T.C. KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI KÜLTÜR VARLIKLARI VE MÜZELER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MARMARİS MÜZE MÜDÜRLÜĞÜ ARAZİ GÖREVLERİNE ÇIKAN UZMAN PERSONELİN KARŞILAŞACAĞI KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİNİN NİTELİĞİ, YAPILDIĞI DÖNEM ÖZELLİKLERİ VE TARİHLENDİRİLMELERİ KONUSUNDA ÖZET BİLGİLERDEN OLUŞAN BİR EL KİTABI UZMANLIK TEZİ Ceren ERDOĞAN OCAK-2014 ANKARA T.C. KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI KÜLTÜR VARLIKLARI VE MÜZELER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MARMARİS MÜZE MÜDÜRLÜĞÜ ARAZİ GÖREVLERİNE ÇIKAN UZMAN PERSONELİN KARŞILAŞACAĞI KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİNİN NİTELİĞİ, YAPILDIĞI DÖNEM ÖZELLİKLERİ VE TARİHLENDİRİLMELERİ KONUSUNDA ÖZET BİLGİLERDEN OLUŞAN BİR EL KİTABI UZMANLIK TEZİ Ceren ERDOĞAN Tez danışmanı Gaziantep Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Yard.Doç.Dr. Rıfat ERGEÇ OCAK-2014 ANKARA KÜLTÜR VE TURİZM UZMANLIK TEZİNİN ÇOĞALTILMASI VE YAYIMI İÇİN İZİN BELGESİ Tezi Hazırlayanın Adı Soyadı : Ceren ERDOĞAN Tez Konusu : Arazi Görevlerine Çıkan Uzman Personelin Karşılaşacağı Kültür Varlığı Örneklerinin Niteliği, Yapıldığı Dönem Özellikleri Ve Tarihlendirilmeleri Konusunda Özet Bilgilerden Oluşan Bir El Kitabı Tez Danışmanı : Yard.Doç.Dr. Rıfat ERGEÇ Kültür ve Turizm Uzmanlık Tez çalışmamın, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yayımlanarak Milli Kütüphane ve İhtisas Kütüphanesinde her türlü elektronik formatta arşivlenmesini ve kullanıma sunulmasını kabul ediyorum. 30/01/2014 Ceren ERDOĞAN Kültür ve Turizm Uzmanı Sanat Tarihçisi SINAV YETERLİK KOMİSYONUNA BEYAN Bu belge ile bu uzmanlık tezindeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplayıp sunduğumu; ayrıca, bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi beyan ederim. 30/01/2014 Ceren ERDOĞAN Kültür ve Turizm Uzmanı Sanat Tarihçisi ÖNSÖZ Bu tez ile, uzmanların arazi görevlerinde sıklıkla karşılaşacağı kültür varlığı örneklerinin niteliği ve tarihlenmesi konusunda başvuracağı, gerek rapor yazarken gerekse tescil fişi, envanter fişi vb. kayıtlar oluştururken faydalanacağı, kültür varlıklarına ilişkin bilgilerin toplu bir şekilde yer aldığı bir başvuru/ el kitabının olması amaçlanmıştır. Bu tezde 2863 sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu”nda belirtilen ve arazi görevlerinde karşılaşılabilinecek kültür varlıklarının tümüne yer veren katalog bilgileri hazırlamak değil, fakat uzmanların arazide sıkça rastladığı höyük, kale, kaya mezarı gibi kültür varlığı örnekleri ile cami/mescit, han, hamam, türbe, mezartaşı gibi eserler üzerinden “kültür varlıklarının tanımlanması ve belgelenmesi” konusunda dikkat edilmesi gereken birtakım kriterlerin bulunduğu savunulmuş ve bu kriterler ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. Taşınmaz kültür varlığı örneklerinin yanı sıra arazi görevlerinde sıkça karşılaşılan taşınır kültür varlıklarının bir kısmına da yer verilerek söz konusu taşınırlar üzerinden, tüm taşınır kültür varlıklarının tanımı ve tariflenmesi konusunda nasıl bir yol izleneceği açıklanmaya çalışılmıştır. Taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarına ilişkin tezde verilen örnek tanımlarla, uzmanın bir taşınırı ya da taşınmazı “nasıl tanımlayacağı” konusunda ona yardımcı olmak amaçlanmıştır. Arazi görevlerinde karşılaşılan kültür varlığı örnekleri konusunda genellikle arkeoloji ve sanat tarihi dallarında uzman kişilerin doğrudan fikir sahibi olması doğaldır, ancak bu konularda söz konusu meslek gruplarından olan uzman personele görevlerde eşlik eden harita mühendisi, şehir plancısı, mimar gibi meslek gruplarındaki uzmanların da bu tezde yer alan tanımlar sayesinde eserler hakkında bir ön bilgi sahibi olması ya da tüm meslek gruplarından olup arazi tecrübesi fazla olmayan uzmanların kültür varlıkları hakkında yorum/tanım yapabilmesine yardımcı olmak da amaçlanmıştır. i Bu tezin en önemli amacı ise, uzmanlar tarafından yazılan rapor ya da tescil fişi vb. gibi belgelerin hazırlanma aşamasında dikkat ve özen gösterilmesi, uzmanın hazırlayacağı dokümanların “detaylı ve zengin içerikli” bilgiler vermesinin gerekliliğini savunmaktır. Bu konu bu tezin yazılmasındaki en büyük amaç olup tahribatlara, yıkımlara veya zamanın aşındırmasına maruz kalan taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarımızın korunması konusunda elimizde her zaman “sağlam” kalacak bilgi ve belgelerin bulunması isteğinden kaynaklanmıştır. Bu konunun şiddetle savunulmasının nedeni bir başka deyişle, eserlerin o günkü durumlarını gidip gören uzmanın tutacağı kayıtlar ve yapılacak tanımlar ileriki kuşaklara da aktarılacak birer tarihi belge olacağından, onların bu tezde yer alan örnek tanımlar ışığında eserler hakkında daha nitelikli bilgiler içermesinin sağlanması konusunda uzmanları daha hassas davranmaya çağırmaktır. Danışman Hocam Sayın Yard.Doç.Dr.Rıfat ERGEÇ’e, mesleki bilgilerimin temellerinin sağlam bir biçimde atılmasında ve şekillenmesinde büyük katkıları olan Ege Üniversitesi’nden hocalarım Sayın Yard.Doç.Dr. Ertan DAŞ’a ve Şakir ÇAKMAK’a, Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nda arazi görevlerine birlikte gittiğim dostlarım Çağla ÇELEBİ ve Tuğba GÜNEŞ’e, mesai arkadaşlarım Şenay ÖCAL, Mutlu KARADAĞ, Güzin KARAKÖY ve Zülfiye KIRANTEPE’ye ve canım çocuklarım Hikmet ve Güneş’e, ayrıca eşim Devrim’e sonsuz teşekkürlerimi bildirmek isterim. ii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ …………………………………………………………………………………......ı-ıı İÇİNDEKİLER …………………………………………………………………………………ııı-vııı SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ ………………...…………………………….……………………………………...ıx TABLOLAR, RESİMLER ve ŞEKİLLER DİZİNİ…………………………x-xv GİRİŞ ………………………………………………………………………………………1 BİRİNCİ BÖLÜM TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ 1. TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ…………..…………….......2 1.1.Höyükler……………………………………………………………….....2 1.1.1.Höyüklerden örnekler………………………………………………...3 1.1.1.1.Samsun İkiztepe Höyüğü………………………………………...3 1.1.1.2.Burdur Kuruçay Höyüğü …………………………………….....5 1.1.1.3. Konya Çatalhöyük…………………………………………........6 1.2.Tümülüsler………………………………………………………………..9 1.3. Kaya mezarları………………………………………………………….16 1.3.1.Kaya mezarlarından örnekler………………………………………...19 1.3.1.1.Amasya Kral Kaya Mezarları……………………………............19 1.3.1.2. Lâçin Kapılıkaya Anıtsal Kaya Mezarı…………………….........21 iii 1.3.1.3. Gaziantep Dülük Yer altı Oyma Mezarları…………………………...22 1.4. Kaleler………………………………………………………………….......25 1.4.1.Anadolu’dan kale örnekleri……………………………………………..28 1.4.1.1.Adana Yılanlı Kale…………………………………………….........28 1.4.1.2. Gaziantep Kalesi …………………………………………...……....30 1.5.Köprüler……………………………………………………………...….......33 1.5.1. Köprülerden örnekler……………………………………………….......34 1.5.1.1. Malabadi Köprüsü…………………………………………..……....34 1.5.1.2. Şanlıurfa Hızmalı Köprü…………………………………...……….35 1.6. Camiler………………………………………………………………...........37 1.6.1. Anadolu Selçukluları ve Beylikler döneminde cami mimarisi………….37 1.6.1.1.Anadolu Selçuklu Döneminden bir örnek Niğde Alaaddin Camii ……………………………………………………………………..43 1.6.1.2. Beylikler döneminden bir örnek Balat İlyas Bey Camii…………....46 1.6.2.Osmanlı döneminde cami mimarisi……………………………………...48 1.6.2.1. Osmanlı döneminden bir örnek Manisa Muradiye Camii…...……...51 1.7. Kiliseler……………………………………………………………….…......54 1.7.1. Kilise örneği…………………………………………………….…….....61 1.7.1.1. Yukarı Kilise (Kilise I) ……………………………………………..61 1.8. Medreseler…………………………………………………………..……....63 1.8.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde medrese mimarisi…………...63 1.8.1.1. Kapalı avlulu (kubbeli) medreseler…………………………………..64 1.8.1.1.1.Kapalı Avlulu medreselerden bir örnek: Konya Karatay Medresesi ……………………………………………………….....64 1.8.1.2. Açık Avlulu (Eyvanlı) Medreseler…………………………………...65 1.8.1.2.1. Açık Avlulu medreselerden bir örnek Sivas Gök Medrese…........65 1.8.2. Osmanlı Döneminde medrese mimarisi…………………………………...68 1.8.2.1.Osmanlı Döneminden medrese örnekleri……………………………...75 1.8.2.1.1.Süleymaniye Medreseleri (Eminönü)……………………………...76 1.8.2.1.2. İstanbul Beyazıt Medresesi (Eminönü)…………………………...77 1.9.Hanlar ( Kervansaraylar)……………………...………………………….....79 1.9.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde han ( kervansaray) iv mimarisi………………………………………………………………79 1.9.1.1.Anadolu Selçuklu Döneminden Bir Han Örneği Sultan Han……………………………………………………81 1.9.2.Osmanlı Döneminde han ( kervansaray) mimarisi…………………………………………………………..84 1.9.2.1.Osmanlı Döneminden Bir Han Örneği: Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı ………………………………………………...86 1.10. Hamamlar…………………………………………………………..88 1.10.1. Roma döneminde hamam mimarisi……………………….........88 1.10.1.1.Roma Dönemi Hamam Örneği: Ankara Caracalla Hamamı…………………………………………………......89 1.10.2.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde hamam mimarisi………………………………………………...91 1.10.3. Osmanlı döneminde hamam mimarisi……………………........92 1.10.3.1. Osmanlı döneminden bir örnek Erzurum Çifte Göbek Hamamı…………………………………………………....94 1.11.Türbeler……………………………………………………………...96 1.11.1. Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi türbe mimarisi………...96 1.11.1.2.Anadolu Selçuklu döneminden bir örnek Emir Saltuk Türbesi…………………………………………………........98 1.11.2. Osmanlı dönemi türbe mimarisi…………………………….......99 1.11.2.1. Osmanlı döneminden bir örnek Gümüşhane Pir Ahmed Türbesi ……………………………………………….........100 1.12. Mezartaşları………………………………………………………...102 1.12.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde mezartaşları.............103 1.12.2. Osmanlı döneminde mezartaşları……………………………...110 1.13. Mezar Stelleri…………………………………………………........116 1.13.1. Mezar Stellerinden örnekler………………………………........117 1.13.1.1. Hellenistik döneme ait bir mezar steli……………………..117 1.13.1.2. Theodotos Steli……………………………………............118 1.14. Lahitler……………………………………………………………..119 1.14.1. Lahitlerden örnekler……………………………………………120 v 1.14.1.1. Likya lahiti…………………………………………………. 120 1.14.1.2. İskender Lahdi…………………………………....................123 1.14.1.3. Ağlayan Kadınlar Lahdi………………………….................125 1.14.1.4. Girlandlı lahitlerden örnekler………………………..............126 1.15.Sunaklar………………………………………………………………........129 1.15.1. Bir sunak örneği: Bergama Zeus Sunağı………………………...........132 1.16.Geleneksel Türk Evi………………………………………………….........134 1.16.1. Geleneksel Türk Evi örneği: Abdi Başara Evi……………………….140 İKİNCİ BÖLÜM TAŞINIR KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ 2. TAŞINIR KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ ……….…………..……..146 2.1.Seramik ………………………………………………………………....147 2.1.1. Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi seramik sanatı………….....152 2.1.1.1. Sırsız Seramikler………………………………………………..153 2.1.1.2. Sırlı Seramikler…………………………………………………155 2.1.1.2.1. Sırlama Teknikleri……………………………………......156 2.1.1.2.1.1. Kazıma (Sgrafitto) tekniği…………………………...156 2.1.1.2.1.1.1. Kazıma teknikli bir örnek……………………….157 2.1.1.2.1.2. Champleve tekniği……………………………...........158 2.1.1.2.1.3. Slip tekniği…………………………………………...159 2.1.1.2.1.4. Sıraltı tekniği…………………………………………160 2.1.1.2.1.5. Lüster Tekniği………………………………………..162 2.1.1.2.1.6. Minai Tekniği…………………………………….......164 2.1.3. Osmanlı Dönemi seramik sanatı………………………………...165 2.2. Amphoralar…………………………………………………………...170 2.2.1. Bir amphora örneği: Kıbrıs Amphorası…………………………...171 2.3. Kandiller………………………………………………………….......172 2.3. Bir kandil örneği…………………………………………………….173 2.4.Sikkeler……………………………………………………………......174 vi ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MİMARİ AYRINTILAR 3. MİMARİ AYRINTILAR…………..……………………………………........180 3.1.Taçkapılar………………………………………………………….………..180 3.2. Minareler……………………………………………………………...........185 3.3. Pencereler…………………………………………………………………..186 3.4. Almaşık duvar tekniği……………………………………………………...188 3.5. Mukarnas süsleme………………………………………………………......191 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SİT ALANLARI 4. SİT ALANLARI……………………………………………………………….192 4.1. Arkeolojik sitler…………………………………………………………….193 4.1.1. Muğla İli, Marmaris İlçesi, Bozburun Beldesi, Yeşilada……………….200 4.2. Kentsel Sitler……………………………………………………………….203 4.2.1. Bir kentsel sit örneği Safranbolu………………………………………..209 4.3. Kentsel- arkeolojik sitler……………………………………………………210 4.4. Tarihi Sitler…………………………………………………………………212 BEŞİNCİ BÖLÜM 5. TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARINDAKİ BOZULMALAR VE TAHRİBAT……………………………………………………………………….214 ALTINCI BÖLÜM 6. HARİTA BİLGİSİ…………………………………………………………......220 DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ……………………………………………..225 KAYNAKÇA ..……………………………………………………………………228 ÖZET …………………………………………………………………………….242 vii ABSTRACT ……………………………………………………………….........243 ÖZGEÇMİŞ ……………………………………………………………………..244 viii SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ bkz. : Bakınız vb.: ve benzeri cm. santimetre C..Cilt Çiz.: Çizim hk.: Hakkında m. metre M.Ö. : Milâttan önce M.S. : Milâttan sonra Res.: Resim s. : Sayfa S. : Sayı Şek.: Şekil yy. : Yüzyıl Y.: Yıl mm.: Milimetre ix PLANLAR, RESİMLER ve ŞEKİLLER DİZİNİ Birinci bölümün plan, resim ve şekilleri Res. 1.1. Kaman Kalehöyük ve üzerindeki kazı açmaları………………….…..…….3 Res. 1.2.İkiztepe Höyüğü………………………………………………….…..……..4 Res. 1.3.İkiztepe Höyük’ten genel görünüm……………………………….…..…….4 Res. 1.4. Burdur Kuruçay Höyüğü……………………………….…………….…....5 Res. 1.5. Konya Çatalhöyük’ten genel görünüm………………………………..…...7 Res. 1.6. Konya Çatalhöyük’te evlerin yerleşimi……………………….…….……...8 Res. 1.7. Konya Çatalhöyük’te evlerin yerleşimi……………………………….........8 Res. 1.8. Bir tümülüs örneği…………………………………………………….........9 Şek. 1.1.Tümülüs planı…………………………………………………...................14 Şek. 1.2. Aile tipi mezar yapım planı…………………….….……………………...14 Res. 1.9. Dalyan (Ortaca) Kaya mezarları……………………………………..……17 Res. 1.10. Dalyan (Ortaca) Kaya Mezarları “niş mezarlar”………………...….…...18 Res. 1.11.Amasya Kral Kaya Mezarları genel görünüm…………………………....19 Res. 1.12. Amasya Kral Kaya Mezarları genel görünüm……………………….…..20 Res. 1.13. Lâçin Kapılıkaya Anıtsal Kaya Mezarı……………………………..…....22 Res. 1.14.Dülük Kaya Mezarları mezar odası şeklinde düzenlenmiş iç görünümü...23 Res. 1.15. Dülük Kaya Mezarları daire şeklinde kapı örneği……………………….23 Res. 1.16.Dülük Kaya Mezarları iç görünüm………………………………….........24 Res. 1.17. Yılanlı Kaleden bir görünüm…………………………………………….28 Res. 1.18. Yılanlı Kaleden bir görünüm…………………………………………….29 Res. 1.19. Gaziantep Kalesi genel görünüm……………………………………..….30 Res. 1.20.Gaziantep Kalesi burçlarından bir görünüm……………………….……..31 Res. 1.21. Malabadi Köprüsü (Silvan)………………….………………….………..34 Res. 1.22. Malabadi Köprüsü (Silvan)………………….………………….………..35 Res. 1.23. Şanlıurfa Hızmalı Köprü…………………………….…………...……....36 Res. 1.24. Şanlıurfa Hızmalı Köprü ………………….……………………………..36 Res. 1.25. Silvan Ulu Camii …………….……………….………………….……...38 Plan.1.1. Silvan Ulu Camii Planı …………….……………….…………...……….38 x Res. 1.26. Silvan Ulu Camii ……………….……………….……………….……...38 Res. 1.27. Niksar Ulu Camii……………….……………….………………….……39 Res. 1.28. Konya Sırçalı Mescit……………….……………….…………………....40 Res. 1.29.Konya Sırçalı Mescit kuzey cephesi…………………….…………….….40 Res. 1.30. Develi Ulu Camiinden görünümler……………….……...……….……...41 Plan 1.2. Niğde Alaaddin Camii planı….……………….…………………………43 Res. 1.31. Niğde Alaaddin Camii….……………….……………………………….44 Res. 1.32. Niğde Alaaddin Camii….……………….…………………………….…45 Res. 1.33. Balat İlyas Bey Camii….……………….………………………………..46 Res. 1.34. Balat İlyas Bey Camii giriş cephesinden detay….………………..……..47 Res. 1.35. Edirne Üç Şerefeli Camii….……………….…………………...………..48 Res. 1.36. İstanbul Beyazıt Camii….……………….…………………………..…..49 Plan 1.3. Manisa Muradiye Camii Külliyesi vaziyet planı…………………….…...51 Res. 1.37. Manisa Muradiye Camii….……………….……………………………..53 Res. 1.38. Lips Manastırı………………………………………………………..…..56 Res. 1.39. Pantokrator Manastırı (Zeyrek Camii)….……………………....………..56 Res. 1.40. Pammakaristos Manastırı (Fethiye Camii)……………………….……...57 Res.1.41. Khora Manastırı (Kariye Camii ve Müzesi)….……..……………..……..59 Res.1.42.Kariye Müzesi mozaikleri………………………………………………....59 Res. 1.43.Kariye Müzesi mozaikleri………………………………………………...60 Res. 1.44.Yukarı Kilise….……..………….………………………………………...62 Res.1.45.Yukarı Kilise.……..………….…………………………………….……...62 Res. 1.46. Konya Karatay Medresesi.……..………….……………………………..65 Res. 1.47. Sivas Gök Medrese……….……..………….……………………………66 Res. 1.48.Süleymaniye Külliyesinden genel bir görünüm…..………….……..…….76 Res. 1.49. İstanbul, Beyazıt Medresesi (Eminönü)…..………….…………………..78 Res. 1.50. Sultan Hanı…..………….…………………………………………….…81 Res. 1.51. Sultan Hanı iç görünüm…..………….…………………………..………82 Res. 1.52. Sultan Hanı iç görünüm…..………….………………………………......82 Res. 1.53. Sultan Hanı taç kapısı…..………….………………………………….…84 Res. 1.54.Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı…..………….………………….…......87 Res. 1.55.Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı…..………….………………….…......87 xi Res. 1.56. Ankara Roma Hamamı…..………….……………………………….…89 Plan 1.4. Erzurum Çifte Göbek Hamamı…..………….……………………….….94 Res. 1.57. Erzurum Çifte Göbek Hamamı Sekizgen Kasnak Üzerine Oturan Soyunmalık ve Sıcaklık Kubbeleri…..………….………….……………………...95 Res. 1.58. Emir Saltuk Türbesi…..………….………….………………………….98 Plan 1.5. Pir Ahmet Türbesi planı…………………………………………….…100 Res. 1.59.Gümüşhane Pir Ahmed Türbesi…..………….………….……………..101 Res. 1.60. Mezar taşlarından örnekler…..………….………….……………...…..102 Res. 1.61. Emine Hanım’ın sanduka(lahit) şeklindeki mezarı…..………………..104 Şek. 1.3. Emine Hanım’ın sanduka(lahit) şeklindeki mezarında motifler………..105 Res.1.62. Ahlat Mezarlığı (Selçuklu Dönemi)…..………….………….…….…...106 Res. 1.63.-1.64. Ahlat mezar taşlarından örnekler………………………………..107 Res. 1.65. Koç ve at şeklinde mezar taşlarından örnekler……………………..….108 Res. 1.66. Koç biçiminde mezar taşı……………………………………………...108 Res. 1.67. Koç biçiminde mezar taşı……………………………………………...108 Res.1.68. Beylikler Dönemi dilimli sivri kemerli mezar taşı……………………..109 Res. 1.69. Sivri kemer formunda Erken Osmanlı dönemine ait mezar taşı…..…...110 Res.1.70. Çeşitli başlıklara sahip Osmanlı mezar taşları …………………..…......112 Res.1.71. Sarıklı bir mezar taşı örneği………………………………….………....112 Res.1.72. Bir erkeğe ait kavuklu mezar taşı……………………………….……...113 Res.1.73. Bir erkeğe ait fesli mezar taşı………………………………...………...113 Res.1.74. Üzerindeki “çapa” motifi ile bir denizciye ait olduğu anlaşılan silindirik formlu mezar taşı………………………………………………………………….114 Res.1.75.Bitkisel motifli kadın mezar taşlarından örnekler……………...………..115 Res. 1.76. Helenistik döneme ait bir mezar steli………………………………......117 Res. 1.77.Theodotos Steli…………………………………………………………118 Res. 1.78. Likya Lahdi……………………….……………………………………122 Res. 1.79. Likya Lahdinden ayrıntı……………………………………………......122 Res. 1.80.İskender Lahdi………………………………………………….……….124 Res. 1.81.Ağlayan Kadınlar Lahiti…………………………………………….......126 Res. 1.82. Girlandlı lahit örneği……………………………………………………127 xii Res. 1.83. Lahdin Sağ Kısa Yüzü………………………………………..………...127 Res. 1.84. 440 Envanter Numaralı Lahit Ön Yüz………………………….……...128 Res. 1.85. 1058 Envanter Numaralı Lahit Ön Yüz……………………………......128 Res. 1.86. Kare formunda bir sunak örneği……………………………..…………129 Res. 1.87. Silindirik formda bir sunak örneği………………………………….......130 Res. 1.88. Bergama Zeus Sunağı ………………………………………..………...132 Res. 1.89. Bergama Zeus Sunağı ayrıntısı…………………………………………133 Res. 1.90.Abdi Başara Evi………………………………...…….…………………140 Plan 1.6. Abdi Başara Evi birinci kat planı……………………………………......141 Res.1.91. Ahşap sütun başlıklarından birer görünüm……………………………...143 Res.1.92.Ahşap sütun başlıklarından birer görünüm ………………………...........143 Res. 1.93. Ahşap işlemeli tavan…………………………………………………....144 Res. 1.94. Saçak ………………………………………...........................................144 Res. 1.95.Abdi Başara Evi odalarından bir görünüm………………………….......145 Res. 1.96. Abdi Başara Evi odalarından bir görünüm…………………………......145 İkinci bölümün plan, resim ve şekilleri Res.2.1. Leoparlı ana tanrıça figürini, Neolitik Çağ, Çatalhöyük…………………148 Res.2.2. Çivi Yazılı Tablet - Tunç Çağı…………………………………………...148 Res.2.3. Ziyaretsuyu kazısı buluntuları kırmızı astarlı seramikler…………...........149 Res.2.4. Ziyaretsuyu kazısı buluntuları boya bezeli seramikler…………………...150 Res.2.5.Kürevi konik kaplar ………………………………………………….......154 Res.2.6. Kırmızı astarlı ve perdahlı küp 11.-13.yy…………………………….......155 Res.2.7.Kubadabad Sarayı buluntusu kazıma teknikli derin kâse……………........157 Res. 2.8. Kazıma tekniğinde bezenmiş tek renk sırlı testi……………………........158 Res.2.9.Champleve tekniğinde süslenmiş kaşıklar - Ari İstanbulluoğlu Koleksiyonu ………………………………………………………………………159 Res.2.10. Kubadabad Sarayı buluntusu, slip teknikli tabak…………………….....159 Res.2.11. Sıraltı boyama tekniğinde testi……………………………………….....161 Res.2.12. Kubadabad Sarayı buluntusu sıraltı teknikli vazo……………………....161 xiii Res.2.13.Kubadabad Küçük Saray buluntusu Sıraltı teknikli tabak …………......162 Res.2.14. Lüster tekniğinde kase……………………………………………..........163 Res.2.15. Minai tekniğindeki kaba ait parçalar………………………………….....164 Res.2.16. Milet işi teknikli “dip”ler (İznik Çini Fırınları Kazısı)……………….....165 Res.2.17-2.18. Milet işi teknikli “dip”ler ve insan figürlü bir örnek. İznik Çini Fırınları Kazısı……………………………………..……………….....166 Res.2.19. Slip tekniğinde sırsız kase ………………………………………….......167 Res.2.20. Mavi-beyaz teknikli kapak………………………………………………167 Res.2.21. İznik seramiği 16.yy…………………………………..…………………169 Res.2.22. Üzeri resimli bir amphora örneği………………………………………..170 Çiz.3.1. Knidos amphorasının çizimi ……………………………………..……....171 Çiz.3.2. Bir kandilin çizimi……………………………………………….……......172 Res.2.23. Kandil örnekleri………………………………………………………...173 Res. 2.24. Arkaik dönem sikke örnekleri…………………………………………..174 Res. 2.25. Klasik Dönem sikke örnekleri…………………………………………175 Res. 2.26. Geç Klasik Dönem sikke örnekleri…………………………………….176 Res. 2.27. Hellenistik Dönem sikke örnekleri……………………………………..176 Res. 2.28. Roma Dönemi sikke örnekleri…………………………………………177 Res. 2.29. Doğu Roma Dönemi sikke örnekleri…………………………………...178 Res. 2.30. Anadolu Selçuklu dönemi sikke örnekleri……………………………..179 Res. 2.31. Osmanlı dönemi sikke örnekleri……………………………………….179 Üçüncü bölümün resimleri Res.3.1. Beyşehir Eşrefoğlu Cami taçkapısı……………………………………....181 Res.3.2. Bursa Yeşil Camii taçkapısı 1414- 1419…………………………….......184 Res.3.3.SultanAhmet Camii taçkapısı (1609-1616)……………………..………...184 Res.3.4 Kayseri Gülük Camii'nin çinilerle süslü mihrabından detay……………..191 Dördüncü bölümün resimleri Res. 4.1. Arkeolojik sitin yüzeyi…………………………………………………..197 xiv Res.4.2. Muğla İli, Datça İlçesi, Cumalı Köyü, Murdala Mevkii 1.Derece Arkeolojik ve Doğal Sit alanı ……………………………………………………………….....198 Res.4.3.Yeşil Ada’nın güneyden görünümü…………………………………….....201 Res.4.4.Yeşil Ada’daki kale kalıntıları…………………………………………….201 Res.4.5.Yeşil Ada’daki kilise kalıntısı……………………………………………..202 Res.4.6. Yeşil Ada’daki kaleden bir ayrıntı…………………………………….….202 Res.4.7. Safranbolu evleri…………………………………………………...…......209 Res.4.8. Safranbolu, genel görünüm……………………………………………….210 Beşinci bölümün resimleri Res.4.9.Tarihi Antep evlerinde niteliksiz ekler……………………………..……..214 Res.4.10.Tarihi Antep evlerinde niteliksiz ekler…………………………..……....214 Res.4.11.Tarihi bir Antep evinin duvarındaki bozulma………………………..….215 Res.4.12.Tarihi bir Antep evinin bitişiğindeki niteliksiz bina …………….……...215 Altıncı bölümün şekilleri Şek.6.1. 7796 ve 7797 nolu noktaların 1/1000’lik bir haritada gösterimi…………222 Şek. 6.2. 1/25.000’lik bir haritada bulunan A noktasının tarifi……………………223 Şek.6.3. 1/25.000’lik bir haritada 22 pafta, 2069 nolu parsel..................………….224 xv GİRİŞ Geçmişini arayan insan, geçmiş kültürlerin üretmiş olduğu eserlere bakarak onları anlamaya, dolayısıyla dünü anlayarak bugüne ışık tutmaya çalışmaktadır. İnsanlığın ortak malı olarak kabul edilen tarihi değerlere yalnızca geçmişin birer parçası olduklarından değil, başarılı sanatsal yaratımlara gebe olacak tarih çizgisinin başlıca kilometre taşları olarak saygı göstermek ve onları koruyarak gelecek nesillere özelliklerini bozmadan aktarmak gerekir. Araştırma konusu olan “Arazi Görevlerine Çıkan Uzman Personelin Karşılaşacağı Kültür Varlığı Örneklerinin Niteliği, Yapıldığı Dönem Özellikleri ve Tarihlendirilmeleri Konusunda Özet Bilgilerden Oluşan Bir El Kitabı” nı hazırlarken tez kapsamına alınan kültür varlıklarının tanıtıldığı yayınlar araştırılmış, kültür varlıkları dönem farklılıklarıyla anlatılmış, çeşitli dönemlerden örnek tanımları verilmiş ve bu örnekler fotoğraf, plan ve çizimlerle desteklenmiştir. Bu tez, uzmanların gezip gördüğü eserler hakkında sıkça başvuracağı bir el kitabı önerisi olarak tasarlanmış, ancak kültür varlıklarının tümü çok geniş kapsamlı olduğundan tümüne yer verilememiş ve daha çok, uzmanın kültür varlığına karşı nasıl bir tutum içerisinde olması gerektiğinin altı çizilmeye ve verilen bilgiler ve örnek tanımlar ışığında uzmanları eserler hakkında daha nitelikli ve zengin içerikli tanımlar yapmaya teşvik etmek ve kültür ve turizm uzmanları arasında ortak bir ifade birliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Amaç eserlerimizi korumanın yanında onları belgelemek ve onların kayıtlarının gelişigüzel olmamasına, detaylı ve zengin içerikli yazılmasına özen göstermektir. Çünkü ancak bu sayede gelecek kuşaklara, kültür varlığının belki kendisinden daha uzun yaşayacak ve o ölse de onun “yeniden yapımına” katkılar sağlayacak bilgileri anlamlı birer belge olarak aktarılabilmiş olacaktır. 1 1.TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ 1.1. Höyükler Höyükler, eski çağlardan kalma medeniyet kalıntılarının zamanla doğa olaylarının etkisiyle meydana getirdiği yayvanca toprak tepelerdir. Anadolu’da bu şekilde tepe halini almış birçok eski köy ve kasaba vardır. Höyüğün büyüklüğü ve şekli, altındaki yerleşim yerlerinin uzun zaman sürüp sürmemesine bağlıdır. Yerleşim yerlerindeki hayat, asırlarca devam ettiyse, höyükler biraz daha büyük ve gösterişli olabilir. Höyükler daha çok verimli topraklarda düzlük ve ovalarda görülür. Anadolu’da yeryüzü şekillerine bağlı olarak İç, Güney ve Kuzeydoğu Anadolu’da topluluk gösterir. Höyükler genellikle Anadolu’da denizlere yaklaştıkça azalır. Su kenarlarına yakın, verimli topraklarda, savunmaya elverişli yerlerde daha çok rastlanmaktadır (hoyuk.nedir.com, 2013). Orta Anadolu höyüklerinde Neolitik, Kalkolitik ve Tunç Çağı yerleşmelerinin üzerinde, Frig, Hitit, Selçuklu ve Osmanlı yerleşimleri görülebilir. Hatta modern yerleşimlerin bir kısmı da höyükler üzerinde kuruludur. Anadolu’daki önemli höyüklerin başlıcaları: Çorum Alacahöyük, Yozgat Alişar Höyük, Kayseri Kültepe Höyük, Aksaray Acemhöyük, Konya Çatal Höyük, Malatya Arslantepe Höyük, Çanakkale Troya Höyük’tür (Uçankuş, 2000:28-29). Arazilerde karşılaşılabilinecek höyüklerin üzerinde ve etrafında, orasının bir yerleşim yeri olması dolayısıyla genellikle birçok seramik parçaları yüzeyde göze çarpar. Kazısı yapılan veya yapılmakta olan bir höyükte kazı açmaları ve buluntular yer alabilir. Arazide karşılaşılan höyük tescilli değilse tescilinin, etrafında yeterli miktarda bir koruma alanı belirleyerek yapılması, buluntuların dönemlerinin belirtilmesi, üzerinde herhangi bir yapı kalıntısı varsa tanımının da yazılması gerekmektedir. 2 Res. 1.1 Kaman Kalehöyük ve üzerindeki kazı açmaları (Türkiye Arkeolojisi, 2008/ 127). 1.1.1. Höyüklerden örnekler: 1.1.1.1.Samsun İkiztepe Höyüğü: Bu höyük Orta Karadeniz Bölgesi'nde, Samsun'un 55 km. ve Bafra'nın 7 km. batısında olup, bugünkü İkiztepe köyünün sınırları içinde yer alır. Deniz seviyesinden yaklaşık 20 m. yükseklikte ve Bafra ovasının batısını sınırlayan alçak tepelerden en kuzeydekinin uzantısı üzerinde kurulmuştur. Jeolojik verilere göre, İkiztepe Örenyeri Bafra ovası oluşmadan önce, bir zamanlar Kızılırmak nehrinin Karadeniz'e dökülmüş olduğu noktada yer almıştır. Höyük dört yükseltiden oluşmaktadır. Yaklaşık olarak 375 x 175 m. ebadında bir alanı kaplamaktadır (Res. 1.2.- Res. 1.3.) Tepe I ve Tepe II'de ana toprağa kadar inilmiştir. Araştırmalar sonucu Tepe I'de İlk Tunç Çağı I ve II ile Geçiş Çağı (Hitit Öncesi) kültürleri tespit edilmiş, ayrıca İlk Tunç Çağı III'e tarihlenen bir nekropolün varlığı anlaşılmıştır. Tepe II'de ise İlk Tunç Çağı I ve II ile Kalkolotik Çağ kültür kalıntıları gün ışığına çıkarılmıştır. Tepe III ve IV'de yapılan küçük sondajlar sonunda bu bölgede İlk Tunç Çağı III 3 kültürünün yaygın olduğu anlaşılmıştır. Tepe I'de İkiztepe'nin son kültür katında tümülüs tipi 2 odalı ve dromoslu bir anıt mezar yer almaktadır. Kesmetaşlardan inşa Res. 1.2. İkiztepe Höyüğü (www.wowturkey.com. Erişim Tarihi: 25.03.2013). edilmiş olan mezarın dromosunda (koridorunda) ele geçirilen ve İstanbul'da Trakya Kralı Lysimakhos (M.Ö.306-281) adına basılmış altın sikkeden bu mezarın Hellenistik Çağa ait olduğu anlaşılmıştır (ctf.edu.tr, 2013). Res. 1.3. İkiztepe Höyük’ten genel görünüm (www.ctf.edu.tr. Erişim Tarihi: 25.03.2013). Kültür katlarında dokumacılığa ait pişmiş topraktan kirkitler, ağırşaklar ve dokuma parçaları ile giysi yapımında kullanılan kemik deliciler ayrıca yanmış bir yapının tabanı üzerinde değişik işlevler için üretilmiş tunç eserler grup halinde bulunmuştur. Değişik büyüklükteki çanak çömlekler, meyvelikler, kadın figürinler de diğer önemli buluntulardır. Samsun Müzesi'nde sergilenen ve korunan bu eserler İlk 4 Tunç Çağı'nın Anadolu'daki seçkin örnekleri arasında yer almaktadır. İkiztepe kazıları Karadeniz bölgesinde yapılan tek protohistorik kazı olarak Bafra ve dolayısıyla Orta Karadeniz Bölgesinin, İlk Tunç Çağı insanlarının sosyo-ekonomik yaşamları ile dini inançlarına ışık tutan tek merkez olması açısından da önemini korumaktadır (tayproject.org, 2013). 1.1.1.2.Burdur Kuruçay Höyüğü Hacılar Höyüğü’nün 8-9 km. daha doğusunda bulunan Kuruçay Höyük’te yaşam Hacıların bir dönem gerisinden, Erken Neolitik devir ile başlamaktadır. 1978– 88 yılları arasında Prof Dr. Refik DURU tarafından yapılan kazılarda 13 yapı katı tespit edilmiştir. Bu tespitlere göre Erken Neolitikle başlayan kültür devri İlk Tunç Çağı ikinci dönemine kadar sürmüştür. 11 metre yüksekliğindeki Höyükte (Res. 1.4.) Geç Neolitik, Erken Kalkolitik evleri, taş temeller üzerine kerpiçler konularak Res. 1.4. Burdur Kuruçay Höyüğü (www.burdurmuzesi.gov.tr. Erişim Tarihi: 25.03.2013). 5 yapılmış olup kare ve dikdörtgen planlıdır. Ayrıca yerleşimin etrafında yer yer 120140 cm. kalınlığında üç kuleli sur duvarına rastlanılmıştır. Bu çağın seramiği Hacılar benzeridir. Kuruçay Erken Kalkolitiği kalın duvarlı kare planlı yapılar ile ön plana çıkmaktadır. Bu dönemde kent suruna ihtiyaç duyulmamıştır. Evlerin zemininde havan, el değirmeni gibi mutfak eşyalarına rastlanılmıştır. Çanak ve çömlekler genellikle bu yerleşmede daha önceki dönem ve Hacılar çanak çömleği ile benzerlik göstermekle birlikte geç Kalkolitikte ince kenarlı kırılgan, koyu kahverengi renkli seramikler ortaya çıkmış, form ve konu zenginleşmiştir. En önemlisi de bu dönemde madeni buluntular ele geçirilmiştir. Bunlar madenden yapılmış keski ve iğnelerdir. Kuruçay’ da İlk Tunç yerleşimi ise, Höyüğün üst katmanlarındaki fazla tahrip olmuş olan ilk devresine rastlamaktadır (M.Ö. 3.000-2.000) Burada mimari kalıntı özelliği gösteren buluntulara rastlanılmamış, bulunan çanak çömleğin ise özensiz yapılmış İlk Tunç çağı seramiği olduğu görülmüştür ( burdurmuzesi.gov.tr., 2013). 1.1.1.3. Konya Çatalhöyük (Res. 1.5. - 1.7.) Konya'nın Çumra İlçesi sınırlarında olup, ilçenin 10 km. doğusunda yer almaktadır. Höyük, farklı yükseklikte iki tepe düzü olan bir tepe şeklindedir. Bu iki yükseltisi nedeniyle çatal sıfatını almıştır. Yüksek tepenin batı yamacında yapılan araştırmalar sonucunda, “13 yapı katı” açığa çıkarılmıştır. En erken yerleşim katı (1) ise M.Ö. 5500 yıllarına tarihlenmektedir. Stil kritiği yolu ile yapılan bu tarihleme, C 14 metodu ile de doğrulanmış bulunmaktadır. İlk yerleşme, ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapılara ait özgün buluntuları ile insanlık tarihine ışık tutan bir merkezdir. (Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük, 2006: 3) Çatalhöyük'teki yerleşimin, yani şehirciliğin en iyi bilinen dönemi 7. ve 11. katlardadır. Dörtgen duvarlı evlerin duvarları birbirine bitişiktir. Ortak duvar yoktur, her evin kendi müstakil duvarı vardır. Evler ayrı ayrı planlanmış ve ihtiyaç duyulunca yanına başka bir ev yapılmıştır. Evlerin bitişik duvarları nedeniyle şehirde sokaklar mevcut değildir. Ulaşım düz damlar üzerinden olmaktadır. Şehri sınırlayan 6 ve koruyan sur duvarları niteliğinde herhangi bir buluntuya rastlanmamıştır. Bina yapımında kullanılan malzeme kerpiç, ağaç ve kamıştır. Evlerin temel derinlikleri azdır. Duvarlar arasında ağaç dikmeler vardır. Bu dikmeler üzerine gelen kirişler düz tavanı taşımaktadır. Tavan üst örtüsü kamış üzerine sıkıştırılmış kil topraktır. Evler tek katlı olup, eve giriş damda açılan bir delikten merdivenle olmaktadır. Her ev bir oda ve bir depodan oluşur. Odaların içinde dörtgen ocaklar, duvarların ön kısımlarında taban döşemesinden yüksekliği 10-30 cm. arasında değişen sekiler ve duvar içinde dörtgen nişler bulunmaktadır. Duvarlar sıvalıdır, sıva üzeri beyaza boyandıktan sonra sarı, kırmızı ve siyah tonlarda resimler yapılmıştır. Kutsal odalar diğer odalara nazaran daha büyüktür. Bu evlerin içindeki duvar resimleri yanında ise orijinal boğa başı, koç başı ve geyik başlarının sıkıştırılmış kil ile konserve edilmiş trofeleri duvarlara aplike edilmiştir. Bunların yanında rölyef halinde insan figürleri ile hayvan figürleri de görünmektedir. Çatalhöyük'te duvar resimleri en erken 10. en geç 11. tabakada bulunmuştu (Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük: 2006: 22-25). Res. 1.5. Konya Çatalhöyük’ten genel görünüm (www.catalhoyuk.com. Erişim Tarihi: 13.04.2013). 7 Res. 1.6. Konya Çatalhöyük’te evlerin yerleşimi (www.catalhoyuk.com. Erişim Tarihi: 13.04.2013). Res. 1.7. Konya Çatalhöyük’te evlerin yerleşimi (www.catalhoyuk.com. Erişim Tarihi: 25.03.2013). 8 1.2.Tümülüsler Kral ve kral ailesi için, önce zemin üzerine inşa edilen mezar odası, sonra üstüne yığılan toprak veya taşlardan oluşturulan yapay tepe tipi anıt mezarlardır. Bu mezarlar günün mimarları tarafından inşa edilmişlerdir. Dış görüntüsü höyüğü andırmakta olan tümülüsler, yığma tepesi altında planlı bir mimariyi barındırırlar. Kral ya da kral ailesinden ölen fertler kullandıkları muhtelif eşyaları ve hediye edilen eşyaları ile birlikte, inşa edilen taş ya da ahşap oda içine ceset ile birlikte konulmuştur. Tümülüsün boyu, mimari estetiği ölen kişinin zenginliği, değeri ölçüsünde değişmektedir. Boyu daha yüksek olanlar daha zengin krallar için yapılmıştır. Bu yapılar her zaman 9 metrenin katları olan 9,18,27,36... metre gibi yükseltilere sahiptir (Uçankuş, 2000:29). Res. 1.8. Bir tümülüs örneği (www.tamsanat.net. Erişim Tarihi: 12.04.2013). Mezarın yerini bir tepe ile belirleme geleneğinin bilinen ilk örnekleri Avrasya steplerinde, MÖ 4. bin yılın başlarına aittir; kurgan olarak da adlandırılan bu mezar tepelerinin altında, ölü basit bir çukur ya da ahşap bir odaya yerleştirilmiştir. Bu geleneğin, steplerden gelen etki ile, Trakya'ya ilk olarak MÖ 3. bin yıl içinde girdiği bilinmektedir. Trakya'nın Tunç çağ mezar tepeleri, daha sonraki dönemlerin 9 tümülüslerine göre daha basık ve yayvan, çoğu kez de 2-3 m yüksekliğindeki tepeciklerdir; ancak Bulgaristan' da ender olarak yüksekliği 7 metreyi bulanlar da vardır. Tepelerin dolguları toprak değil taş oluşturduğundan, bunlar "Taşlıtepe" olarak tanımlanmaktadır. Bu tür mezar tepelerinde ölü, tepenin altındaki bir çukura, ve çoğu kez uzun olarak yatırılarak gömülmüştür. Tepenin değişik kesimlerinde münferit mezarlara da rastlanır. Taşlıtepeler tek olabilecekleri gibi, bazen tümülüs mezarlığı gibi, sayıları 30'u bulan topluluklar da oluşturabilir (tamsanat.net,2013). İlk Demir Çağı' ndan itibaren mezar tepeleri daha sivri ve konik bir biçim almış, dolgularında taş ile birlikte killi toprak da kullanılmıştır. Demir Çağı'nın ilk kısmına tarihlenen mezar tepelerinde gene ayrı bir mezar odası yoktur; ölü toprağa açılmış ve ahşap ile kaplanmış bir odanın içine yatırılmıştır. Orta Demir Çağı'ndan itibaren mezar odası ya da taş lahiti olan gerçek tümülüsler görülmeye başlar. Bu tür tümülüsler için genellikle uzaktan görülebilen sırt ve yamaçlar tercih edilmiştir. İkili ya da üçlü tümülüsler yaygın olmakla birlikte, tümülüs mezarlığı şeklinde sayıları dokuz ile otuz altı arasında değişen gruplara da rastlanmaktadır. Toplu tümülüs mezarlıklarının, daha eski bir kutsal alanın üzerinde yer aldığı görülmektedir. Bintepe’deki (Manisa İli, Sardes Antik kenti yakınlarında) Kral Alyattes’in tümülüsü ile Nemrut Dağı’ndaki tümülüs Anadolu’nun bilinen en büyük tümülüsleri arasında yer alır. Frigyalılara ait tümülüsler de olmakla birlikte tümülüs yapımı daha çok Lidyalılar’da önem kazanmıştır. Aynı bölgede 100 Lidya tümülüsüne rastlanmıştır. Anadolu’nun en büyük tümülüsü olan Alyattes’inkinde 16 tonluk taş bloklar kullanılmıştır. Şamanist Türk ve Moğol boylarında ayrıca, Dünya Dağı’nı temsilen, “oba” adı verilen, taş yığınlarından kurgan (yapay tepe) oluşturma geleneği çok yaygındır. Bunlara bağlı olarak Anadolu’nun birçok yerinde bu yığma tepeler bulunmaktadır (tamsanat.net, 2013). Tümülüsler höyük ile aynı olmalarına rağmen bazı özelliklerinden dolayı höyüklerden ayrılırlar. En belirgin özelliği huni şeklinde olması, tepe açısının dar olması, yapının yüzeyinde kiremit, tuğla, küp ve kül gibi malzemelerin olmamasıdır. Tümülüs yapılara uzaktan ve yakında bakıldığından yapay olduğu her zaman gözü ısırır ve net belirgindir. Tümülüs iç ve dış mimarisi başta ölenin değerine ve coğrafik 10 yapıya göre değişir. Belli bir standardı yoktur. Birden fazla mezar odası olanlarda dromos denilen moloz taşlardan hiç bir mimari özelliği bulunmayan ve mezar odasına geçit veren tüneller bulunmakta olup, Frig Tümülüslerinde hiç bir zaman dromos bulunmamaktadır. Yine Frig Tümülüsleri hariç toprağın kaymaması için alt yerleşmede krepiz denilen moloz iri taşlardan örülü duvar vardır (tamsanat.net, 2013). Anadolu'da inşa edilen tümülüslerin asıl kökeninin Makedonya olduğu bilinmektedir. Bu geleneği Anadolu'ya taşıyan medeniyet Frigler olmuştur. Tümülüs geleneğinden önce, insanlar kral veya kral ailesine ait ölüleri “dolmen” tipi denilen mezarlara gömmüşlerdir. Dolmen tipi mezarlar, üstüne muhtelif toprak taş ve sair malzemeler konularak yapay tepecik halini almıştır. Frigler’den başlayan bu gelenek devam eden medeniyetlerce geliştirilerek Roma ve Doğu Roma dönemlerinde modern bir yapıya ulaşmıştır. Frig tipi tümülüsler klasik tip tümülüsler olarak mezar odası ahşap, diğer unsurlar tamamen topraktır. Bu tip tümülüslerde yığma tepe toprağının çevreye yayılmasını önlemeye yarayan krepis duvar ile mezar odasına geçit veren dromos tünel uygulanmamıştır Bunlar, Lydia ve Yunan tümülüslerinden, bu unsurların olmayışı ve mezar odalarının yapımında taş yerine ahşabın kullanılmış olmasıyla ayrılmaktadır (Uçankuş, 2000:573). Grek tipi tümülüsler Friglerden sonra geliştirilen tümülüslerdir. Dış yüzey tamamen dışarıdan getirilen hediye topraktan yapılan çamurdan oluşmuştur. Taban etrafını çevreleyen krepis duvarları vardır. Tümülüs birden fazla oda içeriyorsa dışarıda odalara geçit veren dromos tünel bulunur. Mezar odaları taş örülüdür. Bazıları içten sıvanır ve sıva üstünde muhtelif süsleme motifleri yer almaktadır. Bazıları sıvasız sadece duvar yüzeyine boya ile motifler yapılanları da bulunmaktadır. Bu tip odalarda çürüyen ve paslanan muhtelif maddelerin çıkardığı gaz dışarıya sızmaz ve hep içeride kalır. 11 Roma tipi tümülüs ise tamamen taşıma moloz taşlardan inşa edilmiş, günün modern tümülüs yapılarıdır. Romanın devamı olan Doğu Romalılar ise, tümülüs geleneğinde bir değişiklik yapmadan direkt Romalılardan esinlenmişlerdir. Bu nedenle tümülüs odasındaki mezar hediyeleri analiz edilmeden o tümülüsün Roma mı Doğu Roma mı olduğu kesinlik kazanmamaktadır. Tamamı taştan inşa edilmiş tek odalı modern tümülüslerdir. Doğu Romalıların tümülüs örneğinde yüzey kısmı tamamen dışarıdan taşınan moloz taşlardan oluşmuştur. Romanın devamı olan Doğu Roma kültüründe tümülüsler Roma döneminden esinlenerek inşa edilmiş ve Roma ile neredeyse aynı özelikleri taşımıştır. Bu tiplerin aynı zamanda toprak tipleri de mevcuttur (tamsanat.net, 2013). Tümülüs yapıları birer mimari yapılardır. Tümülüslerde aranan yapı unsuru odadır. Tümülüsler tüm doğal afetler dikkate alınarak günün mimarları tarafında inşa edilir. İnşasında her türlü hesaplamalar yapılır. Buraya gömülecek olan şahıs sıradan bir şahıs değildir. Yapılan araştırmalarda mezar odasının dış köşe pabuçlarına kum doldurulduğu görülmüştür. Bunun nedeni deprem sarsıntılarına karşı dayanıklılığı sağlamaktır. Tümülüs oda yapılarında işlenmiş taş veya ardıç ağaçları kullanılmıştır. İç yüzeyinde muhtelif figürlü mozaik ya da sıva üzerine işlenmiş bir takım motifler yer alır. Bu figürler birer tarihi belge niteliğindedir. Tümülüs mezar odasına ait iç kısmı 2 ile 6 metre kare şeklinde değişmektedir. Bir kısım tümülüslerde birden fazla oda yer alır. Bunlar aile tipi olarak bilinir. Mezar odaları yan yana olanlarda birbirine geçit veren girişleri bulunur. Üst üste olanlarda ise bu tür geçitler bulunmamaktadır. Toprak tipi tümülüs katmanları dıştan içe doğru sıralanacak olursa: (Şek.1.11.2.) 1- Tümülüsün inşasından günümüze kadar oluşan katman: bu katmanın derinliği fazla değildir. 12 2- Hediye katman: Krala bağlı yerleşim birimlerinden getirilen muhtelif topraklardır. Muhtelif bölgelerden gelen bu toprak çamur ile sıvanmıştır. Renk renk bir katman oluşturur. 3- Ana katman, bölgeden elde edilen toprak yığmasıdır. 4- Taş katman ana koruma katmanıdır. Çatı şeklinde tümülüsü korumaya alır. 5- Kil katman mezar odasını sulardan korur. Bazen kurutulmuş kil konulur ki bu kil de çok serttir. 6. Son katman ise tümülüs mezar odasıdır. Taş tümülüslerde oda, altıgen planlıdır. Odanın üstünü bir şemsiye gibi kaplayan taş kilit tabaka bulunur. Bu tabaka temel taşlarından beslenerek yukarıya doğru bir ters bir düz olmak üzere harçla örülür ve üstüne kaya tuzu basılır. Bu şekilde yapılması, mezar odasını bir şemsiye gibi soygunlara karşı korumak içindir. Üstünde ise çevreden çeşitli büyüklükte taşlar toplanılarak yapay bir tepe oluşturulur. Katmanları dıştan işe doğru sıralanacak olursa bunlar; 1. Çevrede toplanmış taş katmanı 2. Koruma tabakayı bağlayan taşlar ( Bu taşlar iri ve moloz taşlardır.) 3.Koruma taş kilidi 4.Mezar odası 5.Temel 13 Şek.1.1. Tümülüs planı (www.karamanlı.biz.com. Erişim Tarihi: 12.04.2013). Şek.1.2. Aile tipi mezar yapım planı (www.karamanlı.biz.com. Erişim Tarihi: 12.04.2013). Bir tepenin tümülüs olup olmadığına aşağıdaki genel bilgiler kullanılarak kesin karar verilmelidir. 1- Yakınında su kaynağı varsa. 14 2- Hakim bir tepe, vadiye bakan yamaç yüzeyinde yada düz yerde her taraftan rahat gözüküyorsa. 3- Yakın mesafe içerisinde yerleşim yeri ya da ibadet edilen mekan varsa. 4- Yüzeyinde küp, çanak, çömlek, kül, kiremit ve tuğla gibi malzemeler yoksa, 5- Huni şeklinde tepe açısı dar ise. Bu beş koşulu taşıyan yapay tepecikler tümülüs yapılardır. 