ÖZET KİTABI I 16. ULUSAL ANATOMİ KONGRESİ 11-14 EYLÜL 2014 MALATYA, TÜRKİYE 11 Eylül 2014 Perşembe 08.30- 09.30: Kayıt 09.30- 10.30: Açılış töreni 10.30- 10.45: Kahve arası P01-P75 No’lu Posterlerin Sunum Günü Birinci Oturum Oturum Başkanları: Salih Murat AKKIN, Mustafa SARSILMAZ, Sacide KARAKAŞ 10.45- 11.15: Açılış Dersi; Duayen hocalarımızdan nasihat ve öneriler Doğan AKŞİT Alaittin ELHAN 11.15-11.30: K-1 Türk Yükseköğretime Güncel Bakış Sait BİLGİÇ 11.30-11.45: K-2 Gelişimsel ve erişkin insan beyin sapı atlasları ve gen ekspresyonları Gülgün ŞENGÜL 11.45-12.05: K-3 Hastalıkta ve sağlıkta ölüm bizi ayırana dek Emel ULUPINAR 12.05-12.30: Dijital Poster Sunumu (Mavi Salon, Turuncu Salon, Pembe Salon) 12.30-13.30: Öğle Yemeği İkinci Oturum Oturum Başkanları: H. Hamdi ÇELİK, Yakup GÜMÜŞALAN, Oğuz TAŞKINALP 13.30-14.00: K-4 Anatomi atlaslarındaki anatomik hatalar Ahmet SINAV II 14.00-14.15: K-5 Ulusal Çekirdek Eğitim Programı-2014 (Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimi) ve Anatomi Eğitiminde Kullanımı Ahmet SONGUR 14.15- 14.30: K-6 Farklı koşullarda muhafaza edilen kadavraların enfektif ajan barındırma durumlarını ne kadar biliyoruz? Kendimizi ne kadar koruyoruz? Zeliha KURTOĞLU 14.30-15.00: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)- Çay Kahve Molası Üçüncü Oturum Oturum Başkanları: Nihat EKİNCİ, Aysun UZ, Mehmet EMİRZEOĞLU 15.00-15.15: K-7 Tarihi, Kültürel Geçmişi ile Malatya Mehmet KARAGÖZ 15.15-15.30: K-8 Doçentlik sınavı öncesi ve sonrası yaşanan yayın ve değerlendirme sorunları Bayram Ufuk ŞAKUL 15.30-15.50: K-9 Michelangelo ve Leonardo Da Vinci’nin Başyapıtlarında Çığır Açan Anatomik yansımalar Behice DURGUN 15.50-16.10: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)-Çay kahve molası Dördüncü Oturum Oturum Başkanları: Nurettin OĞUZ, Mustafa DENİZ, Osman SULAK 16.10-16.30: K-10 Sıçan yavrusu hipoksik iskemik ensefalopati modelinde hippocampus’a fonksiyonel ve morfolojik yaklaşım Esat ADIGÜZEL III 16.30-17.00: S-01 Vena Portanın Dallanma Varyasyonlarının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi ile İncelenmesi Ulusoy M, Koplay M, Bolatlı G, Acar M, Zararsız İ S-02 Ankaferd Kan Stoperi adlı ilacın insan umblikal ven endotel kültürü (HUVEC) üzerine etkisi Nisari M, Ulger H, Torun Y, Özdemir MA, Kaya E S-03 Sıçan Ön Ekstremite Gelişimi Esnasında Ortaya Çıkan Kemik ve Kıkırdak Alanların İkili Boyama Yöntemi ile Tespiti ve Stereolojik Yöntemle Oranlarının Hesaplanması Öztürk M, Unur E, Acer N, Ertekin T, Çınar Ş, Meker M, Tahta Y 17.00- 20.00: Aslantepe- Battalgazi Gezisi 20.00: Açılış Yemeği IV 12 Eylül 2014 Cuma P76-P105 No’lu Posterlerin Sunum Günü Beşinci Oturum Oturum Başkanları: Engin ÇALGÜNER, Adnan ÖZTÜRK, Ahmet UZUN 08.30-09.30: S-04 Ductus Choledochus’un uzunluğunun anatomik ve radyolojik olarak tekrar değerlendirilmesi Kocabıyık N, İmre N, Güvenç İ, Gülşen M, Yıldız S, Ünlü A, Yazar F S-05 Yenidoğan Kadavralarında Cavitas Tympani, Cochlea Hacimlerinin ve Spiral Ganglionda Bulunan Nöronların Stereolojik Yöntemler Kullanılarak Tahmin Edilmesi Acer N, Kesici H, Unur E, Sönmez MF, Ertekin T, Arslan A, Bilgen M, Çoşkun A, Erkan M S-06 Aşil Tendonu İnsersiyosunun Anatomik Açıdan Araştırılması Gümüşalan Y, Üzel M, Tuğtağ B S-07 Anatomi Eğitiminde Kadavra Kullanımı ve Organ Bağışı Hakkında Üniversite Öğrencilerinin Görüşleri: Başkent Üniversitesi Örneği Öktem H, Özşahin E, Yıldırım RV, Kürkçüoğlu A, Yazıcı C, Pelin C S-08 Deneysel Epilepsi, Lamotrijin ve Fenitoin’in Yavru Sıçan Beyin Dokusu üzerine Nörotoksik Etkileri Soysal H, Doğan Z, Eşrefoğlu M, Türköz Y S-09 Arteria vertebralis dominansı değerlendirilmesi Karacan K, Karacan A, Acar B, Acar T ile foramen transversum arasındaki ilişkinin 09.30-09.45: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)- Çay Kahve Molası Altıncı Oturum Oturum Başkanları: Nedim ÜNAL, Ahmet USTA, Z. Aslı AKTAN İKİZ 09.45-10.45: S-10 Darkschewitsch Nükleusu: Üç-boyutlu Rekonstrüksiyon, Fotorealistik Görüntüleme, Morfometrik ve Volümetrik Değerlendirme Terim Kapakin KA, Kapakin S S-11 Yüz Nakli Sorgulanıyor!(Bilimsel Mi, Deneysel Mi?) Öztürk L, Boduç E, Görür İ S-12 Üç Boyutlu Multidedektör Bilgisayarlı Tomografide Orbita Ve Orbital Yapıların Morfometrik Analizi Turamanlar O, Acar T, Ünlü E, Gönül Y, Demirtaş İ, Songur A V S-13 Dizin Posterolateral Köşesine Ait Ayrıntılı Anatomik Bir Çalışma Elvan Ö, Kurtoğlu Z, Aktekin M S-14 Sulcus Posterolateralis Anatomisi ve Klinik Önemi Kirazlı Ö, Tatarlı N, Güçlü B, Ceylan D, Ziyal İ, Keleş E, Çavdar S S-15 Anatomi Eğitiminde Artırılmış Gerçeklik Kapakin S 10.45-11.00: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)- Çay Kahve Molası Yedinci Oturum PANEL 11.00-12.00: Kadavra Temini, İthalatı ve Bağışı Konuşmacılar: İbrahim Tekdemir, M. Ali Malas, Okan Bilge 12.00-13.30: Öğle Yemeği 13.30-18.30: DARENDE GEZİSİ 19.30: Akşam Yemeği VI 13 Eylül 2014 Cumartesi P106-P165 No’lu Posterlerin Sunum Günü Sekizinci Oturum Oturum Başkanları: Ahmet Kağan KARABULUT, Oğuz Aslan ÖZEN, Erdoğan UNUR 08.30-09.30: S-16 Yenidoğan kadavralarında karaciğer hacminin ve yüzey alanının stereolojik olarak hesaplanması Avnioğlu S, Unur E, Ülger H, Acer N, Çınar Ş, Sağıroğlu A S-17 Mobil cihazlardaki anatomi uygulamaları Sertel S, Meyvacı T S-18 Endoskopik Transsphenoidal Hipofiz Cerrahisinde Anatomik Landmarklar Uyğun S, Berker M S-19 Bebek Kadavralarında Posterior Kranial Fossadaki Kranial Sinirlere Ait Olan Dural Açıklıkların Morfometrisinin Değerlendirilmesi Özdoğmuş Ö, Şaban E, Özkan M, Yıldız SD, Verimli U, Çakmak Ö, Arifoğlu Y, Şehirli ÜS S-20 Kronik Agomelatin Uygulamasının Dorsal Hippokampal Nöron Sayıları Üzerindeki Etkileri Söztutar E, Can ÖD, Demir Özkay Ü, Üçel Uİ, Ulupınar E S-21 İntrahepatik safra yollarının anatomik varyasyonları: 46 donör hepatektominin intraoperatif kolanjiografi ile değerlendirilmesi Dirican A, Soyer HV, Köse E, Kınacı E, Cuğlan S, Ateş M, Özbağ D 09.30-09.45: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)- Çay Kahve Molası Dokuzuncu Oturum Oturum Başkanları: Ahmet Hilmi YÜCEL, Ferruh YÜCEL, Meltem BAHÇELİOĞLU 09.45-10.45: S-22 Os temporale’nin çok amaçlı eğitim ve uygulama materyali olarak üç boyutlu modellenmesi Taşer F, Akçer S, Oğhan F, Şanal B S-23 Üzüm çekirdeği özütü ve E vitamininin streptozotosin ile diyabet oluşturulan sıçanların hipokampuslarında oksidatif stres ve apoptoz üzerine etkileri Yonguç GN, Dodurga Y, Adıgüzel E, Gündoğdu G, Küçükatay V, Özbal S, Yılmaz İ, Cankurt Ü, Yılmaz Y, Akdoğan I S-24 Dental İmplantın Güvenli Uygulaması için Posterior Mandibular Bölgede Kemik Morfolojisinin Tomografik Değerlendirilmesi Yıldız S, Bayar GR, Güvenç İ, Kocabıyık N, Cömert A, Yazar F VII S-25 Foramen Occipitale’nin ve Foramen Mastoideum’un Suboksipital Cerrahi Girişimler Açısından Morfometrik ve Morfolojik Tanımlanması Türk F, Akyer ŞP, Özdemir M, Akdoğan I S-26 Ankilozan Spondilitli Hastalarda Preobezitenin Yaşam Kalitesine Etkileri Toy Ş, Özbağ D, Altay Z S-27 Area Septalis Gamma Aminobutirik asiderjik nöronlarının glutamik asit dekarboksilaz enzim dağılım özellikleri Verimli U, Şehirli ÜS 10.45-11.00: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)-Çay Kahve Molası Onuncu Oturum Oturum Başkanları: Muzaffer SİNDEL, İsmail Can PELİN, Rabet GÖZİL 11.00-12.00: S-28 Epilepsi’li Hastalarda Corpus Callosum’un Planimetri Yöntemi İle İncelenmesi Çağlar V, Alp S, Tuğtağ B, Şener Ü, Özen OA, Alp R S-29 Ayak Ağrısı Şikâyetiyle Gelen Hastalarda Radyolojik Açısal Ölçümlerin Değerlendirilmesi Deniz G, Kaya A, Kavaklı A, Ögetürk M S-30 Total ekstraperitoneal inguinal herni onarımında corona mortis’in önemi: Tek merkez deneyimi Ateş M, Köse E, Kınacı E, Sarıcı B, Cuğlan S, Korkmaz F, Dirican A S-31Subdural aralığın araknoid granülasyon ve dural venöz sinüsler açısından anatomik veradyolojik olarak değerlendirilmesi İmre N, Kocabıyık N, Güvenç İ, Yazar F S-32 Ehrlich Assit Tümör Modelinde düşük sayıda hücre kullanarak Solid Tümör Oluşumu Ertekin T, Nisari M, Soyer Sarıca Z, Al Ö, Ülger H S-33 Arteria Carotis Communis Bifurkasyon Seviyesinin Farklı Referans Noktalarına GöreVaryasyonları Kürkçüoğlu A, Pelin C, Öktem H, Aytekin C S-34 Son 25 Yıldaki Anatomi Terminolojilerinin Karşılaştırılması Ocak M, Akdemir Aktaş H, Uzuner MB, Geneci F, Aşkit Ç, Sargon MF 12.00-12.30: Dijital Poster Sunumları (Mavi Salon, Turuncu Salon, Pembe Salon) 12.30-13.30: Öğle yemeği 13.30-16.30: TAKAD Olağan Genel Kurul Toplantısı VIII 17.00-20.00: Malatya ve Kayısı Pazarı Gezisi 20.00: Akşam Yemeği 14 Eylül 2014 Pazar 09.30-16.30: Çırçır Şelalesi, Keban Barajı ve Harput Gezisi IX DİJİTAL POSTER SUNU PROGRAMI MAVİ SALON 11 Eylül 2014 Perşembe 12.05-12.30: Oturum Başkanları: Mehmet EMİRZEOĞLU, Sedat MEYDAN P01- Fused Deposition Modeling (FDM) Tekniğini Kullanarak İnsan Beyninin Nuclei Basales (Bazal ganglionlar)’in Katı Kopyalarını İmal Etmek Kapakin S P02- Fonksiyonel Endoskopik Sinüs Cerrahisinin Sanal Simülasyonu Kapakin S P03- Egzersize rağmen obez yüzücülerde, vücut yağ parametrelerinin bioelectrical impedance analysis yöntemiyle belirlenmesi Sertel S, Çolak T, Bamaç B, Meyvacı T, Unal S, Taşdemir R, Aksu E P04- Kollodiafizer Açının Osteopeni ve Osteoporozlu Olgularda Beden Kitle İndeksine Göre Değerlendirilmesi Sertel S, Çolak T, Bamaç B, Meyvacı T, Taşdemir R, Dalgıç M P05- Endoskopik Transsphenoidal Hipofiz Cerrahisinin Tarihsel Gelişimi Uyğun S, Çetin N, Berker M P06- Tavşanların İç OrganlarınınVRML (Sanal Gerçeklik Modelleme Dili) Biçimini Oluşturma Terim Kapakin KA, Kapakin S P07- Distal Femur Morfometrisi Çınar Ş, Tokpınar A, Özçelik Ö, Ertekin T, Nisari M P08- Os Sacrum’un Pars Lateralis’ine Ait Morfometrik Ölçümler Polat Koç T, Ertekin T, Acer N, Çınar Ş P09- Dens Axis’in Türk Toplumunda Morfometrik İncelenmesi Yılmaz MY, Çakıllı M, Üstün O, Yılmazer ÖS, Güneş S, Yavuz Y, Şen Esmer T P10- Streptozotosin İle İndüklenen Diyabet Modelinde Mianserin Tedavisinin Karaciğer Dokusundaki Morfometrik Etkileri Çorumlu U, Demir Özkay Ü, Ulupınar E X 14.30-15.00: Oturum Başkanları: Ümit S. ŞEHİRLİ, Figen TAŞER P11- Diazinon intoksikasyonunda intravenöz lipit emülsiyon tedavisinin karaciğer dokusu üzerindeki koruyucu etkisinin araştırılması Taş U, Ayan M, Uysal M, Esen M, Meydan S, Çiçek M, Sarsılmaz M P12- Yaşlanmanın intervertebral disk dokusu üzerine etkileri Taş U, Uysal M, Aytekin K, Bıçakçı H, Açıkgöz R, Özyurt B, Sarsılmaz M P13- Migrende dermatoglifik özellikler Sabancıoğulları V, Çevik Ş, Erdal M, Bolayır E, Koşar Mİ P14- Kalp Anatomisinin Tarihsel Serüveni Çağlar V, Çelik N, Şevkioğlu B P15- Soliter Böbrek ile Normal Böbreğin BT görüntüleri üzerinde morfolojik karşılaştırılması Çağlar V, Kurt Ö, Uygur R, Şener Ü, Özçağlayan Ö, Kasırga Z, Tuğtağ B P16- Fetal dönemde ultrasonografik parametrelerin anatomik çalışmalar açısından önemi Ekiz Y, Yüzbaşıoğlu N, Shojaolsadati P, Şakul BU P17- Fossa Cranii Posterior Boyutları, Cerebrum ve Cerebellum Morfometrisinin, Tonsiller Herniasyonla İlişkisi Taştemur Y, Sabancıoğulları V, Şalk İ, Sönmez M, Çimen M P18- Tıp fakültesi öğrencilerinin kas iskelet sistemi bilgi ve becerilerinin değerlendirilmesi Ulaşlı AM, Yaman F, Gönül Y, Gökalp H, Özen MT, Rüzgar H, Gülsarı Y, Dündar Ü P19- Spinal kord iskemi reperfüzyon yaralanmasında interlökin18 bağlayıcı protein’in (IL18BP) anti-enflamatuar ve anti-apopitik etkisi Karavelioğlu E, Gönül Y, Kokulu S, Hazman Ö, Bozkurt F, Koçak A, Eser O P20- Disfajiye Neden Olan Servikal Vertebra Osteofitleri: 2 Olgu Sunumu Fazlıoğulları Z, Nayman A, Kibar E, Karabağlı H, Öztürk K, Karabulut A 15.00-16.10: Oturum Başkanları: C. Cem DENK, Tülin ŞEN ESMER P21- Olgu Sunumu: Sağ A. Occipitalis’ten Orjin Alan Sağ A. Vertebralis ve Foramina Transversaria Yokluğu Öner Z, Öner S, Sağır Kahraman A P22- Metotreksat ile Oluşan Akciğer Hasarında N-Asetilsistein, Amifostin ve Askorbik Asit’in Etkileri Elbe H, Akbulut AS, Doğan Z, Kaymaz T, Türköz Y P23- Metotreksat ile Oluşan Beyin ve Beyincik Hasarı Üzerine N-Asetilsistein, Amifostin ve Askorbik Asit’in Etkileri Doğan Z, Akbulut AS, Elbe H, Erdemli ME, Türköz Y XI P24- Tıp Fakültelerinde Verilen Anatomi Eğitimi Hakkında Hekimlerin Görüşlerinin Değerlendirilmesi, Pilot Çalışma Çuğlan S, Irmak Sapmaz H, Yılmaz N, Tekin Ç, Çolak C, Özbağ D P25- Bilateral concha nasalis superior pnömatizasyonu: Bir olgu sunumu Gün C, Yenigün A, Fazlıoğulları Z, Ünver Doğan N XII 12 Eylül 2014 Cuma 09.30-09.45: Oturum Başkanları: İsmihan İlknur UYSAL, Orhan BAŞ P76- Beyin Sapına Yeni Eklenen Ve Alt Gruplara Ayrılan Nucleus’lar Akdemir Aktaş H, Uzuner MB, Geneci F, Ocak M, Aşkit Ç, Sargon MF P77- Kranial Sinirlere Ait Anatomi Terminolojisi; Son 25 Yıldaki İlave Ve Değişiklikler Uzuner MB, Geneci F, Ocak M, Akdemir Aktaş H, Aşkit Ç, Sargon MF P78- Yeni Doğanlarda Sinus Maxillaris Hacminin Eliptik Formülle ve Cavalieri Metodu ile Değerlendirilmesi Değermenci M, Ertekin T, Ülger H, Acer N, Coşkun A P79- Femoroasetabular Sıkışma Sendromu: Manyetik Rezonans Görüntüleme Bulguları Durur Subaşı I, Sunar M, Durur Karakaya A, Kapakin S P80- El Bileği Kemikleri: Üç Boyutlu Rekonstrüksiyon, Fotorealistik Görüntüleme ve Fiziksel Modelleme Sunar M, Kapakin S, Durur Subaşı I 10.45-11.00: Oturum Başkanları: Lokman ÖZTÜRK, Alev KARA P81- Diazinonun böbrek dokusunda oluşturduğu hasara karşı intravenöz lipit emülsiyon tedavisinin koruyucu etkisi: Deneysel bir çalışma Ayan M, Uysal M, Taş U, Irmak Sapmaz H, Bıçakçı H, Sarsılmaz M P82- Tiroid Bezi Hemiagenezisi Uysal M, Hasbek Z, Taş U, Meydan S P83- İlginç Bir Vaka: Rumsay Hunt Sendromu Uysal M, Ayan M, Somuk BT, Esen M, Taş U P84- Bir Olgu Sunumu Eşliğinde Osteitis pubis Gül SS, Uysal M, Hasbek Z, Çiçek M P85- Nervus laryngeus recurrens’in cornu inferior Cartilago thyroidea, Berry ligamenti ve Zuckerkandl tüberkülü ile ilişkisi Kaştan ÖZ, Çalgüner E, Ağırdır BV, Sindel M XIII 13 Eylül 2014 Cumartesi 09.30-09.45: Oturum Başkanları: Samet KAPAKİN, M. İlkay KOŞAR P106- Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların el ve parmak uzunluk ölçümleri ile 2D:4D oranının klinik öneminin değerlendirilmesi Buru E, Gözil R, Iseri E, Özkan S, Bahçelioğlu M P107- Musculus brachioradialis ve ramus superficialis nervi radialis’in varyasyonu: Olgu sunumu Gözil R, Kastamoni Y, Bahçelioğlu M P108- Sıçanlarda Arseniğin Sebep Olduğu Karaciğer Hasarı Üzerine Melatoninin Faydalı Etkileri Uygur R, Aktaş C, Şener Ü, Çağlar V, Yıldırım O, Baltacı BB, Uygur E, Erboğa M, Gürel A, Özen OA P109- Atipik Yerleşimli Dev Hücreli Kemik Tümörü: Olgu Sunumu Gül SS, Uysal M, Hasbek Z, Bıçakcı H, Taş U P110- Wistar Albino Ratlarda Karbon Tetraklorür ile İndüklenen Karaciğer Hasarına Karşı Cape’nin Koruyucu Etkileri Çetin A, Elbe H, Taşlıdere E, Gül M, Otlu A 10.45-11.00: Oturum Başkanları: Enis ULUÇAM, Esra KOYUNCU P111- Rat’ta Beyin Ventrikül Sisteminin Anaglyph Formu Terim Kapakin KA, Kapakin S P112- Formaldehitin sıçanların kan, karaciğer ve akciğer dokularında irisin üretimin inhibisyonu: Karnozinin formaldehit inhibisyonu azalttığına dair doğrudan deliller Aydın S, Ögetürk M, Kuloğlu T, Kavaklı A, Aydın S P113- Nervus fibularis communis Kaynaklı Nervus suralis Olgusu Erdoğan Öztürk K, Çizmeci G, Desdicioğlu K, Malas MA P114- İnsan Fetuslarında Muskulus Plantaris’in Anatomisi ve Varyasyonları Desdicioglu K, Uğuz C, Sakallı B, Koyuncu E, Malas MA P115- Tiroid Kıkırdağın Bir Varyasyonu: Sol Cornu Superior Yokluğu Koşar Mİ, Tetiker H, Uğuz Gençer C, Balcı Y, ŞAHAN M 12.00-12.30: Oturum Başkanları: Gülay YEĞİNOĞLU, Burak BİLECENOĞLU P116- Kuru Kemiklerde Proksimal Femur Üzerine Morfometrik Bir Çalışma Akın D, Aydın Kabakçı AD, Yılmaz MT, Şeker M, Korkut Z P117- Diabetik Nefropati Modelinde Mianserin’in Doza Bağımlı Etkilerinin İncelenmesi Alpay M, Can DÖ, Demir Özkay Ü, Yücel F XIV P118- Argon lazer ve pattern scan lazer sistemleri ile oluşturulan lazer yanıkları sonrası fare retinasında oluşan VEGF seviyelerinin incelenmesi Konaç E, Sönmez K, Bahçelioğlu M, Take Kaplanoğlu G, Varol N, Saraç GN, Ozcan PY P119- Osgood-Schlatter Hastalığı: Bir Olgu Sunumu Sağıroğlu A, Eldeleklioğlu S, Acer N P120- Whey Protein Desteği ile Beslenen Ratların Hipokampuslarında Meydana Gelebilecek Değişikliklerin İmmunohistokimyasal Olarak Değerlendirilmesi Tuç Yücel A, Gürgen SG, Koçtürk S P121- Testis Seminifer Tübüllerinde Whey Proteinin Apoptotik Sinyal Molekülleri ve Testosteron Salınımı Üzerine Etkisinin Araştırılması Gürgen SG, Tuç Yücel A, Koçtürk S P122- Metaklopramid’iin Yenidoğan Karaciğer Dokusunda Proliferasyon MolekülleriÜzerine Etkisinin İncelenmesi Tuç Yücel A, Gürgen SG, Umur N, Gözükara C, Kabaroğlu C, Onur E Sinyal P123- Üniversite Öğrencilerinde El Tercihinin ve Dominant Gözün Bazı Hastalıklar ile İlişkisi Aliosmanoğlu B, Köçkar Ç, Ünal KS, Aliosmanoğlu A P124- Unilateral A. Carotis Comminus’un İskemi/Reperfüzyon Modelinde Lumbricus Extractının Antioksidan Sistem ve Beyin Üzerindeki Koruyucu Etkisinin Değerlendirilmesi Canbaz Kabay S, Öz S, Özden H, Burukoğlu D, Kuş G, Yeğin B, Üstüner C, Şentürk H, Mısırlıoğlu M, Yıldız F, Aydemir F P125- Ayak Tabanında M.flexor hallucis longus ve M.flexor digitorum longus Tendonları Arasında Karşılıklı Tendon Bağlantıları Üzel M, Gümüşalan Y, Tuğtağ B, Çetinsu E XV DİJİTAL POSTER SUNU PROGRAMI TURUNCU SALON 11 Eylül 2014 Perşembe 12.00-12.30: Oturum Başkanları: Necdet KOCABIYIK, Soner ALBAY P26- Anatomi Atlası’ndaki Tarihi İmza Dönmez D, Kutoğlu T, Sınav A P27- “ S” Şeklinde Kıvrılan Bilateral Arterıa Carotis Interna Vakası Aydın Kabakçı AD, Akın D, Çiçekcibaşı AE, Yılmaz MT, Keskin S P28- İnsan Kuru Kafataslarında Foramen Magnum’un Morfometrik Olarak Değerlendirilmesi Akın D, Kabakçı Aydın AD, Büyükmumcu M, Sindel M, Öğüt E, Yılmaz MT, Şahin G P29- Arteria Renalis Dextra Varyasyonu Keskinöz EN, Kabakçı Aydın AD, Akın D, Özbek O, Özen KE P30- Mianserin ile Tedavi Edilen Diabetik Sıçanlarda Gözlenen Hippokampal Hacim Değişiklikleri Polat E, Söztutar E, Üçel Uİ, Ulupınar E P31- Sıçanlarda Karbon Tetraklorür ile Oluşturulan Testis Hasarına Karşı Caffeic Acid Phenethyl Ester’in Koruyucu Etkileri Taşlıdere E, Çetin A, Elbe H, Vardı N, Gül M, Otlu A P32- Sıçanlarda Galaktozamin ile Oluşturulan Akciğer Hasarına Karşı Pentoxifylline ve Caffeic Acid Phenethyl Ester’in İyileştirici Etkileri Taşlıdere E, Vardı N, Ateş B, Elbe H, Yıldız A, Karaaslan M P33- Os Coxae’nın Morfometrik Ölçümlerinin ve Eklem Yüzey Alanlarının Hesaplanması Atay E, Al Ö, Ertekin T, Nisari M, Unur E P34- Obezitede kullanılan beta hCG tedavisinin sıçanlarda testis dokusuna etkisinin incelenmesi Tunç E, Çalgüner E, Erdoğan D, Elmas Ç, Öktem H, Göktaş G, Gözil R, Bahçelioğlu M P35- Obezitede kullanılan beta hCG tedavisinin sıçanlarda böbrek üstü bezi dokusuna etkisinin incelenmesi Tunç E, Çalgüner E, Erdoğan D, Elmas Ç, Öktem H, Göktaş G, Gözil R, Bahçelioğlu M XVI 14.30-15.00: Oturum Başkanları: Vedat SABANCIOĞULLARI, Selman ÇIKMAZ P36- Postural denge ile bazı ayak antropometrik ölçümleri arasındaki ilişki Uluçam E, Yılmaz A, Çıkmaz S, Parlak M, Dönmez D P37- Truncus Coeliacus Dallanma Varyasyonu ile Sirkumaortik Vena Renalis Sinistra Olgusu Turamanlar O, Kaçar E, Horata E, Madan G P38- Siyatik Sinir Kesisi Sonrası Ozon’un Sinir Rejenerasyonu Üzerine Etkisi Öğüt E, Aslan M, Sarıkcıoğlu L, Yıldırım FB P39- Yüz Nakli ve Yüzün Duyusal İnnervasyonu Boduç E, Öztürk L, Görür İ P40- Rotenona bağlı merkezi sinir sistemi hasarına karşı asetilsalisilik asitin koruyucu etkisinin araştırılması Köse E, Ekici S, Karademir Z, Elbe H, Vardı N, Parlakpınar H, Sağır M, Acet A P41- Futbol ve Basketbol Oyuncularının Ultrasonografik Patellar Tendon, Femoral Kıkırdak Kalınlığı ve İzokinetik Kas Gücünün Karşılaştırılması Kafkas ME, Kızılay E, Kafkas AŞ, Kızılay F, Durmuş B P42- Nomina Anatomica’dan Terminologia Anatomica’ya Genel Anatomi Terminolojisi Geneci F, Ocak M, Akdemir Aktaş H, Uzuner MB, Aşkit Ç, Sargon MF P43- Purkinje Nöronlarındaki Dendritik Plastisitede Çevresel Koşullara Paralel Olarak Meydana Gelen Değişimler Ergen FB, Söztutar E, Ay H, Ulupınar E P44- Arcus Zygomaticus’un İnsan Kafatasında Morfometrik Değerlendirmesi Şahin G, Akın D, Aydın Kabakçı AD, Sindel M, Ay D, Büyükmumcu MB P45- Vertebrae Cervicales’deki Foramen Transversarium Varyasyonları: Bir Anatomik Çalışma Yeginoğlu G, Ertemoğlu Öksüz C, Çan MA XVII 15.50-16.10: Oturum Başkanları: Emel ULUPINAR, Tolga ERTEKİN P46- Çift Varyasyonlu Atlas Vertebra Yeginoğlu G, Çan MA P47- 2.45 Ghz Radyo Frekansı Radyasyonunun Oluşturduğu Hippocampal Nöron Azalması ve Vitamin E ve Vitamin C’ nin etkisi Özgüner G, Adıgüzel E, Çömlekçi S, Bilkay C, Dursun A, Öztürk K, Güngör A, Sulak O. P48- Arcus Aorta Çıkışlı Vertebral Arter Sindel M, Özgür Ö, Aytaç G, Sindel T P49- Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi’de Vena Porta Oluşum Varyasyonlarının İncelenmesi Bolatlı G, Ulusoy M, Koplay M, Acar M, Zararsız İ P50- Kadavra tahnit teknikleri ve tarihsel süreci Parlak M, Uluçam E XVIII 12 Eylül 2014 Cuma 09.30-09.45: Oturum Başkanları: Ayhan CÖMERT, Mustafa ORHAN P86- Erişkinlerde MDCT Kullanılarak Timus'un İncelenmesi Yılmaz N, Ünver Doğan N, Sivri M, Doğan KH, Özbek S P87- Sağ Arcus Aorta ve Aberan A. Subclavia Sinistra; Bir Olgu Sunumu Ünver Doğan N, Fazlıoğulları Z, Uysal İİ, Karabulut AK, Nayman A P88- Hava Ulaşımında Yer Hizmetlerinde Çalışanların Ayak Antropometrisi Kılıç N, Durgun B P89- Pankreas’ın Arteryel Kanlanması: Bir Anatomik ve Cerrahi Çalışma Kocabıyık N, Özsoy S, Baykal B, Zeybek N, Yazar F, Karapirli M, Korkusuz İ P90- Lunat fossa’nın Morfometrik Değerlendirilmesi Önder M, Aldemir C, Oğuz Yolcular B, Oğuz N 10.45-11.00: Oturum Başkanları: Mustafa GÜVENÇER, Ufuk TAŞ P91- Foramen zygomaticotemporalis, Foramen/Incisura Supraorbitalis ile Foramen/Incisura Supratrochlearis’in Kurukafada Konumu ve Sayısı Beger O, Gilan İY, Aktekin M P92- Aksesuar ve Duplike Arteria Hepatica Varyasyonu Olgusu Turamanlar O, Kaçar E, Cartıllı Ö, Akbal İ P93- Humerus Proksimal ve Distal Segmentlerinin Morfometrik Ölçümleri Al Ö, Atay E, Ertekin T, Nisari M, Ülger H P94- Parkinson Hastalığı’ nda DiffeoMap Yazılımı Kullanılarak Lobus Frontaliste Bulunan Yapıların Hacim Hesaplanması Palancı Ö, Ocak H, Özyaşar AF, Kalaycıoğlu A, Acer N P95- Fasciculus Anterior (?) ve Posterior’dan Oluşan Plexus Brachialis Olgusu Elvan Ö, Aytaç G, Bobuş Kara A XIX 13 Eylül 2014 Cumartesi 09.30-09.45: Oturum Başkanları: Mehmet UZEL, Nihal APAYDIN P126-M. Peroneus Brevis Tendonunun Insersiyo Varyasyonları Tuğtağ B, Gümüşalan Y, Üzel M P127- Sıçanlarda Arseniğin Sebep Olduğu Testiküler Hasara Karşı Kuersetinin Koruyucu Etkiler Baltacı BB, Uygur R, Çağlar V, Aktaş C, Aydın M, Özen OA P128- Temporomandibuler Eklemin Morfolojik Özelliklerinin Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi ile Değerlendirilmesi Kolsuz E, Bilecenoğlu B, Orhan K P129- Fetal Kadavralarda N. Gluteus Inferior'un Lokalizasyonu ve Morfometrisi Candan B, Sulak O P130- Fetal Kadavrada Çift Başlı M.piriformis: 3 Olgu Sunumu Candan B, Sulak O 10.45-11.00: Oturum Başkanları: Gülgün ŞENGÜL, Özlen KARABULUT P131- 2.45 Ghz Radyo Frekansı Radyasyonunun Sıçan Testisinde Oluşturduğu Değişiklikler ve Bu Değişikliklere Vitamin E ve Vitamin C’ nin Koruyucu Etkisi Bilkay C, Özgüner G, Dursun A, Çömlekçi S, Deniz K, Erten S P132- Katarakt Hastalarında Bulbus Oculi’nin Morfometrik Özelliklerinin İncelenmesi Ateşoğlu S, Şenol D, Balsak S, Alakuş MF, Özbağ D P133- Geçmişten Günümüze Antropometrik Çalışmaların Tarihçesi Şenol D, Çay M, Karataş T, Özbağ D P134- Farklı Somatotip Özelliklere Sahip Bireylerin Dinamik Denge Skorlarının İncelenmesi Şenol D, Özbağ D, Kafkas ME, Açak M, Baysal Ö, Şahin Kafkas A, Taşkıran C, Çay M, Yağar D, Özen G P135- Somatotip Farklılığın Semptomu Olmayan Gençlerin İzokinetik Diz Kas Kuvveti Oranları Üzerine Etkisinin İncelenmesi Şenol D, Özbağ D, Kafkas ME, Açak M, Baysal Ö, Şahin Kafkas A, Taşkıran C, Çay M, Yağar D, Özen G 12.00-12.30: Oturum Başkanları: Ahmet SONGUR, Niyazi ACER P136- Anatomi Alanında 2000-2014 Yılları Arasında Türkiye’de Yapılan Bilimsel Yayınlar Metin Tellioğlu A, Karakaş S, Polat AG P137- Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi 2.Sınıf Öğrencilerinin Anatomi Eğitimi Hakkındaki Görüşleri Metin Tellioğlu A, Karakaş S, Göğebakan K, Polat AG XX P138- Tıp Eğitiminde Plastine Kadavra Dönemi Uludağ S, Şenol D, Çay M, Özbağ D P139- Vücudun Farklı Anatomik Bölgelerinde Kemik Mineral Yoğunluğu Üzerinde FarklıFrekans Ve Şiddetteki Egzersizlerin Rulman Etkilerinin Karşılaştırmalı Analizi Korkmaz MF, Çetin A, Ateş M, Öztanır N, Karataş T, Beytur L, Çay M, Şenol D P140- İsoproterenolle Kalp Hasarı Oluşturulmuş Ratlarda Dexpanthenol’ün Koruyucu ve Tedavi Edici Etkisinin araştırılması Kalkan F, Dişli OM, Parlakpınar H, Tanrıverdi LH, Polat A, Çetin A, Vardı N, Acet A P141- Adult Öncesi ve Adult Dönemde Crista Galli Pnömatizasyonu Tetiker H, Koşar Mİ, Çullu N, Şahan M, Uğuz Gençer C P142- Üst Ekstremite Antropometrik Ölçümleri Arasındaki İlişkiler Aygün D, Erdem H, Özandaç S, Kızılkanat E, Boyan N, Oğuz Ö P143- Humerus’un Proksimal Ucundaki Anatomik Oluşumların Morfometrik Ölçümleri Önder M, Oğuz Yolcular B, Oğuz N P144- Artistik Anatomi Açısından Boyun Antropometrisi Karahan M, Yılmaz A, Uluçam E, Çıkmaz S P145- Vestibuler Sinir Cerrahisinde Gözlemlenen Önemli Anatomik Yapıların İncelenmesi Yeğin H, Bahçelioğlu M, Gözil R, Çalgüner E, Göksu N XXI DİJİTAL POSTER SUNU PROGRAMI PEMBE SALON 11 Eylül 2014 Perşembe 12.00-12.30: Oturum Başkanları: Zeliha KURTOĞLU, Orhan BAŞ P51 Atnalı Böbrek Anomalisinde Renal Kortikal Sintigrafinin Önemi Gül SS, Uysal M, Koçyiğit Deveci E, Irmak Sapmaz H, Taş U P52 Streptozotocin ile Oluşan Diyabetik Pankreas Hasarında Caffeic acid phenethyl ester’ in Tedavi Edici Etkileri Elbe H, Taşlıdere E, Çetin A, Türköz Y P53 Asetaminofen Toksisitesi Sonucu Oluşan Böbrek Hasarında Resveratrol’ ün Tedavi Edici Etkileri Elbe H, Çetin A, Taşlıdere E, Otlu A P54 Arteria Renalis Varyasyonlarının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Angiografi ile İncelenmesi Ulusoy M, Koplay M, Bolatlı G, Acar M, Zararsız İ P55 Elastofibroma Dorsi: 10 olgunun radyolojik değerlendirmesi Fazlıoğulları Z, Uysal İİ, Özbek S, Karabulut A K P56 Akıllı Telefon İçin Tasarlanan Ücretsiz Anatomi Uygulamalarının Değerlendirilmesi Yücel K, Gergin S, Ercan İ, Kafa M İ, Sarıkcıoğlu L, Öztürk H, Tokem Ergür İ, Kaya Y P57 Plantar fasiit: Olgu sunumu Gül S S, Uysal M, Hasbek Z, Çiçek M, Taş U P58 Multiple Arteria Renalis Olgusu Özen KE, Öztekin C H, Akın D, Özbek O, Şeker M P59 Fetal Dönemde Dişi Fetuslarda Dış Genital Organ Gelişimi Özgüner G, Öztürk K, Bilkay C, Dursun A, Sulak O, Koyuncu E P60 Femur Başı Avasküler Nekrozu Takibinde 3 Fazlı Tüm Vücut Kemik Sintigrafisinin Etkinliği Gül SS, Koçyiğit Deveci E, Uysal M, Aytekin K, Taş U XXII 14.30-15.00: Oturum Başkanları: İsmail ZARARSIZ, Nihal APAYDIN P61 Non-Travmatik Miyozitis Ossifikans: Üç Olgu Sunumu Gül S S, Uysal M, Koçyiğit Deveci E, Aytekin K, Taş U P62 Acromion’un Multidedektör Computerize Tomografi Yöntemi ile Morfometrik Analizi Acar M, Şımşek T, Ulusoy M, Zararsız İ, Acar S, Efe D P63 İnsan Fetuslarında Fetal Dönem Boyunca Tendo Calcaneus’un Morfometrik Gelişiminin Araştırılması ve Klinik Açıdan Öneminin Değerlendirilmesi Desdicioglu K, Uguz C, Sakallı B, Koyuncu E, Malas MA P64 18-22 Yaş Arası Çukurova Üniversitesi Öğrencilerinin Alt Ekstremite Antropometrik Ölçümlerinin İncelenmesi Yücel AH, Özandaç S, Ayşe Gül Kabakcı AG P65 Parsiyel Anormal Pulmoner Venöz Dönüş Anomalisi: Olgu Sunumu Fazlıoğulları Z, Karabulut AK, Uysal İİ, Nayman A P66 Retroaortik Vena Renalis Sinistra’ya Eşlik Eden Arteria Renalis Dexter Duplikasyon Varyasyonu Olgusu Turamanlar O, Ünlü E, Toktaş M, Horata E, Songur A P67 Basketbol Oyuncuları ve Sedanter Grup Arasında Statik ve Dinamik Dengenin Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi Uzun A, Kabadayı M, Özdemir F,Gölpınar M,Altunsoy E,Nahir M, Uysal A P68 Böbrek alt kaliks infundibulum çapının ESWL başarısına etkisi Köse E, Oğuz F, Beytur A P69 Sulcus Arteriae Vertebralis Morfometrisi Örüncü MB, Özer M, Örten S, Özdemir T, Çakır T, Ateş C, Esmer AF P70 Incısura Supraorbıtalıs’in Morfometrisi Ve Topografik Anatomisi Aşık E, Kılınç E, Akan F, Ertekin T, Solmaz Z S, Öztuna D, Esmer AF XXIII 15.50-16.10: Oturum Başkanları: Yakup GÜMÜŞALAN, Ayhan CÖMERT P71 Processus Mastoideus: İnsan Kafataslarında Kraniyometrik İnceleme Aydın Kabakçı AD, Akın D, Büyükmumcu M, Sindel M, Öğüt E, Yilmaz MT, Şahin G P72 Humerus Kemikleri Üzerinde Osteometrik Bir Çalışma Aydın Kabakçı AD, Akın D, Büyükmumcu M, Yilmaz MT, Çiçekcibaşi AE, Cihan E P73 Gebelikte Kullanılan İlaçların Fetal Gelişim Üzerine Etkileri Nalbant A, Yüzbaşıoğlu N, Şakul BU P74 Wistar Albino Ratlarda Tiyoasetamid İle İndüklenen Karaciğer Hasarına Karşı Nerolidolün Koruyucu Etkileri Cetin A, Çiftçi O, Başak N P75 Yetişkin Kadınlarda Orbital Bölgenin Antropometrik Analizi ve Yaşa Bağlı Değişiklikler Koç F, Deniz M, Uslu Aİ, Doğru S XXIV 12 Eylül 2014 Cuma 09.30-09.45: Oturum Başkanları: Ahmet UZUN, Figen TAŞER P96 Refleks Sempatik Distrofinin Tanı ve Takibinde Tüm Vücut Kemik Sintigrafisinin Etkinliği Gül SS, Uysal M, Çiftçi ÖD, Meydan S, Taş U P97 Renal sintigrafi ile tanı konulan renal pitozis vakası Gül SS, Uysal M, Koçyiğit Deveci E, Meydan S, Taş U P98 Baş ve boyun antropometrik verileri ile denge analizi değerleri arasındaki ilişkinin incelenmesi Uluçam E, Çıkmaz S, Yılmaz A, Parlak M, Dönmez D, Karahan M P99 Sever Hastalığı: Kalkaneal Apofizitis Uysal M, Gül SS, Hasbek Z, Koçyiğit Deveci E, Taş U P100 Fasciculus Posterior’un Dallarının Nadir Bir Varyasyonu Dursun A, Bilkay C, Albay S 10.45-11.00: Oturum Başkanları: Bayram Ufuk ŞAKUL, Nadire ÜNVER DOĞAN P101 Üç Başlı M. Biceps Brachii: Olgu Sunumu Bilkay C, Candan B, Albay S P102 Lokal beta hCG Enjeksiyonuna Bağlı Rat Hipofiz Bezinde Oluşan İmmunohistokimyasal Değişiklikler Öktem H, Tunç E, Çalgüner E, Erdoğan D, Gözil R, Bahçelioglu M, Göktaş G, Elmas Ç P103 Vena Jugularis Externa ve Vena Cephalica’nın Olağandışı Sonlanma Şekilleri Desdicioglu K, Erdoğan Öztürk K, Malas M A P104 Erişkin Popülasyonda Bilgisayarlı Tomografi İle Sefalometrik Analiz Erdoğan Öztürk K, Tatlısumak E, Yılmaz Ovalı G, Pabuşçu Y, Tarhan S P105 Maxilla'nın Ön Bölgesinde Gözlenen Aksesuar Kanalların Konik Işın Demetli Bilgisayarlı Tomografi ile İncelenmesi: Ön Çalışma Aydın Ü, Pelin C, Külah K XXV 13 Eylül 2014 Cumartesi 09.30-09.45: Oturum Başkanları: Esat ADIGÜZEL, Mustafa ORHAN P146 Bilateral Aksesuar Palmaris Longus Varyasyonu Özkan M, Kirazlı Ö, Yıldız S D, Altay G, Tosunoğlu E, Verimli U, Şehirli ÜS P147 Rembrant’ın “Dr. Tulp'un Anatomi Dersi” İsimli Eserindeki Anatomik Hatalar Bahşi İ, Orhan M P148 Calcaneusun Morfometrik Ölçümleri; Boehler’s Açısı ve Kemiğin Anteroposterior Uzunluğu ile İlişkisi Otağ İ, Tetiker H, Taştemur Y, Sabancıoğulları V, Koşar Mİ, Çimen M P149 Yüz Transplantasyonu ve Nervus Facialis Görür İ, Öztürk L, Boduç E P150 Adolesan Class I Bireylerde Üst ve Alt Dudak Postürünün Cinsiyete Bağlı Olarak Değerlendirilmesi: Bir Ön Çalışma Kürkçüoğlu A, Karaca Z, Oğuz Ö 10.45-11.00: Oturum Başkanları: Nihat EKİNCİ, Ali Fırat ESMER P151 C57BL/J6 farelerde serebral iskemi /reperfüzyon modelinde 18b-glycyrrhetinic asidin oksidatif ve nöronal hasara karşı koruyucu etkileri Oztanir MN, Ciftci O, Cetin A, Durak M A, Başak N, Akyuva Y P152 Erkek Ratlarda Tiyoasetamide Bağlı Oluşan Üreme Sistemi Hasarına Karşı Krisinin Koruyucu Etkileri Ciftci O, Cetin A, Başak N P153 Ratlarda 2,3,7,8- Tetraklorodibenzo-P-Dioksin (TCDD) İle Oluşturulan Ovaryum Ve Uterus Hasarı Üzerine Montelukastın Koruyucu Etkileri Ciftci O, Cetin A, Başak N P154 Asetaminofen İle İndüklenmiş Akciğer Hasarında Kayısının Koruyucu Etkileri Bayat N, Yılmaz İ, Çetin A P155 Basketbol Oynayan Sporcularda Extremite Uzunluğunun Vücut Uzunluğuna Oranı: Karşılaştırmalı bir çalışma Çetin A, Korkmaz M F, Sarıkaya E, Altıkulaç E, Çiçek H, Çöken E, Avcı H, Sezgin K 12.00-12.30: Oturum Başkanları: Behice DURGUN, Ayla KÜRKÇÜOĞLU P156 Özel Bir Hastanede Yapılan Abdominal Histerektomilerin Değerlendirilmesi Beytur L, Köse E, Özbağ D P157 Böbrek alt kaliks taşlarının tedavisinde noninvaziv bir yöntem: retrograd intrarenal cerrahi Beytur A, Köse E, Oğuz F,Çakmak BS, Topçu İ, Güneş A XXVI P158 Arteria Axillaris Varyasyonu Çetin A, Çay M P159 Yurt Dışından Gelen Türk Uyruklu ve Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kişisel, Sosyal ve Üniversiteye Uyumları Üzerine Bir Çalışma Özdemir F, Onay İ, Uzun A, Emirzeoğlu M, Altunsoy E, Nazari B P160 Erken Dönem Tiroidektomi Komplikasyonları Karataş T, Özbağ D, Çay M, Şenol D, Korkmaz MF P161 Sıçanlarda Asetaminofenle Oluşturulan Akut Kalp Hasarında Kayısının Koruyucu Etkilerinin Araştırılması Yılmaz İ, Çetin A, Gül S P162 Sıçanlarda Asetaminofenle Oluşturulan Akut Böbrek Hasarında Kayısının Koruyucu Etkilerinin Araştırılması Yılmaz İ, Çetin A, Şahin H P163 Sıçan Fetuslarında Formaldehit Maruziyetinin Hippocampus Gelişimi Üzerine Zararlı Etkilerine Yönelik Chrysin’in Koruyucu Rolü, Histopatolojik Bir Çalışma Çuğlan S, Yıldız A, Irmak Sapmaz H, Bakırcı S, Köse E, Ekinci N P164 İki Loblu Dalak- Vaka Sunumu Uğuz Gençer C, Koşar MI, Tetiker H, Balcı Y P165 Tamamlayıcı Tıp Eğitiminde Anatominin Yeri Bozer C XXVII DAVETLİ KONUŞMACILAR 1 K-01 Türk Yükseköğretimine Güncel Bakış Bilgiç S Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Samsun Cumhuriyet döneminde 1933’te ilk üniversitemiz kurulmuştur. Bu sayı; 1959’da 7, 1973’te 12, 1982’de 27, 1987’de 29 (1’i vakıf), 1992’de 53(2’si vakıf), 2006’da 93(25’i vakıf), 2014’ te 177 (73’ü vakıf) üniversiteye ulaşmıştır. TUİK verilerine göre Yükseköğretim Brüt okullaşma oranı % 74.86, net okullaşma oranı % 38.50 oranındadır. Ancak, Yükseköğretim Bilgi Yönetim Sistemi verilerine göre bugün 5,5 milyona yaklaşan öğrenci sayısı ile yükseköğretim brüt okullaşma oranının % 80 nin, net okullaşma oranının ise % 40’ın üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Günümüzde toplam öğretim elemanı sayısı 141.674’ e ulaşmıştır. Bunun % 86.20’si(122.116) devlet üniversitelerinde, % 13.44’ü (19.188) vakıf üniversitelerinde ve % 0.26’sı (370) vakıf MYO’ larında bulunmaktadır. Üniversitelerimizdeki toplam öğretim üyesi sayısı 63271 dir. Bunun %84.76’sı (53630) devlet üniversitelerinde çalışmaktadır. Öğretim üyelerinin % 31.43’ü(19887) profesör, % 19.97’si(12634) doçent ve % 48.60’ı(30750) yardımcı doçent kadrosunda görev yapmaktadır. Üniversite öğrencilerimizin sayısı 5.449.961’ a ulaşmış olup toplam öğrencilerimizin % 93.38’i (5.089.291) devlet üniversitelerinde, % 6.44’ü (350.999) vakıf üniversitelerinde ve % 0.18’i (9671) ise vakıf meslek yüksekokullarında öğrenim görmektedir. 2 K-02 Gelişimsel ve erişkin insan beyin sapı atlasları ve gen ekspresyonları Şengül G Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Bornova, İzmir İnsan beyinsapının haritalanması, diğer anatomik yapılarda olduğu gibi, Nissl ve myelin ile boyanmış kesitlerden ve bağlantıları ve fizyolojiden elde edilen bilgilere dayanır. Haritalama için kimyasal işaretleyicilerin kullanılması 1982’de asetilkolinesteraz boyaması ile başlamış, monoaminler için tirozinhidroksilaz ve antikor boyamaları (calbindin, parvalbumin gibi) ile gelişmiştir. Anatomik yapıların tanımlanması için gen ekspresyonunun kullanılması moleküler biyoloji ve biyoteknolojideki son gelişmelerle ortaya çıkan yeni bir kavramdır. Insitu hibridizasyon ile sağlam hücre ve dokularda yapıyı bozmadan DNA ve RNA’yı lokalize etmek mümkündür. İnsan beyin sapının yapısı farklı özellikler taşıyan kompakt nöron gurupları (nucleus’lar) ve dağınık yerleşmiş hücrelerle son derece karmaşıktır. Şu ana kadar insan beyinsapında tarif ettiğimiz yaklaşık 438 yapı bulunmaktadır (Paxinos, Xu-Feng, Sengul, Watson, The Human NervousSystem, Elsevier, 2012). İnsan beyin sapında AllenInstitutefor Brain ScienceBRAINSPAN Atlas of theDeveloping Human Brain ve Atlas of the Human Brain projelerinde analizler yaptım ve gelişimsel konsepsiyon sonrası 21. hafta için referans atlas hazırladım. Örnek olarak calretinin geni CALB2 nucleussolitarius, dorsal paramedian nucleus, ve cochlear nucleus’u, glutamate geni GRIK2 nucleusgracilis ve cuneatus’u, neuropeptide Y geni NPY intermediatereticularnucleus, ve somatostatin geni SST locus coeruleus ve medial parabrachial nucleus’u belirledi. Bu sunum ile gen ekspresyonlarının beyinsapında nucleus’ların lokalizasyonunu nasıl gösterdiğini, ayrıca konsepsiyon sonrası 15., 21. haftalar ve erişkin beyin sapı tanıtılmaktadır.(www.alleninstitute.org). Anahtar kelimeler: atlas, beyin sapı, insan 3 için hazırlanmış referans atlasları K-03 Kortikospinal Nöronlar: Hastalıkta ve Sağlıkta, Ölüm Bizi Ayırana Dek Ulupınar E Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü Disiplinlerarası Sinirbilimleri Anabilim Dalı Nörodejeneratif hastalıklar beynin belirli bölgelerindeki nöronların ilerleyici ve geri dönüşümsüz kaybı ile karakterize bir grup patolojiyi içermektedir. Bu hastalıkların en çarpıcı belirtisi, hastalık süreçlerinin belirli nöron tiplerine karşı daha spesifik olarak işlemesidir. Örneğin, Parkinson hastalığında substansianigra’dakidopaminerjik nöronların yaygın hasarı söz konusuyken; Alzheimer hastalığında, nöron hasarı hippokampus ve neokorteks’te en ciddi düzeydedir. Huntington hastalığında, hastalıkla ilişkili mutant gen beyin ve birçok başka organda eksprese olsa bile, patolojik değişiklikler esas olarak neostriatum’da sınırlanmıştır. AmyotrofikLateral Skleroz (ALS)’de ise omurilik, beyin sapı ve korteks’teki motor nöronlarda kayıp olmaktadır. Nöronaldejenerasyonpaternlerinde görülen bu çeşitlilik ve farklı bölgelerdeki nöronlarınselektif olarak hasarlanması; etkilenen nöron gruplarına özgü bir takım intrinsik faktörlerin çevresel faktörlerle etkileşimlerinin etiyopatogenezde rol oynadığına işaret etmektedir. Bu konuşmada, motor nöronlar üzerine odaklanılarak, bu nöronlar arasından da erişkin tipi motor nöron hastalıklarının en sık görülen tipi olan ALS’deilerleyici bir seyirle hasarlanma gösterenkortikospinal motor nöronların normal ve patolojik süreçlerdeki morfolojik özellikleri irdelenecektir. Kortikospinal motornöronlar, istemli kas hareketi için beynin motor merkezinde oluşan elektriksel uyarıların, omuriliğin ön boynuz bölgesindeki nöronlar aracılığıyla ilgili kas gruplarına taşınmasından sorumludur. Bu nedenle hasarlanmaları durumunda, önce fokal kas zayıflığı ile başlayan, daha sonra kas atrofisi ve spastisite ile devam eden ve en nihayetinde de tüm kas gruplarının etkilenmesi sonucunda hastanın solunum yetersizliğine bağlı olarak kaybedilmesine yol açan bir klinik tablo meydana gelmektedir. Hastalık klinik olarak kolayca tanınabilmesine rağmen, altta yatan patofizyolojik süreçlerin çeşitliliği ve birbiriyle etkileşimleri nedeniyle henüz etkin bir tedavisi bulunmamaktadır. Ancak son yıllarda hızla gelişen moleküler biyolojik teknikler ve hayvan 4 modellerinden elde edilen bulgular ışığında hastalığa neden olan hücresel mekanizmalar aydınlatılmaya başlanmıştır. Konuşmanın ilk bölümünde, korteks’te bulunan milyonlarca sinir hücresi arasında neden bu spesifiknöron popülasyonunun hasarlanmaya daha yatkın olduğu tartışılacaktır. İkinci bölümde, bu nöronlardadejenerasyona neden olan moleküller ve mekanizmalar üzerinde durulacaktır. Son olarak da, selektif olarak kortikospinal motor nöronlarda dejenerasyona ve kayba neden olan bir genetik mutasyona sahip olan hayvan modeli üzerinde yaptığımız çalışmalarımızda elde ettiğimiz sonuçlar sunulacaktır. 5 K-04 Anatomi Atlaslarındaki Anatomik Hatalar Sınav A Rektör, SANKO Üniversitesi, Gaziantep Tarih boyunca anatomi bilgisi öğretmenden öğrenciye görsel olarak aktarılmıştır. Hatta, günümüzdeki ileri teknolojik yöntemlerin kullanıldığı müfredatlarda bile el ile çizilmiş anatomi atlasları olmaması düşünülemez. Anatomi atlaslarındaki illüstrasyonlar öğrenciler tarafından kullanıldığı gibi, öğretim üyeleri tarafından da derslerde slayt olarak kullanılır. Atlaslar özellikle kadavra sıkıntısı çeken ülkelerde daha kritik öneme haizdir ki bu durumda anatomic illüstrasyonlar öğrencilerin insan vücudunun detaylı anatomik yapısına vakıf olabilmelerinin yegane yolu olmak durumundadır. Maalesef anatomik illüstrasyonlar bazan anatomik bilgiyi yanlış aksettirebilmektedirler. Böyle hataların ortaya çıkmasının nedenleri çoktur. Birincisi, bazı tıp ressamlarının yeterli anatomi bilgisinin olmamasıdır. İkincisi, ressamların çizimlerinde anatomik doğruluktan ziyade artistik özelliklere dikkat etmeleridir. Sonuncu ve en önemli sebep ise, tıp ressamlarının kaynak olarak kadavradan ziyade mevcut atlaslardaki eski çizimleri kullanmalarıdır ki bu kuşaklar boyunca hataların büyüyerek tekrarlanmasına neden olur. Anatomi eğitimi tıp bilimlerinin temeli kabul edilebilir. Bu yüzden, görsel materyaller büyük bir özenle hazırlanmalıdır. Bu bağlamda anatomistlerin daha çok sorumluluk almalarına ve ressamlarla daha yakın ilişki içeriside çalışmaları gerekir ki bu anatomideki tarihi hatalar düzeltilebilsin. 6 K-05 Ulusal Çekirdek Eğitim Programı-2014 (Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimi) ve Anatomi Eğitiminde Kullanımı Songur A Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar 1980’li yıllardan itibaren ülkemizde tıp fakültesi sayılarında yaşanan artışlar nedeniyle farklı olanaklara ve alt yapıya sahip fakültelerde, farklı eğitim model ve programları uygulanmaya başlanmıştır. Bu süreçte temel bilgi ve becerilere sahip hekimlerin yetişebilmesi için çerçeve bir program hazırlanması gereksinimi doğmuştur. Bu amaçla 2000’li yılların başında tıp fakültelerinin katkıları ile hazırlanan Ulusal Çekirdek Eğitim Programı (UÇEP) kabul edildiğinde iki yılda bir revize edilme kararı alınmış olmasına rağmen, değiştirilmeden günümüze kadar gelmiştir. Aralık 2012’de yapılan Tıp Dekanları Konseyi (TıpDEK) toplantısında yeni UÇEP hazırlanması kararı alınmıştır. Nisan 2013’te başlayan ve bir yıl süren süreçte, çok sayıda fakülte, anabilim dalı, öğretim üyesi ve paydaşların katkıları ile yeniden yapılandırılarak UÇEP-2014 hazırlanmıştır. UÇEP-2014; 12 Mayıs 2014 tarihli Üniversitelerarası Kurul toplantısında ve 19 Haziran 2014 tarihli Yükseköğretim Kurulu Genel Kurul toplantısında görüşülerek resmiyet kazanmış. Eğitim çıktıları, yetkinlik-yeterliğe dayalı bir yaklaşım çerçevesinde hazırlanan UÇEP-2014 ile tıp fakülteleri başta olmak üzere tıp eğitimi ile ilgili tüm kurum ve kuruluşlara, mezuniyet öncesi tıp eğitimine yönelik, tıp eğitiminin ana dayanaklarının ve esaslarının ulusal ölçekte belirlendiği genel bir çerçeve / ulusal bir çerçeve sunulması; bununla, ülkemizdeki mezuniyet öncesine yönelik tüm eğitim uygulamalarında uluslararası tıp eğitimi ilke ve yaklaşımları doğrultusunda belirli bir standardın sağlanması amaçlanmıştır. Klinik öncesi tıp eğitiminde önemli bir müfredata sahip olan anatomi teorik derslerinin UÇEP-2014’te yer alan çekirdek hastalıklar/klinik problemler veya temel hekimlik uygulamaları ile ilişkilendirmesi tavsiye edilmektedir. Anatomi derslerinin UÇEP-2014 ile ilişkilendirilerek ve klinik temelli olarak anlatımı öğrencilerin derse ilgisini artıracağı ve 7 öğrenmeyi kolaylaştıracağı düşüncesindeyiz. Ayrıca klinik önemi olmayan bazı detay bilgiler ile öğrencilerin vaktinin alınmaması sağlanmış olacaktır. Anahtar Kelimeler: Ulusal Çekirdek Eğitim Programı, tıp fakültesi, mezuniyet öncesi tıp eğitimi, anatomi. 8 K-06 Farklı koşullarda muhafaza edilen kadavraların enfektif ajan barındırma durumlarını ne kadar biliyoruz? Kendimizi ne kadar koruyoruz? Kurtoğlu Z Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Mersin Bu sunumun amacı, anatomi laboratuarlarındaki kadavralarla temas eden anatomist, öğrenci, klinisyen ve yardımcı personelin, kadavradan bulaşması olası enfeksiyon ajanlarını tanıma durumları ve bu enfeksiyonlardan korunma tedbirlerini değerlendirilmektedir. Sunumun ilk bölümünde Mersin Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı rehberliğinde hazırlanan ve Türkiye’deki çeşitli üniversitelerin anatomi anabilim dallarından 45 akademik personel, kadavra diseksiyonuna aktif olarak katılan cerrahi bilim dallarından 44 öğretim elemanı ve kadavra ile eğitim gören 6 farklı üniversiteden Tıp Fakültesi dönem 1-2 öğrencilerine uygulanan anketin sonuçları paylaşılmaktadır. Anket sonuçları; hem kadavralardaki enfeksiyon riskinin farkında olma konusunda, hem de bunlardan korunma tedbirleri alma konusundaki eksikliklerimizi ortaya koymaktadır. Bu verilere göre, lisans öğrencisinden akademik personele, kadavrayı taşıyan yardımcı personelden, deneyim için kadavra diseksiyonu yapan klinisyene kadar Anatomi laboratuarlarında kadavra ile temas eden tüm bireylerin, enfeksiyon riski açısından bilgi durumunun geliştirilmesine ihtiyaç olduğu açıktır. Sunumun ikinci bölümünde, Tüberküloz, Hepatit B, C, HIV, Creutzfeldt-Jacob Hastalığı (CJD) ve benzeri prionlar gibi başlıca enfektif ajanların, ıslak ve kuru ortamda, formaldehitli sıvı içinde ya da -20 derecedeki saklama koşullarında dayanıklılık durumlarına ilişkin literatur bilgileri yer almaktadır. Son olarak, farklı biçimlerde korunan kadavralar ile temas sürecini sağlıklı biçimde düzenlemek üzere, bilimsel verilere dayalı olarak hazırlanmış, uygulanabilirliği olan “işlemsel süreç metinleri”nin oluşturulması ve bu algoritmaların tüm anatomi laboratuarlarında uygulanmasının teşvik edilmesi önerisi gündeme getirilmektedir. 9 K-07 Malatya’nın Tarihi Ve Kültürel Geçmişi Karagöz M İnönü Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Malatya Barekallah gülüstan-ı bülbülandı Aspuzu Cenneti tezkir eder ali mekandır Aspuzu Niyazi-î Mısrî (Aspuzu, bugünkü Malatya'dır) Dünya coğrafyasında bazı yerleşim yerlerinin göbeğini tarih kesmiştir. O yerler insan eliyle inşa edilen ve dolayısıyla kültürel kimlik kazandırılan muhitlerdir. Bu benzeri yerleşim yerleri insanlığın ortak medeniyetine katkı sağlayan çevrelerdir. Malatya işte böyle bir şehirdir. Malatya çevresinde yaklaşık on bin yıllık yerleşim düzeni bulunmaktadır. M.Ö dördüncü binin ortalarından itibaren devlet düzenin bulunduğuna ait bulgular elde edilmiştir. Böylece Dünyanın eski medeniyet sahalarından biri olma özelliği taşımaktadır. Malatya coğrafî yeri ve tarih içerisinde üzerinde yaşayan toplulukların kültürel zenginlikleri sebebiyle eski çağlardan itibaren ortaya konulan kültür ve medeniyetler insanlık ortak medeniyetine katkılar sağlamıştır. Kültürel ve medeni zenginlik günümüze kadar devam etmektedir. Coğrafî imkânlarının yeterliliği, sosyal ve iktisadî hayatı devamlı canlı ve hareketli halde tutmuş, böylece tarihte yaşayan toplumlar zengin tarihi miras bırakmışlardır. Aslantepe'den de önce başlamak şartıyla, bugün Malatya'da Hititlerin, Romalıların, Selçukluların, Osmanlıların ve nihayetinde Modern Cumhuriyetin doğal ve kültürel mirasından kalıntılar bulmak mümkündür. 10 K-08 Doçentlik sınavı öncesi ve sonrası yaşanan yayın ve değerlendirme sorunları Şakul BU Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, İstanbul Akademik ilerlemede doçentlik sınavı, bir adayın hayatı boyunca gireceği en önemli ve zor bir sınavdır. Kişinin o zamana kadar yaptığı, katkıda bulunduğu, emek harcadığı ya da hiçbir gayreti olmadan isminin girdiği çalışmalar jüri üyeleri tarafından değerlendirilir. Yapılan çalışmalarda; etik kurul onayının alınması, ne zaman alınacağı, kimin adı ile alınacağı, kimlerin isimleri ve ne sıra ile yazılacağı maalesef ki, hem hoca düzeyinde hem de asistan düzeyinde yeterince bilinmeyen belki de önemsenmeyen ama güncelliğini de yitirmeyen bir sorundur. Bu nedenle, bir çalışma başlamadan önce çalışmada kimlerin bulunacağı, hangi işi hangi oranda yapacağı ve isim sıralamalarının nasıl olacağına varıncaya kadar belirlenmiş bir protokol akdinden sonra etik kurul onayı alınmalıdır. Ayrıca yazıların orijinalliği, alıntıların kaynaklarının belirtilmesinde de gerekli hassasiyetin gösterilmesi gerekmektedir. Yayınların değerlendirmesi aşamasında da, jüri üyelerine büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Hakkaniyetli bir şekilde dosyanın incelenerek karar verilmesi adayların mağdur olmasını engelleyecektir. Adaylara, titiz bir şekilde inceleme yapmadan veya kasten etik ihlal hele de intihal suçlamalarında bulunmak en azından 6 ay gibi uzun bir bekleme süresi demektir. Yayınların çok iyi okunması, özellikle intihal suçlaması yapılacaksa çok dikkatli olunması gerekmektedir. Bunun yanında, jüri üyesinin karşısına çıkan adayın en azından 4 yıllık yardımcı doçent, öğretim görevlisi veya uzman doktor olduğu unutulmamalıdır. Dolayısı ile adaylara asistan muamelesi yapmak uygun değildir. Ayrıca asılsız ithamda bulunan jüri üyeleri hakkında da idari ve adli soruşturmaların açılabileceği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Doçentlik sınavı, etik, intihal 11 K-09 Michelangelo ve Leonardo Da Vinci’nin Başyapıtlarında Çığır Açan Anatomik Yansımalar Durgun B Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, ADANA Amaç: Bu sunumda, Michelangelo and Leonardo da Vinci’nin yaşamları, insan anatomisine merakları ve sanatta anatomiyi büyüleyici bir şekilde kullanmaları irdelenmiştir. Gereç ve Yöntem: Bu iki büyük dehanın eserlerinde insan anatomisinin yansımaları derlenmiş ve analiz edilmiştir. Bulgular: Rönesans süresince, insan anatomisi konusunda çok sayıda çalışma yapılmasına yol açan sanat eseri, bilimsel ve tıbbi eser ortaya konmuştur. Rönesans ustalarını mesleklerine göre sınıflandırmak veya ayırmak, çoğu birden fazla işi mükemmel bir şekilde yaptıkları için, (heykeltıraş, mimar, şair, ressam ve üstat anatomist Michelangelo Bounarroti (1475 –1564) ile sanatçı, bilim adamı, mucit, vizyoner, filozof ve tüm zamanların en büyük anatomisti Leonardo da Vinci (1452–1519)’de olduğu gibi) çok güçtür. Hem Michelangelo hem de Leonardo heykel ve resimde perspektiflerini genişletmek üzere çok sayıda kadavra diseksiyonu yapmıştır. Michelangelo, sayısız anatomi eskizlerini ve notlarını yok ettiği için, kadavra diseksiyonlarından elde ettiği ayrıntılı çizimleri yayımlamamıştır. Leonardo ise, ayrıntılı anatomi bilgisini sayısız şekiller ve notlarla belgelemiştir. Sonuç: Michelangelo ve Leonardo Floransa’da devamlı bulundukları iki yıl boyunca birçok kez görüşmüştür. İki usta, bilim ve sanat arasındaki sürekli diyalog idealini somutlaştırmıştır. Derin anatomi bilgilerini başyapıtlarında da gerçekçi ve sembolik bir biçimde yansıtmışlardır. Bu eserlerden en tanınmışları Leonardo’nun "Kayalıkların Bakiresi", “Mona Lisa”, “Son Yemek” ve "Vitruvian Man" ; ve Michelangelo’nun “Adem’in Yaratılışı”, “Aydınlık ve Karanlığın Ayrılması” ve “Davut Heykeli“dir. Bu eserlerde anatomik yapıların kullanılmasının gösterilmesi ilginçtir, ancak bunun bir varsayım olması da kaçınılmazdır. Anahtar Kelimeler: Michelangelo, Leonardo da Vinci, Anatomi, Rönesans ve Anatomi 12 K-10 Sıçan Yavrusu Hipoksikiskemikensefalopati Modelinde Hippocampus’a Fonksiyonel ve Morfolojik Yaklaşım Adıgüzel E Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Kınıklı, Denizli Hippocampus fonksiyonlarının değerlendirilmesinde davranış testleri kullanılmaktadır. Morfolojik değerlendirme ancak histolojik düzeyde gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmada sıçan yavrusu hipoksik-iskemik ensefalopati(HİE) modelinde, hippocampus fonksiyonu ve histolojisi değerlendi. Çalışmada dört grup sıçan kullanıldı. Birinci, ikinci grup sıçanlara doğumdan sonraki onuncu günden onbeşinci güne kadar subkutan 50 mg/kg üzüm çekirdeği özütü verildi. Birinci, dördüncü grup sıçanlara ise doğumdan on iki gün sonra modifiye edilmiş Levin HİE modeli, üçüncü gruptaki sıçanlara yalancı operasyon uygulandı. On hafta sonra su tankı ve sekiz kollu labirent testleri ile davranışsal değerlendirme yapıldı. Sakrifiye edilen sıçanların beyinlerinden seri kesitler alınarak hippocampus piramidal nöron tabakasında Parvalbumin, Calretinin, NeuN boyamaları yapıldı, H-SCORE yöntemiyle değerlendirildi, toplam piramidal nöron sayıları stereolojik yöntemlerle hesaplandı. Su tankı testinde 1.Grubun diğer gruplara göre düşük performansa sahip olduğu görüldü. Sekiz kollu labirent testinde 4.Grubun performansı diğer gruplara göre düşük bulundu (p<0.05). Beyin ağırlığı ortalaması bakımından 3.grup diğerlerine göre yüksek, 1.grup ise düşük beyin ağırlığı ortalamasına sahipti (p<0,05). Sağ hipokampal CA3-2 bölgelerinde piramidal nöron sayısı bakımından gruplar arasında fark saptanmadı. Diğer gruplara göre Parvalbumin pozitif piramidal hücrelerin 1.Grupta daha fazla, NeuN pozitif hücrelerin daha az olduğu saptandı. (her iki parametre için p<0,05). Cilt altı enjeksiyonla uygulanan üzüm çekirdeği özütünün HİE oluşturulmuş sıçan yavrularında uzun dönemde kontrol grubu ile karşılaştırıldığında hippocampus’da piramidal nöron sayısı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik sağlamadığı, hippocampus CA3-2 bölgesi piramidal nöronlarda Parvalbumin pozitif hücrelerde artışa, NeuN pozitif hücrelerde azalmaya neden olduğu gösterildi. Davranış testi sonuçları açısından sekiz kollu 13 labirent testi ile su tankı testi arasında farklılık olması, fonksiyon ilişkiliçalışmalarda yöntem seçiminin önemini göstermiştir. Anahtar kelimeler: sıçan, piramidal nöron, hipokampus, öğrenme, bellek *Bu çalışma TÜBİTAK (108S157) ve Pamukkale Üniversitesi BAP (2008TPF005) tarafından desteklenmiştir. 14 SÖZLÜ BİLDİRİLER 15 S-01 Vena Portanın Dallanma Varyasyonlarının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi ile İncelenmesi Ulusoy M*, Koplay M**, Bolatlı G*, Acar M***, Zararsız İ* * Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Konya. ** Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji AD, Konya. *** Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri YO Fizyoterapi AD, Konya. Amaç: Çok kesitli Bilgisayarlı Tomografi (ÇKBT) kullanarak Vena porta (VP)’nın karaciğerdeki segmenter dallanma varyasyonlarının tiplerini, sıklığını ve klinik önemini belirlemek. Gereç ve Yöntem: Rutin abdomen ÇKBT görüntülemeleri yapılan ve herhangi bir karaciğer patolojisi bulunmayan 374 hastanın (172 erkek, 202 kadın) tomografi görüntüleri incelendi. VP varyasyonlarının sıklığı ve tipleri tespit edildi. Bulgular: Normal intrahepatik dallanma gösteren VP (139 erkek, 165 kadın) Tip I olarak belirlendi. Tip I dışında kalan VP varyasyonları ise 33 erkek, 37 kadın hastada tespit edildi. Bu varyasyonlardan VP’nin ana kökünden sol VP, sağ anterior VP ve sağ posterior VP’nin birlikte dallandığı trifurkasyon Tip II (% 5,9) olarak belirlendi. Bu varyasyon 9 erkek (% 5,2) ve 13 kadında (% 6,4) görüldü. Tip III dallanma varyasyonunda (% 5,1), sağ posterior VP’nın ana VP’dan ayrı bir dal olarak çıktığı tespit edildi. Tip III varyasyonu 15 erkek (% 8,7) ve 4 (% 1,9) kadında görüldü. Sağ VP’ nın üç dala ayrıldığı VP dallanma varyasyonu Tip IV (% 4) olarak belirlendi. Tip IV varyasyonu 5 erkek (% 2,9) ve 10 kadında (% 4,9) tespit edildi. Tip V (% 2,9) varyasyonu sol VP’nin ana VP den çıktıktan sonra ters kıvrılması şeklinde görüldü. Bu varyasyon 4 erkek (% 2,3) ve 7 kadında (% 3,5) tespit edildi. Sonuç: Çalışmamızda VP’nin dallanma varyasyonlarının oldukça sık görüldüğünü tespit ettik. İntrahepatik VP varyasyonlarının iyi bilinmesinin karaciğere yapılacak invaziv girişimler, transplantasyon ve cerrahi uygulamalarda olası düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Vena Porta, Dallanma Varyasyonları, ÇKBT. 16 riskleri azaltacağını S-02 Ankaferd Kan Stoperi adlı ilacın insan umblikal ven endotel kültürü (HUVEC) üzerine etkisi Nisari M*, Ulger H*, Torun Y**, Özdemir MA***, Kaya E**** *Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye **Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri, Türkiye ***Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hast. Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye ****Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye Ankaferd kan stoper (ABS) folklorik tıbbi bitki ekstraksiyonudur. Ülkemizde yıllardır geleneksel hemostatik ajan olarak kullanılmaktadır. ABS Thymus vulgaris, Glicirhiza glabra, Vitis vinifera, Alpinia officinarum ve Urtica dioica bitkilerinin standardize edilmiş bir karışımıdır. Bu bitkilerin hepsinin bireysel olarak endotel, kan hücreleri, anjiogenez, hücre proliferasyonu, vasküler dinamikler ve mediatörler üzerine etkisinin olabileceği rapor edilmiştir. Çalışmamızda Ankaferd’in insan endoteli üzerine olan etkisini farklı doz ve zamanda oluşturduğu değişikliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Erciyes Üniversitesi hastanesinde sezaryenle yapılan doğumlardan alınan göbek bağı toplardamarı PBS ile yıkandıktan sonra içine yaklaşık 10 mg/ml kollajenaz verildi ve 10 dakika 37ºC de inkübatörde bekletildi. Damar içerisindeki hücre ve kollajenaz karışımı tüp içine alındıktan ve 30 ml besi yeri ilave edildikten sonra 1000 rpm’de 10 dakika santrifüj edildi. Üstteki supernatant atıldı ve tüpün dip kısmında biriken hücreler üzerine 2 ml besi yeri ilave edilerek karıştırıldı ve 25 cm’lik flasklara ekildi. Ekilen hücreler konfluense ulaşınca pasajlama yapıldı. Yeterince hücre elde edildikten sonra Thoma lamında sayılan hücreler gruplara ayrıldı. Her bir gruba (n=16) ait kültür ortamına sırasıyla 5%,%25 ve %50 oranında ABS 24 saat süre ile uygulanmıştır. 48 saat sonra gruplardaki hücreler Thoma lamı ile sayılarak ABS’nin etkileri tespit edildi. HUVEC‟ lere ABS muamelesi boyunca, mikroskobik olarak hücrelerin yüzeyden kalktığı ve birbirlerine yapıştığı ve 24 saat sonra ise normal büyümelerine ve fonksiyonlarına döndükleri gözlemlenmiştir. Doza bağlı olarak deney grubu hücrelerinde bir artışın olduğu görüldü. Kontrol ve deney gruplarından elde edilen ortalama hücre sayısı sırasıyla 5,68X104 (±1,7), 6,56X104(±1,09), 7,12X104(±1,14), 7,43X104(±0,89) 17 idi. Deney gruplarındaki hücreler kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, deney gruplarındaki hücre azalmasının istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü (p<0,05). Ankaferd’in HUVEC’lerde çeşitli doz ve konsantrasyona bağımlı etkisinin varlığı saptanmış olup hemostatik etkileri yanı sıra hücresel birçok düşünülmektedir. Anahtar kelime: ABS, HUVEC, göbek bağı 18 mekanizmayı da etkileyebileceği S-03 Sıçan Ön Ekstremite Gelişimi Esnasında Ortaya Çıkan Kemik ve Kıkırdak Alanların İkili Boyama Yöntemi ile Tespiti ve Stereolojik Yöntemle Oranlarının Hesaplanması Öztürk M*, Unur E*, Acer N*, Ertekin T*, Çınar Ş**, Meker M*, Tahta Y* * Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye ** Balıkesir Üniversitesi, İvrindi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım Bölümü, Balıkesir, Türkiye Çalışmada sıçan fetus ve yenidoğan ön ekstremitesine ait iskelet gelişiminde kemik ve kıkırdak oranlarının yüzdesel olarak hesaplaması hedeflenmiştir. Çalışmamızda 21 hamile rattan elde edilen fetus ve yenidoğanlardan 3 tanesi prenatal grup (gebeliğin 16., 18., ve 20. günleri) 4 tanesi ise postnatal grup (doğum günü, 3., 7. ve 12. günlere ait) olmak üzere toplam 7 grup oluşturuldu. Fetus ve yavrular, ikili iskelet boyama yöntemi ile boyandı. Boyanmış olan ön ekstremitelerde steromikroskop altında, birincil ve ikincil ossifikasyon merkezlerinin görülme zamanı incelendi. Kemiklerin fotoğrafları alındı. Bu fotoğraflar üzerinde ImageJ programı yardımıyla kemik ve kıkırdak alanların oranı hesaplandı. Çalışmamızda ilk kemikleşme merkezi; klavikula, skapula ve humerusta gebeliğin 18. gününde, radius ve ulna da 20. gününde görüldü. İkincil kemikleşme merkezi ise ilk olarak skapula ve humerusta 0 günlük yavrularında tespit edilirken, radius ve ulnada doğumdan sonraki 7. günde görüldü. Çalışmamızda kullanılan 18 günlük fetus grubunda kemik-kıkırdak oranının klavikulada %43, skapulada %20, humerusta %15’e ulaştığı görülürken, radius ve ulnanın halen kıkırdak yapıda olduğu tespit edildi. 