Cilt/Vol 5 Sayı/Number 19 Eylül / September 2014 ISSN: 1308 – 7185 MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERGİSİ MEDICAL JOURNAL OF THE MUSTAFA KEMAL UNIVERSITY Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayını Medical Journal of the Mustafa Kemal University Yılda 4 kez yayınlanır. Makale gönderim adresi: [email protected] www.mkumedicaljournal.com MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERGİSİ Medical Journal of the Mustafa Kemal University Mustafa Kemal Üniversitesi adına sahibi Rektörü Prof. Dr. Hüsnü Salih Güder Baş Editör: Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ömer Faruk Kökoğlu Editörler: Doç. Dr. Faruk Hilmi TURGUT Doç. Dr. Bilge Bülbül ŞEN Yrd. Doç. Dr. Erhan YENGİL Yrd. Doç. Dr. Recep DOKUYUCU Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Dekanlığı tarafından yayınlanmaktadır. Dil Editörleri: Prof. Dr. Mehmet Rami HELVACI Yrd. Doç. Dr. Raziye Keskin KURT Hazırlık ve Baskı: Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Danışman: Prof. Dr. Cahit ÖZER Prof. Dr. Tacettin İNANDI Doç. Dr. Nazan SAVAŞ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Enver Sedat Borazan Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Sekreteri ISSN: 1308 – 7185 Dergi Sekreterliği: Yrd. Doç. Dr. Ümit Sertan ÇÖPOĞLU Dr. İbrahim ORTANCA Dr. Gökhan DEMİRKIRAN Arş. Gör. Şahin ÖZTÜRK Yılda 4 kez yayınlanır. Makale gönderim adresi: [email protected] www.mkumedicaljournal.com Yazışma Adresi: Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı 31100 Antakya/HATAY Tel : (326) 2455114 Faks: (326) 2455305 DANIŞMA KURULU Dr.Ali Ulvi HAKVERDİ (Hatay) Dr.Taşkın DUMAN (Hatay) Dr.Cemil TÜMER (Hatay) Dr.Ahmet Namık KİPER (Hatay) Dr.Gülnaz ÇULHA (Hatay) Dr.Hasan KAYA (Hatay) Dr.Çağla ÖZBAKIŞ AKKURT (Hatay) Dr.Mehmet YALDIZ (Hatay) Dr.AsenaÇiğdem DOĞRAMACI (Hatay) Dr.Fatih YALÇIN (Hatay) Dr.Şemsettin OKUYUCU (Hatay) Dr.Selim TURHANOĞLU (Hatay) Dr.Hayal GÜLER (Hatay) Dr.Yaşar Can BAYDİNÇ (Hatay) Dr.Esra OKUYUCU (Hatay) Dr.Ayşe Dicle TURHANOĞLU (Hatay) Dr.Ayşe YILDIRIM (Hatay) Dr.Ali BALOĞLU (İzmir) Dr.İyad FANSA (Hatay) Dr. Ali ÖZCAN (Hatay) Dr. Nihat ŞEN (Hatay) Dr. İsmet Murat MELEK (Hatay) Dr. A. Burak AKÇAY (Hatay) Dr. Orhan AYYILDIZ (Diyarbakır) Dr.Yunus DOĞRAMACI (Hatay) Dr. Mehmet GÜNDOĞDU (Erzurum) Dr.Nazan SAVAŞ (Hatay) Dr. Celaletdin CAMCI (Gaziantep) Dr.Mehmet DEMİR (Hatay) Dr. Alper SEVİNÇ (Gaziantep) Dr.Süleyman OKTAR (Konya) Dr. Ali KESKİN (Kayseri) Dr.Zafer YÖNDEN (Hatay) Dr. İmdat DİLEK (Erzurum) Dr.Oktay Hasan ÖZTÜRK (Antalya) Dr.Ertap AKOĞLU (Hatay) Dr. Bülent AKÇORA (Hatay) Dr.Tacettin İNANDI (Hatay) Dr. Cem ZEREN (Hatay) Dr.Nizami DURAN (Hatay) Dr. Fatmagül BAŞARSLAN (Hatay) Dr.Sebahat GENÇ (Hatay) Dr. Mustafa KURT (Hatay) Dr.Yusuf ÖNLEN (Hatay) Dr. Erkan YULA (İzmir) Dr.Sabahattin OCAK (Hatay) Dr. Melek İNCİ (Hatay) Dr. Esin ATİK DOĞAN (Hatay) Dr.Vicdan MOTOR (Hatay) Dr.Hüseyin ÖKSÜZ (Hatay) Dr.Harun ALP (Hatay) Dr.Sinem KARAZİNCİR (Hatay) Dr.Mürsel DAVARCI (Hatay) Dr.Muhyittin TEMİZ (Hatay) Dr.Mehmet İNCİ (Hatay) Dr. Mehmet Rami HELVACI (Hatay) Dr. Ramazan AKÇA (Bursa) Dr.Cumali GÖKÇE (Hatay) Dr. Tuncer DEMİR (Gaziantep) Dr.Hasan HALLAÇELİ (Hatay) Dr. Şeniz DEMİRYÜREK (Gaziantep) Dr.Cahit ÖZER (Hatay) Dr. Cengiz ÇEVİK (Hatay) Dr.Burçin ÖZER (Hatay) Dr. Bülen GÖĞEBAKAN (Hatay) Dr.Aydıner KALACI (Hatay) Dr. Ramazan BAL (Gaziantep) Dr.Senem ERDOĞMUŞ (Hatay) Dr. Cahit BAĞCI (Gaziantep) Dr. Sadık GÖRÜR (Hatay) Editörden, Değerli Okuyucularımız, Saygıdeğer Bilim İnsanları, Bilimin önemli yapıtaşlarından birisi olan çalışmaların değerlendirilip bilim dünyasına katılımında aracılık yapan dergicilik sisteminde Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi olarak 5. yıla ulaşmış ve 19. sayımızı basmış bulunmaktayız. İlk sayısı 2010 yılında yayınlanan dergimizde emeği geçen tüm editör ve yazarlarımıza sonsuz teşekkürler. Dergimizin makale kabul ve değerlendirme sisteminde planladığımız yeni değişikliklerle ilerleyen sayılarda bilime katkı amaçlı yazılarınızı bekler saygılar sunarım. Yrd. Doç. Dr. Recep DOKUYUCU Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Editörü İÇİNDEKİLER ÖZGÜN MAKALE/ORIGINAL ARTICLE Maternal MTHFR C677T Gen Mutasyonu Varlığının Yenidoğan Doğum Ağırlığı Üzerine Etkisi Dilek Benk Şilfeler, Raziye Keskin Kurt, Sezin Topaloğlu Güney, Bayram Ali Dorum, Erhan Yengil, İbrahim Şilfeler The Effect of Maternal MTHFR C677T Gene Mutation Presence on Neonatal Birth Weight…….…1-7 Fibromiyalji Hastalarında Serum Kortizol Düzeyinin Depresyon ile İlişkisi Esra Aydınkal Semiz, Sami Hizmetli, Murat Semiz, Ahmet Karadağ, Bülent Alım, Merve Adalı, Mehmet Sıddık Tunçay, Ü. Sertan Çöpoğlu Association Between Depression and Serum Cortisol Levels Patients with Fibromiyalgia………...8-18 Derin Ven Trombozunda Ultrasonik Tomboliz Kateter Tedavisi Celalettin Karatepe, Bayer Çınar, Cem Lale, Onur Göksel Ultrasonic Thrombolysis Catheter Treatment in Deep Vein Thrombosis……………………….....19-28 Hatay İli’nde MTHFR C677T Tek Nükleotit Polimorfizmi ve Prostat Kanseri Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi Müzeyyen İzmirli, Hasret Ecevit, Bülent Gögebakan, Mehmet İnci, Davut Alptekin Evaluation of the Relationship between MTHFR C677T Single Nucleotide Polymorphism and Prostate Cancer in Hatay……………………………………………………………………….…..29-36 DERLEME/REVİEW Patolojik T3 Evre Prostat Kanserinde Cerrahi Sınır Pozitifliği ve Radyoterapi Surgical Margin Positivity and Radiotherapy in The Pathologic T3 Prostate Cancer Kerem Han Gözükara, Mürsel Davarcı, Sadık Görür……………………………………………...37-47 OLGU SUNUMU/CASE REPORT Tam Atriyoventriküler Blok ve İzole Doğuştan Düzeltilmiş Büyük Arterlerin Transpozisyonu Olan Asemptomatik Bir Olgu Zehra KARATAŞ, Sevil Bilir GÖKSUĞUR, Mervan BEKDAŞ, Beyhan KÜÇÜKBAYRAK An Asymptomatic patient with Isolated Congenitally Corrected Transposition of the Great Arteries and Complete Atrioventricular Block……………………………………………………………...48-56 Pedal Ödem: Lityumun Nadir Bir Yan Etkisi Mehmet Hanifi KOKAÇYA, Ümit Sertan Çöpoğlu, Musa Şahpolat Pedal Edema: A Rare Side Effect of Lithium………………………………………………..…….57-61 Peripartum Dönemde Splenik Arter Anevrizma Rüptürü: Olgu Sunumu Atilla Karateke, Selin Taş Tertemiz, Raziye Keskin Kurt, Ebru Gelici Splenic Artery Aneurysm In Peripartum Period: Case Report.........................................................62-66 Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Özgün makale / Original article Şilfeler ve ark. 1 Maternal MTHFR C677T Gen Mutasyonu Varlığının Yenidoğan Doğum Ağırlığı Üzerine Etkisi The Effect of Maternal MTHFR C677T Gene Mutation Presence on Neonatal Birth Weight Dilek Benk Şilfeler1, Raziye Keskin Kurt1, Sezin Topaloğlu Güney1, Bayram Ali Dorum2, Erhan Yengil3, İbrahim Şilfeler2 1 2 Mustafa Kemal üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D Mustafa Kemal üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D 3 Mustafa Kemal üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.D ÖZET ABSTRACT Amaç: MTHFR (metilentetrahidrofolat redüktaz) gen mutasyonu, MTHFR aktivitesinin azalmasına ve homosistein düzeyinde artışa neden olur. MTHFR gen mutasyonunun intrauterin büyümede yavaşlamaya neden olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada MTHFR gen mutasyonu olan gebelerden doğan yenidoğanların doğum kilolarını mutasyonu olmayan gebelerden doğan populasyonla karşılaştırmayı amaçladık. Aim: MTHFR (methylenetetrahydrofolate reductase) gene mutation may diminish MTHFR activity and result in an increased homocystein level. It is thought that MTHFR gene mutation may cause intrauterine growth restriction. The aim of this study is to evaluate the effect of maternal MTHFR gene mutatıon presence on neonatal birth weights. Materyal-Metod: Çalışma grubu MTHRF gen mutasyonu (n=71) grubundan ve kontrol grubundan (n=36) oluşmaktaydı. Yenidoğan doğum ağırlıkları gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine incelenen dönemde başvuran ve MTHFR gen analizi bakılmış olan toplam 107 gebe değerlendirilmişti. Yenidoğan doğum ağırlıkları MTHRF gen mutasyonu grubunda, kontrol grubuna göre daha düşük bulunmuştur. Sonuç: MTHFR mutasyonu olan kadınlardan doğan yenidoğanların doğum kilolarının normal populasyona göre daha düşük olduğu görülmüştür. Bu olguların yenidoğan yoğun bakım ünitesi olan bir merkezde doğum yapması uygun olacaktır. MTHFR mutasyonu ve yenidoğanların doğum kilolarının arasındaki ilişkiyi araştıran ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Metilentetrahidrofolat redüktaz, yenidoğan doğum ağırlığı, gen mutasyonu Geliş tarihi / Received:17.05.2014 Kabul tarihi / Accepted: 10.07.2014 Materials and Methods: The study population consists of MTHFR gene mutation group (n=71) and control group (n=36). Neonatal birth weights were compared between groups. Results: 107 pregnant women applying to Mustafa Kemal University Hospital were included in this study. Neonatal birth weights were lower in MTHFR gene mutatıon group than in control group. Conclusion: Our study result showed that neonatal birth weights were lower in MTHFR gene mutation group than in control group. Neonatal care may be necessary for newborn of mothers having MTHFR gene mutation. Further studies are needed to investigate the relation between MTHFR gene mutation and neonatal birth weight. Key words: methylenetetrahydrofolate reductase, neonatal birth weight, Gene Mutation İletişim Adresi: Dilek Benk Şilfeler, Mustafa Kemal üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D, Hatay. E-posta: [email protected] Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Şilfeler ve ark. 2 GİRİŞ Folat siklusunda önemli bir role sahip olan Metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) enzimi homosistein aminoasit metabolizmasına önemli katkılar sağlar (1,2,3,4). Bu enzim folatın aktif hale gelmesi için 5,10 metilentetrahidrofolat’ı 5-metiltetrahidrofolat’a dönüştürür. Böylece aktif hale gelen folat, homosisteinin metionine remetilasyonunu sağlar (5). MTHFR polimorfizmi olarak bilinen MTHFR geninin 677. nükleotidindeki sitozin-timin değişikliği, MTHFR aktivitesinin azalmasına neden olarak serum folat düzeylerinde düşmeye ve buna bağlı olarak homosistein düzeyinde artışa neden olabilmektedir (4,6,7). Oluşan bu metabolik sonuçlar oksidadif stres, platelet agregasyonu ve endotelyal hücre disfonksiyonuna ve bunun sonucu olarak da trombotik vasküler hastalıklar için risk artışına neden olur (8). Yapılan birkaç çalışmada MTHFR C677T homozigot olan kadınlarda preeklampsi, spina bifida, spontan fetal kayıp, erken doğum, plasental vaskülopati, düşük doğum ağırlığı ve intrauterin gelişme geriliği, nöromental gerilik ve diğer konjenital anomali varlığı tanımlanmıştır (3,4,817). Bununla birlikte daha önceki çalışmalarda MTHFR C677T gen mutasyonunun hiperhomosistinemi ve intrauterin büyümede kısıtlılığa sebep olduğu gösterilse de bu ilişki kesin kanıtlarla açıklanamamıştır (18). Fenotipteki bu farklılıklar folat seviyesine, diğer çevresel faktörlere, yaşanılan bölgenin coğrafik özelliklerine ve ırksal farklılıklara bağlı olabilir (8). Bu çalışma ile MTHFR gen mutasyonu olan gebelerden doğan yenidoğanların doğum kilolarını normal populasyona göre karşılaştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı polikliniğine Ocak 2011 – Haziran 2013 tarihleri arasında başvuran hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi ve MTHFR gen analizi bakılmış olan 107 hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen 17 hasta MTHFR C677T gen mutasyonu açısından homozigot mutant, 54 hasta heterozigot mutant saptandı ve 36 hasta homozigot normal olarak saptandı ve üç grup oluşturuldu. Oluşturulan 3 gruba ait gravida, parite, abortus sayıları, gebelik dönemlerinde preeklampsi hikayeleri, kronik hastalık varlığı, Rh uyuşmazlığı varlığı, maternal Hb, Plt, AST, ALT, TSH seviyeleri, doğumdaki gebelik haftaları, yenidoğan doğum kiloları, cinsiyetleri, gebelik boyunca aspirin, clexan ve folik asit kullanıp kullanmadıkları, Faktör V Leiden, MTHFR ve Protrombin mutasyonu, protein C, protein S ve antitrombin III varlığı değerlendirildi. Bu parametrelerin yenidoğan doğum kilosu üzerine etkileri araştırıldı. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Şilfeler ve ark. 3 Genetik çalışma için 5 cc kan alınarak EDTA’ lı tüpe konuldu; tüpler çalışma süresiyle analiz arasında buzdolabında +4°C’ da saklandı. Faktör V Leiden, MTHFR C677T ve Protrombin G20210A mutasyonlarının değerlendirilmesi için, genetik laboratuvarı’nda Magna Pure DNA izolasyon cihazı ve DNA izolasyon kiti (Roche®, İsveç) kullanılarak DNA izolasyonu yapıldı. Ardından moleküler yöntemle Light Cycler cihazıyla real time polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) kullanılarak adı geçen mutasyonlara ait hedef gen bölgeleri çoğaltıldı. PCR ürünleri, sırasıyla nlI, HinfI ve Hin- dIII restriksiyon enzimleriyle 37 ºC’ de kesime uğratıldı ve DNA bantları %12 (29:1) ve %6 (19:1) poliakrilamit jellerde 150 V’ ta 60 dakika elektroforez edildi. Bant boyları moleküler ağırlığı bilinen Promega firmasına ait ticari HinfФ DNA belirteci kullanılarak incelendi. İzole edilen DNA’larda polimorfizm analiz edildi. Faktör V Leiden, MTHFR 677, Protrombin 20210 mutasyonları için değerler ölçüldü. İstatistiksel Analiz İstatistiksel değerlendirmeler için SPSS for Windows 18.0 (Statistical Package for Social Sciences) paket programı kullanıldı. Tanımlayıcı ve analitik istatistikler kullanıldı. Sürekli değişkenlerin normal dağılımı Kolmogorov-Smirnov test ile araştırıldı. Chi-square test, kategorik değişkenleri karşılaştırmak için kullanıldı. Gruplar arası sürekli değişkenler (Comparisons of continues variables) karşılaştırmalarda Kruskal-Wallis test and MannWhitney U test kullanıldı. Pearson korelasyon katsayısı ile sürekli değişkenler arasındaki ilişkiler incelendi. Yenidoğan doğum ağırlıklarını bağımsız olarak predikte eden faktörleri tayin etmek için multiple linear regresyon analizi kullanıldı. Tüm istatistiksel veriler için p <0.05 anlamlı olarak kabul edildi. BULGULAR MTHFR Heterezigot olanların doğum kiloları 3000 gr, MTHFR Homozigot olanların doğum kiloları 2900 gr idi. Doğum kiloları yönünden benzer bulundu (p=0.403). Kontrol grubu (3200 gr) ile MTHFR Heterezigot (3000 gr) ve MTHFR Homozigot (2900 gr) grubu olanların doğum kiloları karşılaştırıldığında; kontrol grubunun kiloları her iki gruptan da anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0.004, p=0.011 sırasıyla) (Tablo 1). Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Şilfeler ve ark. 4 Tablo 1. Grupların karşılaştırılması GROUPS (yıl) TSH Ast ALT 1-2 MTHFR MTHFR Heterezigot Homozigot (n=54) (n=17) 34,50 30,00 30,00 Minimum 19- 19 22- Maximum 48 40 39 Median 1,210000 1,215000 Minimum ,4700 ,8700 ,8000 Maximum 1,8500 4,3000 3,5000 Median 19,00 17,50 Minimum 12 16 13 Maximum 43 32 20 Median 19,00 19,00 Minimum 7 16 14 Maximum 51 47 28 Median Yaş P** 1,100000 18,50 18,00 Kontrol (n=36) P* 1-3 2-3 0.073 0.023 0.011 0.745 0.084 0.401 0.006 0.010 0.004 0.118 * Kruskal-Wallis test ** Mann-Whitney U test *** Chi-square test Tüm yenidoğan bebeklerin (107) doğum kiloları ile annelerin gebelik haftası, TSH ve ALT düzeyi ile korelasyon bulundu. Yeni doğanların doğum kiloları ile gebelik haftaları arasında pozitif korelasyon saptandı (p=0.002/r=+0.295). Aynı şekilde annelerin TSH düzeyleri ile pozitif korelasyon bulundu (p=0.042/r=+0.197). ALT düzeyleri arasında negatif korelasyon var idi (p=0.022/r=-0.221). Bu bulgular eşliğinde doğum kilolarını etkiyen faktörlerin belirlenmesi için Lineer regresyon analizi uygulandı. MTHFR, gebelik haftası ve TSH’ın yeni doğan bebeklerin doğum kilolarını etkilediği görüldü (Tablo 2). Tablo 2. Tüm olgularda doğum kilosunu etkileyen faktörlerin karşılaştırılması Beta Coefficient P Gebelik Haftası 0.274 0.034* TSH düzeyi 0.195 0.005* ALT düzeyi -0.098 0.310 Grup(0) 0.209 0.022* Doğum Ağırlığı *Statistically R R2 F ( DF; p value) 0.440 0.194 6.1( 4; <0.0001*) significant. DF = degrees of freedom. F = F test. R = correlation coefficient. MTHFR Heterezigot ve MTHFR Homozigot birlikte grup 0, Kontrol ise grup 1 olarak; 2 grup oluşturularak incelenmiştir. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Şilfeler ve ark. 5 TARTIŞMA Bu çalışmada Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine başvuran toplam 107 gebe değerlendirilmiştir. Bu gebelerden doğan yenidoğanların doğum kiloları karşılaştırıldığında MTHFR heterozigot ve homozigot vakaların doğum kilolarının kontrol grubuna göre daha düşük olduğu görüldü. Metilentetrahidrofolat reduktaz (MTHFR) geninin 677. nükleotidindeki polimorfizm, serum folat düzeylerinde düşmeye ve hiperhomosisteinemiye neden olabilmektedir(19). Bu mutasyonun toplumda görülme sıklığı %12 olarak gösterilmiştir (20,21). Oluşan hiperhomosisteinemi plasental yatakta oksidadif stres, platelet agregasyonu ve endotelyal hücre disfonksiyonuna neden olabilir ve oluşan trombotik vasküler patolojiler sonucunda fetoplasental kan akımını azaltabilir. Bu hipotez tam olarak kanıtlanamamış olsa da Vries ve ark. intrauterine büyüme kısıtlılığı olgularında hiperhomosisteinemi saptamış olmaları, Alfirevik ve ark. hiperhomosisteinemi insidansının, intrauterin büyüme kısıtlılığında 5.9 kat fazla gözlenmesi ile desteklenmektedir (8,22,23). Lee ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada MTHFR C677T genotipe varlığı homosistein konsantrasyonları ile ilişkili olduğu gösterilmiş ve maternal homosistein seviyesinin artışıyla beraber yenidoğan doğum kilolarında yaklaşık 120-130 gramlık bir düşüş saptanmıştır(4). Bizim çalışmamız da bu doğrultudadır. Sonuç olarak MTHFR gen mutasyonu olan kadınlardan doğan yenidoğanların doğum kilolarının normal populasyona göre daha düşük olduğu görülmüştür. Düşük doğum ağırlığının getireceği çeşitli riskler olacaktır. Bu nedenle bu olguların yenidoğan yoğun bakım ünitesi olan bir merkezde doğum yapması uygun olacaktır. KAYNAKLAR 1. Rosenblatt DS. Methylenetetrahydrofolate reductase. Clin Invest Med. 2001;24:56-9. 2. Homberger G, Linnebank M, Winter C, et al. Genomic structure and transcript variants of the human methylenetetrahydrofolate reductase gene. Eur J Hum Genet. 2000;8:725-9. 3. Hague WM. Homocysteine and pregnancy. Best Pract Res Clin Obstet Gynaecol. 2003;17:459–69. 4. Lee HA, Park EA, Cho SJ, Kim HS, Kim YJ, Lee H, Gwak HS, Kim KN, Chang7, Eun Ha NH, and Park H. Mendelian Randomization Analysis of the Effect of Maternal Homocysteine During Pregnancy, as Represented by Maternal MTHFR C677T Genotype, on Birth Weight. Gastrointestin Liver Dis. 2009;18:455-60. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Şilfeler ve ark. 6 5. Osian G, Procopciuc L, Vlad L, Iancu C, Mocan T, Mocan L. C677T and A1298C Mutations in the MTHFR Gene and Survival in Colorectal Cancer. J Gastrointestin Liver Dis. 2009;18:455-60. 6. Kang SS, Wong PW, Susmano A, Sora J, Norusis M, Ruggie N. Thermolabile methylenetetrahydrofolate reductase: an inherited risk factor for coronary artery disease. Am J Hum Genet. 1991;48:536–45. 7. Cortese C, Motti C. MTHFR gene polymorphism, homocysteine and cardiovascular disease. Public Health Nutr. 2001;4:493–7. 8. Yila TA, Sasaki S, Miyashita C, Braimoh TS, Kashino I, Kobayashi S, Okada E, Baba T, Yoshioka E, Minakami H, Endo T, Sengoku K, and Kishi R. Effects of Maternal 5,10Methylenetetrahydrofolate Reductase C677T and A1298C Polymorphisms and Tobacco Smokingon Infant Birth Weight in a Japanese Population. J Epidemiol 2012;22:91-102. 9. Isotalo PA, Wells GA, Donnelly JG. Neonatal and fetal methylenetetrahydrofolate reductase genetic polymorphisms: an examination of C677T and A1298C mutations. Am J Hum Genet. 2000;67:986–90. 10. van der Molen EF, Arends GE, Nelen WL, van der Put NJ, Heil SG, Eskes TK, et al. A common mutation in the 5,10-methylenetetrahydrofolate reductase gene as a new risk factor for placental vasculopathy. Am J Obstet Gynecol. 2000;182:1258–63. 11. Hefler L, Jirecek S, Heim K, Grimm C, Antensteiner G, Zeillinger R, et al. Genetic polymorphisms associated with thrombophilia and vascular disease in women with unexplained late intrauterine fetal death: a multicenter study. J Soc Gynecol Investig. 2004;11:42–4. 12. Johnson WG, Scholl TO, Spychala JR, Buyske S, Stenroos ES, Chen X. Common dihydrofolate reductase 19-base pair deletion allele: a novel risk factor for preterm delivery. Am J Clin Nutr. 2005;81:664–8. 13. Relton CL, Pearce MS, Burn J, Parker L. An investigation of folate-related genetic factors in the determination of birthweight. Paediatr Perinat Epidemiol. 