Tatar Nesrinde Çevre ve Ahlak İlişkisi Doç. Dr. Ramilya YARULLİNA YILDIRIM Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu, Adıyaman Üniversitesi, Türkiye Özet Tatar Halk Edebiyatında, atasözleri ve deyimlerde sıkça karşımıza çıkan çevre ve ahlak ilişkisi motifi, Tatar Edebiyatının tüm dönemlerinde mevcut olup, farklı dönemlerinde farklı bakış açısıyla ele alınmıştır. Bu bildiride İslam medeniyeti dairesi içerisinde bulunan Eski Tatar Edebiyatında ahlak meselesine yaklaşım kısaca değerlendirilecektir. Maarif fikirlerinin sıklıkla işlendiği XIX. yy. romanlarında çevre ve ahlak ilişkisi, aile terbiyesi ve okul eğitimine dair konular ele alınacaktır. Zamanla gelişen bilim anlayışı ve teknoloji sayesinde klasik sınırların yıkılıp doğal sınırların değişmesi, dolayısıyla ülkemizdeki hızla sanayileşmenin insan ahlakına ve doğaya getirdiği zararlar hakkında bilgiler sunulacaktır. 1960’lı yıllarda toplumda ortaya çıkan bu problemin, yazarlar tarafından hangi yöntemlerle açıklandığı üzerinde durulacaktır. Çağdaş yazarlardan Fevziye Beyremova’nın “Orman Alanı” ve Nebire Gimatdinova’nın “Geyik” öyküleri örneğinde dış çevre (doğa), iç çevre (düşünce) ve ahlak (İnsanın insanlarla, toplumla ve doğa ile ilişkisi) gibi meselelerin yansıtılma özellikleri incelenecektir. Anahtar kelimeler: Tatar nesri, çevre, ahlak, yöntem. The Relation between Environment and Morality in Tatar Prose Doç. Dr. Ramilya YARULLİNA YILDIRIM Tourism and Hotel Management School, Adıyaman University, Turkey Abstract The concept of environmental morality expressed many times in proverbs and idioms has been used in all the periods of Tatar literature though from different perspectives in each period. This paper aims to explore the morality in Old Tatar Literature based on the Islam civilization. To do so, the relation between environment and morality, family training and formal training in the novels of the 19th century, in which the notions of education were frequently handled, will be explained. This paper reveals how scientific and technological developments have broken the conventional limits and changed the natural boundaries. It discusses the harmful effects of the rapid industrialization on human morality and on natural environment. This study shows which methods the writers of the period employed to deal with this problem emerging in the 1960s. The stories “Orman Alanı” by Fevziye Beyremova and “Geyik” by Nebire Gimatdinova will be examined to manifest the relations of the physical environment (nature), inner world (emotions and thoughts) and morality (the quality of being in accord with society and nature) with each other. Keywords: Tatar prose, environment, morality, method. Yazışmadan Sorumlu Yazar: Adres: Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu Adıyaman Üniversitesi, 02040, Adıyaman TÜRKİYE. E-mail adresi: [email protected], Telefon: +904162233800 Corresponding Author: Address: Tourism and Hotel Management School Adıyaman University, 02040 TURKEY. E-mail address: [email protected], Phone: +904162233800 R. YARULLİNA YILDIRIM / ISEM2014 Adıyaman - TÜRKİYE 1. Giriş Edebiyat ve folklorun pek çok özelliğinin yanı sıra insanı ahlaki yönden terbiye etme özelliği de bulunmaktadır. Pek çok yazar ve şair eserlerinde bize başkalarının tasa ve sevinçlerini, halet-i ruhiyesini anlamayı, insaflı ve adil olmayı öğretir. Bu hususlar büyüklerimiz tarafından da oldukça önemsenmiş ve değer verilmiştir. Meşhur Rus bilim adamı S.Ojegov ’’Rus dili sözlüğü” kitabında ahlak