak hayatta bunu talep eden inşaat yapıcı bu konuda ne kadar ilgili,
bilgili? İlgi sıfır. Tekniğine bakın...
En büyüğünden en küçüğüne kadar
şirketler, bu işi taşerona verir. Kaba
inşaat yapan ise dış etmenleri sorar.
Ona göre malzeme gerekir. Bizim
sektörde neredeyse tek çeşit malzeme kullanılıyor. Oysa malzemenin
demirin yoğunluğuna göre değişiklik arzetmesi gerekir. Akışkan beton
mu olacak, kuru beton mu? En büyük inşaatlarda bile bu sorularla ne
yazık ki hiç karşılaşmıyoruz.
OCAK 2014 / EKOIQ 35
SÖYLEŞİ
“İMSAD, sürdürülebilirlik
Raporuyla Dünyada Bir İlke
İmza Atacak”
Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği (İMSAD) Sürdürülebilirlik Komitesi’nde yapmak istediğimiz şu: Üreticilik yanımızı nasıl
sürekli bir yolculuğa çıkarabiliriz;
bazı şirketlerin iyi uygulamlardan
yararlanmasını sağlayarak aynı
çizgiye nasıl çekebiliriz? Bu, itibar
yönetiminin de bir parçası. Bu sektör, Türkiye’nin rekabetçi olabilecek sektörlerinin başında geliyor.
Tekstil ve otomotivin de üzerinde.
Bu yönüyle inşaat malzemeleri sektörümüz dünya standartlarındadır
aslında. Ürünleri pazarlanabilecek
ve satılabilecek bir yapıya sahiptir. Türkiye’nin en büyük ihracat
endüstrisinin, inşaat malzemeleri
olduğunu unutmayalım. Toplam
ürettiğimiz malzeme ihracatımız 22
milyar dolar. Karşılaştırma yaparsak, otomotivde bu rakam 18 milyar
dolar civarındadır. Bu sektörün içinde demir-çelik, plastik, tuğla, seramik, mutfak, kapı-pencere gibi pek
çok alan var. Açık söylemek gerekirse, üretim, çeşitli organizasyonlar tarafından Türkiye’de çok çabuk
yıpratıldı. İmalat kötü, sanayicilik
pis gibi bir algı var. Ama üretmeden
tüketemezsiniz. Üretmediğiniz sürece gelişimden bahsedemezsiniz.
İMSAD’da birbirimizden öğrenmek,
öğrendiklerimizi kalıcılaştırmak istiyoruz. Bilgiyi paylaşabilir ve Türkiye’deki sanayicileri bu dernek çatısı
altında belli seviyeye yükselterek
sürdürülebilirliği temel ilke olarak
seçebiliriz. Kısa bir zaman sonra
İMSAD’ın sürdürülebilirlik raporunu yayınlayacağız ve dünyada da bir
ilke imza atacağız.
“Aldığınız Konutun Maliyetini
Biliyor muyuz?”
Topluma kaliteli malzemenin seçiminden doğacak nihai maliyeti
anlatmanın çok önemli olduğunu
düşünüyorum. Konutu ne kadara
36 OCAK 2014 / EKOIQ
“İMSAD’da
birbirimizden öğrenmek,
öğrendiklerimizi
kalıcılaştırmak istiyoruz.
Bilgiyi paylaşabilir
ve Türkiye’deki
sanayicileri bu dernek
çatısı altında belli
seviyeye yükselterek
sürdürülebilirliği temel
ilke olarak seçebiliriz”
alıyorsunuz, kaç yıl kullanacaksınız, kullanırken kaç para harcayacaksınız, yapı bittiği zaman değeri
ne kadar olacak? 20 yıl sonra yıkılırsa bertaraf bedeli ne kadar tutacak? Bunları biliyor muyuz? Örneğin 500 bin liraya ev alıyorsunuz.
Bu paranın reel anlamda mevduat
gelirinin üstüne geçmesi gerekir.
Mevduat yılda 50 bin, ayda 3 bin
getiriyor diyelim. Eğer siz bu evi
2 bin liraya kiraya veriyorsanız, bu
iyi bir yatırım olmamıştır. O zaman
kirada otur, paran da çalışsın. Yani
toplumun modeli iyi kurgulaması
gerekiyor. Bir evi alırken en önemli
kriterlerden biri mutfak olarak görülüyor. Oysa o konutun ömrünü
sağlayacak olan mutfak değil, depreme dayanıklılığı, işletme gideri,
aidatı, bakım parası gibi kriterlerdir.
“Seçim Nedeniyle İnşaat
Sektörü Geleceğini Önceden
Satın Alacak”
2014 makro seviyede dünya ölçeğinde toparlanma dönemi olacağını
düşünüyorum. Gelişen ekonomilerde biraz yavaşlama olabilir. Türkiye
ilk 6 ayda ayrışıyor. Seçim ekonomisi dönemindeki çalkantılar ve harcamalar, sektörün gelecekten pay
almasına sebep olacak. Yani inşaat
sektörü, gelecekte yavaşlayacağı
dönemi önceden satın alacak. İkinci
altı ayda, özellikle FED’in politikalarının neticesinde Türkiye’de cari
açık ve buna dayalı ekonominin fi-
nansman modelinin risk altına girmesi bir tehlike olabilir ama gidişatı
genel anlamda olumlu olarak görüyorum. %4 büyüyen bir ekonomi
söz konusu olduğunda inşaat malzemeleri sektörü de minimum %6-7
büyüyor demektir. Ülkesel anlamda
bu konuda pek risk görünmüyor.
“Uzaktan Değil, Yakından Atış
Zamanı”
İhracat son derece önemli yapı
sektörü için. Yakın coğrafyada sorunların devam etmesi, orta vade
için potansiyelin biriktiği anlamına
geliyor. Bunu iyi şekilde kullanıyor
olmamız lazım. Irak gibi bir pazarı birçok firmamız başka ülkelere
kaptırdı. Bunun nedeni kısa vadeli
bakışlar, yerinde üretmekten çekinmemiz. Yakın coğrafyayla ilgili bir
şeyi daha öğrenmek gerekiyor: Yerinde üretmek. Mesela bugün inşaat malzemeleri sektöründe önemli
girdilerden biri yakıt, yani enerjidir.
Bizden daha zengin olan ülkelere
karşı o ihracat pazarlarında nasıl rekabetçi oluruz? Afrika, Suriye, Irak,
İran ile nasıl rekabet edersiniz? Tüketim olan bölgede üretken olmalısınız. Uzaktan atış değil, yerinden
atış zamanı. Irak pazarında şimdi
İran etkin. Önlerinde bazı engeller
var, petrol ihraç edemiyor ama petrolün türevlerini ihraç ederek döviz
kaynaklarına ulaşabiliyor. Siz bu şekilde anacak petrol bulduğunuzda
İran’la rekabet edebilirsiniz. m
?
2013
2014
DEĞERLENDİRMELERİ
BEKLENTİLERİ
Geçtiğimiz yıl, ocak sayısını
hazırlarken, John Lennon’u ve
“Hayat, biz onu tasarlarken başımızdan
geçenlerdir” aforizmasını hatırlamış,
hatırlatmıştık. Peki biz onu tasarlarken 2013
yılında başımızdan neler geçti? Bu yıl sonunda
oturduk ve yine bir muhasebe yapmak için kolları
sıvadık. Dosya boyunca okuduğunuz, çok farklı alan ve
görüşlerden dostlarımız, 2013’ü değerlendirdi, 2014’ten
beklediklerini, tahmin ve yorumlarını bizlerle paylaştı.
Change.org Türkiye Direktörü sevgili Uygar Özesmi’nin
yorumu ise sürekli kulaklarımızda çınladı: “Bir Sonraki Yıl
Nasıl Bir Öncekinden İyi Olur?” Gerçekten de doğru soru bu
olmalı. 21. yüzyılda tarihin yapılmasını beklemek, sonra da
yorumlamak yerine, bizatihi tarihi yapmak için harekete
geçmek çok daha mantıklı ve olanaklı. Aykırı bir yönetim
danışmanı olan Bruce Kasanoff, “2014’te Hepimiz
Bir Süper Kahraman Olabiliriz” diyor. Önerisi çok
mantıklı: Küçük büyük demeden dünyayı daha
iyi bir yer yapmak için harekete geçmek
gerekiyor ve bunun için de süper
kahramanlara ihtiyaç yok.
OCAK 2014 / EKOIQ 37
2014’E GİRERKEN
Bengi Vargül*:
“Karbon-Nötr
Havalimanlarına Doğru”
2013 itibariyle sürdürülebilirlik
kavramı üzerindeki muğlaklığın
büyük ölçüde ortadan kalktığını ve
farkındalığın her geçen gün arttığını söyleyebiliyoruz; bu olumlu bir
gelişme. Sürdürülebilirliğin ağırlıklı
olarak çevrenin korunması üzerinden anlaşılması; toplumsal konuların arka planda kalmasıysa bu resmi
eksik bırakıyor.
Küresel ölçekte sürdürülebilirlik
ajandasının ana maddelerinden biri
iklim değişikliği olmaya devam ediyor. IPCC’nin 5. Değerlendirme
Raporu geçtiğimiz yılın bu alandaki en çarpıcı gelişmelerinden biriydi. Buna karşın iklim değişikliğiyle
mücadele konusundaki aciliyetin
gereğinin yapıldığını söylemek zor.
Türkiye’ye baktığımızda, BM İnsani
Gelişmişlik Endeksi’nde geçtiğimiz
yıl 90. sırada yer aldığını görüyoruz. Gelişme yönünde adımlar atılsa
da cinsiyet eşitliği, gelir dağılımı,
eğitimi sistemi konusunda kamu,
özel sektör ve sivil toplumun ortaklaşarak daha fazla çaba göstermesi gerekiyor. Öte yandan, 2014’le
birlikte art arta gelecek seçimlerin
Türkiye’yi bir miktar içine kapata-
38 OCAK 2014 / EKOIQ
?
cağını öngörmek mümkün. 2013’te
yaşananların özellikle yerel seçimlere yansımasıysa çevre konularının
geçmişe nazaran daha fazla önem
kazanması şeklinde olacak. İş dünyasına bakıldığındaysa, “yeşil pazarlamanın” hem yaygınlaşacağını,
hem de daha fazla eleştiriye maruz
kalacağını düşünmek mümkün.
Havacılık sektörü dünyada ikili bir
yapı göstermeyi sürdürüyor. Gelişmiş pazarlarda ekonomik göstergelere bağlı olarak kısıtlı büyüme
oranları izlenirken, gelişmekte olan
pazarlarda yüksek büyüme oranlarının devam ettiğini görüyoruz. Endüstrinin uluslararası örgütlerinin
öngörüleri, 2008 krizinin ardından
yaşanan toparlanmanın 2014’te
tepe noktasına ulaşacağı yönünde.
Türkiye’yse, havacılık endüstrisinin
son 10 yıldaki gelişimi açısından
dünyadaki başarı hikâyeleri arasında yer alıyor. 2002’de 36 milyon
olan yıllık yolcu sayısının 2013 sonunda 140 milyonlu sayılara ulaşması bekleniyor. Bu büyümenin
ardında, yüzyılın başında hızlanan
özelleştirme ve serbestleştirme politikaları var.
2013’te havacılık sektöründe sürdürülebilirlik açısından en tartışmalı
konu üçüncü havalimanı projesinin
çevresel ve sosyal etkileri oldu. Bu
konunun gelecek yılda da tartışılmaya devam edeceğini bekleyebiliriz. Yine, THY ve Pegasus havayollarının verdiği uçak siparişleri,
Ulaştırma Bakanlığı’nın 2023’te
350 milyon yolcuya ulaşma hedefiyle birlikte düşünüldüğünde havacılık sektörünün bir süre daha hızlı
büyümesini sürdüreceği yönünde
kuvvetli işaretler bulunuyor.
TAV Havalimanları, havacılık endüstrisinin üç ana alanından birinde, havalimanı işletmeciliği alanında
faaliyet gösteriyor. Öte yandan, endüstrinin karmaşık yapısı havayolları, havalimanları ve uçak üreticilerinin işbirliğine dayalı bir rekabet,
ya da co-opetition içinde çalışmasını zorunlu kılıyor. Bu açıdan bakıldığında, havalimanları için öncelikli
sürdürülebilirlik başlıklarını yer aldıkları bölgelerin sosyo-ekonomik
gelişimine katkı vermek ve güvenli,
hızlı, konforlu bir seyahat deneyimi
sunmak olarak özetlemek mümkün.
Havalimanlarının çevresel etkilerinin yönetilmesi konusunda tüm
dünyada artan bir çaba var. Karbon
salımlarının azaltılması konusunda
TAV’ın da dört havalimanıyla katıldığı Airport Carbon Accreditation
programı sektörel bir çerçeve sunuyor. Şu an tüm dünyada yolcu trafiğinin %22’sini temsil eden 91 havalimanı programda yer alıyor. Yakın
gelecekte karbon-nötr havalimanlarının sayısı artmasını bekleyebiliriz.
Gürültü yönetimi, atık yönetim, su
yönetimi, biyoçeşitliliğin korunması
gibi diğer çevresel başlıklarda da artan bir çaba göreceğiz.
*TAV Havalimanları Kurumsal
İletişim Direktörü
Özlem Çevik Koper*:
“2013: Yine Doğal Afet,
Yine İklim Değişikliği”
Kasım ayında Filipinlerde meydana
gelen Haiyan Tayfunu tarihte kayda
alınmış en şiddetli karasal tropik
tayfun ve 2013’ün en şiddetli doğal
afeti olarak bu yıla damgasını vurdu. 6000’den fazla insan yaşamını
yitirdi, 11 milyon kişi afet mağduru oldu, çoğu evsiz kaldı. Çocuklar
hastalık ve ölümle mücadele ediyor.
Ekranlarda gördüklerimiz yaşananları tam anlatmıyor belli ki. Fırtına
ve tayfunların şiddetinin giderek
artmasında iklim değişikliğinin etki-
li olduğu konusunda iklim uzmanları hemfikir iken, politikacılar ulusal
çıkarları korumak endişesiyle bu
sorun karşısında bir türlü ortak çözüm üretemiyorlar. İş dünyası ise
bu küresel sorundan kendisini çoğunlukla sorumlu tutmuyor. Birey
olarak bizler ise, ya sorunun farkında değiliz ya da çaresizlik duygusu ile endişeli ama çoğunlukla
pasifiz. 21. yüzyılda teknoloji, bilim,
iletişim, farkındalık zirve yapmışken, tek tek her birimiz vicdan ve
az çok da akıl sahibi iken, sorunun
yarattığı sosyal ve ekonomik yıkım
bu kadar büyük iken, neden iklim
değişikliği tehdidine hala kökten çözüm üretemiyoruz? 2013 de bu zor
soruya yanıt aradığımız bir yıl oldu.
2014’te bizler yanıtlarımızı tartışa
duralım, doğa yine kendi yanıtını
verecektir ama biz duyacak mıyız
acaba, ne dersiniz?
*CSR Consulting Turkey, Yönetici
Ortak
Bahar Keskin*:
“2014’te Çalışkan ve Tembelleri
Birbirinden Ayırabileceğiz!”
2014’ün önemli gelişmelerinden
biri birkaç yıldır çalışmaları devam
eden Borsa İstanbul Sürdürülebilirlik Endeksi’nin hayata geçmesi
olacak. Endeks’in 2014’ün ilk çeyreğinde hesaplanmaya başlanması
hedefleniyor. İlk aşamada BIST 30
Endeksi’ne, Mayıs-Temmuz aylarında yapılacak ikinci değerlemede ise
BIST 50 Endeksi’ne dahil şirketlerin değerlemeye tabi tutulması, sonrasında ise kapsamın daha da genişletilmesi
öngörülmüş. Beklentim o
ki, Borsa İstanbul 50 listesinde işlem gören tüm şirketlerin yer alacağı bu
Endeks ülkemizde kurumsal yönetim ve şeffaflık uygulamalarının
artmasına önemli katkı sağlayacak. Endeks
bir tür karne olacak; Endeks’te iyi
bir yer edinmek isteyen şirketler
için sürdürülebilirlik kapsamındaki
risk ve fırsatların yönetimi daha da
önem kazanacak. Sürdürülebilirlik
performansını sürekli yükseltmeyi hedefleyen “Leader” yani öncü
şirketler açısından bu Endeks kendilerini göstermek için çok iyi bir
fırsat olacak. “Follower” yani
takipçi şirketler içinse sürdürülebilirlik bir kurumsal iletişim uygulaması
olmaktan yavaş da olsa
çıkıp, şirketin faaliyet
alanlarında, hatta tedarik
zincirinde uygulanan temel ilke haline gelecek. Bunun
yanında Sürdürülebilirlik Endeksi’nde
son sıralarda yer al-
mak veya son sıralarda yer alacağının farkında olmak, “Laggard” yani
arkadan gelen şirketleri sürdürülebilirliğin temel taşı olan ”Hesap Verebilirlik ve Şeffaflık” prensiplerini
uygulamaya teşvik eden en önemli
unsurlardan biri haline gelecek.
*CSR Consulting Turkey, Yönetici
Ortak
OCAK 2014 / EKOIQ 39
2014’E GİRERKEN
Rifat Ünal Sayman*:
“Yerel Seçimler
Bir Şans Olabilir”
Geride bıraktığımız 2013 yılına bilim insanlarının katkı ve başarıları
damga vururken uluslararası siyaset
sınıfta kaldı. Bilim insanları, IPCC
5. Değerlendirme Raporu çalışmaları kapsamında, iklim değişikliğinin
doğa üzerinde geri dönüşü olmayan
tahribat yaptığını kesin bulgularla
ortaya koydular. İnsanoğlu artık
400 ppm’i aşan yoğunlukta CO2 içeren bir atmosferde yaşıyor. İklim sistemi için kritik eşiklerin aşılmasının
önüne geçilmesini amaçlayan 2 °C
hedefinden artık sadece 1 °C derece
uzaklıktayız. Bilim insanları, seragazı salımları artış oranının bu hızda
devam etmesi halinde, gezegendeki
ısınmanın 2°C’yle sınırlı kalmayacağını da tespit ettiler. Bilim dünyası,
yaptığı bu tespitlerin yanı sıra, özellikle yenilenebilir enerji konusunda
geleceğimize katkı sunmaya devam ediyor. MIT’nin yaptığı yakın
tarihli bir araştırmanın sonuçları,
2004’den itibaren inovatif güneş
enerjisi ve rüzgâr enerjisi ile ilgili
patent sayılarının yıllık %13 ile
%19 oranında arttığını ortaya koyuyor. Teknolojide yaşanan bu gelişmeler, yenilenebilir enerji üretiminin ekonomik maliyetlerini giderek
aşağı çekiyor.
Bilim dünyasının bu katkılarına ve
uyarılarına rağmen, uluslararası
siyaset, küresel iklim değişikliğiyle
mücadele konusunda üzerine düşeni yapmaktan çok uzak. Filipinler’de
6 bin insanın ölümüne ve 6 milyar
dolar hasara neden olan Haiyan
Tayfunu ile denk düşen Varşova 19.
Taraflar Toplantısı’nda, dünya devletleri bir kez daha iklim değişikliği
konusunda harekete geçme iradesi
ortaya koymayacaklarını gösterdi.
2015 yılında Paris’te düzenlenecek
40 OCAK 2014 / EKOIQ
21. Taraflar Toplantısı’nda Kyoto
sonrası dönemi düzenleyecek yeni
bir iklim rejimi kuracak uluslararası
anlaşmaya ilişkin beklentiler artık
tamamen kaybolma noktasına geldi.
Buna rağmen, 2013 yılında Başkan
Obama’nın iklim eylem planı, küresel salımların azaltılmasına yönelik
az da olsa bir umut ışığı sundu.
2014 yılında bir diğer uluslararası süreç, Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin
(MDGs) süresinin dolmasıyla yerine
geçecek yeni Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDGs) olacak.
2014 Eylül ayında tamamlanması
beklenen ve 2015-Sonrası olarak
adlandırılan süreç, iklim değişikliği
müzakerelerine oranla daha başarılı bir seyir gösteriyor. MDG’lerin
aksine, SDG’lerin başta su olmak
üzere çevre konularını da içermesi
bekleniyor.
Türkiye açısından 2013 oldukça
önemli bir yıldı. Türkiye’de çevre
duyarlılığının eriştiği noktayı gösteren “Gezi Olayları”, kamu ve özel
sektör yatırımlarında halkın ve sivil
toplumun katılımının sağlanmasının önemini ortaya koydu. Bakanlığın, 2013 sonunda başlattığı ve
2014 yılında devam edecek olan
İzleme, Raporlama ve Doğrulama
(MRV) projesi sera gazı salımlarının
kontrolü açısından önemli bir adım.
2013 yılında meydana gelen bir
başka önemli gelişme, Türkiye’nin
uluslararası kuruluşlarla geliştirdiği yakın işbirliği oldu. Başta UNDP
olmak üzere, birçok uluslararası kuruluş bölgesel ofislerini İstanbul’a
taşıyor. “İklim Platformu” tarafından düzenlenen ve CEO’lar ile
AB Bakanı ve Amerikan Enerji
Bakanı’nı bir araya getirerek iklim
konularında fikir alışverişi yap-
malarını sağlayan yuvarlak masa
toplantıları da, yine 2013 yılının
önemli gelişmeleri arasında yer alıyor. Madalyonun öbür tarafında,
Türkiye’nin 2013 yılı iklim karnesi
yine zayıftı, Germanwatch 2014
İklim Değişikliği Performans İndeksi sıralamasında 61 ülke arasında 54. olduk. Ulusal anlamda bir
diğer olumsuz gelişme, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’na bağlı İklim
Değişikliği Daire Başkanlığı’nın ve
Hava Yönetimi Dairesi Başkanlığı
ile birleşmesi oldu. Sene sonunda,
yavaşlamış bulunan AB uyum süreci, yeni bir faslın açılması ile kısmen
de olsa hareketlendi.
2014 yılında üç önemli seçim yaşanacak.
Seçim
kampanyaları
Türkiye’nin yeni dönemdeki çevre
politikalarının nasıl şekilleneceğine
ilişkin önemli ipuçlarını taşıyabilir.
REC Türkiye olarak, 2014 ve 2015
yıllarında özellikle yerel yönetimlerinin çevre kapasitelerinin artırılması için önemli bir proje yürüteceğiz. Yerel yönetim seçimlerinin
yapılmasını bu açıdan şans olarak
görüyoruz. Türkiye, geçtiğimiz
dönemde birçok önemli AB çevre
direktifini uyumlaştırdı. Seçimler
sonrasında, AB uyum sürecinde,
uyumlaştırma yerine artık uygulamanın öne çıkması gerekiyor. Uygulama safhasında da özellikle yerel
yönetimlerin rolü ön plana çıkacak.
Daha iklim dostu ve daha sürdürülebilir bir yıl temennisiyle…
?
* REC Türkiye Direktörü
Gizem Keçeci*:
“Kurumsal
İşbirlikleri Artacak”
Vodafone Grubu dünyanın dört
bir yanında herkes için daha sürdürülebilir bir hayatı mümkün kılma
misyonu ile sorumlu ve etik şekilde
faaliyetlerini yürütüyor. Sürdürülebilirliğe yaklaşımımız, öncelikle içinde
yaşadığımız toplumun yaşam kalitesini artırmak hedefi ile mobil ve internet teknolojilerinin erişilebilir olması
ve etkin şekilde kullanılması esasına
dayanıyor.
Bu yaklaşım paralelinde sürdürülebilirlik çalışmalarımızı ekonomik, çevresel ve sosyal yatırımlarımız olarak,
üçayaklı bir modelde ele alıyoruz.
Yaptığımız yatırımlarla bir yandan istihdamın artmasına katkı sağlayarak
ekonomik büyümeyi teşvik ederken,
diğer yandan sosyal iş modellerinin
gelişmesinde öncü bir rol oynuyoruz.
Ayrıca tüm iş süreçlerimizde enerji
verimliliğini esas alarak çevreye olan
etkimizi en aza indirmeyi hedefliyoruz.
Daha az enerji tüketen telekomünikasyon şebeke ekipmanları, veri
merkezleri ve binalar kullanarak, bu
enerji ve atık yönetimi konusunda
çözümler uyguluyoruz. Baz istasyonları, santral, veri merkezleri, binalar
ve araç filomuzdan kaynaklanan seragazı salımını azaltmaya yönelik çalışmalarımız devam ediyor.
www.yesilesaygili.com
adresinden
imzaya açılan “Yeşile Saygılı Kırmızı” manifestomuzda atıklar, geri
dönüşüm, enerji verimliliği, su, kâğıt
kullanımı, doğaya uygun yaşama gibi
konularda tedbirlerimiz yer alıyor.
Sürdürülebilirlik ekseninde hayat
verdiğimiz operasyonları şeffaf bir
şekilde paydaşlarımıza sunmak üzere hazırladığımız Sürdürülebilirlik
raporumuzla, Türkiye’de ilk kez,
dünya çapında referans kabul edilen
AA1000 Güvence Belgesi’ni almaya
hak kazandık. Rapora göre, hayata
geçirdiğimiz verimlilik uygulamalarıyla 11 milyon TL’den fazla tasarruf
elde ederken, 8700 adet ağacın kesilmesinin önüne geçtik.
Yeşil Teknoloji Programı kapsamında 2011-2012 mali yılında yaklaşık
2300 apartman dairesinin yıllık elektrik tüketimine denk gelen, toplam
5,5 milyon kWh enerji tasarrufu sağladık. Böylece, dünyanın etrafını 288
kez dolaşmak için harcanacak karbondioksite eş, 3300 ton karbondioksit salımının önüne geçtik. 2011-2012
mali yılında baz istasyonlarımız, veri
merkezlerimiz ve ofis binalarımızda,
toplam 9 milyon TL’lik enerji tasarrufu sağladık.
Karbon ayak izini azaltma hedefinin
önemli bir uzantısı olarak atık yönetimi alanında da önemli çalışmalar
gerçekleştirdik. Çeşitli kampanyalar
aracılığıyla müşterilerimizi e-faturaya
özendirmeye yönelik çabalarımız
neticesinde, 2011-2012 mali yılında
toplam 511 ton kâğıt kullanımını önleyerek, 1 milyon TL’ye denk gelen
tasarruf elde ettik.
Bu çalışmalarla 8700 adet ağacın
kesilmesinin önüne geçtik. Sağladığımız kâğıt tasarrufu, kâğıtlar üst üste
yerleştirilirse 32 Eyfel Kulesi’nin yüksekliğine denk geliyor.
Atık yönetimi stratejisi kapsamında,
faaliyetlerimiz sırasında oluşan bina
ve şebeke kaynaklı atıklar ile müşterilerimizin kullanmadığı cep telefonlarını değerlendirip hammaddeye dönüştürerek ekonomiye kazandırmak
üzere de önemli çalışmalar yürütüyo-
ruz. Toplam 120 adet bisikletin üretilebileceği 1280 kg ağırlığında metal
atığı geri dönüşüme gönderdik. Ayrıca çoğunluğu network kaynaklı atıkların geri dönüşümü ile 2011-2012 finansal yılında 1,3 milyon TL tasarruf
sağladık.
Sürdürülebilirlik konusunda İklim
Platformu, WWF-Türkiye, İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği, AKÜDER, ÇEVKO ve TEMA
gibi sivil toplum kuruluşlarıyla çok
önemli işbirliklerimiz bulunuyor.
WWF ile Nisan 2011’de başlattığımız
ortaklığımızla doğadaki ayak izimizi
azaltmaya yönelik çalışmalar yapıyoruz. Ayrıca WWF’in iklim değişikliğiyle mücadeleye dikkat çekmek için
gerçekleştirdiği Dünya Saati uygulamasına bu sene ana sponsor olarak
destek verdik.
Bakım ve koruması Ege Orman
Vakfı’nca yapılan 70 bin ağaçlık Bakioğlu Ormanı’nda “Ormanlarımız
Yanmasın Erken Uyarı Telemetri
Sistemi”ni hayata geçirdik. Proje
kapsamında yerleştirilen sensörlü cihazlar; yangın durumunu algılıyor.
Bu sistemle eşzamanlı olarak Ege
Orman Vakfı ve Orman ve Su İşleri
Bakanlığı ortaklığında gerçekleştirilen Çeşme–Ildırı ağaçlandırma proje
sahasının 5 hektarlık kısmında Vodafone İzmir Ormanı’nı kurduk.
2014 yılında da sürdürülebilirlik
konusunda bilinçlendirme ve diğer
kurumlar ile işbirliği çalışmalarımızı
artırarak devam ettirmeyi ve yeni sürdürülebilirlik raporumuzu paydaşlarımız ile paylaşmayı hedefliyoruz.
* Vodafone Türkiye Kurumsal
İlişkiler ve Çeşitlilik Direktörü
OCAK 2014 / EKOIQ 41
2014’E GİRERKEN
?
Dr. Uygar Özesmi*:
“Bir Sonraki
Yıl Nasıl
Bir Öncekinden
İyi Olur?”
Geçmiş yılın son 20 yıldan pek
farkının olduğunu söylemek zor.
İnternet teknolojilerinin giderek
yaygınlaştığı bu dönemde aynı ivme
ile doğanın insan eliyle yok edilişi
de arttı. Bu gidişatı değiştirecek tek
umudumuz, sistem teorisi hakkında bildiklerimiz. Halihazırda dünyanın yaşam destek üniteleri iflas
ediyor ve bunun nedeni doğanın
yok edilmesine dayalı büyüme ekonomisi. Büyüme ekonomisinin vazgeçilmez olmasının nedeni ise, insanların günlük yaşamlarının, yani
hayatta kalmalarının borçlanmaya
bağlı para sistemiyle bütünleşmiş
olması. İşin kısası, mevcut durumda
bizi besleyen şirketler büyüyemez
ise iflas ediyor. Büyüme ve doğayı
sömürme hayatta kalmanın şartı haline getirilmiş.
Farz edelim büyümedi ve çalıştığınız kurum veya sahibi olduğunuz
işletme iflas etti. Evinize para götüremediniz, kiranızı ve elektrik faturanızı ödeyemediniz, bakkaldan yiyecek alamadınız. Ne yapacaksınız?
Sizin ödeme yapamamanız bunları
size sağlayan şirketlerin ve insanların da gelir kaybı demek. Sonra
iflaslar peş peşe gelmeye başladı,
etrafınızdaki insanların %80’i aynı
durumda. Şimdi ne yapacaksınız?
Filipinler’i Kasım ayında vuran Haiyan Tayfunu benzerleri, diyelim bütün kıyılarda sıklıkla olmaya başladı
42 OCAK 2014 / EKOIQ
ve deniz seviyesi 2 metre yükselerek bütün verimli tarım arazilerini
sular altında bıraktı. Hadi bakalım
şimdi ne yapacaksınız? Acılar çekip
yaşanması zor bir gezegende herkes
birbirini yedikten sonra herhalde
kalanlarla yeniden başlayacağız...
Buna çöküş ve diriliş senaryosu
diyelim.
Çöküş ve diriliş senaryosu sistem
sonuçlarından bir tanesi. Ancak
sistemin gideceği noktanın bu olması gerekmiyor. Dünya, insanın da
dahil olduğu bir sistem. Sistem bir
faz değişimi gerçekleştirerek doğa
ve kendisi ile barışık bir sistemi yaratabilir. Buna da büyük dönüşüm
senaryosu diyelim.
Peki, bu büyük dönüşümü nasıl
gerçekleştireceğiz? Dönüştürmek
üzere yola çıkmadan önce iki
önemli düşünürün sözlerine kulak
verelim. Albert Einstein demiş ki:
“Problemleri o problemleri yaratan düşünce seviyesi ile çözemeyiz”. Yani problemleri doğrusal
düşünce ve büyüme ekonomisiyle
çözemeyiz. Problemleri doğayı ve
birbirimizi sömürerek ve tüketerek çözemeyiz. Tamam, peki o zaman nasıl çözeceğiz. Buckminster
Fuller’a kulak verelim: “Mevcut
gerçekliğe karşı mücadele ederek
birşeyleri değiştiremezsin, birşeyi
değiştirmek için önceki modeli gereksiz kılan yeni bir model
kurmalısın”. Bunu böyle soyut bırakmayalım, bir örnek verelim. Örneğin dijital fotoğrafların kimyasal
fotoğrafları gereksiz kılması gibi.
Dijital fotoğraflar son 20 yılda nasıl kimyasal fotoğrafları tarihe gönderdiyse, mevcut ekonomik sistemi
de tarihe gönderecek prensiplere
bağlı bir yeni “güven ekonomisi” kurulması ile büyük dönüşüm
mümkün olacak.
Bu yeni güven ekonomisinin örneklerinden biri Good4Trust.org ve
yeni yılda bizlerle olacak. Prensipleri ise, başkalarına kendisine davranılmasını istediği gibi davranan
(altın kuralı), böylece eylemleriyle
toplum ve gezegen için değer yaratan bir ekonomi. Öyle bir ekonomi
ki, varlıkları topluma ve gezegene
değer katacak ürün ve hizmetler
üretmek üzere özenle bir araya getiriyor veya dönüştürüyor. Bireyler
tüketmek yerine türetiyor. Bu sayede doğadaki gibi tam bir dönüşüm
söz konusu. Nasıl bir sistem olarak
ormanın doğaya zararı yoksa, aynen insan ekonomisi bir orman gibi
doğaya zarar vermeden hatta artı
değer yaratarak var olmayı başarabilir. İşte o zaman her geçen yıl bir
önceki durumdan daha kötü olmaz
ve her yeni yıl bir önceki yıla göre
iyiye doğru dönüşmüş olur.
*Change.org Türkiye Direktörü
Neylan Süer*:
“2014’te Binlerce Çocuğumuza
ve Ailesine Daha Ulaşacağız”
Bosch Ev Aletleri olarak, insana ve
doğaya karşı saygılı ürünler üretme anlayışı, bizim iş süreçlerimizin
temelini oluşturuyor. Bu anlayış,
Bosch’un DNA’sına işlemiş durumda ve 125 yıldır dünyada, 100 yılı
aşkın süredir de Türkiye’de bu felsefe ile üretim yapıyoruz. “Yaşam
için teknoloji” sloganı çerçevesinde
geliştirdiğimiz doğa dostu teknolojilerle enerji ve su tasarrufu, doğal kaynakların bilinçli kullanımı,
karbon ayakizinin azaltılması, atık
yönetimi gibi sürdürülebilirlik şemsiyesi altında bulunan birçok farklı
konuya dikkat çeken bir markayız.
İyi bir kurumsal vatandaş olmanın
verdiği sorumluluk ve toplumsal
gelişime katkı sağlamak hedefi
ile uzun yıllardır “çevre ve eğitim
odaklı projeler” hayata geçiriyor,
etkisi ve yaygınlığının gücüne inandığımız projeleri de tüm gücümüzle
destekliyoruz.
2011 yılında 5 Haziran Dünya Çevre
Günü ile birlikte yayın hayatına başlayan yeni web sitemiz Bosch Çevre Kulübü ile çevre bilincine sahip
nesiller yetiştirilmesine katkı sağlamaya devam ediyoruz. Türkiye’nin
dört bir yanından 15 bin çocuk üye
sayısına ulaşan Bosch Çevre Kulübü web sitemizle binlerce çocuğumuza daha ulaşmayı hedefliyoruz.
Çevre ve eğitim odağında 2008’den
bu yana desteklediğimiz projelerden biri de Yeşil Kutu Çevre Eğitimi Projesi. Sürdürülebilir kalkınma
ve çevre eğitiminin geliştirilmesini
amaçlayan Yeşil Kutu Projesi kapsamında gelecek nesillere çevre bilinci
aşılamayı hedefliyoruz. Proje kapsamında Türkiye çapında toplam 11
bin öğretmen ve 1 milyonu aşkın
öğrenciye ulaştık.