12 günlük yavru grubunda kemik-kıkırdak oranının ise klavikulada %100, skapulada %76, humerusta %69, radiusta %71, ulnada %75’e ulaştığı görüldü. Sıçan ön ekstremitesine ait kemiklerdeki kemik ve kıkırdak alanların tespiti ile birincil ve ikincil kemikleşme merkezlerinin gelişme zamanının ortaya konması, ileride yapılacak gelişimsel ve teratolojik çalışmalara kaynak olacağını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Sıçan; kemikler; ikili boyama; kemikleşme; ön extremite; stereoloji. * Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından TSY-11-3723 nolu proje ile desteklenmiştir. 19 S-04 Ductus Choledochus’un Uzunluğunun Anatomik ve Radyolojik Olarak Tekrar Değerlendirilmesi Kocabıyık N*, İmre N*, Güvenç İ**, Gülşen M***, Yıldız S*, Ünlü A****, Yazar F* * Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı ** Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı *** Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı **** Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Ductus choledochus’un anatomisi hakkında literatürde çok fazla bilgi olmasına rağmen, boyutlarıyla ilgili bilgiler farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle, ductus choledochus’un boyutlarını hem kadavralarda, cholangiopancreatography)’lerde hem hem de MRCP ERCP (magnetic resonance (endoscopic retrograde cholangiopancreatography)’lerde analiz ederek farklı örneklerdeki ölçümleri ortaya koymayı amaçladık. Çalışmamızda 25 adet %10 formaldehitle fikse erişkin kadavra ve daha önceden alınmış 100 MRCP ve ERCP görüntüsü kullanıldı. Kadavralarda karaciğerin visseral yüzünde ekstrahepatik safra kanalları açığa çıkarıldıktan sonra sağ ve sol hepatik kanalın birleşiminden ampulla hepatopancreatica’ya kadar olan bölümün ve ductus choledochus (ductus cysticus katıldıktan sonra ampulla hepatopancreatica’ya kadar olan bölüm)’un uzunlukları sırasıyla digital kaliper ile ölçüldü. Ayrıca ductus cysticus ve ductus hepaticus communis’in uzunlukları da ölçüldü. Arşivdeki MRCP görüntüleri retrospektif olarak incelendi. MIP (maximum intensity projection) görüntüleri üzerinden koledok uzunluğu dijital kaliper kullanılarak ölçüldü. Kadavralarda ductus choledochus’un ortalama uzunluğu ortalama 60±10.2 mm, ductus cysticus’un uzunluğu ortalama 21±5.95 mm, ductus hepaticus communis’in uzunluğu ise ortalama 23.5±9.71 mm olarak bulundu. MRCP’lerde ductus choledochus’un ortalama uzunluğu ortalama 58±9.95 mm, ERCP’lerde ductus choledochus’un ortalama uzunluğu ortalama 59±9.85 mm olarak bulundu. Literatürde ductus choledochus’un uzunluğu 50-150 mm arasında değişen geniş bir aralıkta sunulmaktadır. Bu bulgulardan farklı olarak; ductus choledochus’un uzunluğunun çok daha kısa olduğu dikkati çekmektedir. Ductus choledochus’un boyutlarıyla ilgili bu çalışmadan ortaya çıkan sonuçların; safra kesesi, 20 pancreas ve duodenum girişimleri sırasında klinisyenlere kılavuz olacağını ve literatüre katkı sağlayacağını inancındayız. Anahtar Kelimeler: Ductus choledochus, ductus cysticus, ductus hepaticus communis 21 S-05 Yenidoğan Kadavralarında Cavitas Tympani, Cochlea Hacimlerinin ve Spiral Ganglionda Bulunan Nöronların Stereolojik Yöntemler Kullanılarak Tahmin Edilmesi Acer N*, Kesici H**, Unur E*, Sönmez M F***, Ertekin T*, Arslan A*, Bilgen M****, Çoşkun A*****, Erkan M****** * Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri ** Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, Tokat *** Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, Kayseri **** Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Aydın ***** Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Radyoloji bölümü, Kayseri ****** Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak, Burun Boğaz Anabilim Dalı, Kayseri Bu çalışmanın amacı temporal kemikten elde edilen bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüleri üzerinde manuel yöntem ile cavitas tympani (CT) ve cochlea hacimleri MATLAB platformunda geliştirilen bir yazılım ile hesaplanmasıdır. 5 adet yenidoğan kadavrasına ait kafataslarından alınan 0.25 mm’lik kesit kalınlığında BT görüntüleri konusunda uzman iki ayrı değerlendirici tarafından yazılım kullanılarak bağımsız olarak analiz edilmiş ve elde edilen sonuçlar karşılaştırılmıştır. Cavitas tympani ve cochlea’nın sınırları önce görüntü kesitleri üzerinde manuel olarak çizilmiş ve alan ölçümleri elde edilen maske görüntüler üzerinden yapılmıştır. Sonra tüm kesitlerden alınan ölçümler birleştirilerek toplam hacim değeri hesaplanmıştır. Aynı zamanda biz ganglion cochlearede bulunan nöronların sayısını tahmin etmek için optik disektör tekniği kullandık. Bunun için sayım alanları örneklendi ve tahminleme yapıldı. Yenidoğanlarda iç kulakta bulunan ganglion spirale de bulunan toplam nöron sayısı örneklemlerdeki toplamların tersi ile çarpılarak elde edildi. Buna göre ortalama nöron sayısı 38715±1200 olarak tespit edildi ve varyasyon katsayı (VK) değeri ise 0.19 olarak bulundu. Manuel ölçüm performansını değerlendirmek için istatistiksel geçerliliği olan Dice benzerlik katsayısı (DBK), Jaccard, özgüllük ve hassasiyet testleri kullanılmıştır. Analizlerden elde edilen cavitas tympaninin ortalama hacmi 0.28±0.04 cm3, 0.26±0.03 cm3 olarak bulunmuştur. DBK indeksinin 1 değerine yakın bulunması geliştirilen yazılımla bağımsız olarak yapılan CT hacim ölçümlerinin örtüştüğünü ve güvenirliği yüksek sonuçlar verdiğini göstermektedir. Bu yazılımın, radyolojik görüntülerden yapılabilecek diğer anatomik hacim ölçümler içinde kullanılmasının mümkün olacağı görünmektedir. 22 Anahtar kelimeler: os temporale, cavitas tympani, cochlea, hacim, ganglion spirale, stereoloji NOT: Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Başkanlığı tarafından TOA-11-3618 kodlu proje kapsamında desteklenmiştir. 23 S-06 Aşil Tendonu İnsersiyosunun Anatomik Açıdan Araştırılması Gümüşalan Y*, Üzel M**, Tuğtağ B* *Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD., İSTANBUL **Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji AD., Kahramanmaraş Amaç: Aşil tendonu (tendo calcanei), vücudun en sağlam tendonu olmasının yanı sıra, aynı zamanda en fazla tendon rüptürleri ile tendinopati gibi patolojik durumların meydana geldiği yapılardan biridir. Aşil tendonunu oluşturan m. gastrocnemius’un lateral ve medial başı ile m. soleus’un kas liflerinin insersiyo bölgesine olan mesafelerini, tendonun calcaneus’a tutunma yerini, şeklini ve açısını bilmek, hem tendonun biyomekanik fonksiyonunu anlamak hem de cerrahi tedavi esnasında meydana gelebilecek iyatrojenik yaralanma riskini azaltabilmek açısından oldukça önemlidir. Çalışmamızda Aşil tendonu insersiyosunun anatomik özelliklerini ortaya koymayı amaçladık. Gereç ve yöntem: İskemik nedenlerle ampute edilmiş ve doğuştan yapısal anomalisi olmayan 25 alt ekstremitede bacağın posterior kompartmanında bulunan m. gastrocnemius ile m. soleus origolarından insersiyolarına kadar açıldı. Aşil tendonunun insersiyo yaptığı alan, calcaneus’a tutunma açısı, insersiyo noktasındaki ve en ince yerindeki boyutları ile insersiyodan medial ve lateral başa uzanan tendon boyları ölçüldü. Bulgular: Diseksiyonu yapılan 25 alt ekstremitede ortalama olarak tendonun lateral başa uzanan bölümü 18,9 cm, medial başa uzanan bölümü 18,6 cm, en ince yerindeki boyutları 16x7 mm ve insersiyodaki boyutları ise 32x7 mm olarak ölçüldü. Aşil tendonu ile calcaneus arasında tepesi yukarıda tabanı aşağıda ve boyutları yaklaşık 2222-31 mm olan ikizkenar üçgen şeklinde bir bursa bulunduğu tespit edildi. Bu üçgen bölgenin distalinde Aşil tendonu calcaneus’a medialden laterale doğru genişleme göstererek tutunmaktaydı. Ayrıca Aşil tendonunun, calcaneus’a insersiyo yaparken tam koronal düzlemde tutunmadığı, koronal düzlemle açıklığı laterale bakan yaklaşık 15°’lik bir açılanma oluşturarak tutunduğu belirlendi. Tartışma: ‘Enthesis’ organ olarak adlandırılan Aşil tendonunun insersiyosu birçok araştırmacıya çalışma konusu olmuştur. Tendon ile yakın ilişki içinde bulunan Kager’in yağ 24 dokusu ve retrokalkaneal bursa, kemik ile yumuşak doku arasındaki stresi azaltır. Bu durumun tendonun calcaneus’a tutunma şekliyle yakından ilişkili olduğunu düşünmekteyiz. Klasik kitaplarda ifade edildiğinin aksine Aşil tendonu, calcaneus’un posteriorunda tam orta noktasına veya tepesine değil liflerinin büyük çoğunluğu orta hattın medialinde kalacak şekilde laterale doğru yayılarak ve tuber calcanei’nin plantar yüzüne doğru uzanım göstererek sonlanmaktadır. Sonuç olarak, bu durumun ayağın biyomekaniği ile doğrudan ilişkili olduğunu, özellikle yürüme esnasında tendon üzerine binen yükün mediale kayabileceğini ve yürümeyi etkileyebileceğini düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Aşil tendonu, calcaneus, insersiyo 25 S-07 Anatomi Eğitiminde Kadavra Kullanımı ve Organ Bağışı Hakkında Üniversite Öğrencilerinin Görüşleri: Başkent Üniversitesi Örneği Öktem H*, Özşahin E*, Yıldırım R V**, Kürkçüoğlu A*, Yazıcı C***, Pelin C* * Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim dalı, Ankara, Türkiye ** Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Anabilim dalı, Ankara, Türkiye *** Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim dalı, Ankara, Türkiye Giriş: Her ne kadar yapay modeller, gerçek yapıyı nitelikli bir şekilde yansıtan simulatörler, bilgisayar tabanlı üç boyutlu görüntüler ve hatta sanal kadavralar günümüzde anatomi eğitiminde yaygın bir şekilde kullanılsalar da insan kadavrası üzerinde gerçekleştirilen diseksiyonlar günümüzde hala anatomi eğitimindeki önemini korumaktadır. Ayrıca anatomi laboratuarında kazandıkları deneyim ve kadavra diseksiyonunda harcadıkları zaman tıp öğrencilerinin ölüm kavramını algılamalarına destek olmaktadır. Ayrıca günümüzde çok sayıda hasta çeşitli organ yetmezliklerinden dolayı hayatını kaybetmektedir. Bu kişilerin son umutları organ nakilleri olup nakil işlemi sonucunda hastanın yaşam kalitesi sağlıklı bir insan düzeyine erişmektedir. Ancak günümüzde gerek organ bağışı, gerekse kadavra bağışı hala önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada üniversitemiz sağlık alanında eğitim veren fakültelerin öğrencilerinde anatomi eğitiminde kadavra kullanımı ve organ bağışlarına ilişkin düşüncelerinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Başkent Üniversitesi sağlık alanında eğitim veren fakültelerde okuyan ve yaş ortalaması 20.96 ± 7.56 olan 643 öğrenci katılmış olup tüm katılımcılara üçlü Likert skalaya göre 20 sorudan oluşan bir anket uygulanmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %71,5’i “Ölümden sonra insanlığa faydalı olmak isterim” ifadesine “evet” cevabını vermelerine karşın % 59,5’i kendi bedenlerini ölümümden sonra tıp eğitiminde kadavra olarak kullanılması doğrultusunda bağışlayamayacağını ifade etmiştir. Katılımcıların % 85,4’ü kadavra üzerinde yapılan çalışmaların tıp öğrencilerinin eğitiminde faydalı olacağını düşünmekle birlikte % 38,9’u Tıp öğrencilerinin eğitimleri sırasında kadavraya yeterince saygı göstermediklerini düşünmektedir. Öğrencilerin %78,1’i ölümden sonra organlarını başka insanları kurtarmak için bağışlayabileceklerini ifade etmektedir. Ancak organlarını bağışlamak doğrultusunda 26 olumlu düşünen bireylerin %73,3’ü ölümlerinden sonra bedenlerini kadavra olarak bağışlamak doğrultusunda gönüllü değildir (p<0,001). Sonuç olarak ülkemizde kadavra bağışı hala bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Anahtar Kelimeler: Kadavra bağışı, organ bağışı, tıp eğitimi 27 S-08 Deneysel Epilepsi, Lamotrijin ve Fenitoin’in Yavru Sıçan Beyin Dokusu üzerine Nörotoksik Etkileri Soysal H*, Doğan Z**, Eşrefoğlu M***, Türköz Y**** *Başkent Üniversitesi, Tıp fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara **Adıyaman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim dalı, Adıyaman ***Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim dalı, İstanbul ****İnönü üniversitesi, Tıp fakültesi, Biokimya AD. Malatya Amaç: Deneysel epilepsi (DE) uygulanan gebe sıçanlarda, lamotrijin (LTG) ve fenitoin (PHT) kullanımının fetal beyin dokusu üzerine postnatal etkilerinin ve folik asitin (FA) koruyucu rolünün belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmamızda 27 adet gebe sıçan kullanıldı. Gebe sıçanlar Kontrol (n=2), DE (n= 3), PHT (n=2), PHT+DE (n=3), PHT+FA (n=3), PHT+FA+DE (n=3), LTG (n=3), LTG+DE (n=2), LTG+FA (n=2), LTG+FA+DE (n=4) olmak üzere on gruba ayrıldı. Gebeliğin her günü Lamotrijin gruplarına 2mg/kg dozunda LTG, fenitoin gruplarına 25mg/kg dozunda PHT, folik asit kullanılan gruplara 400µg/kg dozunda FA verildi. Gebeliğin 13.gününde steroktaksik girişimle deneysel epilepsi uygulandı. Doğumdan sonra gebe sıçanlardan elde edilen 210 yavru sıçandan 0 günlük 75 yenidoğan, 21 günlük 70 yavru ve 38 günlük 65 yavru sıçanın beyin dokusu alınarak ışık mikroskopik düzeyde değerlendirildi. Bulgular: Gebelikte deneysel epilepsi uygulanan ve lamotrijin kullanılan gebe sıçanlardan doğan 0, 21 ve 38 günlük sıçanların beyin korteks tabakalarında perivasküler ödem, kanama, hücre infiltrasyonu, vakuolizasyon görüldü. Fenitoin ve folik asit kullanılan gruplarda ise postnatal 0, 21 ve 38 günlük sıçanlarda beyin korteks tabakalarının hücresel özellikleri kontrol grubuyla aynıydı. Sonuç: Gebelik sırasında geçirilen epilepsi nöbetinin ve lamotrijin kullanımının postnatal dönem boyunca beyin dokusunda patolojik bir hasar oluşturduğu görülmüştür. Fenitoin kullanımının herhangi bir doku hasarı oluşturmadığı, folik asitin ise koruyucu bir rolünün olmadığı gözlenmiştir. Sonuç olarak, gebelik sırasında geçirilen epilepsi nöbetinin ve lamotrijin kullanımının yavru beyin dokusunda doku hasarı oluşturabileceği kanaatindeyiz. Anahtar kelimeler: Deneysel epilepsi, Fenitoin, Folik Asit, Lamotrijin. 28 S-09 Arteria Vertebralis Dominansı İle Foramen Transversum Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi Karacan K*, Karacan A**, Acar B***, Acar T*** *Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Sakarya **Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı, Sakarya ***Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı, Sakarya Cervical vertebralarda bulunan foramen transversum, a.vertebralis’in aynı zamanda v.vertebralis ve sempatik pleksus’un geçtiği yerdir. Arteria vertebralis (VA), a.subclavia’nın ilk parçasının superoposterior kısmından çıkarak, 7.cervical foramen transversum haricinde ki tüm foramenlerden geçer ve kraniumdaki foramen magnuma doğru uzanır. VA’lerin çapları eşit olmayıp sol taraftaki sağ taraftakinden daha geniştir. Son çalışmalarda VA kan akımındaki yetersizliğin, vertebrobasiller sistemdeki hemodinamiği etkilediği üzerinedir. Ayrıca, dominant VA bilinmesi omurga cerrahinde de oldukça önemlidir. Bu nedenle çalışmamızda dominans VA ile for.transversum arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçladık. Çalışmaya Ocak 2013-Haziran 2014 tarihleri arasında, serebrovaskuler hastalık araştırılan, yaşları 28 ile 60 arasındaki, 26 hasta (15 erkek, 11 kadın) dahil edildi. Görüntüleme de cervical bilgisayarlı angiografi kullanıldı. C3-6 seviyeleri arasında her bir TF için iki ölçüm (maximum sağ/sol ve ön/arka çap) yapıldı. Vakaların %61.53’ünde (16) sol VA dominant bulundu. Aynı zamanda TF ve VA çapları arasında kuvvetli bir ilişki saptandı. 26 olgunun % 80.76’sında (21) dominant VA tarafında TF genişti (p<0.05). Dominant VA ile geniş olan TF arasında bir uyum söz konusudur. Çalışma bulgularımız geniş TF tarafının dominant VA tespitinde kullanılabileceğini göstermektedir. Anahtar kelime: Vertebral arter, Foramen transversum, Cervical vertebra 29 S-10 Darkschewitsch Nükleusu: Üç-boyutlu Rekonstrüksiyon, Fotorealistik Görüntüleme, Morfometrik ve Volümetrik Değerlendirme Terim Kapakin K A*, Kapakin S** * Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı ** Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Bu çalışmanın amacı Darkschewitsch nükleusunun bilgisayar destekli tasarımını (CAD) oluşturmak ve onu morfometrik ve volümetrik olarak değerlendirmekti. Darkschewitsch nükleuslarının rekonstrüksiyonlarının morfometrik değerlendirilmesi ile; sağda Darkschewitsch nükleus 0.06512 mm önden-arkaya, 0.03595 mm eninde, and 1.1917 mm yüksekliğindeydi. Solda Darkschewitsch nükleus 0.06515 mm önden-arkaya, 0.03600 mm eninde, and 1.1918 mm yüksekliğindeydi. Rat’ın Sağ ve soldaki Darkschewitsch nükleuslarının volümleri sırasıyla 0.00069 mm3 ve 0.00068 mm3 dü. Sağ ve sol Darkschewitsch nükleuslarının yüzey alanları Surfdriver yazılımı kullanılarak 0.12250 mm2 ve 0.12444 mm2 olarak hesaplandı. Sağ ve sol Darkschewitsch nükleuslarının arasındaki ortalama mesafe 0.03676 mm. idi. Darkschewitsch nükleusunun üç-boyutlu rekonstrüksiyonu Darkschewitsch nükleusunun görselleştirilmesini, algılanmasını ve yorumlanmasını sağladı ve cerrahi müdahale öncesi alıştırma yapmak imkanı verdi. Anahtar Kelimeler: Rat, Darkschewitsch Nükleusu, Üç-boyutlu (3B) Model, Fotorealistik 30 S-11 Yüz Nakli Sorgulanıyor! (Bilimsel Mi, Deneysel Mi?) Öztürk L, Boduç E, Görür İ Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Bornova-İZMİR Giriş: Bilimsel bilgi, bilimsel yöntemler ile elde edilen bilgidir. Bilimsel yöntem akıl, deney ve gözleme dayalıdır. Bir bilginin bilimsel olmasının ölçütü yöntemsel olmasıdır. Bilimsel bilgi objektif, sistemli, tutarlı ve eleştiriye açık bilgidir. Bilimsel bilgi, teknik bilgiden farklı olarak uygulama bilgisi değil, teorik bilgidir. Teknik bilgi her zaman bilimsel bilgiden köken almaz, ticari, sosyal, siyasal, etik, estetik, psişik, vs…, kökenli kaygılardan kaynaklanabilir. Bilimin amacı, doğanın tabii olduğu kuralları keşfetmektir, elde edilen sistematik bilgiyi doğa, insan ve insanlık yararını gözeterek değerlendirmektir. Bilimsel düşüncede, doğanın tabii olduğu kuralları değiştirerek veya zorlayarak yeni bir düzen yaratmak zihniyetine yer yoktur. Bilimsel dürüstlük “gerçeği arama” eyleminde ahlaklı, adaletli, emeğe saygılı ve içten olmayı öngörür. Bilim insanı, bilinen teknik bilgileri uygulayan “bilim teknisyeni” de değildir, etik felsefeyi tam özümsemiş bilgedir. Bilimsel kurumlardaki çalışmaların veya girişimlerin topluma sunulma aşaması ise ayrı bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun gereği gibi yerine getirilmesi, bilim insanlarının sosyal güvenilirliği ve saygınlığı bakımından önemlidir. Bilim insanlarının sorumluluğu da uzmanlık alanına giren konulardaki çalışmaları, girişimleri, yayınları izlemektir, ileri sürülen düşünce veya işlemleri eleştirel bir yaklaşım ile incelemektir, bilimsel yanıltmanın saptanması veya kuşkulanılması durumunda bunu açıklamaktır. Materyal-Metot: Bu sorumluluk bilinciyle 7 kadavra üzerinde yüz nakli ile uğraşanların yayınlarında kaydettiği materyal ve metotlara uygun olarak yüzün yumuşak dokularını bazen kısmen, bazen de tamamen periost dahil olmak üzere sıyırarak kaldırdık. İşlemleri bizzat yaparken yapılan girişimin detaylarına ve hacmine vakıf olduk. Tartışma: Yapılan yüz nakillerini, ülkemizde eğitimi verilen biyotıbbın tabii olduğu 3 Temel Kuram doğrultusunda inceledik. Yapılan yüz nakillerinin incelemeye tabii tuttuğumuz 3 temel kuram şunlardır: 1-Hücre Kuramı (Öncüleri: Matthias Schleiden, Theodar Schwann, Lorenz Oken, Rudolf Wirchow; Bütün canlılar hücrelerden oluşur), 2- Kalıtım (Gen ve Kromozom) 31 Kuramı (Öncüleri: Theodor Boveri ve Walter Sutton; Canlıların bütün özellikleri kodlanmış bilgi olarak hücrelerinde bulunmaktadır) 3- Evrim Kuramı (Öncüleri: Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace; Bütün canlılar ortak bir kökenden uzun süreli ve yavaş bir değişim ile oluşmaktadır). Sonuç: Ülkemizde de eğitimi verilen biyotıbbın temelini oluşturan teoriler ışığında incelendiğinde, yüz nakli girişimi bilimsel değil, deneyseldir. Üstelik de, yüz nakli deneklerinde sadece biyolojik sorunlar yaratmakla da kalmayacaktır! 32 S-12 Üç Boyutlu Multidedektör Bilgisayarlı Tomogrofide Orbita Ve Orbital Yapıların Morfometrik Analizi Turamanlar O*, Acar T**, Ünlü E***, Gönül Y*, Demirtaş İ**, Songur A* * Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar ** Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir *** Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar Orbita ve içinde bulunan yumuşak dokuların anatomik özellikleri farklılıklar gösterebilir. 100 kişiye (58 erkek, 42 kadın) ait yüz, kafa ve maksillofasiyal BT’leri, dekat, cinsiyet ile parametreler ve her iki orbita arasında karşılaştırmalar retrospektif olarak yapıldı. Dekatlar arasındaki derecede “Orbita medial duvarları arasındaki minimum uzaklık” parametresi ve “sol musculus rectus inferior” parametresi anlamlı bulundu. Orbita medial duvarları arasındaki minimum uzaklık parametresi, 3. dekat ile 6. dekat arasında; sol musculus rectus inferior parametresi, 8. dekat ile 2., 3. ve 4. dekatlar arasında anlamlı fark tespit edildi. Kadın ve erkek grupları parametreler yönünden karşılaştırıldığında “sağ orbita’nın iç ve dış duvarları arasındaki maksimum mesafe”, “sol orbita’nın iç ve dış duvarları arasındaki maksimum mesafe” “sağ orbita’nın alt ve üst duvarları arasındaki maksimum mesafe”, “sağ foramen infraorbitale ile orbita alt duvarı arasındaki mesafe”, “sol foramen infraorbitale ile orbita alt duvarı arasındaki mesafe”, “interzigomatik çizgi uzunluğu”, “kafatası transvers çapı”, “sol musculus rectus superior”, “sağ musculus rectus lateralis”, “sol musculus rectus lateralis” ve “sağ optik sinir genişliği” parametrelerinde anlamlı fark vardı. Orbita’nın iç ve dış duvarları arasındaki maksimum mesafe ve orbita’nın alt ve üst duvarları arasındaki maksimum mesafe, sağ ve sol orbita parametreleri arasında anlamlı bulundu. Kafatası transvers çapı ile interzigomatik çizgi uzunluğu, kafatası transvers çapı ile sağ taraf orbita iç ve dış duvarları arasındaki maksimum mesafe, interzigomatik çizgi uzunluğu ile sol taraf orbita iç ve dış duvarları arasındaki maksimum mesafe ve sağ taraf orbita iç ve dış duvarları arasındaki maksimum mesafe arasındaki ilişki anlamlıydı. Anahtar Kelimeler: BT, çap, morfometri, optik sinir, orbita. 33 S-13 Dizin Posterolateral Köşesine Ait Ayrıntılı Anatomik Bir Çalışma Elvan Ö, Kurtoğlu Z, Aktekin M Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Mersin Çalışmada, posterolateral köşe cerrahilerinde önem taşıyan yapıların morfolojik özelliklerinin ortaya konması amaçlandı. Ligamentum collaterale laterale (LCL) ve m. popliteus tendonunun (PT) morfometrik özelliklerine odaklanıldı. Çalışmada,10 YASSS erkek kadavrada bilateral olarak diz ekleminin posterolateral köşesi diseke edildi. N. peroneus communis (NPC)’in Gerdy tuberculu (GT), caput fibulae (CF) ve LCL’ye olan mesafeleri ölçüldü. A.,v. inferior lateralis genus’un (ILG), CF ve epicondylus lateralise mesafesi değerlendirildi. LCL’nin uzunluğu, superior ve inferior kısımlarının genişlik ve kalınlığı ölçüldü. LCL’nin m. biceps femoris tendonu (BT) ve PT ile ilişkisi snovial yapılar dikkate alınarak değerlendirildi. PT’nin üst ve orta seviyedeki genişlik ve kalınlığı ölçüldü. PT’nin femura tutunma şekli ve LCL ile pozisyonel ilişkisi değerlendirildi. PFL’nin morfometrik verilerinin LCL ve PT ile istatistiksel ilişkisi değerlendirildi. 7 olguda LCL PT’yi örtüyordu, 12 olguda PT LCL’nin ön kenarından taşıyordu (4.60±2.99 mm). 1 olguda tamamen LCL’nin önünde kalıyordu. 12 olguda LCL’in inferior kısmı etrafında snovial kese şeklinde bir yapılanma mevcuttu: 6 olguda bu kese vagina snovialis şeklinde LCL’yi yüzeyelden ve derinden sarıyordu. 8 olguda LCL’nin yüzeyelinde bursa şeklinde bulunuyordu. Diğerlerinde BT ve LCL birbiri ile kaynaşarak sonlanıyordu. 3 olguda femoral uçta LCL ve PT arasında bursa bulunuyordu. LCL üst kısım genişliği alt kısma göre daha genişti (p=0.0001). Kalınlık bakımından üst ve alt kısım arasında fark yoktu (p>0.05). PT üst ve orta kısmında genişlik bakımından fark yoktu. NPC ve ILG pozisyonunun tariflendiği, LCL ve PT nin morfometrik özelliklerinin belirtildiği şematik bir model ortaya konuldu. Bu çalışmada ortaya konan verilerin özetlendiği model, posterolateral köşe cerrahilerinde pratik bir yol gösterici olarak kullanılabilir. Anahtar kelimeler: posterolateral köşe, ligamentum collaterale laterale, popliteus tendon 34 S-14 Sulcus Posterolateralis Anatomisi ve Klinik Önemi Kirazli Ö*, Tatarlı N**, Güçlü B**, Ceylan D***, Ziyal İ****, Keleş E***** , Çavdar S****** * Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Istanbul, Türkiye ** Dr. Lutfi Kirdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Nöroşirurji Bölümü, Istanbul, Türkiye *** Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Bölümü, Sakarya, Türkiye **** Marmara Üniversitesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü, Istanbul, Türkiye ***** Koç Universitesi Tıp Fakültesi, Nöroşirurji Bölümü, Istanbul, Türkiye ****** Koç Universitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Bölümü, Istanbul, Türkiye Giriş: Sulcus Posterolateralis (PLS), omurilik arka kök (DREZ) operasyonları ve omurilik intramedullar tümörlerin alınması için önemli bir referans noktasıdır. Başarılı bir cerrahi için bölgenin antomisini ve varyasyon tiplerini bilmek gereklidir. Gereç –yöntem: Çalışmamızda Formalin fiksasyonu yapılmış beş adet yetişkin kadavra (4 erkek +1 kadın) kullanılmıştır. Her spinal seviyedeki arka kök sayıları 10x mikroskop büyütmesinde sayılmış ve dökümante edilmiştir. Işık mikroskobu takibi yapılmış parafin bloklardan transvers kesitler (10 μm) alınmış ve gri ve beyaz cevheri gözlemleyebilmek için Luxol Fast Blue boyaması yapılmıştır. Sulcus posterolateralis ve arka boynuzların x4’lük mikroskop büyütmede fotografları alınmış ve ölçümleri yapılmıştır. Sonuçlar: Sulcus posterolateralisin histolojik incelemeleri, tek yaprak pianın columna dorsalis ve columna lateralis arası uzandığını göstermiştir. Her iki kolon arasında sulcus olarak değerlendirebilecek pia içeren herhangi bir bölme olmadığı, Sulcus içini örten arachnoid bulunmadığı gözlenmiştir. Sulcus içerisinde uzanan pianın lokasyonu varyasyonlar göstermektedir. Servikal seviyedeki arka kök sayıları ortalaması 7.6 ± 1.4; torasik seviyedeki arka kök sayıları ortalaması 6.5 ± 0.7 ve lumbar seviyedeki arka kök sayısı ortalaması ise 6.1 ± 0.4 olarak hesaplanmıştır. Servikal seviyede bulunan arka boynuzun ortalama genişlik ve uzunluk ölçümleri; en geniş boynuzun, alt servikalde en dar boynuzun ise alt torakalde bulunduğunu gösterirken, en uzun boynuzun üst torasik en kısa boynuzun ise alt lumbar seviyede bulunduğunu ortaya koymuştur. Tartışma: Sulcusun varyasyonları ve her spinal seviyedeki kök sayılarının farkında olmak bu bölgede yapılan cerrahilerin başarısını arttıracaktır. Anahtar Kelimeler: Sulcus posterolateralis, medulla spinalis, anatomi 35 S-15 Anatomi Eğitiminde Artırılmış Gerçeklik Kapakin S Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı 2000’li yıllarda son kullanıcıya ulaşan Artırılmış Gerçeklik [Augmented Reality (AR)] gerçek dünyayı sanal dünya ile bir araya getirmeyi sağlayan yenilikci bir teknolojidir. Artırılmış gerçeklik, sizin bilgisayar tarafından üretilen gerçek zamanlı üç boyutlu (3B) objeleri gerçek hayat videolarına gömebildiğiniz yeni bir uygulama alanıdır. Bu çalışmanın amacı artırılmış gerçeklik kavramını tanımlamak ve anatomi eğitiminde potansiyel kullanımlarını gözden geçirmektir. Artırılmış gerçeklik teknolojisinin üç temel bileşeni ekran, izleme sistemi ve taşınabilir bilgisayardır. Bilgisayara bağlanan kamera geleneksel yolla görüntüleri yakalar. Kamera görüntü içindeki “Marker”ı tespit eder, resim içindeki kodlanmış bilgiyi yakalar ve bu bilgiyi bilgisayara gönderir. Bilgisayar bilgiyi çözümler ve marker üzerine 3B objeleri düşürür. 3B objeler gerçek dünyanın parçalarıymış gibi ortaya çıkar. Bilgisayar 3B objerin büyüklüğünü ve hareketlerini takip edebilir. Artırılmış gerçeklik dersleri daha cazip kılar. Sıkıcı dersleri eğlenceli hale getirir. Zor konuların öğrenilmesini kolaylaştırır. Elde edilmesi güç ders materyaline kolay erişim sağlar. Eğitim kalitesini artırır. Artırılmış gerçeklik mobil teknoloji kullanıcılarına fiziksel dünya içine gömülmüş sanal dünya ile etkileşim kurma imkanı tanır. Anahtar Kelimeler: Anatomi, Artırılmış Gerçeklik (AG), Eğitim 36 S-16 Yenidoğan Kadavralarında Karaciğer Hacminin Ve Yüzey Alanının Stereolojik Olarak Hesaplanması Avnioğlu S*, Unur E**, Ülger H**, Acer N**, Çınar Ş***, Sağıroğlu A**** *Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu **Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı ***Balıkesir Üniversitesi İvrindi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım Bölümü ****Kayseri Eğitim Araştırma Hastanesi, Anatomi Birçok hastalıkta karaciğerin boyut ve morfolojisinde değişiklikler olmaktadır. Bu değişikliklerin teşhis, takip ve tedavisi önemlidir. Karaciğer boyutu hakkında fiziksel muayene ile fikir edinmek mümkündür. Ancak en iyi sonuç, görüntüleme metotlarıyla ortaya konulmaktadır. Bu çalışmada yenidoğan kadavralarına ait karaciğerler üzerinde, USG, MRG, Arşimet prensibi ve dilimleme yöntemleri kullanarak, bu yöntemler arasındaki farklılıkların ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bu çalışmada Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı labaratuarında bulunan 5 yenidoğan kadavrasına ait karaciğerler kullanıldı. Bu kadavra karaciğerlerinde, USG ve kumpas yardımıyla boyut ölçümleri, karaciğerlerden çekilen MR görüntüleri ve dilimleme yapılan kesitleri üzerinde ise stereolojik ölçümler yapıldı. Yenidoğanların MR görüntüleri üzerinden karaciğerin hacmini hesaplamak için güvenilir bir yöntem olan Cavalieri prensibi kullanıldı. Arşimet prensibine göre hesaplanan hacim gerçek karaciğer hacmi olup, bu değer altın standart olarak kabul edildi. Altın standart olan bu ölçümle USG, MR görüntüleri ve dilimleme yönteminden elde ettiğimiz tahmin değerleri karşılaştırıldı. Çalışmamızda MRG, USG, dilimleme ve Arşimet prensibiyle hesaplanan karaciğer hacim ortalamaları sırasıyla 59.00±40.46 cm3, 115.86±102.51 cm3, 85.88±68.22 cm3, 70.00±49.96 cm3 olarak hesaplandı. Karaciğer yüzey alanları ise sikloid sonda kullanılarak; dilimleme, aksiyal, koronal ve sagittal planda olmak üzere 4 oryantasyonda hesaplandı; sonuçta hesaplanan karaciğer yüzey alanı ortalamaları sırasıyla 403.46±171.39 cm2, 266.81±113.83 cm2, 265.76±179.76 cm2, 186.82±76.77 cm2 olarak tespit edildi. 37 Alınan MRG kesitlerinden elde edilen sonuçlara göre 1.6 mm kesit kalınlığında aksiyal planda hesaplanan hacim değerlerinin altın standarda en yakın değerler olduğu tespit edildi. Karaciğerin boyut ve morfolojisi ile ilgili ciddi birçok hastalığın klinik değerlendirilmesinde ve karaciğer transplantasyonlarının planlanması konusunda kliniğe katkıda bulunabileceğimizi düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Hepatometri, Karaciğer hacmi, Yüzey alanı, Stereoloji, Cavalieri prensibi NOT: Bu çalışma; Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından TSD12-3911 kodlu proje ile desteklenmiştir. 38 S-17 Mobil cihazlardaki anatomi uygulamaları Sertel S*, Meyvacı T** Anatomi Anabilim Dalı* Tıp Fakültesi** Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli, Türkiye. Amaç: Bu çalışmanın amacı mobil cihazlara yüklenebilen anatomi ile ilgili uygulamalarının nitelik ve nicelik yönünden incelenmesidir. Yöntem: Bu günlerde mobil cihazlarda (akıllı telefon, tablet vs ) kullanılan, işletim sistemlerinden birinin ürününü içeren Apple application store uygulamaları tarandı. Sonuçlar: ‘Apple aplication store’da yaklaşık olarak 482 uygulama bulunmaktadır. Apple aplication store 125 ücretsiz ve 357 ücretli uygulamaya ulaşılabilmektedir. Ücretli uygulamalar 1.99-169.99 tl arasında fiyatlandırılmıştır. Ücretli uygulamalar çoğunlukla 1.99, 6.49 ve 10.49 olarak fiyatlandırılmıştır. Sistemdeki aplikasyonlar; anatomi eğitimi, terminoloji, pronansiasyon, diseksiyon, klinik, radyolojik, topografik, kesitsel, makroskopik, mikroskopik, özel anatomi ve bilgi sınama programları içermektedir. Uygulamalardaki anatomi ile ilgili bilgilerin güvenilirliği ve uygulanabilirliği tartışılmalıdır (p<0.05). Tartışma: Gelişmiş ülkelerde nüfusun %60’ının mobil cihazlarda akıllı uygulamaları kullanmakta olduğu rapor edilmiştir. Ülkemizdeki oran %20’lerde olup hızla artmaktadır. Günümüzde anatomi sağlıkçıların mesleki eğitiminin önemli bir parçasıdır ve teknolojiden bu konuda daha fazla yararlanmak mümkündür. Anatomistlerin rehberliğinde bu teknoloji daha güvenilir ve daha etkin bir şekilde kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: Anatomi, eğitim, mobil uygulamalar 39 S-18 Endoskopik Transsphenoidal Hipofiz Cerrahisinde Anatomik Landmarklar Uyğun S*, Berker M** *Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara **Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı, Ankara Günümüzde hipofiz tümörlerine endoskopik transsphenoidal yaklaşım standart yöntem olarak kabul görmektedir. Endoskop, cerrahi sahanın panoramik iki boyutlu görüntüsünü sunmaktadır. Cerrahi sahanın oryantasyonu, endoskopun kısa zamanda etkili şekilde kullanılması, anatomik landmarkların bulunması ile kolaylaştırılır. Anatomik landmarklar; ameliyatta gerekli guvenli cerrahi saha oluşturulması için cerrahın bulması gerektiği en önemli anatomik oluşumlardır. Endoskopik Transsphenoidal Hipofiz Cerrahisi preoperative hazırlık, nasal aşama, sphenoidal aşama ve sellar aşama olmak üzere dört aşamada gerçekleştirilir. Concha nasalis superior, concha nasalis media, concha nasalis inferior ve ostium sphenoidale nasal aşama landmarklarıdır. Concha nasalis inferior hattı üzerinden ilerlenerek concha nasalis media laterale yaslanır, böylelikle concha nasalis superior görünür hale gelir. Choanae’nın yaklaşık 1,5 cm yukarısında yer alan concha nasalis superior hemen dibinde 1-2 mm çapında ostium sphenoidale bulunur. Nasal aşamadan sphenoidal aşamaya geçişte sutura sphenovomeralis landmarkı kullanılır. Sutura sphenovomeralis çıkartılınca, sella tabanına daha iyi hakimiyet sağlanır. Sutura sphenovomeralis’in çıkarılmasıyla planum sphenoidale, tuberculum sellae, her iki recessus opticocaroticum’lar infrasphenoidal olarak görülebilir. Sellar aşamada cerrahi saha yanlarda a. carotis interna’nın sella tabanında yaptığı kabarıklığa (protuberantia caroticum) kadar genişletilmelidir. Böylelikle tümor görülür hale gelir. Nörovasküler yapılar korunarak tumor çıkartılır. Tumor çıkarıldıktan sonra BOS kaçağı var mı kontrol edilir, kaçak yoksa sella tabanı rekonstrüksiyonu gerekmez. Dura mater korunmuş ise yerine yerleştirilir ve dura mater’in üzerini kapatacak şekilde surgicel-spongostan ile kapatılır. Sinus sphenoidalis’in içerisine sinus mukazasının korunmuş kısmı serilerek cerrahi saha örtülür. Anahtar kelimeler: Endoskopik transsphenoidal hipofiz cerrahisi, ostium sphenoidale, sutura sphenovomeralis, a. carotis interna, landmark 40 S-19 Bebek Kadavralarında Posterior Kranial Fossadaki Kranial Sinirlere Ait Olan Dural Açıklıkların Morfometrisinin Değerlendirilmesi Özdoğmuş Ö*, Şaban E*, Özkan M*, Yıldız S D*, Verimli U*, Çakmak Ö*, Arifoğlu Y**, Şehirli Ü S* *Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul **Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul Petroklival bölgede durayı delen kranial sinirlerin birbirleri ile olan morfometrik ilişkileri klinikte özellikle fossa cranii posterior cerrahisi ile uğraşanlar için büyük öneme sahiptir. Bu çalışmada bebek kadavralarda bu durumun nasıl değiştiğini saptamak amaçlanmıştır. Anabilim dalımızda 20 adet bebek kadavrada kranial sinirlerin durayı deldiği noktalarda karşılıklı measafeleri ölçülmüştür. Sonuçlar, GraphPad Prism v 5.0 istatistik yazılımında “paired t-test” ile değerlendirilmiştir. Elde edilen verilerin istatiksel analizi sonucunda sağ ve sol taraf n.facialis, n.vestibulocochlearis, n.glossopharyngeus, n.vagus ve n.accessorius sinirlerinin durayı deldiği noktalar arasında (solda, 4.225 ± 0.734; sağda, 3.925 ± 0.634) anlamlı bir farklılık gözlenmiştir (p=0.0298). Yaptığımız literatür araştırmalarında fetüslerle ilgili ölçümlere rastlanmamıştır. Bu nedenle çalışmamız bu alanda ilktir. Kranial sinirlerin dural giriş-çıkışlarındaki lokalizasyon varyasyonlarının bilinmesi, cerrahi girişim sırasında bu yapıların korunmasına ve operasyonun başarısına katkıda bulunacaktır. Anahtar Kelimeler: Fossa cranii posterior, fetüs, dural açıklıklar, morfometri 41 S-20 Kronik Agomelatin Uygulamasının Dorsal Hippokampal Nöron Sayıları Üzerindeki Etkileri Söztutar E*,**, Can Ö D***, Demir Özkay Ü***, Üçel U İ***, Ulupınar E*,** * Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir ** Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Disiplinlerarası Sinirbilimleri Anabilim Dalı, Eskişehir *** Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir Gerek hayvanlarda yapılan deneysel çalışmalarda, gerekse insanlarda yapılan beyin görüntüleme çalışmalarında depresyonlu olgularda hippokampus’te hacim azalması olduğu gösterilmiştir. Farmakolojik ve somatik antidepresan tedaviler hippokampal nörogenezi ve nörotrofik faktör ekspresyonunu arttırarak hippokampal atrofi üzerindeki etkileri geriye döndürebilmektedir. Agomelatin, MT1 ve MT2 melatonin reseptör agonisti ve 5-HT2C reseptör antagonisti olan yeni bir antidepresandır. Anksiyolitik etkilerine ek olarak öğrenme ve bellek fonksiyonları üzerinde de olumlu etkilerinin olduğu gösterilmiştir. Ancak önceki çalışmalarda ilacın kısa süreli uygulama sonrasındaki etkileri değerlendirilmiştir. Oysaki antidepresif tedaviler uzun dönem devam etmekte ve sinir sistemi üzerindeki etkileri daha yavaş ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bu çalışmada kronik (20 hafta) Agomelatin uygulamasının hippokampal nöron sayıları üzerindeki etkilerini stereolojik yöntemler kullanarak incelemeyi amaçladık. Standart koşullarda yetiştirilen erkek Sprague-Dawley cinsi sıçanlar, kontrol ve Agomelatintedavi (40 mg/kg per oral dozunda) gruplarına ayrıldı. Davranış testlerini takiben kardiyak perfüzyon ile sakrifiye edilen sıçan beyinleri disseke edildi. Dorsal hippokampus bölgesini içeren seri kesitler, Nissl yöntemiyle boyandı. Bu kesitlerde, hippokampus’ün gyrus dentatus (GD) ve cornu ammonis (CA1-3) bölgelerindeki toplam nöron sayıları Stereoinvestigator programının optik parçalama modülü kullanılarak hesaplandı. Agomelatin uygulanan grupta, hem gyrus dentatus’taki granüler hücre sayısı (330.486±72.158), hem de CA1-3 bölgelerindeki piramidal nöron sayısı (469.596±158.247), kontrol gruplarına oranla (sırasıyla 207.611±30.195 ve 246.261±23.712) anlamlı düzeyde yüksek bulundu. 42 Bu sonuçlar, Agomelatin’in anti-depresif, anksiyolitik, uyku döngüsünü düzenleyici etkilerine ek olarak, kronik kullanımda hippokampal nörogenezisi uyaran ve nootropik etkilere sahip olduğunu göstermektedir. Anahtar kelimeler: Agomelatin, Hippokampus, Optik Parçalama, Gyrus Dentatus 43 S-21 İntrahepatik Safra Yollarının Anatomik Varyasyonları: 46 Donör Hepatektominin İntraoperatif Kolanjiografi İle Değerlendirilmesi Dirican A*, Soyer HV*, Kose E**, Kınacı E*, Cuglan S*, Ates M*,**, Ozbag D** *İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi ABD, Malatya ** İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi ABD, Malatya Amaç: İntrahepatik safra yollarındaki (İSY) varyasyonlar karaciğer rezeksiyonlarındaki en önemli zorluklardandır. Bu çalışmada daha güvenli karaciğer rezeksiyonları yapabilmek için intrahepatik safra yollarının dallanma paternlerini ortaya koymayı amaçladık. Material ve Metod: Canlı vericili karaciğer nakli için, donor hepatektomi uygulanan hastaların intraoperatif kolanjiografi görüntüleri değerlendirildi. Anatomik varyasyonları tanımlamak için Couinaud tarafından tanımlanan sınıflama kullanıldı. Sonuçlar: Yirmi beş kadın ve 21 erkek olmak üzere toplam 46 hasta değerlendirildi. Ortalama yaş 33,6 (19-60) idi. Yirmi altı olguda (%56.5) tipik anatomi saptandı. Beş olguda (%10.8) triple konflüens, 11 olguda (%23.9) sağ posterior segmenter kanalın common hepatik kanala anormal drenajı, bir olguda (%2.1) common hepatik kanala açılan aksesuar kanal varlığı, üç olguda (%6.5) sınıflandırılamayan veya kompleks varyasyon varlığı saptandı. Tanımlanmış diğer varyasyon tipleri görülmedi. Tartışma: İSY atipik yapısı özellikle donör cerrahisi yapan transplant cerrahları için hiçte azımsanmayacak ölçüde sıktır (%43.5). Beklenmedik biliyer komplikasyonlarla karşılaşmamak için, karaciğer cerrahları muhtemel varyasyonlara karşı hazır olmalıdırlar. Anahtar kelimeler: intrahepatik safra yolu, sınıflama, anomali 44 S-22 Os Temporale’nin Çok Amaçlı Eğitim Ve Uygulama Materyali Olarak Üç Boyutlu Modellenmesi Taşer F*, Akçer S*, Oğhan F**, Şanal B*** *Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı / KÜTAHYA **Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı / KÜTAHYA ***Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı / KÜTAHYA Os temporale dış kulağa katılan kısmı, orta kulak ve iç kulak yapıları ile dış ve iç yüzlerinde çok sayıda anatomik yapı içeren karmaşık bir kemiktir. Tüm bu yapıların tek tek gösterilmesi os temporale’nin küçük bir kemik olması nedeniyle anatomi eğitimi ve uygulamalarında oldukça güç olmaktadır. Ayrıca Kulak Burun Boğaz asistan ve uzman eğitimlerinde cerrahi yöntem olarak temporal kemik diseksiyonu oldukça önemlidir. Temporal kemik diseksiyonu kursları için kadavra temini de çok zordur. Bu nedenlerle çalışmamızda os temporale’nin öğrenci eğitimi ve asistan-uzman eğitimi / diseksiyon uygulamalarında daha efektif şekilde kullanılabilmesi için uygun bilgisayar programları kullanılarak tekrar modellenmesiyle birkaç kat büyütülmüş boyutlarda ve kemik yapısına en yakın malzeme ile üç boyutlu olarak yazdırılması amaçlanmıştır. Os temporale’de herhangi bir deformitesi olmayan bir hastaya ait 0.5mm kesit aralıklı bilgisayarlı tomografi DICOM görüntüleri üç boyutlu görüntü haline getirilerek yazıcıda kullanılabilecek biçime dönüştürüldü. Üç boyutlu yazıcıda normal boyutlarının 3-5 kat büyütülmüş modelleri öncelikle plastik, daha sonra da kalsiyum fosfat kullanılarak yazdırıldı. Kemik üzerinde yapılan diseksiyon ile orta ve iç kulağa ait yapılar ortaya çıkarıldı. Bu yöntemle oluşturulan modeller öğrenci / asistan anatomi eğitiminde ve ayrıca cerrahi tekniklerin uygulamalarında kullanılabilecektir. 45 S-23 Üzüm çekirdeği özütü ve E vitamininin streptozotosin ile diyabet oluşturulan sıçanların hipokampuslarında oksidatif stres ve apoptoz üzerine etkileri Yonguç GN*, Dodurga Y**, Adıgüzel E***, Gündoğdu G****, Küçükatay V****, Özbal S*****, Yılmaz İ******, Cankurt Ü*****, Yılmaz Y*******, Akdoğan I*** *İzmir Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye **Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye ***Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye ****Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye *****Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye ******İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Farmakoloji, İzmir, Türkiye *******Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Burdur, Türkiye Bu çalışmanın amacı, üzüm çekirdeği özütü (ÜÇÖ) ve E vitamininin (E vit) streptozotosin ile diyabet oluşturulan sıçanların hipokampuslarında meydana gelen oksidatif stres ve apoptoz üzerine etkilerini ortaya koymaktır. Kontrol, Diyabetik, ÜÇÖ ile tedavi edilmiş diyabetik (Diyabetik+ÜÇÖ), E vit ile tedavi edilmiş diyabetik (Diyabetik+E vit) (n=6) gruplar kullanıldı. GSE ve E vit, 6 hafta süresince oral olarak (100 mg/kg/gün) verildi. Oksidatif Stres İndeksi (OSİ), TUNEL boyama ve Bcl-2, Bcl-XL, Bax, Caspase-3, -9, -8, Cytc, TNF-α, NF-kB gen ekspresyonları değerlendirildi. Plazma ve hipokampus OSİ düzeyleri Diyabetik grupta, Kontrol grubuna göre artmış olarak; Diyabetik+ÜÇÖ ve Diyabetik+E vit gruplarında Diyabetik gruba göre azalmış olarak bulundu. Hipokampusta TUNEL pozitif nöronlar Diyabetik grupta Kontrol grubuna göre artmış olarak; Diyabetik+ÜÇÖ ve Diyabetik+E vit gruplarında Diyabetik gruba göre azalmış olarak bulundu. Bu azalma Diyabetik+ÜÇÖ grubunda daha belirgindi. Diyabetik grupta, hipokampusta Bcl-2, Bcl-XL gen ekspresyonları Kontrol grubuna göre anlamlı azalmış; Bax, Caspase-3, -9, -8, Cyt-c, TNF-α, NF-kB gen ekspresyonları yine Kontrol grubuna göre anlamlı artmış olarak bulundu. Diyabetik+ÜÇÖ ve Diyabetik+E vit gruplarında, Bcl-2 gen ekspresyonları Diyabetik gruba göre anlamlı olarak artmış bulundu; Bcl-XL gen ekspresyonları Diyabetik gruba göre farklılık göstermedi. Diyabetik+ÜÇÖ grubunda Bax, Caspase-3, -9, -8, Cyt-c, TNF-α, NF-kB gen ekspresyonları; Diyabetik+E vit grubunda Caspase-3, -9, TNF-α, NF-kB gen ekspresyonları 46 Diyabetik grupla karşılaştırıldığında anlamlı azalmış olarak bulundu. Sonuç olarak, bu bulgular ÜÇÖ (daha belirgin olarak) ve E vitamininin streptozotosin ile diyabet oluşturulan sıçanların hipokampuslarında meydana gelen oksidatif stresi ve nöronal apoptozu azalttığını ortaya koymaktadır. Anahtar kelimeler: Diyabet, Üzüm Çekirdeği Özütü, E vitamini, Hipokampus, Oksidatif stres, Apoptoz Bu çalışma Pamukkale Üniversitesi Bilimsel Araştırma Fonu (2011BSP026) tarafından desteklenmiştir. Tedavi için kullanılan üzüm çekirdeği ekstresinin hazırlanması Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK, SBAG-3994.108S157) ve Pamukkale Üniversitesi Bilimsel Araştırma Fonu (2008TPF005) tarafından desteklenmiştir. Bu özet 18-21 Ekim 2014 tarihinde Berlin’de yapılacak 27. Avrupa Nöropsikofarmakoloji Derneği Kongresinde sunulmak üzere poster bildirisi olarak kabul edilmiş ve burs desteği verilmiştir. 47 S-24 Dental İmplantın Güvenli Uygulaması için Posterior Mandibular Bölgede Kemik Morfolojisinin Tomografik Değerlendirilmesi Yıldız S *, Bayar GR**,Guvenc İ ***,Kocabıyık N *,Cömert A****,Yazar F * * Gulhane Askeri Tıp Akademisi, Anatomi AD, Etlik, Ankara ** Gulhane Askeri Tıp Akademisi Ağız ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı, Etlik, Ankara, *** Gulhane Askeri Tıp Akademisi, Radyoloji AD, Etlik, Ankara **** Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Ankara, Bu çalışmanın amacı kuru mandibulaların dişsiz posterior bölgede submandibular fossa’nın morfolojisini incelemek ve bilgisayarlı tomografi çalışmasıyla, posterior mandibular bölgede dental implant uygulaması sırasında, uygun lingual açı için güvenli mesafe sınırlarının belirlenmesidir. 78 kuru erişkin insan mandibula’sının computerize bilgisayarlı tomografisi, submandibular fossaların en derin noktası belirlenerek değerlendirildi. Daha sonra bu bölgeye dental implantın yerleştirilmesi için uygun lingual açı ölçüldü. Pearson korelasyon testi, submandibular fossanın derinliği ve lingual implant açısı arasındaki ilişki gösterilerek hesaplandı. Mandibulaların her bir yanının submandibular fossa derinliği ve lingual implant açısı arasındaki farklılıklarda Paired T-testi kullanıldı. Submandibular fossa derinliği 1,1-4,6 mm, lingual implant açısı sağda 62-84 derece, solda 65-83 derecedir. Mandibulaların her bir yanının submandibular fossa derinliği ve lingual implant açısı arasında orta derecede negative korelasyon vardır. Submandibular fossa derinliği incelenen bölgenin % 71,5’de ≥2 mm ve lingual implant açısı 62-84 derece olarak ölçüldü. Bu sonuçlar, lingual kortikal plate perforasyonunun potansiyel riskini önlemek için, posterior mandibular bölgede dental implant yerleşimi planlanırken klinisyenler tarafından kabul edilebilir. 48 S-25 Foramen Occipitale’nin ve Foramen Mastoideum’un Suboksipital Cerrahi Girişimler Açısından Morfometrik ve Morfolojik Tanımlanması Türk F*, Akyer Ş P*, Özdemir M**, Akdoğan I* *Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Denizli ** Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi AD, Denizli Giriş Ve Amaç: Suboksipital bölgedeki girişimlerin kanama komplikasyonlarının kaynağı plexus venosus suboccipitalis’tir. Bu pleksusla intrakraniyal venöz sinüsleri birleştiren emisser venlerin tanımlanması cerrahi açıdan önemlidir. Bu venlerin geçtikleri deliklerden olan Foramen oksipitale’nin(FO) ve foramen mastoideum’un(FM) morfolojik ve morfometrik olarak detaylı tanımlanması literatürde azdır. Bu çalışmanın amacı, kuru kafa iskeletlerinde FO’nun ve FM’nin varlığını, lokalizasyonunu, sayısını ve büyüklüklerini araştırmaktır. Materyal Ve Metod: Bu çalışmada Pamukkale Üniversitesi Anatomi laboratuvarında bulunan 53 yetişkin insan kuru kafa iskeleti incelendi. Bu kafa iskeletlerinin FO ve FM insidans ve pozisyonları analiz edildi. Tüm olgularda deliklerin açıklıkları içlerinden iğne geçirilerek doğrulandı. Processus Mastoideus(PM) ve Asterion ile FM arasındaki mesafe, Crista Occipitalis Externa(COE), Protuberentia Occipitalis Externa(POE) ve Foramen Magnum’un(FMa) arka kenarı ile FO arasındaki mesafeler, FO ve FM çapları kaliperle ölçüldü. Sonuçlar: Çalışmanın sonuçlarına göre FO’nun bulunma oranı sağda %32.6, solda %30.4, FM’nin bulunma oranı sağda %79.5, solda ise %71.4’tü. FO ile FMa’nın arka kenarı arasındaki mesafe ortalama 18.54mm, COE arasındaki mesafe 6.43mm, POE arasındaki mesafe 28.30mm olarak ölçüldü. FM ile Asterion arasındaki mesafe ortalama 20.73mm, FM ile PM arasındaki mesafe 31.09mm’dir. FO’nun ortalama çapı sağda 1.12mm, solda 1.00mm ve FM’nin ortalama çapı sağda 1.47mm, solda 1.71mm’dir. Tartışma: FO ve FM’nin varlığının, sayılarının, bulundukları yerlerin varyasyonel farklılıklarının, yerleşim ve büyüklük özelliklerinin ayrıntılı olarak tanımlanması bu bölgede girişimler yapan cerrahlara farkındalık oluşturması ve kılavuzluk etmesi açısından önem taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Emisser ven, Foramen occipitale, Foramen mastoideum, Suboksipital Cerrahi 49 S-26 Ankilozan Spondilitli Hastalarda Preobezitenin Yaşam Kalitesine Etkileri Toy S*, Ozbag D*, Altay Z** *İnönü ÜniversitesiTıp Fakültesi Anatomi AD Malatya ** İnönü ÜniversitesiTıp Fakültesi Fizik tedavi ve Rehabilitasyon AD Malatya Amaç; Ankilozan spondilit (AS), kronik, inflamasyonla karakterize spondilartropatilerin prototipi olan bir hastalıktır. Pek çok kronik hastalık gibi AS de hastaların yaşam kalitelerini etkilemektedir. Vücut Kitle İndeksi (VKİ) toplam vücut yağı ile korelasyon gösteren ağırlığın, boyun karesine bölünmesiyle (ağırlık (kg) / boy (m²)) bulunur. Bu ölçüm günümüzde en sık kullanılan yöntemdir. Biz bu çalışmayı preobezitenin AS’li hastaların yaşam kalitesi üzerine etkisini incelemek amacıyla planladık. Yöntem; Çalışmaya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon (FTR) Anabilim Dalı kliniğine başvuran, Modifiye New York Kriterleri’ne göre AS tanısı almış 28 hasta alındı ve kontrol grubu da 30 sağlıklı erişkinden seçildi. Hastalar kontrol grubuyla yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, öğrenim durumu, mesleki durum açısından eşleştirildi. AS hastalarının hastalık aktivitesi Bath AS Hastalık Aktivite İndeksi (BASDAI) ile, fonksiyonel durumu da Bath AS Fonksiyonel İndeksi (BASFI) ile değerlendirildi. AS hastalarında yaşam kalitesini değerlendirmek için Ankilozan Spondilit Yaşam Kalite Anketi (ASQoL), sağlıklı erişkinlerle AS’li erişkinlerin yaşam kalitesini karşılaştırmak için ise Kısa Form - 36 (SF - 36) kullanıldı. Sonuç; VKİ’nin yüksek olması ve düşük öğrenim durumunun AS hastalarında yaşam kalitesini etkileyen faktörler olduğu tespit ettik. Ayrıca AS’li kadın hastalarda BASDAI değerlerinin daha yüksek olduğunu gözlemledik. AS’li hastalar kontrol grubuyla karşılaştırıldığında yaşam kalitelerinin düşük olduğunu tespit ettik. AS’li hastalarda artmış BASFI skorları ile yüksek VKİ arasında anlamlı bir korelasyon olduğunu gözlemledik. Tartışma; AS’li hastalarda yüksek VKİ yaşam kalitesini etkileyen faktörlerden biridir. Yaşamın hangi alanlarında etkilenme olduğunun tespit edilmesinin, tedavi stratejilerinin belirlenmesi açısından yol gösterici olacağına inanıyoruz. Anahtar kelimeler: Ankilozan Spondilit, vücut kitle indeksi, preobezite, yaşam kalitesi 50 S-27 Area Septalis Gamma Amino-butirik Asiderjik Nöronlarının Glutamik Asit Dekarboksilaz Enzimi Dağılım Özellikleri Verimli U, Şehirli ÜS Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul Limbik sisteme ait bir prosencephalon bölgesi olan ve epilespi gibi çeşitli hastalıkların patogenezinde rol oynayan Area Septalis, genel olarak Nucleus septalis medialis (MS) ve lateralis (LS) çekirdeklerinden oluşmaktadır. Literatürde bu iki çekirdeğin gamma aminobutirik asiterjik (GABAerjik) nöron dağılımlarıyla ilgili çelişkiler mevcuttur. Bu çelişkilerin başında gamma amino-butirik asit (GABA) sentezinde görevli olan glutamik asit dekarboksilaz (GAD) enziminin iki alt tipinin yoğunluk farkı gelmektedir. Literatürdeki genel kanı bu bölgelerin GABAerjik nöronlarının yoğunlukla GAD-67 alt tipini taşıdıklarıdır. Ancak GAD-65 alt tipinin, nöronların terminallerinde bulunduğu ve sinaptik fonksiyonlarda rol oynayan alt tip olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda LS ve MS açısından bu çelişkileri test etmeyi amaçladık. Çalışmamızda post-natal 23 günlük 5 adet GAD-65 ve 5 adet GAD-67 yetişkin transjenik fare beyinleri kullanıldı. Bu beyinlerden LS ve MS içeren ardışık kesitler alındı ve kesitler anti green fluorescent protein (anti-GFP) ile boyandı. Boyanmış kesitlerin ardışık beşte birinde GABAerjik nöron sayımı yapıldı.Yanlış negatif boyanmayı ekarte edebilmek için beyinlerin kortikal bölgelerini incelediğimizde her iki enzim alt tipinin de dağılımının benzer olduğu görüldü. Sonuçların ortalamaları unpaired two tailed t-test metoduyla GAD-65 ve GAD-67 kesitleri arasında istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Literatürdeki genel kanının tersine GAD-65 alt tipini taşıyan nöronların GAD-67 alt tipini taşıyan nöronlara oranla her iki bölgede de daha yoğun olarak tespit edildi (p<0.0001). Bu veriler literatürdeki çelişkili bilgilerin netleşmesine katkı yapacağını düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: GABA, GAD, Area Septalis 51 S-28 Epilepsi’li Hastalarda Corpus Callosum’un Planimetri Yöntemi İle İncelenmesi Caglar V*, Alp Sİ**, Tugtag B*, Sener U***, Ozen OA*, Alp R**** *Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tekirdağ **Namık Kemal Üniversitesi SHMYO, Çoçuk Gelişimi Programı, Tekirdağ ***Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ ****Namık Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Tekirdağ Amaç: Temporal lop epilepsi (TLE) hastalarında korpus kallosum (KK) morfometrisi üzerine TLE’nin etkisini araştırılmayı amaçlandık. Ayrıca TLE hastalarında yaşın, cinsiyetin ve hastalık süresinin KK’nın beyin içinde kapladığı izdüşüm alanına (PAL değeri) olan etkisini araştırmayı amaçlandık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Uluslararası Epilepsiye Karşı Lig (ILAE) 1989 kriterlerine göre İdyopatik jeneralize epilepsi (İJE) tanısı almış olan hastalar dahil edildi. Çalışmada 25 epilepsili olgu ve 26 sağlıklı birey yer aldı. Epilepsi hastalık süresi 10 yıldan fazla ve az olmak üzere 2 grup oluşturuldu. Cinsiyet ve yaşın etkisi incelendi. KK’nın beyin içinde kapladığı izdüşüm alanının hesaplanabilmesi için uzunluk ve alan değer ölçümleri yapıldı. Bunun için sagittal planda MR görüntülerinden KK’nın en iyi göründüğü kesit (genellikle 9. veya 10. görüntü) Image J© programına aktarıldı. Bu görüntü üzerinde KK’nın sınırları çizilerek, alan (A) ve uzunluk (L) ölçümü yapıldı. Elde edilen ölçüm değerleri aşağıda belirtilen formülde kullanılarak KK’nın PAL değeri yüzde (%) cinsinden tespit edildi. Bulgular: TLE hastalarında KK PAL değeri kontrol grubundan daha küçük olarak bulundu. Yaşı 25’ten büyük olan TLE hastalarında KK atrofisi daha fazla olarak bulundu. TLE hastalık süresi KK atrofisi üzerine %33 kadar etkili olduğu tespit edildi. Sonuç: KK morfolojisi üzerine TLE’nin açık bir olumsuz etkisi vardır. Hastalık süresi KK atrofisinde en önemli faktördür. Anahtar kelimeler: Korpus callosum, Temporal Lop epilepsi, PAL değeri, MR 52 S-29 Ayak Ağrısı Şikâyetiyle Gelen Hastalarda Radyolojik Açısal Ölçümlerin Değerlendirilmesi Deniz G*, Kaya A**, Kavaklı A*, Ögetürk M* * Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Elazığ ** Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp Ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Elazığ Giriş: Ayak ağrısı orta yaşlarda sık rastlanılan patolojilerdendir. Nedenleri arasında epin kalkanei, pes planus, pes kavus gibi medial longitudinal ark sorunları ve romatolojik hastalıklar vardır. Bu hastalıkları değerlendirmek için birçok yöntem bulunmaktadır. Çalışmamızda ayak ağrısı şikâyetiyle gelen hastaların ayak radyografileri sağlıklı bireylerle karşılaştırılarak ayak patolojileriyle ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 30-60 yaşları arasında 30 pes kavus, 30 pes planus, 30 kalkaneal epin ve 30 kontrol grubu alındı. Tüm bireylerin sağ ve sol ayak uzunluğu, metatarsophalangeal genişliği, lateralden çekilmiş radyografilerinde kalkaneus-zemin, taluszemin, talometatarsal ve lateral talokalkaneal açıları ölçüldü. İstatistiksel analizinde çoklu varyans (multivariete varians) ve korelasyon analizleri kullanıldı. Bulgular: Tüm olguların cinsiyet, yaş, kilo ve vücut kitle indeksinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Kalkaneus zemin açısına göre; % 95 pes kavus tanısı, % 32 pes planus tanısı, talometatarsal açıya göre; % 88 pes kavus, % 96 pes planus tanısı, lateral talokalkaneal açıya göre ise % 57 oranında pes planus tanısı konuldu. Kalkaneal epin ve pes planus’un kalkaneus-zemin açısı ile lateral talokalkaneal açıları arasında çok güçlü pozitif yönde korelasyon (r=0.800, r=0.619, p<0.001), kalkaneus-zemin açısı ile talus-zemin açıları arasında ise pozitif yönde anlamlı korelasyon (r=0.457, r=0.502, p<0,05) bulundu. Kalkaneal epinli hastalarda % 10 oranında pes kavus, % 90 oranında pes planus bulundu. Sonuç: Ayak biyomekaniğinin bozulması sonucu oluşan açısal değişiklikler çeşitli deformitelere neden olmaktadır. Bunların başında da pes planus gelmektedir. Bu nedenle ayak ağrısı şikâyetiyle başvuran hastaların araştırılmasında, birbiriyle ilişkili deformitelerin de gözönünde bulundurulmasının, tedavilerinin planlanmasında faydalı olacağı kanaatindeyiz. Anahtar Sözcükler: Ayak ağrısı, ayak radyografisi, antropometri. 