15 1.3. Kaya mezarları Eski inanışa göre “insanın mezarı ne kadar yüksekte olursa o kadar tanrıya yakın olur” düşüncesi kralların ve önemli insanların mezarlarının kayalara kazılması geleneğini doğurmuş, böylece kayalık yerlerde kayanın oyulması suretiyle inşa edilen kaya mezarları çeşitli yerlerde görülmeye başlanmıştır. Kaya mezarları yapılırken, sadece mezar odası oyulmamıştır. Mezar odasının dışından da dağ oyularak, mezar dağdan bağımsız hale getirilmiştir. Bir kişi rahatça mezarın çevresinde dolaşabilmektedir. Bunun amacının kralın mezarına tapınak havası vermek olduğu sanılmaktadır. Kaya mezarlarıyla tarihte ilk kez Mısır’da (MS.2133-1992) karşılaşılmaktadır. Anadolu ve Kuzey İran’da kesin olarak bilinen ilk kaya mezarı Urartular Dönemine aittir (MÖ.8 ve 7. yüzyıllar). Bunlar arasında özellikle Urartular’a ait olanlar Mısır’daki örneklerle benzerlik gösteren “Tapınak Mezar” şeklindedir (Öğün ve Işık 2001: 171). Hiçbiri MÖ. 4. yüzyılın 2. çeyreğinden önceye tarihlendirilemeyen kaya mezarları içinde en önemli grup, “tapınak cepheli” olanlardır. Genellikle Ion düzeninde iki sütun, bir arşitrav ve alınlık içerirler. Revaktan geçilerek mezar odasına girişi sağlayan kapıya gelinir. Mezar odası, ölülerin üzerine yatırıldığı taş sedirleriyle sade bir mekândır. Bunlarda yan duvarların arasındaki sütunların taşıdığı “üçgen alınlıklı” cephenin gerisinde, basamaklarla çıkılan bir ön oda ve bir kapıyla açılan mezar odasından oluşmaktadır (Res. 1.9.). Kareye yakın mezar odalarının arka ve yan duvarları önünde ölü yatakları yapılmıştır. Bazılarında sunu sekileri de oluşturulmuştur. Yakılan ölüden arta kalanların içine konulduğu kapların dik yerleştirildiği küçük nişler de, tapınak cephesi biçiminde şekillendirilen birer plakayla kapatılmıştır. Yan yana açılan sandık mezarların uzun yan kenarları, genelde yükseklikleri birbirlerine eşit plaka blokların dik konulmasıyla elde edilmiştir. Biri ana kayaya cepheli olup dar yüzlerinde ise çoğunlukla tek bir blok oluşturmuştur ve üzerleri büyük Sal taşlarıyla kapatılmıştır (Öğün ve Işık 2001: 163). Sal taşları önce toprak bir tabakayla örtülmüş ve bunun da üzeri irili-ufaklı çakıl 16 taşıyla karıştırılmış kalın bir harçla kaplanmıştır. Bu tür mezarlar daha çok MÖ.1. ve MS. 2. yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedir (dalyaninfo.com, 2013). Res.1.9. Dalyan (Ortaca) Kaya mezarları (www.tr.wikipedia.org. Erişim Tarihi: 02.04.2013) Mezarların gömü odalarının “Ahşap ev tipi” formunda yapılanlarına da özellikle Likya bölgesinde rastlanmaktadır. Bunlar ağaç gövdelerinden ve hatıllarından oluşturulmuştur; kare şeklindeki hatıl uçları dışarı doğru çıkmaktadır. Kapının üzerinde genel olarak bir sıra yuvarlak veya kare hatıl ucu görülür (Akurgal, 1998:300-301) Tapınak cepheli bu kaya mezarı tipinin yanı sıra, yine kayaya oyulmuş "güvercin yuvası" ismiyle tanınan dikdörtgen derin “oyuk mezarlar” da vardır. Bunlar kayalık cephe üzerine daha basit tarzda açılmaktadır. Bunların iç döşemeleri de farklıdır: mezarlardan bazılarını üç, bazılarının iki ya da tek yan kanatında kline (yatak) oluşturulmuşken bazılarında hiç yoktur. Çok az örneğin içersinde “sunu sekisi” vardır. Cepheleri geniş açılmış mezarlar iki kanatlı kapı bloklarıyla kapatılırken, dar olanların girişleri tek bir kapı bloğuyla örtülmüştür (Öğün ve Işık 2001: 166). 17 Kaya mezarı terminoloji içerisinde yer alan bir diğer grup da “Niş mezarlar” dır. Bunların sanki katlı bir apartmanın pencereleri gibi kayalar üzerinde yer aldıkları görülmektedir (Res.1.10). Nişlerin genişliği bir ostoteğin (kemik muhafazası) sığacağı boyutta, yaklaşık 40-50 cm. kadardır. Res. 1.10. Dalyan (Ortaca) Kaya Mezarları “niş mezarlar” (www.dalyaninfo.com. Erişim Tarihi: 02.04.2013 Kaya mezarlarının birçoğu Roma ve Doğu Roma dönemlerinde de tekrar kullanılmıştır. Geç Antik Çağ’dan bu yana iç kısımlarındaki tahribat nedeniyle defalarca soyuldukları düşünülmektedir (Öğün ve Işık 2001: 169). 18 1.3.1.Kaya mezarlarından örnekler 1.3.1.1.Amasya Kral Kaya Mezarları Helenistik dönemde, Amasya’yı MÖ.333’den MÖ.26’ya kadar başkent olarak kullanan Pontus Krallarına ait olan Kral kaya Mezarları, Harşena Dağı’nın güney eteklerine, kalker kayalara oyularak yapılmıştır (Res.1.11.). Hatuniye Mahallesi’nin dar sokaklarından ve tren yolunu geçerek çıkılan mezarların arasında, kayaya oyulmuş yollar ve merdivenler bulunmaktadır. Yeşilırmak Vadisi boyunca, irili ufaklı 21 mezar olduğu bilinmekle birlikte bunlardan sadece birkaç tanesi günümüze gelebilmiştir. Kaya Mezarlarının içlerinden çok, arkalarına oyulmuş geçitler dikkat çekicidir. Bu bölgedeki büyük mezarlardan birinin yanında, nehre kadar uzandığına inanılan bir tünelin başlangıcı bulunmaktadır. Kalker kayalara oyularak yapılan bu mezarlar yapı ve büyüklükleri itibarıyla kente hakim bir noktadadırlar (Res.1.12). Res. 1. 11. Amasya Kral Kaya Mezarları genel görünüm (www.amasyakulturturizm.gov.tr. Erişim Tarihi: 02.04.2013) 19 Res.1.12. Amasya Kral Kaya Mezarları genel (www.amasyakulturturizm.gov.tr. Erişim Tarihi: 02.04.2013) görünüm Kral Kaya Mezarlarının en büyüğü, galeri ve merdivenlerle çıkılan, batı yönündeki en son mezardır. Bu mağaranın yüksekliği 15 m., genişliği 8 m., derinliği ise 6 m.’dir. Mezar odasına girişi, diğer mezarlardaki kapılardan daha yüksektir. "Büyük Kral Mezarı" olarak da adlandırılan mağara, cephe itibariyle pek çok tahribata uğramıştır (amasyakulturturizm.gov.tr, 2013). Kızlar Sarayı üzerinde yer alan üçlü kral mezarı birbirine çok yakın oyulmuştur. En solda yer alan mezar, ortadaki mezar sahibini gölgede bırakmak amacıyla ön plana çıkarılmıştır. Kızlar Sarayı’nın alt kısmında ve Demiryolu tünelinin hemen üzerinde bulunan mezar da, diğerleri gibi, blok kaya oyularak yapılmıştır. Diğer kaya mezarlarından farklı olarak etrafı oyulmamıştır. Ayrıca mezar odasına çıkmayı kolaylaştıracak taş merdivenler de yapılmamıştır. Mezar odasının sağ ve sol kenarlarında yapılan sütunlar daha sonra kırılmıştır. Mağaraların bütününde görülen kapaksız, 2-3 metre arasında değişen yükseklikte, kapıya benzeyen girişler, bu mağaraların ortak özelliğidir. Mağaraların etrafının geniş biçimde boş bırakılmasının amacı da, bazı mezarların tavaf edilmesi, 20 bazılarında da kayalardan sızan suların hava ile temasını ve mezar odasının korunmasını sağlamaktır. Kral Kaya Mezarları bazı dönemlerde hapishane ve cezalandırma mekanı olarak da kullanılmışlardır. Örneğin VI. Mithridates, kendisi ile yapılan barış görüşmelerinde zorluk çıkaran Romalı elçileri, Demiryolu geçidinin hemen üzerinde yer alan mezara hapsetmiştir. 1.3.1.2. Lâçin Kapılıkaya Anıtsal Kaya Mezarı Çorum’un yaklaşık 27 km. kuzeyinde, Kırkdilim mevkiinde oldukça sarp, kayalık ve akarsu tarafından yarılmış derin vadilerin oluşturduğu engebeli arazi üzerinde, kuzeye doğru uzanan bir kaya blokunun burun kısmının kuzey-batı köşesinde yer almaktadır ( Res.1.13. ). Komutan IKEZIOS’a ait Hellenistik Dönem kaya mezarı olup, M.Ö. II. yüzyıla tarihlenmektedir ( anittahotel.com, 2013). Çay seviyesinden 65 m. yükseklikteki kaya mezarının yamuk biçimli bir podyum zemini vardır. Bu podyumdan 8 basamaklı merdivenle ikinci platformda, oradan da 12 basamaklı merdivenle mezar önündeki podyuma geçilmektedir. Mezar odasının kapısı üzerinde “IKEZIOS” yazısı okunmaktadır. Mezar odası kare planlı olup, girişin sağ ve solunda niş şeklinde oyulmuş ölü şekilleri vardır. 21 Res.1.13. Lâçin Kapılıkaya Anıtsal Kaya Mezarı (www.anittahotel.com. Erişim Tarihi: 02.04.2013). 1.3.1.3. Gaziantep Dülük Yer altı Oyma Mezarları Kaya mezarları Dülük Örenyerinde, Jüpiter Dolichanus Tapınağı’nın etrafındaki, geniş anlamda ikinci bir kutsal alanda yer almaktadır. Bugün Dülük’te geçmişin kanıtı olarak en eski yerleşim, Keber tepesinin güneyindeki prehistorik mağaradır. Ayrıca Keber tepesinin karşı sırtlarında Nekropol alanı vardır. Burada çok sayıda kayaya oyulmuş oda mezarları mevcuttur. Bu kaya mezarlarının bazısının ön odasına taş basamaklarla (Dromos) inilerek ulaşılmaktadır. Mezar içerisinde lahitler bulunmaktadır (Res.1.14-16.). Bazısında dini mitolojik konulu kabartmalar mevcuttur. Bunların birinde ruh anlamına gelen Psykhe’ye Hermes ölünün ruhunu yer altı dünyasına (Hades) götürmesi için yol göstermektedir. Bazı mezarlarda ise baktığını taşa çeviren Medusa başı kabartma olarak işlenmiştir. Antik dönemde de ölüm sonrası dirilme inancı olduğundan, ölünün evi olarak bu mezarlar günlük yaşanılan ev biçiminde yapılmıştır. 22 Rahiplerin, din büyüklerinin, tapınağa veya dine hizmet etmiş kişilerin gömüldüğü bilinen bu mezarlar çok çeşitli mimari biçimler göstermektedir. Taş basamaklarla inilen mezar girişlerinde dairevi biçimli kapak taşları, mezar içlerinde ise girlandlı lahitler mevcuttur. Res.1.14. Dülük Kaya Mezarları mezar odası şeklinde düzenlenmiş iç görünümü (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel Arşiv/2012) Res. 1.15. Dülük Kaya Mezarları daire şeklinde kapı örneği (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel Arşiv/2012) 23 Res.1.16. Dülük Kaya Mezarları iç görünüm (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel Arşiv: 2012) 24 1.4. Kaleler Kaleler bir bölgenin savunma ve güvenliğini sağlamak amacıyla, düşmanın gelmesi beklenen yollarda, askeri öneme sahip kentlerde, stratejik yollar üzerinde, geçit ve dar boğazlarda yapılan kalın duvarlı, mazgallı, kuleli dayanaklı yapılardır. “Askeri mimari” adı altında yer alan kaleyi, benzeri olan hisar ve surdan ayırt etmek gerekmektedir. Hisar bir mesken olarak düşünülüp tahkim edilmiş tek bir kütle halindeki yapıdır. Batı dillerinden dilimize geçen şato kelimesinin karşılığıdır. Sur ise bir şehir veya kasabayı korumak üzere, bu yerin etrafını çeviren kuleli tahkimat duvarına verilen addır (Yıldız, 2007:12). Kaleler genellikle stratejik yerlerde, arazinin tabii özelliklerinden faydalanarak inşa edilmiştir. Kale yapımında kolay ve az sayıda bir kuvvetle savunulabilmesi, gerektiğinde içeriden dışarıya çıkılabilmesi, uzun süreli kuşatmalara dayanabilmesi, bir veya birkaç tarafın tabii engeller ile emniyette olması gibi özellikler göz önünde bulundurulmuştur. Bazı kalelerde uzun süreli kuşatmalara dayanılabilmesi için, kale içinden dışarıdaki bir akarsu veya göle inen gizli bir yol da yapılmıştır. Örneğin Ankara Kalesi’nin Bent Deresine inen böyle bir gizli geçidi vardır. Kalelerin içlerine genellikle, yağmur sularını toplayan su sarnıçları yapılmıştır. Çok büyük ve mimari bakımdan haşmetli sarnıçlar, Arnavutluk’ta Osmanlı dönemine tarihlenen Berat Kalesinde, Anadolu’da Mersin yolundaki Akkale’de görülebilir. Çok sarp bir kaya kütlesi üzerinde bulunan Afyonkarahisar Kalesi’nde su ihtiyacı yağmur ve kar sularının kayalara oyulan pek çok sayıdaki küçük sarnıçlara toplanması suretiyle karşılanmıştır. Kale mimarisi, tarihin ilk devirlerinden itibaren tekniğin ve askerlik ile savaş usullerinin ilerleyişine uyarak gelişme göstermiştir. Hitit, Urartu, Roma, Doğu Rom, Selçuklu ve Osmanlı kaleleri arasında açık farklar olmakla beraber, hemen hemen hepsi aynı amaç ile yapılmıştır. 25 Kale mimarisinin başlıca özellikleri olan hendek, çifte duvar sistemi, kapıları çifte burç ile korumak gibi bazı esaslar ve çok eskiden olduğu gibi yakın tarihlere kadar kullanılagelmiştir. Kale duvarları bir veya iki kat halinde, yüksek tahkim edilmiştir. Bazı kalelerin duvarları dışında su dolu hendek yapılmıştır. Duvarlar kulelerle takviye edilmiştir. Kuleleri birbirine bağlayan kale duvarları oldukça kalındır. Kale duvarlarının üzerinde ve dış tarafında insan boyundan yüksek “barbata” denilen bir duvar yapılarak buradan düşmana ok, taş atmak, kaynar su ve kızgın yağ dökmek için mazgallar, arka taraflarında, ok atanları korumak için mazgal siperleri yapılmıştır. Bunların arkasında da nöbetçilerin ve askerlerin dolaşmalarına ve bir siperden diğer bir sipere gitmesine yarayan “seğirdim” denilen yol, düzlük kısım bulunmaktadır. Bazı kalelerde duvarın üst kısmından sur dibine yaklaşan düşmana ateş ve ok atmaya yarayan, şerefe gibi ahşap çıkmalar da yapılmıştır. Bunlara “sengendaz” veya “metris” denmektedir (Kaynak: Rehber Ansiklopedisi www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/kale: 12.04.2013). Duvarlar dik olarak kireç ve öğütülmüş kiremit karışımı bir harçla birbirine tutturulan, büyük moloz taşlarla örülmüştür. Mazgal siperlerinin üst kısımları, yağmur sularının iki yana akmasını sağlayacak şekilde, eğimli taş döşemelerle veya kiremitle örtülmüştür. Kale kuleleri saldırılara karşı korumak ve savunmak için düzenli aralıklarla yapılmış, bu kuleler kışla ve askeri cezaevi olarak kullanılmıştır. Kale kapısı, savaş esnasında askerin dışarıya saldırı yapması için açılmakta ve tehlikeli zamanlarda kapatılmaktadır. Kale kapıları çift olarak sağlam ve kalın ağaçlardan yapılmış, üzerine madeni levhalar çivilenerek kuvvetlendirilmiştir. Her kapının, iki yanında burayı korumaya yarayan kule yapılmıştır. Kapıların yanlarına dönerek açılanları olduğu gibi, yukarıdan aşağıya inerek kapanan ve istenildiğinde zincirle kaldırılan asma kapı biçiminde olanları da mevcuttur. Kalenin en son sınırına kadar dayanması gereken kale burcu, iç istihkam veya merkez yuvanın temelini teşkil etmiştir. Kale bedeninin üzerinde, seğirdim yolunun 26 kenarında, ok atım ve etrafı gözetlemede kullanılan diş biçimindeki duvara “kale mazgalı” denmiştir. Kale mimarisinde en büyük değişiklik topçuluğun gelişmesi ile olmuştur. 19. yüzyılda ateşli silahların önem kazanması üzerine yeni bir gelişme gösterdikten sonra, savaş usullerinin ve silahlarının inanılmaz gelişmesi karşısında değersiz kalmıştır. Bugün hiçbir devlet askeri savunma maksadıyla kale inşa etmemektedir. Eski kalelerin tamirinde ise tarihin canlanması eski hatıraların ayakta kalması gibi bir gaye düşünülmektedir (Kaynak: Rehber Ansiklopedisi www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/kale: 12.04.2013). Türkler Anadolu’ya geldiklerinde savunma amacıyla şehirlerin etrafında surlar yaptırmış mevcut olanları da tamir ettirmişlerdir. Şehirleri kuşatan surlar içinde kulelerle güçlendirilen bir iç kale bulunmaktadır. Kaleler, savaş durumlarında halkın ve askerlerin en son sığınağı durumundadır. İç kalelerde ise evler, cami, kuyu, sarnıç ve zahire ambarları gibi bölümler bulunmaktadır. Günümüze kadar gelebilen kale ve surlar Konya, Alanya, Tokat, Amasya, Çankırı, Karaman ve Kütahya gibi illerimizde bulunmaktadır. Ayrıca ülkemizde İstanbul surlarından sonra en uzun surlara sahip olan Diyarbakır Kalesi ve Surları Doğu Roma İmparatorluğu tarafından günümüzdeki şekliyle 364 yılında yaptırılmıştır. Daha sonra gelen birçok devlet zamanında bu kale ve surlara yeni burçlar eklenmiştir. Özellikle Artuklular 1209’da “Yedi kardeş” ve “Evli Beden” burçlarını yenilemişlerdir. Diyarbakır surları uzun geçmişine rağmen günümüze kadar gelmiştir. Selçukluların sembolü haline gelen çift başlı kartal ve başka hayvan figürleri,surlarda ve diğer yapılarda çok miktarda kullanılmıştır (hakkinda-bilginedir.com, 2013). 27 1.4.1. Anadolu’dan kale örnekleri 1.4.1.1. Adana Yılanlı Kale Ortaçağa ait olduğu düşünülen Yılanlı Kale'nin (Res.1.17.) Haçlılar tarafından inşa edildiği düşünülmektedir. Bugün hala heybet ve sağlamlığını kaybetmemiş olan kalenin bazı kalıntılarına bakılarak antik bir şehrin harabeleri üzerine yapıldığı ileri sürülmektedir. Res. 1.17. Yılanlı Kaleden bir görünüm (www.adanadan.biz. Erişim Tarihi: 12.04.2013). Yılanlı Kale (Yılan Kale olarak da anılmaktadır) Misis ile Ceyhan arasında birden bire yükselen, ovaya hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur. İç Anadolu'dan gelip Gülek Boğazı yolu ile Adana, Misis, Payas ve Antakya'dan geçen tarihi fethi ve kervan yolunun üzerinde bulunan Yılanlı Kale, bölgedeki dağ kaleleri zincirinin ilk halkasıdır. Bu kalenin ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği bilinmemekle beraber, kalenin mimarisi, yapısal özellikleri ve malzemesi Doğu Roma devrinde yapıldığı kanısını uyandırmaktadır. 28 Res.1.18. Yılanlı Kaleden bir görünüm (www.adanadan.biz. Erişim Tarihi: 12.04.2013). Ortaçağda yapıldığı kabul edilen kalenin Haçlılar zamanında da yapıldığı düşünülmektedir. Halen heybet ve sağlamlığını kaybetmeyen kalenin bazı kalıntılara bakarak antik bir şehrin harabeleri üzerine yapıldığı ileri sürülmektedir. Dıştan 700 metre kadar çevresi olan kale ikişer katlı 8 yuvarlak burçla tahkim edilmiştir. Burçlar ve araları tamamen mazgallı olup, bu mazgalların ortaları ateş etmek için deliklidir (Res.1.18.). Kale bedenleri dantel gibi işlenmiştir. Kalenin güneye bakan bir demir kapısı vardır. Kale içindeki büyük meydan her yönden birer merdiven inmektedir. Böylelikle meydandan kalenin her yönüne gidiş geliş kolay olmaktadır. Halk arasında "Şahmaran Kalesi" diye tanınan kalede söylentilere göre, Şeyh Meram adında bir kişi yılan besleyip terbiye etmiştir. 29 1.4.1.2. Gaziantep Kalesi Gaziantep Kalesi, Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olup, gerek ihtişamı ve heybetiyle, gerek tarihiyle şehir merkezinde, Alleben Deresi’nin güney kenarında, yaklaşık 25–30 m. yükseklikte hemen herkesin dikkatini çeken bir tepe ve sur bedenleri batı, güney ve doğuya, tepenin sınırına kadar genişlemiştir. Kale bu haliyle çapı yaklaşık 100 m., çevresi 1200 m. olan gayrı muntazam dairesel bir şekle sahiptir (Res.1.19.). Res.1.19. Gaziantep Kalesi genel görünüm (www.silkroadgaziantep.com. Erişim Tarihi: 12.04.2013) Gaziantep Kalesinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, Kalkolitik döneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S 2-3. yüzyıllarda ise kale ve çevresinde “Theban” isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir. M.S. 2-4. yüzyıllarda Kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılar neticesinde anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise “Kaleler Mimarı” olarak adlandırılan Doğu Roma İmparatoru Justinyanus döneminde M.S. 6. (M.S 527-565) yüzyılda almıştır. Yine bu dönemde kale önemli bir onarım geçirmiş olup, onarım sırasında tesviyenin sağlanması için, güney bölüm kemerli ve tonozlu galerilerden oluşan 30 substrüksiyon (temel) yapılarıyla donatılmış, bu galerilerle birbirine bağlanan kuleler inşa edilmiştir. Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcuttur. Kale köprüsünü geçip, asıl kale kapısına ulaşmadan, sol tarafta halk tarafından İmam-ı Gazali Hazretlerinin Makamı olarak adlandırılan bir burç bulunmaktadır (Res.1.20.). Doğu Roma dönemini takip eden yıllarda özellikle Memluklular, Dulkadiroğluları ve Osmanlılar ihtiyaca göre kaleyi zaman zaman onarmışlar ve buna dair de onarım kitabeleri koymuşlardır. Kale ikinci defa, 1481 yılında Mısır Sultanı Kayıtbay tarafından elden geçirilmiştir. Ana kapı üzerinde yer alan kitabeden, ana kapı ve kale köprüsünün iki yanındaki kulelerin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1557 yılında yeniden yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Res.1.20. Gaziantep Kalesi burçlarından bir görünüm (www.turizmtrend.com. Erişim Tarihi: 12.04.2013) Asıl kale kapısından girince, kalenin iç kesimlerine ve üstüne doğru açılan iki yol vardır. Sola açılan yoldan, kalenin üst kısmına ulaşılır. İç kesimlerine doğru 31 devam eden yoldan ise; galeri, dehliz ve kale odalarına ulaşılır. Kalede ana kütle altında ise bir su kaynağı bulunmaktadır. 1989 yılından bu yana aralıklı yapılan kazı ve restorasyon çalışmaları ile kalenin çevresi belirlenmiş, koruma duvarı yapılmış, çıkış yolu islah edilerek taş döşenmiş, yaklaşık 190 m. uzunluktaki galeri temizlenmiş, sur bedenleri onarılarak yükseltilmiş, ana kapılar aslına uygun olarak yapılmış ve diğer kapı girişleri, demir parmaklıklarla kapatılarak, tehlikeli durumdan kurtarılmıştır. Halen Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülen arkeolojik kazılar sonucunda, Osmanlı dönemine ait bir hamam ile 2000 yılında yapılan kazılarda ise, bir camii ortaya çıkartılmıştır. Hamamın banyo, buhar odası ve bacaları bulunmuştur. Buhar odasının köşesinde bulunan kanallar vasıtasıyla içeride buhar fazlalaşınca dışarıya verildiği sanılmaktadır. Hamam mimari olarak pek gösterişli olmamakla birlikte teknik bakımdan üstün özellikler taşımaktadır. Cami ise Osmanlı mimarisi tarzında olup, dikdörtgen planlıdır. Caminin güney cephesinde yarım daire şeklinde mihrap, mihrabın sağında ve solunda ikişer adet kitap koyma bölümleri ve mihrabın sol tarafında güneyden dışarıya açılan bir kapı girişi ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca mihrabın sağ tarafından kızaklı bir minberin de yeri bulunmuştur (gaziantepkulturturizm.gov.tr, 2013) . Ayrıca 2002 yılından günümüze kadar devam eden kazı çalışmalarında çeşitli mimari yapı kalıntıları, çok sayıda Erken İslam, Doğu Roma ve Osmanlı dönemine ait keramik parçaları, metal parçaları, mermi çekirdekleri, çoğunluğu Doğu Rom dönemine ait çok bilezik parçaları ile pişmiş toprak kandiller, Doğu Roma ve Osmanlı dönemine ait sikkeler, çok sayıda demir gülle, çakmaklı tüfek parçaları ve pişmiş topraktan yapılmış bazıları mühürlü pipo(lüle) parçaları ile bazı hayvan kemikleri ele geçmiştir (gaziantepkulturturizm.gov.tr, 2013) . 32 1.5. Köprüler İlk köprüler, dereleri geçmek için ağaç kütüklerinin karşıdan karşıya uzatılması ya da büyük ve düz taşların yan yana konulmasıyla oluşan geçitler biçiminde veya ardı ardına bağlanan kayıklardan yapılmıştır. Anadolu akarsu yönünden zengin bir bölge olması dolayısıyla köprü yapımı tüm dönemlerde önemli olmuştur. Özellikle taş köprüler suyu aşma işlevlerinin yanı sıra anıtsallık özelliği de taşımış ve gerek biçimlenişleri gerekse bezemeleriyle köprüler arasında önemli bir yer tutmuştur. Köprünün taşıyıcıları olan “kemer” ya da “kemerler”, üstünde yürünen “döşeme”, taşkın suların ölçüsüne göre düzenlenen “gözler”, suyun akış yönüne göre ayakların dibine yerleştirilen “selyaranlar” (mahmuzlar) ve kenarlardaki “korkuluklar” köprü kuruluşunda yer alan başlıca unsurlar olmuştur (Ödekan, 1997:1055). Osmanlı köprüleri kemer köprü modelinde inşa edilmiştir. Bu köprüler çok dayanıklı ve uzun ömürlüdür. Kemer köprü bir yapıda iki sütun ya da iki duvar arasındaki açıklığın üstünü örtmek için kurulan, yay biçiminde bir tür köprüdür. (Çulpan, 1975: 5). Anadolu’da Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılar tarafından yüzlerce köprü inşa edilmiş, köprü mimarisi en iyi ürünlerini Osmanlı döneminde vermiştir. II. Murat’ın yaptırdığı Edirne Uzunköprü (1443-44), o ana kadar sorun olan Ergene geçişini çözmüş, bir ucunda cami, imaret ve hamamı, iki yakasında kurulan Uzunköprü ve Yayalar köyleri ve 174 gözüyle anıtsal bir eser olarak köprü tarihimize geçmiştir. Mimar Sinan’ın birçok mimari türde olduğu gibi köprü yapımında da Anadolu’da şaheserler yarattığı görülmektedir. Edirne Kanuni Süleyman (1553-54), Lüleburgaz Sokullu Mehmet Paşa (1565) ve Silivri Köprüsü (1568) bu eserlerden bazılarıdır (Ödekan, 1997:1055). 33 1.5.1. Köprülerden örnekler 1.5.1.1. Malabadi Köprüsü Malabadi Köprüsü, Diyarbakır Silvan’a 20 km uzaklıkta olup Silvan ilçe sınırları içerisinde yer almaktadır (Res. 1.21.). Artuklu Beyliği tarafından 1147 yılında yaptırılmıştır. 7 metre eninde ve 150 metre uzunluğunda bir köprüdür. Yüksekliği, su seviyesinden kilit taşına değin 19 metredir. Renkli taşlarla inşa edilmiş onarımlarla günümüze kadar ulaşmıştır (Çulpan, 1975: 42). Malabadi Köprüsü, taş köprüler içerisinde kemeri en geniş olandır. Kemerin her iki yanında, iç tarafta kervan ve yolcular tarafından, özellikle kışın zorlu günlerinde barınak olarak kullanılan iki oda bulunmaktadır. Köprü nöbetçileri tarafından da kullanılan bu odaları daha önceleri dehlizlerle yolun dipleri ile bağlantılı olduğu, gelen kervanların ayak seslerinin bu dehlizler vasıtası ile daha uzaklarda iken duyulduğu söylenir. Her biri başka uzunluklarda ve kırık hatlar halinde üç bölümden oluşan köprü, doğu ve batıda hafif eğimlerle yollara bağlanmıştır. Orta bölüm kayalıklar üzerine oturtulmuş bir kitle halindedir. Burada sivri şekilde ve 38,60 m açıklıkta çok büyük bir kemer ile sepet kulpu şeklinde, üç metre açıklıkta küçük bir kemer vardır. Üçüncü bölüm fark edilir derecede birinci kısma paralel bir durum göstermektedir. (Çulpan, 1975: 43). Res. 1.21. Malabadi Köprüsü (Silvan) (www.tr.wikipedia.org. Erişim Tarihi: 20.04.2013) 34 Res. 1.22. Malabadi Köprüsü (Silvan) (www.fotokritik.com. Erişim Tarihi: 20.04.2013) 1.5.1.2. Şanlıurfa, Hızmalı Köprü Şanlıurfa’da Karakoyun Deresi üzerinde yer almaktadır (Res. 1.23-1.24.). İnşa kitabesi olmayan köprünün ne zaman yaptırıldığı kesin olarak bilinmemekte olup köprü ayaklarının birinde 1259 (M.1843) tarihli, “Muhammed Said” adında bir zat tarafından tamir ettirildiğine dair bir inşa kitabesi mevcuttur (Kürkçüoğlu, 1993:15). Halk arasında, Karakoyunlu Beyliği hükümdarının kızı Sakine Sultan’ın Hacca giderken uğradığı Urfa’da bu köprüyü yaptırdığı ve yıkıldığında tekrar inşa edilebilsin diye, mücevherleri ile burnundaki hızmayı köprünün temeline koydurttuğu söylenmekte, köprünün adının da bu nedenle “Hızmalı Köprü” olduğu rivayet edilmektedir (Kürkçüoğlu, 1993:16). Köprü düzgün kesme taşlarla inşa edilmiştir. Orta kısmındaki bir ayak üzerine oturan iki büyük sivri kemerin üzerinde ayrıca iki sağır kemer daha bulunmaktadır. 35 Üstteki kemerler doğu cepheden bakıldığında birer pencere görünümündedir. Bu kemerler kendisinden daha geniş boyutta sağır kemerler içine köşelere doğru yaklaştırılmış biçimde inşa edilmiştir. Köprünün üzerinde gizli su kanalları bulunmakta olup köprü aynı zamanda su kemeri görevi de görmektedir. Res. 1.23. Hızmalı Köprü genel görünüm (www.uludagsozluk.com. Erişim Tarihi: 18.08.2013) Res. 1.24. Hızmalı Köprü (www.efsaneler.net. Erişim Tarihi: 18.08.2013) 36 1.6.Camiler Anadolu’da cami mimarisi Selçuklular ve onlarla birlikte Anadolu’nun bir kısmına hâkim olan Beylikler tarafından başlatılmıştır. Bu dönemde Anadolu’nun Antik ve Hıristiyan kültürlerinin yanı sıra İran, Suriye, Kudüs, Mısır, Mezopotamya, Kuzey Afrika ve İspanya’ya yayılan İslam devletlerinin sanatından etkiler taşıyan ve zamanla kendi tarzını oluşturan bir mimari ortaya konmuştur. 1.6.1. Anadolu Selçukluları ve Beylikler döneminde cami mimarisi Anadolu’da 12. ve 13.yüzyıllarda inşa edilen camilerin bir grubu İslam ülkelerinde görülen en eski camilere bağlanan bir plan şemasına sahiptir (Kuban, 1965:59) Bu camilerde harim kısmı çok sayıda taşıyıcı ayak/sütunla bölünmüş ve mihrap önü bir kubbeyle örtülmüştür. Enine gelişen bir ana mekânın ortasında ve mihrap önünde kubbenin yer aldığı plan tasarımının, ilk olarak Güneydoğu Anadolu’da 12.yüzyıl içerisinde inşa edilen Artuklu camilerinde geliştirildiği gözlemlenmektedir (Altun, 1978: 2291). 12 ve 13.yüzyıllarda Anadolu’da hakim olan Irak, Suriye ve Mısır etkilerini özellikle Güneydoğu’da bu bölgelerle yoğun bir kültürel ilişki içinde olan Artukluların mimarisinde görmek mümkündür. Revaklı avlu, içten ve dıştan yapıya egemen olan mihrap önü kubbesi, iç avlu, avlu köşelerinde çifte minare, zengin taş isçiliği, örtülerde tuğla kullanımı gibi özellikler 12.yy. yapılarında gerçekleştirilmiştir. Artuklu yapıları olan Silvan Ulu Cami (1157) (Res.1.25.-1.26.) Mardin Ulu Cami (1176) ve Kızıltepe Ulu Cami(1204) mihrap önü kubbesini anıtsal boyutlara ulaştırma açısından önemli yapılardır (Altun, 1978: 290-291). Kıbleye paralel yönde uzanan sahınlar ve mihrap önünün bir kubbeyle vurgulanması gibi özelliklere sahip olan plan şemasının Anadolu’nun batı taraflarına gidildikçe birtakım yeniliklerle birlikte farklı uygulamalar ortaya koyduğu gözlemlenmektedir. Bu dönemde örtü düzeninde olduğu gibi, plan semasında da 37 Res. 1.25. Silvan Ulu Camii Plan.1.1. Silvan Ulu Camii planı (1157) (Oktay Aslanapa’dan) (www.felsefeekibi.com. Erişim Tarihi: 19.03.2013) Res.1.26.Silvan Ulu Camii (www.silvanresimleri.com.Erişim Tarihi: 19.03.2013) yabancı etkilerden kaynaklandığı düşünülen birtakım değişiklikler meydana gelmiştir. O güne kadar mihraba paralel yönde uzanan sahınların bir Danişmentli yapısı olarak kabul edilen Niksar Ulu Cami’nde (12.yy.) (Res.1.27.) mihraba dik yönde uzandığı görülmektedir. Çok birimli bazilikal plan olarak adlandırılan bu şemanın kaynağı, Hıristiyan kiliselerine bağlanmaktadır. Bu plan şekli, İslam devletlerinin fethettikleri ülkelerde kendilerinden önce egemen olan Yunan, Roma ve Doğu Roma gibi Hıristiyan toplumların yapılarından etkilenmeleri sonucu mimarilerine girmiştir. 38 Res.1.27. Niksar Tarihi:27.03.2013) Ulu Camii (12.yy.) (www.panoramio.com. Erişim 13.yüzyıla gelindiğinde, bazilikal planda birtakım değişiklikler yapıldığı görülmektedir. Bazilikalarda genellikle, sütun dizileriyle birbirinden ayrılan üç bölüm bulunurken, camilerde bölüm (sahın) sayısının arttırılması, mihrap önünün kubbeli olması, avlu inşası gibi özellikler eklenerek cami mimarisi özgün bir hale getirilmiştir. Camilerde genellikle yatay yönde büyüyen plan tipinin yaygın olarak uygulandığı Anadolu Selçuklu döneminde kare planlı ve tek kubbeli mescitler de inşa edilmiştir. Bu mescitlerin, yapılan araştırmalar sonucu 13.yüzyılın başına ait oldukları saptanmıştır (Dilaver, 1971: 18). Örneklerin büyük kısmı üstü örtülü bir hazırlık mekânı olan birer son cemaat yerine sahiptir. Erken tarihli örneklerde son cemaat yerinin doğu, batı ve kuzey cephelerinin tamamen dışa açık olmadığı görülmektedir. Son cemaat yerinin en gelişmiş örneği Konya Sırçalı Mescit’te (13.yüzyılın ikinci yarısı) (Res.1.28.-1.29.) karşımıza çıkmaktadır. Bu mescitte son cemaat yerinin doğu ve batı cephelerine bakan yüzleri kapalıdır fakat kuzeyde üç kemerle dışa açılan bir revak vardır. Anadolu Selçuklu döneminde nadir rastlanan mescitler daha sonra Beylikler ve Osmanlı döneminde 39 büyük bir gelişme gösteren bir son cemaat yerine sahip mescit ve camilerin öncüleri olmuştur. Res.1.28.-1.29.Konya Sırçalı Mescit ve kuzey cephesi (13.yüzyılın ikinci yarısı) (www.mustafacambaz.com. Erişim Tarihi:27.08.2013) Afyon Ulu Camii (1272), Sivrihisar Ulu Camii (1275), Develi Ulu Camii (1281) (Res. 1.30.) gibi örnekler Anadolu Selçuklu döneminin son büyük camileri olmuşlardır. Bu camiler bazilikal planlı örneklerdir. 40 Res. 1.30. Develi ErişimTarihi:26.03.2013) Ulu Camii (1281) (www.kayseriden.biz. Anadolu Selçuklu dönemi camilerinde ana hatlarından kısaca bahsedilen plan gelişiminin, daha çok iç mekanı düzenlemeye yönelik olduğu görülmektedir. Değişen plan özelliklerinin, kubbeli birimlerin dışta da vurgulanması dışında cephelere pek yansımadığı, iç mekan kuruluşunun dış kitlede algılanmadığı gözlemlenmiştir. Bu dönemde daha çok giriş cepheleri üzerinde uygulanmış bir cephe anlayışı gelişmiştir. Plan tiplerinde İran ve Suriye gibi bölgelerden etkiler taşımasının yanında, cami inşasında bu bölgelerden farklı olarak taş malzeme tercih edilmiştir. Karahanlı ve Gazneliler’de uygulanmaya başlayan, Büyük Selçukluların vazgeçilmez malzemesi olan tuğla Anadolu Selçuklularında ikinci derecede bir yapı ve süsleme malzemesi olarak kullanılmıştır. Küçük mescitlerde, büyük yapıların iç beden duvarlarında, üst yapılarında ve özellikle minarelerde tuğla kullanıldığı görülmektedir. Anadolu Selçuklu dönemi mimarisinin ana yapı malzemesi taştır. Bu dönemdeki camilerin büyük çoğunluğunun taşla inşa edilmesi ve bezenmesinin nedeni, taşın Anadolu’da kolay bulunması ve taşı şekillendirecek yerli ustaların olmasıyla açıklanabilir. Dağılan Anadolu Selçuklu Devleti’nin topraklarında kurulan Beylikler doğal olarak Anadolu Selçuklu yapılarından etkilenmişlerdir. Özellikle Doğu, Güneydoğu ve Orta Anadolu’daki beyliklerin sanatlarında Anadolu Selçuklu dönemi etkileri yoğun olarak hissedilmektedir (Kızıltan, 1958: 7-8). Güneydoğu Anadolu, Beylikler dönemi cami inşasında ilklerden olmakla birlikte, yaratıcılık açısından Anadolu’nun en durağan bölgesi olarak önceki 41 yüzyıllarda gerçekleştirdiği özellikleri sürdürmüştür. 16.yüzyılın sonuna kadar, Çukurova’dan başlayarak doğuya doğru uzanan bölgelerin mimarisi, daha çok Suriye ve Mısır etkileriyle biçimlenmiştir. Adana ve çevresinde kurulan ve çoğunlukla Memluklulara bağlı olarak yasayan Ramazanoğulları ve Dulkadiroğulları biçim olarak Anadolu Selçuklu mimarisinden etkiler taşıyan ancak dekoratif açıdan Suriye ve Mısır etkilerinin ağır bastığı yapılar meydana getirmişlerdir. Orta Anadolu’da Karamanoğulları ve Eşrefoğulları beylikleri daha çok Selçuklu geleneklerinin takipçisi olmuşlardır. Menteşeoğulları, Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Karesioğulları gibi Batı Anadolu’da yer alan beylikler kendi kültürlerini yerleştikleri toprakların Helenistik, Roma ve Hıristiyan kültürleriyle birleştirerek daha yeni ve serbest bir yaratma sürecine girmişlerdir. Bu dönemde Osmanlı mimarisinin temelleri atılmış, sonraki gelişmeler bu temeller üzerine inşa edilmiştir. Batı Anadolu’da yapı malzemesi olarak genellikle bölgenin eski geleneği olan taş/tuğla karışımı malzeme kullanımına devam edilmiştir. Bununla birlikte yapılarda antik kalıntılardan elde edilen mermer yapı elemanları kullanılmış, cephelerde mermer kaplamalar yaygınlaşmıştır. Devşirme malzemeler arasında sütun ve sütun başlıklarına sıkça rastlanmaktadır. Batı Anadolu beyliklerinin cami mimarisinde yarattığı yenilikler arasında toplu mekân anlayışının gelişmesi, son cemaat yerinin yaygınlık kazanması, iç ve dış mekânın birbiriyle uyumlu hale getirilmesi, avluya revak inşasıyla dış mekânın zenginleştirilmesi, taç kapıların sadeleştirilmesi gibi özellikler sayılabilir. Cami mimarisinde ileriki gelişmeleri yönlendirici bir niteliğe sahip olan gelişmelerin başında, kubbenin cami mimarisinde ana rolü oynaması gelmektedir. Anadolu Türk Mimarlığının ilk çağlarında kubbe, mihrabı vurgulayan, daha çok simgesel işleve sahip olan bir birimken, gerek Ege Beylikleri ve gerekse Osmanlı Beyliği tarafından tüm yapıya egemen olan bir unsur haline getirilmiştir. Anadolu Selçuklu mescitlerinde de tek kubbeli örneklere rastlanmaktadır, ancak bunlarda kubbe inşa edilecek küçük kare mekanı örtmek için başvurulan bir örtü şekli olmuştur. Beylikler döneminde yapıyı tanımlayan bir birim haline gelen kubbe, özellikle Osmanlı mimarlığında Mimar Sinan’la (1492-1588) doruğuna ulaştırılacak merkezi mekanın ilk aşamasını oluşturmuştur. 42 1.6.1.1.Anadolu Selçuklu Döneminden örnek: Niğde Alaaddin Camii Taş işçiliği ve orijinal mimarisi ile Anadolu Selçuklu dönemi camilerinin en iyi örneklerinden birisidir (Res.1.31.). Dikdörtgen bir yapıya sahiptir. Ana şema olarak, mihrap duvarına dik yönde uzanan üç sahından oluşmaktadır (Plan.1.2.). “Çok birimli bazilikal plan” olarak adlandırılan bu şemanın Roma ve Doğu Roma dönemi bazilikalarından esinlendiği düşünülmektedir. Bu plan şekli İslam devletlerinin fethettikleri ülkelerde kendilerinden önceki Yunan, Roma ve Doğu Roma gibi medeniyetlerin mimarilerinden etkilendiklerini göstermektedir. Mihrap duvarı önündeki yan yana üç bölüm birer kubbe, diğer taraflar tonozlarla örtülmüştür. Ortada, avlu fikrini yaşatan açık bir kısım yer almaktadır. Plan.1.2. Niğde Alaaddin Camii planı (www.felsefeekibi.com. Erişim Tarihi: 25.03.2013) 43 Res.1.31. Niğde Alaaddin Camii (www.defterk.com. ErişimTarihi:26.03.2013) Bazilikalarda olduğu gibi yan sahınlara göre daha geniş ve yüksek olan orta sahın tavanında aydınlık penceresi vardır. Selçuklular dışa kapalı masif bir kütle görünümündeki camilerinde aydınlık sorununu çözmek için genellikle bu camide olduğu gibi orta bölümlerin tavanında “aydınlık feneri” kullanmışlardır. Caminin taçkapısı diğer Anadolu Selçuklu camilerinin birçoğunda olduğu gibi cephe dışına taşan anıtsal bir ölçüye sahiptir (Res.1.31.-1.32.). Dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış olan taçkapı geometrik motiflerle bezenmiş olup basık kemerli bir giriş açıklığına ve mukarnaslı bir kavsaraya sahiptir. Kavsara kuşatma kemeri üzerinde birer kabara ve gülbezek ile ortada inşa kitabesi yer almaktadır. Cami giriş kapısı üzerinde yer alan kitabesine göre Sultan Alaaddin Keykubat Döneminde, 1223 tarihinde yaptırılmıştır. 44 Res.1.32. Niğde Alaaddin Camii taçkapısı (www.nigdekulturturizm.gov.tr. ErişimTarihi:26.03.2013) Eser, 13.yüzyıl Selçuklu özelliklerinin büyük bir kısmını bünyesinde taşımaktadır. Yukarda değinilen Selçuklu plan şemasının yanı sıra caminin giriş cephesinin anıtsal bir taçkapıya sahip olması, duvarların masif ve az pencereli oluşu, damalı motifli minaresi, taş işçiliği gibi birçok özelliği de klasik Selçuklu özelliklerini yansıtmaktadır. Anadolu Selçuklu dönemi minare kaideleri genellikle taşla inşa edilmiştir. Minare gövdelerinin ise genellikle tuğla ile inşa edildiği görülmektedir. Niğde Alaaddin Camii’nin minaresi tamamen taştan yapılmış olup bu konuda bir istisnadır. 45 1.6.1.2. Beylikler döneminden bir örnek: Balat İlyas Bey Camii Cami, Aydın’ın Söke ilçesinde, Miletos’un yanındaki Balat Köyü’ndedir. Menteşeoğullarından İlyas Bey tarafından 1403 yılında yaptırılmıştır. Caminin yapımında Miletos Antik Kenti’nin mermer blok taşlarından yararlanılmıştır. Bu yüzden de caminin içerisi ve dışı düzgün mermer bloklarla kaplanmıştır (Res. 1.33.). Kare planlı caminin kuzeydeki mermer ve taş işçiliği yönünden önemli sivri kemerli kapısı üzerinde h.806 (1403) tarihli üç satır kitabesi bulunmaktadır. İbadet mekânını öreten kubbesi sekizgen bir kasnak üzerinde 14 m. çapında olup, üzeri kiremitle örtülüdür. Yapının kubbe geçişleri, iri tromplarla sağlanmıştır. Trompların içi, istiridye kabuğu, üçgen ve mukarnaslarla süslenmiştir. Res.1.33. Balat İlyas Bey Camii (www.sanatajani.wordpress.com. ErişimTarihi: 27.08.2013) Camiye, kuzey cephesinin ortasında yer alan eyvan şekilli bir kapıdan girilmektedir (Res.1.33-1.34.). Son cemaat yeri yoktur. Giriş eyvan, iki mermer sütunla Bursa kemerli üç bölüme ayrılmış; ortadaki geniş bölüm giriş açıklığı, yanlardaki iki bölüm ise şebekeli mermer levhalar içeren birer pencere olarak düzenlenmiştir. İçerisi her duvarda iki sıra halinde dörder pencere ile aydınlatılmıştır. Doğu duvarındaki ilk sırada bulunan pencerelerin üzerine çini kakmalı ayetler işlenmiştir. İkinci sıradaki pencereler ise geometrik desenli vitraylarla kaplıdır. Caminin mermer mihrabı geometrik desenlerle bezenmiş olup, çağının en güzel örneğidir. Caminin karşısındaki dört köşeli 1404 tarihli kubbeli türbe İlyas Bey’e aittir. Menteşeoğulları 46 döneminden kalan medrese ve imaret harap durumda olup, bunlardan iki katlı medrese bir avlu etrafında tonoz örtülü odalardan meydana gelmiştir. İlyas Bey Camii, zengin taş süslemeleriyle dikkat çeken bir yapıdır. Başta taçkapı ve mihrap olmak üzere doğu, batı ve güney cephelerindeki tüm pencerelerin alınlıklarında ve alt sıra pencerelerinin tavanlarında, oyma ve kakma teknikli bitkisel ve geometrik süslemelerle yazı şeritlerine yer verilmiştir. Kakma teknikli süslemelerde renkli taşlar ve çiniler kullanılmıştır (discoverislamicart.org, 2013 ). Res.1.34.Balat İlyas Bey Camii giriş cephesinden detay (www.aydinlihaber.com. ErişimTarihi: 27.03.2013 ) 47 1.6.2.Osmanlı döneminde cami mimarisi Mimari faaliyetlere Anadolu’da kurulan beyliklerden biri olarak başlayan Osmanlıların, diğer batı Anadolu beyliklerindeki mimari gelişimlerle paralel bir yön izlediği görülmektedir. Klasik üslubunun hazırlık aşamasını oluşturan Erken döneminin ilk örneklerinde kubbeyle örtülü kübik mekan ve genellikle bir son cemaat yerinden oluşan şemayı benimsemiştir. Tarihi bilinen ilk camileri olan İznik Hacı Özbek Camii (1333) kare planlı ve merkezi kubbeyle örtülü bir plan şemasına sahiptir. Res.1.35. Edirne Üç Şerefeli Camii (1437- 1447) (www.edirneden.biz. ErişimTarihi:12.03.2013). Osmanlı mimarisinin ilk dönemlerinde diğer beyliklerde olduğu gibi Anadolu Selçuklu mimarisinin çok birimli yatay veya dikey yönde sahınlardan oluşan plan şemaları da uygulanmıştır. Çok birimli plan şeması Osmanlı mimarisinde pek uygulanmamakla birlikte 15.yüzyıldan itibaren gittikçe azalmaya başlayarak yerini merkezi planlı şemalara bırakmıştır. Osmanlı mimarisi 15.yüzyıldan itibaren gerçekleştirdiği yapılarda mekanı hep daha büyük bir kubbe altında toplama isteğiyle hareket etmiştir. Bu anlayışla şekillenen ilk cami Edirne Üç Serefeli Camii’dir 48 (1437-1447) (Res.1.35.) Edirne Üç Serefeli Camii ortada altı desteğe oturan bir kubbe (yaklaşık 24 m. çapında) ve onun iki yanında daha küçük ikişer kubbeyle örtülü bir harime sahiptir. Son cemaat yeri revakları ile avlu revaklarının bir arada inşası, Osmanlı döneminde ilk kez bu camide gerçekleştirilmiştir (Aslanapa, 1993: 77). Osmanlı mimarisinde bir yandan yüksek ve geniş bir mekan elde etme çabaları gündemdeyken bir yandan da alışılmış plan şemalarının sürdürüldüğü görülmektedir İstanbul Beyazıt Camii’nde (1501-1506) (Res.1.36.) ana kubbenin güney yönüyle birlikte kuzey yönüne de bir yarım kubbe eklenerek bu kısımda simetri yaratılmış ve genişleme arttırılmıştır. Ayrıca orta kısmın iki yanındaki birim sayısı dörde çıkarılmıştır. Bu kısımların iki yanına eklenen beser kubbeli birer mekan da yanlara doğru genişlemeyi arttırmaktadır. Caminin bu mekanların uçlarında yer alan birer minaresi vardır. Harimin önünde revaklı ve şadırvanlı açık avlu seması sürdürülmüştür. Cami Klasik Osmanlı döneminin ilk yapısı olarak kabul edilmektedir (Aslanapa, 1993: 80). Res.1.36. İstanbul Beyazıt ErişimTarihi:12.03.2013). Camii (1501-1506) (www.wowturkey.com. Plan şemalarının ana hatları kısaca tanıtılan Erken ve Klasik Osmanlı döneminde cami inşasına tek kubbeli ve bir son cemaat yerine sahip küçük bir mekanla başlandığı fakat bu mekan şeklinin kısa sürede çeşitli denemelere tabi 49 tutularak anıtsal biçimlere ulaştırıldığı görülmektedir. Osmanlı döneminin en başarılı mimari olan Mimar Sinan’ın düşüncesi inşa ettiği camileri daima en zirveye taşımak olmuştur. Anadolu Selçuklu döneminden farklı olarak Beylikler ve Erken Osmanlı döneminden itibaren inşa edilen camiler iç mekânı dışa açmak, iç ve dış mekân arasında bir bütünlük sağlamak anlayışıyla şekillendirilmiştir. Anadolu Selçuklu döneminden farklı olarak camilerin yalnızca giriş cephesine değil, bütün cephelerine ayrı önem verilmiştir (Ödekan, 1988:516). Kapalı ve açık mekanların birlikte uygulanması Osmanlı mimarlığında sık karşılaşılan bir özelliktir. Kapalı mekana geçişte yarı açık bir geçiş mekanı olan revak inşası özellikle Klasik Osmanlı döneminde camilerin kuzey cephesinden başka diğer cephelerine de uygulanmaya başlamıştır. 15.yüzyıldan itibaren en çok değişiklik doğu ve batı cephelerde gerçekleştirilmiştir. Tek mekanlı camilerde genellikle değişiklik görülmezken, mekanın yan sahınlarla genişletilmesi ve bu mekanlarda uygulanan örtü türleri ile onları destekleyen destek sisteminin cephe görünümünü zenginleştirdiği gözlemlenmektedir. Anıtsal örneklerin yüksek cephelerinde duvar üstüne duvar koymak yerine bu katı ve kapalı görünüm, kademeli yükselen payandalar arasına yerleştirilen yarı açık yan revaklarla yumuşatılmaya çalışılmıştır (Üstüner, 2006:18). Klasik dönem özellikleri 17.yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. 18.yüzyılda Osmanlı devletinin Avrupa’daki gelişmelere açılması mimariyi de etkilemiştir. Lale Devri olarak adlandırılan dönem (1703-1730) ve onu izleyen Barok ve Rokoko dönemlerde (1730-1805) Osmanlı mimarisi batı yapılarının unsurlarını, mimari formlarına göre yorumlayarak daha çok dekoratif bir amaçla eserlerine nakletmiştir. Bu dönemde camiler genel olarak Klasik Osmanlı dönemi plan özelliklerini sürdürmektedir. Dönemde en önemli değişiklik camilerin son cemaat yerlerinde gerçekleşmiştir. İkinci katına hünkâr mahfilini alarak iki katlı inşa edilen son cemaat yerleri camilerin önünde bir konut görünümüne sahip unsurlar haline gelmiştir Klasik dönem sonrasında son cemaat yeri düzenlemesi dışında plan özellikleri fazla değişmeyen camilerin cepheleri üzerine Batı Mimarlığından yorumlanarak alınan unsurların, geleneksel özelliklerle birlikte çağdaş etkileri de ortaya koyduğu ve birlikte uyumlu bir biçimde kaynaşarak hareketli bir görünüm yarattığı 50 görülmektedir. Sonuç olarak fazla değişmeyen plan şekilleriyle Osmanlı camileri daha çok klasik dönemde eriştiği özellikleriyle hatırlanmaktadır 1.6.2.1. Osmanlı döneminden bir örnek: “Manisa Muradiye Camii” Muradiye Camii, Manisa’da planının Mimar Sinan tarafından çizildiği bilinen bir klasik dönem yapısıdır. Cami medrese, imaret, dükkânlar, han ve 19.yüzyılda bunlara ilave edilen kütüphane ile birlikte bir külliye içinde yer almaktadır. Caminin harimi ortada kare planlı ve üzeri kubbeyle örtülü bir mekân ile onun doğu, güney ve batı yanında dikdörtgen planlı ve üzerleri yarım çapraz tonozlarla örtülü kısımlardan oluşmaktadır. Harimin kuzeyinde orta birimi aynalı tonoz, diğer birimleri kubbeyle örtülü beş birimli bir son cemaat yeri vardır (Üstüner, 2006: 178). Beş birimli son cemaat yerinin her birimi birbiriyle aynı boyutlarda olan birer sivri kemerle dışa açılmaktadır (Plan 1.4.). Plan 1.3. Manisa Muradiye Camii (www.wowturkey.com. ErişimTarihi:27.03.2013) 51 Külliyesi vaziyet planı Camiye kuzey cephesinde yer alan basık kemerli giriş açıklığından ulaşılmaktadır. Anadolu’da Osmanlı öncesi dönemde Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde de taçkapılarda giriş açıklıkları genellikle basık kemerli olarak inşa edilmiştir. Caminin basit silmelerle süslü dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış taçkapısının mukarnaslı bir kavsaraya, köşe sütunçelerine ve yan kanatlar içinde birer mihrabiyeye sahip oluşu gibi özellikleriyle Anadolu Selçuklu geleneğini sürdürdüğü fakat o dönemden daha sade bir kuruluş sergilemesiyle tam anlamıyla bir klasik Osmanlı üslubunu yansıttığı söylenebilir Taçkapı ana nişinin yan duvarları ve giriş açıklığı üzerinde yer alan kitabesine göre cami 1546- 1595 tarihinde yapılmıştır. Caminin harimi, içten yaklaşık 20 m. yüksekliğinde bir merkezi kubbeyle örtülmüştür. Geçişi tromplarla sağlanan kubbe sekizgen bir kasnak üzerine oturmaktadır. Kasnağın her yüzü üzerine yuvarlak kemerli ve alçıdan dışlıklara sahip birer pencere açılmıştır. Merkezi kubbenin doğu, batı ve güney yönündeki mekanlar birer kubbemsi çapraz tonozlarla örtülmüştür. Tonozların üzeri kurşunla kaplanmıştır. Doğu ve batı yönlerindekilerin uzun kenarları üzerine 6, güney yönündekinin üzerine 4 pencere açılmıştır. Ayrıca tonozların kısa kenarlarında da birer pencere yer almaktadır. 