2005;19:360–7. 14. Mtiraoui N, Zammiti W, Ghazouani L, Braham NJ, Saidi S, Finan RR, et al. Methylenetetrahydrofolate reductase C677T and A1298C polymorphism and changes in homocysteine concentrations in women with idiopathic recurrent pregnancy losses. Reproduction. 2006;131:395–401. 15. Valdez LL, Quintero A, Garcia E, Olivares N, Celis A, Rivas F Jr, et al. Thrombophilic polymorphisms in preterm delivery. Blood Cells Mol Dis. 2004;33:51–6. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Şilfeler ve ark. 7 16. Stonek F, Hafner E, Philipp K, Hefler LA, Bentz EK, Tempfer CB. Methylenetetrahydrofolate reductase C677T polymorphism and pregnancy complications. Obstet Gynecol. 2007;110:363–8. 17. Ozbek N, Ataç FB, Verdi H, Cetintaş S, Gürakan B, Haberal A. Relationship between small-for-gestational age births and maternal thrombophilic mutations. Thromb Res. 2008;122:175–8. 18. Kordas K, Ettinger AS, Lamadrid-Figueroa H, Tellez- Rojo MM, Hérnandez-Avila M, Hu H, and Wright RO. Methylenetetrahydrofolate reductase (MTHFR) C677T, A1298Cand G1793A genotypes, and the relationship between maternalfolate intake, tibia lead and infant size at birth. Br J Nutr. 2009;102: 907–14. 19. Goyette P, Sumner JS, Milos R, Duncan AM, Rosenblatt DS, Matthews RG, Rozen R. Human methylenetetrahydrofolate reductase: isolation of cDNA, mapping and mutation identification. Nature Genetics 1994;7:195-200. 20. Brattstrom L, Wilcken DE, Ohrvik J, Brudin L. Common methylenetetrahydrofolate reductase gene mutation leads to hyperhomocysteinemia but not to vascular disease; the result of a metaanalysis. Circulation 1998;98:2520-6. 21. Ueland P, Refsum H. Total homocystein in plasma or serum: methods and clinical applications. Clin Chem. 1993;39:1764-9. 22. Leeda M, Riyazi N, De Varies JIP, Jacobs C, Van Geijn HP, Dekker GA. Effects of folic acid and vit B6 supplementation on women with hyperhomocysteinemia and a history of preeclampsia or fetal growth restriction. Am J Obstet Gynecol 1998;179:135-9. 23. Alfirevic Z, Mousa HA, Martlew V, Bricoe L, Perez- Casal M, Toh CH. Postnatal screening for thrombophilia in women with severe pregnancy complications. Obstet Gynecol 2001;97:753-9. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Özgün Makale / Original Article Aydınkal ve ark 8 Fibromiyalji Hastalarında Serum Kortizol Düzeyinin Depresyon ile İlişkisi Association Between Depression and Serum Cortisol Levels Patients with Fibromiyalgia Esra Aydınkal Semiz1, Sami Hizmetli1, Murat Semiz2, Ahmet Karadağ1, Bülent Alım1, Merve Adalı1, Mehmet Sıddık Tunçay1, Ü. Sertan Çöpoğlu3 1 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilimdalı, Sivas 2 Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilimdalı, Ankara 3 Mustafa Kemal üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D, Hataty ÖZET: Amaç: Bu çalışmanın amacı fibromiyalji (FM) tanısı konulmuş hastalarda depresyon ile serum kortizol düzeyi arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya; fizik Tedavi polikliniğine başvuran, çalışmayı kabul eden, Amerikan Romatoloji Birliği (ACR) kriterlerine göre Fizik tedavi uzmanları tarafından FM tanısı konulduktan sonra psikiyatri polikliniğinde değerlendirilmeye alınan toplam 72 hasta alınmıştır. Sosyodemografik veri toplama formu ve Beck Depresyon Ölçeği içeren test formları doldurularak veriler elde edildi. Kontrol grubu olarak 39 sağlıklı birey alındı. Kortizol düzeylerinin saptanması için, çalışma ölçütlerine uyan hasta ve kontrol grubundan kan örnekleri sabah 08.00-09.00 saatleri arasında alındı. Bulgular: Çalışmaya katılanların %33.2’ sinde hafif düzeyde depresyon tespit edilmiştir. Hasta grubundaki bireylerin serum kortizol ortalaması 10.10 ± 4.08 цg/dL, kontrol grubundaki bireylerin kortizol ortalaması 11.78 ± 3.6 цg/dL bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda fibromiyalji hastalarının serum kortizol düzeylerinin sağlıklı kontrollerden anlamlı düzeyde daha düşük olduğu saptanmıştır. Depresyon ile serum kortizol düzeyi arasında korelasyon bulunmamıştır. Bu çalışma FM hastalarının tedavisinde psikiyatrik değerlendirmenin gerekliliğini göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Depresyon, Fibromiyalji, Kortizol ABSTRACT Purpose: The fundamental objective of this study is to determine the depression levels and to review its relations with serum cortisol levels in cases presenting with fibromyalgia (FM). Materials and Methods: Seventy one patients participated in this study who referred to physiotherapy department, and approved to participate in this study, and they were diagnosed with FM by physiotherapists according to American Rheumatology Association and they were referred to psychiatry department, afterwards. The relevant data were obtained by filling the test forms such as socio-demographic data acquisition form and Beck Depression Inventory. The control group was consisted with 39 healthy individuals. To determine the levels of the cortisol, the blood samples were taken between 08.00 am-09.00 am from the patients and the control group that match with the study criteria. Results: In this study, mild depression was detected in 63,2% of the participants. Serum cortisol average of individuals in patient group and control group was found as 10.10 ± 4.08 цg/dL and 11.78 ± 3.6 цg/dL. Conclusion: In this study, serum cortisol levels of fibromyalgia patients was significantly lower than levels of healthy control patients. However, there was no significant association between the levels of cortisol and depression. This study show that necessity to psychiatric evaluation in treatment of patients with FM. Keywords: Depression, Fibromyalgia, Cortisol Geliş tarihi / Received: 22.06.2014 Kabul tarihi / Accepted: 24.08.2014 İletişim Adresi: Esra Aydınkal Semiz, Fiziksel Tıp Ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara, 06100. Tel: 05069218974 E-posta: [email protected] Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Aydınkal ve ark 9 GİRİŞ Fibromyalji Sendromu (FMS) yaygın vücut ağrısı, özel anatomik bölgelerde artmış yorgunluk ve hassasiyet, uyku bozukluğu gibi durumların eşlik ettiği kronik bir kas-iskelet sistemi hastalığıdır (1). FMS’nin toplumda yaygınlığı % 2-4 aralığındadır. Hastaların % 80-90’ınını 40-60 yaş grubu kadınlar oluşturur (2). Yaygınlık yaşla birlikte artmakta ve 30-40 yaşları arasında en yüksek düzeye ulaşmaktadır (3). Fibromiyalji etyolojisi ve patogenetik mekanizmaları net olarak bilinmemektedir (4). FMS’nin oluşumunda birçok mekanizma olduğu düşünülmektedir. Travma, enfeksiyon, otoimmün, genetik, endokrin ve emosyonel faktörler üzerinde durulmakla birlikte asıl neden bilinmemektedir (5). Patogenezde çeşitli teoriler öne sürülmekte ancak, bu konuda görüş birliği bulunmamaktadır (6). Hipotalamo-pitüiter Adrenal (HPA) aks, Kortikotropin Salıcı Hormon (CRH), Adrenokortikotropik hormon (ACTH) ve kortikosteroidlerden meydana gelir. CRH hipotalamik bir nöropeptiddir; hipofizi uyararak ACTH salınımını sağlar. ACTH’da adrenal bezleri uyararak kortizol salgılanmasında rol alır (7). Kortizol nöronların elektriksel aktivitelerini etkileyerek kişilerin uyarılabilirlik, davranış ve ruhsal durumunu düzenler. Glukokortikoid reseptörleri beynin çeşitli alanlarında, özellikle limbik sistem ve hipokampusda bulumaktadır. Kortizol yetersizliği olan kişilerde yapılan çalışmalar, REM uykusunun başlatılması ve devam ettirilmesi ile takip eden uyanıklığı kolaylaştırmak için bir miktar kortizole ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Aşırı kortizol uykusuzluğa neden olabilmekte, ruhsal durumunu çarpıcı olarak deprese edebilmekte veya yükseltebilmektedir. Bellek işlevini ve inme aktivitesinin eşik değerini azaltabilmektedir. Depresyonda ilk olarak CRH, ACTH ve kortizol artmaktadır. Depresyon süreğenleştikçe CRH aşırı salınımı, adrenokortikal hipertrofi ve hiperkortizolizm dikkati çekmektedir (8). Çalışmamızda FM hastalarının serum kortizol düzeyini, sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırmayı ve hastaların depresyon düzeyi ile ilişkisini incelemeyi amaçladık. Çalışmanın sonuçları ışığında fibromiyalji hastalığının etyopatogenezine ve tedavisine yönelik yeni veriler elde edilebileceği düşünüldü. GEREÇ VE YÖNTEM Bu çalışma için Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik ve İlaç Araştırmaları Yerel Etik Kurulunun 15.06.2012 tarihli onayı alınmıştır. Katılımcılar çalışmaya alınmadan önce konu hakkında bilgilendirilip gerekli izinleri alındı. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Aydınkal ve ark 10 Hasta Seçimi Bu çalışma 2012-2013 yılı içerisinde Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilimdalı polikliniğine başvuran ACR 1990 tanı kriterlerine göre primer FMS tanı kriterlerini karşılayan hastalarda yapıldı (9). Hastalar için çalışmaya alınma ölçütleri olarak; 18-65 yaş arasında olma, ACR 1990 tanı kriterlerine göre primer FMS tanısı alma, çalışmaya katılmayı kabul etme, son dört haftadır ilaç kullanıyor ise dozun sabit olması veya ilaç tedavisi almaması, herhangi bir metabolik hastalığının olmaması gibi kriterler arandı. Kontrol grubu, hasta grubu ile benzer yaş ve cinsiyet özelliklerini taşıyan hastane personelinden oluşturuldu. Kontrol grubuna alınan gönüllülerin, kendisinde veya ailesinde herhangi bir psikiyatrik ya da metabolik hastalık olmamasına dikkat edildi. Tüm olgulara rutin olarak tam kan sayımı, eritrosit sedimantasyon hızı, C-reaktif protein, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, kan şekeri, elektrolitler, Tiroid fonksiyon testleri, tam idrar tetkiki yapıldı. Bu tetkiklerden herhangi birinde anormallik olanlar çalışma dışında bırakıldı. Ayrıca serum kortizol seviyelerini etkileyebilecek yeni veya geçirilmiş psikiyatrik hastalık hikayesi (majör depresyon, alkol bağımlılığı, madde kötüye kullanımı, şizofreni veya paranoid bozukluklar, kişilik bozukluğu, somatoform bozukluk), immünolojik problemi, endokrin, nörolojik, inflamatuar veya klinik olarak belirgin kronik hastalığı olanlar (Diabetes Mellitus, RA, inflamatuar barsak hastalığı ve organik beyin hastalıkları gibi), gebe olanlar çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya katılan bütün olguların en az iki hafta öncesine kadar enfeksiyon, inflamasyon veya allerjik reaksiyon geçirmemiş, immün ve endokrin sisiteme etkili bilinen ilaçlar ve hormonal preparatlar almamış olmalarına dikkat edildi. Çalışmada Kullanılan Araçlar Sosyodemografik Bilgi Formu: Tüm olgularda klinik deneyim ve taranan kaynaklardan elde edilen bilgilere uygun olarak ve çalışmanın amaçları göz önünde bulundurularak tarafımızca hazırlanmış yarı yapılandırılmış sosyodemografik bilgi formu kullanıldı. Bu formda yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, medeni durum, yaşadığı yer, hastalığın başlama zamanı, hastaneye yatış sayısı, hastalık süresi, varsa daha önceden ya da şimdi kullandığı ilaçlar ve sigara öyküsü bulunmaktadır. Vizüel Analog Skala (VAS): Olguların ağrı değerlendirimi Vizüel Analog Skala (VAS) ile yapıldı. Bunun için 10cm’lik cetvel kullanıldı. Hastalara 10cm’lik bir çizgi üzerinde 0’dan 10’a kadar yerleştirilen rakamların ne anlama geldiği anlatıldı. Hiç ağrı olmamasının 0, karşılaşılan en şiddetli ağrının 10 ve orta derecedeki ağrının da 5’e uyduğu anlatılarak Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Aydınkal ve ark 11 hastaların buna göre ağrı şiddetlerini tanımlamaları istendi. Hassas nokta tayini FMS tanı kriterlerinde belirtilen 18 hassas noktaya başparmakla tırnak yatağı soluncaya kadar yaklaşık 4kg’lik kuvvet uygulanarak yapıldı. Fibromiyalji Etki Anketi (FEA): Hastaların fonksiyonel durumunu, hastalığın progresyonunu ve sonuçlarını değerlendirmek için Türkçe geçerlilik çalışması Sarmer ve ark. tarafından yapılan Fibromiyalji Etki Anketi (FEA) kullanıldı (10). Bu anket fiziksel fonksiyon, iş durumu, depresyon, anksiyete, uyku, ağrı, tutukluk, yorgunluk ve iyilik durumunu sorgulayan 20 sorudan oluşmaktadır. Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ): Hastaların ruhsal durumları Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ile değerlendirildi. BDÖ 21 maddeden oluşmuş olup hastalardan her bir maddedeki dört seçenekten kendisine en uygun olanı son bir haftadaki durumunu düşünerek işaretlemesi istendi. Bu ölçeğe göre Türk toplumunda 14-18 puan hafif, 19-28 puan orta ve 29-63 puan şiddetli depresyonu göstermektedir (11). Biyokimyasal Analizler: Kortizol düzeylerinin saptanması için, çalışma ölçütlerine uyan hasta ve kontrol grubundan kan örnekleri sabah 08.00-09.00 saatleri arasında alındı. Kanlar santrifüje edilip serumları ayrıştırılarak -70 dercede saklandı. Serum kortizolü Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Laboratuarında Mikropartikül Enzim İmmünoassey yöntemi ile Axsym-Abbott marka cihazda ölçüldü. İstatistiksel Yöntem Çalışmamızın verileri SPSS 14.0 programına yüklenmiştir. Gruplarda elde edilen veriler ortlama±standart sapma olarak verildi. Gruplarda sosyodemografik özellikler açısından farklılıkların değerlendirilmesinde ki-kare testi, gruplara arasındaki farkların değerlendirilmesinde ise parametrik değişkenleri için iki farkın önemlilik testi, nonparametrik değişkenler için ise Mann Whitney-U testi kullanıldı. Verlerimiz tablolarda aritmetik ortalama ± standart sapma, birey sayısı ve yüzdesi şeklinde belirtilip yanılma düzeyi 0.05 olarak alınmıştır. BULGULAR Örneklemin Sosyodemografik Özellikleri Çalışmaya toplam 72 hasta ve 39 kontrol katıldı. Hasta grubundaki bireylerin yaş ortalaması 45.16 ± 11.5, kontrol grubundaki bireylerin yaş ortalaması 43.07 ± 7.43 olup yaş yönünden gruplar arası farklılık istatistiksel açıdan önemsiz bulunmuştur (t=1.02 ; p=0.309). Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Aydınkal ve ark 12 Hasta grubundaki bireylerin 68’i (%94.4) kadın, 4’ü (%5.6) erkek iken kontrol grubundaki bireylerin 35’i (%89.7) kadın, 4’ü (%10.3) erkekti. Cinsiyet yönünden gruplar arası farklılık istatistiksel açıdan önemsiz bulunmuştur ( p=0.448). Hasta grubunun 45’i (%62.5), kontrol grubunun 5’i (%12.5) ilköğretim mezunu olup, eğitim durumu yönünden gruplar arası farklılık istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur (p=0.001). Hasta grubundaki bireylerin 34’ü (%47.2); kontrol grubunun ise 22’si (%56.4) yüksek gelir durumuna sahip olup, gelir durumuna göre gruplar arası farklılık istatistiksel açıdan önemsizdir (p=0.053). Hasta ve kontrol grupları arasında medeni durum ve yaşadığı yer açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05). Hasta ve kontrol grubunun sosyodemogrofik özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir. Tablo 1. Hasta ve kontrol grubunda sosyodemografik özellikleri Değişkenler Hasta(n=72) Kontrol(n=39) Yaş ortalaması 45.16 ± 11.52 43.07± 7.43 t=1.02 p=0.309 Cinsiyet Meslek Gelir durumu Eğitim durumu Medeni durum Yaşadığı yer BKİ (kg/m2) Kadın 68(%94.4) 35(%89.7) Erkek 4(%5.6) 4(%10.3) Çalışıyor 16(%22.2) 33(%84.6) Çalışmıyor 56(%77.8) 6(%15.4) Düşük 10(%13.9) 0(%0) Orta 28(%38.9) 17(%43.6) Yüksek 34(%47.2) 22(%56.4) İlköğretim 45(%62.5) 5(%12.8) Ortaöğretim 16(%22.2) 17(%43.6) yükseköğretim 11(%15.3) 17(%43.6) Evli 61(%84.7) 32(%82.1) Bekar 7(%9.7) 6(%15.4) Dul/Boşanmış 4(%5.6) 1(%2.6) İl 63(%87.5) 39(%100) İlçe 5(%6.9) 0(%0) Köy/kasaba 4(%5.6) 0(%0) 25.93±3.75 24.56±3.52 p=0.448 p=0.001 p=0.70 p=0.001 p=0.504 p=0.70 p=0.065 t=1.87 Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Aydınkal ve ark 13 Klinik özellikler Kontrol grubundaki bireyler ilaç kullanmazken, hasta gruptaki bireylerin 16’sı (%22.2) ilaç kullanmaktaydı. Kontrol grubundaki bireylerin ailede psikiyatrik hastalık öyküsü bulunmazken, hasta gruptaki bireylerin 6’sında (%8.3) ailede psikiyatrik hastalık öyküsü mevcuttu. Hasta bireylerin hastalık süresi ortalaması 6.57 ± 5.31 yıl olarak bulunmuştur. Klinik özellikler Tablo 2’de gösterilmiştir. Tablo 2. Hastaların klinik özellikleri Değişkenler İlaç öyküsü n(%) Var 16(%22.2) Yok 56(%77.8) Hastalık süresi ortalaması(yıl) 6.57 ± 5.31 Ailede 6(%8.3) öykü psikiyatrik Var Yok 66(%91.7) Hastaların ortalama BDÖ puanı 11.58 ±5.65, ortalama FEA puanı 65.75 ±14.90 ve ortalama VAS puanı 6.4±2.5 olarak hesaplandı. BDÖ puanına göre hastaların % 33.3’ünde hafif düzeyde depresyon olabileceği düşünüldü. Hasta grubundaki bireylerin serum kortizol ortalaması 10.10 ± 4.08 цg/dL, kontrol grubundaki bireylerin kortizol ortalaması 11.78 ± 3.6 цg/dL bulunmuştur. Hasta grubunun serum kortizol düzeyi, kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğu tespit edilmiştir (p=0.033). Hasta grubunun serum kortizol düzeyi ile depresyon düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi için korelasyon analizi yapıldı. Yapılan korelasyon analizi neticesinde serum kortizol düzeyi ile BDÖ puanı açısından anlamlı bir ilişki saptanmadı (R=331, p=0.167 ). Beck depresyon ölçeği kesme puanına (14 puan) göre hastalar iki gruba ayrıldığında. Kesme puanının üzerindeki grubun (n=24, % 33.3) ortalama serum kortizol düzeyi 10.24 ± 5.02 цg/dL, depresyon puanı düşük olan hastaların (n=48, %66.7) ise ortalama serum kortizol düzeyi 10.68 ± 4.04 цg/dL olarak bulundu. Depresyon puanına göre oluşturulan bu iki grup arasında serum kortizol düzeyindeki fark istatistiksel olarak anlamsız bulundu. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Aydınkal ve ark 14 TARTIŞMA Bu çalışmada FMS hastalarında depresyon düzeyi ve depresyonun serum kortizol düzeyi ile ilişkisi araştırıldı. Hastalarda depresif semptomların sık görüldüğü saptanmış olup depresyon düzeyi ile serum kortizol arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Fibromiyalji sendromda değişik psikopatolojik durumlar bildirilmiştir. FMS’li hastalarla yapılan çalışmalarda, psikiyatrik bozuklukların görülme oranı %30-90 arasında değişmekle birlikte en sık %20-80 oranında depresyon ve %13-63,8 oranında anksiyete görülmektedir (12). Hastaların 1/3’ünde minör depresyon ya da anksiyete görüldüğü bildirilmiştir. Fibromyaljideki anksiyete ve depresyonun kronik ağrıya sebep olup olmadığı ve semptomların şiddetine katkısı olup olmadığı bilinmemektedir (13). Sağlıklı kontrollerle yapılan bir çalışmada FMS hastalarında depresyonun ağrının başlangıcından önce bile var olduğu ve hastalarda göreceli olarak daha sık görüldüğü bildirilmiştir (14). Yunus ve ark. (15) fibromyaljide psikolojik durum ve klinik özellikler arasındaki ilişkiyi araştırdıkları bir çalışmada psikolojik durum ile ağrılı bölge ve hassas nokta sayısı, uyku bozukluğu, yorgunluk gibi klinik özellikler arasında bir korelasyon olmadığını fakat ağrı şiddetinin psikolojik faktörlerden etkilenebileceğini bildirmişlerdir. Güleç ve arkadaşlarının çalışmasında yaptıkları FMS ile romatoid artrit (RA) hastaları karşılaştırılmıştır. FMS ve RA grubunun her ikisi de sağlıklı kontrol grubundan daha depresif bulunurken, depresyon puanlarının FMS grubunda RA grubundan daha yüksek saptanmış fakat aradaki fark istatistiksel açıdan anlamlı değilmiş (16). Başka bir çalışmada ise FMS hastaları, RA’lı hastalar ile karşılaştırılmış, hem depresyon hem de anksiyete oranı FMS’de yüksek bulunmuş (17). Çalışmamızda da yayınlar ile benzer şekilde FMS hastaları kontrol grubundan anlamlı düzeyde daha depresif bulundu. Bulgularımız bu hastalarda depresif semptomların sık görüldüğünü desteklemektedir. Biyolojik merkezli kontrollü çalışmalar, FMS patogenezinde HPA aksın fonksiyon bozukluğunun rol oynayabileceğini düşündürmekle birlikte, çalışmalarda bakılan kortizol seviyelerinde farklı sonuçlar (düşük, normal veya yüksek) elde edilmiştir (18-20). McCain ve Tilbe, FMS hastalarının serum kortizol düzeyini RA’lı hastalarınkine oranla yüksek saptamıştır. Bu çalışmada deksametazon uygulamasıyla FMS’de %35’inin RA’da %5’inin plazma kortizol düzeyii baskılanmamıştır (21). Bu çalışmadan farklı olarak Gür ve arkadaşlarının iki ayrı çalışmasında, FMS hastalarında kortizol düzeyi sağlıklı gönüllülere göre daha düşük bulunmuştur (19). Seksenbeş kontrollü çalışmayı içeren bir meta-analizde kadın FMS hastalarında kortizol düzeylerinin anlamlı olarak düşük olduğu bildirilmiştir (18). Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Aydınkal ve ark 15 Griep’in sonraki bir çalışmasında fibromiyaljili ve bel ağrılı hastalarda HPA aks fonksiyonları araştırılmış ve FMS hastalarında CRH uyarısına kontrollerle karşılaştırıldığında hiperaktif ACTH salınım cevabı ve dexametazon ile yapılan baskılamaya direnç gözlenmiştir. Ayrıca FMS’ye ek olarak bel ağrılı hastalarda sağlıklı kontrollerden daha düşük 24 saatlik idrar serbest kortizol seviyeleri bulunmuştur (22). Bulgularımız yayınlar ile uyumlu olarak FMS hastalarında kortizolün sağlıklı bireylere göre düşük olduğunu desteklemektedir. Bulgularımız kortizolün FMS fizyopatolojisindeki rolünü desteklemektedir. Birçok çalışma depresyonlu hastalarda HPA sistemini aşırı aktif olarak ortaya göstermiştir. Major depresyonlu hastaların çoğunda plazma kortizol konsantrasyonu yükselmiştir, kortizol metabolitleri artmıştır ve 24 saatlik idrar serbest kortizol konsantrasyonu yükselmiştir. Depresyon sırasındaki bu artmış kortizol üretimi, depresyonun düzelmesiyle normale dönmektedir, yani bir durum belirleyicisi niteliğindedir (23). Çalışmalarda, tükrük kortizol seviyeleri ile ağrı şiddeti, yorgunluk ve stres ilişkisine bakılarak kontrol grubuna göre anlamlı bir fark saptanmazken yürüyüş sırasında ve bir saat sonrasındaki kortizol seviyeleri ile ağrı şiddeti arasında önemli bir ilişki gözlenmiştir (24). Yine bu çalışmalar sonucunda kortizol seviyelerindeki düşüklüğün depresyon düzeyi yüksek olan hastalarda daha fazla görüldüğü, yorgunluk ve uyku bozukluğu olanlarda ise anlamlı derecede düşük olduğu ve kortizol düzeyi ile hassas nokta sayısı arasında negatif bir ilişki bulunduğu belirtilmiştir (18-20). Catley ve ark. FMS’li hastalar ve kontroller arasında kortizol seviyeleri ve semptomları inceleyen bir çalışma yapmışlar ve FMS’li hastalarda artmış tükrük kortizol seviyeleri tespit etmişlerdir. Fakat hastaların stres semptomları ile kortizol seviyeleri arasında bir ilişki gözlenmemiştir (25). Benzer şekilde McLean ve ark. da FM’li hastalar ve sağlıklı kontrollerde tükrük kortizol seviyelerini ve bu seviyelerin ağrı, yorgunluk ve stres semptomları arasındaki ilişkiyi incelemişler; her iki grupta da bazal kortizol sekresyonları arasında fark gözlenmemiş, benzer kortizol sekresyon paternleri izlenmiştir. Günün ilerleyen saatlerinde ağrı artar veya sabit kalırken kortizol seviyelerinde düşüş olmuştur. Bu sonuç, HPA aksın FMS ‘deki semptomlarla ilişkili olduğu hipotezini desteklemektedir (26). Çalışmamızda serum kortizol düzeyi ile depresyon arasında ilişkinin bulunmaması beklemediğimiz bir sonuçtu. Farklı çalışmalarda farklı sonuçlar bulunması, alınan materyalin farklılığına, kortizolü etkileyebilecek ilaç alınmasına, diyet ile ilişkili faktörlerin tam olarak kontrol edilememesine, çalışmaya alınan hasta ve kontrol grubunda tanı konulmamış tıbbi durumların varlığına, genetik nedenlere ve bazı çalışmalarda şizofreninin alt tiplerde ayrı ayrı bakılmamasına bağlı olabilir. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Aydınkal ve ark 16 Çalışmamızın kadın cinsiyetin ağırlıkta oluşu, depresyon düzeyinin öz-bildirim ölçeği ile değerlendirilmiş olması gibi kısıtlılıkları bulunmaktadır. Sonuç olarak; FMS hastalarında ruhsal belirtiler yaygındır ve hastaların önemli bir kısmı depresyondadır. Bu hastaların serum kortizol düzeyi sağlıklı kişilere göre daha az olmakla birlilte bu sonuç etyopatogenezdeki HPA aks ile ilgili hipotezleri desteklemektedir. İleriki çalışmalarda, depresyon ve kortizol ilişkisinin FMS hastalarının uzun dönem klinik seyrine etkilerini inceleyen çok merkezli geniş örneklemli çalışmalar yapılmalıdır. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Aydınkal ve ark 17 KAYNAKLAR 1-Bradley LA, Alarcon GS. Fibromyalgia. In: Kopman WJ (ed). Arthritis and Allied Conditions. 14 th edition Philedelphia. Lippincott & Williams & Wilkins, 2001, 1811-44. 2- Yılmaz H, Uğurlu H, Sallı H, Muscle Performance in Patients with Fibromyalgia Syndrome. Rheumatism, 2007, 22:43-7. 3- Çapacı K, Hepgüler S. Fibromiyalji Sendromu: Etiyopatogenez. Ege Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi, 1998, 4 (3):219-25. 4- Neeck G: Patogenic mechanisms of fibromyalgia. Elsevier Ageing research Reviews, 2001, 1:243–55. 5- Yunus MB. Towards a model of pathophsiology of fibromyalgia: aberrant central pain mechanisms with peripheral modulation ( editorial). J Rheumatol, 1992, 19:846-50. 6- Reisine S, Fifield J, Walsh SJ, Feinn R. Do employment and family work affect the health status of women with fibromyalgia? J Rheumatol, 2003, 30:2045-53. 7. Guyton AC, M. D.(Eds.). Böbrek üstü bezi korteks hormonları. N Gökhan, H Çavuşoğlu (Çev. Eds.), Tıbbi Fizyoloji, yedinci baskı, İstanbul, Merk Yayıncılık, 1987, s.1311-31. 8. Pepper GM, Krieger DT. HPA abnormalities in depression. EDS. Neurobiology of Mood Disorders. KENT William and Wilkins, 1984. 9. Wolfe F, Smythe HA, Yunus MB. The American College of Rheumatology 1990 criteria for the classification of fibromyalgia. Arthritis Rheum, 1990, 33:160-72. 10. Sarmer S, Ergin S, Yavuzer G. The validity and reliability of the turkish version of the fibromyalgia impact ques-tionnaire. Rheumatology Int 2000, 20:9-12. 11. Hisli N. Beck Depresyon Envanterinin üniversite öğrencileri için geçerliliği, güvenirliği. Psikoloji Dergisi, 1989, 7:3-13. 12. Kasper S The psychiatrist confronted with a fibromyalgia patient. Hum Psychopharmacol, 2009, 24: 25-30. 13. Sivas FA, Başkan BM, Aktekin LA, Çınar NK, Yurdakul FG, Ozoran K. Fibromyalji Hastalarında Depresyon, Uyku Bozukluğu ve Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi. Türk Fiziksel Tıp ve Rehab Dergisi, 2009, 55:8–12. 14. Güven AZ, Kul PE, Gündüz OH. Depression and psychosocial factors in Turkısh women with fibromialgia syndrome. Eur Med Phys, 2005, 41:309–13. 15. Yunus MB, Ahles TA, Aldag JC, Masi AT. Relationship of clinical features with psychological status in primary fibromyalgia. Arthritis Rheum, 1991, 34:15–21. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Aydınkal ve ark 18 16. Güleç H, Sayar K, Topbaş M,. Karkucak M, Ak İsmail. Fibromiyalji Sendromu Olan Kadınlarda Aleksitimi ve Öfke. Türk Psikiyatri Dergisi, 2004, 15(3):191-8. 17. Hudson JI, Hudson MS, Pliner LF, Goldenberg DL, Pope HG. Fibromyalgia and majör affective disorder: a controlled phenomenology and family history study. Am J Psychiatry, 1985,142:441-6. 18. Tak LM, Cleare AJ, Ormel J, Manoharan A, Kok IC. Meta-analysis and meta-regression of hypothalamic-pituitary-adrenal axis activity in functional somatic disorders. Biol Psychol, 2011, 12:18. 19. Gur A, Cevik R, Sarac AJ, Colpan L, Em S. Hypothalamic-pituitary-gonadal axis and cortisol in young women with primary fibromyalgia: the potential roles of depression, fatigue, and sleep disturbance in the occurrence of hypocortisolism. AnnRheum Dis, 2004, 63:1504-6. 20. Gur A, Cevik R, Nas K, Colpan L, Sarac S. Cortisol and hypothalamic-pituitary-gonadal axis hormones in follicular-phase women with fibromyalgia and chronic fatigue syndrome and effect of depressive symptoms on these hormones. Arthritis Res Ther, 2004, 6:232-8. 21. Mc Cain GA, Tilbe KS. Diurnal hormone variation in fibromiyalgia syndrome: a comparison with rheumatoid arthritis. The Journal of Rheumatology. Supp, 1989, 19:154-7. 22. Griep EN, Boersma JW, Lentjes EG, Prins AP, van der Korst JK, de Kloet ER. Function of the hypothalamic-pituitary-adrenal axis in patients with fibromyalgia and low back pain. J Rheumatol, 1998, 25:1374-81. 23. Bilici M, Taneli B. Majör depresyonda hipotalamopitüiter-adrenal ve hipotalamo-pitüitertiroid eksen bulguları. Türk Psikiyatri Dergisi, 1998, 9:83-91. 24. Bradley LA. Pathophysiology of fibromyalgia. Am J Med, 2009, 122:22-30. 25. Catley D, Kaell AT, Kirschbaum C, Stone AA. A naturalistic evaluation of cortisol secretion in persons with fibromyalgia and rheumatoid arthritis. Arthritis Care Res, 2000, 13(1):51-61. 26. McLean SA, Williams DA, Harris RE, Kop WJ, Groner KH, Ambrose K et al. Momentary relationship between cortisol secretion and symptoms in patients with fibromyalgia. Arthritis Rheum, 2005, 52(11):3660-9. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Özgün Makale / Original Article Karatepe ve ark. 19 Derin Ven Trombozunda Ultrasonik Tomboliz Kateter Tedavisi Ultrasonic Thrombolysis Catheter Treatment in Deep Vein Thrombosis Celalettin Karatepe1, Bayer Çınar2, Cem Lale1, Onur Göksel3 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahi Kliniği, Hatay, Türkiye. 2 Medikal Park Hastanesi, Kalp Damar Cerrahi Kliniği, İstanbul, Türkiye. 3 İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahi Kliniği, İstanbul, Türkiye. 1 ÖZET: ABSTRACT: Amaç: Biz çalışmamızda derin ven trombozunda (DVT) Ultrasonik Tromboliz Kateterinin (UTK) kullanılabilirliğini ve etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık. Purpose: The study aimed to evaluate the utility and effectiveness of Ultrasonic Thrombolysis Catheter (UTC) in deep vein thrombosis (DVT). Materyal ve Metod: Mart 2011 ile Eylül 2013 tarihleri arasında Ultrasonografi (USG) ile DVT tanısı konmuş ve UTK tedavisi uygulanmış hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. UTK tedavisinde rekombinant insan doku plazminojen aktivatörü (alteplase) ve EKOS EkoSonic® Endovascular System (EKOS Corporation, Bothell, Washington, USA) kullanıldı. İşlem sonrasında tedavi venografi ve venöz doppler ultrasonografi (USG) ile değerlendirildi. Material and Method: Recombinant human tissue plasminogen activator (alteplase) and EKOS EkoSonic® Endovascular System (EKOS Corporation, Bothell, Washington, USA) were used for the UTC treatment. After the procedure, the treatment was evaluated with Venography and venous Doppler Ultrasonography (USG). Bulgular: UTK tedavisi uygulanan 22 hastanın %77.3’ünde (n=17) tromboz femoral vende, %18.2’sinde (n=4) iliak vende, %4.5’inde (n=1) vena kava inferiorda idi. Semptomların başlama zamanı ortalama 21.8 gün (3-72 ) idi. Hastaların %77.3’ünde (n=17) tromboliz başarılı oldu. Hastaların %50’sinde (n=11) tam tromboliz sağlanırken, %27,3 (n=6) hastada kısmi tromboliz elde edildi. Hiç bir hastada pulmoner emboli gözlenmedi. 2 hastada kateter takılma yerinde kanama gözlendi. Sonuç: UTK tedavisi tromboliz infüzyon miktarını, zamanını ve buna bağlı olarak kanama komplikasyonu oranını azaltır ve erken ve etkili tromboliz sağlamasından dolayı venöz kapak hasarını önleyerek DVT'nin geç dönem komplikasyonu olan Post Trombolitik Sendromun (PTS) gelişmesini azaltır. Sonuç olarak DVT’de UTK tedavisi kullanımı kolay, sistemik ve lokal komplikasyonları az, etkili, başarı oranı yüksek bir tedavi seçeneğidir. Results: Twenty-two patients who underwent UTC due to DVT were evaluated retrospectively. Thrombosis was in the femoral vein in 77.3 % (n=17) of the patients, in the iliac vein in 18.2% (n=4) and in the inferior Vena cava in 4.5% (n=1).The mean onset time for the symptoms was 21.8 days (range 3-72). Thrombolysis was successful in 77.3% (n=17) of the patients. In 50% (n=11) of the patients, full thrombolysis was achieved, and partial thrombolysis was achieved in 27.3% (n=6). None of the patients developed pulmonary embolism. In 2 patients, bleeding was observed at the site of catheterization. Conclusion: UTC treatment reduces the amount and duration of thrombolysis infusion and thus reduces the bleeding complications and prevents venous valve damage by ensuring early and effective thrombolysis. Consequently, it reduces the development of Post Thrombolytic Syndrome (PTS), which is a late complication of DVT. In conclusion, UTC is an easy-to-use choice of treatment with less systemic and local complications and higher success rate and effectiveness Geliş tarihi / Received: 26.05.2014 Kabul tarihi / Accepted: 12.07.2014 İletişim Adresi: Celalettin Karatepe, Mustafa Kemal Universitesi Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahi Kliniği, Hatay, Türkiye. Tel: 05052379295 E-posta: [email protected] Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karatepe ve ark. 20 GİRİŞ Alt ekstremitenin derin ven trombozu (DVT) pulmoner emboli ve Post Trombolitik Sendromun (PTS) gibi komplikasyonlara yol açan morbiditesi ve mortalitesi olan yaygın bir durumdur. Alt ekstremitedeki DVT’nin pulmoner embolinin ve PTS’nin sebebi olduğu çalışmalarda geniş bir şekilde gösterilmiştir. DVT'deki pulmoner emboli riski hastalığın başlangıcındaki akut dönemde en yüksek orandadır ve hastalığın ilerleyen dönemlerinde bu risk progresif olarak azalır (1). Ayrıca etkilenen ekstremitenin kaybına neden olabilen venöz gangren de DVT'nin erken dönem komplikasyonları arasındadır. DVT'nin uzun dönem komplikasyonu ise PTS'ye yol açan venöz hipertansiyondur (2). DVT'nin akut döneminin tedavi yaklaşımında amaç; trombozu ortadan kaldırmak ya da azaltmaktan ziyade hayatı tehdit eden komplikasyonu olan pulmoner emboliden hastayı korumaktır. Bunun için geleneksel tedavi yöntemi antikoagülan tedavisidir (3,4). Antikoagülan tedavi pulmoner emboliyi önlemek ve tekrarlayan DVT’yi önlemede standart tedavidir. Fakat bu tedavinin trombüsü azaltmada ve sonuç olarak PTS'u önlemede etkisi azdır. Trombüsten dolayı meydana gelen uzun dönem venöz obstruksiyon kalıcı venöz kapak hasarına neden olur ki bu da DVT'nin uzun dönem komplikasyonu olan PTS'nin sebebidir (5). PTS venöz ülserin nedenidir ve bu durum DVT gelişen hastaların yaklaşık olarak %10’unda ve sıklıkla ilk iki yıl içinde meydana gelir (6). Trombolitik ajanlarla birlikte endovasküler kateter ile direk tromboliz tekniği trombüsü temizlemede yüksek etkinliğe sahiptir ve bu venöz kapak fonksiyonlarını koruyarak venöz obstruktif hastalığın komplikasyonlarından hastaları korur (7). Ultrasonik Tromboliz Kateteri (UTK) tedavisi hızlı ve etkili bir şekilde trombüsü temizleyerek PTS'nin gelişme potansiyelini önemli ölçüde azaltır (8,9). USG dalgaları trombüsteki fibrin yapılarını etkileyerek pıhtının geçirgenliğini artırır ve pıhtının trombolitik ajanlarla karşılaşmasını artırır (10,11). Bu sebeplerden dolayı UTK tedavisi standart endovasküler kateter ile direk tromboliz tekniklerine göre trombüsü daha hızlı eritir, tedavi zamanını kısaltır ve trombolizis ile ilgili komplikasyonları azaltır. Sonuç olarak UTK tedavisi venöz kapak hasarını önleyerek DVT' nin uzun dönem komplikasyonlarından hastayı korur. Preoperatif ve postoperatif USG ve venografi karşılaştırmalarında rekanalizasyon oranlarının belirlenmesinde; %95-100 arasındaki rekanalizasyon varlığı tam rekanalizasyon, %50-95 arasındaki rekanalizasyon kısmi rekanalizasyon ve % 50 den daha az rekanalizasyon oranı ise minimal rekanalizasyon olarak adlandırılmaktadır (12,13). Tromboliz işlemi sonrası %50 ila %100 arasındaki rekanalizasyon teknik olarak başarılı olarak kabul edilmektedir, klinik başarı Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karatepe ve ark. 21 ise işlem sonunda etkilenen ekstremitede ağrı ve şişliğin azalması olarak tanımlanmaktadır (7). Biz bu çalışmamızda DVT'li hastalarda UTK tedavisinin etkinliğini, güvenilirliğini ve PTS gelişmesine etkisini araştırmayı amaçladık. MATERYAL-METOD Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahi servisi ve Medical Park Fatih Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahi servisinde Mart 2011 ile Eylül 2013 tarihleri arasında USG ile DVT tanısı konmuş ve UTK tedavisi uygulanmış hastalar bu çalışmaya dahil edildi. Bu çalışmada 6 ay önce DVT tanısı konmuş hastalar, daha öncesinde DVT hikayesi olan hastalar, trombolitik ajanlara karşı kanama hikayesi olan hastalar, son 1 ayda major cerrahi operasyon geçiren hastalar, son 1 ayda ciddi travma geçirmiş hastalar, venöz ülseri olan yada iyileşmiş venöz ülseri olan hastalar, kısa yaşam beklentisi olan hastalar, trombolitik ajanlara yada kontrast maddeye alerji hikayesi olan hastalar çalışmanın dışında tutuldu. Hastaya ve ailesine yapılacak işlem hakkında bilgi verildi ve hastaların işlem için yazılı onayları alındı. Hastaların başlıca şikâyetleri etkilenen ekstremitede ağrı, şişlik ve ödem idi. EKOS kateteri (EKOS Endowve, EKOS Corporation, Bothell, WA, USA), USG dalgaları yayan çekirdekler içeren, kateter boyunca uzanan porlardan trombolitik verebilen, çok lümenli infüzyonu sağlayan ve 6 cm’den 50 cm’ye kadar tedavi etkinlik aralığı sunan özelliklere sahiptir. Ultrasonik çekirdeklerden tedavi alanına radyal olarak yüksek frekanslı düşük enerjili (2.2-MHz, 0.45-W) yayılan USG dalgası trombüsün fibrin bağlarının zayıflamasını ve trombolitik ajanın hedef bölgesine transportunu arttırılmasını sağlamaktadır (Resim 1). Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karatepe ve ark. 22 Resim 1. EKOS kateteri (EKOS Endow ve, EKOS Corpo ration, Bothell, WA, USA), USG) İşlemler ameliyathanede USG ve skopi eşliğinde yapıldı. Kateter yerleştirme işlemi lokal anestezi altında tıkalı venin distalindeki venden USG eşliğinde Seldinger Yöntemi ile yapıldı. Yerleştirilen kateterin nihayi pozisyonuna skopi ile karar verildi. UTK ile rekombinat insan doku plazminojen aktivatörü alteplase (Actilyse®, Boehringer Ingelheim GmbH&-Co, Ingelheim, Germany), 0.02 mg/kg/saatten 24 saat infüze edildi. Kateterin santral lümeninden 50 ml/saatten heparinize mayi verildi ve tüm işlem boyunca USG çalıştırıldı. İşlem sonrasında hastalar yoğun bakımda pulmoner emboli ve kanama yönünden takip edildi ve 12 saatlik hemotokrit ve ACT takipleri yapıldı. İşlem sonrasında kateter ameliyathane ortamında çıkarıldı ve venöz yapı USG ve venografi ile kontrol edildi. Tüm hastalara taburcu edilirken warfarin tedavisi başlandı ve INR değerleri 2-3 arasında olacak şekilde takipleri yapıldı. Ayrıca tüm hastalara 6 ay boyunca varis çorabı giymeleri tavsiye edildi. BULGULAR UTK tedavisi yapılan 22 hastanın %45.4’ü (n=10) erkek, %54.5’i (n=12) kadın idi. Hastaların %27.3’ünde (n=6) hipertansiyon, %31.8’inde (n=7) diabetes mellitus, %13.6’sında (n=3) kronik renal yetmezlik, %45.4’ünde (n=10) sigara kullanım öyküsü mevcuttu. Tromboz hastaların %77,3’ünde (n=17) femoral vende, %18.2’sinde (n=4) iliak vende, %4.5’inde (n=1) vena cava inferiorda idi (Tablo 1). Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karatepe ve ark. 23 Total alteplase dozu 38±5,3 mg (45-50 mg) ve total infüzyon zamanı 27.4±6.1saat (20-32 saat) idi. Venöz rekanalizasyonun değerlendirilmesinde; hastaların %77.3’ünde (n=17) tromboliz başarılı oldu. Hastaların %50’sinde (n=11) tam tromboliz sağlanırken, %27.3 (n=6) hastada kısmi tromboliz elde edildi. Minimal rekanalizasyon olması ve rekanalizasyonun olmaması işlem başarısızlığı olarak değerlendirildi ve bu hastaların sayısı %22.7 (n=5) idi. İşlem başarısızlığı olan hastaların %13.6’sında (n=3) minimal rekanalizasyon görülürken %9.0’unda (n=2) hiç rekanalizasyon görülmedi (Tablo 2). Komplikasyon olarak %9,0 (n=2) hastada kateter giriş yerinde kanama gözlendi ve kompresyonla kontrol altına alındı ve hiç bir hastamızda masif kanama görülmedi ve kan transfüzyonuna ihtiyaç duyulmadı. %4.5 (n=1) hastada işlem yapılan ekstremitede kas içi kanamaya bağlı ağrı şikayeti oluştu ve bu kas içi kanama takiplerde müdahaleye gerek kalmadan düzeldi. Hiç bir hastamızda intrakranial kanama, semptomatik pulmoner emboli, ölüm ve diğer hayatı tehdit eden komplikasyon görülmedi. Ortalama takip zamanı 14.3 ay (13-19 ay) idi. Takipler sırasında %77.3 (n=17) hastada venöz yapı tam açık bulunurken, %13.6 (n=3) hastada retrombüs, %9.0 (n=2) hastada venöz yapı tıkalı bulundu. Kapak fonksiyonlarının değerlendirilmesinde ise, %63,6 (n=14) hastada normal kapak fonksiyonları gözlenirken %36,4 (n=8) hastada anlamlı derecede reflü gözlendi. PTS değerlendirilmesinde %81,9 (n=18) hastada PTS semptomları gözlemlenmedi ve %18,1 (n=4) hastada hafif derecede PTS semptomları gözlemlendi. Hiç bir hastamızda şiddetli PTS semptomları gözlemlenmedi (Tablo 3). Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karatepe ve ark. 24 Tablo 1. Hastaların Özellikleri Cinsiyet Erkek Kadın N % 10 12 45.4 54.5 Yaş (yıl) Ortalama Aralık Semptomların Başlama Zamanı (gün) Ortalama Aralık Semptomların Zamanı Akut (<14 gün) Subakut (15-28 gün) Kronik (>28 gün ) Etkilenen Extremite Sol Sağ Trombüs Lokalizasyonu Femoral Ven İliac Ven Vena Cava İnferior Eşlik Eden Hastalıklar Hipertansiyon Diabetes Mellitus Kronik Renal Yetmezlik Sigara Öyküsü 52.8±15.2 27-68 21.8 3-72 12 8 2 54.5 36.3 9.0 9 13 40.9 59.1 17 4 1 77.3 18.2 4.5 6 7 3 10 27.3 31.8 13.6 45.4 Tablo 2. İşlem sonrası akut klinik düzelme Klinik Cevap Komplet Rekanalizasyon Parsiyel Rekanalizasyon Minimal Rekanalizasyon Rekanalizasyon Yok N 11 6 3 2 Trombolizis Oranı/ Aralık 86.2 68.9 54.2 26.3 Trombolizis Oranı/Aralık 75-100 65-75 35-65 0-35 Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karatepe ve ark. 25 Tablo 3. Klinik Takip Sonuçları N Takip Zamanı (ay) Ortalama Aralık Venöz Patency Açık Retrombüs Tıkalı Kapak Fonksiyonları Normal Reflü Post-Trombotik Sendrom Yok Hafif Şiddetli % 14.3 13-19 17 3 2 77.3 13.6 9.0 14 8 63.6 36.4 18 4 0 81.8 18.1 0 TARTIŞMA Standart DVT tedavisi; pulmoner emboliyi önlemek için yapılan antikoagülan tedavisidir. Ancak antikoagülan tedavisi direk olarak lezyona etkili değildir ve ayrıca venöz yapıda trombüsden dolayı meydana gelen kalıcı kapak hasarını önlemez. Hızlı ve etkili bir şekilde venöz trombüsün ortadan kaldırılması venöz sistemin kapak yapısını korur, reflüyü ve venöz obstruksiyonu azaltır. Tüm bunların sonucunda DVT'nin geç dönem komplikasyonu olan PTS' nin gelişmesini ve trombüsün rekürrensini azaltır (14). Çalışmamızda takip süresi içinde hastaların %63.6’sında (n:14) normal kapak fonksiyonları gözlenmiş ve %36.4’ünde (n:8) çeşitli derecelerde kapak hasarına bağlı venöz reflü gözlenmiştir. Ayrıca trombüsün tekrarlama oranı ise %13.6 (n:3) dır. Endovasküler trombolitik tedavi yöntemleri son yıllarda giderek daha fazla kabul görmeye başlamış ve bu tedaviler içerisinde UTK tedavisi seçilmiş DVT’li hastalarda hızlı ve tam bir şekilde trombüsün tedavi edilmesini sağlayan bir endovasküler yöntem olarak yerini almıştır. UTK tedavisinin diğer perkütan mekanik trombektomilere göre bazı avantajlara sahiptir. Son çalışmalar mekanik perkütan trombektomi araçlarının etkinliğini, kullanışlılığını ve trombüsü ortadan kaldırmadaki etkinlikleri gösterilmiştir. Fakat venöz yapı hasarı, venöz kapak hasarı ve pulmoner emboli riski hala bu tekniklerde ciddi bir sorundur (15,16). UTK tedavisi trombüsün geçirgenliğini arttırarak trombolitik ajanın trombüs içine penetrasyonunu artırır ve bu sayede trombüsün hızlı ve tam olarak çözülmesini sağlayarak perkütan mekanik trombotik Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karatepe ve ark. 26 cihazların mevcut komplikasyonlarından hastayı korur. Bu konuda yapılan ilk çalışmalar diğer mekanik trombektomi yöntemleri ile karşılaştırıldığında UTK tedavisinin hızlı ve tam bir şekilde tromboliz sağladığını, kanama ve trombo-embolik komplikasyonlara daha az sebep olduğunu göstermektedir (8,17,18). Ayrıca UTK tedavisi trombolitik dozunu ve infüzyon zamanını da azaltmaktadır. Mewissen ve arkadaşlarının yaptığı çalışma olan National Venous Registry çalışmasında; standart endovasküler mekanik trombektomide 6 aylık etkinlik oranı %65,12 aylık etkinlik oranı %60 olarak bulunmuştur (7). Elsharawy ve Elzayat, Enden ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada da 6 aylık etkinlik oranları yukarıdaki oranlara benzer bulunmuştur (19,20). Erken ve geç dönem etkinlikte önemli olan faktörlerden birisi de trombolizisin derecesidir. Tam tromboliz yapılan vakalarda 1 yıllık etkinlik oranı %75 iken, %50’nin altında tromboliz yapılan vakalarda ise bu oran %32 civarındadır. Bizim çalışmamızda 1 yıllık venöz etkinlik oranı % %77.3 (n:17) olarak bulunmuştur ve bu sonuç mevcut literatürler ile uyumludur. Markel ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada UTK tedavisinde; 1 yıllık takipte %37 venöz reflü tespit etmiştir (21). Bizim çalışmamızda da %36.4 (n=8) hastada venöz reflü gözlenmiştir. Bizim çalışmamızda da %36.4 (n=8) hastada venöz reflü gözlenmiştir. Tüm bu yapılan çalışmalar ve bizim bulduğumuz sonuçlar DVT tedavisinde UTK tedavisinin standart antikoagülan tedaviye ve diğer perkütan trombektomi yöntemlerine göre daha etkin ve daha az komplikasyona neden olan bir tedavi seçeneği olduğunu göstermektedir. Comerota ve arkadaşlarının yaptığı çalışma UTK tedavisinin standart antikoagülan tedaviye göre daha az PTS gelişmesini sağladığı ve hastanın yaşam kalitesini artırdığını göstermiştir (22). Bizim çalışmamızda %18.1 (n:4) oranında hafif dereceli PTS semptomları görülmesine rağmen hiç bir vakada şiddetli PTS semptomları görülmemiştir. Çalışmalar göstermektedir ki DVT’nin uzun dönem komplikasyonları olan PTS’dan korunmanın yolu venöz kapak hasarını önlemektir. Bu kapak hasarını önlemenin yolu da trombüsün erken yok edilmesidir. Bu avantajları sağlayabilmek için yapılan perkütan mekanik trombektomi sistemleri hem yapıları itibari ile venöz yapıya ve kapak hasarına neden olmakta, hem de UTK’e göre daha yüksek doz ve daha uzun süre trombolitik tedaviye ihtiyaç duymaktadırlar. Bu olumsuzluklar ise bu sistemlerin dezavantajıdır. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karatepe ve ark. 27 SONUÇ Sonuç olarak UTK tedavisi iyi seçilmiş hastalarda uygulandığında; daha düşük doz ve daha kısa süreli trombolitik tedavi sayesinde daha hızlı ve daha etkili tromboliz sağlayarak pulmoner emboli riskini azaltan, erken ve hızlı tromboliz sayesinde kapak fonksiyonlarını koruyarak geç dönem komplikasyonu olan PTS’nin gelişimini azaltan, kullanımı kolay, uygulanabilir ve düşük komplikasyon oranlarına sahip alternatif bir endovasküler tedavi yöntemidir. KAYNAKLAR 1. White, RH. The epidemiology of venous thromboembolism. Circulation 2003; 107:14–18. 2. Patel NH, Plorde JJ, Meissner M. Catheter-directed thrombolysis in the treatmentof phlegmasia cerulea dolens. AnnVasc Surg 1998; 12:471–475. 3. Buller HR, Sohne M, Middledorp S. Treatmentof venous thromboembolism. J Thromb Haemost2005; 3:1554–1560 4.Tovey C, Wyatt S. Diagnosis, investigationand management of deep veinthrombosis. Br Med J 2003; 326:1190–1184. 5. Hirsh J, Guyatt G, Albers GW, et al. Executivesummary: American College ofChest Physicians evidence-based clinicalpractice guidelines (8th edition). Chest2008; 133:110–112. 6. Kahn SR, Ginsberg JS. The post-thromboticsyndrome: current knowledge, controversies, and directions for future research.Blood Rev 2002; 16:155–165. 7. Mewissen MW, Seabrook GR, MeissnerMH, et al. Catheter directed thrombolysisfor lower extremity deep venous thrombosis:report of a national multicenterregistry. Radiology 1992; 211:39–49. 8. Parikh S, Motarjeme A, McNamara T, etal. Ultrasound-accelerated thrombolysisfor the treatment of deep vein thrombosis:initial clinical experience. J Vasc IntervRadiol 2008; 19:521–528. 9. Grommes J, Strijkers R, Greiner A, MahnkenAH, Wittens CH. Safety and feasibility of ultrasound-accelerated catheter-directedthrombolysis in deep vein thrombosis.Eur J Vasc Endovasc Surg 2011; 41:526–532. 10. Francis CW, Blinc A, Lee S, et al. Ultrasoundaccelerates transport of recombinanttissue plasminogen activator intoclots. Ultrasound Med Biol 1995; 21:419–424. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karatepe ve ark. 28 11. Doomernik DE, Schrijver AM, ZeebregtsCJ, de Vries JP, Reijnen MM. Advancements in catheter-directed ultrasound-acceleratedthrombolysis. Endovasc Ther2011; 18:418–434. 12. Vedantham S, Grassi CJ, Ferral H, et al.Reporting standards for endovasculartreatment of lower extremity deep veinthrombosis. J Vasc Interv Radiol 2006;17:417–434. 13. Park YJ, Choi JY, Min SK, et al. Restorationof patency in iliofemoral deepvein thrombosis with catheter-directedthrombolysis does not always preventpost-thrombotic damage. Eur J Vasc EndovascSurg 2008; 36:725–730. 14. Prandoni P, Lensing AW, Cogo A, et al.The long-term clinical course of acutedeep venous thrombosis. Ann Intern Med1996; 125:1–7. 15. Sharafuddin MJ, Hicks ME, Jenson ML,Morris JE, Drasler WJ, Wilson GJ. Rheolyticthrombectomy with use of the AngioJet-F105 catheter: preclinical evaluationof safety. J Vasc Interv Radiol 1997;8:939–945. 16. Gu X, Sharafuddin MJ, Titus JL, et al.Acute and delayed outcomes of mechanicalthrombectomy with use of the steerableAmplatz thrombectomy device ina model of subacute inferior vena cavathrombosis. J Vasc Interv Radiol 1997;8:947–956. 17. Pianta MJ, Thomson KR. Catheter-directedthrombolysis of lower limb thrombosis.Cardiovasc Intervent Radiol 2011;34:25–36. 18. Motarjeme A. Ultrasound-enhancedthrombolysis. J Endovasc Ther 2007;14:251–256. 19. Elsharawy M, Elzayat E. Early results ofthrombolysis vs anticoagulation in iliofemoral venous thrombosis. Eur J Vasc EndovascSurg 2002; 24:209–214. 20. Enden T, Klow NE, Sandvik L, et al.Catheter-directed thrombolysis vs. anticoagulant therapy alone in deep veinthrombosis: results of an open randomized,controlled trial reporting on shorttermpatency. J Thromb Haemost 2009;7:1268–1275. 21.Markel A, Manzo RA, Bergelin RO, StrandnessDE Jr. Valvular reflux after deep vein thrombosis:incidence and time of occurrence. JVasc Surg 1992; 15:377–382. 22.Comerota AJ, Throm RC, Mathias SD,Haughton S, Mewissen M. Catheter-directed thrombolysis for iliofemoral deepvenous thrombosis improves health-relatedquality of life. J Vasc Surg 2000;32:130–137. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Özgün Makale / Original Article İzmirli ve Ark. 29 HATAY İLİ’NDE MTHFR C677T TEK NÜKLEOTİT POLİMORFİZMİ VE PROSTAT KANSERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Evaluation of the Relationship between MTHFR C677T Single Nucleotide Polymorphism and Prostate Cancer in Hatay Müzeyyen İzmirli1,2,*, Hasret Ecevit2, Bülent Gögebakan1,2, Mehmet İnci3, Davut Alptekin4 1. Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji AD, Hatay 2. Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Moleküler Biyokimya Genetik AD, Hatay 3. Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji AD, Hatay 4. Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji AD, Adana ÖZET MTHFR (Metilentetrahidrofolatredüktaz), folat metabolizması ve DNA sentez yolağındaki kilit rolü sebebiyle en önemli enzimlerden biridir. Enzimi kodlayan gendeki C677T tek nükleotid polimorfizmi, prostat kanseri de dahil olmak üzere birçok hastalıkla ilişkilendirilmiştir. Çalışmanın amacı, ilgili polimorfizmin, prostat kanseri teşhisi konmuş hasta ve sağlıklı kontrol bireyler arasında kıyaslanarak, hastalık ile ilişkisinin değerlendirilmesidir. Çalışmaya, 20 prostat kanseri teşhisi konmuş hasta ve herhangi bir patolojisi saptanmamış 20 sağlıklı birey dahil edilmiştir. İlk olarak, bu bireylerden alınan kan örneklerinden DNA’ları izole edildi. İlgili polimorfizmin bulunduğu bölge Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) ile çoğaltıldıktan sonra, uygun restriksiyon enzimi aracılığıyla, Restriksiyon Parça Uzunluk Polimorfizmi (RFLP) yöntemi ile kesildi. Daha sonra Poliakrilamid Jel Elektroforezi tekniği ile örnekler yürütüldü ve jel görüntülenerek oluşan bantlar yorumlandı. Sonuçlar, MTHFR C677T polimorfizm genotipleri açısından değerlendirildiğinde, çalışmaya dâhil ettiğimiz hasta bireylerin %60’inde CC (homozigot normal), %40’inde CT (heterozigot mutant); sağlıklı bireylerin ise %60’ında CC, %35’inde CT ve %5’inde TT (homozigot mutant) genotipi olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, MTHFR 677TT genotipinin prostat kanseri için koruyucu etki gösterdiği tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: MTHFR C677T, prostat kanseri, polimorfizm. ABSTRACT MTHFR (Methylenetatrahydrofolate reductase) is one of the most important enzymes because of its function about folate metabolism and DNA synthesis pathways. The C677T single nucleotide polymorphism in the gene encoding the enzyme, have been associated with many diseases including prostate cancer. We aimed to evaluate the association between the polymorphism and prostate cancer by comparing the results between patients and controls. Patients, who suffer from prostate cancer (n: 20) and healthy controls (n: 20) were included the study. First of all, DNA isolation was performed from the blood samples that are taken in hemogram tubes. After reproducing the region about relevant polymorphism by Polymerase Chain Reaction (PCR), it was cut by Restriction Fragment Length Polymorphism (RFLP) with suitable enzyme and viewed by Polyacrylamide gel electrophoresis (PAGE). When the results evaluated MTHFR C677T polymorphisms genotypes, the ratios were CC %60, CT %40; and CC %60 CT %35 TT %5 for patients and healthy controls respectively. As a result, it is found that the MTHFR 677TT genotype has protective effect for prostate cancer. Keywords: MTHFR polymorphism. C677T, prostate cancer, Geliş tarihi / Received: 24.07.2014 Kabul tarihi / Accepted: 14.09.2014 Yazışma Adresi: Yrd.Doç.Dr. Müzeyyen İZMİRLİ, Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji AD ve Moleküler Biyokimya Genetik AD, Hatay, E-posta: [email protected] Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 İzmirli ve Ark. 30 GİRİŞ MTHFR (Metilen tetrahidrofolat redüktaz), folat metabolizmasında kilit rol oynayan, 5-10 metilentetrahidrofolatın 5-metiltetrahidrofolata dönüşümünü geri dönüşümsüz katalizleyen enzimdir. 5-metiltetrahidrofolat, folatın plazmadaki majör formu olup, homosisteinden metiyonin sentezi için bir metil donörü olarak hareket eder. Ayrıca, folatın pürin ve primidin oluşumuna katılması enzime metabolik dengenin korunmasında hayati önem kazandırır (1). MTHFR enzimini kodlayan gen 1p 36.3 te lokalizedir ve 4. ekzonunun 677. nükleotit pozisyonunda sitozin yerine timinin gelmesi sonucu oluşan nokta mutasyonu, ilgili enzimde alanin aminoasidinin yerine valinin gelmesi ile sonuçlanarak enzimin termolabil bir varyantının oluşmasına (tMTHFR) yol açar. Bu durum total enzim aktivitesinin %55-65 düşmesine sebep olarak folat metabolizmasının dengesini bozar (2-4). MTHFR geninde oluşan polimorfizmler ve özellikle C677T polimorfizmi enzim aktivitesini etkileyerek, birçok kronik hastalığın oluşması ve gelişmesiyle ilişkilendirilmiştir. Yapılan analizler, MTHFR C677T tek nükleotit polizmorfizminin şizofreni, konjenital kalp defektleri ve çeşitli kanser türleri gibi hastalıkların gelişme riskini arttırdığını göstermiştir (5-9). Ayrıca, bu polimorfizmin, özellikle batı ülkelerinde ve ileri yaşta en sık tanı konulan ve ölüm sebebi olan malignitelerden biri olan prostat kanseri riskiyle de ilişkili olduğu kanıtlanmıştır (10). Prostat kanseri, erkek bireyler arasında en yaygın olarak görülen ikinci habis tümördür (11). Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığı’nın 2009 yılı verilerine göre, ülkemizde erkek bireylerde görülen kanser vakalarının % 36.1’ini prostat kanseri oluşturmaktadır. Hatay ilinde gerçekleştirilen bir çalışmada ise kanser vakalarının %7.9’unu prostat kanserli hastaların oluşturduğu tespit edilmiştir (12). Bu hastalığın etiyolojisi % 5-10’luk bir oranla ailesel öykü ve genetik yatkınlığa dayandırılmakta ve aslında büyük ölçüde de bilinmemektedir (13). Çalışmada, ilgili polimorfizmin prostat kanseri teşhisi konmuş hasta ve sağlıklı kontrol bireyler arasında kıyaslanması ve prostat kanserinin bu polimorfizm ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM Çalışma, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji polikliniğine başvuran, 20 prostat kanseri teşhisi konmuş hasta ve herhangi bir patoloji saptanmamış 20 sağlıklı birey üzerinde gerçekleştirildi. Çalışma ile ilgili olarak Mustafa Kemal Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulundan 26.06.2014 tarihli 11 sayılı etik kurul onayı alınmıştır. Hasta ve sağlıklı bireylerden 3 ay içerisinde toplanan ve hemogram tüplerine alınan kan örnekleri çalışma başlayıncaya kadar +4°C’de saklandı. İlk olarak bu kanlardan manüel bir yöntem olan Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 İzmirli ve Ark. 31 Doymuş Tuz Çözeltisi ile Çöktürme Yöntemi (14) aracılığıyla DNA’lar izole edildi. İlgili polimorfizmin bulunduğu bölge İzmirli ve ark. (2009)’nın yapmış oldukları çalışmadaki prosedüre uygun olarak Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) ile çoğaltıldıktan sonra, uygun restriksiyon enzimi aracılığıyla ve Restriksiyon Parça Uzunluk Polimorfizmi (RFLP) yöntemi ile kesildi (15). Poliakrilamid Jel Elektroforezi tekniği ile örneklerin yürütüldüğü jel görüntülenerek değerlendirildi. Sonuçlar, hasta ve kontrol bireyler arasında kıyaslanarak prostat kanserinin bu polimorfizm ile ilişkisi değerlendirildi. MTHFR genine ait 198 baz çiftlik PCR ürününün elde ediliminde, her bir primerden 10 pmol (Forward: 5’TGA AGG AGA AGG TGT C→TG CGG GA3’ ve Reverse: 5’AGG A→CG GTG CGG TGA GAG TG3’), 2 mM MgCl2, 0.2mMdNTP, 2.5 U Taq polimeraz ve 100-500 ng DNA örneği içeren PCR mix’i kullanıldı. Konvansiyonel PCR cihazındaki reaksiyon döngüsü; Ön denatürasyon: 95oC 0:03:00 Denatürasyon: 95oC 0:00:30 Yapışma: 62oC 0:00:30 Sentez: 72oC 0:00:30 Toplam döngü: 30 Son sentez: 72 oC 0:10:00 sn şeklinde ayarlandı (15). PCR ürünlerinin kesimi, GANTC dizisini tanıyarak nükleotit dizisini 175 ve 23 bp olmak üzere iki fragmente ayıran Hinf I enzimi ile gerçekleştirildi. Bu enzimle 37oC’de 3 saat muamele edilen PCR ürünleri daha sonra %10’luk poliakrilamid jelde, 100 V 90 dk’ya ayarlanan güç kaynağı aracılığıyla yürütüldü. Elektroforez işlemi sonrasında jel görüntülenerek oluşan bantlar yorumlandı (15). BULGULAR Çalışmaya dâhil ettiğimiz hasta ve kontrol grubunun genotip içeriği tablo 1’de verilmiştir. Tablo 2’de ise C677T tek nükleotit polimorfizmini temsil eden genotip yüzdeleri hasta grupta %60’inde CC (homozigot normal), %40’ınde CT (heterozigot mutant); sağlıklı bireylerde ise %60’ında CC, %35’inde CT ve %5’inde TT (homozigot mutant) olarak verilmiştir. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 İzmirli ve Ark. 32 Tablo 1. Araştırmaya dâhil ettiğimiz çalışma popülasyonumuzun MTHFR C677T polimorfizminin genotip değerlendirmesi HASTA KONTROL 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 CT CT CT CC CT CT CC CT CC CC 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 CC CT CC CC CC CC CT CC CC CC 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 CT CT CC CC CC CC CC CC CT CT 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 CC CT TT CC CC CT CC CT CC CC Tablo 2. MTHFR C677T polimorfizminin hasta ve kontrol grup arasında dağılımı CC CT TT n % n % n % HASTA 12 60 8 40 - - KONTROL 12 60 7 35 1 5 TARTIŞMA MTHFR folat metabolizmasında rol alan kilit enzimdir. Enzim geninde tespit edilen C677T tek nükleotit polimorfizminin prostat kanseri dahil, çeşitli hastalıklar ile bağlantılı olduğu rapor edilmiştir (5-9). Çalışmamızda, Hatay ilindeki 20 prostat kanseri teşhisi konmuş hasta ve 20 sağlıklı kontrol bireyler arasında MTHFR C677T tek nükleotit polimorfizmini kıyaslayarak hastalık ile ilişkisi değerlendirilmiştir. C677T polimorfizmi frekansları istatistik yapmadan yüzde olarak değerlendirildiğinde, hasta bireylerde CC %60, CT %40, sağlıklı bireylerde CC %60 CT %35 TT %5 oranında tespit edilmiştir. Konu ile alakalı ülkemizde de çalışmalar yapılmış olup, İstanbul’da yapılan bir çalışmada polimorfizmin prostat kanseri riskine karşı koruyucu etkisi olduğunu gösterirken (16). Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 İzmirli ve Ark. 33 Eskişehir’de yapılan diğer çalışma hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlememiştir (17). Ekvador popülasyonunun dahil edildiği, güney Amerika populasyonunu temsil eden çalışmada, ilgili polimorfizm ile prostat kanserinin gelişimi arasında önemli derecede ilişki olduğu ve bu polimorfizmin hastalığa yatkınlığı artırdığı tespit edilmiştir (18) Bir diğer çalışma Jamaika’daki Afrika kökenli popülasyonda yapılmıştır. Bu çalışmada MTHFR C677T ve prostat kanseri arasındaki ilişki değerlendirilmiş ve herhangi bir ilişki bulunmamıştır (19). Tayvan’da, prostat kanseri teşhisi konmuş hasta ve sağlıklı kontrol bireylerin dahil edildiği bir araştırma, T alelinin prostat kanseri riskine karşı önemli derecede koruyucu olduğunu göstermiştir (20). Safarinejad MR ve ark’nın (2010) yapmış oldukları çalışma da MTHFR TT genotipinin prostat kanseri riskini yaklaşık %40 düşürdüğünü tespit eden bir diğer çalışmadır (21). Kimura ve ark’nın Almanya’da yapmış oldukları çalışmada MTHFR valin alleli (TT) prostat kanserli hastalar arasında temsil edilmesine rağmen, prostat kanserli hasta ve kontrol grubu arasında önemli bir farklılık görülmemiştir (22). Hollanda’da yapılan bir diğer çalışmada ise, homozigot mutant genotipin (TT) prostat kanseri riskini önemli derecede arttırdığı görülmüştür. Riskin özellikle, düşük folat seviyesi, fazla alkol alımı ve yaş artışıyla korele olduğu sonucuna varılmıştır (23). Farklı coğrafi alanlarda ve farklı populasyonlarda yapılan çalışmaların sonuçları da farklı olmuştur. Örneğin, Güney Amerika ve Hollanda’da MTHFR C677T polimorfizminin prostat kanseri riskini artırdığı (18,23), Jamaika ve Almanya’da ise herhangi bir etkisinin olmadığı gösterilmiştir (19,22). Tayvan ve İran gibi Asya ülkelerinde ise polimorfizmin mutant TT genotipi koruyucu etki gösterdiği ifade edilmiştir. Bizim araştırmamızda da yüzdeler değerlendirildiğinde hasta grubunda hiç TT mutant tip gözlenmezken sağlıklı grupta %5 oranında TT mutant genotip gözlenmiştir (2021). Bu göz önünde bulundurulduğunda sonuçlarımız TT genotipinin prostat kanserinde koruyucu etkisinin olduğunu göstermektedir. Bu da ülkemizde Küçükhüseyin ve ark. larının İstanbul’da yaptıkları çalışma ve Asya popülasyonu çalışmaları ile koreledir (16,20-21). Sonuç olarak, coğrafya ve popülasyon değişiklikleri polimorfizm çalışmalarında önemli bir kriterdir. Bu yüzden konu ile ilgili kapsamlı ve daha net bir bilginin sağlanması için, MTHFR C677T polimorfizminde, folat metabolizmasının profili ve farklı popülasyonlara ait yaşam alışkanlıklarının da dikkate alınarak çalışılması daha faydalı olacaktır. Bizim araştırmamızdaki çalışma popülasyonumuz Hatay yöresini temsil etmektedir. MTHFR C677T tek nükleotit polimorfizmi ve prostat kanseri ile ilgili bu çalışma konu ile ilgili olarak Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 İzmirli ve Ark. 34 Hatay’da yapılan ilk çalışma olması açısından önem arz etmektedir. Ayrıca, yaptığımız çalışmada MTHFR 677TT genotipi prostat kanseri için koruyucu etki göstermektedir. TEŞEKKÜR Bu çalışmadaki desteklerinden ötürü Mustafa Kemal Üniversitesi Moleküler Biyokimya ve Genetik Anabilim dalında öğrenci olan Kübra Gündüz, Nilüfer Bilgiç, Leyla Ataç ve Haluk Uluca’ya teşekkür ederiz. KAYNAKLAR 1- Molloy AM. Genetic aspects of folate metabolism. Subcell Biochem. 