kelimesini ‘’Davranış kuralları, insana toplumda gerekli olan ruhi ve iç sıfatlar ve onların davranışlarda gerçekleşmesi,’’[1] şeklinde tanımlamaktadır. Ahlak; öncelikle insana ve bireye ait bir kavramdır. Fakat bireylerin ahlakı toplumların ahlakı kavramını ortaya çıkarmaktadır. Bu kavram içerisinde edepli, şefkatli, mütevazi olma gibi sıfatlar bulunmaktadır. İnsanlık tarihinde, küçük kabileler bile insanların davranışlarını ve sosyal bağlarını düzenlemek amacıyla kurallar ortaya koymuştur. Düzenli bir şekilde büyükler çocuklarına nasıl davranacağı hakkında yol göstermişlerdir. Her halk, genelde kendi geliştirdiği kurallara uymuştur. 2. Yöntem ve Kuram Öncelikle X. Yüzyıldan günümüze kadar olan edebi süreç içerisinde, çevre ve ahlak meselesi belli periyotlar halinde ele alınmıştır. Bu periyodik dönemlerin sosyolojik olguları ve bu olguların çevre ve ahlak ilişkisine yansıyışı, edebi eserler örneğinde açıklanmıştır. İnsanın doğal çevreye sorumsuz davranışını açıklarken, eko eleştiri kuramı kullanmıştır. Toplumbilimsel eleştiri kuramı aracığıyla edebi eserlerdeki olayların sebep ve sonuç ilişkisi açıklanmıştır. Eser kahramanının ruh dünyasını, duygu ve düşüncelerini incelerken psikolojizm kuramına dayanılmıştır. 3. Tartışma X. yy. başlarında (921-922 yıllarında) İdil boyu Bulgar devletinde yaşayan dedelerimiz, İslam Dinini kabul etmiştir. İslam dini esasları, insanın iç ve dış davranışlarının kemale ermesine yönelmiştir. Yakınlarına, çevresine ve doğaya karşı davranışlarda merhamet ve temizlik gibi güzel sıfatlar telkin etmiştir. İslam edebinin, esas temellerinden biri olan ahlak, millet gücünün temeli olarak kabul edilmektedir. İslam medeniyetine dayanan Eski Tatar Edebiyatı göz önüne alındığında, Bulgar dönemi Edebiyatı şairi Kul Ali’nin Kıssa-i Yusuf, Altın ordu dönemi şairi Seyif Sarayi’nin Gülistan bit Türki, Kazan Hanlığı Şairi Muhammed Yar’ın manzumelerinde, ahlak kavramını açıklamaya geniş yer verilmiştir. Mesela; Kul Ali, eserinin baş kahramanı Yusuf’un davranışları aracılığıyla öncelikle insanın iç ahlakı, iç dünyası, düşünceleri ve eğitimi hakkında bilgiler verip, buna bağlı olarak da dış ahlakı şekillendirmeyi amaçlamıştır. İç güzellik altında anlaşılan Allah’a sadakat, selim akıl, sabırlı olmak, yetmiş iki dil bilme gibi güzel sıfatlar, kahramanın dış güzelliğine yansımıştır. Yusuf’un dış ahlakı, farklı insanlar ve kardeşleri ile davranışlarına, padişah olduktan sonrada toplumla münasebetine yansımaktadır. Kul Ali’nin fikrine göre devletin; adalet, sadakat, 347 R. YARULLİNA YILDIRIM / ISEM2014 Adıyaman - TÜRKİYE dürüstlük, hakikat, şefkat gibi güzel hasletleri olan Yusuf gibi mükemmel zatlar tarafından idare edilmesi gerekmektedir. Sadi’nin meşhur Gülistan eserine nazire olarak yazılan, Seyif Sarayı’nın Gülistan bit Türki’si, nazımla yazılmış olup, pedagojik formasyonda insanın toplumdaki davranışlarını, ahlaki kurallarını anlatan kıymetli bir eserdir. Şairin hikâyeleri arasında hala güncelliğini kaybetmeyen çok sayıda nasihat ve hikmetlerle karşılaşırız. Mesela;’’O iş, kim gönlünü rencide ederse, sen onu yapma, başkaları yapsın. Cihana gelmişsen iyilik yap, kötü işleri, kötülere bırak” veya “İki insan dünyadan dert ve pişmanlıkla gider. Biri kazanıp da yemeyen, bilip de yapmayan’’.[2] Muhamed Yar, devletin bütünlüğü ve güvenirliğini koruma üzerine düşünmüş ve kendi eserlerinde, hayatın zaruri ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışmıştır. Büyük üstadları Yusuf Balasagunlu, Kul Ali ve Kutb gibi Muhammed Yar da, ülkenin güvenirliğini, mutluluğunu, marifetli ve adil hükümdara bağlamış. O’na göre,’’Padişah adil idare ederse, ülke ve ulusa özgürlük ve rahatlık gelir, hatta kurt ile koyun beraber su içer. Ördekle atmaca beraber uçar.’’ Muhammed Yar, ideal hükümdar imajını ayrıca Nuşirevan hakkındaki hikâyesinde canlandırmıştır. Şair fikrine göre bu hayat, iyilik ve hizmet etme yeridir, ’’İn’am ve ihsan yeridir bu cihan.’’ Bu nedenle; insanlar kendi ömürlerini sadece iyilik ve sevap alınacak işlerde geçirmelidir. XIX. yy.ın ikinci yarısında, Tatarlar arasında maarif hareketinin güçlendiği yıllarda eserler veren yazarlar, insan ahlakını maarif fikirleriyle, yani mektep, medrese eğitimi ve aile terbiyesiyle sıkı bağlantı içerisinde yansıtmışlardır. Mesela; Miftahetdin Akmulla ‘’İlim insanın içini temizler,’’diyor. Kayum Nasıyri’nin vaaz ve nasihatleri, insanı edep ve ahlaklı olmaya çağırıyor, toplum için afete dönüşen ruhi ve ahlaki çöküşü uyarıyor. Örneğin,”Daha dört şey vardır ki, insan onu ifrata kaçarsa helak olur. Önce; kadınla uğraşırsa insan helak olur. Yine kötülük peşinden koşarsa insan helak olur. Kumar oynarsa helak olur. Bir de alkol alırsa helak olmadan kurtulamaz”. [2] XIX yy.ın son çeyreğinde, içtimai, tarihi, medeni olaylar ve maarif hareketi etkisinde Tatar edebiyatı değişime uğrar, yeni motiflerle zenginleşir. Eserlerde insan imajı gerçek hayatla sıkı bir bağlantı içerisinde yer alır, yani doğal insan imajı ortaya çıkar. Toplum hayatının mutluluğu ve ilerlemesi eğitime, ahlaki sıfatlara, terbiyeye ve çevre etkilerine bağlı algılanır. Yazarın ideali, eğitimli ve edepli kahramana yansıtılır. O kahraman, bireyin özgürlüğünü savunan, millet menfaatini düşünen şahıs olarak canlandırılır. Bu tip kahramanın ilk örneğini Miftahetdin Akmulla “Hisametdin Molla” adlı romanında vermiştir. Türkiye’de eğitim gören, Doğu ve Batı medeniyetine hâkim olan Hisametdin Molla, yeni tip milli kahraman olarak göz önüne getirilmiştir. Dini ve dünyevi ilimleri savunan Hisametdin Molla, millet gelişiminin ilerlemesi için, insan gönlündeki milli bilincin uyandırılması gerektiğini savunmaktadır. Bu fikrini gerçekleştirmek amacıyla, arkadaşlarıyla Kırım’dan kitaplar getirir ve onları köylere kadar dağıtır. O, birey özgürlüğünü ve bilhassa kadın özgürlüğünü savunur. Bu dönem eserlerinde, ailede terbiyenin, mektep ve medreselerde eğitim işinin nasıl olması gerektiğine dikkat çekilir. İnsanın gelişmesinde çevre etkisinin büyük önem taşıdığı meselesi, 348 R. YARULLİNA YILDIRIM / ISEM2014 Adıyaman - TÜRKİYE Zakir Hadi ve Ayaz İshaki romanlarında da ele alınmıştır. Ayaz İshaki’nin “Zenginin Oğlu” romanındaki Kerim, ailesinden kötü terbiye alır, medresede yetersiz eğitim görür ve ahlaksız biri olarak yetişir. Ailesine ve topluma zararlı şahıs olarak ömrünü boşa geçirir. Yakınlarına dert ve beladan başka hiçbir şey vermeden genç yaşta hayata veda eder. XIX. yy.ın sonunda yazılan ve maarif fikirlerini savunan bu tür eserler maarif realizmi diye adlandırılan metot-yöntem kısalarında ele alınmıştır. Birinci ve İkinci dünya savaşlarından zarar gören ülkenin ekonomisini toparlamak amacıyla, Sovyet Edebiyatında propaganda tarzında eserler yazılmıştır. Ülke sanayisinin ilerlemesinde çok sayıda kimya ve teknoloji fabrikası inşa edilmesi sevinçle karşılanmış ve üretim konusunu ele alan çok sayıda eserler yazılmaya başlanmıştır. İbrahim Gazi’nin “Sıradan İnsanlar”, Arif Ahunov’un “Hazine”, “Sahipler”, Eduard Kasımov’un “Havalarda Turgay” vs. eserlerde kırsal kesimin ekonomik