52 Res.1.37.Manisa Muradiye Camii (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2006) Pencereler dikdörtgen çökertmeler içine yerleştirilmiştir ve kaş kemerlidir. Kemer taşları dönüşümlü olarak yerleştirilen kırmızı ve beyaz renkteki taşlarla örülmüştür. Son cemaat yerinin birimleri ortada aynalı manastır tonozu, iki yanda birer kubbeyle örtülmüştür. Düzgün kesme taşlarla inşa edilmiş olan kasnakların üzeri kurşun levhalarla kaplanmıştır (Üstüner, 2006: 179). 53 1.7. Kiliseler Doğu Roma dini mimarisinin birbirini izleyen devirleri, bugün bazıları camiye çevrilmiş veya harap olmuş, bazıları da kalıntı halinde günümüze kadar gelmiş kiliselerde görülebilmektedir. Doğu Roma Mimarisi, başlangıçta Şam mimarisinden etkilenmiş ve bunları yeni amaçlarına uydurmasını bilmiştir. Esası bir toplantı yeri olan pazaryeri, adliye gibi çeşitli kullanımlara sahip olan bazilikalar Hıristiyanlığa geçişte ve ilk Doğu Roma devrinde örneklerine çok rastlanan kilise tipi olmuşlardır. En erken örneği 2.yüzyıla tarihlenen bazilikalar, doğu-batı yönünde uzanan ve birbirinden sütun dizileriyle ayrılan üç veya beş bölümlü ve orta bölümü yanlardan yüksek binalardır. Doğu kısmında yarım yuvarlak seklinde dışarı taşan bir “apsis” yer alır. Batı yönünde “narteks” adı verilen giriş mekânları vardır. Narteks’in önünde “atrium” denilen bir avlu yer almaktadır ( Germaner, 1993:207). Bazilika şeklindeki kilise, uzun bir yapıdır. Narteksin iki yanındaki merdivenlerden yan neflerin üzerinde uzanan ve kadınlara ait olan galerilere çıkılır. Bir bazilikanın üstü çift meyilli ve kiremit kaplı ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Bu basit ve sade kilise tipi Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında ve Doğu Roma Sanatının özellikle ilk devrinde çok tutulmuş ve sayısız denecek kadar çok örnek meydana getirilmiştir (doğu Roma-mimarligi-iistanbul, 2013). Doğu Roma Mimarisi, Bazilika ve merkezi plan tipini birleşerek, yeni bir mekan çekli bulmak yolunda çalışmaktan geri kalmamış ve bunun sonunda, 5. yüzyıl sonlarında kubbeli Bazilika denen tip doğmuştur. Bu tipin en görkemli örneği 6. yüzyılda İstanbul'da yapılmış olan Ayasofya'dır. Hagia Sophia (Kutsal Hikmet) Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti İstanbul’da İmparator Iustinianos tarafından 532537 yılları arasında Hıristiyan dini yapılarının en görkemlisi olarak inşa edilmiştir. 27 Aralık 537 yılında açılışı yapılan bu anıtın Batı Anadolulu iki mimarı vardır: Tralles’li (Aydın) Anthemios ve Miletos’lu İzidoros. Büyük Kilise ya da şimdiki adıyla Ayasofya bir bazilika planına sahiptir ve ahşap bir çatı yerine 32.37 m. çapında merkezi bir kubbeyle örtülmüştür. Yerden 55 m. yükseklikte olan bu 54 kubbenin baskısı yarım kubbeler, kemerler ve tonoz sistemi ile karşılanmıştır (Doğan, 2000:55) Doğu Roma, Ayasofya’nın büyüklüğü ve kubbesinin göz alıcı haşmeti karşısında onu olağanüstü bir yapı olarak duymuş ve öylece değerlendirmiş fakat onun mimari özelliklerini geliştirerek yeni çözümler aramak yoluna gitmemiştir. Bu bakımdan Ayasofya Doğu Roma sanatının içinde benzersiz ve tek kalmıştır. Ayrıca Ayasofya Doğu Roma sanatının henüz Roma sanatının baskısı altında bulunduğu ve kendi varlığını, bulma yolunda olduğu bir dönemin eseri olduğundan ilerlemiş Doğu Roma mimarisinin bir temsilcisi sayılmamaktadır. Orta Doğu Roma döneminde ufak ölçüler hakim olmakla beraber dış çizgilerin zarif, ölçülerinse uyumlu olmasına önem verilmiştir. Yunan Haçı plan bu dönemde mimari tiplerin başında gelmekte, hatta uzun süre tek mimari tipi teşkil etmektedir. Bu tipte binanın orta kısmının bir Yunan haçı biçimindedir ve tam ortada bir kubbe bulunmaktadır. Başlangıçta hayli kaba ve ağır bir görünüşe sahip olan Yunan haçı planı sonradan geliştirilerek iç çizgilerin incelmesi ile daha hafif bir görünüş almıştır. Bu ikinci safhada kubbe ağır masif köşe duvarlarına değil, paye ve sütunlara bindirilmiştir. Bir narteksi takip eden naos dört ince payenin yardımı ile taksim edilen bir Yunan haçı şeklindedir. Binanın dış cephelerine konulan birtakım yan yuvarlak payeler ve bunların arasına yerleştirilen kör kemerlerle hareket ve plastik bir ifade kazandığı görülmektedir (restoraturk.com: 2013). 10. yüzyılda inşa edilen Lips Manastırı kilisesi olan Fenari İsa Cami'nin kuzey kanadı da aynı tipin gayet karakteristik bir örneğidir. Yalnız burada 17. yüzyıldaki bir tamir esnasında dört sütun kaldırılarak yerlerine iki büyük kemer inşa edilmiş ve 13. yüzyılda güney tarafına ikinci bir kilise eklenmiştir (Res. 1.38). Komnenos sülalesi tarafından kurulan ve esası 1136’da yapılan Pantakrator Manastırının kilisesi olan Zeyrek Kilise Cami (Res.1.39.) bu devirde büyük kiliselerin ancak ufak kiliselerin birleşmesiyle meydana getirildiğini gösteren 55 karakteristik bir örnek olarak dikkati çeker. Yunan haçı planlı kiliselerin en büyük örneklerinden biri olan Zeyrek Cami güney kanadı ancak 16 m. uzunluğundadır. Orta Doğu Roma devrinde daha az uygulama alanı bulmuş plan tipine sahip yapılara da rastlanmaktadır. Res. 1.38. Lips Manastırı (www.doğu Roma-mimarligi-i-istanbul. Erişim Tarihi: 20.04.2013) Res. 1.39. Pantokrator Manastırı (Zeyrek Camii) (www.doğu Roma-mimarligi-iistanbul. 20.04.2013) Son Doğu Roma devrinde, İstanbul'da yeni bir mimari tipin doğduğunu ve bunun 1284-1294 yılları arasında yapıldıkları bilinen üç kilisede uygulandığı görülmektedir. Bunlar, fetihten sonraki isimleri ile Koca Mustafa Paşa Cami, Fenari İsa Cami ve Fethiye Cami esas binasıdır. Bu tip binalarda görülen plan şemasının, Orta Doğu Roma devrinde görülen Yunan haçı planıyla hiç bir suretle ilgisi yoktur. Bu plan şemasında naos kısmında dört kemer üstünde yükselen bir kubbe bulunmakta ve orta mekan bu kare alanın altında kalmaktadır. Bu orta kısmın etrafında, üç taraftan onu bir at nalı gibi saran basık tonozlu dehlizler uzanmakta ve bu yüzden de bu plan tipine kısaca Dehlizli tip adı verilmektedir . 56 Doğu Roma sanatının son döneminde kiliselerin mimarisi daha değişik bir görünüm almıştır (Eyice,1980:31). Ana kubbenin örttüğü orta mekânı yükselten ve bunu üç taraftan saran daha basık dehlizlerden oluşan yeni bir kilise biçiminin ortaya çıktığı görülür. Ayrıca dış mimarinin de eskiye oranla çok daha hareketlilik ve renklilik kazandığı da başlıca özelliklerdendir. Palaiologos sülalesinin fertlerinin çoğunun gömüldüğü Lips Manastırı’nın (Fenari Isa Camii) Güney kilisesi, Mikhael Glabas’ın karısı Maria’nın “hayatının ışığı ve nefesi” dediği kocası için yaptırdığı Pammakaristos Manastırı’nın (Fethiye Camii) (Res.1.40.) mezar şapeli, Vefa Kilise Camii olarak bilinen ve eski adının Hagios Theodoros olduğu sanılan kilisenin dış narthexi 1261-1325 yılları arasında yapılmıştır. Res.1.40. Pammakaristos Manastırı (Fethiye Camii) (www.doğu Roma-mimarligii-istanbul. Erişim Tarihi: 20.04.2013) Bu dönemin kiliseleri zarif mimarileri ile dikkati çekmektedir. Bu dönemin mimarisinin başlıca önemli özelliği yapıların dış yüzlerinin ince, zarif, canlı ve hareketli bir görünüş almış olmasıdır. Bu dış etki yapı malzemesinin renkli desenler meydana getirecek biçimde kullanılması ile de arttırılmıştır. Bunun için özel kesilmiş taşlar, süs tuğlaları, çömlekleri de yapılmıştır. Kilisenin cephelerinin nişler, pencereler, sütunlara dayanan kemerlerle adeta bir saray cephesi gibi süslenmesi İtalya’dan Osmanlı Beyliği’ne kadar uzanan, bütün Akdeniz ülkelerine yayılan yeni bir sanat zevkinin belirtisidir. Doğu Roma sanatının son altın çağının en zengin mozaik koleksiyonunu görmek için Khora Manastırı’nın (bugünkü Kariye Camii) (Res.1.41.) küçük zarif 57 kilisesine gitmek gerekir. Komnenoslar döneminde Kiborion biçiminde mekânlı olarak yeniden yaptırılan kilise 1310-1320 arasında hazine nazırı Theodoros Metokhites tarafından genişletilmiş ve mozaiklerle süslenmiştir. Duvarları ve kubbeleri süsleyen bu mozaik ve freskolar şaşırtıcı bir canlılık ve tazelik gösterir (Res.1.42-43). Önceki çağın alışılmış yeknesak fonu burada yerini mimari motiflere Hellenistik özellik gösteren manzaralara bırakmıştır. Bu görünümler İsa ve Meryem’in hayat sahnelerine canlı, insani ve duygusal bir hava katarlar. Giotto’nun Arena Capellası”nın freskolarıyla çağdaş olan bu freskolar, olağanüstü dengeli kompozisyonları ve zengin renkleriyle kendini gösterir. Esas ibadet mekanının kapısının üstünde ince bir zevkle yapılmış Meryem’in Ölümü (Koimesis) sahnesi seyirciyi özellikle etkiler. İç ve dış narthexler’de sonradan yazılmış İncillerden alınmış sahneler işlenmiştir. Kilisenin güney cephesine bitişik mezar şapeli (parekklesion) freskolarla süslüdür. Bunlar arasında “Son Duruşma” boyutları ile dikkati çeker. Diriliş sahnesinin ihtişam ve canlılığı ile Ortaçağ sanatında özel bir yeri vardır ve Hıristiyan resim sanatının tartışılmaz bir şaheseridir. Bina cami olduğu süre boyunca mozaik ve freskoları tamamen örtülü değildir ve bu yüzden de eskiden beri bilinmektedir. 2. Dünya Savaşından sonraki yıllarda Amerikan Enstitüsü’nün yardımıyla mozaik ve freskolar temizlenmiş ve onarılmıştır. Buradaki estetik prensipler Doğu Roma Rönesansı’nın bu ünlü eserinin dış mimarisinde de kendini göstermektedir. 58 Res.1.41. Khora Manastırı (Kariye Camii ve Müzesi) (www.resimbul.com.tr. Erişim Tarihi: 23.08.2013) Res.1.42. Kariye Müzesi mozaiklerinde “İsa” figürü (www.eminebileydirestorasyon.blogspot.com. Erişim Tarihi: 23.08.2013) 59 Res.1.43. Kariye Müzesi mozaiklerinden bir (www.eminebileydirestorasyon.blogspot.com. Erişim Tarihi: 23.08.2013) 60 ayrıntı 1.7.1. Kilise örneği 1.7.1.1. Yukarı Kilise (Kilise I) (Res.1.44.- Res.1.45) Kilise, Fethiye’de Ölü Deniz’de yer almaktadır. Duvarla çevrilmiş bir avluda yer alan yapı doğaya bırakılmıştır. Bazı kısımlar çökmüş duvarlar yer yer yıkılmıştır. Kapısı açıktır. Avlu kapısından girildiğinde sağda avlu duvarına sırtını vererek uzanmış bir yapı görülür. Avlu tabanı siyah beyaz çakıl taşlarıyla, arada kırmızı taşlarla yapılmış mozaik bir döşemeye sahiptir. Güneyden kuzeye doğru yönelen geniş kuşaklar içinde dairelerle çevrilmişi girdap ya da çiçeksi motifler işlenmiştir. Renkler tabanın beyaz dolgusu üzerine gerek kuşaklarda gerekse dolgularda daha çok siyahın kullanımı olarak belirmektedir (İlter, 1991:477). Yapının inşasında tuğla hatıllı düzeltilmiş moloz taş malzeme kullanılmıştır. Yapının dışı kalın, kırmızı bir sıvayla kaplanmıştır. İki kat üzerine düzenlenmiş dikdörtgen biçimli pencerelerden alt kattakilerin çevresi beyaz mermer sövelere sahiptir. Beden duvarlarının bitiminde tonozların sivri kemerli yükseltileri üst yapıya dalgalı bir görünüm vermiştir. Uzunlamasına dikdörtgen planlı ve tek sahınlı ve narteksli olan yapının girişi güney yüzde batıya kaydırılmış olarak durumdadır. Kapıya yarım daire şeklinde birkaç basamaklı bir merdivenle ulaşılmaktadır. Üst basamağa yine mozaik olarak bir haç motifi işlenmiştir. Girişin mermer kemeri söveleri hemen tümüyle dökülmüştür. Kemerinin üzerinde meleğe benzer bir kabartma yer almaktadır (İlter, 1991:477). Narteks üç bölümlüdür. Batıya üç kemerle açılan narteks yanlarda da kemerli açık bir yapı şeklindedir. Beşik tonozla örtülmüş olup tabanında yine siyah-beyaz mozaiklere sahiptir. Buradan geniş bir kapı açıklığıyla içerdeki naosa geçilir. Naos yine bakımsız bir durumdadır. İnce uzun dikdörtgen şeklinde tek sahınlı yapının yüksek ana hacminin duvarları bol pencereleridir. Pencere kemerleri içte yuvarlaktır. Duvarlardaki gömme sütunlar, tonozlara omuz veren perkitme kemerleri sütun başlıkları seviyesinde duvarların üst kısımlarına yayılan mazi ağırlıklı çiçekli geometrik bezeme hareketli canlı bir ortam yaratmıştır. 61 Yapı haç tonozlarla örtülmüştür. Apsis önündeki ilk ünitede farklı olarak beşik tonoz kullanılmıştır. Kilisenin tarihine ilişkin herhangi bir yazıtı bulunmamaktadır. Ancak aynı yöredeki “Aşağı Kilise” ile benzer özellikler taşıması nedeniyle 19.yüzyılın sonlarında yapıldığı varsayılmıştır (İlter, 1991:478). Res.1.44.Yukarı Kilise (www.wowturkey.com. Erişim Tarihi: 20.04.2013) Res. 1.45. Yukarı Kilise (www.wowturkey.com. Erişim Tarihi: 20.04.2013) 62 1.8. Medreseler Medreseler, din öğretimi ve İslam hukuku yanında tıp, felsefe, tarih, astronomi ve matematik gibi bilimlerin de okutulduğu öğretim kurumları olarak inşa edilen yapılardır. 1.8.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde medrese mimarisi Anadolu Selçuklu medreseleri, Orta Asya ve İran’da gelişen İslamiyetten sonraki Asya Türk mimarisinden etkilenmiş ve kendilerinden sonraki Beylikler Dönemi ile Osmanlı medreselerini plan özellikleri yönünden etkilemiştir (Güven, 2006: 132). Anadolu’da ilk medreseler Danişmentli ve Artuklu bölgelerinde ortaya çıkmıştır. Tokat ve Niksar’da Danişmentlilerden Yağıbasan’ın, avlusu örtülü ve kubbeli medreseleri, Mardin’de Hatuniye ve Diyarbakır’da Artukluların açık avlulu eyvanlı Zinciriye (1198) ve Mesudiye (1198-1223) Medreseleriyle başlayan gelişme Kayseri’de 1205 tarihli Çifte Medrese ile Selçuklular tarafından devam ettirilmiştir. 1271 yılında Sivas’ta birbiriyle rekabet eden eyvanlı gruptan ikisi çifte minareli olmak üzere üç büyük abidevi medrese yapılması dikkate değerdir. Bu eserlerden sonra inşa edilen Erzurum Çifte Minareli Medrese, mimarisi süsleme özellikleriyle en görkemli Selçuklu Medresesi olmuştur (Aslanapa, 1992:340-341) . Anadolu’da Selçuklular tarafından yapılan medreseler plan bakımından kapalı avlulu (kubbeli) medreseler ve açık avlulu (eyvanlı) medreseler olmak üzere iki grupta toplanmaktadır. 63 1.8.1.1. Kapalı avlulu (kubbeli) medreseler Bu medreseler, ortada üzeri kubbe ya da tonozla örtülü bir avlu ve bu avluya açılan odalardan oluşur. Bu odalar kütüphane, dershane, öğrenci odaları, türbe ve mescit amacıyla kullanılmıştır. Anadolu’da tarihi bilinen en eski kubbeli medreseler, Niksar ve Tokat’ta yapılan Yağıbasan Medreseleridir. Moloz taştan yapılmış olan medreselerde kare planlı avlunun kubbe ile örtülü olduğu, kalan yapı izlerinden anlaşılmaktadır. 1.8.1.1.1.Kapalı Avlulu medreselerden bir örnek: Konya Karatay Medresesi Emir Celaleddin Karatay tarafından yaptırılan medrese (Res.1.46.) gerek mimari düzeni gerekse süslemeleri ile Anadolu Selçuklu mimarlığının önemli yapıtlarından biridir. Yapının kuzey cephesinde bulunan taçkapıdan kare planlı üzeri kubbe örtülü mekâna, oradan da medresenin içine girilir. Yapının kare planlı avlusunun kuzey ve güneyinde öğrenci odaları; batısında eksende eyvan, eyvanın iki yanında üzeri kubbe örtülü iki mekân vardır. Bunlardan güneybatıdaki Celaleddin Karatay’ın türbesidir. Öğrenci odalarının açıldığı avlunun ortasında bir havuz bulunmaktadır (Kuban, 2002: 168). Kare planlı avluyu örten kubbeye geçiş yelpaze biçimli üçgenlerle sağlanmıştır. Ağırlığını kaybetmiş ve yükselmiş olan kubbe, ana eyvanla iyice kaynaşarak uyumlu bir mekân birliği oluşturmuştur. Avluyu örten kubbe çini mozaiklerle kaplıdır. Lacivert zemin üzerine firuze renkli yıldız süslemeler gökyüzünü andırmaktadır. Bu özellik yapının işlevi ile ilgili olmalıdır. Tek katlı yapıda malzeme olarak kesme taş, mermer ve tuğla kullanılmıştır. 64 Res.1.46. Konya Karatay Medresesi (1251) (www.muratduru.com. Erişim Tarihi: 01.04.2013) 1.8.1.2. Açık Avlulu (Eyvanlı) Medreseler Bu tip medreselerde yapının ortasında yer alan açık avlu, avlu eksenlerinde değişik sayılarda eyvan ve değişik işlevlere sahip (öğrenci odaları, dershane, mescit, türbe vb.) odalar yer alır. Eyvanlı medreselerin avluları çoğunlukla havuzludur. Bu tip medreselerin iki katlı olan örnekleri de vardır. 1.8.1.2.1. Açık Avlulu medreselerden bir örnek: Sivas Gök Medrese Adını yapıda kullanılan mavi renkli çinilerden almıştır. Dört eyvanlı ve açık avluludur. Portali, çifte minareleri ve cephe düzenlenişiyle Anadolu Selçuklu medreselerinin önemli örneklerinden biridir (Res.1.47.) (kulturelbellek.com, 2013). 65 Batı yönünde giriş kapısının yer aldığı taçkapısı üzerindeki kitabesinden anlaşıldığına göre 1271 yılında Selçuklu veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılmıştır. Taç kapısının yan sütunçe başlıkları üzerinde karşılıklı olarak yazılı imzaya göre Gök medresenin mimarı Konyalı Kaluyan'dır (Kuban, 2002: 185). Res.1.47. Sivas Gök Medrese (1271) (www.geziyerleri.org. Erişim Tarihi: 01.04.2013) Gök Medrese “açık avlulu” dört eyvan şemasının uygulandığı, bugün bir kısmı ayakta olmadığından, iki katlı olduğu iddia edilen bir medresedir. Plastik sanatının şaheserlerinden olan taç kapıda mermer malzeme nedeniyle ışık gölge sistemi genel görünümünü etkilemektedir. Selçuklu yapılarında olduğu gibi taç kapısı süslemelerine önem verilmiştir. Ayrıca sırlı tuğla ve mavi çini işçilikli tuğla örgülü minareler de taç kapıya daha da önem kazandırmaktadır. Cephenin solunda üç dilimli kemeri, iki satırlık kitabesi ve üç yönü dolaşan geometrik bordürüyle çeşmesi cepheyi daha da hareketlendirmiştir. Bu hareketliliği sağ ve sol tarafta bezemeli pencereler ve bekitme kuleler tamamlamaktadır. Taç kapının üst iki köşesini de iç içe girmiş hayvan başları doldurmaktadır. Koç, domuz, aslan, yılan, ejder başlarının tanındığı bu kompozisyonda burç işaretlerinin kast edildiği iddia edilmektedir. Türklerin on iki hayvanlı takvimlerinde de bu hayvanların bir kısmı mevcuttur (Kuban, 2002: 185). 66 Minare kaidelerinden aşağı doğru inen mermer yüzeyde büyük boyutlarda geometrik, yazı ve bitkisel motifler simetrik durumda ve plastik görünümünde yapılmıştır. Medreseye girişte sağda mescidi bulunmaktadır. Ahşap minberi sonradan yapılmıştır. Mihrabın büyük bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Çini ile kaplı olup üzerinde Ayet-el Kürsi yazılıdır. Geçişin üçgenler ile sağlandığı mescidin kubbesi ve etekleri de çini tezyinatlıdır. Girişin solundaki kare planlı kubbeli oda ise Dar-ül Hadis bölümüdür. İç duvarları sıvanmıştır. Üzeri açık dikdörtgen planlı iç avlunun ortasında bir havuzu olması gerekir. Bugün yapının içinde bu havuzun mermer taşları hala durmaktadır. Anadolu’da bilinen en büyük Selçuklu havuzudur. Onikigen planlıdır (Kuban, 2002: 187). Avlunun kuzey ve güneyinde altı sütun üzerine inşa edilmiş bir revak kısmı bulunmaktadır. Bu revakların gerisinde küçük kapılardan hücrelere girilir. Doğu yönündeki ana eyvanı yıkılmış yerine mevcut taş ve kitabelerle bir duvar örülmüştür. Kuzey ve güneydeki yan eyvanların içi çini tezyinatla süslüdür. 13. yüzyılın ikinci yarısından sonra Anadolu Selçuklu tarihinde imar faaliyetleri ve dönemin kültür hayatı ile önemli bir devresi olarak görülür. Bu yüzyılın içerisinde Buruciye Medresesi, Gök Medrese ve Çifte Minareli Medrese gibi taş, tuğla ve çini sanatının Anadolu’da en önemli yapıtları meydana getirilmiştir. Söz konusu medreseler mimari ayrıntıları, özellikle giriş cepheleri yönünden birbirlerine oldukça benzerlik göstermektedir ( cumhuriyet.edu.tr, 2012). 67 1.8.2. Osmanlı Döneminde medrese mimarisi Osmanlı döneminde ilk medrese Orhan Bey zamanında 1330 yılında İznik’te açılan Orhan Gazi Medresesi’dir. Daha sonra Osmanlı Devleti sınırlarının genişlemesiyle beraber Bursa ve Edirne başta olmak üzere pek çok şehirde medreseler açılmış, İstanbul'un fethinden sonra üst seviyedeki eğitim kurumları başkentte yoğunlaşmıştır. 1331-1451 yılları arasında 82 adet medrese kurulmuştur. 1463-1471 yılları arasında kurulanlara Fatih medreseleri ya da Sahn-ı seman medreseleri denilir. 15501557 yılları arasında kurulanlara ise dönemin Süleymaniye medreseleri denmektedir Erken dönem Osmanlı medreseleri, çoğunlukla bağımsız birer yapı olarak düşünülmüştür. Ancak, ilk kez bu dönemde, cami ve medresenin birlikte planlandığı; her iki yapının aynı avluyu ortaklaşa olarak kullandıkları örnekler inşa edilmeye başlanmıştır. Erken dönem Osmanlı medreselerinin tümünün, düzgün dikdörtgen bir plan şemasına sahip oldukları görülmektedir. Düzgün dikdörtgen örneklerin yanı sıra, çokgen, kare veya L ve U şekilli bir alan üzerine oturan medreselere de rastlanmaktadır. Dershane mekânları, çoğu örnekte, medrese kütlesinden dışa taşıntı yapmaktadır. Bu dönem medreselerinin önemli bir bölümünde mekânların, avlunun dört kenarını kuşatmadığı, bir veya iki kenarın boş bırakıldığı görülmektedir. Avlunun bir kenarının boş bırakıldığı bazı örneklerde, bu kenar bir çevre duvarıyla kapatılmış, bazılarında ise, avlu, tamamen dışa açık bırakılmıştır. Bu dönemde, kapalı avlulu medrese şemasının pek tercih edilmediği; günümüze ulaşabilmiş medreselerden önemli bir bölümünün açık avlulu olduğu görülmektedir. Avlunun iki, üç veya dört kenarında yer alan revaklar, sütun veya payelerle taşınmaktadır. Özellikle, 15. yüzyıl sonlarına doğru inşa edilmiş medreselerde, taşıyıcı olarak sütunun tercih edildiği gözlenmektedir. Bu dönem medreselerinin en önemli özelliklerinden biri de, revak birimlerinin çoğunlukla, kubbelerle örtülmesidir. Erken dönem Osmanlı medreselerinde en dikkat çekici yenilikler, öğrenci hücrelerinde görülmektedir. Bu dönem medreselerinden çoğunun öğrenci 68 hücrelerinde, birer ocak nişi ve dışa açılan normal boyutlu pencereler vardır. Ayrıca, Osmanlı öncesi Anadolu medreselerinde öğrenci hücrelerinin üzerini örten tonozun yerini, kubbenin aldığı gözlenmektedir. Osmanlı medreselerinde dershane için ayrılmış tek bir mekân vardır. Bu, ya bir dershane eyvanı ya da kapalı bir dershane mekânıdır. Osmanlı öncesi Anadolu medreselerinde görülen, ana eyvan ve iki yanındaki birer büyük mekândan oluşan kompozisyona ise, bu dönem medreselerinin hiçbirinde rastlanmaz. Bir grup medresede, ders yapmaya uygun büyük bir mekânın dahi bulunmadığı görülmektedir. Medrese örneklerinin önemli bir bölümünde, dershane eyvanı ve/veya kapalı dershane mekânları, bulundukları cepheden kısmen ya da tamamen dışa taşıntı yapmaktadır. Bu mekânlar, birkaç örnek dışında birer kubbeyle örtülüdürler. Osmanlı öncesi Anadolu medreselerinin tümünde bulunan ve sayıları bir ile dört arasında değişen eyvana, erken dönem Osmanlı medreselerinden bazılarında hiç rastlanmaz. Örneklerde, mescid ya da türbe için ayrılmış özel bir mekân yoktur. Ancak, bazı medreselerde, dershane eyvanı ve/veya kapalı dershane mekânının mescid olarak kullanıldığı, bu mekânlarda yer alan mihraplardan anlaşılmaktadır (Demiralp,1999: 195). Osmanlı medreselerinde taçkapı, yapının çarpıcı bir unsuru olmaktan çıkmıştır. Bazı medreselerin girişleri, basit bir açıklıktan ibarettir. Osmanlı öncesi dönem taçkapılarını anımsatan, arkaik karakterli birkaç taçkapı örneğinde de, dikkate değer herhangi bir süsleme mevcut değildir. 15. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen bir grup medresede ise, taçkapının, dışa açılan bir eyvanın gerisine yerleştirildiği gözlenmektedir. Örneklerden birkaçında, medresedeki diğer mekânlardan farklı, küçük ve korunaklı birer mekân bulunmaktadır. Bu mekânların işlevleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, kütüphane olarak tasarlanmış olabilecekleri akla gelmektedir. Osmanlı öncesi dönemde, hemen hemen tüm medreselerde bulunan çatıya çıkış merdivenleri, bu dönem medreselerinde yoktur. Beylikler döneminden itibaren, 69 Anadolu Türk mimari süslemesinde görülen sadeleşme, erken dönem Osmanlı medreselerinde de hissedilmektedir. Bu dönem medreselerinin basit süslemeleri, taçkapı, avlu revakı, dershane eyvanı ve kapalı dershane mekânı ile kapı ve pencere alınlıklarında yoğunlaşmaktadır. Taş süslemeler, Tuğla-taş duvar süslemeleri ve Çini, çini-mozaik ve sırlı tuğla süslemeler olmak üzere üç ana grupta toplanabilen bu süslemelerde, bitkisel ve geometrik örneklerle, yazı şeritleri kullanılmıştır. Özellikle Klasik Osmanlı Döneminde Osmanlı hükümdarları ve devletin önde gelen kişileri yaptırmış oldukları camilerin yanına medreseler de eklemişlerdir. 15.19. yüzyıllar arasında İstanbul’da beş yüzden fazla medrese olduğu söylenmektedir. Medreseler mimari olarak derslerin yapıldığı dershane ile öğrencilerin barındığı hücrelerden meydana gelmiştir. Ayrıca şadırvan, gusülhane, tuvalet gibi birimler de onlara eklenmiştir. Medrese dershane ve hücreleri çoğunlukla kare planlı olup, üzerleri kubbe ile örtülmüştür. Bazı medreselerde hücrelerin arasına eyvanlar da yerleştirilmiştir. Medrese planları incelendiğinde hücrelerin dizilişi, dershane ile olan bağlantılarının çeşitlilik gösterdiği de görülmektedir. Bu bakımdan medreseler yan yana tek dizi, karşılıklı iki dizi, L planlı, U planlı, dikdörtgen planlı, sekizgen planlı olmak üzere gruplara ayrılmışlardır. Bununla beraber arazi konumundan ötürü zorunlu koşullarda da yeni plan şemaları da uygulanmıştır. Klasik dönem sonrası 17. ve 18. yüzyıllarda Osmanlı medreseleri mimaride görülmeye başlanan ve “Batılılaşma dönemi” olarak ifade edilen mimari anlayıştan diğer yapı türlerinde olduğu gibi etkilenmiştir. 17.ve 18. yüzyıllarda geçmiş deneyimlerle yeni bir sentezin oluşturulduğu Osmanlı medreseleri, genel olarak dikdörtgen bir avlu etrafında yer alan medrese hücreleri, revak ve dershaneden oluşan düzenlemelerdir. Osmanlı medreselerinin temel bileşenleri olan bu unsurlar, Beyliğin kurulduğu 14. yüzyıldan 18. yüzyıl sonuna kadar değişik çözümlemelerle denenmiş bir üslup birliği göstermektedir. Erken Osmanlı döneminden itibaren külliyenin bir parçası ya da bağımsız olarak yaptırılan medreseler, 17. ve 18. yüzyılda değişen külliye anlayışı içerisinde 70 ve yine bağımsız olarak tasarlanmışlardır. 17. yüzyılda ortaya çıkan küçük külliyeler ya da medrese merkezli külliyeler olarak isimlendirilen külliye şeması, 18. yüzyılda da benimsenerek uygulanmıştır. Ayrıca bu dönemde caminin merkez alındığı geometrik düzen uygulamalı külliye anlayışı değişime uğrayarak devam etmiştir. Klasik dönemden farklı olarak yapıların yerleştirilmesinde uygulanan geometrik düzen ve dik açıların bozulduğu, serbest düzende arazinin topografyasına uygun değişik fonksiyonlu yapıların oluşturduğu şemalar benimsenmiştir. Medreseler, külliyenin bir parçası veya bağımsız olsa da şemanın uygulanması açısından bir fark gözetilmemiştir. 17. ve 18. yüzyılda medreselerin şemasını belirleyen üç temel unsur avlu, hücre dizilişi ve dersane ilişkisinde geleneksel özellikler ve biçimsel kaygıların dikkate alındığı tasarımlar söz konusudur. Bu tasarımlar; 1) U plan, 2) L plan, 3) Dikdörtgen plan, 4) Tek sıra hücrelerden oluşan plan, 5) Karşılıklı iki sıra hücrelerden oluşan plan, 6) İki katlı karşılıklı hücrelerden oluşan plan, 7) Belirli bir şemaya girmeyen uygulamalardır (Köşklü, 1999). Osmanlı medrese mimarisinde “U” planı, bu dönemde de geliştirilerek en fazla benimsenen şema olmuş, daha sonra yukarıda verdiğimiz sıra ile diğer plan tiplerinde medrese örnekleri uygulanmaya devam etmiştir. 17.ve 18. yüzyılda medreseler daha önce olduğu gibi bir avlu etrafında şekillenen plan tipleri ile değişik özellikler göstermektedir. Bu dönemde medrese ya külliye içerisinde veya bağımsız planı ile sınırlandırılmış bir iç avlunun etrafında şekillenmiş ya da medrese külliye içerisinde diğer yapılarla birlikte avlu duvarları ile yarı özel bir avlu mekanında bulunmaktadır. Medreselerde avlular genellikle dikdörtgen planlıdır. Az sayıda kare ve yamuk planlı avlu şekilleri de görülmektedir. 17.ve 18. yüzyıl medreselerinde de en önemli temel birim olan hücreler erken ve klasik dönemden beri süregelen özelliklerini korumaktadır. Medrese hücreleri kare ya da dikdörtgen planlıdır. 71 Osmanlı medrese mimarisinin en önemli temel bileşenlerinden biri olan dershaneler 17. ve 18. yüzyıl medreselerinde de işlevsel ve yapısal olarak geleneksel özelliklerini korumaktadır. Hücrelere bitişik veya hücrelerden ayrı (bağımsız) olarak tasarlanan dershaneler işlevsellik, arazi yapısına uygun tasarım ve medresenin tipolojisinden kaynaklanan biçimsel özelliklerle şekillenmiş olmalıdır. Bu dönem medreselerinde dershane kare planlı, sekizgen planlı ve daha çok Anadolu örneklerinde dikdörtgen planlı olmak üzere üç tipte ele alınmıştır (Köşklü, 1999). 17. ve 18. yüzyıl medreselerinde hücre örtüsü kubbe ve tonozdur. Bazı medreselerde hücrelerin genel örtü şekli kubbe iken bir veya iki hücrede tonoz ile örtülebilmektedir. Üzeri kubbe ile örtülü hücre daha çok İstanbul medreselerinde, tonoz ile örtülü hücre Anadolu medreselerinde benimsenmiştir. Tonoz örtü, İstanbul medrese hücrelerinde kubbenin yanında ikinci derecede uygulanan bir örtü şekli olarak görülmektedir. 17. ve 18. yüzyıl medreselerinde dershanenin üzeri genellikle kubbe ile örtülüdür. Az da olsa Anadolu örneklerinde tonoz ile örtülü dershane örnekleri de bulunmaktadır. Yapının ana mekanı kubbe, kemerli bir düzenleme ile ana mekana açılan giriş bölümü, ortada aynalı tonoz, yanlarda iki küçük kubbe ile örtülerek dershane-mescit üst örtüsünde değişik bir özelliğe işaret edilmektedir. 18. yüzyıl medreselerinde de revak örtüsü genellikle kubbedir. Kubbenin yanı sıra tonoz ile örtülü revak düzenlemelerine de rastlanmaktadır. Bu dönem medreselerinde kubbe ile örtülü olan hücre, dershane ve revakın tamamında yaygın geçiş öğesi pandantiftir (Köşklü, 1999). 17. ve 18. yüzyıl medrese revaklarında genellikle sivri kemer kullanılmıştır. Sivri kemerin yanında Batılılaşma etkisiyle mimarimize sızan yuvarlak kemer, etkileşimin bir sonucu olarak görülen ayrıntılardan biridir. 17. ve 18. yüzyıl medrese revaklarında genel olarak sütun az olarak da paye uygulanmıştır. Sütun başlıkları baklavalı, mukarnaslı ve Barok etkili değişik başlık 72 formlarında ele alınmıştır. Özellikle yüzyılın ikinci yarısına doğru yapılan medreselerde barok üslubun yeni başlık formları ile medrese revaklarında etkili olduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle batılılaşma dönemini kendine has biçimlerle kaynaştıran sütun başlıkları medreselerde bu etkinin en çok yoğunlaştığı ayrıntılardandır. Başlıklar dört köşede stilize volütler ve bu volütlerin altında boncuk motifleri ile motif aralarında S şeklinde süslemelerden oluşan bir form gösterir. 17. ve 18. yüzyıl medreselerinde hücre ve dershane mescit cepheleri değişik pencere düzenlemeleri ile hareketlendirilmiştir. Medreselerde hücre ve dershaneler pencere formları ile değişiklik gösterdiği gibi pencere formunu belirleyen çerçevelerde de farklı malzeme uygulama yoluna gidilmiştir (Köşklü, 1999). 18. yüzyıl medreseleri de oldukça sade yapılardır. Aslında bezemesel anlamda sade olan medreselerde yapısal unsurların bir araya gelişinde bir hareket ve renklilik vardır. Medreselerde bezemenin doğrudan uygulandığı alanlar sınırlıdır. Avlu ve dershane giriş kapıları, revaklarda kilit taşları, dershane içerisinde kalem işi kompozisyonlar ve mihraplar üzerinde yapılan bezemeler klasik ve batılılaşma döneminin özelliklerini yansıtan bir yaklaşımla ele alınmıştır. Kompozisyonlarda klasik dönemin motifleri devam ederken özellikle çiçek ve yaprak motifleriyle oluşturulan düzenlemelerde batılılaşma döneminin etkileri hissedilmektedir. Lale Devrinin natüralist görünüşlü çiçek motifleri ile dönemi belirleyen zevk değişimi yansıtılmaktadır. Dershane-mescit kalem işi süslemeleri panolar halinde düzenlenmiş vazo içinde çeşitli çiçeklerden oluşan buketler, madalyonlar içerisinde çeşitli çiçek ve yaprak motiflerinden oluşan düzenlemeler Lale Devrini simgeleyen lale motifinden oluşan lale buketi, çiçek yaprak ve kıvrık dallardan oluşan kuşaklar naturalist üslubun Lale devrine özgü çeşitlemeleridir. Yüzyılın ortalarına doğru kalem işi süslemeler de Lale Devrinin natüralist çiçek motifleri barok ve rokoko üslubun etkisiyle şekil değiştirmiştir. Bu sistemde stilize çiçek motifleri S ve C kıvrımları, kartuşlar, plastik görünüşler ile yüzeylerde hareketli bir kompozisyon anlayışı görülür. 73 Kapı formları 17. yüzyıl medreselerinde sade bir görüntü verirken, 18. yüzyıl başlarında klasik dönem motiflerinin devam ettiği düzenlemelerde hareketli kemer formları ve plastik görünüşler Barok etkilerle şekillenmektedir. Özellikle süslemede tutkulu bir dönemi ifade eden Lale Devri üslubu döneme paralel olarak daha çok kapı formlarında etkili olmuştur. 18. yüzyıl ortalarına doğru Barok ve Rokoko kapı form ve bezemesinde de etkilidir. S ve C kıvrımları ile oluşturulan barok ve rokoko etkili kemer formları, plastik görünüşlü stilize çiçek motifleri bu dönem dershane-mescit giriş kapılarını bezeyen unsurlar arasında dikkat çekmektedir. Sonuç olarak; Osmanlı medrese mimarisi 17. ve 18. yüzyılda geleneksel özelliklerini korumaktadır. Bu dönemde değişen külliye anlayışı ve özellikle 18. yüzyılda batılılaşma olarak ifade edilen değişim rüzgarı medrese şemalarında yeni alt tiplerin oluşumunda etkilidir (Köşklü, 1999). Bu da doğrudan bir değişikliğe uğramayan medreselerin ayrıntılarda farklı özellileri ile medreselerde vurgulanmasını kemer, sütun sağlamaktadır. başlığı, taş ve Genellikle sade yapılar mermer süsleme, olan kalem işi kompozisyonları gibi bezemesel özellikler batılılaşma dönemine paralel bir gelişim göstermektedir (Köşklü, 1999). Başlangıçta bütün eğitim faaliyetlerinin yapıldığı kurum olan medreseler, Tanzimat Döneminde yeni mesleki okulların açılması ile sadece din eğitimi verilen okullar haline getirilerek eski önem ve kalitesini yitirmiştir (wikipedia.org., 2013). 74 1.8.2.1.Osmanlı Döneminden medrese örnekleri 1.8.2.1.1.Süleymaniye Medreseleri (Eminönü) Süleymaniye’de Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) 1550–1557 yılında yaptırmış olduğu külliye cami, medreseler, türbeler, hamam, imaret, darülkurra, darüşşifa, tabhane, sıbyan mektebi, arastalardan meydana gelmiştir (Res. 1.48.) Külliyenin mimarı Mimar Sinan’dır. Yapı topluluğunun meyilli bir arazide oturtulması için arazinin meyline uydurularak medreselere en üst kottan girilmiş ve bu kota dershaneler yerleştirilmiştir. Hücrelerin önüne kademeli revaklar yerleştirilmiş, revak dışındaki yerlere de iki yandan merdivenlerle inilmiştir. Avluya doğru bir cumba ile uzanan dershanelerin altına da birer çeşme yerleştirilmiştir. Medreselerde 21’er hücre, birer nişli medrese odası ve tuvaletler bulunmaktadır. Medrese hücreleri kare planlı olup, üzerleri kubbe ve tonozlarla örtülmüştür. İçlerine ocak nişleri ile dolap yerleri eklenmiştir. Ayrıca bunlar önlerindeki revaklara ve dışarıya dikdörtgen söveli birer pencere ile açılmıştır. 75 Res.1.48. Süleymaniye Külliyesinden (www.hsnymn.blogcu.com. 02.04.2013). genel bir görünüm Süleymaniye Medreseleri kesme taştan, avlu etrafında sıralanmış medrese hücreleri ile dershaneden meydana gelmiştir. Simetrik düzende bir iç avlu ile birbirlerinden ayrılan Salis ve Rabi medreseleri Osmanlıların yapmış olduğu medreseler içerisinde mekân yönünden en zengin kuruluşlardır. Caminin girişinin batısında Salis, güneyinde de Rabi medresesi yer almaktadır. Bu medreselerin altında dükkânları ile Tiryaki Çarşısı bulunmaktadır. Bu medreseler kare planlı bir avlunun çevresinde, kare planlı olarak yapılmışlardır. 20 medrese hücresi önlerindeki kubbeli revakların arkasına simetrik olarak sıralanmıştır. Rabi ve Salis medreseleri birbirine simetrik düzende yerleştirilmiştir. Darü’l-Hadis Medresesi külliyenin cami mihrabının karşısında yapılmıştır. Kesme taştan yüksek kubbesi ile dikkati çeken bu bölümde Hadis ilimleri ile ilgili eğitim verilmekte idi. Caminin girişinin doğusunda Evvel, kuzeyinde de Sani Medresesi bulunmaktadır. Dar bir yolun iki tarafına simetrik olarak yerleştirilen bu medreselerin altında öğrenci hücreleri bulunmaktadır. Bu yapılarda 23 hücre bir dershane, tuvaletler ve müderrisler için bir ev bulunmaktadır. Tıp Medresesi, yapı topluluğuna 1552 yılında eklenmiş olup, Darü’l-Hadis ve Salis medreselerinin arasındadır. Bu medrese de dükkânlar üzerine oturtulmuştur. Tiryaki Çarşısının doğusunu oluşturan bu medresenin arkasına doğumevi yapıldığından özgün durumu hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Günümüze bu medreseden yalnızca Tiryaki Çarşısı üzerindeki bir sıra hücresi gelebilmiştir. 76 1.8.2.1.2. İstanbul Beyazıt Medresesi (Eminönü) İstanbul Eminönü ilçesi, Beyazıt Meydanı’nda Sultan II. Beyazıd’ın (1481– 1512) yaptırmış olduğu külliye cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, tabhane, hamam ve kervansaraydan meydana gelmiştir (Res.1.49.). Külliyenin yapımına 1500 yılında başlanmış, 1505 yılında da tamamlanmıştır. Mimar Hayreddin’in eseridir. Sultan II. Beyazıd Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan medrese camiden biraz daha uzakta, bağımsız bir yapı olarak yapılmıştır. Sultan II. Beyazıd Vakfiyesinde bu medresenin ismine rastlanmamıştır. Ancak, Osmanlı arşivinde bulunan 1506 tarihli bir belgeden medresenin caminin yapımı bittikten sonra yapıldığı öğrenilmiştir. Bu belgeye göre de medresenin mimarı Yusuf Bin Papas, bina emini de Solakoğlu Ali’dir. Buna dayanılarak medresenin 1507 yılında yapımının tamamlandığı sanılmaktadır (tarihtarih.com, 2013). Kesme taştan yapılmış olan medrese 44.00x36.60 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. İç avlunun çevresini üç taraftan kubbeli revaklar çevrelemektedir. Buradaki revakların kemerleri taş payeler üzerine oturtulmuştur. Avlunun dördüncü kenarında dershane-mescit bulunmaktadır. Dershanenin üzeri 7.40 çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Medresenin bütününde kesme taş kullanılmış olmasına rağmen dershane taş ve tuğla dizilerinden meydana gelmiştir. Medresenin giriş kapısı sivri kemerli büyük bir eyvan içerisindedir. Bu eyvanın üst kısmında da camilerdeki giriş kapılarına benzer silmeler bulunmaktadır. Medresenin revakları arkasında kare planlı, üzerleri kubbeli 20 odası vardır. Odaların içerisinde ocak, dolap ve dışa yönelik pencereler bulunmaktadır. Medrese avlusunda bir şadırvana yer verilmiştir. Ayrıca bu avluda bir de güneş saati bulunmaktadır. Medrese yapımından kısa bir süre sonra 1509 depreminde zarar görmüş, büyük bir bölümü yıkılmış, ardından onarılmıştır. Osmanlı eğitiminde önemli bir yeri olan bu medresede şeyhülislâmların ders verdikleri kaynaklardan öğrenilmektedir. Ayrıca devrinin ünlü kişilerinden Zembilli Ali Efendi, İbni Kemal de burada ders vermiştir (tarihtarih.com, 2013). 77 Res.1.49. İstanbul, Beyazıt Medresesi (Eminönü) (www.hsnymn.blogcu.com. 02.04.2013 ) 78 1.9. Hanlar (kervansaraylar) Hanlar ve kervansaraylar tüccarların, iş adamlarının, yolcuların hayvanları ve eşyaları ile birlikte kalabilecekleri ve onlara yatacak güvenilir bir yer ve yiyecek sağlayan yapılardır (Turan, 1946: 471). Her iki yapı türünün de aralarında yapısal yönden kesin bir farklılık olmayıp yalnızca ifade ediliş yönünden kimi yerde han kimi yerde kervansaray olarak belirtildikleri görülmektedir. 1.9.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde han (kervansaray) mimarisi: Hanlar (kervansaraylar), içerisinde genellikle develiği, at ahırı, harem odaları, haremin ortasında büyük bir havuzu, kileri, imareti yer alan yapılardır. Bulundukları alana uygun olarak yapılan, bunun için de muntazam plan ve cephelere sahip olamayan hanlar genellikle, zemin kat üzerine bir kat şeklinde iki katlı olarak inşa edilmişlerdir ve revaklı bir iç avluları vardır. Sadeliğin hakim olduğu taş ve tuğla malzemeden inşa edilen yapılarda, çoğunlukla zemin kat depolara, üst katlar ise ikamete veya bürolara ayrılmıştır (Akozan: 1963:135). Türklerin yapmış olduğu hanlar başlıca üç tiptir: Bunlardan birinci ve ikinci tip hanlar çoğunlukla büyük yollar üzerinde kurulmuştur. Buna göre bu hanlarda daha çok geçici yolcuların ihtiyaçları göz önünde bulundurulmuştur. Üçüncü tip hanlar şehirlerde kalanların ihtiyaçlarını karşılamak düşüncesiyle yapılmıştır. Bu bakımdan bu hanlar birinci ve ikinci tipin çok gelişmiş bir şeklidir. Birinci tip hanlar kare veya dikdörtgen biçiminde yapılardır. Bu yapılarda yolcular kendilerine zeminden yükseltilmiş yatacak yer, ocak ve bölme bulurlar. Bundan başka yüklerini zemin seviyesinde hanın ortasında bir yere indirirler, hayvanlarını da yakın bir yere bağlarlar (Akalın: 2002: 301). İkinci tip hanlar, birinci tipin gelişmiş bir şeklidir. Bu tipte, yolcuların geceyi geçirmelerine tahsis edilen salonun önüne bir avlu ve bu avluyu üç taraftan çevreleyen ve avlunun üç iç cephesini teşkil eden yapılar ilave edilmiştir. Hanın bir 79 kapısı vardır. Avlunun bir yanında arabalık ve ahırı, öbür yanında hamam veya odalar ve kapının sağında ve solunda da konaklama hizmeti için odalar yer alır. Avlunun ortasında ise bir çeşme veya mescit vardır. Bu tip hanlarda yolcuların yatması için ayrı bir salon bulunur. (istanbulkulturenvanteri.gov.tr, 2013). Üçüncü tipteki hanlar ise, tamamıyla Osmanlı devrinde yapılmış şehir içi hanlarıdır. Bunlar ikamet bakımından büyük bir gelişme gösterirler. Zemin katları tamamıyla depo ve ahırlara ayrılmıştır. Bu tip hanlar iki katlı direkli ve kemerli bir galeriyle çerçevelenmiş, kare veya dikdörtgen bir avlu veya birkaç avlu etrafında toplanmış yapılar olarak görülür (tarih.sitesi.web.tr, 2013). Kesmetaş veya moloz taş malzemenin kullanıldığı kervansaraylar her türlü saldırıya karşı koyabilecek sağlam duvarlar, burçlar ve kulelerle birlikte ele alınmıştır. Bu yapılar genellikle önde bir açık avlu, arkada daha dar, kapalı bir hol bölümünden oluşur. “Sultan hanı” adı verilen şemaya sahip yapılarda avlunun merkezinde Köşk Mescit yer almaktadır. Mescit bazen girişin üzerindedir, açık avluda eyvan sayısıyla, kapalı holün bölüm sayısı değişebilmektedir. Bazı hanlarda sadece açık avlu etrafında eyvanlı bir düzen vardır. Selçuklular ticaretin gelişmesi için, 30-40 km’lik mesafelerden oluşan menzillerde kervansaraylar yaptırmışlardır. Buralarda konaklayan yolcu ve tacirlerin güvenliği sağlanmıştır (felsefeekibi.com, 2013) Kervansarayların, Osmanlı döneminden önce ele alınan Beylikler döneminde çok fazla örneği yoktur. Selçuklulardaki menzil hanları tipinden çok, daha sonra Osmanlı döneminde olduğu gibi, şehir içi hanları yaygındır. Bu dönemlerde kervansaraylar şehir içinde, şehir dışında yollar üzerinde olmak üzere iki ayrı çevrede gelişmiştir. 80 1.9.1.1.Anadolu Selçuklu Döneminden Bir Han Örneği: Sultan Han (Res.1.50.) Sultan Han, Aksaray'da kendi adıyla anılan Sultanhanı kasabasındadır. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılan eser 1229 yılında tamamlanmıştır. Mimarı Şamlı Muhammed bin Havlan'dır. 4800 m² alana yayılan alanı ile Anadolu'daki en büyük Selçuklu kervansarayıdır. Klasik Selçuklu kervansaray şemasının örneklerindendir. Avlusunda yer alan Köşk Mescit en dikkat çeken bölümdür. Açık ve kapalı kısmın taçkapılarında yoğun bir bezeme göze çarpar (Durukan, 2007:141). Anadolu’da İlhanlıların Selçuklu’ya egemen olduğu dönemde isyan eden Türk emirlerinden İlyas Bey’in, Aksaray yakınlarındaki Sultan Alâaddin Kervansarayı’na sığınarak, İrenç'in emrindeki 20.000 kişilik İlhanlı ordusuna iki ay süreyle direndiği ve ele geçirilemediğine ya da Memluk sultanı Baybars’ın Anadolu seferi sırasında Sultan I. Alâaddin Kervansarayı'nda konakladığı ve ordusunun ihtiyaçlarını karşıladığına ilişkin kayıtlar, Selçuklu savunma sistemi kapsamında kervansaray yapılarının gerektiğinde kale ya da menzil-derbent işlevinde kullanıldığını ortaya koymaktadır. Res. 1.50. Sultan Hanı (www.forumacil.com. Erişim Tarihi: 18.08.2013) 81 Han, 1278’de II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından genişletilmiştir. Yazlık kısmının geometrik şekillerle süslenmiş muhteşem bir taçkapısı vardır. Han içinde bulunan tüm yapı özellikleri itibariyle Sivas’taki Gök Medrese'ye benzemektedir. Sivri kemerin hemen altında "Elminnetül Lillah" yani "Kudret Allah'ındır" duası yazılıdır (Durukan, 2007:142). Kervansarayın ilk kitabesinde mukarnaslı dış kapı nişini çeviren süs kemerinin iki tarafında altıgen madalyonlar içinde sağda ve solda yer almaktadır. Uzun bir dehlizden geçtikten sonra avluya varılır. Burada arabalara mahsus revak şeklinde yerler, sol tarafında ise kemerli ve yolculara mahsus odalar, salonlar, iki hamam ve ambarlar vardır ( Res.1.51.