2012; 56, 105-30. 2- Chai AU, Abrams J. Homocysteine: a newcardiac risk factor? Clin Cardiol. 2001; 24: 8084. 3- Guilliams TG. Homocysteine a risk factor for vascular diseases: Guidelines for the clinical practice. JANA. 2004; 7(1): 11-24. 4- Medina MA, Amores-Sanchez MI. Genetic basis of hyperhomocysteinemia. Mol Genet Metab. 2000; 71: 478-480. 5- Lewis SJ, Zammit S, Gunnell D, Smith GD. A meta-analysis of the MTHFR C677T polymorphism and schizophrenia risk. Am J Med Genet B Neuropsychiatr Genet. 2005; 5; 135B(1), 2-4. 6- Langevin SM, Lin D, Matsuo K,Gao CM, Takezaki T, Stolzenberg-Solomon RZ, Vasavi M, Hasan Q, Taioli E. Review and pooled analysis of studies on MTHFR C677T polymorphism and esophageal cancer. Toxicol Lett. 2009; 30; 184(2): 73-80. 7- Dong X, Wu J, Liang P, Li J, Yuan L, Liu X. Methylenetetrahydrofolate reductase C677T and A1298C polymorphisms and gastric cancer: a meta-analysis. Arch Med Res. 2010; 41(2): 125-33. 8- Zhang J, Qiu LX, Wang ZH, Wu XH, Liu XJ, Wang BY, Hu XC. MTHFR C677T polymorphism associated with breast cancer susceptibility: a meta-analysis involving 15,260 cases and 20,411 controls. Breast Cancer Res Treat. 2010; 123(2): 549-55. 9- Yin M, Dong L, Zheng J, Zhang H, Liu J, Xu Z. Meta-analysis of the association between MTHFR C677T polymorphism and the risk of congenital heart defects. Ann Hum Genet. 2012; 76(1): 9-16. 10- Zhang WB, Zhang JH, Pan ZQ, Yang QS, Liu B. The MTHFR C677T Polymorphism and Prostate Cancer Risk: New Findings from a Meta-analysis of 7306 Cases and 8062 Controls. Asian Pacific Journal of Cancer Prevention. 2012; 13(6): 2597-604. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 İzmirli ve Ark. 35 11- Ferlay J, Shin HR, Bray F, Forman D, Mathers C, Parkin DM. Estimates of worldwide burden of cancer in 2008: GLOBOCAN 2008. Int J Cancer. 2010; 15;127(12): 2893-917. 12- Arıca S, Nazlıcan E, Özer C, Şilfeler DB, Arıca V, Özgür T, Özaydın Ü. The frequency and distribution of cancer cases in Hatay District in 2008. Journal of Clinical and Experimental Investigations. 2011; 2 (2): 192-195. 13- Kobayashi LC, Limburg H, Miao Q, Woolcott C, Bedard LL, Massey TE, Aronson KJ. Folate intake, alcohol consumption, and the methylenetetrahydrofolate reductase (MTHFR) C677T gene polymorphism: influence on prostate cancer risk and interactions. Front Oncol. 2012; 14; 2: 100. 14- Miller SA, Dykes DD, Polesky HF. A simple salting out procedure for extracting DNA from human nucleated cells. Nucleic Acids Res. 1988; 16(3): 1215. 15- Izmirli M, Inandiklioglu N, Abat D, Alptekin D, Demirhan O, Tansug Z, Bayazit Y. MTHFR Gene Polymorphisms in Bladder Cancer in the Turkish Population. Asian Pacific Journal of CancerPrevention, 2011; Vol 12. 16- Küçükhüseyin Ö, Kurnaz Ö, Akadam-Teker AB, Narter F, Yılmaz-Aydoğan H, İsbir T. Effects of the MTHFR C677T polymorphism on prostate specific antigen and prostate cancer. Asian Pac J Cancer Prev. 2011; 12(9): 2275-8. 17- Muslumanoglu MH, Tepeli E, Demir S, Uludag A, Uzun D, Atli E, Canturk KM, Ozdemir M, Turgut M. The analysis of the relationship between A1298C and C677T polymorphisms of the MTHFR gene with prostate cancer in Eskisehir population. Genet Test Mol Biomarkers. 2009; 13(5): 641-5. 18- López-Cortés A, Jaramillo-Koupermann G, Muñoz MJ, Cabrera A, Echeverría C, Rosales F, Vivar N, Paz-y-Miño C. Genetic polymorphisms in MTHFR (C677T, A1298C), MTR (A2756G) and MTRR (A66G) genes associated with pathological characteristics of prostate cancer in the Ecuadorian population. Am J Med Sci. 2013; 346(6): 447-54. 19- Jackson MD, Tulloch-Reid MK, McFarlane-Anderson N, Watson A, Seers V, Bennett FI, Egleston B, Ragin C. Complex interaction between serum folate levels and genetic polymorphisms in folate pathway genes: biomarkers of prostate cancer aggressiveness. Genes Nutr. 2013; 8(2): 199-207. 20- Wu HC, Chang CH, Tsai CH, ChiuCF, Bau DT, Lin hydrofolate reductase single RY, Lin CC. CH, Wang Significant nucleotide RF, Tsai CW, Chen association KB, Yao of methylene polymorphisms tetra with prostate cancer susceptibility in taiwan. Anticancer Res. 2010; 30(9): 3573-7. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 İzmirli ve Ark. 36 21- Safarinejad MR, Shafiei N, Safarinejad S. Relationship between three polymorphisms of methylenetetrahydrofolate reductase (MTHFR C677T, A1298C and G1793A) gene and risk of prostate cancer: a case-control study. Prostate. 2010; 1; 70(15): 1645-57. 22- Kimura F, Franke KH, Steinhoff C, Golka K, Roemer HC, Anastasiadis AG, Schulz WA. Methyl group metabolism gene polymorphisms and susceptibility to prostatic carcinoma. Prostate. 2000; 45,225-31. 23- Heijmans BT, Boer JM, Suchiman HE, Cornelisse CJ, Westendorp RG, Kromhout D, Feskens EJ, Slagboom PE. A common variant of the methylenetetrahydrofolate reductase gene (1p36) is associated with an increased risk of cancer. Cancer Re. 2003; 63,1249-53 Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark.37 Derleme / Review PATOLOJİK T3 EVRE PROSTAT KANSERİNDE CERRAHİ SINIR POZİTİFLİĞİ VE RADYOTERAPİ Surgical Margin Positivity and Radiotherapy in The Pathologic T3 Prostate Cancer Kerem Han Gözükara*, Mürsel Davarcı*, Sadık Görür* *Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji A.D ÖZET ABSTRACT Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen Prostate cancer is the most common solid solid kanser türüdür ve tanı aldığında cancer in men and of %91 is diagnosed as %91’i prostata sınırlıdır. Daha az görülen organ confined early stage. Extraprostatic organ dışına yayılım, cerrahi sonrası, invasion of the disease comes with the cerrahi sınır pozitifliği gibi riskleri de increased risk of surgical margin positivity beraberinde getirmektedir. Cerrahi sonrası in the postoperative period. Postoperative patoloji spesimeninde saptanan cerrahi treatment with radiotherapy (RT) for the sınır pozitifliği olan hastalarda tedavide patients radyoterapi (RT) çok önemli bir yer positivity in the pathologic specimens tutmaktadır. Bu derleme, radyoterapinin reserve a crucial place. This review cerrahi sınır pozitifliği olan prostat kanserli contains the knowledge of the importance hastalardaki yeri ve yapılmış çalışmalar and role of radiotherapy in surgical hakkında bilgiler içermektedir. margin-positive prostate cancer patients that have surgical margin compiling from the literature. Anahtar Kelimeler: Prostat kanseri, Radyoterapi, cerrahi sınır pozitifliği Key Words: Prostate cancer, Radiotherapy, Surgical margin positivity Geliş tarihi / Received: 18.06.2014, Kabul tarihi / Accepted: 13.08.2014 İletişim Adresi: Kerem Gözükara, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji A.D, Hatay, Eposta: [email protected] Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark. 38 GİRİŞ Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen solid kanser türüdür ve batıda erkek kanser ölümlerinde ikinci sırada nedendir. Bilhassa gelişmiş ülkelerde prostat spesifik antijen (PSA) ile kanser taramasının ve transrektal biyopsi uygulamasının yaygın olarak kullanılması bu oranların gittikçe artmasında rol almaktadır (1). PSA artışı prostatın iyi huylu büyümesi, kanseri, enfeksiyonunu (2)gibi prostatla ilgili veya koroner artere stent konması gibi prostatla ilgisi olmayan durumlarda da artabilir (3). Yükselmiş PSA sonrası yapılan prostat biopsisi ile prostat kanseri tanısı konur. Uygun hastada yapılan radikal prostatektomi sonrası patolojik değerlendirmede spesimenlerin %91'inde lokalize hastalık saptanırken (4) bazı hastalar cerrahi sınır veya lenf nodu pozitif T3 veya daha ileri hastalık tanısı almaktadırlar. Yeni tanı konmuş prostat kanserinde hastalığın anatomik yayılımı, primer tümörün durumu, lenf nodları, uzak metastaz varlığı ve cerrahi sınırın durumu bir arada değerlendirilerek evreleme yapılır (5) (Tablo 1). Bunun yanında PSA değeri, Gleason skoru ve klinik tümör sınıflaması ile de hasta prognostik kategorilere ayrılır (6) (Tablo 2). Tedavi öncesi elde edilen verilerle hastanın başlangıç tedavisinin ne olması gerektiği belirlenir. Bu verilerle klinik evresi belirlenen hastada tedavi öncesi değerlendirilen diğer parametreler de hastanın yaşı, genel durumu ve eşlik eden semptomlardır. Başlangıç tedavisi radikal prostatektomi olan hastada prostatektomi örneğinden elde edilen bilgiler ışığında patolojik evreleme yapılır. Klinik evreleme hastalığın anatomik yaygınlığını daha az ya da daha fazlaymış gibi gösterebilir. Klinik T2-T3 (cT2-T3) olarak evrelendirilen bir hasta cerrahi sonrası patolojik T3 veya 4 (pT3-4) olarak tanı alabilirken tersine pT3-4 olan bir hasta da cT2-3 olarak evrelendirilebilir (7). Patolojik T3 olan bir spesmende prostat dışına yayılım vardır. pT3a ve T3b olarak 2'e ayrılır. pT3a'da kapsül dışına/prostat dışına veya mesane boynuna yayılım varken pT3b'de seminal vezikül invazyonu bulunur. Rektum, levator ani kası ve veya pelvik duvar tutulumu pT4 olarak tanımlanır (8). Patolojik evreleme ile hastalığın anatomik yayılımını daha iyi tanımlanabilmektedir. Tümörün gerçek lokal yayılımını görebilmek ve risk gruplarını doğru şekilde belirleyebilmek için cerrahi olarak çıkarılan prostatektomi materyalinin biyopsi materyali ile karşılaştırması, hastaların ilk klinik değerlendirmelerinden daha yüksek bir risk grubunda sınıflandırılmalarına neden olabilmektedir (9). Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark. 39 Tablo 1. Prostat kanseri için Tümör Nod Metastaz (TNM) evreleme Primer tümöt (T) Klinik (cT) Tx Primer tümör değerlendirilemez T0 Primer tümör için kanıt yok T1 Klinik belirsiz tümör (görüntüleme yada palpasyonla) T1a Rezeksiyon dokusunun < %5 inde histolojik olarak tümör saptanması T1b Rezeksiyon dokusunun > %5 inde histolojik olarak tümör saptanması T1c biyopsiyle tümörün saptanması (çoğunlukla PSA yükselmesiyle) Prostata sınırlı tümör varlığı T2 T2a Tümör bir prostat lobunun yarısı veya daha azını kaplar T2x Tümör bir lobun yarısından fazlasını kaplar, fakat iki lob da tutulmaz T2c Tümör iki lobu da tutar Prostat kapsülüne doğru yayılım T3 T3a Tek taraflı yada bilateral ekstraprostatik yayılım T3b Seminal veziküller tutulur Tümör seminal vezikül hariç komşu organ /yapılara (eksternal sfinkter, rektum, mesane, T4 levator ani kası ve/veya pelvik duvar) fikse yada invazedir. (Prostat apex veya prostat kapsülünün içine dışına tamayacak şekilde invazyon varsa T2 olarak değerlendirilmelidir.) Patolojik (pT) (Patolojik T1 evre tanımı bulunmamaktadır) pT2 Organ sınırlı pT2a Tek taraflı tutulum, yarısı yada daha azında tutulum pT2b Tek taraflı tutulum, yarısı veya fazlasında tutulum pT2c İki traflı tutulum pT3 pT3a Ekstraprostatik yayılım Ekstraprostatik yayılım yada mesane boynuna mikroskopik invazyon (Pozitif cerrahi sınır rezidüel mikroskopik hastalığı belirtecek şekilde R1 olarak tanımlanmalıdır.) pT3b pT4 Seminal vezikül invazyonu Rektum, levator kası ve/veya pelvik duvar invazyonu Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark. 40 Rejyonel Lenf Nodları (N) Klinik Nx Rejyonel lenf nodları değerlendirilemez No Rejyonel lenf nodu metatazı yok N1 Rejyonel lenf nodlarına metastaz vr Patolojik pNx Rejyonel lenf nodu alınmamış pN0 Pozitif rejyonel lenf nodu yok pN1 Rejyonel lenf noduna metastaz var Uzak Metastaz (M) M0 Uzak metastaz yok M1 Uzak metastaz M1a Rejyonel olmayan lenf nodlarına M1b Kemiklere M1c Kemik yayılımı olsun olmasın diğer bölgelere Tablo 2. Preoperatif risk sınıflaması (6). Risk Grubu Klinik evre Gleason skoru Serum PSA Düşük risk T1c-T2a 6 <10 ng/ml Orta risk T2b 7 10-20 Yüksek risk T2c 8-10 >20 Standart risk grupları REKÜRRENS RİSKİ Son dönem çalışmalarla pT3 hastalığa sahip hastaların %50-75'inde en sonunda radikal prostatektomi sonrası biyokimyasal relaps görülmektedir(PSA>0,2ng/ml) (9,10). pT3 Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark. 41 evresinin de kendi içinde rekürrens açısından farklılıklar görülmektedir. pT3a’nın, cerrahi sınır pozitifliğinde lokal kontrolü zorlaşırken T3b’de cerrahi sınır pozitifliğinden bağımsız olarak uzak hastalık varlığında rekürrens riskinde artış olabilmektedir (11). Yani cerrahi sınır pozitifliği her zaman rekürrensle sonuçlanmayabilir (12,13,14). 2014’te yayınlanan ve literatürdeki yapılan 74 çalışmanın metaanalizinde,11521 radikal prostatektomili hastanın 2607 sinde cerrahi pozitiflik vardı. Yapılan tek değişkenli analizlerde rekürrens riski cerrahi sınır pozitifliği olanlarda artarken, analiz çoklu değişkenli olarak yapılınca ve değerlendirmeye seminal vezikül tutulumu, Gleason skoru, post op radyoterapi (RT) kullanımı katılınca cerrahi sınır pozitifliğinin rekürrens üzerine anlamlı katkısı izlenemedi (15,16). Cerrahi olarak çıkarılan örnekte cerrahi sınır pozitifliği saptananlarda rekürrens riskini etkileyen birçok faktör vardır. Hastanın geldiğindeki risk sınıflaması, pozitif cerrahi sınırı olan hasta grubunda rekürrens ihtimalini etkiler (16). - Düşük risk grubu (PSA <10 ng/ml, Gleason skoru ≤ 6, T1-2a) ve pozitif cerrahi sınır olanlarda rekürrens oranı %5'e %0,4 (negatif cerrahi sınır) - Orta risk grubu (PSA 10-20 ng/ml, Gleason skoru 7 veya T2b/2c) ve pozitif cerrahi sınır olanlarda rekürrens riski %17'e karşı %6,5 (negatif cerrahi sınır) - Yüksek risk grubu (PSA>20 ng/ml, Gleason skoru ≥ 8 veya T3/4) ve pozitif cerrahi sınır olanlarda rekürrens riski %43'e karşı %21,5 (negatif cerrahi sınır) artmış olarak bulunmuştu. Bu verilerin çok değişkenli analizlerinde ise orta ve yüksek risk gruplarında farklılık anlamlıyken düşük risk grubunda rekürrens açısından anlamlı fark izlenmemişti. Rekürrensi etkileyen bir diğer durum da pozitif cerrahi sınırların sayısı ve lokasyonudur (17,18). Apikal olan ve apikal olmayan ve birçok noktada cerrahi sınır pozitifliği olan hastaların 3 yıl içerisinde biyokimyasal rekürrenslerine bakılmış ve sırasıyla %13, %18,6 ve %27 bulunmuştur. Apikal tutulum her ne kadar prostat dışına yayılım gibi algılansa da cT3 değil cT2 olarak evrelendirilmelidir. Cerrahi sınırın pozitif bulunduğu alandaki Gleason skoru, sistemik progresyon ve kansere has sağkalımı etkilemektedir (19,20). Ortalama 13 yıllık takibin sonunda rezeksiyon sınırında Gleason 4 hücre bulunması, Gleason 3 bulunan hastalara göre daha kötü sistemik hastalıksız sağ kalım süreleri ile alakalı olduğu gösterilmiştir. Bu grupta aynı zamanda kansere özgü sağ kalım da daha kötüdür. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark. 42 HASTA YÖNETİMİ Seminal vezikül tutulumu, cerrahi sınır pozitifliği ve prostat dışına yayılım gibi kötü patolojik bulguları olan hastalara, adjuvan RT’nin sadece radikal prostatektomiyle karşılaştırıldığında, biyokimyasal (PSA) rekürrens riskini, lokal rekürrensi ve klinik kanser progresyonu riskini azalttığı hakkında detaylı bilgi verilmesi hastanın tedaviye uyumluluğunu arttırabilir (21). ADJUVAN RT Adjuvan RT biyokimyasal rekürrens riskini azaltır (22,23) fakat diğer tedavileri alamayacak olan bazı hastalarda idame RT'si gerekmektedir. Aksine cerrahi sonrası serum PSA'nın yükselmesi ile kurtarma RT'si alana dek aktif takip yapılan hastalardaki uzak metastaz riski erken adjuvan RT verilmesiyle hastalıksız hale çevrilebilir. Yaygın cerrahi sınır pozitifliği, pT3 hastalığı ya da diğer yüksek risk faktörü olan erkekler için radikal cerrrahiyi takiben adjuvan eksternal beam RT (EBRT) tedavisi önerilebilir (24,25). Operasyon sonrası RT almak istemeyen hastalara yakın takip ve relapsın en erken bulgularının görüldüğü biyokimyasal rekürrens durumlarında kurtarma RT’si önerilmektedir (26). Uzatılmış takipli geniş klinik çalışmalarda (21,27) radikal prostatektomi sırasında geniş cerrahi pozitifliği olan veya pT3 (+) erkeklerde adjuvan RT’nin iyi tolere edildiği ve lokal ve biyokimyasal kontrolü arttırdığı gösterilmiştir. Bu sonuçlar da ayrıca post operatif dönemde adjuvan RT’nin metastazsız ve genel sağ kalımı arttırdığına dair verileri güçlendirmektedir. Adjuvan RT’nin hayat kalitesi sorgulandığında, SWOG çalışmasının (21) hayat kalitesi verileriyle uyumlu olarak, retrospektif çalışmalarda (28) radikal prostatektomi sonrası adjuvan RT ile tedavi alanlarda daha hızlı kontinans sağlanabildiği gösterilmiştir. RT ÇALIŞMALARI pT3 veya cerrahi sınır pozitifliği olan hastalarda post operatif RT uygulanması birçok çalışmada karşılaştırılmıştır. Bu konuda öne çıkan iki çalışma EORTC22911 (27) ve SWOG8794 (21) çalışmalarıdır. EORTC’ın (27) çalışmasında 1005 pT3 veya pozitif cerrahi sınırlı erkekte cerrahi alana post operatif olarak EBRT (60 Gy) verilmiş ve 10 yıllık ortalama takip süresi sonucunda bazı sonuçlara ulaşılmıştır. Hastaların %39’u adjuvan RT istemiş ve %61’i “bekle-gör” yolunu seçmiştir. “Bekle-gör” tercihine nazaran adjuvan RT'i seçen hasta grubunda, lokal nüx oranı belirgin olarak düşük izlendi. Post opertif RT’nin progresyonsuz yaşam süresini belirgin Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark. 43 olarak arttırdığının gösterildiği çalışmada bununla beraber 10 yıllık genel sağkalımda ya da prostat kanser mortalitesinde anlamlı değişiklik gösterilemedi. Bir diğer çok merkezli randomize çalışma olan SWOG8794’de (21,28) 8794 hasta çalışmaya dahil edilmiş ve 425’inde pT3 veya cerrahi sınır pozitifliği bulundu. Ortalama takip süresi EORTC 22911’den daha uzun olan bu çalışmada (12,6 yıl) hastalara randomize şekilde 60-64 Gy RT verildi ya da takip tedavisi uygulandı. Adjuvan RT verilen hastalarda metastazsız sağ kalım ve genel sağ kalım oranlarında sadece gözlem yapılan hastalara göre belirgin üstünlük saptanmıştı. 1800 hastanın dahil edildiği 3 randomize prospektif çalışmanın analizinde, cerrahi sınır pozitifliği olan hastalarda, cerrahi sonrası adjuvan RT ile tedavinin hastanın cerrahi sonrası aktif takibe alınması ile arasında klinik ve istatistiksel açıdan üstünlüğü olduğu kadar yan etki profili açısından da daha fazla zararı olduğu gösterildi(29,30). Rektal komplikasyonlar, üretral darlık ve total üriner inkontinans oranları sadece cerrahi tedavi alan ve sadece takip olanlara nispeten daha fazlaydı. RADYASYON DOZU EORTC ve SWOG çalışmalarında uygulanan doz 60 ve 64 Gy idiyse de halen optimal bir doz belirlenememiştir. Yüksek doz RT’nin verildiği çalışmalarda (24) 70 Gy dozunda, biyokimyasal relapsız sağ kalımın daha iyi olduğu gösterilmiştir. Fakat böyle yüksek doz tedaviler uygulanırken uygulama noktalarına komşu organların tolerans sınırları göz önünde bulundurulmalıdır (31). EŞZAMANLI ADT Randomize çalışmalardan elde edilen bilgiler cT3 olan düşük evreli-yüksek riskli (Gleason 810, PSA >20ng/ml) ilk tedavi olarak RT almış hastalarda, EBRT ve ADT kombinasyonunun yararlarını ortaya koymuştur (32,33). Radyasyon tedavisi onkoloji grubunun (RTOG) hali hazırda devam eden çalışmalarından 9601’de radikal prostatektomi sonrası PSA seviyesi yükselmiş pT3 ya da cerrahi sınır pozitifliği olan 771 hastada tek başına RT ile RT ve antiandrojen olan bikalutamid tedavileri karşılaştırılmıştır (34). 7 yıllık ortalama takip süresinde kombine tedavi alan hastalarda PSA progresyonsuz geçen sürede sadece RT alan gruba göre istatistiksel anlamlı fark ve metastatik hastalık insidansında da azalma olduğu gösterildi. İki tedavi grubu arasında genel sağ kalımda anlamlı fark izlenmezken tüm hastalarda jinekomasti görüldü. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark. 44 RT olmadan sadece adjuvan ADT (150 mg/gün bicalutamid)alan hastaların RT alan veya sadece RP olan ve takibe alınan 2734 cT3-T4 prostat kanserli hastanın karşılaştırıldığı çalışmada (35,36) adjuvan ADT alanlarda progresyonsuz sağ kalım sürelerinde istatistiksel anlamlı iyileşme gösterildi. Ama bu iyileşme genel sağ kalıma yansımamıştı. Bu konudaki çalışmaların azlığı ve randomize hazırlanmamış olması verilerin doğruluğunu pekiştirmek için daha kontrollü ve randomize çalışma yapılasını gerektirmektedir. Klinik düzeyde öneri olabilecek yaygın kanı adjuvan ADT’nin adjuvan RT’nin istenmediği, çok seçilmiş vakalarda (cinsel aktif, erektil fonksiyonu cerrahi sonrası korunmuş (Gleason ≥ 7,pT3b gibi yüksek risk nedeniyle opere olan ve kanserli dokunun tamamen çıkarıldığı) hastalar) uygulanabileceğidir. Hasta jinekomasti yönünden uyarılmalıdır. KAYNAKLAR 1-Humphrey PA. Cancers of the male reproductive organs. In: World Cancer Report, Stewart BW, Wild CP (Eds), World Health Organization, Lyon 2014. 2- Görür S, M Çetin, A Balci, S Ocak, S Karazincir, AN Kiper. Serum prostat spesifik antijen düzeyi yüksekliği olan olgularda prostat biyopsi örneklerinin kültür ve antibiyotik duyarlılıkları sonuçlarının değerlendirilmesi. Yeni Üroloji Dergisi , 2(3). 143-147(2006) 3- Ozcan T, Bozlu M, Muslu N, Gozukara KH, Seyis S, Akcay B. Elevation of the serum total and free prostate specific antigen levels after stent implantation in patients with coronary artery disease. Swiss Med Wkly. 2009 Nov 14;139(45-46):672-5. 4- Jemal A, Siegel R, Wand E, Murray T, Xu J, Smigal C et al. Cancer statistics 2006, CA. Cancer J Clin, 56: 106, 2006. 5- http://www.nccn.org/professionals/physician_gls/f_guidelines.asp 6- Salomon L, Anastasiadis AG, Johnson CW, McKiernan JM, Goluboff ET, Abbou CC, Olsson CA, Benson MC. Seminal vesicle involvement after radical prostatectomy: predicting risk factors for progression. Urology. 2003;62(2):304. 7- Gaelle F, Pierre V, Dominique P, François R, Guy V, Olivier C, Xavier C. Pathologic Reassessment of Prostate Cancer Surgical Specimens Before Molecular Retrospective Studies. Clin Cancer Res February 15, 201117; 836. 8- Prostate. In: AJCC Cancer Staging Manual, Springer, New York 2010. p.457 9-Han M, Partin AW, Pound CR, Epstein JI, Walsh PC. Long-term biochemical disease-free and cancer-specific survival following anatomic radical retropubicprostatectomy. The 15-year Johns Hopkins experience. Urol Clin North Am. 2001 Aug;28(3):555-65. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark. 45 10-Han M, Partin AW, Zahurak M, Piantadosi S, Epstein JI, Walsh PC. Biochemical (prostate specific antigen) recurrence probability following radical prostatectomy for clinically localized prostate cancer. J Urol. 2003 Feb;169(2):517-23. 11- AU Kasibhatla M, Peterson B, Anscher MS SO. What is the best postoperative treatment for patients with pT3bN0M0 adenocarcinoma of the prostate? Prostate Cancer Prostatic Dis. 2005;8(2):167. 12- Swanson GP, Lerner SP. Positive margins after radical prostatectomy: implications for failure and role of djuvant treatment. Urol Oncol 2013; 31:531. 13-.Swindle P1, Eastham JA, Ohori M, Kattan MW, Wheeler T, Maru N, Slawin K, Scardino PT. Do margins matter? The prognostic significance of positive surgical margins in radical prostatectomy specimens. J Urol. 2005 Sep;174(3):903-7 14-Ploussard G1, Agamy MA, Alenda O, Allory Y, Mouracade P, Vordos D, Hoznek A, Abbou CC, de la Taille A, Salomon L. Impact of positive surgical margins on prostatespecific antigen failure after radical prostatectomy in adjuvant treatment-naïve patients. BJU Int. 2011 Jun;107(11):1748-54. 15-Alkhateeb S, Alibhai S, Fleshner N, et al. Impact of positive surgical margins after radical prostatectomy differs by disease risk group. J Urol 2010; 183:145. 16-Yossepowitch O, Briganti A, Eastham JA, Epstein J, Graefen M, Montironi R, Touijer K Positive surgical margins after radical prostatectomy: a systematic review and contemporary update. Eur Urol. 2014 Feb;65(2):303-13 17-Shikanov S, Song J, Royce C, Al-Ahmadie H, Zorn K, Steinberg G, Zagaja G, Shalhav A, Eggener S. Length of positive surgical margin after radical prostatectomy as a predictor of biochemical recurrence. J Urol. 2009 Jul;182(1):139-44. 18-Kordan Y, Salem S, Chang SS, et al. Impact of positive apical surgical margins on likelihood of biochemical recurrence after radical prostatectomy. J Urol 2009; 182:2695. 19-Viers BR, Sukov WR, Gettman MT, et al. Primary Gleason Grade 4 at the Positive Margin Is Associated with Metastasis and Death Among Patients with Gleason 7 Prostate Cancer Undergoing Radical Prostatectomy. Eur Urol 2014. 20-Savdie R, Horvath LG, Benito RP, Rasiah KK, Haynes AM, Chatfield M, Stricker PD, Turner JJ, Delprado W, Henshall SM, Sutherland RL, Kench JG. High Gleason grade carcinoma at a positive surgical margin predicts biochemical failure after radical prostatectomy and may guide adjuvant radiotherapy. BJU Int. 2012 Jun;109(12):1794-800. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark. 46 21-Thompson IM, Valicenti RK, Albertsen P, Davis BJ, Goldenberg SL, Hahn C, Klein E, Michalski J, Roach M, Sartor O, Wolf JS Jr, Faraday MM. Adjuvant and salvage radiotherapy after prostatectomy: AUA/ASTRO Guideline. 22- Stephenson AJ, Bolla M, Briganti A, Cozzarini C, Moul JW, Roach M 3rd, van Poppel H, Zietman A. Postoperative radiation therapy for pathologically advanced prostate cancer after radical prostatectomy. Eur Urol. 2012 Mar;61(3):443-51 23- Patel AR, Stephenson AJ. Radiation therapy for prostate cancer after prostatectomy: adjuvant or salvage? Nat Rev Urol. 2011 Jun 14;8(7):385-92. 24- Boorjian SA, Karnes RJ, Viterbo R, Rangel LJ, Bergstralh EJ, Horwitz EM, Blute ML, Buyyounouski MK. beam radiotherapy for Long-term patients with survival after radical prostatectomy versus externalhigh-risk prostate cancer. Cancer. 2011 Jul 1;117(13):2883-91. 25- Mitchell CR, Boorjian SA, Umbreit EC, Rangel LJ, Carlson RE, Karnes RJ. 20-Year survival after radical prostatectomy as initial treatment for cT3 prostate cancer. BJU Int. 2012 Dec;110(11):1709-13. 26- Freedland SJ, Rumble RB, Finelli A, Chen RC, Slovin S, Stein MN, Mendelson DS, Wackett C, Sandler HM. Adjuvant and Salvage Radiotherapy After Prostatectomy: American Society of Clinical Oncology Clinical Practice Guideline Endorsement. J Clin Oncol. 2014 Nov 3. pii: JCO.2014.58.8525. 27-Bolla M, van Poppel H, Tombal B, et al. Postoperative radiotherapy after radical prostatectomy for high-risk prostate cancer: long-term results of a randomised controlled trial (EORTC trial 22911). Lancet 2012; 380:2018. 28-Suardi N, Gallina A, Lista G, et al. Impact of adjuvant radiation therapy on urinary continence recovery after radical prostatectomy. Eur Urol 2014; 65:546. 29- Karlin JD, Koontz BF, Freedland SJ, Moul JW, Grob BM, Wan W, Hagan MP, Anscher MS, Moghanaki D. Identifying appropriate patients for early salvage radiotherapy after prostatectomy. J Urol. 2013 Oct;190(4):14105. 30- Bartkowiak D, Bottke D, Wiegel T. Adjuvant radiotherapy or early salvage radiotherapy in pT3R0 or pT3R1 prostate cancer. Curr Opin Urol. 2013 Jul;23(4):360-5. 31-Kim H, Kim JW, Hong SJ, Rha KH, Lee CG, Yang SC, Choi YD, Suh CO, Cho J. Treatment outcome of localized prostate modulated radiotherapy with a customized cancer by 70 Gy hypofractionated intensityrectal balloon. Radiat Oncol J. 2014 Sep;32(3):187-97. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Gözükara ve ark. 47 32- Jang JW, Hwang WT, Guzzo TJ, Wein Upfront androgen deprivation therapy with AJ, Haas NB, Both salvage radiation may S, Vapiwala improve N. biochemical outcomes in prostate cancer patients with post-prostatectomy rising PSA. Int J Radiat Oncol Biol Phys. 2012 Aug 1;83(5):1493-9. 33- Song C, Kim YS. Treatment failure and clinical progression after salvage therapy in men with biochemical recurrence after radical prostatectomy: radiotherapy vs androgen deprivation. BJU Int. 2010 Jul;106(2):188-93. Hong JH, Kim CS, Ahn H. BJU Int. 2010 Jul;106(2):188-93. 34- Shipley WU, Hunt D, Lukka HR, et al. Initial report of RTOG 9601, a phase III trial in prostate cancer: Effect of anti-androgen therapy (AAT) with bicalutamide during and after radiation therapy (RT) on freedom from progression and incidence of metastatic disease in patients following radical prostatectomy (RP) with pT2-3,N0 disease and elevated PSA levels. J Clin Oncol 2011. 35-Siddiqui SA, Boorjian SA, Inman B, et al. Timing of androgen deprivation therapy and its impact on survival after radical prostatectomy: a matched cohort study. J Urol 2008; 179:1830. 36-Iversen P, McLeod DG, See WA, et al. Antiandrogen monotherapy in patients with localized or locally advanced prostate cancer: final results from the bicalutamide Early Prostate Cancer programme at a median follow-up of 9.7 years. BJU Int 2010; 105:1074. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Olgu sunumu / Case report Karataş ve ark. 48 TAM ATRİYOVENTRİKÜLER BLOK VE İZOLE DOĞUŞTAN DÜZELTİLMİŞ BÜYÜK ARTERLERİN TRANSPOZİSYONU OLAN ASEMPTOMATİK BİR OLGU An Asymptomatic patient with Isolated Congenitally Corrected Transposition of the Great Arteries and Complete Atrioventricular Block Zehra KARATAŞ1, Sevil Bilir GÖKSUĞUR2, Mervan BEKDAŞ2, Beyhan KÜÇÜKBAYRAK3 1 İzzet Baysal Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Kardiyolojisi, Bolu 2 Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Bolu 3 İzzet Baysal Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Bolu Özet Büyük damarların düzeltilmiş transpozisyonu (c-TGA) nadir görülen konjenital bir kalp hastalığıdır. Konjenital kalp hastalığı ile doğanların %0,5’inde görülür. Diğer konjenital kalp defektleri bu anomaliye genelde eşlik ederler. Prognoz; sistemik ventrikül disfonksiyonuna, eşlik eden kalp defektlerine ve ileti sistemi anomalilerine bağlıdır. Hasta bize kardiak üfürüm nedeniyle yönlendirildi. Muayenesinde bradikardi ve triküspit odakta 2/6 pansistolik üfürüm duyulmaktaydı. Vakamız 17 günlükken tanı almış fakat asemptomatik olması dolayısıyla ailesi tarafından bu konu önemsenmemişti. Elektrokardiyografide; tam atriyovetriküler blok, kalp hızı 66/dk, V1’de Q dalgası varken V5-6’da Q dalgası yok olarak saptandı. Transtorasik ekokardiyografik incelemede ise izole c-TGA ve birinci derece triküspit kapak yetmezliği görüldü. Bu vakayı sunmak istememizin sebebi; intrakardiak anomaliler olmaksızın büyük damarların düzeltilmiş transpozisyonunun oldukça ender görülen bir durum olmasıdır. Ayrıca bu vaka 11 yaşına gelmesine rağmen hiçbir semptomunun açısından da ilginçtir. Abstract Corrected transposition of the great arteries (cTGA) is a rare congenital heart disease. c-TGA occurs in 0.5% of patients born with congenital heart disease. Other congenital heart defects commonly accompany this anomaly. Prognosis depends on systemic ventricular function, anomalies of conduction system and accompanying anomalies. The patient was referred us because of cardiac murmur. Physical examination revealed that; bradycardia and 2/6 holosystolic murmur was heard at the tricuspid origin. He was diagnosed when he was 17 days old, but his parents ignored it because he had been asymptomatic until now. Electrocardiography revealed that high-degree atrioventricular heart block, heart rate was 66 beats per minute, there was Q wave in V1 but absent in V5-V6 (Figure 1). Transesophageal echocardiography showed corrected c-TGA and tricuspid regurgitation (1. degree). We aimed to present this case because of; corrected transposition of the great arteries without associated intracardiac anomalies is a very rare condition. This case was interesting also since the patient is now 11 years old but has suffered no symptom so far. Anahtar kelimeler: Atriyoventriküler blok, büyük damarların düzeltilmiş transpozisyonu, triküspit yetmezliği Key words: Atrioventricular block, corrected transposition of the great arteries, tricuspid insufficiency Geliş tarihi / Received:11.05.2014 Kabul tarihi / Accepted:10.08.2014 İletişim Adresi: Sevil Bilir GOKSUGUR, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Bolu. E-posta: [email protected] Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karataş ve ark. 49 GİRİŞ Büyük damarların düzeltilmiş transpozisyonu (c-TGA) nadir (1/33.000) bir patoloji olup konjenital kalp hastalıkları içinde %0.5-1.4 oranında görülür. c-TGA terimi; ventriküler inversiyon (atriyoventriküler diskordans) ile ventriküloarteriyel diskordansın birlikteliği ile fizyolojik olarak düzeltilmiş kan akış yönünü tanımlar. Patofizyoloji eşlik eden patolojilerin varlığına göre belirlenir. Büyük çoğunluğuna konjenital kalp defektleri eşlik etmektedir. En sık eşlik eden patolojiler ventriküler septal defekt (VSD) %80, pulmoner stenoz %50, dekstrokardi %25-50, triküspid kapak anomalileri (displazi, straddling, Ebstein) %14-56 oranındadır. Pulmoner stenoz genellikle VSD ile birlikte görülür. Koarktasyon ve interrupted aortik ark sık eşlik ederken subvalvar ve valvar aort stenozu nadiren eşlik eder. Bazen hipoplastik ventrikül, atriyoventriküler (AV) kapak anomalileri ve çok sayıda VSD ile birlikte kompleks kardiyak defektler de beraber bulunabilir (1-3). c-TGA vakalarının %9-14.7’sinde ise eşlik eden herhangi bir kardiyak patoloji yoktur (4,5). İzole c-TGA’da kan akımı fizyolojiktir, ileri yaşa dek bulgu vermez ve yaşam beklentisi normale yakındır (1-3). Üçüncü derece AV tam blok sıklıkla yapısal olarak normal kalpte görülür. Ancak %25-33’ ünde büyük arterlerin transpozisyonu, ventriküler inversiyon ve AV septal defekt gibi konjenital kalp defektleri de vardır. Konjenital kalp hastalığı bulunan tam AV bloklu hastalarda mortalite olmayanlara göre daha yüksektir (6). c-TGA’da değişken derecelerde AV bloklar görülür. Hastaların %50 kadarında birinci derece AV blok vardır. İkinci derece AV blokların %12-33’ü de tam AV bloğuna ilerleyebilir. Ani ölüm nadiren görülür. c-TGA’da mortaliteyi belirleyen risk faktörleri; progresif sağ ventrikül disfonksiyonu, ciddi sistemik sol AV kapak (anatomik triküspit kapak) yetersizliği ve tam AV blok gelişmesidir (1-3). Erken tanı ve tedavi prognoz açısından önemlidir. Bu yazıda, tam AV blok ile birlikte izole c-TGA tanısı alan 10 yaşında bir erkek hasta literatür eşliğinde tartışılarak sunulmaktadır. OLGU Herhangi bir şikayeti veya egzersiz intoleransı olmayan 10 yaşında erkek hasta rutin kontrolleri esnasında kardiak üfürüm duyulması nedeniyle kliniğimize yönlendirildi. Fizik muayenesinde vücut ağırlığı: 33 kg (50-75 persentil), boy: 140 cm (50-75 persentil), tansiyon arteryel 100/60 mmHg, femoral nabızlar palpe ediliyordu. Kardiyovasküler sistem muayenesinde sternum sol alt kenarı boyunca 2/6 pansistolik üfürüm duyulmaktaydı. Diğer sistem muayene bulguları doğaldı. Özgeçmişinde 17 günlükken c-TGA tanısı aldığı, ancak aile tarafından bu durumun önemsenmediği ve gizli tutulduğu öğrenildi. Soygeçmişinde Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karataş ve ark. 50 özellik yoktu. Elektrokardiyografik incelemede kap hızı 66/dk olan tam AV blok saptandı. Ventriküler inversiyonu gösteren V1’de Q dalgası varken V5-6’da Q dalgası yoktu (Resim 1). Resim 1: Elektrokardiyografik incelemede ventriküler hızın 66/dk olduğu tam AV blok ile birlikte V1’de Q dalgası görülürken, V5-6’da Q dalgası görülmemekte Telekardiyografide kalp apeksi solda ve sol omuz işareti (düz sol üst kalp sınırı) görülmekteydi (Resim 2). Resim 2A-B: Telekardiyografide (A) ve diyagramda (B) düz sol üst kalp sınırı (sol omuz işareti) izlenmekte Ao: Aorta, LV: Sol ventrikül, PA: Pulmoner arter, RA: Sağ atrium, RV: Sağ ventrikül Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karataş ve ark. 51 Transtorasik ekokardiyografik incelemede ventriküler inversiyon ve ventriküloarteriyel diskordans (c-TGA) saptandı. Yani pulmoner arter sağda yerleşimli anatomik sol ventrikülden çıkarken aorta solda yerleşimli anatomik sağ ventrikülden çıkıp ve pulmoner arterin önünde seyretmekteydi (Resim 3). Resim 3A-B: Transtorasik ekokardiyografide apikal dört boşluk incelemede ventriküler inversiyon (atriyoventriküler diskordans) solda morfolojik olarak RV-LA, solda morfolojik LV-RA ilişkisi ve apekse daha yakın olan sol atriyoventriküler kapak (triküspit kapak) görülüyor (A), parasternal kısa eksen incelemede büyük damar ilişkileri çift yuvarlak olarak (aorta pulmoner arterin önünde ve solunda) görülmektedir (B) Ao: Aorta, LA: Sol atrium, LV: Sol ventrikül, PA: Pulmoner arter, RA: Sağ atrium, RV: Sağ ventrikül Ayrıca soldaki AV(triküspit) kapakta birinci derece yetmezlik (4,5 m/sn) mevcuttu (Resim 4). Resim 4: Transtorasik renkli Doppler ekokardiyografide sol atriyoventriküler kapakta (triküspit kapak) birinci derece yetmezlik (4.5 m/sn) ve kardiyak aritmi görülüyor. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karataş ve ark. 52 Holter kaydı incelemesinde ventriküler kalp hızı 40-80/dk idi, asistoli ve ventriküler aritmi izlenmedi. Abdominal ultrasonografisinde herhangi bir patoloji saptanmadı. Efor testini herhangi bir semptomu olmadan 13. dakikada maksimum kalp hızı 120/dk olarak evre 4’de tamamladı. Hastaya profilaktik olarak enapril tedavisi başlandı ve halen semptompsuz olarak izlenmektedir. TARTIŞMA Multifaktöriyel geçiş gösteren c-TGA sıklıkla erkeklerde görülür. İzole c-TGA’lı vakalar yıllarca semptomsuz seyredebilir. İntrauterin dönemde tanı alan vakaların yanı sıra erişkin dönemde tanı alan vakalar bildirilmektedir (1-3). Ülkemizde biri situs inversus totalis ile birlikte olan 46 ve 61 yaşında asemptomatik iki c-TGA’lı vaka bildirilmiştir (7,8). Vakamız 17 günlükken tanı almış olmasına rağmen hastanın semptomunun olmaması ve büyüme gelişmesinin normal olması nedeniyle hastalık aile tarafından kabul edilememiş ve gizlenmişti. c-TGA’ya nadiren aspleni eşlik edebilmektedir (9). Vakamızın batın ultrasonografisinde ise herhangi bir patoloji saptanmamıştı. c-TGA tanısında fizik muayene, elektrokardiyografik ve telekardiyografik incelemeler oldukça önemlidir. Fizik muayenede eşlik eden kardiyak patolojilere ait üfürümler (VSD, pulmoner stenoz veya triküspit kapak yetmezliği) duyulabilir. Pulmoner darlık ve VSD varsa siyanoz görülebilir. Elektrokardiyografide ventriküler inversiyonu gösteren V4R ve V1’de Q dalgasının olması buna karşın V5-6’da Q dalgası olmaması, beraberinde sıklıkla değişken ve ilerleyici derecede AV bloklar, supraventriküler taşikardi, hasta sinüs sendromu, atriyal aritmi, atriyal fibrilasyon, Wolff-Parkinson-White preeksitasyonu ve ventriküler taşikardi gibi ritim bozuklukları görülebilir. Aort önde ve solda yerleşimli anatomik sağ ventrikülden çıkar ve pulmoner arterin solundan seyreder. Böylece telekardiyografik değerlendirmede çıkan aorta tarafından oluşturulan düz sol üst kalp sınırı (sol omuz belirtisi) karakteristik bir bulgu olarak görülür. En önemli tanı aracı ise transtorasik ekokardiyografide ventriküler inversiyon ile birlikte ventriküloarteryel diskordansın görülmesidir (1-3). c-TGA, büyük arterlerin anatomik düzeltilmiş malpozisyonu ile karışabilmektedir. Ayırıcı tanıda manyetik rezonans görüntüleme, konvansiyonel veya BT anjiyografik incelemeler kullanılabilmektedir (10). Cerrahi tedavi; geçici veya tam iyileşme sağlayacak şekilde yapılabilmektedir. Geçici tedavi infant döneminde pulmoner stenozlu hastalara şant yapılması ya da ciddi konjestif kalp yetmezliği olan geniş VSD' li hastalara pulmoner artere banding yapılması şeklinde olabilir. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karataş ve ark. 53 Cerrahi tam onarımda belirleyici faktör sağ ventrikülün sistemik ventrikül olarak çalışma kapasitesidir. Prognoz eşlik eden kardiyak defektlere, sistemik ventrikül disfonksiyonuna ve ileti sistemi anomalilerine bağlıdır (1,3). Bu hastaların uzun dönem takibinde sistemik sağ ventrikül azalmış fonksiyonlarının artmış mortalite ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Sistemik sağ ventrikül disfonksiyonun etiyopatogenezinde sağ ventrikülün artmış basınç yükü, miyokardiyal hipoksi ve çoğu hastada görülen sistemik AV kapak yetmezliğinin önemli rol oynadığı düşünülmektedir (11-13). Sağ ventrikül disfonksiyonu gelişmeden önce erken tanı konulması uygulanacak tedavi ve prognoz açısından oldukça önemlidir. İzole c-TGA vakaları dahil olmak üzere triküspit kapak anomalisi (displazi, straddling, kısa ve kalın chordea tendinea’ların bulunduğu Ebstein-benzeri gibi anomaliler) ile birlikte triküspit kapak yetmezliği olan vakalarda sağ ventrikül disfonksiyonu gelişmeden önce triküspit kapak replasmanı gerekmektedir (1-3). ACE inhibitörlerinin sağ ventrikül fonksiyonları üzerine olumlu etkileri olduğu bildirilmektedir (2). Biz de hastamıza profilaktik olarak ACE inhibitör tedavisi başladık. Çünkü bu hastalarda sağ ventrikül disfonksiyonu geliştikten sonra cerrahi tedavi sonuçları başarılı olamamakta ve mortalite artmaktadır. Kompleks kardiyak defektleri bulunan veya ciddi sağ ventrikül disfonksiyonu olan vakalar ileriki dönemde kalp transplantasyonuna aday olurlar (1). c-TGA’lı hastalarda en sık görülen ileti defektleri, değişken derecelerde ilerleyici AV bloklardır. Bu hastalarda anatomik değişikliklerden dolayı ileti sistemi anormallikleri görülür. Hastaların % 94’ünde AV nodun pozisyonu normalden farklı olarak anterior yerleşimlidir. Doğumda dahi görülebilen tam AV blok gelişme riski her yıl %2 oranında artmaktadır (1-3). Dahası AV ileti bozuklukları VSD bulunmayan hastalarda VSD bulunan hastalara göre daha sıktır (1). Tam AV blok gelişen hastalar pacemaker (kalp pili) gereksinimi açısından izlenmelidir. Baş dönmesi, senkop, egzersiz kapasitesinde azalma gibi semptomlar ve uygunsuz sinüs taşikardisi, ventriküler aritmi, anormal geniş QRS ile birlikte 2-3 kat RR mesafesinde uzama veya bradikardi (kalp hızı 50-55/dk) ile birlikte QTc’de uzama, ventriküler hızın 60/dk altında olması, sistemik AV kapak yetmezliği veya sistemik ventrikül disfonksiyonu gibi durumlar tam AV bloklu çocuklarda pacemaker endikasyonlarını oluşturmaktadır (6, 14). Ülkemizde c-TGA tanısı ile takip edilen 7 yaşında tam AV blok tespit edilen bir hastaya 19 yaşında bayılma şikayeti ve bradikardi (40/dk) gelişmesi üzerine iki odacıklı kalp pili takılmıştır (15). Vakamızın ventriküler kalp hızı 60-80/dk civarında idi ve halsizlik, baş dönmesi, bayılma veya efor kapasitesinde düşme gibi herhangi bir semptomu Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karataş ve ark. 54 ve hipotansiyonu yoktu. Hastamızı sağ ventrikül disfonksiyonu, triküspit kapak yetmezliği ve tam AV blok seyri açısından kliniğimizde takip etmekteyiz. SONUÇ Konjenital kalp hastalıkların değerlendirilmesinde fizik muayene, elektrokardiyografik ve telekardiyografik incelemelerin dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi temel ve basit tanı araçlarıdır. Bu yöntemler nadir görülen izole c-TGA’da erken tanı koymada da oldukça önemli bir yere sahiptir. Ayrıca tam AV blok saptanan bireylerde nadir görülen c-TGA’da düşünülmelidir. İzole c-TGA’lı vakalar yıllarca semptomsuz seyredebilir, ancak bu hastalar sağ ventrikül fonksiyonları, tam AV blok ve pace maker gereksinimi yönünden düzenli olarak izlenmelidir. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karataş ve ark. 55 KAYNAKLAR 1. Myung Kun, Park. Pediyatrik Kardiyoloji, Beşinci Baskı. Adana Nobel Kitabevi, Adana, 2009: 230-234. 2. Wallis GA, Debich-Spicer D, Anderson RH. Congenitally corrected transposition. Orphanet J Rare Dis. 2011;6:22. 3. Halil Türkoğlu, Tijen Alkan Bozkaya. Büyük Damarların Konjenital Düzeltilmiş Transpozisyonu (Çift Diskordans): Cerrahi Tedavi Seçenekleri. Turkiye Klinikleri J Cardiol-Special Topics 2008;1:67-73. 4. Lundstrom U, Bull C, Wyse RK, Somerville J. The natural and "unnatural" history of congenitally corrected transposition. Am J Cardiol. 1990;65:1222-9. 5. Sharland G, Tingay R, Jones A, Simpson J. Atrioventricular and ventriculoarterial discordance (congenitally corrected transposition of the great arteries): echocardiographic features, associations, and outcome in 34 fetuses. Heart. 2005;91:1453-8. 6. Chronister CS. Congenital complete atrioventricular block in a young man: a case study. Crit Care Nurse. 2009;29:45-56; 7. Yusuf Tavil. Semptomsuz bir hastada doğuştan düzeltilmiş büyük arter transpozisyonu ve total situs inversus. Türk Kardiyol Dern Arş - Arch Turk Soc Cardiol 2007;35:314 8. Zekeriya Kaplan, Gönül Zeren, Sinan İnci, Hasan Arslantürk. Konjenital Düzeltilmiş Büyük Arter Transpozisyonu Olan Asemptomatik Bir Olgu. Turkiye Klinikleri J Cardiovasc Sci 2013;25:105-8. 9. Freedom RM, Harrington DP. Anatomically corrected malposition of the great arteries. Report of 2 cases, one with congenital asplenia; frequent association with juxtaposition of atrial appendages. Br Heart J 1974;36:207-15. 10. Utku Arman Örün, Özben Ceylan, Selmin Karademir, Filiz Şenocak, Burhan Öcal. Büyük arterlerin anatomik düzeltilmiş malpozisyonu. Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi 2013;21:782-5. 11. Talwar S, Ahmed T, Saxena A, Kothari SS, Juneja R, Airan B. Morphology, surgical techniques, and outcomes in patients above 15 years undergoing surgery for congenitally corrected transposition of great arteries. World J Pediatr Congenit Heart Surg. 2013;4:271-7. 12. Redington AN, Rigby ML, Shinebourne EA, Oldershaw PJ. Changes in the pressurevolume relation of the right ventricle when its loading conditions are modified. Br Heart J. 1990;63:45-9. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karataş ve ark. 56 13. Hauser M, Bengel FM, Hager A, Kuehn A, Nekolla SG, Kaemmerer H, Schwaiger M,Hess J. Impaired myocardial blood flow and coronary flow reserve of the anatomical right systemic ventricle in patients with congenitally corrected transposition of the great arteries. Heart. 2003;89:1231-5. 14. Gregoratos G, Cheitlin MD, Conill A, Epstein AE, Fellows C, Ferguson TB Jr, Freedman RA, Hlatky MA, Naccarelli GV, Saksena S, Schlant RC, Silka MJ. ACC/AHA Guidelines for implantation of cardiac pacemakers and antiarrhythmia devices: executive summary. Circulation 1998; 97:1325–35. 15. Mehmet Akif Düzenli, Nazif Aygül, Meryem Ülkü Aydın, Kurtuluş Özdemir. Doğuştan Düzeltilmiş Büyük Damar Transpozisyonu Olan Bir Vakada İki Odacıklı Kalp Pili Tedavisi ve Uzun Dönem Takibi. TAPE. 2008; 6: 56-59. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Kokaçya ve ark. 57 Olgu Sunumu / Case Report PEDAL ÖDEM: LİTYUMUN NADİR BİR YAN ETKİSİ Pedal Edema: A Rare Side Effect of Lithium Mehmet Hanifi KOKAÇYA*, Ümit Sertan Çöpoğlu*, Musa Şahpolat* *Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Hatay Özet Lityum 50 yılı aşkın bir süredir bipolar duygu durum bozukluklarının akut tedavi ve profilaksisinde kullanılan bir alkali iyondur. En sık görülen yan etkileri tremor, bulantı, iştahsızlık, diyare, poliüri, polidipsi, nefrojenik diabetes insipidus, guatr, hipotiroidi ve kilo artışıdır. Dar terapotik indeksi ve kişinin kendisinde veya kişiler arasında değişken farmakokinetik özellikleri nedeni ile kan lityum konsantrasyonlarının yakın monitorizasyonu önerilmektedir. Ayrıca lityum-nöroleptik kombinasyonunun dopamin reseptör blokajını artırarak nörotoksisteye ya da yan etkilerde artışa sebep olduğu ileri sürülmektedir. Bu olgu sunumunda amacımız bipolar affektif bozukluk nedeniyle takip edilen muhtemel lityuma bağlı gelişen pedal ödem olgusunun kliniğini ve olası ödem oluşum mekanizmalarını tartışmaktır. Abstract Lithium, is an alkali ion that is used for acute treatment and prophylaxis of mood disordes over 50 years. The most seen side effects of lithium are tremor, diarrhea, polyuria, polidipsia, hypotiroidi, weight gain, nephrogenik diabetes insipidus and nausea. Due to narrow therapeutic index, intra and interpersonal variable pharmacokinetics; close monitoring of blood lithium concentrations is recommended. Also it is suggested that lithium- neuroleptic combination can increase neurotoxicity and side effects via dopamine receptor blockade. In this case report we aimed to discuss the clinic and mechanisms of probable lithium induced pedal edema in a bipolar affective disorder patient. Keywords: Lithium, side effects, pedal edema Anahtar Kelimeler: Lityum, yan etki, pedal ödem Geliş tarihi / Received:13.07.2014 Kabul tarihi / Accepted: 05.09.2014 İletişim Adresi: Mehmet Hanifi KOKAÇYA, Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Hatay, [email protected] Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Kokaçya ve ark. 58 GİRİŞ Lityum 19. yüzyılın başında keşfedilmiş alkali bir iyondur. Bu kimyasal ajan 50 yılı aşkın bir süredir bipolar duygu durum bozukluklarının akut tedavisinde ve profilaksisinde kullanılmaktadır (1). Terapötik aralığının dar (0.6-1.2 mEq/L) olması ve bazı iyi bilinen yan etkileri, yüksek dozlarda kullanımını sınırlamaktadır (1,2). En sık görülen yan etkileri tremor, bulantı, iştahsızlık, diyare, poliüri, polidipsi, nefrojenik diabetes insipidus, guatr, hipotiroidi ve kilo artışıdır (3). Lityum tedavisinde doza bağıımlı olarak çeşitli deri yan etkileri görülmektedir. Bunlar arasından en sık görülenleri akneiform, foliküler ve makülopapüler döküntüler, pretibial ülserasyonlar ve psöriazisin kötüleşmesidir (1,4). Lityum bağırsaklardan kolayca emilir, tüm vücuda dağılır ve tamamına yakını böbreklerden atılır. Metabolizmayı, nöronal iletiyi ve hücre çoğalmasını etkilediği bilinmektedir. Ancak tedavi edici dozlarda uzun dönem lityum tedavisinin belirgin toksik etkiler oluşturabileceği üzerinde de durulmaktadır (5). Dar terapotik indeksi ve kişinin kendisinde veya kişiler arasında değişken farmakokinetik özellikleri nedeni ile kan lityum konsantrasyonlarının yakın monitorizasyonu önerilmektedir (6). Ayrıca lityum-nöroleptik kombinasyonunun dopamin reseptör blokajını artırarak nörotoksisteye ya da yan etkilerde artışa sebep olduğu ileri sürülmektedir (7). Periferik ödem, karaciğer sirozu, böbrek hastalıkları, konjestif kalp yetmezliği, protein eksikliği, uzun süre hareketsizlik, kanser hastalıkları ve non-steroid antienflamatuar ilaçlar, steroidler ve bazı antihipertansif ilaçların kullanımı gibi pek çok tıbbi nedenle ortaya çıkabilir (8). İdiopatik ödem, kardiyak, renal, hepatik ya da alerjik hastalık olmadan ortaya çıkan sıvı tutulmasıdır (9). Bu olgu sunumunda amacımız bipolar affektif bozukluk nedeniyle takip edilen muhtemel lityuma bağlı gelişen pedal ödem olgusunun kliniğini ve olası ödem oluşum mekanizmalarını literatür eşliğinde tartışmaktır. OLGU 24 yaşında bekar erkek hastanın 4 yıl önce aşırı konuşma, uykusuzluk, korku, sinirlilik, küfür etme, libido artışı gibi şikayetleri başlamış. Bipolar bozukluk tanısıyla 2 yıl boyunca psikiyatri polikliniğinde takibinde 2-4 mg arası değişen dozlarda risperidon oral solusyon kullanmış. 2 yıl süren tedavinin ardından düzeldiği gerekçesiyle tedavisini kesmiş ve kısmi şikayetlerle bugüne kadar gelmiş. Ancak özellikle mevsim geçişlerinde uyku miktarında azalma, aşırı sinirlilik, küfürlü konuşma, aşırı neşe hali, kurallara uymama, konuşma Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Kokaçya ve ark. 59 miktarında artış, hareketlilik, para harcama miktarında artış ve libido artışı oluyormuş. Yılda en az 2 defa bu şekilde manik epizod yaşıyormuş ancak psikotik belirtiler eşlik etmiyormuş. Bu şikayetlerle polikliniğimize ailesi zoruyla getirilen hasta Bipolar bozukluk ön tanısıyla servise yatırıldı. DSM IV tanı sistemine göre bipolar bozukluk manik atak tanısı kondu. Herhangi bir psikotik özelliği yoktu. Klinik Global İzlem Ölçeği (CGI) 5, Young Mani Dercelendirme Ölçeği (YMRS) ise 24 idi. Yaklaşık 8 gün yatan hasta olanzapin 20 mg/gün, valproik asit 1500 mg/gün ve lityum 900 mg/gün ilaç dozları ile ötimik halde taburcu edildi. Taburculuk esnasında CGI 2, YMRS ise 6 puandı. 5 gün sonra hasta ayaklarda ödem olması üzerine ilaç tedavisi düzenlenmesi ve ödem etiyolojisini araştırmak amacıyla tekrar servise yatışı yapıldı. Tedaviye en son eklenen ve ödem gelişmesinden on gün önce başlanan lityum tedavisi kesildi. Rutin kan tetkiklerinde tam kan sayımı, böbrek, karaciğer ve tiroid fonksiyon testleri, vitamin B12 ve folik asit düzeyi normal idi. Ödem varlığına gözlemle ve pretibial bölgeye parmakla bastırılarak oluşturulan içe çökmenin ne kadar sürede düzeldiğine göre karar verildi. Ödemle birlikte kızarıklık, ülserasyon ya da deride renk değişikliği yoktu. Çekilen üriner ultrasonografide de böbrek boyutları ve parankimi normal olarak değerlendirildi, yinelenen albumin ve karaciğer fonksiyon testleri; aspartat amino transferaz (AST), alanin amino transferaz (ALT), gama glutamil transferaz (GGT), alkalen fosfataz (ALP) ve bilirubinler, serum elektrolit düzeyleri (klor, kalsiyum, sodyum, potasyum), tam kan sayımı (hemoglobin, hematokrit, beyaz küre), valproik asit düzeyi normal idi. Venöz staz, kalp yetmezliği ve ödem oluşumuna neden olabilecek diğer sistemik hastalıklar (tiroid hastalıkları, kollajen doku hastalıkları vb.) açısından dahiliye, kardiyoloji, romatoloji ve nefroloji bölümlerine konsülte edildi, herhangi bir sorun bulunamadı. Gelişen periferik ödem sistemik bir soruna bağlanamadı, sadece lityum kesilmesini takiben ikinci günde ödem gerilemeye başladı ve beşinci günün sonunda ödem tamamen düzeldi. Hasta valproik asit ve olanzapin kombinasyonu ile taburcu edildi. Dört aylık izlem esnasında aylık kontrollerine gelen hastada herhangi bir ödem gözlenmedi. TARTIŞMA Bu olgu, lityum başlanmasından hemen sonra ödem gelişmesi, ilacın sonlandırılması ile birlikte ödemin gerilemesi ve ödemi açıklayacak sistemik bir hastalık saptanmaması nedeni ile lityum kullanımına bağlı ödem olgusu olarak değerlendirilmiştir. Lityuma bağlı pedal Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Kokaçya ve ark. 60 ödem nadir görülmekle birlikte olgumuz literatürdeki ikinci vakadır. 2008 yılında ilk olgu bildirimi Hindistan'dan yapılmıştır (10). Lityum için güncel literatür bilgilerimize göre ödem etiyolojisini açıklayacak herhangi bir mekanizma bildirmemiştir. Lityuma bağlı ödem meydana gelme olasılığını düşündüren neden olarak lityumun en çok etkilediği üç sistem olan kardiyovasküler, endokrin ve böbrek sistemi üzerine etkileri sayılabilir. Ayrıca lityum, inizitol monofosfataz enzimini etkileyerek inositol3 fosfat (IP3) ve diaçilgliserol (DAG) sistem etkilerine ikincil olarak, düz kasların kasılmasında azalmaya, vazodilatasyona ve ödem oluşumuna neden olabilir (11,12). Eşlik eden ilaç kullanımı (özellikle nöroleptikler), enfeksiyon, renal yetmezlik ve dehidratasyon gibi metabolik nedenler toksisite gelişimini kolaylaştırıcı faktörler arasında yer almaktadır (13). Bu olguda da eş zamanlı nöroleptik ve duygudurum düzenleyici ilaç kullanımının bu yan etkinin ortaya çıkma riskinde artışa neden olmuş olabilir. Ayrıca başka bir çalışmada lityumun hipotalamus üzerine doğrudan bir etki ile iştah ve susama hissini arttırdığı buna bağlı olarak ödem ve kilo artışının olabileceği ileri sürülmüştür (14). Bu çalışma, dolaylı olarak lityuma bağlı sıvı tutulumun periferik ödem meydana getirebileceğini düşündürmektedir. Sonuç olarak; bu vakada görüldüğü üzere lityuma bağlı pedal ödem görülebilmekte ve bu durum hastanın tedaviye uyumunu olumsuz etkileyebilmektedir. Bu nedenle lityum gibi yaygın kullanılan ilaçların nadir ve atipik yan etkileri hakkında daha dikkatli olunmalıdır. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Kokaçya ve ark. 61 KAYNAKLAR 1. Jefferson JM, Greist JH. Lithium. In: Sadock BJ, Sadock V (Editors): Comprehensive Textbook of Psychiatry.. Baltimore, , Lippincott William Wilkins USA, 2000: 2377-2390 2. Grandjean EM, Aubry J.M. Lithium: updated human knowledge using an evidence-based approach part III: clinical safety. CNS Drugs 2009; 23(5): 397-418. 3. Schou M. Lithium treatment at 52. J Affect Disord 2001; 67:21-32. 4. Ahmad M, Elnakady Y, Farooq M, W Adaan M. Lithium Induced Toxicity in Rats: Blood Serum Chemistry, Antioxidative Enzymes in Red Blood Cells and Histopathological Studies. Biol Pharm Bull 2011;34:272-77. 5. De Oliveira JL, Da Silva GB, De Abreu AKLS, De Albuquerque RN, Franco LFLG, AraúJo SMH, et al. Lithium nephrotoxicity. Rev Assoc Med Bras 2010;56:600-6. 6. El Balkhı S, Megarbane B, Poupon J, et al. Lithium poisoning: is determination of the red blood cell lithium concentration useful? Clin Toxicol 2009;47(1):8-13. 7. Boora K, Xu J, Hyatt J. Encephalopathy with combined lithium–risperidone administration. Acta Psychiatr Scand 2008; 117:394-396. 8. Powell AA, Armstrong MA:Peripheral edema. Am Fam Physician 1997;55:1721-1726 9. Witz L, Shapiro M, Shenkman L. Chlorpromazine-induced fluid retention masquerading as idiopathic oedema. Br Med J 1987; 294:807-808. 10.Tushar Singh and Bir Singh Chavan. Pitting Type Pedal Edema With Lithium:A Case Report. German J Psychiatry 2008; 11: 76-78. 11. Ganong WF. Excitaple Tissue Muscle in Review of Medical Psychology. 17th ed., East Norwalk,CT, Appleton and Lange,1995:75-86 12. Braunwald E. Edema in Harrison’s Principles of ‹nternal Medicine, 13th ed., New York:Mcgraw-Hill, 1994:183-187. 13. Boora K, Xu J, Hyatt J. Encephalopathy with combined lithium–risperidone administration. Acta Psychiatr Scand 2008; 117:394-396. 14. Vieweg WV, Godleski LS, Hundley PL, Yank GR. Lithium, polyuria and abnormal diurnal weight gain in psychosis. Acta Psychiatr Scand 1988; 78:510 514. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Olgu Sunumu / Case Report Karateke ve ark. 62 PERİPARTUM DÖNEMDE SPLENİK ARTER ANEVRİZMA RÜPTÜRÜ: OLGU SUNUMU Splenic Artery Aneurysm In Peripartum Period: Case Report Atilla Karateke1, Selin Taş Tertemiz1, Raziye Keskin Kurt2, Ebru Gelici3 1 2 Hatay Antakya Doğumevi Hastanesi, Obstetrik ve Jinekoloji Kliniği, Hatay Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Obstetrik ve Jinekoloji Departmanı, Hatay 3 Hatay Antakya Doğumevi Hastanesi, Anestezi Kliniği, Hatay Özet: Splenik arter anevrizmaları (SAA), visseral arter anevrizmaları arasında en sık görülen anevrizma tipidir. SAA’nın rüptüre olması durumunda mortalitesi çok yüksektir. Kadınlarda daha sık görülen SAA, gebelerde fizyolojik olaylara bağlı olarak rüptür olma riski daha çok artar. Gebelerde SAA rüptürü, ani senkop ve şok tablosu ile klinikte karşımıza çıkar. Bu yazıda gebelerde çok nadir karşılaşılan SAA rüptür olgusunu literatür eşliğinde sunmayı amaçladık. Abstract: Splenic artery aneurysm (SAA) is the most common type of aneurysm in the visceral artery aneurysms. If SAA is ruptured, the mortality is higher. SAA which is more common in women, has increased risk of rupture depending on the physiological events in pregnant women. SAA rupture in pregnant women is encountered with sudden syncope and shock in the clinic. In this article, we aimed to present the rupture of SAA ın pregnant women. Anahtar kelimeler: Splenik arter anevrizma, gebelik, rüptür Key words: Splenic artery aneurysm, pregnancy, rupture Geliş tarihi / Received: 13.05.2014 Kabul tarihi / Accepted: 28.07.2014 İletişim Adresi: Atilla Karateke, Hatay Antakya Doğumevi Hastanesi, Obstetrik ve Jinekoloji Kliniği, Hatay. [email protected] Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karateke ve ark. 63 GİRİŞ Splenik arter anevrizmaları (SAA), visseral arter anevrizmaları arasında en sık görülen ve rüptüre olduğunda mortalite oranı yüksek olan bir patolojidir (1). En önemli komplikasyonu, anevrizma rüptürüdür (2, 3). Kadınlarda erkeklere oranla 4 kat daha fazla görülür (4). Etyolojik faktörler arasında travma, ateroskleroz, medial fibrodisplazi ve gebelikteki hemodinamik ve hormonal durumlar yer alır (5, 6). Hormonal durumlar gebelikte damar duvarlarını inceltir. Bundan dolayı rüptür oranı gebede daha fazla artar (7). Gebelikte spontan SAA rüptürü çok nadir görülür (8). Gebelikte SAA rüptürü daha çok karşımıza ani bayılma, hipovolemik şok ve ani ölümle çıkar. Bu klinik parametrelerinden dolayı, SAA rüptürünün tanısı uterus rüptürü ve dekolman plasentadan dolayı gecikebilir. Gebelikte SAA rüptürü yaklaşık %70 mortal seyreder (9). Bu yazıda acile hemodinamik instabilite ile getirilen term gebede SAA rüptürü olgusunu ve tedavi yönetimini sunmayı amaçladık. OLGU SUNUMU 39 yaşında G3P2Y2 olan 39 haftalık gebe sularının gelmesi şikayeti ile polkliniğe başvurdu. Daha önceki gebeliklerde herhangi bir problem yaşamadığı öğrenildi. Bundan önceki bebekleri sezeryanla doğurduğu not edildi. Bu gebelikte hipertansiyon, diabetes mellitus ve yaygın ödem gelişmediği tespit edildi. Ayrıca antikoagülan ilaç almadığı öğrenildi. Hasta ultrasonografik muayene esnasında aniden bayıldı. Kan basıncı 40/20 mmHg ve kalp atım hızı 140/dk idi. Ultrasonografide batında yaygın serbest sıvı olduğu gözlendi. Uterus rüptürü ön tanısıyla median laparatomi yapıldı. 3100 gr apgar 1.dakika 4 ve 5. Dakika 6 olan kız bebek doğurtuldu. Yapılan explorasyonda uterus rüptürünün olmadığı tespit edildi. Bunun üzerine insizyon göbeğin üstüne doğru büyütüldü. Aort ve diğer büyük damarlarda rüptür olmadığı tespit edildi. Operasyon esnasında taze kırmızı kan ürünleri, taze donmuş plazma ve volüm genişleticiler verildi. Operasyonun 20.dksında kardiak arrest gelişti. Bütün etkili resüsitasyona rağmen hasta kaybedildi. Hastaya otopsi yapıldı ve sonucunda splenik arter anevrizma rüptürü olduğu tespit edildi. Dalak yüzeyinde 6x5x3 cmlik kanamalı alan gözlendi (Şekil 1). Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karateke ve ark. 64 Şekil 1. Dalakta rüptüre olmuş ve kanamalı alan TARTIŞMA İlk defa 1776 yılında Beussier ve ark. tarafından tariflenen SAA’nın gerçek insidansı tam olarak bilinmemektedir (7, 10). Kadınlarda daha sık görülmekte olup genellikle 60 yaşından sonra ortaya çıkar. Etyolojisi net olarak açıklanamasa da ateroskleroz, medial fibrodisplazi, travma, portal hipertansiyon ve gebelikte değişen hormonal ve hemodinamik olaylar sayılabilir. Gebelikte artan kan akımı ve kardiak output, sistemik hipertansiyon, portal konjesyon ve 3.trimesterde büyüyen uterusun iliak arter ve abdominal aortaya basısından dolayı splenik arterdeki kan akımı artar. Bu esnada gebelikteki hormonal değişiklikler damarlarda incelmeye neden olur. 3.trimesterde salınan relaxin splenik arterin elastisitesini azaltır. Ayrıca gebelikte artan estrojen ve progesterondan dolayı damar duvarları fazla kan akımına daha hassas olur. Bunun yanında gebelikte visseral arterler içerisinde artan kan akımından en çok etkilenen damar splenik arterdir. Gebelikte rüptür SAA’nın en tehlikeli komplikasyonu olup görülme olasılığı %2-9 oranındadır (4). Rüptür ihtimali anevrizmanın çapına bağlı olup genellikle 5 cm üzerindeki olgularda bu oran artar. Mortalite oranı %20’nin Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karateke ve ark. 65 üzerinde olup, özellikle 3. trimester gebelerde bu oran %70’ye çıkar (3, 5, 9). Fetal ölüm ise %95 civarındadır (4). SAA %95 civarında asemptomatik seyreder. SAA rüptürü ise daha çok ani bayılma, hipovolemik şok ve ani ölümle karşımıza çıkar. SAA rüptürü semptomatik olana kadar batın içine ciddi oranda kanama olur. Bu esnada fetal distress gelişmeye başlar. Daha sonra klinik tablo yukarıda belirtildiği gibi uterus rüptürü ve dekolman plasenta ile karışacağından tanıda gecikme yaşanır. Mortalite oranı yüksek olan SAA’nın erken tanısı ve tedavisi çok önemlidir. Gebede SAA rüptür tanısında USG, hem non-invaziv hem de pratik olduğundan daha çok tercih edilir. USG’de batında serbest sıvı görülür. Hasta genellikle hipovolemik şok aşamasında görülür. Tanıda ilk olarak % 70 oranında karışabilen uterus rüptürü ve dekolman plasenta gibi obstetrik acil durumlar düşünülür. Ardından laparatomi yapılır. Fetus çıkartıldıktan ve obstetrik durumlar dışlandıktan sonra operasyon tipi rüptürün yerine göre değişir. Anevrizma rüptürü proksimal segmentte ise basit ligasyon, rezeksiyon veya anastomoz düşünülebilir. Alt veya orta segmentte ise splenektomi ön planda düşünülmelidir. Sonuç olarak hipovolemik şok tablosu ile acile getirilen 3.trimester gebede obstetrik aciller dışlandıktan sonra öncelikle SAA rüptürü düşünülmelidir. Ardından hem anne hem de fetusun hayatını kurtarmak amacıyla hızlıca tedavisine geçilmelidir. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 Karateke ve ark. 66 KAYNAKLAR 1. Kalko Y, Ugurlucan M, Basaran M, Kafali E, Aydin U, Kafa U, et al. Visceral artery aneurysms. The heart surgery forum. 2007;10(1):E24-9. 2. Karaman K, Onat L, Sirvanci M, Olga R. Endovascular stent graft treatment in a patient with splenic artery aneurysm. Diagn Interv Radiol. 2005;11(2):119-21. 3. Sandford RM, Lloyd DM, Ross Naylor A. Laparoscopic ligation of splenic artery aneurysm. Surgical laparoscopy, endoscopy & percutaneous techniques. 2006;16(2):102-3. 4. Özdemir AP ÖR, Işıksalan N, Tola M, Yurdakul, M ÖT. İki olgu ile splenik arter ve renal arter anevrizmasının gözden geçirilmesi. J Ist Faculty Med. 2011;74:32-4. 5. Reardon PR, Otah E, Craig ES, Matthews BD, Reardon MJ. Laparoscopic resection of splenic artery aneurysms. Surgical endoscopy. 2005;19(4):488-93. 6. Lee SY, Florica O. Laparoscopic resection of splenic artery aneurysm with preservation of splenic function. Singapore medical journal. 2008;49(11):e303-4. 7. Selo-Ojeme DO, Welch CC. Review: spontaneous rupture of splenic artery aneurysm in pregnancy. European journal of obstetrics, gynecology, and reproductive biology. 2003;109(2):124-7. 8. Gourgiotis S, Alfaras P, Salemis NS. Spontaneous rupture of splenic artery aneurysm in pregnancy: a case report. Advances in medical sciences. 2008;53(2):341-3. 9. Ha JF, Sieunarine K. Laparoscopic splenic artery aneurysm resection: review of current trends in management. Surgical laparoscopy, endoscopy & percutaneous techniques. 2009;19(2):e67-70. 10. Di Vella G, Arpaio A, Marzullo A, Colonna M. Rupture of the spleen or splenic vessels (splenic emergency syndrome) in late pregnancy: a report of two autopsy cases. Forensic science international. 2008;176(2-3):e1-5. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 I MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERGİSİ YAZIM KURALLARI 1. Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisinde; klinik ve temel tıp bilimleri ile ilgili deneysel ve klinik çalışmalar, olgu sunumları, derlemeler ve editöre mektup yayınlanır. 2. Dergi 3 ayda bir olmak üzere yılda dört sayı / bir cilt olarak yayınlanır. 3. Gönderilen yazıların daha önce yayınlanmamış olması veya başka dergide değerlendirme aşamasında olmaması gerekmektedir. Hazırlanan yazılar herhangi bir kongrede sunulmuş ise bu durumun gönderilen makalede, kongrenin adı, tarih dipnot olarak bildirilmesi gerekmektedir. 4. Yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Gönderilen yazının yayınlanabilmesi için, yayın kurulunca tayin edilen danışmanlar tarafından uygun bulunması şarttır. Dergide yayınlanan yazılar için ücret ya da karşılık ödenmez. Kabul edilmeyen yazılar ve ekleri, aksi belirtilmediği takdirde iade edilmez. 5. Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizcedir. Her yayının başında bir Türkçe Özet ve bir İngilizce Abstract olmalıdır. Metinde sade ve anlaşılır bir yazım dili kullanılmalı, bilimsel yazım tarzı benimsenmeli, gereksiz tekrarlardan kaçınılmalı ve kısaltmalar ilk kullanıldığı yerde tanımlanmalıdır. 6. Başvuru mektubunda yazının tüm yazarlar tarafından okunduğu, onaylandığı, yazının bütün yayın haklarının dergimize verildiği, yazıda belirtilen çalışmanın orijinal olduğu, daha önce herhangi bir yerde (kongre bildirileri dışında) yayınlanmadığı, aynı anda başka bir dergiye (Türkçe veya İngilizce) değerlendirilmek üzere gönderilmediği ve yazının Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi’nin yazım kurallarına aynen uyularak hazırlanmış olduğu ifade edilmeli ve bu amaçla yazarlar isimlerinin karşılarını imzalamalıdırlar. Ayrıca mektup, yazı ile ilgili tüm yazışmaların gönderilebileceği yazarın isim, adres, elektronik posta adresi, telefon ve faks numaralarını içermelidir. 7. Dergiye sunulan çalışmaların"Etik Kurul Onayı" sorumluluğu yazarlara aittir. Bununla beraber Editör, gerektiğinde yazarlardan etik kurul belgesi isteme hakkını saklı tutar. 8. Yazışma adresinde belirtilen yazar; tüm yazışmalardan, makale üzerindeki değişikliklerden (yazar sayı ve sırası dâhil) ve yayına kabul edilen yazıların matbaa provasının düzeltilmesinden sorumludur. 9. Tüm yazılar editörün e-mail adresine postalanmalıdır. 10. Yayınlanması istenen çalışmalar; A4 boyutunda, çift Aralıklı, 12 punto ile sayfanın tüm kenarlarında en az 2,5 cm boşluk olacak şekilde yazılmalı ve toplam 16 sayfayı aşmamalıdır. 11. Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisine gönderilen yazılar, aşağıdaki sıraya göre (Başlık, Özet, Metin, Kaynaklar, Tablolar ve Şekiller) düzenlenmeli, Tablo ve Şekiller ayrı sayfalara basılmalıdır. Başlık sayfası: Bu sayfada, yazının başlığı (Türkçe ve İngilizce), yazarların tam adları, adresleri ve yazışmadan sorumlu yazarın adı, adresi, faks numarası ve e-posta adresi bulunmalıdır. Başlık kısa, açık ve yazı için uygun olmalıdır. Başlıkta her kelimenin ilk harfi büyük geri kalanı küçük harf ve bağlaçlar küçük harfle yazılmalıdır. Başlık sayfasını takip eden sayfada makalenin sadece başlığı yazar ve kurum adresi vermeksizin yazılmalıdır. Bu yöntem, yazıların uzmanlarca tarafsız bir şekilde değerlendirilmesini sağlamak amacıyla uygulanmaktadır. Özet: Türkçe yazılarda Türkçe ve İngilizce özet olmalıdır. İngilizce yazılarda Türkçe özet de gereklidir. Özet, 250 kelimeden daha uzun olmamalı ve aşağıdaki gibi yapılandırılmalıdır: Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular ve Sonuç Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 II Anahtar kelimeler: Türkçe ve İngilizce özetlerin hemen altına, en az 3 en fazla 5 kelimeden oluşan "Index Medicus: Medical Subject Headings" standartlarına uygun anahtar sözcükler bulunmalıdır. Tıbbi Konu Başlıkları için http://www.nlm.nih.gov/mesh/MBrowser.html. adresine başvurulabilir. Metin: Araştırma çalışmalarında; Giriş, Gereç ve Yöntem, Bulgular, Tartışma bölümleri, olgu sunumlarında ise; Giriş, Olgu Sunumu ve Tartışma bölümleri olmalıdır. Bölüm başlıkları büyük harflerle yazılmalıdır. Araştırmaya finansman sağlayan kuruluşa veya çeşitli katkıları için ilgili kişilere kurumları belirtilerek teşekkür edilmeli ve bu bölüm Tartışma ile Kaynaklar arasında yer almalıdır. Yazılarda ‘’Systeme International (SI)’’ birimleri kullanılmalıdır. Kaynaklar: Metin içindeki kullanım sırasına göre numaralandırılmalı ve atıf yapıldığı yerde parantez içine alınarak, tek aralık verildikten sonra gösterilmelidir. Kullanılan kaynakların tümü metin sonunda bir liste halinde sunulmalı ve kaynakların tümü metin içinde kullanılmış olmalıdır. Kişisel görüşler ve yayımlanmamış yazılar kaynak gösterilmemelidir. Kaynak dergilerde yayımlanmış ise: Kaufman DM, Mann KV, Miujtjens AMM, Van der Vleuten CPM. A comparison of Standard setting procedures for an OSCE in undergraduate medical education. Academic Medicine. 2000;75:267–71. Kaynak kitaptan bir bölüm ise: Emmerson BT. Gout and renal disease. In: Massry SG, Glassock RJ (Editors). Textbook of Nephrology. 1. Baskı, Baltimore: Williams and Wilkins, 1989: 756–760. Kaynak bir kitap ise: Özcan R. Kalp Hastalıkları.1.Baskı, İstanbul: Sanal Matbaacılık, 2003: 185– 194. Çeviri Kitaptan alıntı için: White DO, Fenner FJ. Medikal Viroloji. Doymaz MZ (Çeviren). 1. Baskı, İstanbul: Nobel, 2000. Kaynak bir tez ise: Zararsız İ. Formaldehitin Sıçan Korteksindeki Prefrontal Alanlar Üzerine Olan Etkisinin İmmünohistokimyasal Olarak İncelenmesi ve Buna Omega-3’ün Etkisi. Uzmanlık Tezi, Elazığ: Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilimdalı, 2003. Kaynak bir internet adresi ise: Wilson AT. .Environmental pollution and breast cancer.. http://www.who.int/en/ 29.05.2002. Ticari olmayan ve hükümetler ile ulusal ve uluslararası bilimsel kurul ve kuruluşların resmi internet sayfaları erişim tarihi belirtilerek kaynak olarak gösterilebilir. Tablo ve şekiller: Her türlü çizim, grafik, resim, mikrograf ve radiograf, şekil olarak adlandırılır. Metin içinde yazıdaki tüm şekil ve tablolara atıfta bulunulmalıdır. Şekiller (Tablo, Çizim ve Fotoğraflar) cümle sonunda parantez içinde romen rakamı ile belirtilmelidir. Şekillerin alt yazıları ayrı bir sayfaya yazılmalıdır. Fotoğraflar yüksek çözünürlükte, JPEG formatında kayıtlı olarak gönderilmelidir. 12. Olgu sunumları: Olgu sunumları 3 sayfayı geçmemeli ve mümkün olduğunca az kaynak ve şekil kullanılarak hazırlanmalıdır. Özet 100 kelimeyi geçmemelidir. 13. Derleme Yazıları: Derlemeler her dergide ancak belirli sayıda yer alacaktır. Derleme yazılarında yazarın konu ile ilgili deneyimi ve akademik unvanı dikkate alınacaktır. Ayrıca makalede, yazarın kendisine ait en az 2 makalesine atıfta bulunmuş olması gereklidir. Derleme yazıları; başlık, İngilizce başlık ve İngilizce özet, alt başlıklarla bölümlendirilmiş olmalıdır. 14. Editöre Mektup: Daha önce basılmış yazılarla ilgili görüş, katkı, eleştiriler ya da farklı bir konu üzerindeki deneyim ve düşünceler için editöre mektup yazılabilir. Bu tür yazımlar 500 kelimeyi aşmamalı ve tıbbi etik kurallara uygun olarak kaleme alınmış olmalıdır. Mektup eğer basılmış bir yazı hakkında ise; yıl, sayı, sayfa numaraları, yazı başlığı ve yazarların adları belirtilmelidir. Mektup bir konu hakkında deneyim, düşünce hakkındaysa verilen bilgiler doğrultusunda dergi kurallarına uyumlu olarak kaynaklar belirtilmelidir. 15. Yayının baskı öncesi matbaa provası yazışmadan sorumlu yazara gönderilir ve üç gün içerisinde kontrol edilerek dergiye geri gönderilmesi istenir. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 III INSTRUCTIONS TO AUTHORS 1. Journal of Mustafa Kemal University Medical Faculty will consider for publication papers in the following categories; experimental and clinical articles about basic and clinical medicine, case reports, reviews, letters to the editor. 2. The journal is quarterly (for issues /one volume) in a year. 3. Manuscripts are accepted for consideration by Journal of Mustafa Kemal University Medical Faculty should save not been published previously, and/or are not being considered for publication elsewhere, and have been approved by each author. The name and the date of the meeting should be written as footnote if manuscripts were presented in any scientific meeting. 4. Responsibility for all published papers belongs to the authors. All manuscripts are sent to expert reviewers by the Editor and only those that received a high enough priority are published in the journal. No payment is made for publication of manuscripts to the authors. Rejected manuscripts and their attachments are not returned, unless otherwise specified. 5. Manuscripts should be written in Turkish or English. Each manuscript should accompany two abstracts in Turkish and English before the Introduction. A simple, understandable and scientific writing style should be adopted in preparation of manuscripts. Unnecessary repetition should be avoided and abbreviations defined where the first time it appears. 6. In cover letter, it should be expressed that this manuscript has been read and approved by all authors, all publication rights of accepted manuscripts have been attributed to Journal of Mustafa Kemal University Medical Faculty study in the manuscript was an original, the paper, in whole or in part, has not been published before, is not under consideration by another journal or publication source, and will not be submitted elsewhere unless and until it is declared unacceptable for publication by this journal. If accepted, it will not be published elsewhere in the same form, in either the same or another language, without the consent of the Editors and the Publisher This letter also should stated that the authors agree to transfer the copyrights of the article to the Journal of Mustafa Kemal University Medical Faculty. The signature of all the authors should accompany their names. This letter must contain the name, address, e-mail address, telephone and fax numbers of the author to whom all correspondence concerning the manuscript should be sent. 7. All authors are responsible for the contents of scientific and ethical points of their papers. Nevertheless, editor has the right to request ethical board document. 8. The author indicated as address for correspondence is responsible for all correspondence regarding the manuscript, all revisions (including names and order of authors) and proof reading of the manuscripts accepted for publication. 9. Manuscripts should be sent to the e-mail address of editors. 10. Manuscripts should be type-written as in A4 paper dimension, double-spacing throughout, 12 punts, at least 2.5 cm wide margins throughout on each of four sides of the paper and should not be more than 16 pages. 11. Manuscripts should be prepared in the following order: Title page, Abstract, Text, References, Tables and Figures. Tables and Figures should be printed on separate pages. Title page: This page should include title of the study (Turkish and English), the authors, full names, affiliation, the name, address, fax number and e-mail address of the corresponding author. The title should be succinct, clear and informative. Only the first letters of each word should be in capital (except conjunctions). A separate page following the title page should be provided. It should include the title only, but not the authors, names and addresses. This method is intended to help the reviewing process to be done blindly. Abstract: Manuscripts in English should accompany an abstract in Turkish or vice versa. Abstracts should not exceed 250 words and structured as follows: Objective, Materials & Methods, Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014 IV Results and Conclusion). Key words: at least 3 and no more than 5 key words corresponding to "Index Medicus: Medical Subject Headings" standards should be type-written just subsequent to abstracts in English or in Turkish. You may look for Medical Subject in http://www.nlm.nih.gov/mesh/MBrowser.html. address. Text: Research papers should be prepared in the following format: Introduction, Materials & Methods, Results and Discussion. Case reports as Introduction, Case Report and Discussion. Section headings should be typed in capital. Systeme International (SI) guidelines should be followed for units and prefixes. All financial, technical and intellectual support from institutions and individuals should be acknowledged. This section should be placed in between Discussion and References. References: References should be cited in numerical order in the text, and listed in this order at the end of the paper. They should be shown in parenthesisin the text. All items in the Reference list should be cited in the text and, conversely, all references cited in the text must be presented in the list. Personal views and unpublished work cannot be shown as references. For references published in journals: Kaufman DM, Mann KV, Miujtjens AMM, Van der Vleuten CPM. A comparison of Standard setting procedures for an OSCE in undergraduate medical education.Academic Medicine. 2000;75:267-71. If the reference is a chapter from a book: Emmerson BT. Gout and renal disease. In: Massry SG, Glassock RJ (Editors). Textbook of Nephrology. 1st Edition, Baltimore: Williams and Wilkins, 1989: 756-760. If the reference is a book: Ozcan R. Cardiovascular diseases. 1st edition, Istanbul: Sanal Publishing, 2003: 185-194. If the reference is a thesis: Zararsiz İ. Investigation of toxic effects of formaldehyde on prefrontal areas in rat cortex immunohistochemically and the effect of this impact of omega-3 fatty acids. Ph.D. thesis, Elazig: Firat University, Medical School, Department of Anatomy, 2003. If the reference is an internet address: Wilson AT. Environmental pollution and breast cancer..http://www.who.int/en/ 29.05.2002. Internet addresses of non-profit organizations, governments, national and international scientific boards and associations can be cited as reference. Date of web access should be indicated. Tables and Figures: All constructions, graphics, pictures, micrograph and radiograph are accepted as figures. Each figure requires title and should be numbered in the order of their mention in the text. Figures (tables, constructions, pictures) should be numbered as in Rome numerals at the end of the sentences in a parenthesis. Footnotes of the figures should be type-written in separate page. Pictures should have high resolution and should be sent as JPEG formation. 12. Case Presentations: Case reports should not be more than 3 pages and should have less reference and figures as possible as. Abstract should not be more than 100 words. 13. Reviews: Reviews should be placed in each volume but in a limited manner. Academic position of the reviewer and at least two citations to own self articles in the review should be paid attention. Reviews should include title, title in English, abstract in English, subtitles in the text and references. Table, graphic, figure or picture should be arranged as abovementioned. Editorial board has right to consider the manuscript among these principles. 14. Letter to Editor: Opinions, critiques, additional information about previous publications, or experiences, point of views in other issues should be written to editor. These writings should not be more than 500 words and should be in ethical frame. Publication year of the journal, volume, number of the pages, title of the article and names of the authors should be expressed if the letter is about publicated issues. The references should be expressed in abovementioned rules if the letter is about own self experience or opinion. 15. Preliminary pressed article will be send to corresponding author and have to be returned in three days after checking. Mustafa Kemal Üniv.Tıp Derg, Cilt 5, Sayı 19, Yıl 2014
© Copyright 2024 Paperzz