durumu, dünkü çiftçinin bugün işçi olması, insan morali, ahlakı, namusu gibi konular üzerinde durulmuştur. Sosyal gerçekçilik metodu taleplerine göre toplum ve toplumdaki değişimler kusursuz şekilde yansıtılmıştır. Fakat yeni inşaatlar için ormanlar kesilmiş, doğa insanın etkisinde kalmıştır. Çok bekletmeden, bunun olumsuz sonuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Mesela, sanayi merkezlerinden sayılan Tataristan topraklarında, petrol üretilmesinden dolayı nehirler kirlenmiş, topraklar zarar görmüştür. Çok sayıda ormanların kesilmesi sonucunda doğal hayatta yaşayan canlılar telef olmuş, kimyasal atıklı suları içen insanlar zehirlenerek ölmüştür. Doğanın kirlenmesi, insan sağlığına, insanlığa ve gelecek nesillere zarar vermeye başlamıştır. Bu ekolojik problem yanında, milli ve ahlaki afetler de ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliğinin farklı yerlerinden sanayiye işçi olarak getirilen farklı milletten insanlarla beraber, alkol alışkanlığı gibi bir alışkanlık da ortaya çıkmıştır. O günün şartlarına göre, az olsa da İslami esaslara saygı duyan Tatar milleti, ruhi çöküntü yaşamaya başlamıştır. Bunların dışında, Tatarların farklı dine sahip insanlarla evliliği sonucunda milli dil, milli bilinç, güzel ahlak gibi sıfatlar kaybolmaya başlamıştır. Bu problemlere tarafsız kalmayan Tatar yazarları, keskin kalemleri ile bu olumsuzlukları dile getirmişlerdir. Tatar milletini, Tataristan halkını doğaya zarar vermeden, ahlaki çöküntünün sonlandırılması için uyarmaya çalışmışlardır. Mostay Kerim’in “Uzun Uzak Çocukluk”, Ömer Beşirov’un “Doğduğum Yer-Yeşil Beşik”, Ehsen Bayanov’un “Seyahatname”, “Ateş ve Su”, “Ses – Doğanın Hediyesi” ve başka eserlerde insan ve doğa ilişkisi, doğayı koruma meselesi ayrıntılı bir şekilde işlenmiştir. Yazarlar sanayinin ilerlemesi ile suların kirlenmesini, insanların doğaya karşı acımasız davranışlarını, köylerin, örf ve adetlerin kaybolmasını can acısıyla tasvir etmişlerdir. Bu tür eserlerde tenkidi realizm metodu kullanılmıştır. Yenilik dönemi diye adlandırılan son yıllar Tatar Edebiyatı’nda, çevre ve ahlak ilişkisi meselesi güncelliğini kaybetmedi, yeni yöntem ve tasvirler aracılığı ile tekrar gündeme getirildi. Son yıllardaki düşünce özgürlüğü çerçevesinde yazarlar, romantik, sembolik ve mitolojik yöntemler aracılığı ile özgün eserler yarattılar. Onların arasından Tatar kadın yazarları Fevziye Beyremova’nın “Orman Alanı” ve Nebire Gimatdinova’nın “Geyik” ismindeki öyküleri örneğinde, bu geleneksel problemin yansıtılma özelliklerine dikkat çekeceğiz. 349 R. YARULLİNA YILDIRIM / ISEM2014 Adıyaman - TÜRKİYE Çağdaş Tatar nesrinde özgün bir kaleme sahip olan F.Beyremova eserlerini, lirizm ve pisokoloji ile işlemesi, bilhassa Tatar kadınının iç dünyası ve psikolojisini usta bir şekilde ele alması ile dikkat çekmektedir. Yazarın Orman Alanı öyküsünde çevrenin insan hayatında, iç dünyasında ne kadar etkili olduğu vurgulanmıştır. Eserin baş kahramanı Alsu, şehirde büyüyen, duygusal, kendi içine kapanık, romantik tabiatlı bir kızdır. Kendini bildiğinden beri bir olayı sayıklar: Çok zor anlarda gönlündeki ak dumanlarda kaybolur, durmadan çiçekli orman alanı boyunca koşar, yalçın kaya boyundaki uçuruma yaklaşır, alttaki beyaz duman içerisine kendini atar ve rahatlar. Bu durumu, Alsu rüyalarında sık sık görür. Bundan dolayı, köye geldiğinde çiçekli, böcekli orman alanında çıplak ayakla koşmaya başlar, çiçek ve böceklerle konuşur, adeta canı ve ruhu uçmaya başlar. Bu orman alanı, Alsu’nun tuhaf ve