-1.52.). Res. 1.51.-1.52. Sultan Hanı iç görünüm (www.forumacil.com. Erişim Tarihi: 18.08.2013). 82 Basık kemerli bir kapıdan girilince kışlık kısma geçilir. Üstü tonozla örtülü bu kısmı kare kasetli dört kısa, sekizer ayak dizisi, beş sahana ayırmaktadır. Ortadaki sahan diğerlerinden daha büyük ve geniştir. Tam ortadaki yerin yukarısı pandantiflerle sekiz kenarlı kasnağa oturan bir kubbe ile örtülmüştür. İçeriyi kubbe feneri ile duvarının sağına ve soluna dörder, dipteki duvarda ise, üç olmak üzere yukarılara açılmış mazgal biçiminde iki pencere aydınlatmaktadır. Bunlardan başka ışık ve hava alacak yeri yoktur (Durukan, 2007:143). Kesme taş malzemeyle, yığma duvar tekniğinde inşa edilen yapının mermer taçkapısı (Res.1.53.) cephe köşelerinde yükselen iki kule arasında, oldukça ihtişamlı görülmektedir. Taçkapı dört bordürden oluşmaktadır. İlk çerçeve çeşitli şekiller yapan kırık hatlardandır. İkinci ince çerçeve, uzun kenara paralel rastlayan her dirseğin bir yuvarlak ilmik atıp devam etmesidir. Üçüncü olarak bir kaval silme bulunur ki üzeri zigzaglarla enine yivlenmiştir. Dördüncü çerçevede ise dalgalı ince yivlerden meydana gelen bir zemin üzerinde palmetlerin oluşturduğu bir friz vardır. En geniş çerçevede 10-12-16 kollu yıldızlar yer almaktadır. İç yan nişler birer taçkapı mahiyetindedir. Kemer çift renkli taşlardan ve yuvarlaktır. Yuvarlak kemerin üstünde iki renkli taşlardan Suriye düğümü yer alır. İç taçkapı denilen iç avludan kapalı kısma açılan ikinci bir taçkapıda çerçeve, dört bordürden ibarettir. Bunların ikisi, esas geniş tezyinat şeridini iki yanından takip etmektedir. En dışta iri bir geçmeden sonra, zigzag silmelerin daha zengin bir şekli gelmektedir. Avlunun ortasında dört kemer üstündeki köşk mescitte, dört kemeri takip eden tezyini şeritler ve cephelerin çevresini dolaşan çerçeveler görülmektedir. 83 Res.1.53. Sultan Hanı taçkapısı (www.forumacil.com. Erişim Tarihi: 18.08.2013). 1.9.2.Osmanlı Döneminde han (kervansaray) mimarisi Osmanlılar devrinde Selçuklulardan kalan yol şebekeleri genişletilip han ve kervansaray inşası arttırılmış, fethedilen yerlerde yeni hanlar inşa edilmiştir. Bu hanlar çoğunlukla taş ve tuğla malzemenin kullanıldığı kale gibi sağlam yapılardır. Osmanlı Türkleri, Selçuklulardan aldıkları han geleneğini geliştirerek daha ileri bir konaklama anlayışı ortaya çıkarmışlardır. Bunlarla alakalı belli bölge ve alanlar oluşturmuşlardır. Örneğin, İstanbul’da hanların toplu olarak bulunduğu bir alan vardır. Hanlar Bölgesi olarak adlandırılan bu coğrafi alan, liman bölgesinden güneye Kapalıçarşı’ya kadar uzanan bir alandır. 84 İstanbul’da han inşası Fatih Devri’nde başlamış ve 20. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür. Fatih Dönemi’nde Vezir Mahmud Paşa tarafından Mimar Atik Sinan’a yaptırılan ve İstanbul’un en eski hanı olan Kürkçü Hanı şehir içi hanlarının özelliklerini göstermesi bakımından önemlidir. İstanbul’da 16. yüzyılda han ve dükkânlarda genellikle ahşap konstrüksiyonun kullanılması onların yok olmalarına neden olmuştur. Yangın veya diğer sebepler dolayısıyla bu yüzyıl İstanbul hanlarından günümüze kalanlar pek azdır. 17. yüzyıla gelindiğinde ise, bu yüzyılda klasik siluetini kazanan İstanbul’un Eminönü, Beyazıt, Aksaray, Fatih semtleri deniz ve kara yoluyla gelen tüccarların, mal ve para değişimini gerçekleştirdikleri bir alan olmuştur. Han olarak inşa edilen yapılar özellikle Eminönü-Beyazıt arasındaki alanda 17 yüzyılın sonlarından itibaren kalıcı çehreyi oluşturmuştur (vgm.gov.tr, 2013). 18. yüzyılda ise dönem hanlarının en önemli örneklerinin verildiği ve han mimarisinin gelişiminin en yüksek noktaya ulaştığı görülmektedir. 17. ve özellikle 18. yüzyılda gelişmelerinin zirvesine varan İstanbul hanları 19. yüzyılda duraklama devrine girmiştir. Bu dönemde çok fazla han inşa edilmemiştir. Fatih Devri’yle başlayıp dört asır boyunca İstanbul şehir hayatında, kültürel etkileşimde önem kazanmış olan hanlar 19. yüzyılda duraklamış, yüzyıl sonuna doğru sosyal gelişmenin gereklerine uyarak gittikçe artan ticaret hayatının iş yerleri halini almıştır. 85 1.9.2.1.Osmanlı döneminden bir örnek Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı (Res.1.54-1.55 ). Büdeyri Hanı’nın plan ve süsleme benzerliği nedeniyle 1890 tarihli Gaziantep Kürkçü Hanı ile aynı yıllarda inşa edildiği tahmin edilmektedir. Bu nedenle Hanın 19.yüzyılın sonlarında yapıldığı düşünülmektedir. Ancak Hanın enine dikdörtgen planlı ve kemerlerinin tümünün sivri kemer oluşu da yapının “Batılılaşma Dönemi” olarak adlandırılan 18. ve 19.yüzyıldan önceki bir tarihte yapıldığını göstermektedir. Bununla birlikte, Gaziantep’teki hanların Osmanlı mimarisinin Batılılaşma etkisinde olduğu son yüzyıllarında inşa edilse de klasik formları tekrarladığı görülmektedir. Han, Osmanlı han mimarisi içinde “tek avlulu, iki katlı hanlar” grubuna girmektedir. Klasik Osmanlı han mimarisinin birçok özelliklerini üzerinde toplayan eser, sabunhane ve han olmak üzere iki bölüm halinde inşa edilmiştir. Her iki bölümün üst katındaki mekanlar, yolcuların ikamet etmeleri amacıyla yapılmıştır. Sabunhane ile hanın birer müstakil cümle kapısı mevcut ise de ikinci katta ara bir geçitle birbirine bağlanmıştır. Bu plan özelliğiyle, Gaziantep’teki hanlar içinde tek örnektir. Hanın zemin katında, içte kareye yakın üstü açık bir avlunun etrafında, sıralanan muhtelif hacimler, ön cephede ise dışa açılan tek katlı dükkanlar mevcuttur. Doğudaki mekanların arkasında iki bölümlü ahır yer alır. Sabunhane kısmı, biraz çarpık dikdörtgen plana sahip olan iç avluyu kuzey ve doğu taraflardan revakla kuşatmakta olup, diğer mekanlar da bu hacme açılırlar. Avlunun üzeri, üstten kiremit ile kapatılarak sabunhanenin daha temiz olması sağlanmıştır. Çeşitli müdahaleler gören yapı günümüze kadar ayakta (gaziantepikesfet.com, 2013). 86 kalabilen sayılı hanlardan biridir Res.1.54. Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı (www.gaziantepikesfet.com. Erişim Tarihi: 28.03.2013) Res.1.55. Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı iç görünüm (www.fotoatolye.com. Erişim Tarihi: 18.08.2013) 87 1.10. Hamamlar MÖ. 4. yüzyılda Yunanistan’da bedeni terbiye ve tedavi müessesesi konumunda hamamlar bulunduğu bilinmektedir, ancak hamamların esas mimari karakterini Roma çağında yakaladığı söylenebilir. Bu dönemde oldukça geniş alanlar üzerine kurulan hamamlar, temizliğin yanı sıra sportif ve kültürel etkinliklerin de merkezi olmuştur. 1.10.1. Roma döneminde hamam mimarisi Romalılar hamamları, halkın ortak olarak kullandığı Gymnasium, kütüphane gibi diğer yapılarla birleştirerek çok büyük mimari kompozisyonlar meydana getirmişlerdir. hacimleri vardır: soyunduktan kısmı, sonra (Frigidarium) Frigidariumda egzersisleri Roma Roma bazen hamamlarının (Apodyterium) ilk girilen ılık hacim, sonra bir bulunur. havuz bölüm döşeme bakımından soyunma yıkandıktan yapılabilecek hamamlarının fonksiyon altındaki (Caldarium) soğuk (Palestra) yerleri, suyla Hamamla de çok boşluklarda belirli (Tepidairum) sıcak hamam yıkanılan yerdir. beraber kere ve özel jimnastik düşünülmüştür. duvar içlerinde borularda dolaşan sıcak hava ile ısıtılması tekniği sonradan Doğu Roma’da ve Türklerde aynı şekilde kullanılmıştır. Roma Hamamında ısınmış gazın döşeme altında oluşturulmuş bir alt yapıda dolaşımını sağlayarak, hamam içinde ısıtmayı sağlayan sistem olan Hypokaust (Külhan) sistemi uygulanmıştır. Külhan bir ocak olarak yapılmakta ve hamamın büyüklüğüne göre sayısı ve boyutları değişmektedir. Külhanda ısınan baca gazının hamam altındaki bölümlere ulaşmasını sağlayan, genelde kemer mimarisi ile yapılmasına karşın farklı uygulamaları da görülen kanal sistemine ise “praefurnium” denir. Boyutlu kazanlara ise “ahena” adı verilir. (restorasyonforum.com, 2013). 88 1.10.1.1.Roma Dönemi Hamam Örneği: Ankara Caracalla Hamamı Roma’da hamam binası; heykel, yüzme havuzu, büyük bahçe ve kütüphanelerin olduğu, spor yarışmalarının yapıldığı, bayramlarda şiir okunup, şarkı söylenen büyük bir kompleks özelliğini taşımaktadır (Res.1.56.). Kalıntıları hala görülebilen bir Roma Hamamı olan Diclaotianus dünya tarihinde yapılmış en büyük hamam olarak bilinmektedir. Roma uygarlığının yayıldığı tüm coğrafyada, İspanya, İngiltere, Kuzey Afrika ülkeleri ve Anadolu’da Roma Hamamı etkileri görülmektedir. İmparatorluğun çöküşü ile hamam kültürü farklı uygarlıklarda devam etmiştir. Res.1.56. Ankara Roma Hamamı kalıntıları (www.restorasyonforum.com. Erişim Tarihi: 02.04.2013) M.S 212-217) Roma Hamamı, Ulus Meydanı’ndan Yıldırım Beyazıt Meydanı’na uzanan Çankırı Caddesi üzerinde, Ulus’tan itibaren yaklaşık 400 metre uzaklıkta, yolun batısında, caddeden 2,5 metre kadar yükseklikteki bir plato üzerinde bulunmaktadır. Hamamın bulunduğu bu yüksek alanın bir höyük olduğu bilinmektedir. Burada Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık tarafından 1937 yılında kazılar yapılmış olup, höyüğün Frig ve Roma Devri katları ortaya çıkarılmıştır. Höyükte yapılan kazılar 1938-1939 yıllarında Müzeler Müdürü Hamit Z. Koşay’ın nezaretinde sürdürülmüştür. Bu kazılar sonucunda ortaya çıkan Hamam Binası, 1939-1943 yıllarında yapılan kazılarla da bütünüyle ortaya çıkarılmıştır. Bu 89 dönemdeki kazıları Türk Tarih Kurumu’nun destekleriyle, yine Hamit Z. Koşay’ın bilimsel başkanlığında Arkeolog Necati Dolunay yönetmiştir. Kazının mimari buluntularını Arkeolog Mahmut Akok değerlendirmiş ve daha sonra rekonstrüksiyon planlarını çizerek kısmen de restorasyon çalışmalarını başlatmıştır. Bugün Roma Hamamı olarak adlandırılan bu ören yerinin bir höyük olduğu, aşağıdan yukarıya doğru Frig, Roma, kısmen de Doğu Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yerleşim gördüğü anlaşılmıştır. Eskilerin Çankırıkapı dedikleri bu ören yerinde, bugün görülebilen Roma Çağı binaları arasında iki ayrı tesis ile karşılaşılmaktadır: 1-Antik Ankyra şehrinin sütunlu yolundan bir kısım, 2- Roma Çağı Hamamı ve Palaestrasına ait binalar. Bunların etrafında da yine Roma Devri’nden başka yapıların temel izlerine rastlanmıştır. Tektosag Galatları’nın şehri olan antik Ankyra, Roma devrinde de Galatia’nın başkenti olması ve doğudan-batıya geçen yolların birleştiği bir noktada olması nedeniyle bu dönemde çok gelişmiştir.1937-1944 yıllarında yapılan kazılarla ortaya çıkartılan bu muhteşem anıt, biri Palaestra, öteki kapalı hamam kısımları olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Burada yapılan kazılarda bulunmuş sikkelere dayanılarak hamam; kazı başkanı tarafından Caracalla (M.S 212-217) devrine tarihlenmiştir. Hafirin bu önerisi hamam yapımının sorumlusu ve kentin ileri gelen kişilerinden olan Tiberius Julius Justus Julianus’un birkaç yazıtında da doğrulanmaktadır. Kazı sırasında bulunan diğer sikkelerden anlaşıldığına göre, hamam yaklaşık beşyüz yıllık bir süre içinde devamlı kullanılmış ve zaman zaman onarılmıştır. Caracalla Hamamı’nın Çankırı Caddesi’ndeki girişi, sütunlu bir revak kalıntısının çevrelediği geniş bir alana, Palaestra’ya, yani bir spor alanına açılır. Bu revaklı avlunun bir kenarında 32 sütun olmak üzere bütün yüzünde 128 mermer sütun bulunmaktadır. Bugün burada Roma devri Ankara’sından toplanan yazıtların oluşturduğu zengin bir koleksiyon sergilenmektedir. Hamam binaları, bu Palaestra kısmının hemen arkasında yer alırlar. Bu yapılar ender rastlanan bir büyüklükte olup, her zaman olduğu gibi Apoditerium (soyunma yeri), Frigidarium (soğuk kısım), 90 Tepidarium (ılık kısım) ve Caldarium (sıcak kısım) bölümlerinden oluşur. Tepidarium ve Caldarium bölümlerinden daha geniş olmasının nedeni, kuşkusuz Ankara’nın soğuk kış mevsimi göz önüne alındığında kolaylıkla anlaşılmaktadır. Bunlar, etrafında ocaktan (külhan) gelen sıcak havanın rahatça dolaştığı tuğla sütunlardan oluşan bir yer altı ısıtma tesisatı ile desteklenmiş ve yukarıdaki odalar da böylelikle ısıtılmıştır. 1.10.2. Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde hamam mimarisi Anadolu Türk hamamları hizmet verdikleri kitle açısından özel hamamlar ve genel hamamlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Az sayıda kimsenin faydalandığı hamamlar küçük boyutlarda inşa edilmiştir. Genel hamamlar ise geniş bir kitleye hizmet vermektedir ve çoğu bir külliye içerisindedir. Anadolu’da Türk hamam mimarisi, 12. yüzyılda Selçukluların Anadolu’yu fethinden hemen sonra ortaya çıkmıştır. Soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden oluşan bir plan şeması geliştirilmiştir. Anadolu Selçuklularının dağılmasından sonra ortaya çıkan beylikler döneminde de hamamlarda aynı plan şemasının uygulandığı görülmektedir. Türk hamamları genel itibariyle tek ve çift fonksiyonlu olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Tek fonksiyonlu hamamlar, genellikle nüfusun az olduğu yerlerde veya şehirden uzak olan kesimlerde haftanın belirli günlerinde erkeklere, diğer günlerde ise kadınlara hizmet vermiştir. Çift fonksiyonlu hamamlar ise genellikle şehir merkezlerinde kadın ve erkeklerin aynı anda yararlanmasını sağlamak amacıyla yapılmıştır (Erat, 1999: 392). 12. ve 13.yüzyıl Anadolu Selçuklu hamamlarının hemen hepsinde soyunmalık ile ılıklık arasında yer alan tuvalet ve tıraşlık gibi mekanlar “aralık” adı verilen bir mekana açılmıştır. Bu mekan tonoz veya kubbe ile örtülmüştür. 12. ve 13.yüzyıllarda soyunmalık ile ılıklık arasında yer alan “aralık” mekanının boyutları 15. yüzyıldan itibaren küçülmeye başlamış, 16.yüzyılda tamamen ortadan kalkmıştır. 91 Anadolu Türk hamamlarında sıcaklık ile soyunmalık arasında yer alan ve vücudu ısıya alıştırma işlevi gören ılıklık mekanında, tıraşlık ve tuvaletin de çoğu örnekte yer aldığı görülmektedir. 13.ve 14.yüzyıllarda ılıklık mekanı kare planlı ise kubbe ile, dikdörtgen planlı ise beşik tonozla örtülmüştür. 15.yüzyıldan itibarense bu mekanların örtülerinde düz veya aynalı manastır tonozlarına da rastlanmaya başlamıştır (Gültekin, 2001: 135-136) . 1.10.3. Osmanlı döneminde hamam mimarisi Sonraki dönemlerde “Türk Hamamı” diye adlandırılan hamam mimarisi, en mükemmel şeklini klasik Osmanlı döneminde kazanmıştır. Bu hamamlar Anadolu’da daha önce yapılmış olan Türk hamamlarının soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden oluşan plan şemasının daha da geliştirilmesiyle oluşmuştur ( Eyice, 1994:541) S.Eyice Osmanlı hamamlarını sıcaklık mekanının şemasını ve halvet hücrelerinin konumlarını dikkate alarak 6 gruba ayırmaktadır (Eyice, 1960: 99-120) 1- Haçvari 4 eyvanlı köşe hücreli tip 2- Yıldızvari sıcaklıklı tip 3- kare bir sıcaklık etrafında sıralanan halvet hücreli tip 4- Çok kubbeli sıcaklıklı tip 5- Ortası kubbeli, enine sıcaklıklı ve halvet hücreli tip 6- Soğukluk, sıcaklık ve halveti eş odalar halinde olan tip 13. ve 14.yüzyıl Türk hamamlarında kubbeye geçiş unsuru olarak genellikle Türk üçgeni veya pandantifler kullanılmıştır. 15.yüzyılda üçgen kuşaklarda unsurların iki ya da üç sıra halinde ve sıkışık bir şekilde düzenlendiği, pandantiflerin mukarnaslı olarak işlendiği örneklere rastlanılmaktadır. 92 15. ve 16.yüzyıllardan itibaren soyunmalık duvarlarında elbise ve eşya koymaya yarayan nişler görülmeye başlanmıştır (Gültekin 2001: 133). 17. Ve 18.yüzyıllara ait erken dönem hamamları mahremiyet ve ısı kaybı endişesiyle dışa kapalı olarak inşa edilmiştir. Aydınlatma ihtiyacı kubbeler üzerine açılan pencereler ile duvarların üst kısımlarına açılan mazgal pencerelerle sağlanmıştır. 15.yüzyıldan itibaren soyunmalık duvarlarına pencereler açılarak hamamın ışık almasına çalışılmıştır. 12. ve 13.yüzyıllarda soyunmalık ile ılıklık arasında yer alan “aralık” mekanının boyutları 15. yüzyıldan itibaren küçülmeye başlamış, 16.yüzyılda tamamen ortadan kalkmıştır. Aralık mekanı bulunmayan hamamlarda buharın dışa atılması için soyunmalık ile ılıklık arasındaki kapının soyunmalığa bakan cephesinin üst kesimine bir baca yerleştirilmiş, bu uygulama Klasik dönemde de devam ettirilmiştir. Anadolu Türk hamamlarında süsleme unsurları genellikle iç mekanda uygulanmıştır. Almaşık duvarlı yapılarda almaşık duvarın yapıya kattığı hareketlilik yanında kapı ve pencere çerçevelerinde de süsleme unsurlarına rastlanılmaktadır. Bazı hamamlarda duvarlar, kemerler, tonoz ve kubbeler silmeler ya da mukarnasla süslenmiştir (Gültekin, 2001: 137). 93 1.10.3.1. Osmanlı döneminden bir örnek Erzurum Çifte Göbek Hamamı Erzurum Hamamları içerisinde plan ve mimari bakımdan farklılık gösteren, tek fonksiyonlu hamamlardan birisi Çifte Göbek Hamamı’dır. Bu hamam, Yeğenağa Mahallesinde, Köse Ömer Ağa Cami’nin güneyinde yer almaktadır (Res.1.57.). Üzerinde kitabesi bulunmayan hamamı, bu konuyla ilgili araştırması bulunan, R. Hüseyin Ünal, 18. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirmiştir1. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan hamam, adını iki büyük kubbeli sıcaklık biriminden almaktadır. Hamam, soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden oluşan tek fonksiyonlu bir plana sahiptir (Plan 1.4.). Plan 1.4.Erzurum Çifte Göbek Hamamı (R.H.Ünal’dan düzeltilerek) (Çınar,78). Yapı kuzeyden güneye doğru: soyunmalık kısmı ve batı kısmında ona sonradan yapılan ek kısım, ortada iki küçük kubbe ile örtülü ılıklık ve onun güney ve kuzey kısımlarında küçük kubbelerle örtülü ve sonradan sıcaklık kısmına dahil edilmiş birimler, bu kısmın güneyinde eş büyüklükte birer kubbe ile örtülü sıcaklık kısmı ve en güneyde ise sivri kemerli tonozla örtülü iki tuvalet kısmından oluşmaktadır. Yapının batı duvarında yer alan orijinal giriş yeniden açılarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu girişin hemen ardında soyunmalık ek kısmı yer almaktadır. Bu 1 Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. R.Hüseyin Ünal, “Erzurum İli Dahilindeki İslami Devir Anıtları Üzerine Bir İnceleme”, Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, s.6, Erzurum, 1974, s.136 94 kısım iki silindirik sütun üzerine oturan üç kemerle soyunmalık kısmına bağlanmaktadır. İki sütun arasında kalan kısmın ortası kubbe ile örtülmüş, iki yanı, sütunlarla duvarlar arasında kalan kısımlar ise birer yarım tonozla kapatılmıştır. Asıl soyunmalık kısmı, geçişi tromplarla sağlanmış bir kubbe ile örtülü kare planlı bir mekandır. Zemini taş döşeli olan soyunmalık kısmının ortasında, yuvarlak formlu, önünde dikdörtgen planlı bir kurun bulunan havuza da yer verilmiştir Hamamın soyunmalık kısmının güneyinde bulunan duvarda açılmış bir kapı ile ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın üzeri, eş boyutta yan yana iki küçük kubbe ile örtülüdür. Batıda yer alan tek kubbeli kısım ve doğudaki iki kubbeli kısım ise sonraki dönemlerde ılıklık mekânından ayrılmış ve sıcaklık kısmına dâhil edilmiştir. Günümüzde sivri kemer tonozlu dar uzun koridor da tuvalet olarak kullanılmaktadır. Çifte Göbek Hamamı, Semavi Eyice’nin hamam tipolojisi içerisinde ( Eyice, 1980) içerisinde “enine sıcaklıklı formda” yapılmıştır. Ortada iki sütunla, iki bölüme ayrılan sıcaklık kısmının üzerini örten her iki kubbe altında birer göbektaşına yer verilmesiyle hamam Erzurum hamamları içerisinde dikkati çekmektedir. Res.1.57. Erzurum Çifte Göbek Hamamı Sekizgen Kasnak Üzerine Oturan Soyunmalık ve Sıcaklık Kubbeleri (Çınar, 145) 95 1.11.Türbeler Türbeler Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahip olan anıt mezarlardır. Bunlardan, dört duvarının üzeri kubbe ile örtülenlerine “türbe”; silindirik, çokgen gövdeli, konik veya piramit çatılı olanlarına da “kümbet” denir. 1.11.1. Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde türbe mimarisi Selçuklularda eski Türk mezar anıtları olan kurganların taştan yapılmış bir çeşidi olan piramit çatılı tuğla veya taştan iki katlı, üst katta mescit alt katta adına yapılan devlet büyüğü veya önemli şahsiyetin mezarının bulunduğu cenazelik kısmı olan ve “kümbet” diye adlandırılan türbe binaları yapılmıştır (Önkal, 1996: 15-16). Kümbetler 10. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar görülmektedir. 14. yüzyıldan itibaren Osmanlı döneminde inşa edilen “türbelerde” cenazelik kısmı kaldırılmış, içinde sandukanın bulunduğu ve mescit kısmının yer almadığı türbe binalarının yapımına başlanılmıştır. Anadolu Selçuklu Dönemi türbeleri2 genellikle, tuğla veya taş malzemeden yapılmıştır. Daha sonraları ise yalnız taştan yapıldıkları görülmektedir. İlk dönemlerdeki türbe ve kümbetler başlı başına bağımsız birer eser iken, sonraları cami ve medrese yapıları içinde yer almıştır. Selçuklu türbe veya kümbetleri genellikle sekiz, on, on iki köşeli olarak inşa edilmiştir. Ayrıca kare plan üzerine kubbeli, dikdörtgen üzerine tonozlu ve eyvan ( Mevlana Türbesi) şeklinde türbeler de yapılmıştır. Yer altında ise asıl cenazenin bulunduğu mumyalık kısmı yer almaktadır. Cepheler genellikle gösterişsiz ve sadedir. Dış cepheyi betimleyen fazlaca süsleme yoktur. Kapı ve pencere kısımlarının bulunduğu kısımlar, dış cephenin en belirgin kısımlarıdır. Bu kısımlara özel bir ilgi gösterilmiş olup, külah çatı altında, mukarnas dizisi içinde bordur görülür. Birden çok gövdeli türbelerde ise, İslamiyet’ten önceki Şamanizm’in uzantısı, hayat ağacı, kuş, arslan, kartal tasvirleri yer alır. Kimi cephelere ise, üçgen nişler ilave edilmiştir. 2 Anadolu Selçuklu türbeleri hk. daha ayrıntılı bilgi için bkz. Önkal,H., Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara, 1996. 96 Selçuklularda cami ve medrese yapılarının aksine türbelerdeki kapılar, hiçbir zaman anıtsal büyüklükte yapılmamıştır. Örneğin, Sivas’taki Gök Medrese devasa kapısıyla bir gösteriş örneği sunarken, ölülerin yer aldığı türbelerde ısrarla bu ayrıntıya yer verilmemiştir. Kapılarda abartıya kaçmayacak şekilde bir süslemeye gidilebilir. Türbe inşasında genellikle taş malzeme kullanılmıştır. Nadiren bölgesel ve yerel farklılıklarda yapı malzemesinin çeşitlenmesine sebep olabilmektedir. Tuğla, taş, çini, alçı, ahşap süsleme görülmekle birlikte taş süsleme yaygınlığını her zaman korumuştur. Geometrik motifler ve bitkisel motifler süslemenin ana unsurlarıdır. Selçuklu ve Osmanlı türbelerinin bir çoğunda mumyalık (kripta) diye tabir edilen bölümler yer almaktadır. Üst katta göstermelik duran sanduka, alt katta gerçek cenazenin bulunduğu bölümle anlam kazanmıştır. Anadolu Selçuklularının erken dönem eserlerinden, Erzurum Emir Saltuk Türbesinde mumyalık kısmı dikdörtgen bir şekilde betimlenmiştir. Bu türbede, mumyalık kısmına üst kattan girilir ve üst katın alanına göre daha küçük bir ebatta inşa edilmiştir. Türklerin Orta Asya’daki mevcudiyetleri zamanında çadır ve otağ kültürü yerini mimari anlamda kümbete bırakmıştır. İslamiyet’ten sonra türbelerde üçgen biçimli piramidal ölçülü kümbetler yaygınlaşmaya başlamıştır. Bununla birlikte yuvarlak planlı kubbeler de yapılmıştır. Türklerin gök kubbe inancı, İslamiyet’i kabul ettikten sonra da devam etmiştir. Şöyle ki; türbenin içinde yer alan ruhun, türbenin kubbesi ile birlikte semaya ulaşacağına inanılmaktadır. Kimi eserlerde, dıştaki piramidal kubbenin altında, iç yapıda ikinci bir yuvarlak planlı kubbe vardır. Türbelerde genellikle ahşap oymacılığı yaygındır. Sandukalar ve kapıpencere aralıkları bunun en büyük göstergesidir. Selçuklularda figürlü süslemeye de rastlanılmakta olup Emir Saltuk Türbesinin, çift başlı kartal ve arslan motifleri buna örnek verilebilir. 97 1.11.1.2.Anadolu Selçuklu döneminden bir örnek Emir Saltuk Türbesi (12.yy.) Emir Saltuk Türbesi (Res.1.58.) Erzurum’da Hatuniye Medresesinin arkasında “Üç kümbetler” diye anılan yapılardan günümüze dek sağlam kalabilmiş yapılardan birisidir. Sekizgen gövdeli bir türbedir. Dış cephede üçgen alınlıklar, pencerelerin birbirini kesmesi, kubbenin altındaki işlemeli dizinin yer alışı önemli unsurlarıdır. Türbenin en önemli özelliklerinden biri de cenazelik (mumyalık) katı ile üst kata olan bağlantının içeride oluşudur. Cenazelik katı dikdörtgen planlıdır. Kubbesi de lotus kubbe diye tabir edilen kubbedir. Bu tarz, Türkmenistan kaynaklı türbe mimarisinin bir sonucudur (Aslanapa, 1993: 31-37). Res.1.58. Emir Saltuk Türbesi (www.gorselsanatlar.org. Erişim Tarihi:11.04.2013). 98 1.11.2. Osmanlı döneminde türbe mimarisi Erken Osmanlı dönemi türbe mimarisi3, Anadolu Türk Beylikleri dönemi türbe mimarisi geleneğini takip eden, ancak kısa sürede kendi türbe mimarisinin örneklerinin verildiği bir dönem olmuştur. Klasik Osmanlı döneminde mezar yapıları da plan, mimari ve süsleme açısından gelişimin zirvesini oluşturmuştur. Osmanlı mezar anıtlarının büyük çoğunluğu özellikle de sultan türbelerinin tamamı İstanbul’da bulunduğu için Osmanlı toplumunun türbe anlayışını, kimler için türbe yapıldığını plan şeklini ve çeşitliliğini Anadolu’dan çok İstanbul’da izlemek mümkündür. Ancak Anadolu şehirlerinde de İstanbul kadar zengin olmasa da Osmanlı döneminin mezar geleneğini temsil eden türbe yapıları mevcuttur. Kare ve sekizgen planlı türbe örneklerine 10. yüzyılda Karahanlı döneminden başlayıp Osmanlı dönemine kadar her dönemde rastlamak mümkündür. 11. yüzyıldan itibaren Büyük Selçuklular’la birlikte İran’a, oradan da Anadolu’ya taşınan bu gelenekte sekizgen planlı kümbetler yaygın bir mezar yapısı olarak görülmeye başlanmış ve ilk örnekleri 12.yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen Anadolu türbelerine örnek olmuştur (Daş, 2007:1). Dikdörtgen planlı türbeler ise daha geç dönemde uygulanan mezar yapılarıdır. Türbelerin planları Doğu Anadolu Bölgesinde 12.yüzyıldan itibaren bilinen mezar yapılarının Osmanlı döneminde inşa edilmiş örnekleri olarak değerlendirilebilir. Türbelerin bazılarının içerisinde sanduka bulunmaktadır. Bunların genellikle tarihsel ve sanatsal değeri yoktur. Ahşaptan yapılmış alelâde sandukalardır. Türbelerin kapı ve pencereleri genellikle sade düzenlenmiştir. Süsleme konusunda da son derece sade yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Türbelerdeki tek dekoratif unsur kitabeleridir. Bunlar inşa ve bani kitabeleri olup, bazıları da sadece tarih kitabesi olarak yazılmıştır. 3 Erken dönem Osmanlı Türbeleri hk.daha ayrıntılı bilgi için bkz. DAŞ, Ertan, Erken Dönem Osmanlı Türbeleri, İstanbul: Gökkubbe Yayınları, 2007. 99 1.11.2.1. Osmanlı döneminden bir örnek Gümüşhane Pir Ahmed Türbesi Gümüşhane-Erzurum kara yolu üzerinde Pir Ahmed Köyü içerisinde yer alan bu türbe Karamanoğlu Pir Ahmed Bey’e ait olup, H.957 M.1550 yılında inşa edilmiştir. Adına türbe yapılan Pir Ahmed Karamanoğlu II. İbrahim’in oğullarından biridir (Özkan, 2009:145). Osmanlı’nın Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) inşa edilen Pir Ahmed Türbesi, kare planlı, iki katlı olarak düzenlenmiş bir türbedir (Plan 1.5.). Kuzeyden açılmış basık kemerli bir giriş ile türbeye ulaşılmaktadır (Res.1.59.). Girişin önündeki küçük kare bir açıklıktan, dört basamakla cenazelik bölümüne inilmektedir. Üzeri tonoz örtülü cenazelik bölümünde tek bir sanduka bulunmaktadır. Cenazelik bölümünde pencereye yer verilmemiştir ( Özkan, 2009:147) . Plan 1.5. Pir Ahmet Türbesi planı (Özkan, 2009:163) . Türbenin üst katı mescit olarak kullanılmaktadır. Bu mekânın üzeri kubbe ile örtülmüş, kubbeye pandantiflerle geçilmiştir. Batı yüzünde girift bir sülüsle yazılmış 0.75x0.43m ölçülerinde dört satırlık bir kitabe bulunmaktadır. Kitabenin üzeri onarım sırasında çimentolu sıva ile yer yer kapatılarak zarar görmüştür. Bu nedenle kelimelerin bir bölümü okunamamıştır. 100 Türbenin üst katı iki küçük mazgal pencere ile aydınlatılmıştır. İçten kubbe, dıştan külahla kapatılmış ve üzeri sonradan saçla kaplanmıştır. Türbe üzerinde süsleme bulunmamaktadır. Kesme taş malzemeden inşa edilmiştir. Türbenin içinde, batı duvarında bir kitabe yer almaktadır. Bu kitabeden türbenin 1550 yılında inşa edildiği anlaşılmaktadır. Res.1.59. Gümüşhane Pir Ahmed Türbesi (Özkan, 2009:166). 101 1.12. Mezartaşları Mezar taşları, üzerinde yer alan kitabesi, uygulanan süslemeleri ile basit bir taş olmanın ötesinde bir belge, tarihi bir kayıt olma özelliğine sahiptir. Ayrıca biçimsel özellikleri ve dekorasyon nitelikleri açısından yapıldığı dönemin mimari form ve süsleme anlayışlarından etkilenerek biçimlendirilmiş sanat eserleridir. Bazen tek başına da olan mezar taşları, mezarın baş ve ayak tarafında bulunur. Baş taraftakine “baş taşı”, ayak tarafındakine “ayaktaşı” adı verilir. Mezar taşları sade olduğu gibi çok süslü de olabilmektedir. Mezar taşlarına kabartma veya oyma olarak işlenmiş motif ve şekillerin sembolik anlamları vardır. Mezarların şekilleri, taşları üzerinde bulunan yazılar ve sembolik işaretler bize mezarda yatan kişi hakkında bilgiler vermektedir. Mezar taşlarından kabirde yatan kişinin kadın, erkek veya çocuk mezarı olduğu kolayca anlaşılabilir. Çocuk mezarlarının boyları nispeten küçüktür. Kadın mezar taşlarının en dikkat çeken yönü çiçekler, takı olarak kullanılan gerdanlıklar ve kolyeleri sembolize eden şekillerle süslü olmalarıdır. Res.1.60. Mezartaşlarından 18.03.2013) örnekler (www.ilyasucar.com. 102 Erişim Tarihi: 1.12.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde mezartaşları Anadolu’da Selçukluklar, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde Türk ölü gömme geleneğinin uzantısı olan mezartaşları çeşitli şekillerde biçimlenmiştir. Dikey biçimdeki mezartaşlarında biçim özellikleri devrinin benimsenen form anlayışına uygun özellikler göstermektedir (Haseki, 1977: 11). Selçuklu ve Beylikler Dönemi mezartaşları genel olarak iki biçimde yapılmıştır: 1-Sanduka lahit biçiminde mezartaşları: Mezar üzerine doğu batı yönünde yatay olarak konulan sanduka-lahit şeklinde mezar taşları çoğu zaman baştan aşağıya doğru incelmekte, üzerine yazı ve motifler işlenmektedir. Bu taşlar kademeli prizma ya da yarım silindir şeklinde tek bir taştan oyulmuşlardır (Önder, 1969:6). Bu tipteki mezartaşlarından örneğin, Kemah’ta 1254/1838 tarihli “Emine Hanım’ın Mezarı” (Res.1.61.) klasik Selçuklu özellikleri gösteren bir mezardır. Mezarın iki yan yüzünden A yüzü etrafı ortada birbirini kesen yarım dairelerin oluşturduğu birinci çerçeve ile içte küçük mihrap nişi şekillerini andıran dikdörtgen iki çerçeve tarafından sınırlandırılmıştır (www.kemahtarihi.com:15.03.2013). Orta alan sarkık bir kandil motifi ile iki yanında uçları kandile doğru eğilen iki selvi (hayat ağacı) motifi ve bunların aralarında da küçük hilal ve yıldız motifleriyle dolgulaşmıştır. İki yanda birer sütün ve üzerine binen yuvarlak kemerlerin üstten sınırlandığı alan içerisinde birbirinin simetriği stilize, kubbeli bir mimariye andıran vazo biçimi verilmiş Küfi harflerle “Allah” ve “Muhammed” isimlerinin yazılı olduğu bir düzenleme dikkat çeker. Bu mezarın yan taşlarından B yüzde ise tamamen geometrik bir düzenleme yer alır. Etrafı çevreleyen geniş dikdörtgen bordürde küçük ve büyük baklava şekilleri kompoze edilmiştir. İçte, dört köşede dört küçük güçle ile ortada iri bir madalyonun içerisinin bitkisel bir kompozisyon oluşturacak şekilde dolgulaşması söz konusudur. Bu madalyonun iki yanındaki boşluklardan sağdakinde, dört sıra halindeki dairenin ortalarının baklava motifi şeklinde düzenlenmesiyle oluşturulmuş 103 geometrik bir kompozisyon yer alır. Solda ise, yine dörder sıra teşkil eden ve birbirlerine paralel kollarla bağlı, içlerinde yuvarlak gülçelerin yer aldığı, 16 adet kare şekilli geometrik düzenleme söz konusudur. Res.1.61. Emine Hanım’ın sanduka(lahit) şeklindeki mezarı (Kemah/Erzincan) (www.kemahtan.com. Erişim Tarihi: 12.03.2013) Emine Hanım’a ait bu lahdin yukarı doğru uzun dikdörtgen şeklindeki dar yüzlerden ayak taşı yönünde (C), etrafı büyüklü küçüklü alternatif baklava şekilleriyle sınırlı alan içerisinde altta ve üstte birer sıra halinde geometrik zikzak süsleme ortadaki geniş alan da da yine uçları birbiri içine girmiş baklava şekillerinin oluşturduğu bir geometrik düzenleme vardır. Baş taşı yönündeki dar yüzde (D) ise araları birer hatla birleştirilmiş baklava motiflerinin çerçevelendiği dikine dikdörtgen alanda ortada yine madalyon şeklinde gülçe motifinden ibaret, girift, geometrik bir düzenleme dikkat çeker (Şek.1.3.). 104 Şek.1.3. Emine Hanım’ın sanduka (lahit) şeklindeki (www.kemahtan.com. Erişim Tarihi: 12.03.2013) mezarında motifler Bu mezarda yer alan “Allah” ve “Muhammed” isimleri, hilal, yıldız, vazo, kandil motifleri, İslam dinini, aydınlığı, ışığı, nuru, cenneti sembolize eden şekiller olup, bunlar dönem özelliği olarak geometrik kompozisyonlar halinde sunulmuştur. 2-Dikey biçimde baş ve ayak taşları (şahide) : Çeşitli ebatlarda mezarın baş ve ayak kısmına dikey olarak konur. Enleri 10 il 20 cm.arasında değişen plakalar genellikle mermerden mihrap biçiminde yontulmuş, mihrap kemerinin alt ve üst kısmına yazı ve motifler kabartma olarak işlenmiştir. Şahide şeklindeki mezar taşları üzerinde de Emine Hanım’ın Lahit Mezarı örneğinde olduğu gibi geniş anlamlar ifade eden ve mecaz anlamlar yüklenen bazı sembolik şekiller ve motifler uygulanmıştır. Mezar taşlarında en yaygın kullanılan form sivri kemerli ya da dilimli sivri kemerli formdur. Taşlar üzerinde ise en yaygın motif “hayat ağacı”dır. Bolluk ve bereketin simgesi olan “hayat ağacı” ölünün kendisini temsil etmekte ve Allah katına yükselmeyi tasvir etmektedir. Ölüm, sabır ve faniliğin sembolü olarak kullanılan “servi ağacı” da mezar taşı motiflerindendir. Servinin en üst dalının eğri durması Allah’ın yanında boynu bükük kalmayı ve 105 sabretmek gerektiğini de hatırlatır. Haşhaş bitkisi ve çam kozalakları ebedî uykuyu ve cenneti temsil eder. Mezar taşlarında yaygın kullanılan motiflerin başında “kandil” motifi gelir (Res.1.68.). İlk örneklerine Selçuklular döneminde rastlanılan bu motife ölünün yolunu aydınlatıcı bir anlam yüklenmiştir. Van gölü kıyısında yer alan ve tarihi M.Ö. 900’e uzanan Ahlat yerleşimi; Selçuklu dönemi taş işçiliği, inanışları ve yaşam biçimini en güzel şekilde yansıtan mezar taşları ile ünlüdür. Dikdörtgen prizma şeklinde forma sahip Ahlat mezartaşlarının yer aldığı Ahlat(Bitlis) mezarlığı adeta Selçuklu Dönemi süsleme öğeleri sergisi gibidir (Karamağaralı, 1972:26-30) (Res. 1.62.-1.64.) Res.1.62. Ahlat Mezarlığı (Selçuklu Dönemi) (www.ahlatfoto.com. Erişim Tarihi: 15.03.2013 ) Selçuklu dönemi mezartaşlarında figüratif elemanlarla süslü mezartaşları da ayrı bir ekol oluşturmaktadır. Bu taşlar üzerinde hayvan ve insan figürleri bitkisel ve geometrik motiflerle birlikte kullanılmıştır. Anadolu’da örneklerine Afyon, Seyitgazi, Kırşehir, Konya, Akşehir, Sivas ve Tokat gibi yerlerde rastlanmaktadır (Öney, 1969: 284). 106 Res. 1.63.-1.64. Ahlat mezartaşlarından örnekler (www.ahlatfoto.com. Erişim Tarihi: 15.03.2013) Ahlat mezartaşlarında sekizgen, altıgen, onikigen şeklinde geometrik geçmeler, çok kollu yıldızlar, sivri kemer içine yerleştirilmiş palmetler, palmet dizileri, kufi yazılar, kandil, hayat ağacı motifleri tipik Selçuklu özelliklerindendir. Tunceli çevresinde, özellikle Ulukale yakınında Akkoyunlu ve Karakoyunlu dönemlerinden kalma mezar taşları koç ve at şeklinde olmalarıyla dikkati çekmektedir (Res.1.65.-1.67.). Bu mezar taşları 15-17. yüzyıllar arasında bölgede yapılmış mezar taşlarının en erken örnekleri olup yöreye hâkim olan Akkoyunluların buradaki varlıklarını gösteren belgelerdir. Bu tür mezar taşları blok taşlar oyularak meydana getirilmiştir. Çoğunlukla koyun, koç ve at motifleri işlenmiştir. Ayrıca blok halinde dikey sütunlar olarak da mezar taşları yapılmıştır. Bu taşlarda dikkati çeken bir nokta ise üzerlerinde bir yazı veya kime ait olduklarını belirten bir bilginin olmamasıdır. 107 Res.1.65.-1.67. Koç ve at şeklinde mezartaşlarından örnekler (www.kenthaber.com. Erişim Tarihi: 15.03.2013) Anadolu Beylikleri döneminde çoğunlukla Selçuklu biçim ve süsleme özellikleri kullanılmıştır. Örneğin Menteşeoğulları yöresindeki taşlarda Selçuklu mimari yapılarından unsurlar görülür. 1361-1496 yılları arasına tarihlenen Milet 108 mezartaşları, mihrap şeklinde, yanlarında burmalı köşe sütunçeleri ile taşınan gövdeleri kıvrımlar verilerek oyulmuştur4 (Wittek,Sarre,Wulzinger: 1935: 93-128) Süsleme unsurları arasında kandiller ve tepelik kısmında palmetler önemli bir yere sahiptir. Res.1.68. Beylikler Dönemi dilimli sivri kemerli mezartaşı üzerinde kandil motifi yer almaktadır (www.kenthaber.com. Erişim Tarihi: 15.03.2013). 4 Milet mezartaşları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Wıttek, P., Sarre, F., Wulzinger K., Das Islamische Milet, Berlin und Leipzig, 1935. 109 1.12.2. Osmanlı döneminde mezartaşları Erken Osmanlı döneminde mezar taşlarında yaygın form, Beylikler ve Selçuklu dönemlerinde olduğu gibi alınlık kısımlarının sivri kemer ya da sivri kemerin dilimlenmiş biçimdeki düzenidir (Res.1.68.-1.69.) Bu dönemde Beylikler ve Selçuklu Dönemlerinin biçimsel ve bezemesel özellikleri devam etmekle birlikte yeni denemeler geçmişten gelen formların yanında farklı uygulamaları ortaya koymuştur. Erken dönemin taşları ileri derecede stilize edilmiş bitkisel ve hayvansal motiflerin oluşturduğu rumi ağlarla kaplıdır. Taşlar üzerinde yer alan kuş, krep, yengeç, yılan gibi hayvanların stilizasyonu ileri bir soyutlama niteliğindedir. Boyutları da Selçuklu örneklerine göre farklılaşmıştır. Selçuklu mezar taşlarının çoğunda yükseklik enin 2 il 3 katıyken, Osmanlı mezar taşlarında yükseklik enin 4 ila 5 katı olmuştur (Haseki, 1977: 25). Res.1.69. Sivri kemer formunda Erken Osmanlı dönemine ait mezartaşı (www.ilyasucar.com. Erişim Tarihi: 18.03.2013). 110 Osmanlı dönemi mezartaşları biçim açısından 3 şekilde yapılmıştır: 1-Sanduka(lahit) tipinde mezartaşları: Sanduka tipi Selçuklu geleneğinin bir uzantısı olarak 15 ve 16. yüzyıllara kadar azalarak devam etmiştir. Yüzyılın ortalarından itibaren baş ve ayak taşları, yatay bir taşın iki yanında yer alır biçimde örneklerine rastlanmaya başlamıştır. 2-Dikey ve yatay mezar taşları: Osmanlı’nın tüm dönemlerinde mezarın baş ve ayak kısmına veya sadece baş kısmına dikey olarak konmuş, bazılarına başlık tipleri de oturtulmuştur. 16.yüzyılın ortalarından itibaren bazı mezarlarda bu taşların yatay bir taşın iki yanına geçmek suretiyle üçlü bir kompozisyon oluşturduğu örnekleri görülmeye başlar. 3- Silindir şeklinde oyulmuş sütun taşlar: Devşirme malzemeden de olabilen bu tip taşlar mezarın baş bazen de her baş ve ayak tarafına dikilen silindir formunda “sütuntaşlardır”. Başlıkları ayrı işlenmiş ve bazılarına, ölen kişinin sosyal statüsüne göre değişen başlık tipleri oturtulmuştur. Klasik Osmanlı döneminde mezartaşları da dönemin sadeleşen üslubundan etkilenmiştir. Selçuklu taçkapılarında görülen ve mezar taşlarına da yansıyan kavranması güç bezeme unsurları klasik dönem taçkapıları gibi mezartaşlarında da görülmemektedir. Ayrıca bu dönemde taşlar üzerinde süslemeye rastlanmamaktadır. Bu unsurun yerine ölen kişinin kimliğini belli eden semboller kullanılmıştır. Bu sembollerden birisi 16.yüzyıldan itibaren görülen “serpuşlardır”. Sadrazamların beylerin, hocaların, şeyhlerin, esnafın ayrı ayrı serpuşları vardır ve mezar taşlarına işlenen bu başlıklar ölen kişinin kimliğini ortaya koyar (Res.1.70.- Res.1.67.). Yuvarlak, şişkince olup üzerine bez sarılanlarına kavuk” (Res.1.68.) silindir şeklindekilere “sikke”, sivri ve koni şeklindekilere “külah”, tam başı örtecek kadar küçük olup kafanın şekline uyanlara “takke” denmiştir (Önder, 1970: 9) Tanzimatla beraber (1828) resmi başlık olarak kabul edilen “fes görülmeye başlamıştır (Akar, 1974: 21) (Res.1.69.) 111 Res.1.70. Çeşitli başlıklara sahip Osmanlı wowturkey.com/forum. Erişim Tarihi:18.03.2013) mezartaşları (www. Erken dönem Osmanlı mezar taşlarında, sarıklı başlık hemen hiç kullanılmamıştır. Sarıklı mezar taşlarının ilk örneklerinde, kalın ve yukarıdan aşağıya dilimli sarıklarda (Res.1.71.) içerideki başlığın sivri tepesi az da olsa görülürdü. Res.1.71. Sarıklı bir mezartaşı örneği (www.ilyasucar.com. Erişim Tarihi: 18.03.2013) 112 Kavuklu mezar taşlarının tipik örneklerinden biri, çubuk başlıklı olanlardır. İçeride bulunan başlıkta, yukarıdan aşağıya doğru kalın çizgiler bulunur, bunları daha çok orta dereceli memurlar giymekteydi. Bunun diğer çeşidinde ise, içerideki başlık baklava dilimlerine sahiptir (ilyasucar.com, 2013). Kavuklu mezar taşlarında, sarıkları yanlardan şişkinlik yapacak derecede olan bir tür vardır ki, bu tarz kavukları, daha çok saraylılar tercih ediyordu (Res.1.72.). Bunlar da kendi içlerinde, çubuk başlıklı ve kafes dilimli kavuklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Res.1.72. Bir erkeğe ait kavuklu mezartaşı Res.1.73. Fesli mezartaşı (www.ilyasucar.com. Erişim Tarihi: 18.03.2013) Osmanlı mezar taşlarında en çok görülen başlık türü festir (Res.1.73.). Kuzey Afrika'da bir hayli yaygın olan fes, İkinci Mahmud'un giyimde yenileşmeye gitmesi üzerine, Osmanlı halkı ve ordusu tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönem sonrasında da, mezarlıklarda fesli mezar taşları görülmeye başlanmıştır. Osmanlı mezarlıklarında yatan kişinin mesleğini, mezar taşının üzerindeki işaretlerden anlamak mümkündür. Meselâ bir denizcinin mezar taşında; çapa, (Res.1.74.) gemi direği ve yelken bezi; bir kâtibinkinde ise, hokka ve kalem görmek mümkündür. 113 Res.1.74. Üzerindeki “çapa” motifi ile bir denizciye ait olduğu anlaşılan silindirik formlu mezartaşı (www.ilyasucar.com. Erişim Tarihi: 18.03.2013) Klasik Osmanlı mezartaşlarında görülen bir diğer süsleme unsuru da “hayatın kısa kesildiğinin” ifadesi olan hançer ve kamalardır. Bunlar 15. ve 16.yüzyıllarda tek başına işlenirken, 17.yüzyılda kumaş desenleri ile bir sandukanın ortasına işlenen bir kemerin üstüne takılmış olarak kullanılmıştır. Gündelik hayata ait bu eşyalardan başka mezartaşları üzerinde rahle, sehpa, vazo, ibrik, kahve fincanı, divit gibi çeşitli eşyaların da işlendiği görülmektedir (Akar, 1974: 21). Selçuklularda uygulandığı gibi Osmanlı mezartaşlarında da en önemli motiflerden birisi “hayat ağacı” simgesi olarak kabul edilen selvi ve hurma gibi ağaçlardır. Anadolu mezartaşlarında selvi, sivri ucu rüzgârdan eğilmiş olarak resmedildiği gibi bazen de içi çiçeklerle doldurulmuştur. 17.yüzyıldan itibaren görülen bir diğer unsur da ziynet eşyalarıdır. Gerdanlık, küpe, broş gibi ziynet eşyaları mezartaşlarına genç kızların çeyiz sembolü olarak işlenmiştir (Akar, 1974: 20). 114 18.yüzyıla gelindiğinde Lale devrinden (1718-1730) itibaren Erken dönemlerdeki bitkisel motiflerdeki stilizasyonun ve hatai denilen süsleme üslubunun yerini gerçek görünümünde bitkisel örnekler almaya başlamıştır. Özellikle kadın mezar taşlarında 18.yüzyıldan sonra tüm sanat dallarında etkili olan Barok ve Rokoko akımlarının etkisinde şekil almış çiçek ve yapraklardan oluşan kompozisyonlar vazolu ya da vazosuz olarak mezar taşlarının alınlık kısımlarını oluşturan yeni süsleme öğeleri olmuştur (Res.1.75.) Bitkisel uygulamaların yanı sıra yıldız şeklinde rozetler ya da gülbezekler süslemede yaygın olarak kullanılmıştır. Res.1.75. Bitkisel motiflerin yoğunlukta olduğu kadın mezartaşlarından örnekler (www.ilyasucar.com. Erişim Tarihi: 18.03.2013) Batılılaşma dönemi Osmanlının son günlerine kadar devam etmiştir. Barok üslup 19.yüzyılda Rokoko ile birleşmiş ve Türk mimarisini etkisi altına almaya başlamıştır. Bu dönemin mezartaşları da devrin Nur-i Osmaniye, Laleli, Tophane Nusretiye Camileri ile Dolmabahçe Sarayı gibi eserlerinin birer parçası gibi işlenmiştir. 115 1.13. Mezar stelleri Mezar stelleri, Mezopotamya, Eski Mısır ve Batı Anadolu kültürlerinde kullanılan, dikilmiş yekpare bir taş ya da mermerden anıtlardır. İnce bir taş levha, yarım sütun ya da sütun şeklinde yapılmışlardır. Mezopotamya’da steller genellikle kralın buyruklarının yazılı olduğu anıtlar şeklindedir. Antik Yunanda ise çoğunlukla mezar taşı yani mezar steli olarak kullanılmıştır. Üzerlerinde genellikle dini amaçlı yazılar bulunur. Tapınakların ön taraflarına konan ve buralarda kullanılan steller islenişleri itibariyle ayrıca tapınakların dış görünümleri hakkında bilgi veren birer belge özelliği de taşırlar. Mezar stelleri ise tarih, monografi ve gelenek bakımından önemli belgelerdir. Yapıldıkları dönemin yaşam tarzı, aile yapısı, kıyafet, silah, yiyecek-içecek ve insanların doğa ile olan ilişkilerini yansıtan sahneler görülür. Ayrıca steller üzerinde sıklıkla rastlanan yazıtlararkeolojik açıdan önemli belgeler niteliğindedir. Mezar stelleri üzerinde Hellenistik dönemden itibaren ölen kişilerin yakınları, hizmetkarları, evcil hayvanları ve hatta kullandıkları özel eşyalar betimlenmiştir. Sahneler çok çeşitlidir ve gündelik hayatta kullanılan kapların bir kısmının betimlendiği dikkat çekmektedir. Özellikle Hellenistik ve Roma dönemine ait mezar stellerinde, pyksis(kapaklı kutu biçiminde kap), patera (az derin ve geniş ağızlı kap) cista, ayna, kalathos (küçük açık kap) striglis, aryballos, rhyton, unguentarium (parfüm kabı) görülmektedir. Anadolu’daki steller üzerinde ölen kişilerin eşyalarının betimlenmesi, özellikle Anadolu’nun hikâyeci geleneğinin, steller üzerinde sürmesinin kanıtıdır. 