53 S-30 Total ekstraperitoneal inguinal herni onarımında corona mortis’in önemi: Tek merkez deneyimi Ates M*,**, Kose E**, Kınacı E*, Sarıcı B*, Cuglan S**, Korkmaz MF**, Dirican A* *İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi ABD, Malatya **İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi ABD, Malatya Amaç: Son 20 yılda laparoskopik cerrahideki gelişmelerle birlikte laparoskopik herni onarımı gittikçe popular hale gelmiştir. Total ekstraperitoneal (TEP) inguinal herni onarımı bu yöntemlerden biridir. Bu cerrahi girişimde özellikle meşin fiksasyonu sırasında vasküler komplikasyonlar gelişebilir. Nadir fakat önemli bir potansiyel yaralanma noktası “Corona Mortis veya Ölüm Tacı” adı verilen anastomozdur. Bu anastomoz obturator damarlar ile eksternal iliak damarlar arasındadır ve TEP prosedürü sırasında yaralanabilir. Bu çalışmada TEP prosedürü uygulanan inguinal herni olgularının preperitoneal vasküler anatomisi değerlendirildi. Materyal Ve Metod: Ocak 2005 ile temmuz 2014 arasında TEP prosedürü uygulanmış 317 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Preperitoneal vasüler anatomileri ortaya kondu. Sonuçlar: 243 (%76.6) olguda tek taraflı ve 74 (%23.4) olguda bilateral herni için TEP uygulandı. Bu 391 olgunun 243 tanesi direk herni, 129 tanesi indirek herni ve 19 tnesi femoral herni idi. Bilateral laparoskopik inguinal diseksiyon (LID) uygulanan olgulardan dört tanesinde bilateral ve iki tanesinde unilateral olmak üzere (sağ tarafta) inferior epigastrik arter ile obturator arter arasında anastomoz oluşturan kalın bir arteryel bağlantı (aberran obturator arter - AOA) mevcuttu. Dokuz olguda ise bu bağlantı superior pubik ramus üzerinde irregular bir ağ şeklindeki AOA ile inguinal ligaman üzerinden pubise doğru ilerleyen aberan inferior epigastrik arter (AIEA) dalı arasındaki anastomozlarla oluşmuştu. Tek taraflı LID uygulanan olguların 12 tanesinde kalın bir AOA bağlantısı mevcut iken, 69 olguda yukarıda tariflenen şekilde bir irregular arter ağı mevcuttu. Ek olarak, 65 olguda (14 bilateral ve 51 unilateral) herhangi bir anastomoz oluşturmayan ve inguinal ligaman üzerinden ilerleyen bir AIEA saptandı. Çalışmamızda venöz anastomozlarla karşılaşmadık. Bunun nedeni preperitoneal alana verilen 14 mmHg’lık karbondioksit gazının oluşturduğu baskı ile venlerin kollabe 54 olması olabilir. Son olarak, bu 317 olgudan 96 (%30.2) tanesinde en az bir tarafta corona mortis olarak tanımlanabilecek bir arteyel anastomoz saptandı. 161 (%50,8) olguda ise en az bir tarafta yaralanabilecek bir arteryel yapı olduğu saptandı. Tartışma: Laparoskopik herni onarımı veya preperitoneal alanda uygulanacak herhangi bir cerrahi işlem vasküler yaralanmalara karşı ekstra bir dikkat gerektirir. TEP prosedürü sırasında herni kesesine veya cooper ligamanı üzerinde meşe uygulancak bir tack Corona Mortis’in veya anastomoz oluşturmayan AIEA’in yaralanmasına ve control edilemeyen kanamalara neden olabilir. Bu yaralanmaya açık damarların var olma riski %50’lere ulaşmaktadır. Anahtar Kelimeler: laparoskopik cerrahi, ekstraperitoneal inguinal herni, Corona Mortis. 55 S-31 Subdural aralığın araknoid granülasyon ve dural venöz sinüsler açısından anatomik ve radyolojik olarak değerlendirilmesi Imre N*, Kocabiyik N*, Guvenc İ**, Yazar F* *Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Anatomi Anabilim Dalı Etlik, Ankara **Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Radyoloji Anabilim Dalı Etlik, Ankara Araknoid granulasyonlar ilk olarak 300 yıl önce Antonia Paccioni tarafından tarif edilmesine rağmen, hala nöroradyolojik literatürde bu konunun yeterince açıklığa kavuşmamıştır. Örneğin araknoid granulasyonların damarlarla ilişkisinin önemi belirsizdir. Şimdiye kadar araknoid granulasyonlar serebral venografi, kontraslı CT ve konvansiyonel MR ile serebral venöz sinüs lümeni içine protrüzyonlar olarak rapor edilmiştir. Yaşla birlikte araknoid granulasyonların sayılarının arttığı ve daha belirgin oldukları bilinmektedir. 3T MR görüntülerinin uzaysal çözünürlüğü daha üstündür. Bu nedenle, bu granülasyonları 3T MR görüntüleri ile yaş, cinsiyet, boyut, sıklık ve lokalizasyon açısından değerlendirmeyi amaçladık. 3T cihazda konstraslı beyin MR görüntüleri retrospektif olarak PACS arşivinden incelendi. Aksiyel T2 ağırlıklı, koronal T2 ağırlıklı ve kontrast uygulamalı T1 ağırlıklı aksiyal, koronal ve sagittal görüntülerden ölçümler yapıldı. Araknoid granülasyonların dural sinüslere göre lokalizasyonları ve boyutları bu çalışmada ortaya konuldu. Bu çalışma 38 kişiden elde edilen MR görüntüleri üzerinde yapıldı. Sinus sagittalis superior’un frontal bölümünde 16, paryetal bölümünde 43, oksipital bölümünde 8 adet araknoid granülasyon bulunmuştur. Sağ sinus tranversus’da 9, sol sinus transversus’da 12, sinus rektus’da 10 adet araknoid granülasyon bulunmuştur. Boyutları 1-6,5 (ortalama 2,30) mm arasında değişmektedir. Uzman olmayan bir göz bu granulasyonları dural venöz sinüs trombozu veya sinüs içi bir tümörle karıştırabilir. Bu çalışmada araknoid granülasyonların anatomik olarak haritalanması amaçlanmıştır. Elde edilen verilerin radyolojik ve klinik değerlendirmelerde dikkate alınmasının önemli olduğu kanatindeyiz. Anahtar kelimeler: Araknoid granülasyon, subaraknoid aralık, 3T MR 56 S-32 Ehrlich Assit Tümör Modelinde düşük sayıda hücre kullanarak Solid Tümör Oluşumu Ertekin T*, Nisari M*, Sarıca ZS**, Al Ö*, Ülger H* *Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye ** Erciyes Üniversitesi, Deneysel ve Klinik Araştırma merkezi, Kayseri, Türkiye Kanser, tanı ve tedavisindeki önemli tıbbi teknolojik ilerlemelere rağmen, tüm dünyayı ölümle tehdit eden ilerleyici ve yıkıcı bir hastalıktır. Fare Ehrlich Asit Tümörü araştırmalarda en yaygın kullanılan deneysel kanser modellerinden biridir. Biz bu çalışmada düşük sayıda Ehrlich assit tümör (EAT) hücresi enjeksiyonu ile solid kanser oluşma oranı arasındaki ilişkiyi inceledik. Ağırlıkları 25-30gr olan 24 erkek Balb/C türü fare 3. gruba ayrıldı. Deney grupları 1 (n:8) ve 2’ye (n:8) solid tümör oluşturmak için sırasıyla 1.5x105 ve 3x105 (EAT) hücresi subkutan tarzda enjekte edildi. Kontrol grubuna (n:8) serum fizyolojik (0.1 ml/fare) uygulaması yapıldı. Tüm hayvanların ağırlıklarındaki ve tümör hacmindeki değişiklikler kayıt altına alındı. Deney gruplarındaki hayvanların ağırlıkları tümör kitlesi nedeniyle artış gösterse de, gruplar arasında istatistiksel bir farklılık oluşmadı. Başlangıçta deney gruplarındaki tüm hayvanlarda solid tümör geliştiği görüldü. Fakat daha sonra birinci deney grubunda 2, ikinci deney grubunda ise 3 farede tümör kitlesinin küçüldüğü ve daha sonra kaybolduğu izlendi. Çalışmada inbred hayvanlar kullanılmış olsa da bu durumun fareler arasındaki bireysel farklılıklardan kaynaklanabileceği düşünüldü. Fakat bu konuda daha fazla hayvan ile başka çalışmaların yapılması ve tümörün küçülüp kaybolmasının nedenlerinin araştırılması gerekmektedir. Ayrıca bu durumun kanser modeli oluşturularak yapılacak çalışmalarda dikkate alınmalıdır. Anahtar kelimeler: Ehrlich tümör, deneysel model, fare 57 S-33 Arteria Carotis Communis Bifurkasyon Seviyesinin Farklı Referans Noktalarına Göre Varyasyonları Kürkçüoğlu A*, Pelin C*, Öktem H*, Aytekin C** *Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye **Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Amaç: Baş ve boyun bölgesine uygulanacak cerrahi işlemler açısından bölgede yer alan damar yapılarının varyasyonlarını bilmek önemlidir. A. carotis communis(ACC) bifurkasyon seviyesini gösterir çalışmalar azdır. Ayrıca, ACC ve çevresinde yer alan anatomik yapılar arasındaki ilişkiler konusunda çelişkili ve eksik bilgiler bulunmaktadır. Hasta mortalite ve morbiditesini en aza indirmek için ACC anatomisine ilişkin ayrıntılı bilgi içeren daha fazla çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu çalışmanın amacı, ACC bifurkasyon (CB) seviyesinin farklı referans noktalarına göre varyasyonlarını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: 32 kadın, 68 erkek olmak üzere toplam 100 hastaya ait konvansiyonel anjiyografi görüntüleri kullanılmış ve CB düzeyi; servikal vertebralar, os hyoideum ve angulus mandibula noktaları referans alınarak belirlenmiştir. Bu çalışma için Başkent Üniversitesi Etik Kurul onayı (KA 14/19) alınmıştır. Bulgular: CB seviyesinin erkeklerde; iki kişide C2 vertebra cismi seviyesinde, bir kişide C7 vertebra cismi seviyesinde ve en fazla (%31,6) C4 ve C5 vertebra arası discus intervertebralis seviyesinde olduğu, kadınlarda ise; en fazla oranda C4 vertebra cismi (sağ: %26,3 ve sol: %15,7) arasında bulunduğu tesbit edildi. CB seviyesinin angulus mandibula ve hyoid kemiğe olan uzaklıklarının cinsiyetler arasında fark göstermediği ve taraf farkı olmadığı belirlendi. Sonuç: Bir klinisyenin ACC dalları ve ayrım noktası hakkında ayrıntılı anatomik bilgi sahibi olması, radyolojik girişimler ve cerrahi yaklaşımlar sırasında özellikle damar yaralanmalarını önlemek açısından faydalı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Carotis bifurkasyonu, a. carotis communis, varyasyon 58 S-34 Son 25 Yıldaki Anatomi Terminolojilerinin Karşılaştırılması Ocak M* , Akdemir Aktafl H*, Uzuner MB*, Geneci F*, Aflkit Ç**, Sargon MF* *Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Ankara **Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı, Ankara Anatomi terminolojisi dünyada tüm sağlık bilimlerinin temelini ve iletişim dilini oluşturmaktadır. 19. Yüzyıldan bu yana bilimsel yenilikler ve klinik ihtiyaçlar doğrultusunda devamlı yenilenmiştir. Bu çalışmada Anatomi terminolojisinin son 25 yıl içerisindeki uğradığı değişiklikler incelendi. Nomina Anatomica(1989)’dan Terminologia Anatomica(1998)’ya kadar 129 terimin terminolojiden çıkartıldığı, Terminologia Anatomica’ya da Nomina Anatomica(1989)’dan sonra 1359, FCAT(Federative Committee on Anotomical Terminology) listesinden(1996) sonra da 196 terimin yeni eklendiği tespit edildi. Ayrıca 563 terimin de 25 yıl içerisinde Latince dil bilgisi değişikliğine uğradığı görüldü. Terminologia Anatomica’ya yeni eklenen terimlerin sebepleri; klasik kitap bilgisi olarak anatomi derslerinde yer aldığı halde Nomina Anatomica’da yer almayanlar, FCAT Listesi’nde terminolojiden çıkartılıp sonradan eksikliği hissedilenler, bölgesel sınıflandırmaları daha anlaşılır hale getirmeyi amaçlayan üst başlıklar, bilimsel yenilikler, klinik kullanımda eksikliği hissedilenler olarak sıralandı. Latince değişikliklerin sebepleri ise oluşumların lokalizasyonlarını yeniden ifade etmek, tekil /çoğul terim güncellemeleri ve terimlerin daha doğru isimlendirilmesi, arter ve sinirlere ait dalların daha anlaşılır hale getirilmesi, oluşum isimlerinin detaylandırılması olarak sıralandı. Ayrıca son üç anatomi terminolojisi baskı içerikleri olarak ayrıntılı değerlendirilmiş; Nomina Anatomica’da ayrıca yer alan Nomina Histologica ve Embriyologica’nın bazı terimlerinin Terminologia Anatomica’da konu başlıklarının içerisinde bulunduğu, Latince terimlerin İngilizce karşılıklarının yer aldığı, Latince /İngilizce /Eponim terim indekslerinin içeriğe dahil edildiği ve cinsiyete özel oluşumların yanlarına cinsiyet sembollerinin eklendiği tespit edildi. Sonuç olarak tüm bu yenilikler değerlendirildiğinde anatomi terminolojisinin ilerlemekte olduğu ve bu yeniliklerin anatomi bilimine daha fazla değer kattığı saptandı. Anahtar Kelimeler: terminologia anatomica, nomina anatomica, nomenclatura anatomica 59 POSTER BİLDİRİLER 60 P-01 Fused Deposition Modeling (FDM) Tekniğini Kullanarak İnsan Beyninin Nuclei Basales (Bazal ganglionlar)’in Katı Kopyalarını İmal Etmek Kapakin S* * Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Bu çalışmanın amacı FDM tekniğini kullanarak insan beyninin bazal ganglionlarının elle tutulur katı kopyalarını üretmekti. National Library of Medicine (NLM) tarafından takdim edilen, Visible Human Projesi’ne ait, Visible Human Veri Seti’nden görüntüleme verilerini kullandık. Visible Human Veri Seti; CT, MRI, ve Anatomik cryosection’lardan ibaret farklı modalitelerden oluşur. Bu çalışmada, anatomik cryosection’lar öteki modalitelerden yüksek kontrast ve çözünürlüğe sahip olduğu için, anatomik cryosection’lar kullanıldı. İlgili cryosection’lar insan beyninin bazal ganglionlarını üç boyutlu olarak rekonstrükte etmek için kullanıldı. DXF formatındaki CAD (Bilgisayar Destekli Tasarım) modelleri STL formatına çevrildi. STL formatındaki bu modeller hızlı prototipleme makinasına gönderildi. FDM baskı, malzemenin 3B (Üç Boyutlu) basılmış bir cismi oluşturmak için tabakalar halinde depolandığı, 3B baskılamanın en yaygın kullanılan biçimlerinden biridir. Nucleus caudatus, putamen, globus pallidus,ve substantia nigra’nın elle tutulur katı kopyaları elde edildi. FDM ofis ortamları için uygundu ve FDM’nin özellikleri ameliyathane koşulları için daha elverişliydi. Anahtar Kelimeler: İnsan Beyni, Nuclei basales, Ganglia basales, Hızlı prototipleme, FDM, Fused Deposition Modeling 61 P-02 Fonksiyonel Endoskopik Sinüs Cerrahisinin Sanal Simülasyonu Kapakin S* * Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Fonksiyonel endoskopik sinüs cerrahisi sinüzitis ve nasal poliplerin cerrahi tedavisinde bugün kullanılan birincil yaklaşımdır. Bu çalışmanın amacı bu işlemleri sanal ortamda gerçekleştirmekti. Visible Human Dataseti giriş görüntüleme verileri olarak kullanıldı. Surfdriver yazılım paketi sinusesparanasales’lerin üç boyutlu DXF (Data Exchange File) modellerini rekonstrükte etmek için bu görüntüler üzerine uygulandı. DXF dosya formatındaki CAD (Bilgisayar Destekli Tasarım) modelleri Advanced Render Modülü ile fotorealistik görüntü oluşturmada kullanılan Cinema 4D’ye aktarıldı. Bu modeller Cinema 4D’de fotorealistik görüntüler için sonradan işlendi. Paranazal sinüsler üzerine rekonstrüksiyonlar hazırlamak için yüzey yaklaşımını kullandık. Çünkü disseksiyon yoluyla yaklaşmak ve atlasta statik görüntülerde tasvir etmek özellikle zordur. Bu teknikte, normal anatomi ve fizyolojiyi mümkün olduğunca korumak ve hastaları kanama ve beyin omurilik sıvısı sızıntısı oluşumundan korumak esastır. Anahtar Kelimeler: Paranazal Sinüsler, Sanal Simülasyon, Fonksiyonel Endoskopik Sinüs Cerrahisi 62 P-03 Egzersize Rağmen Obez Yüzücülerde, Vücut Yağ Parametrelerinin BioelectricalImpedance Analysis Yöntemiyle Belirlenmesi Sertel S*, Çolak T*, Bamaç B*, Meyvacı T**, Unal S***, Taşdemir R*, Aksu E* * Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kocaeli/Türkiye ** Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kocaeli/Türkiye *** Arel Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul/Türkiye Amaç: Obezite dünyada olduğu gibi ülkemizde önlemler alınmasına rağmen artış gösteren bir sağlık sorunudur. Temel nedeni besinlerle alınan enerji miktarının, harcanan enerji miktarından fazla olmasıdır. Bazı durumlarda egzersize rağmen özellikle çocuklarda yoğun obezite görülmektedir. Araştırmamızda fiziksel aktivitesi yüksek olan fakat obezite tespit edilen yüzücülerde vücut kompozisyonu parametrelerin bioelectrical impedance analysis yöntemiyle belirlenmesi ve nedenlerini irdelemek amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmamızda kullandığımız BioelectricalImpedance Analysis(BIA) kişi için riskler ve rahatsızlıklar içermeyen uygulaması kolay bir cihazdır.Yüzme kulübüne bağlı obezite tespit edilen yaşları 10.57±1.93 olan 23 yüzücünün (14 erkek, 9 bayan) değerlendirilmesindeTanita Body Composition Analyzer TBF410GS cihazı kullanılarak kilo (kg), vücut yağ miktarı (kg), yağsız doku kitlesi (kg) ve vücut yağ oranı (%) antropometrik ölçümleri elde edildi. Bütün veriler değerlendirilirken istatistik anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 alınmış ve PASW (version, 18 SPSS) kullanılmıştır. Sonuç: Olguların değerlendirilmesinde boy, kilo(kg), BKİ(kg/m2), vücut yağ miktarı(kg), yağsız doku kitlesi(kg) ve vücut yağ oranı(%) değişkenlerine ait tanımlayıcı değerler erkekler için sırasıyla; 152.6±9.12, 58.34±16.61, 24.16±5.31, 16.37±10.36, 32.07±8.79, 40.15±6.39; bayanlar için sırasıyla 152.90±8.94, 58.93±16.26, 24.38±5.22, 18.52±10.14, 36.31±8.61, 38.56±6.27 olarak bulunmuştur. Tartışma: Düzenli antrenman yapan yüzücülerde çocukluk çağı obezitesinin görülmesi sonucu, çocuğun yanlış beslenme alışkanlığı, ailenin beslenme bilgi seviyesinin yetersizliği ve kara egzersizlerinin düzenli yapılmamasından kaynaklandığı düşünülmektedir. BIA yöntemiyle kolay ve güvenir olarak kilo, vücut yağ miktarı, yağsız doku kitlesi,vücut yağ 63 oranı gibi parametlerin belirlenmesi ve takibi çocuk sporcularda obezitenin tedavisinde ve beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesinde önemlidir. Anahtar Kelime: Obezite, BIA, vücut yağ miktarı, vücut yağ oranı, yağsız doku kitlesi 64 P-04 Kollodiafizer Açının Osteopeni ve Osteoporozlu Olgularda Beden Kitle İndeksine Göre Değerlendirilmesi Sertel S*, Çolak T*, Bamaç B*, Meyvacı T**, Taşdemir R*, Dalgıç M* * Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kocaeli/Türkiye ** Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kocaeli/Türkiye Amaç: Osteoporoz, düşük kemik kütlesi ve kemik dokunun mikromimari yapısında bozulma sonucu kırık riskinde artış ile karakterize sistemik bir iskelet sistemi hastalığıdır. Bu çalışmanın amacı kollodiafizer açının farklı beden kitle indeksine sahip osteopeni ve osteoporozlu olgularda farklı olup olmadığının değerlendirilmesidir. Yöntem: Bu çalışmada olgular cinsiyet, beden kitle indeksi (BKİ) ve kemik yoğunluğu ölçümü raporundaki t-skoruna göre gruplandırılmıştır. Her grupta 30’ar kişilik alt gruplar olmak üzere toplam 180 erkek, 180 kadına ait rapor incelenmiştir. Rapordaki kollodiafizer açı dijital gonyometre ile ölçülmüştür. İstatistik anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 alınmış ve PASW (version,18 SPSS) kullanılmıştır. Sonuç: Kadınlara ait sonuçlar incelendiğinde kolladiafizer açı ortalamaları açısından anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p<0.001). Kolladiafizer açı bakımından gruplar arasındaki farklılıklar detaylı olarak incelendiğinde ise BKİ 18.5-24.9 kg/m2 arasında olan osteoporozlu olguların ortalamasının, BKİ 18.5-24.9 kg/m2 ve 30-39.9 kg/m2 arasında olan osteopenili hastaların ortalamasından anlamlı derecede daha yüksek olduğu belirlenmiştir (sırasıyla p değerleri 0.001;0.002). Erkeklere ait sonuçlar incelendiğinde gruplar arasında kolladiafizer açı ortalamaları açısından anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p=0,030). Kolladiafizer açı değişkeni bakımından gruplar arasındaki farklılıklar detaylı olarak incelendiğinde, BKİ 18.5-24.9 kg/m2 arasında olan osteopenili olguların ortalamasının, BKİ 25-29.9 kg/m2 arasında olan osteoporozlu erkeklerin ortalamasından anlamlı derecede daha düşük olduğu görülmüştür (p=0.033). Tartışma: Bu sonuçlara göre beden kitle indeksi ve kemik mineral yoğunluğunun her iki grupta kolladiafizer açı ortalamaları üzerine etkisi olduğu görülmüştür. Bu konuda daha geniş olgu gruplarını içeren daha kapsamlı çalışmalar yapılmasını önermekteyiz. Anahtar Kelime: Kollodiafizer açı, kemik mineral yoğunluğu, beden kitle indeksi 65 P-05 Endoskopik Transsphenoidal Hipofiz Cerrahisinin Tarihsel Gelişimi Uyğun S*, Çetin N*, Berker M** * HacettepeÜniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye HacettepeÜniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroşirürji Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye ** Hipofiz bezi tümörlerine ilk transsfenoidal cerrahi girişimi Avusturya Innsburg’ta 16 Mart 1907’de, superiolateral nasoethmoidal yaklaşım ile Herman Schloffer gerçekleştirilmiştir. Hirsch 1910 yılında endonazal transseptal transsfenoidal yaklaşımı uygulamıştır. 1960’lı yıllarda mikroskopun ameliyatlarda kullanıma girmesiyle artık hipofiz tümörlerine endoskopik endonasal transsfenoidal yaklaşım uygulanmaktadır. Sellaturcica’ya yönelik ilk tamamıyla endoskopik girişim ise; Fransa’da 1992 de Jankowski ve arkadaşları tarafından 3 hastaya uygulanırken, 1997 de Pitsburg Üniversitesi’nde nöroşirürji uzmanı olan Jho ve KBB uzmanı Carrau 50 olguluk serileriyle tamamen endoskopik hipofiz adenom eksizyonu cerrahisini gerçekleştirmişlerdir. Günümüze dek, İtalya’dan Enrico de Divitiis ve PaoloCappabianca (Napoli), Giorgio Frank (Bologna), Amerika’dan Amin Kassam ve Türkiye’den Mustafa Berker hem gll. pituitary cerrahisinde, hem de kafa kaidesine yönelik patolojilerde tamamıyla endoskopik tekniklerin kullanılmasının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Devam eden yıllarda endoskopun beyin cerrahları tarafından kabul görmesiyle sellar ve parasellar bölgeye yaklaşımlarda yeni bir boyut kazanılmış oldu. Bugün ise endoskopik transsphenoidal yaklaşım, beyin cerrahları arasında mikroskobik cerrahinin yerini alarak birçok merkezde klinik uygulamalarda standart yöntem olarak kabul görmektedir. Anahtar kelimeler: Endoskopik transsphenoidal hipofiz cerrahisi, endoskop, hipofiz tümörü 66 P-06 Formaldehitin Sıçanların Kan, Karaciğer ve Akciğer Dokularında İrisin Üretimin İnhibisyonu: Karnozinin Formaldehit İnhisbisyonu Azaltığna Dair Doğrudan Deliller Aydın S*,**,Ögetürk M*, Kuloğlu T***, Kavaklı A*, Aydın S**** * FıratÜniversitesi, Tıp Fakültesi, AnatomiAnabilim Dalı, Elazığ/Türkiye ElazığAraştırmaveEğitimHastanesi, KardiyovaskülerCerrahiKliniği, Elazığ/Türkiye *** FıratÜniversitesi, Tıp Fakültesi, HistolojiveEmbriyolojiAnabilim Dalı, Elazığ/Türkiye **** FıratÜniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı (FıratHormonlarAraştırmaGrubu), Elazığ/Türkiye ** Formaldehit (FA) dünya genelinde yaygın olarak kullanılan organik bileşiklerden biridir. Yaygın olarak kullanılan bu organik bileşik 20 ppm’in üzerinde olması durumunda mitokondriyal enerji metabolizmasını ve muhtmelen irisin (enerji metabolizmasında önemli role sahib) üretimini bozarak, yaşam ve sağlık için tehlikelidir. Bu bozulmuş İrisin üretimini vemitokondriyal enerji metabolizmasını serbest radikalleri ortadan kaldırma özelliği olan karnozin muhtemelen azaltabilir. Bu çalışmada bu varsayıma dair doğrudan deliller elde ettik. 100 mg/kg karnozinve0.0-15 ppm FA (mitokondrileri tahrib etmekte) kan, karaciğer ve akciğerlerdeki irisin üretimine ve terminal deoksinükleotidil-transferaz-aracılı aracılı deoksiüridin trifosfat nick-end işaretleme (TUNEL, DNA fragmasyonu gösteren yaygın bir yöntem) test edildi. 5 ppm’in üzerindeki FA derişimleri irisin üretimi dokularda (daha çok akciğer dokusu olmak üzere) ve serum da azaltmaktaydı. 100 mg/kg karnozin verilmesi ise bu durumu ortadan kaldırmakta olup serum ve dokularda irisin üretimi artmaktaydı. Karnozin suplementasyonu FA’nın zararlı etkilerini ortadan kaldırdığı sonucuna varıldı. Anahtar kelimeler: Formaldehit, İrisin, Karaciğer ve Akciğer dokuları 67 P-07 Distal Femur Morfometrisi Çınar Ş*, Tokpınar A**, Özçelik Ö***, Ertekin T**, Nisari M** * Balıkesir Üniversitesi, İvrindi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım Bölümü, Balıkesir/Türkiye ** Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri/Türkiye *** Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Semra Vefa küçük Sağlık Meslek Yüksekokulu, Nevşehir/Türkiye Femur’un distal ucunun (extremitas distalis) morfolojisi osteoartrit nedenlerini aydınlatmada, osteoartrit için osteomi sonuçlarında ve total diz protezinde uygun dizayn ve uygulamada yardımcı olur. Bu çalışmada Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında bulunan kemik koleksiyonundan seçilen 20 sağ ve 20 sol femurda morfometrik değerlendirme yapıldı. Femur’un extremitas distalis’inde fossa intercondylaris’in, condylus medialis’in ve condylus lateralis’in yükseklik ve genişlikleri ölçüldü. Ayrıca patellar oluk açısının ölçümü yapıldı. Morfometrik ölçümler için öncelikle kuru kemik örneklerinin resimleri çekildi ve ölçümler bilgisayar ortamında İmageJ programı kullanılarak yapıldı. Elde edilen veriler SPSS 21 paket programı kullanılarak değerlendirildi. Sağ ve sol femur’lardan alınan ölçümlerin ortalama değerleri sırasıyla fossa intercondylaris yüksekliği için 2,57±0,23 cm ve 2,56±0,31 cm, fossa intercondylaris genişliği için 1,86±0,29 cm ve 1,81±0,26 cm, condylus lateralis genişliği için 2,19±0,26 cm ve 2,09±0,25 cm, condylus medialis genişliği için 2,06±0,32 cm ve 2,10±0,31 cm, condylus lateralis yüksekliği için 5,41±0,35 cm ve 5,55±0,39 cm, condylus medialis yüksekliği için 5,20±0,37 cm ve 5,34±0,37 cm olarak hesaplandı. Ayrıca patellar oluk açısı sağda 151,23°±7,98 ve solda 147,93°±7,18 olarak ölçüldü. Sağ ve sol femur’dan alınan ölçümler karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı. Patellar oluk açısı ölçümü diğer parametrelerle karşılaştırıldığında aralarında herhangi bir korelasyon olmadığı tespit edildi. Çalışmamız da elde edilen değerlerin bilinmesi antropometrik çalışmalara, ortopedik operasyonlar öncesinde femur’un distal kısmının anatomik değerlendirilmesine katkı sağlayacağı kanaatindeyiz. Anahtar kelimeler: Femur, Morfometri, ImageJ 68 P-08 Os Sacrum’un Pars Lateralis’ine Ait Morfometrik Ölçümler Polat Koç T*, Ertekin T*, Acer N*, Çınar Ş** * ErciyesÜniversitesi Tıp Fakültesi, AnatomiAnabilim Dalı, Kayseri/Türkiye ** Balıkesir Üniversitesi, İvrindi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Balıkesir/Türkiye Os sacrum, lumbosakral, sakral ve sakroiliak şekil bozuklukları veya yaralanmalarının tedavisinde füzyon ve stabilizasyon alanına dahil edilen önemli bir kemik yapıdır. Bu nedenle ossacrum’un normal anatomik yapısının ve morfometrik değerlerinin iyi bilinmesi, bu bölgeye uygulanacak operasyonlar sırasında olası komplikasyonları önleyebilir. Bu çalışmada kuru ossacrum örneklerinin pars lateralis’i üzerinde detaylı morfometrik ölçümler yapılması ve ossacrum’un eklem yüzey alanlarının hesaplanması amaçlanmıştır. Çalışma Erciyes Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalında bulunan 30 adet kuruossacrum örnekleri üzerinde 0,01 milimetre (mm) duyarlılığındaki dijital kumpas kullanılarak yapıldı. Kuru kemik örneklerinde yaş ve cinsiyet ayırımı yapılmadı. Os sacrum’un facies auricularis’lerinin alanları Image J programı kullanılarak ölçüldü.Ossacrum’un pars lateralis’i üzerinde yapılan bilateral ölçümlerde istatistiksel olarak anlamlı bir fark belirlenmedi (p>0,05). Faciesauricularis ortalama alanı sağ tarafta 1028,15±232,92 mm2, sol tarafta ise 1042,45±220,72 mm2 olarak ölçüldü. Bu çalışmanın os sacrum’a yönelik cerrahi yaklaşımlarda özellikle sacral enstrümantasyonda cerrahlar ve klinisyenlere yararlı olacağı kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: Sakrum, Morfometri, Eklem, Image J 69 P-09 DensAxis’in Türk Toplumunda Morfometrik İncelenmesi Yılmaz MY*, Çakıllı M*, Üstün O*, Yılmazer ÖS*, Güneş S*, Yavuz Y**, Şen Esmer T*** * Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 3 Öğrencileri, Ankara/Türkiye ** Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik AD, Ankara/Türkiye *** Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Ankara/Türkiye Amaç: Bu projede; axisinodontoid çıkıntısının Türk toplumuna ait morfometrik özelliklerinin incelenmesi, literatürle karşılaştırılması ve yapılacak cerrahi müdahalelerde kullanılacak materyallerin seçimi (vida uzunluğu, vida çapı) konusunda cerrahlara yardımcı olunması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem:Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalında, 2014 Şubat - 2014 Mart tarihleri arasında, 55 tane kuru axis üzerinde yapılmıştır. Odontoid çıkıntının minimum anteroposterior çapı (OÇMAÇ),odontoid çıkıntının minimum transvers çapı (OÇMTÇ),odontoid çıkıntının anterior yüksekliği (OÇAY),odontoid çıkıntının posterior yüksekliği (OÇPY), axisin gövdesinin anterior yüksekliği AGAY, axisin gövdesinin posterior yüksekliği (AGPY), odontoid çıkıntının minimum boyun çevresi (OÇMBÇ) parametreleri dijital kumpas yardımıyla ölçülmüştür. Parametrelere ait ortalama, standart sapma, ortanca, minimum ve maksimum değerleri bulunmuş, ayrıca %95 güven aralıkları elde edilmiştir. OÇMAÇ, OÇMTÇ ve AGAY, OÇAY ve AGPY, OÇPY uzunlukları iki eş arasındaki farkın önemlilik testi ile karşılaştırılmıştır. Aralarındaki korelasyonPearson's Korelasyon Katsayısıyla incelenmiştir. Veriler SPSS paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. p<0,05 istatistiksel önemli düzey olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Türk toplumunda 55 kuru axisvertebrasında ölçülen OÇMAÇ ortalaması 10,72±0,86; OÇMTÇ ortalaması 9,18±0,67; OÇAY ortalaması 15,12±1,29; OÇPY ortalaması 14,90±1,40; AGAY ortalaması 20,62±1,89; AGPY ortalaması 17,71±1,71; OÇMBÇ ortalaması 32,44±2,06 olarak bulunmuştur. Ölçülen OÇMTÇ değerlerinin %58,18’i(32 axis) 9,00 mm den büyük olarak bulunmuştur. Ölçüme tabi tutulan kemiklerin %18,18’inde(10 axis) lig. cruciatum kemikleşmesine rastlanmıştır. Sonuç: Projemizde Türk toplumunun %58,18’inin odontoid çıkıntı kırıklarında tercih edilen anteriorodontoidfiksasyonuna uygun olduğu görülmüş ve benzer çalışmalardan farklı olarak OÇMBÇ parametresi ölçülerek literatüre katkıda bulunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Axis, Densaxis, Odontoid çıkıntı 70 P-10 Streptozotosin İle İndüklenen Diyabet Modelinde Mianserin Tedavisinin Karaciğer Dokusundaki Morfometrik Etkileri Çorumlu U*, DemirÖzkay Ü**, Ulupınar E* * Eskisehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir/Türkiye ** Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir/Türkiye Diabetes Mellitus (DM); temel bulgusu hiperglisemi olan, ayrıca yağ ve protein metabolizmalarında da belirgin değişikliklerle karakterize kronik seyirli bir hastalıktır. Diyabetik hastalarda emosyonel tepkiler, uyum güçlükleri, kognitif bozukluklar ve depresyon en sık rastlanan psikiyatrik bozukluklardır. Mianserin, noradrenerjik ve serotonerjik etkileri olan tetrasiklik yapıda, 3. kuşak atipik anti-depresan grubundan bir ilaçtır. Anti-depresan ilaç kullanımına bağlı olarak vakaların %5’inde karaciğerde hasarlanma meydana geldiği bildirilmiştir ve bu hasarlanmalarda doz artışına bağlı toksisite önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmada, farklı dozlarda Mianserin ile tedavi edilen diyabetik sıçanların karaciğer dokusunda herhangi bir değişiklik olup olmadığı histomorfometrik yöntemler kullanılarak araştırılmıştır. Çalışmada kullanılan Wistar cinsi erkek sıçanlara ve tek doz streptozotosin uygulaması ile DM oluşturulan sıçanlara; ağızdan günlük 30 mg/kg ve 45 mg/kg dozlarında Mianserin tedavisi uygulandı. 2 haftalık tedavi periyodunu takiben perfüze edilen sıçanların karaciğerlerinden alınan 4 μm kalınlığındaki kesitler, hematoksilen-eozin ile boyandı. Karaciğerde vena centralis çapları ve sinüzoid-parankim oranları morfometrik yöntemlerle hesaplandı. Bulgular istatistiksel olarak tek yönlü varyans analizini takiben Bonferroni çoklu karşılaştırma testleri aracılığıyla incelendi. Sağlıklı kontrollere ve diyabetli hayvanlara uygulanan farklı dozlardaki Mianserin tedavisi sonrasında vena centralis çaplarında anlamlı bir farklılık bulunmadı. Sinüzoidlerin karaciğer parankimine oranı kontrol grubunda 4.314±1.22 iken, diyabet grubunda 3.092±0.52 idi. Mianserin tedavisi sonrasında da bu oranların benzer düzeylerde olduğu (30 ve 45mg/kg dozlar için sırasıyla; 4.640±0.45 ve 3.394±0.37) gözlendi. Bu sonuçlar, streptozotosin ile oluşturulan deneysel diyabet modelinde akut Mianserin tedavisinin karaciğer sinüzoidleri üzerinde hepatotoksik bir etkiye neden olmadığını göstermiştir. 71 İleride yapılacak çalışmalarda ilacın kronik veya daha yüksek dozlardaki etkilerinin de karşılaştırılması planlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Diabetes Mellitus, Mianserin, Karaciğer hasarı 72 P-11 Diazinon İntoksikasyonunda İntravenöz Lipit Emülsiyon Tedavisinin Karaciğer Dokusu Üzerindeki Koruyucu Etkisinin Araştırılması Taş U*, Ayan M**, Uysal M*, Esen M**, Meydan S***, Çiçek M*, Sarsılmaz M*** * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye *** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye *** Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye Amaç: Diazinonun da aralarında yer aldığı birçok organofosfat bileşiğine deri ve inhalasyon şeklinde maruziyet görülebilmesine rağmen en fazla zehirlenme akut ağız yolu ile alım şeklinde olmaktadır. Intravenöz lipid emülsiyon (ILE) tedavisi, lokal anesteziklerin neden olduğu sistemik toksisite durumlarında yeni bir tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada diazinonun oldukça lipofilik özellikte bir madde olduğu düşünülerek yüksek doz diazinon ile oluşturulan intoksikasyon modelinde İntravenöz lipit emulsiyon tedavisinin karaciğer dokusu üzerindeki koruyucu etkinliğinin araştırılması amaçlandı. Gereç-Yöntem: 21 adet Wistar albino cinsi rat (180-200g ağırlığında), rastgele olarak üç eşit gruba ayrıldı. Grup I: kontrol, Grup II: diazinon ve Grup III: diazinon+lipid emülsiyon tedavisi verilen grup olarak belirlendi. Grup I’e yalnızca 1 ml mısır yağı gavaj yoluyla verildi. Grup II’deki hayvanlara gavaj yoluyla 335 mg/kg diazinon verilirken, Grup III’deki hayvanlara diazinona ek olarak %20’lik lipid solüsyonu (3 ml/kg) kuyruk veninden verildi. Deneysel periyodun sonunda hayvanlar ketamin/ksilazin anestezisi altında exanguinasyon ile öldürüldü ve karaciğer dokuları alınarak rutin histolojik takip sürecinin ardından rotary mikrotom ile 5 mikrometrelik kesitler alındı. Kesitler apoptotik hücre ölümleri açısından ise TUNEL, Bax ve kaspaz-3 immünohistokimya boyaması ile değerlendirildi. Bulgular: Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında diazinon grubundaki hayvanların karaciğerlerinde dejeneratif değişikliklerin ortaya çıktığı ve apoptozda artışın meydana geldiği gözlendi. Diazinon+lipid emülsiyon tedavisi grubundaki hayvanlarda ise diazinon grubuna kıyasla apoptotik hücre ölümlerinde azalma saptandı. Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen bulgular ışığında, lipid emülsiyon tedavisinin diazinona bağlı karaciğer toksistesi üzerinde koruyucu etkinliğe sahip olduğu görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Diazinon, Toksisite, Apoptoz, Karaciğer 73 P-12 Yaşlanmanın İntervertebral Disk Dokusu Üzerine Etkileri Taş U*, Uysal M*, Aytekin K**, Bıçakçı H***, Açıkgöz R***, Özyurt B*, Sarsılmaz M*** * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye ** Tokat Devlet Hastanesi Ortopedi Kliniği, Tokat/Türkiye *** Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye Amaç: Bu çalışmada stereolojik metotlarla genç ve yaşlı sıçanlardan elde edilen lomber disklerde kondrosit sayılarının gösterilmesi amaçlandı. Birçok çalışmada avasküler bir doku olan intervertebral diskler aşırı miktarda ekstra selüler matriks dokusu ve hücre içerir. Anulus fibrosus ağırlıklı olarak kollajenöz yapı içerir. Nükleus pulposusun merkezi proteoglikandan zengindir. Anulus fibrosus yaşla birlikte zayıflar ve subkondral kemik dokusunda sklerozis gelişir. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 20 adet wistar albino sıçan kullanıldı. Sıçanlar iki guruba ayrıldı. İki aylık sıçanlar (n=10) genç grup olarak, 18 aylık sıçanlar (n=10) ise yaşlı grup olarak düzenlendi. Lomber vertebralar(L1–L4, 4 disk)’danelde edilen intervertebral diskler stereolojik analiz için kullanıldı. Bulgular: Bizim çalışmamızda genç sıçanlara oranla yaşlı sıçanların intervertebral disk dokusunda kondrosit sayılarının azaldığı gösterildi. Sonuç: Bu çalışma yaşlanma sürecinde intervertebral disk dokusunda kondrosit sayılarında azalma olduğunu göstermektedir. Anahtar kelimeler: İntervertebral disk, Yaşlanma, Stereoloji 74 P-13 Migrende Dermatoglifik Özellikler Sabancıoğulları V*, Çevik Ş**, Erdal M***, Bolayır E**, Koşar Mİ**** * Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi ABD Sivas/Türkiye ** Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji ABD Sivas/Türkiye *** Kayseri Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Kayseri/Türkiye **** Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi ABD Muğla/Türkiye Migren, sık rastlanan bir baş ağrısı rahatsızlığıdır. Kadınlarda %18, erkeklerde ise % 6 oranında görülmektedir. Özellikle 30-49 yaş arası bireylerde yaşam kalitesinde düşme ve ciddi iş gücü kayıplarına yol açabilmektedir. Hastalığın kesin nedeni bilinmemekle birlikte, çevresel faktörler ve genetik yatkınlık etiyolojide suçlanmaktadır. Dermatoglifikler ise, epidermis çizgilerinin bir araya gelerek oluşturduğu özel şekillerdir. İntrauterin dönemde oluşurlar ve hayat boyu değişmeden kalırlar. Ancak, genetik yatkınlığa bağlı olarak ortaya çıkan birtakım rahatsızlıklar, dermatoglifiklerin şekil ve sayısında bozulmalara neden olabilmektedir. Bu sebeple migren tanısı konmuş hastaların parmak ucu ve avuç içi dermatoglifik örnekleri kontrol grubuyla karşılaştırılıp sonuçlar literatür eşliğinde sunuldu. 51 hasta ve 70 kişilik sağlıklı kontrol grubundan digital tarayıcı ile elde edilen dermatoglifik veriler bilgisayar ortamına aktarıldı. ImageJ programı kullanılarak atd, dat, adt açıları, a-b çizgi sayısı, tüm parmakların örnek tipleri ve çizgi sayıları hesaplandı. Elde edilen veriler, SPSS 15.0 programına yüklendi. İstatistiksel değerlendirmede t-testi, Mann-Whitney U ve kikare testi kullanıldı. Migrenli hastaların hem sağ hemde sol el parmak ucu çizgi sayıları, a-b çizgi sayısı ve total çizgi sayıları artmıştı. Bu artış sağ el küçük parmak hariç istatistiksel olarak da anlamlıydı. Ayrıca atd açısı, migrenli hastaların her iki elinde sağlıklı kontrollere göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde daha yüksekti. Dermatoglifik örneklerin dağılımındaki normalden sapma migren etiyolojisinde suçlanan genetik yatkınlığı desteklemektedir. Ancak bu bulgularla migrene doğuştan yatkınlığı olan bireyleri tespit edebilmek için daha ileri çalışmalara gereksinim vardır. Anahtar kelimeler: Migren, Etiyoloji, Dermatoglifikler 75 P-14 Kalp Anatomisinin Tarihsel Serüveni Çağlar V*, Çelik N**, Şevkioğlu B* * Namık Kemal Üniversitesi Tıp FakültesiAnatomiAnabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye ** Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp TarihiveEtikAnabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye Tıp, insanlıkla birlikte varlığını sürdüren ve insan hayatının vazgeçilmez bir unsurudur. Tarih boyunca kalbin vücutta önemli bir fonksiyonu olduğuna inanılmıştır. Amacımız, tarih boyunca vücutta önemli bir fonksiyonu olduğu inanılan kalbin tarihsel gelişimini, anatomik gelişmeler açısından değerlendirmektir. Eski uygarlıklarda damarlarda sadece kan değil aynı zamanda havanın olduğu kabul ediliyordu. Bu döneme ait eserlerde kalp atışlarından da bahsedilmektedir. Antik Yunan döneminde arterler ile venlerin farklı yapılar olduğu tespit edilmiştir. İskenderiye Tıp Okulunda kalbin bir pompa gibi çalıştığından, trikuspid kapak ve fonksiyonlarından bahsedilmiştir. Roma dönemi bilginlerinden Galen yaptığı çalışmalar sonucunda kanın ventriküller arası bölmeden geçiş yaptığını ileri sürmüştür. Bu görüş “otoriteye koşulsuz bağlılık” düşüncesi nedeniyle, 17. yy’a kadar varlığını devam ettirmiştir. İbnSînâ,Galen’in halefi olarak kabul edilmiştir. İbn ün-Nefis yaptığı araştırmalar sonucunda Galen ve İbn Sina’nın aksine ventriküller arası bölmeden geçişin olmadığını belirtir. Ayrıca İbn ün-Nefis 13. yy da küçük pulmoner dolaşımı keşfetmiştir. 1500’lü yıllardan itibaren kan dolaşım sisteminden, koroner damarlardan, kalp kapakçıklarından ve kılcal damarlardan bahsedilmiştir.Tarihsel süreçte kalbin anatomik yapısı ve çalışma sisteminin tespiti ilk çalışma konuları olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha sonra ki süreç kan gruplarının tespitinden gerçekleştirilmesine kadar ki aşamaları içermektedir. Anahtar kelimeler: Kalp Anatomisi, İbn ün-Nefis, Galen, İbnSînâ 76 kalp naklinin P-15 Soliter Böbrek ile Normal Böbreğin BT Görüntüleri Üzerinde Morfolojik Karşılaştırılması Çağlar V*, Kurt Ö**, Uygur R*, Şener Ü***, Özçağlayan Ö****, Kasırga Z*, Tuğtağ B* * Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye ** Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye *** Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye **** Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye Amaç: Çalışmamız soliter böbrek ile sağlıklı iki böbreğe sahip bireylerde böbrek boyut ölçümleri ve stereolojik yöntemle böbrek hacim hesaplamalarının yapılması ve iki grup arasındaki morfolojik farklılıkların belirlenmesi amaçlandı. Gereç veYöntem: Herhangi bir şikayet ile Namık Kemal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezine başvurup, kontrast madde verilerek abdominal hastalar çalışmaya dahil edildi. Hacim ölçümleri BT görüntüleri üzerinde cavalieri prensibi ile yapıldı. Bulgular: Çalışmamıza katılan bireylerin 22’si soliter böbrek, 30’u sağlıklı iki böbreğe sahiptir. Normal grup için böbrek hacim ortalaması 159 cm3, böbrek uzunluğu 10.7 cm, genişliği 6.6 cm ve kalınlığı 5 cm olarak bulundu. Soliter böbrek grubunda ise, böbrek hacmi 274 cm3, uzunluğu 12 cm, genişliği 7 cm ve kalınlığı 6 cm bulundu. Sonuç: Soliter böbrek, normal böbreğe göre daha uzun, daha geniş, daha kalın ve hacimsel olarak da daha büyük olma eğilimindedir. Çalışmamızda soliter böbrek ile sağlıklı iki böbreğe sahip bireyler arasında, böbrek boyut ve hacim ölçümleri ile ilgili morfolojik farklılıklar ortaya konulmuştur. Elde edilen bu bulgular bazı böbrek hastalıklarının klinik tanı ve tedavisinde böbrek boyut ve hacminin doğru olarak değerlendirilmesi açısından literatüre katkıda bulunacağı düşüncesindeyiz. Anahtar kelimeler: Böbrek hacmi, Böbrek uzunluğu, BT, Cavalieri prensibi 77 P-16 Fetal DönemdeUltrasonografik Parametrelerin Anatomik Çalışmalar Açısından Önemi Ekiz Y*, Yüzbaşıoğlu N*, Shojaolsadati P*, Şakul BU* * İstanbul Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul/Türkiye Ultrasonografi (USG)fetalgestasyonel yaşın ve konjenitalanomalilerin tespiti, fetal büyüme ve gelişimin değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. USG ile fetus görülebilir ve ölçülebilir olduğundan, fetal morfoloji ve gelişimin morfometrik olarak değerlendirilmesi ile fetusun fonksiyonel açıdan değerlendirilmesi de mümkün olmaktadır. USG’ninmaternal ve fetal herhangi bir zararlı etkisinden bahsedilmemekte, gebeliğin belirli dönemlerinde bir tarama ve tanı yöntemi olarak kullanılması tavsiye edilmektedir. Yapılan çalışmalardaçeşitli haftalardakifetal büyüme ve gelişmenin değerlendirilmesi ve fetal yaşın tahmini için USG ile baş-kıç mesafesi, bi-parietal genişlik, toraks çevresi, femur uzunluğu, ayak uzunluğu, nasal kemik uzunluğu gibi çeşitli parametrelerin değerlendirildiği belirtilmektedir. Örneğin baş-kıç mesafesinin ölçümü birinci trimester sonuna kadar kullanılan bir parametredir. İkinci ve üçüncü trimesterlerde baş çevresi, femur uzunluğu, ayak uzunluğu gibi parametreler kullanılmaktadır. Bununla birlikte, sağlıklı fetuslardan USG ölçümleriyle elde edilen fetal boyutlar ile abortanfetuslardan elde edilen boyutların benzerlik gösterdiği de tespit edilmiştir. Fetusa ait parametrelerin normal ve patolojik değerlerinin gerek USG çalışmalarıgerekse anatomik diseksiyon yöntemi kullanılarak yapılan direkt ölçüm çalışmaları ile ortaya konulması önemlidir. Çünkü elde edilen veriler belirli dönemlerdeki fetusungelişimsel anatomiközelliklerinin değerlendirilmesi ve fetusun herhangi bir konjenital ve gelişimsel hastalık riski taşıyıp taşımadığının belirlenmesi açısından önem arz etmektedir. Bu derlemede, fetalUSG’de rutin olarak değerlendirilen paramatrelerin ve bunların yanında yapılan yeni çalışmalarda değerlendirilmesi önerilen anatomik parametrelerin ultrasonografik ve anatomik çalışmalar ile fetal gelişimin takibi açısından öneminin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Anatomi, Fetal gelişim, Fetal dönem, Gebelik, Ultrasonografi 78 P-17 Fossa Cranii Posterior Boyutları, Cerebrum ve Cerebellum Morfometrisinin, Tonsiller Herniasyonla İlişkisi Taştemur Y*, Sabancıoğulları V*, Şalk İ**, Sönmez M*, Çimen M* * Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı,Sivas/Türkiye ** Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Sivas/Türkiye Tonsillar herniasyon, arka beyinden gelişen yapıların foramen magnum’dan geçerek vertebral kanala doğru fıtıklaşması şeklinde görülür. Etiyolojisi günümüzde kesin olarak bilinmemektedir. Konjenital yada edinsel sebeplerle ortaya çıkabileceği iddia edilmiştir. Özellikle primer mesodermal yetmezliğin fossa cranii posterior boyutlarını etkileyebileceği ileri sürülmüştür. Bu sebeple çalışmamızda cranium, cerebrum ve cerebellum morfometrisine ilişkin ölçümler yaparak tonsillar herniasyon etiyolojisine ışık tutmayı amaçladık. Kemikleri etkileyecek herhangibir rahatsızlığı bulunmayan, ortalama yaşları 36,58+22,34 (194 yaş) olan, 1052 (629 kadın, 423 erkek) hastaya ait cranial MR görüntüsü çalışmada kullanıldı. T1, T2 midsagittal ve aksiyal görüntüler kullanılarak ölçümler yapıldı. Cranium morfometrisini değerlendirmek için dokuz parametre, cerebrum ve ecerebellum morfometrisi için dokuz parametre kullanıldı. Elde edilen veriler SPSS (14.0) programına yüklenerek, istatistiksel değerlendirmede t-testi, Mann-Whitney U testi kullanıldı. Yanılma düzeyi 0,05 olarak alındı. Tonsillar herniasyonlu bireylerde foramen magnum ön arka çapı, cerebellum yüksekliği ve cerebellum sagittal çapı artarken, maximum cranial yükseklik, supraocciput uzunluğu, clivus uzunluğu ve fossa cranii posterior yüksekliği azalmıştı. Tentorial eğim açısı ise her yaş grubunda tonsillarherniasyonlular ile sağlıklı kontrollerde birbirine yakın değerlerde olup istatistiksel olarak anlamlı bir fark göstermiyordu. Tonsillar herniasyonlu bireylerde, ortalama herniasyon miktarı 4,85±3,09 mm idi. Cranium morfometrisine ilişkin ölçüm sonuçlarımız, tonsillarherniasyon etiyolojisinde suçlanan primer mesodermal yetmezliğe bağlı hipoplastik fossa cranii posterior varlığını desteklemektedir. Anahtar kelimeler: Tonsillar herniasyon, Fossa craniiposterior, Manyetik rezonans görüntüleme, Cerebral ve cerebellarmorfometri. 79 P-18 Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Kas İskelet Sistemi Bilgi ve Becerilerinin Değerlendirilmesi Ulaşlı AM*, Yaman F*, Gönül Y**, GökalpH***, Özen MT***,Rüzgar H***, Gülsarı Y**, Dündar Ü* * AfyonKocatepeÜniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp veRehabilitasyon AD, Afyonkarahisar/Türkiye ** AfyonKocatepeÜniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Afyonkarahisar/Türkiye *** Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, 3. SınıfÖğrencileri, Afyonkarahisar/Türkiye Amaç: Kas iskeletsistemi (KİS) bilgi ve klinik becerilerinin tıp eğitiminin ve pratisyen hekimlerin zayıf bir yanı olduğu, günlük pratikte KİS muayenesinin ihmal edildiği gösterilmiştir. Bu çalışmadaki amacımız, tıp fakültesi 3. Sınıf öğrencileri ile 6. Sını föğrencilerin, KİS hakkında bilgi ve becerilerini değerlendirmek ve karşılaştırmak idi. Gereç ve Yöntem: Tıp fakültesi 3. Sınıf öğrencilerinden 41, 6. Sınıf öğrencilerinden 35 gönüllü çalışmaya dahil edildi. Katılımcılardan tespitetmesi istenen anatomik bölgeler; musculus biceps brachii tendonunun uzunbaşı (BTUB), lateral epikondil (LE), trokantermajör (TM) vediz medial eklemaralığı (MD) olarak belirlendi. Öğrencilerin tek tek aynı kişi üzerinde belirlenen bu anatomic bölgeleri işaretledikten sonar sonuçların doğruluğu ultrasonografi ile değerlendirildi. Bulgular:Toplam başarı yüzdesi 3. sınıflarda %51.8 iken; 6. sınıflarda %68.6 idi ve aradaki farklılık istatistiksel olarak anlamlıydı (p= 0.004). Öğrenciler LE ve TM’yi göstermede yüksek performans gösterirken, BTUB veMD’yi göstermede başarısızdılar. Sonuç: Bu çalışma öğrencilerin preklinik eğitim döneminde elde ettikleri KİS becerisini klinik eğitim döneminde artırdığı faka tyine de yeterli seviyeye ulaşamadığını göstermiştir. KİS yakınmalarıyla başvuran hasta sayısının giderek arttığı düşünüldüğünde, tıp fakültelerininbu ihtiyacı karşılayacak KİS klinik becerilerinin öğretiminin geliştirilmesine odaklanması ve etkin stratejiler geliştirmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Tıp eğitimi, Kas-iskeletsistemi, Anatomi. Not: Bu araştırma, Kocatepe Tıp Dergisi’nde yayınlanmıştır. A. M. Ulaşli, F. Yaman, Y. Gönül, H. Gökalp, M. T. Özen, H. Rüzgar, Y. Gülsari, and Ü. Dündar,“Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Kas İskelet Sistemi Bilgi ve Becerilerinin Değerlendirilmesi” vol. 15, no. 2, pp. 147–151, 2014. 80 P-19 Spinal Kord İskemi Reperfüzyon Yaralanmasında İnterlökin18 Bağlayıcı Protein’in (IL18BP ) Anti-Enflamatuar ve Anti-Apopitik Etkisi Karavelioğlu E*, Gönül Y**, Kokulu S***, Hazman Ö****, Bozkurt F*****, Koçak A******, Eser O******* * Afyon Kocatepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar/Türkiye ** Afyon Kocatepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar/Türkiye *** Afyon Kocatepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reaminasyon Anabilim Dalı, Afyonkarahisar/Türkiye **** Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, Afyonkarahisar/Türkiye ***** Afyon Kocatepe Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar/Türkiye ****** Dumlupınar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji Anabilim Dalı, Kütahya/Türkiye ******* Balıkesir Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, Balıkesir/Türkiye Giriş: Çalışmamızda, ratlardakispinalkordiskemi/reperfüzyon (I/R) hasarında interleukin-18 bindingprotein (IL-18BP)’nin anti-inflamatuarve antiapoptotik etkisi araştırılmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmamızda 21 adet erkek Wistar-Albino rat 3 farklı gruba ayrılmıştır.Group 1: kontrol (n: 7) sadece laparatomi uygulanmıştır,Group 2: I/R (n: 7),Group 3: I/R ve IL-18BP 100 µg/kg (n:7).Proinflamatuarsitokinler, IL-1β, IL-6, IL-18, TNF-α ve IFN-γ düzeyleri ratların kan örneklerinde ELISA yöntemi ile belirlendi.Apoptozisspinalkord doku örneklerinde apoptotik işaretleyici kaspaz-3 kullanılarak immunohistokimyasal değerlendirildi. Bulgular: IL-18BP grubunu kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, IL-18 ve TNF-α düzeyleri belirgin olarak azalmıştır. Kontrol grubunda en kaspaz 3 düzeyi en düşük seviyede tespit edilmişken I/R grubunda en yüksek seviyede tespit edilmiştir. Kontrol grubu ile kıyaslandığında I/R grubundaki ortalama Tarlov skoru belirgin şekilde azalmıştı. Ancak IL18BP grubunun ortalama Tarlov skoru I/R grubuna göre anlamlı şekilde daha yüksekti. Sonuç:Bu çalışmanın sonuçları, IL-18BP’in spinalkord I/R hasarına anti-enflamatuar etkinliği olduğunu göstermektedir.Aynı zamanda immunohistopatolojik bulgular, IL-18BP ‘nin 81 omurilik I/R hasarına anti-apoptotik etkiye sahip olduğunu göstermiştir.IL-18BP, omurilik I/R yaralanması modelinde etkili olduğu gösterilmiştir Anahtar kelimeler: Interleukine-18 binding protein, Spinalkord, İskemireperfuzyon, Sitokin, Kaspaz-3 82 P-20 Disfajiye Neden Olan ServikalVertebraOsteofitleri: 2 Olgu Sunumu Fazlıoğulları Z*, Nayman A**,Kibar E***, Karabağlı H****, Öztürk K***, Karabulut AK* * Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya/Türkiye Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya/Türkiye *** Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Konya/Türkiye **** Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya/Türkiye ** Servika lvertebra gövdelerinin ön kenarından farinkse ve özofagusun üst kısmına doğru büyüme gösteren osteofitlerdisfaji, odinofaji, otalji ve boğazda yabacı cisim hissi gibi bulgulara neden olabilirler. Bu osteofitlerin posterior faringeal duvar ve özofagusa bası yapması disfajininnadir bir sebebi olup özellikle orta ve ileri yaşlarda görülmektedir. Asemptomatik anterior servikal vertebra osteofitlerinin görülme sıklığı %20-30’dur. Büyüdüklerinde semptomatik hale gelebilirler. Bu durum literatürde nadir olarak bildirilmektedir. Büyük ostefitler basit mekanik etki ile disfaji yaparken daha küçük osteofitler daha çok cartilagocricoidea seviyesinde etkili olarak disfajiye yol açmaktadır. Özofagus anatomik olarak cartilagocricoidea ve diafragma seviyesinde fiksedir. Özofagusun geri kalan kısmı ise oldukça hareketlidir. Patofizyolojik olarak özofagus, cartilagocricoidea seviyesinde servikalvertebra gövdesinin basısına daha fazla maruz kalmaktadır. Bu nedenle krikoid bölgedeki küçük osteofitler dahi disfajiye sebep olabilmektedir. Fakültemiz kulak burun boğaz polikliniğine, yutma güçlüğü, beslenme sırasında boğazda takılma-yara hissi ve öksürük gibi şikayetlerle başvuran iki olguda, fizik muayene ve fleksiblelaringoskopi altında fonksiyonel endoskopik yutma değerlendirmesi yapıldı. Hastalarda hipofarinks arka duvarından ve özofagusun üst kısmından kaynaklanan fikse kitleler saptandı.Radyolojik değerlendirme sonucu C3-4 seviyesinde corpusvertebralardan,posteriorözofagusa bası yapan osteofit oluşumları tespit edildi. Medikal tedavi sonunda şikayetlerinin devam etmesi üzerine beyin cerrahi kliniği ile konsülte edilerek ortak cerrahi uygulandı. Cerrahi sonrası her iki hastanın da uzun dönem takiplerinde yakınmalarının tamamen ortadan kalkmış olduğu gözlendi. Servikal osteofitlerin bu şikayetlere ilave olarak nadiren de olsa entübasyonu engelleyerek anestezide sorun çıkarabileceği ve acil koşullarda operasyon planlanan hastalarda da bu tür hava yolu problemleriyle karşılaşılabilineceği dikkate alınmalıdır. Anahtar kelimeler: Servikalosteofit, Disfaji, Özofagus. 83 P-21 Olgu Sunumu: Sağ A. Occipitalis’ten Orjin Alan Sağ A. Vertebralis ve ForaminaTransversaria Yokluğu Öner Z*, Öner S**, Sağır Kahraman A*** * İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye ** Karabük Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Karabük/Türkiye *** İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye A. vertebralisorjinindeki varyasyonlar embriyolojik gelişim sırasında meydana gelen konjenital bir anomalilerdir. Literatürde a. vertebralis orijini ile ilgili çoklu varyasyonlar bildirilmiştir. Anormal a. vertebralis orijinleri genellikle anjiyografik veyadiseksiyon sırasında tesadüfi bulgu olarak saptanır. Çoğu olgu asemptomatik olmakla beraber A. vertebralisanomalisi olan hastalarda baş dönmesi gibi semptomlar da tanımlanmaktadır. Sağ a. vertebralis’inanomalili orijini nadirdir ve üç kategoriye ayrılır: 1. Aorta’dan orijin alanlar, 2. A. carotis’lerden orijin alanlar, 3. Duplike orijinliler. Biz bu olguda daha önce literatürde bildirilmemiş olan, a. occipitalis’ten orijin alan sağ a. vertebralis ve buna eşlik eden foraminatransversaria anomalilerini sunmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Baş dönmesi nedeniyle hastanemizde takip edilen 32 yaşındaki bayan hastada, MRG’de sağ a. vertebralis izlenmedi ve BT anjiyografi tetkiki uygulandı. BT anjiyografi incelemesinde a. subclavia’danorjin alan sağ a. vertebralis’in olmadığı; C1, C5, C6 vertebra düzeylerinde sağ foramentransversarium’larınhipoplazik olduğu ve C2, C3, C4 vertebra düzeylerinde ise sağ foramentransversarium’larınaplazik olduğu saptandı. Sağ a. vertebralis sağ a. occipitalis’tenorjin alıp atlantooccipital bileşke düzeyinde foramenmagnum’dancraniuma girerek normal seyrine devam etmektedir. Anahtar Kelimeler: Anomalili orijin, Sağ a. vertebralis, A. occipitalis, CT anjiyografi. 84 P-22 Metotreksatile Oluşan Akciğer Hasarında N-Asetilsistein, Amifostin ve AskorbikAsit’in Etkileri ElbeH*, Akbulut AS**, Doğan Z***, Kaymaz T****, Türköz Y***** * İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye *** Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Adıyaman/Türkiye **** İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye ***** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye ** Amaç:Çalışmamızda, metotreksat (MTX) ile oluşan akciğer hasarında N-asetilsistein (NAC), amifostin(AMF) ve askorbik asit (ASC)’inyararlı etkilerini histolojik ve biyokimyasal yöntemlerle incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem:55 adet SpragueDawley sıçan 5 eşit gruba ayrıldı. Kontrol, MTX (20 mg/kg/tek doz/ip, deneyin 2. günü uygulandı), MTX+NAC (50 mg/kg/gün/po, 7 gün), MTX+AMF (50 mg/kg/gün/ip, 7 gün), MTX+ASC (10 mg/kg/gün/ip, 7 gün). Deney sonunda ketamin anestezisi altında sakrifiye edilen sıçanların akciğer dokuları çıkarıldı. %10’luk formalinde tespit edilen dokular, rutin histolojik takip işlemlerinden geçirildi. 5 μm’lik kesitlere Hematoksilen-eozin ve Masson’untrikrom boyamaları uygulandı. Histopatolojik hasar skoru (infiltrasyon, hemoraji, alveolarkonjesyon, fibrozis) hesaplandı (0-3,maksimum skor=12). Akciğer dokusunda malondialdehit (MDA) veglutatyon (GSH) seviyeleri ölçüldü. Grupların karşılaştırılmasında Kruskal Wallis varyans analizi ve Mann-Whitney U testleri yapıldı. Veriler aritmetik ortalama±SE olarak ifade edildi. p<0.05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: Kontrol grubu normal histolojik görünümdeydi.MTX grubunda; infiltrasyon, hemoraji, alveolarkonjesyon ve fibrozistespit edildi. Bu grubun hasar skoru 8.62±0.49 idi. Tedavi gruplarında ise; histopatolojik değişikliklerde düzelme görüldü. Hasar skoru MTX+NAC grubunda 4.62±0.32, MTX+AMF grubunda 5.12±0.35 ve MTX+ASC grubunda 4.87±0.39idi. MTX grubu ile karşılaştırıldığında, tedavi gruplarında hasar skorunun anlamlı derecede azaldığı görüldü (p =0.001, hepsi için aynı). MTX grubunda kontrol grubuna göre MDA seviyesinde artış, GSH seviyesinde ise azalma tespit edildi (p<0.05). Tedavi 85 gruplarında ise MTX grubuna göre MDA seviyesinde azalma,GSH seviyesindeise istatistiksel olarak anlamlı artış saptandı (p<0.05). Sonuç: MTX ile oluşan akciğer hasarında NAC, AMF ve ASC tedavilerinin histolojik ve biyokimyasal açıdan yararlı olabileceği düşüncesindeyiz. Anahtar kelimeler:Metotreksat, N-asetilsistein, Amifostin, Askorbik asit, Akciğer hasarı. 86 P-23 Metotreksatile OluşanBeyin ve Beyincik Hasarı Üzerine N-Asetilsistein, Amifostin ve AskorbikAsit’in Etkileri Doğan Z*, Akbulut AS**, ElbeH***, Erdemli ME**** ,Türköz Y**** * Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Adıyaman/Türkiye İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye *** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye **** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye ** Amaç: Çalışmamızda, sıçanlarda metotreksat (MTX) ile oluşanbeyin ve beyincik hasarında N-asetilsistein (NAC), amifostin (AMF) ve askorbik asit (ASC)’in etkilerini histolojik olarak incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem:55 adet SpragueDawley sıçan 5 eşit gruba ayrıldı. Kontrol, MTX (20 mg/kg/tek doz/ip, deneyin 2. günü uygulandı), MTX+NAC (50 mg/kg/gün/po, 7 gün), MTX+AMF (50 mg/kg/gün/ip, 7 gün), MTX+ASC (10 mg/kg/gün/ip, 7 gün). Deney sonunda ketamin anestezisi altında sakrifiye edilen sıçanların beyin ve beyincik dokuları çıkartıldı. %10’luk formalinde tespit edilen dokular, rutin takip işlemlerinden geçirildi. 5 μm’lik kesitlere Hematoksilen-eozinboyama metodu uygulandı. Histopatolojik hasar skoru (Beyin için; perivasküler ödem, infiltrasyon, konjesyon, hemoraji, vakuolizasyon)(beyincik için; purkinje hücre kaybı, purkinje hücre dejenerasyonu, hemoraji) hesaplandı (0-3).Kesitler Leica DFC280 ışık mikroskopu ve Leica Q Win görüntü analiz sistemi ile incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS 13.0 programı kullanıldı. Grupların karşılaştırılmasında Kruskal Wallis varyans analizi ve Mann-Whitney U testleri yapıldı. Veriler aritmetik ortalama±SE olarak ifade edildi. p<0.05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: Kontrol grubuna ait beyin ve beyincik dokuları normal histolojik görünümdeydi. Beyin-MTX grubunda; perivasküler ödem, infiltrasyon, konjesyon, hemoraji, nöronalvakuolizasyonunyanısıraepandimde ödem ve kanama tespit edildi. Beyincik-MTX grubunda ise;purkinje hücre kaybı, purkinje hücre dejenerasyonu, hemorajitespit edildi. Heriki organa ait tedavi gruplarında; histopatolojik değişikliklerde düzelme görüldü. MTX grubu ile karşılaştırıldığında, tedavi gruplarının hasar skorunun istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldığı görüldü (p<0.05, heriki organ için de aynı). 87 Sonuç: MTX ile oluşan beyin ve beyincik hasarında NAC, AMF ve ASC tedavilerinin histolojik açıdan yararlı olabileceği düşüncesindeyiz. Anahtar kelimeler: Metotreksat, N-asetilsistein, Amifostin, Askorbik asit, Beyin hasarı, Beyincik hasarı. 88 P-24 Tıp Fakültelerinde Verilen Anatomi Eğitimi Hakkında Hekimlerin Görüşlerinin Değerlendirilmesi, Pilot Çalışma Çuğlan S*, Irmak Sapmaz H*, Yılmaz N*, Tekin Ç**, Çolak C***, Özbağ D* *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye **İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye ***İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Amaç: Bu çalışmada İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalışan hekimlerin tıp fakültesinde aldıkları anatomi eğitimi hakkındaki görüşlerini değerlendirmeyi amaçladık. Materyal-Metod: Çalışmaya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden20 hekim katıldı.