karmaşık gönlüne huzur ve rahatlık veren tek yerdir. Öyküde olaylar köyde ve şehirde gerçekleşir. Doğa ile içi içe yaşayan köy insanının, doğayla ilişkisinde onun kişiliği ortaya çıkmaktadır. Alsu ormanda kaybolup gezerken, Almaz’la karşılaşır ve O’nu da kendisi gibi doğa çocuğu olarak kabul eder. Almaz, kızda aşk duygusunun uyanmasına, dünyaya bakış açısının değişmesine neden olup, O’nda yaşama umudu uyandırır. Fakat zor hayat şartları Almaz’ı da değiştirir, babasının zamansız ölümünden dolayı çok genç yaşta traktör sürmeye başlayan delikanlı başkaları gibi kabalaşır, doğa güzelliğini korumak düşüncesinden uzaklaşır. Almaz tarafından Alsu’nun çok sevdiği ve değer verdiği orman alanının sürülmesi, Alsu’da insanlara olan son ümidi de kaybettirir. Tekrar şehre dönen Alsu, üniversitede ve iş hayatında toplum tarafından dışlanır ve yalnızlıkta, kendi hayal dünyasında yaşamasına devam eder. O’nun canı gerçek dünya (şehir hayatı, sevmediği insanla evlilik) ile hayali (orman alanında durmadan koşmak) arasında çırpınır, uykulu uyanık durumunda yaşar, bu çırpınma O’nu psikolojik koma haline getirir. Hastalığından başka bir insan olarak uyanan ve yaşamının anlamsızlığını anlayan Alsu, geçmiş hayatını geride bırakır ve orman yanındaki bir köyde öğretmen olarak çalışmaya başlar. Burada ilk defa faydalı ve dürüst yolda olduğunu anlar, insanların iyiliğini görüp onların önünde eğilmek ister. Öyküde, bir taraftan toplumun hızlı bir şekilde gelişmesi sayesinde, fen ve teknolojideki ilerlemenin getirdiği kazalar, ahlaki ve ekolojik afetler tasvir edilmiş, öbür taraftan bu afetlerin insanın ruhi dünyasına getirdiği zararlar psikolojik yönden incelenmiştir. Alsu’nun gönlündeki psikolojik çatışma okuru eserin sonuna kadar sürüklemektedir. Öyküde hassas ve duygusal, güzelliği ve doğayı seven kızın yalnızlığı ve çaresizliği öne çıkarılmıştır. ’’Benim canım hasta, bu yalnızlık hastalığı, bu kişiliksizlik hastalığı…Milyonlarca insan arasında yaşayıp da canımı anlayan biriyle karşılaşmamak ve karşılaşmayacağımı anlamak, kendimi ebedi yalnızlığa mecbur etmek, beni insanlardan uzaklaştırmaktadır,’’ diye üzülmekte Alsu. Doğada kendisine huzur bulan, doğa dilini anlamaya çalışan şehir kızının, köy insanları tarafından aşağılanmasında, köy insanlarının acımasızlığını ve güzelliğe tarafsızlığını görmekteyiz. Bu tür güçlü insanlar, Alsu gibi yalnız olanları kendileri gibi olmaya mecbur etmek ister, fakat Alsu’nun gönlündeki güzel düşünceleri kirletemezler. O hayatta kendi yolunu bulmaya çalışır. Öyküde, toplumun hayat koşullarının insanı değiştirmesi, Alsu’nun annesi Reyhan hanım ve Almaz’ın kaderi örneğinde verilmiştir. Alsu’nun büyük annesi, Reyhan Hanım’ın soğuk karaktere sahip olmasının nedenini hayat şartlarının zor olmasına, hayatı tek 350 R. YARULLİNA YILDIRIM / ISEM2014 Adıyaman - TÜRKİYE başına sürdürmesine bağlar, ondan dolayı, duygusal kızının soğuk kanlı iş kadınına dönüşmek zorunda kaldığını söyler. Şehirde televizyonda yönetici olarak çalışan Reyhan Hanım, iş ortamına uymak için, kendi benliğinden vazgeçer, Tatarlığını gizler, misafirleriyle müzik ve sanat gibi entelektüel konularda sohbet eder. Kızı Alsu’yu da, şimdi akıl zamanı diye, yabancı dillerde konuşmasına, piyano çalmasına mecbur eder. Yani çevresi etkisinde kendi benliğini değiştirmek zorunda kalan Reyhan Hanım, kızı Alsu’yu da zamana uydurmaya çalışır. Eserde yazar dikkatini kahramanının dış hareketlerine değil, belki onun karmaşık iç dünyasına, psikolojisindeki değişikliklere yönlendirmiştir. Sanatsal