116 1.13.1. Mezar Stellerinden örnekler 1.13.1.1. Hellenistik döneme ait bir mezar steli (Res. 1. 76.) M.Ö. 2. yüzyılın III. çeyreğine tarihlenmiştir. Louvre Müzesi’nde bulunmaktadır Ephesos’ta bulunmuştur. Her iki yandaki köşe akroterleri kırık, alınlıklı ve yazıtlı bir steldir. Derin bir nişin tam ortasında bir kadın figürü yer almaktadır. Kadının her iki yanında, kısa boylu olarak yapılmış bir kadın ve bir erkek hizmetkar gösterilmiştir. Kadın figürünün arkasında, üstte yer alan raf üzerinde ise bir kalathos, silindirik gövdeli bir pyksis, lyra ve bir unguentariumyer almaktadır. ( Civelek, 78 ). Res. 1.76. Hellenistik döneme ait bir mezar steli (Civelek, 78 ). 117 1.13.1.2. Theodotos Steli (Res. 1.77.) “TheodotosSteli” M.Ö. 2.yüzyıla tarihlenmiştir. Yazıtlı ve dikdörtgen biçimli stelin her iki yanında karyatidlerin taşıdığı sütunlar yer almaktadır. Ortada ise khimationa sarınmış ve oturur şekilde betimlenmiş bir kadın figürü karşısında kline (yatak) üzerine uzanmış olarak gösterilmiş bir erkek figürü vardır. Klinenin sol yanında ellerinde çeşitli eşyalar tutan iki kadın ve sağ yanda erkek hizmetkar gösterilmiştir. Kadın ve erkek figürünün hemen arkasında üstteki raf görünümlü kabartma alanda ise, iki adet iğ biçimli unguentarium (koku kabı), üç adet pyksis (kap çeşiti) çelenk ve kitaplar yer almaktadır. İki adet aynı ölçülerde iğ biçimli unguentarium yan yana durmaktadır. Ayak ve boyun uzamaya başlamıştır ve boyunayak aynı uzunluktadır (Civelek, 80). Res. 1.77. Theodotos Steli (Civelek, 80 ). Arkaik Çağdan beri işlenen kline sahnesi, Resim sanatında (duvar freskleri, vazo resimleri), Anıt mezarlarda, lahitler ve mezar stellerinde kendini göstermektedir. Mezar stellerinde önemli bir yeri olan kline sahneleri, M.Ô. II. ve I yüzyılda daha da çoğalmaktadır. Roma döneminde ise çok daha fazla yapılan kline sahneli mezar stelleri giderek artmış göstermiştir. 118 1.14. Lahitler Lahitler pişmiş toprak, taş ya da mermer gibi maddelerden yapılan, içine ölünün yerleştirildiği sandukalardır. Çoğu zaman dikdörtgen prizma biçiminde ya da ender olarak bir banyo küveti şeklinde yapılmıştır. Bunlar dışında birtakım kuraldışı örnekler de mevcuttur (Koch, 2001:25). Kenarları kâgir, üstü kapak taşlarıyla örtülüdür. Yapısı ölünün statüsüne göre değişen lahitlerin dış kısımları genellikle çeşitli kabarmalarla resimlenmiştir. Önceleri yakılan ölülerin küllerinin saklandığı lahit'ler, sonradan birer mezar olarak kullanılmıştır. Lahitlerin birer oda veya küçük ev (ölü evi) biçiminde yapılması, ölülerin öbür dünyada yaşayacakları inancından gelmektedir.Lykia lahitleri “ölü evi” biçiminde yapılan lahitlerin en eski örnekleri arasında yer alır (İdil, 1998). Bu lahitlerin, kubbe biçimli kapakları, ev cephesini andıran yan kapıları ve pencere boşlukları vardır. Bu tür lahitlerin örneklerine Lykia'da M.Ö. VI. yüzyıldan imparatorluk devrine kadar rastlanmaktadır. Sayda'dan (Eski Sidon) getirilerek İstanbul Arkeoloji Müzesine konan “Lykia Lahti” bu türdendir (Res.1.78-1.79.). İkinci türden lahitler “hareon” tipindedir. Bu türün en açık örneği Helenistik çağ eserlerinden İstanbul Arkeoloji müzesindeki, “Ağlayan Kadınlar Lahti”dir (Res.1.81.). Kline lahitleri, daha çok ölünün odasındaki yemek masası veya yatağı durumundadır. Etruria'da bulunan bir türe girer. Genellikle niş içinde duran bu lahitlerin iç tarafları süslüdür. 4.-3. yüzyıl lahitleri yemek sofrasını andırır. Kline (yatak) türünden olan lahitler Frigya ve Paphlagonia'da görülür. Zengin boyalı klineler daha çok Lydia'da bulunmaktadır (Koch, 2001: 29-30). İmparator Adrianus devrinden kalma kabartmalı anıtsal lahitler vardır. Bunların çoğunda sadece görünen cephe kabartmalarla donatılmıştır. Asya tipi lahitlerin kapakları birer yatağı andırır. Üzerinde karı koca tasvirleri görülür. Bu tasvirlerde erkek, elini karısının omzuna koymuş durumdadır. Başka bir lahit türü de Girlandlı(askı çelenkli) lahitlerdir. Bu tür lahitlerin M.S. I. yy.da Anadolu'da geliştiği, sonradan Mısır, Suriye, Yunanistan ve Roma'ya yayıldığı ileri sürülmektedir. Bu lahitlerin en gelişmiş örnekleri, köşelerinde bukranion (öküz 119 kafası) tarafından taşınan girlandlarla süslü olanlarıdır. Bu biçimin sunaklardan alınarak lahitlere uygulandığı düşünülmektedir. Girlandlı lahitler önceleri natüralist bir üslûpta yapılırken, sonraları bu süslemeler, belli ve değişmez nitelik kazanarak üslûplaşmıştır. Bunların da kaynağı Anadolu'dur; bu lahitlerin yanlarında üçgen birer alınlık vardır. Alınlıklarında genellikle “Medusa başı” ve “rozas” (gül bezek, yıldız bezek) tasvirleri yer alır. Roma İmparatorluk Dönemi içerisinde seri üretime geçildikten sonra lahitler sınıflandırıldığında, girlandlı lahitler, sütunlu lahitler, frizli lahitler, tabula ansatalı lahitler, sandık lahitler, yivli lahitler ve yarım işlenmiş lahitler göze çarpmaktadır (Çelik, 2010: iii). M.S. 4. yy.’ın son çeyreğinden itibaren pagan dönemde kullanılmış olan lahitlere, haç gibi Hıristiyanlık sembolleri eklenmiştir ( Karaüzüm, 2005: 49–65). 1.14.1.Lahitlerden örnekler 1.14.1.1. Likya lahiti Osman Hamdi Bey tarafından 1877 yılında Sayda’daki (bugünkü Lübnan sınırlarında) kral mezarlarında, 4 nolu mezar odasında bulunmuştur (Res.1.78-1.79). İstanbul Arkeoloji Müzelerinde sergilenmektedir. Yunan heykeltıraşçılığının güzel örnekleri içinde yer almakta olan Lahdin kimin için yapıldığı bilinmemekle birlikte, MÖ 5. yüzyılın sonlarına ait olduğu tahmin edilmektedir. Lahit, Sayda'da bulunmasına karşın, mimarisi tipik Likya mimarisidir. Bu yüzden heykeltraşının Likyalı olması muhtemeldir. Lahdin uzun taraflarının birinde 5 avcı bir erkek domuzu avlarken görülür. Avcılar geniş alınlı, küçük kafalı, geniş böğürlü ve zayıf bellidir. Bütün avcıların sağ kolları yukarı doğru kalkmıştır. Üzerlerinde 5. yüzyıl Atinasında popüler olan Trak giysileri vardır. 120 Lahdin diğer uzun kenarında ise bir aslan avı betimlenmiştir. 4 avcı, her biri 4 atın çektiği iki savaş arabası sürmektedir. Savaş arabaları birbirlerinin üstüne yerleştirilerek derinlik kazandırılmaya çalışılmıştır. Atların vücutlarının ancak bir kısmı görülür, arkada kalan kısımları saklanmıştır. Muhtemelen sol taraftaki avcının kadınsı saç şeklinden dolayı savaş arabalarını kullanan genç adamlar Amazonlar olarak da yorumlanmıştır. Lahidin kısa tarafının bir yüzünde bir kayanın üzerinde 2 sentor bir geyik için kavga etmektedir. Sol taraftaki Sentor çıplak iken, diğerinin boynundan bir panter derisi sarkar. Kemer şeklindeki kapağın bu taraftaki yüzüne ise iki tane sfenks oturtulmuştur. Sfenkslerin kanatları kemerin üzerine kadar ulaşır. Aslan vücutları, kadın yüzleri ve göğüsleri vardır. Mezarın gardiyanlığını bu sfenksler yaparlar. Lahdin diğer kısa kenarında altta Kaineus efsanesi işlenmiştir. Efsanede Kaineussentorlar tarafından kafasını sopayla ezerek toprağa gömerler. Kabartmada da Sentorlar elinde miğfer tutan Kaineus'u yere gömmektedirler, ancak ellerinde sopa değil, büyük bir kaya bulunmaktadır. Kapağın bu tarafında ise yarısı aslan yarısı kartal şeklinde iki figür betimlenmiştir. Her ikisi de arka ayakları üzerinde dikilmiş ve pençelerini yukarı kaldırmıştır. Her ikisinin de kartal görünüşlü kafaları, uzun gagaları ve başlarının üstünden boyunlarına kadar süren ibikleri vardır. Kanatları aşağı doğru sarkmıştır. Alt bölümleri lahdin diğer yüzündeki sfenksler gibi aslan biçimindedir. Mezar bekçiliği vasfını en iyi yansıtan figürler arasında sayılan sfenksler Mısır’ın yanı sıra aynı zamanda Anadolu ve Mezopotamya ikonografisinde de çok önemli yeri olan bir unsurdur. Doğu Dünyası’nın yaratması olan sfenks düşüncesi, Roma öncesi dönemde Eski Yunan ve Etrüsk Sanatı’na da yansımıştır. Roma İmparatorluk Dönemi’nden sonra da sanatta kullanımı devam etmiş ve Doğu Roma Sanatı’nda maden, fildişi ve kemikten heykelleri süslemek için kullanılmıştır. Sfenks, Türk Resim Sanatı içinde yine çok tercih edilmiş, özellikle Selçuklu Sanatı’nda çok kullanılmıştır. Kubad-Abad Sarayı çini süslemelerinde kullanılan Sfenks resimleri buna en iyi örneklerdendir ( Önder, M. 1998: 89). 121 Res.1.78. Likya Lahdi (MÖ 5. yüzyılın sonları) (www.sugraphic.com. ErişimTarihi: 15.03.2013) Res.1.79. Likya Lahdinden ayrıntı (www.mehmetakinci.com. ErişimTarihi: 09.09.2013). 122 1.14.1.2. İskender Lahdi Her ne kadar “İskender Lahdi” olarak anılsa da aslında İskender'e ait olmayıp Sidon Kralı Abdalonymos'a ait olduğu düşünülen Lahit İstanbul Arkeoloji Müzesi Koleksiyonunda yer almaktadır (istanbularkeoloji.gov.tr, 2013). Lahdin ön yüzünde solda atının üzerinde İskender gösterilmiştir. İskender, Herakles soyundan geldiğine inandığı için, başında Nemea aslanının postu ile tasvir edilmiştir. Buna ek olarak, kulağının yanında, Mısır tanrılarından Ammon'un simgesi olan koç boynuzu görülmektedir. Lahdin üzerindeki bu tasvirden dolayı lahdin ismi İskender ile bütünleşmiştir. Aslında İskender Babil'de ölmüş ve cenazesi İskenderiye'ye gönderilmiştir. Lahdinin de antropoid: insan biçimli bir lahit olduğu bilinmektedir. Lahdin gövdesinin uzun yüzlerinden birinde Persler ve Yunanlılar arasındaki bir savaş sahnesi yer almaktadır (Res.1.80.). Yunanlılar ile Pers askerleri kıyafetlerinden kolaylıkla ayırt edilebilir. Yunanlılar kısa tunik veya pelerin giyerken, Pers askerlerinin geleneklerine göre erkeklerinin yüz ve parmak uçları dışında bedenlerini açıkta bırakmaları yasak olduğundan, pantolonlar birkaç kattan oluşan uzun kollu gömlekler ve başlarını saran tiaralar giydikleri göze çarpmaktadır. Savaş sahnesinin İskender'in MÖ. 333 yılında kazandığı, ona Fenike ve Suriye kapısını açan Issus savaşını temsil ettiği düşünülmektedir. Bu savaşın sonuçlarından biri de, lahdin sahibi olduğu sanılan Abdalonymos'un yazgısının değişmesi ve bir süre sonra Sidon kralı olmasıdır. Lahdin ikinci uzun yüzünde iki av sahnesi canlandırılmıştır. At ve arabalarla avlanmanın Yakındoğu uygarlıklarına ait bir özellik olduğu, İskender'in de Fenike'de bu tür avlara katıldığı bilinmektedir. 123 Res.1.80. İskender Lahdi, Perslerle Yunanlılar arasında savaş sahnesinin betimlendiği yüzü (www.istanbularkeoloji.gov.tr. ErişimTarihi: 19.03.2013) İskender'in İran'ı aldıktan sonra Doğu ve Helenistik kültürlerini bir araya getirerek bir Yunan-Pers İmparatorluğu kurmayı amaçladığı kabul edilmektedir. Hayatının sonuna doğru bir Pers prensesiyle evlenmiş, Pers giysileri kullanmaya başlamış ve Pers saray adetlerini benimsemiştir. Lahdin bir yüzünde dost olarak bir arada avlanan Persler ve Yunanlıları bu anlayışın ışığında görmek gerekir. İskender'in III.Darius'u Issus'ta yendikten sonra Amanos dağlarını aşıp Akdeniz kıyısını izleyerek Suriye'ye girdiği bilinmektedir. Pers yönetiminden hoşnut olmayan Sidon halkı, zengin kentlerinin kapısını Makedonya ordusuna açmış ve İskender'den kendilerine bir kral seçmesini istemişlerdir. İskender, Sidon'a kral seçecek zamanı olmadığından, bu işi Hephaestion'a vermiştir. Onun bulduğu Abdalonymos ise Sidon krallık ailesiyle ancak uzaktan akraba olup, kral seçilinceye kadar kentin dışında sakin hayat süren bir kişidir. Adı, Farsça 'tanrıların hizmetçisi' anlamına gelen Abdalonymos'un, daha sonra kendi için hazırlattığı lahdin süslemelerinin arasına İskender'in ve Hephaestion'un tasvirlerinin konulmasının nedeni budur. Bezemelerin incelenmesi Lahdi yapanların doğu süsleme sanatını çok iyi bildiğini göstermektedir. Akroterin üst sırası yer yer sadece kanat parçaları kalmış 124 kartallarla dönüşümlü olarak yerleştirilmiş kadın başlarından oluşmuştur. Eski Suriye'de kartalların ölülerin ruhlarını cennete taşıyan kuşlar olduğuna inanılırdı. İki yanda en altta sıralanan daha küçük dokuzar kadın başı da Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinde tarih öncesi dönemlerden beri tapınılan ana tanrıçayı akla getirmektedir. Her iki alınlığın tepe akroterleri Pers grifonları ve bitkisel bezemelerle süslüdür. Alınlığın köşelerine lahit koruyucusu olarak birer aslan oturtulmuştur. İnce boyunlu, gövdeleri zayıf birer köpeği hatırlatan bu aslanlar İon sanatına özgü bir motiftir. Lahdin kapağı da gövdesiyle aynı cins mermerden yapılmıştır. Lahdin işlemelerinin inceliği böyle bir eseri Yunanistan'dan Lübnan'a götürmek çok tehlikeli olduğu için eserin Sidon'da yapılmış olması gerektiğini akla getirmektedir. Heykeltıraşı hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Lahdi boyayan ressamların da yontucu kadar usta oldukları sanılmaktadır. Lahit bitirildiğinde gözler, kirpikler, dudaklar ve giysilerin mor, sarı, mavi, kırmızı ve menekşe rengiyle boyandığı, figürlerin tenine hafif vernik sürüldüğü anlaşılmaktadır. 1.14.1.3. Ağlayan Kadınlar Lahdi İskender Lahdi ile aynı Kral Nekropolü’nde ortaya çıkarılan Ağlayan Kadınlar Lahdi (Res.1.81.), bulunmasından önceki bir dönemde soyulmuş olduğu için, içinde ait olduğu kişinin kemiklerinden ve bronz bir kemer tokasından başka bir şey bulunmamıştır. Mermerin üzerinde yer yer günümüze kadar ulaşan izlerden, ilk yapıldığı zaman mavi ve kırmızı tonlarda boyalı olduğu anlaşılmaktadır. Lahit arkeolojide “Sütunlu Lahitler” olarak adlandırılan grubun en iyi örneği olup, bir mezardan çok “Halikarnassos Mausoleimu” ya da “Nereid Anıtı” gibi, bir son dinlenme yeri olarak yorumlanmaktadır. Mimari özellikleri İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin klasik binasının mimarisinde de kullanılmıştır. Yunan yontu sanatının, doğulu etkiler taşıyan bir örneğidir. Figürlerin tıraşlı kafaları, yalın ayakları, yırtık giysileri ve üzüntülerini yansıtan hareket ve ifadeleri Semitik topluluklara ait özelliklerdir. Lahdin zevk ve eğlenceye düşkün bir insan olduğu söylenen Sidon kralı 125 Straton'a (MÖ 374-358) ait olduğu sanılmaktadır. Lahit, bir İon tapınağı biçimindedir. Sütunların arasında yer alan 18 üzgün kadın figürünün, Ortadoğu ülkelerinde yaygın olan ağlayıcı kadınlardan çok, ölünün eşlerini ya da haremindeki kadınları temsil ettiği sanılmaktadır (istanbularkeoloji.gov.tr, 2013). Res.1.81. Ağlayan Kadınlar Lahti, Sütunlar arasında ağlayan/üzgün kadın tasvirleri yer almaktadır (www.istanbularkeoloji.gov.tr. ErişimTarihi:19.03.2013). 1.14.1.4. Girlandlı lahitlerden örnekler Girland taşıyıcısı boğa başı, koçbaşı gibi figürler ile girland üstü boşluklarında yer alan aslan ve Medusa başı gibi figürleri girlandlı lahitlerin diğer önemli özelliklerindendir. Ayrıca girlandlı lahitler üzerinde görülen portrelerde dönem özelliklerini yansıtan kadın ve erkek figürlerine ait bazı özelliklerin lahitler üzerinde bulunan tiyatro maskı, Nike, Eros gibi figürlerde de görüldüğü anlaşılmıştır (Çelik, 2010: 94). Res.1.82. ve 1.83’teki deki lahit, M.S. 260–280 tarihli olup Roma İmparatorluk Dönemi Girlandlı Lahitler grubundandır. Mermerdir. Lahdin kapağı mevcuttur ancak sağ alt bölümden kırılmıştır. Bunun dışında eser genelde sağlam haldedir. Lahdin uzun yüzlerinde üç adet kısa yüzlerinde ise bir adet girland bulunmaktadır. Girland 126 taşıyıcıları ortada Eros köşelerde ise koçbaşıdır (Res.1.83.) Girlandlar ve taşıyıcılar yüzeysel verilmiştir ( Ergeç, 1987:37). Res.1.82. Girlandlı lahit örneği (Adana Müzesi Koleksiyonu 8282 envanter nolu eser) (Çelik, 2010: 147). Res.1.83. Lahdin Sağ Kısa Yüzü (Çelik, 2010: 147). 127 Res.1.84. 440 Envanter Numaralı Lahit Ön Yüz. (Adana Müzesi Koleksiyonu) (Çelik, 2010: 145). Res.1.84.’deki lahit M.S. 250–270 tarihli olup Roma İmparatorluk Dönemi Girlandlı Lahitler grubundandır. Mermer bir lahittir. Lahdin kapağı mevcuttur. Eser, genelde sağlam haldedir. Lahdin uzun yüzlerinde üç adet, kısa yüzlerinde ise bir adet girland bulunmaktadır. Girland taşıyıcıları ortada ve ön yüz sol tarafta boğa başı iken kalan bölümde koçbaşıdır. Girlandlar ve taşıyıcılar yüzeysel verilmiştir (Ergeç, 1987: 38) Res.1.85.’deki lahit M.S. 200–220 tarihli olup Roma İmparatorluk Dönemi Girlandlı Lahitler grubundandır. Mermerdir. Eser üzerinde yer yer küçük kırıklar mevcuttur. Kapağı yoktur. Lahdin uzun yüzlerinde üç adet kısa yüzünde ise bir adet girland bulunmaktadır. Ön yüz orta girland üstü boşluğunda üzerinde Grekçe yazıt bulunan bir tabulaansata yer almaktadır. Girland taşıyıcıları ortada Eros köşelerde ise Nike’dir. Erken Severuslar Dönemi sanat özellikleri göstermektedir. (Ergeç, 1987: 8, 17). Res.1.85. 1058 Envanter Numaralı Lahit Ön Yüz. (Adana Müzesi Koleksiyonu) (Çelik, 2010: 77). 128 1.15. Sunaklar Çeşitli dinlerde tanrıya adanan kurbanın yerleştirildiği ya da tanrıya yakarış için kullanılan yüksekçe yer ya da masadır. Özellikle antik dinlerde yaygın olan sunaklar, Musevilik ve Hıristiyanlıkta da önemli bir yere sahiptir. Antik dinlerden kalan sunak yıkıntıları, dinlerin ayinsel özelliklerini ve ibadet geleneğini öğrenmek açısından önemlidir. Sunaklar mimari açıdan iki biçimde yapılmıştır. Bir tapınağın içinde ya da önünde yer alan taşınabilir masa şeklinde ya da önünde dinsel törenlerin yapıldığı anıtsal bir yapı biçiminde olan örnekleri vardır. Sunaklar adandığı tanrı ya da azizin varlığını simgelemekte ve genellikle onun röliklerini barındırmaktadır. Hıristiyanlıkta, dinsel törenler sırasında kullanılan, çoğu zaman tek parça taştan yapılmış liturjik içerikli bir tabla biçiminde yapılmıştır (Res. 1.86.). Res. 1.86. Kare formunda bir sunak örneği (Kaynak: Ceren Erdoğan, arşiv/2013). Kişisel Sunakların genellikle “girland” motifiyle süslendiği görülmektedir. Girlandlar yapraklı dal, çiçek, meyve, meşe yaprağı ve meşe palamutu, sarmaşık yaprağı, çam kozalağı gibi bitkisel elemanların bir araya getirilerek kurdelalarla sarılması sonucu 129 oluşturulmuştur. Kare veya daire biçimindeki bir taban üstünde yükselen sunakların süslenmesinde sıkça kullanılmıştır (Gürer, 2006: 35 ). Res. 1.87. Silindirik formda bir sunak örneği (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel Arşiv, 2013). Genellikle mermerden yapılmış olan girlandlı sunaklar (Res. 1.87.) 0,600.90 m. yüksekliğindeki mermer masalar şeklindedir. Bunlarda, motifin değişmez elemanı olan girland veya girlandlar, kurdelalar ile girland taşıyıcılarına bağlıdır. Girland taşıyıcıları, genellikle koyun, sığır, keçi, karaca ve geyik gibi çift tırnaklı hayvanların kesik kafalarıdır. Bazen altlarından birer üzüm salkımı sallanır. Sunaklar, girlandların üslubuna göre tarihlendirilebilir. Örneğin, Hellenistik dönem sunaklarındaki girlandlar genellikle ince olup kalınlıklarını değiştirmeksizin devam ederler. Orta noktaları vurgulanmıştır. Yapraklan, bu noktaya gelince yön değiştirirler. Roma imparatorluk dönemi girlandları ortalarında kalınlaşmış ve aşağıya doğru sarkmıştır. Roma İmparatorluk Çağı girlandlarının yaprakları hep aynı yöne bakarlar. Girland üstü alanlar, bazen boş, bazen rozet “phiale” veya “patera” yaprak gibi dekoratif elemanlar ile doldurulmuşlardır. Özellikle M.S. 3. yüzyılın başlarında yapılmış olan sunakların girlandları çok yüklüdür. Bununla birlikte yazıta sahip olan sunaklardan daha fazla bilgi edinilmektedir. 130 Yunan ve Roma toplumunda, çok farklı sunu ve sunak tipleri vardır. Yunan dininde kutsal alanların yeri çok fazla değiştirilmediği için sunak çoğunlukla kutsal alana yapılan ilk mimari öğe olmakta ve buraya yapılan tüm kutsal mimari yapılara öncülük etmektedir. Zamanla hem kamusal, hem dinsel, hem kültsel hem de idari bir öğe haline gelmiş, Tanrılar yerine Tanrılaştırılmış hükümdarlara da adanır olmuşlardır. Farklı kültlerle beraber çok Tanrılı Yunan kült düşüncesi içinde sunaklar vazgeçilmez ama karmaşık bir öğe halinde yerini almıştır. Portatif Roma sunakları dörtgen ya da silindirik olabilmektedir. Etrüsk geleneğinde olan silindirikler en eskileridir. Köşeliler daha çoktur, fakat tipleri değişmektedir. Bunlar genellikle genişçe bir kaide üstüne oturtulmuşlardır. Bu tip sunakların üst kısmında çoğunlukla bir oyuk bulunmaktadır. Ancak bazılarının üst kısmı düz bırakılmıştır. Bezemelilerde yumurta ok motifi, Taenia bezemesi ya da Torus profili görülmektedir. Klasik Dönem’den itibaren ve özellikle Roma Dönemi’nde popüler olmak üzere sunak üzerindeki rölyeflerde ve bezemelerde insan ya da hayvan figürleri görülmeye başlanmıştır. Triglif, Bucrania, Rozet gibi farklı süslemeler de görülür. Dikdörtgen monolitik sunaklar bazen üst bölümün kısa kenarlarında, ateşin ve küllerin sınırlandırılması amacıyla yapılan yükseltilmiş bariyerlere sahiptir. Bu bariyerler çoğunlukla bir volüt şeklindedir. Bir silindir ya da sarmal şeklinde örnekleri de vardır (Gürer, 2006: 55 ). 131 1.15.1. Bir sunak örneği: Bergama Zeus Sunağı Bergama kralı II. Eumenos (MÖ 197-159) döneminde prestij ve tapınma amaçlı mermerden inşa edilen bu muhteşem sunak, sanat değeri son derece yüksek heykel duvar kaplamalarıyla antik çağdan kalan anıtsal mimari yapılar arasında çok önemli bir yere sahiptir. Bu sunak aslında bir zafer anıtıdır. Bergama krallarının Galatlara karşı MÖ.165-156 yılları arasında kazandıkları zaferleri ölümsüzleştirmek için yapılmış ve Baş tanrı Zeus ile onun savaş ve akıl tanrıçası sevgili kızı Athena’ya adanmıştır (Res.1.88). Res.1.88.Bergama 19.03.2013) Zeus Sunağı (www.imo.org.tr/resimler. Erişim Tarihi: Bitmeden bırakıldığı düşünülen sunağın üç tarafı duvar ve sütunlarla çevrilidir. Batıda ise yukarı doğru uzanan 24 basamaklı merdiven görülür. Ana meydanın girişi doğudadır, ancak sunak avlusuna çıkan merdivenler batıda olduğundan sunağa gelenler merdivenli cepheye varabilmek için yapının iki yanından birini (kuzey – güney) dolaşmak zorundadır. Dış yüzde sütunlu galeriler bulunmaktadır. Kuzey, güney ve doğu yüzlerini kuşatan ve Tanrılarla Gigantların savaşını anlatan (Gigantomachia) içeren yüksek kabartmalara sahiptir. Kabartmalar yaklaşık 130 m. uzunluğunda ve 2.30 m. yüksekliğindedir. Sunağın iç yüzünde de dış yüzde olduğu gibi sütunlu galeriler planlanmış ancak tamamlanmamıştır. Duvarın iç yüzünü, Pergamon krallık soyunun atası olarak kutsanan Herakles'in oğlu Telephos 132 destanından sahneler süsler. Hellenistik Dönem’in belki de en önemli sunağı sayılmaktadır (Usman,55). Şimşek demeti ile kartal, Zeus'un simgeleridir. Bergama Asklepieion'unun girişinde yer alan sunağın boşluğunda, bir phiale veya patera'dan süt içmekte olan bir çift yılan yer alır. Yılan, Sağlık Tanrısı Asklepios'un kutsal hayvanıdır (Res.1.89.). Res.1.89. Bergama Zeus Sunağı ayrıntısı (www.imo.org.tr/resimler. Erişim Tarihi: 19.03.2013). Başaklar ile haşhaş kozaları, tanrıça Demeter'in simgeleridir. Demeter'in Yer altı Dünyasına (Hades) kaçırılmış olan kızı Persephone'yi arayışını canlandıran dinsel törenlerde, meşalenin kullanılmış olması çok doğaldır. Stratonikeia (Eskihisar)’da bulunmuş olan sunakta girland taşıyıcısı olarak kullanılmış olan Eros, tanrıça Aphrodite veya oğlu Eros ile ilişkili olmalıdır. Medusa başı ise koruyucu figür olarak kullanılmaktadır. 133 1.16. Geleneksel Türk evi Türkler Anadolu’ya geldikten sonra yerleşik düzene geçmeye ve eski “göçebe” özellikleri ile benimsedikleri İslam dininin birleşimiyle yeni bir yaşam biçimi oluşturmaya başlamışladır (Altınoluk, 1989:3). Türk evi plan tipinin gelişimini göçebelik dönemine kadar uzatmak mümkündür. Türkler Anadolu’ya yerleşmeden önce yaşadıkları Orta Asya’da sert iklim koşulları nedeniyle göçebe olduklarından Anadolu’ya geldikleri 10. 11.yüzyıllar öncesine kadar çadırlarda yaşamışlardır. Türklerin yaşadıkları bu çadırlar taşınabilir cinsten ve genellikle keçe ve deri malzemeden yapılan çadırlardır. Türklerin yerleşik yaşama geçmeleriyle birlikte çadırın mimarideki etkileri de görülmeğe başlamıştır. Ancak çadırlar genellikle yuvarlak hatlara sahipken evler dikey hatlara sahiptir. Çadırlarda sandıkların bulunduğu alanlar, odalarda kapalı kullanma yeri biçimindeki dolaplara dönüşmüştür (Günay, 1981: 29). “Türk Evi Plan Tipi” yerleşik düzene geçer geçmez meydana gelmemiştir. Türkler Anadolu’ya yerleşmeye başlayınca, daha önce buralarda yerleşen kültürlerin, iklimsel özelliklerin de etkisinde kalmışlar, ardından Türk evi plan tipini meydana getirirken, daha önce bu yörelerde yaşayan kültürleri de yorumlamışlar ve kendi kültürleriyle bir sentez yapmışlardır. Türk evi plan tipinin meydana gelmesinde birçok etken rol oynamıştır. Anadolu’nun değişik iklim bölgelerine ayrılması, kurulan evlerin malzemesini ve biçimlerini etkilemiştir. Bölgesel özellikler şehir dokusunun yanı sıra konut mimarisini de etkilemiştir. Etkenlerin en önemlisi iklimdir. Anadolu’nun doğal koşulları yapıların biçimlendirilişlerinde ve uygulanışlarında da etkilidir. Türk evlerinde görülen farklı tiplerin diğer bir nedeni de zemindeki toprak örtüsüdür. Malzeme, zemin ve örtünün verdiği imkânlara göre kullanılmıştır. Bu nedenle iklimleri birbirlerine yakın olmalarına rağmen Konya’da taş, Kayseri’de kerpiç duvar kullanılmıştır. 134 Geleneksel Türk evlerinde malzeme kullanımı bölgelere göre çeşitlilik göstermektedir. Anadolu’nun birçok bölgesinde ve kış dönemine göre de açık-serin ve kaplı-iyi korunmuş odalar düzenlenmiştir. Malzeme kullanımında ise yine iklime bağlı olarak Orta Anadolu’da taş temel üzerine kerpiç, Güneydoğu Anadolu’da taş, Karadeniz Bölgesinde ahşap kullanımı yaygındır. Batı Anadolu bölgesi evlerinde özellikle Kula, Bergama, Tire, Ödemiş yöresinde taş temel üzerine ahşap karkas teknikli duvarlar yer alır. Yapıların bölme duvarları çoğunlukla ahşap karkas ve bağdadi tekniklidir. Türkiye’de farklı koşullar iklimin ve yerel koşulların da etkisiyle plan açısından birbirinden çok fazla farklılık göstermese de, yapı itibariyle birtakım farklılıklar göstermiştir. Kuban (1966)’a göre bu plan tipleri şunlardır: a) Güney-Doğu Anadolu’nun Kuzey Suriye ile ortak kültürünün ifadesi taş konut mimarisi. b) Erzurum’dan öteye Kuzey-Doğu Anadolu’nun Güney Kafkasya ve Dağıstan ile akraba ahşap hatıllı taş mimarisi. c) Doğu Karadeniz Bölgesi’nde görülen karakteristik ahşap iskeletli ev mimarisi. d) Ege ve Akdeniz bölgesinin düz damlı kübik taş mimarisi. e) Orta Anadolu’nun özellikle Niğde ve Kayseri bölgesinin kaynakta yine Kuzey Suriye ile buluşan taş mimarisi. f) Orta Anadolu’nun daha çok köy ve küçük kent ortamında kalan ve kökü yeni taş çağına kadar uzanan kerpiç mimarisi. g) Esas yayılma alanı Anadolu’nun kıyıları ile orta yayla arasında bir ikinci çember gibi dolanan ve Sivas dolaylarından batıya ve İç Ege’den Toroslar kuzey yamaçlarına kadar uzanan ve yer yer diğer bölgelerde ve Balkanlar’da görülen hımış yapı tekniğinde inşa edilmiş konut mimarisi. 135 Kuban (1966) bu gruplar içerisinde Türklerin Anadolu’da geliştirdiği konut kültürüne en yakın olan grubun son grup olduğunu belirtmiştir. İklimsel, bölgesel ve sosyal koşulların etkisiyle farklı yöresel özellikler gösteren konut mimarisini diğer bir araştırmacı Sedat Hakkı Eldem ise (1968) yedi bölgeye ayırmaktadır: 1. Karadeniz sahili ve hinterlandı 2. İstanbul ve Marmara Bölgesi 3. Ege ve hinterlandı 4. Akdeniz Bölgesi 5. İç Anadolu Bölgesi 6. Doğu Anadolu Bölgesi 7. Güneydoğu Anadolu Bölgesi. Ailenin kişileri ev içinde değişik önemlerde yer alırlar. Evin erkeği en önemli kişisi sayıldığından en özenli oda onundur. “baş oda, selamlık” gibi isimlerle anılan oda, “efendi-konuk-hizmetçi” ilişkilerinin düzenlenmesi sonucunda biçimini almıştır. Hanımsa evin ikinci kişisidir ve günlük yaşantısının büyük çoğunluğu evde ve “haremlik” kısmında geçer. Türk evi bir anlamda kadın içindir. Bu nedenle evler çoğunlukla kadınların çalışması, dinlenmesi ve toplumsal ilişkiler kurabilmesini sağlayabilecek biçimde gelişmiştir. Odaların biçimlenmesinde de toplum yapısının özelliklerinin etkileri görülmektedir. Kuban (1966) değişik bölgesel konut geleneklerini bir ölçüde yaklaştıran ortak bir plan tipi olduğunu belirtmiştir. Bu plan tipi iki oda ve aralarında açık avludan ve bunların önünde uzanan bir saçak altından meydana gelir. Bu planın kaynağını ise Ortadoğu’nun eski kültür katlarına bağlamaktadır. Anadolu-Türk konutlarının örneklerinin de oda, eyvan ve sofadan meydana gelen bu şemadan etkilendiğini öne sürer. 136 Anadolu evlerinin inşa malzemeleri bölgelere göre değişiklikler göstermektedir. Ege, Marmara ve Karadeniz ile Sivas, Elazığ, Malatya, Burdur ve Antalya sınırları içinde kalan alanda ahşap, kerpiç ve taş malzeme kullanılır. Özellikle ahşap ve taş malzemenin pek fazla bulunmadığı ve temin etmenin güçleştiği Orta Anadolu Bölgesi’nde en fazla kerpiç malzemenin kullanıldığı görülmektedir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde taş ve kerpiç kullanımıyla birlikte taş malzemenin temininin kolaylığı nedeni ile taş malzemeli yapılar daha fazladır. Marmara Bölgesi ve özellikle Çanakkale civarında ise taş inşa geleneği yaygındır. Üst örtü malzemesi ise Karadeniz Bölgesi’nin köy evlerinde genellikle ahşap iken, orta, doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde genellikle toprak damdır. Türk evini iki temel öğenin oluşturduğu görülür: bunlar “odalar” ve odalar arası ortak alan olan “sofalar”dır. Evler oda ile sofa birlikteliğinin şekline göre tanımlanmışlardır (Küçükerman, 108-109). Sofa ile odaların birlikteliğinden doğan Türk evi plan tiplerini Sedat Hakkı Eldem dört gruba ayırmıştır: 1. Sofasız plan tipi 2. Dış sofalı plan tipi 3. İç sofalı plan tipi 4. Orta sofalı plan tipi. Sofa bir geçiş mekanıdır, aynı zamanda bütün ev halkının toplandığı, düğün ve eğlencelerin düzenlendiği yerdir. Halk arasında " sergah, sergi, seyran, çardak, divanhane, hayat " gibi adlarla adlandırılmıştır. Dış sofalı, iç sofalı ve orta sofalı plan tipleri de kendi içlerinde gruplara ayrılırlar. Dış sofalı plan tipinin kendi alt grupları şunlardır: a) Dış sofalı tek odalı plan tipi b) Dış sofalı iki odalı plan tipi c) Dış sofalı eyvanlı plan tipi d) Dış sofalı iki odalı ve köşklü plan tipi 137 e) Dış sofalı köşklü ve eyvanlı plan tipi f) Dış sofalı bir ucu odalı plan tipi g) Dış ve köşe sofalı plan tipi İç sofalı plan tipinin alt grupları ise: a) İki yüzlü iç sofalı iki odalı plan tipi b) İki yüzlü ikiden fazla odalı iç sofalı plan tipi c) Bir yüzlü iç sofalı plan tipi d) Eyvanlı ve yan sofalı plan tipidir. Orta sofalı plan tipi ise kendi içinde şu gruplara ayrılır: a) Dört köşeli, orta sofalı plan tipi b) Pahlı köşeli, orta sofalı plan tipi c) Yuvarlak veya beyzi, orta sofalı plan tipi. Türk evi genellikle az katlıdır. Zeminde kat sayısı artmış, bu durumda da temel düzene uymak için üst kat her zaman diğer katlardan üstün tutulmuştur. Temel kat açık ve doğal ortamda şekillendirilen evlerde alçaltılarak doğaya yaklaştırılmıştır. Türk evinde önceleri tek katlı plan uygulanmasına rağmen sonraları kat sayısının arttığı görülür. Ancak esas kat genellikle en üstteki kat olmuştur. Alt katlar çoğunlukla ahır, depo, samanlık olarak kullanılır. Odaların içerisinde oturmak için kullanılan ve yapı ile birlikte inşa edilen sedirlerin yanı sıra duvarların birinde, genellikle giriş kapısının karşısına gelen duvarda ocaklar yer alır. Ocakların yanı sıra yüklükler ve dolap nişleri odaların içinde yer alan diğer unsurlardır. Sofalar ise Türk evini Batı Anadolu ve Avrupa evlerinden ayıran en önemli unsurlardır. Türk evlerinde bulunan diğer bir unsur ise eyvanlardır. Eyvanlar üç tarafı kapalı, sofaya açılan üstü kapalı mekanlardır. Kaynağı Ortadoğu’nun eski mimari 138 yapı geleneklerine dayanmaktadır. Anadolu’da eyvanlar çoğunlukla zemin katta yer alır. Eski Türk evlerinin çoğunda dışta ve içte fazlaca süsleme bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra bazı yörelerde bir hayli süslü evlere de rastlanır. Evlerdeki süslemelerde genellikle kalem işi bezemeler ve tasvirler dikkati çeker. Ahşap üzerine çeşitli tekniklerle yapılan süslemeler görülür. Evlerin cephelerinde genellikle toplumun içe dönük yapısından kaynaklanan şekilde alt katlar sağır tutulurken, üst katlar pencerelerle hareketlendirilmiştir. Evler genellikle bir avlu ile çevrilidir. Günlük yaşam burada cereyan eder ve tandır, depo, tuvalet gibi mekanlar burada yer alır. Dış sofalı plan tipi daha çok Batı Anadolu’da görülür. Sofanın gerisinde bazen bir bazen iki ya da üç oda yer alır. Yan yana üç odalı plan tipi Anadolu’da Antik dönemden beri kullanılmış bir plan tipidir5. Türk evinin karakteristik özelliğinden birisi de çıkmalardır. Çıkma odanın dışa taşıntı yapar şekilde binanın ana beden duvarlarından dışa doğru çıkıntı yapmasıdır. Böylelikle dar sokaklarda yer alan evler çıkmalar sayesinde genişletilmiş bir iç mekana kavuşmuştur. Bol pencereli yapılan çıkmalar evin ışık almasına da katkı sağlamıştır. 5 Türk evi plan tipleri hk. daha ayrıntılı bilgi için bkz. Eldem, S.H. Türk Evi Plan Tipleri, İstanbul:İTÜ. Mim.Fak.Yayınları, 1968. 139 1.16.1.Geleneksel Türk Evi örneği Abdi Başara Evi Sivas ilinin Selçuk Mahallesinde, Uzun Yol No:5’te yer almaktadır. Zemin kattaki onarımlar ve değişikliklere karşın bütünü itibariyle günümüze kadar korunabilmiş olduğu söylenebilir. Geleneksel Türk evi plan tipolojisine göre üç tarafı odalı, dış sofalı plan tipindedir. Abdi Ağanın (Hicri 1343) Miladi 1827 tarihinde yaptırdığı bu konak (Res.1.90.) torunları emekli öğretmen Hatice Mutlu ve emekli Hakim Abdi Başara tarafından Sivas Konağı olarak ihya edilmek ve kültür evi olarak kullanılmak üzere Sivas Belediye Başkanlığına bağışlanmıştır (sivas.bel.tr, 2013) . Tarihi konak, 12 odadan meydana gelmektedir ve 2 katlıdır. Üst katında mutfak, büyük salonlu iki misafir odası, iki büyük hol, 2 oturma odası ve bir yatak odası bulunmakla beraber alt katında iki oturma odası, bir büyük mutfak, mahzen ve kömürlük vardır. İki katlı olan ev taş temel üzerine ahşap çatkı arası kerpiç dolgu malzemeyle inşa edilmiştir. İç kısmı ve dış cephesi kireçle sıvanmıştır (Bilget, 1993:14). Res.1.90. Abdi Tarihi:02.05.2013) Başara Evi, Sivas (www.sivas.bel.tr. Erişim Haremlik ve iş evi kısmı yıkılmış olan evin birinci kat planında (Plan 1.6.) kuzey duvarına bitişik olarak kuzeybatıdan kuzeydoğuya doğru bir oda, onun 140 yanında salon, salona bitişik olarak bir tuvalet ve banyo, banyonun bitişiğinde yan yana aynı ebatlarda iki oda, tuvalete bitişik olarak bir salon ve onun da yanında bir oda, bu birimlerin güneyine bitişik mutfak kısmı yer almaktadır. Güney duvarında bitişik olarak ana beden duvarlarının orta kısımlarına denk gelen yerde genişçe bir mutfak kısmı daha vardır. Bu mutfağın doğu yönünde kuzey-güney doğrultusunda uzanan yan yana iki tuvalet bulunmaktadır. Plan 1.6. Abdi Başara evi birinci kat planı (Bilget, 1993:16). Tuvalet kısımlarının doğusunda bir oda, bu odanın kuzey yönünde ona açılan bir oda ve bu odanın açıldığı bir salon ile onun kuzey yönünde bir mutfak ve oda vardır. Bu kısımdaki salonun batı yönünde ona bitişik olarak kuzey güney yönünde birbirine bitişik üç birim odunluk olarak kullanılmaktadır. Bu birimlerin batı 141 yönünde T şeklinde bir sofa yer almaktadır. Son olarak güneybatıda büyükçe bir oda (baş oda) ve onun kuzey yönünde bir oda daha vardır. Güneybatı köşede yer alan baş oda, evin en önemli odasıdır. Odada ince bir ahşap işçiliği göze çarpmaktadır. Pabuçluk kısmı ahşap sütunlara ve bu sütunlarla birbirine bağlanan ahşap kemerlere sahiptir (Res. 1.91 ve 1.92.). Sütun başlıkları ahşap oymalarla bezelidir. Süslemeler vazo içinden çıkan çiçekler şeklinde bitkisel örnekli, son dönem Osmanlı mimarisinin etkisi altına kaldığı Barok akımı karakterlidir. Ahşap sütunların üzeri günümüzde yeşil boya ile boyanmış durumdadır. Baş odanın tavanında da ahşap işçiliği göze çarpmaktadır (Res.1.93.) Tavan, S’lerle küçük karelere bölünmüş olup ortada yuvarlak bir göbek vardır. Köşeler ise üçgen bölümlere ayrılmış ve içleri süslenmiştir. Saçak altı da süslemelidir (Res. 1.94.) Odalar içinde “yüklük” denilen ve yatak, yorgan gibi eşyaları koymaya yarayan derin nişlerin ve diğer dolapların kapakları da ahşap işçiliğine sahiptir. Duvarlardaki lambalıklar ve çiçeklik nişleri de alçı süslemelidir. Türk evlerindeki odalar çok birden çok işleve sahiptir (Res. 1.95. ve 1.96.) Duvarlarındaki yüklüklere kaldırılan yataklar, gece odaya serilir ve yatak odası halini alır. Odanın ortasına konulan bir sinide yemek yenir. Köşelerdeki minderlerde oturulur. Türk evlerinde masa, sandalye, dolap gibi mobilyaların kullanımı günümüze yakın bir zamanda gerçekleşmiştir. 142 Res. 1.91. ve 1.92. Ahşap sütun başlıklarından birer görünüm (Bilget: 1993: 18-19) 143 Res. 1.93. Ahşap işlemeli tavan (Bilget, 1993:19) Res. 1.94. Saçak (Bilget, 1993:20) 144 Res. 1.95. ve 1.96. Abdi Başara evi odalarından bir görünüm (www.sivas.bel.tr. Erişim Tarihi: 02.05.2013) 145 2.TAŞINIR KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ 2.1. Seramik Arazi incelemelerinde ve kazılarda en çok karşılaşılan buluntu gruplarından biri olan seramikler, üretildikleri dönem hakkında önemli bilgiler edinmemizi sağlamasının yanı sıra, bulundukları yerin tarihlenmesi konusunda yol gösterici bir özelliğe sahip olmalarıyla, arazi görevlerinde uzmanın araziyi tanıması ve tarihlendirme yapabilmesi konusunda en büyük yardımcı buluntu grubudur. Seramik buluntular ağırlıklı olarak, tiplerine göre çanaklar, tabaklar, kaseler, küpler, testiler, sürahiler, koku şişesi, amphora ve pithoslar, ungantariumlar, kapak ve tıpalardır. Uygarlığın erken dönemlerindeki hemen hemen tek plastik malzeme olması nedeniyle seramik ürünler, insanların yaşamında önemli yer tutmaktadır. Türklerin Anadolu’yu ele geçirmesi ve yerleşik düzende yaşamaya başlamalarıyla seramik sanatında da önemli gelişmeler sağlanmaya başlanmış, Türkler Anadolu’da 8.000 yıldır süregelen geleneği de bünyesine katarak ona yepyeni bir boyut kazandırmıştır. Bu sentezin sonucunda özellikle Kütahya ve Çanakkale önemli seramik üretim merkezleri hâline gelmiştir. Yine de, Osmanlı seramik sanatının doruk noktası İznik’tir. Bu üretim merkezleri zaman içinde gerilemiş ve ışıltısını kaybetmiştir. Ancak Cumhuriyet ile Türk Seramik Sanatı yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri, gerek ise Türk-İslam geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür (Erman, 2012: 18). Seramiğin ana maddesi iyi cins kildir. Kil, yabancı maddelerden arındırılıp havuzlarda çamur haline getirilir. Bu çamur yan yana sıralanmış üç havuzda dinlendirilir. Üçüncü havuzda çamur dibe çöker. Üstündeki sulu kısım akıtılır ve buradan alınan hamur, çanak-çömlek yapılacaksa çarkta, çini yapılacaksa kalıplarda şekillendirilip kurutulur. Üzerindeki pürüzler zımpara ile temizlenip fırınlanır. Çini, Selçuklular’da 700-800˚ C civarında, Osmanlılar’da ise 900-1000˚ C civarında pişirilirdi. Sertleşen malzeme yavaş yavaş soğutulan fırından alınır ve boyamaya 146 geçilir. Eğer ürün desenlendirilecekse, şeffaf kâğıtlara çizilen ve ince iğnelerle delinen motifler, çini ve seramiğin üzerine konur; üzerinden kömür tozu geçirilerek beliren şekle göre boyanır. Boyanan çini ve seramiğin üzerine pişince şeffaflaşan renkli veya renksiz sır çekilir. Sırlamadan sonra malzeme tekrar fırınlanır. “Sıraltı” denen bu teknik, çeşitli devirlerde bazı farklılıklar göstermiş olmakla beraber Anadolu’da esas olmuş ve özellikle Osmanlı Dönemi’nde olağanüstü bir mükemmelliğe ulaşmıştır. Türk çini ve seramiklerinde kullanılan sırlama ve renklendirme yöntemlerinden bir diğeri olan ”sırüstü” tekniğinde pişmiş toprak önce şeffaf olmayan bir sırla kaplanır. Fırında piştikten sonra üzerine boya ile resim yapılarak ikinci defa fırına sokulur. Bu aşama, perdahlama adını alır. Kullanılan boyaya bağlı olarak, perdahlamadan sonra obje bazen madenî bir parlaklık kazanmaktadır. Sırüstü tekniği daha çok Selçuklu Dönemi’nde uygulanmıştır. Bunlardan başka tek renkli, şeffaf olmayan, sırlı ve desensiz çiniler de Anadolu’da çok kullanılmıştır. İnsanoğlunun ilk atalarının ortaya çıktığı dönem günümüzden yaklaşık iki milyon yıl önce başlayan ve 10.000 yıl önce son bulmuş olduğu tahmin edilen Paleolitik Çağ olarak kabul edilmektedir. Ancak verilen bu tarihlerin dünya geneli için geçerli olduğunu, fakat yerel olarak değişmeye açık bulunduğunu da belirtmek gerekir (Erman, 2012: 18). Orta Avrupa’da Üst Paleolitik dönemde kayıtlara geçen bazı pişmiş toprak örnekler bulunsa da Anadolu’da Paleolitik çağda pişmiş toprak ürünlere rastlanılmamaktadır (anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr, 2013). Neolitik Çağ’da kilin pişirilmeye başlanmasıyla bu önemli malzeme, kullanım amaçlı olarak hayata girmiş, ayrıca sanatsal bir malzemeye dönüşmüştür. Çeşitli bulgular, M.Ö. 3000-2000 arasında Anadolu’da Alişar, Boğazköy ve Troya gibi yerleşmelerde çömlekçi çarkının kullanıldığını göstermektedir (Mutlu, 2007: 73). Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’da birçok yerleşmede gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda, İ.Ö. 6000’lere tarihlenen örneklere rastlanmıştır. Bu anlamda Anadolu topraklarının seramiğin de anavatanı olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Neolitik çağ ile başlayan pişmiş toprak eşya üretimi, sadece günlük kap ve kullanım eşyası ile sınırlı kalmamıştır. Çamurun plastik özelliği karşısında 147 kille şekillendirilen ana “tanrıça heykelciklerinde” inançlara dair simgeler adeta elle tutulur hale gelmiştir. Konya-Çatalhöyük’te gün ışığına çıkarılan ana tanrıça idolü (Res.2.1.) buna örnek olarak gösterilebilir (Erman, 2012: 21). Res.2.1.”Leoparlı ana tanrıça figürini”, Neolitik Çağ, Çatalhöyük. (Erman, 2012: 21 Anadolu uygarlık tarihinde gelişimin hızlandığı bir süreç olarak kabul edilen Tunç Çağı’nda İ.Ö. 2000 dolaylarında yazılı tarihin başlamasıyla gelişim daha da hız kazanmıştır. Bu dönemde bölgede ticaret kolonileri kuran Asurlu tüccarlar sipariş ve ticaret anlaşmalarını pişmiş toprak tabletler halinde yazmışlardır. Anadolu’da büyük bir imparatorluk kuran Hititler de toplumsal yasalara bağladıkları tüm ticari ve sosyal yaşantılarını kil tabletlere aktarmışlardır (Erman,2012:22). En önemli Hitit merkezlerinden Boğazköy’de on binden fazla sayıda bulunan bu kil tabletler Anadolu’nun köklü tarihini aydınlatan belgeler niteliğindedir ( Res.2.2.). Res.2.2.”Çivi Yazılı Tablet” Tunç Çağı. (Erman, 2012: 22) 148 Res.2.3. Ziyaretsuyu kazısı buluntuları kırmızı astarlı seramikler (Hellenistik Dönem) (Abdioğlu, 2007: 105) Hellenistik Dönem’de (M.Ö. 330-30) Anadolu’da yaygın bir şekilde terra sigillata tekniğinin kullanıldığı bilinmektedir. “Terra sgillata” terimi 19.yüzyılın ortalarından itibaren kırmızı astarlı kaplar için kullanılmıştır (Res.2.3.-2.4.) Roma Geç Cumhuriyet ve Erken İmparatorluk Dönemi’ne ait çok kaliteli kil ile kalıpta yapılmış ve parlak kırmızı astarla kaplanmış kaplar için kullanılan bu terim kırmızı renkli bezemesiz seramiklerin yanı sıra kabartma bezemeli ve mühür baskılı kapları da kapsamaktadır (Yıldız, 1978: 20). Doğu Roma dönemi (330-1453) seramiklerinde küçük benek biçiminde daireler, içiçe daireler, yarım dairelerle, daireler içinde dalgalı hatlardan oluşmuş geometrik kompozisyonlar hakimdir ki bunlar Osmanlı döneminde görülmemektedir. Doğu Roma slip tekniğindeki seramiklerde yeşil, sarı, hardal sarısı sırlı örnekler bulunmaktadır. Aynı kapta iki teknik birlikte kullanılmıştır. Kabın iç yüzeyi kazıma, dış yüzeyi slip tekniğinde bezenmiştir. Osmanlı seramiklerinde bu tür uygulamalar yapılmamıştır (Özkul, 2001:35). 