Çalışmada katılımcılara 45 soruluk bir anket uygulandı. Ankette katılımcıların demografik özellikleri ve eğitim bilgilerini belirlemeye yönelik sorular vardı. Ayrıca anatomi teorik ve pratik dersleri ve anatomi ile ilgili algılarını ve genel düşüncelerini sorgulayan sorular yer almaktaydı. Bulgular: Ankete katılanların ortalama yaşları 33,2±9,1 idi. Katılımcıların %45’i (n=9) erkek, %55’i (n=11) ise kadındı.% 60’ı (n=12) araştırma görevlisi ve % 40’ı (n=8) ise öğretim üyesiydi. Katılımcıların % 65’i (n=13) dahili tıp bilimlerinde, %35’i (n=7) ise temel tıp bilimlerinde çalışmaktaydı. Ankete katılan hekimlerin % 50’si laboratuvar uygulamalarında kadavra, kemik ve maketin birlikte kullandıklarını ifade etti. Katılımcıların % 25’i (n=5) hiç kadavra görmediklerini, % 40’ı (n=8)sadece bir kadavra gördüklerini belirttiler. % 10’u (n=2) ise laboratuvar uygulamalarında 3 boyutlu görüntülerin kullanıldığınıbelirtti. Ankete katılanların % 80’i (n=16) uzmanlık alanı olarak anatomiyi seçer miydiniz sorusuna hayır cevabı verdiler. Nedeni sorulduğunda ise, % 40’ı (n=8) bu soruya cevap vermedi. Altı hekim (% 30) ise çok ezber gerektirmesi sebebiyle bu alanı tercih etmeyi düşünmediklerini belirttiler. Katılımcıların % 80’i temel bilgilerin çok detaylı olarak anlatıldığını ifade ettiler. Laboratuvar uygulamalarından çıkarken öğrenilen bilgilerin teorik derslere göre daha fazla akılda kaldığını 89 söylediler. Ankete katılan hekimlerin % 70’i (n=14) kadavra yerine sadece maketlerin kullanılmasının yeterli olmayacağını belirttiler. Sonuç: Bu çalışma pilot bir çalışmadır.Daha fazla sayıda hekimin katılımı ile bu çalışmayı genişletmeyi planlamaktayız. Elde edilecek verilerin anatomi eğitiminin geliştirilmesine katkıda bulunacağına düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Tıp fakültesi, Anatomi eğitimi, Hekim 90 P-25 BilateralConchaNasalisSuperiorPnömatizasyonu: Bir Olgu Sunumu Gün C*, Yenigün A*, Fazlıoğulları Z*, Ünver Doğan N* * Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya/Türkiye Concha nasalis superior (CNS), labyrinthus ethmoidalis'in medial çıkıntısıdır ve concha nasalis medius'un postero superior'unda küçük kıvrımlı bir laminadır. Meatus nasi superior'un çatısını oluşturur ve diğer üç concha'nın en küçüğü ve sığıdır. CNS'un arka üst tarafında bulunan recessus spheno ethmoidalis'e sinus sphenoidalis açılır. Concha bullosa (CB), konkaların laminaları içinde hava hapsolmasına verilen isimdir. CNS, sinus sphenoidalis'e ulaşmak için referans noktası olarak kullanılır.35 yaşında, sigara içmeyen, erkek hasta kronik başağrısı şikayetiyle hastanemize başvurdu. Hastanın ağrısı frontal bölgedeydi ve her iki gözüne de yayılıyordu. Nazal endoskopik muayenede septum orta hattaydı ve bilateral concha nasalis inferior hipertrofik olarak izlendi.Yapılan bilgisayarlı tomografi değerlendirmesinde, bilateral CNS'de pnömatizasyon tespite dildi. Hasta klinik takip ve medical tedaviyle taburcu edildi. CB osteomeatal kompleksin en sıkgörülen anatomic varyasyonudur. 200 tarafta (100 kişilik hasta gurubunda)yapılan bir çalışmada CNS pnömatizasununun 17 hastada iki taraflı, 10 hastada tek taraflı olmak üzere 44 tarafta (%22) gözlendiği bildirilmiştir.Tek taraflı ya da baskın konkaylakontralateralseptumdeviasyonu arasında güçlü bir ilişki vardır. Septum deviasyonlu hastalarda CB oranı %45.34 iken septum deviasyonu olmayan vakalardaki oranı %18.95'tir. Septumdeviasyonu, conchabullosa ve Haller hücreleri rinosinuzite sebep olan en yaygın yapısal anormalliklerdir. Bunlar sinüs çıkışlarında tıkanma yaparak sekresyon retansiyonu, havalanmada bozulma yaparlar ve bunun sonucundada rinosinüzit ve polipler gelişir. Anahtar Kelimeler:Concha nasalis superior, Conchabullosa, Baş ağrısı 91 P-26 Anatomi Atlası’ndaki Tarihi İmza Dönmez D*, Kutoğlu T*, Sınav A** *Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Edirne ** Sanko Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Gaziantep Eduard Pernkopf 1888-1955 yılları arasında yaşamış Avusturyalı bir anatomisttir. Diseksiyon çalışmaları sırasında ressamlara kadavraları çizdirerek bir anatomi atlası oluşturmuştur. Çizildiği dönem nedeniyle bu atlas tartışmalara sebep olmuştur. Tartışmalı olmasının sebebi disseksiyon çalışmalarının büyük çoğunluğunun‘’holokost’’ süresince yapılmış olmasıdır. Atlası editörü Prof. Eduard Pernkopf Nasyonel Sosyalist Parti üyesidir. Atlastaki illustrasyonların neredeyse tamamında, imza kısmında swastika ve ss semboleri bulunuyordu. Günümüzde yaygın olarak kullandığımız ‘’Sobotta’’ atlasında (1982 Urban&Schwarzenberg, Helmut Ferner ve Jochen Staubesand editörlüğünde) 27 illustrasyonun Pernkopf’ tan alıntı olduğu görüldü. Lepier, Pernkopf atlasının baş ressamıdır. Yapılan incelemelerde; Sobotta’nın 1.cildinde 614 illustrasyon 43 ‘ü Lepier imzalı. Sobotta 2.cildindeki 545 illustrasyon 72 ‘si Lepier imzalı. Üniversite komisyonunun 1998’ de açıkladığı rapora göre Gestapo‘nun kamplarından gelen kadavraların araştırma ve eğitimde kullanıldığı kaydedilmiştir. İddialara göre ‘’Nazi Kamplarında’’ infaz edilen 1380 kişinin vücudu Viyana Üniversitesi tarafından alınmış diseksiyon çalışmalarında ve atlas çizimlerinde bu kadavralar kullanılmıştı. Çizimler doğrudan kadavranın etnik kökenini belirlemede kanıt olamasa da bazı ayrıntılar şüpheleri artırdı. Lepier‘in çizdiği bir illustrasyonda kabaca traş edilmiş bir baş bulunuyordu. Endtresser‘in femoral bölge disseksiyonu çizimlerinde ise erkek kadavraların sünnetli olması kuşkuları destekledi. Atlasın etik tartışmalarıyla ilgili olarak çeşitli bilim insanlarından farklı görüşler bulunabilir. Ancak Atlasın basımdan kaldırılması gibi bir düşüncenin de geçmişi değiştirmeyeceği açıktır. Önemli olan “paha biçilemez” bu çalışmaların farkındalığıdır. Anahtar kelimeler: Atlas, Pernkopf, Holokost 92 P-27 “ S” Şeklinde Kıvrılan Bilateral Arterıa Carotis İnterna Vakası Aydın Kabakçı AD*, Akın D*, Çiçekcibaşı AE*, Yılmaz MT*, Keskin S** * Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Konya, ** Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Radyoloji AD, Konya. Giriş:A. carotisinterna, boyunda C4 hizasında bifurcatiocarotidis’te a. carotiscommunis’ten ayrılır ve kafa tabanına doğru yönelir. Beyni, gözü, alnı ve burnun bir bölümünü kanlandırır. Kafa boşluğuna temporal kemikteki canaliscaroticus’un dış ağzından girer. Kanalın iç ağzından çıkıp, foramenlacerum’un çatısından ve sulcuscaroticus’tan geçip sinuscavernosus’a girer. Daha sonra dura mater’i delerek sinus cavernosus’tan çıkar. Arachnoideamater’i delerek substantia perforate anterior bölgesine doğru geriye döner. A. carotisinterna, a. vertebralis’ten gelen dallar ile anastomoz yaparak Willu spoligonu’nu oluşturur. Vertebral ve karotid sistem sayesinde tüm kan beyne dağıtılır. Olgu sunumu: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı’na CT anjiyografi için başvuran 67 yaşındaki erkek hastanın incelenen bilgisayarlı tomografi görüntülerinde bilateralarteriacarotisinterna varyasyonuna rastlandı. Arteriacarotisinterna’nınservikal parçasının klasik bilgilere nazaran düz seyretmediği 2 kez kıvrım yaptığı gözlemlendi. Tartışma:Arteria carotis interna’nın servikal parçasının varyasyonu ile ilgili ilk sınıflama çalışması Weibel ve Fields (2000) tarafından gerçekleştirilmiştir. Çalışmalarında a. carotisinterna’nın Tip 1: A.carotisinterna’nın düz şekilde seyrettiği, Tip 2: A. carotisinterna’nın S veya C şeklinde uzaması ve bu uzamanın lateral ya da mediale kavis yaptığı, Tip 3: A. carotisinterna’nın bir veya iki kere kıvrılması, Tip 4: A. carotisinterna’nın kendi üzerinde sarmal yapması şeklinde dört farklı varyasyon gösterdiğinden bahsetmişlerdir. Vakamızda a. carotis interna’nın Tip 3’e uygunluk gösterdiği tespit edilmiştir. Sonuç: A. carotis interna’nın boyun bölgesindeki seyri bu bölgede gerçekleştirilecek olan operasyonların başarısı açısından oldukça önem arz etmektedir. Bu nedenle artere ait morfolojik farklılıkların iyi bilinmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Arteriacarotisinterna, Kıvrılma, Varyasyon 93 P-28 İnsan Kuru Kafataslarında Foramen Magnum’un Morfometrik Olarak Değerlendirilmesi Akın D*, Kabakçı Aydın AD*, Büyükmumcu M*, Sindel M**, Öğüt E**, Yılmaz MT*,Şahin G* * Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, **Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Antalya. Giriş: Bu çalışmada, kranioservikal bileşkeyi oluşturan ve içerisinden önemli anatomik yapıların geçtiği for. magnum’a ait morfometrik ölçümler yapılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuvar’ında bulunan koleksiyondaki 46erkek, 54 kadınolmaküzeretoplam 100 bireyinkuruolaraksaklanankafataslarıüzerinde gerçekleştirilmiştir. Kafataslarında cinsiyet tayini çeşitli topografik noktalardan yararlanılarak gerçekleştirilmiştir (Arcussuperciliaris, protuberantiaoccipitalisexterna). Çalışmada foramenmagnum'a ait morformetrik ölçümler (for. magnum'unanterior-posterior uzunluğu (FAPÇ), for. magnum'untransvers çapı (FTÇ), condylusoccipitalis'in ön-arka uzunluğu (COU), condylusoccipitalis'in genişliği (COG) , condylusoccipitalis'in arka ucu ile for.magnum'un arka ucu arasındaki uzunluk (COOU), condylusoccipitalis'in ön ucu ile for.magnum'un ön ucu arasındaki uzunluk (COBU), fossa condylaris arasındaki mesafe) gerçekleştirildi. Ayrıca for. magnum görünümü morfolojik olarak Chethan ve ark. (2011)’nin tanımladığı sınıflandırma kullanılarak 1-yuvarlak, 2-yumurta, 3-tetragonal, 4- oval, 5düzensiz, 6-hexagonal,7 pentagonal ve 8-dikdörtgen şeklinde gruplandırıldı. Elde edilen veriler SPSS 21.0 programı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışma sonucunda for. magnum’unönvearkauzunluğu (FAPÇ) ortalama 37,00±2,77 mm (FAPÇ-erkek: 37,42±2,44, FAPÇ-kadın: 36,65±3,00), foramen magnum’un transvers uzunluğu (FTÇ) ortalama 32,85±5,04 mm (FTÇ-erkek:33,91±6,72, FTÇkadın:31,94±2,70) olarak tespit edildi. Erkek ve kadın bireylerde for. magnum’un ön ve arka uzunluğu (FAPÇ) ve for. magnum’un transvers uzunluğu (FTÇ) arasınd istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Çalışma sonucunda for.magnum’un %32 oranında tetragonal olarak en fazla oranda görüldüğü belirlendi. 94 Sonuç: Bu çalışmada for. magnum’a ait veriler kuru kemik üzerinde değerlendirildi. Elde edilen sonuçların for. magnum ile ilgili cerrahi girişimlerde yardımcı olacağı kanısındayız. Anahtar kelimeler: Foramenmagnum, Condylusoccipitalis, Morfometri 95 P-29 Arteria Renalis Dextra Varyasyonu Keskinöz EN*, Kabakçı Aydın AD**, Akın D**, Özbek O***, Özen KE** * Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi A.D., İstanbul, ** Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi A.D., Konya, *** Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Radyoloji A.D., Konya Giriş: Böbreği besleyen arteria renalis lumbal 1. (L1) ve 2. (L2) vertebra seviyesinden, arteria mesenterica superior’un hemen altında aorta abdominalis’in anterolateral ya da lateral kısmından çıkar. Embriyonik damar olan mesonefronların lateral dallarının erişkinlikte kaybolmaması nedeniyle arteria renalis anatomisi oldukça varyasyon gösterir. Renal morfolojik varyasyonlar arasında en sık karşılaşılan çift arteria renalis varyasyonudur. Olgu Sunumu: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesine, postprandiyal abdominal ve karın ağrısı ile başvuran 67 yaşındaki erkek hastanın incelenen bilgisayarlı tomografi görüntülerinde arteria renalis varyasyonuna rastlandı. Literatürde arteria renalis’in kök varyasyonlarına dair %11 ile %30,9 arasında değişen farklı değerler verilmektedir. Tartışma: Klasik anatomi ders kitaplarına göre bireylerin %70’inde aorta abdominalis’ten yaklaşık L1-L2 vertebra seviyesinde köken alan tek bir arteria renalis bulunmaktadır. Ancak sadece bir arter ve bir venin oluşturduğu klasik renal damarlanma tanımı vakaların sadece %25’inde görülür. Diğer yandan arteria renalis varyasyon sıklığının, sosyal, etnik ve ırksal farklılıklar gösterdiği bilinmektedir. Sonuç: Çift arteria renalis ile beslenen böbrektransplantasyonlarında görülen başarısızlık, varyasyon göstermeyen böbrek transplantasyonlarına göre daha yüksek oranda görülmektedir. Bu çalışmadan elde ettiğimiz sonuçların; karşılaşılabilecek varyasyonlara olan farkındalığı arttıracağını ve cerrahi yönetimin başarısını olumlu yönde etkileyeceğini düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler:Arteria renalis, Varyasyon, Bilgisayarlı Tomografi 96 P-30 Mianserin ile Tedavi Edilen Diabetik Sıçanlarda Gözlenen Hippokampal Hacim Değişiklikleri PolatE*, Söztutar E**, ÜçelUİ***, UlupınarE** *Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Disiplinlerarası Sinirbilimleri Anabilim Dalı, Eskişehir. **Eskisehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir. ***Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir Diabetes mellitus, kardiyovasküler sistem, böbrekler, gözler ve beyin başta olmak üzere pek çok organda komplikasyonlara neden olan sistemik bir hastalıktır. Beyindeki değişiklikler; nöropeptid ekspresyonundaki farklılıklar, nörotoksisite, astrogliozis ve hippokampal sinaptik plastisitede azalma şeklinde görülmektedir. Mianserin esasen major depresyon tedavisinde kullanılan, selektif 5-HT2 serotonin reseptör ve parsiyel adrenerjik reseptör agonisti bir ilaçtır. Bu çalışmada, deneysel olarak diabetes mellitus oluşturulmuş sıçanlarda Mianserin tedavisinin hippokampus hacmi üzerindeki etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Sıçanlar; sağlıklı kontrol (SK), Streptozotosin enjeksiyonuyla diabetes mellitus yapılanlar (DM), iki hafta boyunca oral gavajla günde 30 mg/kg (DM+30mg/kg) ve 45 mg/kg dozlarında (DM+45mg/kg) Mianserin uygulananlar olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Tedavi sonrasında perfüze edilen sıçanların beyinlerinden sistematik randomize örnekleme yöntemiyle alınan kesitler Nissl yöntemiyle boyanmıştır. Hippokampus’ün gyrus dentatus ve CA1-3 bölgelerinin hacimleri Cavalieri metoduyla hesaplanmıştır. Elde edilen veriler tek yönlü varyans analiziyle karşılaştırılmıştır. DM grubundaki sıçanların CA1-3 bölgelerinin hacimleri (1.12 mm3) SK grubundakilere (0.69 mm3) oranla anlamlı düzeyde (p<0.01) artış göstermiştir. Mianserin ile tedavi edilen gruplarda ise bu hacimler doza bağımlı olarak düşüş göstermiştir (30mg/kg ve 45mg/kg dozları için sırasıyla; 1.01 mm3 ve 0.52 mm3). Benzer şekilde, gyrus dentatus hacimleri de diyabetli sıçanlarda (0.59 mm3) SK grubundakilere (0.39 mm3) oranla daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Mianserin tedavisi 30mg/kg dozlarında uygulandığında granüler ve 97 piramidal hücre tabakalarının hacimlerinde anlamlı bir farklılığa yol açmazken, 45mg/kg dozda hippokampal hacimleri kontrol grubundakilere benzer oranlara getirmiştir. Hippokampus hacimlerinde meydana gelen değişiklikler, diyabetli hayvanların beyinlerinde ve hippokampus’lerindeki orantısız hacim değişikliklerinden kaynaklı olabilir. Mianserin’in hippokampal hacim oranları üzerindeki olumlu etkilerini; serebrovasküler mikroanatomik değişiklikler, reaktif nörogenezis veya gliozis düzeyini azaltmak suretiyle gerçekleştirdiği düşünülmektedir. Anahtar Kelime: Hippokampus hacmi, Cavalieri, Mianserin 98 P-31 Sıçanlarda Karbon Tetraklorür ile Oluşturulan Testis Hasarına Karşı Caffeic Acid Phenethyl Ester’in Koruyucu Etkileri Taşlıdere E*, ÇetinA*, ElbeH*, VardıN*,Gül M*, OtluA* *Inönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji ABD, MALATYA Giriş: Bu çalışmada karbon tetraklorür’ün (CCI4 ) neden olduğu testis hasarına karşıcaffeic acid phenethyl ester (CAPE) in etkilerini incelemeyi amaçladık. Materyal- Metod: 28 adet Wistar-albino sıçan 4 gruba ayrıldı (n=7). Grup 1: Kontrol (5% etanol, 1 ml/gün/ip), Grup 2: Zeytinyağı (0.5 ml/gün aşırı/ip), Grup 3: CCl4 (0.5 ml/kg gün aşırı/ip), Grup 4: CCl4+CAPE (10 µmol/kg/gün/ip). Deney sonunda alınan doku örnekleri %10’luk formaldehidde tespit edilerek parafine gömüldü. Parafin bloklardan alınan 5μm kalınlığındaki kesitler hematoksilen-eozin ile boyandı. Testiküler hasarı değerlendirmek için ışık mikroskobunda her kesitten X20 büyütmede rastgele 100 tübül incelenerek sağlam, atrofik ve dejenere tübüller olarak sınıflandırıldı. Kesitler, Leica DFC 280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü Analiz sistemi (Leica Micros Imaging Solutions Ltd. Cambridge, UK) kullanılarak incelendi. Bulgular: Kontrol ve zeytinyağına ait testis kesitleri normal histolojik görünümdeydi. CCI4 grubunda seminifer tubullerin %55.00±4.22’si sağlam, %25.00±2.67si atrofik ve % 20.00±1.88’i dejeneratif olarak gözlendi. Ayrıca, bazı seminer tübüllerin lümeninde multinükleer dev hücrelere rastlandı. CCI4 + CAPE grubunda ise tübüllerin %72.14±3.91’i sağlam, %16.42±2.10’u atrofik ve %11.42±2.36’sı dejeneratifti. CCI4 grubunda etkilenen tübüllerin sayısı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde artarken (p<0.05), CCI4+CAPE grubunda etkilenen seminifer tübüllerin sayısının, CCI4 grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde azaldığı tespit edildi (P<005). Sonuç: CAPE’ nin, CCI4’ün testis üzerindeki hasarlayıcı etkilerinin azaltılmasında faydalı olabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Karbon tetraklorür, CAPE, Testis, Sıçan 99 P-32 Sıçanlarda Galaktozamin ile Oluşturulan Akciğer Hasarına KarşıPentoxifylline ve CaffeicAcidPhenethylEster’in İyileştirici Etkileri TaşlıdereE*, Vardı N*, Ateş B**, Elbe H*, Yıldız A*, Karaaslan M** *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji ABD MALATYA **İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü, MALATYA Giriş: Bu çalışmada, Galaktozamin (GAL) ile akciğerde meydana gelen histolojik değişiklikler ve bu değişiklikler üzerine pentoxifylline (PTX) ve caffeicacidphenethyl ester (CAPE)’in etkilerinin histolojik ve biyokimyasal yöntemlerle incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Çalışmada 48 adet Wistar albino cinsi erkek sıçan kullanıldı. Denekler Grup 1:Kontrol Grup 2:GAL (500mg/kg) Grup 3:GAL+PTX (20 mg/kg) grubu Grup4: GAL+CAPE (10µmol/kg) Grup 5:PTX ve Grup 6:CAPE olarak 6 gruba ayrıldı. 21. Gün sonunda bütün sıçanlar ketamin/ksilazin anestezisi altında sakrifiye edildi ve akciğerleri çıkarıldı. Örnekler ışık ve biyokimyasal incelemeler için hazırlandı. Kesitler hemotoksileneozin ve periodicacidschiff ile boyandı ve Leica DFC-280 ışık mikroskobunda incelendi. Malondialdehyde (MDA) andglutathione (GSH) seviyeleri ile superoxidedismutase (SOD) ve katalaz (CAT) aktiviteleri ölçüldü. Bulgular: Histolojik analizlerde; kontrol grupları normal histolojik yapıda izlendi. Galaktozamin uygulanan grupta akciğerde alveolarhemorajive parankimada lenfosit ve makrofaj birikimi gözlendi. Biyokimyasal analizlerde; galaktozamin uygulanan grupta, kontrol grubuna göre MDA seviyelerinde artış gözlenirken, GSH, SOD ve CAT aktivitelerinde azalma izlendi. Diğer yandan GAL uygulanan sıçanlara PTX ve CAPE verilmesiyle akciğerde izlenen histolojik ve biyokimyasal hasarın düzeldiği gözlendi. Bu gruplarda histopatolojik hasar skorunun ve MDA seviyesinin GAL grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldığı (p<0.05) GSH, SOD ve CAT aktivitelerinin ise anlamlı derecede arttığı tespit edildi (p<0.05). Sonuç: Bu çalışma GAL’in neden olduğu akciğer hasarı üzerine PTX ve CAPE’nin iyileştirici etkileri olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Akciğer, Galaktozamin, Pentoxifylline, CAPE 100 P-33 Os Coxae’nın Morfometrik Ölçümlerinin ve Eklem Yüzey Alanlarının Hesaplanması Atay E*, Al Ö**, Ertekin T**, Nisari M**, Unur E** *Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım Programı, Kilis **Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri Amaç: İnsanda pelvis iskeletinin oluşumunda yer alan os coxae, morfometrik özellikleri açısından anatomi, ortopedi ve adli tıp gibi bilim dalları için önem arz etmektedir. Biz bu çalışmada os coxae’nın morfometrik ölçümlerinin ve eklem yüzey alanlarının hesaplanmasını amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, Erciyes Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı’na ait, 0.1 milimetre (mm)’ye duyarlı kumpas kullanılarak ölçüm yapılan 30 adet kuru os coxae kullanıldı. Kemikler üzerinde yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. Belirlenen 22 parametre aracılığıyla morfometrik ölçümler gerçekleştirildi. Bu parametrelerden 19 tanesi iki nokta arasındaki uzaklıklar ve kemiğin çeşitli bölümlerindeki kalınlıklardan meydana gelirken geriye kalan 3 tanesi ise eklem yüzey alanlarının belirlenmesi ile ilgiliydi. Morfometrik ölçüm değerleri istatistiksel analiz programı SPSS 16.0 aracılığı ile değerlendirildi. Bulgular: Sağ ve sol tarafa ait kemiklerde yapılan ölçümlerde Facies auricularis (FA)’lerin eklem yüzey alanlarının ortalamaları sırasıyla 1614.25±470.39 mm2 ve 1327.53±259.79 mm2 olarak hesaplandı. Ölçümler arasında anlamlı bir fark elde edilmedi (p>0.005). Parametreler arasındaki korelasyonu değerlendirmek için Pearson korelasyon analizi yapıldı. Özellikle Maksimum ilium genişliği (IG) ile Spina iliaca anterior superior (SIAS) ile Facies auricularis (FA) arasındaki en kısa uzaklık (SIAS-FA) arasında pozitif yönde, güçlü ve çok anlamlı bir ilişki gözlendi (r>0.750, p=0.000). Sonuç: Os coxae’nın anatomik özellikleri ortopedik cerrahi ve adli tıp gibi birçok bilim dalı için önem arz etmektedir. Bundan dolayı yaptığımız çalışmada elde edilen verilerin bu alanlarda kullanılabilir olmasını umut etmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Os coxae, Morfometri, Eklem yüzey alanı, Anatomi 101 P-34 Obezitede Kullanılan Beta hCG Tedavisinin Sıçanlarda Testis Dokusuna Etkisinin İncelenmesi Tunç E*, Çalgüner E**, Erdoğan D***, Elmas Ç***, Öktem H****, Göktaş G***, Gözil R**, Bahçelioğlu M** *Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye **Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Beşevler, Ankara, Türkiye ***Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Beşevler, Ankara, Türkiye ****Başkent Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Son yıllarda obezite tedavisiyle ilgili olarak yapılan çalışmalarda, hipotalamikdisfonksiyona yönelik olarak kullanılan hCG hormon preparatının, günde tek doz olacak şekilde, subkutan karın bölgesine uygulanmasıyla kilo vermenin hızlandığı belirtilmiştir.Bu nedenle çalışmamızda, kafeterya stili diyet ile şişmanlatılmış sıçanlara düşük doz beta hCG uygulanmasıyla, erkeklerde testis dokusunda meydana gelebilecek değişikliklerin immünohistokimyasal olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Araştırmamızda 10 obez erkek ve 10 obez olmayan erkek sıçan kullanılmıştır. Obez ve obez olmayan iki gruptaki 7’şer rata 5 hafta süreyle haftada 5 gün subkutanhCGenjeksiyonu günde tek doz betahCG ve 3’er rata da placebo uygulaması başlanmıştır. Belirlenen sürelerin sonunda sıçanlardan alınan dokular immünohistokimyasal olarak değerlendirilmişlerdir.Çalışma sonuçlarımızda, testis dokusunda belirgin değişikliklerin gözlenmemesi, hormon reseptör sayılarındaki artış ve azalışların, hormon seviyesindeki artış ve azalışlara koşut gerçekleşmiş olabileceği sonucunu düşündürdü.Sonuç olarak, hCG uygulamasının, diyete ek olarak uygulanmasının testis üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Obezite, Beta hCG, Testis 102 P-35 Obezitede Kullanılan Beta hCG Tedavisinin Sıçanlarda Böbrek Üstü Bezi Dokusuna Etkisinin İncelenmesi Tunç E*, Çalgüner E**, Erdoğan D***, Elmas Ç***, Öktem H****, Göktaş G***, Gözil R**, Bahçelioğlu M** *Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye **Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Beşevler, Ankara, Türkiye ***Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Beşevler, Ankara, Türkiye ****Başkent Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Son yıllarda obezite tedavisiyle ilgili olarak yapılan çalışmalarda, hipotalamikdisfonksiyona yönelik olarak kullanılan beta hCG hormon preparatının, günde tek doz olacak şekilde, subkutan karın bölgesine uygulanmasıyla kilo vermenin hızlandığı belirtilmiştir. Bu nedenle çalışmamızda, kafeterya stili diyet ile şişmanlatılmış sıçanlara düşük doz beta hCG uygulanmasıyla, böbrek üstü bezi dokusunda meydana gelebilecek değişikliklerin immünohistokimyasal olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırmamızda 10 obez dişi, 10 obez erkek, 10 obez olmayan dişi, 10 obez olmayan erkek sıçan kullanılmıştır. Obez ve obez olmayan iki gruptaki 7’şer rata 5 hafta süreyle haftada 5 gün subcutan beta hCGenjeksiyonu günde tek doz beta hCG ve 3’er rat’a da placebo uygulaması başlanmıştır. Daha sonra perfüzyon yöntemi ile böbreküstü dokuları alınan hayvanlara, ötenazi uygulanmış ve alınan dokular immünohistokimyasal olarak değerlendirilmiştir. Çalışma sonuçlarımızda, böbrek üstü bezinde belirgin değişikliklerin gözlenmemesi, hormon reseptör sayılarındaki artış ve azalışların, hormon seviyesindeki artış ve azalışlara koşut gerçekleşmiş olabileceği sonucunu düşündürdü. Sonuç olarak, beta hCG uygulamasının, diyete ek olarak uygulanmasının böbrek üstü bezlerde herhangi bir etkisinin olmadığı sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler:Obezite, beta hCG, Böbrek Üstü Bezi 103 P-36 Postural denge ile bazı ayak antropometrik ölçümleri arasındaki ilişki. Uluçam E*, Yılmaz A*, Çıkmaz S*, Parlak M*, Dönmez D* *Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi A.D., Edirne, Türkiye Amaç: İnsan vücudunun bazı ayak antropometrik verilerinin, statik postur dengesi üzerindeki olası etkilerinin araştırılması. Materyal ve Metod: Çalışmamıza, etik kurul onayı alındıktan sonra, sağlıklı 17 erkek denek alındı. Ölçümler için FDM SystemType FDM 1,5 kuvvet platformu (Zebris© MedicalGmbH, Germany) kullanıldı. Deneklerin sırası ile ayak uzunluğu, ayak çevresi, ayak genişliği ve ayak tabanı çevresi ölçüldü. Daha sonra gözler açık ve kapalı olacak şekilde statik postur ölçümleri yapıldı. COP alanı (Center of pressure), TYU (total yol uzunluğu), APKM (antero-posterior kayma mesafesi), LKM (lateral kayma mesafeleri) tespit edildi. Bu veriler arasındaki ilişki istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Sağ ayak genişliği ile COP alanı (göz kapalı) arasındaki ilişki orta dereceydi (r = 0,29). Sol ayak genişliği, APKM (göz açık) ile orta dereceli bir bağıntı (r = -0,36) gösteriyordu. Sağ ayak çevresi ile TYU (göz açık) (r = 0,28) ve APKM (göz açık) (r = -0,34) arasında da orta dereceli bir korelasyon tespit edildi. Sol ayak çevresi ise APKM (göz açık) arasındaki ilişkide orta düzeydeydi (r = -0,27). Diğer bulgular arasında herhangi bir ilişki tespit edilmedi. Sonuç: Çalışmamızda statik postural denge ile ayak antropometrik ölçümlerin ilişkisi incelendi. Ayak ölçülerinin statik denge ile arasında zayıf bir korelasyon olduğu görüldü. Denek sayımızın arttırılması bize daha anlamlı sonuçlar verebileceği kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: Statik denge, Postur, Antropometri, Ayak. 104 P-37 Truncus Coeliacus Dallanma Varyasyonu ile Sirkumaortik Vena RenalisSinistra Olgusu Turamanlar O*, Kaçar E**, Horata E***, Madan G*** *Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar ** Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar ***Afyon Kocatepe Üniversitesi, Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Afyonkarahisar Giriş: Vena renalis’ler, arteria renalis’lerin önünden geçerek v. cava inferior’a açılırlar. Vena renalis sinistra, aorta abdominalis’in önünde uzanır. Arteria hepatica ve arteria splenica ise aorta abdominalis’ten kaynaklanan truncus coeliacus’un terminal dallarıdır. Olgu Sunumu: 56 yaşındaki bayan hastanın çekilen üst abdominal spiral bilgisayarlı tomografisinde, aorta abdominalis’ten ayrı çıkış gösteren arteriahepatica ve arteriasplenica ile birlikte sirkumaortik vena renalissinistra varyasyonu saptandı. Tartışma ve Sonuç: Sirkumaortik vena renalissinistra’nın görülme sıklığı %0,3-6,3 arasında değişmektedir. Renalvasküler yapıların yeri ve anatomisi genel ve vasküler cerrahlar, travmatoloji, üroloji ve radyoloji uzmanlarının hastalık teşhisinde ve uygulayacakları cerrahi yöntemlerde önem taşımaktadır. Özellikle radyolojik olarak doğru tanıya ulaşmak ve komplikasyonsuz bir şekilde ameliyatı gerçekleştirmek için, bu bölgenin anatomisi ve konjenital anomalilerin varlığını bilmek hayati derece önemlidir. Olgumuzdaki gibi truncus coeliacus dallanma varyasyonu %3 oranında görülmektedir. Üst abdominal bölgenin cerrahi yaklaşımlarında, bu bölgeye ait damarların anatomisinin ve varyasyon bilgisinin irdelenmemesi, bazen ölümcül komplikasyonlara yol açabilecek önemli bir hata riskine yol açabilmektedir. Sonuç olarak sirkumaortik vena renalis sinistra ile truncus coeliacus varyasyonlarına klinik açıdan dikkat edilmesi gerekir. Bu varyasyonların bilinmesi doğru tanı koyma ve cerrahi sırasında iatrojenik yaralanmalardan kaçınma açısından önem taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Varyasyon, Sirkumaortik vena renalissinistra, Truncuscoeliacus. 105 P-38 SiyatikSinirKesisiSonrasıOzon’unSinirRejenerasyonuÜzerineEtkisi Öğüt E*, Aslan M**, Sarıkcıoğlu L*, Yıldırım FB* *AkdenizÜniversitesi Tıp FakültesiAnatomiAnabilim Dalı, Antalya **AkdenizÜniversitesi Tıp FakültesiBiyokimyaAnabilim Dalı, Antalya Amaç: Çalışmamızın amacı; ratlarda deneysel olarak oluşturulan periferik sinir kesis imodelind ozonun iyileştirici etkilerini belirleyerek sinir kesisine bağlı morbiditeyi en aza indirmek ve bunların biyokimyasal yöntemle araştırılması amaçlandı. Materyal ve Metot: Çalışmamızda 100 adet yetişkin, erkek, ağırlıkları 400-450gr arasında değişen Rattusnorvegicus. Wistar albino rat kullanıldı. 100 adetWistarcinsisıçan 4 gruba ayrıldı. Kontrol grubu (n=20), hiçbir işlem yapılmadı, Sham grubu (n=20), ameliyat stresi yaratıldı. Grup 1’de (n=30) sinirkesilipdikildi, hiçbirtedaviuygulanmadı. Grup 2’de (n=30), sinir kesip dikimini takiben 35-40 ug/ml 5 cc ozonintraperitoneal olarak 2 ay sureyle uygulandı. Bütün deney gruplarından, tedavi bitiminde alınan tam kan örneklerinden, plazma ayrılarak ve siyatik sinirleri diseke edilerek-80ºC’deanalizedilene kadar saklandı. Elde edilen homojenatlar 4ºC’de, 10000xG’de 15 dakika, santrifüj edildi ve süpernatantlardan antioksidan enzimler analizedildi. Gruplar arasındaki istatiksel farklılık tek yönlü varyans analizi ve tukey testi ile değerlendirildi. Bulgular: Biyokimyasal analiz sonucunda, ozon tedavisi uygulanan grupta plazma SOD (Süperoksitdismutaz),CAT (katalaz),GPx (glutatyonperoksidaz) aktivitesininarttığıgörüldü. Hücre içi antioksidan enzimlerinindeğerleri, kesi grubuna göre istatiksel olarak anlamlı farklılık gösterdi(p<0.001).Ozonverilengruptasiyatiksinirdoku SOD veMDA (malonildialdehit)düzeyleride istatikselolarakanlamlıfarklılıkgösterdi(p<0.05). Sonuç: Tekrarlayan ozon uygulamaları sonucunda antioksidan system uyarılarak oksidatif strese karşı direnç gelişir. Ratlarda deneysel olarak oluşturulan periferik sinir kesisinde, ozon’un plazmada ROS (reaktifoksijenörnekleri)üretmesi, ROS’un da çok sayıda biyokimyasal yolu tetiklemesi ile plazmadaki antioksidan enzim seviyesini yükselterek, sinir kesisi üzerine rejenerasyon yeteneğini arttırmasından kaynaklandığı düşünülebilir. AnahtarKelimeler: İntraperitoneal, Ozon, Ozonterapi 106 P-39 Yüz Nakli ve Yüzün Duyusal İnnervasyonu Boduç E*, Öztürk L*, Görür İ* *Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Giriş:Trigeminal sinir angulusmandibula etrafındaki küçük bir alan ve lobulusauriculae dışındaki tüm yüzün duyusunu alır. Perikaryonlarıgangliontrigeminale’de bulunan nöronların periferik uzantıları n. ophthalmicus, n. maxillaris ve n. mandibularis içerisinde yüzdeki fonksiyon alanına giderler. Yüzde oluşan bozuklukların onarılması söz konusu olduğunda, yüz nakli operasyonlarının yüzü hem estetik hem de fonksiyonel açıdan restore etmesi beklenmektedir. Ne var ki yüz naklinde duyusal iyileşmenin mekanizması tam olarak aydınlatılabilmiş değildir. Materyal ve Metot: Çalışmada Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı’nda 7 erkek kadavra kullanılmıştır. Bu kadavralardan iki tanesine teknik olarak, a. temporalissuperficialis (ATS) ve a. facialis (AF) pedikül metodu uygulanmış ve yüz naklinin donorden alınan yüz flebi aşaması kadavrada taklit edilmiştir. Geri kalan 5 kadavrada n. trigeminus’un, n. ophthalmicus, n. mandibularis ve n. maxillaris dalları, mandibula içindeki n. alveolarisinferior bunların dışında n. supraorbitalis, n. infraorbitalis ve n. mentalisdiseke edilmiştir. Tartışma: Yapılan yüz nakli operasyonlarından sonra n. trigeminus hasarının iyileştirilebilmesi ve yüz dokusunun tam anlamıyla bir fonksiyonel duyusal iyileşme gösterebilmesi için halen çalışılmaktadır. Operasyondan sonraki ilk iki hafta, dördüncü ay ve altıncı aylarda yapılan testler sonucu dokunma duyusu, hafif dokunma, duyu diskriminasyonu, sıcak ve soğuk duyusu algısı değerlendirilmiştir. Fakat kortikal algıya ışık tutan duyusal ve proprioseptiffeedback mekanizması henüz tam çözülebilmiş değildir. Sonuç: Kadavra üzerinde yaparak taklit ettiğimiz cerrahi girişimlerde, yüz nakilleri esnasında gösterilen bütün cerrahi titizliğe rağmen, geniş bir doku tahribatının kaçınılmaz olduğunu gözlemledik. Bu hasarın n. trigeminus için de söz konusu olduğunu belirledik. Algılanamayan bir maske yüzün işlevsellik veya sosyal iletişim anlamında kişinin beklentilerine yanıt veremeyeceğini yaptığımız çalışma bize göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Yüz nakli, Yüzün duyusal innervasyonu, N. trigeminus 107 P-40 Rotenona Bağlı Merkezi Sinir Sistemi Hasarına Karşı Asetilsalisilik Asitin Koruyucu Etkisinin Araştırılması Köse E*, Ekici S**, Karademir Z**, Elbe H***, Vardı N***, Parlakpınar H****, Sağır M****, Acet A**** *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye ** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi 6. sınıf öğrencisi, Malatya, Türkiye *** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye ****İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Amaç: Rotenon, insektisit ve balık öldürücü olarak kullanılan mitokondrial bir toksindir. Son zamanlarda deneysel merkezi sinir sistemi (MSS) hasarı oluşturmak amacıyla kullanılmaktadır. Çalışmamızda rotenon’la oluşturulmuş MSS modelinde, asetilsalisilik asit (ASA)’nın koruyucu etkileri araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Çalışmamızda 28 adet Wistar-albino cinsi dişi sıçan 4 eşit gruba ayrıldı. Grup 1 kontrol olarak kullanılırken, Grup 2’ye (Rotenon) ise subkutan (s.c.) yolla 7 gün boyunca günde 1 kez 3 mg/kg rotenon enjekte edildi. Grup 3’deki hayvanlara (ASA), orogastrik kanül ile (p.o) 7 gün boyunca günde 1 kez 10 mg/kg ASA verildi. Grup 4’e ise (ASA+ Rotenon), ilk doz rotenon uygulamasından 30-45 dakika önce p.o. ASA uygulanıp, 7 gün boyunca hem rotenon hem de ASA verildi. Çalışmanın 1. ve 8. günü motor koordinasyon ve denge değerlendirmeleri için rotarod ve accelerod testleri, analjezi için hot-plate ve tail flick ölçümleri yapıldı. Çalışmanın sonunda, yüksek doz anestezi altında ötenazi sonrası beyin ve beyincik doku örneklerinden histopatolojik incelemeler yapıldı. Bulgular: Histolojik olarak, kontrol ve sadece ASA verilen grupların beyin ve beyincik dokuları normal idi. Sadece rotenon uygulanan hayvanların beyin dokusunda kontrole göre artmış perivasküler ödem, inflamasyon ve nöronal dejenerasyon mevcuttu. Cerebellum’da ise dejenere pürkinje hücreleri ve pürkinje hücre kaybı izlendi. ASA+ rotenon grubunda ise her iki dokudaki histopatolojik bozulmaların anlamlı bir şekilde azaldığı gözlemlendi. Rotenon uygulaması, rotarod ve accelerod sonuçlarında bozulmalara yol açtı. Rotenon ile ASA’nın beraber uygulanması anlamlı düzelmelere sebep oldu. Ayrıca hot-plate test sonuçlarımız bu bulgular ile koreleydi. 108 Sonuç: Antiinflamatuvar ve antioxidan özelliği olan ASA’nın rotenon’a bağlı oksidatif stres ve inflamasyon kaynaklı MSS hasarında faydalı etki gösterdiği düşünülmektedir. Anahtar kelimeler: Rotenon, MSS hasarı, Asetilsalisilik asit 109 P-41 Futbol ve Basketbol Oyuncularının UltrasonografikPatellarTendon, Femoral Kıkırdak Kalınlığı ve İzokinetik Kas Gücünün Karşılaştırılması KafkasME*, KızılayE**, KafkasAŞ*, KızılayF***, DurmuşB**** *İnönüÜniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu/MALATYA **KadirliDevletHastanesi FTR Kliniği/OSMANİYE ***İnönüÜniversitesiTurgutÖzal Tıp Merkezi FTR A.D./MALATYA ****ErenköyFizikTedaviveRehabilitasyonEğitimveAraştırmaHastanesi/İSTANBUL Giriş: Futbol ve basketbolcular gibi özellikle alt ekstremitetravma riski yüksek olan sporcularda yaralanma insidansını da göz önüne alarak dominant taraf diz tendon ve kıkırdak kalınlığı ile izokinetik kas gücü ölçümü sonucunda koruyucu ve geliştirici egzersiz planlarının yapılabilmesine yol göstermek amaçlandı. Metod: Çalışmaya basketbol (n=11), futbol (n=12) branşından toplam 23 sporcu katıldı. Patellartendon genişliği uzun enine eksen boyunca ölçüldü. Bu transvers ölçümün orta noktasından tendon kısa eksen çapı ölçüldü. Femoral kıkırdak kalınlığı diz tam fleksiyon pozisyonunda iken lateralkondil, interkondiler alan ve medialkondil olmak üzere 3 noktadan (orta nokta) ölçüldü. 600/ snaçısal hızda dominant diz fleksiyon ve ekstansiyonizokinetik kas güçleri ve Hamstring:Quadriceps (H:Q) kas gücü oranı ölçüldü. İstatistiksel analiz: Homojenlik testleri "KolmogorovSmirnov" analizi ile yapıldı. Veriler normal dağılım göstermediği için iki branş arasındaki karşılaştırmalarda “Two Independent Samples T Test” uygulandı. Bütün istatistik analizler SPSS 17.0 paket programı kullanılarak yapıldı. Veriler ortalama ± Sd olarak belirtildi. Araştırmada anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Patellartendon kalınlığı basketbolcularda 2.16±.43 mm, futbolcularda 2.06±.32 mm bulundu. İki branş arasında dominant diz femoral kıkırdak kalınlığı (medial-lateralkondil ve interkondiler bölge) ile patellartendon kalınlığı ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p>0.05). İzokinetik kas gücü basketbolcularda 196.40±19.8 Nm, futbolcularda 210.45±23.15 Nm bulundu. Branşlar arasında 600/ snaçısal hızda ölçülen dominant diz fleksiyon ve ekstansiyonizokinetik kas güçleri ile H:Q oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p>0.05). 110 Sonuç: Futbol ve basketbol branşıyla uğraşan sporcular arasında dominant taraf diz patellartendon, femoralkondiler kıkırdak kalınlıkları ile izokinetik kas güçleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Anahtar kelimeler: Futbol, Basketbol, Tendon Kalınlığı, İzokinetik 111 P-42 Nomina Anatomica’dan Terminologia Anatomica’ya Genel Anatomi Terminolojisi GeneciF*, OcakM*,Akdemir AktaşH*,UzunerMB*, AşkitÇ**,SargonMF* *Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara **Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Ankara Anatomi biliminin yol haritası olan anatomi terminolojisi son 120 yıldan günümüze kadar değişime uğramış ve yeniden düzenlenmiştir. Binlerce anatomi teriminden oluşan bu doğru ve kolay anlayabilmek için terminoloji baskılarının içeriğinde genel anatomi terimleri de yer almaktadır. Bu çalışmada Nomina Anatomica(1989)’nın altıncı baskısıyla, TerminologiaAnatomica(1998)’nın arasında terminolojiye yeni eklenen ve değişen genel anatomi terimleri araştırıldı. TerminologiaAnatomica’da yer alıp NominaAnatomica’da bulunmayan 84 yeni terim görülürken, NominaAnatomica’da bulunduğu halde 2 terimin TerminologiaAnatomica’da yer almadığı tespit edildi. Ayrıca bu iki terminoloji basımı arasında 26 terimin de Latince dil bilgisi değişikliğine uğradığı tespit edildi. Yeni eklenen terimlerin büyük çoğunluğunu oluşturan insan vücudunun kısımları adlı başlığın bölümün başına ilave edildiği, yine bu terimlerin ilgili konularda da tekrar vurgulandığı görüldü. Yeni eklenen diğer terimlerin ve bazı Latince değişimlerin de terminoloji içeriğini daha düzenli ve anlaşılır hale getirmek için eklenen regional sınıflandırmalardan kaynaklandığı tespit edildi. Çıkartılan iki terimin ise insan vücudu üzerinde net karşılığı olmadığı gözlendi. Sonuç olarak anatomi terminolojileri düzenli olarak güncellenmektedir ve terimleri en doğru şekilde ifade edebilmek için çalışmalar günümüzde dahi sürmektedir. Anahtar Kelimeler: Nomina Anatomica, TerminologiaAnatomica, Anatomi Terminolojisi 112 P-43 Purkinje Nöronlarındaki Dendritik Plastisitede Çevresel Koşullara Paralel Olarak Meydana Gelen Değişimler ErgenFB*, SöztutarE*,**, Ay H**, UlupınarE*,** *Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Disiplinler arası Sinirbilimleri Anabilim Dalı, Eskişehir. **Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir Serebellum; gelişim süreci esnasında, farklılaşmaya en erken başlamakla beraber matürasyonunu en geç tamamlaması sebebiyle sinir sisteminin olumsuz çevre koşullarına karşı en fazla duyarlılık gösteren bölgelerinden birisidir. Perinatal dönemde maruz kalınan olumlu veya olumsuz etkilere bağlı olarak granül hücrelerinin paralel lifleri ile Purkinje nöronlarının dendritleri arasındaki sinaptik bağlantılarda değişiklikler meydana gelmektedir. Bu çalışmada, prenatal strese maruz kalan sıçanların farklı çevresel koşullarda yetiştirilmesi durumunda, Purkinje nöronlarında meydana gelen plastik değişikliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Prenatal dönemde (E14-21) immobilizasyon stresine maruz kalan Wistar cinsi erkek sıçanlar; sütten kesildikten sonra, 6 hafta süreyle farklı koşullarda (Zenginleştirilmiş=ZK, Standart =SK ve İzole =İK) yetiştirildi. Kardiak perfüzyonla sakrifiye edilen sıçanların serebellar hemisferlerinden alınan 150µm kalınlığındaki kesitler Golgi-Cox yöntemiyle boyandı. Purkinje hücrelerinin dendritlerindeki dikensi çıkıntıların analizleri Neuro Lucida programı aracılığıyla yapıldı. Farklı koşullarda yetiştirilen yavruların Purkinje nöronlarındaki dendritik dikensi çıkıntı yoğunluğunda farklılık bulunmazken, bu çıkıntıların farklı tiplerinin oranları arasında anlamlı farklılıklar gözlendi. SK’da yetiştirilen yavrularda mantarımsı, ince ve güdük tipteki dikensi çıkıntılar eşit oranlarda (sırasıyla; %34, %32 ve %34) dağılım göstermekteydi. Oysa ZK’da yetiştirilenlerde mantarımsı tipteki çıkıntılar artış gösterirken (%43), diğer tiptekilerde azalma (%29 ve %28) gözlendi. Öte yandan IK’da yetiştirilenlerde, ince (%37) ve güdük tipteki (%36) çıkıntıların daha fazla olduğu görüldü. Daha stabilsinaptik bağlantıların bir göstergesi olan mantarımsı tipteki dikensi çıkıntı yoğunluklarındaki artış, nörotransmisyon kapasitesinin güçlenmesiyle paralellik göstermektedir. Bu nedenle çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlar, çevre koşullarının 113 hayvanların plastisite kapasitesi üzerinde uzun vadeli ve kalıcı etkilere sebep olabileceğine işaret etmektedir. Anahtar Kelimeler: Serebellum, Dikensi çıkıntı, Yetiştirilme koşulları, Prenatal stres 114 P-44 ArcusZygomaticus’un İnsan Kafatasında Morfometrik Değerlendirmesi Şahin G*, Akın D*, AydınKabakçı AD*, Sindel M**, Ay D**,Büyükmumcu MB* * Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, **Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Antalya. Giriş: İnsan kuru kafataslarında arcus zygomaticus ile ilgili ölçümler yapılarak, arcus zygomaticus’un morfometrik açıdan değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuvar’ı koleksiyonda bulunan insan kuru kafatasları üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çeşitli topografik noktalardan yararlanılarak (arcus superciliaris, protuberantia occipitalis externa) kafataslarında cinsiyet tayini gerçekleştirilmiştir. Her iki taraf arcus zygomaticus’u sağlam olan kafataslarının yanında, tek taraflı ölçüm noktalarının ve ölçümde kullanılacak diğer kemik oluşumların sağlam olduğu kafatasları da çalışmaya dahil edilmiştir. Ölçüm alınan noktalardan herhangi biri eksik olan kafatasları çalışma dışında tutulmuştur. Ölçümler, arcus zygomaticus’da belirlenmiş noktalardan (başlangıç noktası, arcuszygomaticus üzerinde en lateralde bulunan nokta, arcus zygomaticus sonlanması hizasında mediale doğru genişlemenin başladığı nokta, arcus zygomaticus’unmedialinde kalan açıklığın ön arka mesafesi vb.) dijital kaliper kullanılarak tek araştırmacı tarafından alınmıştır. Elde edilen veriler SPSS 21.0 programı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Ölçümler sonucunda arcuszygomaticus kalınlığı, sırasıyla önden arkaya seçilen üç farklı noktada, erkeklerde sağda; 4,84±1,34 mm, 5,04±1,13 mm, 7,2±1,77 mm, solda; 4,85±1,17mm, kadınlarda 4,9±1,32 mm, 7,58±2,62 mm, sağda; 4,69±0,86 mm, 4,43±0,95mm, 7,16±1,6 mm, solda;4,68±1,09 mm, 4,58±0,89 mm, 9,82±2,01 mm olarak çıkmıştır. Sağ ve sol taraf sağlam olan arcuszygomaticus’lar karşılaştırıldığında ve kadın erkek arcuszygomaticus’ları karşılaştırıldıklarında aralarında belirgin bir fark görülmemiştir (P<0,05). 115 Sonuç: Arcus zygomaticus kalınlığı ön orta ve arka noktalarda kadın erkek arası belirgin fark göstermemektedir. Arcus zygomaticus’a ait toplanmış morfometrik veri, bölgeyi ilgilendiren travmalarda tanı, tedavi ve plastik rekonstrüktif cerrahi girişimlerde yardımcı olabilir. Anahtar kelimeler: Arcuszygomaticus, Morfometri, Kraniyometri 116 P-45 VertebraeCervicales’dekiForamenTransversarium Varyasyonları: Bir Anatomik Çalışma Yeginoğlu G*, Ertemoğlu Öksüz C**, Çan MA* * Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Trabzon **Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek YO, Trabzon Bu çalışmanın amacı cervicalvertebralarda ki foramen transversarium’un anatomik varyasyonlarını araştırmaktır. Anabilim dalımızda bulunan 41 adet cervical vertebra üzerindeki 82 foramen transversarium incelendi. İncelemeye alınan cervical vertebralar C1, C2, C3-C6, C7 olmak üzere dört gruba ayrıldı. C1 ve C2 vertebralar üzerindeki foramen transversarium’larda varyasyona rastlanmadı. C3-C7 vertebralar üzerinde tespit edilen varyasyonlar bilateral, unilateral-sağ, unilateral-sol, complete ve uncomplete olarak kaydedildi. Sonuçlar literatür bilgileri ile değerlendirildi, karşılaştırıldı ve klinik önemi tartışıldı. Foramen transversariumdaki bu anatomik varyasyonların bilinmesi, içerisinden geçen oluşumları yerleşimi açısından baş-boyun cerrahisi ve radyoloji için yol gösterici olabilir. Anahtar kelimeler:Cervical vertebra, Foramen transversarium, Anatomik varyasyon 117 P-46 Çift Varyasyonlu Atlas Vertebra Yeginoğlu G*, Çan MA* *KTÜ Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı TRABZON Columna vertebralis’i oluşturan vertebralar bulundukları bölgelere göre sınıflandırılırlar ve her bir bölgede farklı özellikleri içerirler. Boyun bölgesinde bulunan vertebralar da “Vertebrae cervicales” olarak isimlendirilirler ve bunların da en üstte bulunan, Atlas ve Axis adı verilen iki tanesi diğerlerinden yapısal farklılık gösterir. Birinci cervicalvertebra olan atlas’ın diğer cervicalvertebralardan farkı corpusunun olmaması, massaelateralis adı verilen yan parçalarının olmasıdır. Öğrenci laboratuvarında vertebra demonstrasyonu sırasında yapısında çift varyasyona sahip bir atlas vertebra tespit edildi. Varyasyonlardan biri bilateral olarak arcus posterior ile processus transversusun birleşim yerinde, foramen transversarium’un posteriorunda anormal bir foramenin olmasıydı. Diğer varyasyon ise yine bilateral olarak arcus posterior’un üst yüzünde sulcus arteria vertebralisi üstten kapatan, sulcusu foramen şekline dönüştüren köprünün bulunmasıydı. Bu tip varyasyonların bu bölge beslenmesinde rol alan damarların yerleşim ve dallanma farklılıkları göstereceğinden dolayı bölge ile ilgili klinik olgularla ilgilenen nörolog, nöroşirurjyen, radyolog ve antropologlar için önemli olabileceği düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Atlas vertebra, Foramenvertebrale, Varyasyon 118 P-47 2.45 Ghz Radyo Frekansı Radyasyonunun Oluşturduğu Hippocampal Nöron Azalması ve Vitamin E ve Vitamin C’ nin etkisi Özgüner G*, Adıgüzel E**, Çömlekçi S***, Bilkay C*, Dursun A*, Öztürk K*, Güngör A****, Sulak O*. *SDÜ Tıp Fakültesi-Anatomi AD, Isparta **PamukkaleÜniversitesi Tıp Fakültesi-Anatomi AD, Denizli ***SDÜ MühendislikFakültesiTelekomünikasyonAD, Isparta ****PamukkaleÜniversitesiSağlıkBilimleri -Anatomi AD, Denizli Amaç: Çalışmamızda, 2.45 GHz radio frekansı radyasyonunun (EMR) rat hippocampus' u nöron sayısında oluşturduğu değişiklikleri ve bu değişikliklere vitamin E ve vitamin C’nin koruyucu etkilerini araştırmayı amaçladık. Materyal ve Metod: Çalışmamızda 28 adet Sprague-Dawley cinsi erkek ratlar kullanıldı. Deney hayvanları 3 gruba ayrıldı: 1. grup: Kontrolgrubu, (3. grubaverilenmiktarda oral gavajilesuverildi) 2. grup: 2.45 GHzEMR'yemaruzbırakılangrup 3. grup: 2.45 GHz EMR’yemaruziyet + Vitamin E ve C (50 mg vitamin E + 200 mg vitamin C mg/kg canlıağırlık/gün, oral gavaj) 2. ve 3. Gruptaki ratlar 30 günboyunca her günaynısaatte 60 dakika, günlükdozajı15 v/m olan 2.45 GHz EMR’yemaruzbırakıldı. 3. gruba vitamin E ve C, EMR uygulamasından 1 saatönceverildi. Deney tamamlandıktan sonraki gün ratlar genel anestezi altında sakrifiye edildi ve beyinleri çıkarıldı ve cryostat ile donduruldu. Daha sonar donmuş beyindokuları - 15º de horizontal planda 150 µm kalınlığında kesildi ve kesitler hematoksilen-eozin (H-E) ile boyandı. Elde edilen kesitlerler deoptik disektör metoduna göre nöron sayımı yapıldı. Sonuçlar: EMR'ye maruz kalan ratların hippocampus nöron sayılarında azalma tespit edildi. Vitamin E ve C verilen grubta, nöron sayısındaki azalmanın grup ikiye oranla daha az olduğu tespite dildi. Sonuçların gruplararası karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edildi. EMR uygulaması rat hippocampus'unda nöron sayısında azalmaya sebep olmaktadır. Vitamin E ve vitamin C ise bir miktar koruyucu etkiye sahiptir. AnahtarKelimeler: 2.45Ghzradyofrekansı, Hippocampal nöron, Rat, Vitamin E, Vitamin C. 119 P-48 Arcus Aorta Çıkışlı Vertebral Arter Sindel M*,Özgür Ö**,Aytaç G*,Sindel T** *Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Antalya **Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Antalya Sağ ve sol vertebral arterler boyun kökünün derininde subclavian arterin arka üst tarafından ayrılır. Sağda, subclavian arter truncusbrachiocephelicus’dan solda ise arcus aorta’dan köken alır. Sol vertebral arter sol carotis communis’den, sol subclavian arterin başlangıç yerinden ya da direk arcus aorta’dan köken alabilir. Vertebral arterler embriyoda kranial segmental arterle bağlanan longitudinal bir kanal olarak gelişir. Eğer sol 7. Inters egmental arter arcus aorta ile birleşirse vertebral arter direk arcus aorta’dan çıkabilir. Arcus aorta çıkışlı vertebral arter insidansı solda %1.79- 5.8 arasında, sağda %1-3 oranında belirtilmiştir. Bu çalışmanın amacı çeşitli sebeplerle çekilmiş serebral anjiografilerde, arcus aorta çıkışlı vertebral arter insidansınınretrospektif olarak incelenmesi ve bu varyasyonun klinik öneminin ortaya konulmasıdır. Bu çalışma Akdeniz Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalıanjiografi bölümünde, 2012-2013 yılları içerisinde çeşitli nedenlerle çekilmiş 400 adet arkus aorta ve serebralanjiografi tetkikinde, sol vertebral arterorijininin retrospektif olarak incelenmesi ile yapıldı. 400 hastada 18 (%4.5) arcus aorta orijinli sol vertebral arter saptandı. Bu kişilerde başka damarsal varyasyona rastlanmadı. Vertebral arterin normalden farklı orjinli olması intracranial komplikasyonlara neden olan anormal hemodinamiler, artmış ateroskleroz ve diseksiyon riski gibi komplikasyonlarla ilişkilendirilmiştir. Ayrıca vertebral arterin çıkış varyasyonlarının farkında olunması, gerek bu bölgeyi ilgilendiren cerrahi uygulamalar gerekse de endovasküler girişimler açısından önem taşımaktadır. Anahtar kelimeler: Vertebral arter, Serebralanjiografi, Arcus aorta 120 P-49 Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi’de Vena Porta Oluşum Varyasyonlarının İncelenmesi Bolatlı G*, Ulusoy M*, Koplay M**, Acar M***, Zararsız İ* *Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD. **Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji AD. ***Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri YO Fizyoterapi AD. Amaç: Rutin abdomen çok kesitli BT incelemeleri ile vena porta’nın oluşum varyasyonların tiplerini, sıklığını ve klinik önemini belirlemek. Gereç ve Yöntem: Çok kesitli BT incelemeleri yapılan herhangi bir patolojisi bulunmayan 82 erkek, 100 kadın toplam 182 hasta değerlendirildi. Vena portanın morfolojik varyasyonlarının tipleri ve sıklığı belirlendi. Bulgular: Çalışma popülasyonumuzda vena porta oluşum varyasyonları % 7,6 oranında görüldü. Bu varyasyonlar 7 erkek (% 8,5) ve 7 kadın (% 7) hastada tespit edildi. V. mezentericasuperior, V. mezentericainferior ve V. lienalis’in aynı kökte birleşerek vena portayı oluşturduğu varyasyon tipi, 2 erkek (% 2,4) ve 2 kadın (% 2) hastada tespit edildi. V. mezentericainferior’un iki dal halinde vena portayı oluşturması 2 erkek (% 2,4) ve 1 kadında (% 1) görüldü. Ayrıca V. gastricasinistra’nın V. lienalis’e katılarak vena portayı oluşturması 5 erkek (% 6,1) ve 4 kadın (% 4) hastada tespit edildi. Sonuç: Abdominal Çok kesitli BT incelemesi Vena porta’nın morfolojik varyasyonlarının tespitini kolaylaştırmıştır. Oldukça sık görülen bu varyasyonların iyi bilinmesinin olası portal hipertansiyon nedenlerinin tespitini kolaylaştıracağını ve batın operasyonlarında riski azaltacağını düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Vena Porta, Varyasyon, ÇKBT . 121 P-50 Kadavra Tahnit Teknikleri ve Tarihsel Süreci Parlak M*, Uluçam E* * Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye Kadavra; Latince kökeni “carodatavermibus” (kurtçuklara verilen et) kelimelerinden türetilmiş bir terimdir. Ceset, naaş ya da ölü bir insanın bedeni anlamına gelmektedir. Tahnit ise insan ya da hayvan cesedinin bozulmaması için belirli bir formül dâhilinde ilaçlama anlamına gelen Arapça kökenli bir terimdir. Kadavra tahniti anatomi eğitimi ve öğretiminde tıp öğrencileri başta olmak üzere birçok insan tarafından merak edilmiş bir konudur. Bu çalışmamızla geçmişten günümüze koruyucu tekniklerin nasıl bir gelişim sürecine tabi olduğu ve günümüzde kullanılan başlıca tahnit tekniklerinin neler olduğunu ortaya koymayı amaçladık. Bunun için tahnit tarihi ile ilgili literatür taramaları, konuyla ilgili yayınlanmış kitaplar ve Türk Anatomi ve Klinik Anatomi Derneğimizin yayınlamış olduğu tahnit teknikleri ve en son bulunan yöntemler araştırıldı. Bu çalışmamız sonucunda Anatomi eğitim ve öğretiminde merak edilen bir konu bir kez daha irdelenmiştir. Bu bilgiler Anatomi eğitimine yeni başlayan araştırmacılara katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Anatomi tarihi, Tahnit, Kadavra 122 P-51 Atnalı Böbrek Anomalisinde RenalKortikal Sintigrafinin Önemi Gül SS*, Uysal M**,Koçyiğit Deveci E***, Irmak Sapmaz H****, Taş U** * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat ** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat *** Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, Adana **** İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Malatya Atnalı böbrek, her iki böbreğin orta hatta alt pollerinden birleşmesiyle oluşan bir füzyon anomalisidir. Atnalı böbrek anomalisine yüksek oranda üreteropelvik bileşke obstrüksiyonu eşlik eder. Bu nedenle anomalinin tanınması, cerrahi olarak tedavisi geri dönüşümsüz böbrek hasarının önlenebilmesi bakımından önemlidir. Bu bildiride, atnalı böbreği bulunan üç olgu üzerinden, bu anomalinin tanı ve tedavi yönetiminde renal sintigrafinin yerinin ortaya konması ve güncel literatür bilgilerinin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır. Atnalı böbreğin erken dönemde tanınması, böbrek hasarının önlenmesi bakımından değerlidir. Özellikle cerrahi planlanan hastalarda, renalsintigrafik görüntüleme ile; hem mevcut anomali hem de böbreklere ait fonksiyonel durum eş zamanlı olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle sintigrafik görüntüleme klinik pratikte büyük önem taşımaktadır. Anahtar kelimeler: Atnalı böbrek, füzyon anomalisi, renal sintigrafi 123 P-52 Streptozotocin ile Oluşan Diyabetik Pankreas Hasarında Caffeicacidphenethyl ester’in Tedavi Edici Etkileri Elbe H*, Taşlıdere E*, Çetin A,* Türköz Y** * İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye ** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Amaç: Çalışmamızda, streptozotocin (STZ) ile oluşan diyabetik pankreas hasarındaki histopatolojik değişiklikler ve bu değişiklikler üzerine Caffeicacidphenethyl ester (CAPE)’in etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 32 adet Wistar albino erkek sıçan 4 eşit gruba ayrıldı. Grup 1: Kontrol, Grup 2: CAPE (10 µmol/kg/ip/20 gün), Grup 3: Diyabet (DM)(55 mg/kg/ip/tek doz), Grup 4: DM+CAPE. Deney sonunda (21. gün) sıçanlar ketamin/ksilazin anestezisi altında sakrifiye edildi ve pankreas dokuları çıkarıldı. Rutin histolojik takip işlemlerinden geçirilen dokular parafine gömüldü. Parafin bloklardan alınan 5 µm kalınlığındaki kesitler HematoksilenEozinile boyandıktan sonra histopatolojik (asiner hücre dejenerasyonu, inflamasyon, langerhans adacığı dejenerasyonu, hemoraji) skorlama yapıldı (0–3 arasında, maksimum skor =12). Leica DFC 280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü Analiz sisteminde incelenen kesitlerin fotoğraflar çekildi. İstatistiksel analizler için SPSS 13.0 programı kullanıldı. Grupların karşılaştırılmasında Kruskal Wallis varyans analizi ve Mann-Whitney U testleri yapıldı. Veriler aritmetik ortalama±Standart hata olarak ifade edildi. p<0.05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: Kontrol ve CAPE grupları normal histolojik görünümdeydi. DM grubunda ise; asiner hücre dejenerasyonu, inflamasyon, langerhans adacığı dejenerasyonu vehemorajitespit edildi. Ortalama histopatolojik hasar skoru kontrol grubunda 0.25±0.16, CAPE grubunda 0.37±0.18 iken DM grubunda (7.12±0.47) ise istatistiksel olarak anlamlı bir artış tespit edildi (p =0.001, herikisi için aynı). Diğer yandan diyabetik sıçanlara CAPE tedavisi verilen grubun histopatolojik bulgularında azalma görüldü (p =0.001). Bu grubun hasar skoru 4.37±0.32 idi. 124 Sonuç: Bu çalışma STZ’nin neden olduğu pankreas hasarı üzerine CAPE’nin iyileştirici etkileri olduğunu göstermektedir. Diyabetin tedavisinde CAPE gibi antioksidan özelliği olan ajanların olumlu etkileri olduğunu düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Diyabet, STZ, CAPE, Pankreas hasarı. 125 P-53 AsetaminofenToksisitesi Sonucu Oluşan Böbrek Hasarında Resveratrol’ ün Tedavi Edici Etkileri Elbe H*, Çetin A*, Taşlıdere E*, Otlu A* * İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye Amaç:Yaygın olarak kullanılan, antipiretik ve analjezik ilaçlardan biri olan Asetaminofen (APAP) toksisitesinde böbrek hasarı oluşmaktadır. Bu çalışmada, APAP ile oluşan böbrek hasarında resveratrolün tedavi edici etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmamızda 40 adet Wistar albino sıçan 5 eşit gruba ayrıldı. Grup 1:Kontrol, Grup 2:Serum fizyolojik, Grup 3:Resveratrol (RSV)(10 mg/kg/ip), Grup 4:APAP (1000 mg/kg/ip/tek doz), Grup 5: APAP+RSV. Asetaminofen uygulamasından 24 saat sonra sıçanlardan alınan doku örnekleri histolojik incelemeler için hazırlandı. H-E ve PAS ile boyanan 5 µm’likkesitler incelenerek,histopatolojik hasar skoru (hemoraji, infiltrasyon, glomerülerkonjesyon, vakuolizasyon, mikrovillus kaybı) hesaplandı (0–3, maksimum skor =15). Kesitler Leica DFC280 ışık mikroskopu ve Leica Q Win görüntü analiz sistemi ile incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS 13.0 programı kullanıldı. Grupların karşılaştırılmasında Kruskal Wallis varyans analizi ve Mann-Whitney U testleri yapıldı. Veriler aritmetik ortalama±SE olarak ifade edildi. p<0.05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: Kontrol, serum fizyolojik ve resveratrol grupları normal histolojik görünümdeydi. APAP grubunda ise hemoraji, infiltrasyon, glomerülerkonjesyon ve vakuolizasyongibi histopatolojik bulgulara rastlandı. PAS ile boyanan kesitlerde proksimaltubullerdemikrovillus kaybı tespit edildi. Ortalama histopatolojik hasar skoru 1. grupta 0.37±0.18, 2. grupta 0.12±0.12 ve 3. grupta 0.37±0.18 iken, APAP grubunda ise istatistiksel olarak anlamlı derecede artış (8.12±0.35) tespit edildi (p =0.001, p=0.0001, p=0.001, sırasıyla). APAP+RSV grubunda ise; histopatolojik hasar skoru APAP grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede azalmıştı (4.75±0.36) (p =0.001). Sonuç: Asetaminofentoksisitesi sonucu oluşan böbrek hasarında resveratrolünhistopatolojik olarak doku hasarını azalttığı ve tedavi edici etkisinin olduğu sonucuna varıldı. Anahtar kelimeler: Asetaminofen, Resveratrol, Böbrek hasarı. 