yönden güzel olan bu öyküde, Alsu imajını açmakta, onun bakışı ile başka olayları değerlendirmede lirizm, psikoloji ve ekspressiyonizm başarılı bir şekilde kullanılmıştır. Ekspressiyonistik akım aracılığı ile Alsu’nun duyguları güçlendirilmiş, en yüksek noktaya ulaştırılarak etkileyici ve abartılı bir şekilde tasvir edilmiştir. İnsanlardan uzaklaşma, kendi içine kapanma ve sayıklamaları, O’nun hastalığına neden olmuştur. Hastalıktan iyileşme süreci, ümit ve ümitsizlik, yaşam ve ölüm arasındaki çatışma şeklinde verilmiştir. Öyküde; Alsu’nun hayalinde sık kullanılan simgeler, O’nun gerçek hayatına işaret etmektedir. Mesela; orman alanı birkaç anlamda Alsu’nun gönül dünyası, doğadaki güzellik ve felsefi anlamda insan hayatı anlamında verilmiştir. Uçurum simge olarak hayatın sonu, ölüm, kaygı ve dert anlamında; köprü simge olarak güven, ümit ve aşk anlamlarında kullanılmıştır. Son yıllar nesrinde, şahsi (özel) yazı tarzını oluşturan başka bir kadın yazar Nebire Gimantdinova’nın “Geyik” (1996) öyküsünde, çevre ve ahlak meselesini daha da etkili bir şekilde mitolojik unsurlarla ele alması önemlidir. N. Gimantdinova eserlerinin özelliği gerçek olayları geçmişe, göze gözükmeyen bugünkü problemlerin nedenini büyüye, farklı inançlara bağlamaktadır. Yazar; insanın doğa ile ilişkisini, insanın doğasız güzel hayat sürdüremeyeceğini, tabiat anadan ayrılan canların kurumasını, o kurumuş canların sadece doğa gücüyle tedavi edilebileceğini mitolojik motiflerle değişik bir şekilde anlatmıştır. “Geyik” eserinde anlatıldığına göre, Hucalar (Sahibler) dağındaki Karakuş öldürüldüğünden, güçlü ve şanlı Timerkük neslinin erkekleri yedi kuşağa kadar cezalandırılmıştır. Lanetlenen ailenin erkekleri hastalıklarının nedenini bilemeden erken yaşta ölüyorlarmış. Bugün sıra Rıskol’da, O kendi cenazesi için tahtalar hazırlama işine girişmiş. Dürüst ve namuslu yaşam sürdüren Rıskol’u ölüm hakkındaki düşüncelerinden Akçeç, çok güzel bir Geyiğe dönüşerek vazgeçirmek ister. Tanrıya tapınıp yaşayan Suzgın teyzenin torunu Akçeç, birazdan farklı büyüler yardımıyla Rıskol’u fizik ve ruhi yönden iyileştirir. Hastalığının geri dönmemesi için, O’na eline bundan sonra hiçbir zaman tüfek almamak, orman canavarlarını öldürmemek şartı koyar:”Atma geyik-canavarlara! İlk öldürdüğün canavarın ahı tutar da tüm hastalıkların vücuduna yeniden döner”, diyor. Fakat birkaç dakikalık gönül rahatlığı için, Rıskol son defa tekrar ava gider. Bundan haberi olan Akçeç yeniden Geyiğe dönüşüp karşısına çıkar. Kız, kendisini kurban ederek, Rıskol’u canavar ahından kurtarır ve yeniden, O’nun gönül gözünü açar. Geyik-Akçeç’in ölümü Rıskol’un ruhi değişimine, yaşamındaki vahşilik döneminin sona ermesine, ruhi sınavlar aracılığıyla kişilik sıfatlarının üstün çıkmasına, yaşama farklı bakışla bakmasına neden olur. 351 R. YARULLİNA YILDIRIM / ISEM2014 Adıyaman - TÜRKİYE Eserdeki kahramanlar dini inançlarına ve doğaya bakışlarına göre ikiye ayrılmıştır: İnsanların doğaya, bilhassa hayvanlara tüketici tarzda yaklaşması, tanrıcılık dini mensubu Suzgın teyze ile Akçeç’in doğayı korumakta olduklarını görmekteyiz. Yazar, Suzgın teyze ile torunu Akçeç’in yaşam tarzını ve tabiata, insanlara olan bakışlarını ayrıntılı bir şekilde tasvir etmeye daha çok yer vermiştir. Suzgın teyze Tanrıya, Güneşe tapınmakta, insanları “canavar kanının içiyorsunuz” diye lanetlemektedir. Torunu Akçeç’i de insanlardan uzaklaştırmış, orman içinde yalnız hayat sürdürmeye alıştırmıştır. Hayvanlar arasında huzurlu yaşayan Akçeç, hayvanlar