149 Res.2.4. Ziyaretsuyu kazısı buluntuları boya bezeli seramikler (Abdioğlu, 2007: 106) Hellenistik Dönem örnekleri Doğu Roma döneminde Korinth kazısında ele geçen slip tekniğindeki seramikler 13.yüzyılın ikinci yarısına ait olup erken örneklerde astar küçük daireler yarım ay şeklinde uygulanmış iken, geç Doğu Roma örneklerinde astar boya düzensiz halkalar halinde olup yeşil sırla sırlanmıştır (Özkul, 2001:34-35). “Ege kapları” olarak bilinen Doğu Roma sırlı seramiklerinin belirgin özellikleri kaba hamur yapısı, çok alçak ve geniş kaideli bazen yeşil darbelerle zenginleştirilmiş sarı sırı, içe doğru dönük ve pahlı kenarlı veya keskin bir şekilde dışa doğru dönerek dar yatay ağız kenarlı orta derinlikte yayvan şekilli formu, 150 tümünde üç ayak izinin olmamasıdır. Dekorasyonlarında ise geniş bir bordür içerisinde merkezi bir motif yer almaktadır veya bütün iç kısmı kaplayan serbest düzende iki tip kazıma dekorasyonu ile dekorasyonu simetrik yerleştirilmiş koyu yeşil darbelerden ibaret sarı sırlı kaplar olarak belirlenmiştir (Doğer, 2000:11). Kapların üzerinde en çok görülen kompozisyon dikey olarak da kesilmiş çoklu konsantrik dairelerden ibaret geniş bordür ortasında veya serbest düzende yayılan, araştırmacının radyal dalgalı hatlar olarak tanımladığı çoklu kollardan ibaret motiftir. Diğer önemli kompozisyon halka düzeninde daireler olup bezemelerin her ikisinde de görülen üzeri çapraz taralı eşkenar dörtgen motifidir. Su kuşu, balık, denizyıldızı figürleri hayvan ve insan figürleri başlıca bezemelerdir. Madalyonlu Stil, ara stil ve Serbest Stil kazıma-sgrafitto seramikleri ile geniş oyma teknikli seramikler sağlam verilere dayanmaksızın genelde 12.yüzyıl sonları ile 13.yüzyıla tarihlenmektedir. En erkken 12.yüzyıl ortasına tarihlenebilen bu ege kaplarının 13.yüzyıl başına kadar üretildiği söylenebilir (Doğer, 2000:73-74). Doğu Roma Dönemi sırsız günlük kullanım kapları arasında kase, saklamaısıtma kapları, kapaklar, testi ve amphoralara ait ağız ve kulp parçaları ile süzgeçli testilere ait ağız ve süzgeç parçaları, ayrıca unguentariumlara ait gövde ve kaideler sıklıkla rastlanılan ürünlerdir. Doğu Roma sırlı seramikleri arasında ince sgraffito, sgraffito, kazıma, champleve-kazıma ve boyama tekniklerine rastlanmıştır. En yoğun grubu ise Ege Kapları oluşturmaktadır. Bu grupta yer alan kaplardan birinin parçaları üzerinde bir kuş figürünün başı ve ağzında taşıdığı bitki görülmektedir. Demre'de önceki yıllarda ortaya çıkarılan örneklerde karşılaşılan bu figür İzmir Arkeoloji Müzesi'ndeki örneklerde yer alan kazıma tekniğindeki su kuşları etrafında da dikkati çekmektedir. Bunun yanı sıra tahrip olmuş ancak üzerlerindeki kuş ve tavşan figürlerinin seçilebildiği örnekler bulunmaktadır. Doğu Roma döneminde beyaz astar ve ince kazıma teknikleri pişmiş toprak kaplar üzerinde kendini gösterir. Doğu Roma seramikleri 9-15. yy.’lar arasında İslam ve Avrupa seramiği arasında bir köprü niteliğindedir. Tek renkli ve çok renkli akıtma, astar bezeme, astar kazıma (Sgrafitto) teknikleri ile yapılan, kırmızı hamurlu 151 ve beyaz kil astarlı, zeytin yeşili ve sarı sırlı seramiklerdir. Özellikle ağlayan kuş figürü yaygın olarak görülür (anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr, 2013). 2.1.1. Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi seramik sanatı Türklerin yerleşik düzende yaşamaya başlamalarıyla seramik sanatında da önemli gelişmeler sağlanmaya başlanmıştır. Abbasiler, Fatimiler, Samanoğulları, Karahanlılar gibi Arap ve Türk devletlerinde seramik sanatının güzel örnek ve uygulamaları olmakla birlikte, bu sanat asıl büyük teknik çeşitliliğine günümüz İran’ında, Selçuklular Dönemi’nde ulaşmıştır. 11. yüzyılın sonunda Türkler Anadolu’yu ele geçirdiklerinde, Selçuklu sultanları, iktidarlarını pekiştirmek amacıyla önemli mimari yapım işlerine girişmiş, yapılar çinilerle 6 kaplanmış, Selçuklu sanatının en belirgin öğelerinden olan camilerin mihraplarını, kubbelerini, minare ve taçkapılarını, türbe, medrese ve sarayları çinilerle donatmışlardır. Anadolu’da Beyşehir Kubadabad, Bitlis Ahlat, Urfa Harran, Elazığ Korucutepe, Adıyaman Eski Kahta ve Çorum Kalehisar, Ortaçağ İslam seramik sanatı alanında çeşitli malzeme sunan merkezlerden bazılarıdır. Bu merkezler arasında özellikle Ahlat, kazılarda ele geçen bol seramik parçaları, fırınlar, çöplükler, fırın malzeme ve atıkları Anadolu Selçuklu Dönemi’nin en önemli ve en büyük seramik üretim merkezi olma özelliği göstermektedir (Bulut, 1994: 17). Ancak, şimdiye kadar hiçbir merkezde Samsat’taki kadar çeşitli çok sayıda ve bütün fragmandan oluşan İslami devir seramik malzemesi ele geçmemiştir (Bulut, 1994: 3). Anadolu Selçukluları’nda kullanılan seramik malzemenin genel olarak bir dönem özelliği taşıdığı söylenebilir. En genel anlamda sırlı ve sırsız olarak sınıflandırabileceğimiz Anadolu Selçuklu seramik malzemesine özellikle Kubadabad, Kalehisar, Alanya, Ahlat, Samsat, Harran ve Diyarbakır'da rastlanmıştır. 6 “Çini” ile “Seramik” kavramlarına bakıldığında ikisi arasında hamur ve yapı bakımından bir fark olmayıp, genellikle mimariye bağlı olan ve duvar yüzeylerinin süslenmesinde kullanılanlara “çini”, günlük yaşamda kullanılan kap, kacak, kase gibi olanlarına da “seramik” denmektedir. (Bu konuda bilgi için bkz. Öney, 1988:78). 152 Bunlar üzerinde genelde geometrik ve bitkisel bezemeler ile figüratif kompozisyonların kullanıldığı görülmektedir. Motifler arasında rumi yapraklı örnekler yanında altı, sekiz kollu yıldızların hâkim olduğu geometrik geçmeler, bağdaş kurup oturmuş insanlar, vücutları dallarla zarif bir ahenk meydana getiren kuşlar ve başka hayvanlar çinileri süsleyen figürlerdendir. Altın parıltısı veren çok renkli çiniler yanında, en çok görülen renk firuzedir. Yeryüzünün yeşili ve gökyüzünün mavisinin beraber kaynaşmasını simgeleyen bu renk Türk sanatının başlıca rengi ve simgesi olmuştur. 2.1.1.1. Sırsız Seramikler: Kubad-Abad Külliyesi, 1235- 1236 yılları arasında Sultan Alaeddin Keykubad (1226-1237) tarafından yaptırılmış, sarayda Orta Çağ’a ait sayısız teknik ve stilde sırlı-sırsız seramik parçaları çıkarılmıştır7. Ancak Orta Çağ sırsız seramiklerinin sınıflandırılamayacak, birbirine benzeyen özellikte ve fazla sayıda malzeme vermesi eserlerin tarihlendirilmesini güçleştirmektedir. Yine de gerek sırsız seramiklerle bir arada bulunmuş olan sikke, çini, cam, mozaik, sırlı seramik kapların değerlendirilmesi, gerekse Anadolu’daki Orta Çağ merkezlerinde bulunmuş olan sırsız seramiklerle seramiklerinin 12. yapılan ve 14. karşılaştırmalar yüzyıllar neticesinde; arasına Türk devri tarihlendirilmeleri sırsız mümkün görünmektedir. Sırsız seramik malzemeler kullanım işlevlerine göre testiler, kürevî konik kaplar, küpler ve matara biçimli kaplar olarak sınıflandırılmaktadır. Testiler, genel form özelliği olarak konik ya da silindirik boyunlu olup ağız kısmı ince bir halka şeklinde biçimlendirilmiştir. Genelde tek kulplu olmakla beraber farklı kaide formları çokça denenmiştir. Kullanılan seramik çamuru ise genel olarak ince taneli ve sıkı görünümlüdür. Testilerde çoğunlukla gövdenin üst yarısı bezenmiştir. Testinin hem ağız hem de kaide kısmının bezendiği durumlarda ise gövde sade bırakılıp üsten ve alttan kalın bir kontur şeridiyle bezenecek yerler ayrılmıştır. 7 Kubadabad Sarayı kazısında bulunan Selçuklu seramikleri hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Çeken,Muharrem, “Kubad Abad Sarayı Kazısı Selçuklu Seramikleri”, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı, İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007. 153 Kullanılan süslemelerde genelde bitkisel, geometrik biçimler bazı örneklerde ise hayvan figürleri ve yazı kullanılmıştır. Özellikle Samsat kazılarında çok sayıda sırsız kabartma süslemeli seramik malzeme ortaya çıkarılmıştır. Kürevî konik kaplar olarak sınıflandırılan üretimlerin önceleri el bombası, kandil topu ya da sıvı olan birçok malzemenin taşıyıcısı olarak kullanıldığı düşünülmüştür (Res. 2.5.) Fakat yapılan incelemeler ağız kısmı oldukça dar olan bu objelerin parfüm kabı olarak kullanıldığı görüşünü doğrulamaktadır. Res.2.5. Kürevi konik kaplar 12.03.2013) (www.ani.gov.tr/seramikler.asp. Erişim Tarihi: Genellikle üç kulplu ve silindirik boyunlu olacak şekilde işlenen küplerde bezeme tekniği olarak baskı ve barbutin kullanılmıştır. Mezopotamya'daki kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan malzeme Anadolu'da bulunan ürünlerle benzer özellikler göstermektedir. Hatta genel anlamda 9-14.yy.arası İslam coğrafyasındaki geniş sınırlar dâhilinde benzer seramik küp üretimleri yapılmıştır. Kırmızı astarlı kaplar içinde kabartma bant üzerine baskı bezekli seramik grubu dikkat çekicidir Kabartma bantlar genellikle cidar kalınlığı 1 santimetrenin üzerindeki çömlek ve küpler üzerinde görülür (Res. 2.6.). Kabartma bantlar, 2 ile 5 cm. arasında değişen genişlikte ve 0.1 ile 0.5 cm. arasında dışa çıkıntılıdır. Bazı örneklerde, gövdedeki yatay kabartma bantlarla birlikte, gövdenin üst kısımlarında, bazı örneklerde ise kulplar üzerinde dikey şeritler hâlinde baskı bezek yer almaktadır. 154 Res.2.6. Kırmızı astarlı ve perdahlı küp 11.-13.yy. (www.ani.gov.tr/seramikler.asp. Erişim Tarihi: 12.03.2013 ). (Kars Müzesi) Sırsız seramikler içerisinde değerlendirilen son form matara biçimli kaplardır. Matara biçimli kapların boyun, gövde ve kulp kısımlarının ayrı olarak şekillendirilip sonra birleştirildiği düşünülmektedir. Genelde kiremit ve kirli beyaz renklerin kullanıldığı mataralarda kaide nadiren kullanılmıştır. Bezemelerde bitkisel motiflerin yanı sıra oldukça stilize edilmiş hayvan figürleri de kullanılmıştır. Sırsız seramikler Ön Asya, Anadolu, İran ve Suriye coğrafyasında kullanılmıştır. Anadolu'da Samsat, Harran ve Korucutepe kazılarında çok sayıda sırsız seramik malzemeye rastlanması ve özellikle Adıyaman Samsat kazılarında ortaya çıkarılan fırın ve üçayaklar burada bu tarz bir üretimin kanıtıdır. Barbutin, baskı veya kalıp kullanılarak süslenen kaliteli kaplar üzerinde zikzaklar, kırık çizgilerden oluşan geometrik kompozisyonlar, bitkisel bezemeli rozetler, damla veya çiçek kabaraları şeklinde motifler bulunurken, insan figürlerine de rastlanmaktadır. 2.1.1.2. Sırlı Seramikler Sırsız olarak pişirilen seramik objelerin dışında camsı bir malzeme olan ve seramiğin bir gelişme evresi olarak değerlendirilen "sırın" kullanıldığı objeler de mevcuttur. Sır şeffaf ya da renkli olabilmektedir. Seramik şekillendirmede ise sgrafitto, slip, sıraltı, minai, barbutin ve derin oyma (champleve) teknikleri kullanılmıştır. Anadolu Selçukluları sırlı seramik üretimi genellikle bölgesel bir üslup özelliği taşımaktadır. Üretim envanterini ise kâse, kandil, matara, küp, testi, 155 hokka, kupa ve az miktarda üretilmiş olan figürinler oluşturmaktadır. En yaygın üretim ise yayvan, çukur ve yarı küresel olmak üzere üç ana formda şekillenen kâselerdir. Uygulamaların büyük kısmı çömlekçi çarkında gerçekleştirilmiştir. Kâse, testi, çömlek, kupa ve matara gibi formlar çarkta çekilmiş, bisküvi pişiriminden sonra sırlanmıştır. Pek nadir olarak elde şekillendirilmiştir. Astar ve sırlama işlemi genelde bezemenin yapıldığı yüzeyde uygulanmıştır. Kullanılan seramik şekillendirme tekniklerine göre astarın ve sırın kalınlığı değişmektedir. Sgrafitto tekniğinde ince bir tabaka varken, oyma tekniğinde daha kalın bir tabaka oluşmuştur. Kullanılan camsı sır tabakası kâselerde iç yüzeyde, testi, matara ve figürinlerde ise dış yüzeyde kullanılmıştır. Sırlı seramiklerde sınıflandırmayı sırsız seramiklerdeki gibi kullanım objelerine göre değil kullanılan sırlama tekniğine göre yapabilmekteyiz. 2.1.1.2.1. Sırlama teknikleri 2.1.1.2.1.1. Kazıma (Sgrafitto) tekniği Bu teknikte, çamur çekildikten sonra yüzey astarlanır ve bezeme astarlanan yüzeyin kazınmasıyla oluşturulur. Daha sonra şeffaf ya da renksiz sır uygulaması yapılır. Bazı örneklerde sır kaplanmadan önce farklı renklerde boyalar kullanılmış, renkli yüzeyler elde edilmiştir. Ortaçağ'da Anadolu coğrafyasında çok sık kullanılan bu teknik 11-12.yy. Anadolu Selçukluları’nda sessiz bir dönem yaşadıktan sonra 13.yy.'da bir üretim yoğunluğuna erişmiştir. Alçak bir kaidenin üzerine oturan kapların ortalarında madalyonlar oluşturulmuş, içlerine ise balık pulu, yıldız, daireler, haç gibi motifler ya da insan, kuş ve balık figürlü bezemeler uygulanmıştır. Bu bezemelerde ciddi bir sembolik anlam bulunmaktadır. Bu sembolizm yalnız etnik ve dinsel bir kategoriye bağlanmamaktadır. Farklı kültürel anlamların birleştiricisi olarak coğrafya ve yaşam alanlarının ortaklaşmasını göstermek daha sağlıklı bir tespit gibi durmaktadır. 156 2.1.1.2.1.1.1. Kazıma teknikli bir örnek Res.2.7. Kubadabad Sarayı buluntusu kazıma teknikli derin kâse. (Erdemir, 2001:111 ). Kubadabad Büyük Sarayda bulunmuştur. Konya Karatay Medresesi’nde sergilenmektedir. Kazıma teknikli kase sarı ve açık kahverengi ile sırlanmıştır. Kabın iç yüzünde dipte altı kollu bir yıldız, ağız kenarlarında yazı bordürü dolaşmaktadır. Yıldız ve bordür çift şeritle sınırlandırılmış, yıldızın boşlukları kahverengi ile boyanmıştır (Erdemir, 2001:134). 157 Res. 2.8. Kazıma tekniğinde bezenmiş tek renk sırlı testi (Kars Müzesi) (www.ani.gov.tr/seramikler.asp. Erişim Tarihi: 12.03.2013). Res. 2.8.’de kap içlerinde genellikle şeritler hâlinde çizi-kazıma bezek görülmektedir. Bazı örneklerde şeritler boş bırakılmış, bazı örneklerde ise şeritlerin içerisine daire veya dikdörtgen biçimli geometrik formlar ile çeşitli şekillerde kıvrımlar oluşturan çizi bezeme yapılmıştır. Kapların düzleşen dip kısımları basit geometrik, bitkisel, spiral ya da kıvrım dalı andırır çizgisel motiflerle bezelidir. Kap diplerine yapılan çiçek, spiral, yıldız veya baklava motifleri diğerlerine göre daha düzgün ve iyi tasarlanmıştır. Bir kapta tespit edilen kuş tasviri kazıma tekniği ile yapılmış figürlü tek örnektir. 2.1.1.2.1.2. Champleve tekniği Sırlı seramiklerin bir diğer kategorisini sıraltı oyma tekniği olarak da adlandırılabilecek Champleve tekniği oluşturmaktadır. Bu teknik objenin iç yüzeyinde kullanılır. Bu tekniğin Doğu Roma vasıtasıyla yayıldığı genel kanısı hâkimdir. Anadolu'da özellikle Kubadabad, Alanya ve Konya yaşam alanlarında bu teknikle yapılmış seramik kaplar bulunmuştur. 158 Res.2.9. Champleve tekniğinde süslenmiş kaşıklar Moskova 19.yy.Ari İstanbulluoğlu Koleksiyonu (www.antikalar.com. Erişim Tarihi:02.04.2013). 2.1.1.2.1.3. Slip tekniği: Bu teknikle yapılan seramiklerde desen yüzeyden hafif bir rölyef gibi hissedilir. Selçuklu döneminde slip tekniği yaygın olarak kullanılmıştır. İri nara benzeyen motif, birbiri içinden geçen rumi ve palmet görünümlü yapraklar başlıca motifler olmuştur. İri kaba görünümlü çiçek rozetler, iri dilimli yapraklar, Rumiler ile palmetlerin birleşmesinden meydana gelmiş bitkisel süslemeli bu kaplar 14.yüzyıl örnekleri olarak incelenmiştir. Res.2.10. Kubadabad Sarayı buluntusu, slip teknikli tabak (www.anadoluselcuklumimarisi.com. Erişim Tarihi:02.04.2013) İslam uygarlığı alanlarında dönem içerisinde yaygın olarak kullanılan bu teknik Anadolu Selçukluları Dönemi’nde çok da yaygın bir kullanıma sahip değildir. 159 Daha çok kâse formunda rastladığımız bu üretimlere Kubadabad ve Alanya kazılarında rastlanmıştır. Seramik sınıflandırılmasında başka bir kategori ise kullanılan sırın türüne göre değişmektedir. Özellikle Kubadabad, Alanya, Samsat, Ahlat kazılarında bol miktarda tek renk sırlı seramikler bulunmuştur. Bu üretimdeki seramikler koyu yeşil, kahverengi, hardal sarısı ve turkuaz renklidir. Bu ürünler genelde 13.yüzyıla tarihlendirilmektedir. 2.1.1.2.1.4. Sıraltı tekniği: Bu teknikle üretilen seramik uygulamalarında astar yüzeyde desen boyanarak işlenir ve daha sonra sır uygulanıp fırınlanır. Bu teknikle yapılan uygulamalarda kirli beyaz renkli yumuşak bir malzeme kullanılmaktadır. Hamur gri sarı ve kolay dağılan bir hamurdur. Kubadabad, Hasankeyf, Ahlat, Alanya, Samsat kazılarında önemli ölçüde örnek bulunmuştur. Yine bu kazılarda ele geçirilen atık malzeme ve işlenmemiş malzeme kalıntıları bölgedeki üretimin bir delili olmaktadır (Öney, 1976:11). Sır altı boyama tekniğindeki seramiklerde hamur tiplerine göre değişen farklı bezeme üslupları görülür. Kırmız hamurlu örneklerin tamamına yakınında serbest elle yapılan çizi-kazıma tekniğindeki basit bitkisel ve geometrik motifler yeşil veya kahverengi boyalarla boyanmıştır. Bazı örneklerde boyaların fırça ile sürülmeyip akıtıldığı görülür. Beyaz hamurlu örneklerdeki sır altına siyah boya ile yapılan bitkisel ve figürlü bezemeler daha itinalıdır. Bu örneklerden Kars Müzesi’nde bulunan bir tabakta kap yüzeyi dört bölüme ayrılmış (Res.2.11.) bu bölüntülerin ortalarına, aynı yöne bakan, kanatları hafif açık, ayakları baklavalar oluşturup kap merkezinde birleşen uzun bacaklı ve gagalı kuş figürleri yerleştirilmiştir. Kabı bölümleyen hatların kenarlarında ise kıvrım dal ve rumilerden oluşan bitkisel bezeme yer almaktadır. Testi formundaki diğer bir kabın boyun kısmındaki şerit içine yazı taklidi motifler, gövdesine ise bitki motifleriyle dönüşümlü olarak kullanılan, bir bitki motifinin iki yanındaki, birbirlerine veya yanlara doğru bakan kuş figürleri 160 yerleştirilmiştir ( Res.2.12. ). Res.2.11. Sıraltı boyama tekniğinde testi (www.ani.gov.tr/seramikler.asp. Erişim Tarihi: 12.03.2013) (Kars Müzesi), . Res.2.12. Kubadabad Sarayı buluntusu sıraltı teknikli vazo. (Öney, 1976: 112). Yuvarlak kaideli olması muhtemel, küresel gövdeli, boyunlu bir vazodur. Gövdesi epeyce bozulmuş ve kırılmıştır. Gövdenin dış yüzeyinde krem rengi zemine siyaha yakın yeşil renginde dört sıra Selçuklu sanatında çok yaygın olan zikzak motifleri işlenmiştir. Boyun kısmının tam ortasına geniş şeridin alt ve üst kısımlarına birer aynı renkten çizgi çizilmiştir. Ağız kısmı kobalt mavidir. Üstüne renksiz sır çekilmiştir(Arık,2000:174). 161 Res.2.13. Kubadabad Küçük Saray buluntusu Sıraltı teknikli tabak (Arık, 2000: 113) Res.2.13.’teki eser çok kırık durumda, üzeri balık figürlü turkuaz tabaktır. Kabın arka yüzünde “S” kıvrımlarıyla oluşturulan zincir gibi bir süsleme yapılmıştır (Arık, 2000:173) İç yüzünde iki sıra yapraklı dal motifiyle kenar bordürü işlenmiştir. Küçük saray ve Büyük saray yıldız çinilerinde görülen haşhaş ve nar bitkileri merkezden çıkan ışınlar biçiminde dizilmiş ve başları merkeze doğru yerleştirilmiş dört balık figürünün ortasındaki alanları kapsar. Tüm desenler siyah renkte siluet gibi resmedilmiş, üzerlerine turkuaz şeffaf sır çekilmiştir (Arık, 2000:173). 2.1.1.2.1.5. Lüster Tekniği Anadolu Selçukluları’nda yapılan uygulamalardan bir diğeri ise yüzeyde metalik bir ışıltının görüldüğü lüster tekniğidir. Cam ve çini yüzeylerde de kullanılan bu tekniğin tercih edilen bir uygulama türü olduğu, Anadolu coğrafyasında Samsat, Kubadabad, Hasankeyf, Alanya ve Ahlat gibi yaşam alanlarında elde edilen çok 162 sayıda buluntudan anlaşılmaktadır. Ender olarak rastlanan minai tekniği mimaride ve gündelik kullanım objelerinde kullanılmıştır. Bu teknik hem sıraltı hem de sırüstüne uygulanabilen bir yöntemdir. Bu teknikle daha çok minyatürleri andıran figüratif konular işlenmiştir. Konya Alaeddin Köşkü kazılarında birkaç çini uygulamasına rastlanmış, kullanım objesi olarak ise Ahlat ve Hasankeyf kazılarında ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde Kars Müzesi’nde korunan bir kâse hem iç, hem de dış yüzey bezemesi ile dikkat çekicidir (Res.2.14.). İçte, kâsenin dip kısmında yuvarlak bir madalyon içinde figürlü, kenarlarında ise şeritler hâlinde düzenlen figürlü, bitkisel ve yazı taklidi bezeme vardır. Dip kısmındaki yuvarlak madalyonun ekseninde zemin çizgisi üzerinde bir ağaç yer alır. Ağacın iki yanında zemin çizgisi üzerine yerleştirilmiş, türleri tam olarak saptanamayan, ağaca dönük birer kuş ile bağdaş kurarak oturan iki insan figürü bulunmaktadır. Ağaçtan çıkan ince, çiçekli bahar dalları iki yana eğilerek insan figürlerinin üzerini örtmektedir. Profilden verilen figürler bitkisel motiflerle bezenmiş elbiseler giymiştir. Tabağın kenarlarında farklı genişliklerdeki dört şerit vardır. Diğerlerine göre daha geniş olan içteki ilk şeritte tığ şeklinde çıkıntıları olan daire biçimli motifler, ikinci şeritte ise çevresi bitkisel motiflerle doldurulan ve türleri tam olarak saptanamayan hayvan figürleri bulunmaktadır. Üçüncü şerit boş bırakılmıştır. Dördüncü şeritte küfi yazı düzenlemesi vardır. Tabağın dış yüzeyi yaklaşık eş boyutlu iki şeride bölünmüş, şeritlerin içleri düğümler oluşturarak ilerleyen çizgisel bezemeyle doldurulmuştur. Res.2.14. Lüster tekniğinde kase (Arık, 2000: 114). 163 2.1.1.2.1.6. Minai Tekniği Minai tekniğindeki aynı kaba ait olduğu anlaşılan parçalarda kırık çizgi ve taklit küfi yazı düzenlemeleri ile karşılıklı yerleştirilen kuşlardan oluşan figürlü süslemeye yer verilmiştir (Res.2.15.). Res.2.15. Minai tekniğindeki kaba ait parçalar (Arık, 2000: 113) İran’da Büyük Selçuklularında ortaya çıkarılan bir tekniktir. Farsça‘ da Minai “emaye” demektir. İran’da 12.yüzyılda bu teknikle yapılmış pek çok seramik bulunmasına karşılık çini üzerinde uygulaması yoktur (Arık, 2000:30). Bu tekniğe Anadolu’da sadece Selçuklular devrinde Konya Alaeddin sarayında rastlanmıştır. Minai tekniğinde yedi renk kullanılabilir. Çini hamuru sert, gri-sarı renkte ince taneli hamur olduğundan astarlanmadan kullanılabilir. Renklerden bir kısmı sıraltına, bir kısmı da sır üstüne tatbik edilir. Minai tekniğinde şeffaf, renksiz ve ender olarak lacivert, firuze renkli sır kullanıldığını görmekteyiz. Sır altındaki renkler mor, mavi, firuze, yeşildir. Bu sır altındaki renkler desene göre boyanıp kurutulduktan sonra çini sırlanır ve fırınlanır. Sonra sır üstünde kalan, kiremit kırmızısı beyaz, kahverengi, siyah, altın yaldız boyanır ve alçak hararette tekrar fırınlanır (Öney, 1976:12). Minai son derece kaliteli, fakat zahmetli ve pahalı bir tekniktir (Arık 2000:30). 164 2.1.3. Osmanlı Dönemi seramik sanatı İznik’te Osmanlılar tarafından üretilen ilk seramikler kırmızı hamurlu ve tek renk sırla yapılmış olanlardır. Bunlarda beyaz renkli bir astarla hafifçe kabarık olarak dekorlar hazırlanıyor, sonra üzerine renkli sır sürülerek tekrar fırınlanıyordu. İznik’te 14.yüzyıl ortalarından beri görülen bu çeşit seramik mavi, yeşil, koyu ve açık kahverengi olarak dört ayrı renkte yapılmıştır. Kullanılan dekor Rumiler, kıvrık dallar ve stilize çiçeklerle tamamıyla figürsüz bitki motifleridir (Aslanapa, 1993:174). Batı Anadolu’da Erken Osmanlı ve Beylikler dönemine damgasını vuran grup, sıratlı boyama tekniğinde üretilen Milet işi seramiklerdir 8. Geçiş dönemi seramiklerinde bugünkü buluntulara göre kırmızı hamur hâkimiyeti görülmektedir. Seramiklerin iç yüzeyi ince, beyazımsı ya da krem renkli astarla tamamen, dış yüzey kabın yarısına ya da ayak başlangıcına 2-3 cm.kalana kadar astarlıdır. Sır genelde iç yüzeyde şeffaf, renksiz, turkuaz renkli, ince ve temizdir. Res.2.16. Milet işi teknikli “dip”ler.İznik (www.antikalar.com. Erişim Tarihi: 12.03.2013) Çini Fırınları Kazısı Dış yüzeyde renksiz ya da şeffaf yeşil renkli sır uygulanmıştır. Kaba görünümlü, derin, yarı kaseler, basit ağız kenarlı kaseler ve dışa kıvrık kenarlı sığ tabaklar en yaygın formlardır. Bezemlerde yaprak, çiçek, rumi, palmet, kıvrık dallar, altıgen, yıldız, helezoni rozet, meander, balık, kuş gibi mtifler kullanılmıştır. 8 Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Paker, M.,“Anadolu Beylikler Devri Keramik Sanatı”, Sanat Tarihi Yıllığı, I, 1964-65. S.155-182. 165 Milet tipi seramiklerin 14.yüzyıldan 16.yüzyılın sonlarına kadar üretildiği görülmüştür ( Özkul, 2007: 238) (Res.2.16. -Res.2.17.-2.18. ) . Res.2.17.-2.18. Milet işi teknikli “dip”ler ve insan figürlü bir örnek. İznik Çini Fırınları Kazısı (www.antikalar.com. Erişim Tarihi:12.03.2013). 15. yüzyıl sonu ve 16. yüzyıl başlarında yapılan mavi-beyaz seramikler (Res.2.19.) porseleni hatırlatan sert ve pürüzsüz hamurları, mavi-beyaz renkleri, ustalıklı desenleri ile üstün seramiklerdir. Sert ve kaliteli şeffaf sır altında mavi tonları ile işlenen desenlerde Çin tarzı şakayıklar, krizantemler, rumîler ve hatayîler, bulutlar, stilize ejder hatta çintemani motifleri hakimdir. Bunların yanı sıra lâle, karanfil, bahar dalları gibi çeşitli natüralist çiçekler, asma dalları, kuş, geyik, tavşan, balık, hayvan mücadele sahneleri, nesih ve kufî yazılar daha önce görünmeyen zenginlikte ve incelikte bir desen programıyla 16. yüzyılda gelişen sıraltı seramiklere öncü olmuşlardır. Erken örneklerde mavi tonları koyudur, sonradan daha açık ve tatlı bir maviye döner, biraz firuze de kullanılır. Bazen desenler mavi zemin üzerinde beyazla yer alır. Erken dönem örneklerindeki ağır ve sıkışık motifler sonradan hafifler. Lale, karanfil, sümbül, çiçek demeti kompozisyonlarının işlendiği örneklerde mavi tonları arasında firuzenin de yer alışı dikkat çeker. Firuzeli seramikler 1530-1540 arasına (www.kulturelbellek.com: 2013). 166 tarihlenmektedir (Res.2.20) Res.2.19. Slip tekniğinde sırsız kase Res.2.20. Mavi-beyaz teknikli kapak (www.antikalar.com: Erişim Tarihi:12.03.2013) XVI. yüzyıl başlarında Çin’den İpekyolu ile saraya gelen ve daha sonra da varlıklı kişilere satılan porselenler İznikli ustaları çok etkilemiş, saraydan bunların kopyalarının yapılması için siparişler gelmeye başladığında atölyeler birbirleriyle yarışa girmişlerdir. İznik ve Kütahya dışında, Çanakkale XVIII. asrın ortasından XX. asrın başına kadar önemli bir seramik merkezi olmuştur. Çanakkale isminin burada yapılan çanak, çömlekten geldiği kanısı yaygındır. Şam tipi seramiklerde, kaliteli beyaz hamur üzerine sıraltı tekniği ile mavi, zeytin yeşili, eflâtun, turkuaz kullanılmıştır. Mavi-beyazlarda görülen çin etkili şakayık, pul, krizantem, bulut, üç top desenlerinin yanı sıra daha bol olarak 16 yy kırmızılı İznik çinilerinin tipik realist çiçek tasvirleri kullanılır. Osmanlı seramik sanatının en yaygın ve dünyaca ün yapan, çeşitli dünya müzelerinde en bol bulunan örnekleri 16. yüzyılın ilk çeyreğinden 17. yy sonlarına kadar esas merkez İznik’te yapılan seramiklerdir. Mimaride çini olarak da bol kullanma sahası bulan, en önemli yapıları süsleyen bu türde beyaz seramik hamuru üzerinde astar ve sıraltı tekniği kullanılmıştır, kalite çok iyidir. Bu seramiklerde form bakımından en bol çeşitleri görülmektedir. Kenarlı ve kenarsız tabaklar, kâseler, kulplu ve kulpsuz ibrikler, kupalar, kadehler, ince boyunlu 167 veya basık vazolar, kapaklı şekerlikler, ibrikler, sürahiler, cami kandilleri, maşrapalar, şamdanlar yoğunlukla rastlanan türlerdendir. Paris’te Cluny Müzesi bu seramiklerden bir grubu eski yayınlarda “Rodos” veya “Lindos” seramikleri diye tanıtılmaktadır. Daha sonra tespit edilen bütün kaynaklar, kitabeli parçalar ve İznik kazıları bu eserlerin İznik’te yapıldığını kesin olarak ortaya koymuştur. Büyük olasılıkla Kütahya bu grup seramik yapımında da İznik’e destek olmaktaydı. 17. yüzyılın sonlarından itibaren kalitenin süratle bozulduğu dikkati çekmektedir. 18. yüzyılda İznik çini ve seramik imalâtının son bulmasından sonra yeni bir hız kazanan Kütahya atölyesinde kalite bakımından fark gösteren iki ana grup seramik görülmüştür. Birinci grubu teşkil eden kaliteli örneklerin 18. yüzyılın ilk yarısına ait olduğu kabul edilir. Bu ince, zarif seramikler desen ve renklerindeki başarısıyla dikkati çeker. 18. yüzyılın ikinci yarısında kalitede gerileme görülür. Bu örneklerde eflâtun yok olur, yerine patlıcan moru veya koyu renkler hâkimdir, desenler kabalaşır. Çanakkale şehri 18. yüzyılın ortalarından 20. yüzyıl başlarına kadar önemli bir Türk seramik merkezi olmuştur. 19. yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönemde kaliteli Çanakkale seramikleri yapılmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kalite bozulmuştur. Çanakkale seramiklerinden bugüne en bol kalan çukur tabaklardır. Desen tabağın merkezinde bütün sathı kaplayacak şekilde yer alır. Genellikle dış yüzleri sırlanmıştır. 18. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar tabaklarda daha çok krem zemin üzerinde mor, kahverengi, turuncu, kirli sarı, bej, sır altında mavi lacivert, beyaz, turuncu, sarı veya kahverengiyle verildiği de olur. 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyıldan geç örnekler tek renk yeşil, sarı-kahverengi, sarılı bej, mor, yeşil, kahverengi dalgalı ve çoğunlukla sır üstü beyaz, mavi, kırmızı, yeşil altın yıldız, siyah boyalı eserlerdir. 168 Çanakkale seramiklerinin en orijinal ve stil bakımından birlik gösteren grubu cami ve köşk tasvirli olanlarıdır. Daha az olan hayvanlı tabaklarda hayvan figürü olarak özellikle tek veya çift kuşlara, balık veya zürafa figürlerine rastlanmaktadır. Yine geç örnekler olan Çanakkale seramiklerinin oldukça kalabalık bir grubunu hayvan ve insan heykeli şeklinde yapılanlar meydana getirir. Genellikle zevksiz ve kaba şekilde, figürlerin çok stilize edildiği seramiklerdir (Öney, 1977: 125). Sıraltı ve sırüstü tekniklerini bir arada kullanarak çok renkli bir yüzey elde etmek mümkündür. “Minaî” adı verilen bu yöntem, İran Selçukluları’nın yarattığı ve o dönemde günlük kullanıma mahsus seramikte çok gelişmiş bir tekniktir. Farsça’da “minâ” emaye demektir. Minaî tekniğinde yedi renk kullanılabilir. Renklerden bir kısmı sır altına, bir kısmı da sır üstüne tatbik edilir. İslam seramik sanatında 9-10.yüzyıllarda Semerkant ve Nişabur’da morumsu siyah, kahverengi zemin üzerine beyaz, beyaz zemin üzerin morumsu siyah, kırmızı, yeşil boyalı şeffaf sırlı astar boyalı seramikler üretilmiştir. Bu seramiklerde olduğu gibi Erken Osmanlı slip tekniğindeki seramiklerde astar boya renklendirilmemiştir. Astar bütün örneklerde kendi saf rengiyle kullanılmış, hardal, mavi, yeşil renkli sırlarla renklendirme yapılmıştır. İslam seramikleri ancak renkli zemin, motif ve kompozisyon bakımından Osmanlı döneminde 16.yüzyıl sonlarında üretilen seramiklerle benzerlikler göstermektedir (Res. 2.21). Res.2.21. İznik Tarihi:13.04.2013). seramiği 16.yy. 169 (www.sosyalci.org/forum. Erişim 2.2.Amphoralar Yunanca Amphi; “karşılıklı” ve Phoros; “taşımak” kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş, “iki tarafından tutulup taşınabilen” anlamına gelen bir kelime olan amphoralar, iki ya da üç kulplu, kilden yapılmış sıvı ve katı maddeleri taşıma ve depolamaya yarayan kaplardır. Sadece dekoratif amaçla yapılmış olanlarına da rastlanmaktadır. Klasik amphora formu gösteren en erken tarihli örnekleri, Batı Anadolu ve Ege kıyılarında Erken Tunç çağından itibaren görülmeye başlanmıştır. MÖ.2.bin yılları başında deniz ticaretinin gelişmesi ile deniz aşırı ticarete en uygun formda ilk çift kulplu testiler Suriye ve Filistin kıyısı arasındaki Kenaan ülkelerinden Kuzey Lübnan ve Suriye kıyılarında MÖ.1600 yıllarında görülmeye başlamıştır. Anadolu kıyılarındaki Kaş-Uluburun batığında çok miktarda Kenaan amphorası ele geçmiştir. Batıya da yayılan bu amphoraların örneklerine Mısır, Miken, Kıta Yunanistan ve Güney Girit’te rastlanmaktadır. Amphoranın ana yapım maddesi kildir. Çamur haline getirilen kilin içine mika, kum gibi katkı maddelerinin konulduktan sonra çamur dinlendirilir, yoğrularak içindeki hava kabarcıkları yok edilir. Hamur seramik çarkına alınarak şekil verilir ve daha sonra amphoralar 800-1000 derece sıcaklıkta fırınlanır. Kilden yapılan tüm kapların bozulmaması için sıralanan tüm bu işlemlerin titizlikle gerçekleştirilmesi gerekir. Res.2.22. Üzeri resimli bir amphora (www.zmescience.com. Erişim Tarihi: 20.04.2013). 170 örneği (Yunan amphorası) 2.2.1. Bir amphora örneği: Knidos Amphorası Knidos, Arkaik dönemden MS. 7. yüzyıla kadar yoğun üretimiyle Batı Anadolu’daki en büyük amphora üretim merkezi olma özelliğine sahiptir. Knidos amphorası, yüksek ve ince yastık formunda dışa doğru hafif çıkıntılı ağız kenarına, omza doğru genişleyen uzun bir boyna, ağız kenarından başlayıp omuz üzerinde amphorayla birleşen oval kesitli kulplara, gövde üzerinde ağız kenarından boyuna ve boyundan omuza geçişte yer alan sığ yivlere ve plastik halka eklentili sivri dipli bir kaideye sahiptir (Çiz.3.1.).Bu özellikleri ile arkaik Miletos amphoralarına benzemektedir. Knidos amphoraları üretimin yoğunlaştığı MÖ.3.yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren sistemli olarak mühürlenmiştir. Bu tipte amphoralar MÖ.4.yüzyılın sonlarından itibaren Akdeniz pazarının önemli bir bölümünü ele geçirmiştir (Şenol, 2003:34-38). Çiz.3.1. Knidos amphorasının çizimi (Şenol, 2003:38). 171 2.3. Kandiller Kandiller aydınlatma gereçleridir. İlk olarak, içine zeytinyağı konmuş normal bir çanaktan sarkıtılan bir fitilin yakılması ile kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra ise ilk değişiklik olarak fitili oturtmak için bir yuva yani burun yapılarak geliştirilmeye başlanmıştır. Kandiller, yapım teknikleri bakımından, elde, çarkta ve kalıpta olmak üzere üç bölüme ayrılır. (Çiz.3.2.) Çark yapımı çift dış bükey gövdeli, erken örnekleri keskin omuz profili veren bu tipin kaidesi her zaman yükseltilmiştir. Elde şekillendirilen iki silindirik hamurun birbirine yapıştırılmasıyla elde edilmiştir. Hamur olarak genellikle kahverengi, gri, kiremit ve turuncu renkli ki kullanılmıştır. Kandillerde görülen boya uygulaması, boya, astar boya veya sır şeklindedir. Kandillerin basık kürevi, kürevi, armudi ve çift konik gövde şekilleri vardır (academia.edu.tr.2013). Çiz.3.2. Bir kandilin çizimi (www.academia.edu.tr. Erişim Tarihi:12.03.2013). 172 2.3. Bir kandil örneği Res.2.23.Kandil örnekleri (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013) Genel olarak yuvarlak diskli, volütlü üçgen burunlu olan kandil tipleri arasında “Volüt burunlu” denilen tipte bir kandildir. Bu kandil tipi burnun her iki yanında yer alan volütlerden adını almıştır. Kulp iki yada daha fazla yivli halka şeklindedir. Bezemede figürlü kabartmalar görülür ve bu kabartmalar, iki ince bantın arasından geçen bir kalın bant ile çerçevelenmiştir. İnce bir banttan oluşan kaideye sahiptir. Bazı buluntularda kaideyi oluşturan bant içinde ayak şeklinde damga (plantapedis) yer aldığı da görülür. Bazı örneklerin disk kısmında figür olmaz ve ağız kısmında bezeme görülür. Ele geçen örneklerin bazılarında diskten buruna doğru uzanan kanal vardır. Diskusta yer alan hava deliği ise figürlü bezemeden dolayı kenarda bir yere yerleştirilir. Gerek figürlü gerekse figürsüz olan kandiller, bezeme ve formları göz önüne alınaraktan tarihlendirilir. Bu tip kandillerde bezemede görülen figürlerde en çok gladyatör ve mitolojik tasvirler kullanılmıştır. Bu tip kandillerin benzerleri Atina Agorası’nda bulunmuş olup, M.S. 1. yüzyıla tarihlenirler (academia.edu, 2013). 173 2.4. Sikkeler Tedavülde olmayan, antik ve ortaçağda kullanılan madeni paralar olan sikkeler; (kullanımda olduğu dönem içerisinde) günlük alışverişte, kamu harcamalarında ve ticarette ödeme aracı olarak kullanılan, ağırlığı ve madeni miktarı devlet tarafından üzerine konan resim ve yazılarla garanti altına alınmış, belli bir şekli olan madeni parçalardır (Gökalp:2009:2). Batı Anadolu’da Lidyalılar tarafından M.Ö. 7. yüzyılın ikinci yarısında icat edilmiş, çok kısa bir süre içinde bütün Ege ve Batı Akdeniz’e yayılmıştır. Başlangıçta doğada hazır halde bulunan altın ve gümüş karışımı olan madde (elektron) sikke basımında kullanılmış, daha sonra zamanla madenler eritilip ayrıştırıldıktan sonra altın, gümüş ve bronz olarak darbedilmiştir. Lidyalılarla ortaya çıkan ilk sikkelerin ön yüzünde yer alan işaretler büyük olasılıkla kral ya da hanedana armalarıdır. Arka yüzde kullanılan aslan betimi Lidya krallığına özgüdür. Bu yıllarda sikke basma hakkı yalnızca yöneticilerin tekelinde olduğu için kentlere özgü bir sikke yoktur. Bu dönemde malzeme olarak elektron kullanılmıştır. Arkaik Dönem’de elektron sikkelerin yanında gümüş sikkeler de basılmaya başlanmıştır. Ön yüzde genellikle şehir arması ya da şehrin baş harfi, arka yüzde incusum denilen kare şekiller yer almaktadır. Bu şeklin yel değirmenine benzeyen kareler şeklinde olması güneşi sembolize eder ve daha çok Ephesos sikkelerinde görülür. Atina sikkelerinde; resimsiz incus yerine resimli damga yer alabilmektedir. Ancak geleneklere bağlılık nedeniyle resim hala incus içinde yer almaktadır. Atina’da tanrıçanın kutsal hayvanı baykuş kullanılmaya devam edilmiştir (Gökalp:2009:4). 174 Res. 2.24. Arkaik dönem sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu, 2013) Klasik Dönem’de drahmi olarak geçen birim üzerinde daha çok Posedion görülmektedir. Kent adı kısaltması yukarıdan aşağıya ters yazılmıştır. Bu dönemde domuz betimi ve balık motifi kullanılmaya başlanmıştır. Elektron sikkeler bu dönemde de kullanılmaya devam edilmiştir. Atina’da ön yüzde Athena başı kullanılmaya başlanmış ve miğferde kullanılan üç zeytin yaprağının zafer simgesi olduğu kabul edilmiştir. Bu dönemde Silenos başı, pegasus, incus içerisinde baykuş motifi yaygın olarak kullanılmıştır. Res. 2.25.Klasik Dönem sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu/2013). Geç Klasik Dönem’de Ephesos sikkelerinde görülen arı betiminin altına ‘P ve E’ harfleri eklenmiştir. Cepheden betimlenen Helios başı, Zeus ve imparator başları görülmektedir. 175 Res. 2.26.Geç Klasik Dönem sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu/2013) HellenistikDönem’de İskender ile birlikte yeni bir dönem başlamıştır. Kendisine tanrı gözüyle bakılan İskender’in sikkelerinin ön yüzünde görülen Herakles başı yavaş yavaş İskender’in yüz çizgileri almıştır. İskender döneminde basılan sikkelerin arka yüzünde tahtta oturan ve elinde kartal tutan Zeus betimlenmektedir. Yan işaretler darphaneleri göstermektedir. Bu dönemde arka yüzde Nike, küçük Nike tutan Athena, elinde defne çelengi tutan Nike, gibi betimler yer almaktadır. İ.Ö.300’lü yıllardan itibaren Hellenistik sikkelerin tamamında hükümdarların karakteristik portreleri yer almaktadır (Morkholm, 2000: 177-184) Res. 2.27.Hellenistik Dönem sikke örnekleri(Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu/2013). Roma Dönemi’nde yoğun olarak bronz malzeme kullanılmıştır. Ancak İ.Ö.2.yy’dan sonra bakır sikkeler kullanılmaya başlanmıştır. İ.Ö.5 yüzyıldan itibaren quadriga tasvirlerinin çok kullanılması sebebiyle o dönemde sikkeler quadrigatus olarak adlandırılmıştır. İ.Ö. 46.yy’dan itibaren ‘Moneta’ yazısı dikkat çeker. Bu dönemde darphanenin Moneta tapınağında yer almasından dolayı bu sikkelere 176 tanrıçanın adı verilmiştir. Bu nedenle bir çok dilde ‘para’ anlamında Moneta’dan türeyen sözcükler kullanılmıştır. (İng.Money gibi) İmparatorluk dönemine bakıldığında; Augustus ön yüze kendi portresini arka yüzde de Caesar’ı temsil eden “S ve C” harfleri kullanmıştır. Augustus döneminde iki bantlı defne çelenkleri, şua taç motifleri ve miğfer ile kalkan betimleri sıkça görülmektedir. Res. 2.28.Roma Dönemi sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu, 2013) Doğu Roma Döneminde bronz sikkelerin yanında bakır basımların da fazlalaştığı ve bu dönemde bakır basımları daha önceki basımlara göre değiştiği görülmektedir. Ön yüzde imparatorun büstü cepheden yada profilden resmedilirken arka yüzde yeni bir düzen görülmektedir. Rakam olarak 40’ı ifade eden “M” harfi ilk kez kıymet beyanı olarak sikke basımlarına girmiştir. M harfinin yanındaki ANNO kelimesi “yılında” demektir. Sağ alandaki rakam ise imparatorun hizmet yılıni göstermektedir. Sikkelerin tam tarihlendirme geleneği böylece Doğu Roma çağında ortaya çıkmıştır. Daha sonraki yıllarda ön yüzde imparator tasviri geleneği devam ederken arka yüzde üç basamak üzerinde haç betimlemesi yaygınlaşmıştır. Doğu Roma devrinin son yıllarında basılan altın sikkeler çok ince ve çukur şeklindedir. İsa’nın büst ve figürlerinin yanı sıra Meryem’e de rastlanmaktadır. 177 Res. 2.29. Doğu Roma Dönemi sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu, 2013). 2.4.1. Anadolu Selçuklu döneminde sikkeler Adına sikke bastırmak hükümranlığın önemli bir simgesi olduğundan başa geçen her hükümdar bu dönemde mutlaka adına para bastırmıştır. I.Mesut zamanında daha çok kullanılan sikkelerde Anadolu Selçuklu Devleti’nin komşularıyla birlikte bastırdığı ön yüzlerinde Hristiyan betimleri arka yüzde sultanın adının yazdığı Kufi ve sülüs yazıların bulunduğu sikkeler bulunmaktadır. II.Kılıçarslan’dan sonraki hükümdarlar döneminde (I.Gıyaseddin Keyhüsrev, II.Süleyman Şah, Melik Şah, Kayser Şah, I.Alaeddin Keykubat) sikkelerinde ön yüzde atlı süvari arka yüzde küfi ve sülüs yazılar bulunmaktadır. II.Giyaseddin Keyhüsrev zamanında ön yüzde “Şir-i Hurşid” motifi denilen gülen bir güneş altında sağa dönük aslan betimlemesi ve çevresinde yazıların bulunduğu betimlere kullanılmıştır. Anadolu Selçuklu döneminde daha çok yıldız ve çeşitli geometrik desenler içinde sülüs yazılar tercih edilmiştir (Parlar:2001:113-114). Res. 2.30. Anadolu Selçuklu dönemi sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu, 2013). 178 2.4.2. Osmanlı döneminde sikkeler Daha çok bakır, gümüş ve altın para bastıran Osmanlılar kendi bastırdıkları paraların yanında başka milletlere ait paraların da kabul edilmesine ve kullanılmasına müsaade etmişlerdir. İlk Osmanlı altın parası Fatih Sultan Mehmet zamanında basılmıştır. Bu altın paraların üzerinde unvanı darp yeri ve tarihi yazılmıştır. Bu tarz sikkelerin basımı altınlara tuğra konma geleneğine kadar devam etmiştir. II.Bayezid döneminden itibaren unvanlarda sultan, hakan gibi değişiklikler olmuş ve bu unvanlarda sikkele eklenmiştir. 18.yy’dan itibaren darp yerleri Constantiniye olarak belirtilen sikkelerin üzerinde “İslambol” yazılmaya başlanmıştır. Genellikle ön yüzde tuğra ve bitkisel bezemeyle süslenen sikkelerin arka yüzlerinde basım yerleri ve yılları yer almaktadır (Nadir Osmanlı Sikke, Nişan ve Madalyaları, 1999: 9-10). Res. 2.31. Osmanlı dönemi sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu, 2013). 179 3. MİMARİ AYRINTILAR Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemi yapılarındaki mimari ayrıntılar yapıların sürekli bir gelişim gösteren ve tarihlenmelerine yardımcı olan “plan özelliklerinin” yanı sıra, söz konusu kuruluş şemasında göze çarpan taçkapı, giriş açıklığı, minare, niş, mihrap gibi mimari ayrıntılarının biçim ve özellikleri de yapıların tanımı ve tarihlendirilmesinde büyük rol oynayan unsurlardır. Bu nedenle söz konusu ayrıntılar aşağıda açıklanmaya ve dönem farklılıkları ortaya konmaya çalışılmıştır. 3.1.Taçkapılar Anadolu Selçuklu Dönemi mimarisinde giriş cepheleri taçkapılarla birlikte anıtsal bir görünüm sunmaktadır. 13.yüzyılın baslarında Anadolu Selçuklu camilerinin cephelerine kişilik kazandıran tek unsur, cephe düzenlemesine sarf edilecek tüm enerjiyi adeta bir mıknatıs gibi üzerinde toplamış olan taçkapılardır. Dönemin taçkapıları yapı türüne göre farklılık göstermeyen belli başlı bazı ortak özelliklere sahiptir. Öne çıkan yan kanatlar derin bir ana niş elde edilmesini sağlamıştır. İçinde giriş açıklığının yer aldığı ana nişin derinliği yan duvarlarına açılan küçük nişler şeklindeki mihrabiyelerle daha da artmış, böylelikle cephe üzerinde ayrı bir mekân havası yaratılmıştır. Ana nişlerin çoğu mukarnaslı ya da sivri tonozlu bir kavsarayla örtülmüştür. Kavsaraların çoğunun da sivri bir kemerle kuşatıldığı görülmektedir. Ana nişin dış köşelerine, bazı örneklerde ana nişle birlikte taçkapı yan kanatlarının köşelerine de dekoratif amaçlı sütunçeler yapılmıştır (Ünal, 1982:8-10). Yan kanatlara sahip olan taçkapıların tümünde, dikdörtgen cephe yüzeyinden ana nişe doğru silmelerle oluşturulan bir kademelenme vardır. Taçkapıların yüzeyleri yoğun bir biçimde bezenmiştir. Bitkisel ya da geometrik örnekli süsleme şeritleri, bağımsız ya da şeritler içine gizlenmiş figürler, yazı ve 180 mukarnas şeritleri, gülbezek vekabaralar taçkapılarda uygulanmış başlıca süsleme unsurları arasında yer almaktadır. Taçkapıların cepheden çıkıntı yapan dikdörtgen prizma şekili blokunun yan yüzleri genellikle bezemesizdir. Res.3.1. Beyşehir Eşrefoğlu Cami taçkapısı (1296-1299) (www.wikipedia.org. Erişim Tarihi: 12.03.2013). Anadolu’da erken devirlerden itibaren kavsara kuşatma kemerleri geometrik örnekli şeritlerle süslenmiş, kavsaraların cephe yüzleri daha çok kitabe levhalarına ayrılmıştır. Giriş açıklıklarının daha çok basık kemerli olmaları tercih edilmiştir. Anadolu Selçuklu döneminde taçkapılar üzerinde tamamen doğu etkisi olarak beliren bir özellik iki farklı renkteki taşın dönüşümlü yerleştirilmesiyle yapılan renk almaşıklığıdır. Bu teknik Ortadoğu ülkelerinde ortaya çıkmış, ilk ve yoğun olarak 181 Mısır ve Kuzey Suriye’deki Zengi yapılarında uygulanmıştır (Altun, 1997: 159). Tekniğin 12. ve 13.yüzyıllarda Suriye ve Mısır ile olan politik ve kültürel ilişkiler sonucu Güneydoğu Anadolu Bölgesi yoluyla Anadolu Türk Mimarisi süsleme programına girdiği görülmektedir. Dilimli kemerler ve örgülü geçme motifler şeklinde uygulandığı örnekler Anadolu’da geniş bir uygulama alanına sahiptir. 13. yüzyılın ikinci yarısında taçkapıların yanına çeşme, pencere, niş, dayanak, köse kulesi, minare, çörten, dendan gibi birtakım mimari elemanlar eklenerek cephe düzeni zenginleştirilmiştir. Cephelerde erken dönemlerde de pencerelere yer verilmiştir. Bunlar genellikle mazgal veya küçük boyutlu dikdörtgen çerçeveli, sivri kemerli pencerelerdir. Yapıların sağır ve yüksek dış duvarlarının üst kesimlerine açılan pencereler ışıktan çok havalandırmaya elverişlidir. Göz düzeyinde pencerelere bu dönemde giriş cepheleri dışında pek rastlanmamaktadır. 