126 P-54 ArteriaRenalis Varyasyonlarının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Angiografi ile İncelenmesi Ulusoy M*, Koplay M**, Bolatlı G*, Acar M***, Zararsız İ* * Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD. ** Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji AD. *** Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri YO Fizyoterapi AD. Amaç: Çok kesitli Bilgisayarlı Tomografi (ÇKBT) Angiografi ile A. renalis varyasyonlarının tiplerini, sıklığını ve klinik önemini belirlemek. Gereç ve Yöntem: Rutin abdomen ÇKBT Angiografi görüntülemeleri yapılan 158 hastanın (77 erkek, 81 kadın) sağ ve sol olmak üzere toplam 316 renal arteri incelendi. A. renalis varyasyonlarının sıklığı ve tipleri tespit edildi. Bulgular: A. renalis varyasyonları 20 erkek, 20 kadın hastada tespit edildi. Her iki A. renalisinde varyasyon olan 6 hasta (% 3,8) görüldü. A. renalis varyasyonlarından A. renalis’in erken dallanması (% 8,2) ve extrarenal arter (% 6,3) varyasyonu sık görüldü. A. renalis’in erken dallanması varyasyonu böbreğe giriş yerine göre hilerrenal arter (% 6,6) ve polar renal arter (%1,5) olarak ayrıldı. Extrarenal arter varyasyonu da kendi arasında hiler arter (aksesuar, % 3,2) ve polar arter (aberant, % 3,2) olarak ayrıldı. Renal arter varyasyonu olan hastalar klinik olarakta değerlendirildi. Esansiyel hipertansiyonu olan 11 hastanın A. renalis’lerinde 9 extrarenal arter varyasyonu, 3 erken dallanma varyasyonu tespit edildi. Böbrek hastalığı olan 5 hastanın A. renalis’lerinde 4 ve herhangi bir böbrek rahatsızlığı olmayan 24 hastanın A. renalislerinde 9 extrarenal arter ve 13 erken dallanma varyasyonu görüldü. Sonuç: Çalışmamızda A. renalis’in varyasyonlarının oldukça sık görüldüğünü tespit ettik. Renaltransplantasyon, esansiyel hipertansiyon ve böbrek hastalıklarının değerlendirilmesinde bu varyasyonların dikkate alınmasının önemli olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Arteria Renalis, Varyasyon, ÇKBT Angiografi. 127 P-55 Elastofibroma Dorsi: 10 olgunun radyolojik değerlendirmesi Fazlıoğulları Z*, Uysal İ İ*, ÖzbekS**, Karabulut A K* * Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya ** Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya Elastofibroma dorsi, çoğunlukla asemptomatik olan benign, kapsülsüz yumuşak doku tümörüdür. Yerleşim yeri genellikle skapula ile toraks duvarı arasındadır. İlk defa Jarvi ve Saxen (1961) tarafından tanımlanmıştır. Asemptomatik yaşlı bireylerde toraks bilgisayarlı tomografi (BT) ile yapılan değerlendirmede elastofibromadorsi sıklığı %2 olarak bildirilirken, otopsi çalışmalarında bu oran %11-24 olarak gösterilmiştir. İleri yaştaki kadın bireylerde ve özellikle de sağ tarafta daha çok gözlendiği bildirilmiştir. Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nda elastofibromadorsi tanısı alan 7’si kadın 3’ü erkek olmak üzere toplam 10 hastanın toraks BT bulguları değerlendirildi. Hastaların yaş ortalaması 65 olup, bir tanesi hariç diğerlerinin asemptomatik olduğu görüldü. Lokalizasyon olarak 6 vakada bilateral, 3 vakada sağ tarafta ve 1 vakada ise sol tarafta bulunduğu gözlendi. Boyutları sağ tarafta ortalama 62x26x70 mm iken, sol tarafta ortalama 69x28x75 mm olarak ölçüldü. Kaslarla ilişkisine bakıldığında çoğunlukla subskapular bölgede m. serratusanterior’un altında yerleşmiş oldukları tespit edildi. Bunun yanısıra m. latissimusdorsi, m. subscapularis ve rhomboid kaslarla direkt ilişkili olan elastofibromadorsiler de gözlendi. Vakaların 9 tanesi asemptomatik iken, yalnızca 1 hasta semptomatik olarak sırtta bilateral kitle şikayetiyle başvurmuş ve cerrahi rezeksiyon uygulanmıştır. Elastofibromadorsi, eksizyonla kolayca tedavi edilebilir, ancak asemptomatik olup 5 cm’den küçük lezyonlarda cerrahi önerilmemektedir. Elastofibromadorsi, nadir görülen bir lezyon olması, fizik muayenede kolaylıkla gözden kaçabilmesi nedeni ile ayırıcı tanıda akla getirilmeli ve tipik lokalizasyonu, karakteristik BT ve manyetik rezonans görüntüleri sayesinde radyolojik olarak kolaylıkla tanı konulabileceği bilinmelidir. Böylelikle yanlış malignensi tanısı ve sonrasında gereksiz biyopsi ve cerrahinin dışlanacağı dikkate alınmalıdır. Anahtar kelimeler:Elastofibroma dorsi, subskapular bölge, radyoloji 128 P-56 Akıllı Telefon İçin Tasarlanan Ücretsiz Anatomi Uygulamalarının Değerlendirilmesi Yücel K* , Gergin S**, Ercan İ***, Kafa M İ****, Sarıkcıoğlu L*****, Öztürk H******, Tokem Ergür İ*******, Kaya Y***** *Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul **Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul ***Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı **** Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Bursa ***** Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya ****** Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Mersin ******* Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İzmir Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre 2013’de internet kullanan bireylerin internete bağlanmak için mobil cihazları kullanma oranı bir önceki yıla göre hemen hemen iki katına çıkmıştır (% 24-%41). Akıllı telefonların üniversite öğrencileri arasında kullanımının da hızla arttığı gözlenmektedir. Akıllı telefonlarda birçok anatomi uygulaması yer almaktadır. Öğrencilerin sürekli olarak yanlarında bulundurdukları mobil cihazlarında yüklü olacak uygun bir uygulama anatomiyi öğrenmelerini kolaylaştırabilir. Çeşitli tıbbi disiplinler ve klinik durumlarla ilgili akıllı telefon uygulamaları çalışmaları son birkaç yılda literatürde yer bulmaya başlamıştır. Ancak bu çalışmalarda ya uygulamalar hakkında bilgi verilmiş ya da test özelliğinde olan uygulamaların doğruluk dereceleri değerlendirilmiştir. Bilgimiz dahilinde; akıllı telefonlarda tıpla ilgili uygulamaların konunun uzmanlarınca kantitatif olarak değerlendirildiği bir çalışma bulunmamaktadır. “Google Store”’da anatomiyle ilgili 251 uygulamadan 1) ücretsiz olan, 2) oyun olmayan, 3) sınav-quiz; “flashcard” olmayan, 4) e-kitap, online ders olmayan 5) çocuklar için olmayan anatomi uygulamaları seçilmiştir. Bu kıstaslara uyan birden fazla sistem/yapıyla ilgili 29 adet; tek bir sistem/yapıyla ilgili 6 adet; anatomi sözlüğü 5 adet olmak üzere toplam 40 uygulama bulunmuştur. Bu uygulamalar 13,465 kullanıcının oylarıyla 5 üzerinden ortalama 4.1 skorunu almıştır. Ancak oylayanların niteliği belli ve homojen bir grup oluşturmadığı açıktır. Çalışmamızda beş farklı merkezden dört anatomi uzmanı ve bir anatomi asistanının bu 40 uygulamayı skorlamaları arasındaki uyum ve güvenirlik değerlendirilecektir. Ayrıca iki araştırmacı tarafından da Apple Store’da I-phone telefonlar için olan ücretsiz anatomi uygulamalarını aynı şekilde değerlendirilecektir. 129 Hem Android hem de IOS işletim sistemini kullanan akıllı telefonlarda yer alan ücretsiz anatomi uygulamalarının eksikliklerinin belirlenmesinin ve bu uygulamalardan öğrencilerimize önerebileceklerimizin tespit edilmesinin yararlı olacağı kanaatindeyiz. 130 P-57 Plantar fasiit: Olgu sunumu Gül S S*, Uysal M**, Hasbek Z***, Çiçek M**, Taş U** * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat ** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat *** Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas Plantar fasya, ayak arkusunu destekleyen kalın aponevrotik yapıda bir anatomik oluşumdur. Tuber calcanei’den başlayan bu oluşum, öne doğru ilerleyerek metakarpal kemiklerin başına tutunur. Plantar fasiit, ayağın altını ve topuğu etkileyen yaygın görülen ağrılı bir hastalıktır. Hastalık genellikle plantar fasyanın kemiğe tutunduğu insersiyon noktalarından başlamakta ve fasyanın harabiyeti ile sonuçlanan inflamatuvar değişikliklere yol açmaktadır. Bu bildirimizde, sağ ayaktaki ağrı şikayeti sonrası plantar fasiit tanısı alan erkek bir olgu sunulmuştur. Olgunun yapılan Teknesyum-99m metilendifosfonat ile yapılan üç fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi sonucu: “kanlama ve kan havuzu görüntülerinde sağ ayakta calcaneus inferioruna uyan alanda perfüzyon artışı ve hiperemi, geç faz statik görüntülerinde ise sağ ayak calcaneus’unda tuber calcanei’nin inferior kesiminde fokal osteoblastik artmış aktivite tutulumu” olarak izlenmiştir. Sintigrafik, radyografik ve klinik olarak plantar fasiit olarak değerlendirilen hasta tedavi altına alınmıştır. Ayak tabanında görülen kronik ağrıların ayırıcı tanısında, plantar fasiit’in varlığı akılda tutulmalı ve bu hastalığın tanısında radyolojik yöntemlerin yanı sıra üç fazlı kemik sintigrafisinin de kullanılabileceği düşünülmelidir. Anahtar kelimeler: Plantar fasiit, plantar fasya, kemik sintigrafisi 131 P-58 Multiple Arteria Renalis Olgusu Özen K E*, Öztekin C H*, Akın D*, Özbek O**, Şeker M* * Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi Anatomi AD, Konya ** Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi Radyoloji AD, Konya Giriş: Arteria renalisler Ll ve L2 vertebralar hizasından köken alan sağlı sollu bir çift arterdirler. Orijin noktaları genellikle arteria mesenterica superiorun başlangıcının hemen altındandır. Arteria renalis sinistra genellikle sağdakinden biraz daha yukarıdadır. Arteria renalis varyasyonlarının tipleri ve sıklığı, hem anatomik hem de arteriografik incelemelerde yaygın olarak rapor edilmektedir. En yaygın anomali olarak, damar sayısının fazla olması bildirilmektedir. Çapı, seyri, orijini önemli olmaksızın herhangi bir arteria renalis lezyonunun, ilgili segmentte iskemi veya nekroza neden olabileceğinden dolayı bu varyasyonların bilinmesi önemlidir. Vaka: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında yapılan rutin batın bilgisayarlı tomografi çekimlerinde 55 yaşındaki erkek hastada sağlı sollu 2 adet multiple arteria renalis tespit edilmiştir. Bu arterlerden sağdakilerin çapı sırasıyla 0,21cm ve 0,42 cm iken soldakilerin çapı ise 0,48cm ve 0,22 cm olarak belirlendi. Çıkış seviyeleri ise L1-L2 vertebralar hizasındaydı. Arteria mesenterica superiordan sırasıyla çıkış mesafeleri ise (sağdakiler) 1,85cm, 1,91cm, (soldakiler) 1,85cm ve 2 cm olarak tespit edildi. Sonuç: Arteria renalis patolojilerinin tedavilerinde balon anjioplasti ve stent implantasyonu gibi endovasküler teknikler yaygın olarak kullanılmaktadır. Anjioplasti, stent uygulamalarının yanı sıra renal transplantasyon gibi diğer cerrahi branşları da ilgilendiren girişimlerde renal arterlerin sayı, orjin varyasyonlarının bilinmesi önem kazanmaktadır. Bunun yanı sıra diagnostik açıdan, renal anjiografi yapan radyologlar içinde muhtemel anatomik varyasyonların çok önemli olduğu bildirilmektedir. Çalışmamızın bölge radyologlar ve bölge cerrahları açısından da bu konuda önem arz ettiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Arteria renalis, bilgisayarlı tomografi, varyasyon 132 P-59 Fetal Dönemde Dişi Fetuslarda Dış Genital Organ Gelişimi Özgüner G*, Öztürk K*, Bilkay C*, Dursun A*, Sulak O*, Koyuncu E* * Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fak. Anatomi Anabilim Dalı, Isparta Amaç: Çalışmamızda, insan fetuslarında dişi dış genital organların morfolojik yapısının incelenerek normal boyutlarının belirlenmesi ve fetal dönem boyunca gelişim skalasının oluşturulması amaçlandı. Materyal ve metod: Çalışmamızda yaşları 10-40 gebelik haftası arasında değişen ve eksternal patolojisi veya anomalisi olmayan 113 dişi fetus kullanıldı. Fetuslar gestasyonel haftalara, aylara ve trimesterlere göre gruplara ayrıldı. Öncelikle fetusların genel eksternal parametrelerinin ölçümleri yapıldı. Daha sonra dişi dış genital organlara ait aşağıdaki parametreler ölçüldü ve hymen tipleri belirlendi. commissura labiorum anterior- posterior arası mesafe labiummajus boyutları (uzunluk, genişlik, yükseklik), bilabial çap, labium minus boyutları (uzunluk, genişlik, yükseklik), clitoris boyutları (uzunluk, genişlik, yükseklik), ostium vagina vertikal ve horizontal çapı, ostium urethra externum - ostium vagina arası mesafe, clitoris ve ostium urethra externum arası mesafe perine uzunluğu Sonuçlar: Ölçümlerden elde edilen sonuçların gestasyonel haftalara, aylara ve trimesterlere göre ortalamaları ve standart sapmaları belirlendi. Ostium vagina vertikal ve horizontal çapı hariç tüm parametrelerde trimesterler arası anlamlı fark olduğu tespit edildi. Labium majusların lateral kenarları arasındaki mesafe bilabial çap olarak ölçüldü. Bilabial çapın ortalamasının birinci trimesterda 1,95 mm, ikinci trimesterda 4,36 mm, üçüncü trimesterda 10,81 mm ve full term de 19,01 mm olduğu tespit edildi. Çalışmamızda 4 tip hymen tespit edildi. Bunlar; hymen anularis 58 (%51,3), hymen imperforatus 52 (%46), hymen fimbriatus 133 1 (%0,9), hymen septus 1 (%0,9) ve 1 fetusta da (%0,9) hymenal yığın/katlantı (tag) rastlandı. Çalışmamızdan elde edilen verilerin fetal dönemde dişi dış genital organların gelişiminin değerlendirilmesine, klinik çalışmalara ve ilgili klinisyenlere faydalı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: fetus, dişi dış genital, fetal gelişim, morfometri 134 P-60 Femur Başı Avasküler Nekrozu Takibinde 3 Fazlı Tüm Vücut Kemik Sintigrafisinin Etkinliği Gül S S*, Koçyiğit Deveci E**, Uysal M**, Aytekin K****, Taş U*** * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat ** Adana Eğitim Araştırma Hastanesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Adana *** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat **** Tokat Devlet Hastanesi Ortopedi Kliniği, Tokat Femur başı avasküler nekrozu (AVN) herhangi bir sebeple femur başının beslenmesinin bozulması sonucu femur başında nekrotik alanlar ve çökme ile seyreden aseptik bir hastalıktır. Yapılan radyolojik tetkiklere göre sınıflandırmaları bulunmaktadır. En sık kullanılanı Ficat ve Arlet evreleme sistemidir. Tanıda radyolojik tetkikler yardımcı olur. Ağrı şikâyeti ile gelen hastanın röntgen, BT ve MRI tetkiklerindeki bulgulara ve şikâyetine göre hastanın tedavisi düzenlenir. Tanıda MRI altın standart olmasına rağmen, avasküler nekroz erken döneminde ilk 6-12 saat içinde hematopoetik hücrelerin, 12-48 saat içinde ise osteositlerin ölümünü sintigrafi radyofarmasötik tutulumdaki azalmayı göstererek ortaya koyduğundan dolayı özellikle ilk 5 gün de daha değerli bir tetkiktir. MRI, kemik iliğindeki yağ hücrelerinin sinyal değişikliklerini daha hassas gösterir. Dolayısıyla hastalığın başlangıcından 5. güne kadar yağ hücrelerinin nekrozuna kadar MRG bulguları negatif olabilir. Ancak AVN tam iyileşene 0kadar MRG bulguları tüm evrelerde pozitiftir. Yağ hücre nekrozu gerçekleşene kadar kontrastlı MRI incelemelerinin tanıda yardımcı olabileceği de bildirilmiştir. Bu bildiride 3 fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi ile sağ femur başında avasküler nekroz saptanan olgu sunulmuştur. Olgunun kemik sintigrafisi bulgularında, sağ femur başında ortası fotopenik, etrafı artmış olacak şekilde osteoblastik aktivite tutulumu izlenmiştir. Bu görünüm avasküler nekroz evre 2 ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir.Avasküler nekroz ayırıcı tanısında kontrastlı MRI inceleme ile birlikte 3 fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi kullanılmaktadır. Kemik sintigrafisi hatalığın erken dönemlerinde daha hassas olmasıyla beraber hastalığın tüm evreleri için takip amaçlı kullanılabileceği düşünülmüştür. Anahtar kelimeler: Femur başı avasküler nekrozu, tüm vücut kemik sintigrafisi, teknesyum 99-m 135 P-61 Non-Travmatik Miyozitis Ossifikans: Üç Olgu Sunumu Gül S S**, Uysal M**, Koçyiğit Deveci E***, Aytekin K****, Taş U** * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat ** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat *** Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, Adana **** Tokat Devlet Hastanesi Ortopedi Kliniği, Tokat Miyozitis ossifikans (MO) yumuşak dokuda oluşan, sıklıkla travma sonrası görülen normalde ossifiye olmaması gereken bir dokuda yeni kemik oluşumu ile karakterize olan bir antitedir. Eklemde hareket kısıtlılığına ve ağrıya yol açabilirler. Genellikle ekstremitelerin proksimal kesimlerinde görülür. 2-3. dekatlarda ve erkeklerde daha sık görülür. Bu bildiride üç olgu sunumu ile travma öyküsü bulunmayan ve atipik yerleşimli olabilen MO vakalarına dikkat çekilmiştir. MO vakalarının çoğunluğunda travma öyküsü bulunmaktadır. Geri kalan vakalar psödomalign / non-travmatik MO ve progresif MO’dır. MO’da ateş, ödem, sedimentasyon ve ALP yüksekliği görülebilir. Kesin tanı X-ray görüntüleme ve sintigrafi ile konulur. Bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans da tanıda kullanılabilir. Röntgen bulguları en erken 1,5-2 ay sonra ortaya çıkar. Röntgen bulguları ortaya çıkana kadar şüphelenilen vakalarda erken dönemde Teknesyum-99m metilendifosfonat ile tüm vücut kemik sintigrafisi yapılması tanı koydurucudur. MO tedavisinde antienflamatuar ilaçlar, radyoterapi ve cerrahi eksizyon kullanılabilir. Sonuç olarak MO erken ve ayırıcı tanısında, hastalığın yaygınlığının göstermesinde tüm vücut kemik sintigrafisinin etkili olacağı düşünülmüştür. Anahtar kelimeler: Miyozitis ossifikans, tüm vücut kemik sintigrafisi, metilendifosfonat 136 P-62 Acromion’un Multidedektör Computerize Tomografi Yöntemi ile Morfometrik Analizi Acar M*, Şımşek T*, Ulusoy M**, Zararsız İ**, Acar S***,Efe D**** * Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu, Fizik Tedavi ve Reh. Böl., KONYA ** Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, KONYA *** Numune Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü, KONYA **** Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, KONYA Acromion, scapulae’nın arka yüzünde bulunan ve spina scapulae adı verilen kemik çıkıntının laterale doğru genişleyerek ve yassılaşarak uzanan devamıdır. Subakromial sıkışma sendromu supraspinatus tendonunun subakromial aralıkta sıkışmasına bağlı ortaya çıkan ve şiddetli omuz ağrılarına sebep olabilen klinik tablodur. Subaraknoid sıkışmaları tedavi edilmezse büyük oranda rotator manşet yırtıkları ile sonlanmaktadır. Subaraknoid sıkışma sendromunun oluşmasında ve bu sendromun daha sonra rotator manşet yırtıklarına dönüşmesinde en önemli etkenlerden bir tanesi acromion morfolojisidir. Bu çalışma 73 hasta (30 kadın-43 erkek) üzerinde yapıldı. Tip1 adı verilen ve düz olan acromion çalışmamızda 55 (%37,6) vaka da tespit edildi. Tip2 adı verilen acromion ucunun öne doğru eğimli olduğu şekli ise 71 (%48,7) vaka da tespit edildi. Tip3 adı verilen ve acromion ucunun öne doğru çengel şeklinde keskin açı yaptığı formu 20 (%13,7) olguda karşımıza çıktı. Artroskopik tekniklerin kullanılmasında, bölgeye ait anatomik detayların ve varyasyonların bilinmesi teşhis ve tedavi açısından önemlidir. Ayrıca bölgeye ait önemli parametrelerin ırklara, cinsiyete ve lateralizasyona göre değişebileceğinin bilinmesi, cerrahi girişimdeki başarıyı önemli ölçüde etkileyeceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Acromion, Varyasyon, Multidedektör Computerize Tomografi 137 P-63 İnsan Fetuslarında Fetal Dönem Boyunca Tendo Calcaneus’un Morfometrik Gelişiminin Araştırılması ve Klinik Açıdan Öneminin Değerlendirilmesi Desdicioglu K*, Uguz C**, Sakallı B***, Koyuncu E***, Malas M A* * İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye ** Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla/Türkiye *** Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Isparta/Türkiye Amaç: İnsan fetuslarında fetal dönem boyunca tendo calcaneus’u oluşturan yapıların ve tendo calcaneus’un morfometrik gelişiminin anatomik olarak araştırılması ve klinik açıdan öneminin değerlendirilmesi amaçlandı. Materyal ve Metod: Çalışmaya, yaşları 15–40 gebelik haftası yaşı arasında değişen ve eksternal patolojisi veya anomalisi olmayan, toplam 102 fetus bacağı (51 adet insan fetusu: 26 erkek, 25 kız) dahil edildi. Fetuslar gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre gruplara ayrıldı. Fetusların genel eksternal ölçümleri yapıldıktan sonra bacak diseksiyonu yapıldı. Daha sonra musculus gastrocnemius, musculus soleus ve tendo calcaneus’a ait morfometrik parametreler ölçüldü. Bulgular: Ölçülen parametrelerin gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre ortalamaları ve standart sapmaları belirlendi. Ölçülen parametreler ile gestasyonel yaş arasında anlamlı korelasyon ilişkisi vardı (p<0.001). Cinsiyetler arasında parametreler yönünden fark yoktu (p>0.005). Elde edilen tüm sonuçlar daha önce yapılan çalışmalarla karşılaştırılarak tartışıldı. Sonuç: Çalışmamızda elde edilen verilerin, fetal dönemde tendo calcaneus’u oluşturan yapıların ve tendo calcaneus gelişiminin değerlendirilmesinde, klinik çalışmalarda ve uygulamalarda ilgili klinisyenlere faydalı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: fetal gelişim, morfometri, tendo calcaneus, anatomi 138 P-64 18-22 Yaş Arası Çukurova Üniversitesi Öğrencilerinin Alt Ekstremite Antropometrik Ölçümlerinin İncelenmesi Yücel AH*, Özandaç S* , Kabakcı AG* * Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi- Anatomi Anabilim Dalı, Adana Amaç: Bu çalışmada, 18-22 yaş arasında Çukurova Üniversitesi’nde öğrenim gören kız (n:50) ve erkek (n:40) öğrencilerin alt ekstremiteye ait antropometrik ölçümleriyle, indekslerinin belirlenmesi ve aralarındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Çukurova Üniversitesi’nde öğrenim gören 90 (kız:50, erkek:40) öğrencinin alt ekstremite indeksleri ve antropometrik ölçümleri alındı. Çalışmamızda demografik veriler (yaş, vücut ağırlığı, boy, cinsiyet ve BKI-beden kitle indeksi-) ile birlikte, alt ekstremite, uyluk, bacak, ayak uzunluğu ve ayak genişliği, bel, kalça, uyluk, bacak çevre ölçümleri, dijital baskül, stadiometre, kaliper ve esnek olmayan mezura kullanılarak ölçüldü. Bu ölçümlerden sonra alt ekstremite, uyluk ve bacak uzunluğunun boy uzunluğuna oranı, bacak uzunluğunun alt ekstremite uzunluğuna oranı, bel çevre ölçümünün kalça çevre ölçümüne oranı, bacak ve ayak indeksleri belirlendi. Çalışmamızda SPSS 20.00 programı kullanıldı. Min., max., mean ve SS (standart sapma) değerleri elde edildi. Ayrıca çalışmamız için etik kurul onayı alındı. Bulgular: Öğrencilerde yapılan ölçümlere göre; vücut ağırlığı (kız: 60.23±8.71, erkek: 74.3±9.80 kg), boy (kız: 164.84±5.39, erkek: 176.55±7.04 cm), BKI (kız: 22.09±2.83, erkek: 23.84±2.99 kg/m2), alt ekstremite/boy uzunluğu (kız: 0.5086±0.0134, erkek: 0.5141±0.0233), uyluk uzunluğu/boy uzunluğu (kız: 0.2126±0.0197, erkek: 0.2267±0.0227), bacak uzunluğu/boy uzunluğu (kız: 0.1991±0.0181, erkek: 0.2160±0.0392), uyluk uzunluğu/alt ekstremite uzunluğu (kız: 0.4173±0.0369, erkek: 0.4403±0.0349), bacak uzunluğu/alt ekstremite uzunluğu (kız: 0.3919±0.0338, erkek: 0.4228±0.0927), bel çevre ölçümü/kalça çevre ölçümü (kız: 0.7223±0.0548, erkek: 0.8117±0.0511), bacak indeksi (kız: 0.9401±0.0801, erkek: 0.9210±0.1091) ve ayak indeksi (kız: 37.19±3.15, erkek: 39.37±3.23) sonuçları elde edildi. Sonuç: Çalışmamızın sonucunda, bulgularımız, literatür bulgularıyla karşılaştırılarak değerlendirildi. Anahtar Kelimeler: Alt ekstremite, antropometri, indeks. 139 P-65 Parsiyel Anormal Pulmoner Venöz Dönüş Anomalisi: Olgu Sunumu Fazlıoğulları Z*, Karabulut A K*, Uysal İ İ*, Nayman A** * Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye. ** Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya, Türkiye. Parsiyel anormal pulmoner venöz dönüş (PAPVD) nadir görülen bir anomali olup, bir veya daha fazla sayıda pulmoner venin sistemik venlere ya da sağ atrium’a döküldüğü durumdur. Anomali sağ tarafta ise pulmoner venler v. cava superior, v. cava inferior, sağ atrium, v. azygos, v. porta veya v. hepatica’ya dökülürken; sol tarafta ise, v. brachiocephalica sinistra, sinus coronarius veya v. hemiazygos’a dökülürler. Sağ tarafın anomalileri daha sık görülürken, sol taraf anomalileri daha nadirdir. Bu olgu sunumunda bilgisayarlı tomografi (BT) ile tesadüfen tanı konulan sol üst lob PAPVD’si olan bir vaka değerlendirildi. Fakültemiz pediatri polikliniğine tekrarlayan öksürük şikeyetleri ile başvuran 4,5 yaşındaki erkek hastanın toraks BT incelemesinde, akciğerlerinde herhangi bir anomalisi olmadığı, ancak sol akciğerin üst lobundaki venlerinin birleşerek, uzunluğu 24 mm olan vertikal bir ven aracılığı ile v. brachiocephalica sinistra’ya açıldığı gözlendi. Sağ alt ve üst lob venlerinin sol atriuma açılmadan hemen önceki çapları 9 mm ve 8 mm iken, sol alt venin çapı 6 mm olarak ölçüldü. Vertikal seyirli olan venin v. brachiocephalica’ya açıldığı yerdeki çapı ise 7 mm idi ve diğer venlere göre çapında bir genişleme olmadığı gözlendi. Bununla birlikte hastanın mevcut BT değerlendirmesi ve ekokardiyografisinde herhangi bir kardiak anomali saptanmadı. PAPVD anomalisi olan olgular, genellikle çocukluk döneminde asemptomatik olup ileri yaşlarda tanı alırlar ve siyanoz gözlenmez. Anormal venlerin sayısına, lokalizasyonuna, soldan sağa şant oranına ve eşlik eden kardiak anomalilere göre müdahele edilip edilmeyeceği belirlenir. Bu tür varyasyonların bilinmesi radyolojik değerlendirmelerde, katater yerleştirme ve cerrahi girişimler açısından önem taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Anomali, pulmoner ven, bilgisayarlı tomografi. 140 P-66 Retroaortik Vena Renalis Sinistra’ya Eşlik Eden Arteria Renalis Dexter Duplikasyon Varyasyonu Olgusu Turamanlar O*, Ünlü E**, Toktaş M***, Horata E****, Songur A* *Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar ** Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar ***Turgut Özal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara ****Afyon Kocatepe Üniversitesi, Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Ortopedik Protez - Ortez Bölümü, Afyonkarahisar Aksesuar renal arter, toplumda %20-30 oranında sıkça görülen bir varyasyondur. Bu varyasyonun tek başına görülmesi klinik açıdan her zaman bir anlam ifade etmeyebilir. Ancak, bu varyasyona eşlik eden diğer varyasyonlar, hem bireylerdeki görülme sıklığını azaltırken hem de eşlik eden patolojilere zemin hazırlayabilirler. Renal vasküler varyasyonlar, böbrek ve böbrek damar hastalıklarının tedavisinde önem taşımaktadır. Sağ böbrekte renal hücreli karsinom teşhisi ile takip edilen 68 yaşındaki erkek hastaya çekilen Multfazik Üst Abdominal BT’sinde arteria renalis dexter duplikasyonu ve retroaortik vena renalis sinister varyasyonu izlenmiştir. Renal neoplazisi olan hastalarda varyasyonların bulunması tanı karışıklığına neden olabileceğinden ayırıcı tanısının dikkatlice yapılması gerekmektedir Olgumuz oldukça nadir görülen bir varyasyona sahiptir. Olgumuzdaki gibi patolojilere eşlik eden bu varyasyonların bilinmesi, tanı ve tedavi prosedürünü etkileyebilecek öneme sahip olabilmektedir. Anahtar Kelimeler: varyasyon, retroaortik vena renalis sinister, arteria renalis dexter duplikasyonu. 141 P-67 Basketbol Oyuncuları ve Sedanter Grup Arasında Statik ve Dinamik Dengenin Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi Uzun A*, Kabadayı M**, Özdemir F*,Gölpınar M*,Altunsoy E*,Nahir M*, Uysal A** * Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Samsun ** Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Yaşar Doğu Spor Bilimleri Fakültesi, Samsun Çalışmanın amacı, basketbol oyuncuları ile sedanter öğrenciler arasında dinamik denge, gözü açık ve kapalı olarak statik denge performanslarının karşılaştırılmasıdır. Çalışma, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Yaşar Doğu Spor Bilimleri Fakültesi Basketbol takımı oyuncusu 20 öğrenci ve 19 sedanter gönüllü öğrenci ile yapıldı. Ölçümlerin alınmasında CSMİ marka Prokin Tecno Body izokinetik denge ölçüm aleti kullanıldı. Dinamik denge testi; “çift bacak duruş pozisyonunda” uygulandı. Statik denge testi ise “çift bacak duruş pozisyonunda” sırasıyla gözler açık ve kapalı olarak gerçekleştirildi. Verilerin istatistiksel analizinde “bağımsız örneklem T testi” kullanıldı. İstatistiksel önem seviyesi p <0,05 olarak kabul edilmiştir. Basketbol oyuncularının dinamik denge testinde “Ortalama Takip Hatası” %30±15,67, sedanterlerin %20,78±11,41; gözü açık şekilde yapılan statik denge skoru basketbol oyuncularında 14,55±8,84, sedanter grupta 11,50±3,84; gözü kapalı yapıldığında basketbol oyuncularında 11,50±3,84; sedanter grupta 9,89±2,68 hesaplandı. Elde edilen verilerin analizi sonucu, sedanter grupta, basketbol oyuncularından istatistiksel açıdan dinamik denge ortalama takip hatası daha düşük tespit edildi (p<0,05). Basketbol oyuncuları ile sedanter grup arasında gözü açık ve kapalı yapılan statik dengelerinde istatistiksel açıdan anlamlı farklılık bulunmadı (p>0,05). Basketbol oyuncularının fiziksel özelliklerinden dolayı dinamik denge performanslarının sedanter gruptan daha düşük olduğu sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Dinamik denge, statik denge, basketbol oyuncusu, sedanter grup 142 P-68 Böbrek alt kaliks infundibulum çapının ESWL başarısına etkisi Köse E*, Oğuz F**, Beytur A** *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı MALATYA **İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı MALATYA Böbrek alt pol yapısından dolayı alt kaliks taşlarının tedavisi diğer kalisiel yapılara göre daha az başarılıdır. Kaliks boşluğu ile renal pelvis arasındaki anatomik bölüm olan infundibulum, kırılan taşların kaliks dışına atılmasını etkileyen faktörlerden birisidir. Böbrek taşlarının tedavisinde, vücut dışından şok dalgalarıyla taş kırma işlemi günümüzde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu çalışmada, alt pol kaliks taşlarına şok dalga tedavisi uygulanan hastaların verileri incelenerek infundibulum çapının başarıya etkisi araştırıldı. Hastalar, infundibulum çapları 5 mm ve altı ile 5 mm üstü olmak üzere iki gruba ayrıldı. Sonuç olarak, benzer taş özelliğine sahip hastalar göz önüne alındığında, infundibulum çapı 5 milimetreden büyük olanlarda taş kırma işleminin daha başarılı olduğu görüldü. Anahtar kelimeler: böbrek taşı, taş kırma, infundibulum 143 P-69 Sulcus Arteriae Vertebralis Morfometrisi Örüncü M B*, Özer M*, Örten S*, Özdemir T*, Çakır T*, Ateş C**, Esmer A F*** * Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem IV Öğrencileri, Ankara ** Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı, Ankara *** Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara Foramen magnum ve fossa cranii posterior ile ilgili ameliyatlarda vertebral arter yaralanmaları görülebilir. Bu durum ciddi nörolojik hasarlara, bilinç kaybına ve bazen respiratuvar ve kardiyovasküler problemler neden olur. Bu çalışmadaki amacımız, bölgeye yönelik posterior’dan gerçekleştirilen cerrahi girişimler sırasında arteria vertebralis hasarının en aza indirilebilmesi için SAV morfometrisini ayrıntılarıyla ortaya koymak ve atlas üzerinde bu artere zarar vermeden girişim yapılabilecek güvenli bölgeleri tanımlamaktır. Çalışmada 86 adet, cerrahi müdahale veya travma bulguları bulunmayan insan atlas kemiği kullanılmıştır. Yapılan değerlendirmeler sonucunda kemiklerin 12 tanesinde SAV’ın üst taraftan kemikleşme sonucunda kapanarak kanala dönüşmesine rastlandı. Bu kemiklerin 3’nde sağda, 6’sında solda, geri kalan 3’nde de bilateral köprüleşme gözlendi. Tuberculum posterior’un SAV’ın medial kenarına olan uzaklığı ortalama olarak solda 12,2±2,4mm, sağda 11,6±2,6mm; lateral kenarına olan uzaklığı ortalama olarak solda 16,2±2,9mm, sağda 15,4±3,2mm olarak ölçüldü. İki taraf arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar gözlenmedi. Biz çalışmamızda daha önce literatürde net olarak tanımlanmamış olan vertebral arter’in orta hatta olan mesafesini belirleyerek, atlas’ın posterior arkına yönelik girişimler esnasında kullanılabilecek olan güvenli cerrahi sınırı gösterdik. Ayrıca Türk halkında canalis arteriae vertebralis gelişim oranını ortaya koyduk. Bu detaylı bilgiler ışığında gerçekleştirilecek operasyonlar sırasında vertebral arter yaralanma riskinin azalabileceğine, canalis arteriae vertebralis gelişimi olan vakalarda vertebral arter ile ilgili bası sendromlarının görülebileceğine inanıyoruz. 144 P-70 Incısura Supraorbıtalıs’in Morfometrisi ve Topografik Anatomisi Aşık E*, Kılınç E*, Akan F*, Ertekin T*,Solmaz Z S*,Öztuna D**,Esmer A F*** * Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem IV Öğrencileri ** Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı *** Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Amaç: N. supraorbitalis, n. frontalis’in en kalın terminal dalıdır ve incisura veya foramen supraorbitale’den geçtikten sonra üst göz kapağı ile sutura lambdoidea arasında kalan bölgenin büyük bölümünün duyusal innervasyonunu sağlar. Sinirin daha dallanmadığı incisura supraorbitale seviyesi, lokal anestezi ile yapılacak olan blokajda enjeksiyon sayısını ve kullanılacak anestezik madde miktarını azaltacak ve hasta konforunu arttıracaktır. Bu çalışmanın amacı, incisura supraorbitalis’in morfometrik özelliklerini tanımlamak ve sinirin doğru blokaj noktasının belirlenmesini sağlamaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 50 insan kafatası kullanılmış, dijital kumpas ile incisura supraorbitalis’lerin, nasion’a göre yükseklikleri ve orta hatta olan uzaklıkları ölçülmüştür Bulgular: 50 erişkin kafatasında yapılan değerlendirmeler sonucunda sağ orbitaların 15’inde (%30), sol orbitaların ise 13’ünde (%26) foramen supraorbitalis gelişimine rastlandı. Bu kafataslarının 11 tanesinde foramen supraorbitale bilateral bulunurken dört tanesinde sağda foramen solda incisura, iki tanesinde solda foramen sağda incisura yapıları gözlendi. N. supraorbitalis’in orbita’dan çıkıp frontal bölgede dağıldığı yerler olan ve sinir blokajının yapılması planlanan yer olan foramen ve incisura supraorbitalis’lerin orta hatta olan uzaklıkları ortalama olarak sol tarafta 21,4±3,86mm sağ tarafta 21,6±4,76mm, nasion’a göre olan yükseklikleri ise her iki tarafta da ortalama olarak 9,2±3,05mm olarak ölçüldü. Bu ölçümlerde her iki taraf arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar gözlenmedi (p>0.05) Tartışma–Sonuç: Bu çalışmada elde edilen sonuçlar ışığında blokaj yapılacak bölgenin hastada dışarıdan belirlenmesinin oldukça kolay olacağı düşünülmektedir. Ayrıca daha önce yapılan araştırmalarda incisura supraorbitalis’in kapanarak foramen supraorbitalis’e dönüşebileceğinden bahsedilmiştir. Bu çalışmada bu kanal oluşumunun Türk popülasyonunda %26-30 oranında olabileceği gösterilmiştir. Bu şekilde kemikleşmenin olduğu vakalarda alanın daralmasına bağlı olarak n. supraorbitalis sıkışma sendromlarının daha fazla görülebileceği olasıdır. 145 P-71 Processus Mastoideus: İnsan Kafataslarında Kraniyometrik İnceleme Aydın Kabakçı AD*,Akın D*,Büyükmumcu M*,Sindel M**, Öğüt E**,Yilmaz MT*,Şahin G* * Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, **Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Antalya. Giriş: Bu çalışmada insan kuru kafatasları üzerinde processus mastoideus’a ait morfometrik ölçümler gerçekleştirilmesi planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuvar’ında bulunan koleksiyondaki 93 insan kuru kafatası üzerinde gerçekleştirilmiştir. Kafataslarında cinsiyet tayini çeşitli topografik noktalardan yararlanılarak gerçekleştirilmiştir (Arcus superciliaris, protuberantia occipitalis externa). Çalışmada processus mastoideus’a ait morformetrik ölçümler (Processus mastoideus uzunluğu, proc. mastoideus medio-lateral çapı, proc. mastoideus antero-posterior çapı, Asterion-arcus zygomaticus kökü arası mesafe, Asterion-proc. mastoideus tepe noktası arası mesafe, Asterion-spina suprameatica arası mesafe, Asterion-porion arası mesafe, Porionproc. mastoideus tepe noktası arası mesafe, Opisthion- proc. mastoideus tepe noktası arası mesafe, Bimastoid genişlik, Mastoid üçgen alanı) gerçekleştirildi. Ayrıca asterion noktası Frankfurt horizontal düzlemine göre düzlemin 0-Hizasında, 1-Üstünde, 2-Altında olarak gruplandırıldı. Elde edilen veriler SPSS 21.0 programı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışma sonucunda processus mastoideus uzunluğu erkeklerde ortalama sağda 26,22±5,46 mm, solda 26,93±3,71 mm; kadınlarda ortalama sağda 24,94±5,49 mm, solda 24,95±4,64 mm olarak belirlenmiştir. Her iki taraf mastoid çıkıntı arasındaki mesafe erkelerde ortalama 106,07±4,44 mm, kadınlarda 101,26±7,30 mm olarak tespit edilmiştir. Sol taraf processus mastoideus uzunluğu, sağ taraf asterion- porion arası mesafe, sağ taraf processus mastoideus tepe noktası ile opisthion arası mesafe ve sağ mastoid üçgenin alanı ölçümlerinde kadın erkek bireylere ait kuru kafataslarında anlamlı bir fark bulunmuştur (P<0,05). Sonuç: Bu çalışmada processus mastoideus’a ait morfometrik ölçümler gerçekleştirilmiştir. Elde edilen verilerin kafatasına posterior ve posterolateral girişimlerde yardımcı olacağı kanısındayız. Anahtar kelimeler: Processus mastoideus, Morfometri, Kraniyometri 146 P-72 Humerus Kemikleri Üzerinde Osteometrik Bir Çalışma Aydın Kabakçı AD*, Akın D*, Büyükmumcu M*, Yilmaz MT*,Çiçekcibaşi AE*, Cihan E* * Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya Giriş: Humerus, üst ekstremitenin en uzun ve en kalın kemiğidir. Uzun kemiklerde olduğu gibi kemiğin bir cismi (corpus humeri) ve üst uç ( ekstremitas proximalis), alt uç (ekstremitas distalis) olmak üzere iki ucu vardır. Bu çalışmada insan humerus kemikleri üzerinde morfometrik ölçümler gerçekleştirilmesi planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuvar’ında bulunan koleksiyondaki 60 humerus (32 sol, 28 sağ) üzerinde gerçekleştirilmiştir. Humerus kemiği ölçümlerinde digital kumpas, osteometrik tahta ve hassas terazi kullanıldı. Humerus kemiğine ait ölçümler extremitas proksimalis’e ait ölçümler, corpus humeri’ye ait ölçümler ve extremitas distalis’e ait ölçümler olmak üzere 3 grupta gerçekleştirildi. Her bir kemik ağırlığı hassas terazi yardımıyla belirlendi. Ayrıca kemiklerdeki foramen nutricium sayısı ve lokalizasyonu belirlendi. Bulgular: Çalışmamızda sağ humerus uzunluğu ortalama 30,41±1,73 mm, sol humerus uzunluğu ortalama 30,04±2,39 mm olarak tespit edilmiştir. Sağ humerus ağırlığı ortalama 115,05±28,06 gr, sol humerus ağırlığı ortalama 111,63±33,34 gr olarak belirlenmiştir. 9 (%15) humerus kemiğinde distal uçta foramen supratrochlearis gözlemlenmiş olup bunların 6 (%66,6) tanesinin şekli oval, 3 (%33,3) tanesinin şeklinin ise yuvarlak olduğu belirlenmiştir. Çalışmamızda 52(%86,6) humerusta sadece bir adet foramen nutricium, 6 (%10) humerusta iki adet foramen nutricium’a rastlanılmıştır. 2 (%3,3) humerus’ta ise foramen nutricium gözlenmemiştir. Ayrıca çalışmamızda ölçümü yapılan birçok parametre arasında zayıf ve orta düzeyde bir ilişki tespit edilmiştir. Sonuç: Bu çalışmada humerus’a ait morfometrik özellikler ayrıntılı olarak tespit edilmiştir. Çalışmadan elde edilen verilerin humerus’tan cinsiyet tayini yapılması hedeflenen çalışmalara referans nitelikte olabileceği kanısındayız. Anahtar kelimeler: Humerus, Morfometri, Osteometri 147 P-73 Gebelikte Kullanılan İlaçların Fetal Gelişim Üzerine Etkileri Nalbant A*, Yüzbaşıoğlu N*, Şakul B U* *İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul Gebelik döneminde ilaç kullanımı kısıtlanmakla birlikte, annenin ilaç kullanımını zorunlu hale getiren durumlar da bulunmaktadır. Ancak, kullanılan bu ilaçlar fetus gelişimini olumsuz etkileyebilmektedir. Bu çalışma, yeni çalışmalara ışık tutmak amacıyla gebelikte kullanılan ilaçların fetal gelişime olan etkilerinin değerlendiren kısa bir derlemedir. Gebelikte antiepileptik olarak kullanılan difenilhidantoin, fetus ve plasenta ağırlığında azalma, fetusta morfolojik değişiklikler, geciken ossifikasyon, visseral yapılar ve iskelet sisteminde varyasyonlara neden olmaktadır. Yine bazı antiepileptik ilaçların fetusta anormal motor hareket becerisi, otistik özellik ve konjenital malformasyonları arttırdığı gözlemlenmiştir. Kortikosteroidlerin gebelikte kullanılması ile erken doğum riski artarken, fetal gelişim ve beyin fonksiyonları üzerine zararlı etkilerinin olduğu da bulunmuştur. Özellikle betametazonun serebral miyelinizasyonu beyin gelişiminin safhasına bağlı olarak azalttığı görülmüştür. Ağrı kesici ve ateş düşürücü özelliği olan asetaminofenin gebelikte kullanılması abortusa, ölü ya da prematür doğuma ve fetal malformasyonlara neden olduğu araştırmalar sonucunda tespit edilmiştir. Gebelikte görülen preeklampsi ve eklampsi için kullanılan magnezyum sülfat fetusta ortalama kan akım hızını ve zamanını azaltabilmekte ve serebral palsi, prematür ya da ölü doğuma neden olmaktadır. Maternal depresyon için kullanılan psikoaktif ilaçlar içeriğine göre, fetusa giden besin ve oksijende azalmaya, neden olmakta, beyin gelişimini etkilemekte, fetal hipoksi, spontan abortus riskini artırmakta ve düşük doğum ağırlığına sebep olmaktadır. Bunun yanında gebelikte kullanılan tiroid ilaçlarının fetusun nörofizyolojik gelişimini etkilediği, antihistaminiklerin ise intrauterin gelişme geriliği ve fetal ölüme neden olduğu da tespit edilmiştir. Gebelikte maternal ilaç kullanımı, fetal gelişimi büyük oranda olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle fetal patofizyolojiyi iyi bir şekilde anlamak ve değerlendirebilmek için gebelikte maternal farmakoterapi ile ilgili yeni çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar kelimeler: gebelikte ilaç kullanımı, fetal gelişim, antiepileptikler, kortikosteroid ilaçlar, diyabetik ilaçlar 148 P-74 Adolesan Class I Bireylerde Üst ve Alt Dudak Postürünün Cinsiyete Bağlı Olarak Değerlendirilmesi: Bir Ön Çalışma Kürkçüoğlu A*, Karaca Z**, Oğuz Ö** * Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, ANKARA ** Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, ADANA Amaç: Yüz yumuşak doku ve dudak kalınlıkları, yaş, cinsiyet, ırk, büyüme ve gelişmeye bağlı olarak değişim göstermekle beraber, bu konu adli antropologlar, diş hekimleri ve estetik cerrahlar açısından önemlidir. Adli antropologlar bu bilgiyi yüz dokusuna benzerlik kurarak kimlik belirlemede kullanırlar. Bu çalışmada amacımız; Türk ırkında üst ve alt dudak kalınlıklarını kız ve erkek gruplarda ayrı ayrı değerlendirmek ve sonuçları gruplar arasında ve diğer ırklarla karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışma 80 sağlıklı (40 kız ve 40 erkek) Class I iskelet yapısında (ANB açısı 2º±2) olan bireyler üzerinde gerçekleştirildi. Kızların yaş ortalaması 23,23±4,27 yıl, erkeklerin 24,35±3,45 yıl olarak hesaplandı. Bireylerin lateral cephalometric X-ray görüntüleri üzerinde belirlenen üç farklı noktanın (Ls, Sto, Li) E doğrusuna (Steiner'ınEstetistik Doğrusu) olan uzaklıkları ölçüldü. Bu cephalometrik görüntüler bilgisayar ortamında Image-J software yöntemi kullanılarak ölçüldü. Elde edilen veriler istatistiksel yöntemlerle değerlendirildi. Bulgular: Tüm cephalometrik görüntülerde Ls -E, Sto –E ve Li - E mesafeleri ölçüldü. Ls– E mesafesi için ortalama değer: -11,70 mm, en küçük değer: -26,92 mm ve en büyük değer: 1,00 mm, Sto -E mesafesi için ortalama: -20,73 mm, en küçük değer: -37,31 mm ve en büyük değer: -7,59 mm, Li– E mesafesi için ortalama: -7,17 mm, en küçük değer: -22,40 mm ve en büyük değer: 9,20 mm olarak bulundu. Yapılan Kolmogrov-Simirnov testi sonucunda ölçülen değişken için (p ≥ 0,05) faktörlerin dağılımı normal dağılıma uygun olarak değerlendirildi. Sonuç: Dudak postürünün bilinmesi, ortodontistlere hastalarının yüz profili ile ilgili tedavi planlamasında kolaylık sağlarken adli antropologlara yeniden yüzlendirme tekniğinde, estetik cerrahlara ise alt yüz uyumunun değerlendirmesinde yardımcı olacak ipuçları verecektir. Bu çalışma bir ön çalışma niteliğinde olup, kişi sayısını arttırarak Türk ırkında; üst ve alt dudak 149 postüründe, cinsiyete ve yaşa bağlı olarak oluşabilecek değişiklikleri ortaya koymayı planlamaktayız. Anahtar Kelimeler: Dudak Kalınlığı, Cephalometri, Class I 150 P-75 Yetişkin Kadınlarda Orbital Bölgenin Antropometrik Analizi ve Yaşa Bağlı Değişiklikler Koç F*, Deniz M*, Uslu Aİ*, Doğru S** * Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Şanlıurfa ** Harran Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Şanlıurfa Amaç: Orbital bölgenin normal morfometrik değerleri; yaşa, cinsiyete ve ırka göre değişiklik göstermektedir. Çalışmamızda orbital bölgede yaşlanma ile oluşan değişikliklerin analizi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, yaşları 20–87 (47,80±15,05) arasında değişen toplam 311 sağlıklı kadında yapıldı. Denekler, genç (20–44), orta (45–59) ve yaşlı (60 ve üstü) olarak üç gruba ayrıldı. IT version 3.00 yazılım program kullanılarak fotoğraflar üzerinden orbital bölgenin antropometrik ölçümleri yapıldı. Bulgular: Çalışmamıza katılan kadınlarda interpupiller mesafe ortalama 64,20±5,06 mm, nazofrontal açı ortalama 149,21±9,12 derece bulundu. Genç, orta ve yaşlı grupta dış kantal mesafe sırasıyla; 92,98±5,85 mm, 91,00±7,04 mm ve 88,02±6,13 mm, iç kantal mesafe; 31,30±3,07 mm, 31,72±3,51 mm ve 31,66±3,44 mm olarak bulundu. Palpebral fissur uzunluğu; 29,96±1,76 mm, 28,45±1,96 mm ve 26,81±1,95 mm, palpebral fissur genişliği; 9,27±1,21 mm, 8,57±1,25 mm ve 7,98±1,18 mm olarak bulundu. Palpebral fissur alanı; 163,41±29,98 mm², 144,01±30,90 mm² ve 129,11±27,21 mm² olarak bulundu. İç kantal açı; 39,29±6,04, 37,57±6,58 ve 35,78±5,80, dış kantal açı; 53,90±8,90, 51,48±8,87 ve 49,87±9,78 derece bulundu. Görülebilir iris alanı; 96,04±15,04 mm², 88,63±16,27 mm² ve 81,73±14,03 mm² olarak bulundu. İnterpupiller mesafe ve iç kantal mesafe ölçümlerinin yaşa bağlı olarak anlamlı bir farklılık göstermediği, diğer ölçümlerin ise yaşla birlikte azaldığı tespit edildi (p<0.05). Sonuç: Yüzdeki yapıların normal ölçülerinin ve yaşa bağlı değişiminin bilinmesi, plastik ve rekonstriktif cerrahide yüz oranlarının muhafaza edilmesi ve estetik yüz görünümünün korunmasında yararlı olacağı kanısındayız. Anahtar Kelimeler: Antropometri, Orbital bölge, Yüz, Kadın, Yaş. 151 P-76 Beyin Sapına Yeni Eklenen ve Alt Gruplara Ayrılan Nucleus’lar Aktaş H A*, Uzuner M B*, Geneci F*, Ocak M*, Aşkit Ç**, Sargon M F* *Hacettepe Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye **Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi, Latin Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye Anatomi biliminde yıllar içinde yeni gelişmeler olmasına rağmen santral sinir sistemi gizemini hep korumuştur. 1998 yılında yayınlanan Terminologia Anatomica’ya santral sinir sistemi ile ilgili çok sayıda yeni terim ilave edilmiştir. Bu yeni terimlerin büyük bir kısmını beyin sapı nucleus’ları Anatomica(1989) ve ve tractus’ları Terminologia oluşturmaktadır. Anatomica(1998)’daki Bu beyin çalışmada sapı Nomina nucleus’ları karşılaştırıldı. Terminologia Anatomica’da 29 adet medulla oblongata’ya eklenen, sekiz adet pons’a eklenen ve 21 adet mesencephalon’a eklenen yeni nucleus olduğu tespit edildi. Ayrıca Terminologia Anatomica’da, Nomina Anatomica’da yer alan nucleus’ların alt gruplara ayrıldığı saptandı. Medulla oblongata’daki yedi nucleus’un, pons’taki sekiz nucleus’un ve mesencephalon’daki üç nucleus’un alt gruplara ayrıldığı görüldü. Sonuç olarak; beyin sapındaki yeni eklenen ve alt gruplara ayrılan nucleus’ların sayıca fazla olması santral sinir sisteminin klinik ve bilimsel çalışmalar ışığında artık keşfedilmeye başlandığını ve gelecekte de yeni çalışmalara kaynak oluşturabileceğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Beyin sapı, Nucleus, Terminologia Anatomica 152 P-77 Kranial Sinirlere Ait Anatomi Terminolojisi; Son 25 Yıldaki İlave ve Değişiklikler Uzuner M B*, Geneci F*, Ocak M*, Aktaş H A*, Aşkit Ç**, Sargon M F* *Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye **Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi, Latin Dil ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye Dil yaşayan bir varlıktır. İnsanlar geliştikçe dillerinde buna paralel geliştiği görülmektedir. (*)Wilhelm von Humboldt “kendi başına dil ürün değil, aktivitedir” diyerek dili tanımlamıştır. Dil bir milletin ruhunu oluşturmakta, ruhu da bir anlamda dilini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Anatominin ruhunu da Latince oluşturmakta ve Anatomi’nin dilini ortaya koymaktadır. Bu çalışmada 1989 yılında yayımlanan Nomina Anatomica ve 1998 yılında yayımlanan Terminologia Anatomica’da yer alan kranial sinirler konusundaki terimlerin, terminoloji bakımından karşılaştırması ele alındı. 18 adet Latince değişiklik tespit edildi. Bu Latince terimlerden 15 adetinin dil bilgisi yönünden, iki adetinin anlam yönünden, bir adetinin hem anlam hem de dilbilgisi yönünden değişikliğe uğradığı tespit edildi. Anatomik terimler Latince dil bilgisi yönünden değerlendirildiğinde bazı isimlerin sıfat haline dönüştürüldüğü, bazılarının ise tekil halden çoğul hale ya da çoğul halden tekil hale getirildiği tespit edildi. Anlam bakımından incelenen terimlerin daha özellikli hale getirildiği ve bu sayede belirlenen terimlerin lokalizasyonlarının daha kolay anlaşıldığı saptandı. Ayrıca kök itibariyle anatomik terimler değerlendirildiğinde; çok az sayıdaki Yunanca terimin terminolojiye dahil edildiği tespit edildi. Sonuç olarak; Anatomi terminolojisinde bir takım güncellemeler halen devam etmekte olup en iyiyi bulma, en doğru şekilde ifade etme çalışmaları günümüzde ve gelecekte de sürecektir. (*) Bedia Akarsu, “Wilhelm von Humboldt’ta Dil-Kültür Bağlantısı, İst 1955, Dil ve Kültür başlıkları Anahtar kelimeler: Kranial Sinirler, Wilhelm von Humboldt, Nomina Anatomica 153 P-78 Yeni Doğanlarda Sinus Maxillaris Hacminin Eliptik Formülle ve Cavalieri Metodu ile Değerlendirilmesi Değermenci M*, Ertekin T*, Ülger H*, Acer N*, Coşkun A** *Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri/Türkiye **Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Kayseri/Türkiye Paranazal sinusların gelişimi prenatal olarak başlar, 1–7 yaşları arasında burun boşluğu ve yüzdeki diğer yapılarla beraber tüm yönlerde gelişmeye devam eder. Paranazal sinusların boyutları şahıslar arasında farklılıklar göstermekle beraber aynı şahsın her iki tarafında da farklı gelişim dereceleri sergileyebilir. Çocuklarda ve yeni doğanlarda paranazal sinusların normal ve patolojik boyutları arasındaki farklılıkları belirlemek zordur. Bu çalışmada, yeni doğanlarda sinus maxillaris hacminin farklı iki metot kullanılarak tespit edilmesi ve iki metot arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi PACS (Picture Archiving and Communication System) sisteminde retrospektif olarak taranan 0-1 yaş grubuna ait 20 bireyin (10 erkek, 10 kız) BT (Bilgisayarlı Tomografi) görüntüleri üzerinde sinus maxillaris’in hacmi hesaplandı. Eliptik formül kullanılarak yapılan ölçümlerde sağ sinus maxillaris ortalama hacmi kız ve erkek bireylerde 0.49±0.34 cm3 ve 1.41±2.53 cm3 olarak hesaplanırken sol sinus maxillaris ortalama hacmi sırasıyla 0.52±0.42 cm3 ve 1.44±2.31 cm3 olarak ölçüldü. Stereolojik metotla yapılan ölçümlerde ise kız bireylerde sağ ve sol sinus maxillaris ortalama hacmi 0.55±0.39 cm3 ve 0.54±0.42 cm3 olarak belirlenirken, erkek bireylerde ise bu değerler sırasıyla 1.34±2.22 cm3 ve 1.29±1.99 cm3 olarak hesaplandı. Yapılan ölçümlerde erkek ve kız bireyler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark belirlenmedi (p>0.05). Metotlar birbiri ile karşılaştırıldığında ise sadece kız bireylerin sağ sinus maxillaris hacim ölçümlerinde metotlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık belirlendi (p<0.05). Çalışmamızın yeni doğanlarda sinus maxillaris hacminin preoperatif ve intraoperatif değerlendirmesinde diğer çalışmalara katkıda bulunacağını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Stereoloji, Eliptik, Sinus maxillaris, Cavalieri Prensibi 154 P-79 Femoroasetabular Sıkışma Sendromu: Manyetik Rezonans Görüntüleme Bulguları Subaşı I D*, Sunar M**, Karakaya A D***, Kapakin S**** * Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji AD, Erzurum/Türkiye Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Erzincan/Türkiye *** Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji AD, Erzurum/Türkiye **** Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Erzurum/Türkiye Amaç: Femoroasetabular sıkışma sendromunun manyetik rezonans görüntüleme bulgularının ** sunulması amaçlanmaktadır. Olgular: Mildirseği (cam) ve kıskaç (pincer) tipte femoroasetabular sıkışma sendromlu olguların manyetik rezonans görüntüleme bulguları sunulmaktadır. Mildirseği tipinde, femur baş-boyun anterior kesimindeki bombe yapı gözlendi. Kıskaç tipi femoroasetabular sıkışmada aşırı kavrayan asetabulum izlendi. Tartışma: Son yıllarda displastik olmayan kalça eklemlerinde, erken başlangıçlı osteoartritin sebebi olarak femoroasetabular sıkışma sendromunu kavramı ön plana gelmeye başlamıştır. Femoroasetabular sıkışmanın, temel olarak, hareket ranjı geniş olan hareketler sırasında femur başı ile asetabular halka arasında eklem açıklığının azalması ile tekrarlayan dayanmalaratakılmalara bağlı geliştiği düşünülmektedir. Bu durum net anlaşılamamış olmamakla birlikte femoral veya asetabular faktörler nedeniyle olabilir. Femoroasetabular sıkışmanın temelde iki formu tanımlanmıştır: Mildirseği (cam) ve kıskaç (pincer). Bu ikisi arasında formlar da mevcuttur. Mildirseği tipinde femoroasetabular sıkışma, daha çok genç atletik erkeklerde izlenir. Bu tipte femur başında anormal şekil gözlenir (anterolateral femur baş-boynunda kemik yapıda belirginleşme-bombeleşme) ve özellikle kalça ekleminin fleksiyonu sırasında asetabular halkaya dayanma söz konusudur. Ortaya çıkan makaslayıcı veya biçici kuvvetler kondral veya labral zedelenmeye yol açar. Kıskaç tipi, daha çok orta yaşlı kadınlarda izlenir. Bu tipte asetabulumun şekli anormaldir. Anterior asetabular aşırı kavrama (asetabular retroversiyon), protrüzyo asetabuli, koksa profunda sebep olarak gösterilmektedir.Manyetik rezonans görüntülemede mildirseği ve kıçkaç tipi sıkışma sendromlarına ait anormal anatomik bulgular yanısıra, osteoartrite ait; eklem mesafesinde daralma, subkondral skleroz ve kistler ve osteofitler gibi bulgular gözlenebilir. Anahtar Kelimeler: Anatomi, Femoroasetabular sıkışma, Manyetik rezonans görüntüleme 155 P-80 El Bileği Kemikleri: Üç Boyutlu Rekonstrüksiyon, Fotorealistik Görüntüleme ve Fiziksel Modelleme Sunar M*, Kapakin S**, Subaşı ID*** * Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Erzincan/Türkiye ** Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Erzurum/Türkiye *** Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Erzurum/Türkiye Bu çalışmanın amacı, Hızlı Prototipleme tekniği ile el bileği kemiklerinin elle tutulur katı modellerini oluşturmak ve cerrahi uygulamalarda bu modelleri kullanmaktır. El bileği kemiklerini üç boyutlu DXF modelleri olarak rekonstrükte etmek için, farklı görüntüleme modalitelerinden elde edilen görüntülere, Surfdriver yazılım paketi uygulandı. Elde edilen modeller VRML (virtual reality modelling language) ve STL (Standard Triangulation Language) biçimleri için Cinema 4D yazılımında ileri işlemlere tabi tutuldu. Katı modeller STL biçimi kullanılarak Hızlı Prototipleme makinasında imal edildi. Cerrahlar kişiye özel katı modelleri kullanarak cerrahi işlemleri prova yapabilir. Onlar cerrahinin kompleks durumlarına önceden hazır olabilir ve cerrahideki öngörülmeyen olumsuz olayları önleyebilirler. Anahtar kelimeler: El bilek kemikleri, Fotorealistik görüntüleme, Rekonstrüksiyon. 