National Geographic Channel ile
2012 yılı itibariyle başlayan işbirliğimiz çerçevesinde doğa dostu hareket projesini hayata geçirdik. Bu
işbirliğimiz kapsamında NatGeo
kâşifi Thomas Culhane’i Türkiye’ye
getirerek, İstanbul, İzmir ve Ankara
olmak üzere toplam üç ilimizde, altı
farklı üniversitede, 10 binlerce gencimiz için çevre seminerleri düzenledik. Gençlerimizi iklim değişikliği,
çevre koruma ve sürdürülebilirlik
konularında bilgilendirdik. Ayrıca
National Geographic Türkiye’nin
çektiği Bozayının İzinde: Sarıkamış belgeseline sponsor olduk. Ülkemizin nadide sık ormanlarından
Sarıkamış’ta, bozayıların izlenmesi
ile yaban hayatın sürdürülebilirliğine katkı sağlayacak böyle önemli
bir bilimsel araştırmaya Bosch olarak destek vermekten gurur duyuyoruz.
2008 yılında hayata geçirdiğimiz ve
çok önem verdiğimiz bir projemiz
de Bosch Çevre Çocuk Tiyatrosu.
Adım adım gezdiğimiz Anadolu’da
çocukları tiyatroyla buluşturan bu
proje kapsamında toplamda 80 bine
yakın çocuğumuza ve ailelerine ulaşarak, çevre koruma bilinci, doğa
ve hayvan sevgisi aşılamış olduk.
Yeni sezonda Eylül 2013 - Haziran
2014 tarihleri arasında tiyatromuz
toplam 76 temsil gerçekleştirerek,
daha binlerce çocuğumuza ve ailesine ulaşacak.
Uzun yıllardır yatırımını yaptığımız ve gönülden desteklediğimiz
projelerimizi, 2014 yılında da yeni
uygulama ve içeriklerle sürdürmeyi,
geliştirmeyi planlıyoruz.
* Bosch Ev Aletleri Pazarlama
Müdürü
OCAK 2014 / EKOIQ 43
2014’E GİRERKEN
Cansen Başaran-Symes*:
“Tüm Şirketler, Hangi Tarafta
Olduklarını Seçmek Zorundalar”
Bu sene Varşova’da gerçekleştirilen
19. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nın (COP
19) Filipinler’de yaşanan tayfunun
gölgesinde başlaması herkese iklim değişikliğinin ulaştığı boyutları
bir kez daha hatırlattı. Konferansta
Avusturalya hükümetinin 2020 yılı
salım azaltma hedefini %25’ten %5’e
çekerek iklim değişikliğine daha fazla bütçe ayırmayacağını açıklaması
eleştirilirken, Japonya’nın 2020 yılı
için salım azaltma hedefini %3,8 olarak revize etmesi hayal kırıklığına
yol açtı. Öte yandan, karbon salımının büyük kısmına yol açan Çin ve
ABD’nin salım azaltma hedeflerini
yüksek tutması, yenilenebilir enerjiye yatırım planlarını açıklaması ve
ABD’nin emisyon artışıyla mücadelede ve biyoçeşitliliğin korunmasında
gelişmekte olan ülkelere destek sağlayacağını duyurması bu yılki dikkat
çeken olumlu gelişmeler arasında
yer aldı.
Tüm bu gelişmeler sırasında Türkiye, Germanwatch’un her sene yayımladığı İklim Değişikliği Performans Endeksi’nde 58 ülke içinde
50. sırada yer alarak, maalesef “en
kötü ülkeler” kategorisine girdi.
Karbon salımı halen sanayileşmiş
ve diğer gelişmekte olan ülkelerin
gerisinde olan Türkiye’nin gerekli
önlemleri almadığı takdirde 2030 yılında karbon salımının bugünkü seviyesinin üç katına çıkacağı tahmin
ediliyor. Bu sene İklim Değişikliği 5.
Bildirimi’ni yayımlayan Türkiye’nin
özellikle enerji verimliliği, su kullanımı, ormanlık alanların korunması
ile stratejik sektörlerde ve etkin bir
çevre yönetimi gibi konularda öncelikli olarak adım atması gerekiyor.
44 OCAK 2014 / EKOIQ
2013 yılında hükümetler ve uluslararası toplum sürdürülebilirlik
konusunda yeterli adımları atmadığı için eleştirilirken, özel sektörün
sürdürülebilirliğe ilişkin müzakerelere daha çok dahil olma çabası,
iş dünyasının gündemindeki değişimi göstermesi açısından oldukça
önemliydi. 2013’te iş dünyasındaki
gelişmelere baktığımızda teknolojinin, sürdürülebilirlik stratejilerinin bir parçası haline geldiğini,
şirketlerin özellikle operasyonlarda
verimliliği sağlama, enerji ve su kullanımını azaltma gibi alanlarda inovatif çözümlerle rekabet ettiklerini
görüyoruz. Bu durum şirketleri, sadece yeni ürün veya hizmet ile değil
sürdürülebilirlik alanında da yarışacakları bir dönemin beklediğinin
habercisi…
2013 yılının bir başka olumlu gelişmesi ise dünya genelinde şirketlerin
sürdürülebilirlik raporlaması standartlarının gelişmesi ve raporlama
kalitesinin artması oldu. Global
Compact Türkiye Yerel Ağı’nın üye
sayısının 2013 yılında 265’e ulaşma-
?
?
sı ve ülkemizde sürdürülebilirlik raporlamasının hem niceliğinin hem
niteliğinin genel olarak artması da,
Türk iş dünyası gündeminin dünyaya paralel ilerlediğini gösteriyor. Bu
sene uluslararası platformlarda oldukça tartışılan entegre raporlama
konusunun, Türkiye’de sürdürülebilirlik endeksinin hayata geçeceği
2014’te gündemimizde daha çok
yer alması kaçınılmaz.
Kısaca özetlersek 2013 yılı, hükümetler ve uluslararası örgütlerce
sürdürülebilir bir gelecek için ortak
irade ve aksiyon çabalarının devam
ettiği, iş dünyasında ise sürdürülebilirlik konusunda çizgilerin daha da
netleştiği bir yıl oldu denebilir. Yakın gelecekte tüm şirketler çizginin
ya bir tarafında ya da diğer tarafında yerlerini seçecekler. Sürdürülebilirlikten yana seçimini yapmayan
şirketleri ise alışılagelmiş iş yapış
biçimleriyle bu yarışta tutunmanın
daha da zor olacağı bir yıl bekliyor.
* TÜSİAD Kurulu Üyesi ve Şirket
İşleri Komisyonu Başkanı
Tolga Baştak*:
“2014’te Doğayı Kullanmaktan,
Korumaya Geçmeliyiz”
?
?
Küresel gündeme 2013 yılında,
IPCC 5. Değerlendirme Raporu’nun
ortaya koyduğu küresel ısınma gerçeklerinin ve akabinde Varşova’da
hayal kırıklığıyla sona eren İklim
Zirvesi’nin damga vurduğunu söylemek mümkün. Türkiye’de ise kısaca,
bir yandan çevresel bilincin arttığına,
bir yandan da özellikle büyük ölçekli
altyapı ve enerji yatırımlarının doğayı
tahrip ettiğine şahit olduğumuz bir
yıl geçirdik.
Gezegenimizdeki gidişatın sürdürülebilir olmadığı hepimizin bildiği ve
yaşadığı bir gerçek. Artık, daha az
kaynaktan en az şimdiki kadar, hatta daha fazlasını elde etmek için yeni
yollar bulmamız gereken bir noktadayız. Tüm ülkeler “ortak çıkar” için
elini taşın altına koymak ve üzerine
düşen sorumluluğu yerine getirmek
zorunda. Diğer yandan iklim değişikliğinin ciddi olarak varlığımızı
tehdit ettiğini her geçen gün yeniden
hatırlıyoruz. Ne denli yıkıcı sonuçlarının olabileceğine bir kez daha
Filipinler’de yaşanan felaketle şahit
olduk. Ancak ne yazık ki hâlâ Doha
ve Varşova gibi zirveler dişe dokunur
bir karar alınmadan sona eriyor. Karbon emisyonlarında akılcı ve fark yaratan azaltım politikaları oluşturması
gereken gelişmiş ülkelerin, 2014’te
Peru’da gerçekleşecek zirvede etkin
kararlar almasını bekliyoruz. Küresel karbon emisyonlarının %55’inden sorumlu olan beş ülke sera gazı
emisyonlarını azaltmak için ortak bir
çabaya girmediği sürece gezegenimiz
için anlamlı bir değişimden bahsetmemiz mümkün olmayacak.
Türkiye’de ise geçtiğimiz yıllar göz
önüne alındığında tablo pek farklı
değil. 2013 yılı, biyolojik çeşitlilik ve
ekosistem üzerindeki baskıyı artıra-
cak üçüncü köprü, Kanal İstanbul
ve benzeri inşaat projelerini, daha
büyük ölçekte tahribata sebep olabilecek Tabiat Kanunu tasarısını ve
sürdürülebilir olmayan enerji yatırımlarını tartışarak geçti. Hâlihazırda
TBMM Genel Kurul gündeminde olan
ve doğayı korumaktan çok kullanmanın önünü açacak düzenlemeler
getiren Tabiat Kanunu’nun, 2014’te
katılımcı bir müzakere süreciyle taraf
olduğumuz uluslararası sözleşmelerle uyumlu bir şekilde yeniden hazırlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Enerjide arz güvenliği sağlamayı
merkeze alırken, çevresel performansları hedeflerine dâhil etmeyen
ve yenilenebilir enerji hedeflerini hidroelektriğe çevirerek güneş ve rüzgâr
gibi potansiyellere hak ettiği teşviki
vermeyen Türkiye’nin, destek mekanizmalarını iyileştirmesi gerekiyor.
Ayrıca, Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele konusunda benimsediği
“bekle ve gör” politikasını terk edip,
iklim biliminin gösterdiği doğrultuda
harekete geçmesi, küresel çözümün
parçası olmak için ülkemizin kömüre
dayalı enerji vizyonunu bir kenara
bırakması, enerji verimliliği, yenilebilir enerji ve iklim değişikliğine uyum
politikalarını etkin bir biçimde hayata
geçirmesi gerekiyor.
Son 20 yılda Türkiye’de kişi başına
düşen su miktarının, 4000 m3’ten
1519 m3’e gerilediğini de unutmamak gerek. Son hızla su fakiri olma
yolunda ilerleyen Türkiye, küresel
iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkeler arasında. Çözülmesi
gereken sorun; su temin ettiğimiz
ekosistemlere zarar vermeden, yeterli
miktarda ve kalitede su elde etmek.
Bunun için de suyun akılcı yönetiminin tarım sektörü başta olmak üzere,
suyun kaynak oluşturduğu tüm sektörlerde hayata geçirilmesi gerekiyor.
Artan nüfus ve tüketim alışkanlıkları
su kaynaklarımız üzerindeki talebin
ve baskıların da artmasına neden
oluyor. Özellikle plansızca hayata
geçirilen ve nehir ekosistemlerimiz
üzerinde geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açan HES yatırımlarının
mutlaka “sürdürülebilirlik kriterleri”
etrafında yeniden ele alınması gerektiğine inanıyoruz. 2014 yılında, AB
mevzuatıyla uyumlu, havza bazında
su yönetimine geçiş konusunu içinde
barındıran Su Kanunu tasarısının,
katılımcılık ve bütüncül planlama konularındaki eksiklerini ortadan kaldırarak yenilikçi bir yaklaşımla hayata
geçmesini diliyoruz. Ayrıca, su yönetiminde “su ayakizi ve su koruyuculuğu” gibi yenilikçi yaklaşımların
gündeme getirilmesini bekliyoruz.
WWF-Türkiye olarak, 2014 yılında
da gerek ayakizini azaltmaya yönelik,
gerek doğa korumaya yönelik projelerimizle, insanın doğayla uyum içinde yaşayabileceği bir geleceğin inşası
için çalışacağız. Faaliyetlerimizi “ortak risk” ve “ortak sorumluluktan”
yola çıkarak belirlemeye ve daha etkin ve uzun vadeli sonuçlara ulaşmak
için iş dünyası ve kamu kurumlarıyla
işbirlikleri kurmaya devam edeceğiz.
Hepimizin bağlı olduğu ekosistemleri ve barındırdığı türleri, ancak
doğanın insan sağlığı ve refahında
oynadığı merkezi rolü kavrayarak
koruyabiliriz. Geleceği, bizden sonraki kuşaklar adına güvence altına
almak için karar vericilerin, özel
sektörün ve bireylerin bu gerçekleri
acilen politika ve eylemlere dönüştürmesi gerekiyor.
* WWF-Türkiye Genel Müdürü
OCAK 2014 / EKOIQ 45
2014’E GİRERKEN
Serra Titiz*:
“Değişim Talebi
Tabandan Gelmeli”
Nisan-Mayıs aylarında iki aylık bir
Amerika gezim oldu. Eisenhower
fellowship gezimdi bu benim. Gezimin odağı sürdürülebilirlik ve sosyal
inovasyondu. 12 farklı şehre gittim
ve buralarda yeni sürdürülebilirlik
uygulamalarını yakından görme fırsatı buldum, sosyal girişimcilerle
tanıştım. Öğrendim ve ilham aldım.
Sürdürülebilirlik uygulamalarında
Amerika’nın batısı ile doğusu arasında büyük fark var. Batı konuyu
içselleştirmiş, doğu henüz öğrenme
aşamasında. Batı’da San Fransisco,
Seattle ve Portland’a gittim. Bu üç
şehir sürdürülebilirliğin merkezi
gibiler, hayatın parçası olmuş sorumlu davranış biçimi. Kopenhag’da
sokaklarda yürürken tasarım dokunuşlarını hissedersiniz, Portland’da
yürürken de sürdürülebilir yaşam
esintilerini.
Binaların tepelerindeki rüzgâr panellerinden, sokakta şeker yerine
tohum satan makinelere, her türlü
kafe restoran ya da okul kampüsündeki kompost kutularından, tek bir
plastik poşet görmüyor olmaya kadar hayatın parçası olmuş sürdürülebilirlik bilinci.
Şehir planlarının oluşturulduğu, “yaşayan binalar” konseptinin geliştirildiği, “geleceği karşılama” girişimlerinin ağır bastığı anlayışlar yaşamı
çevrelemiş.
Vatandaş katılımcılığının zirve yaptığı yerler bunlar. Yerel belediyeciliğin
ön plana çıktığı, üniversitelerin endekslerle birbirini karşılaştırdığı bir
ortam.
Diğer yandan iş dünyasını etki alanını görmeye ve sürdürülebilir kalkınmaya hizmet etmeye teşvik eden B
Corp girişimi başlamış yine batıdan.
?
46 OCAK 2014 / EKOIQ
Bugün B Corp 29 ülkeye yayılmış,
894 şirketin dahil olduğu bir “sosyal
şirket” hareketi.
Sürdürülebilir kalkınmaya hizmet
eden “bilinçli” (conscious) şirketler
bunlar. Lügatlarındaki kelimeler:
Empati (empathy), kâr optimizasyonu (profit optimization), ortak
değer (shared value), kolektif etki
(collective impact), gıda adaleti
(food justice), sosyal adalet (social
justice), izlenebilirlik (traceability),
sosyal etki (social impact), etik tedarik zinciri (ethical supply chain)
ve “anchor” organizations. Anchor
organizations’a ya da “çıpa atmış
kurumlara dikkat” çekiliyor. Bu kurumlar toplumun ayrılmaz bir parçası olmuş üniversiteleri, hastaneleri,
büyük şirketleri içeriyor.
Seattle Impact Hub’da bir kokteyle katıldım, 200 kişi dünya çapında
genç sosyal girişimcilerin geliştirdiği
sosyal inovasyonları dinlemek için
gelmişti.
İşte bunlar oluyordu, bunlar konuşuluyordu. Ve bunları konuşanlar
insanlardı. Ve onların yaptıkları tercihlerdi. Portland’da yaşamaya karar
verip yapacağı işi sonradan bulan insanlar, iş yoksa işi yaratan insanlar.
Vatandaş katılımcılığı ile değişimi insanlar kendileri yaratıyordu. Olması
gereken de bu. Tabandan gelmeli
talep, yerel hareketler politikaları
değiştirebilmeli. Devlet politikaları
da vatandaş katılımcılığını teşvik etmeli tabii.
Türkiye’ye bakınca politikalardaki
zayıflık insanlardaki katılımcılığı teşvik etmiyor ne yazık ki ama tabandan gelen harekete de engel olmak
mümkün değil.
Türkiye’de bugün her koldan bir
katılımcılık girişimi görüyoruz. İnsanlar paylaşmak, sorgulamak ve değiştirmek istiyorlar. Gençler “dahil”
olmak ve “seslerini duyurmak” istiyorlar, kamusal alanlarda hak talep
ediyorlar. Aslında zaten kendilerine
ait olan kamusal alanları “geri almak” istiyorlar.
Türkiye’de de 2013’te çok hızlı büyüyen ve gelişen bir sürdürülebilir
yaşam ve sosyal girişimcilik gündemi
vardı. Çarpan etkisi yaratarak tüm
sektörlere yayılacak bir yeni yaşam
düzeni toplumun tüm kesimlerini
içine çekmeye başlayacak diye düşünüyorum.
Türk iş dünyasında bugün insan
hakları konuşuluyor, iklim değişikliği stratejileri oluşturuluyor, şeffaflık
önem kazanmaya başladı ve de en
önemlisi sivil toplum şirketlerin iş
ortakları haline gelmeye başladı. “Bilinçli” şirket sayısı artıyor.
Diğer yandan sosyal girişimcilik, etki
yatırımcılığı (impact investment)
yükselen konular arasında; pek çok
koldan sosyal inovasyon teşvik ediliyor. Ancak daha alacak çok yol var
gibi…
Gençlerin sosyal inovasyona ilgisi
ve anlamlı hayatlar yaşama istekleri
Türkiye’de büyük değişimler yaratacak, buna inanıyorum.
Bugün Türkiye’de sürdürülebilir
kalkınma, sosyal girişimcilik, sosyal
inovasyon, hatta kurumsal sosyal
inovasyon konuşuluyorsa bu yarın
konuşulacaklar için temeli sağlam
bir altyapı oluşmakta olduğu anlamına geliyor.
* Mikado Consulting
http://exploresustainability.
blogspot.com
Fatma Çelenk*:
“Sürdürülebilirlik, Bugün
Artık Yaşayabilmektir”
Sürdürülebilirlik, gün geçtikçe
daha da önem kazanan bir kavram.
Dünya nüfusu ve enerji tüketiminde
meydana gelen artışla küresel ısınma ve beraberinde gelen çevresel
ve toplumsal sorunlar, yaşamımızı
ileride daha da çok etkileyecek konular olarak öne çıkıyor. Bu etkiler
ekonomiyle de yakından ilgili. En
hızlı büyüyen sektörlerden biri olan
inşaat sektörü, önümüzdeki dönemde de hız kesmeyecek. 2010’da %76
olan kentleşme oranının, 2015’te
%79 olması; kentli nüfusun da 55,7
milyondan 61 milyona çıkması bekleniyor.
Dolayısıyla konut talebindeki istikrarlı artış beklentisinin sadece
ekolojik değil, ekonomik ve sosyal
boyutları da bulunmaktadır. Mesela, karbondioksit gazının dünyadaki
salımının %50’si binalara ait. Enerjinin yüzde 40’ının da binalarda
kullanıldığı göz önüne alındığında
konunun önemi çarpıcı bir biçimde
ortaya çıkıyor. Sadece mevcut binaları bile enerji verimli binalar haline
getirerek %25’e varan enerji tasarrufu sağlanabilir. Bu da yılda 6-7
milyar dolar demektir.
Toplumda kültür değiştikçe alışkanlıklar da değişiyor. Daha önceleri ta-
sarrufun çok önemli olduğu üretim
toplumundan, tüketim toplumuna
geçtik. Ancak her şeyi tüketmeye
başlayınca tükenmeye başladığımızı
gördük. İşte bu noktada da sürdürülebilirlik ortaya çıktı. Sürdürülebilirlik bugün artık yaşayabilmektir.
Ancak bu da yetmez, bu yaklaşımı
yanınızdakilerin de benimsemesi gereklidir; bu sayede ve gelişime ayak
uydurarak geleceğe ilerleyebiliriz.
Bu kapsamda biz de, 50 yılı aşkın
faaliyet gösterdiğimiz gayrimenkul
alanında, enerji tasarrufuna destek
olacak, tüketicilerimizin yaşamına
artı değerler katacak, çevre dostu
projeleri uzman ekiplerimizle hayata geçiriyoruz. Uluslararası çevre
standartlarını hedef alarak, sürdürülebilir gelişimi destekleyecek, gelecek nesillerin yaşam kalitesinin
yükselmesine katkı sağlamak için
çalışıyoruz. Yalnız gayrimenkul
değil enerji, çimento ve döküm
sektörlerindeki faaliyetlerimizi de
sürdürülebilir yaşam anlayışı doğrultusunda çevreye ve toplum değerlerine saygılı olarak yürütüyor
ve kurum kültürümüzün bir parçası
olarak sürekliliği olan sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştiriyoruz.
Yukarıda açıkladığım nedenlerden
ötürü gelecek nesillere yaşanabilir
bir dünya bırakmak için yeşil bina
ya da diğer adıyla çevre dostu binalar inşa ediyoruz; bizce gelecek
yeşil binalarda yükselecek. Holding
binamız, var olan binalar kategorisinde Türkiye’de LEED sertifikası
kazanan ilk bina olma unvanına
sahip. Zincirlikuyu’da inşası devam
eden ve LEED Gold sertifikası adayı
Soyak SOHO, ‘Türkiye’nin En Başarılı Emlak Yatırımları 2012’ araştırmasında Yeşil Bina Kategorisi’nde
birincilik kazandı. İzmir’deki projemiz Soyak Mavişehir Optimus ve
Soyak Siesta LEED sertifikasına
aday projelerimiz.
Ayrıca 2011 yılında sera gazı emisyonları ve uzaklaştırmalarının
kuruluş seviyesinde hesaplanmasına ve rapor edilmesine dair bir
kılavuz niteliği taşıyan ISO 14064
Sertifikası’nı almaya hak kazandık.
2013’ün ilk ayında da Soyak, Yeşil
Konut Kredisi’yle gayrimenkul sektöründe bir ilke daha imza attı. Yeşil
bina sahibi olmayı teşvik etmek için
Yapı Kredi işbirliğiyle Türkiye’nin
düşük faizli ‘Avantajlı Yeşil Konut
Kredisi’ uygulamasını başlattı.
Soyak, European Business Awards
2013-2014 programında Türkiye’yi
ulusal şampiyon olarak temsil edecek finalistler arasında yer alıyor.
Sürdürülebilir yaşam yaklaşımı çerçevesinde gerçekleştirdiği çalışmaların sonucu olarak European Business Awards programının “Çevresel
ve Kurumsal Sürdürülebilirlik” (Environmental & Corporate Sustainability) kategorisinde Türkiye’yi temsil etme hakkına sahip oldu.
*Soyak Holding Kurumsal
İletişim Koordinatörü
OCAK 2014 / EKOIQ 47
2014’E GİRERKEN
Melda Çele*:
“2014 Paydaş
Diyalogları Artacak”
Geride bıraktığımız yılın sürdürülebilirlik gündemi devletler, iş dünyası
ve sosyal paydaşlar açısından farklı gelişmeleri içerdi. 19. BM İklim
Değişikliği Taraflar Konferansı’nda
(COP-19) yaşanan sınırlı ilerleme ve
iş dünyasının ve kamuoyunun gündeminden uzunca süre düşmeyecek
gibi gözüken tedarik zinciri skandalları gelecek adına umutsuz bir
tablo çizse de, herkes önümüzdeki
döneme dair derslerini çıkardı. 2014
yılı bu derslerin pratiğe geçmesi için
paydaşlar arası işbirliklerinin ve ortaklıkların arttığı bir yıl olacak.
COP-19’un zorlu müzakereleri, iklim değişikliği konusundaki liderlik ihtiyacını bir kez daha ortaya
koydu. Ancak önümüzdeki iki sene
içinde bu liderliğin oluşması için
gerekli ortam olgunlaşabilir. Zira
Uluslararası Enerji Ajansı Baş
Ekonomisti Dr. Fatih Birol, müzakerelerin önünü tıkayan ABD’deki
-kaya gazı ile- ve Çin’deki -enerji ve-
48 OCAK 2014 / EKOIQ
rimliliği ve yenilenebilir enerji projelerini hızla hayata geçirmesiyleşartların 2015 yılında müzakerelere
liderlik etmeye müsait olabileceğini
belirtti. 2015 yılında Fransa’da bu
iki büyük oyuncu kilidi açacak süreci başlatabilir. Bu bağlamda, 2014
yılında paydaşların daha çok bir araya geldiğini ve fikirlerin eyleme döküldüğünü görebiliriz. Tüm bu gelişmeler ışığında, Türkiye’nin süreci
yakından takip etmesi ve stratejilerini iş dünyası ve diğer paydaşlarla
beraber yeniden gözden geçirmesi
gerekiyor.
İş dünyasının sürdürülebilirlik gündeminde ise bu sene tedarik zinciri
skandalları vardı. Tüm dünyada tedarik zincirleri, coğrafi olarak genişledikçe daha da karmaşık bir yapıya
büründü. Bu durum bir yandan şirketlere daha az maliyetle daha geniş
pazarlara ulaşma imkanı sağlarken,
diğer yandan birçok riski de beraberinde getiriyor. İşte 2013 yılı ne
yazık ki bu risklerin gerçekleştiği
bir yıl oldu. Önce gıda, daha sonra
tekstil sektöründe şahit olduğumuz
görüntüler, sürdürülebilirliğin çevre ve kaynak verimliliği bileşenleri
kadar insan hakları ve çalışma hayatı standartları ile şeffaflık ayaklarının da olduğunu bize hatırlattı.
Türkiye’ye bakarsak, artık şirketlerin sürdürülebilirlik stratejilerini
anlattıkları dönemden, stratejilerini
sürdürülebilir kılmaya başladıkları
döneme girdiğimizi söyleyebiliriz.
2014 yılında da iş dünyasının sürdürülebilirlik gündemini bu konular
oluşturacak. Zira şirketler özelinde
çevre, insan hakları, çalışma hayatı standartları ve şeffaflık alanlarında ciddi çalışmalar başlatıldı, hedef
?
belirleyen ve politika oluşturan şirket sayısı şimdiden artmaya başladı.
Bu yaklaşımın kelebek etkisiyle yavaş yavaş tüm iş dünyasını saracağına inanıyorum.
2014 yılının sürdürülebilirlik gündemine hem devletler hem de iş
dünyasının merceğinden baktığımızda, tüm paydaşlarla işbirliklerinin
artacağı bir yıl olacağını söylemek
yanlış olmaz. Hepimiz şunu bilmeliyiz ki; her geçen yıl bir öncekinden
daha zorlu olacak. Bu nedenle, sürdürülebilir bir gelecek için yeni bir
düşünce yapısına ve yeni bir liderlik
anlayışına ihtiyacımız var. Geleceği
inşa ederken, şirketlerin dinamo görevi göreceği, bu bağlamda ciddi rol
ve sorumlulukları olduğu şüphesiz.
Ancak bu görevi iş dünyasının tek
başına götürmesi mümkün değil.
Önümüzdeki dönemde STK’ların,
üniversitelerin ve kamu kurumlarının sürdürülebilirlik gündemindeki
yerleri daha da kritik olacak. Zira
dar bir paydaş anlayışı artık sorunlara cevap vermiyor; şeffaflığa, güven tazelemeye ve tüm paydaşlar ile
işbirliği kurmaya ihtiyacımız var.
* TÜSİAD Genel Sekreter
Yardımcısı
Oya Ayman*:
“Adımlar Atılıyor Ama Yeterli mi?”
Geçen yıla ilişkin söyleyebileceklerim, elbette kentli insanların yaşam alanlarına sahip çıkma istekliliğinin parklardan, ormanlara,
havzalara, akarsulara, denizlere
doğru yayılıyor olmasıydı... Kentlerin doğayı nasıl sömürdüğünün,
geç ve yavaş da olsa farkına varılıyor olması, geçtiğimiz yıllardan
bu yana katlanarak artan ekolojik
tahribata ve adalete ilişkin pek çok
sorunun çözümüne dair umutları
da artırıyor. Bir yandan da suni gıdalar ve artan hastalıklar, kırsalda
doğa dostu üretimi sürdürmeye
çalışan küçük çiftçiler ve onların
üretimleriyle devamlılığını sağlayabilen doğal varlıklarla bağımıza
dair farkındalığımızı artırdı. Bu
farkındalığın, kırsalla ve doğayla
bağlarımızı güçlendirerek, bizi devasa sorunların çözümüne daha
da yaklaştırdığını düşünüyorum.
Geleceğe dair hayallerimiz önemli
ama onları ancak şu anda yaptıklarımızla besleyip büyütebiliriz. Yaşamımızı sürdürmek için
ihtiyaç duyduğumuz gıdanın
üretimi, doğanın döngülerine
bağlı ve bu döngüler işlediği
sürece 2013 ya da 2014; kaç
yılında olduğumuz pek fark etmiyor. Bu nedenle eğer ekolojik
döngülerin geri dönüşü olmayacak şekilde tahrip olup, yaşamlarımızın yok olmasına seyirci
kalmak istemiyorsak, doğanın
döngülerine saygı duyan yaşam
biçimlerini hayata geçirmemiz
gerek.
Her yıl eskisinden daha fazla insan doğayla uyumlu bir yaşam
için adım atıyor ama daha fazla
çabaya ihtiyacımız var...
*Buğday Derneği Kurucusu ve
National Geographic Türkiye
Editörü
Defne Koryürek*:
“Gerçek Kahramanlık Hikayelerine Hazır Olun”
Yeme içme sektörünün tüketiciyi huzursuz eden usullerinin
artan bir hızla şeffaflaşacağı bir
döneme girdiğimizi görüyorum.
Bu endişelere bir de azalan
kaynaklar eklendiğinde, kanaatimce zanaat üretimi gıda, yerel
ve geleneksel ürünler yükselirken üretici de her zamankinden
önemli bir karaktere dönüşecek
hayatımızda. Umuyorum kanaat
önderlerimiz, rol modellerimiz
arasına kooperatif başkanlarının
da girdiğini görürüz ama şimdi-
den kimi organik üreticinin, şehir düzenini terk edip süt üreten
yeni nesil çiftçilerin ve atalık tohumları inatla saklayıp, inançla
dağıtan, çoğaltan kahramanların
hikâyeleri sızmaya başladı ana
akım medyaya. Artarak devam
edeceğini ve Gezi’yi var eden
ruhun, o ruhu taşıyan kuşakların hayatında önemli değişim ve
dönüşümleri tetikleyeceğini düşünüyorum.
*Fikir Sahibi Damaklar
OCAK 2014 / EKOIQ 49
2014’E GİRERKEN
Barış Gençer Baykan*:
“2013 Gezi Parkı’nın Mirası”
2013’ün Mayıs sonunda ve Haziran ayında adına Gezi Direnişi denilen muazzam bir sosyal
patlamaya şahit olduk. Bir park
Türkiye’nin gündemine oturdu. Nedenleri çok tartışıldı. Bu kısa ama
yoğun süreçten üç miras kaldığını
düşünüyorum. Birincisi, kentlerin
yağmalandığı günümüzde parkların birer yaşam alanına dönüşebileceği gerçeği. Kütüphanesi, mutfağı, itfaiyesi, bostanı, reviri, marketi,
dayanışma ve koordinasyon masaları, LGS dershanesi, Çapul TV’si,
atölyeleri ve konserleri ile bir yaşam alanı. İkincisi, park forumları.
Park forumlarının etki alanlarındaki bölgelerde imara açılan alanlar,
özelleştirilen kamu malları, mega
projeler veya kentsel dönüşüm pro-
jeleri tartışmaların odak noktasını
oluşturuyor. Üçüncüsü de siyasal
ve yönetsel katılımın tartışılmaya açılması. Siyasal katılım, bireylerin ve grupların, farklı coğrafi
düzeylerde siyasal yöneticilerini
seçmesi ve yöneticilerin kendi istek
ve çıkarları doğrultusunda karar
almalarını sağlamasıdır. Yönetsel
katılım ise seçme ve seçilme faaliyetleri dışında kamu hizmetleriyle
ilgili temel kararların hazırlanması,
olgunlaştırılması, karara dönüştürülmesi, doğrudan ya da dolaylı
etkileneceklerin karar aşamalarına katılmasıdır. Gezi direnişinden
sonra siyasal ve yönetsel katılımın
artma eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz.
“2014’te Kent Siyaseti
Önem Kazanacak”
Son yıllardaki enerji, çevre ve ulaşım politikalarındaki dönüşüm
kentlerde giderek daha görünür
ve tahripkâr olmaya başladı. Özellikle İstanbul için konuşursak, 3.
Havaalanı, 2. İstanbul şehri, Ka-
nal İstanbul, Taksim Projesi ve
3. Köprü örneklerini verebiliriz.
22 Aralık 2013’te, İstanbul Kadıköy ilk defa bir kent mitingine ev
sahipliği yaptı. Kent Hareketleri,
Kuzey Ormanları Savunması ve
Forumlar Arası Kentsel Dönüşümle Mücadele Çalışma Grubu’nun
düzenlediği mitinge aynı zamanda
çağrıcı olan onlarca meslek örgütü,
park forumu, siyasi parti, sendika,
mahalle ve ekoloji örgütü ile taraftar grupları ve üniversite toplulukları katıldı. Semtlere, mahallelere,
parklara, ormana, bostana, suya
yönelik yıkıcı politikalara dur demek için onbinlerce kişi bir araya
geldi. 2013’ün son günlerinde patlak veren rüşvet ve yolsuzluk skandalı, Türkiye gündemini sarstığı
gibi, mitingin rengini de değiştirdi.
Kente karşı işlenen suçlara rüşvet
ve yolsuzluk boyutunun eklenmesi
sıklıkla vurgulandı. Kanaatim odur
ki, 2014’te siyaset kentlere daha
çok odaklanacak. Yerel yönetimler
merkezden özerkleşmeye ve daha
yaşanabilir kentler için mücadele
etmeye başlayacaklar. Somut olarak Mart 2014’te özellikle Beyoğlu
ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi
seçimlerinde Gezi’nin kolektif hafızası su yüzüne çıkacaktır.
* Yrd. Doç. Dr., Yeditepe
Üniversitesi Kamu Yönetimi
50 OCAK 2014 / EKOIQ
SON BUZUL ERİMEDEN
Yaşadığımız Hayatı
Daha Ne Kadar Sürdürebiliriz?
1968 yılında kalkınmanın sürdürülebilirliği çerçevesinde görüşler
üretmek üzere bir araya gelen bilim
insanları, devlet ve iş adamları Roma
Kulübü’nü oluşturdular. Roma
Kulübü dünyada daha çok, 1972
yılında yayınlanan “Büyümenin Sınırları - The Limits to Growth” raporuyla tanındı. Donella Meadows,
Dennis Meadows, William Behrens
ve Jorgen Randers tarafından yazılan bu rapor kalkınmanın beş ana
unsurunu; dünya nüfusu, endüstrileşme, çevre kirliliği, besin üretimi
ve kaynakların tükenmesini inceleyerek sürdürülebilir kalkınma için
çözüm yolları öneriyordu.
Bu rapor sürdürülebilir kalkınma
alanında yayınlandığı günden bu
yana temel başvuru kitabı olma
özelliğini sürdürmüş, hatta yazarları tarafından raporun 20. ve 30. yıl
dönümlerinde dünyanın geldiği durumu da değerlendiren ek raporlar
çıkartılmıştı.