13.yüzyılın ikinci yarısından itibaren giriş cephelerinde yer verilmeye başlanan pencerelerin Amasya Gök Medrese Camii, Erzurum Hatuniye Medresesi ve bünyesinde yer alan mescidin6 (13.yüzyılın son çeyreği) giriş cephesinde olduğu gibi genellikle taçkapı gibi dikdörtgen birer çerçeveye, mukarnaslı kavsaraya sahip oldukları görülmektedir. Ancak 13.yüzyılın baslarında olduğu gibi, ikinci yarısından sonra da yalnızca taçkapının yer aldığı giriş cephesi üzerinde durulmakta, değişiklikler daha çok bu cephede yoğunlaşmaktadır. Anadolu beyliklerinde olduğu gibi Erken Osmanlı döneminde Anadolu Selçuklu dönemi taçkapılarından daha sade taçkapılar inşa edilmiştir. Taçkapı yan kanatlarının cephe yüzeyinde yaptığı çıkıntı oldukça azalmış ya da ortadan kalkmıştır. Taçkapılarda görülen bu değişikliğin başlıca nedeni, Anadolu’da Beylikler döneminden itibaren inşa edilen camilerin genellikle birer son cemaat yerine sahip olmalarıdır. Bergama Ulu Cami gibi Anadolu Selçuklu dönemi plan özelliklerini sürdüren camilerdeki taçkapıların da sade yapıldıkları dikkati çekmektedir (Çakmak, 2001:3-10). Erken Osmanlı döneminde Anadolu Selçuklu dönemi taçkapılarının en ve boyları arasındaki orana (2/3) uyulmadığı ya da boylarının enlerine göre uzun tutulduğu görülmektedir. Bu örneklerden biri İznik Yeşil Camii’nin taçkapısıdır. Osmanlı dönemine ait bilinen ilk taçkapı örneği olan bu taçkapıda enin 1, boyun 3 olduğu oran uygulanmıştır. Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde de örneklerine 182 rastlanan yan kapı uygulaması Osmanlı camilerinde 15. yüzyıldan itibaren yaygınlık kazanmış, kuzey girişinin dışında harimin yan cephelerine ya da kuzey girişinin iki yanına tali girişler açılmaya başlanmıştır. Bu girişler ana girişten daima daha sade yapılmışlardır. Anadolu Selçuklu döneminde cami, han, türbe vs. gibi göre farklılaşan bir taçkapı kompozisyonu yokken, Erken Osmanlı döneminde en özenli taçkapılar camilerde yer almaktadır. Osmanlı mimarisinin tüm devirlerinde en görkemli taçkapılar 15. yüzyılda inşa edilmiştir. Bu taçkapılar Anadolu Selçuklu dönemi taçkapılarına benzer biçimde mukarnaslı kavsaralara, zengin süsleme şeritlerine sahip örneklerdir. 15.yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiş taçkapıların en ve boyları Anadolu Selçuklu taçkapılarındaki orana yakındır. Ancak 15.yüzyılın ikinci yarısında bu oran bozularak ½ ye yaklaşmıştır. Osmanlı mimarisinde 15.yüzyılın ikinci yarısında taçkapılarda unsurlar ve boyutlar bakımından bazı değişiklikler görülmeye başlanmış, yüzyılın sonlarında ulaşılan taçkapı kompozisyonu fazla değişikliğe uğramadan Klasik Osmanlı döneminde de uygulanmayı sürdürmüştür. Klasik Osmanlı döneminin taçkapı düzenlemesinde de Erken dönemdeki mukarnas gibi unsurların kullanılmasına karşın, bu unsurların daha güçlü, vurgulu bir biçime büründüğü görülmektedir. Anıtsal camilerde taçkapılar genellikle mukarnaslı kavsaraya sahip süslü yüzeylerdir. Buna rağmen oldukça anıtsal yapılara basit girişler inşa edildiği de görülmektedir. Yapının sade, taçkapının anıtsal yapılması geleneğinin terk edilerek anıtsallığın yapının geneline yayılması ve bu durumda taçkapıların diğer unsurlardan daha özenli olmak yerine onlarla kaynaşır biçimde yapılması Klasik dönem özelliklerinden birisidir. 183 Res.3.2. Bursa Yeşil Camii taçkapısı1414- 1419 (Erken Osmanlı dönemi örneği) (www.bursadan.biz. Erişim Tarihi:28.03.2013) Res.3.3. Sultan Ahmet Camii Taçkapısı (1609-1616) Klasik Osmanlı dönemi örneği (www.mustafacambaz.comErişim Tarihi: 15.03.2013). 184 3.2. Minareler Anadolu Selçuklu dönemi camilerinde genellikle tuğladan silindirik veya dilimli gövdeli minareler inşa edilmiştir. 12.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Doğu ve Orta Anadolu’da görülen bu minarelerin tasarımında 11. ve 12.yüzyıllarda Türkistan ve İran gibi bölgelerdeki diğer İslam devletlerinde yapılan minarelerin etkisi olduğu söylenebilir. Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu yapılarının düzgün kesme taştan kare kaideli, dikdörtgen prizma gövdeli minarelere sahip oldukları görülmektedir. Bu minare şeklinin tasarımında özellikle Suriye, Magrip, Kuzey Afrika ve İspanya gibi bölgelerde örneklerine rastlanan dikdörtgen prizma gövdeli minarelerin etkisi olduğu söylenebilir (Bakırer, 1971: 340). Anadolu’da camilere inşa edilmiş silindirik gövdeli minarelerin yapıya yakın bir mesafede, yapının bir kenarına eklenmiş, yapının kütlesine dahil edilmiş ya da taçkapının bir kenarına bitişmiş olan örneklerine rastlanmaktadır. Anadolu Selçuklu dönemi minare kaideleri genellikle tasla inşa edilmiştir. Minare gövdelerinin ise genellikle tuğla ile inşa edildiği görülmektedir. Minare gövdelerinin yüzeyleri genellikle firuze, patlıcan moru renklerinde sırlı tuğla veya çini parçalarıyla kaplanmıştır. Tuğla minare geleneği, diğer İslam ülkelerinin sanatlarına bağlanan bir özelliktir. Anadolu Selçuklu dönemi minareleri genellikle tek şerefelidir. İki şerefeli minarelere ender rastlanmaktadır. Şerefe altları testere dişi veya mukarnas süsleme ile bezenmiştir (Bakırer, 1971: 339). Osmanlı döneminde inşa edilen minareler bazı istisnalar dısında6 camilerin genellikle kuzeybatı veya kuzeydoğu köselerine yerleştirilmişlerdir. Tarihi bilinen ilk Osmanlı minaresi, Bursa Alaaddin Camii’ne (1335) aittir. Minarenin, çokgen gövdeli ve taşla inşa edilmiş bir kürsüsü, tuğlayla örülmüş silindirik bir gövdesi vardır. Erken Osmanlı döneminden 16.yüzyıla kadar Anadolu Selçuklu döneminin tuğla gövdeli minare geleneği sürdürülmüştür. Bu durumdaki etkenlerden birinin Erken Osmanlı döneminden itibaren genellikle almaşık duvar tekniğinin uygulanması ve minarelerin de camilerin duvarlarıyla bir uyum sağlamasına çalışılması olduğu söylenebilir. Bursa Kocanaib Camii’nin minaresi (1362-1389) Bursa Timurtaş Paşa Camii’nin minaresi tuğla gövdeli örneklerdendir. 185 Erken Osmanlı döneminde Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde olduğu gibi sırlı tuğla ile bezenmiş minareler de inşa edilmiştir. Beylikler döneminden itibaren tuğla sırlarında renk sayısı artmış, gövdelerde çini kullanımı az da olsa sürdürülmüştür. İznik Yeşil Camii’nin minaresi üzerinde sırlı tuğla ve çini kullanılmış en güzel örneklerden biridir. Anadolu Selçuklu döneminde aynı yapıda sayısı ikiyi geçmeyen minarelerin Osmanlı döneminde ilkin Edirne Üç Şerefeli Camii’nde sayısı üçe, İstanbul Sultan Ahmet Camii’nde altıya çıkmıştır (Üstüner, 2006:150). 16.yüzyılda almaşık duvar tekniğinin gittikçe azalmasına bağlı olarak minareler de cami duvarları gibi tasla inşa edilmeye başlanmıştır. 16.yüzyıla tarihlenen camilerin çoğunda minare kürsüsü ve gövdesinin tas ile inşa edildiği görülmektedir. Lüleburgaz Sokullu Mehmet Pasa Camii’nin minaresi(1557-64) bunlardan biridir. 15 ve 16.yy.larda almaşık duvar tekniğinin uygulandığı fakat minaresinin tasla inşa edildiği örneklerle de karşılaşılmaktadır. Mimar Sinan Mescidi’nin minaresi (1473) İstanbul Kazasker Hacı İvaz Efendi Camii’nin minaresi (1585) bunlardan bazılarıdır. Minareler özellikle Klasik Osmanlı döneminde yüksekliği artan camilerle birlikte uzamış, incelmiş, şerefe sayısı artmış, şerefe altında mukarnas yoğunluk kazanmış ve gövdeler yalınlaşmıştır. Batılılaşma döneminde şerefe altı yerini bileziklere, boğumlu çıkıntılara ve pek az örnekte istiridye kabuğuna bırakmıştır. Bu değişim Nevşehir Damat İbrahim Paşa Camii (1726-27) ve İstanbul Ortaköy Camii (1854) gibi örneklerde izlenebilmektedir (Üstüner, 2006: 178). 3.3. Pencereler Osmanlı döneminde Anadolu Selçuklu döneminden farklı olarak yatay yerine dikey yönde gelişen plan semalarının tercih edilmesi dışa açılmayı bir anlamda mecbur kılmıştır. Yükselen yapı aydınlatılmak zorunda olduğu gibi dıştan da desteklenmek zorundadır. Osmanlı mimarisinde plan semasının pencere inşasına tanıdığı olanaklar gerektiği ölçüde kullanılmıştır. Pencereler yapıların aydınlık ve hava ihtiyacını çözmenin yanı sıra, duvar yüzeyinde oluşturdukları gruplarla cephe düzenini oluşturan baslıca unsurlardan biri haline gelmiştir. Erken Osmanlı döneminden itibaren camilerde aynı eksen üzerinde altlı üstlü yerleştirilmiş 186 pencereler yaygınlaşmıştır. Alt ve üst sıra pencereleri arasında belli bir mesafe bırakılarak alt ve üst sıralarının ayrımı belirtilmiştir. Alt ve üst sıra pencereleri arasında belirgin bir mesafe bırakılmadan pencerelerin aynı düşey doğrultuda üst üste yerleştirildiği örnekler de vardır. Doğu ve batı cephelerinde hep eşit bir düzenle aynı pencereler tekrarlanmıştır. Pencereler yuvarlak, sivri, kaş veya Bursa kemerli olarak inşa edilmiştir. Pencere biçimleri yapıların cephelerine göre genellikle değişmemektedir. Güney cephesi pencereleri genellikle iç mekânda, son cemaat yeri pencereleri ise sadece dışta doğu ve batı cephelerine göre daha yoğun bezemeye sahiptir. Alt sıra pencereleri geç tarihli onarımlarda genellikle demir parmaklıklar, üst sıra pencereleri ise alçıdan dışlıklarla kapatılmıştır. Alt sıra pencerelerinin alınlıkları sivri veya kas kemerli olabilmektedir. Alınlık içleri dönemin yaygın inşa tekniği olan almaşık duvar örgüsünde tuğla ile yapılan motiflerin en sık uygulandığı yerlerdir ve bunların örneklerine en çok Bursa yapılarında rastlanmaktadır. Almaşık duvarlı cephelerde duvarın yapısına uygun olarak kemer ve süslemelerin genellikle tuğla ile, taşla inşa edilmiş cephelerin ise Bursa Ulu Cami’de olduğu gibi taşla yapılması daha uygun olan mukarnas gibi öğelerle süslendiği görülmektedir. Klasik döneminde pencere düzeni Erken dönemde olduğu gibi alt sırada genellikle dikdörtgen söveli, sivri kemerli alınlığa sahip pencere, üst sırada sivri kemerli pencereden oluşmaktadır. Bu dönemde erken dönemden farklı olarak bazı cephelere altlı üstlü yerleştirilen pencerelerin aralarına veya genellikle üst kısmına daire şekilli pencereler inşa edilmiştir. Ayrıca bu dönemde kubbe kasnağında yer alan pencerelerin kubbenin formuyla uyumlu olarak genellikle yuvarlak kemerli olarak yapıldığı görülmektedir. 1570’den sonra çift pencere üzerinde kemer alınlığı penceresiyle üçlü pencere grupları sıkça kullanılan türler olmuştur. Klasik Osmanlı döneminin pencere tasarımlarında meydana gelen değişiklikler daha çok camilerde, durmadan değişen ve piramidal görünüşe hizmet eden plan semalarına bağlı olarak, aydınlık ihtiyacının arttığı iç mekânı kaç pencerenin aydınlatacağı, hangi cephelere nasıl pencerelerin sıralanacağı konularında olmuştur. Klasik Osmanlı döneminde yapının yükselmesi 187 altlı üstlü düşey doğrultuda yerleştirilen pencerelerin üç veya dörde çıkarılmasını gerektirmiştir (Ödekan, 1988: 520). Erken Osmanlı döneminde yaygın biçimde uygulanan almaşık duvar tekniğinin Klasik Osmanlı döneminde gittikçe terk edilmesine bağlı olarak pencere alınlıklarının taş, mermer veya çini panolarla kaplandığı örnekler yaygınlaşmıştır. Taş ve tuğla ile yapılan almaşıklığın gittikçe terk edilmesine karşın, almaşık tekniğin bir diğer biçimi olan iki farklı renkte taşla yapılan uygulamalara bu dönemde sık rastlanmaktadır. İki renkli kemerler, bu dönemde inşa edilmiş pencerelerin vazgeçilmez süslemelerinden biri halini almıştır 3.4. Almaşık duvar tekniği Osmanlı döneminde cephe düzenlemesine duvardan başlanmıştır. Özellikle Erken dönemde duvarlar, üzerine alınacak unsurlara hareketli bir fon oluşturmasının yanında, birbirini yineleyen şekliyle yapıyı bir bütünlük içine sokan almaşık duvar tekniğiyle inşa edilmiştir. İlk örnekleri Roma yapılarına kadar izlenebilen almaşık duvar örgüsü, Osmanlı mimarisinin ilk devirlerinden itibaren ilk olarak İznik ve Bursa çevresinde uygulanmaya başlamıştır (Batur: 1970:145). Araştırmacılar Osmanlı mimarisini almaşık duvar düzenleriyle etkileyen en yakın kaynağın son devir Bizans yapıları olduğu konusunda ortak görüşe sahiptir. Özellikle Erken Osmanlı dönemi yapılarının inşasında almaşık duvar tekniğinin tercih edilmesindeki etkenlerden biri de, cephelerde sadece taş malzemenin kullanılmasına ekonomik gücün henüz yetmeyişidir. Osmanlı mimarisi erken dönemlerinde ucuz malzemeyle zengin görünümlü cepheler yaratan almaşık duvar tekniğine yönelmiştir. Bu dönemde sadece bazı önemli yapılarda taş malzemenin kullanıldığı görülmektedir. Almaşık duvar örgüsü iki farklı malzemenin ya da aynı türden fakat iki farklı renkteki malzemenin dönüşümlü olarak kullanıldığı bir duvar kaplama yöntemidir. Osmanlı camilerinde almaşık duvar örgüsünün en çok uygulanan türü, taş ve tuğla ile yapılanlar olmuştur. Bu tür 1320’lerden başlayarak 18.yüzyılın sonlarına kadar uygulanmıştır (Batur: 1970:186). 188 Osmanlılar Bizans mimarisinden görüp severek uyguladıkları almaşık duvar örgüsünde, tuğla ve taş sıraları arasındaki sıralama düzenine yeni yorumlar katarak kendilerine özgü bir üslup geliştirmişlerdir. Bizans yapılarında taşların genellikle iki, üç, hatta dört sıralı olmasına karşın Osmanlı yapılarında almaşık düzen, bazı istisnalar dışında tek sıra taş üzerine kurulmuştur. En çok tercih edilen biçim üç sıra tuğla, bir sıra tas ya da iki sıra tuğla bir sıra taşla oluşturulan düzendir. Örneklerin çoğunda taşların arasına dikey yönde konulan bir ya da ikişer tuğla ile kasetleme yapılmıştır. Erken dönem Osmanlı camilerinde, moloz taş veya kaba yonu taş ile tuğla sıralarının oluşturduğu almaşık duvar örgüsü, yine devletin ekonomik gücüyle bağlantılı olarak klasik dönem ve sonrasına oranla daha yaygındır. Kesme taş tuğla almaşık duvar örgüsünün XVI. yüzyıldan itibaren yaygınlaştığı görülmektedir (Ötüken, 1981: 215-234). Almaşık duvarın uygulandığı Osmanlı camilerinde cepheler arasında bir farklılaşma söz konusudur. Kuzey cephe, üzerinde caminin ana girişini bulundurduğundan daha özenle ele alınmıştır. Bizans kiliselerinde apsisin olduğu güney cephesi en yoğun dekorasyona sahipken, Osmanlı camilerinde mihrabın olduğu güney cephe yerine caminin ana girişini bulunduran kuzey önem kazanmıştır. Son cemaat yeri ve revaklı avlu inşasının gelişmesiyle birlikte kuzey cephesine verilen önem daha da artmıştır. Son cemaat yerinde kullanılan taşlar, caminin diğer duvarlarındaki taşlara göre daha özenli işlenmişlerdir. Örneğin duvarlarının moloz taşla inşa edildiği örneklerde son cemaat yerinde en azından kaba yonu taş kullanılmıştır. Ya da diğer cepheleri kaba yonu tas olan bir caminin son cemaat yeri genellikle düzgün kesme taşlarla inşa edilmiştir. Almaşık duvarın yoğun biçimde uygulandığı 14. ve 15.yüzyıllarda geçerli olan bu durum 16.yüzyılda bazı yapılarda değişmiştir. Bu yüzyılda bir imparatorluk seviyesine erişen Osmanlıların elde ettiği ekonomik güce bağlı olarak taş ve mermer kullanımı artmış, almaşık duvar düzeniyle birlikte cepheler arasında uygulanan malzeme farklılığı da yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. Osmanlı mimarisinin erken devirlerinde cephe bezemelerinde kullanılan malzeme Bizans mimarisinde olduğu gibi tuğladır. 15.yüzyılda bezeme malzemelerine sırlı tuğla, çini, renkli mermer gibi öğeler eklenmiştir (Üstüner, 2006:38-40). 189 Bezeme öğelerinin yerleştirilişinde, Bizans mimarisinde duvarla bütünleşerek yapıya egemen olan süsleme anlayışından farklı olarak, duvarın belirli noktalarında bağımsız veya panolar içindeki yerler tercih edilmiştir. Güney cephelerinde küçük bezeme panoları yer alırken, diğer cephelerde kemer kavsaralarında, alınlıklarında, sınırlandırılmış panolar içinde süsleme şeritleri halinde Bizans Mimarlığından aktarılmış örnekler görülmektedir. Kullanılan motifler basit ve çift meander, sağır kemer, ağ, zikzak, sepet, balıksırtı, güneş, dama tahtası, fırıldak, yürek nişi gibi ya doğrudan aktarılmış ya da yorumlanarak yapıya katılmış ürünlerdir (Ersen,1986: 19). Motiflerin çoğunun geometrik karakterli olması, kullanılan tuğla malzemenin örneğe daha iyi uyum sağlamasıyla açıklanabilir. Erken Osmanlı döneminden itibaren örneklerine sıkça rastlanan almaşık duvar tekniği, 16.yüzyıldan itibaren özellikle büyük boyuttaki camilerde uygulanmamaya başlamış ve gittikçe az rastlanan bir özellik olarak 18.yüzyılın sonlarına kadar sürdürülmüştür. 3.5. Mukarnas süsleme Anadolu Selçuklu dönemi cami cephelerinde uygulanmış bezemeler cephelerin en önemli unsurları olan taçkapılar üzerinde yoğunlaşmıştır. Palmet ve rumiler, gülbezek ve kabaralar, yazı şeritleri, daire, altıgen, yıldız gibi geometrik motifler ve mukarnas belli başlı süsleme unsurları arasında yer almaktadır. Dönemin en gözde bezeme unsurlarından biri olan mukarnas bu dönemde taçkapılardan başka, pencere, niş, minare, saçak gibi unsurlarda da kullanılmıştır (Tuncer, 1986: 84-85). Mukarnasın bilinen ilk örnekleri, kubbeye geçiş unsurları olan tromplar üzerinde uygulanmıştır. Mukarnas sonraki örneklerde daha da geliştirilerek yapının çeşitli yerlerinde kullanılan dekoratif bir unsur olmuştur. Mukarnas bu ilk örneklerden sonra gittikçe yaygınlaşmış ve örneğin İran kümbetlerinin saçak 190 düzenlerinde ve cephelerindeki sivri kemerli nişlerin içinde veya sütun başlıklarında uygulanmaya başlamıştır (Ödekan, 1997:1306-1307). Mukarnas, Türk sanatının bütün dönemlerinde kullanılmış bir süsleme unsuru olmakla birlikte, özellikle Anadolu Selçuklu mimarisinde inşa edilmiş taçkapıların en belirgin özelliği olmuş, en zengin ifadelerini taçkapılarda bulmuştur. Çoğu kazayağı ya da koçbaşı seklinde başlayan ve yarım yıldız kesitli örnekle son bulan mukarnaslı kavsaralar uçlarına mukarnas dişleri oyulmuş taş blokların yan yana ve üst üste sıralanmasıyla oluşturulmuştur. Mukarnas sıraları kavsaralarda genellikle 7 veya 9 sıralı olup yukarıya doğru düzenli şekilde daralarak yükselmektedir. Res.3.4.Kayseri Gülük Camii'nin çinilerle süslü mihrabından detay. (13.yy. Danişmendlioğulları) (www.kayseriden.biz. Erişim Tarihi: 13.03.2013). 191 4. SİT ALANLARI 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 3.maddesinde "Sit"in tanımı şöyle yapılmıştır: “Sit, tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları,kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır”. Ülkemizde arkeolojik, kentsel, tarihi, doğal, kentsel arkeolojik sit alanları ve “diğer” diye tabir edilen birkaç sitin bir arada bulunduğu üst üste sit alanları mevcuttur. 2012 yıl sonu verilerine göre ülkemizde en fazla sayıda olan sit türü 10.976 adet olmak üzere Arkeolojik Sitler’dir. Yine aynı verilere göre ülkemizde 255 adet Kentsel Sit, 151 adet Tarihi Sit, 32 adet Kentsel Arkeolojik Sit ve 445 adet birkaç sitin bir arada olduğu sitler bulunmaktadır (kulturvarliklari.gov.tr, 2013) . Sit alanlarındaki “koruma ve kullanma koşullarına” ilişkin Kültür ve Turizm Bakanlığı Mevzuatında birtakım düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerden sit alanında göreve giden uzmanın başvuracağı birincil kaynak 2863 sayılı Kültür ve Tabiat VarlıklarınıKoruma Kanunu’nun yanı sıra “İlke Kararları”dır. İlke kararları yukarda sayılan sit türlerine göre ayrı ayrı düzenlenmiştir. Sit alanlarına giden uzmanın sıklıkla başvuracağı bir kaynak niteliğinde olup “İlke Kararları” adı altında Bakanlığımızca yayımlanan kitaplar mevcuttur. Ancak ilke kararlarının en son, “güncel” halini görmek açısından kanun, yönetmelik, yönerge ve Mevzuata ilişkin diğer konularda olduğu gibi ilke kararlarını da Bakanlığımızın internet sitesinden takip etmek daha sağlıklı olacaktır. Uzmanın sit alanlarında yapacağı tescillere ilişkin Mevzuatımızda ayrıca “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının Ve Sitlerin Tespit Ve Tescili Hakkında Yönetmelik” ten mutlaka faydalanması gerekmektedir. (teftis.kulturturizm.gov.tr; 2013). Anılan yönetmelik, 1. maddesinde belirtildiği üzere: “…korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları, doğal sitler hariç olmak üzere sitlerin tespit ve tescili ile ilgili usul ve esasları düzenlemek” amacıyla hazırlanmıştır. Yönetmelikte genel olarak, tescili düşünülen taşınmazın “tespitlerde değerlendirme 192 kıstasları” başlığı altında tescile konu olup olmayacağına yönelik kıstaslar anlatılmış, tescil aşamasında hazırlanması gereken “uzman raporu”, “yazılı ve görsel bilgileri içeren Anıt ve Sit Fişi”, “tanıtmaya yeterli fotoğraflar” vs. gibi dokümanlar açıklanmış, ardından taşınmazın tescil sürecinin nasıl olduğu ve tescil edildikten sonra tescilli olduğunun kayıtlara geçirilmesi gibi konulara ayrıntılarıyla değinilmiştir. Ülkemizde yer alan en önemli sitlerden birisi de doğal sitlerdir. Doğal sitin tanımı 2863 sayılı yasada şöyle yapılmıştır: “Doğal (tabii) sit”; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.” Bu alanlar Bakanlığımızın görev alanından alınarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığına devredildiğinden dolayı Bakanlığımıza sunulan bu tezde bu konuya değinilmemiştir. 4.1. Arkeolojik sitler Arkeolojik Sitlerdeki koruma ve kullanma koşulları “Arkeolojik Sitler, Koruma Ve Kullanma Koşulları” başlıklı 658 sayılı ilke kararında düzenlenmiştir. Anılan ilke kararında 1. , 2. ve 3. Derece arkeolojik sitler ayrı başlıklar altında anlatılmış ve söz konusu yerlerin koruma ve kullanma koşulları maddeler halinde açıklanmıştır. Anılan ilke kararında Arkeolojik Sit şöyle tanımlanmaktadır: “Arkeolojik Sit: İnsanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski uygarlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer aldığı yerleşmeler ve alanlardır. “Arkeolojik Sitlerde Koruma ve Kullanma Koşulları” başlıklı bölüm ise, yapılan derecelendirme, arkeolojik sitlerin taşıdıkları önem ve özelliklerinin yanı 193 alanda sıra, uygulanacak koruma ve kullanma koşullarını kapsar. Derecelerine göre arkeolojik sitlerdeki uygulamalar maddeler halinde açıklanmıştır: “…1) I. Derece Arkeolojik Sit: Korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır. Bu alanlarda, kesinlikle hiçbir yapılaşmaya izin verilmemesine, imar planlarında aynen korunacak sit alanı olarak belirlenmesine, bilimsel amaçlı kazıların dışında hiçbir kazı yapılamayacağına, ancak; a) Resmi ve özel kuruluşlarca zorunlu durumlarda yapılacak alt yapı uygulamaları için müze müdürlüğünün ve varsa kazı başkanının görüşüyle konunun koruma kurulunda değerlendirilmesine, b) Yeni tarımsal alanların açılmamasına, yalnızca sınırlı mevsimlik tarımsal faaliyetlerin devam edebileceğine, koruma kurullarınca uygun görülmesi halinde seracılığa devam edilebileceğine, c) Höyük ve tümülüslerde toprağın sürülmesine dayanan tarımsal faaliyetlerin kesinlikle yasaklanmasına, ağaçlandırmaya gidilmemesine, yalnızca mevcut ağaçlardan ürün alınabileceğine, ç) Taş, toprak, kum vb. alınmamasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden vb. ocakların açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzeme dökülmemesine, d) Bu alanlar içerisinde yer alan ören yerlerinde gezi yolu düzenlemesi, meydan tanzimi, açık otopark, WC, bilet gişesi, bekçi kulübesi gibi ünitelerin koruma kurulundan izin alınarak yapılabileceğine, e) Bu alanlar içerisinde bulunan ve günümüzde halen kullanılan umuma açık mezarlıklarda sadece defin işlemlerinin yapılabileceğine, f) Taşınmaz kültür varlıklarının mahiyetine tesir etmeyecek şekilde ilgili koruma kurulundan izin almak koşuluyla birleştirme (tevhit) ve ayırma (ifraz) yapılabileceğine, 2) II. Derece Arkeolojik Sit: Korunması gereken, ancak koruma ve kullanma koşulları koruma kurulları tarafından belirlenecek, korumaya yönelik bilimsel 194 çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır. Bu alanlarda, yeni yapılaşmaya izin verilmemesine, ancak; a) Günümüzde kullanılmakta olan tescilsiz yapıların basit onarımlarının yürürlükteki ilke kararı doğrultusunda yapılabileceğine, b) I. derece arkeolojik sit koruma ve kullanma koşullarının a,b,c,ç,d,e,f, maddelerinin geçerli olduğuna, 3) III. Derece Arkeolojik Sit: Koruma - kullanma kararları doğrultusunda yeni düzenlemelere izin verilebilecek arkeolojik alanlardır. Bu alanlarda, a) Geçiş dönemi yapılanma koşullarının belirlenmesine, Geçiş dönemi yapılanma koşullarının belirlenmesinde: - Öneri yapı yoğunluğunun, mevcut imar planı ile belirlenmiş yoğunluğu aşmamasına, -Alana gelecek işlevlerin uyumuna, - Gerekli alt yapı uygulamalarına -Öneri yapı gabarilerine, - Yapı tekniğine ve malzemesine, Mevcut ve olası arkeolojik varlıkların korunması ve değerlendirilmesini sağlayacak bir biçimde çözümler getirilmesine, b) Varsa onaylı çevre düzeni ve nazım plan kararları ile yerleşime açılmış kesimlerinde arkeolojik değerlerin korunmasını gözeterek, koruma amaçlı imar planlarının yapılmasına, c) Bu ilke kararının alınmasından önce Koruma Amaçlı İmar Planı yapılmış yerlerde planın öngördüğü koşulların geçerli olduğuna. ç) Bu alanlarda, belediyesince veya valilikçe inşaat izni verilmeden önce, ilgili müze müdürlüğü uzmanları tarafından sondaj kazısı gerçekleştirilerek, sondaj sonuçlarının bu alanlarla ilgili, varsa kazı başkanının görüşleriyle birlikte müze müdürlüğünce koruma kuruluna iletilip kurul kararı alındıktan sonra uygulamaya geçilebileceğine, 195 d) III. Derece arkeolojik sit alanı olarak belirlenen arkeolojik sit alanlarında koruma kurullarının, sondaj kazısı yapılacak alanlara ilişkin genel sondaj kararı alabileceğine, e) Taşınmaz kültür varlıklarının mahiyetine tesir etmeyecek şekilde ilgili koruma kurulundan izin almak koşuluyla birleştirme (tevhit) ve ayırma (ifraz) yapılabileceğine, f) Bu alanlarda, taş, toprak, kum vb. alınmamasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden vb. ocaklarının açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzemenin dökülmemesine, g) Ülke enerji üretimine getireceği katkı ve kamu yararı doğrultusunda bu alanlarda koruma kurulunca uygun görülmesi halinde rüzgar enerji santralları yapılabileceğine, h) Sit alanlarındaki su ürünleri üretim ve yetiştirme tesislerine ilişkin yürürlükteki ilke kararının geçerli olduğuna” denmektedir (teftis.kulturturizm.gov.tr; 2013). Genel olarak belirtmek gerekirse, anılan ilke kararında da açıklandığı üzere 1. Derece arkeolojik sitler, “Korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır” İmar planlarında da aynen korunacak sit alanı olarak belirlenen bu alanlarda kesinlikle hiçbir yapılaşmaya izin verilmemekte, bilimsel amaçlı kazıların dışında hiçbir kazı yapılamamaktadır. Yapılmak istenen uygulamalar için koruma kurullarından izin almak gerekmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse 1.derece Arkeolojik sitlerde yüzeydeki toprak “kültür toprağı” olduğundan toprağın yüzeyden alınması, kazılması ve buralara çöp, moloz, vs. dökülmesi kesinlikle yasaklanmıştır. İkinci derece arkeolojik sitlerde de birinciyle aynı maddeler geçerlidir, ancak buraların birinci dereceden farkı, anılan ilke kararının “…Günümüzde kullanılmakta olan tescilsiz yapıların basit onarımlarının yürürlükteki ilke kararı doğrultusunda yapılabileceğine,..” diye belirtilen hükmü gereği kullanılan yapılarda koruma kurulundan izin alınarak basit onarım yapılabilmesidir. Üçüncü derece arkeolojik sitlerde ise ilk ve ikinciye ilişkin maddelerin birçoğu geçerlidir. Ancak buraların yapılaşma istemi koruma kurulunda 196 değerlendirilir ve kurul uygun görürse arazi üzerinde uygun görülen birkaç yerde Müze Müdürlüğü uzmanları denetiminde sondaj kazısı yapılarak herhangi bir kültür varlığı bulunmadığı taktirde yine kurul kararıyla yapılaşmaya izin verilebilir. Arazi görevine giden uzmanın araziyi kaçıncı dereceden arkeolojik sit olarak belirleyeceği kendisine kalmış bir durum değil, birtakım somut verilere dayanması gereken bir konudur. Bu somut veriler, arazi yüzeyinde karşılaşılan kalıntılardır. Örneğin arazide bir höyük, bir tümülüs, bir nekropol ya da bir mezarlık, sur duvarları, kale ya da kale kalıntısı, antik yapı kalıntıları, mozaikli yapı tabanı gibi taşınmazlar var ise buralar 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescillenir. 1. derece arkeolojik sitin yüzeyi içinde seramik parçalarının yoğunlukta olduğu “kültür toprağı” diye tabir edilen bir görünüme sahiptir ve alanda yapı kalıntılarını görmek mümkündür (Res.4.1.- 4.2.) Bu konu da Mevzuatımızın anılan 13/03/2012 tarih ve 28232 sayılı “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik” in “tespitlerde değerlendirme kıstasları” bölümüyle aydınlatılmıştır. Res.4.1. Arkeolojik sitin yüzeyi (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013) 197 Res.4.2. Muğla İli, Datça İlçesi, Cumalı Köyü, Murdala Mevkii 1.Derece Arkeolojik ve Doğal Sit alanı (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013) Anılan yönetmelikte: “…d) Arkeolojik sitler için; yazılı bilgiler, sathi kalıntılar veya bilimsel araştırmalara dayanması; çevresel gözlemler ile bilimsel varsayımlar veya topoğrafik açılardan yeterli niteliklere sahip olması; 1) Birinci Derece Arkeolojik Sitlerde; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent kalıntıları ile yerleşim alanları ve sosyal yaşama konu olmuş; taşınmaz kültür varlıklarına ait kalıntılar ve buluntuların veya bunu destekleyen taşınır kültür varlığı buluntularının yoğun olarak yer aldığı alanlardan olması, 198 2) İkinci Derece Arkeolojik Sitlerde; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini kısmen yansıtan yerleşim alanları ve sosyal yaşama konu olmuş alanlardan olması; ancak Birinci Derece Arkeolojik sitler kadar yoğun kültür varlığı kalıntı ve buluntusuna sahip olmayan veya kısmen modern yerleşme birimleri ile de doku bozulmaları görülen arkeolojik alanlardan olması, 3) Üçüncü Derece Arkeolojik Sitlerde; ender rastlanılan buluntulardan ve/veya bilimsel araştırmalar, çevresel gözlemler ile bilimsel varsayımlar sonucunda kültür varlığı veya kalıntısı bulunma olasılığı olan alanlardan olması veya Birinci ve İkinci Derece Arkeolojik Sitlerle etkileşim içinde ve bu alanların korunmasında uzun ya da kısa vadede kamu yararı olan alanlardan olması,..” diye belirtilmiştir (teftis.kulturturizm.gov.tr; 2013). Uzmanın arazide gördüğü verileri anılan yönetmeliğin söz konusu d maddesiyle birlikte değerlendirerek sit derecesini belirlemesi doğru olacaktır. 1.derece arkeolojik sitler tescillenirken arazideki kültür varlığı niteliği taşıyan taşınmazların tamamını içine alacak ve onların maksimum 50 m. kadar uzağından çizilecek “yeteri kadar” bir sınır belirlenir, bu sınırlar çevre yolu veya dere gibi doğal oluşumlarla kesintiye uğruyorsa genellikle bu kısımlar doğal sınırlar olarak kabul edilir. Bu sınırların etrafı da 2. ya da 3.derece arkeolojik sit olarak tescil edilebilir. 2. derece arkeolojik sitler anılan ilke kararında belirtildiği üzere çoğu yönden 1.derece arkeolojik sit alanıyla eşdeğer olduğundan, genellikle, 1.derece sitler yeterince bir koruma alanı verilerek sınırlandırıldıktan sonra bu sınırların etrafının da ilerde yapılacak kazılarda herhangi bir kültür varlığının çıkma, bulunma olasılığına karşı genellikle 3.derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildiği görülmektedir. Bir yerin 2.derece yerine 3.derece olarak tescillenmesinin, buraların maliklerinin mağdur edilmemesi yönünden de fayda doğurduğu söylenebilir. Nitekim yukarda da belirtildiği üzere 3. Derece arkeolojik sitlerde koruma kurulundan izin alınması ve 199 Müzesince sondaj yapılması ve bu sondajlarda herhangi bir kültür varlığına rastlanılmaması koşuluyla yapılaşmaya izin verilebilmektedir. Aşağıda sit çeşitli derecelerde sit alanlarından örnekler verilerek aldıkları sit derecelerinin daha iyi kavranması amaçlanmıştır: 4.1.1. Muğla İli, Marmaris İlçesi, Bozburun Beldesi, Yeşilada (Res.4.3.-4.6. ). Muğla İli, Marmaris İlçesi, Bozburun Beldesi, 378 ada, 1 parselde kayıtlı Yeşilada’nın, adada yer alan bir adet kale kalıntısı, bir kilise ve iki adet sarnıç olmasından dolayı 1.derece arkeolojik sit alanı olarak tescili önerilmiş ve İzmir II. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 14.02.1996 tarih ve 5576 sayılı kararı ile tescili onaylanmıştır. Kale surları ada üzerinde muhtelif yerlerde tahrip olduğundan kesintilere uğrayarak devam etmektedir. Kilise ile adada bulunan iki sarnıcın boyutlarının belirtildiği kabataslak çizimleri taşınmazın dosyasında mevcuttur. Kilise üç nefli olup orta nefi apsislidir. Apsisinde bir pencere açıklığı ile batısı ile güneyinde birer girişi vardır. Almaşık duvarlı olarak inşa edilmiş olan kilisenin, malzeme ve işçilik yönünden kale ve adadaki sarnıçlarla aynı özellikte oluşu onlarla aynı dönemde inşa edildiklerini göstermektedir. Kale surları çoğunlukla tahrip olmuş ve yapı taşları da ada üzerinde yayılmış durumdadır. Sur duvarlarının kalınlığı yaklaşık 1.50 m.’dir. Taşınmazın tescil fişinde surların adanın şekline göre biçimlendirildiği, her yerde deniz kıyısından ortalama 20 m. uzaklıkta olduğu, surların güney bölümünde kalıntıları görülen iki kule ve bir girişin bulunduğu, kuzeybatı surlarda dikdörtgen yapının hemen yanında basamakların ve onun birkaç metre kuzeyinde ise iki adet mazgal pencerenin oldukça iyi korunmuş durumda oldukları belirtilmiştir. Söz konusu ayrıntılar, kalenin bugünkü durumunda yoğun bitki örtüsünden ve etrafa dağılmış taş yığınından dolayı kısmen izlenebilmektedir. 200 Kilisenin hemen güneyinde yer alan sarnıcın ölçüleri tescil fişi ekinde, 5 m. x 4.60 m. korunmuş yüksekliği ise 1.50 m. olarak belirtilmiştir. Adanın güneydoğusunda, kale surlarının içerisinde olan sarnıcın ise 11 m. x 4.5 m. boyutlarında, içerden korunmuş yüksekliğinin ise batı ucunda 2.50 m. olarak belirtilmiştir. Söz konu özellikler de etraftaki yoğun bitki örtüsü ve tahribat nedeniyle kısmen izlenebilmektedir. Res.4.3. Yeşil Ada’nın güneyden görünümü (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013) 201 Res.4.4.Yeşil Ada’daki kale kalıntıları (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013) Res.4.5. Yeşil Ada’daki kilise kalıntısı (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013) 202 Res.4.6. Yeşil Ada’daki kaleden bir ayrıntı (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013). 4.2. Kentsel sitler Kentsel sitin tanımı Mevzuatımızın 04.10.2006 tarih ve 720 sayılı “Kentsel Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları” başlıklı ilke kararında : “Kentsel sitler, mimari, mahalli, tarihsel, estetik ve sanat özelliği bulunan ve bir arada bulunmaları sebebiyle teker teker taşıdıkları kıymetten daha fazla kıymeti olan kültürel ve tabii çevre elemanlarının (yapılar, bahçeler, bitki örtüleri, yerleşim dokuları, duvarlar) birlikte bulundukları alanlardır…” şeklinde tanımlanmıştır. Anılan ilke kararının devamında: “…Kentsel sit alanının bulunduğu çevre içinde korunmasında, geliştirilmesinde etkinlik taşıyan ve kentle bütünleşmesine olanak sağlayacak kararlara konu alanlar ise etkileşim geçiş sahası olarak tanımlanır…” diye belirtilerek kentsel sitin etrafındaki alanlarda nasıl bir koruma düşüncesiyle hareket edilmesi gerektiği de belirtilmiştir. Anılan ilke kararının devamında ise “Kentsel sitin ilanından itibaren, üç ay içinde kentsel sit alanlarında koruma amaçlı imar planı elde edilinceye kadar 203 izlenecek kuralları” tanımlayan “Geçiş Dönemi Koruma Esasları Ve Kullanma Şartları Temel İlkeleri” açıklanmıştır. Bu ilkelere göre, geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları sitin doku özelliklerine bağlı olarak yoğunluk, kütle, konum, yükseklik, mimari özellikler, yapı malzemesi, renk vb. koşulların tanımlanması şartıyla koruma bölge kurullarınca belirlenmesi gerekmektedir. Anılan ilke kararında Kentsel sitlerde geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları belirlenene kadar; “…a) Yeni imar parseli oluşturmak üzere ifraz ve tevhid yapılamayacağına ancak sınır düzenlemeleri v.b. için gerekli ifraz ve tevhidin yapılabileceği, b) Koruma amaçlı imar planında öngörülecek yoğunluk ve kentsel donanım kararları belli olmadığından korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı parseline ilave yeni yapı yapılamayacağı, c) Koruma amaçlı imar planı kriterlerini etkileyebilecek nitelik ve yoğunlukta uygulamalara izin verilemeyeceği, d) Bulunduğu sokakta ya da imar adasında korunması öngörülen kentsel silüeti olumsuz etkileyebilecek konum ve yükseklikte yeni yapı yapılamayacağı, hususlarının dikkate alınmasının zorunlu olduğuna, Yukarıda belirtilen koşullar ile geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına uygun yeni yapılanma talebinin koruma bölge kurulunca değerlendirilmesi için, başvuru dosyasında söz konusu parsel ve çevresindeki yapılar ile dokuya ilişkin bir avan projenin ve fotoğrafların yer aldığı bir etüdün bulunmasının gerektiğine…” diye açıklanmıştır. Anılan ilke kararının 3.bölümü “Kentsel Sit alanlarında uygulama” lara ayrılmıştır. Bu bölümde: “… 3.1- Geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları bulunmayan kentsel sit alanlarında; 204 a) Her ne surette olursa olsun yeni yapı veya imar uygulaması yapılamayacağına, b) Tescilli kültür varlığı yapılar ile tescilsiz yapıların esaslı onarımlarının koruma bölge kurulu kararı doğrultusunda yapılabileceğine, c) Tescilli kültür varlığı yapılar ile yürürlükteki yasal düzenlemelere göre ruhsatı bulunan tescilsiz taşınmazlardaki tadilat ve tamiratların ilgili Yönetmelikler kapsamında yapılabileceğine, d) Zorunlu alt yapı uygulamalarının koruma bölge kurulu kararı doğrultusunda yapılabileceğine, 3.2- Geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları belirlenmiş kentsel sit alanlarında; a) Yeni yapı veya imar uygulamaları ile zorunlu alt yapı uygulamalarının geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları doğrultusunda hazırlanmış projelerinin koruma bölge kurulunca uygun bulunması koşulu ile yapılabileceğine, b) Tescilli kültür varlığı yapıların esaslı onarımlarının, projelerinin koruma bölge kurulunca uygun bulunması koşulu ile yapılabileceğine, c) Tescilli kültür varlığı yapılar ile yürürlükteki yasal düzenlemelere göre ruhsatı bulunan tescilsiz taşınmazlardaki tadilat ve tamiratların ilgili Yönetmelikler kapsamında yapılabileceğine, 3.3- Koruma amaçlı imar planı onaylanmış kentsel sit alanlarında; (Değişik:İ.K. 01.11.2007-736) a) Tescilli taşınmaz kültür varlığı parseline komşu olan veya aralarından yol geçse dahi bu parsellere cephe veren parsellerdeki her türlü inşai ve fiziki uygulama ile yeni yapılanma için koruma bölge kurulundan izin alınmasına, b) Diğer parsellerdeki yeni yapı veya imar uygulamaları için koruma amaçlı imar planı ve planın tamamlayıcı eklerinde belirtilen koşullar doğrultusunda ilgili idarelerce izin verileceğine, 205 c) Tescilli kültür varlığı yapıların esaslı onarımlarının koruma amaçlı imar planı hükümleri doğrultusunda hazırlanan projelerinin koruma bölge kurulunca uygun bulunması koşulu ile yapılabileceğine, d) Tescilli kültür varlığı yapılar ile yürürlükteki yasal düzenlemelere göre ruhsatı bulunan tescilsiz taşınmazlardaki tadilat ve tamiratların ilgili Yönetmelikler kapsamında yapılabileceğine…” diye belirtilmiştir. (Ek Fıkra: 19/01/2010 tarih ve 760 sayılı İ.K. İlke Kararının yürütülmesi Danıştay 6 ncı Dairesinin 26/10/2010 tarih ve E:2010/3695 sayılı kararı ile durdurulmuş. 06/01/2011 tarih ve 774 sayılı İlke Kararı ile yürürlükten kaldırılmıştır.) Anılan ilke kararının “Koruma Amaçlı İmar Planlarının Yaptırılması” başlıklı 4.bölümünde ise: “…a) Kentsel sitin ilanından sonra iki yıl içinde koruma amaçlı imar plânlarının ilgili idarelerce yaptırılmasına, b) Bu iki yıllık süre içinde zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde, koruma bölge kurulunca bu sürenin bir yıl daha uzatılabileceğine, c) Bu sürelerin sonunda, koruma amaçlı imar plânı yapılmadığı takdirde, geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarının uygulanmasının koruma amaçlı imar plânı yapılıncaya kadar durdurulmasına, d) Koruma amaçlı imar planlarının varsa etkileşim geçiş sahaları da göz önünde bulundurularak ve sit alanının bütününü kapsayacak şekilde içinde bulunduğu yerleşme ile ilişkileri kurularak hazırlanmasının esas olduğuna,..” diye belirtilerek koruma amaçlı imar planına ilişkin kriterler maddeler halinde sayılmıştır. Anılan ilke kararının devamı “Kentsel Sit Alanlarında Denetleme” konusuna ayrılmıştır. Bu bölüm, arazi görevinde uzmanın sıklıkla başvuracağı bir bölümdür. Bu bölümde: “…a) Koruma bölge kurullarınca verilen tadilat ve tamirat izinleri ile ilgili uygulamalara ilişkin uygulama sonrası rapor ve fotoğrafların koruma bölge kurulu müdürlüklerine iletilerek müdürlüğün uygun görüş yazısı doğrultusunda kullanma 206 izin belgesi Bürolarının) verilebileceğine, faaliyete KUDEB’lerin geçmesinden sonra (Koruma bu Uygulama belgenin Denetim KUDEB’lerce verilebileceğine, b) Koruma bölge kurulunca onaylı projesiyle esaslı onarım izni alan ve uygulamanın onaylı projesine uygun olduğuna dair uygulama sorumlusu ve ilgili idarelerin teknik raporu ile uygulama sonrası fotoğraflarının; tescilsiz yapılarda koruma bölge kurulu müdürlüklerin uygun görüş yazısı, tescilli yapılarda koruma bölge kurulu kararı doğrultusunda kullanma izin belgesi verilebileceğine, KUDEB’lerin faaliyete geçmesinden sonra bu iznin KUDEB’lerin uygun görüş yazısı doğrultusunda ilgili Yönetmelik hükümleri kapsamında ilgili idarelerce verilebileceğine, c) Koruma bölge kurulu kararı ile projesi onaylanarak yapılaşma izni alan ve inşaatı biten yeni yapılara, uygulamanın geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar planına ve projesine uygun olduğuna dair müellif ve ilgili idarelerce hazırlanacak teknik rapor ve uygulama sonrası fotoğraflarının koruma bölge kurulu müdürlüklerine iletilerek, müdürlüklerin uygun görüş yazısı doğrultusunda kullanma izin belgesi verilebileceğine, d) İlgili idarelerce projesi onaylanarak yapılaşma izni alan ve inşaatı biten yeni yapılara, uygulamanın koruma amaçlı imar planına ve projesine uygun olduğuna dair ilgili idarelerce hazırlanacak teknik rapor ve uygulama sonrası fotoğraflar doğrultusunda ilgili idarelerce kullanma izin belgesi verilebileceğine, e) Onaylı projesine, geçiş dönemi yapılaşma koşullarına ve koruma amaçlı imar planına aykırı uygulama yapılmış olması halinde ilgili idarelerce ilgili Yönetmelikler kapsamında hazırlanacak teknik rapor ve fotoğrafların değerlendirilmek üzere koruma bölge kurulu müdürlüklerine iletilmesine, inşaat yarım ise koruma bölge kurulu kararı alınmadan inşaata devam edilemeyeceğine, inşaat tamamlanmış ise kullanma izin belgesi verilemeyeceğine, yapının geleceği ile ilgili kararın koruma bölge kurulunca alınmasına, onaylı projesine, geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar planına aykırı uygulamaların sorumluları hakkında İmar Kanunu ile 2863 sayılı Kanunda yer alan yaptırımların uygulanacağına, 207 Kentsel sitlerdeki uygulamaların ve uygulamaların denetlenmesinin bu ilke kararı ve ilke kararında "ilgili yönetmelik" olarak belirtilen, • Koruma, Uygulama ve Denetim Büroları, Proje Büroları ile Eğitim Birimlerinin Kuruluş, İzin, Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik, • Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının Yapı Esasları ve Denetimine Dair Yönetmelik, • Koruma Amaçlı İmar Planları ve Çevre Düzenleme Projelerinin Hazırlanması, Gösterimi, Uygulaması, Denetimi ve Müelliflerine İlişkin Usul ve Esaslara Ait Yönetmelik, hükümleri ile birlikte gerçekleştirileceğine, Bu ilke kararının, daha önce belirlenmiş geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları ile daha önce onaylanmış koruma amaçlı imar planı bulunan kentsel sit alanları için de geçerli olduğuna, 19/4/1996 gün ve 419 sayılı ilke kararının iptaline, karar verildi.” diye belirtilmiştir (teftis.kulturturizm.gov.tr, 2013) . “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik” te kentsel sitlerin tescil kriterleri: “…ç) Kentsel sitler için; korunması gerekli kültür varlığı özelliği gösteren tek yapıların yoğunluk, mimari, tarihi bütünlük göstermesi ya da geleneksel kentsel dokuyu bir bütün halinde yansıtması..” diye belirtilmiştir. Uzmanın, diğer sit alanlarının tespit ve tescilinde olduğu gibi kentsel sitlerin tespit ve tescilinde de bu kriterleri göz önünde bulundurması gerekmektedir (teftis.kulturturizm.gov.tr, 2013) . Kentsel sitlerle ilgili koruma ve kullanma koşulları, yukarda da belirtildiği üzere anılan ilke kararında ayrıntılarıyla verilmiştir. Uzmanın kentsel sitte yapacağı incelemede diğer sit alanlarında olduğu gibi, tarihi doku bütünlüğünün devamının sağlanmasına yönelik hareket edilmesine katkı sağlaması gerekmektedir. Kentsel sitler bir bütün halinde, tarihi bir bütünlük arz ettiğinden kentsel sitte yer alan taşınmazları tek başına değil, çevresiyle birlikte düşünmesi ve yalnızca bir 208 taşınmazla ilgili bir konu için araziye gitmiş olsa bile onun etrafındaki diğer taşınmazları da gözden geçirmesi, tescilsiz olup tescile değer gördüklerini, alanın bütünlüğünün daha iyi korunması bakımından tescile önermesi, kentsel sitin doku bütünlüğünün bozulmaması için alanın denetimlerini yapması ve yanlış uygulamaları rapor ederek koruma kuruluna sunması ya da harap olmuş, tehlike arz eden taşınmazları ilgili Belediyesine bildirerek taşınmaza “olumsuz bir müdahale edilmeyecek şekilde”, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanmasına yönelik gerekli güvenlik önlemlerinin alınması yönünde çalışması, taşınmazların “yok olmaması” yönünde çaba göstererek yapıların restorasyonu konusunda “özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması, bakım ve onarımı için Bakanlıkça ayni, nakdi ve teknik yardım yapılmasına ilişkin usul ve esasları kapsayan” Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik’in içeriğinde bahsi geçen konular hakkında halkı bilgilendirerek taşınmazların esaslı onarım görmesinin sağlanmasına aracı olması gerekmektedir. 