156 P-81 Diazinonun böbrek dokusunda oluşturduğu hasara karşı intravenöz lipit emülsiyon tedavisinin koruyucu etkisi: Deneysel bir çalışma Ayan M*, Uysal M**, Taş U**, Irmak Sapmaz H***, Bıçakçı H****, Sarsılmaz M**** *Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye **Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye ***İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye ****Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye Amaç: Diazinon evde ve tarımda sıklıkla kullanılan yağda çözünebilen sentetik organafosfatlardan biridir. Diazinona maruziyet solunum, sindirim ve deri yoluyla gerçekleşir. intravenöz lipit emülsiyon tedavisinin yağda çözünen bazı ilaçların neden olduğu toksisiteyi azaltabildiği gösterilmiştir. Bu çalışmada yüksek doz diazinon toksisitesine karşı intravenöz lipit emülsiyon tedavisinin böbrek dokusu üzerindeki koruyucu etkileri araştırıldı. Gereç-Yöntem; 21 adet Wistar albino cinsi sıçan (180-200g ağırlığında), rastgele olarak üç eşit gruba ayrıldı. Grup I: kontrol, Grup II: diazinon ve Grup III: diazinon+lipid emülsiyon tedavisi verilen grup olarak belirlendi. Grup I’e yalnızca 1 ml mısır yağı gavaj yoluyla verildi. Grup II’deki hayvanlara gavaj yoluyla 335 mg/kg diazinon verilirken, Grup III’deki hayvanlara diazinona ek olarak %20’lik lipid solüsyonu (3 ml/kg) kuyruk veninden verildi. Deneysel periyodun sonunda hayvanlar ketamin/ksilazin anestezisi altında exanguinasyon ile öldürüldü ve böbrek dokuları alınarak rutin histolojik takip sürecinin ardından rotary mikrotom ile 5 mikrometrelik kesitler alındı. Kesitler histopatolojik değişiklikler açısından Hematoksilen eozin boyamasıyla apoptotik hücre ölümleri açısından ise kaspaz-3 immünohistokimya boyaması ile değerlendirildi. Bulgular: Kontrol grubuna kıyasla diazinon grubunda kaspaz-3 immün reaktivitesinde artış olduğu görüldü. Bununla birlikte diazinon+lipit emülsiyon tedavi grubunda kaspaz-3 immün reaktivitesinin azalmış olduğu belirlendi. Sonuç: Bizim çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular diazinonun indüklediği böbrek toksisitesinde lipit emülsiyon tedavinin koruyucu etkisinin olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Diazinon, Toksisite, Apoptoz, Böbrek 157 P-82 Tiroid Bezi Hemiagenezisi Uysal M*, Hasbek Z**, Taş U*, Meydan S*** * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye ** Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas/Türkiye *** Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye Tiroid loblarının gelişim bozukluğu olan tiroid hemiagenezisi (TH) kadınlarda sık görülür ve çoğunlukla sol lob agenezisi şeklindedir. TH tiroid dokusunun embriyolojik gelişimi sırasında oluşan defekt sonucu görülen, tiroid loblarından birinin gelişiminin bozulması sonucu oluşan nadir bir konjenital anomalidir. Adölesan dönemde yapılan çalışmalarda prevalansı %0.2-0.05 olarak saptanmıştır. Sıklıkla Grave’s Hastalığı, Hashimato tiroiditi, subakut tiroidit, basit guatr, toksik adenom, karsinom, kolloidal nodül, paratiroid hiperplazisi gibi diğer tiroid patolojileri ile birlikte görülebilir. Tiroid ultrasonografinde etkilenen lob saptanmaz. Tiroid sintigrafisinde ise tiroid lojunda radyofarmasötik tutulumu görülmez. Bu bildiride nadir olarak görülen ancak klinik takibi gerekli olan TH durumuna dikkat çekilmesi amaçlanmıştır. Olgu: Tiroid fonksiyon testi bozukluğu nedeniyle takip edilen 43 yaşındaki kadın hastanın Teknesyum-99m perteknetat ile yapılan tiroid sintigrafisinde; sağ lobda aktivite tutulumu normal sınırlarda, sol lob lojunda ise aktivite tutulumu saptanmamıştır. Yapılan tiroid ultrasonografisi ile bu durum konfirme edilmiştir. TH kadınlarda sık görülür (3:1 oranında) ve çoğunlukla sol lob agenezisi şeklindedir (4:1 oranında). Hastaların yarısında isthmus bulunmaz. Literatüre benzer şekilde olgumuzda sol lob agenezisi izlenmiştir. Tiroid sintigrafisi anormal tiroid fonksiyonları olan hastaların değerlendirilmesinde sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Ancak hiperfonksiyone nodül, tiroidit, karsinomlar, atrofi veya görüntüleme hataları gibi durumlar yanlış sonuç verebileceğinden dolayı; ayırıcı tanıda ultrasonografi ve diğer radyolojik görüntüleme kullanılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Tiroid gelişimi, Hemiagenezi, Tiroid sintigrafisi 158 yöntemleri P-83 İlginç Bir Vaka: Rumsay Hunt Sendromu Uysal M*, Ayan M**, Somuk B T***, Esen M**, Taş U* * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye ** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye *** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye Rumsay Hunt Sendromu (RHS), varisella zoster virüsünün reaktive olmasıyla ortaya çıkan ve fasiyal sinir tutulumu da gösterebilen klinik durumdur. Hastalarda genellikle şiddetli kulak ağrısı, dış kulak yolunda veziküler döküntü, fasiyal sinir trasesinde parezi, akut paralizi ve kızarıklık bulguları mevcuttur. Bu sunumda Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil servisine boynun sol yanında ve sol kulak kepçesinde kızarıklık ve veziküler döküntü ile başvuran 78 yaşındaki erkek bir hastada gözlenen RHS vakası sunulmaktadır. Hastanın deri lezyonları için bir dış merkeze başvurmasıyla kendisine egzama tedavisi başlanmış fakat dermatolojik lezyonlarının ağrılı hale gelmesiyle hasta, fakültemiz acil servisine başvurmuştur. Fasiyal sinir paralizisi bulunmamasından dolayı RHS düşünülerek servisimizde antiviral tedavi başlanarak taburcu edilmiştir. Bir gün sonra fasiyal sinir paralizisi gelişmesi üzerine hasta, tekrar acil servise başvurmuş ve Kulak, Burun ve Boğaz hastalıkları servisine yatışı sağlanmıştır. RHS hastanın yaşam kalitesini etkileyebilen ciddi bir klinik durumdur ve hastalara olabilen en erken sürede antiviral tedavi ve semptomatik tedavi başlanması gerekmektedir. Tedavi süresi geciktikçe komplikasyon ve morbidite oranları artmaktadır. Vakamızda da olduğu gibi fasiyal sinir paralizisinin eşlik etmediği Ramsay Hunt sendromlu olgularda, sendromun varlığı atlanarak tedaviye başlangıç süresi gecikebilmektedir. Fasiyal sinir felcinin eşlik etmediği olgularda klinisyen tarafından bu sendromun varlığının akıldan çıkarılmamasının gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Fasiyal sinir paralizisi, Ramsay Hunt sendromu, Veziküler döküntü 159 P-84 Bir Olgu Sunumu Eşliğinde Osteitis pubis Gül SS*, Uysal M**, Hasbek Z***, Çiçek M** *Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye ** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye *** Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas/Türkiye Osteitis pubis, pubik kemik ve çevresindeki dokuları etkileyen noninfeksiyöz, inflamatuvar, ağrılı bir hastalıktır. Sporculardaki prevalansı iyi bir şekilde çalışılmış olsa da toplumdaki prevelansı bilinmemektedir. Hastalar genellikle ilerleyici, kasıklara yayılan suprapubik ağrıdan yakınmaktadır. Osteitis pubis tanısı, daha çok klinik olarak konur ancak pelvis grafisi, kemik sintigrafisi ve manyetik rezonans görüntüleme ile tanı kesinleştirilebilir. Bu bildirimizde osteitis pubis’li bir olgu sunulmuştur. Olgu: Pelvik bölgede ağrı şikayeti bulunan bayan hastanın Teknesyum-99m metilen difosfonat ile yapılan üç fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi sonucu: “kanlama ve kan havuzu görüntülerinde symphysis pubis bölgesine uyan alanda perfüzyon artışı ve hiperemi, geç faz statik görüntülerinde ise pelviste symphysis pubis sağ kesiminde heterojen osteoblastik artmış aktivite tutulumu” izlenmiştir. Bu bulgular osteitis pubis ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir. Osteitis pubis, özellikle ani ve çok tekrarlanan aktiviteye dayanan futbol, buz hokeyi ve basketbol gibi sporlar ile uğraşan sporcularda görülür. Bizim olgumuz ise literatür bilgilerinin aksine ev hanımı idi. Olgumuzda olduğu gibi osteitis pubis’in daha az sıklıkla görüldüğü hasta popülasyonu açısından, tanı konulması sırasında kemik sintigrafisinin kullanılması klinisyene yol gösterici olacaktır. Anahtar kelimeler: Osteitis pubis, Kemik sintigrafisi, Symphysis pubis 160 P-85 Nervus Laryngeus Recurrens’in Cornu Inferior Cartilago Thyroidea, Berry Ligamenti ve Zuckerkandl Tüberkülü İle İlişkisi Kaştan Ö K*, Çalgüner E**, Ağırdır B V***, Sindel M**** * Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Antalya ** Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara *** Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Antalya **** Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya Boyun bölgesi cerrahi operasyonlarında nervus laryngeus recurrens’i zedelememek amacıyla sinirin bulunması ve izlenmesi “olmazsa olmaz” bir kural haline gelmiştir. Sinir görülmeden hiçbir anatomik yapı kesilmemelidir. Tek bir işaret noktasına güvenilmemeli, dallanma farklılıkları unutulmamalıdır. Zuckerkandl tüberkülü, Berry ligamenti, cornu inferior cartilago thyroidea, boyun bölgesindeki cerrahi operasyonlarda n. laryngeus recurrens’in bütünlüğünün korunması için bir klasik haline gelmiş olan anatomik işaret noktalarıdır. Çalışmamızda Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalında 30 kadavrada arteria thyroidea inferior’a kadar olan kısımda n.laryngeus recurrens’in 52 tarafta (%87) trakeo-özofageal sulkusta, 8 tarafta (%13) trachea’nın lateralinde seyrettiği görülmüştür. Nervus laryngeus recurrens’in 55 tarafta (%92) a. thyroidea inferior’un arkasından, 6 tarafta (%8) arterin dalları arasından geçtiği saptanmıştır. Tüm olgularda (%100) n. laryngeus recurrens, cornu inferior cartilago thyroidea’nın 0.6±0.1 mm aşağısından larynx’e girmekteydi. Tüm olgularda (%100) Berry ligamenti’nin iç alt kısmından geçiyordu Tüm olgularda (%100) n. laryngeus recurrens, Zuckerkandl tüberkülü’nün arka-ortasının altında yer almaktaydı. Sonuç olarak cerrahi için bu noktalar önemli yol göstericidir. Bölgenin cerrahi anatomisinin iyi bilinmesi ve farklılıkların varlığının gözden kaçırılmaması önemlidir. Anahtar Kelimeler: N. laryngeus recurrens, Cartilago thyroidea, Berry ligamenti, Zuckerkandl tüberkülü 161 P-86 Erişkinlerde MDCT Kullanılarak Timus'un İncelenmesi Yılmaz N*, Ünver Doğan N*, Sivri M**, Doğan K H***, Özbek S** *Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Konya, Türkiye ** Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji AD, Konya, Türkiye *** Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Adli Tıp AD, Konya, Türkiye Timus öncelikle T hücre diferansiyonunda olmak üzere birçok immünolojik reaksiyonda görev alan bir lenfoid organdır. Timusun boyut ve dansitesi bireysel farklılıklar gösterir. Bu çalışmada erişkinlerde normal timus özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. 2013-2014 yılları içerisinde Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nda herhangi bir timus malformasyonu göstermeyen 15 erkek (yaş ort. 49,20±4,65) ve 15 kadın (yaş ort. 49,93±5,36) olmak üzere toplam 30 erişkin (yaş ort. 49,56±19,12) bireyin thorakal bölgeden 1,5 mm kesit kalınlığında çekilen MDCT (Multidetector Computed Tomography) (Siemens Somatom Sensation, Erlanger, Almanya, 2005) görüntülerinin taranmasıyla elde edilen veriler kullanılmıştır. Timusun şekillerinin sınıflandırılması oldukça zordur. Birçok kişide okbaşı şeklinde, yuvarlak ve iki loblu olmak üzere farklı şekillerde olabilir. Çalışmamızda timusun erkeklerde büyük oranda okbaşı şeklinde (%93), kadınlarda ise %47 okbaşı, %47 yuvarlak ve %6 iki loblu şekilde olduğu gözlenmiştir. Erkeklerde timusların 4'ü sağda, 1'i solda, 10'u orta hatta iken, kadınlarda 3'ü solda, 12'si orta hatta bulundu. Timusların bulunduğu seviye incelendiğinde en sık T4-5 seviyesinde (%40) olduğu görülmüştür. Cinsiyete göre karşılaştırıldığında timusların seviyesinde, yoğunluklarında ve vertikal çap ölçümlerinde fark gözlenmezken, timusun transvers çap ölçümlerinde ve tiplendirilmesinde anlamlı fark bulunmuştur. Yaşın artmasıyla birlikte timusun yağ oranı değişime uğrar. Literatürde normal timus boyutu ve morfolojisini açıklayan kapsamlı çalışmalar az sayıdadır. MDCT görüntüleri timus görünümünü açıkça tanımladığı için, normal değişimleri ve anormal yapılarının ayrılmasında rutin olarak özellikle radyologlar tarafından kullanılmaktadır. Anahtar kelimeler: Timus, MDCT, Morfoloji 162 P-87 Sağ Arcus Aorta ve Aberan Arteria Subclavia Sinistra; Bir Olgu Sunumu Ünver Doğan N*, Fazlıogulları Z*, Uysal İ İ*, Karabulut A A*, Nayman A** *Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Konya, Türkiye ** Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji AD, Konya, Türkiye Arcus aorta ve dallarının anomalileri oldukça nadir olup, otopsi serilerinde sıklığı %3 olarak bildirilmektedir. En sık görülen durum sol arcus aorta ve aberran a. subclavia dextra'dır. Daha az görülen varyasyonlardan biri sağ arcus aorta ve aberran a. subclavia sinistra birlikteliğidir. Selçuk Üniversitesi radyoloji kliniğinde çekilen 45 yaşında erkek hastanın toraks bilgisayarlı tomografisinde (BT), arcus aortanın dallarında varyasyonlar gözlendi. Olguda truncus brachiocephalicus'un olmadığı, arcus aortanın sağda yerleşim gösterdiği, a. subclavia sinistra’nın aberran olarak özofagusun arkasından geçtiği gözlendi. Arcus aorta'dan çıkan dört dal vardı. Bunlar sırasıyla a. carotis communis sinistra, a. carotis communis dextra, a. subclavia dextra ve a. subclavia sinistra idi. Olguda başka bir büyük damar anomalisi tespit edilmedi. Sağ arcus aorta varyasyonu popülasyonun yaklaşık % 0.1'inde görülmektedir ve bu vakaların yarısında aberran a. subclavia sinistra birlikteliği bulunmaktadır. Aberran a. subclavia sinistra tek varyasyon olarak görülebilse de sağ arcus aorta ile birlikte görülen en sık anomalidir. Bu varyasyon genellikle asemptomatik olup bazı vakalarda a. subclavia sinistra çıkış yerinde dilatasyon varsa trakea ve özofagusa bası yapabilir. Bu durumda stridor, disfaji gibi semptomlara neden olabilir. Radyolojik ve cerrahi çalışmalarda abberan arterlerin önemleri ortaya koyulmuştur. Bu olgu, vasküler anatomi ve varyasyonların belirlenmesinde BT incelemelerinin önemi bir kez daha vurgulamaktadır. Anahtar Kelimeler: Sağ arcus aorta, Varyasyon, Aberran arteria subclavia sinistra 163 P-88 Hava Ulaşımında Yer Hizmetlerinde Çalışanların Ayak Antropometrisi Kılıç N*, Durgun B* *Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Adana Amaç: Ayak ölçüleri yaşa, cinsiyete ve ırka göre değişiklikler gösterdiğinden populasyona özgü değerlerin ve standartların bilinmesi hedef kitleye yönelik her türlü tasarımda önem kazanır. Bu çalışmanın amacı; bugüne değin hiç veri elde edilmemiş olan hava ulaşımı sektöründe yer hizmetinde çalışanların ayak yapısı ile ilgili veri saptanmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, hava ulaşımında yer hizmetlerinde çalışan yaşları 16–55 arasında değişen, toplam 35 (21 erkek, 14 kadın) kişide ayak ölçümleri yapılmıştır. Mezura ve antropometrik set kullanılarak yapılan ölçümler; ayak uzunluğu, ayak gövdesi uzunluğu, medial arkus yüksekliği, ayak genişliği, bimalleolar uzaklık ve bimalleolar çevredir. Bulgular: Çalışmamıza 21’i erkek (%60), 14’ü kadın (%40) olmak üzere toplam 35 bireyin yaş ortalaması 34,2±8 yıl, boy ortalaması 170,4±7,7 cm, vücut ağırlığı ortalaması 76,3±18,4 kg olarak bulunmuştur. Bireylerin sağ ve sol ayak uzunluğu ortalaması 25,6±1,9 cm, ayak gövdesi uzunluğu 18,5±1,4 cm, medial longitudinal arkus yüksekliği sağda ortalama 2,0±0,6 cm, solda 2±0,5 cm bulunmuştur. En dar yerde ayak genişliği ortalaması sağda 8,7±1,1 cm, solda 8,6±1,0 cm, en geniş yerde ise ayak genişliği ortalaması sağda 9,9±0,9 cm, solda 9,9±0,8 cm bulunmuştur. Bimalleoler uzaklık ortalaması sağda 7,0±0,7 cm, solda 7,1±0,7 cm bulunmuştur. Bimalleoler çevre ortalaması sağda 25,7±2,3 cm, solda 25,7±2,6 cm olarak bulunmuştur. Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarının; populasyona özgü standartların belirlenmesi ve böylece milyonlarca çalışanı olan ve uzun mesai saatlerine sahip hava ulaşımı endüstrisinde yer hizmetlerinde çalışanlar için uygun ayakkabı tasarımına, dolayısıyla ayak konfor ve sağlığının korunmasına yardımcı olacağı umulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Ayak, Antropometri, Ayak ölçüleri, Hava Ulaşımı 164 P-89 Pankreas’ın Arteryel Kanlanması: Bir Anatomik ve Cerrahi Çalışma Kocabıyık N*, Özsoy S**, Baykal B***, Zeybek N****, Yazar F*, Karapirli M*****, Korkusuz İ****** * Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Anatomi Bölümü ** Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Adli Tıp Bölümü *** Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Bölümü **** Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bölümü ***** Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı ****** Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi Literatürde pankreatik arterlerin tanımlanmasında veya yorumlanmasında belli bir karışıklık söz konusudur. Bu çalışma, daha önce geniş radyolojik seriler incelenerek yapılan çalışmalardaki sonuçları kadavra üzerinde araştırmak amacıyla planlanmıştır. Önemli pankreatikoduodenal arteryel, venöz ve sinirsel arkların hepsi “Treitz’in füzyon fasyası” ve pankreatik parankim arasında lokalizedir. Pankreas’ın baş ve boyun kısmının arteryel beslenmesi; anterior, intermediate, posterior pankreatikoduodenal ve prepankreatik arteryel arkuslardan sağlanır. Pankreas başı ve boynunun pankreatikoduodenal arteryel arkuslara ilave olarak minor kaynaklardan da arteryel destek aldığının literatürde rapor edilmesi ve otörler arasındaki tartışmalı fikirler hala pankreas’ın damarlarının ayrıntılı olarak anatomik ve cerrahi açıdan incelenmesi gerektirdiğini düşündürmektedir. Bu çalışma 60 adet formaldehitle fikse pankreas ve çevre dokuları üzerinde yapıldı. Gastroduodenal arterden gelen superior pankreatikoduodenal arter ile superior mezenterik arterden gelen inferior pankreatikoduodenal arter ve ayrıca dorsal pankreatik arter, splenik arter ve dalları izlendi, pankreas morfolojisine ait ölçümler yapıldı. Klasik arteryel beslenme haricinde görülen, farklı bir kaynaktan gelen, varyasyonel durumlar kaydedildi. Elde edilen sonuçlar ile daha çok radyolojik değerlendirmelerden elde edilen literatür sonuçları karşılaştırıldı. Bu çalışma; pankreas’ın beslenmesi ile ilgili tartışmalara yeni bir bakış açısı getirecek, elde edilen sonuçlar doğrudan pankreası besleyen arterlerin varyasyonel farklılıkları ortaya koyacak ve bu veriler pankreatik rezeksiyonlar sırasında cerrahiye katkı sağlayabilecektir. Anahtar Kelimeler: Pankreas, Arteryel kanlanma, Cerrahi 165 P-90 Lunat Fossa’nın Morfometrik Değerlendirilmesi Önder M*, Aldemir C**, Oğuz Yolcular B***, Oğuz N* *Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya **Antalya Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Ortopedi ve Travmotoloji Kliniği ***Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Antalya Amaç: Distal radius kırıkları sık karşılaşılan klinik olgulardır. Distal radius kırıklarının cerrahi tedavisinde sık kullanılan yöntemlerden birisi de distal volar plak uygulamasıdır. Volar plak uygulaması esnasında sık karşılaşılan problemlerden biri, vidanın eklem boşluğuna gönderilmesidir. Bu sorunun azaltılmasında lunat fossa’nın derinliğinin ayrıca, transvers ve sagital çaplarının bilinmesinin de önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle çalışmamızda lunat fossa morfometrik olarak değerlendirilmiştir. Materyal ve Metot: Çalışmamızda Akdeniz Üniveritesi Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuvar’ında bulunan, distal uçları hasar görmemiş 25 sağ, 25 sol radius’ta lunat fossa’nın derinliği, transvers ve sagital çapları microscribe g serisinden Microscribe-G2X kullanılarak ölçümleri yapıldı. Verilerin tanımlayıcı istatistikleri ortalama±standart sapma olarak sunuldu. Değişkenlerin sağ ve sol radius lunat fossa değerlerinin istatistiksel olarak karşılaştırılmasında parametrik testlerden İki Ortalama Arası Fark testi kullanıldı. İstatistiksel analizler SPSS 13.0 istatistik paketi kullanılarak yapıldı ve p değeri 0,05’ten küçük olanlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: 25 sol ve 25 sağ radius’un distal ucunda bulunan lunat fossa’nın derinliği, transvers ve sagital çapları ve genişlikleri sırasıyla: Lunat fossa derinliği ortalama: solda 2,41mm ±0,52 / sağda 2,53mm ± 0,79 Lunat fossa sagital çap ortalama: solda 19,66mm ±1,62 / sağda 18,78mm ±1,64 Lunat fossa transvers çap ortalamaları: solda 11,26mm ±0,84 / sağda 11,08mm ± 0,86 Lunat fossa transvers çap sağ değerleri ile sol değerlerinin ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,448). Lunat fossa sagital çap sağ değerleri ile sol değerlerinin ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,060). Sağ ve sol lunat fossa derinliklerinin ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,531). 166 Sonuç: Ölçümler sonucunda elde edilen veriler yapılacak olan anatomik plaklara yol gösterecek, uygulayan cerrahlar ise kolaylık sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Distal radius, Morfometri, Türk populasyon’u, Lunat fossa, Volar plak, Facies articularis carpalis 167 P-91 Foramen Zygomaticotemporalis, Foramen/Incisura Supraorbitalis ile Foramen/Incisura Supratrochlearis’in Kurukafada Konumu ve Sayısı Beger O*, Gilan İ Y*, Aktekin M* *Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Mersin Amaç: Foramen zygomaticotemporalis (FZT), foramen (FSO) veya incisura (ISO) supraorbitalis ile foramen (FST) veya incisura (IST) supratrochlearis’in kurukafadaki konum ve sayıları ile ilgili ayrıntılı bilgi edinmek. Materyal ve Metod: FSO/ISO ve FST/IST ile ilgili ölçümler 29 kurukafada gerçekleştirildi ve bu yapıların orta hatta olan uzaklıkları belirlendi. 35 kurukafada ise zygomatik kemiğin temporal yüzündeki FZT, arcus zygomaticus’un alt seviyesi (AZAS), arcus zygomaticus seviyesi (AZS) ve processus frontalis seviyesi (PF) olmak üzere 3 bölümde gruplandırıldı. Tüm ölçümler dijital kumpas kullanılarak gerçekleştirildi. Veriler istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Toplamda tespit edilen 160 adet FZT’nin, sırasıyla %52’si PF, %38’i AZS ve %10’u AZAS’ta yerleşmiş olarak bulundu. FZT’lerin büyüklüğü dijital kumpas ile ölçülemeyecek kadar küçüktü. FZT’lerden sadece 8 (%5) tanesi zygomatik kemiğin temporal yüzünden girip lateral yüzünden çıkmakta idi. Foramina’ların sayısı açısından taraflar arasında istatistiksel anlamlı fark tespit edilmediği için sonuçlar toplu olarak verildi. Tarafların %16’sı tek, %31’i 2, %24’ü 3, %22’si 4, %5’i 5ve %2’si 6 foramen içermekte idi. FSO, ISO, FST ve IST’nin orta hatta olan ortalama uzaklıkları sırasıyla; 28.53±1.04 mm, 22.70±1.24 mm, 21.22±1.15 mm ve 21.33±0.49 mm olarak ölçüldü. Tarafların %14’ünde çift FSO, % 3’ünde çift FST görüldü. Kuru kafaların % 62’sinde bilateral FSO, % 3’ünde bilateral ISO, % 24’ünde bilateral IST ve % 13’ünde bilateral FST görüldü. Sonuç: Çalışma konusu olan foramenlerden geçen sinirler migren ağrısı oluşumunda rol oynar ve bunların dekompresyonu veya kemodenervasyonu migren ağrılarını dindirir. Foramen’lerin yerleşiminin daha kesin olarak bilinmesi migrene bağlı baş ağrılarının tedavisinde daha etkili sonuçların alınmasını sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Foramen zygomaticotemporalis, Foramen/Incisura supraorbitalis, Foramen/Incisura supratrochlearis, sinir dekompresyonu, Migren tedavisi 168 P-92 Aksesuar ve Duplike Arteria Hepatica Varyasyonu Olgusu Turamanlar O*, Kaçar E**, Cartıllı Ö***, Akbal İ* *Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar **Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar ***Afyon Kocatepe Üniversitesi, Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Afyonkarahisar Giriş: Truncus coeliacus’un dalı olan arteria hepatica iki bölümde incelenir. Arteria hepatica communis; truncus coeliacus’tan arteria gastroduodenalis’in çıkış noktasına kadar uzanır. arteria hepatica propria, arteria gastroduodenalis’in çıkış noktasından ramus dexter ve ramus sinister’e ayrıldığı bifurkasyon noktasına kadar uzanır. Bu klasik dallanmanın dışında arteria hepatica’nın, oldukça farklı varyasyonları tespit edilmiştir. Bu olgumuzda arteria hepatica propria’nın nadir görülen varyasyonunu sunmayı amaçladık. Olgu: 62 yaşındaki erkek hastanın çekilen multifazik abdominal BT’sinde, varyasyonel olarak arteria gastrica sinistra’dan köken alan arteria hepatica sinistra ve biri truncus coeliacus’tan, diğeri arteria mesenterica superior’un proksimalinden orjin alan arteria hepatica duplikasyonu saptandı. Tartışma ve Sonuç: Arteria hepatica varyasyonları % 40–45 oranında görülmektedir. Aksesuar veya yer değiştirmiş arteria hepatica dextra en fazla arteria mesenterica superior’dan çıkarken, aksesuar veya yer değiştirmiş arteria hepatica sinistra en fazla arteria gastrica sinistra’dan çıkmaktadır. Olgumuzdaki gibi arteria gastrica sinistra’dan kaynaklanan arteria hepatica sinistra ve arteria mesenterica superior’dan kaynaklanan arteria hepatica dextra varyasyonuyla % 0.5–2 arasında karşılaşılırken, olgumuzdaki aksesuar arteria hepatica dextra varyasyonuna ise % 1 oranında rastlanılmaktadır. Olgumuzdaki bu varyasyon birlikteliği, literatürde görülme oranını azaltırken orjinalliğini de arttırmaktadır. Son yıllarda modern cerrahi ve transplantasyon prosedürlerinin, arteria hepatica anomalilerini de hesaba katması, bu konunun önemini ve değerini daha da arttırmaktadır. Dolayısıyla olgumuzdaki gibi varyasyonlara sahip olan hastaların, hastalıklarının tanı stratejileri ve tedavi metodolojileri bakımından klinisyenlere yeni bir bakış açısı kazandıracağı inancındayız. Anahtar Kelimeler: Varyasyon, Arteria hepatica, BT. 169 P-93 Humerus Proksimal ve Distal Segmentlerinin Morfometrik Ölçümleri Al Ö*, Atay E*, Ertekin T*, Nisari M*, Ülger H* *Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri Humerus üst ekstremitenin en uzun ve en kalın kemiğidir. Humerus segmentlerinin uzunluğunun bilinmesi ortopedik cerrahi ve adli tıp için önem teşkil etmektedir. Bu amaçla cinsiyeti belirsiz 30 (15’i sağ, 15’i sol) yetişkin kuru humerus’un uzunluğu (HU) ile proksimal ve distal segmentlerinde bazı morfometrik ölçümler yapıldı. Çalışmada; caput humeri ile tuberculum majus’un en üst noktası arası uzaklık (A), caput humeri’nin proksimal ucunun tepe noktası ile collum anatomicum arası uzaklık (B), fossa olecrani’nin proksimal ve distal noktaları arası uzaklık (C), fossa olecrani’nin distal noktası ile trochlea humeri’nin distal noktası arası uzaklık (D), fossa olecrani’nin proksimal noktası ile trochlea humeri’nin distal noktası arası mesafe (E), tuberculum majus’un maksimum uzunluğu (F), tuberculum minus’un maksimum uzunluğu (G), tuberculum minus’un en yüksek noktası ile tuberculum majus’un orta noktası arası mesafe (H), ön yüzde epicondylus medialis ile epicondylus lateralis arası mesafe (J), trochlea humeri’nin lateral ve medial uçları arasındaki uzaklık (K), trochlea humeri’nin en konkav kısmındaki maksimum kalınlık (L) dijital kumpas vasıtasıyla ölçüldü. Ölçümler, SPSS 21 istatistik paket programı ile değerlendirildi. Yapılan ölçümlerde ortalama HU sağ humerus’da 307.3 ± 21.5 mm, sol humerus’da ise 303.5 ± 16.3 mm olarak hesaplandı. HU ile sağ humerus’un D, E, F, H, J, K, ve L değerleri arasında, sol humerus’un ise B, F, J ve K değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptandı. Sonuç olarak humerus boyu ile ilgili ölçümlerin, humerus segmentleri ile ilgili fikir verebileceği ve tüm bu ölçümlerin antropolojik, arkeolojik, ortopedik ve adli çalışmalara destek olabileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Humerus, Segment, Morfometrik ölçüm 170 P-94 Parkinson Hastalığı’ nda DiffeoMap Yazılımı Kullanılarak Lobus Frontaliste Bulunan Yapıların Hacminin Hesaplanması Palancı Ö*, Ocak H**, Özyaşar A F**, Kalaycıoğlu A**, Acer N*** *Bayburt Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Anatomi, Bayburt **Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Trabzon *** Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri Parkinson hastalığı, tremor, katılık ve bradikinezi gibi semptomlarla karakterize olan nörodejeneratif bir hastalıktır. Atrofi, nörodejeneratif patolojinin hassas bir belirtecidir. Bu çalışmanın amacı, DiffeoMap yazılımı kullanılarak lobus frontaliste bulunan yapıların hacimlerini Parkinson hastaları ve sağlıklı kontrol denekleri arasında karşılaştırmaktır. Çalışmaya 5 Parkinson hastası ve aynı yaş aralığındaki herhangi bir nörolojik, psikiyatrik ve kognitif rahatsızlığı olmayan 5 kontrol grubu dahil edildi. Tüm katılımcılardan elde edilen MR taramaları DiffeoMap yazılımı kullanılarak analiz edildi. Manyetik rezonans görüntüleme, Parkinson hastalığı ile ilişkili yapıların meydana gelen atrofi durumlarını ortaya çıkartması ve teşhis koyma sürecini hızlandırması açısından faydalı bir yöntemdir. Bu çalışmadan çıkacak sonuçlar, Parkinson hastalarının hastalık açısından değerlendirilmesi için yararlı olabilir. Ortaya çıkacak bulguların desteklenebilmesi için daha büyük boyutlarda datalara sahip çalışmalar gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Parkinson, Diffeomap, Lobus frontalis 171 P-95 Fasciculus Anterior (?) ve Posterior’dan Oluşan Plexus Brachialis Olgusu Elvan Ö*, Aytaç G**, Kara A B* *Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Mersin **Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya Yapılan fetus diseksiyonları sırasında 32 haftalık erkek fetusun sol tarafında plexus brachialis’in olağandışı bir dallanma paternine rastlandı. Bu olguda plexus brachialis, C5-T1 ön köklerinin birleşmesiyle oluşuyordu. Ancak, C5,6 ve 7 ön dalları birleşerek bir truncus (Tr1) oluştururken, C7,8 ön dalları T1’den bir dal alarak başka bir truncus (Tr2) oluşturuyordu. Sonra bu iki truncus birleşip fasciculus anterior (?) olarak adlandırılabilecek bir yapı oluşturuyordu. Fasciculus lateralis ve medialis’in oluşmadığı bu olguda, bu varyatif fasciculus, n. musculocutaneous, n. medianus ve n. ulnaris’i veriyordu. C5’ten bir dal, Tr1’den bir dal ve Tr2’den ayrılan iki dal’ın katılımı ile fasciculus posterior oluşuyordu. Fasciculus posterior’un oluşumundaki bu varyatif şemaya rağmen seyri ve dallanma paterninde bir farklılık yoktu. Anahtar Kelimeler: Plexus brachialis, Dallanma paterni, Fetüs, Varyasyon 172 P-96 Refleks Sempatik Distrofinin Tanı ve Takibinde Tüm Vücut Kemik Sintigrafisinin Etkinliği Gül S S*, Uysal M**, Çiftçi Ö D*, Meydan S***, Taş U** * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat ** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat *** Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir Refleks Sempatik Distrofi (RSD) patofizyolojisi tam olarak aydınlatılamamış olan, ekstremite distalinde ağrı, ödem ve trofik değişiklikler yanında, vazomotor instabilite bulgularıyla karakterize klinik bir sendromdur. Genellikle travmayı takiben el ve ayakta görülür. Hastalığın tanısına yardımcı olması açısından görüntüleme teknikleri kullanılabilmekle birlikte; erken tanıda üç fazlı kemik sintigrafisinin değerli olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Bu bildiride üç olgu sunumu yapılarak, klinik olarak RSD tanısı almış olgularda, tanının doğrulanması ve tedavi sonrası tedavi etkinliğinin belirlenmesinde Teknesyum-99m metilendifosfonat ile yapılan üç fazlı kemik sintigrafisinin (TVK) önemi vurgulanmıştır. Olgu 1: Sol elde düşme sonrası ağrısı olan erkek hastada, yapılan TVK’de “geç faz statik görüntülerinde sol radius distalinde, sol el bileği, sol metakarpofalangeal eklemlerde ve sol dirsek ekleminde simetriğine göre heterojen artmış osteoblastik aktivite tutulumları” izlenmiştir. Olgu 2: Sol diz protezi sonrası sol ayakta ağrı şikayeti olan kadın hastada yapılan TVK’de “geç faz statik görüntülerinde sol dizde protezin tibial komponenti etrafında reaktif değişiklikler ile uyumlu görünüm, ayrıca sol femur distal ve sol tibia proksimal kesimde simetriğine göre heterojen artmış aktivite tutulumları ” izlenmiştir. Olgu 3: Sağ elde ağrı şikayeti olan kadın hastada yapılan TVK’de “RSD ile uyumlu sağ el bileği ve dirsek ekleminde simetriğine göre minimal artmış aktivite tutulumları” izlenmiştir. RSD’nin erken tanı ve tedavisi, hastalığın prognozunun belirlenmesi açısından önem arzetmektedir. Özellikle, kliniğin tam olarak oturmadığı şüpheli olgularda, üç fazlı kemik sintigrafisi yapılması hem hastalığın erken dönemlerinde ayırıcı tanıda yardımcı olur, hemde tedavinin etkili olup olmadığının değerlendirilmesi açısından önemlidir. Anahtar Kelimeler: Refleks sempatik distrofi, vazomotor instabilite, kemik sintigrafisi 173 P-97 Renal sintigrafi ile tanı konulan renal pitozis vakası Gül S S*, Uysal M**, Koçyiğit Deveci E***, Meydan M****, Taş U** * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat ** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat *** Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, Adana **** Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir Renal pitozis (RP), böbreklerin normal lokalizasyonundan pelvise doğru yer değiştirdiği anormal bir durumdur. Hastalığın böbreğin etrafındaki fasyada ortaya çıkan zayıflık sonucu geliştiği düşünülmektedir. RP, çoğu hastada asemptomatiktir. Bununla birlikte şiddetli yan ağrısı, bulantı, hematüri ve proteinüri ile karakterize olabilir. Hastalığın tanısı klinik bulgulara dayanarak konulabilir. Tanı intravenöz piyelografi ve renal sintigrafi ile doğrulanmalıdır. Bu bildiride sintigrafik inceleme sonrasında tanı almış renal pitozisli bir hasta sunulmuştur. Olgu: Karın ağrısı nedeniyle hastanemize başvuran bayan hasta, renal sintigrafi istemiyle nükleer tıp bölümüne sevk edilmiştir. Hastanın Teknesyum-99m dietilentriaminpentaasetikasit ile yapılan dinamik böbrek sintigrafisinde sol böbreğin konsantrasyon ve ekskresyon fonksiyonlarının normal düzeyde olduğu görüldü. Sağ böbreğin ise beklenen anatomik lokalizasyonda olmayıp mesane üst kesiminde horizontal pozisyonda ve anterior kesime yakın olmak üzere pitotik yerleşimli olduğu görüldü. Mesane süperpozisyonu nedeniyle fonksiyonları hakkında bilgi elde edilememiştir. Ayrı bir seansta Teknesyum-99m dimerkaptosüksinikasit ile yapılan statik böbrek sintigrafisinde sağ böbrek genelinde dilatasyon ile uyumlu hipoaktif alanlar izlenmekle birlikte renal kortikal skar saptanmamıştır. Global renal fonksiyona katılım sağ böbrek için %41, sol böbrek için %59 olarak hesaplanmıştır. Renal pitozisli hastalarda klinik bulguların belirsiz olması nedeniyle, görüntüleme yöntemleri büyük önem taşımaktadır. Renal sintigrafik inceleme, bu hastalarda renal lokalizasyonun yanı sıra böbrek fonksiyonları hakkında da bilgi vereceği için daha önemli olduğu düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Renal pitozis, renal kortikal sintigrafi, teknesyum-99m 174 P-98 Baş ve boyun antropometrik verileri ile denge analizi değerleri arasındaki ilişkinin incelenmesi Uluçam E*, Çıkmaz S*, Yılmaz A*, Parlak M*, Dönmez D*, Karahan M* *Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi A.D., Edirne, Türkiye Amaç: Denge analizi ölçümlerinden elde edilen veriler ile bazı baş antropometrik verilerinin arasındaki ilişkinin ortaya konması amaçlanmaktadır. Materyal ve Metod: Çalışmaya 15 sağlıklı erkek denek katıldı. Denekler günün aynı saatlerinde (10:00-12:00) ölçüldü. Ölçümler için CMS20P-2 (Zebris© Medical GmbH, Germany) cihazının “Cranio corpo graphy” bölümü kullanıldı. Deneklerin baş uzunluğu, baş çevresi, baş genişliği, boyun çevresi, boyun genişliği ve boyun ön-arka çapı ölçüldü. Denge değerleri olarak, uzunlamasına sapma, yana salınım genişliği, açısal sapma, etrafında dönme, uzunlamasına salınım, yana salınım, tortikollis açısı verileri değerlendirildi. Bulgular arasındaki ilişki istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Baş uzunluğu, yana salınım genişliği (r = -0,29), etrafında dönme (r = -0,35) ve yana salınım (r = 0,39) ile orta dereceli bir bağıntı gösterdi. Baş genişliği ile uzunlamasına sapma (r = 0,28) arasında orta dereceli pozitif bir ilişki bulundu. Boyun çevresi ve boyun genişliği ile uzunlamasına salınım arasındaki ilişki orta düzey (r = 0,46 ve r = 0,36) olarak belirlendi. Sonuç: Araştırmamızda elde edilen değerler baş ve boyun antropometrisi ile denge arasında bağıntının orta düzeyde olduğunu gösterdi. Anahtar kelimeler: Denge, antropometri, baş, boyun 175 P-99 Sever Hastalığı: Kalkaneal Apofizitis Uysal M*, GÜL S S**, Hasbek Z***, Koçyiğit Deveci E****, Taş U* * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat ** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat *** Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas **** Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, Adana Çocuklardaki topuk ağrısının en sık nedeni kalkaneal apofizittir ve Sever Hastalığı olarak tanımlanmıştır. Tipik olarak hızlı büyüme evresindeki çocuklarda ve egzersiz sezonunun başlangıcında görülür. Özellikle 8-15 yaşlarında, çok aktif, atletik ve kilolu erkek çocuklarında ve gençlerde daha sık görülür. Topuk ağrısı ile başvuran bir çocuk hastada ayırıcı tanıda Aşil tendiniti, retrokalkaneal bursit, kalkaneal stres kırığı, kalkaneal kistler, osteomiyelit ve plantar fasiit göz önünde bulundurulmalıdır. Sık karşılaşılan bir klinik tablo olmasına rağmen Sever Hastalığı hakkında ulusal ve uluslararası literatürde oldukça az doküman bulunmaktadır. Bu bildiride literatüre katkı sağlamak amacıyla Sever Hastalığı bulunan bir olgu sunuldu. Olgu: Bilateral topuk ağrısı ile başvuran erkek hastada Teknesyum-99m metilendifosfonat ile yapılan üç fazlı tüm vücut sintigrafisinde “kanlama ve kan havuzu görüntülerinde her iki ayak bölgesinde calcaneus’a uyan alanda hiperemi ile uyumlu görünüm izlendi. Geç faz statik görüntülerinde bilateral tuber calcanei’de odaksal tarzda simetrik artmış osteoblastik aktivite tutulumu” izlendi. Hastanın klinik ve sintigrafik bulguları sonucunda Sever Hastalığı olarak değerlendirilerek konservatif tedavi başlandı. Sever Hastalığı’nın erken dönemlerinde ayak grafileri genellikle normaldir. Bu nedenle Sever Hastalığı kliniğinin şüpheli olduğu durumlarda, klinisyene yol gösterici olması açısından üç fazlı kemik sintigrafisi yapılmasının yararlı olacağı düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Sever Hastalığı, kalkaneal apofizitis, tüm vücut kemik sintigrafisi 176 P-100 Fasciculus Posterior’un Dallarının Nadir Bir Varyasyonu Dursun A*, Bilkay C*, Albay S* *Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Isparta Plexus brachialis varyasyonları nadir değildir. Plexus brachialis ve dalları ile ilgili pek çok varyasyon bildirilmiştir ancak fasciculus posterior ile ilgili varyasyonlar kısmen daha nadirdir. Lisans öğrencileri eğitimi için yapılan rutin diseksiyon dersi esnasında formaldehit ile fikse edilmiş, cervical, thoracal ve her iki axillar bölgesinde herhangi bir patolojik lezyon, travma ve cerrahi müdahale izi olmayan 72 yaşında bayan kadavrada, sağ plexus brachialis’de fasciculus posterior’un n. axillaris ve n. radialis olmak üzere sadece iki dalı olduğu görüldü. Fasciculus posterior’dan ayrılması gereken n. subscapularis superior, n. subscapularis inferior ve n. thoracodorsalis’in, n. axillaris’den ayrıldığı tespit edildi. Kadavrada her iki plexus brachialis’de başka varyasyona rastlanmamıştır. N. subscapularis superior, n. subscapularis inferior ve n. thoracodorsalis’in n. axillaris’den ayrılmış olması, yaptığımız literatür taramasına göre nadir bir varyasyondur ve özellikle bu bölgeye uygulanacak cerrahi müdahalede, bölgesel anestezide ve bölgenin radyolojik değerlendirmesinde bu varyasyonun bilinmesi önemlidir. Anahtar kelimeler: fasciculus posterior; nervi subscapulares; nervus thoracodorsalis; nervus axillaris; varyasyon. 177 P-101 Üç Başlı M. Biceps Brachii: Olgu Sunumu Bilkay C*, Candan B*, Albay S* *Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Isparta Eğitim amaçlı yapılan rutin diseksiyon çalışması esnasında formaldehit ile fikse edilmiş 73 yaşındaki bir erkek kadavranın sol kolunda, m. biceps brachii’nin iki başına ek olarak, bir başının daha olduğu görüldü. Kasın diğer iki başı ve diğer kol kasları normal anatomik lokalizasyonundaydı. Üç başlı m. biceps brachii olguları bazı araştırmacılar tarafından başın orijin aldığı yere göre infero-medial humeral, superior humeral, infero-lateral humeral baş olmak üzere sınıflandırılmış. Bu vakada m. brachialis’in origosunun medialinden ve humerus’un orta 1/3’lük kısımlarından başlayan aksesuar baş, m. biceps brachii’nin ortak tendonunda sonlanıyordu. Literatürde infero-medial humeral baş olarak adlandırılan bu başın görülme sıklığı ırka göre değişmekle beraber; ortalama %7,7 - %12 dir. Türk populasyonunda yapılan çeşitli çalışmalarda ise insidansı %2,54 - %6,15 olarak gösterilmiştir. Bu gibi varyasyonların bilinmesinin olası cerrahi komplikasyonların önlenmesinde ve tanı yöntemlerinde önemli olduğunu düşünüyoruz. Anahtar kelimeler: m. biceps brachii, varyasyon, aksesuar baş. 178 P-102 Lokal beta hCG Enjeksiyonuna Bağlı Rat Hipofiz Bezinde Oluşan İmmunohistokimyasal Değişiklikler Öktem H*, Tunç E**, Çalgüner E***, Erdoğan D****, Gözil R***, Bahçelioglu M***, Göktaş G****, Elmas Ç**** * Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim dalı, Ankara, Türkiye ** Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim dalı, İstanbul, Türkiye *** Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim dalı, Ankara, Türkiye **** Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embryoloji Anabilim dalı, Ankara, Türkiye Amaç: Son yıllarda obezite tedavisinde hipotalamik disfonksiyona yönelik olarak kullanılan human chorionic gonadotropin (hCG) hormon preparatının her iki cinstte, kilo vermenin hızlandığı görülmüştür. hCG preparatı aynı zamanda in vitro fertilizasyon ve hipogonadotropik hipogonadism tedavisinde yüksek dozda kullanılır. Bu çalışmadaki amacımız, kilo vermek için kullanılan lokal hCG enjeksiyonu ile hipofiz bezinde oluşan immunohistokimyasal değişiklikleri ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 10 obez dişi, 10 obez erkek, 10 obez olmayan dişi ve 10 obez olmayan erkek rat kullanıldı. Her grupta bulunan 7 rata 5 hafta boyunca haftanın 5 günü subkutan beta hCG uygulandı. Geri kalan 3 rata da placebo verildi. Uygulama sonrasında alınan hipofiz bezleri immunohistokimyasal olarak incelendi. Sonuç: Progesteron reseptör immunoreaktivitesi tüm gruplarda benzer bulundu. Hipofiz dokusuna bakıldığında obez olmayan ve beta hCG uygulaması yapılmayan grupta bazı hücrelerde düşük immunorekativite vardı. Obez olmayan beta hCG uygulanan grupta kapsül altında yerleşen hücrelerde reaksiyon görülmekte idi. Beta hCG uygulanmayan obez grupta kapsül altında yerleşen hücrelerdeki immunoreaktivite önceki gruba göre daha fazladır. Beta hCG uygulanan obez grupta hipofiz dokusunda önceki gruba göre reaksiyonun daha az olduğu görüldü. Sonuç olarak diete ek olarak uygulanan beta hCG uygulamasının hipofiz üzerine etkisi yoktur. Anahtar Kelimeler: Beta hCG, obesite, hipofiz, immunohistokimya 179 P-103 Vena Jugularis Externa ve Vena Cephalica’nın Olağandışı Sonlanma Şekilleri Desdicioglu K*, Erdoğan Öztürk K*, Malas M A* *İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye Vena (v) jugularis externa ve v. cephalica’nın başlangıç, bitiş ve seyri ile ilgili varyasyonlarının bilinmesi, cerrahlar, radyologlar ve anestezistler için oldukça önemlidir. Anabilim dalımız diseksiyon laboratuarında yaptığımız rutin kadavra diseksiyonu sırasında 60 yaşlarında erişkin erkek kadavranın sol boyun bölgesindeki v. jugularis externa’nın ve sol üst ekstremitesindeki v. cephalica’nın sonlanma şekillerinin farklı olduğu gözlendi. Kadavranın sol boyun bölgesindeki v. jugularis externa’nın sol scapular bölgeden gelen v. suprascapularis’le birleşerek ortak bir ven kütüğü oluşturduğu ve bu ortak ven kütüğünün angulus venozus’a açıldığı izlendi. Ayrıca sol üst ekstremitedeki v. cephalica’nın v. axillaris yerine boyun bölgesinde v. jugularis externa’ya açıldığı tespit edildi. Kadavranın sağ boyun bölgesindeki v. jugularis externa’nın ve sağ üst ekstremitesindeki v. cephalica’nın seyri normal olarak tespit edildi. Daha önceki literatürleri incelediğimizde v. jugularis externa ve v. cephalica ile ilgili değişik çalışmalar tanımlanmıştır. V. jugularis externa ve v. cephalica ile ilgili tanımladığımız bu varyasyonlarının bilinmesinin bu bölge ile ilgilenen cerrahlara, radyologlara ve anestezistlere faydalı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Kadavra, ven, varyasyon 180 P-104 Erişkin Popülasyonda Bilgisayarlı Tomografi İle Sefalometrik Analiz Erdoğan Öztürk K*, Tatlısumak E**, Yılmaz Ovalı G***, Pabuşçu Y****, Tarhan S*** * İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı **Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı ***Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı Çalışmamızın amacı erişkin popülasyonda bilgisayarlı tomografi (BT) ile normal kraniyofasiyal sefalometrik ölçümlerin elde edilmesi, yaş ve cinsiyetle ve birbirleri ile ilişkilerinin araştırılması, sağ ve sol yüz yarımlarındaki ölçümler arasında fark olup olmadığının değerlendirilmesidir. Çalışmada Celal Bayar Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı arşivinden 18-90 yaş aralığındaki 315 (159 erkek, 156 kadın) hastanın kraniyal BT görüntüleri kullanıldı. Çalışmaya kraniyal bölgesinde fraktür ya da anomali bulunan ve/veya operasyon geçirmiş hastalara ait görüntüler dahil edilmedi. Kraniyal kubbe, orbita ve zygomatic bölgelerden geçen 3 farklı aksiyal BT kesitinde 6 tanesi bilateral olmak üzere toplam 21 adet ölçüm yapıldı. Tüm çalışma gurubu ve her iki cins için yapılan ölçümlerin ortalama değerleri hesaplandı. Çalışma gurubu yaşa göre 6 gurup bölünerek ölçümlerin yaşa bağlı değişimleri araştırıldı. Pearson korelasyon analizi ile ölçümler arasındaki ilişki değerlendirildi. Sağ ve sol yüz yarımlarına ait bilateral ölçümler birbirleri ile karşılaştırıldı ve dominant taraf belirlendi. İstatistik analizler SPSS 15.0 programı ile yapıldı. P< 0,05 anlamlı kabul edildi. Tüm ölçümler erkeklerde daha büyüktü ve çoğu istatistik yönden anlamlı ölçüde farklıydı. Midinterorbital ve interzygomatic arcus ön bağlantı mesafelerinin yaşla korelasyon gösterdiği saptandı. Bilateral ölçümler genellikle sağ yüz yarımında daha yüksek değere sahipti. Asimetri yaşa ve cinsiyete bağlı olarak değişmiyordu. Bu çalışmada elde edilen normal bireylere ait verilerin, kraniyofasiyal deformite ve travmaların tanı ve tedavisinde yararlı olacağını düşünmekteyiz. Midinterorbital mesafe ve interzygomatic arcus ön bağlantı mesafelerinin yaşla korelasyon göstermesi yüz yaşlanmasında kemik yapıdaki değişimlerin de etkili olduğunu göstermektedir. Normal bireylerde asimetrinin varlığı yüzdeki girişimlerde oluşacak hafif asimetrinin kabul edilebilir olduğunu düşündürmektedir. Anahtar kelimeler: sefalometri, kraniyofasyal ölçümler, yüzde asimetri 181 P-105 Maxilla'nın Ön Bölgesinde Gözlenen Aksesuar Kanalların Konik Işın Demetli Bilgisayarlı Tomografi ile İncelenmesi: Ön Çalışma Aydın Ü*, Pelin C**, Külah K* * Başkent Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi A. D., Ankara ** Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara Amaç: Konik ışın demetli bilgisayarlı tomografinin (KIBT) kullanıma girmesi, çene-yüz bölgesinde yer alan anatomik oluşumlar ve varyasyonların daha ayrıntılı bir şekilde incelenmesine imkan tanımıştır. Bu çalışmada, KIBT ile elde edilen görüntülerde maxilla'nın ön bölgesinde izlenen aksesuar kanalların retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Otuz hastadan alınmış olan KIBT görüntülerinde, tek veya çift taraflı olarak maxiller kanin dişlerin distaline kadar olan bölgenin izlendiği 49 yarım çene çalışmaya dahil edildi. Patolojik lezyonlar veya gömülü dişler nedeniyle aksesuar kanalların izlenemediği KIBT incelemeleri hariç tutuldu. Çalışma grubundaki hastaların 16'sı kadın 14'ü erkekti ve yaşları 12 ile 67 arasında değişmekteydi. KIBT görüntüleri, iki gözlemci tarafından; cihazların kendi yazılımları kullanılarak çeşitli düzlemlerde incelendi. Çapı en az 1,0 mm olan aksesuar kanalları; çapı, yeri, seyri, hastanın yaş ve cinsiyeti bakımından analiz edildi. Sonuçlar frekans dağılım testi ile değerlendirildi. Bulgular: KIBT kesitleri incelenen 49 tarafın 6 tanesinde, en geniş çapı minimum 1,0 mm olan 7 aksesuar kanal (AK) belirlendi (%14,3). AK belirlenen hastaların beşi erkek biri kadındı ve yaşları 20 ile 55 arasındaydı. Aksesuar kanalların çapı 1,0 ile 1,5 mm arasında değişmekteydi. Bu kanalların alveolar krete açıldığı foramenler kesici dişlerin palatinalinde yer almaktaydı. Sonuç: Maxilla'nın ön bölgesinde nasopalatin kanala ek olarak, aksesuar kanallar da bulunmaktadır. Aksesuar kanallar bu bölgede yapılacak cerrahi işlemlerde önem taşıyacaktır. Anahtar Kelimeler: Aksesuar kanal, konik ışınlı bilgisayarlı tomografi, maxilla 182 P-106 Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların el ve parmak uzunluk ölçümleri ile 2D:4D oranının klinik öneminin değerlendirilmesi Buru E*, Gözil R*, Iseri E**, Özkan S***, Bahçelioğlu M* * Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye ** Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye *** Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB); dikkat süresinin kısalığı ile davranışlarda ortaya çıkan hareketlilik ve huzursuzluktur. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu el anatomisi üzerine de etkileri olan bir davranış bozukluğudur. Bu nedenle; çalışmamız Türk toplumunda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu tanısı almış ve tedavi görmekte olan 7 - 17 yaş grubu bireylerin el ve parmak ölçümlerini ve özellik de 2D:4D oranını saptayıp sağlıklı bireylerle karşılaştırmak ve bu oranın klinikte kolay bir ön tanı parametresi olarak kullanımının geçerliliğini araştırmak ereğiyle yapılmıştır. Çalışmamıza DEHB’li ve kontrol grubu olarak 7-17 yaş arası toplam 540 (104 DEHB’li, 436 kontrol) kişi katılmıştır. Olgu grubu katılımcılarının 27 (%26)’si kız, 77 (%74)’ü erkektir. Kontrol grubu katılımcılarının 196 (%45)’sı kız, 240 (%55)’ı erkektir. Katılımcıların sağ ve sol ellerinde digital kompas’la el boyu, el eni, ara mesafe, 1., 2., 3., 4., 5. parmak uzunlukları ölçülmüştür. 2D:3D, 2D:4D, 2D:5D, 3D:4D, 3D:5D, 4D:5D oranları hesaplanmıştır. DEHB’li çocuk grubu doğum şekli, doğum komplikasyonu, kronik hastalık ve el tercihi yönünden de incelenmiştir. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu en çok 7-8 yaş grubunda ve erkek çocuklarda saptanmıştır. Hem sağ hem sol elde, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarla kontrol grubu çocukları arasında 2D:4D oranı açısından istatiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). DEHB’li çocuk grubunda doğum şekli, doğum komplikasyonu ve kronik hastalık varlığıyla 2D:4D arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Ancak el tercihi dikkate alındığında sağ el kullanan DEHB’li erkek çocuklarda 2D:4D oranının anlamlı olması dikkat çekmiştir. Sonuç olarak; çalışmamızın bulgularına göre DEHB ve diğer çocukluk çağı psikiyatrik hastalıklar antropolojik ölçümlerle erken dönemde tanı alabilir. Böylece, bireyin tedavisi kısa sürede yapılabilir. Anahtar Kelimeler: Parmak uzunluk oranları, DEHB 183 P-107 Musculus brachioradialis ve ramus superficialis nervi radialis’in varyasyonu: Olgu sunumu Gözil R *, Kastamoni Y *, Bahçelioğlu M * * Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Erkek bir kadavra üzerinde gerçekleştirilen rutin diseksiyon sırasında, her iki üst ekstremitede de, m. brachioradialis’ten çift tendon çıktığı tespit edilmiştir. N. radialis’in ramus superficialis’i, m. brachioradialis’in derininde uzanır ve daha sonra m. brachioradialis tendonu ve m. extensor carpi radialis longus tendonu arasında fascia profundus’u delerek yüzeyelleşir. Bizim vakamızda, her iki üst ekstremitede de, n. radialis’in ramus superficialis’in m. brachioradialis’ten çıkan çift tendonun arasından geçtiği tespit edilmiştir. Ayrıca, sağ üst ekstremitede, m. brachioradialis’in iki başlı olduğu görülmüştür. Anahtar Kelimeler: M. brachioradialis - Tendon varyasyonu - Ramus superficialis nervi radialis – Wartenberg sendromu 184 P-108 Sıçanlarda Arseniğin Sebep Olduğu Karaciğer Hasarı Üzerine Melatoninin Faydalı Etkileri Uygur R*, Aktaş C**, Şener Ü ***, Çağlar V*, Yıldırım O****, Baltacı B B*, Uygur E***, Erboğa M**, Gürel A*****, Özen O A* * Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tekirdağ ** Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ *** Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ **** Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Anabilim Dalı, Tekirdağ ***** Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Tekirdağ Karaciğer arsenik maruziyetinde bir hedef organ olarak tanımlanmıştır. Yaygın çevresel toksin olan arseniğin karaciğerde birikmesi hepatotoksisiteye neden olmaktadır. Çalışmamızda sıçanlarda arseniğin neden olduğu karaciğer hasarı üzerine melatoninin etkilerinin incelenmesi planlandı. Çalışmamızda 27 adet erkek sıçan üç gruba ayrıldı: 1) Kontrol grubu (10 ml/kg SF, intragastrik), 2) Arsenik grubu (10 mg/kg sodyum arsenit, intragastrik), 3) Arsenik + melatonin grubu (10 mg/kg sodyum arsenit, intragastrik ve 10 mg/kg melatonin, intraperitoneal). 15. günün sonunda sıçanlar tartılarak sakrifiye edildi ve karaciğerleri alındı. Süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve glutatyon peroksidaz (GSH-Px) enzim aktiviteleri ile malondialdehit (MDA) düzeyleri spektrofotometrik olarak belirlendi. Karaciğerdeki arsenik miktarının analizi İndüktif Eşleşmiş Plazma / Optik Emisyon Spektrometresi (ICP-OES) ile yapıldı. Sıçanların ağırlıkları bakımından gruplar arasında anlamlı farklılık görülmedi. Arseniğin karaciğer dokusunda SOD, CAT ve GSH-Px enzim aktivitelerini azalttığı, MDA düzeyini ise arttırdığı saptandı. Melatonin uygulamasıyla azalan SOD, CAT ve GSH-Px enzim aktivitelerinde artış, artan MDA düzeyinde ise azalma tespit edildi. Karaciğerdeki arsenik miktarının arsenik grubunda anlamlı derecede arttığı bulundu. Karaciğerdeki arsenik miktarları açısından arsenik grubu ile melatonin verilen grup arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı. Bu bulgular oksidatif stres ve lipid peroksidasyonunu azaltarak arseniğin sebep olduğu karaciğer hasarı üzerine melatoninin faydalı etkileri olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Arsenik, Melatonin, Karaciğer, Oksidatif stres 185 P-109 Atipik Yerleşimli Dev Hücreli Kemik Tümörü: Olgu Sunumu Gül S S*, Uysal M **, Hasbek Z***, Bıçakcı H****, Taş U** * Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat ** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat *** Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas **** Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir Dev hücreli kemik tümörü (DHT) indiferansiye hücrelerden oluşan, çok sayıda multinükleer dev hücrenin yanında prolifere mononükleer veya stromal hücrelerin kaynaşması sonucunda ortaya çıkan bir neoplasmdır. Yerleşim olarak en çok femur distal uç, tibia proksimal uç ve radiusun distal ucunda görülür. Genellikle 25-35 yaşları arasında görülen tümörün 20 yaş altında ve 50 yaş üstünde görülmesi nadirdir. Bilgisayarlı tomografi, lezyonun genişliğini saptamada yararlı olmakla birlikte, tümörün karakteristiği ve agresivitesi konusunda standart radyografilere fazla üstünlük sağlamaz. Bu bildirimizde üç fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi yapılan sağ femurun proksimal bölgesinde atipik yerleşimli dev hücreli kemik tümör olgusu sunulmuştur. Olgu: Sağ bacak ağrısı bulunan kadın hastanın yapılan üç fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi sonucu: “kanlama ve kan havuzu görüntülerinde sağ femur 1/3 proksimal kesimine uyan alanda perfüzyon artışı ve hiperemi, geç faz statik görüntülerinde ise sağ femur proksimalinde diafizer bölgede ekspansil karakterde heterojen osteoblastik artmış aktivite tutulumu” izlenmiştir. Hasta radyolojik ve klinik olarak değerlendirilerek DHT tanısı almıştır. DHT, kadınlarda erkeklere kıyasla daha sık olarak karşılaşılmaktadır. Litratür ile uyumlu olarak bizim olgumuzda da DHT varlığı kadın bir hastada saptanmıştır. Fakat literatür verilerinin aksine tümörün olgumuzdaki yerleşimi atipik bir lokalizasyon göstermektedir. Olgumuzdakine benzer şekilde tümörün femur distal uç, tibia proksimal uç ve radiusun distal ucunda sık görülmesi haricinde atipik yerleşim gösterebileceği de akılda tutulmalıdır. Anahtar kelimeler: Dev hücreli kemik tümörü, Tüm vücut kemik sintigrafisi, Teknesyum99m 186 P-110 Wistar Albino Ratlarda Karbon Tetraklorür İle İndüklenen Karaciğer Hasarına Karşı Cape’nin Koruyucu Etkileri Çetin A*, Elbe H*, Taşlıdere E*, Gül M*, Otlu A* * İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya Amaç: CCl4, serbest radikallerin açığa çıkmasına neden olarak karaciğerde hasar oluşturan bir ajandır. Bu serbest radikaller lipid peroksidasyonu oluşturur ve bunu izleyerek oluşan toksik lipid peroksidasyon ürünleriyle membran hasarı ortaya çıkar. Membran hasarı engellenemez ise hücre ölümü gerçekleşir. Kafeik asit fenetil ester (CAPE) balarısı propolisinin aktif bir bileşenidir. Yapılan çalışmalarda CAPE’ nin antiinflamatuar, immunomodülatör ve antioksidan etkileri olduğu gösterilmiştir. Bu çalışma CCl4’ün karaciğer dokusunda neden olduğu histolojik hasara karşı CAPE’nin koruyucu etkilerini belirlemek amacıyla planlandı. Materyal- Metod: Bu çalışmada 28 adet rat rastgele seçilerek 4 gruba ayrıldı. Gruplar: 1. Grup: Kontrol (%5 Etanol, 1ml/gün/ip), 2. Grup: Zeytinyağı (0,5 ml/gün/ip) 3. CCl4 grubu (0,5 ml/kg/gün aşırı/ip), 4. CCl4 + CAPE (0,5 ml/kg/gün aşırı/ip + 10 µmol/ kg/gün/ip) grubu olarak belirlendi. Deney sonunda alınan doku örnekleri %10’luk formaldehitte tespit edilerek parafine gömüldü. Parafin bloklardan alınan 5 µm kalınlığındaki kesitlere Hematoksilen- Eozin boyama metodu uygulandı. Kesitler Leica DFC 280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü Analiz sistemi kullanılarak incelendi. Bulgular: Kontrol ve zeytinyağı grubunda karaciğer normal histolojik görünümde izlendi. CCl4 grubunda ise intralobüler hepatositlerin radial düzeninde bozulma, eozinofilik boyanmış ve piknotik nükleuslu hepatositler, inflamatuar hücre infiltrasyonu, hepatositlerde vakuolizasyon, vasküler konjesyon ve hemoraji gözlendi. CCl4 + CAPE grubunda histopatolojik bulgular CCl4 grubundaki kadar yaygın değildi. Sonuç: Elde edilen bulgular ışığında CAPE uygulamasının karaciğerde CCl4’ in neden olduğu toksik etkilere karşı koruyucu olduğu sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: CCl4, CAPE, Karaciğer, Hepatotoksisite. 187 P-111 Rat’ta Beyin Ventrikül Sisteminin Anaglyph Formu Terim Kapakin K A*, Kapakin S** * Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı ** Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Bu çalışmanın amacı rat beyninin ventrikül sistemini üç boyutlu rekonstrüksiyonunu yapmak ve onun anaglyph biçimini oluşturmakdı. Bizim vakada, rat beyninin ventrikül sisteminin görüntülerinin sağ ve sol renkli stereo çiftleri Adobe Photoshop ile anaglyph’lerini oluşturmak için bir araya getirildi. Önce her iki görüntü greyscale görüntülere çevrildi, ve onlar daha sonra RGB (kırmızı, yeşil, mavi) görüntülere geri çevrildi. Ardından, sol stereo çiftinin kırmızı bileşeni sağ stereo çiftinin kırmızı bileşenine kopyalandı, sağ görüntünün kırmızı bileşeni yok edildi. İki renkli dijital görüntü üretildi ve bu, fotoğraf kalitesinde yazıcılar kullanarak fotorealistik görüntüler olarak basılabildi. Rat beyninin ventrikül sisteminin şekil ve büyüklüklerindeki değişiklikleri takip etmek mümkün olabilmektedir. Klinisyenler genellikle hastalıkları rat beyninin ventrikül sisteminin şekil ve boyutlarındaki değişikliklerle tespit edebilirler. Anahtar Kelimeler: Rat, Beyin Ventrikül Sistemi, Anaglyph 188 P-112 Tavşanların İç Organlarının VRML (Sanal Gerçeklik Modelleme Dili) Biçimini Oluşturma Terim Kapakin K A*, Kapakin S** * Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Erzurum/Türkiye ** Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Erzurum/Türkiye Bu çalışmanın amacı Yeni Zelanda Tavşanlarının iç organlarının VRML biçimlerini oluşturmak ve onları ağ üzerinde paylaşmaktır. Her iki cinsten, 1.5-2 yaşlarında, 3.5-4 kg ağırlığında toplam on sağlıklı Yeni Zelanda tavşanı kullanıldı. Hayvanlar intravenöz yolla, 5 mg/kg ketamine-HCL (KetamidorTM Richer Pharma AG, Wels, Austria) ve 20 mg/kg propofol (PropofolTM amp., Fresenius Kabi, Austria) ile uyutuldu. Anestezi altında, yüzükoyun pozisyonda, hayvanlar 16-kesit bilgisayarlı tomografi sistemi (Aquilion, Toshiba Medical Systems) ile tarandı. Görüntüleme parametreleri aşağıdaki gibiydi: 16 × 0.5 mm kolimasyon; 1.0-mm kesit kalınlığı, and 1.0-mm rekonstrüksiyon aralığı. Doz ve tarama parametreleri Türkiyedeki Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesindeki radyoloji uzmanları tarafından, belgelenmiş tarama pratikleri ve en düşük seviyede radyasyona maruz kalırken, optimum görüntü kalitesini üretmek için son çalışmaları göz önünde tutan, standardize edilmiş protokole dayandırılarak uygulandı. Elde edilen koronal görüntüler SurfDriver 3.5.6 yazılımı kullanılarak surface-rendered rekonstrüksiyonlar yapmak için kişisel bir bilgisayara aktarıldı. Bu modeller Cinema 4D yazılımında VRML biçimi oluşturmak için ileri işlemlere maruz bırakıldı. VRML biçimi büyük bilgisayar terminalleri olmadan kişisel bilgisayarlar üzerinde bu verilerin taşınmasına, paylaşılmasına ve kullanılmasına imkan tanıdı. Bu veriler ağ üzerinde öğrencilerin, araştırmacıların ve cerrahların eğitiminde kullanıldı. Anahtar Kelimeler: Tavşan, Üç-boyutlu rekonstrüksiyon, Sanal Gerçeklik Modelleme Dili, VRML 189 P-113 Nervus Fibularis Communis Kaynaklı Nervus Suralis Olgusu Erdoğan Öztürk K*, Çizmeci G*, Desdicioğlu K*, Malas M A* * İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye Nervus (n) suralis, sırasıyla n. tibialis ve n. fibularis (peroneus) communis’in dalları olan n. cutaneus surae medialis ile n. cutaneus surae lateralis’in bacağın arka yüzünün ortalarında birleşmesiyle meydana gelir. Daha sonra malleolus lateralis’in arkasına kadar venae (v) saphena parva ile birlikte seyreder ve ayak sırtının dış kısmında n. cutaneus dorsalis lateralis olarak küçük parmağa kadar uzanır. N.suralis hem biyopsi ve iletim hızı gibi tanıda hem de sinir naklinde tedavi amaçlı sıklıkla kullanılan bir sinir olması sebebiyle sinire ait varyasyonlar bu bölgede çalışan cerrahlar için oldukça önemlidir. Anabilim dalımıza ait diseksiyon laboratuarında yaptığımız rutin kadavra diseksiyonu sırasında erişkin erkek kadavranın sol alt ekstremitesinde n. suralis’in n. fibularis communis’ten kaynaklandığı gözlemledik. Daha sonra n. suralis’in v. saphena parva’nın lateralinde olacak şekilde bacağın distaline doğru ilerlediği gözlemledik. N. suralis’in sağ alt ekstremitedeki seyri ise normal olarak tespit edildi. Literatürde n. suralis’le ilgili değişik çalışmaların var olduğunu tespit ettik. N. suralis’le ilgili tanımladığımız bu varyasyonun bilinmesinin bu bölge ile ilgili yapılacak radyolojik ve nörolojik çalışmalarda ve cerrahi girişimlerde faydalı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Sural sinir, Kadavra, Varyasyon 190 P-114 İnsan Fetuslarında Muskulus Plantaris’in Anatomisi ve Varyasyonları Desdicioglu K*, Uğuz C**, Sakallı B***, Koyuncu E***, Malas MA* * İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye ** Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla/Türkiye *** Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Isparta/Türkiye Amaç: Fetal dönem boyunca muskulus plantarisin morfometrik gelişimini ve varyasyonlarını araştırmayı ve erişkinlerde yapılan çalışma sonuçları ile karşılaştırmayı amaçladık. Materyal ve Metod: Çalışmaya, yaşları 15–40 gebelik haftası yaşı arasında değişen ve eksternal patolojisi veya anomalisi olmayan, toplam 102 fetus bacağı (51 adet insan fetusu: 26 erkek, 25 kız) dahil edildi. Fetuslar gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre gruplara ayrıldı. Fetusların genel eksternal ölçümleri yapıldıktan sonra bacak diseksiyonu yapıldı. Daha sonra musculus plantaris’e ait morfometrik parametreler ölçüldü. Bulgular: Ölçülen parametrelerin gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre ortalamaları ve standart sapmaları belirlendi. Ölçülen parametreler ile gestasyonel yaş arasında anlamlı korelasyon ilişkisi vardı (p<0.001). Cinsiyetler arasında parametreler yönünden fark yoktu (p>0.005). Elde edilen tüm sonuçlar daha önce yapılan çalışmalarla karşılaştırılarak tartışıldı. Sonuç: Çalışmamızda elde edilen verilerin, fetal dönemde muskulus plantaris gelişiminin değerlendirilmesinde, klinik çalışmalarda ve uygulamalarda ilgili klinisyenlere faydalı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Fetal gelişim, Morfometri, Muskulus plantaris, Anatomi. 