Bu raporun yazarlarından, halen de
bilimsel araştırmalarına devam eden
Jorgen Randers, günümüzde ilk raporun sonuçlarını birkaç ana başlık
altında toparlıyor:
1. İnsanlığın ekolojik ayakizi 19001972 yılları arasında çok hızlı arttı.
2. İnsanlığın ekolojik ayakizi
1972’den sonraki 100 yıl 1900-1972
arasındaki hızıyla artmaya devam
edemez.
3. Bu sebepten insanlığın ekolojik
ayakizinin dünyanın sürdürülebilirlik kapasitesini aşması beklenmelidir.
4. Dünyanın sürdürülebilirlik limitleri aşıldığında insanlığın küçülmeye başlaması kaçınılmazdır.
52 OCAK 2014 / EKOIQ
Jorgen Randers
“Dünyanın zengin
kesimindeki ülkelerin
ekolojik ayakizlerini
azaltmak gerekiyor: Bu
sebepten zengin ülkeler,
üretkenliği azaltacak olsa da
çalışanlara daha fazla tatil
imkanı vermeliler”
5. Bu küçülmeye engel olmak acilen
küresel politika önlemleri ile mümkündür.
6. Bu sebeple en önemli konu hemen önlem alınmaya başlanmasıdır
(yani 1975 yılında).
Jorgen Randers 150. Yıl Kutlamaları kapsamında
Boğaziçi
Üniversitesi’ne konuk oldu. Konuşmasının büyük kısmında, çoğu
ekonomistin kalkınma için çizdiği
pembe gelecek görüntüsünden uzak
da olsa, yine de küresel kalkınmanın
içinde bulunduğumuz yüzyılın orta-
sına kadar ciddi sorunlarla karşılaşmadan süreceğini anlatan Randers,
sürdürülebilir bir yaşamın başarılabilmesi için önemli koşullar olduğunu da söyledi. Bu koşulları şöyle
sıralayabiliriz:
1. Nüfus artışının azaltılması gerekiyor: Bu bağlamda öncelikle gelişmiş ülkelerden başlayarak ailelerde
tek çocuk uygulamasına geçmek
gerekiyor. Sürdürülebilir kalkınma
istiyorsak dünya nüfusu bu hızla
artmaya devam edemez. Ancak; gerek gelişmiş gerekse de gelişmekte
olan ülkelerde kadınlar problemin
farkına vardıkları için fazla çocuk
yapmaktan kaçınıyorlar. Norveç’te
devlet, 20 yıldır kadınlara daha fazla çocuk yapmaları için teşvik vermesine rağmen doğurganlık oranını
artırmayı başaramadı.
2. CO2 salımlarını yasaklamak gerekiyor: Özellikle gelişmiş ülkelerden
başlayarak en geç 2024 yılına kadar
kömür, petrol ve doğalgaz kullanı-
Prof. M. Levent KURNAZ
Boğaziçi Üniv.
Fizik Böl. ve Mercator/İPM
Araştırmacısı
[email protected]
mının yasaklanması iklim değişikliğinin yaşanabilir bir seviyede tutulabilmesi için tek şanstır.
3. Dünyanın belirli kesimlerindeki
fakirliği azaltmak gerekiyor: Bu bölgelerdeki insanların temel ihtiyacı
enerjidir. Bu bölgelere iklim dostu
enerji sistemlerini satmamız değil,
serbestçe vermemiz gerekiyor ki o
bölgeler de kendisini geliştirebilsin.
Enerji kaynaklarına sahip olmadan
söz konusu ülkelerin fakirlikten
kurtulmaları mümkün değildir.
4. Dünyanın zengin kesimindeki
ülkelerin ekolojik ayakizlerini azaltmak gerekiyor: Bu sebepten zengin
ülkeler daha da zengin olma çabalarına ara verip üretkenliği azaltacak
olsa da çalışanlara daha fazla tatil
imkanı vermeliler. Bu, zengin ülkelerin ekolojik ayakizlerini azaltmalarının en temel ve kolay yoludur.
5. Devletlerin kısa görüşlü politikalarından vazgeçmeleri gerekiyor:
Dünyanın karşı karşıya olduğu
problemlerin giderilebilmesi için
uluslararası çözümlere ihtiyaç
vardır. Bu çözümlerin pek
çoğu bir seçim döneminden
diğer seçim dönemine politikalar geliştiren devletler tarafından hayata geçirilemez.
Bu sebeple, dünyada devletüstü politika üretecek karar
organlarına ihtiyaç vardır.
6. Sürdürülebilir kalkınmanın birincil amacının, “gelir
artırma” olarak görülmesinin
bırakılması gerekir. İnsan
hayatının amacı daha zengin
olmak değil, daha mutlu olmaktır. Bu sebeple odak noktamızı
zenginlikten mutluluğa kaydırmak
zorundayız. Sürdürülebilir kalkınmanın hedefi de daha zengin değil,
kendini daha iyi hisseden insanların
yaşayacağı bir gelecek yaratmaktır.
Sınırlarımızı Bilmek
2013 yılı sonunda Randers’ın önermelerine baktığımızda onun ümitsizliğini paylaşmak zorunda kalıyoruz. Sınırları belirli bir gezegende
yaşıyoruz. Bu gezegenin olanaklarını her geçen sene biraz daha fazla tüketiyoruz. Her sene dünyanın
bize sağladığı imkanları sürdürülebilir bir şekilde o yıl boyunca kullanmak temel hedefimiz olmalı. Halbuki biz, 1993 yılında sürdürülebilir
bir dünyanın bize sağladığı imkanları 21 Ekim’de tüketmiş oluyorduk.
2003 yılında ise Sürdürülebilirlik
Limitini Aşma Günü 22 Eylül oldu.
Bu yıl ise, tüm senenin imkanlarını
20 Ağustos’ta tüketmiş olduk. Her
geçen sene dünyayı biraz daha sürdürülemez bir şekilde tüketiyoruz.
Dünyanın devamının sürdürülebilir
olabilmesi için kaynakların dikkatli
kullanılmasına ek olarak çevrenin
de atıklarla kirlenmemesine özen
göstermek gerekiyor. Bu atıkların
başında da sera gazları geliyor.
Diğer atıklardan farklı olarak sera
gazları sadece atıldıkları yeri değil,
tüm dünyanın atmosferini kirletiyorlar. Bu kirlenmenin yol açtığı
küresel ortalama sıcaklıklardaki artış ise hepimizin hayat kaynağı olan
temiz su kaynaklarının azalmasına
ve gıda üretiminin sürdürülebilir
bir şekilde bizi beslemeye yetmemesine neden oluyor. Çoğumuz farkında olmasak da dünya gıda fiyatları
son on yılda %85 oranında arttı.
Aynı dönemde dünyanın nüfusu
%14 artığına göre gıda fiyatlarındaki artışı sadece daha fazla kişi olmamızla açıklamak artık mümkün
görünmüyor.
2013 sonunda kabaca bir hesap
yapacak olursak, 20 Ağustos’ta
sürdürülebilir
dünyanın
kaynaklarını
tükettiğimize göre, eğer bu tüketim
miktarında
kalacaksak,
dünyada 4,5 milyar kişi
olmamız gerekiyor. Yani
önümüzde basit bir seçim
var; ya acilen nüfusumuzu
2,7 milyar kişi azaltacak
bir yöntem bulmalıyız ya da
sürdürülebilir bir yaşam için
tüketim miktarımızı hemen
%38 azaltmalıyız. Her zaman olduğu gibi, gene bir seçim şansımız
var, yeter ki biz doğruyu seçelim.
OCAK 2014 / EKOIQ 53
YEŞİL BİNALAR
2014’te Sınırları M
Aşabilecek miyiz?
Türkiye’de yeşil binaların yaygınlaşması, öncelikle sektörde
yeterli bilincin oluşmasından geçiyor. Çevre Dostu Yeşil
Binalar Derneği (ÇEDBİK) de işte tam bu doğrultuda
çalışmalar yürütüyor. 20-21 Şubat’ta 3. Uluslararası Yeşil
Binalar Zirvesi’ni düzenleyecek olan dernek yöneticilerine
göre; yerel yönetimlerden finansal kuruluşlarına, mimarlardan
inşaat malzemesi üreticilerine kadar tüm paydaşlar arasında
etkili iletişim ve bilinç oluşturulduğu takdirde ‘büyük patlama’
yaşanacak... Ve büyük patlamanın mihenk taşı da bir nevi
tanrısal rol üstlenen ‘tasarımcılar’ olacak...
Barış DOĞRU
54 OCAK 2014 / EKOIQ
Özgür GÜVENÇ
ilyonlarca, hatta milyarlarca dolarlık projeler,
yatırımlar; 1,5 milyon
kişiyi aşan istihdam; milyarlarca
dolarlık ihracat... Evet, inşaat sektörü, gelişen Türkiye’nin lokomotif
sektörlerinden biri. Ancak etkileri
sadece bu rakamlarla sınırlı değil.
Hemen bir örnek verelim: Sektörün
ülkedeki toplam enerji tüketimindeki payı %40-50 civarında! Tabii
karbon emisyonları açısından da
durum benzer. Yani halihazırdaki
enerji kaynakları hayli kısıtlı olan
Türkiye’de, harcamaların neredeyse
yarısı binalar tarafından gerçekleştiriliyor. Bu noktada sürdürülebilir
yeşil binaların önemi bir kez daha
çıkıyor ortaya. İnşaat sektöründe
yeşil dönüşüme rehberlik etmek
amacıyla faaliyet gösteren Çevre
Dostu Yeşil Binalar Derneği (ÇED-
BİK) de işte bu noktada önemli
bir misyon üstleniyor. Ulusal yeşil
bina sertifikası oluşturma çalışmalarından tüm paydaşları bilinçlendirmeye kadar pek çok alanda faaliyetlerini sürdüren ÇEDBİK, 20-21
Şubat tarihleri arasında İstanbul
Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde ‘3.
Uluslararası Yeşil Binalar’ Zirvesi’ni
düzenliyor. Zirvenin ana teması ise
‘Sürdürülebilirlik-Sınırları Aşmak’...
Peki, Yeşil Binalar ve genel olarak sürdürülebilir yapı sektörü
içinde bulunduğu sınırları nasıl
aşacak; bunun için neler yapılması
gerekiyor; kimlere hangi görevler
düşüyor? 2013, yeşil binalar ve
sürdürülebilirlik çalışmaları açısından nasıl bir yıl oldu; 2014 yılına
yönelik beklentiler neler? Tüm bu
soruları ÇEDBİK Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Duygu Erten ve
ÇEDBİK Yönetim Kurulu üyesi ve
Avcı Mimarlık’ın kurucusu Selçuk
Avcı’ya yönelttik. Önemli bilgiler
aldığımız sohbetten altı çizilmesi
gereken bir başlık da şu oldu: Yeşil
binaların hayata geçirilmesinde tasarımcıların rolü büyük.
Önce, geride bıraktığımız yıldan
başlayalım. Türkiye, 2013’te yeşil binalar açısından nasıl bir yol
aldı?
Duygu Erten: Bence 2013,
Türkiye’de bir patlama yılı oldu.
Yeşil binalara ciddi bir talep var.
Şirket şapkamla konuşacak olursam (Turkeco İnşaat ve Enerji) şu
değerlendirmeyi yapabilirim: Konut
başta olmak üzere AVM sektörü,
yeni ofis yatırımcıları, kısacası herkes yeşil bina yapmak istiyor. Kamu
özel ortaklıkları (Public Private
Partnership-PPP) projelerinin hemen hepsi, 200 yatağın üzerindeki
hastane projelerinin neredeyse tamamı Yeşil Bina talebiyle geliyor.
Öte yandan 2016’da bitirilmesi
hedeflenen Uluslararası İstanbul
Finans Merkezi projesindeki tüm
binaların yeşil olması kararlaştırıl-
Sınırları Aşmanın Zirvesi Olabilir
2012 ve 2013 yıllarında gerek uluslararası
gerek Türk pek çok değerli konuşmacıyı
ve yaklaşık 1000 katılımcıyı ağırlayan
Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi’nin
bu üçüncü yılında da heyecan verici
konular ve konuklar olacak... Merkezi ve
yerel yönetimler arasındaki iletişim ve
etkileşimin öneminin ortaya konacağı,
‘sıfır karbon’ yaşamının mümkün
olup olmayacağının da tartışılacağı
zirvede, rol model projelere de yer
verilecek. Bunlardan biri, ‘2012 World
Building of the Year’ ödülünü kazanan
Singapur Gardens Bay... Çevre tasarım
danışmanlığı veren Atelier Ten’in kurucu
ortağı Patrick Bellew ve Wilkinson Eyre
Architects’in kurucu ortağı Jim Eyre,
sürdürülebilirlik konusunda uluslararası
bir örnek olarak gösterilen bu projeyi
mış durumda. Ancak biz, işverenin
karşısına oturduğumuzda konunun
halen tam olarak anlaşılamamış olduğunu görüyoruz.
Yeşil bina talebinde bulunanların
bilinçsiz olduğunu düşündüğünüz
konular neler peki?
Duygu Erten: Entegre tasarım gerektiren bu işin planlamasını, bütçesini ve oluşturduğumuz stratejiyi
anlattığımızda, aldığımız tepkilerden bunu anlıyoruz. Patronları görevlilere ‘Yeşil bina istiyorum’ diyor
ve bize geliyorlar. Ayrıca tasarım
anlatacaklar. Türkiye’de ve dünyada
sürdürülebilir/yeşil bina sektörünün önde
gelen paydaşlarını, gayrimenkul ve inşaat
şirketlerinin üst düzey yöneticilerini
ve konusundaki en uzman kişileri bir
araya getirerek nitelikli bir tartışma
ortamı oluşturacak zirvede ayrıca
Dünya Yeşil Binalar Konseyleri Avrupa
Bölgesel Ağı’nın (ERN) senelik toplantısı
gerçekleştirilecek. Ulusal Yeşil Bina
Sertifikası’nın lansmanının da yapılacağı
etkinliğin bir diğer odak noktası ‘Yeşil
Okullar’ projesi... Cape Town Dünya
Yeşil Binalar Konseyleri Kongresi’nde
‘Yeşil Okullar’ anlaşmasına imza atarak
Türkiye’yi projeye dahil 20 ülke arasına
sokan ÇEDBİK, zirvede projenin Türkiye
ayağında gerçekleşecek çalışmaları
açıklayacak.
bitip inşaat başladıktan sonra yeşil
bina kararı verenler de oluyor. Bu
tabloya bakıldığında da algıda yol
alınması gerekliliği ortaya çıkıyor.
Yeşil bina kararı ne zaman verilir,
ne zaman ekip kurulur, bu ekibin
el ele çalışması için gereken proje
yönetiminin ve zamanın sunulması gibi konularda sıkıntı var. Ama
genel anlamda talep çok fazlalaştı.
Kamudan büyük ilgi var.
2013 yılını ÇEDBİK açısından değerlendirecek olursak, Ulusal Yeşil
Bina Sertifikamızı aslında tamamlamıştık. Ancak buna rakip sertifiOCAK 2014 / EKOIQ 55
YEŞİL BİNALAR
Selçuk Avcı: Ulusal sertifikasyon
oluşturmak, olmazsa olmaz gibi bir
şey. Bu konuda ilk adımı atan biz
olduk. Tabii sonradan bunun içine
giren değişik kurumlar var. Onların
bizim yaptığımız araştırmalardan
yararlanması yanlış değil ama bizim
emeğimizle yapıldığının da görülmesi gerekiyor. Ben ortaklaşa çalışmaktan yanayım. Devletin, Türk
Standartları Enstitüsü’nün bunu
benimsemesi çok iyi bir şey. Birlikte
yaratılan katkının değerinin anlaşılması lazım. Bu diyalog, 2013 yılında iyice yükseldi. Geçtiğimiz aylarda
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bir çalıştay düzenledi. Bu çalıştaya biz de
dahil, bu konuyla ilgili çalışan birkaç kuruluş davet edildi, fikir alışverişleri oldu. Konu hızlı ilerliyor.
kalar çıktı. Şu anda paralel birçok
çalışma yapılıyor.
Türkiye’ye özel bir yeşil bina sertifikasının oluşturulması neden bu
kadar önemli peki?
Duygu Erten: Uluslararası değerlendirme sistemlerinin Türkiye’deki kullanımına dair son yıllarda
kullanıcılardan birçok geribildirim
aldık. Bu bildirimler; uluslararası
sertifikaların yurtdışı kökenli olduğu için daha pahalı olması, oldukça
yoğun bir bürokrasisinin bulunması;
özellikle ön koşullara uyma zorunluluğunun yarattığı bir ‘kılıfına uydurma’ durumunun yaşanması gibi
geribildirimlerdi. Belki de en önemli
konu, sertifikaların onu oluşturan
ülkelerin kaynaklarına, kültürlerine ve sistemlerine yönelik olması...
Ülkemizde önemli bir boşluğu doldurmak için yerel koşullara uygun,
Türkçe ve Türkiye’de uygulanmakta olan standartlara referans verecek bir değerlendirme sistemini
oluşturmak üzere yola çıktık. Ayrıca
her yıl uluslararası sertifikaların yeni
versiyonu yayınlanıyor. Bu versiyon
değiştirmelerde örneğin, US Green
Building Council geribildirimleri
bütün dünyadaki üyelerinden alıyor.
Halbuki Türkiye için bir yerel sertifika yapıldığında, sadece Türkiye’deki
profesyoneller geribildirimde bulunacağından sertifika çok daha
gerçekçi bir şekilde revize edilecektir.
Bizim sertifakımız hazır. Şu anda
beş tane pilot proje adayımız var.
Türk Standartları Enstitüsü ile görüşmeler yapıyoruz, büyük ihtimalle el sıkışıp birlikte yürüyeceğiz.
Ulusal Yeşil Bina Sertifikası ile ilgili ÇEDBİK’e paralel çalışmaların
yürütüldüğünü söylediniz. Sizce
bu iyi bir şey mi, kötü mü?
Duygu Erten: Türkiye gibi kaynakları az, özellikle insan kapasitesinde
eksikler olan bir ülkede tek ulusal
sertifika çalışması önemli bir şey.
ÇEDBİK olarak sertifika çalışmamı56 OCAK 2014 / EKOIQ
“Gerek Avrupa’da gerek
Uzakdoğu’da gerekse Kuzey
Amerika’da LEED sertifikalı
binaların sayısı artıyor.
Dünyada bu sertifikaya
sahip 13 bin bina var, aday
sayısı ise 38 bin”
zı web sitemize koymuştuk ve bunun içeriğinin, sertifika çıkardığını
iddia eden birkaç kurum tarafından
alındığını gördük. Bu çok iyi bir şey
değil. Bu işe pek çok insan emek
koydu. 20’nin üzerinde STK, 10’un
üzerinde üniversite enstitü üyemiz
var. Çok fazla sayıda insan, ulusal
bir dernek çatısı altında ulusal bir
sertifika yaratma çalışması yürüttü.
Bizim beklentimiz, bu çalışmanın
tek elden yürütülmesi yönünde,
çünkü herkesi yanımıza alırken
şeffaflığın yeterli olduğunu düşünüyoruz. Ama başka ajandalar da var
ki, bu yetmedi. Sonuçta ÇEDBİK,
bu konuda bir koordinatördür, bu
sertifikanın sahibi de katkı veren
tüm paydaşlardır. Paralel olarak yürütülen çalışmalardan yola çıkarak,
koordinatörlüğümüzün yanlış anlaşıldığını düşünüyorum.
Buradan yola çıkarak 2014 yılında
konunun nasıl bir seyir izleyeceğini düşünüyorsunuz?
Selçuk Avcı: 2014 yılı daha da verimli geçecek. Yükselişle birlikte bilinçlendirme devam edecek ve daha
da yerine oturmuş olacak. Bizim hedefimiz de tüm paydaşlara bilgilendirmeler yapmak ve onları konuya
daha çok yaklaştırmak. Eğer bu sağlanırsa büyük bir patlama yaşanacak. Biz tam da bunun eşiğindeyiz.
Bu konuda bilhassa tasarımcılara
büyük rol düşüyor. Ancak bu tarafta yeterli anlayışın oluşturulmadığı
kanaatindeyim...
Tasarımcıların, oluşacak büyük
patlamadaki rolünden biraz bahseder misiniz?
Selçuk Avcı: Aslında süreci en çok
etkileyen tasarımcılardır. Biz tanrısal bir roldeyiz. Her şeyi tasarlıyoruz, bizim parmağımızın ucundan
çıkan bir eskiz, imalatın başlangıç
noktasıdır. İşveren “Şunu yapalım” dedikten sonra iş, tasarımcıya
intikal ediyor. Tasarımcı da yeşil
binaların gerekliliğini benimseyip
işverenine bunun ‘olmazsa olmaz’ını anlatamazsa büyük bir imkanı
Abu Dabi’den Yeni Yeşil
Bina Sertifikası: ESTİDAMA
“Eğer binalarımızı bu bilinçle tasarlarsak, örneğin %40 daha
verimli olursak, tasarruf ettiğimiz para eğitime, sağlığa,
ulaşıma aktarılabilir. Mevcut binaların da iyileştirilebileceği
düşünüldüğünde ortaya çok daha büyük bir rakam çıkar”
kaybetmiş oluruz. Türkiye olarak
enerji kaynaklarımız bir hayli limitli. Enerji tüketiminin %40 civarında
bir bölümü binalar tarafından harcanıyor. Eğer biz kendi binalarımızı
bu bilinçle tasarlarsak, örneğin %40
daha verimli olursak, tasarruf ettiğimiz para eğitime, sağlığa, ulaşıma
aktarılabilir. Bir de mevcut binaların da iyileştirilebileceği düşünüldüğünde ortaya çok daha büyük bir
rakam çıkar.
Bu nedenle sürdürülebilirliği beraber kabul edip katmanlarını da
düşünce tarzımıza katarsak, bunun
devamını da malzemecilere ve imalatçılara, inşaatçılara anlatırsak büyük bir patlama yaşanır. ÇEDBİK
olarak da bir nevi beyin yıkamasını
hızlandırmak için çalışıyoruz, çünkü ne yazık ki bazı alanlarda çok
yavaş gidiyoruz.
Türkiye böyle bir geçiş süreci içindeyken dünyada neler yaşandı, yaşanıyor?
Duygu Erten: Dünyada bu hareket,
hızlı bir şekilde devam ediyor. Bunu
ABD’nin sertifikası olan LEED
başvurusu sayılarından biliyoruz.
ABD’nin istatistiklerine göre projelerin %40’ı yurtdışında yapılıyor. Gerek Avrupa’da gerek Uzakdoğu’da
gerekse Kuzey Amerika’da LEED
sertifikalı binaların sayısı artıyor.
Dünyada bu sertifikaya sahip 13 bin
bina var, aday sayısı ise 38 bin. Hindistan ve Kanada’da ise mevcut binalar için yapılan başvuruların, yeni
binalardan daha fazla olduğunu biliyoruz. Bu da demek oluyor ki, var
olan yapı stokunun enerji tasarrufu
potansiyeli yavaş yavaş anlaşılmaya
başlandı dünyada.
Şubat ayında düzenleyeceğiniz
‘3. Uluslararası Yeşil Binalar
Zirvesi’nin ana teması ‘Sürdürülebilirlik-Sınırları Aşmak’... Sınırlar
nasıl aşılacak?
Selçuk Avcı: Zirvede değişik sektörlerden gelen katılımcıları tartışmanın içine çekmek ve fikir patlamasını açığa çıkarmak istiyoruz. Bunu
sadece mimar ve mühendislerle
gerçekleştiremeyiz. Hükümeti davet
Duygu Erten ve Selçuk Avcı ile ulusal
sertifikasyon üzerine sohbetimizde
gündeme gelen, Birleşik Arap
Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi
kaynaklı Estidama, bu konuda elde
edilebilecek başarılar konusunda
çok iyi bir örnek aslında. Emirlik,
LEED ve BREEAM sertifikalarından
esinlenilerek hayata geçirilen Estidama
adlı sertifika programının, 2010 yılı
itibariyle bölgedeki tüm binalarda yerel
yönetmeliklerle birlikte uygulanmasını
zorunlu hale getirdi. Yenilikçilik, doğru
malzeme seçimi, temiz/yeşil üretim,
etkin dağıtım, düşük etkili kullanım,
dayanıklı ürün ve atık oluşumunun
önlenmesi olmak üzere 7 aşamadan
oluşan sertifika, Pearl 1 ile Pearl 5
arasında değişen seviyelerde veriliyor.
22 milyar dolarlık bütçe aktarılan
ve dünyanın en sürdürülebilir kenti
olma iddiasındaki Abu Dabi’deki
Masdar City’nin inşasında da Estidama
kullanılıyor. 2016 yılında tamamlanması
öngörülen kentin enerji ihtiyacının
tamamının yenilenebilir kaynaklardan
temin edilmesi planlanıyor.
Tamamlandığında %65 soğutma enerjisi
tasarrufu, %70 su tasarrufu elde
edilmesi hedeflenen şehirde görünen bir
araç trafiği de olmayacak.
etmek, merkezi ve yerel yönetimler
arasındaki ilişkiyi irdelemek, onları
dışardan gelen örneklerle buluşturmak gerekiyor. Kısacası bu tek
taraflı, klişeleşmiş bir zirve olmayacak. Bu zamana kadar birikmiş
tartışmaların, gerilimlerin açığa çıkmasını da bir esneme kaynağı olarak görüyoruz.
Duygu Erten: Ezberi bozmak istiyoruz ve sınırları zorluyoruz... Sürdürülebilirlik, moda gibi algılanıyor
Türkiye’de. Hedefimiz, bu algıyı
değiştirmek ve paydaşlar arasındaki diyaloğu yüksek seviyelere taşımak... m
OCAK 2014 / EKOIQ 57
VERİLER
Otomobiller Her Yıl
Daha Çevreci Oluyor
Gökçe VAHAPOĞLU, [email protected]
ABD Çevre Koruma Ajansı’nın
(U.S. Environmental Protection
Agency -EPA) Aralık 2013’te yayınladığı “Otomotiv Teknolojisi,
Karbondioksit Emisyonları ve Yakıt
Ekonomisi Eğilimleri 1975-2013”
adlı rapor, ABD’deki yeni kişisel
araçların karbondioksit (CO2) emisyonları ve yakıt ekonomisi eğilimleri konusunda en saygın referans
kaynağı olarak kabul ediliyor.
Rapor, 2012 model araçların şimdiye kadar ölçülen yıllar arasında en
büyük ortalama yakıt ekonomisine
sahip olduklarını ve son 8 senenin
7’sinde iyileşme görüldüğünü ortaya çıkardı. Rapora göre 2012 model
araçlardaki yakıt ekonomisi ortalaması 2011’e göre 0.50 km/l artarak
10 km/l olarak hesaplandı. Yani
analiz edilen araçlar 2012 yılında 1
litre yakıt ile ortalama 10 km yol kat
edebilmektedir.
Yakıt ekonomisine paralel olarak,
2012 model araçların ortalama karbon emisyonları kilometre başına
2011 yılına göre 14 gram azalarak
235 gram seviyesine gelmiş durumda.
Ön analizi yapılan fakat henüz kesinleşmemiş 2013 model araçların
ortalamasına göre, yakıt ekonomi-
sinde 0.17 km/l’lik; karbon emisyonunda ise kilometre başına 3.75
gramlık bir düşüş daha öngörülüyor.
Rapordaki eğilim analizine göre,
yeni teknolojilerin pazar payı hızla
artıyor ve tüketicilerin yakıt ekonomisi yüksek ve karbon emisyonları
düşük olan araçları tercih etme oranı artıyor.
Rapordaki incelenen otomotiv markalarından hemen hemen hepsinin
yakıt ekonomisinde ve bunun sonucu olarak karbon emisyonlarında
iyileşme kaydettiği belirtiliyor.
ABD’deki “Kurumsal Ortalama Yakıt Ekonomisi” (Corporate Average
Fuel Economy – CAFÉ) standartlarının 2016 yılında 16 km/l seviyesine; 2024’te ise 23 km/l seviyesine
çıkarılacağı da not edilen raporda,
2013 model araçların sadece üçte
birinden az bir kısmının 2016 yılındaki standartlara uyum sağladığı
belirtiliyor. Ayrıca, bugünden 2024
yılı hedef standardına uyum sağlayan araçların sadece elektrikli ve
hibrid oldukları da belirtiliyor.
Detaylı bilgi: http://www.epa.gov
Kaynak: http://www.epa.gov/otaq/
fetrends-complete.htm
Dünyanın En Büyük
Yatırım Fonları İklim
Risklerine Hazırlıksız
Yatırım fonlarının iklim değişikliği
risklerini nasıl yönettiklerini izleyen
Varlık Sahipleri Saydamlık Projesi
(The Asset Owners Disclosure Project
- AODP) birçok yatırım fonunun
yatırımcılarını olası gelecek kayıplara
terk ettiğini Aralık 2013’te ikincisini
yayınladığı “Küresel İklim Yatırımı
Endeksi” (Global Climate Investment
Index) ile ortaya çıkardı.
Projede, dünyanın en büyük bin
varlık sahibine fosil yakıtlardaki
yatırımlarının gelecekte değersiz
kalması durumu için ne tür hazırlık
ve önleyici çalışma yaptıkları
sorulmuş. Toplamda 70 trilyon
dolarlık fona sahip olan 460
yatırımcıdan sadece 27’sinin iklim
riskleri karşısında farkında olup
sorumluluk aldığı ortaya konulmuş.
Endeksi yanıtlayan şirketlerden
sadece 35’inin bir karbon krizinden
zarar almadan kurtulabileceği
belirtiliyor.
Endekse göre yatırımcıların %80’i
farkındalık ve hazırlık konusunda
en düşük dereceye sahip. Yatırım
fonlarından yarısından fazlası ise
derecelerinin değerlendirilmesine
olanak verecek detayda bilgiyi
paylaşamamışlar. Bu nedenlerle,
bu şirketlere yapılan yatırımların
değerlerinin keskin bir düşüş yaşama
olasılığının yüksek olduğu ve bireysel
pay sahiplerinin getirilerinin çok az
olacağı sonucu ortaya konmuş.
Endeks için dünyanın tüm bölgelerini
kapsayan 63 ülkeden varlık sahipleri
incelenmiş ve ölçümlenmede
şeffaflık, risk yönetimi ve düşük
karbona yatırım gibi yatırım
davranışları dikkate alınmış.
Detaylı bilgi: http://aodproject.net
Kaynak: http://aodproject.net/
images/docs/AODP-GLOBAL-CLIMATEINDEX-2013-14-VIEW.pdf
58 OCAK 2014 / EKOIQ
İklim Değişikliğinin En Büyük
Sebebi Sadece 90 Kuruluş
İklim değişikliğinin tanımı, sebepleri ve etkilerine adanmış uluslararası
bir bülten olan İklim Değişikliği
Bülteni’nin (Climatic Change Journal) Kasım 2013 sayısında yayınlanan bir makale, insan kaynaklı
küresel ısınmanın üçte ikisinden
fazlasına sadece 90 şirketin sebep
olduğunu ortaya koydu. “Fosil yakıt ve çimento üreticilerinin insan
kaynaklı karbondioksit ve metan
salınımdaki etkisi 1854-2010” (Tra-
cing anthropogenic carbon dioxide
and methane emissions to fossil fuel
and cement producers, 1854-2010)
adlı makalede, 21. yüzyıldaki iklim
krizi, sanayi devriminin başından
beri oluşan sera gazının hesaplanması ile açıklanıyor.
Araştırmada incelenen 50’si özel
yatırım, 31’i devlet ve 9’u eyalet yatırımı olan 90 fosil yakıt ve çimento
üreticisi kuruluşun 1854-2010 yılları arasındaki tarihsel üretimleri kan-
Büyük ABD Şirketleri Karbon Fiyatlandırmasına Hazır
Karbon Saydamlık Projesi
(Carbon Disclosure
Project - CDP) Kuzey
Amerika ofisi Aralık
2013’te projeye dahil olan
şirketlerin beyanlarına
göre 2013 yılındaki veriyi
değerlendirdi. “CDP
2013 Beyanlarından
Çıkan Bulguların
Değerlendirilmesi”
adlı raporun en önemli
bulgusu, şirketlerin dahili karbon
fiyatlandırmasını bir teşvik ve stratejik
planlama aracı olarak kullanıyor olması.
Rapor, ABD’de faaliyet gösteren halka
açık belli başlı şirketlerin çoğunun “dahili
karbon fiyatlandırması”nı şirketlerinin
varolan stratejilerinin odağına entegre
ettiklerini gösteriyor. Bu şekilde
bir karbon fiyatlandırmasının, iklim
değişikliğinin farkında olan şirketlerin
operasyon stratejilerinde standart olarak
kullanılmaya başlandığının belirtildiği
raporda, şirketlerin iklim değişikliğine
hazırlıklı olmayı, gerçekleştirmeleri
gereken anahtar bir iş faktörü olarak
değerlendirdikleri de belirtiliyor.
Bu hazırlık, iklim değişikliğine yasal
düzenlemelerin haricinde, hem bir iş
maliyeti hem de potansiyel
iş fırsatı olarak bakmak
anlamına geliyor.
Raporda kapsanan şirketlerin
çoğunun ileride iklim
değişikliğiyle mücadele
konusunda bir düzenleme
bekledikleri ve bunun için
karbon fiyatlandırmasına gelir
fırsatları, riskler ile maliyetleri
düşürmek ve sermaye yatırımı
kararlarını yönlendirmek için
enerji verimliliği teşviki olarak baktıkları
belirtiliyor.
Karbonun tonunun 6 ila 60 dolar arasında
değişkenlik gösterdiği ve bu dahili
fiyatlandırma yönteminin şirketlerinin
seragazı salınımlarını düşürme hedefleri
için de faydalı olduğu ortaya çıkan bulgular
arasında.
2013 verisine göre, karbon fiyatlandırmasını
stratejik iş planlamalarında kullandığını
belirten ve ABD’de faaliyet gösteren 29
şirket arasında yoğunluğun, enerji ve
kamu hizmeti alanlarında faaliyet gösteren
şirketlerde olduğunu söylemekte fayda var.
Detaylı bilgi: http://www.cdp.net
Kaynak: https://www.cdp.net/CDPResults/
companies-carbon-pricing-2013.pdf
titatif bir yöntemle incelenmiş.
Analiz sonuçlarına göre, dünyadaki
1751 yılından itibaren oluşan kümülatif emisyonların %63’üne denk
gelen 914 gigatonluk karbondiokdit salımı, incelenen 90 şirket tarafından gerçekleşmiş. Bu salınımın
315 gigatonluk kısmı özel yatırımlar, 288 gigatonluk kısmı devlet ve
312 gigatonluk kısmı ise eyaletler
tarafından sahip olunan kuruluşlar
tarafından gerçekleştirilmiş. Her bir
alanda (özel, devlet ve eyalet) incelenen kuruluş sayısı ve karbondioksit salımlarına bakıldığında, özel
sektör yatırımlarının bu konuda ortalamada daha başarılı olduğu açıkça görülüyor. İncelenen dönemde
31 özel sektör şirketi ile sadece 9
eyalet şirketi kümülatif olarak aynı
seviyede salım yapmış. Raporda, kümülatif salımın yarısından fazlasının
1986 yılından sonra gerçekleştiği
de belirtiliyor.
Sorumluluğun sadece Çin ve Hindistan gibi olağan şüpheli ülkelere
verilmemesi gerektiği; Suudi Arabistan, Venezuella, Meksika, İran,
Kuveyt ve Abu Dabi gibi iklim değişikliği tartışmasının merkezinde
olmayan ülkelerin de sorumluluk
alması gerektiği, araştırmada çıkan
sonuç ve öneriler arasında.