için hazırlanan tuzakları toplar, kendisine erkekleri dokundurtmaz, Gök Tanrısı’ndan korkar. İnsanlara ait olan aşk ve sevgi duygusunu tamamen kaybetmeyen Akçeç, gizli şekilde Rıskol’u sever. Rüyalarında Suzgın teyzenin yasaklarına, “İnsanları tedavi edersen kendin ölürsün” diyen uyarılarına rağmen, farklı büyüler, yılan yağlarıyla Rıskol’u iyileştirir. Adamın kendisine âşık olması, hayranlıkla bakması için Tanrıdan güzel boynuzlu zarif Geyiğe dönüşebilmesini ister. Akçeç, sevdiği insanın doğaya zarar vermesini tamamen durdurmak ve sağlıklı yaşam sürdürebilmesi için kendisi için ölümü bile göz önüne alan güçlü bir karaktere sahiptir. İnsanların kendi aralarındaki ilişkisi, köyün mollasında net bir şekilde görülmektedir. Menfaat için zamana ayak uyduran, önce partideyken cami minaresini kesen, ülkedeki ideoloji değiştikten sonra din yoluna dönen köy mollası, Suzgın teyzenin cenazesine katılmaz, mezarlığa defnedilmesine izin vermez, çirkin sözlerle aşağılar. Bunun yanlış davranış olduğunu anlayan bazı insanların da, tarafsızlık göstermesinin insani yönden yanlış olduğu anlaşılmaktadır. N.Gimatdinova bu eserde insan ve doğa; insan ve toplum ilişkisini etkili ve başarılı bir şekilde yansıtmak amacıyla Geyik, Karakuş, Hucalar (Sahipler) dağı gibi mitolojik unsurlar kullanmıştır. Geyik dünya mitolojisinde çok farklı anlamlar taşıyan unsurdur. Amerika Kızılderilileri ve bazı başka halklara göre, geyiğin çok yönlü (damarlı) boynuzu güneş ışıklarını, uzun ömür ve yeniden dünyaya gelmeyi, sonunda hayat ağacını yansıtmaktadır. [3] Geyiğin sadece boynuzunu değil, kendisini de kutsallaştırmak eski Türklerde (“Ural batır”, “Eyne Menen Gayne” rivayetlerinde) ve dünya mitolojisinde de (dişi geyik av tanrıçalarının yoldaşı olarak düşünülmektedir) karşımıza çıkmaktadır. Gençlerin sınav ayinlerinde geyik kadın cinsinin başlangıcı olarak sayılmaktadır. Bunun dışında, geyik belli bir boy ve kabilenin başlangıcı olan totem olarak görülmektedir. [3] Altay halklarında atları defnederken onlara büyük boynuzlu geyik maskesi giydiriyorlarmış. Zira eski Yakut, Aleut, Nanay kabilelerinin mitolojisinde geyik ruhun öbür dünyaya geçmesinde yardımcı rolünde algılanılmış. Avrupa mitolojisinde geyik avlayan insan masalsı dünyaya geçer veya ölürmüş. Demek ki, genel olarak dünya mitolojisinde geyik insanların yaşadığı sadece “ortalık”taki dünyayı değil, belki de “yukarı” dünyayı da simgeleyen [4], iki dünya arasında duran aracı zat olarak düşünülmüştür. Hrıstiyan ikonalarında toynakları ile Yılana basan geyik kötülükleri yok etmenin simgesidir. [3] N. Gimatdinova’nın “Geyik” öyküsünde Geyik birkaç anlam taşımaktadır. Burada ilk olarak mitoloji aracılığıyla, Geyik ve Rıskol arasındaki münasebetle her insanda bulunan kötülükleri yok etme, yeniden doğma, iyileşme ve uzun yaşam sürdürme motifi işlenmiştir. İkinci olarak, yazar geyiği kadın cinsinin başlangıcı olarak görüp anlamı genişleterek, geyik imajı aracılığıyla her kadında olması gereken güzel sıfatlarını kutsallaştırmıştır. Üçüncü olarak, iki dünyayı bir birine bağlayan, ölülerin ruhunun öbür dünyaya geçmesine yardımcı olan geyik imajına yazar 352 R. YARULLİNA YILDIRIM / ISEM2014 Adıyaman - TÜRKİYE N.Gimatdinova başka bir anlam yüklemiştir: Geyik-Akçeç, Rıskol’u ölümden kurtarıcı ve bu dünyaya yeniden dönmesine yardımcı rolündedir. Öyküde başka bir mitolojik imaj olan Hucalar (Sahipler) dağı, kendi mitolojik gücü ile yansıtılmıştır. Yukarıya çıkması çok zor olduğundan dolayı, bu dağa mitolojik kahramanlar gibi sadece