191 P-115 Tiroid Kıkırdağın Bir Varyasyonu: Sol Cornu Superior Yokluğu Koşar Mİ*, Tetiker H*, Uğuz Gencer C*, Balcı Y**, Şahan M*** * Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla/ Türkiye ** Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, Muğla/ Türkiye *** Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Muğla/ Türkiye Tiroid kıkırdağı larynx’in en büyük kıkırdağıdır ve larynx iskeletinin ön ve yan duvarlarının büyük kısmını oluşturur. Tiroid kıkırdağın iki cornu superior, iki de cornu inferior’u bulunur. Cornu superior doğuştan bulunmayabilir yada sonradan travma sonucu disloke olabilir. Tiroid kıkırdağın nadir bir anatomik varyasyonuna farkındalık oluşturmak için bu vakayı sunduk. Bir adli tıp uzmanı tarafından yapılan otopside 70 yaşındaki bir erkeğin kalp damar hastalığından öldüğü belirlendi. Boğaz muayenesinde hyoid kemik ve tiroid kartilajın sağlam bulunduğu tesbit edildi. Tiroid kıkırdak sol boynuzun anatomik yerinde olmadığı gözlendi. Bu durumun anatomik bir varyasyon olduğu düşünüldü. Biz bu yazıda sol tarafta, tiroid kıkırdağın cornu superior yokluğunu bildirdik. Bazen bir veya birkaç cornu’nun tam agenezisi olabilir. Bu anatomik varyasyon literatürde çok az tarif edilmiştir. Bu anatomik varyasyonun bilinmesi, farklı klinik durumların tanınmasında yaralı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Cornu superior, Cartilago thyroidea, Larynx anomalisi, Otopsi, Konjenital anormallik 192 P-116 Kuru Kemiklerde Proksimal Femur Üzerine Morfometrik Bir Çalışma Akın D*, Aydın Kabakçı AD*,Yılmaz MT*, Şeker M *, Korkut Z* * Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya/Türkiye Giriş: Femur vücudun en uzun ve en kuvvetli kemiğidir. Genellikle vücut uzunluğunun 1/4'ü kadardır. Bu çalışmanın amacı, kuru kemiklerde proksimal femur’un morfometrik incelenmesi ve literatürdeki çalışmalarla karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuvar’ında bulunan koleksiyondaki 38 femur (17 sol, 21 sağ) üzerinde gerçekleştirilmiştir. Femur kemiği ölçümlerinde digital kumpas, osteometrik tahta ve hassas terazi kullanıldı. Kemiğin yalnızca extremitas proximalis’ine ait ölçümler gerçekleştirildi. Femur uzunluğu ile femur ağırlığı arasında bir ilişki olup olmadığı tespit edildi. Her bir kemik ağırlığı hassas terazi yardımıyla belirlendi. Ayrıca kemiklerdeki foramen nutricium sayısı ve lokalizasyonu belirlendi. Bulgular: Çalışmamızda sağ maximum femur uzunluğu (SGMFU) ortalama 42,57±2,64, sol maximum femur uzunluğu (SLMFU) ortalama 42,34±2,04 mm olarak tespit edilmiştir. Sağ femur ağırlığı ortalama 328,612±72,38 gr, sol femur ağırlığı ortalama 292,90±63,72 gr olarak belirlenmiştir. Sağ femur vertikal çapı (FBV) ortalama 41,66±4,02 mm, sol femur vertikal çapı ise 40,34±2,98 mm; sağ femur başı tranvers çapı (FBT) ortalama 44,21±3,91 mm sol femur başı transvers çapı ise 41,97± 3,44 mm olarak tespit edildi. Maximum femur uzunluğu ile femur ağırlığı arasında her iki tarafta femurlarda kuvvetli derecede bir ilişki tespit edilmiştir. Sonuç: Bu çalışmada proksimal femur’a ait morfometrik ölçümler gerçekleştirilmiştir. Elde edilen verilerin femur protez yapımlarında yardımcı olacağı kanısındayız. Anahtar kelimeler: Femur, Morfometri, Anatomi 193 P-117 Diabetik Nefropati Modelinde Mianserin’in Doza Bağımlı Etkilerinin İncelenmesi Alpay M*, Can DÖ**, Demir Özkay Ü**, Yücel F* * Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir/Türkiye ** Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir/Türkiye Mianserin, noradrenerjik ve serotonerjik etkileri olan tetrasiklik yapıda bir anti-depresandır. Uluslararası tedavi rehberlerinde, renal indeksi düşük hastaların depresyon tedavisinde ilk tercih edilen ilaçlardan birisidir. Ancak literatürde Mianserin’in böbrekler üzerindeki etkilerini morfometrik olarak araştıran bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada, Mianserin’in diyabetik sıçanların böbreklerindeki etkilerinin incelenmesi amaçlandı. Erkek Wistar cinsi sıçanlar, altı gruba ayrıldı: (1) Sağlıklı kontroller (SK), (2) günlük 30 mg/kg (S+30mg/kg) ve (3) 45 mg/kg (S+45mg/kg) per oral Mianserin uygulanan sağlıklı sıçanlar, (4) tek doz streptozotosin (50mg/kg) uygulaması ile diabetes mellitus oluşturulan sıçanlar (DM), (5) 30 mg/kg (DM+30mg/kg) ve (6) 45 mg/kg (DM+45mg/kg) dozlarında Mianserin uygulanan diyabetik sıçanlar. İki haftalık Mianserin uygulamasının ardından kardiyak perfüzyonu takiben her bir böbrekten sistematik randomize örnekleme şeklinde 4 μm’lik kesitler alındı ve Hematoksilen – Eozin ile boyandı. Böbreklerde meydana gelen değişiklikler morfometrik yöntemler kullanılarak hesaplandı. Bulgular tek yönlü varyans analizini takiben Bonferroni çoklu karşılaştırma testleri ile karşılaştırıldı. Bowman boşluğu’nun corpusculum renale’ye oranı (Vv) DM grubunda diğer gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek (23,93±8,91) bulundu. Mianserin ile tedavi edilen diyabetik gruplarda ise bu oran doza bağımlı bir şekilde düşüş gösterdi (12,05±7,32 ve 9,92±3,30). Sağlıklı gruplarda uygulanan tedavi sonrasında ise ilaç dozuna bağlı olarak anlamlı bir farklılık gözlenmedi. Diğer taraftan, birim renal kortikal alana düşen corpusculum renale sayısı (Na) ve ortalama corpusculum renale çapı gruplar arasında anlamlı bir farklılık göstermedi. Bu sonuçlar, diyabete bağlı olarak Bowman boşluğunda genişleme olduğunu ve Mianserin tedavisinin bu değişiklikleri geri döndürücü etkilere sahip olduğunu göstermektedir. Anahtar kelimeler: Mianserin, Böbrek, Diabetes mellitus 194 P-118 Argon lazer ve pattern scan lazer sistemleri ile oluşturulan lazer yanıkları sonrası fare retinasında oluşan VEGF seviyelerinin incelenmesi Konac E*, Sönmez K**, Bahçelioğlu M***, Take Kaplanoğlu ****4, Varol N*, Saraç GN****, Özcan PY** * Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik AD, Ankara, Türkiye ** Ulucanlar Göz Hastalıkları Araştırma ve Eğitim Hastanesi, Ankara/Türkiye *** Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Besevler, Ankara/Türkiye **** Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji AD, Ankara/ Türkiye Retinanın iskemik ve neovasküler hastalıklarının tedavisinde lazer fotokoagülasyon en etkili tedavi yöntemi olarak günümüzde yerini korumaktadır. Lazer sistemlerinde atış enerjisi, atış süresi ve lazer gücü ile doğru orantılıdır. Atış enerjisi ne kadar yüksekse oluşan doku hasarı ve inflamatuvar cevap artışı da o kadar fazla olur. Vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) önemli bir anjiojenik kemokin olup, aynı zamanda proinflamatuvar ve vasküler geçirgenliği arttırıcı özellikleri de mevcuttur. Çalışmamızın amacı, daha düşük atış enerjili pattern scan lazer sistemi ile daha yüksek atış enerjili argon lazer sisteminin retinada oluşturacağı VEGF ekspresyonu arasındaki farklılığı araştırmaktır. C57BL/6 erkek fareler üç gruba ayrıldı: grup 1 (G1) argon lazer (AG) (n=16), grup 2 (G2) pattern scan lazer (PASCAL) (n=16), grup 3 (G3) kontrol grubu (n=6). 1., 2. ve 5. günlerde sakrifiye edilip, alınan örneklerde moleküler ve morfolojik olarak VEGF düzeylerine ELISA, rt-PCR immünohistokimyasal tekniklerle bakıldı. G1 grubu G3 ile karşılaştırıldığında, VEGF mRNA düzeyinin 2. günde 2.4 kat artarken, 5. günde azaldığı gözlendi (p˂0.001). Diğer taraftan G2 grubunun düzeyleri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, 1. günde 1.8 kat, 5. günde ise 2.2 kat arttığı saptandı. PASCAL uygulanan grupta 5. günde, argon grubunda ise 2. günde pik değerlere ulaşıldığı belirlendi. PASCAL grubunda VEGF’in indüklediği vaskülarizasyon geç başlayıp, kademeli olarak artarken, argon lazerde ikinci günde başlayıp beşinci günde azalmaktaydı. Sonuç olarak, argon lazer VEGF seviyelerindeki erken artış nedeniyle erken komplikasyonlar için daha yüksek riske sahip iken, VEGF’e bağlı oluşan geç komplikasyonlar açısından her iki sistem arasında bir fark beklenemeyeceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Argon lazer, Pattern Scan Laser (PASCAL), VEGF, Gen ekspresyonu, Angiogenesis 195 P-119 Osgood-Schlatter Hastalığı: Bir Olgu Sunumu Sağıroğlu A*, Eldeleklioğlu S**, Acer N*** * Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anatomi, Kayseri/Türkiye; ** Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Kayseri/Türkiye; *** Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri/Türkiye Amaç: Osgood-Schlatter hastalığı (OSH) aktif, spor yapan adölesanlarda tuberositas tibiae’da ağrı ve hassasiyete neden olan yaygın görülen bir hastalıktır. Erkeklerde daha sık görülür. Erkeklerde 12-15 yaşları arasında görülürken, kızlarda ise 8-12 yaşları arasında görülmektedir. OSH’nin etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Lig. patellae’nın dejenerasyonu, aseptik nekroz, sistemik hastalık, endokrin hastalıklar ve enfeksiyon gibi bazı etiyolojik teoriler mevcuttur. Vakamızın benzer Vakaların %20-30’unda her iki diz de etkilenmektedir. çalışmaların yürütülmesinde teşhise katkıda bulunabileceğini düşünmekteyiz. Bulgular: Bu çalışmada, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin acil servisine 1 haftadır giderek kötüleşen sağ diz ağrısı ile başvuran 13 yaşındaki bir erkek çocuğunu bildirdik. Hastanın hareket kısıtlılığı ve cilt üzerinde kızarıklığı yoktu. X-ray grafisi OSH tanısını desteklemekteydi. Sonuç: Radyografik çalışmalar OSH ve benzer patolojilerin tanı ve tedavisinde yardımcı olmaktadır. Anahtar Kelimeler: Osgood–Schlatter hastalığı, Tuberositas tibiae, Diz ağrısı, Adölesan 196 P-120 Whey Protein Desteği ile Beslenen Ratların Hipokampuslarında Meydana Gelebilecek Değişikliklerin İmmunohistokimyasal Olarak Değerlendirilmesi Tuç Yücel A*, Gürgen SG**, Koçtürk S*** * Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Anatomi Bölümü, Manisa/Türkiye ** Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Histoloji ve Embriyoloji Bölümü, Manisa/Türkiye *** Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye Whey protein desteğinin günümüzde genç nesil ve amatör sporcular tarafından bilinçsizce kullanımı oldukça artmıştır. Çalışmamızda, egzersiz yapmamış sıçanlarda whey proteininin beyin dokusu üzerine etkilerinin uzun ve kısa dönemler süresince karşılaştırmalı olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Otuz adet erkek Wistar albino sıçan üç gruba ayrıldı. 1. Grup kontrol, 2. Grup kısa dönem whey (WK) proteini alan (5 gün, 252 g/kg), 3. Grup uzun dönem whey (WU) proteini alan (4 hafta, 252 g/kg) olarak ayrıldı. Çıkartılan beyin dokularının hipokampus bölgesinde nörofilament (NF), Glial fibriler asidik protein (GFAB), Beyinden türeyen nörotrofik faktör (BDNF) ve NMDAR sinyal molekülleri immunohistokimya yöntemleri ile değerlendirildi. İmmunohistokimya sonuçlarına göre her 3 grubun da hipokampus bölgelerinde GFAB ve NF reaksiyonu orta şiddette idi. Ekspresyonlar arasında anlamlı bir faklılık yoktu. BDNF immuno boyanmasında ise yine her üç grupta da reaksiyon zayıf ve birbirine benzerdi. NMDAR salınımı ise kontrol grubu hipokampusta orta şiddette iken kısa dönem ve uzun dönem gruplarında çok az bir miktar azalmıştı. Elde ettiğimiz bu sonuçlar göstermektedir ki, whey proteinin kullanımında beyinin hipokampus bölgesinde NF, GFAB ve BDNF nöral faktörlerin salınımında bir değişikliğe neden olmamaktadır. Bu da herhangi bir nöral iletim ya da nöroglial hücre yaşam problemlerinin gerçekleşmediğinin göstergesidir. Ancak whey proteini NMDAR sinyal molekülünün ekspresyonunun hipokampus bölgesinde kontrol grubuna göre çok az miktar azalmasına neden olmaktadır. Bu da whey proteini kullanan sporcularda zayıf da olsa hafıza ile ilgili problemlerin olabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Whey proteini, Beyin, NF, GFAB, BDNF, NMDAR 197 P-121 Testis Seminifer Tübüllerinde Whey Proteinin Apoptotik Sinyal Molekülleri ve Testosteron Salınımı Üzerine Etkisinin Araştırılması Gürgen SG*, Tuç Yücel A**, Koçtürk S*** * Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Histoloji ve Embriyoloji Bölümü, Manisa/Türkiye ** Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Anatomi Bölümü, Manisa/Türkiye *** Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı Bölümü, İzmir/Türkiye Yüksek kalorik değeri ve kas kitlesini arttırması nedeniyle çoğu sporcu tarafından sık tercih edilen whey proteininin erkek üreme fonksiyonlarına olumsuz etkisinin olup olmadığı günümüzde tam olarak bilinmemektedir. Çalışmamızın amacı whey proteininin testisteki apoptotik sinyal molekülleri ve testosteron salınımı üzerine etkilerinin araştırılmasıdır. Otuz adet erkek Wistar albino sıçan üç gruba ayrıldı. 1. Grup kontrol, 2. Grup kısa dönem whey (WK) proteini alan (5 gün, 252 gr/kg), 3. Grup uzun dönem whey (WU) proteini alan (4 hafta, 252 gr/kg) olarak ayrıldı. Çıkartılan testis dokularında P-53, Bax, Bcl-2, Sitokrom-c ve testosteron sinyal molekülleriyle immunohistokimya yöntemleri uygulandı. Kontrol grubunun seminifer tübüllerinde bazı primer spermatositlerde (PS) ve sertoli hücrelerinde (SH) P53 immunoreaksiyonu gözlenirken WK grubunda çoğu PS ve SH’lerinde ortadan kuvvetliye değişen ekspresyon belirlendi. WU grubunda hem PS’lerde hem de SH’lerinde kuvvetli immunoreaksiyon dikkati çekti. Her 3 grubun seminifer tübüllerinde Bax immunoreaksiyonuna rastlanmadı. Bcl-2 ekspresyonu kontrol gurubu PS’lerde orta şiddette diğer iki grupta daha zayıf idi. Sitokrom-c ekspresyonu ise kontrol grubunda sekonder spermatositlerde (SS) zayıf ve granüler formda, WK ve WU gruplarında ise yine sadece SS’lerde ve kuvvetli granüler formda izlendi. Testosteron immunoreaksiyonu kontrol grubu Leydig hücrelerinde kuvvetli salınım gösterirken, WK ve WU ekspresyonları orta şiddette idi. Sonuç olarak whey proteini özellikle uzun dönem kullanım ile seminifer tübüllerde spermlerin beslenmesi ve desteği için hayati önemi olan SH’lerinde P-53 sinyal molekülü üzerinden hasara neden olmaktadır. Ayrıca mitokondriyal yolağı kullanarak SS’lerde Sitokrom-c molekülünün aşırı ekspresyonuna neden olmaktadır. Her iki dönem kullanımın da Leydig hücrelerinden testosteron salınımını bir miktar azaltabileceği kanısına varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Whey proteini, Testis, P-53, Bax, Bcl-2, Sitokrom-c, Testosteron 198 P-122 Metaklopramid’in Yenidoğan Karaciğer Dokusunda Proliferasyon Sinyal Molekülleri Üzerine Etkisinin İncelenmesi Tuç Yücel A*, Gürgen SG**, Umur N***, Gözükara C****, Kabaroğlu C*****, Onur E**** * Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Anatomi Bölümü, Manisa/Türkiye ** Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Histoloji ve Embriyoloji Bölümü, Manisa/Türkiye *** Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Biyokimya Bölümü, Manisa/Türkiye **** Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Manisa/Türkiye ***** Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye Klinikte Metoklopramid bulantı, kusma ve son yıllarda laktasyon döneminde yaygın olarak kullanılan hiperprolaktinemi etkili anti-emetik ilaçtır. Metoklopramid’in emzirme döneminde kullanılmasının yeni doğanda neden olabileceği yan etkilerle ilgili literatürde moleküler düzeyde herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Çalışmamızda Metoklopramid’in yenidoğan karaciğer dokularında neden olabileceği proliferatif değişikliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada 18 adet dişi Wistar-albino genç erişkin yeni doğum yapmış sıçanlar yavruları ile birlikte 3 gruba ayrıldı. 1.Grup: Sağlıklı kontrol, 2.Grup: Metoklopramid düşük doz uygulanan grup (10 mg/kg 7 gün, günde 2 doz, ip), 3.Grup: Metoklopramid yüksek doz uygulanan grup (50 mg/kg 21 gün, günde 2 doz, ip). Deney laktasyon dönemi boyunca devam etti ve 21 gün sonunda yavruların karaciğer dokuları ışık mikroskobu için çıkarıldı. İmmunohistokimyasal boyamada 5-Bromo-2-Deoksiuridin (BrdU), Ki-67, Proliferasyon Hücre Nükleer Antigeni (PCNA) kullanıldı. Kontrol grubunun santral ven çevresindeki hepatositlerde BrdU ve PCNA immunoreaksiyonlarının orta şiddette ve nükleer olduğu, düşük doz ve özellikle yüksek doz grubundaki hepatositlerde BrdU ve PCNA pozitif hücrelerin sayısının azaldığı dikkati çekti. Ki-67 immunoboyanmasında ise tam tersi olarak kontrol grubunda santral ven çevresinde reaksiyon gösteren hücreler oldukça az iken düşük doz ve yüksek doz gruplarında bu sayının arttığı belirlendi. 199 Hücrede proliferasyon hızını göstermede kullanılan PCNA siklusun geç G1 ve S fazlarında sentezlenen bir DNA replikasyon proteinidir. BrdU ise sadece S fazındaki hücreleri göstermede kullanılır. Bu durumda hem düşük hem de yüksek doz metaklopramid grubu karaciğerlerde S fazındaki hücrelerin azalması bu ajanın hücrede DNA sentezini olumsuz etkilediğini göstermektedir. Ki-67’nin ise kontrole göre artması deney gruplarında aşırı proliferasyon ideksine neden olduğunu düşündürmektedir. Anahtar Sözcükler: Metoklopramid, Karaciğer, BrdU, Ki-67, PCNA 200 P-123 Üniversite Öğrencilerinde El Tercihinin ve Dominant Gözün Bazı Hastalıklar ile İlişkisi Aliosmanoğlu B*, Köçkar Ç**, Ünal KS***, Aliosmanoğlu A**** * Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Anatomi Anabilim Dalı, Gaziantep/Türkiye ** Hasan Kalyoncu Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Gaziantep/Türkiye **** Hasan Kalyoncu Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Gaziantep/Türkiye **** Doğal Yaşam Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi, Gaziantep/Türkiye Giriş ve Amaç: Serebral lateralizasyon, serebral hemisferlerin spesifik nörolojik fonksiyonların kazanılması ve kontrolünde gösterdikleri farklı yeteneklerdir. Serebral dominans beyin hemisferlerinden birinin baskınlığını ifade eder. Sağ hemisfer dominansının vücut bağışıklık mekanizmalarının gelişimini yavaşlattığı yönünde yapılan çalışmalar vardır. Bu çalışmalarda, serebral lateralizasyon konusunun klinik durumlarla ilişkili olduğu, bazı hastalık gruplarında sol el dominansı ve iki ellilik oranlarının artmış olduğu görülmektedir. Çalışmamızda, el tercihinin ve dominant gözün bazı hastalıklar ile ilişkisinin üniversite öğrencilerindeki dağılımını araştırdık. Gereç ve Yöntem: Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nde eğitim gören, randomize olarak seçilmiş, 95 öğrenci arasında yapılan çalışmada öğrencilere Old Field Tercih Anketi, El Tercih Anketi, Beck Depresyon Envanteri, Rosenbach’ın dominant göz testi birebir şekilde uygulandı.Katılımcılara tanısı konulmuş herhangi bir kalp-damar hastalığı, solunum sistemi hastalığı, romatizmal hastalık, sindirim sistemi hastalığı, ürogenital sistem hastalığı, sinir sistemi hastalığı, kas iskelet sistemi hastalığı, endokrin sistem hastalığı, alerji durumu, diyabet, görme, işitme ve konuşma problemi olup olmadığı sorgulandı. Bulgular ve Sonuçlar: Katılımcıların solaklık oranı % 21.2, sağ ellilik oranı % 71.4 ve her iki ellilik oranı % 7.4‘tir.Katılımcıların % 50,5‘nde dominant göz soldur.Sağ ellilerin %21.5’inin bir solunum sistemi hastalığı, %20.0’ında alerji hikayesi, %1.5’inin romatizmal hastalığı, %9.2’sinin sinir sistemi hastalığı, %23.1’inin görme problemi vardır.Sol ellilerin %20.0’ında bir solunum sistemi hastalığı, %10’unda alerji hikayesi, %20.0’ında sinir sistemi hastalığı, %20.0’ında görme bozukluğu, %1.5’inin romatizmal hastalığı olduğu saptanmıştır.El tercihi ile romatizmal hastalıkların karşılaştırılmasında her iki elini kullananlar 201 lehinde p<0.005 düzeyinde anlamlılık saptanmıştır ( p=0.004).El tercihi ile tanısı konulmuş hastalığının olması durumu karşılaştırıldığında, sağ ellilerin lehine ileri derecede anlamlılık saptanmıştır (p<0,001, p= 0,000). Anahtar Kelimeler: Serebral Lateralizasyon, Dominant El, Dominant Göz, Bağışıklık 202 P-124 Unilateral A. Carotis Comminus’un İskemi/Reperfüzyon Modelinde Lumbricus Extractının Antioksidan Sistem ve Beyin Üzerindeki Koruyucu Etkisinin Değerlendirilmesi Canbaz Kabay S*, Öz S**, Özden H***, Burukoğlu D****, Kuş G*****, Yeğin B***, Üstüner CM******, Şentürk H*******, Mısırlıoğlu M*******, Yıldız F********, Aydemir D*** * Dumlupınar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji AD, Kütahya/Türkiye ** Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Eskişehir/Türkiye *** Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi Anatomi AD, Eskişehir/Türkiye **** Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji AD, Eskişehir/Türkiye ***** Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi, Eskişehir/Türkiye ****** Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji AD, Eskişehir/Türkiye ******* Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji AD, Eskişehir/Türkiye ******** Toros Üniversitesi, Tıbbi Laboratuvar Teknikleri Bölümü, Mersin/Türkiye Amaç: Çalışmamızla ratlarda iskemi/reperfüzyon modelinde, beyindeki hasarı önlemede Lumbricus Ekstrat’ının(LE) koruyucu etkisi araştırılmıştır. Materyal ve Metot: Çalışmada 50 Spraque Dawley erkek rat kullanılarak 5 gruba ayrıldı. GrupA; A.carotis communis sinistra’nın diseksiyonunun yapıldığı grup, GrupB; A.carotis comminus sinistra diseke edilerek iskemi oluşturulan grup, GrupC; LE ekstratının 20 mg, 14 gün/tek doz 2ml şeklinde gavaj yoluyla verildikten sonra A.carotis communis sinistra’nın 15dk. iskeminin ardından 24 saat sonra reperfüzyonunun yapıldığı grup, GrupD; LE 40 mg, 14 gün/tek doz 2ml şeklinde gavaj yoluyla verildikten sonra A.carotis communis sinistra’nın 15dk. iskeminin ardından 24 saat sonra reperfüzyonun yapıldığı grup, GrupE LE 80 mg, 14 gün/tek doz 2ml şeklinde gavaj yoluyla verildikten sonra A.carotis communis sinistra’nın 15dk. iskeminin ardından 24 saat sonra reperfüzyonun yapıldığı grup. Örneklerden malondialdehyde(MDA), antioksidan enzimleri ölçüldü. Hematoksilen ve eosin boyama sonrası histolojik değerlendirme yapıldı. Bulgular: Histopatolojik bulgular: GrupA'da kortikal alanda normal görünümlü nöronlar, glial hücreler izlendi. GrupB’de kortikal alanda yoğun hasar, nekrotik nöronlar izlendi. 20mg/kg LE grupta kortikal alanda normal nöronlar, az sayıda nekrotik nöronlar 203 görülmektedir. Kortikal alanda hasarın sürdüğü gözlenmektedir. 40mg/kg LE grubunda kortikal alanda hasarın azaldığı, normale yakın nöronlar, glial hücreler izlenmektedir. 80mg/kg LE grubunda kortikal alanda hasarın azaldığı, normale yakın nöronlar, glial hücreler görüldü. MDA seviyelerinin iskemi, iskemi reperfüzyon gruplarında yükseldiği, tedavi gruplarında yükselmenin önlendiği görüldü. Katalaz(CAT), süperoksit dismutase(SOD) düzeylerinin, iskemi, iskemi reperfüzyon azaldığı, tedavi gruplarında azalmanın önlendiği belirlendi. Sonuç: Lumbricus extratı anti-trombotik, anti-iskemik ve anti apoptik etkiye sahiptir ve sinir rejenerasyonunu uyardığını gösteren çalışmalar mevcuttur. Çalışmamızda a.carotis communis iskemi/reperfüzyonu yoluyla beyinde oluşan hasara karşın, Lumbricus’un koruyucu etkisi görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Lumbricus, İskemi/reperfüzyon, Antioxidan, Beyin 204 P-125 Ayak tabanında M. flexor hallucis longus ve M. flexor digitorum longus Tendonları Arasında Karşılıklı Tendon Bağlantıları Üzel M*, Gümüşalan Y**, Tuğtağ B**, Çetinus E*** *Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji AD, Kahramanmaraş **Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD, İstanbul *** Sağlık Bakanlığı Haseki Eğt. Araşt. Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği, İstanbul Amaç: M. flexor hallucis longus (FHL) ve m. flexor digitorum longus (FDL) kasları ayak parmaklarının uzun fleksor kaslarıdır. Bu kaslar, ayak yerle temas halindeyken gövdenin üzerinde öne yöneleceği geniş ve stabil destek alanı sağlarlar. FHL ve FDL ayağın yerle teması kesildiğinde parmakları, özellikle distal interfalangeal eklemi fleksiyona getirirler. Ayak yerle temas halinde ve yük taşırken parmak yastıklarının yerle sıkı temasını sürdürmek için intrinsik kaslarla beraber eş zamanlı çalışırlar; bu sayede ağırlık binme alanı genişletilir ve gövdenin üzerinden öne yöneltileceği bir kaldıraç olarak kullanmak üzere metatars başları stabilize edilir. Klinisyenlerin ayak yaralanmalarının tanı ve tedavisi yanında tendon transferleri sırasında güçlük çekmemeleri için tendonların yapı değişiklikleri ve tendon ara bağlantıları konusunda dikkatlerinin çekilmesi gereklidir. Gereç ve Yöntem: İskemik nedenlerle ampute edilmiş ve amputasyon sonrası -18°C’de derin dondurucuda saklanmış, doğuştan yapısal anomalisi olmayan erişkinlere ait 25 alt ekstremitede çözülmeyi takiben bacak ve ayak diseksiyonları yapıldı. FHL tendonu FDL tendonunu posterosuperolateralden mediale doğru os navicula’nın hemen altında ve yaklaşık 2,5 cm lateralde çaprazlamaktaydı. “Henry’nin düğümü” olarak adlandırılan ve ortak sinoviyal kılıf içinde seyrettikleri bu bölgede iki tendon arasındaki bağlantıların morfolojik özellikleri incelendi. Bulgular: Diseksiyonları yapılan 25 alt ekstremitenin 18’inde (% 72) FHL tendonu ile FDL tendonu arasında tendon bağlantısı tespit ettik. 8 (% 44) olguda çift taraflı tendon bağlantısı (Tip III), 10 (% 55) olguda da sadece FHL’den FDL’ye (Tip I) tendon bağlantısı mevcuttu. Sadece FDL’den FHL’ye tendon bağlantısına (Tip II) ise rastlanmadı. 205 Ayrıca, olgularımızda % 40 oranında m. quadratus plantae’nin calcaneus’tan başlayan ve kasın medialinde seyreden gelişmiş bir tendonunun olduğu ve bu tendonun FDL’nin dallandığı alana lateralden yaklaşarak üstten yapıştığı görüldü. Tendon, dallanma gösterip parmak ucuna kadar ayrı yapı halinde seyretmekteydi. Özetle, FHL’den FDL’ye uzanan tendon bağlantılarının m. quadratus plantae kasının medialinde seyrettikleri, 2., 3. parmak fleksiyonlarına katıldıkları, m. quadratus plantae tendonunun FDL ile işlevsel olarak ortak bir tendon kompleksi oluşturdukları saptandı. Sonuç: Klasik anatomi kitaplarında Henry’nin düğümü veya chiasma plantare olarak da adlandırılan her iki tendonun ayak tabanında çaprazlaştığı alanda birbirleriyle değişken bağlantılarının olabileceği bildirilmekte fakat bunun şekli, yapısı, sıklığı ve işlevi konusunda fazla bilgi bulunmamaktadır. Doğuştan anomalisi olmayan ayaklarda görülen FHL, FDL ve m.quadratus plantae arasında mevcut olan tendon bağlantılarının ortak embriyolojik taslağa sahip olmalarından kaynaklanması muhtemeldir. Ayak tabanında FHL ve FDL tendonlarının çaprazlaştığı bölgede, oldukça sağlam tendon bandı şeklinde önemli oranda bağlantılar olabilir. Asıl tendon işlevi kaybolduğunda bu bağlantı tenodez etkisi gösterebilir. Atravmatik veya penetran ayak tabanı lezyonlarına bağlı kas tendon veya sinir yaralanmalarının tanı ve tedavisinde; tendon transferleri sırasında, pes ekinovarus cerrahisinde güçlüklere yol açabilecek, komplikasyonların yorumlanmasını kolaylaştıracak tendon yapı değişikliklerini anatomistlerin ve ayak cerrahisi ile uğraşan ortopedistlerin bilmesi gereklidir. Anahtar kelimeler: Tendon bağlantıları, Ayak, M.flexor hallucis longus, M.flexor digitorum longus 206 P-126 Musculus Peroneus Brevis Tendonunun Insersiyo Varyasyonları Tuğtağ B*, Gümüşalan Y*, Üzel M** * Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD., İstanbul/Türkiye ** Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji AD., Kahramanmaraş/Türkiye Amaç: Ayak parmaklarında çeşitli nedenlerle kas-tendon birimlerinde işlev kaybı gözlenebilmektedir. Kasların anatomik kökeni ve varyasyonların bilinmesi işlev kayıplarının değerlendirilmesinde ve tedavisinde önemlidir. Çalışmamızda ayak 5. parmağına uzanım gösteren M. peroneus brevis tendonunun varyasyonlarının anatomik özellikleri incelendi. Gereç ve yöntem: Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı tarafından ampute edilen alt ekstremitelerde ayak diseksiyonları yapılarak bu bölgenin tendon varyasyonları, kas-tendon uzanımları ve kas morfolojileri origo - insersiyolarına göre sınıflandırılıp ölçümler kayıt altına alındı. Bulgular: Diseksiyonu yapılan 25 alt ekstremitenin 8 tanesinde m.peroneus brevis’ten (PB) 5. parmağın dorsal aponevrozuna tendon bağlantılarının olduğu görüldü. Bu tendonlar 3x1, 2x1 ve 3x2 mm boyutlarındaydı. Ayrıca metatarsofalangeal eklemden yaklaşık 10 cm proksimalde PB’den iki farklı tendon şeklinde ayrılarak uzanabildikleri ve bazı liflerin, m.extensor digitorum longus’un (EDL) 5. parmağa giden tendonunun lateral tarafına tutundukları görüldü. Bu olgularda m.peroneus brevis ve/veya tendon uzantısı proksimalden çekildiğinde 5. parmağı ekstansiyona getirebilmekteydi. Tartışma: Literatürde 5. parmağın esas ekstansör kasının EDL olduğu, bu kasın peroneus tertius (PT) ve PB kaslarıyla birlikte ortak olarak m. extensor hallucis longus’tan geliştiği ifade edilmektedir. Fakat, PT, 5. metatarsın dorso-medialine tutunduğu için parmak ekstansiyonuna katılmaktadır. PB ise 5. metatarsal kemiğin ekstansiyonuna katılır ama genellikle 5. parmağa ekstansör tendon göndermez. Diseksiyonlarımızda m.peroneus brevis’ten distale uzanan ve %32 oranında tespit edilen fazladan tendon uzantıları 5. parmağın dorsal aponevrozunda sonlanmaktaydı. M.peroneus brevis tendonundan traksiyon uygulandığında 5.parmakta kısmi ekstansiyon gözlenmekteydi. Bu ilave tendonlar beşinci parmağın EDL tendonunun kesisi veya yokluğunda kısmi ekstansiyon gözlenebilmesine veya 207 parmağın fleksiyon postürüne gelişine engel olabilecek tenodez etkisine yol açabilir. Beşinci metatars ve falankslara bacağın anterior ve peroneal kompartmanından uzanan kasların ortak taslaktan köken almış olmaları bu bölgede anatomik varyasyonların sık görülme sebebini açıklamaktadır. Gelişim anormalliklerinin sonucu olan bu anatomik varyasyonlar 5. parmak işlev kayıpları, şekil bozuklukları ve diğer anormallikler değerlendirilirken akılda tutulmalıdır. Anahtar kelimeler: M. peroneus brevis, 5. parmak, Ekstansiyon 208 P-127 Sıçanlarda Arseniğin Sebep Olduğu Testiküler Hasara Karşı Kuersetinin Koruyucu Etkileri Baltacı BB*, Uygur R*, Çağlar V*, Aktaş C**, Aydın M***, Özen OA* * Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye ** Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye *** Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye Arsenik toksik ve karsinojen bir maddedir. Arseniğin erkek üreme fonksiyonları üzerine olumsuz etkileri bilinmektedir. Çalışmamızda arsenik maruziyetiyle testislerde oluşan değişiklikler üzerine kuersetinin etkisi araştırılmıştır. Çalışmamızda 27 adet Sprague-Dawley cinsi erkek sıçan üç gruba ayrılarak kullanıldı. Kontrol grubu (10 ml/kg/gün SF, intragastrik), Arsenik grubu (10 mg/kg/gün sodyum arsenit, intragastrik), Arsenik + Kuersetin grubu (10 mg/kg/gün sodyum arsenit, intragastrik + 50 mg/kg/gün kuersetin, intragastrik) olarak oluşturuldu. 15 gün boyunca devam eden deneyin sonunda sıçanlar sakrifiye edildi ve testis dokuları alındı. Histopatolojik inceleme için testis kesitleri hematoksilen-eozin (H-E) ile boyandı. Apoptozisin belirlenmesi için TUNEL yöntemi kullanıldı. Hücre proliferasyonunun değerlendirilmesi için PCNA yöntemi kullanıldı. Biyokimyasal olarak süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve glutatyon peroksidaz (GSH-Px) enzim aktiviteleri ile malondialdehit (MDA) düzeyleri spektrofotometrik olarak belirlendi. Verilerin istatistiksel analizi ve gruplar arası karşılaştırmalar yapıldı. Arsenik maruziyeti sonucunda rat testislerinde histopatolojik olarak seminifer tübül yapısında bozulma ve spermatogenik seriye ait hücre sayısında azalma, seminifer tübüllerin duvarında TUNEL pozitif apoptotik hücre sayısında artış, PCNA pozitif hücre sayısını azalma gözlendi. Kuersetin tedavisi sonucunda testisteki bu yapısal bozulmaların hafiflediği, TUNEL pozitif hücre sayısını azaldığı, PCNA pozitif hücre sayısını arttığı tespit edildi. Biyokimyasal olarak arsenik maruziyetinin testis dokusunda SOD, CAT ve GSH-Px aktivitelerinde azalmaya, MDA düzeyinde ise artmaya neden olduğu saptandı. Kuersetin uygulamasıyla SOD, CAT ve GSH-Px aktivitelerinde artış, MDA düzeyinde ise azalma tespit edildi. 209 Arseniğin sıçan testislerinde neden olduğu histopatolojik değişiklikler, apoptozis, oksidatif stres ve lipid peroksidasyonunu kuersetinin antiapoptotik ve antioksidan etkileri ile önlediği görüldü. Anahtar Kelimeler: Arsenik, Kuersetin, Testis, Apoptozis, Oksidatif stres 210 P-128 Temporomandibuler Eklemin Morfolojik Özelliklerinin Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi ile Değerlendirilmesi Kolsuz E*, Bilecenoğlu B*, Orhan K*** * Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye ** Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Temel Tıp Bilimleri Anabilim Dalı, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye *** Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren birçok çene deformitesinin tedavi edilmesinde mandibula ramus osteotomisi kullanılmaktadır. Bu uygulamanın en önemli postoperatif sonucu olarak temporomandibuler eklemde (TME) kondil ve diskin pozisyonları değişmekte ve eklemde fonksiyon bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Literatürde mandibula ramus osteotomisi yapılan bireylerde postoperatif olarak TME’nin kemik elemanlarının ve diskinin pozisyonları çeşitli görüntüleme cihazları ile değerlendirilmiş olsa da eklemin morfometrik özellikleri hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı TME şikayeti bulunmayan sağlıklı bireylerde konik ışınlı bilgisayarlı tomografi kullanılarak TME’nin morfometrik özelliklerini belirlemektir. Bu amaçla Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı’nda bulunan Planmeca ProMax® 3D Max CBCT (Planmeca Oy, Helsinki, Finlandiya) cihazıyla, hastanemize başvuran, TME şikayeti olmayan tam dişli ağızlara sahip bireylerin önceden çekilmiş tam kafa tomografileri üzerinde çeşitli ölçümler yapılmıştır. Rastgele seçilen 20 erkek ve 20 kadın hastanın TME’lerinde iki farklı araştırmacı tarafından 3 farklı seansta yapılan ölçümlerde koronal kesitlerde; kondil uzun ekseni-horizontal eksen açısı, ramus uzun ekseni-vertikal eksen açısı, kondil uzun ekseni-ramus uzun ekseni açısı, kondil uzun ekseni-vertikal eksen açısı, ramus uzun ekseni-horizontal eksen açısı, kondilin sağ-sol yöndeki genişliği, kondil medial ucu-fossa mandibularis mesafesi, kondil lateral ucufossa mandibularis mesafesi ve kondilin en üst noktasının fossa mandibularis ile olan mesafesi ölçülmüştür. Sagittal kesitlerde; kondil tepe noktası-fossa mandibularis mesafesi, kondil orta noktası-kondil tepe noktası mesafesi ve kondil orta noktası-fossa mandibularis 211 arası mesafe ölçülmüştür. Aksiyal kesitlerde ise her iki taraf kondillerinin uzun eksenleri arasındaki açı ölçülmüştür. Elde edilen sonuçlar özellikle mandibula ramus osteotomisi sonrasında TME’de meydana gelen değişikliklerin daha net anlaşılmasını sağlamakla birlikte özellikle TME protezi yapılacak hastalar için bir standart değer oluşturulmasında kullanılacaktır. Anahtar Kelimeler: Temporomandibuler Eklem, Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi, Mandibula Ramus Osteotomisi 212 P-129 Fetal Kadavralarda Nervus Gluteus Inferior'un Lokalizasyonu ve Morfometrisi Candan B*, Sulak O* * Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi-Anatomi Anabilim Dalı, Isparta/Türkiye Amaç: Bu çalışmada fetal dönemde n. gluteus inferior’un boyutlarının ve seyrinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç-Yöntem: Bu çalışma anabilim dalımızda bulunan 200 fetusun (9-40 gebelik yaşında) 400 n. gluteus inferior’u üzerinde yapıldı. İlk olarak her iki taraftaki m. gluteus maximus kaldırılarak n. gluteus inferior ortaya çıkarıldı. N. gluteus inferior’un çıkış yeri, kalınlığı, m. gluteus maximus ’a girdiği yere kadar olan uzunluğu ve varyasyonları belirlendi. Ayrıca n. gluteus inferior’un m. gluteus maximus’da dağılımı değerlendirildi. Bulgular: N. gluteus inferior’un n.ischiadicus’un medialinden çıkıp, m.piriformis’in üzerinden geçerek m. gluteus maximus’a ulaştığı gözlendi. Sadece 1 vakada sinirin n.ischiadicus’un lateralinden çıkarak m. piriformis’i deldiği ve m. gluteus maximus’a ulaştığı görüldü (%0,5). N. gluteus inferior’un boyutlarının trimesterler boyunca arttığı gözlendi. Bütün vakalarda sinirin m. gluteus maximus’a ¼ alt lateralinden girdiği ve daha sonra kasta dağıldı belirlendi. Sonuçlar: N. gluteus inferior’un seyrinin, gelişiminin ve varyasyonlarının bilinmesi bu sinirle ilgili hastalıkların cerrahi yaklaşımlarında, teşhis ve tedavisinde ve önemlidir. Şimdiye kadar yapılan çalışmalar tarandığında çalışmamızın fetal dönemde yapılan ilk çalışma olduğu görüldü. Çalışmamızın bu konu ile ilgili daha sonra yapılacak çalışmalara temel teşkil edeceği kanısına varıldı. Anahtar Kelimeler: Varyasyon, Fetus, N. gluteus inferior 213 P-130 Fetal Kadavrada Çift Başlı Musculus piriformis: 3 Olgu Sunumu Candan B*, Sulak O* * Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi-Anatomi Anabilim Dalı, Isparta/Türkiye Amaç: Bu raporda fetal dönemde m.piriformis varyasyonlarının değerlendirilmesi, çift başlı m. piriformis insidansının belirlenmesi ve klinik açıdan öneminin açıklanması amaçlandı. Gereç-Yöntem: Anabilim dalımızdaki fetal kolleksiyonda bulunan 9-40 gebelik yaşında olan 200 fetusta gerçekleştirilen‘’Fetal dönemde siyatik sinir gelişimi’’ başlıklı yüksek lisans tezi sırasında 3 vakada çift başlı m. piriformis tespit edildi. 3 vaka yayınlanmak üzere kayıt altına alınarak fotoğraflandı. Bulgular: Diseksiyon sırasında m. gluteus maximus kaldırıldığında sağ tarafta 1 vakada (%0,5), sol tarafta ise 2 vakada (%1) m. piriformis çift başlı olarak gözlendi. Kasın her iki başı ortaya çıkartıldı ve konumu tanımlandı. Kasın her iki parçasının sacrumun ön yüzünden ayrı ayrı başladığı, tendonlarının birleştiği ve tek tendon olarak trochanter major’da sonlandığı görüldü. Siyatik sinirin 3 vakada da çift başlı m. piriformis’in altından geçtiği gözlendi. Sonuçlar: Gluteal bölge damar ve sinirlerinin m. piriformis üzerinden, ortasından veya altından geçtiği daha önceki çalışmalarda tanımlanmıştır. Bu kasta meydana gelen herhangi bir anatomik varyasyon klinik yönden önemlidir. Yapılan literatür taramalarında çift başlı m.piriformis’e nadir olarak rastlandığı belirtilmiştir. Bu tür vakalarda kasın siyatik sinire baskı yapabileceği ve gluteal bölgede tanı konulamayan kronik ağrıya neden olabileceği belirtilmiştir. M. piriformis varyasyonlarının sunulması piriformis sendromu ve gluteal bölge cerrahisi için önemlidir. Fetal kadavrada tanımladığımız 3 vakanın ileride yapılacak çalışmalara yol gösterici olacağı kanısındayız. Anahtar Kelimeler: Varyasyon, Fetus, M. piriformis, Nervus ischiadicus 214 P-131 2.45 Ghz Radyo Frekansı Radyasyonunun Sıçan Testisinde Oluşturduğu Değişiklikler ve Bu Değişikliklere Vitamin E ve Vitamin C’ nin Koruyucu Etkisi Bilkay C*, Özgüner G*, Dursun A*, Çömlekçi S**, Deniz K***, Erten S*** * SDU Tıp Fakültesi-Anatomi AD, Isparta **SDU Mühendislik Fakültesi Telekomünikasyon AD, Isparta ***Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi-Patoloji AD, Kayseri Amaç: Çalışmamızda, 2.45 GHz EMR' nin sıçan testisinde oluşturduğu değişiklikler ve bu değişikliklere vitamin E ve vitamin C’nin koruyucu etkilerini araştırmayı amaçladık. Materyal ve Metod: Çalışmamızda 28 adet Sprague-Dawley cinsi erkek ratlar kullanıldı. Deney hayvanları 3 gruba ayrıldı: 1. grup: Kontrol grubu, (3. gruba verilen miktarda oral gavaj ile su verildi) 2. grup: 2.45 GHz EMR'ye maruz bırakılan grup 3. grup: 2.45 GHz EMR’ye maruziyet + Vitamin E ve C (50 mg vitamin E + 200 mg vitamin C mg/kg canlı ağırlık/gün, oral gavaj) 2. ve 3. gruptaki ratlar 30 gün boyunca her gün aynı saatte 60 dakika, günlük dozajı 5 v/m olan 2.45 GHz EMR’ye maruz bırakıldı. 3. gruba vitamin E ve C, EMR uygulamasından 1 saat önce verildi. Deney tamamlandıktan sonraki gün ratlar genel anestezi altında sakrifiye edildi ve testisleri çıkarıldı. Testislerin ağırlık ve hacimleri ölçüldü. Rutin doku takibi yapıldı ve kesitler hematoksilen-eozin (H-E) ile boyandı. Elde edilen kesitler histopatolojik olarak incelendi ve leydig hücre skoru ile Jonhsen skorlama yöntemi kullanılarak gruplar arasında fark olup olmadığına bakıldı. Sonuçlar: EMR'ye maruz kalan ratların testislerinin ağırlık ve hacimlerinde azalma tespit edildi. Histopatholojik incelemede ise seminifer tübül çapında ve Johnsen skorlama yönteminde yine EMR' ye maruz kalan ratlarda azalma tespit edildi. Ancak sonuçların gruplar arası karşılaştırılması istatistiksel olarak anlamlı değildir. Vitamin E ve C verilen grubta bu değişikliklerin grup 2'ye oranla daha az olduğu tespit edildi. Leydig hücre skorunda ise gruplar arasında fark gözlemlenmedi. 215 EMR uygulaması rat testisinde değişikliler meydana getirmektedir ve vitamin E ve vitamin C ise bir miktar koruyucu etkiye sahiptir. Anahtar Kelimeler: Testis, rat, 2.45 Ghz radyo frekansı, Vitamin E, Vitamin C. 216 P-132 Katarakt Hastalarında Bulbus Oculi'nin Morfometrik Özelliklerinin İncelenmesi Ateşoğlu S*, Şenol D**, Balsak S*, Alakuş MF*, Özbağ D** * Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi, Diyarbakır, TÜRKİYE **İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi A. D., Malatya, TÜRKİYE Amaç: Bu araştırmada, katarakt hastalarında sağ bulbus oculi (RBO) ve sol bulbus oculi (LBO)’nin camera anterior, lens, vitreous, ve total axial uzunluk gibi morfometrik ölçülerinin yaşa ve cinsiyete göre nasıl değiştiğinin retrospektif incelenmesi amaçlanmaktadır. Materyal Metod: Bu çalışmada Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları Polikliniğine katarakt ameliyatı için gelen hastalardan preop aşamasında RBO ve LBO’dan alınan camera anterior, lens, vitreous, ve total axial uzunluk ölçüleri kullanılmıştır. Alınan ölçüler ışığında verilere t testi ve korelasyon analizi uygulanmıştır. Analizlerde IBM SPSS Statistics 22.0 for Windows paket programı kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya 63 erkek (%53), 55 kadın (%47) olmak üzere toplam 118 denekten alınan veriler dahil edilmiştir. Erkeklerin yaş ortalaması 70 ±11, kadınların yaş ortalaması 70 ±13 olarak belirlendi. Yapılan t-testi sonucunda RBO’dan alınan vitreous ve total axial uzunluk ile LBO’dan alınan total axial uzunluğun kadın ve erkekler açısından anlamlı derecede farklılaştığı, buna karşın RBO ve LBO’dan alınan camera anterior ile lens uzunluklarının ve LBO’dan alınan vitreous uzunluklarının kadın ve erkekler açısından istatiksel olarak anlamlı farklılık oluşturmadığı belirlendi. Yapılan korelasyon analizi sonucunda RBO-LBO camera anterior ile vitreous uzunluklarının yaş ile negatif yönde zayıf, RBO-LBO lens uzunluklarının yaş ile arasında pozitif yönde zayıf ilişki olduğu tespit edildi. Sonuçlar: Yapılan değerlendirme sonucunda RBO ve LBO’nin camera anterior, lens, vitreous, ve total axial uzunluk ölçülerinin yaş ve cinsiyetle olan ilişkilerinin zayıf olduğu sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: Camera anterior, Lens, Vitreous, Axial uzunluk, Yaş, Cinsiyet 217 P-133 Geçmişten Günümüze Antropometrik Çalışmaların Tarihçesi Şenol D*, Çay M*, Karataş T*, Özbağ D* *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, TÜRKİYE İnsan antropometrisine ilişkin ilk modern araştırmalar 18. yüzyılda varlığını göstermiştir. Çocukların fiziksel gelişimleriyle ilgili çalışmasıyla C.F. Jampert (1754), kesitsel ve longitudinal çalışmaların farkını ortaya koymasıyla G.L. de Buffon (1749-67) ve ilk longitudinal büyüme çalışması ile Philibert Gueneau de Montbeillard (1777) bu alana damgalarını vurmuşlardır. 1800’leri sonlarına doğru Cesare Lombroso ve Eugene Vidocq de kriminal çalışmalarına antropometri üzerinden destek vermişlerdir. 19. yy’da matematik ve istatiksel yöntemler yardımıyla Antropometrik verilerin değerlendirilmesini ilk başlatanlardan biri Quetelet’tir. Ülkemizde antropoloji içerikli ve doğrudan insanı konu alan çalışmalar 19. yy’da Şemsettin Sami’ye ait “İnsan” isimli eseridir. Türk çocuklarında büyüme ve gelişmeyle ilgili en eski çalışma Nafi Atıf Kansu tarafından 1917 yılında yapılmıştır. Türk Antropoloji Tetkikat Merkezi’nin kurucularından Nurettin İrdelp, Neched Eumer, Mouchet ve arkadaşları tarafından 1926-1927 yıllarında “İstanbul’daki Türk, Rum, Ermeni ve Musevi çocuklarının neşvünemaları üzerine tetkikler” isimli çalışmalarını yaparak 1927’de Türk Antropoloji Mecmuası yayınladılar. S. B Tümay 1938 yılında “Üsküdar süt ve mektep çocukları dispanseri çalışmasından; çocuklarda büyüme nispetleri” çalışmasında fakir, orta halli ve zengin çocukları gruplara ayırarak değerlendi bilinmektedir. 1939 yılında Ş. A. Kansu, N. Gökçül, N. Çınar, K. Kökten ve M. Kınay yapmış oldukları çalışmalar ile antropometrinin gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Bu araştırmacıları 1940 yılında N. İlbars ve Z. Yalım’ın yaptığı çalışmalar takip etmiştir. Yalım’ın araştırmasına kadar yapılan araştırmalarda Türk okul çocuklarının boy ve ağırlık değerleri, ABD ve Avrupa’da aynı yaş grubu çocukların antropometrik değerlerinden çok düşük olduğu tespit edilmiştir. E. Y. Bostancı’nın 19541957 yılları arasında yayınlanan çalışması Ankara okul çocuklarından 832 erkek ve 847 kız çocuğundan 35 antropometrik ölçü alınmış ve çeşitli indeks açılarından okul çocukları değerlendirilmiştir. Bunu 1960 yılında 20-40 yaşları arasında 1838 kadın üzerinde antropometrik araştırma yapan Çiner’in çalışması ve yine aynı dönemde (1960-61) bir NATO çalışması kapsamında Hertzberg ve arkadaşlarının 218 915 Türk askeri üzerinde gerçekleştirdikleri çalışma izlemiştir. 2004-2005 yılında ülke genelini kapsayan ve 2100 kadın ve erkek üzerinde Erksin Güleç ve arkadaşlarının yaptığı araştırma ise en güncel olanıdır. Anahtar Kelimeler: Antropometri, Tarihçe, İndeks 219 P-134 Farklı Somatotip Özelliklere Sahip Bireylerin Dinamik Denge Skorlarının İncelenmesi Şenol D*, Ozbag D*, Kafkas ME**, Acak M**, Baysal O***, Sahin Kafkas A**, Taskiran C**, Cay M*, Yagar D***, Ozen G** *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD., Malatya, TÜRKİYE **İnönü Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu, Malatya, TÜRKİYE ***İnönü Üni. Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon AD., Malatya, TÜRKİYE Amaç: Bu çalışma, İnönü Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulunda (BESYO) okuyan semptomu olmayan farklı somatotip özelliklere sahip öğrencilerin dinamik denge skorları üzerine etkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Materyal ve Yöntem: Çalışmaya İnönü Üniversitesi BESYO’nun farklı sınıflarında yer alan 179 öğrenci katıldı. Tüm katılımcıların somatotip özellikleri “Heath-Carter” formülüyle hesaplandı. Katılımcıların dinamik denge skorları “Biodex Denge Simulatoru (Model: 945302)” ile ölçüldü. Denge ölçümleri tüm denge, anterior/posterior denge ve medial/lateral denge olarak belirlendi. Araştırmanın istatistiksel işlemleri verilerin homojen olup olmadığını belirlemek için “Kolmogorov Smirnov” testi ile başladı. Verilerin homojen dağılmadığı belirlendikten sonra çoklu grup karşılaştırmaları için “Kruskal Wallis H” testi uygulandı. Araştırmada elde edilen veriler SPSS for Windows 21.0 programı kullanılarak analiz edilmiştir. Araştırmada veriler aritmetik ortalama (X), standart sapma (ss) ve anlamlılık düzeyi olarak p<.05 olarak sunuldu. Bulgular: Alınan ölçümler ışığında yapılan 13 farklı somatotip vücut tipi belirlendi. Dinamik denge ölçümlerinde tüm denge hesaplamasının 1,2 ile 12,3 arasında değişkenlik gösterdiği ve ortalamasının 5,0±2,2 olduğu, anterior/posterior denge hesaplamasının 0,7 ile 8,2 arasında değişkenlik gösterdiği ve ortalamasının 3,7 ±1,6 olduğu ve son olarak medial/lateral denge hesaplamasının 0,7 ile 11,1 arasında olduğu, ortalamasının 3,4 ±1,9 olduğu tespit edildi. Tüm denge skoru en yüksek Mezomorfik Endomorf somatotipli bireylerde, anterior/posterior denge skoru en yüksek Mezomorfik Ektomorf somatotipli bireylerde ve medial/lateral denge skoru en yüksek Mezomorf Ektomorf somatotipli bireylerde olduğu tespit edildi. 220 Sonuçlar: Yapılan çalışma sonucunda elde edilen p değerlerine bakılarak, tüm denge, anterior/posterior denge ve medial/lateral denge performansları ile somatotipler arasında anlamlı bir farklılık bulunamadı. Anahtar Kelimeler: Dinamik denge, Somatotip, Antropometri 221 P-135 Somatotip Farklılığın Semptomu Olmayan Gençlerin İzokinetik Diz Kas Kuvveti Oranları Üzerine Etkisinin İncelenmesi Şenol D*, Özbağ D*, Kafkas ME**, Acak M**, Baysal O***, Şahin Kafkas A**, Taskiran C**, Çay M*, Yagar D***, Ozen G** *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD., Malatya, TÜRKİYE **İnönü Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu, Malatya, TÜRKİYE ***İnönü Üni. Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon AD., Malatya, TÜRKİYE Amaç: Bu araştırma, İnönü Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulunda (BESYO) okuyan semptomu olmayan farklı somatotip özelliklere sahip öğrencilerin izokinetik diz kas kuvvetleri oranlarını incelenmeyi amaçlamaktadır. Materyal ve Metod: Bu çalışmaya İnönü Üniversitesi BESYO’da okuyan ve herhangi bir rahatsızlığı olmayan 179 öğrenci katıldı. Bu çalışmaya katılan öğrencilerden boy ve ağırlık ölçümleri, dört farklı yerden deri kıvrım kalınlığı (triceps, subscpular, suprailiac, calf), iki farklı bölgeden kemik genişliği (diz ve dirsek genişliği) ve iki çevre ölçüsü (kol, calf) alındı. Elde edilen veriler ışığında somatotiplerin hesaplanması “Heath-Carter” formülüyle yapıldı. Araştırmaya katılan katılımcıların diz fleksiyon ve ekstansiyon kas kuvvetleri 90o/sn, 120o/sn ve 150o/sn farklı açısal hızlarda “Biodex Sistem 3” İzokinetik test ve Egzersiz Cihazı (Model: 830-220) ile ölçüldü. Çalışmaya katılan tüm katılımcıların dominant ve non-dominant diz kas kuvvetleri test edildi. Araştırmanın istatistiksel işlemlerinde verilerin homojen olup olmadığını belirlemek için “Kolmogorov Smirnov” testi yapıldı. Verilerin homojen dağılmadığı belirlendikten sonra çoklu grup karşılaştırmaları için “Kruskal Wallis H” testi uygulandı. Araştırmada elde edilen veriler SPSS for Windows 21.0 programı kullanılarak analiz edilmiştir. Araştırmada veriler aritmetik ortalama (X), standart sapma (ss) ve anlamlılık düzeyi olarak p<.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Yapılan somatotip çalışma sonucunda 13 farklı somatotip grup olduğu belirlendi. Dengeli Mezomorf somatotipli bireylerin tüm açısal hızlarda en yüksek izokinetik diz kas kuvveti oranına sahip olduğu bulundu. Endomorfik Mezomorf somatotipli bireyler ikinci yüksek, Mezomorf Ektomorf somatotipli bireyler üçüncü yüksek izokinetik diz kas kuvveti oranına sahip olduğu tespit edildi. Diğer gruplar açısından anlamlı bir fark bulunamadı. 222 Kruskal Wallis H-Testi analizine göre somatotip farklılığın, 90º’lik açısal hızda dominant ve non-dominant diz fleksiyon zirve güç, 120º’lik açısal hızda dominant diz fleksiyonekstansiyon zirve güç ve 150º’lik açısal hızda dominant fleksiyon ve ekstansiyon zirve güç değerleri üzerinde anlamlı fark oluşturduğu saptandı. Sonuçlar: Sonuç olarak farklı somatotip özelliklerden Dengeli Mezomorf olan katılımcıların diğer gruplara göre daha yüksek izokinetik diz kas kuvveti oranına sahip olduğu tespit edildi. Bu bağlamda özellikle kuvvet gerektiren branşlara sporcu seçiminde bir kriter olarak göz önünde bulundurulabilir. Ancak yine de daha büyük örneklem grupları veya farklı seviyedeki sporcuların üzerinde yapılacak çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: İzokinetik kuvvet, Antropometri, Somatotip, Fleksiyon, Ekstansiyon 223 P-136 Anatomi Alanında 2000-2014 Yılları Arasında Türkiye’de Yapılan Bilimsel Yayınlar Metin Tellioğlu A*, Karakaş S*, Gizem Polat A* *Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye Amaç: Çalışmamızda, ülkemizde 2000 yılından bu yana Anatomi alanında yapılan uluslar rası bilimsel yayınlara ilişkin istatistiki verilerin ortaya konması amaçlandı. Yöntem: ISI Web of Science veri tabanında SCI(Science citetion index) ve SCI-E(Expanded) kapsamındaki dergilerde, içinde en az bir anatomi uzmanının bulunduğu, Türkiye adresli yayınlara ilişkin istatistiki veriler tarandı. Zaman dilimi olarak 2000-2014 yılları esas alındı. Yıllara göre yayın sayıları, yayın sayılarındaki artış hızı, yayınların sınıflandırılması(makale, bildiri vb.), yayınların kategorisi, aldıkları atıf sayıları kaydedildi. Yayınların en fazla yayınlandığı ilk 10 dergi ve en fazla yayın yapan 10 üniversite belirlendi. Bulgular: Anatomi alanında 2000 yılından bu yana 1385 yayına ulaşıldı. Bu yayınlardan 1285’i orjinal makale, 35’i toplantı sunumu, 32’i bildiri özeti, 27 editöre mektup ve 23’ü derleme idi. Bu yayınlara ilişkin 2009 yılında belirgin şekilde artış gözlenirken, son yıllarda giderek azalma tespit edildi. Türkiye’de en çok yayın yapılan kategoriler ve en yüksek atıf sayıları sırasıyla; cerrahi anatomi, morfoloji ve sinir bilimleri kategorileriydi. Yayınların en fazla yayınlandığı ilk üç dergi olarak; Surgical and Radiologic Anatomy, Saudi Medical Journal ve Clinical Anatomy bulundu. En fazla yayın yapan üniversiteler; Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Ege Üniversitesi’ydi. Sonuç: Çalışmamız, anatomistlerin hangi konulara daha çok yönlendikleri konusunda yol göstermektedir. Yapılan yayınların büyük bir kısmı, cerrahi, morfoloji ve sinir bilimleri kategorilerindedir. Yayınların sayıdan çok kalitesi, takip edilirliği önemlidir. Yapılacak çalışmaların, multidisipliner, daha çok atıf alacak çalışmalar olmasına önem verilmelidir. Anahtar Kelimeler: Anatomi, Bilimsel yayınlar, SCI, Web of Science 224 P-137 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. Sınıf Öğrencilerinin Anatomi Eğitimi Hakkındaki Görüşleri Metin Tellioğlu A*, Karakaş S*, Göğebakan K*, Gizem Polat A* *Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye. Amaç: Tıp fakültelerinde anatomi eğitiminin nasıl olması gerektiği, hangi eğitim modelleriyle zenginleştirilerek en iyi şekilde sunulabileceği, ülkemizde ve dünyada tartışılan bir konudur. Bu nedenle, anatomi eğitimi alan ve ileri ki süreçte bilgilerini klinik hayata geçirecek olan öğrencilerin, anatomi eğitimi hakkındaki düşüncelerini öğrenmeyi amaçladık. Yöntem: Araştırmaya 2013-2014 eğitim-öğretim yılında Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesinde anatomi eğitimdeki tüm müfredatı tamamlamış 2.sınıf öğrencileri dahil edildi. Toplam 138 öğrenciden; 120’si (64 kız,56 erkek) araştırmaya katılmayı kabul etti. Ders anlatma yöntemleri, kullanılan kaynaklar ve anatomiye ayrılan süre vb… gibi parametreleri sorgulayan, 25 soruluk anket hazırlandı. Soruların öğrenciler tarafından yanıtlanması istendi. Bulgular: Öğrencilerden 109’u (% 90,8) anatomi derslerinin gerekli olduğunu düşünürken, 11(% 6,7) kişi gerekli olmadığını belirtmektedir. Anatomi derslerinin verimli geçmesinde en önemli faktörün dersi anlatan öğretim elamanı olduğu(% 57,5) ve derslerin 3D görüntülerle(% 89,2), video anlatımlarıyla (% 87,5) ve radyolojik görüntülerle desteklenmesi gerektiği görüşleri(% 70) yüksek orandaydı. Uygulama derslerinin daha küçük gruplarla yapılmasını isteyen 116 (% 96,7) öğrenci bulunuyordu ve uygulama derslerinin kadavra üzerinde olmasını 61 (% 50,8) kişi isterken, 39 (% 32,5) kişi maketlerle yapılabileceğini belirtti. Öğrencilerin 104’ü bu dersi çalışırken kütüphanedeki basılı kaynakları kullanmadığını, 85’i online veri tabanlarından yararlanmadığını belirtirken, evde kaynak kitaplardan ve atlas eşliğinde çalıştığını söyleyen 105 öğrenciydi. Sonuç: Anatomi eğitimini en kaliteli şekilde sunmak için, bu eğitimi alan bireylerin görüşleri doğrultusunda yapılabilecek yenilikler gözden geçirilmelidir. Teknolojik açıdan her geçen gün biraz daha gelişen dünyada, anatomi eğitimi içinde teknolojik kaynakları kullanarak en iyi şekilde eğitim sağlamak gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Anatomi Eğitimi, Öğrenci görüşleri, Anket 225 P-138 Tıp Eğitiminde Plastine Kadavra Dönemi Uludağ S*, Şenol D*, Çay M*, Özbağ D* *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, TÜRKİYE Tıp eğitiminin temel taşı Anatomi’dir. Anatomi eğitiminin olmazsa olmazını ise kadavra üzerinden eğitim oluşturmaktadır. Çoğu tıp müfredatı makroskobik anatomiyi öğretmek için kadavralara güveniyor. Kadavra temininde yaşanan sıkıntılar anatomi dünyası için bilinen bir gerçektir. Bunun sebebi sahipsiz kadavların ve kadavra bağışının azalmasıdır ve kadavra bağışı sayısının artırılması olası çözümlerden biridir. Ülkemizdeki yetersiz kadavralarla tıp eğitimi ne kadar verimli devam edebilir sorusu anatomi camiasında uzun zamandır yüksek sesle konuşulmaktadır. Ancak son dönemlerde bu durumu plastine kadavra ile tersine çevirmenin bir yolu ülkemizde de ortaya çıkıyor. Plastinasyon, anatomik örneklerin yağ ve sudan arındırılarak polimer bir maddeyle kaplandığı, doku yağı ve suyunun dayanıklı polimerle yer değiştirdiği bir yöntemdir. Bu yöntem 1978 yılında Heidelberg üniversitesinden Prof. Dr. Gunthervon Hagens tarafından bulunmuştur. Son 20 yılda, plastinasyon iyi diseke edilmiş tür ve insan parçaları ve organların korunması için önemli bir araç haline gelmiştir. Diseksiyonu yapılmış ve yıllarca kullanılmış kadavraları plastine ederek kullanım ömürlerini uzatmak daha hijyenik ve formaldehit zararından uzak tutabilecek çeşitli yararlar sağlayacaktır. Böylece ders için daha temiz ve uygun bir ortam zemini sağlanabilir. Daha zahmetli olan geleneksel kadavra saklama yöntemleri ve derslerde kullanımından plastinize edilmiş kadavralarla kurtulabiliriz. Dokulardan buharlaşan formalingöz,deri ve mukozada çeşitli zararlara sebep olmaktadır. Ayrıca ortam havasını bozarak eğitim kalitesini etkilemektedir. Tüm bunların yanı sıra dokuların ve organların doğal görünümlerinden uzaklaşması ve elle tutularak makroskobik incelenme şansının da önüne geçmektedir. Öğrencinin de tüm bu nedenlerden dolayı derse ilgisi azalmaktadır. Buda istenilen başarının elde edilememesine neden olmaktadır.Ayrıca öğrenciler ve akademik personel eldiven, maske gibi koruyucu ekipmanlara ihtiyaç duymadan kullanabilecekleri, kokusuz, kuru, sağlam ve daha uzun ömürlü, daha sağlıklı bir ortam ve gerçek bir eğitim materyali arzu etmektedirler. 