Detaylı bilgi: www.climatemitigation.com
Kaynak: http://download.
springer.com/static/pdf/371/
art%253A10.1007%252Fs10584-0130986-y.pdf?auth66=1387356299_5f3
c6045950e56a59a4f93c6413be558&
ext=.pdf
OCAK 2014 / EKOIQ 59
İŞ DÜNYASINDAN
Sürdürülebilir Kalkınma, 2013’te Her
Zamankinden Daha Fazla Konuşuldu
SKD olarak 2013’ü yoğun bir gündemle kapattık. Yeni yıla iş dünyasına çok önemli bir çağrıda bulunarak
başlamıştık. Dünyadaki enerjinin
%40’ını kullanarak iklim değişikliğini olumsuz yönde etkileyen binalarla ilgili olarak “Binalarda Enerji
Verimliliği Bildirgesi”ni imzaya açtık. 4. Ulusal Enerji Verimliliği Forumu ve Fuarı kapsamında 10 Ocak
2013’te düzenlenen imza törenine,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldız da katılarak bildirgeye
destek verdi. Konu hakkında yayına
hazırladığımız “Enerji Tüketiminde
Dönüşüm İçin Binalarda Enerji Verimliliği” ve “Binalarda Enerji Verimliliği - İş Dünyasının Gerçekleri
ve Fırsatlar” isimli raporlar, kamu,
medya, akademi ve iş dünyası ile
paylaşıldı.
“Entegre Raporlama” Geliyor
Yine Ocak ayında, Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği işbirliği ile
“Entegre Raporlama” konusunda uluslararası otorite olan Prof.
Mervyn King’i Türkiye’de iş dünyası ile buluşturduk. Etkinliğe 50’yi
aşkın şirketin üst düzey yöneticileri
katıldı. Bu toplantı finansal raporlama ve sürdürülebilirlik raporlamaMervyn King
sının birlikte yapılmasını öngören
“Entegre Raporlama” konusunda
bugüne kadar yapılmış en kapsamlı
etkinlik oldu.
Rio+20’den Sonra İkinci
Buluşma
2012 Haziran’ında gerçekleştirilen
Rio+20 Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nın
ardından, Türkiye’deki ikinci değerlendirme toplantısı 15 Şubat
2013’te İzmir’de yapıldı. İzmir Kalkınma Ajansı ve SKD işbirliği ile
düzenlenen “İzmir Sürdürülebilir
Kalkınma Diyaloğu Konferansı”nda
Rio+20’de Ulusal Raporda yer almaya hak kazanan iyi uygulama örnekleri paylaşıldı. Konferansın hedefi
İzmir’de sürdürülebilir kalkınma
araçlarının kullanımının yaygınlaştırılması olarak belirlendi.
İnovatif Sürdürülebilirlik
Uygulamaları Yarışması
Mart ayında, bir ilke imza atarak,
60 OCAK 2014 / EKOIQ
inovatif uygulamalarla sürdürülebilir kalkınmaya katkıda bulunan
iyi uygulamaları ödüllendirmek
ve yaygınlaştırmak amacıyla “İnovatif Sürdürülebilirlik Uygulamaları Yarışması”nı düzenledik.
KOBİ ve büyük ölçekli firmaların son bir yılda gerçekleştirdiği
ve sonuçlarını aldığı en iyi uygulamalar Vodafone Türkiye ve
Brisa’nın katkılarıyla düzenlenen bir ödül töreni ile kamuoyu
ile paylaşıldı. Yarışmadan sonra
Eylül ayında düzenlenen Yeşil İş
- Green Business buluşmasında
“Sürdürülebilir İnovasyon Modellerinde Başarılı Uygulamalar” başlıklı bir oturum düzenledi. “İnovatif Sürdürülebilirlik Uygulamaları
Yarışması”nın kazananları; TAV
Havalimanları Holding, Enerjisa
Başkent Elektrik Dağıtım ve Ege
Orman Vakfı Ağaçlandırma ve
Ağaç Ürünleri İktisadi İşletmesi
(EGEVAK) temsilcileri projelerini
iş dünyasıyla paylaştı.
Konca Çalkıvik
İş Dünyası ve Sürdürülebilir
Kalkınma Derneği Genel
Sekreteri
Enerji Verimliliğinde İyi
Uygulamalar Paylaşıldı
Nisan ayında “Binalarda Enerji Verimliliği İyi Uygulamalar Paylaşım
Semineri”ni düzenledik. Garanti
Bankası, Eczacıbaşı Holding (Kanyon) ve Vodafone Türkiye, enerji
verimliliği konusunda gerçekleştirdikleri uygulamaları ve projeleri
paylaştı. Yine nisanda Eczacıbaşı
Topluluğu işbirliği ile gerçekleştirilen seminerde PwC Küresel Sürdürülebilirlik Lideri Malcolm
Preston’u iş dünyasıyla buluşturduk. Preston, iklim değişikliğinin
iş dünyasına etkilerini anlatırken,
küresel şirketlerin bu konuda aldığı
aksiyonlar ve gelişmekte olan ülkelerdeki algı hakkında bilgi verdi.
Sürdürülebilir Finans Forumu
Mayıs ayında yine bir ilke imza
atarak Birleşmiş Milletler Çevre
Programı Finans Girişimi (UNEP
FI) ve Global Compact Türkiye
işbirliği ile “Sürdürülebilir Finans
Forumu”nu gerçekleştirdik. Garanti
Bankası ve Şekerbank’ın katkılarıyla düzenlenen forum, sürdürülebilir
finans konusunda Türkiye’den ve
dünyadan uzman isimleri bir araya
getirdi. Forumda yer alan panellerde, Türkiye’de sürdürülebilir bankacılık, sürdürülebilir finans sektörünün küresel durumu ve uluslararası
alanda sürdürülebilir finans uygulamaları tartışıldı.
Aksiyon 2020 İçin 500’ü Aşkın
Yönetici Türkiye’deydi
2013’teki en büyük etkinliğimiz
ise World Business Council for
Sustainable Development (WBCSD
– Dünya Sürdürülebilir Kalkınma
Konseyi) Konsey Toplantısı’nın 4-9
Kasım arasında İstanbul’da yapılması oldu. 50 ülkeden gelen 60 bölgesel ağın üyeleri, CEO’lar ve üst
düzey yöneticilerden oluşan 500’ü
aşkın kişi Konsey Toplantısına katıldı. Katılımcılar küresel sürdürülebilir kalkınma konusunda gündemde
olan sorunları ve iş dünyasının bu
sorulara bulabileceği çözümleri tartıştı. WBCSD’nin Aksiyon 2020 planı belirlendi ve yol haritası çizildi.
Her Ürüne Bir “Eko Etiket”
2013’te “eko etiket” konusunda
önemli bir çalışma yaptık. Ürün
veya hizmet üreten herkes çalışmalarının çevresel, toplumsal ve
ekonomik etkilerini göstermek, bu
etkileri anlaşılır şekilde “etiketlemek” zorunda kalacak. Türkiye’de
özellikle AB ülkelerine ihracat yapan firmalar için eko etiketten kaçış
yolu bulunmuyor. Bu nedenle Eko
Etiket çalışma grubumuz, bir “eko
etiket dokümanı” taslağını hazırladı. Türkiye İhracatçılar Meclisi
(TİM) ile işbirliği yaparak eko etiket konusunda seminerler düzenleyerek iş dünyasını bilgilendirmeyi
hedefliyoruz. Eko etiket konusunda
yalnızca TİM ile değil, TSE ve Sanayi, Ticaret Odaları ile de işbirlikleri
yapacağız.
Türkiye’de “Su” Ne Durumda?
Aralık
ayında
yayınladığımız
“Türkiye’de Suyun Durumu ve Su
Yönetiminde Yeni Yaklaşımlar: Çevresel Perspektif” raporu, bugüne
kadar konu hakkında hazırlanan en
kapsamlı çalışma olarak ülkemize
katkı sunacak.
2013’ü aramıza katılan 9 yeni üye
ve 45’e ulaşan üye sayısı ile kapattık. 2014 için gündemimiz yine yoğun olacak. 2014’te, sürdürülebilir
kalkınma konusunu bir önceki yıldan daha fazla duyacağınızı müjdeleyerek mutlu, huzurlu ve başarılı
bir yıl diliyorum.
OCAK 2014 / EKOIQ 61
DANIŞMANLIK
Yönetim Kurullarının
Dikkatine...
Çevresel ve sosyal etkenlerin
maliyetini karşılamak için
kazancınızın iki katını ödemek
istemiyor, kârınızın %60-7080 oranında düşmesini arzu
etmiyorsanız, ‘Kurumsal Risk
Yönetimi’ uygulamasına geçmenin
tam zamanı... Önümüzdeki 20 yıl
içinde iş dünyasının karşılaşabileceği
10 mega-risk faktörünü belirleyen,
dünyanın önde gelen denetim,
vergi ve danışmanlık şirketi KPMG,
yönetim kurullarının gündeme alması
gereken kurumsal risk yönetimi
çerçevesinde şirketlere yol haritası
sunuyor...
“Cehennemin en karanlık yerleri,
buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır...”
Dante’nin İlahi Komedya’sında geçen bu çarpıcı cümle, Dan Brown’ın
bu yıl okuyucuyla buluşan romanı
Cehennem’in de başlangıç satırları... Romanın kahramanı Prof. Robert Langdon’ın tüm çabası, genetik mühendisi Bertrand Zobrist’in
dünyaya saldığı virüsün aktif hale
gelmesini önlemektir. Üstelik 24
saat içinde! İstanbul Yerebatan
Sarnıcı’nda aktif hale gelmeyi bekleyen virüsün ise tek bir amacı vardır:
Devletlerin, sivil toplum kuruluşlarının bir türlü önüne geçemediği, 10
milyara koşan nüfusun üçte birini
azaltmak. Salgına neden olacak solublon torba, Yerebatan Sarnıcı’nda
çözünecek ve havadan tüm dünyaya
yayılarak insanların kısırlaşmasına
neden olacaktır... Heyecanla okunan
62 OCAK 2014 / EKOIQ
bu sürükleyici roman, insanlığın söz
konusu salgından nasıl kurtulacağı
konusunu ise ortada bırakıp, serinin
devamı için iyiden iyiye merak uyandırıyor...
Şimdi, bu hayali(!) romanı bir kenara bırakıp gerçeklere dönelim ve
dünyanın önde gelen denetim, vergi
ve danışmanlık şirketi KPMG’nin yayımladığı ‘Expect the Unexpected’
raporuna göz atalım. ‘Umulmayanı
beklemek’ üzerine hazırlanan raporda özetle iş dünyasının önümüzdeki
20 yıl içinde karşı karşıya kalacağı
çevresel ve sosyal 10 mega-risk faktörüne yer veriliyor. Bunlar da nüfus artışı, iklim değişikliği, enerji, su
kaynaklarının azalması, hammadde
kaynaklarının kıtlığı, orta gelir sınıfındaki artış, yiyecek kıtlığı, ormanların yok olması, ekosistemin çöküşü ve şehirleşme olarak sıralanıyor.
Türkiye’de sürdürülebilirlik bilinci
uyanmadığı takdirde sektörleri
bekleyen ağır bilanço da oldukça
dikkat çekici... Örneğin gıda üreticileri, çevresel etkenlerin maliyetini
karşılamak zorunda kalırsa kazancının iki katını ödeyecek; elektrik
sektörünün kazancı %87 azalacak;
madencilik sektöründeki kârlarda
%67, kimya sektöründe ise %43 düşüş yaşanacak...
Peki, iş dünyası hem kendi geleceğini hem de dünyanın geleceğini
cehenneme çevirebilecek bu tablo
karşısında ne yapmalı, nasıl bir aksiyon planı uygulamalı? Bu sorunun
cevabı ‘kurumsal risk yönetimi’ uygulamasından geçiyor. Yeni Türk
Ticaret Kanunu ile halka açık şirketlerde zorunlu hale getirilen bu
sistemi ve getirilerini KPMG Türkiye
Risk Yönetimi Danışmanlığı Bölüm
Başkanı ve Şirket Ortağı İdil Gürdil
ile konuştuk.
“2030’da Su Talebi Arzın
%40’ını Geçecek”
KPMG’nin dünyada 25 yıldır kurumsal risk yönetimi, iklim değişikliği ve
sürdürülebilirlik danışmanlığı hizmetleri verdiğini belirten İdil Gürdil,
Türkiye’deki şirketlere ise bu sistemin kuruluşu konusunda yaklaşık
iki yıldır hizmet verdiklerini belirtiyor. Gürdil, ‘risk’ denince şirketlerin
aklına ilk olarak kur riski, likidite
riski gibi faktörlerin geldiğini, oysa
‘Expect the Unexpected’ adlı raporda ortaya konan çevresel ve sosyal
risklerin büyük önem arzettiğini
vurguluyor. Nüfus artışı, iklim değişikliği ve hızla artan enerji talebinin
rapordaki en büyük risk faktörleri
arasında yer aldığına değinen Gürdil, “2030’da dünya nüfusunun 8,4
milyar, Türkiye nüfusunun ise 100
milyon olması bekleniyor. Nüfus artışı; enerji, gıda ve su ihtiyaçlarını
da doğrudan etkileyecektir. Öte yandan bu durum, yeni iş olanakları da
yaratabilecek bir olgu. İklim değişikliğinin ise, en doğru önlemi almış
şirketlerden en az %1, genel olarak
tüm şirketlerde en az %5 ürün kaybına neden olacağı tahmin ediliyor.
Örneğin Türkiye’de İç Anadolu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerinin
daha da kurak olması bekleniyor.
Hızla artan bir enerji talebiyle karşı
karşıyayız. Türkiye, Çin’den sonra
en yüksek enerji tüketimi büyümesine sahip olan ikinci ülke. 2006’da
92 milyon ton petrol karşılığı olan
enerji tüketiminin 2020’de 222 milyon ton olacağı tahmin ediliyor” bilgisini veriyor.
Dünyadaki bir başka gerçek ise
hammaddelere olan talebin her geçen gün artması ve su kaynaklarının
azalması. Gürdil, raporda yer alan
bu iki konuya da şöyle değiniyor:
“Sanayileşme sonucu, hammaddelere olan talep artıyor. Öte yandan
her geçen gün azalan bir hammadde kaynağı var. Bu nedenle fiyatlar
yükselecek. Şirketlerin hammadde
girdisi yüksek fiyatlanınca, maliyet-
“2030’da dünya
nüfusunun 8,4 milyar,
Türkiye nüfusunun ise 100
milyon olması bekleniyor.
Nüfus artışı; enerji, gıda
ve su ihtiyaçlarını da
doğrudan etkileyecektir.
Öte yandan bu durum,
yeni iş olanakları da
yaratabilecek bir olgu”
ler de ürün fiyatlarına yansıyacak ve
kârlılıklar düşecek. 2030’da su talebinin su arzını %40 geçeceği tahmin
ediliyor. Hemen her şeyin hammaddesinin su olduğu düşünüldüğünde
bu oldukça yüksek bir oran.”
“Orta Gelir Sınıfı Büyüyor,
Tüketim Artıyor”
KPMG’nin hazırladığı raporda dikkat çeken bir diğer risk faktörü,
orta gelir sınıfında yaşanacak artış.
OECD tarafından günlük geliri 10
Amerikan doları civarındaki kişilerden oluştuğu açıklanan orta sınıfın,
2010-2030 yılları arasında %172 büyümesi bekleniyor. Bu da orta gelir
sınıfının ihtiyaçlarını karşılayabilmek için daha fazla üretim gerekeceğinin bir göstergesi. 2009 yılında
dünya tarihinde ilk kez şehirlerde
yaşayan nüfusun kırsal kesimde
yaşayan nüfusu geçtiğini hatırlatan
İdil Gürdil, “2030 yılı itibariyle Asya
ve Afrika dahil tüm gelişmekte olan
ülkelerde nüfusun çoğunluğu şehirlerde yaşayacak. Dolayısıyla altyapı,
inşaat, sağlık, ulaşım, elektrik, kanalizasyon ve su gibi pek çok alanda
yatırıma ihtiyaç duyulacak” diyor.
Gürdil, rapordaki diğer risk faktörlerini de şöyle özetliyor: “Nüfusun
artışı ve suyun azalışı nedeniyle
2030’a kadar yiyecek fiyatlarının
%70 ila 90 artması bekleniyor. Su
öyle bir şey ki tarım üreticileri de
ihtiyaç duyuyor, sanayi de. Aralarındaki yarışı da sanayi üreticileri kazanacak, dolayısıyla yiyecek kıtlığı
artacak. Ekosistemlerin gerilemesiyle birlikte her türlü kaynak kıtlığa
girecek. Özellikle balıkçılık, turizm
ve medikal sektörlerin doğaya verdiği zararlar kalıcı olacak. Orman
ürünlerinin ekonomiye katkısı incelendiğinde ise 2003-2007 yılları arasında 120 milyar dolara yaklaştığı
görülüyor. Bu da ormanların 2005OCAK 2014 / EKOIQ 63
DANIŞMANLIK
“Şirketler BİST Sürdürülebilirlik
Endeksi’ne Hazırlanmalı”
Borsa İstanbul, geçtiğimiz Kasım ayında şirketlerin çevresel, sosyal ve
kurumsal yönetim konularındaki performanslarını baz alan Sürdürülebilirlik
Endeksi’nin hesaplanması amacıyla Ethical Investment Research Services
Limited (EIRIS) ile işbirliği anlaşması imzalamıştı. Anlaşmaya göre EIRIS, Borsa
İstanbul şirketlerini uluslararası sürdürülebilirlik kriterlerine göre değerlemeye
tabi tutacak ve belirlenen eşiği aşan şirketlerin payları Borsa İstanbul
Sürdürülebilirlik Endeksi’ne dahil edilecek. Bu alanda çalışmalar yürüttüklerini
dile getiren KPMG Risk Yönetimi Danışmanlığı Bölüm Başkanı ve Şirket Ortağı
İdil Gürdil de “2014 yılı başından itibaren hesaplanmaya başlanacak endeksle,
ilk aşamada BİST 30 şirketleri değerlendirmeye tabi tutulacak. Mayıs-Temmuz
aylarında yapılacak olan ikinci değerlemeye BİST 50 endeksi şirketlerinin dahil
edilmesi, sonrasında ise kapsamın daha da genişletilmesi hedefleniyor. KPMG
olarak bir amacımız da şirketleri bu endekse hazırlamak” diyor.
2030 yılları arasında %13 azalması
anlamına geliyor.”
Söz konusu risklerin tek başına hareket etmediğini önemle vurgulayan
İdil Gürdil, “Tüm bu faktörler birbirine bağlantılı olarak hareket ediyor
ve tahmin edilebilir bir şey değil;
bağlantılı çok faktör var. Örneğin
yiyecek, su, enerji ve iklim değişikliğini düşünürsek, yiyecek üretiminde suya ihtiyaç var. Suyu çıkarıp
dağıtmak için de enerjiye gerek duyuluyor. Enerji üretiminde ise yine
suya ihtiyaç var. Enerji fiyatları, yiyecek fiyatlarını yükseltiyor ve iklim
değişikliği aslında bunların üçünü
birden etkiliyor” diyor.
Riskleri Fırsata Çevirin
Dünyanın geleceğini olumsuz yönde etkileyen bu kadar risk faktörü
varken, şirketlerin de sürdürülebilirliklerini sağlamaları için bir an
önce aksiyon alması ve kurumsal
risk yönetimi uygulamasını hayata
geçirmesi gerekiyor. KPMG olarak
bu konuyu yönetim kurullarına taşımayı hedeflediklerini ifade eden İdil
Gürdil, “Kurumsal risk yönetimi, en
üst düzeyde yani yönetim kurulları
tarafından takip edilmesi gereken
bir konu. Amacımız, finansal risklerin yanı sıra şirketlerin karşı karşıya
64 OCAK 2014 / EKOIQ
olduğu diğer risk faktörlerini belirlemek, bunların fırsata çevrilmesi ve
takip edilmesi konusunda firmalara
yardımcı olmak. Türkiye’de şirketlerin değeri şimdiye kadar büyüme ve
kârlılık gibi kriterlerle ölçülüyordu.
Elbette bunlar da önemli ancak itibar, sürdürülebilirlik gibi anahtar
performans göstergeleri de bu kriterlere eşlik etmek zorunda. Şirketlerin itibarlarını artırması ve paydaşlarına karşı böyle bir sorumluluğa
sahip olduklarını göstermeleri de
önemli bir kurumsal iletişim değeridir” diyor. Kurumsal risk yönetimine şirketteki herkesin dahil edilmesi
gerektiğini de kaydeden Gürdil, nasıl bir yol haritası çizdiklerini şöyle
anlatıyor: “Şirketlere kurumsal risk
yönetimi ve sürdürülebilirlik araçlarını kullanmalarını tavsiye ediyoruz.
Gerek faaliyet gösterdikleri sektörün, gerekse şirketin kendi içindeki
risk faktörlerini tespit etmelerine
yardımcı oluyoruz. Ardından bu
riskleri iyi yönetmeleri ve fırsata çevirmeleri için neler yapmaları gerektiğine dair yol haritası sunuyoruz.
Firmalara sürdürülebilirlik raporlarının hazırlanması ve denetlenmesi
konusunda da destek veriyoruz.
Yeni Türk Ticaret Kanunu’nda sadece halka açık şirketler için değil,
belli bir kriterin üzerinde olan şirketler için de faaliyet raporlarının
hazırlanmasıyla ilgili bir zorunluluk
bulunuyor. Bağımsız denetim şirketleri tarafından denetlenen bu raporlarda sadece finansal veriler yok.
Yeni kanunun koyduğu içerikte
şirketlerin riskleriyle ilgili bir kısım
da yer alıyor. Şirketler o kısımda
kurumsal risk yönetiminden bahsedebilir ve ne tür aksiyonlar aldığını
açıklayabilir.”
Unutmadan şu bilgiye de yer verelim. Sürdürülebilirlik ve kurumsal
risk yönetimi konusunda şirketlere
yol gösteren KPMG, International
Accounting Bulletin (Uluslararası
Muhasebe Bülteni) tarafından 2012
ve 2013 yıllarında üst üste ‘Yılın
Sürdürülebilir Firması’ seçildi.
Karbon salımlarını 2007 yılından
bu yana %29 oranında azaltan,
BM Küresel İlkeler Sözleşmesi,
Birleşmiş Milletler Çevre Programı
(UNEP) ve Dünya Sürdürülebilir
Kalkınma İş Konseyi (WBCSD)
işbirliğiyle sürdürülebilirlik zirvesi düzenleyen şirketin bu ödülü
almasındaki en önemli etken ise
‘KPMG’nin Karbon Saydamlık
Projesi’nin tedarik zinciri programına küresel düzeyde katılan tek profesyonel firma olması... m
2014’ÜN
BÜYÜK
FİKİRLERİ
Bu bölümümüzde 2014’e yönelik
üç hayalperestin düşüncelerini
aktarıyoruz. Bakalım ne kadarı
gerçekleşecek? Ama vurgulamak
gereken bir konu daha var:
Tasarladıklarımız ve hayallerimiz,
öyle veya böyle hayatı değiştiriyor.
Gezegeni kurtaracak, bir “düş güçleri
ayaklanması” olmasın yoksa!
OCAK 2014 / EKOIQ 65
BÜYÜK FİKİRLER
2014 İklim Hareketi Yılı Olsun!*
Ulusal çıkarların ötesinde,
mavi gezegendeki
ortak geleceğimiz için
uluslararası ölçekte en
çok uğraşan kurum olan
Birleşmiş Milletler’in Genel
Sekreteri, bir anlamda
dünya başkanı da sayılır.
Ve şu andaki başkanı
Ban Ki-moon, 2014’ün
büyük fikrinin, “İklim
Hareketi Yılı” olduğunu
söylüyor ve ekliyor:
“Gelecek kuşaklar, bizi bu
konuda attığımız adımlarla
değerlendirecekler.
2014’te tarihin doğru
tarafında yer alma
şansımız olacak. Bu şansı
kullanalım”.
Ban Ki-moon, Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri
Fırat DEMİR
*Bu makale LinkedIn Etkili İnsanlar
serisinde yayınlanmıştır.
B
enim büyük fikrim yeni değil. Hatta daha genel anlamıyla fikir benim bile değil.
Ancak bu fikir gelecek sene yapacağım işler arasında en mühim ve derinden inandıklarımdan biri olacak.
2014’te, insanlığın karşılaştığı en
kolektif sorunu, yani iklim değişikliğini, sürdürülebilir bir gelecek için
kaydedilmiş ortak bir ilerlemeye çevirmeliyiz. 2014, iklim hareketi yılı.
Daha fazla gecikme şansımız yok
66 OCAK 2014 / EKOIQ
artık. Yoksulluğu yok etme, 2015’e
kadar Binyıl Kalkınma Hedeflerine ulaşma ve 2015 sonrası için
iddialı bir gelişme planı uygulama
umutlarımızı gerçekleştirmemiz bu
sorunun üstesinden gelmemize bağlı. Hareketsizlik sadece sorunları
artırır.
Ülkeler 2015’e kadar uluslararası
ve yasal bir anlaşma sağlamak üzerinde fikir birliğine vardılar. Ancak
önümüzde dik bir yokuş var ve
2014, bizi ileriye taşıyacak ivme ve
hareketi sağlayacak esas yıl.
Buz örtüsü eriyor, deniz seviyesi yükseliyor ve okyanuslar daha
asitli bir hale geliyor. Sera gazı
emisyonları artmaya devam ediyor;
öyle ki milyonda 400 parça (ppm)
karbondioksit barındıran bir havayı
soluyan ilk insanlar bizleriz. Sıcak
hava dalgası, sel, kuraklık, tropikal
kasırgalar gibi ekstrem hava olayları daha sık ve ciddi yaşanıyor. Ya-
kın zamanda Filipinler’de yaşanan
felaketten daha geriye bakmamıza
gerek bile yok. Tüm dünyada insanlar küresel ısınmanın gazabı ile
karşı karşıya: İnsanlar bu gazaptan
korkuyorlar da.
Bilim bu konuda açık; insan eylemleri küresel ısınmanın en baskın
sebebi. Bu konuda doğayı suçlayamayız.
Halen, hareketlerimizin kapsamının
küresel sıcaklık artışını 2 santigrat
derecede tutabileceği konusunda
endişelerim var -ki bu 2 derece, iklim değişikliğinin yıkıcı sonuçlar doğuracağı düşünülen nokta.
Her Birimiz Bir Adım Atarsak
Aynı zamanda umutluyum da, çünkü düşük karbonlu bir gelecek için
yapılan öncü çalışmaların kazanımlarını görebiliyorum. Birçok hükümet, işletme, cemaat, kadın, genç
ve yerel önder çözüm ve fikirler
üretiyor.
Sürdürülebilir şehir programları
ve iklime duyarlı tarım çalışmaları
fayda sağlamaya başladı bile. Çoğu
girişim karbon salımını azaltırken
direncini de güçlendirmeye çabalıyor. Hükümet ve şirketler iklim
değişikliğiyle savaşmanın ekonomik
kazançlarını fark etmeye başlıyor.
Güneş ve rüzgâr gibi temiz enerji
kaynaklarını talep edenlerin sayısı
ciddi bir şekilde artıyor; ayrıca temiz enerji yatırımları geçen on yılda
dörde katlandı.
Artık salım farkının kapanabileceğini biliyoruz. Ve bu ivme üzerinden
yürümeliyiz.
İklimi istikrara kavuşturmak için
gerekli olan geniş kapsamlı dönüşümü sağlayabilmek amacıyla ülkeler,
doğru politika sinyallerini göndermenin ve iklim finansmanı taahhütlerini yerine getirmenin yanında
daha cesur hedefler de belirlemeli.
İklim finansmanı geleceğe yapılan
bir yatırımdır. Kısa dönem bütçe
endişelerinin onu esir almasına izin
verilmemeli.
Bunun ödülü dikkate değer olabilir.
Salımı azaltmanın yanı sıra, yerel
klinikleri ve okulları aydınlatabilir,
yerel işletmeleri güçlendirebilir ve
ekonomileri canlandırabiliriz. Temiz
“İklim değişikliğine karşı
mücadele isteği, gelecek
yıl için büyük bir fikir;
ayrıca insanın ve gezegenin
geleceği için de büyük
bir fikir. Her birimizin bir
adım atacağına yürekten
inanıyorum”
enerjinin küresel olarak ulaşılabilir
olması insan sağlığına fayda sağlayabilir; cinsiyet eşitliğini kurmak
konusunda ise yol alınmasına katkı
sunabilir. Yeni pazarlar açabilir, kaliteli işler kurabilir ve sürdürülebilir
kentsel gelişimi inşa edebiliriz.
Özel girişimler, gelişmekte olan
ülkelerin büyüyen enerji ihtiyacını
karşılamakta oldukça önemli bir rol
oynuyor fakat özel kaynakları kamu
desteği olmadan harekete geçiremeyiz. Akıllı bir kamu finansmanı
uluslararası ve yerel yatırımları cesaretlendirecektir. Şirket ve yatırımcıların kamu sektörüyle el ele vermesi gerekli.
Gelecek yıl, yıllık Birleşmiş Milletler
Genel Kongresi’nin açılışından bir
gün önce, 23 Eylül’de, New York’ta
bir İklim Zirvesi düzenlenecek. Bu
zirvenin bir uzlaşma zirvesi değil
bir çözüm zirvesi olması bekleniyor. İş ve finans sektörü yöneticilerinin, yerel yönetimlerin ve sivillerin yanı sıra tüm hükümet ve devlet
başkanlarını kongreye davet ettim.
Gelecek herkesten yeni ve cesur
tebliğler ile icraatlar bekliyorum.
Onlardan, kendi büyük fikirlerini
getirmelerini de istiyorum.
O güne kadar, siyasi iradeyi harekete geçirmeye, finansal yatırımcıları
hareket ettirmeye, şirket yöneticilerini etkilemeye, insanları katkı
sağlayabileceği konularda motive
etmeye çabalayacağım.
İklim değişikliğine karşı mücadele isteği, gelecek yıl için büyük bir
fikir; ayrıca insanın ve gezegenin
geleceği için de büyük bir fikir. Bu
önemli bir sorumluluk ancak her birimizin bir adım atacağına ve iklim
değişikliği ile savaşta öncüler olarak
sürdürülebilir kalkınmayı destekleyip herkese kıymetli yaşamlar inşa
edeceğine yürekten inanıyorum.
Gelecek kuşaklar, bizi bu konuda
attığımız adımlarla değerlendirecekler. 2014’te tarihin doğru tarafında
yer alma şansımız olacak. Bu şansı
kullanalım.
OCAK 2014 / EKOIQ 67
BÜYÜK FİKİRLER
2014’te Ulaşım Vites Yükseltecek
Geçtiğimiz yıl, oldukça ilgi çeken, “Gezegeni Mühendisler mi Kurtaracak?” yazısını
yayınladığımız öncü endüstriyel tasarımcı James Dyson, Wired 2014 özel sayısında
bu kez yeni iddialarda bulunuyor: “Süper malzemelerden, yeniden tasarlanan
altyapılara kadar, 2014, mühendislerin gaza basacakları ve büyük fikirlerini gerçeğe
dönüştürecekleri bir yıl olacak”. Özellikle mühendis adaylarına duyurulur!
James DYSON
P
Başak GÜNDÜZ
ek çok yatırımcı ve mühendis
hayatını, A noktasından B
noktasına nasıl gideceğimiz
konusuna adadı. Ulaşım teknoloisi
bizi endüstri devriminin ötesine götürdü; durağan (sabit) buhar makineleri, raylı lokomotiflere dönüştü.
Ama buharımız tükendi. Yüksek hızlı trenler yavaş yavaş tartışılıyor. Arabalar biraz daha hızlı gidiyor ve daha
güvenliler. Ulaşım sistemleri, nüfus
patlamalarıyla beraber çatırdamaya
başladı. Ancak 2014, ulaşımın yeniden sıçrama yapacağı bir yıl olacak.
Ben Eagle neslinden gelen bir çocuktum. Harika detaylara sahip
çizimleri olan bu mükemmel çizgi
roman, 2000 yılında yaşanan bir
teknoloji ütopyasını anlatıyordu.
WIRED dergisinin buradaki basit
öncüsüydü, akla gelebilecek tüm ulaşım şekilllerinin başında dayanıklı,
eski 2. Dünya Savaşı askerleri vardı.
Northolt’tan Sidney’e üç saatte uçan
süpersonik jetler, otoyoldaki sıkışık-
68 OCAK 2014 / EKOIQ
lık sorununu çözen helikopter arabalar, hemen sınırdaki uzay ve emiş
gücünü kaybetmeyen torbasız elektrikli süpürgeler. En azından ben böyle hatırlıyorum.
Ulaşımın sınırlarını tarihin hiçbir
döneminde olmadığı kadar hızlı ve
yoğun bir şekilde zorladığımız için
malzeme bilimlerinin ve fiziğin onu
yakalaması gerekti ve bundan dolayı
da bir duraklama yaşandı. Ama artık
ona yetiştiler. Karbon fiber, arabalarda ve uçaklarda bir standart haline
geliyor. Grafen ve diğer süper materyaller taşıdıkları potansiyellerle
öne çıkıyorlar. Tüm bunların, ulaşım
için hayati önemi olan akü teknolojisinde de bir gelişme sağlayacağını
umuyorum. Nanoteknoloji, eskiden
büyük ve daha iyi olan şeyleri, daha
küçük ve daha akıllı hale getiriyor.
Hyperloop, Concorde ve Boeing
WaveRider
Ufukta Yüksek Hızlı Tren 2’den fazlası var. Elon Musk, San Fancisco’dan
Los Angeles’a 30 dakikada gidebilen, tren benzeri bir araç olan, yarı
hava hokeyi masası, yarı raylı topu
andıran, “Hyperloop” için planlarını
açıkladı. Mühendis ekibi, performansı %10 oranında artırmakla tatmin
olmayacak; tamamen yeni bir ulaşım şekli yaratmayı hedefliyorlar.
Teknoloji, düşündüğünüzden çok
daha yakın. Olasılıkları görmek için
Japonya’nın yeni prototip manyetik
levitasyon hızlı trenine bakmanız
yeterli.
Mühendislik açısından bir başarı
ama ekonomik açıdan başarısızlık
olan Concorde yeniden değerlendiriliyor. Supersonic Aerospace International (Uluslararası Süpersonik Havacılık ve Uzay) Concorde’un
güçlü gümbürtüsünün 1/100’ünü
çıkaran bir uçak geliştiriyor. İlk örneği sadece 30 yolcu taşıyacak ama
transatlantik yolculuğun süresini
bir hayli azaltacak. Üç yıllık bir duraklamadan sonra, 2014 yılında proje yeniden devam edecek ve 2020
yılına kadar da uçuşa geçilmesi
hedefleniyor. Teknoloji öyle ilerliyor ki artık “hızlı” kelimesi anlamı
tam karşılamıyor. Bu yılın başında
Boeing WaveRider, Mach 5.1 hızına ulaştı. Askeri amaçla geliştirilen
şeyler çoğu zaman günlük hayatta
da kullanılıyor. Boeing’in motorla
ilgili heyecan verici gelişmelerini sivil havacılıkta görmemiz fazla uzun
sürmez. Ancak bunun da ötesine
“Hyperloop”
Boeing WaveRider
“Yeni ulaşım şekilleri ancak,
yaratıcı beyinler açık şekilde
bilgilendirildiği ve onlardan
yepyeni ve farklı bir teknoloji
yaratmaları istendiği zaman
ortaya çıkacak”
Huashi Future Parking,
Karbon fiber
gidilecek, belki de Dyson’ın bir sonraki icadında süpersonik özellikler
bulunacak.