doğadan korkmayan Suzgın teyze ile Akçeç’in çıkabildiği dağ olarak, gizemli bir yer sıfatı verilmiştir. Eserde dağ, hem tapınma hem de dağa çıkarak insanın ruhi yönden kâmilleşme, temizlenme yeri (mesela, Akçeç’in yardımıyla dağa çıkan Rıskol tüm hastalıklarından ve kötü düşüncelerinden kurtulur) olarak gösterilmiştir. Timerkük neslini ölüme mecbur eden Karakuş Türk mitolojisinde ruh olarak bilinir. Boyların ortaya çıkması da bu kuşa bağlı olarak anlatılmaktadır. Geyik büyüklüğündeki Karakuşu avlayan insanın, halk arasında yedi nesli mutlu olurmuş inancı mevcuttur. Bu inanç, Tatarların insan büyüklüğündeki Karakuşu (veya Homay kuşunu) gören insanın, yedi kuşak torunları mutlu olacak inancına denk gelmektedir. [3] Öyküde,yazar N.Gimantinova bu simgeye başka anlam katmıştır: Karakuşu avlayan neslin yedi kuşağına kuşun laneti dokunacağını belirtmiştir. N.Gimatdinova’nın “Geyik” öyküsünde insanın doğaya bakışı ve ruh dünyalarındaki iç çatışmayı psikolojik incelikle ele almıştır. Yazar, mitolojik arkaikleri öz anlamlarından uzaklaştırmadan, onları zamana göre yeni anlamlar ekleyerek başarılı bir şekilde kullanmıştır. N.Gimandinova bu eseriyle vahşi ve zalim insanı ruhi yönden uyandırmaya, kendi aslına, tabiat dünyasına dönmeye, ruhi temizlenmeye, çevresine insaflı olmaya davet etmiştir. 4. Sonuç Bir kavmin edebiyatı nasıl bir şekilde olursa, Ahlakı da o şekilde olur, diye yazmış yüzyıl önce Tatarın meşhur din adamı Rıza Fahretdin. Tatar milli medeniyeti, edebiyatı ve sanatının ana kaynağı, Tatar köyleri, bu köylerde yetişen sanatçılardır. Doğa ile iç içe yaşayan köy insanı, şehir insanından sahip olduğu huy ve karakterle ayrılmaktadır. Son yıllarda Tataristan Cumhuriyeti çapında kaybolmaya yüz tutan en kutsal ahlaki ve ruhi değerlerimizi kalkındırmak, Toprak anaya hürmet ve saygı duygularını uyandırmak, kişiliğin ekolojik afet karşısında olduğunu uyarmak yolunda farklı programlar gerçekleştirilmektedir. Ahlaki ve ekolojik eğitim ve terbiye vermede edebi eserlerin büyük önemini anlayan yazarlarınız, doğayı, çevreyi, ruhi yönden sağlıklı olan insanlık dünyasını ve dilini korumak amacıyla eserlerinde farklı etkileyici yöntemler kullanmaya çalışmaktadır. Doğayı korumak insanlığın maddi yaşayışını korumak için de şarttır. Tabiata sadece tüketici olarak davranmak insanı ruhi yönden zayıflatmaktadır, zira insan maddi olmaktan ziyade manevi bir varlıktır. Doğayı ve çevreyi korumak, milletimizi, ana dilimizi, örf ve adetlerimizi, ruhi ve tarihi zenginliklerimizi korumakla da sıkı sıkıya bağlıdır. Zira ana dil, edebi ve tarihi miras aziz Vatanımızda, topraklarımızda ortaya çıkmıştır. Tatar halkının ruhi kökenlerini, eski dedelerimizin yaşam tarzını unutturmamak ve genç kuşakta, milletiyle gurur duyma duygusunu terbiyelemek, geleceğimiz için çok önemlidir. 353 R. YARULLİNA YILDIRIM / ISEM2014 Adıyaman - TÜRKİYE Kaynakça [1] Ojegov, Sergey. Slovar Russkogo yazıka, Moskva: İsdatelstvo “Sovetskaya Ensiklopediya”; 1970, s. 718. [2] Minnegulov, Hatip, Sadterdinov,Şeyhi. Urta gasır hem XIX yöz edebiyatı, Kazan:Megarif neşr; 1998, s. 66-73. [3] Urmançe, Fatih. Tatar Mifologiyese. Ensiklopedik Süzlek. T.1.Kazan:Tatar.kit.neşr.; 2008, s. 235-280. [4] Şemsutova, Alsu. N.Gıymatdinova icatında mifologik katlam, Milli Medeniyet jurnalı, 2006; 9: 29-32. [5] Beyremova, Fevziye. Bolın, Hezerge Tatar Prozası, T. XVII, Kazan: TaRİH; 2003, s. 169239. [6] Gimatdinova, Nebire. Bolan, Kırgıy:Povestlar, Kazan:Tatar.kit.neşr.; 1996, s. 122-141. 354
© Copyright 2024 Paperzz