226 Geçtiğimiz on yıl içinde, tıp lisans müfredatında anatomik öğretim rolü önemli ölçüde değişmiştir. Plastinasyonun eğitim materyali olarak kullanılan kadavraların muhafazası, saklanması ve kullanım sürelerinin uzatılmasında, “ideal eğitim materyali” olarak en iyi örneklerin ortaya çıkarılmasında günümüzdeki en geçerli yöntem olduğu düşünülmektedir. Son yıllarda plastine kadavra insan ve veteriner anatomi için öğrencilere bir devrim olarak sunulmaktadır. Plastine kadavraların uygulama amaçları ve yorumları hakkındaki tartışmalar artıyorken, plastinize edilmiş kadavra ve organların gösterimi dünyada milyonlarca insanın ilgisini çekmektedir. Bu sebepten, plastinasyon sürecinde de etik kurallar dikkate alınmalıdır. Anahtar kelime: Plastinize kadavra, Plastinasyon, Anatomi 227 P-139 Vücudun Farklı Anatomik Bölgelerinde Kemik Mineral Yoğunluğu Üzerinde Farklı Frekans ve Şiddetteki Egzersizlerin Rulman Etkilerinin Karşılaştırmalı Analizi Korkmaz MF*, Çetin A**, Ateş M**, Öztanır MN**, Karataş T**, Beytur L**, Çay M**, Şenol D** * İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji AD, Malatya, Türkiye ** İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Malatya, Türkiye Amaç: Çeşitli çalışmalar, fiziksel aktivitenin büyüme sırasında ve hatta ergenlik sırasında kemik kütlesi üzerinde pozitif bir etkiye sahip olduğunu göstermiştir. Ancak, bu ilişkinin doğası ve büyüklüğü ile ilgili ayrıntılar hala belirsizdir. Bu çalışmanın amacı, vücudun farklı anatomik bölgelerinde kemik mineral yoğunluğu (Bone Mineral Density - BMD) üzerinde farklı frekans ve şiddetteki egzersizlerin rulman etkilerini araştırmaktır. Yöntemler: Halay çeken ve horon tepen milli sporculardan (her bir grup 26 idi) yaşları 2027 aralığının dışında olanları analizlerin dışında bıraktık. Böylece 6 kadın,7 erkek13 horon oynayan (yaş ortalaması 22 ± 2,3 yıl, yaş aralığı 20-27 yıl); 11 kadın, 9 erkek 20 halay çeken (yaş ortalaması 22± 1,8 yıl, yaş aralığı 20-26 yıl) ve 10 kadın, 9 erkek 19 (yaş ortalaması 22 ± 1,7 yıl, yaş aralığı 20-25 yıl) folklor oynamayan olmak üzere 3 grup gönüllü çalışmaya dahil edildi. BMD üzerinde ana ve kombine etkilerini belirlemek için Paired-samples t - testi, tek yönlü ANOVA analizi ve Tukey testleri kullanıldı. Bugular: Denekler arasında yaş, kilo, boy parametreleri açısından anlamlı bir farklılık yoktu. 6-10 yıl spor yapan 20 yaş üstü sporcular göz önüne alındığında yaş, kilo, boy, bel çevresi, sağ ve sol baldır çevresi horon ve halay çekenlerde farklı değildi (p>0,05). Horon ve halay çekenler arasında lomber ve proksimal femur değerlerinde fark bulunmazken, horon oynayanlarda önkol BMD değerleri daha yüksek bulundu (0,56 ± 0,09) ve istatistiksel olarak anlamlıydı. (p:0,009). Lomber total BMD spor yapmayan grupta en yüksek bulundu (1,02 ± 0,10) ve istatistiksel olarak anlamlıydı. (p:0,004). Sonuç: Egzersiz hareketlerinde bükücü kuvvetler, kas kitlesi ve sinir olgunlaşmasında artışın yanı sıra kemikler üzerinde daha fazla kuvvet oluşturarak kemiğin sağlamlılığı ve gerginliği ile beraber modelleme ve yeniden şekillenmesini de etkiler. Bu yüzden, artan yükleme kemik modellemeyi uyarır kortikal kemik şekil değişiklikleri trabeküler BMD 'de ve kemik 228 mukavemetinde artışla sonuçlanır. Elde ettiğimiz verilere göre farklı frekanslı ve darbeli egzersizler BMD üzerine vücudun farklı anatomik bölgelerinde farklı etki göstermektedir. Çocuklarda ve yetişkinlerde kemik kütlesi kazançlarını optimize etmek amacıyla fiziksel aktivite optimum dozunu belirlemek için daha fazla araştırma gereklidir. Bu sonuçlar, zirve BMD elde etmek için yapılacak sporların tarzı konularında başta kamu sağlık kuruluşları için daha fazla kanıt sağlamak için yardımcı olur. Anahtar Kelimeler: Kemik Mineral Yoğunluğu, Farklı Frekans ve Şiddetteki Egzersizler, Rulman Etkileri 229 P-140 İsoproterenolle Kalp Hasari Oluşturulmuş Ratlarda Dexpanthenol’ün Koruyucu ve Tedavi Edici Etkisinin Araştırılması Kalkan F*, Disli O**, Parlakpinar H***, Tanriverdi LH*, Polat A****, Cetin A*****, Vardi N*****, Acet A*** * İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Lisans Öğrencisi, Malatya. **İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp-Damar Cerrahisi, Malatya. *** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji, Malatya. **** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji, Malatya. ***** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji, Malatya. Amaç: İsoproterenolle (ISO) kalp hasarı oluşturulmuş ratlarda dexpantenolün (DEX) koruyucu ve tedavi edici etkisinin araştırılması. Materyal ve Metod: Deneyde kullanılan 40 adet rat, 4 gruba bölündü (n=10): Kontrol grubu; ISO grubu (150 mg/kg); DEX+ISO grubu (Ardışık iki doz ISO’nun 24 saat aralıklarla uygulanmasından önce 250 mg/kg DEX uygulanan ve sonraki 2 gün daha DEX uygulanan grup); ISO+DEX group (2 gün ISO uygulama sonrası 2 gün de DEX uygulanan grup). Ratlar; ortalama arter kan basıncı, kalp atım sayısı, O2 saturasyonu ve elektrokardiyografi açısından takip edildi. Malonilaldehit (MDA), superoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT), glutatyon peroksidaz (GPX) ve indirgenmiş glutatyon (GSH)’un kalp dokusundaki değerleri saptandı. Sonuçlar: Kan basıncı ve O2 saturasyonu değerleri, ISO grubunda kontrol grubuna göre anlamlı bir düşüş gösterdi. T dalgası negatifliği ISO grubunda 6 tane ve ISO+DEX grubunda ise 1 tane olarak gözlendi. SOD ve GPX değerleri ISO grubunda, kontrol ve DEX+ISO grubuna gore anlamlı bir düşüş gösterdi. CAT değerlerinde, ISO grubunda kontrol grubuna göre anlamlı bir düşüş gözlendi. ISO uygulaması kardiyomyositlerde yapısal bozukluklar, myofibril ve sitoplazmik vakuol kaybı gibi bazı morfolojik değişikliklere yol açtı. Bununla beraber; histolojik hasarlar ISO+DEX ve DEX+ISO grubunda ISO grubuyla karşılaştırıldığında anlamlı bir azalma gösterdi. Tartışma: Bu çalışma DEX’in ISO ile oluşturulan kalp hasarında koruyucu ve tedavi edici etkisini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: İsoproterenol, Kalp, Dexpantenol, Kalp hasarı. NOT: Bu çalışma TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu) tarafından dersteklenmiştir (Proje Numarası : 2209/A-2012, Proje Sahibi: Ferhat Kalkan). 230 P-141 Adult Öncesi ve Adult Dönemde Crista Galli Pnömatizasyonu Tetiker H*, Koşar Mİ*, Çullu N**, Şahan M***, Gençer CU* * Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Muğla, Türkiye ** Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Muğla, Turkey ***Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Muğla, Turkey Sinonasal bölge insanda en çok anatomik varyasyonlar gösteren bölgelerden birisidir. Paranazal BT incelemesi ile bölgenin anatomik varyasyonları kolay tanınabilmektedir. Bu varyasyonlardan birisi de crista galli pnömatizasyonudur. Son yıllarda pnömatizasyonun frontal sinus’den kaynaklandığını destekleyen görüşler vardır. Biz bu çalışmada adult öncesi ve adult dönemde crista galli pnömatizasyon varlığında farklılık olup olmadığını değerlendirmeyi planladık. Retrospektif olarak planlanan bu çalışmada 2012 - 2013 yılları arasında çekilen 218 coronal plan Paranazal BT görüntüleri değerlendirildi. Hastalar on sekiz yaş altı ve üstü olarak iki gruba ayrıldı. On sekiz yaş altı grupta 97 vaka olup pnömatizasyon oranı % 2,1 tespit edilirken, on sekiz yaş üstü grupta ise 121 vaka olup crista galli pnömatizasyonu % 15,7 olarak bulundu. Bu sonuçlara göre crista galli pnömatizasyonunun yetişkin dönemde artmış olduğu görüldü. Doğum sırasında rudimente durumda olan frontal sinüs ilk olarak 6 yaşında radyografik olarak tespit edilip esas boyutlarına ise puberteden sonra ulaştığı göz önüne alındığında bu artışın frontal sinüs gelişimine paralellik göstermektedir. Sonuç olarak crista galli pnömatizasyonunun frontal sinus’den kaynaklandığını belirten görüşleri destekler niteliktedir. Anahtar Kelimeler: Crista galli, Paranazal sinüs, Pnömatizasyon, Bilgisayarlı Tomografi 231 P-142 Üst Ekstremite Antropometrik Ölçümleri Arasındaki İlişkiler Aygün D*, Erdem H**, Özandaç S***, Kızılkanat E**, Boyan N**, Oğuz Ö *Adana Devlet Hastanesi - KETEM Polikliniği, Adana. **Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi- Anatomi AD, Adana. ***Adana Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü- Fizyoterapist, Adana. Amaç: Bu çalışma, ikinci ve dördüncü parmak ile el morfometrik ölçümleri arasında ve üst ekstremiteye ait uzunluk, çevre ve eklem hareket açıklığı ölçümleri arasında bir ilişkinin olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çukurova Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde öğrenim gören 39 (kadın:23, erkek:16) öğrencinin üst ekstremitelerine ait antropometrik ölçümler dominant tarafta yapıldı. Çalışmamızda üst ekstremite, kulaç, el, ikinci ve dördüncü parmak uzunlukları, kol, önkol ve el bileği çevre ölçümü, el genişliği, el bileği çapı, el bileği ve parmakların normal eklem hareket açıklığı ölçümü yapıldı. Kumpas, mezura ve gonyometre kullanılarak yapılan ölçümlerin istatiksel analizleri SPSS 20.00 programı ile değerlendirildi. Bulgular: Üst ekstremite uzunluğu (kadın: 68,11±13,63 cm, erkek: 76,35±3,40 cm), kulaç uzunluğu (kadın: 160,82±7,40 cm, erkek: 176±6,94 cm), kol çevresi (kadın: 26,93±2,50 cm; erkek: 30,92±2,71 cm), önkol çevresi (kadın: 23,15±1,63 cm; erkek: 25,88±1,94 cm), el genişliği (kadın: 7,47±0,54 cm, erkek:9,14±2,71 cm), el uzunluğu (kadın: 18,33±0,95 cm, erkek:20.32±0,92 cm), ikinci parmak uzunluğu (kadın: 8,69±0,48 cm, erkek: 9,53±0,47 cm), dördüncü parmak uzunluğu (kadın: 9,08±0,59 cm, erkek: 9,98±0,51 cm), el bileği çapı (kadın: 4,97±0,52 cm, erkek: 5,74±0,28 cm), el bileği çevresi (kadın: 15,40±0,86 cm, erkek: 16,70±1,73 cm) el bileği fleksiyon ve ekstensiyon normal eklem hareket açıklığı sırasıyla (kadın: 90,69±0,92° ve 71,82±2,01°, erkek: 90,93±1,76° ve 70,68±1,92°) ve metacarpophalangeal, proksimal interphalangeal ve distal interphalangeal eklem hareket açıklığı sırasıyla (kadın: 92,4783±2,08°, 118,52±2,64° ve 76,78±3,76°, erkek: 91,56±2,03°, 118,87±1,97° ve 77,62±3,22°) olarak bulundu. Sonuç: Dominant tarafta üst ekstremite uzunlukları arasında anlamlı bir ilişki görülmesine karşın üst ekstremite antropometrik ölçümleri ile eklem hareket açıklığı ölçümleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Anahtar Kelimeler: Üst ekstremite, Antropometri, Normal eklem hareket açıklığı. 232 P-143 Humerus’un Proksimal Ucundaki Anatomik Oluşumların Morfometrik Ölçümleri Önder M*, Oğuz Yolcular B**, Oğuz N* *Akdeniz Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya **Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Antalya Amaç: Humerus’un proksimal ucundaki anatomik yapıların morfolojik özelliklerinin bilinmesi cerrahi uygulamalarda ve antropolojide önemlidir. Bunun için humerus’un proksimal ucundaki anatomik oluşumlar. Microscribe g serisi Microscribe-G2X yardımıyla ölçülerek morfometrik değerlerin bulunması amaçlanmıştır. Materyal ve Metot: Çalışmamızda, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuar’ında bulunan proksimal uçları hasar görmemiş 25 sağ, 25 sol humerus’un proksimal ucundaki; tuberculum majus ile tuberculum minus genişliği ve uzunluğu, humerus’un uzunluğu, collum anatomicum ile collum chirurgicum’un transvers, sagital ve vertikal çapları ve tuberculum majus ve tuberculum minus arasındaki mesafe MicroscribeG2X kullanılarak ölçümleri yapıldı. Tanımlayıcı istatistikler ortalama±standart sapma olarak sunuldu. Verilerin istatistiksel karşılaştırmalarının yapılmasında normal dağılım varsayımını sağlayan değerler için İki Ortalama Arası Fark testi, sağlamayan değerler için ise MannWhitney U testi kullanıldı. Verilerin analizinde SPSS 13.0 istatistik paketi kullanıldı ve p değeri 0,05’ten küçük olanlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Sol ve sağ humerusların proksimal ucundaki anatomik oluşumların morfometrik ölçümlere göre ortalamaları: Humerus uzunluğu: solda 29,58cm ± 2,13 / sağda 30,95cm ± 1,66 Tuberculum majus ve minus arasındaki mesafe: solda 2,17cm ± 0,27 / sağda 2,54cm ± 0,28 Tuberculum majus genişlikleri: solda 2,61cm ± 0,40 / sağda 2,86cm ± 0,37 Tuberculum minus genişlikleri: solda 1,59cm ± 0,35 / sağda 1,76cm ± 0,32 Tuberculum majus uzunlukları: solda 2,83cm ± sağda 0,28 / 2,98cm ± 0,39 Tuberculum minus uzunlukları: solda 2,01cm ± 0,29 / sağda 2,02cm ± 0,30 Collum anatomicum transvers çap: solda 3,93cm ± 0,29 / sağda 4,09cm ± 0,43 Collum anatomicum vertikal çap: solda 4,24cm ± 0,35 / sağda 4,53 ± 0,41 233 Collum chirurgicum transvers çap: solda 2,56cm ± 0,26 / sağda 2,67cm ± 0,22 Collum chirurgicum sagital çap: solda 2,34cm ± 0,29 / sağda 2,47cm ± 0,27 Sağ ve sol tuberculum majus ve minus mesafeleri arasındaki farkın ortalamaları incelendiğinde sağ tuberculum majus ve minus mesafeleri arasındaki farkın ortalamasının sola göre istatistiksel olarak daha yüksek olduğu saptandı (2,54cm ± 0,28; 2,17cm ± 0,27; p=0,001). Sonuç: Ölçümler sonucunda elde edilen verilerin humerus cerrahisi ve antropologlara önemli katkıda bulunacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Morfometri, Antropoloji, Protez, Humerus, Collum anatomicum, Collum chirurgicum 234 P144 Anatomi Terminolojisindeki Çelişkili Kullanımlar Cetin N*, Farımaz M*, Bayko S*, Akkasoglu S*, Askit C**, Sargon M F* *Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Ana Bilim Dalı Ankara **Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Ankara Anatomik terimlerin isimlendirilmesinde yaygın olarak kullanılan diller Latince ve İngilizce’dir. Anatomi alanının referans kitap olarak kullandığı Terminologia Anatomica, terimleri olabildiğince standardize etmekte ve yıllar içinde revizyona uğrayarak kendini yenilemektedir. Ancak yine de terminolojik açıdan bazı çelişkili kullanımlar ortaya çıkabilmektedir. Özellikle klinik bilimler ile temel bilimler arasında anlam kargaşası meydana gelebilmektedir. Kelime anlamları göz önüne alındığında, ilgili anatomik oluşum ve bu oluşuma verilen isim arasında birbirine uymayan durumlarla karşılaşılabilmektedir. Ayrıca bazı anatomik oluşumlar yapının hiçbir bağlantısı olmadığı bilinen bölgelerin isimleriyle adlandırılabilmektedir. Latince dili baz alındığında ise yanlış isimlendirmeler anatomik terimin sonuna eklenen eke bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışma esnasında Terminologia Anatomica ve klinik bilgilerin bulunduğu bazı kaynaklar taranmış, karşılaştırılmış ve ayrıca latince dili konusunda uzmanlaşmış kişilerden de yardım alınmıştır. Bu çalışmanın amacı, anatomik terminolojide farkına varmadan yapılan bazı çelişkili kullanımları gözden geçirmek ve oluşabilecek yanlışlıklara dikkat çekmektir. Anahtar Kelimeler: Anatomik isimlendirme, klinik terminoloji, Latince 235 P-145 Vestibuler Sinir Cerrahisinde Gözlemlenen Önemli Anatomik Yapıların İncelenmesi Yeğin H*, Bahcelioğlu M**, Gözil R**, Çalgüner E**, Göksu N*** * Edirne Devlet Hastanesi, KBB Hastalıkları, Edirne, Türkiye ** Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD., Besevler, Ankara, Türkiye *** Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları AD. Besevler, Ankara, Türkiye Fossa cranii posterior ve trigonum pontocerebellare’nin anatomisinin kompleks yapısı ve varyasyonlarının sıklığı bölgenin ayrıntılı incelenmesini gerekli kılmaktadır. Çalışmamızın amacı, trigonum pontocerebellare’nin orta kompleks bölümündeki v. petrosa superior, fissür venleri, a. superior cerebelli, a. inferior anterior cerebelli, a. inferior posterior cerebelli, a. vertebralis, a. labyrinthi ve plexus choroideus’un bölgedeki kraniyal sinirler olan n. abducens, n. facialis, n. intermedius, n. vestibulocochlearis ile olan ilişkilerini incelemektir. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Ana Bilim Dalında 1994 - 2004 yılları arasında gerçekleştirilen “retrosigmoid yolla fossa cranii posterior girişimi” ameliyatları sırasında elde edilen görüntü kayıtlarının 109’unda orta kompleks bölümü incelendi. Arterlerin birbirleriyle olan konumsal ilişkileri ile, orta kompleks içinde normalde bulunmayan a. vertebralis ve a. inferior posterior cerebelli gibi yapıların görülme sıklıkları incelendi. Ayrıca cerrahi girişim sırasında diğer yapıların bulunmasını kolaylaştıran n. intermedius, n. abducens, plexus choroideus’un gözlenme sıklıkları saptandı. Yüksek cerrahi komplikasyon riski taşıyan n. vestibulocochlearis’in klivaj özellikleri ve arterlerle olan konumsal ilişkileri detaylandırıldı. Sonuç olarak vestibüler sinir cerrahisi sırasında karşılaşılan çeşitli vasküler ve nöral yapıların komşulukları büyük önem taşımaktadır. Bazı yapılar bulunma sıklığı az olsa dahi önceden göz önünde bulundurulmazlar ise, önemli komplikasyonlara neden olabilir. Bu nedenle, cerrahi girişimlerde, çalışmamızda saptadığımız varyasyonların bilinmesi ve dikkat edilmesi gerekmektedir. Anahtar kelimeler: Trigonum pontocerebellare, Orta kompleks arterleri, Orta kompleks venleri, Orta kompleks sinirleri, Varyasyon. 236 P-146 Bilateral Aksesuar Palmaris Longus Varyasyonu Özkan M*, Kirazlı Ö*, Yıldız S D*, Altay G*, Tosunoğlu E*, Verimli U*, Şehirli Ü S* *Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Laboratuarında eğitim amaçlı yapılan rutin öğrenci diseksiyonları sırasında 40 yaşlarında 80kg ağırlığında erkek kadavrasında önkol fleksör kompartmanında bilateral aksesuar bir kas varyasyonu tespit edilmiştir. Kas humerus’un epicondylus medialis’inden orijin alıp, retinaculum flexorum’a doğru uzanan ve tendon kısmını 1/3’lük distal kısmında “Y” harfi şeklinde çatallanan bir yapı göstermektedir. Kasın karın kısmı m.palmaris longus’un medialinde yer almaktadır. Önkolun orta kısmında m.palmaris longus’un derininde seyrederek, retinaculum flexorum’a tutunmaktadır. Kasın karın kısmı fusiform şekilli ve 10 cm olup daha sonrasında 6 cm’lik yassı bir tendon kirişi ile devam ettikten sonra 3 cm’lik iki parçaya ayrılmaktadır. Kasın beslenmesini a.ulnaris yaparken, kasın innervasyonu ise n.medianus tarafından yapılmaktadır. Literatürde böyle bir varyasyon tarafımızdan tespit edilememiştir. Klinik anlamda önemli olabilecek bu kasın tanımlanması literatür açısından önemli bir katkı sağlamaktadır. Anahtar kelimeler: Palmaris longus, aksesuar kas, varyasyon 237 P-147 Rembrant’ın “Dr. Tulp'un Anatomi Dersi” İsimli Eserindeki Anatomik Hatalar Bahşi İ*, Orhan M* *Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Gaziantep 17. yüzyılda Hollanda’da halka açık şekilde gerçekleştirilen anatomik incelemeler, “anatomik tiyatro” adı altında yapılan sosyal aktivitelerdi. İnsanlar belirli bir ücret karşılığında bu aktivitelere katılabilirlerdi. Rembrandt, “Dr. Tulp'un Anatomi Dersi” isimli eserinde ön kol diseksiyonu yapan Dr. Nicolaes Tulp ve beraberindeki bir grup izleyiciyi resmetmiştir. Eserde Dr. Tulp'un, incelediği ön koldaki kas grubunu seyircilere göstermek amacı ile forceps aracılığı ile çektiği ve parmakların hareketini kendi elinde gösterdiği izlenmektedir. Bu resim, resim sanatı bakımından oldukça değerli bir eser olarak kabul edilmektedir. Bu araştırmada, sözü edilen eserdeki anatomik hatalar ve varyasyonlar incelenmiştir. Bunlar; 1) Ön kol proksimalinde bulunan ve epicondylus lateralis’e bağlanan olarak gösterilen kas grubunun, epicondylus medialis’e bağlanması gereken m. flexor digitorum superficialis olduğu ve pozisyonunun ters resmedildiği düşünülmektedir. 2) Ön kol proksimalinde bulunan ve epicondylus lateralis’e bağlanmış olarak gösterilen kas grubunun, kas grubu değil tek bir kas olan m. flexor digitorum superficialis olduğu düşünülmektedir. 3) Ön kol distalinde, ulnar tarafta bulunan uzun beyaz yapının n. ulnaris’in varyasyonu olduğu düşünülmektedir. 4) Ön kol proksimalinde, medial tarafta bulunan ve epicondylus lateralis ile ulna arasında uzanan kasın m. pronator teres olduğu ve epicondylus medialis ile radius arasında olması gereken bu kasın ters resmedildiği düşünülmektedir. 5) Anatomik varyasyon olarak %10 oranında bulunmayan m. palmaris longus’un olmadığı tespit edilmiştir. 238 Sonuç olarak Rembrandt’ın bu eserinde anatomik hatalar bulunmaktadır. Buna rağmen eserin sanatsal değeri oldukça yüksektir. Kendi alanında oldukça donanımlı bir sanatçının bile konuya bir anatomist gözüyle bakamayacağı; anatomik çizimin, klasik resim çizimlerinden farklı olduğu, özel bir beceri gerektirdiği ve anatomik çizimler alanında yeterli bilgisi, deneyimi olan kişiler tarafından yapılmasının bilimsel açıdan daha değerli olduğu anlaşılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Dr. Tulp'un Anatomi Dersi, Rembrandt, Ön kol diseksiyonu 239 P-148 Calcaneusun Morfometrik Ölçümleri; Boehler’s Açısı ve Kemiğin Anteroposterior Uzunluğu ile İlişkisi Otağ İ*, Tetiker H**, Taştemur Y***, Sabancıoğulları V***, Koşar M İ**, Çimen M*** * Cumhuriyet Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri MYO,Sivas ** Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla *** Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Sivas Kemiklerden elde edilen ölçümler bize birey ve ait olduğu populasyona ait bilgiler verir.Bu çalışmalarda özellikle tercih edilen kafa ve pelvis iskeleti yanında calcaneus kemiği de iyi korunabilmesi nedeni ile çalışılan vücudun diğer kemiklerinden biridir.Çalışmamızda Cumhuriyet Üniversitesi ve Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Anatomi Laboratuarlarında bulunan iyi korunmuş 65 (35 sağ-30 sol) calcaneus değerlendirildi. Kemiklerden 10 linear ölçüm ve Boehler’s açısı ölçüldü.Calcaneus ölçümlerinde kemiğin vücut yüksekliğinde (BH) sağ-sol taraf farklılığı belirlendi (P<0.05). Boehler’s açısı 20-400 arasında bulundu ve Boehler’s açısı ile kemiğin mimumum genişliği (MINW) arasında anlamlı bir korelasyon olduğu belirlendi (P<0.01). Calcaneusun anteroposterior maksimum uzunluğu (MAXL)ile calcaneal sulcus genişliği (WSC) haricinde diğer tüm linear kemik ölçümleri arasında anlamlı bir korelasyon belirlendi (P<0.01).Calcaneus ölçümlerinin regresyonu ile kemiğin anteroposterior uzunluğu 1mm yakınlığa kadar hesaplanabilir. Calcaneus iyi korunduğu için antropologlar ve adli bilimciler tarafından sıklıkla kullanılan kemiklerdendir. Calcaneus’un morfometrik değerleri ve yapılan analizler anatomi bilimi, ortopedik cerrahi, kinesyoloji, antropoloji ve adli bilimlere katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Calcaneus, ölçüm, Boehler’s açısı. Osteoloji 240 P-149 Yüz Transplantasyonu ve Nervus Facialis Görür İ*, Öztürk L*, Boduç E* *Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Bornova-İzmir Giriş: Doku ve organ nakilleri insanların ölümsüz olma hayalleriyle birlikte ortaya çıkmıştır. Bu kompozit doku nakillerinden biri de yüz naklidir. Bu nakillerin işlevsel olabilmesi için mimik kasların motor innervasyonlarını geri kazanabilmeleri gerekir. Bu da nervus facialis’in nakil sonrası iyileşme oranına bağlıdır. Amaç: Bu çalışmadaki amacımız da bu nakilleri temel bilimler açısından incelemektir. Materyal-Metot: Ege Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında bulunan ve %10 formalin ile fikse edilmiş 7 erkek kadavranın 2 tanesi arteria temporalis superficialis ve arteria facialis pedikül metodu yöntemiyle diseke edildi. Yüz derisi kaldırılmış 3 kadavrada glandula parotidea’in kısmen kaldırılmasıyla nervus facialis’in dallanması ve mimik kaslarıyla olan ilişkisi gösterildi. Diğer 2 kadavrada ise deri kaldırılarak mimik kasları diseke edildi. Literatürden ve diseke edilen kadavralardan elde edilen veriler birlikte değerlendirildi. Sonuç ve Tartışma: Bu ameliyatlar başta bilimsel, anatomik, fizyolojik, psikolojik, etik, teknik ve ekonomik olarak birçok problem içermektedirler. Çalışmamızda cerrahi teknikler taklit edilerek elde edilen yüz flaplerinin diseksiyonları literatürdeki kadavra çalışmalarıyla doğru orantılı olarak ortalama 5 saat sürdü. Bu da flaplerin diseke edilme süreleri ve yapılan ameliyatların toplam süreleri doğrultusunda bu nakil süresinin hem hasta hem de cerrah için oldukça uzun olduğunun bir göstergesidir (15-19 saat gibi). Postoperatif bakım da oldukça zahmetlidir, çünkü hastalar hayatları boyunca immünosuppresif ilaçlar kullanmak zorundadır. Bu da uzun vadede hastanın yaşam kalitesini bozan yan etkilere yol açmaktadır. Operasyon öncesi ve sonrasında motor innervasyon ile alakalı bir başarı yüzdesi henüz tam olarak verilememektedir. Ayrıca mimik kaslarda, nervus facialis, arteria ve vena facialis’de gözlenen bireysel varyasyonlarda göz önüne alındığında bu nakillerin ‘deneysel operasyonlar’ olduğu söylenebilir. Anahtar kelimeler: Yüz nakli, nervus facialis, mimik kaslar 241 P-150 Wistar Albino Ratlarda Tiyoasetamid İle İndüklenen Karaciğer Hasarına Karşı Nerolidolün Koruyucu Etkileri Cetin A*, Çiftçi O**, Başak N*** * İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya ** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya *** İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasotik Toksikoloji A. D., Malatya Amaç: Tiyoasetamid, (TAA) karaciğer için toksik olarak bilinen ajanlardan biridir ve uzun süre maruziyeti karaciğer fibrozisine ve siroza neden olmaktadır. Nerolidol, sesquiterpene yapılı bir alkol olup, Baccharis dracunculifolia gibi bitkilerin esansiyel yağlarında bulunur. Bu çalışma, TAA ile indüklenerek oluşturulan sıçanların karaciğer dokusunda meydana gelen histopatolojik değişiklikler üzerine nerolidolün koruyucu etkilerinin gösterilmesi amacıyla planlandı. Materyal- Metod: Bu çalışmada, Wistar Albino cinsi 28 erkek sıçan her grupta 7 adet olacak şekilde rasgele 4 gruba ayrıldı. Grup 1: Kontrol Grup 2: TAA (200mg/kg/ip) Grup 3:Nerolidol (100 mg/kg/gavaj) Grup 4:TAA (200mg/kg/ip) + Nerolidol (100 mg/kg/gavaj) Deney sonunda ratlar anestezi altında sakrifiye edildi, histolojik ve biyokimyasal incelemeler için karaciğer doku örnekleri alındı. Histolojik inceleme için alınan örnekler rutin doku takip işlemlerinden geçirildi ve parafine gömüldü. Parafin bloklardan 5 µm kalınlığında kesitler alındı ve Hematoksilen- Eozin ile boyandı. Kesitler Leica DFC 280 Işık Mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü Analiz sistemi ile incelendi. TBARS, SOD, CAT, GPx ve GSH düzeyleri spektrofotometrik olarak belirlendi. Bulgular: Sonuçlar nerolidolün TAA’ya bağlı olarak ortaya çıkan oksidatif hasarı, lipid peroksidasyon düzeyini (TBARS) düşürerek ve antioksidan savunma sistemleri (SOD, CAT, GSH ve GPx) düzeylerini arttırarak giderdiği belirlendi. Histopatolojik değerlendirmede, TAA grubunda hepatositlerin radial düzeninde bozulma, eozinofilik boyanmış ve piknotik nükleuslu hücreler, mononükleer hücre infiltrasyonu, vasküler konjesyon, hepatositlerde 242 şişme gözlendi. Diğer yandan, TAA + Nerolidol grubunda histopatolojik bulgular TAA grubundaki kadar yaygın değildi. Sonuç: Sonuç olarak TAA sıçanlarda karaciğerde histolojik hasara ve oksidatif strese neden olmakta, bununla beraber nerolidol uygulanması bu toksik etkileri ortadan kaldırmaktadır. Elde edilen bulgular ışığında nerolidol uygulamasının karaciğerde ve immun sistemde TAA’nın neden olduğu toksik etkilere karşı koruyucu olduğu sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: TAA, Nerolidol, hepatotoksisite, oksidatif stres. 243 P-151 C57BL/J6 farelerde serebral iskemi /reperfüzyon modelinde 18b-glycyrrhetinic asidin oksidatif ve nöronal hasara karşı koruyucu etkileri Oztanir M N*, Ciftci O**, Cetin A***, Durak M A*, Başak N****, Akyuva Y* * Inönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Malatya. ** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya. *** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya. **** İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasotik Toksikoloji Anabilim Dalı, Malatya. Amaç: Bu çalışma, C57BL/J6 farelerde serebral iskemi / reperfüzyonun (I/R) neden olduğu nöronal hasara karşı glisiretinik asitin (GA) olumlu etkilerini göstermek amacıyla planlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 40 adet C57BL/J6 fare kullanıldı. Deneyde kullanılan fareler her bir grupta 10 adet olacak şekilde 4 gruba ayrıldı. Gruplar: Kontrol, I/R grubu, GA (100 mg/kg/gün/oral yolla-10 gün), I/R + GA grubu olarak belirlendi. 10. Günün sonunda biyokimyasal ve histolojik değişikliklerin belirlenmesi için doku örnekleri alındı. Alınan beyin dokularına rutin histolojik doku takip prosedürü uygulandı ve parafine gömüldü. Parafin bloklardan alınan 5 µm kalınlığındaki kesitlere histolojik inceleme için Hematoksilen- Eozin boya prosedürü, immunohistokimyasal olarak apopitozu belirlemek amacıyla Kaspaz-3 boya prosedürleri uygulandı. Biyokimyasal analizler (TBARS, SOD, CAT, GPx ve GSH) spektrofotometrik ölçümlerle yapıldı. Bulgular: 18b-glycyrrhetinic asidin I/R’ e bağlı olarak ortaya çıkan oksidatif hasarı, lipid peroksidasyonunu azaltarak (TBARS düzeyini düşürerek) ve antioksidan savunma sistemlerini (CAT, GPx, SOD, GSH) arttırarak giderdiği belirlendi. Histopatolojik değerlendirmede, I/R grubunda serebral kortekste fokal iskemi alanları, vasküler konjesyon, mononükleer hücre infiltrasyonu, serebral kortekste parçalanmış sitoplazmalı ve küçük piknotik nükleuslu nöronlar gözlendi. I/R + GA grubunda ise histolojik bulgularda belirgin derecede azalma saptandı. İmmunohistokimyasal olarak Kaspaz-3 boyama yöntemi uygulanarak apopitotik hücreler belirlendi. I/R grubunda Kaspaz-3 pozitif boyanan hücrelerin I/R + GA grubuna göre oldukça fazla olduğu gözlendi. Sonuç: Sonuç olarak global I/R beyin dokusunda histolojik hasara ve oksidatif strese neden olmakta, bununla beraber GA uygulanması bu toksik etkileri ortadan kaldırmaktadır. Elde 244 edilen bulgular ışığında GA uygulamasının beyinde I/R’nin neden olduğu toksik etkilere karşı koruyucu olduğu sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: İskemi-Reperfüzyon,18b-glycyrrhetinic asit (GA), Kaspaz-3, Beyin. 245 P-152 Erkek Ratlarda Tiyoasetamide Bağli Oluşan Üreme Sistemi Hasarina Karşi Krisinin Koruyucu Etkileri Ciftci O*, Cetin A**, Başak N*** * İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya. ** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya. *** İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasotik Toksikoloji Anabilim Dalı, Malatya Bu çalışmada erkek sıçan üreme sisteminde tiyoasetamide (TAA) toksisitesinde oluşan oksidatif stres, sperm karakteristikleri ve histolojik değişikliklere karşı krisinin olumlu etkilerinin tespiti amaçlandı. Bu kapsamda, Wistar Albino cinsi 28 erkek sıçan her grupta 7 adet olacak şekilde rasgele 4 gruba ayrıldı. TAA haftada 2 kez 200 mg/kg intraperitoneal olarak uygulandı. Krisin 50 mg/kg olacak şekilde 15 gün boyunca uygulandı. 1.Grup: Kontrol, 2. Grup: TAA, 3. Grup: Krisin , 4. Grup: TAA + Krisin 15. günün sonunda ratlar anestezi altında sakrifiye edildi ve reproduktif organlar alındı. Biyomikyasal olarak TAA uygulamasının oksidan/antioksidan (TBARS, SOD, CAT, GSH, GPx) dengeyi bozarak testiste ciddi oksidatif hasara neden olduğu, oluşan bu hasarın antioksidan özelliği bulunan krisin ile engellenebileceği tespit edidi. Bununla birlikte TAA’nın sperm yoğunluğunda ve motilitesinde azalmaya neden olduğu, ayrıca anormal sperm oranında artışa yol açtığı tespit edildi. Ancak krisin uygulamasının TAA’nın sperm karakteristikleri üzerindeki bu olumsuz etkilerini anlamlı düzeyde giderdiği saptandı. Öte yandan krisin uygulamasının TAA’nın neden olduğu oksidatif, histopatolojik ve spermlerdeki hasarı önlediği gözlenmiştir. TAA grubunda histopatolojik olarak spermatogenik seri hücrelerde azalma, seminifer tübüller arasında konjesyon ve bölünmenin herhangi bir evresinde duraksamış hücreler gözlendi. Bu çalışmada sonuç olarak krisinin TAA’ya bağlı olarak üreme sisteminde oluşan reprodüktif toksisiteyi azalttığı düşüncesindeyiz. Anahtar Kelimeler: TAA, krisin, oksidatif stres, testiküler hasar, sperm karakteristikleri. 246 P-153 Ratlarda 2,3,7,8- Tetraklorodibenzo-P-Dioksin (Tcdd) İle Oluşturulan Ovaryum ve Uterus Hasarı Üzerine Montelukastın Koruyucu Etkileri Ciftci O*, Cetin A**, Başak N*** * İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya ** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya *** İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasotik Toksikoloji Anabilim Dalı, Malatya Amaç: Bu çalışmada 2,3,7,8-tetrachlorodibenzo-p-dioxin (TCDD)’nin ratlarda ovaryum ve uterus üzerine olumsuz etkilerinin tespiti ile Montelukastın (ML) muhtemel olumlu etkilerinin tespiti amaçlandı. Materyal-Metod: Çalışmada 28 adet Wistar albino 3-4 aylık dişi sıçan rastgele seçilerek her grupta 7 adet olacak şekilde 4 gruba ayrıldı. 1. Grup kontrol (Mısır yağı) olarak belirlendi, 2. Grup: TCDD (2 µg/kg/hafta/ gavaj), 3. Grup: TCDD + Montelukast (2 µg/kg/hafta + 10 mg/kg/gün) ve 4.Grup: Montelukast (10 mg/kg/gün) ile beraber uygulandı. Deney sonunda ratlardan ovaryum ve uterus doku örnekleri histolojik ve biyokimyasal incelemeler için alındı. Analiz için doku örnekleri alındı ve 5 µm kalınlığında alınan kesitlere Hematoksilen- Eozin boya metodu uygulandı. Kesitler Leica DFC 280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü Analiz sistemi kullanılarak incelendi. Biyokimyasal olarak (TBARS, SOD, CAT, GPx ve GSH) düzeyleri spektrofotometrik olarak belirlendi. Bulgular: Sonuçlar ML’nin TCDD’ye bağlı olarak ortaya çıkan oksidatif hasarı, lipid peroksidasyonunu azaltarak (TBARS düzeylerinde düşüş) ve antioksidan savunma sistemlerini arttırarak giderdiği belirlendi. Histopatolojik olarak kontrol ve ML grubu ovaryum ve uterus kesitleri normal histolojik görünümde izlendi. TCDD uygulanan grupta ise ovaryum dokusunda yoğun hücre infiltrasyonu ve foliküler dejenerasyon izlendi. Ayrıca belirgin atretik foliküller ve foliküllerdeki granüloza hücrelerinde dökülme izlendi. Uterus kesitlerinde epitelde ve bezlerde dejenerasyon izlendi. Tek katlı prizmatik epitel yapısının tek katlı kübik epitele dönüştüğü gözlendi. TCDD + Montelukast grubunda ise bu bulgularda belirgin derecede azalma gözlendi. Sonuç: Bu çalışmanın sonucunda, sıçanlarda TCDD’ye bağlı olarak oluşan ovaryum ve uterus hasarında montelukastın iyileştirici etkileri olduğu gözlemlendi. Anahtar kelimeler: TCDD, ovaryum, uterus, montelukast, sıçan. 247 P-154 Asetaminofen İle İndüklenmiş Akciğer Hasarında Kayısının Koruyucu Etkileri Bayat N*, Yılmaz İ**, Çetin A*** * Cengiz Gökçek Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Embriyoloji, Gaziantep ** İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya *** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya Amaç: Kimyasal olarak N-asetil-p-aminofenol olarak adlandırılan asetaminofen (APAP), yaygın olarak kullanılan bir ağrı kesici ve ateş düşürücüdür. Kayısı karotenoidler, C ve E vitamini ve selenyum içeriği yüksek olan bir meyvedir. Bu çalışma Asetaminofen ile indüklenmiş akciğer hasarına karşı kayısının (%10 kayısı) koruyucu etkilerini göstermek amacıyla planlandı. Gereç-Yöntem: Bu çalışmada 24 tane Sprauge-Dawley dişi sıçan rastgele seçilerek her grupta 6 adet olacak şekilde dört eşit gruba ayrıldı. Gruplar sırası ile: 1.Grup (n=6): Kontrol 2.Grup (n=6): Asetaminofen (APAP) grubu (835mg/kg tek doz, oral yolla) 3.Grup (n=6): APAP (835mg/kg tek doz, oral yolla) + %10 Kayısı 4. Grup (n=6): %10 Kayısı Deneyin sonunda sıçanlar ketamin/ksilazin anestezisi altında sakrifiye edildi. Işık mikroskopik değerlendirme için alınan akciğer örnekleri %10’luk formaldehit ile fiske edildi, rutin doku takip işlemlerinden geçirildi ve parafine gömüldü. Parafin bloklardan 5 µm kalınlığında kesitler alındı ve Hematoksilen-Eosin (H-E) ile boyandı. Kesitler Leica DFC280 ışık mikroskopu ve Leica Q Win Görüntü Analiz Sistemi ile incelendi (Leica Micros Imaging Solutions Ltd.; Cambridge, U.K). Bulgular: Kontrol ve %10 Kayısı grubunda akciğer dokusu normal histolojik görünümde izlendi. APAP grubunda ise alveolar duvarda kalınlaşma, mononükleer hücre infiltrasyonu, vasküler konjesyon, hemoraji, alveolar genişleme gözlendi. APAP + %10 Kayısı grubunda ise histopatolojik bulgularda belirgin derecede azalma tespit edildi. Sonuç: Asetaminofenle indüklenmiş akciğer hasarına karşı %10’luk kayısının koruyucu etkilere sahip olduğunu gözlemledik. Anahtar Kelimeler: Asetaminofen, Kayısı, Akciger, Histopatolojik hasar. 248 P-155 Basketbol Oynayan Sporcularda Extremite Uzunluğunun Vücut Uzunluğuna Oranı: Karşılaştırmalı bir çalışma Çetin A*, Korkmaz M F**, Sarıkaya E***, Altıkulaç E***, Çiçek H***, Çöken E***, Avcı H***, Sezgin K*** * İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya ** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Malatya *** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem II Öğrencisi, Malatya Genç bireylerde ( 15-18 yaş arası ) basketbol oynayan sporcularda extremite uzunluğunun vücut uzunluğuna oranının basketbol yapmayanlarla kıyaslanarak bir farklılık olup olmadığını tespit etmeyi amaçladık. Oranları karşılaştırdığımızda boy/ (önkol) oranı basketbol oynayanlarda 6.71 iken basketbol oynamayanlarda ortalama 7.09 idi. Yani basketbol oynayanlarda önkol uzunluğu daha fazla idi ( p:0.001). Boy/ (el uzunluğu) oranı basketbol oynayanlarda 9.06 iken basketbol oynamayanlarda ortalama 10.0 idi. El uzunluğu da basketbol oynayanlarda artmıştı ( p:0.001). Boy/ (alt extremite uzunluğu) oranı basketbol oynayanlarda 1.73 iken basketbol oynamayanlarda ortalama 1.86 idi. Alt extremite uzunluğu da basketbol oynayanlarda artmıştı ( p:0.004). oynayanlarda 3.28, Boy/ (uyluk uzunluğu) oranı basketbol basketbol oynamayanlarda ortalama 3.41 idi. Uyluk uzunluğu da basketbol oynayanlarda anlamlı olarak artmıştı ( p:0.002). Boy/ (bacak uzunluğu) oranı basketbol oynayanlarda 3.51 iken basketbol oynamayanlarda ortalama 3.86 idi. Bacak uzunluğu da basketbol oynayanlarda artmıştı ( p:0.0001). 249 P-156 Özel Bir Hastanede Yapılan Abdominal Histerektomilerin Değerlendirilmesi Beytur L*,**, Köse E**, Özbağ D** *Özel Malatya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Malatya **İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya Giriş: Uterusun abdominal, vajinal veya laparoskopik olarak çıkarılması işlemine histerektomi denir. Histerektomi benign veya malign nedenlerle yapılabilir. Bu çalışmada anormal uterin kanama, myoma uteri, postmenopozal kanama, uterin prolapsus, benign over kisti, endometrial hiperplazi, endometrial polip gibi benign nedenlerle yapılan abdominal histerektomiler değerlendirildi. Materyal Metod: Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine 2010 yılından itibaren başvuran ve histerektomi yapılan hasta dosyaları geriye yönelik olarak tarandı. Desensus uteri nedeniyle yapılan vajinal histerektomiler çalışmaya dahil edilmedi. Hastaların histerektomi endikasyonları, demografik bilgileri, ameliyat süreleri, postoperatif komplikasyonları, patoloji bulguları değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya alınan 37 hastanın ortalama yaşı 52.4 (41-64) yıl olarak hesaplandı. Bu hastaların 21’inde (% 56.76) myoma uteri, 6’sında disfonksiyonel uterin kanama, 5’inde endometrial hiperplazi, 2’sinde adenomyozis, 2’sinde postmenopozal kanama ve 1’inde endometrial polip mevcuttu. Abdominal histerektomi klasik phannenstiel insizyonla yapıldı. Ortalama ameliyat süresi 65 dakika (55-90) olarak hesaplandı. Hiçbir hastaya dren takılmadı. Hastanede yatış süresi ortalama 3.2 (2-5) gündü. Bir hastaya postoperatif kan transfüzyonu yapıldı. Başka komplikasyon olmadı. Sonuç: Histerektomi işlemi, uygun endikasyon ve cerrahi teknik ile yapıldığında komplikasyon riski az olan, güvenli ve başarılı bir işlemdir. İşlem sonrası semptomlarda hızlı bir iyileşme olur ve hastanın hayat kalitesi düzelir. Anahtar kelimeler: Uterus, histerektomi, abdominal histerektomi, 250 P-157 Böbrek alt kaliks taşlarının tedavisinde noninvaziv bir yöntem: retrograd intrarenal cerrahi Beytur A*, Köse E**, Oğuz F*,Çakmak Bs*, Topçu İ*, Güneş A* *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, MALATYA **İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, MALATYA Giriş: Böbrekte taş oluşumu oldukça sık görülen bir durumdur. Tedavisinde öncelikle koruyucu önlemler alınmalı, taş oluşmuş ise vücut dışından ses dalgalarıyla taş kırma yapılır, sonuç alınamazsa cerrahi müdahale yapılır. Daha önceden açık cerrahi ve minimal invaziv yöntemler kullanılmaktayken, teknolojik gelişmeler sonucunda artık doğal yollardan vücut içine girilerek taşa ulaşılmakta ve taşlar temizlenmektedir. Böbrek taşlarının tedavisinde taşın anatomik olarak lokalizasyonu da önemlidir. Tedavisi en zor olan taşlar, alt kaliks taşlarıdır. Bu çalışmada kliniğimizde uygulanmaya başlanan retrograd intrarenal cerrahinin alt kaliks taşlarının tedavisindeki başarısı değerlendirildi. Materyal Metod: Son 1 içerisinde böbrek alt kaliks taşı nedeniyle retrograd intrarenal cerrahi yapılan on hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışma grubunda pediatrik hasta yoktu. Hastaların ortalama yaşı 51.6 (28-81) yıldı. Üç hasta erkek, 7 hasta bayandı. Ortalama taş yükü 1.45 (1-2) cm olarak hesaplandı. Bir hastada alt kaliksin yanı sıra üst kalikste de taş vardı ve aynı seansta üst kaliks taşı da temizlendi. Hastaların hastanede kalış süresi 1,1 gün (1-2) olarak hesaplandı. Bir hastada rezidü geliştiği için daha sonra tekrar işlem yapıldı. Hastaların hiçbirinde herhangi bir komplikasyon gelişmedi. Sonuç: Üriner sistem taş hastalığı prevalansı %2-3’dür. Hayat boyu görülme sıklığı bölgesel değişiklikler göstyermekle beraber %1-15’dir. Taş hastalığının oluşumunu etkileyen faktörler ise genetik, cinsiyet, ırk, yaş, coğrafya, iklim, obezite, sıvı alımı şeklinde sıralanabilir. Günümüzde artan teknoloji ve bilgi birikimine rağmen üriner sistemde taş oluşumunu engelleyen bir ilaç yoktur. Tekrarlayıcı olan üriner sistem taş hastalığında mümkün olduğunca az invaziv olunmalıdır. Böbrek alt kaliks taşlarında retrograd intrarenal cerrahi uygun kullanımda güvenli bir tedavidir. Anahtar kelimeler: Böbrek, böbrek taşı, taş kırma 251 P-158 Arteria Axillaris Varyasyonu Çetin A*, Çay M* *İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye Anatomi laboratuarımızda kanıta dayalı öğrenci grubuyla yapılan axiller bölge diseksiyonu esnasında 40 yaşında erkek kadavrada arteria axillaris varyasyonuna rastladık. Arteria axillaris; sağ extremitede birinci kostadan 31 mm distalde aynı seviyeden üç dal veriyordu. Birinci dalı (arteria thoracoacromialis) 4mm çapında olup; bu dal 1 cm ilerleyip ikiye ayrılıyordu. Dallarından biri toraksa, diğeri deltoid kasına doğru ilerliyordu. İkinci dalı (arteria thoracica superior) 3 mm.çapında olup, toraksa doğru ilerliyordu. Üçüncü dalı (arteria thoracica lateralis) 2 mm çapında olup; toraks lateral duvarına doğru seyrediyordu. Arteria axillaris, birinci kostadan 73 mm distalde mediale doğru 7mm çapında arteria subscapularis’i veriyordu. Arteria axillaris; sol extremitede birinci kostadan 25 mm distalde arteria axillaris; 3mm çapında arteria thoracoacromialis’i veriyordu. Bu dal boyun tarafına doğru gidiyordu. Arteria axillaris aynı noktada medial tarafa doğru 2mm çapında arteria thoracica lateralis’i veriyordu. Arteria thoracoacromialis ile arteria thoracica lateralis’in çıkış yerinin orta noktasında 1.7mm çapında bir dal daha veriyordu. Bu dalı kola doğru uzanıyordu. Bu dalını varyasyon olarak tespit ettik. Sol tarafta arteria thoracica superior izlenmedi. Arteria thoracoacromialis’in çıkış yerinin 15 mm distalinde arteria axillaris, 2 mm çapında bir dal veriyordu. Bu dalı spina scapula’ya doğru uzanıyordu. Bu dalı da varyasyon olarak tespit ettik. Anahtar Kelimeler: Arteria axillaris, varyasyon, kadavra 252 P-159 Yurt Dışından Gelen Türk Uyruklu ve Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kişisel, Sosyal ve Üniversiteye Uyumları Üzerine Bir Çalışma Özdemir F*, Onay İ*, Uzun A*, Emirzeoğlu M*, Altunsoy E*, Nazari B* *Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Samsun **Ondokuz Mayıs University, Eğitim Fakültesi, İlköğretim Anabilim Dalı, Samsun ***Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Samsun Çalışmada, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenci olan, yurt dışından gelen Türk uyruklu ve yabancı uyruklu öğrencilerin kişisel, sosyal ve üniversite imkanlarına yönelik değerlendirmeleri karşılaştırılmalı incelenmiştir. Araştırmada hazırlanan beş seçenekli 45 maddelik anket kullanılmıştır. Ankete katılan öğrenciler, amaçlı örneklem yoluyla seçilen 32 Türk uyruklu ve 33 yabancı uyruklu öğrenciyi kapsamaktadır. Katılımcılara yöneltilen sorular; kişisel, sosyal ve üniversite uyumu olmak üzere üç gruba ayrıldı. Elde edilen verilere bağımsız örneklem T testi ve Pearson Korelasyon analizi yapıldı, istatistiksel önem seviyesi p <0,05 olarak kabul edildi. Çalışmanın sonuçlarına göre; Türk uyruklu öğrencilerin, kişisel uyumla ilgili sorulara daha olumlu görüş bildirdikleri tespit edildi (p<0,05). Ayrıca öğrencilerin kişisel kategoride elde edilen puanlarla sosyal kategoride elde edilen puanlar arasında (p<0,05; r=0,57) ve üniversite kategorisinde elde edilen puanlarla sosyal kategori puanları arasında anlamlı korelasyon bulunmuştur (p<0,05; r=0,49). Sonuç olarak yabancı ülkelerden eğitim amaçlı gelen Türk uyruklu öğrenciler ve yabancı uyruklu öğrenciler arasında üniversite olanakları ve sosyal imkanlar açısından düşüncelerinde anlamlı düzeyde farklılık bulunmazken; kişisel olarak Türk uyruklu öğrencilerin daha kolay uyum sağladığı sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Türk uyruklu, Yabancı uyruklu, öğrenci, Tıp eğitimi, Sosyal uyum, Kişisel uyum 253 P160 Erken Dönem Tiroidektomi Komplikasyonları Karataş T*,**, Özbağ D**, Çay M**, Şenol D**, Korkmaz MF*,*** * Malatya Devlet Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği ** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı *** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Amaç: Tiroidektomi yapılan 308 olguda, postoperatif erken dönemdeki komplikasyonları sunmaktır. Gereç ve Yöntem: Mart 2003 ile mart 2013 arasında Malatya Devlet Hastanesi Genel Cerrahi Kliniğinde tirodektomi yapılan 308 hastanın retrospektif olarak dosyaları ve ameliyat notları incelendi. Cinsiyet, yaş, preoperatif tanı, primer ya da nüks vaka, ameliyat tipi (bilateral total tiroidektomi-BTT, bilateral subtotal tiroidektomi-BST, tek taraflı total tiroidektomi-TTT ve tek taraflı subtotal tiroidektomi-TST) ve erken postoperatif komplikasyonlar (hipokalsemi, kanama, ses kısıklığı, infeksiyon ve seroma) kaydedildi. Bulgular: Tiroidektomi yapılan toplam 308 hastanın 287’si (% 93.18) kadın, 21’i (% 6.81) erkektir. Yaş aralıkları 16-75’tir. Median yaş 40.78’dir. 283 (% 91.88) multinodüler, 18 (% 5.84) nodüler guatr ve 7 (% 2.27) tiroid kanseri ameliyat edildi. 301 (% 97.72) primer, 7 (% 2.28) nüks vaka vardı. 180 (% 58.44) BTT, 100 (% 32.46) BST, 7 (% 2.27) TST ve 4 (% 1.29) TTT uygulandı. 19 BTT ve 1 BST uygulanan 20 (% 6.49) hastada komplikasyon görüldü. BST’deki tek komplikasyon kanamaydı. 10 (% 3.24) hipokalsemi (8 primer 2 nüks vaka), 4 (% 1.29) kanama, 2 (% 0.649) ses kısıklığı (1 primer ve 1nüks vaka), 2 (% 0.649) infeksiyon ve 2 (% 0649) seroma görüldü. Sonuç: Tiroidektomi çoğunlukla kadınlarda yapıldı. Ameliyat tipi olarak en sık BTT’dir. İkincisi BST’dir. En sık gözlenen komplikasyon hipokalsemidir. İkinci sırada kanama gelmektedir. Bunları ses kısıklığı, seroma ve infeksiyon takip etmektedir. Komplikasyonların çoğu BTT yapılan vakalarda gözlemlendi. Ses kısıklığı ve hipokalsemi oranı BTT yapılan nüks vakalarda daha yüksekti. Tiroid cerrahisinde, özellikle BTT yapılacak nüks vakalarda daha titiz davranılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Guatr, tiroid cerrahisi, komplikasyon. 254 P-161 Sıçanlarda Asetaminofenle Oluşturulan Akut Kalp Hasarında Kayısının Koruyucu Etkilerinin Araştırılması Yılmaz İ*, Çetin A**, Gül S** *İnönü Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji AD, Malatya *İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji AD, Malatya Amaç: Bu çalışma; sıçanlarda 835mg/kg dozunda oral yolla asetaminofen verilerek oluşturulan akut kalp hasarına karşı yemlere %10 oranında gün kurusu organik kayısı ilavesinin koruyucu etkisinin araştırılması amacıyla planlanmıştır. Gereç- Yöntem: Çalışmada 24 adet Sprauge- Dawley sıçan aşağıdaki gibi 4 (n=6) gruba ayrıldı. Çalışmada sıçanların beslenme ve ilaç uygulama düzeni aşağıdaki gibidir: 1.Grup (n=6): Her hangi bir toksik ya da farmakolojik aktif madde verilmedi, yem ve su ad libitum olarak verildi. 2.Grup (n=6): (APAP) 835mg/kg tek doz APAP oral yolla verildi, yem ve su ad libitum olarak verildi. 3.Grup (n=6): (APAP + %10 gün kurusu organik kayısı) 835mg/kg tek doz asetaminofen + 45 gün süreyle %10 oranında gün kurusu organik kayısı ilave edilmiş yem ve su ad libitum olarak verildi. 4.Grup (n=6): (%10 gün kurusu organik kayısı) 45 gün süreyle %10 oranında gün kurusu organik kayısı ilave edilmiş yem ve su ad libitum olarak verildi. Çalışmanın 45. günde tüm sıçanlar ketamine/ksilazin anestezisi altında sakrifiye edildi, biyokimyasal ve histolojik inceleme için kalp doku örnekleri alındı. Histolojik inceleme için alınan kalp doku örnekleri rutin doku takip işlemlerinden geçirildi ve parafine gömüldü. Parafin bloklardan 5 mm kalınlığında kesitler alındı ve Hematoksilen-Eozin (H-E) ile boyandı. Kesitler Leica DFC280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü Analiz sistemi ile incelendi. (Leica Micros Imaging Solutions Ltd. Cambridge, U.K). Bulgular: Histolojik bulgular; Kontrol grubu ve %10 gün kurusu organik kayısı grubu kalp dokusu normal histolojik görünümde izlendi. Asetaminofen (APAP) grubunda ise kalp kası hücrelerinde eozinofilik sitoplazmalı ve piknotik nükleuslu hücreler, mononükleer hücre 255 infiltrasyonu, intrasitoplazmik vakuolizasyon, konjesyon, nekroz ve hemoraji gözlendi. APAP + %10 gün kurusu organik kayısı grubunda ise histopatolojik değişikliklerde belirgin derecede azalma tespit edildi. Serumda yapılan ölçümlerde AST, ALP, ALT ve Total Bilurubin değerlerinden sadece 3. grubun ALP değerinin istatistiksel olarak diğer gruplardan yüksek olarak ölçüldü. Sonuç: %10 gün kurusu organik kayısı ilaveli yem tüketiminin asetaminofenle indüklenmiş kalp hasarında iyileştirici etkilere sahip olduğunu gözlemledik. Anahtar Kelimeler: Asetaminofen, Kayısı, Kalp, Sıçan. 256 P-162 Sıçanlarda Asetaminofenle Oluşturulan Akut Böbrek Hasarında Kayısının Koruyucu Etkilerinin Araştırılması Yılmaz İ*, Çetin A**, Şahin H** *İnönü Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji AD, Malatya **İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji AD, Malatya Amaç: Bu çalışma; sıçanlarda 835mg/kg dozunda oral yolla asetaminofen (APAP) verilerek oluşturulan akut böbrek hasarına karşı yemlere %10 oranında gün kurusu organik kayısı ilavesinin koruyucu etkisinin araştırılması amacıyla planlanmıştır. Materyal-Metod: Çalışmada 24 adet Sprauge- Dawley sıçan kullanıldı. Sıçanlar 4 (n=6/grup) gruba ayrıldı, sıçanların beslenme ve ilaç uygulama düzeni aşağıdaki gibidir: 1.Grup (n=6): Her hangi bir toksik ya da farmakolojik aktif madde verilmedi, yem ve su ad libitum olarak verildi. 2.Grup (n=6): 835mg/kg tek doz APAP oral yolla verildi, yem ve su ad libitum olarak verildi. 3.Grup (n=6): 835mg/kg tek doz APAP + 45 gün süreyle %10 oranında gün kurusu organik kayısı ilave edilmiş yem ve su ad libitum olarak verildi. 4.Grup (n=6): 45 gün süreyle %10 oranında gün kurusu organik kayısı ilave edilmiş yem ve su ad libitum olarak verildi. Çalışmanın 45. gününde tüm sıçanlar ketamine/ksilazin anestezisi altında sakrifiye edildi, biyokimyasal ve histolojik inceleme için böbrek doku örnekleri alındı. Histolojik inceleme için alınan böbrek doku örnekleri rutin doku takip işlemlerinden geçirildi ve parafine gömüldü. Parafine bloklardan 5 mm kalınlığında kesitler alındı ve HematoksilenEozin (H-E) ile boyandı. Kesitler Leica DFC280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü Analiz sistemi ile incelendi. (Leica Micros Imaging Solutions Ltd. Cambridge, U.K). Bulgular: Histolojik bulgular; Kontrol ve %10 gün kurusu organik kayısı grubu böbrek dokusu normal histolojik görünümde izlendi. Glomerül, proksimal ve distal tübül yapıları normal histolojik görünümdeydi. APAP grubunda ise tübüllerde ve glomerül yapılarında bozulma ve düzensizlik, tübüller arasında hemoraji, vasküler konjesyon, mononükleer hücre 257 infiltrasyonu, tübüllerde dilatasyon ve ödem, Bowman mesafesinde daralma, proksimal ve distal tübüllerde vakuoler dejenerasyon sonucunda köpüğümsü bir görünüm ve hidropik değişiklikler izlenmiştir. Biyokimyasal bulgular; Serumda yapılan ölçümler sonrasında AST, ALP, ALT ve Total Bilurubin değerlerinden sadece 3. grubun ALP değeri istatistiksel olarak diğer gruplardan yüksek olarak ölçülmüştür. Sonuç: Elde edilen veriler göre; 45 gün süreyle %10 oranında kayısı ilaveli yem tüketiminin sıçanlarda asetaminofenle oluşturulan akut böbrek toksisitesinde yararlı olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Asetaminofen, Kayısı, Böbrek hasarı, Sıçan. 258 P163 Sıçan Fetuslarında Formaldehit Maruziyetinin Hippocampus Gelişimi Üzerine Zararlı Etkilerine Yönelik Chrysin’in Koruyucu Rolü, Histopatolojik Bir Çalışma Çuğlan S*,Yıldız A**, Irmak Sapmaz H*, Bakırcı S***, Köse E*, Ekinci N**** *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye **İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye ***Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Düzce, Türkiye ****Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Sakarya, Türkiye Amaç: Bu çalışmada, gebelikte formaldehit (FA) maruziyetinin fetusların hippocampus gelişimi üzerine muhtemel zararlı etkilerinin incelenmesi ve bu etkilere yönelik chrysin (CH)’in olası koruyucu rolünün belirlenmesi amaçlandı. Gereç-Yöntem: 58 adet dişi sıçan 6 gruba ayrıldıktan sonra gebelik oluşturulmaya çalışıldı. Gebe kalmayan 10 dişi sıçan deney dışı bırakıldı. Grup I (Kontrol)’e intraperitoneal (i.p.) serum fizyolojik, Grup II (CH)’ye gavaj yolu ile 20 mg/kg CH, Grup III (FA-0,1)’e i.p. yolla 0,1 mg/kg FA, Grup IV (FA-1)’e i.p. yolla 1 mg/kg FA, Grup V(FA-0,1+CH)’e i.p. yolla 0,1 mg/kg FA ve gavaj yolu ile 20 mg/kg CH ve Grup VI (FA-1+CH)’ya i.p. yolla 1 mg/kg FA ve gavaj yolu ile 20 mg/kg CH gebeliğin 7.-20. günleri arası gün aşırı uygulandı. CH uygulamasına FA’dan bir gün önce başlandı. Fetuslar sezeryan ile alındı. Fetusların hippocampus gelişimindeki etkilenmeyi belirlemek için histolojik boyamalar yapıldı. Boyanan preparatlar Leica DFC-280 araştırma mikroskobu ile incelendi. İstatistiksel analizler yapıldı. Bulgular: FA gruplarına ait kesitlerde piramidal tabakada hafif düzeyde nöron yoğunluğunda azalma, nöron nükleuslarında küçülme ve yoğunlaşma izlendi. Gözlenen bu değişiklikler FA1 grubunda daha belirgindi. FA-1 grubunda oluşan histopatolojik hasar kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.05). FA gruplarında bazı kesitlerde piramidal tabakada apoptotik hücrelere rastlandı. FA ile birlikte CH uygulanan gruplarda histopatolojik hasar skoru, sadece FA uygulanan gruplara göre azaldı. Ancak bu azalmanın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı tespit edildi (p>0.05). 259 Sonuç: Düşük doz FA maruziyeti sıçan fetuslarının hippocampus gelişimi üzerine hasar verici etkiler oluşturduğu tespit edildi. CH bu etkileri belirgin derecede önlemekle birlikte, bu değişiklikler istatistiksel olarak anlamlı değildi. Anahtar Kelimeler: Formaldehit, Chrysin, Rat fetus, Hippocampus 260 P-164 İki Loblu Dalak- Vaka Sunumu Gençer C U*, Koşar M İ*, Tetiker H*, Balcı Y** *Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla, Türkiye **Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, Muğla, Türkiye İntraperitoneal bir organ olan dalak sol üst kadranda mide fundusu ile diyafragma arasında yer alır. En büyük lenfoid organ olan dalak çeşitli konjenital anomaliler gösterebilir. Bu anomaliler persistan lobulizasyon, multilobule dalak, aksesuar dalak, wandering dalak, ektopik dalak, aspleni ve sendroma eşlik edebilen polispleniyi içerir. Dalak anomalilerine diğer organ anomalileri eşlik edebilir veya etmeyebilir. Diğer organ anomalilerin eşlik etmediği vakalarda klinik semptom görülmeyebilir. Bu varyasyonlar rutin görüntüleme, otopsi veya diseksiyon esnasında rastlantısal olarak görülür. Çalışmamızda adli tıp anabilim dalında rutin otopsi esnasında vaka gözlenmiştir. 50 yaşındaki erkekte normal anatomik pozisyonunda iki loblu dalak görülmüştür. İki lobda ortak tek bir hiluma sahip olup, tek bir kapsülle çevrelenmiştir. Kadavrada kalp ve diğer organ patolojileri görülmemiştir. Torsiyon/ enfarktüs ve hematolojik hastalıklar gibi splenektomi gerektiren klinik durumlarda bu tür varyasyonların farkında olmak önemlidir. Kalan küçük bir dalak parçası bile tüm fonksiyonu devam ettirebildiği için her iki lobulde çıkartılmalıdır. Sonuç olarak anatomik varyasyon ve anomalilerin bilinmesi cerrahlar ve radyologlar için yanlış tanısal yorumlardan ve tedaviden sakınmaları için önemlidir. Anahtar Kelimeler: dalak; konjenital anomali; anatomi; otopsi 261 P-165 Tamamlayıcı Tıp Eğitiminde Anatominin Yeri Bozer C* *Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1990’lı yıllardan başlayarak Geleneksel ve Tamamlayıcı tıbbın araştırılması, uygulanması ve tıpta tamamlayıcı ve destekleyici görevi üstlenmesi için öncelikle üniversiteler düzeyinde desteklemeye başlamıştır. Gelişmiş ülkelerdeki hastaların modern tıp tedavi yöntemleriyle ve kullanılan ilaçların yan etkileri nedeniyle doğal tedavi yöntemlerini tercih etmeleri, gelişmekte olan ülkelerdeki mali yetersizlikler ve toplum sağlığı açısından geleneksel ve tamamlayıcı tıbbın devreye girmesini desteklemiştir. Ülkemizde de geleneksel ve tamamlayıcı tıp yöntemleri son yıllarda büyük önem kazanmış ve tercih edilmektedir. Son zamanlarda, Sağlık Bakanlığı tarafından geleneksel, tamamlayıcı ve alternatif tedavi yöntemlerinin belirlenmesi, bu yöntemlerle ilgili eğitimlerin düzenlenmesi, uygulayıcıların eğitim düzeylerinin standardize edilebilmesi ve etik konular ile yasal yükümlülüklerin belirlenmesi için Geleneksel, Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Uygulamaları Daire Başkanlığını oluşturulmuştur. Bakanlıkça yönetmeliklerle düzenlenen tedavi yöntemleri akupunktur, apiterapi, fitoterapi, hipnoz, hirudoterapi, homeopatik, kayropraktik, kupa uygulaması, larva tedavisi, mezoterapi, ozon tedavisi, proloterapi, refleksoloji ve osteopatidir. Ayrıca henüz bakanlıkça yönetmeliklerle düzenlenmemiş nöral terapi, biyorezonans ve kineziyoloji gibi farklı tedavi yöntemleri de uygulanmaktadır. Ülkemizde bazı özel ve devlet üniversiteleri Geleneksel Tıp Eğitim ve Araştırma Merkezi, Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulama ve Araştırma Merkezi ve Tamamlayıcı Tıp Uygulama ve Araştırma Merkezi gibi isimler altında uygulama ve eğitim merkezleri oluşturmuşlardır. Son günlerde tasarı olarak görüşülen yönetmelikle dünyanın birçok ülkesinde örnekleri bulunan ulusal çatı örgüt olarak Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Enstitüsü kurulması planlanmaktadır. Bu kuruluşlarda verilecek eğitimlerde ve bu yöntemlerin uygulanabilmesinde anatomi eğitimi çok önemli bir yer tutmaktadır. Yukarıda isimleri belirtilen yöntemlerin eğitimleri konusunda ülkemiz anatomistlerine yeni ve farklı bir eğitim ve istihdam alanı oluşmaktadır. Anahtar kelimeler: Tamamlayıcı tıp, anatomi, eğitim 262
© Copyright 2024 Paperzz