Ama elbette ulaşım sadece taşıtlar
demek değil, bu makineleri desteklemek için büyük bir altyapı gerekir.
Nüfus artıyor ve şehirler daha da
kalabalıklaşıyor. Sadece zeki mühendisler kirliliğe yol açan kent ulaşım
ağları sorununu çözebilir. Taşıtların
daha küçük aküler taşımasını ve
daha hafif olmasını sağladığı için
elektrikli yollar seçeneklerden biri.
Kore, üzerinde giderken elektrikli
taşıtların şarj olmasını sağlayan 12
km’lik yolu devreye soktu bile. Bunun, 2014 yılında diğer şehirlere de
ulaştığını düşünün.
Çin’de daha da büyük fikirler düşünülüyor. Huashi Future Parking,
iki şeride yayılan ve otomobillerin
üzerinden giden bir yükseltilmiş otobüs sistemi geliştiriyor. Pekin’deki
pilot proje trafik sıkışıklığını üçte bir
oranında azaltmayı vaad ediyor. Bu
iddalı fikir 2010 yılında askıya alınmıştı ama görünüşe göre, Çin’deki
trafiğin artan baskısıyla yeniden ele
alınıyor.
2014, küçük tasarım ayarlamalarından büyük fikirlere kadar, mühendislerin her alanda vites yükselttiği
bir yıl olacak. Tamamen yeni ulaşım
şekilleri ancak, yaratıcı beyinler açık
şekilde bilgilendirildiği ve onlardan yepyeni ve farklı bir teknoloji
yaratmaları istendiği zaman ortaya
çıkacak. Hükümetler ve iş dünyası,
araştırmalara ve ilerlemeye uzun
vadeli bir bakış açısı geliştirmediği
takdirde bu gerçekleşmeyecek. Malzeme bilimindeki gelişmeler sayesinde mühendisler, daha önce somut bir
olasılık olmaktan çok uzakta duran
şeyleri yapabilme şansını buluyor.
Aletler orada. Sadece şirketlerin
uzun vadeli projelere yatırım yapmayı istemesi ve yeni fikirleri deneyecek cesareti göstermesi gerekiyor.
Daha az muhafazakârlık, daha fazla
kararlılık. Parlak mühendislerin iş
başına geçme zamanı geldi.
OCAK 2014 / EKOIQ 69
BÜYÜK FİKİRLER
2014’te Gerçek Bir
*
Süper Kahraman Ol
2014’ün büyük fikirlerinden biri de, yazıları
Harvard Business Review’den FastCompany
ve Time’a kadar birbirinden önemli yayın
organlarında yayınlanan, Now Possible isimli iş
yönetimi şirketinin kurucusu Bruce Kasanoff’dan
geliyor. “Help Others” (Diğerlerine Yardım Et)
sözünü kendisine motto edinen Kasanoff’un
fikirleri basit ve yalın ama sunum ve ifadeleri son
derece güçlü. Bakalım, bu yıl hangilerimiz bu
çağrıya uyup, Gerçek Bir Süper Kahraman olacak?
Heyzen ATEŞ
*Bu makale LinkedIn Etkili İnsanlar serisinde yayınlanmıştır.
D
oğrudan konuya girmeme
izin verin: 2014’te gerçek
bir süper kahraman olabilir, inanılmaz güçlerinize ihtiyaç
duyan insanların hayatlarını kurtarabilirsiniz.
Ciddiyim.
Pek çok süper kahramanın güçlerine kavuşmanızı sağlayacak teknolojiler zaten elinizin altında. 2014’te
daha da güçlü araçlara kavuşacaksınız. Onları başkalarına yardım etmekte kullanın.
Zayıfları Koru, Yoksullara
Destek Ol, Gezegeni Kurtar
Günümüz teknolojisi öncekinden
çok daha fazla sayıda insana, üstelik kimi zaman hayal bile edemeyeceğiniz şekillerde yardım eli ulaştırılmasına olanak sağlıyor. İster
üretici olun, ister tüketici, bu yeni
teknolojileri başkalarına yardım etmekte kullanın. Yeni icatları kullanarak şunları yapabilirsiniz:
* İhtiyarlamış akrabalarınıza ve tek
başına yaşayan komşularınıza göz
kulak olun.
* Küçük çocukları yüzme havuzla-
70 OCAK 2014 / EKOIQ
rından, prizlerden ve benzeri tehlikelerden uzak tutun.
* Rekabet koşullarını eşitlemek için,
yoksul ve tehlikeli bölgelerde yaşayan gençler arasında potansiyeli
yüksek olanları keşfedin.
* Yeteneklerinizi onlardan yararlanabilecek dünya insanlarıyla paylaşın. Komşularınızla bir tek atmayı
düşünmeyi bırakıp, zamanınızı
7000 km ötedeki bir genci eğitmeye
harcamayı planlayın.
* Çevre kirliliği, enerji ziyanı ve açlık gibi çözülemez sorunlara el atın.
Başkalarıyla işbirliği yaparak veri
toplayıp analiz edilmesine yardımcı
olun. Cep telefonuyla seyahat eden
herkes haftanın 7 günü 24 saat potansiyel bir veri toplayıcısıdır.
Büyük Güç Büyük Sorumluluk
Getirir
Süper kahraman olmak asla teknoloji veya süper güçlerden ibaret değildir. İnsanın karakteriyle, insanlık
için duyduğu içten endişelerle de
ilgilidir.
Eğer bu satırları okuyorsanız, zaten
dünyamızda yaşayan pek çok in-
1. Normal insanların
dinlediğinden daha dikkatli bir
dinleyici olun. Karşınızdakine
kulak verin.
2. Tanımadığınız insanlara da
yardım edin.
3. Başkalarının ihtiyaçları,
kendi ihtiyaçlarınızdan önce
gelsin.
4. Günü kurtarmak istiyorsanız
yaratıcılığınızı konuşturun.
5. Her zaman iyimser olun.
İyimserliğinizden ödün vermeyin.
6. Durumun vahametinin
farkına varın.
sandan daha duyarlısınız demektir.
Unutmayın, bilgisayarınızı her açtığınızda, internete her girdiğinizde
insanoğlunun bugüne dek topladığı
bilgilere erişme şansınız var. İnsanoğlunun binlerce yıllık tarihini
kapsayan deneyimlerden ders çıkarma yetisine sahipsiniz.
7. Zorbalık yapanların
Etraflarında altın yığınlarıyla tahtkazanmasına asla izin vermeyin.
larında oturan akıl almaz güçlere
sahip yaratıklara verilen bir ad var:
Kötü adam. Hikâyenin kötü adamı
olmayın.
Süper kahraman olmak kolay değil
elbette. Kalbinizi açmalı ve kişisel
ihtiyaçlarınızdan fedakârlık etmelisiniz. Arkadaşlarınızla çıkıp eğleneceğiniz birkaç cumartesi gecesini
kaçırabilirsiniz ama haksızlıkların
cumartesi pazar dinlemediğini aklınızdan çıkarmayın.
8. Ancak iş bittiğinde pes
Bunların sizi yıldırmasına izin veredin, daha önce değil.
meyin. Başkalarına yardım etmek,
insanın hayatına anlam kazandırır.
Yeri geldiğinde sınırları ve engelleri
aşmak, dünyayı daha iyi bir yere dönüştürmek için teknolojiden yararlanın -iradenizi kullanıp harekete
geçmeniz yeterlidir.
Bana sorarsanız bu, teknolojiyi aptalca amaçlar uğruna veya eğlenmek için kullanmaktan çok daha
önemli. Eğer yanı başınızda duran
insanlarla haberleşecekseniz gidip
9. Başkalarının acısından zevk
son çıkan akıllı telefonu almanın ne
almayın (Bunu hak etmiş olsalar bile). gereği var?
10. Süper kahraman olmak için
güce ihtiyacınız yok.
Başkalarının ihtiyaçlarına
odaklanmanız yeterli. 2014’te
bu bakış açısına bir şans tanıyın!
Başkalarını Kurtarmak İnsanın
Hayatına Anlam Kazandırır
Yeni teknolojilerin bir anlamı olmalı. Bizler insanız ve insanların
hayatlarına anlam kazandırmaya
ihtiyacı vardır. Örümcek Adam,
Demir Adam ve Harika Kadın gibi
karakterlerin yaratıldığı dönemde
insanların süper kahramanların
özelliklerine sahip olmalarını sağlayacak aletleri yoktu. Bizimse var ve
gün geçtikçe de yapabileceklerimiz
artıyor.
Gidip birilerini kurtarın. Her iddiasına varım, bağımlısı olacaksınız! m
OCAK 2014 / EKOIQ 71
GÜNEŞ ENERJİSİ
%100
Türk Malı
Güneş Enerjisi
Güneş enerjisindeki gelişmeleri herkes
heyecanla bekliyor. Bu arada güneş
enerjsinin Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi,
yani CSP alanı da dikkatle takip ediliyor.
Bu alanda bir Türk firmasının %100 yerli
teknoloji kullandığını öğrenince de kapısını
çalmadan edemedik.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
İnosol Enerji’nin kurucusu İlkem
Şahin kimdir?
Amerika’da önce özel şirketlerde
çalışarak, daha sonra da kendi şirketimi kurarak geçirdiğim 15 yıldan
sonra, aslında işlerimin tam da zirvesindeyken, radikal bir kararla ülkeme döndüm. Buradaki tecrübelerle,
yıllardır başarıyla tekstil ve inovasyon alanlarında faaliyet gösteren aile
şirketlerimizin vizyonunu biraz daha
genişleterek enerji sektörüne girdim.
Bir işadamı olarak enerji sektörüne girmenizin sebebi nedir?
Geçen yıl yaklaşık 237 milyar dolarlık ithalatın yapıldığı ülkemizde, bunun yaklaşık dörtte biri, yani 60,1
milyar doları enerji için ödendi.
Böylece Türkiye’nin enerji faturası
2012 yılında, 2011’de gerçekleşen
54,1 milyar dolarlık rakama kıyasla
%11,1 artmış oldu. Cari açığın temel
kaynağı olan enerji faturalarının
böyle bir rekor kırması, acilen bazı
önlemler almamız gerektiğini göste-
72 OCAK 2014 / EKOIQ
riyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının tümü, cari açığın kapanmasında son derece önemli bir rol oynar.
Sürekli olarak artan enerji talebi ve
kaynaklarımızın sınırlı olduğu gerçeğini, ülkemizde enerji sektöründe yaratılan teşvik edici fırsatlarla
birleştirerek yenilenebilir enerjiye
yoğunlaştık. Ben de bu düşünceden
hareketle enerji sektörüne girip,
herkesten farklı bir şeyler yapmaya
karar verdim.
Ve güneş enerjisi sektörüne girmeyi tercih ettiniz. Neden?
Yenilenebilir enerjilerin çoğu zaten
direkt ya da indirekt olarak güneş
kaynaklıdırlar. Bizim için aslolan,
hayata geçirmeyi planladığımız tüm
projelerin sürdürülebilir ve çevreye
duyarlı nitelikte olması. Şu anda da
diğer alanlardaki faaliyetlerimizin
yanı sıra yerli ve yenilenebilir enerji
kaynağı olan “Güneş”i ekonomiye
kazandırmak için Türkiye’de pek
çok ilki gerçekleştirecek önemli çalışmalar yapıyoruz.
%100 yerli güneş panelleri üretme
fikri nasıl oluştu?
Aslında bizim dört yıl önce yerli rüzgar türbini üretimi ile ilgili başka bir
çalışmamız olmuştu fakat teknolojinin tamamen bize geçemeyeceğini
gördük ve tamamlayamadık, çünkü
global anlamda rüzgâr türbininde
bulunan 4 bin parçanın tamamının
Türkiye’de üretimi teknolojik açıdan çok mantıklı değildi.
Biz bir şeyi üretebilmek için teknolojisinin tamamının bizde olmasını
isteriz. Bu yüzden güneş enerjisinde ne yapabiliriz diye düşündük
ve üç yıl önce TÜBİTAK Marmara
Araştırmaları Merkezi (MAM) ile
çalışmalara başladık. Bizim mühendislerimiz TÜBİTAK mühendisleriyle biraraya geldi ve sonunda İstanbul İkitelli’de çalışan bir santral
kurduk. Buradaki en önemli husus,
santralın içindeki yazılımın bile bizim mühendislerimize ait olması.
İşte bu yüzden “%100 Türk malı”
diyoruz şu an faaliyette olan bu
santralımız için.
Peki, dünyada durum nasıl? Kaç
ülke bu teknolojiye sahip?
Bunu yapabilen beş ülke var: ABD,
İsrail, Almanya, İspanya ve biz.
Tasarımı 6 bin 830 saatlik mühendislik çalışmasının ürünü olan bu
proje sayesinde dünya sıralamasında ilk beşe girmiş olduk.
Bu teknoloji hangi alanlarda kullanılabilecek?
Yeni üretilen teknoloji, güneş enerjisinden elektrik üretiminin yanı
sıra soğutma, ısıtma ve su damıtma
amacıyla da kullanılabilecek. Klimadan kaynaklanan elektrik sarfiyatını
da azaltacak. TÜBİTAK ile geliştirdiğimiz ve üretimini yaptığımız
paneller Türkiye’de güneş enerjisi
yatırımları için de önemli bir adım
olarak değerlendiriliyor. Zaten test
ettiğimiz sistem, beklediğimizden
çok büyük verim almamızı sağlıyor.
Fakat şu anda santralın verimini ve
performansını ölçmek için çalışıyoruz. Bu ölçümleri tabii TÜBİTAK
yapıyor. Hedefimiz doğru dataları
ölçüp bunu piyasaya garantili biçimde sunmak.
Sistem nasıl çalışıyor, yani güneşin enerjiye dönüşümü hangi teknolojiyle gerçekleşiyor?
Biz, en yaygın yöntemlerden biri
olan Fotovoltaik sistemden farklı
olarak Yoğunlaştırılmış Solar Güç
anlamına gelen CSP teknolojisini
kullandık. CSP teknolojisi temel
olarak parabolik oluk şeklindeki
kollektörlerde toplanan güneş ışınlarının, aynaların odak noktasından
geçen tüpün içinden iletilen suda
toplanması ve doğrudan buhar
üretimi gerçekleştirilmesi esasına
dayanır. Birbirine seri bağlı olan
ünitelerden ısınarak geçen su ve buhar son üniteden 250 derece ve 3,5
bar basınçta çıkar. İstenilen sıcaklık
ve basınç değerlerine ulaşıldığında
üretilen buhar, doğrudan buhar türbinine gönderilerek karbon emisyonu yaratmadan elektrik enerjisi üre-
İnosol Panellerinin
Özellikleri
tilir. İşte bu sistem sayesinde güneş
enerjisiyle elektrik üretiminin yanı
sıra soğutma ve aydınlatma da yapabiliyoruz.
Peki, Türkiye’deki güneş enerjisi
potansiyelini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’nin ortalama yıllık toplam
güneşlenme süresi 2460 saat, yani
günlük toplam 7,2 saat. Türkiye’de
bu rakamın çok üstüne çıkarak net
3 bin 500 saat güneş alabilen bölgeler olması, ülkemizin güneşlenme
süreleri bakımından dünyanın en
şanslı ülkeleri arasında yer almasını
sağlar. Ne yazık ki, yapılan ilk yatırımı 2-3 yıl gibi kısa bir zamanda geri
kazandıran güneş enerjisi, ülkemizde kullanılan enerji kaynakları içinde hâlâ hak ettiği yeri bulamamıştır.
Yenilenebilir Enerji Kanunu kapsamındaki yatırımlarda yerli ekipman kullanan yatırımcılara ilave
teşvikler veriliyor. Yerli üretim yapan bir firmanın kurucusu olarak
bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası biz yerli katkıyı hesap ederek bu işe başlamadık. Devlet teşviki olsun ya da olmasın, amacımız
bu teknolojiyi nasıl daha ucuza üretebiliriz sorusuna cevap bulmaktı.
Şuna inanıyorum ki, hangi alanda
b 3 yıldır TÜBİTAK ile beraber
geliştirilen teknoloji
b Türkiye’deki ilk yüzde 100 yerli
teknoloji ile kurulmuş güneş tarlası
b Tasarımı 6830 saatlik mühendislik
çalışmasının ürünü
b Tamamı Türk mühendisler
tarafından tasarlanan ve yerel altyapı
ile kaynaklar kullanan teknoloji
b Türkiye’deki en deneyimli ekip ile
çalışma imkanı
b 12 farklı prototip çalışmasının eseri
b Soğutma, ısıtma, su damıtma ve
elektrik eldesi için kullanılabilen esnek
ve ekonomik teknoloji
b Türkiye’nin kaynaklarını yerinde ve
etkin kullanma hedefi
b Klima kaynaklı elektrik sarfiyatını
önlemek
b Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da güçlü
işbirliği ve bekleyen projeler
olursa olsun, bir makineyi ancak
Türkiye’de üretebilirsek farklılık
yaratabiliyoruz. Çünkü yabancı bu
işi üretip satınca ürünü %20 değil,
%120 kârla satıyor. Bu hem güneş
hem de rüzgâr teknolojilerinde
böyle. Benim güneş santrallarında
nihai hedefim ürünümü Türkiye’de
üreterek, yine AR-GE’sini ülkemde
yaparak dünya piyasalarındaki fiyatın 5’te 1’ine satmak. m
OCAK 2014 / EKOIQ 73
AKADEMİ’DEN
Sürdürülebilirlik Akademisi Gaziantep İş
Dünyasını Bir Araya Getiriyor
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi
işbirliği ile 21 Şubat 2014’te gerçekleştirilecek olan Enerji Zirvesi’nde
kamu, özel sektör, STK ve üniversiteler ikinci kez biraraya gelerek,
iş dünyası için enerji konusundaki
yeni yol haritalarını belirleyecek.
Ayrıca “Sanayide Enerji Verimliliği
Ödülleri” ilk kez bu zirvede sahiplerini bulacak.
Enerji verimliliği politikaları, sanayide enerji yönetimi, bölgedeki güneş ve rüzgâr enerjisi yatırımları ve
bu yatırımların geleceği, temiz enerji teknolojileri, lisanssız enerji üretiminde yeni dönem, enerji hukukunda yeni düzenlemeler, Zirve’nin öne
çıkan konuları arasında yer alıyor.
Geçen seneki başarısından güç alan
Zirve’de bu yıl Ana Oturumların
yanında interaktif olarak gerçekleştirilecek Paralel Oturumlarda da
önemli iyi uygulama örnekleri masaya yatırılacak.
Gaziantep Enerji Zirvesi’nin ikinci
yılında bir ilk yaşanarak Sanayide
Enerji Verimliliği Ödülleri verilecek.
Sanayide Enerji Verimliliği Ödülleri, enerji politikaları ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda bölgenin gerçekleştirdiği
ve gerçekleştirmeyi planladığı çok
sayıdaki başarılı uygulamayı paylaşmak ve diğer projelerin geliştirilmesini teşvik etmek amacıyla düzenleniyor. Ödüller, yeni yatırımlar
için önemli bir potansiyel oluşturan
Gaziantep’in Sanayi Odası, Ticaret
74 OCAK 2014 / EKOIQ
Gaziantep Enerji Zirvesi
kapsamında verilecek Sanayide
Enerji Verimliliği Ödülleri, enerji
politikaları ve sürdürülebilir kalkınma
hedefleri doğrultusunda bölgenin
gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmeyi
planladığı çok sayıdaki başarılı
uygulamayı öne çıkarmayı hedefliyor.
Odası ve Organize Sanayi Bölgesi
Müdürlüğü gibi kurumların destekleriyle gerçekleştirilerek, Enerji
Zirvesi’nde sahiplerine takdim edilecek. Son başvuru tarihi 15 Ocak
2014.
Detaylı bilgi için: www.surdurulebilirlikakademisi.com
Markalar Sürdürülebilirlik Taahhütlerini Açıklıyor:
surdurulebilirmarkalar.com
Sürdürülebilir gelecek için pozitif
değişim gerçekleştirmeyi amaçlayan
markaların buluştuğu ve deneyimlerini
paylaştığı sivil bir platform olan
surdurulebilirmarkalar.com çalışmalarına
devam ediyor. Her ay “Mercek Altında”
bölümü ile yeni bir konunun gündeme
geldiği platformda, bu ay markalara
sürdürülebilirlik taahhütlerini sorduk.
Tüm yanıtlara, Türkiye ve Dünyadaki
sürdürülebilir marka konusundaki
son gelişmelerin paylaşıldığı web
sitemizden ulaşılabilirsiniz: www.
surdurulebilirmarkalar.com
SÜRDÜRÜLEBİLİR MARKALAR
Semra Sevinç
Sürdürülebilirlik Akademisi
Yönetim Kurulu Üyesi
[email protected]
2014 Tüketici Trendleri ve
Marka Stratejileri
Yeni yılın ilk ayından merhaba
diyorum. Öncelikle 2014 yılının
sürdürülebilir marka sayısının
arttığı, fark yaratan marka sürdürülebilirliğine yönelik örnekler ile
sıkça karşılacağımız bir yıl olmasını
diliyorum.
Sizlerle her ay buluştuğum “Sürdürülebilir Markalar” köşemde bu ay
markaların sürdürülebilirliği için
marka stratejilerine, planlarına temel oluşturacak müşteri için satın
alım davranışlarını ve sıklığını belirleyen, yönlendiren, lovemark ilişkisinin kurulmasını sağlayan unsurların neler olduğunu paylaşacağım.
2014 yılında konunun uzmanları
markaları nelerin beklediğini söylüyor? Yeni yılın ilk sayısında dünyanın güçlü markalarının işbirliği
yaptığı trend analiz kuruluşlarının
başında yer alan trendwatching.
com’un 2014 öngörülerinin bir bölümünü aşağıda sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Suçlu Hissetmeden
Tüketebilmek
2014 tüketici trendlerinde birinci
sırada yer alan ve sürdürülebilir
marka stratejilerinin belirlenmesinde de çok önemli rol oynayacak
olan tüketici trendi “Guilt-Free
Status” yani suçluluk duygusundan arınma durumu. Günümüzde
tüketicilerin çoğunluğunda her geçen gün artan bir suçluluk duygusu
var. 1990’larda, 2000’lerin başında
tüketiciler yalnızca daha fazla ürün
ve hizmet tüketiyorlardı. Bu davranışın arkasında herhangi bir sorgulama yoktu. Yalnızca yeni ürünler,
yeni hizmetler satın alınıyor, tüketi-
liyor, yenileri için satış noktaları ile
buluşuluyordu. Bugünün tüketicisi
satın aldığı ürün ve hizmetler ile
yaptığı tüketim ile dünyaya topluma veya kendisine zarar vermesi
konusunda hızla artan bir farkındalığa sahip. Buna karşın asla terk
etmeyi düşünmediği bir tüketim
alışkanlığı var. Bu da sonu gelmeyen bir suçluluk döngüsüne sokuyor tüketiciyi. Tüketicinin içinde
bulunduğu bu döngü markalar için
fırsatlar yaratıyor. Tüketicilerin bugün tüketimlerinin arkasındaki en
önemli itici güç statü arayışları. Kısaca bugünün müşterisini bir tarafta sürekli statü arayışı, diğer tarafta
suçluluk duygusu döngüsünde.
2014 yılında markalar suçluluk
döngüsü ile statü arayışlarını örtüştürecek şekilde değer oluşturduklarında lovebrand olma, daha çok ve
sıklıkla alınma olasılıkları artacak.
2014 yılında tüketicilerin statü arayışlarındaki hiti “Guilt-free“ olacak.
2014 tüketicilerin suçluluk duygusunu azaltacak ürün ve hizmet
üretme zamanı...
Bunun en iyi örneklerinden biri
de Tesla. Tesla’nın 2013 Eylülde pazara sunduğu lüks segment
elektrikli sedan aracı Model S
2013 Ağustos’tan itibaren Norveç,
İsviçre ve Hollanda’ya gönderilmeye başlandı. Araç, Norveç’te Eylül
ayında en çok satılan araba olmuş.
Elektrikli araçların Norveç’te sahip
olduğu otobüs yollarını kullanabilme avantajı mutlaka satışların artmasına katkı sağlamıştır.
2014 yılında başarılı markalar tüketicilerin statü arayışına uygun, yaygın kullanımı olan, suçluluk duygu-
sunu azalttığını açıklıkla anlatan,
hikayesi olan markalar olacak.
2014 yılında bu hedefler ile marka
stratejisini oluşturan başarılı marka
çalışmalarını bu bölümde sizlerle
paylaşacağım.
“Çin İçin/Çin İle Daha Yeşil”
2014 yılının diğer önemli trendlerinden biri de “Made Greener By/
For China” yani “Çin İçin/Çin İle
Daha Yeşil”. Önümüzdeki yıllarda
dünya ekonomisinin lideri olacağı
tüm araştırmalarda açıklıkla belirtilen Çin 2014 tüketici trendlerinde
de markaların stratejilerini ve yol
haritalarını belirlemeleri konusunda önemli bir girdiyi oluşturuyor.
2014 yılında da Çin daha yeşil tüketici inovasyonları için çalışacak.
Mobil teknoloji, lüks ve moda sektörlerinde Çin markaları daha yeşil
marka stratejileri geliştiriyor, bu konuda inovasyonlar yapıyor. Bunun
2014 yılında marka yol haritalarına
olan etkisi ise Batı markalarının
Çin markaları ile ilgili tüketiciye
sundukları en önemli engel olan
yeşil ürün ve yeşil inovasyon ortadan kalkacak. Nike’ın Şanghay’da
açtığı yeni mağaza, Philips’in CEC
ile işbirliğinde yaptığı şehir aydınlatmaları bu konu ile ilgili başarılı
örnekler.
Sürdürülebilir markalar köşesinde
bu ay 2014 tüketici trendlerini sizlerle paylaşmaya başladım. Gelecek
ay 2014’ün diğer trendlerini sizlerle paylaşacağım.
Tüketicilere kendini suçlu hissettirmeyen, statülerini açıklıkla ortaya
koyan markalar ile dolu bir 2014
diliyorum.
OCAK 2014 / EKOIQ 75
HUKUK
76 OCAK 2014 / EKOIQ
Sürdürülebilir İş ve Yaşam için Hukuk
Geleceği Düşünme
ya da Dünya Sevgisi
Toplum içinde bazı insanlar, aklın kılavuzluğuyla yaşadıkları
için toplumsal kurallara bilinçleriyle uyarken, diğerleri ise aykırı
davranmaları halinde karşılaşabilecekleri müeyyideden kaçınmak
için uymak zorunda kalır. Bu arada, aklın kılavuzluğunda hareket
eden insanın da, her zaman aynı şekilde hareket edeceğinin bir
garantisi olmadığından hukuk aslında herkes için gereklidir.
Peki, sürdürülebilirlik çalışmaları için hukuk ne anlam ifade
ediyor? Veya hukuk, sürdürülebilir bir yaşamın kurgulanmasında
nasıl bir yer tutuyor?
Av. Dr. Halil DOĞRU, [email protected]
İ
nsanı mutsuz kılarak, önemsizleştirerek, insanın içindeki
coşkuyu bastırarak yönetmeyi
marifet sayan, dahası bu insanlık
dışı yöntemin gerekli/ kaçınılmaz
olduğu iddiasındaki kapalı toplum
yandaşları, ideologları, lobileri tarafından silinmeye, çarpıtılmaya
çalışılmış büyük filozof Spinoza’ya
göre, insanların tümünün, her zaman aklıyla hareket etmesi mümkün olsaydı o zaman hukuka da
ihtiyaç olmazdı. Ama insan, tabiatı
gereği, gelecekte kendisine zararı
dokunacak olsa bile kısa vadede
kendisine doyum verecek şeyleri
yapmaya, yani duygularıyla hareket etmeye eğilimlidir. Bu eğilim,
insanın diğer tüm canlılarla ortak,
yaşamını sürdürme için kendini var
etme güdüsü, yaşama iştahından
doğar. Ne var ki, tabiattan doğan bu
iştah, akılla dizginlenmedikçe, aşırıya kaçar, bencilliğe varır; her insan
kendisi için bunu istediğinden yapıcı değil, yıkıcı olur.
Ancak tabiat insana, bu iştaha ek
olarak, başka bir şey daha vermiştir:
O da, akıldan kaynaklanan, muhakeme etme, olaylardan birbirlerine
bağlı sonuçlar çıkarma gücüdür.
İnsan yine var olma, varlığını en iyi
şekilde sürdürme gayesi ile hareket
ederken, aynı zamanda akıldan kaynaklanan muhakeme gücünü kullanıp, gelecekte daha az zarar görmek veya daha fazla yarar görmek
için, yani geleceği düşünerek, kısa
vadeli doyumdan vazgeçebilir.
İşte bu geleceği düşünebilme gücü
ve yine sadece insana bahşedilmiş
olan konuşma yeteneği sayesinde
insan, gelecekteki daha iyi adına,
kısa erimli doyumdan vazgeçip başka insanlarla işbirliğine girebilmiş
ve sosyalleşebilmiştir. Mağarada
yaşayan iki insan, birbirleriyle savaşmak (birbirlerini besin zincirine
dahil etmek) yerine, biri av aleti
yaparken diğerinin avlanması ve
avlanan yiyecekleri paylaşmalarının
ikisi için de daha yararlı olacağını
görebildikleri için anlaşmaya varabilmiştir. Ancak insanın aklıyla ortağa koyduğu kurala uyulması zorunlu kılınmaz, yani kuralı ihlal edene
yaptırım uygulanmaz ise kural ihlal
edilir ve kuralın bir anlamı kalmaz.
Neticede de insana tabiatın verdiği
geleceği görme ve daha iyisini yapma gücünün hayata geçmesi mümkün olmaz. O halde hukuk, insanın
aklıyla bulduğu, insanlık için yararlı
kaidelere uyulmasını sağlamak için
gerekli, insanlığın ortak çıkarı için
kullanılan meşru güçtür diyebiliriz.
Toplum içinde bazı insanlar, bu kurallara aklın kılavuzluğuyla yaşadıkları için bilinçleri ile uyarken, diğerleri ise aykırı davranmaları halinde
karşılaşabilecekleri müeyyideden
kaçınmak için uymak zorunda kalır. Bu arada aklın kılavuzluğunda
hareket eden kuralı ortaya koyan
insanın da, her zaman aynı şekilde
hareket edeceğinin bir garantisi olmadığından hukuk aslında herkes
için gereklidir.
OCAK 2014 / EKOIQ 77
HUKUK
Akıl Tutulmalarının Sonu mu?
İnsanlık, bahsettiğimiz geleceğini düşünme yeteneği sayesinde,
kendisinden çok daha güçlü tabiat
şartları ile baş edebilmiş, medeniyetler kurabilmiş, endüstrileşme ve
ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiştir. Zaman zaman yaşadığı akıl
tutulmaları, akılla dizginlenemeyen, aşırıya kaçan iştahı sebebiyle
savaşlar ve büyük acılar yaşasa da,
20. yüzyılın ortalarına kadar insanın, dünyanın dengelerini bir daha
düzelmeyecek şekilde bozabileceği
akla gelmemiştir. Bu sebeple de,
insanının kendi çıkarı için giriştiği
ekonomik faaliyetlerin neticede tüm
toplumun yararına olacağı varsayımı, Adam Smith ile simgeleşen
“Bırakınız yapsınlar!” felsefesi
ekonomide hakim olmuştur. Dolayısıyla da hukuk, ekonomik faaliyetin finansmanını sağlayan girişimci
sermaye sahibinin özgürlüğünü ve
korunmasını esas almış, ekonomik
faaliyetlerin, sermaye sahibi dışında
kalan kişi ve çevreye olan etkilerini
çok fazla dikkate almamıştır. Ancak
akılla dizginlememiş iştahla hareket
eden endüstrileşmiş ekonomik faaliyetin sermayedarına fayda (kâr) sağlıyor görünürken, dünyaya ve çevreye geri dönülemez büyük zararlar
verebileceği, yani toplamda topluma
negatif etkisi olduğu ortaya çıkınca,
“Bırakınız yapsınlar” felsefesi akli
ve sürdürülebilir olmaktan çıkmış,
bunun yerine yeni bir ekonomik felsefe ve hukuk arayışına girilmiştir.
Bu aşamada insan aklı, ekonomik
kalkınmanın sürdürülebilir olması
gerekliliği, ekonomik faaliyetlerin
çevreye verdiği zarar ve negatif
etkileri konusunu gündeme getirmeye başlamıştır. 1987 yılında Birleşmiş Milletler Komisyonu’nun,
Ortak Geleceğimiz raporunda (“Our
Common Futures”- Komisyon başkanının isminden dolayı, bilindiği
üzere Brundtland Raporu olarak
da anılmaktadır), sürdürülebilir bir
dünya için yapılması gerekenler
78 OCAK 2014 / EKOIQ
rar verecek şeylerden kaçın” diyor.
İnsanlık kendi çıkarı için olsa dahi
kısa vadeli doyumundan vazgeçme
zaafını tam halledememişken, sürdürülebilirlik, insandan, hiç görmeyeceği gelecek nesiller ve dünyanın
öteki ucundaki insanlar için de bir
şeyler yapmasını istemektedir.
Spinoza
Spinoza’ya göre, insanların
tümünün, her zaman aklıyla
hareket etmesi mümkün
olsaydı o zaman hukuka da
ihtiyaç olmazdı. Ama insan,
tabiatı gereği, gelecekte
kendisine zararı dokunacak
olsa bile kısa vadede
kendisine doyum verecek
şeyleri yapmaya eğilimlidir.
Harlem Brundtland
kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır.
Raporda sürdürülebilirlik, “Gelecek
nesillerin ihtiyaçlarını karşılama
gücüne zarar vermeden bugünün
ihtiyaçlarını karşılama” olarak tanımlanmıştır.
Tanımdan da anlaşılacağı üzere sürdürülebilirlik, insanlık için yeni ve
çok önemli bir kavram; zira daha açlık, yoksulluk ve savaşlar gibi kendi
güncel sorunlarını çözmemiş bugünün insanına, “Ne yaparsan yap
da artık büyü, olgun, akıllı, erdemli
ve müşfik bir baba ve anne ol; hem
kendi ihtiyaçlarını karşıla, hem de
aynı zamanda gelecek nesillere za-
Hukuk Çok Şeye Yarayabilir
1987 yılından bu yana dünyada,
uluslararası anlaşmalar, iç hukuk
ve gönüllü sivil birliktelikler yoluyla hukuksallaşma sürecine giren
sürdürülebilirlik çağrısının, insanı
ve dünyayı değiştirecek derecede
önemli sonuçlara gebe olduğunu
söylemek mümkün:
Burada, insanın, sadece kendi çıkarı için değil tüm dünya ve insanlık
çıkarı, dünyayı bir felaketten kurtarmak için hareket etmeye çağrılmasını, insanı erdemli kılma, kamil
insan olma yolunda değiştirecek,
dönüştürecek önemli bir merhale
olarak görmek mümkün. Bu, aynı
zamanda birey özgürlüğüne dayanan, bireycilik olarak adlandırılan
felsefenin, bencillik anlamına geldiği; bu bakışın kendi dışında bir
başkası ve toplumun yararını göz
edemeyeceği konusundaki insanları mutsuzluk, çaresizlik ve değersizliğe iten ideolojik önyargıların
kırılması için de önemli: Bir insan,
kendine dışarıdan dayatılan görüş/
ideolojilere tabi olmaksızın, kendi
özgür düşünce, iradesi ve aklıyla
hareket ederek, hem kendisine
hem de topluma faydalı bir şeyler
yapabilir. Bir şeyler yapmak için,
kerameti kendinden menkul bir bilgenin, bir Führer’in, bir siyasi veya
dini liderin sorgusuz sualsiz ardından gitmesinin, kehanet edilmiş bir
geleceği beklemesinin bir anlamı
yoktur. İnsanlık, şu anda aklı ve
aklı ile ortaya çıkardığı kuralın hukuk yoluyla uygulanmasını sağlayarak insanlık için bir şeyler yapabilir
ve yapmalıdır. Yapmazsa zaten çok
geç olmuş olacaktır.
Bugün ekonomik aktivitenin çok
büyük bir kısmı şirketler tarafından
yerine getirildiğinden, insan aklıyla
ortaya çıkan sürdürülebilirlik olgusunu hayata geçirecek olan da büyük ölçüde, bir insan buluşu olan
şirketler olacaktır. Bu durumda,
sürdürülebilirlik sadece insandan
değil, aynı zamanda şirketlerden
de sadece kendi yararını (kâr etme,
büyüme, neticede hissedarının yararına hareket etme) değil, kendi dışındaki insanları, çevreyi ve bunlara
verdiği etkiyi gözeterek hareket etmesini talep etmektedir. Bu, şirketlerin tek amacının, “kâr etme” ve
sermayedarlarının sahip olduğu sermaye değerini artırma olduğu kabul
edilen şirketler hukuku teorisi için
de yepyeni bir durumdur. Bir şirketin ekonomik faaliyetlerini sürdürürken, sadece kısa vadede kâr elde
etmeyi değil de, kısa, orta ve uzun
vadede kendisi ve kendisi dışındaki
dünyaya olan pozitif ve negatif etkilerin ne olacağını düşünmesi, insan
aklının şirketlere aktarılmasına; bu
da şirketlerin yönetimlerinde (governance) önemli değişimler yaşanmasına, şirket yönetiminin görev ve
sorumluluklarının yeniden belirlenmesine yol açmaktadır.
Yük mü, Pozitif Fayda mı?
Peki, sürdürülebilirlik, sadece şirketlere görevler yükleyen, şirketlerden gelecek nesiller adına fedakarlık bekleyen, neticede negatif
bir yük mü? Sürdürülebilirlik çalışmasının, insan aklının şirketlere
aktarılması, iyi işleyen bir kurumsal
yönetimin hakim kılınması; şirketlerin çevre, finansal ve yönetimsel açılardan kendi sürdürülebilirliklerini
gözden geçirmeleri ve bu şekilde ortaya çıkacak aksaklıkları giderecek
gerekli adımları önceden atmalarına yol açması halinde şirketlere yük
olma yerine pozitif fayda sağlayacağından kuşku duymamak gerekir.
Nitekim Harvard Business School
ve London Business School araştır-
Edmund Burke’un, “Kimse
az şey yapabildiği için hiçbir
şey yapmayan kişiden daha
büyük bir hata yapamaz”
sözü, bugünkü durumumuz
için de geçerli. Yani top
hepimizde...
macılarının yaptığı bir çalışma, sürdürebilirlik konusuna önem veren
şirketlerin uzun dönemdeki performanslarının, daha az önem veren
şirketlere göre önemli ölçüde daha
iyi olduğunu ortaya koymuştur.
Sürdürebilirlik ve hukuku Türkiye
için oldukça yeni bir olgu olmakla
birlikte yansıma ve etkilerini iç hukukta da görmek mümkün. Örneğin Çevre Kanunu’nda benimsenen
“kirleten öder” ilkesinin sürdürülebilirlik hukukunun bir uzantısı
olduğunu belirtmek, önce Dünya
Bankası raporları ve uluslararası
konferanslarda konuşulan ilkelerin
nasıl zamanla bir iç hukuk kaidesi
olarak karşımıza çıktığını görmek
açısından önemli. Dünyadaki eğilime paralel olarak sürdürülebilirlikle ilgili yeni kuralların iç hukukta
da benimsenmesi, örneğin bugün
için çok sayıda ülkede zorunlu hale
getirilmiş sürdürülebilirlik raporunun, giderek üzerinde daha çok durulan entegre raporlamanın yakın
bir gelecekte Borsa İstanbul’da
işlem gören şirketler için de zorunlu hale getirilmesi sürpriz olmayacaktır.
Öte yandan karbon salımı, iklim
değişikliği, biyolojik çeşitliliğin azalması gibi sorunlar, dünyanın kaderini etkileyen, etkisi ulusal sınırlar
ötesine taşan sorunlar olduğundan
“sürdürülebilirlik
hukukunun”
kaynakları hiçbir zaman iç hukukla sınırlı olmamaktadır. IFC’nin,
belirlediği sürdürülebilirlik ilkeleri
ile çalışmayan şirketler için getirdiği kredi sınırlandırmaları, Ekvator
Prensipleri’ni imzalamış çok sayıda uluslararası bankanın sadece bu
prensiplere uygun olan projelere
finansman desteği veriyor olması,
giderek artan sayıda uluslararası
yatırım ve portföy şirketinin, sürdürebilirliği yatırım yapılabilirlik kriterlerine dahil ediyor olması, Türk
şirketlerinin, iç hukukta olmayan
sürdürülebilirlik kurallarına uymalarını, sürdürülebilirlik çalışmaları
yapmalarını, sürdürülebilirlik raporları hazırlamalarını gerektirmektedir.
Son olarak; sürdürülebilirlik, dünyayı sürdürülebilir kılma gibi ulvi bir
amaç taşımakla, dünya sevgisini de
içeriyor. Bu da sürdürebilirlik konusunu, dünya sevgisine sahip devlet,
özel sektör, sivil toplum kuruluşları, bireyler arasında işbirliğine çok
açık kılıyor. Sürdürülebilirlik öyle
bir mevzu ki bu konuda herkesin
evinde, okulunda, işinde kendi başına veya birileriyle birlikte yapabileceği bir şeyler var. Unutmamalı ki,
Edmund Burke’nin söylediği gibi,
“Kimse az şey yapabildiği için hiçbir
şey yapmayan kişiden daha büyük
bir hata yapamaz”. Bizler de bu
köşede, sizlerden gelecek soru ve
önerilere açık olarak, gerek içerde
gerekse dünyadaki sürdürülebilirlik
hukuku ile ilgili konu ve gelişmeleri
ele almayı planlıyoruz. Soru ve önerilerinizi [email protected]
adresine gönderebilirsiniz. m
OCAK 2014 / EKOIQ 79
DÜNYADAN
Yoksa Raporları Sadece
Annelerimiz mi Okuyor?
Ethical Corporation’ın düzenlediği 7. Kurumsal
Sorumluluk Raporlaması ve İletişimi Zirvesi 27-28 Kasım
2013 tarihinde Londra’da gerçekleşti. Türkiye’den
tek katılımcı olan Sercom Danışmanlık kurucusu Elif
Özkul Gökmen, zirveyle ilgili izlenimlerini EKOIQ
okuyucularıyla paylaştı.
Elif ÖZKUL GÖKMEN
2
001’de Toby Webb tarafından
kurulan
Ethical
Corporation’ı 2006’dan bu
yana takip ediyorum. Kurumsal sorumluluk, sürdürülebilirlik, raporlama ve iletişim konularında yılda
birkaç konferans düzenliyorlar.
Bu konuların kapsandığı bir dergi
yayınlıyorlar ve yine oldukça zengin bir web siteleri mevcut. 2006
yılından bu yana katıldığım GRI
konferanslarının yanı sıra farklı bir
bakış açısı yakalamak amacıyla ve
aynı tarihlerde gerçekleşen, benim
de çok önemsediğim bir konunun
tartışılacağı “Türkiye İnovasyon
Konferansı” aklımda olduğu halde
Londra’daki konferansa katıldım.
Katılımcı ve Konuşmacı Profili
İngiltere başta olmak üzere
ABD’den İsveç’e, Avusturya’dan
Hindistan’a, 20’ye yakın ülkeden
yaklaşık 120 katılımcının yanı sıra
IKEA, Unilever, Virgin Media,
Pirelli, Centrica, Alliance Boots,
Marks & Spencer, Akzo Nobel,
Nestle, Heineken, ING Group, Tetra Pack ve Titan Group gibi pek
çok farklı sektör temsilcisi şirketten
sürdürülebilirlik ve iletişim yöneticileri konuşmacı olarak konferansta
yer aldılar.
80 OCAK 2014 / EKOIQ
Ethical Corporation yazarlarından
Mallen Baker’in bir oturum sırasında yaptığı ankete göre katılımcıların
yaklaşık %90’ı halihazırda raporlama yapan, %40’ı raporlarında GRI’ı
temel alan, %10’u GRI G4’e göre
raporlama çalışmalarına başlayan
ve %1’i de entegre raporlama yapan
şirketleri temsil ediyorlardı.
Konferansın ilk gününde kurumsal
sorumluluk raporlamasının süreç
yönetimiyle ilgili en iyi uygulamalara yer verilirken, ikinci gününde
sürdürülebilirlik iletişimi ve paydaş katılımı konuları tartışıldı.
Konferansın en dikkat çeken özelliklerinden biri konuşmacıların powerpoint slide kullanmamalarıydı.
Konferans yönetimi, bunun amacını teorik konuşmaları azaltıp,
soru-cevaplarla daha samimi tartışmalara yer vermek olarak açıklasalar da, konuşmacıların en azından
yarısının bu sebeple ana konunun
çok dışına çıkmaları ve toparlamak
için vakit kaybetmeleri sebebiyle,
bu uygulamayı çok verimli bulmadım.
Öne Çıkan Kavramlar
Konferansta en çok sözü geçen kavramlar entegre düşünce (integrated
thinking), önemli ve öncelikli konular (materiality), paydaş katılımı
(stakeholder engagement) ve payla-
“Raporların dış paydaşlar
tarafından okunmadığını iddia
eden şirketler dahi raporlama
süreçlerinin şirket içinde
performans ve değişimin
tetikleyicisi olduğunu
belirttiler”
şılan değer yaratmak (CVS-creating
shared value) oldu.
Konuşmacıların birçoğu değer yaratan bir rapor hazırlamanın yolunun
entegre düşünmekten geçtiğini, entegre düşünce yapısını şirket içine
yerleştirmenin finansal ölçütler gerektirdiğini ve bunları oluşturmanın
da zaman aldığını belirttiler.
Şirketlerin uzun vadeli değerlerinin
ortaya çıkarılması için çok geniş
çaplı paydaş gruplarıyla iletişim kurulmasının önemi ve paylaşılan değer yaratmanın da hem hissedarlar
hem de toplum için benzer oranda
ve ortak değerler yaratmakla gerçekleşeceğini belirttiler.
Önemli ve öncelikli, yani yönetilmesi şirketin elle tutulan ve de tutulmayan değerine katkıda bulunacak,
anahtar performans göstergelerine
temel oluşturacak konuların tespitinde de paydaş diyaloğunun önemi
de tartışılan konulardan biriydi.
Entegre Raporlama Güney Afrika’da Zorunlu
IIRC temsilcisi Kate Jefferies, Entegre
Raporlama Çerçevesi’nin Aralık ayında
yayınlanacağını duyurdu. 8 Aralık’ta IIRC
CEO’su Paul Druckman’dan gelen bir mail
ile de bu bilgi tüm paydaşlara duyuruldu.
Jefferies, entegre raporların
yatırımcıyı hedeflediğini hatırlatırken,
entegre raporlama yapmanın ani bir
kararla mümkün olmayacağını, bu
çalışmanın minimum 3-5 yıllık bir
yolculuk gerektirdiğini, 2014 yılında
IIRC Pilot Programa katılan şirketlerin
%50’sinin entegre rapor hazırlamalarını
beklediklerini, halihazırda Güney Afrika
borsasında işlem gören şirketler için
zorunlu olduğunu ve NASDAQ’ın da
konuyla ilgili çalışmalara başladığını
belirtti.
Yıllardır sürdürülebilirlik raporu
hazırlayan Heineken yöneticisi 3 ila 5
yıldan önce entegre raporlama yapmaya
hazır olmayacaklarını, sekiz yıldır
sürdürülebilirlik raporu hazırladıklarını
ifade eden Pirelli yöneticisi ise 2015’te
ilk entegre raporlarını hazırlamayı
planladıklarını ifade ettiler.
“Yazdığım Raporları Sadece
Annem Okuyor!”
İki gün boyunca en hararetle tartışılan konu raporların okunup
okunmamasıydı. The Crown Estate
yöneticisinin “Yazdığım raporları
neyse ki annem okuyor!” esprisi
konferansın en neşeli anıydı. Bunun
yanı sıra özellikle son tüketiciye
ulaşan ve halka açık şirketlerin pek
çoğu paydaşlarının artan oranda
raporları okuduğunu ya da geribildirimde bulunduğunu belirtti. Goldman Sachs gibi lider yatırımcıların
ve rating kuruluşlarının bu iş için
ekip kurduklarını ve bu ekiplerin
sürdürülebilirlik raporlarını detaylı
inceledikleri ve yatırım değerlemelerinde mutlaka dikkate aldıkları da
belirtildi.
Raporların dış paydaşlar tarafından
okunmadığını iddia eden şirketler
dahi raporlama süreçlerinin şirket
içinde performans ve değişimin tetikleyicisi olduğunu ve sadece referans alabilmek için dahi raporlardan çok faydalandıklarını belirttiler.
Ethical Corporation kurucusu Toby
Webb’in ilgisi ve Konferans Direktörü Elina Yumasheva ve ekibinin güler yüzlü ve yardımsever yaklaşımları ile konferans genel olarak keyifli
ve akıcı geçti. Sunumsuz geçen konferansa sponsor şirketlerin standları renk kattı. Ethical Corporation’ın
bir sonraki konferansı Sustainable
Business Summit 19-20 Mayıs
2014’de Londra’da gerçekleşecek.
İlgilenenlere duyurulur. m
OCAK 2014 / EKOIQ 81
YARIŞMA
!
i
l
e
t
i
s
r
e
v
i
n
Hey Ü
“Biyolojik Çeşitliliği Artır,
Doğal Hayata Değer Kat”
Duyduk duymadık demeyin, Türkiye’de ilk kez
“Biyoçeşitlilik Proje Yarışması” düzenleniyor;
hem de üniversitelilere yönelik olarak!
Türkiye’nin sürdürülebilirlik alanında önemli
yapı malzemeleri üreticisi Akçansa, iştiraki
olduğu HeidelbergCement’in yurt dışında iki
yıldır düzenlediği, maden sahalarının biyolojik
değerlerini artırmayı amaçlayan “Biyoçeşitlilik
Proje Yarışması”nı bu yıl ilk kez Türkiye’de
gerçekleştiriyor.
M
aden sahalarının yeniden
doğaya
kazandırılması
konusu, Türkiye için yeni
ama dünyanın gelişmiş bölgeleri
için yıllardır önemle ele alınan bir
konu. Ancak geçtiğimiz günlerde
haberdar olduğumuz bir yarışma,
bu konuya olan akademik ilgiyi yükseltecek gibi görünüyor. Türkiye’de
sürdürülebilirlik alanındaki çalışmalarıyla iyi bildiğimiz yapı malzemeleri üreticisi Akçansa’nın iştiraki olduğu HeidelbergCement’in
yurtdışında iki yıldır düzenlediği
Quarry Life Award ismi altında
gerçekleştirdiği yarışma bu yıl ilk
kez Türkiye’de de gerçekleştiriliyor. Maden sahalarının biyolojik
değerlerini artırmayı amaçlayan
“Biyoçeşitlilik Proje Yarışması”,
üniversitelerin Moleküler Biyoloji
82 OCAK 2014 / EKOIQ
ve Genetik, Biyoloji, Ekoloji bölümlerinde ve Ziraat Fakültelerinde okuyan öğrencilere açık. Üniversite öğrencilerini çevreye, doğal
yaşama ve sürdürülebilir geleceğe
katkıda bulunmaya davet eden yarışmanın başvuruları, 1 Mart 2014
Cuma gününe kadar devam edecek.
Yarışmayla ilgili olarak Akçansa
Hammaddeler ve Çevre Müdürü
Özgür Öztürk, Hammaddeler Uzmanı Çağlar Geven, Çevre Yöneticisi Sezgi Kumbaracıbaşı ve Kurumsal İletişim Yöneticisi Banu Üçer,
sorularımızı yanıtladı.
Yarışmanın Akçansa ve Türkiye çimento sektörü için önemini anlatır
mısınız?
Özgür Öztürk: Ortaklarımız Sabancı Holding ve HeidelbergCement’in
kurumsal yapıları ve sürdürülebilirlik stratejilerinden aldığımız güçle
sektörde birçok ilklere imza atıyoruz. 2010 yılındaki Sürdürülebilirlik Raporumuz, sektörde ilkti ve bir
çimento şirketinin sadece finansal
değil, aynı zamanda çevresel ve sosyal anlamda ne kadar şeffaf olabileceğinin kanıtı oldu.
Çimento üretimi maden sahalarından hammadde (kalker ve kil)
üretimiyle başlar. Dolayısıyla doğal
kaynaklara bağımlı bir iş sürecimiz
var. Maden sahalarındaki fauna ve
flora çeşitliliğinin üretim sırasında
ve sonrasında yönetimi şirketimiz
için önemli bir sorumluluktur. Her
bir maden sahamızın onaylanmış
rehabilitasyon projesi vardır. Bu
sahaların rezervi biten kısımlarında
projesine uygun ağaçlandırma ya-
pıyoruz. Biyoçeşitlilik projeleri ise,
bunun bir adım ötesinde o alanın
canlı türüne daha fazla katkı sağlayacak çalışmaları içeriyor.
Quarry Life Award (Biyoçeşitlilik
Proje Yarışması) yabancı ortağımız HeidelbergCement’in faaliyet
gösterdiği ülkelerde yapılan uluslararası bir yarışmadır. Bu yıl ikinci
kez düzenleniyor. Türkiye’de ise bu
kapsamda yapılan ilk yarışma olma
özelliğini taşıyor. Bu yarışma ile
öncelikle biyoçeşitlilik konusunda
bir farkındalık yaratmayı hedefliyoruz. Değerlendirmeyi yapacak olan
Ulusal Jüri’yi belirledik ve üniversite tanıtımlarımıza başladık. Artık
üniversite öğrencisi arkadaşlarımızın katılımını ve yaratıcı projelerini
bekliyoruz.
Yarışma ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
Çağlar Geven: “Quarry Life Award”
(QLA) maden sahalarında biyolojik
çeşitliliğin artırılması amacıyla düzenlenen uluslararası bir bilim ve
eğitim yarışması. Amacı madencilik
faaliyetleri ile bozulan arazilerin
ve doğal yabani hayatın, üniversite öğrencileri, mezunlar, araştırma
görevlileri tarafından üretilecek yaratıcı, farklı ve inovatif projelerle,
bu arazilerde biyolojik çeşitliliğinin
artırılması ve geliştirilmesine katkıda bulunmak olarak özetleyebiliriz.
QLA yarışması, hem ulusal hem de
uluslararası biyoçeşitlilik proje yarışması olması sebebiyle iki senede
bir düzenleniyor. İlki 2011 senesinde yapılmış, 18 ülkeyi temsilen
300’den fazla proje katılmış. 2012
yılında Almanya’nın Heidelberg
kentinde düzenlenen törenle ödüller sahiplerine verilmiş.
Doğaya, çevreye, biyoçeşitlilik, ekoloji ve biyoloji konularına meraklı
tüm üniversite öğrencileri bu yarışmaya ister kendi başlarına ister ekip
halinde katılabilirler. Başvurular 1
Mart 2013 tarihine kadar www.
quarrylifeawards.com adresinden
elektronik ortamda yapılabiliyor.
Yarışma için birisi İstanbul, diğe-
Biyoçeşitlilik Proje Yarışması’na
katılım koşulları:
b Moleküler Biyoloji ve Genetik,
Biyoloji ve Ekoloji Bölümleri’nde ve
Ziraat Fakültesi’nde okuyan lisans
öğrencilerine yönelik gerçekleşen
yarışmanın en önemli koşulu; daha
önce yapılmamış, farklı bir yarışma
için kullanılmamış, yaratıcı bir proje
sunmak…
b Yarışmaya katılmak isteyenlerin
ya şahıs ya da ekipler halinde olması
gerekiyor. Bir şahıs yalnızca bir Ulusal
Yarışma seçebilme hakkına sahipken;
yarışmaya kendi başına ya da bir ekip
üyesi olarak katılabilir.
b Şahıslar, iki yarışmaya katılamazlar.
b Her bir katılan Maden Sahasının,
belirli bir Ulusal Yarışmaya ait olduğu
beyan edilecek. Öte yandan her proje,
teklifi yalnız bir ulusal yarışmadaki
maden sahasına ilişkin olacak şekilde
kurgulanmalıdır.
b Uluslararası yarışmaya katılmak
isteyenler, ulusal yarışmanın en iyi beş
projeyi de kapsayacak proje tekliflerini
İngilizce olarak sunmalıdır.
OCAK 2014 / EKOIQ 83
YARIŞMA
ri Çanakkale’de üretim faaliyeti
devam eden iki hammadde sahası
belirledik. Yarışmacılar tarafından
bu sahalara yönelik 1 Mart 2014
tarihine kadar hazırlanacak proje
tekliflerini Ulusal Jüri ön elemeden
geçirecek, seçilen teklifler ise 1 Eylül 2014 tarihine kadar nihai proje
haline getirilecek. Projeler fizibilite,
kamu bilincinin artırılması ve paydaşların katılımı gibi doğaya ve topluma kattıkları değere kriterlerine
göre değerlendirilecektir.
Ulusal Jüri, kamu, özel sektör, sivil
toplum kuruluşları ve üniversitelerden farklı bakış açılarına sahip
kişilerden oluşturuldu. Ulusal Jüri
tarafından seçilen ilk beş proje,
uluslararası yarışmaya katılacak; ilk
3 proje ise ödül kazanacak (Birinci 5000 euro, İkinci 3000 euro ve
Üçüncü 1500 euro). Uluslararası
yarışmada ise değişik kategorilerde
birinciler 10.000 euro, en değerli
proje ise 30.000 euro para ödülü
alacak.
Yarışmanın Akçansa Sürdürülebilirlik stratejisine katkısı ne olacak?
Sezgi Kumbaracıbaşı: Sürdürülebilirlik stratejisinde temel amacımız
sürdürülebilir büyüme sağlarken,
yönetsel yaklaşımımızla, operasyonel performansımızla, ürün ve hizmetlerimizle paydaş beklentilerine
yanıt verebilmek. Bu anlayışla sürdürülebilirlik yol haritamız sosyal,
çevresel ve ekonomik unsurlara yayılan çeşitli öncelikli çalışma alanlarından oluşuyor. Günümüz ve yakın
geleceğin en öncelikli sorunu iklim
değişikliğidir. Doğal hayatın zarar
görmesi ve biyoçeşitlilik niteliğinin
bozulması da iklim değişikliği etkilerinin artmasına yol açıyor. Maden
sahalarından çıkarılan hammaddeye
bağımlı bir sektör olan çimento üretiminin geleceği üzerinde operasyonel, yasal, ticari ve itibar gibi risk
ve fırsatları ortaya koyuyor. Akçansa bu noktada, sorunun kaynakla84 OCAK 2014 / EKOIQ
Geçen Yılın birincisi,
Çek Cumhuriyeti’ndendi
2012 yılında ilki düzenlenen QLA
yarışmasında, üniversite öğrencileri
ile sivil toplum kuruluşu tarafından,
Çek Cumhuriyeti’nin Trebon kentinde
bulunan kum-çakıl ocağı için yapılan
ortak çalışma birinci seçildi. Projede,
ocak sahasında bulunan çeşitli endemik
türlerin haritalanması yapıldı ve sonuç
olarak, ocak sahasında ve ocağın içinde
bulunan su göletlerinin çevresinde
gelişen endemik türlerin, ağaçlandırma
ile oluşturulan habitata göre daha fazla
biyoçeşitlilik sağladığı görüldü.
rından biri olmak yerine, çözüm
üreten tarafta olmayı tercih ediyor.
Hammadde üretimi yapılan maden
sahalarında biyoçeşitlilik değerinin
kalıcı olarak bozulmasına engel olmak ve rezervi biten alanları hızla
rehabilite etmek Akçansa’nın öncelikli hedefleri arasında.
Akçansa, Sürdürülebilir Kalkınma
için Dünya İş Konseyine (WBCSD)
ait “Çimento Sürdürülebilirlik Girişimi” (CSI) olarak adlandırılan çimento şirketleri birliğinin bir üyesi
olarak, biyolojik çeşitlilik ile ilgili
Temel Performans Göstergeleri’ni
hedef olarak benimsedi ve bunu
2010 yılından beri Sürdürülebilirlik
Raporlarında açıklıyor.
Quarry Life Award yarışmasıyla iki
önemli kaldıraç etkisi yaratacağımıza inanıyoruz: Hem biyoçeşitlilik
konusunda toplumda ve sektörde
farkındalık yaratacağız, hem de
paydaş katkısıyla inovatif proje ve
uygulamalar geliştireceğiz.
Peki, yarışma için nasıl bir iletişim
stratejisi belirlediniz?
Banu Üçer: Yarışmanın hedef kitlesi olan üniversite öğrencilerini
kapsayan bir iletişim planı hazırladık. Öncelikli olarak üniversitelerin
moleküler biyoloji ve genetik, ziraat
fakültesi, biyoloji ve ekoloji bölümlerinde eğitim gören öğrencilerin ve
akademisyenlerin yarışmaya katılımı hedefleniyor. Bu paralelde birçok
üniversitenin ilgili bölümlerini ziyaret ederek iletişim faaliyetlerimize
başladık. Tanıtım materyali olarak
kullanılmak üzere bilgilendirici poster, broşür ve başvuru formları tasarladık ve üniversitelerle paylaştık.
Belirlenen hedef kitleye yarışmanın
tanıtımının yapılması için geniş kitlelere ulaşmada ve bilinirliği artırmada büyük bir etkisi olan ve gençlerin aktif olarak kullandığı sosyal
medya mecralarından yararlandık.
Üniversite öğrencilerinin son yıllarda aktif olarak kullandığı Facebook
ve Linkedin ağlarında tanıtıcı banner, afiş ve broşürler yayınlanarak
hedef kitlenin bilgilendirilmesini
sağlıyoruz. Her yıl düzenlediğimiz
ve bu yıl beşincisini gerçekleştireceğimiz Betonik Fikirler Proje yarışmasında yine aynı yöntemlerle 2
milyon öğrenciye ulaştık. m
İKLİM MÜZAKERELERİ
Varşova İklim Değişikliği Konferansı:
Paris’e Sevgilerle
Geçtiğimiz kasım ayında hayatımızdan yine
sessiz sedasız bir Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi
geçti. Varşova’da düzenlenen Zirve, nihai
uluslararası anlaşmanın beklendiği 2015 Paris
Zirvesi’ne hangi yoldan gidileceğini belirleme,
müzakere etme açısından önem taşıyordu.
Uluslararası iklim müzakerelerini Türkiye’de en
iyi izleyen ve değerlendiren isim olarak kabul
edebileceğimiz Semra Cerit Mazlum, “Kayıp
Konferansın Kazanımları” tanımlamasıyla
geniş bir değerlendirmeyi EKOIQ için yazdı.
Değerlendirmenin Piyasa Mekanizmalarının
Geleceği, Kyoto Protokolü 2. Yükümlülük Dönemi
ve diğer bazı bölümlerini de gelecek sayımızda
yayınlayacağız.
Semra CERİT MAZLUM,
Marmara Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü
OCAK 2014 / EKOIQ 85
İKLİM MÜZAKERELERİ
İ
klim değişikliği görüşmeleri
maratonunun 2013 ayağı, 1123 Kasım tarihleri arasında
Varşova’da gerçekleştirilen 19.
Taraflar Konferansı ile tamamlandı. Görüşmeleri Doha Geçidi’yle
aşılan kavşaktan devralan Varşova
Konferansı, 2014 Lima ve 2015
Paris Konferanslarına uzanan yolda belirgin bir mesafe kaydetmese
de üzerine düşeni yerine getirmiş
oldu. BMİDÇS’nin 19. Taraflar Konferansı (TK), Kyoto Protokolü’nün
9. Taraflar Buluşması (TB), Uygulama ve Bilimsel ve Teknolojik Yan
Organlarının 39. Toplantısı ile Durban Platformu’na (ADP) ev sahipliği yapan Varşova Konferansı yakın
geçmiştekilerle karşılaştırıldığında
görece daha dar bir gündeme sahipti. 2015’te kabul edilmesi beklenen anlaşmayla ilgili devam eden
görüşmelere ek olarak, Varşova’yı
kritik bir konferans haline getiren
en önemli konu kayıp ve zarar
mekanizmasının kurulmasına ilişkin görüşmelerdi. Sınırlı gündemi
86 OCAK 2014 / EKOIQ
ve düşük beklenti nedeniyle bir
bekleyiş konferansı (holding conference) olarak nitelenen Varşova
Konferansı’nın sonuçları ve alınan
kararlar, aşağıda başlıca gündem
maddeleri altında özetlenmiştir.
Güçlendirilmiş Eylem İçin
Durban Platformu:
Paris’e Hangi Yoldan Gitmeli?
İklim değişikliğine karşı küresel işbirliğinin 2020 sonrasındaki çerçevesini oluşturacak yeni anlaşmanın
hazırlıklarını yürütmek amacıyla
2011’de 17. TK kararıyla kurulan
Güçlendirilmiş Eylem İçin Durban
Platformu, 2013’teki görüşmelerini
Haziran’daki Bonn Yardımcı Organlar oturumunun ardından Varşova
Konferansı ile sürdürdü. Durban
Platformu Geçici Çalışma Grubu
(ADP), kuruluş kararındaki görev
tanımı dolayısıyla, görüşmelerini
iki başlık (work stream) altında sürdürmekte. Bunlardan ilki, 2015’te
kabul edilip 2020’de yürürlüğe
girmesi öngörülen yeni anlaşmanın
hazırlanmasıdır. İkincisi ise, yeni
anlaşmanın geçerli olacağı 2020’ye
kadarki sürede iklim değişikliğiyle
savaşım yönündeki iradenin güçlendirilmesi, kararlılığın yükseltilmesi
amacıyla alınacak ek önlemlerin
belirlenmesidir. Çalışma Grubunun
2015’te sona erecek yetki süresinin
dolmasına kısa süre kalmış olması
dolayısıyla, Varşova Konferansı’nda
her iki başlıkta da belirgin bir ilerleme sağlanması, özellikle 2015 anlaşması bağlamında bir iş planı ya
da yol haritasının ortaya çıkması
bekleniyordu. Doha kararı gereği,
yeni anlaşmaya dönük resmi görüşme aşamasına 2014’te geçecek
olan Çalışma Grubu, kuruluşundan
Sınırlı gündemi ve düşük
beklenti nedeniyle bir bekleyiş
konferansı olarak nitelenen
Varşova’yı kritik hale getiren
en önemli konu, kayıp ve zarar
mekanizmasının kurulmasına
ilişkin görüşmelerdi.
bu yana görev tanımındaki konu ve
kavramların açıklığa kavuşturulmasına dönük bir tartışma platformu
gibi işlediğinden, pek çok konu
belirsizliğini sürdürüyor. Bu işleyiş
biçimi Tarafların müzakere baskısı
olmadan görüşlerini açıkça ortaya
koymasına olanak vermekle birlikte,
anlaşmanın niteliği, yeni anlaşmada
Sözleşme ilkelerinin nasıl yorumlanacağı, olası yükümlülük türleri,
ülkelerin nasıl sınıflandırılacağı, uygulama araç ve mekanizmaları gibi
kritik konularla yeni anlaşmanın
bileşenleri hakkındaki tartışmanın
sürekli ertelenmesi anlamına gelmekte. Temkinli iyimserliğini koruyanların “yapıcı belirsizlik” (IISD,
2013; Marcu, 2013) olarak görülebileceğini belirttiği bu durum, Kopenhag deneyiminden edinilen dersler
ve yaklaşan takvimin yaratacağı
baskıyla birlikte düşünüldüğünde,
2015 Paris Konferansı’nın kaderine
ilişkin endişeleri de artırıyor.
Varşova’da eşbaşkanların hazırladığı taslak metin üzerinden yürüyen,
özellikle ikinci haftasında gelişmiş
ülkelerle Venezuella, Kolombiya
ve Bolivya’nın sözcülüğünü üstlendiği Benzer Görüşteki Gelişmekte
Olan Ülkeler Grubu (Like-Minded
Developing Countries-LMDC) arasındaki karşılıklı birbirini suçlayıcı
açıklamalarla gerginleşen görüşmeler, 23 Kasım’a sarkan Konferansın
son saatlerinde verilen karşılıklı
ödünlerin ardından kabul edilen bir
kararla sonuçlandı. Karar Çalışma
Grubu’nun birinci başlığı altında
2014 ve 2015 yıllarına ilişkin bir
takvim içerirken, 2020 öncesi kararlılığın artırılması açısından takvime bağlanmamış bazı hedefler
koymuştur. Birinci başlık altındaki
uzlaşmalardan ilki yeni anlaşmanın
nasıl anılacağı hakkındadır. Durban
kararının etkisiyle ama daha çok
ABD gibi ilgisini 2020 sonrasına yöneltmiş Tarafların tercihiyle görüşme sürecinde yeni anlaşmanın nasıl
adlandırılacağı konusunda karmaşa
Tarafların tercihiyle görüşme sürecinde yeni anlaşmanın nasıl
adlandırılacağı konusunda karmaşa yaşanıyordu. Taraflar,
Varşova’da buna açıklık getirerek, “2015 anlaşması” olarak
adlandırmayı kararlaştırdı.
yaşanıyordu. Taraflar, Varşova’da
buna açıklık getirerek, “2015 anlaşması” olarak adlandırmayı kararlaştırdı. Anlaşmanın kabul edildiği
kentin adıyla, dolayısıyla Paris anlaşması biçiminde anılma olasılığı
bulunmaktayken, ayrıntı gibi görünen bu konudaki uzlaşmanın hem
anlaşmanın olası bileşenleri, hem
de takvime bağlı kalma kararlılığı
açısından verdiği sinyal nedeniyle
önemli olduğunu belirtmek gerekir.
Tarafların yeni anlaşmayı 2015’teki
21. TK’da kabul etme kararlılığını
yineledikleri karara göre, Çalışma
Grubu 2014’te taslak müzakere
metninde yer alacak bileşenlerin
belirlenmesi yönündeki görüşmelere devam edecek. Varşova’da müzakere metninde yer alacak olası
bileşenler üzerinde en azından bir
ön uzlaşmaya varılması beklenirken, eşbaşkanların taslak metinde
genel başlıklar halinde sıraladıkları
konuları içeren ekin Kanada gibi ge-
lişmiş ülkeler ile LMDC Grubu’nun
itirazıyla karar metninden çıkarılmasıyla, konunun 2014’e ertelenmesi ve belirsizliğin sürmesi tercih
edilmiş oldu.
Ev Ödeviniz Var!
Çalışma Grubu kararının yeni anlaşma başlığı altındaki en önemli
çıktısı hiç kuşkusuz Taraflara verdiği ev ödevidir. Kararla tüm Taraflar 2015 anlaşması kapsamında
verebilecekleri ulusal düzeyde belirlenmiş katkılarını (intended nationally determined contributions)
tanımlama hazırlıklarını başlatmaya
ya da hızlandırmaya davet edilmiş,
olası katkılarını (intended) Paris’te
toplanacak 21. TK’dan belli bir süre
önce, yapabilecek durumda olanlarınsa 2015’in ilk çeyreğinde, Çalışma Grubu’na sunmaları istenmiştir.
Ülkelerin yapabilecekleri katkıyı belirler ve ilan ederken kullanacakları
(esas alacakları) bilgilerin neler olaOCAK 2014 / EKOIQ 87
İKLİM MÜZAKERELERİ
cağı ise 2014’teki 20. TK’ye kadar
belirlenecektir. Ulusal katkı niyetlerinin Varşova’da dile getirilen GSYİ,
kişi başına salım, tarihsel salımlar
gibi seçeneklerden hangileri dikkate alınarak şekillendirileceği kararı
Lima Konferansı’nın en çetrefilli
gündemi olmaya şimdiden adaydır.
Tarafların üstlenebilecekleri katkıları ancak 2015 Paris Konferansı’na
yakın bir tarihte bildireceklerini öngörmek güç değil. ABD bildirimini
ancak 2014’teki Kongre seçimlerinin ardından yapabileceğinin, AB
ise Paris Konferansı öncesinde sunabileceğinin sinyallerini verdi.
“Yükümlülükler” mi,
“Katkılar” mı?
İlk bakışta ağır işleyen görüşme
sürecinden beklenebilecek iddialı
olmayan bu kararın asıl önemiyse,
2015’e giden yolda yapılacakları
tarif ederken kullanılan ifadelerde
yatmaktadır. Durban Platformu kararının alınmasından bu yana süregiden “bütün taraflar için geçerli”
(applicable to all) ifadesinin nasıl
yorumlanacağı, yeni anlaşmanın
“Sözleşme altında” olmasının Tarafların yükümlülük türlerine göre
sınıflandırılmasına nasıl bir etkide
bulunacağı, Sözleşme ilkelerinin
operasyonel yorumunun nasıl yapılacağı tartışmaları çözülememişken, Varşova kararı sürece yeni bir
bulmaca daha eklemiştir. Taslak
metinde bütün taraflarca yerine getirilecek eylemleri ifade etmek için
kullanılan “yükümlülükler” (commitments) terimi, Venezuella, Çin ve
Hindistan gibi LMDC Grubu üyelerinden gelen itiraz nedeniyle çıkarılmış, yerine tüm Taraflar için geçerli
“katkılar” (contibutions) terimi
yazılmıştır. Bu değişiklik görüşmelerin seyri ve nihai anlaşma metni
açısından basit bir sözcük seçiminin
çok ötesinde bir önem taşımaktadır. Bali Eylem Planı görüşmeleri
ve çıktılarıyla Durban Platformu
altındaki görüşmelerde gelişmiş ül88 OCAK 2014 / EKOIQ
Durban Platformu kararının
alınmasından bu yana
süregiden “bütün taraflar
için geçerli” ifadesinin nasıl
yorumlanacağı açıklığa
kavuşmamışken Varşova
kararı sürece yeni bir
bulmaca daha eklemiş oldu.
kelerin pozisyonlarına egemen olan
söyleme bakıldığında, “katkılar” teriminin nihai anlaşmanın hukuksal
niteliği ve ülkelerin olası ödevlerine
ilişkin düzenlemenin türü üzerinde
yansımaları olacaktır. Her ne kadar,
“ulusal düzeyde belirlenecek katkılara ilişkin niyet” teriminin hemen
arkasından “katkıların hukuksal niteliğine halel getirmeyecek şekilde”
ifadesi eklenmiş olsa da, gelişmiş
ülkelerin “taahhüt ve gözden geçirme” (pledge-and-review) yaklaşımındaki ısrarı ile gelişmekte olan ülkelerin yeni anlaşma altında Kyoto
türü yükümlülükler üstlenmeye gönülsüzlükleri dikkate alındığında,
kabul edilecek anlaşmanın bağlayıcı
salım sınırlama ve/veya azaltım yükümlülükleri getirmemesi olasılığının belirdiği söylenebilir. ABD’nin
Kyoto türü bir anlaşmayı kabul etmeyeceği yönündeki açık ve kesin
pozisyonu, AB’nin ülkelerin kendi
koşullarına göre belirleyecekleri eylemleri uluslararası anlaşma çatısı
altında yerine getirmelerine dayalı
ABD kaynaklı “tabandan tavana”
(bottom-up) anlayışına yakınlaşması, salımları hızla artan gelişmekte
olan ülkelerin bağlayıcı yükümlülükten kaçınmaları, iklim değişikliğine karşı küresel işbirliğinin 2020
sonrasında daha da esnek bir yapıya
dönüşeceği yolundaki endişeleri artırıyor.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yükümlülük türlerine göre ayrıştırılmasının esasını oluşturan ve
gelişmekte olan ülkelerce rejimin
belkemiği sayılan ekler sisteminin
ortadan kaldırılmasını isteyen gelişmiş ülkeler, bunun ancak daha
esnek bir yapıyla mümkün olacağı
görüşünde buluşmakta. Sözleşme
Eklerinin dayanağı olan “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar
ilkesi”nin yeni anlaşmada operasyo-
nel bir rol oynamaması gerektiğini
öne süren ABD, yeni anlaşmada
yükümlülük türlerinin Varşova’da
ilk kez dillendirdiği “kendi kendine farklılaştırma” anlayışına göre
belirlenmesini önermektedir. Yükümlülüklerin ülkelerin kendileri
tarafından belirlendiği bu sistem
Kyoto’dan farklı olarak salımlar
(ve azaltım için) için bir üst tavan
öngörmemekte, ülkelerin değişen
koşullarına göre yükümlülüklerinin
değişebilmesine olanak veren dinamik bir yapı getirmekte, yaptırım
mekanizması içermemektedir. Ülkelerin kendi kendilerine belirledikleri yükümlülüklere uygunlukları
da yine kendileri tarafından rejim
içinde geliştirilen kurallara göre
gözden geçirilecektir. Katılımı artıracağı iddia edilen bu esnek rejimin,
gereken salım azaltımını ve çevresel
bütünlüğü ne ölçüde sağlayacağı
ise kuşkuludur.
Durban Platformu kararı “2020 öncesi kararlılığın artırılması” başlığı
altında ise henüz harekete geçmemiş bütün tarafları sayısallaştırılmış
salım azaltım hedefleri ya da ulusal düzeyde uygulanacak azaltım
eylemlerini bildirmeye; gelişmiş
ülkeleri Kyoto 2. YD yükümlülükleri ile Sözleşme altında açıkladıkları hedefleri uygulamaya; Kyoto’ya
taraf olmayan gelişmiş ülkeleri
hedeflerini, taraf olanları Doha
kararı uyarınca yükümlülüklerini
yukarı doğru gözden geçirmeye;
gelişmekte olan ülkeleri ulusal eylemlerini uygulama ve yeni eylemler
almayı düşünmeye çağırmaktadır.
Bu çağrının Kopenhag ve Cancun
kararları kapsamında henüz hedef
açıklamayan Türkiye açısından
da önemli olduğunu hatırlamak
gerekir. Ayrıca, 2014’ten itibaren,
yüksek azaltım potansiyeline sahip
seçeneklerin teknik değerlendirilmesi hızlandırılacak; kentlerin ve
yerel yönetimlerin azaltım, uyum
gibi alanlardaki deneyim ve iyi uygulamalarının paylaşılmasını kolay-
2020 öncesi kararlılığı artırma
bağlamında taslak metinlerde
yer alan fakat Hindistan ve
Çin gibi ülkelerin itirazlarıyla
nihai kararda yer verilmeyen
önemli bir eylem de HFC’lerin
azaltılmasıydı.
laştırıcı düzenlemeler yapılacaktır.
2020 öncesinde kararlılığı artırma
bağlamında salım azaltımına katkısı
düşük olmakla birlikte somut sayılabilecek tek önlem taraflara yapılan Temiz Kalkınma Mekanizması
kredilerini (CER) gönüllü olarak
iptal etmeyi özendirmeleri davetidir.
Kyoto 2. YD taraflarının birinci dönemden kalan kredilerini kullanmayacaklarını geçen yıl Doha’da ilan
ettikleri düşünülürse, eğer uygula-
nırsa bu çağrının Temiz Kalkınma
Mekanizması’na ilgiyi daha da azaltacağı beklenebilir.
2020 öncesi kararlılığı artırma bağlamında taslak metinlerde yer alan
fakat Hindistan ve Çin gibi ülkelerin itirazlarıyla nihai kararda yer
verilmeyen önemli bir eylem de
HFC’lerin azaltılmasıydı. Montreal
Protokolü kapsamında ozon tabakasına zarar veren gazlar yerine kullanımı teşvik edilmiş olmakla birlikte,
son yıllarda üretim ve tüketimleri
hızla artan HFC’ler, aynı zamanda
güçlü sera gazlarıdır. Dolayısıyla
HFC’lerin kullanımının azaltılması
iklim değişikliği ile savaşıma önemli
katkı yapma potansiyeline sahiptir.
Bu gazlarla ilgili sınırlamanın Montreal Protokolü altında yapılmasına
karşı çıkan Çin ve Hindistan, konunun iklim rejimi bağlamında ele
alınmasına da olumlu bakmamaktadır. HFC’lerin sınırlandırılması
konusu 2013 G20 Zirvesi’nde de
görüşülmüş, Montreal Protokolü
dahil uluslararası platformlarda ele
alınması kararlaştırılmış, bu karar
konunun Protokol’ün Ekim’deki
taraflar toplantısında görüşmeye
başlanabileceği umudu yaratmış; fakat beklenen olmamış, Protokol’de
değişiklik yapılması önerisi aynı ülkelerin direnciyle karşılaşmıştır.
Son olarak, BM Genel Sekreteri’nin
Eylül 2014’te düzenleyeceği Zirveyi
de not eden karar, Tarafları Haziran ve Aralık 2014 buluşmalarında
gerçekleştirilecek bakanlar düzeyindeki diyaloglar vasıtasıyla Durban
Platformu çalışmalarına üst düzeyde angaje olmaya çağırmaktadır. Bu
diyalog oturumları Varşova’da Durban Platformu görüşmelerine izleyici olarak katılan Türkiye’nin 2015’e
doğru katılımını üst düzeye taşımak
açısından fırsat olarak görülmelidir.
Sonuçta, Durban Platformu’nun
yalnızca davet ve çağrı ifadelerinden oluşan yumuşak bir dille yazılmış kararı, 2015’e uzanan yolun
önündeki zorlu engelleri kaldırOCAK 2014 / EKOIQ 89
İKLİM MÜZAKERELERİ
Durban Platformu müzakerelerinde
sergilenen ağırdan alıcı tavrın
Varşova’da kaygı uyandırıcı bir
gerilemeye dönüşmesine tepki gösteren
sivil toplum örgütleri, ikinci haftanın
ortasında Konferansı terk ettiler.
mamış yenilerini eklemiştir. Anlaşmanın hukuksal niteliği, başka bir
deyişle protokol, yasal araç ya da
hukuksal gücü olan çıktı olasılıklarından hangisinin seçileceği, konusunda karar verilmediği sürece
görüşmelerde somut ilerleme olası
görünmemektedir. Fakat Tarafların
büyük çoğunluğunun “biçim içeriğe göre kararlaştırılır” görüşünü
savunduğu hatırlandığında, gerek
yükümlülüklerin gerekse hukuksal
niteliğin 2015’ten önce belirginlik
kazanmayacağı kolayca kestirilebilir. Süregiden görüşmelerde gündeme gelmeyen bir konu da, 2020
sonrasında Kyoto ile kurulana benzer dönemlerin olup olmayacağı.
Rusya’nın Varşova’da her fırsatta
sorduğu bu soruya diğer Taraflardan henüz bir yanıt gelmiş değil.
Varşova’dan çıkan geleceğe ilişkin
başka bir işaret ise müzakere gruplarının pozisyonlarındaki yeni yakınlaşma ve ayrışmalar oldu. AB’yi
Venezuella ile karşı karşıya getiren
atışmanın bu yeni pozisyon alışın
bir yansıması olduğu söylenebilir.
Durban Platformunu kuran müzakereler sırasında 2020 sonrasındaki
yükümlülüklerin Kyoto’nun yerini
alacak bir protokol ile düzenlenmesini destekleyen AB’nin zaman
içinde ABD’nin “dinamik”, “esnek”
90 OCAK 2014 / EKOIQ
ve “ulusal koşulları yansıtan” biçimde ülkelerin kendileri tarafından
belirlenmiş yükümlülüklerle oluşturulmuş tabandan tavana anlayışına
yaklaştığı görülmekte. Kuşkusuz
ABD-AB arasındaki bu yakınlaşma diğer taraftaki gelişmelerden
ayrı düşünülemez. G77-Çin Grubu içinde Kopenhag’la başlayan,
Durban’da keskinlik kazanan ayrışma, Doha’da sahneye çıkan Benzer
Görüşteki Gelişmekte Olan Ülkeler
Grubu’yla yeni bir aşamaya taşınmıştır. Yeni anlaşmanın yükümlülükleri ve niteliği konusunda diğer
gelişmekte olan ülkelerden oldukça
farklı görüşlere sahip olan bu Grup,
Durban Platformu’nun hem 2015
antlaşması başlığında hem de 2020
öncesi salımları sınırlandırıcı ek önlemler konusunda ABD-AB ile tam
karşıt kutuplarda yer almaktadır.
Kayıp Konferansın Kazanımları
Hem gündemiyle hem de özellikle 2015 anlaşması görüşmelerinin
sonuçlarıyla bir kayıp ve zarar
konferansına dönüşen Varşova,
önümüzdeki döneme olumlu birkaç
miras da bıraktı. Bunlardan ilki yerel yönetimlerin iklim değişikliğiyle
savaşımdaki rol ve işlevlerinin devletler ve rejim tarafından tanınmasıdır. Durban Platformu’nun, nihai
metinde yumuşatılmış da olsa, yerel
yönetimlerin rolünü tanıyan ve desteklenmeleri çağrısı yapan kararı,
gerek 2020 öncesi gerekse 2020
sonrasına dönük önemli bir dönüşümün işaretidir. Konferans sırasında
düzenlenen Kentler Günü, kentler
ve yerel yönetimler düzeyinde iklimi koruma yönündeki güçlü istek
ve çabayı bir kez daha sergilemiştir.
Varşova Konferansı, iklim rejimindeki çok önemli bir eksiğin giderilmesi yönünde de ilerleme kaydetmiştir.
Doha’da başlatılan süreç kapsamında, iklim değişikliğinin toplumsal
cinsiyet boyutunun ele alınması,
kadınların azaltım ve uyum politikalarına katılımları ile destek mekanizmalarına erişim olanaklarının
iyileştirilmesi, iklim görüşmeleri ve
kurumlarında kadın temsilinin artırılması doğrultusunda çalışmanın
devam etmesi kararlaştırılmıştır.
Konferansın sivil toplum örgütlerinin rejimle ilişki dinamikleri açısından da yeniliklere kapı araladığı
söylenebilir. İklim değişikliği rejiminin işleyişi, diğer çevre rejimleriyle
karşılaştırıldığında, özellikle görüşme süreçleri düzleminde en geniş
ve çeşitli sivil toplum katılımıyla
gerçekleşmektedir. Fakat son dönemde sivil toplum örgütlerinin bu
katılımın işlevini gözden geçirdikle-
ri bir süreçten geçtikleri görülmektedir. 2009 Kopenhag Konferansı
öncesinde dikkatini ve enerjisini
büyük ölçüde küresel politika süreçlerine odaklamış olan iklim hareketi, Kopenhag’ın yarattığı düş kırıklığı ve yabancılaşmanın da etkisiyle
yerel düzeyde iklim değişikliğinin
kaynaklarıyla mücadeleye geri dönmüştü. Hareket içindeki özellikle
büyük gruplar, yeni bir anlaşma için
umut ışığının doğduğu 2011 Durban Konferansı’yla birlikte küresel
arenada etki etme çabalarına yeniden başlamıştı. Ne var ki, Varşova
Konferansı iklim hareketinin rejimle
bu temkinli yeniden temas arayışlarına yeni bir mola vermesine neden
oldu. Durban Platformu müzakerelerinde sergilenen ağırdan alıcı
tavrın Varşova’da kaygı uyandırıcı
bir gerilemeye dönüşmesine, kayıp
ve zarar mekanizmasının kurulamaması tehlikesinin ortaya çıkmasına,
iklim finansmanının sürekli ertelenmesine tepki gösteren sivil toplum
örgütleri, ikinci haftanın ortasında
Konferansı terk ettiler. Aralarında
Greenpeace, FoE, WWF gibi çevre
örgütlerinin, toplumsal hareketlerin,
kadın ve gençlik örgütlerinin temsilcilerinin de bulunduğu hareket içindeki grupların büyük bölümü “Siz
konuşun, biz gidiyoruz” diyerek,
Konferans merkezinden ayrıldılar.
Bu tepki, hareketin kritik bir evreye
girmiş olan görüşmelerden umudunu tümüyle kesmiş olmasının değil,
hem gidişata bir uyarı hem de kendi
işlevlerine yeniden bakma gereksinmesinin sonucu olarak görülebilir.
Eylemin sloganına eklenen “Daha
güçlü olarak geri döneceğiz” (Volveremos) ifadesinin, önümüzdeki
dönemde sivil toplumun rejimle ilişkisinde benimseyeceği tavır açısından da anlamlı olduğu söylenebilir.
Varşova İstasyonunda(n)
Kalanlar
Kyoto Protokolünün yerini alması
beklenen yeni anlaşma sürecinin
Varşova’nın Artısı: REDD+
Konferansın beklenmedik çıktısı
ise 2005’ten bu yana süren
Ormansızlaşma ve Ormanların
Bozulmasından Kaynaklanan
Salımların Azaltılması (REDD+)
başlığındaki görüşmelerin Varşova
REDD+ Çerçevesi’nin kabulüyle
sonuçlanmasıdır. Bir kararlar
paketinden oluşan Çerçeve ile
ormansızlaşma ve ormanların
bozulmasından kaynaklanan salımların
hesaplanması, raporlanması ve
gözden geçirilmesiyle ilgili kurallar
belirlenmiş, REDD+ eylemlerinin
yerel topluluklar ve doğal çevre
üzerindeki etkilerinin dikkate alınması
kararlaştırılmış ve ormansızlaşmayı ve
bundan kaynaklanan salımları azaltan
ülkelere Yeşil İklim Fonu üzerinden
sonuç-tabanlı ödeme yapılması kabul
edilmiştir.
Durban Platformu’nda başlayan ve
2015 Paris Konferansı’na uzanan
yolculuğundaki ara istasyonlardan
biri olan Varşova Konferansı, görüşmelerin kalan iki yılı için açık bir
yol haritası üretemedi. Fakat enerji
şirketlerinin sponsorluğunda gerçekleşen, gündemini kömür zirvesiyle paylaşan bir Konferans olarak
iklim rejiminin tarihindeki yerini
almış oldu. Varşova’nın kayıplarından birinin de AB’nin rejim içindeki
liderlik iddiası olduğu söylenebilir.
AB’nin Kopenhag’dan bu yana giderek sönümlenen, Durban’da bir
ölçüde dirilen liderlik iddiası, özellikle yeni anlaşma görüşmeleri bağlamında kontrolün yeniden ABD ve
gelişmekte olan ülkelere geçmesiyle
tümüyle ortadan kalkmakta. AB’nin
zayıflayan rolü, görüşmelerin seyrini de etkileyeceğinden izlenmeye
değer. Fakat Konferansta eksikliği
en fazla dikkat çeken, daha birkaç
ay önce açıklanan IPCC Birinci
Çalışma Grubu Raporu’nun yaratması beklenen ivedilik duygusuydu.
Rapor ve bulguları görüşmelerde
neredeyse hiç gündeme gelmezken, Konferans çıktılarında yalnızca
Durban Platformu kararının giriş
bölümünde iklim değişikliğinden
duyulan kaygının ifadesinde yer bulabildi. m
Kaynaklar
IISD, (2013), Earth Negotiation Bulletin,
COP19 Final, Vol. 12 No. 594.
Marcu, Andrei, (2013), “Taking stock after
the Warsaw COP”, CEPS Commentary,
CEPS.
European Commission, (2013), EU welcomes
progress on international climate action at
Warsaw conference, http://europa.eu/rapid/press-release_MEMO-13-1044_en.htm,
23.11.2013.
OCAK 2014 / EKOIQ 91
YAŞANABİLİR KENTLER
“Cadde Güle Güle Böyle Kullanılır”
Bir süre önce “Cadde güle güle
nasıl kullanılır?” diye bir yazı elime geçti. “Akdeniz Gazetesi” yazarlarından Haluk Üncel, Antalya
Belediyesi’nin çalışmalarını sorguluyordu. “Antalya’yı Cadde Cadde
Güzelleştiriyoruz” programı kapsamında kent merkezinde caddelerin
yeniden düzenlenmesini bir belediye çalışması olarak yetersiz buluyor,
belediyelerin “büyük projeler” yapması gerektiğini yazıyor.
“… Diğer illerdeki Büyükşehir
Belediyeleri’nin yaptığı gibi, raylı sistem, yeni yollar, stadyumlar,
kentin insanının rantını yükselten
yatırımlar, hizmet binaları gibi daha
pek çoğunu söyleyebileceğimiz,
Büyükşehir’in yapması gereken büyük projelerden hangisi Antalya’da
görülmektedir?”
(…) Büyükşehir Belediyesi dört yıldır halkın önüne hangi büyük projeyi koymuştur veya gerçekleştirmiştir? (…) Güllük Caddesi’ni bir görün,
Işıklar Caddesi’ni ışıl ışıl yaptık,
Dünyanın en yaşanabilir
kentlerine baktığımızda,
büyük rant projeleri çıkmıyor
karşımıza. Kenti yaşanabilir
kılan en önemli iki unsur:
İnsan odaklı, sürdürülebilir
kalkınma ve katılımcı
demokrasiye dayalı, şeffaf
yerel yönetimlerdir.
Brooklyn Vanderbilt Caddesi Satışlarda değişim
Vanderbilt (İyileştirilen cadde)
Brooklyn’de ortalama değişim
92 OCAK 2014 / EKOIQ
1. Yıl
%39
%19
2. Yıl
%56
%46
3. Yıl
%102
%64
Mehmet Akif Caddesi’nin 100 metrelik kısmında harikalar yarattık…
Ve tüm bunları bilboard yapıp kentin her bir köşesine koyacak, üstüne
de ‘Caddenizi güle güle kullanın’
yazacak. Çözemediğim bir caddenin
nasıl ‘güle güle’ kullanılacağı…”
Bugün Türkiye’de hükümette ve yerel yönetimlerde büyük bir “çılgın
proje” merakı var. Yap-işlet-devret
ve kamu özel ortaklık çerçevesinde
büyük yatırımlar yapılıyor ve bunların kentin, bazı kişi ve kuruluşların
“rantını yükselten” projeler olduğu
bir gerçek. Ama bunların çok azı
kentlinin yaşam kalitesini iyileştirmeye yarıyor. Aksine bu yatırımlar
belediyelerin büyük borçlar altında
zorlanmasına neden oluyor. “Mahalli idarelerin Hazineye olan 13,6
milyar liralık borcu, Hazine alacaklarının yüzde 66’sına karşılık geliyor” (http://www.hurriyet.com.tr/
ekonomi/24455787.asp).
Dünyanın en yaşanabilir kentlerinin
başarısına baktığımızda büyük rant
projeleri, büyük yatırımlar karşımıza çıkmıyor. Kenti yaşanabilir kılan
en önemli iki unsur: İnsan odaklı,
sürdürülebilir kalkınma politikaları ve katılımcı demokrasiye dayalı,
şeffaf yerel yönetimler.
Belediyelerin insan odaklı politikalarına baktığımızda ise, kent
merkezinde yaya altyapısının iyileştirilmesi önemli bir yer tutuyor. Kaldırımların genişletilmesi, merkezde
araç trafiğinin azaltılması ve hızın
düşürülmesi; kaldırımların engellilerin kullanabileceği şekilde detaylandırılması; cadde aydınlatması, çoluk
çocuk tüm insanların güven içinde
dolaşmasını sağlıyor. Caddeleri gü-
Sibel BÜLAY
[email protected]
zelleştirme çalışmaları caddelerin
güle güle kullanılmasını, kent merkezinin cazibe merkezi haline gelmesini sağlıyor. Neşeli, keyifli kent
merkezlerinde buluşan arkadaşlar;
bankta oturmuş sohbet edenler; tanıdıklarla selamlaşan, beraber dolaşan aileler kentte sosyal birlikteliği
güçlendiriyor, kentli olma duygularını güçlendiriyor. Kentin yaşam
kalitesini artırıyor.
Bu durumda insanlar kent merkezinde daha çok vakit geçiriyor ve
kent merkezindeki esnaf daha fazla
iş yapmaya başlıyor; kente daha çok
para kalıyor. Arabayla kent merkezinden geçen insanlar park edebilecekleri AVM’lerde alışveriş yapmayı
tercih ediyor. AVM’lerdeki dükkanlar, ağırlıklı olarak merkezi dışarda
olan zincir mağazalar olduğundan,
oralarda yapılan harcamalar kent dışına akıyor, kent ekonomisine katkısı daha az oluyor.
Kent Ekonomisi Böyle Güçlenir
Bildiğiniz gibi, New York’ta son
yıllarda ulaşım politikalarında yayalaştırma ve bisiklet çalışmalarına
ağırlık verildi. Bu stratejinin ulaşımı
rahatlatmanın yanı sıra kentin ekonomisine de büyük katkıda bulunduğu, New York Ulaşım Dairesi’nin
“The Economic Benefits of Sustainable Streets” araştırmasıyla ortaya
çıktı (http://www.nyc.gov/html/
dot/downloads/pdf/dot-economicbenefits-of-sustainable-streets.pdf).
Fotoğraf ve grafiklerde verdiğim
örnekler, New York’un Bronx ve
Brooklyn ilçe merkezlerinde yaya
altyapısı iyileştirildikten sonra bu
caddelerdeki dükkanların ekono-
Bronx Merkezi
Satışlarda değişim
Bronx Hub (İyileştirilen cadde)
Bronx’da ortalama değişim
1. Yıl
%30
%21
mik durum incelemesinin sonuçları.
New York Ulaşım Daire Başkanı
Janette Sadık Khan şöyle diyor:
“İyileştirilen caddeler insanları kent
merkezine çekiyor, hareketliliği
sağlıyor. Kentte sosyal kaynaşma
gelişiyor, kent halkına hizmet veren
işyerleri ve kentin ekonomisi bir bütün olarak güçleniyor.”
İyileştirmenin yapıldığı caddelerdeki
yerel esnafı ile diğer bölgelerdekilerin kazançları karşılaştırıldığında,
birinciler lehine ciddi bir artış görülmüş. Resimlerden de görüldüğü
gibi, bu iyileştirmeler büyük harcamaları gerektirmiyor: Güvenli yaya
ve bisiklet altyapısı, genişletilmiş
kaldırımlar, yeşillendirme ve trafik
akışının kontrol altına alınması. Bu
basit dokunuşlarla sokaklar daha davetkar hale geliyor ve insanlar kent
merkezinde daha uzun kalıyorlar.
GEHL Mimarlık Şirketi’nin, Brigh-
2. Yıl
%77
%27
3. Yıl
%50
%17
ton, İngiltere’de yaptığı araştırma
da benzer sonuçlar vermiş. Cadde
üzerinde iyileştirmeler yapıldıktan
sonra yaya trafiğinde %62 artış; araç
trafiğinde %93 azalma gerçekleşmiş
ve insanların kent merkezinde kalma süreleri de %600 artmış.
Toparlamak gerekirse: Yaşam kalitesi yüksek, hareketli, keyifli kentler için çılgın projelere büyük yatırımlar yapmak gerekmiyor. Kentte
yaşamanın en büyük keyfi sosyal
yaşantısıdır. Caddelere yapılan insan odaklı yatırımlar caddelerin
güle güle kullanılmasını sağlıyor,
insanları merkeze çekiyor… İnsan
insanı çekiyor, aileler, arkadaşlar,
kent merkezinde buluşuyor, kentli
olmanın tadını çıkartıyor. Kentin
sosyal dokusu ve yerel ekonomi
güçleniyor.
İşte Haluk Bey, caddeler güle güle
böyle kullanılıyor.
OCAK 2014 / EKOIQ 93
YENİLENEBİLİR ENERJİ
Sıra Enerji Kooperatiflerinde mi?
Yerel enerji, dünya yenilenebilir enerji sektöründe son yılların en ilgi
çekici gelişmelerinden biri. Peki, nedir bu ‘yerel enerji’ ve Türkiye’de bu
alanda neler oluyor? Geçtiğimiz günlerde kurulan Türkiye Yerel Enerji
Platformu’nun koordinatörlerini dinlemekte fayda var gibi...
Dr. Baha KUBAN, Mümtaz Derya TARHAN
D
ünya elektrik üretiminin çoğu,
mülkiyetleri büyük şirketler ya
da devletlere ait, büyük ölçekli
ve çoğunlukla çevreye zararlı fosil yakıtlar kullanan santrallar tarafından karşılanıyor. Üretilen elektrik de merkezi bir
santraldan uzun mesafeli iletim hatları vasıtasıyla tüketim merkezlerine, kentlere,
ekonomik faaliyet odaklarına ve daha küçük yerel topluluklara ulaştırılıyor (ya da
ulaştırılamıyor). Bu senaryoda her ölçekte
tüketiciler ve yurttaşlar/hemşeriler hep
94 OCAK 2014 / EKOIQ
kaybeden oluyor, çünkü üzerinden hiçbir
söz sahibi olmadıkları ve yaşadıkları dünyayı yavaş yavaş katleden bir elektrik piyasasının pasif tüketicileri olarak ya elektrik
yoksunluğu, ya da kesintiler ve fiyatlardaki gelgitler içinde yaşıyorlar.
Peki, nedir bu senaryonun alternatifi? Yerel enerji, yani kendi elektriğini üretmek!
Elektrik üretiminin tüketileceği yerde ve
yerel paydaşların katılımıyla yapılması,
üretilen elektriğin verimliliğini artırıyor;
elektrik fiyatlarını düzene sokuyor; yerel
ve ulusal ekonomiye katkı yapıyor; elektrik tedariğini güvence altına alıyor ve de
yerel toplulukların kendi kaderlerini tayin
etmeleri olasılığını artırıyor. Yerel paydaşların elektrik üretim projelerine katılımı nasıl sağlanabilir? Bireysel
konut veya çiftlik projelerinin yanı sıra
kooperatifler, yerel yönetimler, sivil
toplum kuruluşlarının mülkiyetindeki
projeler bireylere elektrik üretiminde pay
sahibi olma olanağı tanıyor aslında.
Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri
Peki, yerel enerji sadece bir çevresel ve toplumsal sorumluluk projesi mi, yoksa ekonomik olarak da etkileri var mı? Örnek olarak
dünyanın yenilenebilir enerji liderlerinden
Almanya’ya bakalım: Ülke genelinde elektrik üretiminin %20’si yenilenebilir kaynaklardan sağlanırken, bu projelerin %50’sinin
mülkiyeti (çoğunlukla kooperatifler yoluyla) bireylere ait. Rüzgâr enerjisi alanında
dünya liderlerinden olan Danimarka’da
ise sayıları 100’ü geçen yenilenebilir enerji kooperatifleri, 150.000 aileye ait 3000
adet rüzgâr türbini kurdular. Ülkemizde ise elektrik piyasası büyük şirketlerin kasasını doldurmakta, enerji güvenliği ve fiyatları bir vanaya bakmakta,
enerji sektörü çevreyi kirleten ve iklimi değiştiren bir rotaya kilitlenmiş görünmekte
ve hidroelektrik santralları derelerin, yerel toplulukların ve ülkemizin cansuyunu
tehdit etmektedir. İşte bu şartlar altında
Türkiye’de artık ‘enerji demokrasisi’ kavramını yaşama geçirme vakti gelmiştir.
Türkiye’deki yenilenebilir enerji ve insan
potansiyeli göz önüne alındığında, ülkemizin yerel enerji üretimi alanında dünyanın
önde gelen ülkelerinden birisi olabileceği
açıktır. Fakat bunun için de toplumsal farkındalık, teşvik edici mevzuat ve devlet,
sivil toplum ve özel sektör nezdinde destek mekanizmalarının varlığı büyük önem
taşımaktadır. Ve artık ülkemizde bu hedefler doğrultusunda çalışan bir oluşum var: Türkiye
Yerel Enerji Platformu, ülkemiz elektriğinin yerel yenilenebilir enerji kaynakları
kullanılarak ve halk tarafından üretilmesinin yolunun açılması amacını taşıyan bir
bilgi paylaşımı ve fikir alışverişi platformu
olarak kuruldu.
Özel sektör, devlet kurumları, sivil toplumdan temsilcilerin ve ilgili bireylerin biraraya geldiği bu platform vasıtasıyla dünyadan en son yerel enerji proje ve mevzuat
haberleri 15 günde bir elektronik olarak
yayınlanan bir bültenle platform üyeleriyle paylaşılacak. İlk bülten 15 Kasım 2013
tarihinde yayınlandı. Platforma üye olmak
ise çok kolay, tek yapmanız gereken sitede yer alan linkteki formu doldurmak ya
da [email protected] adresinden platformun kurucuları Dr. Baha Kuban ve Derya Tarhan’a ulaşmak.
Çevreye ve insan sağlığına zararlı, merkezi, büyük ölçekli elektrik üretiminden;
çevre ve insan dostu, yerel ve halka açık
üretime geçmek dünyanın tek kurtuluşu
gibi görünüyor. Bu geçişi yapmak için de
topluluk ve bireylerin yenilenebilir enerji
sektörüne doğrudan üretici olarak katılmalarının ve bu üretimden doğacak ekonomik, çevresel ve toplumsal faydaları
doğrudan kendilerinin deneyimlemeleri
büyük önem taşıyor. İşte bu sebeple, haydi Türkiye, kendi enerjini üretmeye! m
Yerel enerji veya bu platform ile
ilgili daha fazla bilgi için http://
yerelyesilenerji.blogspot.com
adresini ziyaret edebilirsiniz.
OCAK 2014 / EKOIQ 95
EĞİTİM
Sürdürülebilir Eğitim
Paradigmaları ve Kritik
Düşünme Algısı
Ünlü Fransız sosyolog ve
düşünür Morin soruyor,
cevaplıyor; eğitim bilimci
Stephen Sterling yeni bir eğitim
paradigmasını duyuruyor.
Daha yaşanabilir bir dünya
için eğitimin yeni hedefleri:
“Holizm (doğanın bütünlüğü
inancı), sistemli düşünme,
sürdürülebilirlik ve karmaşa…”
Rahmi AYDEMİR,
[email protected]
96 OCAK 2014 / EKOIQ
U
NESCO 2003 yılında Edgar
Morin’den yeni eğitim teması için
bir çalışma yapmasını istediğinde perdeyi aralayan ünlü düşünürün şu
cümlesi ve sorduğu sorular, yeni bin yılın
antropolojik misyonuna ışık tutuyordu:
“Eğitim, insanlık durumu üstüne ilk ve
evrensel bir dersi içermelidir. Bizler gezegen çağında yaşıyoruz; ortak bir serüven,
nerede olursa olsun insanları kucaklıyor.
İnsanlar bireysel olduğu kadar kültürel
çeşitliliklerini tanırken, aynı zamanda
ortak olarak insan olma vasıflarını da
görebilmelidirler. İnsanı tanımak, önce,
insanı evrenin içinde konumlandırmaktır,
yoksa onu evrenden çekip almak değildir.
(…) her bilgi, akla uygun bir bilgi olabilmek için, kendi konusunu bağlamı içine
oturtabilmelidir. ‘Biz kimiz?’ sorusu, ‘biz
neredeyiz?’, ‘nereden geliyoruz?’, ‘nereye gidiyoruz?’ sorularından ayrılmaz.”
Buna karşılık ünlü eğitim bilimci Stephen
Sterling’in dejenere olmuş gerçek medeni
topluma verdiği cevap ise her şeyi açıklar
nitelikte: “Doğa bizim kimliğimizin kaynağıdır”.
İlişkiyle Eğitime Katkı Sağlamak
İnsanoğlunun doğa ile girdiği çatışma sonucunda etkilerini daha fazla hissettiğimiz
çevre bozulmasının, yine insan tarafından
onarılabileceği gerçeğinin anlaşılmasıyla, çevre eğitimi, toplumda gerekli biliş,
duyuş ve davranış değişikliği yaratmanın
başlıca yolu olarak görülmeye başladı.
1972’den beri öğretim üyesi olan ve kendini çevre eğitimlerine adayan Sterling;
İngiltere Çevre Konseyi’ne katıldıktan
sonra, sorunu yazar olarak defalarca dile
getirdi. Stockholm’de düzenlenen Avrupa
Birliği Konferansı “İnsan-Çevre” konusunu net bir şekilde ele alınca, çok sayıda üst
düzey yönetici ‘Çevre Eğitiminin’ öneminden bahsetti ve daha sonra da ‘Sürdürülebilir Kalkınma Eğitimi’ (ESD) başlığıyla,
bu kararın yerel politikaya uygulanması
gerektiğini vurguladı. O günden bu yana
çok değişiklik olmadı. Bugün doğanın içerisinde bulunduğu durumun temel sebebi,
mevcut eğitim teorisinin pratikte sürdürülemez uygulamaları içermesinden kaynaklanıyor. UNESCO Raporuna göre, 1992
Edgar Morin
Rio+Zirvesi’nden itibaren geçen süreçte
sürdürülebilir kalkınma alanında ciddi
ilerlemeler olsa da, eğitim uygulamaları bu alanda oldukça arka planda kaldı. Dikkat etmek
ve korumak yerine
rekabetçi ve tüketici
olmayı öğrendiğimiz
bu çağda, paradigmanın
büyümesi için çalışan Sterling,
sürdürülebilir eğitim modelini topluma katmanın zor olduğunu düşünse
de inancını yitirmiş değil.
Sterling’e bu fikrin ilk olarak nasıl gündeme geldiğini sorduğumuzda bizi 2001’in
başlarına götürüyor. “Schumacher Briefings ofisinde yeni eğitim modellerinin
geleceği hakkında konuşuyorduk. Çevre
ve sürdürülebilirlik alanında 30 sene çalıştıktan sonra, başarılı olmak için tek yolun
daha ayrıntılı olmak, geliştirmek, pratik
yapmak ve değişen eğitim paradigması
hakkında daha fazla tartışmak gerektiğine
inanıyordum. Genel eğitimin içerisinde bir
alt dal olan çevre eğitimi yaygın olmasa
da uygulanıyor ama topluma entegre olamıyordu. Briefings’in mevcut eğitim düzenini iyileştirme önerisi bana pek mantıklı
gelmemişti. O gün yeni bir eğitim kültürünü ve anlayışını ilk kez gündeme taşıdık.”
Sterling aynı zamanda “Sustainable Education” adlı kitabında, ölü bir toplumu
eko-kültürle diriltmenin nasıl gerçekleşebileceğini şu cümlelerle açıklıyor: “Kültürel eğitim ve öğrenim değişkenini, dünyanın daha ekolojik ya da ilişkisel görüsüne
Sterling; demokratiklik,
cesaret, eşitlik ve adalet gibi
kavramlarla, geçmişteki en iyi
liberal uygulamaları ve özgürlüğü
“Sürdürülebilir Eğitim” çatısı
altında topluyor.
OCAK 2014 / EKOIQ 97
EĞİTİM
“Ülkelerin bugünkü durumu,
bizden önce yaşamış olan
kuşakların keşiflerinin,
icatlarının, iyileştirme ve
mükemmelleştirmelerinin,
uygulama birikimlerinin bir
sonucudur: Bunlar, günümüz
insanlığının entelektüel
sermayesini oluşturur; her
ulusun verimliliği, sadece,
kendinden önceki kuşakların
bıraktıklarıyla bunlara kendi
imkânlarıyla kattıklarından nasıl
yararlandıklarıyla orantılıdır”
diyor Sterling.
98 OCAK 2014 / EKOIQ
dayandırdığımız takdirde; duygusal ve
fiziksel ihtiyaçların bilişsel yetenek ve yaratıcılığı kapsadığının farkına varacağız.”
Eğitim öngörüsünün yalnızca öğrenmeyi
ve pratik deneyimi sürdürülebilir kılmak
için tasarlanmadığının önemine değinen
yazarın bu yaklaşımı sadece günümüzdeki ulusal yenilik sistemlerinin işleyişlerindeki temel niteliklerini öngörmekle
kalmayıp, eğitim sistemi için de yeni bir
başlangıç yapmak için çok geç olmadan
çağın zihniyetini değiştirmesi gerektiğinin
altını çiziyor.
Bugün Brezilya’da; Sterling’in “yeni öğrenim sinerjimi sağlıyor” dediği ve Morin’in
günümüzde insanlık durumunu dünyadaki yerine oturtmak için, doğa bilimlerinden kaynaklanan bilgilerle, insanın çok
boyutluluk ve karmaşıklığını aydınlatmak
için beşeri bilimlerden kaynaklanan bilgilerin birleştirilmesi gereği anlayışına en
yakın kuruluş olma özelliğini taşıyan bir
enstitü var. Üstelik karşılıklı eğitim reformu için de yeni kapılar açıyor: “Ethos”
Ethos Enstitüsü ve Eğitimin İş
Kökeni
Bundan yaklaşık 15 yıl önce Brezilya’da
vizyon sahibi birkaç üst düzey yöneticinin
teşvikiyle bir araya gelen bir grup girişimci, olumlu toplumsal değişim yaratmakta
iş dünyasının çok etkili bir güç olduğu
vizyonunu paylaşmaya yönelik hareketi
ilk kez dile getirdi. Böylece, hedefi “Şir-
ketleri, kendilerini toplumsal açıdan sorumluluk sahibi bir anlayışla yönetmeye
yönlendirmek, teşvik etmek ve bu konuda
onlara yardım etmek, bu şirketleri sürdürülebilir ve adil bir toplum yaratma sürecine ortak etmek” olan Ethos İş ve Sosyal
Sorumluluk Enstitüsü doğdu.
Enstitü, kuruluşundan itibaren şirketleri
yönetim standartlarını değiştirmeye, karar
alma süreçlerine toplumsal, çevresel ve
etik kaygıları da eklemeye teşvik etti ve bu
süreci destekledi. Üçüncü baskısı yapılan
Ethos Göstergeleri, şirketlerin yönetiminde sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik
ilkelerinin uygulanması ve değerlendirilmesi için bir yol haritası oldu. Enstitü aynı
zamanda Küresel Raporlama Girişimi ve
Küresel İlkeler Sözleşmesi gibi uluslararası araç ve standartların benimsenmesini
de destekliyor. Çeşitli çalışma grupları,
daha iyi kamu politikaları oluşturulması
için baskı yapıyor. Ayrıca Enstitü başka
oyuncuları da (yerel ve ulusal yönetimler,
tüketiciler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, bilim dünyası ve medya) İklim Forumu gibi etkinlikler aracılığıyla şirketlere
baskı kurmak ve sorumluluk sahibi davranışlarını ödüllendirmek konusunda harekete geçirdi.
Bu hareketin sınırları anlaşılınca (piyasalarda, şirketlerde ve toplumlarda değerleri değiştirmenin ne kadar zor olduğunu
görerek) yoğun bir düşünce sürecinin ardından bir başka strateji doğdu. Bu yeni
adım, sivil toplum örgütlerinin işbirliğiyle,
yönetimler ve küresel sürdürülebilirlik
hareketi tarafından uygulanacak bir ulusal sürdürülebilir kalkınma projesi oluşturmayı amaçlıyor. Sözü edilen küresel
hareket, Rio+20 ile ilgili olarak dünya
genelinde insanlar arasında giderek artan
etkileşimden faydalanıyor. Ethos, sürdürülebilirlik kültürünü kurumsal davranışlarda derin değişiklikler yapabilecek kadar
olgunlaşması için çalışıyor.
Yaşama boyun eğmek, yaşama yön vermek. Gezegenin birliğini, çeşitlilik içinde
gerçekleştirmek… Timothy C. Mack’in
gelecek kaygılarına karşı; “Sürdürülebilir
Eğitim” bireyin her şeyden önce empati,
özdeşleşme ve kendini yansıtma olgularına kavuşması için son bir şans olabilir. m
KISA KISA
Çin’in Şanghay kentinde hava kirliliği rekor düzeye ulaştı. Havadaki
zararlı partikül oranının yapılan ölçümler sırasında bir süre 600 mikrogramın da üzerine çıktığı belirtiliyor. Dünya Sağlık Örgütü güvenlik
sınırının 25 mikrogram olduğunu
açıklamıştı.
l
Manisa’da ağaçlarla kaplı 21 dönümlük arsa, Belediye ile Valiliğin arasını açtı. Valilik, Atatürk
Mahallesi’nde ağaçlarla kaplı 21
dönümlük arsaya Kaymakamlık binası yapılmasını isteyince Belediye
Başkanı MHP’li Cengiz Ergün,
ağaçlarını kestirmeyeceklerini ve
suç duyurusunda da bulunacağını
açıkladı.
l
Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında Fırat Nehri’nin suyuyla bereketlenmesi beklenen Şanlıurfa’nın
Harran Ovası, yanlış sulama ve
yetersiz drenaj kaynakları yüzünden yavaş yavaş kuraklığa teslim
oluyor. Ziraat Mühendisleri Odası
Şanlıurfa Şubesi, 252 bin hektarlık tarım arazisine sahip Harran
Ovası’nda yaklaşık 18 bin hektarlık
alanda, aşırı tuzluluk nedeniyle artık tarımsal faaliyet yapılamadığını,
50 bin hektarlık alanın da tuzluluk
tehdidiyle karşı karşıya olduğunu
açıkladı.
l
Bozcaada’da doğal sit alanına yapılan bağevleri adayı ayağa kaldırdı. 2009 yılına kadar birinci derece
doğal sit alanı olan ve tek bir çivi
çakılmasına bile izin verilmeyen
yerleşimin konumu, önce 3. dereceye düşürüldü, sonra da yapılaşmaya açıldı. Tıpkı Gökçeada’da olduğu
gibi Bozcaada gönüllüleri de bir forum kurarak mücadele başlattı.
l
Batman Çayı’ndan şehir merkezine kadar gelen susamuru, görenler
arasında heyecan yarattı. Batman
Üniversitesi’ne bağlı Sağlık Meslek
Yüksek Okulu bahçesindeki güven100 OCAK 2014 / EKOIQ
GÖZÜMÜZDEN
KAÇMAYANLAR
Zeytincilik Yasası,
Kazdağları’nda altı altın
madenini durdurdu; Şanghay
kirlilik rekoru kırdı; kırmızı
palmiye böceği İstanbul’a
ulaştı; en fazla çevre cezasının
kesildiği il Kocaeli oldu;
Asena’yı da öldürdüler;
radyoaktif kaynak bulunduran
yoğunluk-nem ölçüm cihazını
çalanlar dikkat!
Gözde İVGİN
lik kulübesine gelen susamurunu
fark eden görevliler ve öğrenciler, durumu Orman ve Su İşleri
Müdürlüğü’ne bildirdi. Okul bahçesine gelen ekipler, susamurunu
doğal yaşam alanına bıraktı.
l
Burdur’un merkeze bağlı Yaylabeli Köyü’nde bir vaşak öldürüldü.
Bölgede silah seslerini duyanların
ihbarı üzerine olay yerine gelen
Doğa Koruma ve Milli Parklar 6.
Bölge Müdürlüğü ekipleri, avlanmaya devam eden Hüseyin D.’yi yakalayarak tüfeğine el koydu. Önce
vaşağa ateş etmediğini söyleyen
Hüseyin D., daha sonra tavşan zannederek ateş ettiğini söyledi. Hüseyin D.’ye, 6 bin TL tazminat, avcılık
belgesi olmadan avlandığı için 437
TL, koruma altındaki hayvanı avlamaktan 291 TL, avlanma süreleri dışında avlanmaktan 291 TL ve yasak
alanda avlanmaktan 291 TL olmak
üzere toplam 7 bin 310 TL idari
para cezası uygulandı.
l
Doğu Anadolu ve Güneydoğu
Anadolu’da birçok ilde 1-2 saati
aşan elektrik kesintileri yaşanıyor.
Batı bölgelerinden ilk kesinti açıklaması Trakya Elektrik Dağıtım’dan
geldi. Şirketten yapılan açıklamada,
olumsuz hava koşulları nedeniyle,
Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli illerinde enerji dengelenmesi adına
kısa süreli elektrik kesintilerinin yapılacağı duyuruldu. The Wall Street Journal’a konuşan bir bürokrat,
bunun elektrik kesintilerine başlanması anlamına geldiğini söyledi.
l
GDO’lu mısırların hayvan yemi olarak kullanımı ile ilgili Danıştay’dan
çarpıcı bir karar çıktı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, GDO’lu
mısırların hayvan yemi olarak kullanımına izin veren Biyogüvenlik
Kurulu kararlarının yürütmesini
durdurdu. Kararla, söz konusu mısırların ithalatı yasaklanmış oldu.
l
Türkiye Elektrik İletim Anonim
Şirketi (TEİAŞ) tarafından projelendirilen ve Balıkesir’den başlayıp
Çanakkale’nin Biga ve Lapseki ilçelerine ulaşan enerji iletim hattı, Yenice Köyü sakinlerini ayaklandırdı.
Lapseki’ye bağlı Yeniceköy’de enerji nakil hattının meyve bahçelerinden geçmesi tepki çekti.
l
Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı’nın “3/1 Numaralı Ti-
cari Amaçlı Su Ürünleri Avcılığını
Düzenleyen Tebliğde Değişiklik
Yapılmasına Dair Tebliğ” Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
girdi. Değişiklikle, tebliğde istisna
tanınacak türlerden hamsi, sardalya
ve istavrite “lüfer” de eklendi. Buna
göre, avlanabilir asgari boyları ve
ağırlıkları hamsi, sardalya, istavrit
ve lüferde ağırlıkça %15, diğer su
ürünlerine ise ağırlıkça %5 oranında küçük boylara istisna tanınacak.
l
MUĞLA’nın ilçeleri Marmaris ve
Fethiye’ye ulaşımının kesintisiz sağlanabilmesi için doğal ve arkeolojik
sit alanındaki Gökova Kavşağı’na
yapılması düşünülen viyadük, çevrenin doğal dokusunu bozacağı
gerekçesiyle tepkilere neden oldu.
Projeye sınır komşu Akyaka Beldesi Belediye Başkanı CHP’li Ahmet
Çalca, tasarının yanlış olduğunu
savundu.
l
Atatürk’ün bir çınar ağacının dallarını kesmemek için kızaklarla 5 metre
ileriye taşıttığı “Yürüyen Köşk”ün
bahçesindeki ağaçlar, bahçe kenarına yapılacak yeni çitlere yer açabilmek için kesildi. Atatürk Bahçe
Kültürleri Yalova Merkez Araştırma
Enstitüsü Müdür Yardımcısı Mustafa Öztürk, ağaçların kesilmesi için
yasal izinlerin alındığını açıkladı.
l
Muğla ve Antalya illerinin sınırlarının kesiştiği noktada bulunan
Saklıkent Kanyonu yakınında kurulmak istenen HES projesi, yöre
halkının ve yaşam savunucularının
tepkilerinden dolayı geri çekildi. Kiler Holding bünyesinde faaliyet gösteren Ekol Elektrik Üretim A.Ş tarafından yapımı planlanan Bulgurlar
Gebeş HES projesi için EPDK’ya
yapılan üretim lisansı başvurusu firma tarafından geri çekilirken yöre
halkının projeye karşı açtığı dava da
düşmüş oldu.
l
Nesli tükenme tehlikesi altında ol-
duğu için uluslararası kotalarla
korunan orkinoslar, İstanbul’da
tezgâha düştü. Tezgâhta kilosu
13 TL’den satılan mavi yüzgeçli orkinoslarla ilgili olarak İl Tarım Müdürlüğü’ne şikâyet yağdı.
Şikâyetlerin ardından Maltepe’de
iki tezgâha 923 TL ceza kesildi.
l
Çanakkale Belediye Meclisi aralık
ayı toplantısında, Belediye Başkanı CHP’li Ülgür Gökhan, Kazdağları’ndaki madencilik faaliyetleri
neticesinde ortaya çıkan durumu
gündeme getirdi. Başkan Gökhan,
‘çevre katliamı’ olarak nitelendirdiği madencilik faaliyetleri sonucu
ortaya çıkan manzaranın fotoğraflarını meclis üyeleri ve kamuoyu ile
paylaştı.
l
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu, Meteoroloji Genel Müdürlüğünde düzenlediği basın toplantısında, 2013-2014 su ve yağış durumu hakkında bilgi verdi. Türkiye’de
yağış yılının 1 Ekim ile bir sonraki
yılın 30 Eylül’ünü kapsadığını ifade
eden Eroğlu, Türkiye’nin uzun yıllar yağış ortalamasının 643 milimetre olduğunu söyledi. 1 Ekim 2012
ile 30 Eylül 2013 arası, Trakya ve
Ege Bölgesi’nde, Hatay civarında ortalamanın üzerinde yağış olduğunu
belirten Eroğlu, Doğu Anadolu’da
yağışların azaldığını kaydetti.
l
Kanal İstanbul kapsamında 3. havalimanı aksında yer alan beş köye,
kamulaştırma tebligatları ulaşmaya
başladı. Proje alanındaki yedi maden şirketine de arazileri 3 ayda boşaltmaları için yazı yollandı.
l
Yargıtay, Boğaziçi öngörünüm
bölgesindeki Kanlıca’da, 30 yıldır
yapılaşma izni verilmeyen arazinin
kamulaştırılmasına ilişkin Beykoz
Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen kararı onayladı.
l
Sinop illine bağlı sekiz köyün tamamını sular altında bırakan Boyabat
Barajı ve HES projesinde, Trabzon
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun barajın yapımına
ilişkin verdiği karara uyulmadığı ortaya çıktı. Koruma Kurulu, 1996’da
verdiği kararda baraj ve HES projesinin yapımı için sular altında
kalacak yerleşimlerin rölevelerinin
çıkarılarak benzer dokuda yeniden
inşasını şart koştu. Ancak baraj inşaatı tamamlanarak 8 köy 2011 yılında sular altında kalırken köylerin
yeniden inşasına yönelik herhangi
bir adım ise atılmadı.
l
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, çevre kirliliğinin önlenmesi amacıyla
sanayi tesisleri ve diğer faaliyetlere
yönelik denetimlerini sürdürüyor.
ÇED İzleme ve Çevre Denetimi
Dairesi Başkanlığı ile Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerince bu yılın
dokuz ayında, toplam 27 bin 757
denetim yapıldı. Denetimler sonucunda çevreyi kirlettiği belirlenen
tesislere toplam 50 milyon 574 bin
371 lira ceza uygulandı. Bu yıl faaliyeti durdurulan tesis sayısı ise 107
oldu. En fazla çevre cezasının kesildiği il ise 6 milyon 951 bin lirayla
Kocaeli oldu.
l
İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin düzenlediği, “4.
tarihi yapıların güçlendirilmesi
ve geleceğe güvenle devredilmesi
sempozyumu”nda ilginç bir gelişme
yaşandı. Neredeyse bir açık hava
müzesi olan Türkiye’nin ve özellikOCAK 2014 / EKOIQ 101
KISA KISA
le de İstanbul’un tarihi yapılarının
yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
olduğu vurgulanan sempozyumda
bu tehlike için çok çarpıcı bir örnek verildi. Örneği İTÜ Mimarlık
Fakültesi’nden Prof. Dr. Zeynep
Ahunbay, Bursa’da çektiği fotoğrafla paylaştı. Fotoğrafta, Dünya
Mirası adayı Bursa’daki Yıldırım
Medresesi’nin iç duvarlarına döşenmiş kalorifer boruları görülüyor.
l
Üsküdar Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğüne bağlı ekipleri Ünalan mahallesindeki bir site
içinde yer alan koruluk alana girerek ağaç kıyımı yaptılar. 25 yıllık
sitenin kuruluşu sırasında dikilmiş
100’e yakın çam ağacından oluşan
bu koruluk Emaar İnşaat grubunca
satın alınan Halis Toprak arazisininde yapılan toplu ağaç kıyımından
sonra çevrede kalan tek yeşil alandı.
l
İstanbul’un taze sebze ihtiyacını
karşılayan ve kent merkezine yakın
tarım alanlarından olan Sarıyer’deki Gümüşdere bostanları yok olmaktan kurtuldu. Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı tarafından
tarım alanı olarak kabul edilen araziye atık arıtma tesisi yapılması için
Toprak Koruma Kurulu’ndan geçen
Mart ayında karar çıkmış, Kurul,
yaklaşık 600 dönümlük, tek parsel
olan arazinin 80 dönümünün tarım
statüsünden çıkarılarak İSKİ’ye
tahsis edilmesine karar vermişti.
Gümüşdere bostanlarını yok edecek
102 OCAK 2014 / EKOIQ
arıtma tesisi projesi köy halkının yoğun itirazı üzerine geri çekildi.
l
Mersin, Antalya ve Adana’da görüldükten kısa süre sonra Aydın, Muğla ve İzmir’e kadar yayılan ‘kırmızı
palmiye böceği’ İstanbul’da da zarara yol açmaya başladı. Sahil kentlerinin ardından geçtiğimiz aylarda
önce Kartal sahilinde, ardından
Büyükada’daki palmiyelerde görülmeye başlanan zararlı böcekle mücadele gittikçe zorlaşıyor.
l
Türkiye’de son zamanlarda katledildiği “kayıtlara geçebilen” leopar,
vaşak ve karakulağa bir kurban
daha eklendi. Türkiye’nin uydu
vericili ilk dişi kurdu Asena kaçak
avcılar tarafından öldürüldü. Asena
vericiyle izlendiği 5,5 ayda 230 kilometrekare alan içinde 1934 km yol
katetmiş.
l
Sakarya’nın içme suyu ihtiyacını
karşılayan Sapanca Gölü’ndeki
çekilme, kuraklık ve sanayi amaçlı tüketim nedeniyle bazı kıyılarda
40 metreyi aştı. Sakarya Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürü
Rüstem Keleş, gazetecilere yaptığı
açıklamada, gölün su kaynaklarının
sabit olduğunu, tüketimin ise her
geçen gün arttığını söyledi.
l
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, HES’lerin doğayı mahvettiğini kabul etti. Bundan sonra
küçük HES’lere izin vermeyeceklerini açıklayan Bayraktar, “Türkiye,
yılda 60 milyar dolarlık enerji ithal
ediyor. Nükleer santral olmadan bu
işin altından kalkamayız. HES’lerle
de olmaz. HES’lerle ufak dereleri
mahvediyoruz. 10 megavattan az
enerji üretecek HES’lere kesinlikle
vermeyeceğiz. Bundan sonra bunun
hesabını sorarsınız” dedi.
l
Gezi protestoları sırasında hayatını kaybeden hayvanlar için Türkiye aleyhine dava açılması tale-
biyle Uluslararası Hayvan Hakları
Mahkemesi’ne başvuran Yeryüzüne
Özgürlük Derneği, başvuru dosyasını açıkladı. Dosyada, protestolar
sırasında polisin kullandığı yoğun
biber gazı ve oluşan kaos ortamı
nedeniyle ölen hayvanlarla ilgili fotoğraf, video gibi görsel deliller de
bulunuyor.
l
İstanbul Zeytinburnu’nda hırsızlar
tarafından bir inşaat şantiyesinden
çalınan ve radyoaktif kaynak bulunduran yoğunluk-nem ölçüm cihazı, TAEK’i (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) harekete geçirdi. TAEK
resmi sitesinden yapılan yazılı açıklamada resmi de yayınlanan ölçüm
cihazını gören veya bulanların kuruma başvurması istendi.
l
BM İklim Zirvesi yine beklendiği
gibi sonuçlandı. Zirveyi başından
beri izleyen ve etkide bulunmaya
çalışan sivil toplum örgütleri ve
aktivistler, hükümetlerin iklim değişikliğine karşı ciddi bir adım atmamalarını protesto ederek zirveyi
terk etti.
l
Rusya’da yargılanan Greenpeace
üyesi Gizem Akhan kefaletle serbest bırakıldı.
l
CHP Genel Başkan Yardımcısı
Sezgin Tanrıkulu’nun soru önergesine Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’ın verdiği yanıt,
Türkiye’nin riskli alan ilan edilen
yerlerin haritasını ortaya koydu.
Buna göre riskli alan ilan edilen altı
yer; Amasya, Çorum, Gaziantep,
Tokat, Adana ve Karaman.
l
Antalya’nın Kemer İlçesi’nde, nesli
tükenmekte olduğu için koruma altına alınan karakulak, yol kenarında ölü bulundu. Ormanlık alandan
yolun karşısına geçmeye çalışırken
bir aracın çarparak öldürdüğü tahmin edilen karakulağın yavrusu ise
tüm aramalara rağmen bulunamadı.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, yavru balıklarla ilgili bir tebliğ
yayınladı. Balıkçıların tuttuğu balıklarda göz ardı edilen yavru balık
miktarı yüzde 5’ten 15’e çıkarıldı.
Sivil toplum örgütleri ve balıkçı örgütleri tebliğin kimseye danışılmadan, bilimsel araştırması yapılmadan çıkarıldığı görüşünde.
l
Mezopotamya Ekoloji Hareketi ve
BDP Diyarbakır İl Örgütü, Dicle
Nehri üzerinde bulunan Hevsel
bahçesine yapılması planlanan
HES’e karşı “Hes êdî bes” sloganıyla yürüyüş düzenledi. Yürüyüşte konuşan BDP Muş Milletvekili Demir
Çelik, Dicle Nehri’nin tarih boyunca
özgür aktığını belirterek, sonuna
kadar özgür akan Dicle’yi yaşatacaklarını söyledi.
l
Rize İnşaat Mühendisleri Odası
Başkanı İnşaat Yüksek Mühendisi
Murat Yazıcı, dolgu alanında yapılan incelemelerin ardından, Rize
kent merkezinin büyük bölümünü
oluşturan dolgu alanında, 1970’li
yıllardan sonra inşa edilen binalarda yaklaşık 70 bin kişinin yaşadığını açıkladı ve binaların mühendislik
ilke ve hesapları yerine usta, kalfa
zihniyeti ile inşa edildiğini söyledi.
l
TCDD’nin, Yüksek Hızlı Tren’in
kuşların göç güzergahında bulunması nedeniyle kuş sürülerine
çarpıp yok etmesi ile ilgili kuşların
zamanla yolunu değiştireceği iddiasına Doğa Derneği yanıt verdi. Dernekten yapılan açıklamada, kuşların
yollarını “önlerine tren çıktı” diye
değiştiremeyecekleri vurgulandı.
l
Yargıdan üst üste yaşam savunucularını sevindirecek kararlar gelmeye
başladı. Zeytincilik Yasası’nın delinerek madenciliğe olanak tanınmasının önünü açan yönetmelik değişikliğinin yürütmesi durdurulurken,
Kaz Dağları’nda işletme aşamasına
gelen altı altın madeninin hepsi
için yürütmeyi durdurma kararı verildi.
l
İSKİ verilerine göre İstanbul’un su
ihtiyacını karşılayan barajların doluluk oranı, geçtiğimiz yıllara göre
düşüş gösteriyor. Bu yıl barajların
doluluk oranı geçtiğimiz yıla göre
yüzde 6,5 düşerek 40,39’a geriledi.
Pabuçdere Barajı’nda yüzde 1,8’e
inen doluluk oranı, Elmalı’da 3,86,
Kazandere’de 7,23 ve Alibeyköy’de
18,67’e kadar düştü.
l
Yılbaşında belirlenen tarımsal destekleme bütçesinde büyük sapmalar oldu. En büyük sapma ise
hayvancılık ve fark ödeme-prim
desteğinde. Yılbaşında açıklanan
destekleme bütçesine göre hayvancılığa 2013’te 2,4 milyar lira destek
verilecekti. Ancak, hayvancılığa bu
yıl 500 milyon lira ek destek verilecek. Gelecek yıl hayvancılık destekleri için öngörülen destek tutarı ise
2,7 milyar lira. Bu nedenle gelecek
yıl hayvancılık desteklerinde artış
olmayacağı gibi bazı kalemlerde düşüş olacak.
l
İtalya’nın Sardunya Adası’nda
“Kleopatra hortumu” nedeniyle
ölenlerin sayısı artıyor. Ülkenin
batısındaki Sardunya’nın özellikle
kuzeydoğusundaki Olbia kenti ve
civarında yaşamı olumsuz etkileyen
hortum, can kaybına neden olur-
ken, günlük yaşamı da felç etti.
l
Ankara Büyükşehir Belediyesi ASKİ
Genel Müdürlüğü, Ortadoğu Teknik
Üniversitesi’ne atık su abonesi olmadığı gerekçesiyle 2006-2013 yılları arası için 14,3 milyon lira para
cezası kesti. ASKİ, ODTÜ’nün su
tahsis ettiği kampüs içindeki işletmelere de kaçak su kullanımından
dolayı toplam 22 bin lira para cezası
kesti.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Ankaraİstanbul yüksek hızlı tren hattının
şubat veya en geç mart ayında faaliyetine başlayacağını açıkladı.
l
Ekvador
Yüksek
Mahkemesi,
Amerikan Chevron petrol şirketini 1970’ten 1990’a kadar zehirli
atıklarını Amazon ormanlarına boşalttığı gerekçesiyle 9 milyar 500
milyon dolar cezaya mahkum etti.
Chevron şirketinin bir sözcüsü hükmün “gayrimeşru ve uygulanamaz”
olduğunu ifade etti.
l
Türkiye’nin en güzel doğal koruma alanları arasında yer alan Ayvalık Adaları Tabiat Parkı için
tehlike çanları çalıyor. Ayvalık
Belediyesi’nin iddiasına göre Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
hazırlanan Ayvalık Adaları Planı
Değişikliği raporu, adaların koruma
statüsünü düşürüp yeni yapılaşmanın önünü açıyor. Rapora itiraz
eden Başkan Hasan Bülent Türközen, sivil toplum örgütleri ve yerel
yönetimin görüşü alınmadan hazırlanan rapora göre yapılacak planın,
Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’nı yok
edeceğini dile getirdi.
Kaynaklar:
Habertürk,
Radikal,
Hürriyet, Evrensel, Bianet, Dünya,
CNNTURK, Milliyet, Doğan Haber
Ajansı, Fırat Haber Ajansı, ANKA, Yeşil
Gazete, başkahaber.org, Anadolu Ajansı, Zaman, Birgün, Sabah, Cumhuriyet,
Taraf.
OCAK 2014 / EKOIQ 103
KİTAP
Organik Ötesi Tarım
Yeni Kariyer Yollarına Açılan
Yeşil Pencere
Yazar: Hakan Ozan Erzincanlı
Yayınevi: Yeni İnsan, Aralık 2013
Yazarlar: Doç. Dr. Özge Yalçıner Ercoşkun ve Dilek Ekşi
Yayınevi: Sinemis Yayınevi, Aralık 2013
Sevindirici bir gelişme: Her ay mutlaka Türkiye sürdürülebilirlik
yazınına yeni ve özgün bir eser ekleniyor. Bunlardan biri de Doç.
Dr. Özge Yalçıner Ercoşkun ve Dilek Ekşi’nin birlikte hazırladıkları, Yeni Kariyer Yollarına Açılan Yeşil Pencere kitabı. Yazarlar
amaçlarını, “Yeşil Dönüşümün getirdiği yeni iş modeli fırsatlarına
bir pencere açmak” şeklinde açıklıyor ‘Sürdürülebilirlik’ ve ‘yeşil
işler’ ifadelerinin, Türkiye’den farklı sektör temsilcileri ile yapılan
röportajlarla anlamını biraz daha belirginleştirmeye çalışan kitabın, konuyla
ilgili öğrencilere, yerel yönetimlere,
ekoloji ve permakültür meraklılarına, insan kaynakları uzmanlarına
ve yöneticilere ilham verebileceğini
düşünüyoruz. Kitapta, yeni iş fırsatları oluşturabilecek girişimlerden, yeni
mesleklere, şirketlerin iş süreçlerindeki değişimden, İnsan Kaynağı yönetimindeki yeni yaklaşımlar ve dünyadan
başarı örneklerine kadar uzanan bir
yelpaze açılıyor. Ayrıca, kamunun,
politik organların ve medyanın da bu
dönüşümdeki rolleri Türkiye’den seçilen örnek uygulamalarla aktarılmaya
çalışılıyor.
Kentler Neden Doğmadan Ölüyor?
Sürdürülebilir Şehir VIII
Editörler: S. S. Zubir ve C. A. Brebbia
Yayınevi: WIT Press, Aralık 2013
Uzun soluklu bir kentsel dönüşüm ve sürdürülebilirlik
serisinin sekizincisi olan Sürdürülebilir Şehir VIII’in
ana ekseni, dünya nüfusunun kentlere göç
edişi ve kentlerin, kaynaklarını optimum kullanan etkili yaşam alanlarına
nasıl dönüştürebileceği üzerine kurulmuş. Göçün artmasıyla beraber kentlerin yaşam standartlarının düştüğünün
altını çizen çalışma, kentleşme sürecinin
sorunlarını masaya yatırıp yeni oluşan
şehirlerin, daha kent yaşantısı oturmadan
104 OCAK 2014 / EKOIQ
Nasıl bir tarım istiyoruz?
Bu sorunun etrafında
sürüp giden yoğun tartışmalar var. Bu tartışmalar
çoğu zaman ne yazık ki
makro-politikalara
kilitleniyor. Oysa küçük
köylülerden, büyük ölçekli çiftçilere, şehirde
tarım yapan kent bahçecilerinden, balkon bahçecilerine kadar tarımsal
faaliyette bulunanlar için
ortak değerler ve yöntemler oluşturmak mümkün.
Hakan Ozan Erzincanlı kendi ziraat deneyiminden yola çıkarak, Fukuoka’nın doğal
tarımı, organik tarım, ekolojik tarım ya da
permakültür gibi örneklerle işleyerek, bütünlüklü bir tarımsal yöntemi geliştirmemizin
yollarını arıyor aslında. Anadolu’nun 10 bin
yıllık tarımsal deneyimini ve dünyanın çeşitli
kültürlerinde yoğrulmuş yeni yöntemleri biraraya getirmeye çalışan kitabın, Erzincanlı’nın
bir seri olarak tasarladığı çalışmalarının ilk
halkası olduğunu hatırlatalım.
bütün kaynaklarını nasıl tükettiklerini, yani doğmadan öldüklerini inceliyor. Eski şehirlerin “sakatlanışı”,
ölü doğan yeni şehirler ve yapılanma sorunları, kitabın girizgahını oluşturuyor. Bu karamsar
girişe karşın, kitabın karanlık bir gelecek
tasviri olduğu düşünülmesin. Editörler,
şehirlerin mimarlar, mühendisler ve bu
alanda çalışan diğer uzmanların yeni
fikirlerini ve yeni teknolojileri denemeleri için gerekli imkânları sunduklarının altını çizerek, yeni
şehirleşme
modellerindeki
sürdürülebilirlik prensiplerini
örneklendiriyor.
Türk çay tarımı kazandı
dünya ödüllendirdi
Sürdürülebilir tarım için Vodafone-Lipton işbirliğiyle geliştirilen
tablet uygulaması verimliliği artırmakla kalmadı, Ethical
Corporation Awards’ta “En İyi B2B İşbirliği” ödülünü aldı.
İş Ortağım
Vodafone