4.2.1. Bir kentsel sit örneği Safranbolu 17.02.1994 tarihinden beri Unesco Dünya Miras Listesinde yer alan önemli bir kentsel sit olan Safranbolu, özellikle Osmanlı döneminden kalan han, hamam, cami, çeşme, köprü ve konaklarıyla kültür varlıklarının oldukça yoğun olarak rastlandığı bir ilçemizdir ( Res.4.7.-4.8.). Evleri bir vadi çanağının içine yayılmış durumdadır. Şehrin Çarşı ve Bağlar kısımlarının yükseklikleri birbirinden farklı olup ünlü Osmanlı evleri ve eski kent yaşamının izleri “Çarşı” olarak bilinen kısımdadır. Çarşı kısmı vadi ortasında yer alan tipik Osmanlı çarşısı ve vadilerin yan yamaçlarında serpiştirilmiş evlerden oluşmaktadır. Burası daha ılık ve rüzgârsız olmasından dolayı Safranbolulular kışı bu kısımda geçirirler. Bağlar kısmı ise yaz aylarında serin olduğundan yazlık olarak kullanılmaktadır. 209 Safranbolu’nun evleri 18. ve 19.yüzyıl Osmanlı mimarisinin izlerini taşır. Safranbolu, Osmanlı döneminin özelliklerini birçok ayrıntısıyla yansıtan yaklaşık 2000 geleneksel yapıya sahiptir (Alımlı, 2010: 48). İlçe, Osmanlı döneminde özellikle 17.yüzyılda İstanbul-Sinop kervan yolu üzerinde konaklama merkezi olmasıyla kültürel ve ekonomik olarak en yüksek düzeyine ulaşmıştır. Aynı devirde Osmanlı sarayı ve devlet adamları şehre önemli eserler katmıştır. Res. 4.7.Safranbolu evleri (Alımlı, 2010: 48) Safranbolu’nun “Hükümet Konağı”, Sultan 3.Selim döneminde (1797) tarihinde yaptırılan “Tarihi Saat Kulesi”, 48 odası ve içerisindeki hamamı ile önemli bir ticari ve konaklama merkezi olan “Cinci Han”, taş döşemeli zemini, kanatları dışa açılan küçük dükkanları, çoğu el emeği ürünlerin yer aldığı “Arasta Çarşısı” kentsel sit alanı içerisinde önemli yerlerdendir (Alımlı, 2010: 49). 210 Res.4.8. Safranbolu, genel görünüm (http://tr.wikipedia.org, Erişim Tarihi: 15.08.2013). 4.3. Kentsel Arkeolojik Sitler Mevzuatımızın 15/04/2005 tarih ve 702 sayılı “Kentsel Arkeolojik Sitler” başlıklı ilke kararında Kentsel Arkeolojik Sitin tanımı şöyle yapılmıştır: “Arkeolojik sitlerle, 2863 sayılı yasanın 6. maddesinde tanımlanan korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarını içeren ve aynı yasa maddesi gereği korunması gerekli kentsel dokuların birlikte bulunduğunu alanlardır…”. Anılan ilke kararında Kentsel Arkeolojik Sitlerin koruma ve kullanma koşulları anlatılmaktadır. Buna göre: “…a) Bu alanlarda, arkeolojik değerlerin sağlıklı ve kapsamlı envanter çalışmasının yapılmasına, bu çalışma sonucunda hazırlanacak planlar onanmadan, parsel ölçeğinde uygulamaya geçilmemesine, Planlama çalışmaları sırasında; -Alana gelecek işlevlerin uyumuna, - Günümüz koşullarının gerektirdiği altyapı hizmetlerinin proje aşamasından itibaren kültür katmanına zarar vermeyecek ve toprak kullanımını en alt düzeyde tutacak biçimde ele alınmasına, - Öneri yapı gabarileri ile yapı tekniği ve malzemesinin geleneksel doku ile uyumuna özen gösterilmesine, b) Bu alanlarda mevcut yıkıntı temeller üzerine, o temellerin ait olduğu eski yapı, korunması gerekli kültür varlığı niteliği taşıyorsa, ayrıca içinde bulunduğu sitin tarihsel kimliğinin yeniden canlandırılmasına önemli bir katkı yaratıyorsa yapıya ait eski bilgi, resim, gravür, fotoğraf, anı belgeleri vb. dokümanlarla restitüe edilebileceği ilgili koruma kurulunca kabul edildikten sonra restitüsyon projesi düzenlenerek ve kurulca onaylanarak, eski yapının yeniden ihya edilebileceğine, c) Tek yapı ölçeğindeki korunması gerekli kültür varlığı niteliği taşıyan yapı ve yapı kalıntılarının rölöve ve restorasyon projelerinin koruma kurulunca onanması koşulu ile onarılıp kullanılabileceğine, yasa kapsamı dışında kalan taşınmazların ise 211 yürürlükteki ilke kararında belirtilen esaslar kapsamında basit onarımlarının yapılabileceğine, 14.7.1998 gün ve 594 sayılı ilke kararının iptaline, karar verildi.” diye belirtilmiştir (teftis.kulturturizm.gov.tr, 2013) . “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik”te kentsel arkeolojik sitlerin tescil kriterleri: “…e) Kentsel Arkeolojik Sitler için; arkeolojik alanlarla günümüzde sosyal yaşamın devam ettiği geleneksel kentsel dokunun bir arada bulunması,..” şeklinde belirtilmiştir. Örneğin, bir yerde bir antik kent ya da kalıntılarının yanında örneğin Osmanlı dönemine tarihlenen ahşap evler yoğunlukla bulunuyorsa, bu alan kentselarkeolojik sit olarak tescil edilebilir. 4.4. Tarihi sitler Tarihi sitlerin tanımı ve tarihi sitlerdeki koruma ve kullanma koşulları Mevzuatımızda 19.04.1996 tarih ve 421 sayılı “Tarihi Sitler, Koruma Ve Kullanma Koşulları” başlıklı ilke kararında düzenlenmiştir. Anılan ilke kararında tarihi sitin tanımı şu şekilde yapılmıştır: “Tarihi Sit: Milli tarihimiz ve askeri harp tarihi açısından önemli tarihi olayların cereyan ettiği ve doğal yapısıyla birlikte korunması gerekli alanlardır.” diye tanımlanmıştır. Örnek olarak Çanakkale Savaşı’nın yapıldığı Gelibolu Yarımadası ve Boğaz çevresi, Afyon Kocatepe ile Dumlupınar ve çevresi de Kurtuluş Savaşımız ile ilgili tarihi sit alanlarıdır. Tarihi sitlerdeki koruma ve kullanma koşulları anılan ilke kararında: 212 “…a) Bitki örtüsünü, topografik yapıyı, siluet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir eylemde bulunulamayacağına, b) Bu alanları çevre düzeni planına kavuşturacak gerekli çalışmaların yapılarak hazırlanacak çevre düzeni planları için koruma kurullarının uygun görüşlerinin alınmasına, c) Alanın tescil tarihi öncesi doğal dengeyi bozucu yapılmış her türlü uygulamanın zaman içinde ıslahı için ilgili kamu kuruluşlarınca gerekli çalışmanın yapılmasına, d) Bu alanlar içinde yer alan orman alanlarında Orman Bakanlığınca gerekli çalışmaların yapılabileceğine, e) Bu alanlar içinde yer alan anıt ve şehitliklerin düzenleme ve gerekli onarımları için projeleriyle birlikte koruma kurulundan izin alınmasına, f) Önceden süregelen tarımsal faaliyet ile bağ ve bahçeciliğin devam ettirilebileceğine, bu amaç dışında kesinlikle kullanılamayacağına, karar verildi” diye açıklanmıştır (teftis.kulturturizm.gov.tr, 2013). “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tespit Ve Tescili Hakkında Yönetmelik” te tarihi sitlerin tescil kriterleri: “…f) Tarihi sitler için; yazılı bilgi-belgeler ve bilimsel araştırmalar sonucunda ulusal tarihimiz ve askeri harp tarihi açısından önemli tarihi olayların cereyan ettiği hususunun sabit olması,” diye belirtilmiştir. Arazi görevlerinde uzmanın tarihi sitlerin tespitinde söz konusu kriterleri göz önünde bulundurması doğru olacaktır. 213 6. TAŞINMAZ TAHRİBAT KÜLTÜR VARLIKLARINDAKİ BOZULMALAR VE Arazi görevine giden uzmanın tescilli taşınmaz kültür varlıklarının incelenmesinde karşılaşacağı durumlardan birisi de taşınmaz kültür varlıklarındaki özgün dokuyu bozan, sonradan yapılan niteliksiz ekler, bozulmalar ya da tahribattır. Bu durum tek tek yapılarda olabildiği gibi sit alanının bir kısmında ya da tümünde görülebilir. Bu konu örneklerle daha iyi açıklanabilir. Yapılarda sonradan yapılmış niteliksiz ekler; örneğin taş malzeme ile inşa edilmiş bir eve betonarme balkon, merdiven ya da diğer betonarme eklerin inşası, taş malzemeyle örülmüş duvarların sıvanması,döşemelerin fayansla kaplanması, tavanların çatıların betonarme olarak yenilenmesi gibi gerek inşa malzemesi gerekse biçimiyle genellikle hemen kendini belli etmektedir. Bu tür uygulamalar taşınmaz kültür varlıklarının özgün dokusuna aykırı olup esaslı onarımlarda kaldırılması gereken unsurlardır (Res. 4.9.-4.12.). Res.4.9.-4.10. Tarihi Antep evlerinde niteliksiz betonarme ekler, balkon, korkuluk inşası, pencere formlarının değişmiş, duvar yüzeylerinin boyanmış oluşu (Kaynak: Kişisel Arşiv, Ceren Erdoğan/ 2011). 214 Res.4.11.Tarihi bir Antep evinin duvarındaki bozulma (Kaynak: Kişisel Arşiv, Ceren Erdoğan/2011) Yapıların kapı, pencere ve bunun gibi mimari ayrıntılarının formları da değiştirilmiş (Res.4.9.-4.11.) ya da kapılardan, kemerlerden, açıklıklardan bazıları sonradan kapatılmış olabilir. Sonradan kapatılan giriş ve açıklıklar genellikle duvardaki izlerden ya da kapatılırken kullanılan çimento harç gibi günümüz inşa malzemelerinden belli olmaktadır. Bu nedenle, duvar yüzeyleri dikkatlice incelenmeli ve izler mutlaka takip edilmelidir. Res.4.12.Tarihi bir Antep evinin bitişiğindeki niteliksiz bina (Kaynak: Kişisel Arşiv, Ceren Erdoğan/2011) 215 Sonradan yapılmış kötü eklerden farklı olarak birer dönem eki olarak kabul edilebilecek ekler de vardır. Bunları, sonradan yapılmış kötü eklerle karıştırmamak gerekmektedir. Örneğin, bir Beylikler Dönemi camisinin son cemaat yerinin tavanında Barok karakterli kalem işi süslemeler görülebilir. Ya da caminin mihrabı sonradan “istiridye kabuğu” biçiminde yenilenmiş olabilir. Bu uygulamaların estetik ve tarihsel bir değeri vardır ve yapılar restore edilirken bunlar genellikle “dönem eki” olarak kabul edilir ve korunması gerekir. Dönem ekleri var olduğu yapıyla genellikle bütünleşmiş olup bir uyum içerisindedir ve bazen onların dönem farklılıklarını anlamak bile güçtür. Günümüz inşa malzemeleriyle inşa edilmiş ekleri tanımak ve ayırt etmek ise yapıyla hiç bağdaşmadıkları ve “sırıttıklarından” dolayı genellikle kolaydır. Örneğin bir evde odaların şekli bozulmuş ya da eve ilave odalar yapılmış olabilir. Bunları ele verecek başlıca unsur ise kolayca anlaşılabilen “duvar kalınlıkları” dır ve bunların orijinal yapıdan mutlaka farklı oldukları görülür. Örneğin, bir caminin harim duvarlarının kalınlığı 1 m., son cemaat yerinin duvarları 0.50 m. ise, son cemaat yerinin camiye sonradan eklendiğini söylemek mümkündür. Uzmanın restore edilecek bir taşınmazı incelerken hazırlayacağı raporda, taşınmaza sonradan yapılmış niteliksiz ekler ile dönem eklerini belirtmesi, ayrıca taşınmazın restorasyon projesini incelerken de taşınmaza ilişkin bir Sanat Tarihçisi tarafından hazırlanması gereken “Sanat Tarihi Raporunu” mutlaka elinin altında bulundurması gerekmektedir. Bu raporların taşınmazın sadece var olan durumunu, plan özelliklerini, yapıldığı dönemi ya da tarihini vermesi yeterli olmamakta, taşınmazdaki tüm bozulmaları ya da sonradan yapılmış ekleri ya da dönem eklerini belirterek yapının en doğru ve sağlıklı bir biçimde restore edilmesinin sağlanmasına ışık tutacak bir kaynak niteliğinde olmasına dikkat edilmelidir. Bu nedenle uzmanın, yalnızca restorasyon projesini değil, onunla birlikte, projenin ne gibi ayrıntılara dayanılarak hazırlandığını gösterecek olan “sanat tarihi raporunu” da proje müellifinden istemesi gerekmektedir. Sanat tarihi raporları taşınmazın geçmişine ışık tuttuğu ve doğru yazıldığı zaman, taşınmazın restorasyonunda başvurulacak en önemli kaynaklardır ve uzmanın taşınmaza ilişkin raporunu yazmadan önce rapordaki ayrıntıları dikkatlice gözden geçirerek doğruluğunu bir süzgeçten geçirmesi, restorasyon projesi koruma kuruluna sunulduğunda da kurul üyeleri arasında yer alan “Sanat tarihçisi üye” ile görüşlerini paylaşması ve sanat tarihi 216 raporunun içeriğindeki doğru ve yanlışları taşınmazın restorasyonunun sağlıklı bir biçimde olması yönünde tartışması doğru olacaktır. Bozulmalar ya da tahribat sit alanlarında da karşılaşılan bir durumdur. Örneğin, kentsel sit alanlarında kentin dokusu genel olarak tarihi bir niteliğe sahipken, tek tek yapılar incelendiğinde birtakım unsurların kentsel sitin görünümünü bozduğu görülebilmektedir. Örneğin, kentsel sitte yer alan taşınmazlar üzerinde günümüz malzemeleriyle inşa edilmiş, yenilenmiş kısımlar kötü bir görünüm arz etmekte ve kentsel site zarar vermektedir. Buralarda yaşayan insanlar evlerinde daha konforlu bir hayat sürmek ya da doğal şartlardan korunmak için istemeden de olsa evlerine evlerin tarihi değerini bozan birtakım uygulamalarla aslında kötülük etmektedir. Örneğin taş malzemeyle inşa edilmiş bir evde pencerelerin pvc ile kaplanması son derece çirkin ve yanlış bir uygulamadır. Bu tür uygulamalar kentsel sitte olmaması gereken “izinsiz” uygulamalar olarak Mevzuatımızda yer almakta ve bu uygulamaların kaldırılması ya da düzeltilmesi gerekmektedir. Evin bir kısmını ya da tümünü yıkıp modern bir ev yapıldığı ya da tarihi niteliği bulunan tescilli bir evin yanına o evin gabarisini, siluetini bozan modern binalar inşa edildiği de karşılaşılan bir durumdur. Bu tezin 4. Bölümünde Sit alanlarında koruma ve kullanma koşullarının nasıl olacağı Mevzuatımızda yer alan ilke kararları ve yönetmeliklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Sit alanlarını inceleyen uzmanın anılan ilke kararları ve yönetmelikler ışığında hareket etmesi ve izinsiz ve olumsuz müdahaleleri raporlarında mutlaka belirtmesi, sit alanlarının korunması bakımından son derece gerekli ve önemli olan bir konudur. “İzinsiz uygulamalar” tek tek taşınmazlarda olabildiği gibi sit alanının genelinde de sitin siluetini bozan bir durumdur. Nitekim 2863 sayılı yasanın 9.maddesi bu konuya ayrılmıştır. Anılan maddede: “Madde 9 – (Değişik: 14/7/2004 5226/3 md.) Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. 217 Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır.” diye belirtilmiştir. Örneğin I.derece arkeolojik sit alanı olan bir yerde toprak yüzeyine müdahale ederek yeni bir bina inşa edildiğinde, söz konusu binayla ilgili Mevzuatımızın görüşü o binanın “yıkılması” ve binayı yapanların da cezalandırılması yönünde olacaktır. Ancak bu uygulamalar bazı durumlarda “kamu yararı açısından” fayda sağlayan türde bir uygulamaysa, site zarar vermeyecek şekilde yeniden planlanması ve uygulamaya koruma kurulunun süzgecinden geçirilerek konulması gerekmektedir. Örneğin, Gaziantep’in radyo ve tv. vericileri ve antenlerinin, çekim gücü bakımından en güçlü sinyalleri veren bir tepesinde, “Dülük Kutsal Alanı” yer almaktadır. Burası Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 21.12.1998 gün ve 3242 sayılı kararıyla, “1.derece arkeolojik sit alanı” olarak tescil edilmiş ve bu bölgede bulunan televizyon-radyo vericisi ve antenlerin kaldırılması gerektiğine” karar verilmiştir. Alanda bu tezin 4.bölümünde de bahsedildiği üzere 658 sayılı “Arkeolojik Sitler Koruma ve Kullanma Koşulları” başlıklı ilke kararı geçerlidir. Ancak buraya yapılan bir arazi incelemesinde, söz konusu tepenin bir yanında bilimsel bir ekip tarafından her yıl düzenli olarak yürütülen kazının açmaları yer alırken diğer yanda da anten ve vericilerin konumlandığı ve alanın adeta bir anten tarlası görünümünde olduğu gözlemlenmiştir. Dülük Baba tepesinin bu durumunun, arkeolojik site yakışmayan bir bozulmayı, son derece çirkin bir görünümü arz etmesi konunun koruma kurulunda değerlendirilmesini gerektirmiş, uzman raporları alanın, toprak yüzeyine de zarar vermiş anten ve vericilerden arındırılması gerektiği yönünde hazırlanmış ve koruma kuruluna sunulmuştur. Koruma kurulu ise, “kamu yararı gözeten” sağlık, emniyet ve askeri kurumlar gibi bazı kurumların anten ve vericilerinin Dülük Baba Tepesinden başka bir yerde konumlanmalarının “teknik açıdan” imkanı olmayacağının bir teknik ekip tarafından yapılacak ölçümlerle doğrulanması taktirde burada tümünün anten ve vericilerinin bir arada toplanarak belirlenmiş bir istasyonda konumlanması ve yapılacak istasyonun da zemine müdahale etmeden “taşınabilir” bir biçimde olmasına karar vermiştir. 218 Yukarıdaki örnekte de olduğu gibi, arazi görevlerinde uzmanların, yalnızca alana gitmesini gerektiren o anki konuyu inceleyip rapor yazmak için değil, alandaki bozulmaları, tahribatı, izinsiz müdahaleleri de rapor edip kültür varlıklarının bu durumlardan kurtarılmasına çalışılacak bir biçimde inceleme yapması ve raporlarını bu durumlar atlanmayarak hazırlaması, alanın tümüne karşı “korumacı” yaklaşılarak alanın bir bütün olarak tarihi değerinin sürdürülmesine katkı sağlaması doğru olacaktır. 219 6. HARİTA BİLGİSİ Haritalar, araziye giden uzmanın, arazide dolaşırken yanında kesinlikle bulunması gereken yardımcı belgelerdir. Arazi görevlerinde, kültür varlıklarının bulunduğu yerlerin tespitinde ya da belirlenmesinde haritalardan faydalanılmaktadır. Bilgisayar ve internet alt yapısının gelişmesi ve mobil cihazların artması tüm dünyaya ait bilgiye hızlı bir şekilde ulaşımı kolaylaştırmıştır. Uzmanın gideceği noktayı bulmasında, elindeki haritalarla birlikte yardım alacağı bir diğer yol da “Navigasyon” denilen sistemdir. Navigasyon eskiden iki konum arasında “seyrü sefer” denilen bir terim olup, bugünkü anlamda ise dünya etrafındaki koordinat belirleyen uyduların yardımı ile bulunulan yeri tespit edip gidilecek yere kadar sesli ve görsel tarif yapan Yazılım, Harita, Cihaz ve GPS sistemine verilen addır. Üzerinde GPS bulunan cihazlar ile GPS alıcısı uydulardan aldığı veriler ile bulunulan noktanın koordinatlarını hesaplar. Navigasyon yazılımı ise bu koordinatı kullanarak bulunulan yerin haritasını ekrana taşır. Sonra belirlenen hedefe ulaşılması için seçilen kısa veya hızlı yolu hesaplayıp sesli ve ekranda işaretli yönlendirmelerle kullanıcının hedefe doğru gitmesini sağlar Navigasyonla ilgili cihazlar PDA: Kişisel cep bilgisayarı, PND: Taşınabilir navigasyon cihazı ve PNA: Araba içi entegre navigasyon sistemidir (Dabanlı, 2010:22-23). Uzmanın arazi görevlerinde yanında yukarda sayılan cihazlardan olması ona kolaylık sağlayacaktır, ancak söz konusu cihazlar edinildikleri zaman çok işe yarayan, ancak “olmazsa olmaz” aygıtlar değildir. Uzmanın, yanında mutlaka bulunması gereken bir araç “GPS” denilen aygıttır. Söz konusu aygıt uzmana bulunduğu yerin koordinatlarını verir, bu koordinatları uzman daha sonra, araziden döndüğünde “sayısallaştırma” işlemini yapar ve ardından haritasını oluşturur. Bu işlemler genellikle harita mühendisi uzmanlar tarafından gerçekleştirilmektedir, ancak arazide GPS ile “koordinat almak” arazi görevlerine giden her meslek dalından uzmanın birkaç denemeden sonra kolaylıkla öğrenebileceği bir iştir ve öğrenilmesi gerektiği düşünülmektedir. 220 Arazi görevlerinde alınan koordinatların genellikle 1/25.000 ölçekli haritalarda hangi noktaya denk geldiği hesaplanır ve işaretlenir. 1/25.000 ölçekli paftalar, 1/50.000 ölçekli paftanın dört eşit parçaya bölünmesi ile elde edilir. Her oluşan paftaya, 1,2,3 ve 4 rakamları sırası ile verilir. Bu rakamlar 1/50.000 ölçekli pafta numarasının hemen arkasına yazılmak suretiyle 1/25.000 ölçekli paftaların numaraları elde edilir. Arazi görevlerinde alınan koordinat noktalarının harita üzerine işaretlenmesinden sonra söz konusu görev yerinin sit alanında yer alıp almadığı da ortaya çıkarılmış olur. Aşağıda örnekler verilerek konu açıklanmaya çalışılmıştır. Örnek 1: Harita koordinat değerlerinin yazılması, koordinatları verilmiş bir noktanın çizimi için öncelikle noktanın hangi kare içine düştüğü tespit edilir. Noktanın yer aldığı kare tespit edildikten sonra bu karenin köşe değerleri noktaların koordinatlarından çıkarılır (Yıldız, 1987: 83-84). 7796 noktası 30200-26600 çizgilerinin kesiştiği A karesi, 7797 noktasının ise 30400-26600 değerlerine ait çizgilerin kesiştiği B karesinin içine düşmektedir. Noktanın yer aldığı kare tespit edildikten sonra bu karenin köşe değerleri noktaların koordinatlarından çıkarılır. Örneğimizde 7796 nolu poligonun yer aldığı A karesinin köşe değerleri y:30200, x: 26600 ve 7797 nolu noktanın bulunduğu B karesinin köşe değerleri de y:30400 ve x:26600’dür. Bu köşe değerleri içinde bulundurdukları noktaların koordinatlarından çıkarılırsa 7796 nokta ile A karesinin köşe değeri arasındaki farklar yA: 64.45 m. xA: 13.18 m. ve xB: 35.45 m. ve xB: 51.75’tir. 7796 nolu noktaya ait farkların 1:1000 ölçeğinde mm. cinsinden çizim değerleri: yA: 64.45 m: 64.45 mm. xA: 13.18 m.: 13.18 mm.’dir. 7797 noktaya ait farkların çizim değeri ise yB: 35.45 m.: 35.45 mm. ve xB: 51.75 m.: 51.75 mm.’dir. Şimdi noktalar bu çizim değerlerine göre yer aldıkları kareler içine çizilecektir. Önce 7796 nolu nokta ele alınırsa, bu noktaya ait, yA: 64.54 mm.’lik uzunluk A karesinin alt ve üst kenarlarında işaretlenir. Bu noktaları A’larla gösterelim. Sonra xA: 13.18 13.2 mm.’lik uzunluk A karesinin sol ve sağ düşey kenarları üzerinde çizim cetveli ile hassas olarak işaretlenir. Bu noktaları da B’lerle 221 gösterelim. Sonra A’lar ve B’lerle işaretlenen noktalar karşılıklı olarak ve hassas bir şekilde birleştirilir. AA çizgisi ile BB çizgisinin kesişme noktası 7796 noktanın yeridir. 7797 nolu nokta için de aynı işlem uygulanır ve noktanın pafta üstündeki yeri işaretlenmiş olur. Çizimin doğruluğu, iki nokta hassas olarak birleştirilerek kontrol edilir. Bu uzunluk ölçülür ve arazide ölçülmüş değeri ile karşılaştırılır (Yıldız, 1987: 84). (Şek.6.1.) Şek.6.1. 7796 ve 7797 nolu noktaların 1/1000’lik bir haritada gösterimi (Yıldız, 1987:83) Örnek 2 : Nokta tarif sistemleri / UTM Grid sistemine göre yer tarifi: Arazide herhangi bir lokasyonun haritaya işaretlenmesi ve bu noktanın yazıyla ifade edilmesi gerekmektedir. Arazide genellikle UTM (Universal Transverse Mercator) Grid sistemiyle yer tarifi yapılmaktadır. UTM Grid sistemiyle bir noktanın tarifi: 222 1/25.000’lik bir topoğrafik haritada bulunan A noktasının tarifi : K / 15 44 D 400 725 (Şek.6.2.) Şek.6.2. 1/25.000’lik bir haritada bulunan A noktasının tarifi (www.hkmo.org.tr. Erişim Tarihi: 01.08.2013). Örnek 3: Muğla İli, Datça İlçesi, Yaka Köyü, 22 pafta, 2069 nolu parselde yerinde inceleme yapılmıştır. Söz konusu parselin koordinatları “35S0543899” ve “4061736” olarak alınmıştır. Aşağıda 1/25.000’lik haritada 22 pafta, 2069 nolu parsel kırmızıyla işaretlenmiştir. Haritada yuvarlak daireler içine alınmış olan yerlerde “A 1” ve “A 3” ifadelerinin bulunduğu yerler 1. ve 3. Derece Arkeolojik Sit alanlarıdır. Görüldüğü üzere söz konusu 2069 nolu parsel sit alanı dışında kalmaktadır (Şek.6.3.). 223 Şek.6.3.1/25.000’lik bir haritada 22 pafta, 2069 nolu parsel kırmızıyla işaretlenen noktadır (Kaynak: Marmaris Müzesi Arşivi/2013). 224 DEĞERLENDİRME VE SONUÇ Bu tezde Kültür ve Turizm uzmanının arazi görevlerinde sıklıkla karşılaşacağı taşınır ve taşınmaz kültür varlığı örnekleri genel hatlarıyla anlatılmaya çalışılmıştır. Tezin 1. bölümünde anlatılan “Taşınmaz Kültür Varlıkları” nın tarihin farklı dönemlerinde nasıl ve ne şekillerde yapıldığı ana başlıklar altında açıklanmaya çalışılmış, böylece uzmanın dönem farklılıklarını görmesi amaçlanmıştır. Dönem özellikleri genel hatlarıyla anlatıldıktan sonra, uzmanın taşınır ve taşınmaz kültür varlıkları hakkında zengin içerikli belgeleme yapmasına yönelik ona rehberlik edecek örnek tanımlar verilerek tanım yapma konusunda dikkat edilmesi gereken kriterler ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu tezin 2. bölümü olan “Taşınır Kültür Varlıkları” kısmında arazi görevlerinde en sık karşılaşılan buluntuların başında gelmesi ve bulunduğu yerin tarihlenmesine büyük yardımları olması dolayısıyla daha çok “seramik” konusuna ağırlık verilmiştir. Seramikten sonra, arazilerde en sık karşılaşılan taşınır kültür varlıklarından birkaçı olan amphora, kandil ve sikkelerin tanıtımı yapılarak söz konusu taşınırlar üzerinden diğer taşınır kültür varlıklarının da tanımı ve tariflenmesi konusunda uzmanın nasıl bir yol çizmesi gerektiğine vurgu yapılmaya çalışılmıştır. Bu tezin 3.bölümünde eserlerin tanımı ve tarihlenmesinde oldukça önemli bir yere sahip olmaları nedeniyle “Mimari Ayrıntılar”a değinilmiştir. Bu kısımda taşınmaz kültür varlıklarında görülen başlıca mimari ayrıntılar ele alınmış ve bunların dönem farklılıkları ortaya konmaya çalışılarak taşınmaz kültür varlıklarının tarihlendirilmesi konusunda danışılacak en önemli unsurlardan birisi olduklarının altı çizilmeye çalışılmıştır. Bu tezin 4. bölümü “Sit Alanları”na ayrılmış, arazi görevlerinde sitlerin tespiti, koruma ve kullanma koşulları hakkında bilgiler verilerek uzmanın sitlerde nasıl bir tutum içerisinde bulunacağı konusunda Mevzuatımızda yer alan ilke kararları ve yönetmelikler vs. ışığında ayrıntılı açıklamalar yapılmaya çalışılmıştır. Bu tezin 5. bölümünde “Taşınmaz Kültür Varlıklarındaki Bozulmalar ve Tahribat” konusuna değinilmiştir. Bu konunun taşınmazlar hakkında yapılan 225 belgeleme çalışmalarında dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta olduğu ve uzmanın yapıyı sadece tanımlamasının yeterli olmayıp onda gördüğü bozulmaları ve sonradan yapılmış ekleri, sit alanlarında gördüğü olumsuzlukları veya tahribatları belirtmesi ve bu tahribatın durdurulması konusunda gerekli tedbirlerin alınmasına/aldırılmasına yönelik bir tutum izlemesi gerektiğinin altı çizilmiş, ayrıca yapılar restore edilirken bu eklerin ayrıntılarıyla belirtildiği “Sanat Tarihi raporlarının” da önemine dikkat çekilmiştir. Bu tezin 6. bölümünde ise arazi görevlerinde uzmanın yer tespiti, yerin sit alanında olup olmadığı vs. gibi konularda uzmana eşlik etmesi gereken “Harita Bilgisi” konusu işlenmiştir. Arazi görevlerinde bulunulan bir noktanın koordinatlarını almak ve onu harita üzerinde işaretleyerek bulunulan alanın harita üzerinde de mutlaka belirtilmesi gerektiği anlatılmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak bu tezde taşınır ve taşınmaz kültür varlığı örneklerinin tamamı tezin kapsamında bulunmamakla birlikte, arazi görevlerinde en sık karşılaşılanlar ile branş konusu olması dolayısıyla daha çok “Sanat Tarihi” alanında yer alanlara ağırlık verilmiş, kültür varlıklarımız çok çeşitli olduğundan tez çalışmasında bu yönde bir kısıtlamaya gidilmiştir. Bu tezin amacı, uzmanın arazi görevlerinde karşılaştığı tüm kültür varlıkları hakkında bir katalog veya ansiklopedik kuru bilgiler topluluğu sunmak değil, fakat kültür varlıklarının belgelenmesine yönelik nasıl bir tutum izlenmesi gerektiği konusudur. Mevzuatımızda uzmanın, hazırlaması gereken bilgi ve belgelerin nasıl ve neler olması gerektiğine değinilmiştir. Ancak bu tez “biçim” den çok, “içeriğin” zengin olmasına yöneliktir. Uzmanın herhangi bir kültür varlığı hakkında tanım yaparken bir düzen içerisinde, birtakım ayrıntıları atlamayarak hareket etmesi gerekmektedir. Öncelikle eserin plan özelliğinin, örtü düzeninin açık ve net bir biçimde anlatılması, bina içerisinde yer alan mimari ayrıntılar ile cephelerinde yer alan taçkapı, pencere gibi mimari ayrıntılara da değinilmesi ve bunların ayrıntılı biçimde tanımlarının yapılması, ayrıca yapıdaki varsa dönem ekleri veya sonradan yapılmış kötü uygulamaların belirtilmesi, kitabelerin okunarak yazılması gerektiği düşünülmektedir. Bununla birlikte kültür varlıklarının en 226 önemli belgelerinden birisi olmaları dolayısıyla ayrıntılı biçimde fotoğraflanması gerektiği konusuna da dikkat edilmelidir. Sonuç olarak bu tezde yer alan bilgiler ışığında, uzmanın arazi ve eserler hakkında genel bir bilgi sahibi olmasının yanı sıra, arazide görülen eserler hakkında tutulacak kayıtların “baştan savma, kısa, yetersiz, düzensiz, eser hakkında yeterince bilgi vermeyen şekilde olmaması gerektiği” hususunun altı çizilerek “tanım yapma/yapabilme” konusuna dikkat çekilmiş ve bu konunun Kültür ve Turizm uzmanlarının tümünü; örneğin Manisa Müzesinde çalışan bir uzman ile Kars Koruma Kurulu’nda görev yapan bir uzmanı kapsaması gerektiği; tüm yurtta Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı birimlerde çalışan uzmanların yazı veya raporlarında kültür varlıklarının anlatımı/tanımı konusunda ortak ve zengin bir dil birliğinin bulunması, hatta, her ne kadar Mevzuatımızdaki yönetmelikler, yönergeler vs.de yer alsa da Kültür ve Turizm Bakanlığının bu konuya daha kesin ve belirli kıstaslar getirerek bu konunun uzmanın insiyatifine bırakılmaması gerektiği, aynı zamanda bu tezin kültür varlıkları hakkında “bir el kitabı önerisi” olduğu hatırlatılarak taşınır ve taşınmaz “tüm kültür varlıklarını” kapsayan şekilde daha da geliştirilmiş bir örneğinin hazırlanıp tüm uzmanlara dağıtılması ve bu sayede tutulan kayıtların, yazılan raporların vb. ileriki nesillere aktarılmaya uygun, kaliteli, nitelikli ve zengin içerikli olmasının sağlanmasının bu tezin savunduğu en önemli sonuç olduğu söylenebilir. 227 KAYNAKÇA ABDIOĞLU, E.,Sivas Ziyaretsuyu Hellenistik ve Roma Dönemi Seramikleri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007. AKAR, A. (1974), “Eski Türk Mezartaşı Süslerine Dair”, Sanat Dünyamız, Y.1., S.2.Eylül, 1974, s.12-21 ALIMLI, E. “Safranbolu”, XYZ Dergi, S.2, Ekim 2010, s.47-49. ALTINOLUK, Ü. “Geleneksel Türk Evi ve Yaşam”, İlgi, sayı 56, s.3-16, 1989. ALTUN, A. (1978), Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları. ARIK, R.(2000), Kubadabad, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları ANONİM, Gaziantep’te Kültür Yolu Üzerindeki Hanlar ve Çarşı, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Çekül Yayınları. ANONİM, Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumunun 30.yılı anısına Türkiye Arkeolojisi, (2008), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları ANONİM, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (2007), Editör: Hakkı Acun, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları ANONİM, (2006), Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları ANONİM, Nadir Osmanlı Sikke, Nişan ve Madalyaları, (1999), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları ASLANAPA, O. (1993), Türk Sanatı El Kitabı, İstanbul: İnkılap Yayınları. 228 _______________ 1973, Türk Sanatı II Anadolu Selçuklularından Beylikler Devrinin Sonlarına Kadar, İstanbul: Başbakanlık Müsteşarlığı Kültür Yayınları. ATALAY, E.,Kolophaon’da Bulunan Hellenistik Mezar Steli, http://www.dlir.org/archive/archive/files/arkeoloji_sanat_tarihi_dergisi_v-5_p917_6f86b296b6.pdF Erişim Tarihi: 12.03.2013 BAKIRER, Ö., "Anadolu'da XII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin Konum, Şekil, Malzeme ve Tezyinat Özellikleri", Vakıflar Dergisi,IX (1971), s.337-362. BATUR A., “Osmanlı Camilerinde Almaşık Duvar Üzerine”, Anadolu Sanatı Araştırmaları, II s. 135-217, 1970. BİLGET, N. B.(1993), Sivas Evleri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. BULUT L. (1994), “Kabartma Desenli Samsat Ortaçağ Seramikleri”, Sanat Tarihi Dergisi, VII, İzmir: Ege Üniversitesi Yayınları. BÜYÜKÇANGA (EREN) H.Hilal, (2006), Anadolu Selçuklu Seramiklerinde Figürlerin Dili ve Resim Eğitimi Açısından İncelenmesi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Güzel Sanatlar Eğitim Ana Bilim Dalı, Resim İş Öğretmenliği Bilim Dalı, http://www.turuz.info/Turkoloji-Tarix/51(H.Hilal Buyukchanqa-Eren) (Konya-2006).pdf ÇAKMAK Ş., (2013) “İlyas Bey Külliyesi”, in Discoverİslamic Art, Place MuseumwithNoFrontiers,http://www.discoverislamicart.org/database_item.php?id= monuments;ISL;tr;Mon01;10;tr&cp Erişim Tarihi: 22.03.2013 _______________, Erken Dönem Osmanlı Mimarisinde Taçkapılar, (1300-1500), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2001. ÇEKEN, M., “KubadAbad Sarayı Kazısı Selçuklu Seramikleri”, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı,İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007. ÇELİK, A. (2010), Adana Müzesi Roma İmparatorluk Dönemi Lahitleri, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler EnstitüsüArkeoloji Ana Bilim Dalı, Yayınlanmamış 229 Yüksek Lisans Tezi, Adana http://Library.Cu.Edu.Tr/Tezler/8079.Pdf Erişim Tarihi: 19.03.2013 ÇINAR, S., “Erzurum Çifte Göbek Hamamının Düşündürdükleri”, http://edergi.atauni.edu.tr/index.php/GSED/article/viewFile/6123/5873, Erişim Tarihi: 12.04.2013 CIVELEK, A., “Mezar Stelleri Üzerindeki Unguentariumlar Üzerin e Gözlemler”,Arkeoloj ve Sanat, 141: Eylül-Aralik 2012 s.77-90. DABANLI, A., “Akıllı Harita Teknolojileri ve Navigasyon”, XYZ Dergi, S.2, Ekim 2010, s.20-24. DAŞ, E. , Erken Dönem Osmanlı Türbeleri, İstanbul: Gökkubbe Yayınları, 2007. DEMİRALP, Y. (1999), Erken Dönem Osmanlı Medreseleri (1300-1500), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. DİLAVER, S., “Anadolu’daki Tek Kubbeli Selçuklu Mescitlerinin Mimarlık Tarihi Yönünden Önemi”, Sanat Tarihi Yıllığı, IV, İstanbul, s.17-28, 1971 DOĞAN, S.,Ayasofya ve Fossatti Kardeşler (1847-1858), İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2000. DOĞER L. (2000), İzmir Arkeoloji Müzesi Örnekleriyle Kazıma Dekorlu Ege-Bizans Seramikleri, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. DURUKAN, A.(2007), “Aksaray Sultan Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları,s.141-158. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. ELDEM, S.H. Türk Evi Plan Tipleri, İstanbul: İTÜ. Mim. Fak.Yayınları, 1968 ERAT, Birsen, “Anadolu’da Hamam Mimarisi”, Osmanlı, C.10, Ankara, 1999,s.392. 230 ERGEÇ, R. (1987), Anavarza Lahitleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya. ERMAN, D.O.,”Türk Seramik Sanatının Gelişimi:Toprağın Ateşle Dansı” ActaTurcica, Yıl:4, S.1., Ocak 2012, s.18-33. ERSEN, A. (1986), Erken Osmanlı Mimarisinde Cephe Biçim Düzenleri ve Bizans Etkilerinin Niteliği, İstanbul: İTÜ Yayınları EYİCE, S. Son Devir Bizans Mimarisi, İstanbul’da Palaiologoslar Devri Anıtları, İstanbul: TTK Yayınları, 1980 ___________, “Türkiye’de Doğu Roma Sanatı”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, Görsel Yayınları GERMANER, S. “Bazilika maddesi”, Eczacıbası Sanat Ansiklopedisi, C.I, İstanbul: Yem Yayınları, s. 207, 1993. GÖKALP, Z.D., (2009), Yalvaç Müzesi Bizans Sikkeleri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. GÜLTEKİN, E. (2001), Ulukışla ve Öküz Mehmet Paşa Menzil Külliyesi, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları GÜNAY, R. “Türk Evi”, Milli Kültür, C.3, S.3, s.3-10, 1981. GÜVEN, İ., Türkiye Selçuklularında Medreseler, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/482/5659.pdf Erişim Tarihi 01.04.2013 GÜRER, A.,Örneklerle Sunak Tipolojisi, Dokuz Eylül Üniversitesi Klasik ArkeolojiA.B.D., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,İzmir, 2006 HASEKİ, M. (1977), Plastik Açıdan Türk Mezartaşları, İstanbul: Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yayınları 231 İDİL, V. (1998), Likya Lahitleri, Ankara: T.T.K. Yayınları İLTER, Fügen “Doğaya Bırakılmış bir Akdeniz yerleşmesi kaya köy(Levisi) ve Kiliseleri”, Belleten, 1991, C.LV, S.213.s.1-18. KARAMAĞARALI, B.(1972), Ahlat Mezar Taşları, Ankara: Güven Yayınları. KARAÜZÜM, G. (2005), “Doğu Dağlık Kilikya Bölgesi Lahitleri”, Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mersin KIZILTAN, A.,(1958), Anadolu Beyliklerinde Cami ve Mescitler, İstanbul: İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi Yayınları. KOCH, G.(2001), Roma İmparatorluk Dönemi Lahitleri, İstanbul: Kanaat Yayınevi. KÖŞKLÜ Z. (1999), 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı medreselerinin tipolojisi (2 cilt)Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum,1999. KUBAN, D. (1965), Anadolu Türk Mimarisinin Kaynak ve Sorunları,İstanbul: İTÜ Mimarlık Fak.Yayınları. __________, “Türkiye’de Malzeme Koşullarına Bağlı Geleneksel Konut Mimarisi Üzerinde Bazı Gözlemler.” Mimarlık, S. 38, 1966, s.15-20 __________,(2002), Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. KÜÇÜKERMAN, Ö.(1996), Kendi Mekanının Arayışı İçinde Türk Evi, İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu MORKHOLM, O.(2000), Erken Hellenistik Çağ Sikkeleri (O. ÇETİN, Çev.), İstanbul( 2000). 232 MUTLU, H. S. (2007), “Zamanın Çarkında Anadolu’da Seramik”, Anadolu Sanat, Eskişehir: TTK Yayınları ÖDEKAN, A. “Mukarnas Maddesi”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, C.2, s. 13061307, İstanbul: Yem Yayınları, 1997. _______________, “Sinan’da Kütle Biçimlenişi ve Cephe Düzenlenmesi” Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri, I, İstanbul, 1988, s. 513-520. _______________, “Köprü Maddesi”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, C.2, s. 10551056, İstanbul: Yem Yayınları, 1997. ÖĞÜN, B., IŞIK, C. (2001), Kaunos Kbid 35 Yılın Araştırma Sonuçları, Antalya: Orkun ve Ozan Medya Yay. ÖNDER, M. (1998), Antika ve Eski Eserler Klavuzu, Ankara: TTK Yayınları ÖNEY, G.(1992), Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, Ankara, İş Bankası Yayınları. ______ “Anadolu’da Selçuklu Geleneğinde Kuşlu, Çift Başlı Kartallı, Şahinli ve Aslanlı Mezar Taşları”, Vakıflar Dergisi, Ankara, 1969, s.283-308 ÖNEY, G. ve ÇOBANLI Z. (2007), Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı, İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları ÖNKAL,H., (1996), Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara,Atatürk Kültür Merkezi Yayınları ÖTÜKEN Y., “İstanbul Son Devir BizansMimarisinde Cephe Süslemeleri”, Vakıflar Dergisi, XII, Ankara, 1981. ÖZKAN H. “Gümüşhane’de Osmanlı Dönemi Türbeleri” A.Ü.Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.41, Erzurum 233 2009, s.145-171http://e dergi.atauni.edu.tr/index.php/taed/article/viewFile/2232/2234 Erişim Tarihi: 11.04.2013 ÖZKUL F. Nurşen, (2001), İznik Roma Tiyatrosu Kazı Buluntuları (1980- 1995)Arasındaki Osmanlı Seramikleri, Ankara: T.T.K.Yayınevi _________________,(2007), “Beylikler ve Erken Osmanlı Seramik Sanatı, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı, s.233-245, İstanbul Kültür Bakanlığı Yayınları PAKER, M., “Anadolu Beylikler Devri Keramik Sanatı”, Sanat Tarihi Yıllığı, I, 1964-65. s.155-182. PARLAR, G. (2001), Anadolu Selçuklu Sikkelerinde Yazı Dışı Figüratif Öğeler, Ankara: Başbakanlık Basımevi ŞENOL, A.K.(2003), Marmaris Müzesi Ticari Amphoraları, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları TUNCER, O.C. (1986), Anadolu Selçuklu Mimarisi ve Moğollar, Ankara: TTK. Yayınları TURAN, O., “Selçuk Kervansarayları”, Belleten, X/37-40, S.471-496, 1946. USMAN, M. “Batı Anadolu’da Bulunan Hellenistik Çağ ve Roma İmparatorluk Çağı Girland(Askı) Sunakları”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi, C. 3., s.1-18., İzmir, 1984. UÇANKUŞ, H.T. (2000), Bir İnsan ve Uygarlık Birimi Arkeoloji (Tarih Öncesinden Perslere Kadar Anadolu), Ankara: TTK Yayınları. ÜNAL, R.H., “Erzurum İli Dahilindeki İslami Devir Anıtları Üzerine Bir İnceleme”, Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, S.6, 1974, s.136-150, Erzurum. ÜNAL, R. H. (1982), Osmanlı Öncesi Anadolu Türk Mimarisinde Taçkapılar,İzmir. 234 ÜSTÜNER E. C. (2006), “Manisa Cami ve Mescitlerinin Cephe Düzeni”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayınlanmamışYüksek Lisans Tezi, İzmir. WITTEK, P., SARRE, F., WULZİNGER K.(1935), Das Islamische Milet, Berlin und Leipzig. YILDIZ, A. (2007), Kaleler Şehri Osmaniye, Ankara: Payda Yayıncılık. YILDIZ, F.(1987), Harita Çizimi ve Esasları, Konya. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu. (1983). T.C. Resmi Gazete, Sayı: 18113, 23/7/1983. İnternet Sayfaları “Höyük”, www.hoyuk.nedir.com: Erişim Tarihi: 25.03.2013 “İkiztepe Höyüğü” www.ctf.edu.tr: 25.03.2013 “İkiztepe Höyüğü http://www.tayproject.org/TAYmaster.fm$Retrieve?YerlesmeNo=1279&html=maste rdetail.html&layout=web: Erişim Tarihi: 27.03.2013 “Kuruçay Höyük”, http://www.burdurmuzesi.gov.tr/kurucay.htm Erişim Tarihi: 25.03.2013 “Tümülüs”, http://www.tamsanat.net/yayinlar/sozluk.php?sozcuk=23 Erişim Tarihi: 25.03.2013 “Tümülüs planları ve girişleri” http://karamanli.biz/tumulusler/ Erişim Tarihi: 25.03.2013. “Amasya Kaya Mezarları”, http://www.amasyakulturturizm.gov.tr/belge/1- 59885/kral-kaya-mezarlari.html Erişim Tarihi: 02.04.2013 235 “Kaya mezarları”,http://tr.wikipedia.org/wiki/Kaya_mezarlar%C4%B1 Erişim Tarihi: 02.04.2013 “Dalyan Kaya Mezarı” http://www.dalyaninfo.com/Dalyan/dalyan_kaya_mezar.html Erişim Tarihi: 02.04.2013 “Lâçin Kapılıkaya Anıtsal Kaya Mezarı”, http://www.anittahotel.com/corum-kayamezarlari. 2013 Kaynak: Rehber Ansiklopedisi www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/kale: 12.04.2013 “Diyarbakır Hakkında Bilgi”, http://www.hakkinda-bilgi-nedir.com/diyarbakir- nedir+diyarbakir-hakkinda-bilgi Erişim Tarihi: 12.04.2013 “Yılanlı Kale” http://www.adanadan.biz/icerik.asp?ICID=216 Erişim Tarihi: 12.04.2013 “Gaziantep Kalesi” http://www.silkroadgaziantep.com/gaziantep/fotograflarla- gaziantep/_mg_3200-1024x7682i Erişim Tarihi: 12.04.2013 “Gaziantep Kalesi” http://www.turizmtrend.com/turkiye/gaziantep/gaziantep-kalesi4985.html Erişim Tarihi: 12.04.2013 “Gaziantep Kalesi” http://www.gaziantepkulturturizm.gov.tr/belge/1- 60479/gaziantep-kalesi.html Erişim Tarihi: 12.04.2013 “Malabadi Köprüsü”, http://tr.wikipedia.org/wiki/Malabadi_K%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BC Tarihi: 20.04.2013 “Batı Trakya’daki Osmanlı köprüleri” http://batitrakyadakiosmanli.blogspot.com/2010/02/bati-trakyadaki-osmanlikopruleri.html Erişim Tarihi: 20.04.2013 236 Erişim “Sultan Süleyman (Silivri) Köprüsü” http://www.sinanasaygi.org/eserler.asp?action=eserDetay&ID=72 Erişim Tarihi: 20.04.2013 “Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü” http://www.sinanasaygi.org/eserler.asp?action=eserDetay&ID=170 Erişim Tarihi: 20.04.2013 “Silvan Ulu Camii” http://www.silvanresimleri.com/silvan/id6.htm Erişim Tarihi: 19.03.2013 “Niksar Ulu Camii” http://www.kenthaber.com/karadeniz/tokat/niksar/Rehber/camive-mescitler/niksar-ulu-cami Erişim Tarihi: 19.03.2013 “Develi Ulu Camii” (http://www.kayseriden.biz/icerik.asp?ICID=147 develi) Erişim Tarihi: 20.03.2013 “Anadolu Selçuklu Mimarisi” http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/sanat_alanlari_anadolu_selcuklu_mi marisi_camiler_mescitler_mezar_anitlari.html Erişim Tarihi: 19.03.2013 “Niğde Alaaddin Cami” http://www.nigdekulturturizm.gov.tr/belge/1- 72787/camiler.html Erişim Tarihi: 20.03.2013 “Niksar Ulu Cami” http://www.kenthaber.com/karadeniz/tokat/niksar/Rehber/camive-mescitler/niksar- Erişim Tarihi: 19.03.2013 “Bizans mimarisi”, http://estelll.blogcu.com/bizans-mimarligi-i-istanbul-i- kiliseler/6738605 Erişim Tarihi: 20.04.2013 “Bizans Kiliseleri”, http://www.restoraturk.com/mimarlik-mimari/mimarlik/269- bizans-mimarisi.html Erişim Tarihi: 20.04.2013 “Konya Karatay Medresesi” http://www.muratduru.com/turizmmyo/photogallery.php?album_id=36 237 Erişim Tarihi: 01.04.2013 “”Anadolu Selçuklu Medreseleri” http://www.kulturelbellek.com/anadolu-selcuklumedreseleri/ Erişim Tarihi: 02.04.2013 “Sivas Gök Medrese”, http://www.geziyerleri.org/sivas-gok-medrese.html/sivas-gokmedrese Erişim Tarihi: 02.04.2013 “Süleymaniye Külliyesi” http://hsnymn.blogcu.com/istanbul-medreseleri/9306169 Erişim Tarihi: 01.04.2013 “Han nedir” http://tarih.sitesi.web.tr/han-nedir.html:Erişim Tarihi:27.03.2013) “İstanbul hanları” http://www.istanbulkulturenvanteri.gov.tr/halk-kulturu/detay/envanter_id/58 Erişim Tarihi: 12.04.2013 “Han mimarisi”, http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/sanat_alanlari Erişim Tarihi:12.04.2013 “Aksaray Sultan Hanı”, http://www.sultanhani.net/foto-galeri/sultanhani- panorama/14.html ErişimTarihi:27.03.2013 “Osmanlı döneminde hanlar” http://www.vgm.gov.tr/icerikdetay.aspx?Id=125 Erişim Tarihi: 19.03.2013 “Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı” http://www.gaziantepikesfet.com Erişim Tarihi: 23.02.2013 “Roma hamamları” (http://www.restorasyonforum.com/ders-notlari-sunumlar/yntroma-hamam-mimarisi-kisa-sunum-t1727.0.html) Erişim Tarihi: 02.04.2013 “Osmanlı Mezartaşlarının Dili”, http://www.ilyasucar.com/bilgiler/kultur-sanat/558osmanli-mezar-taslarinin-dili.html Erişim Tarihi: 18.03.2013 238 “ Kemah Mezartaşları” http:// www.kemahtarihi.com Erişim Tarihi: 15.03.2013 “Ahlat Mezartaşları”, http:// www.ahlatfoto.com/resimler Erişim Tarihi: 15.03.2013 “Mezartaşları”, http:// www.kenthaber.com/mezartşlrı Erişim Tarihi: 15.03.2013 “Osmanlı Mezartaşları” http:// www.wowturkey.com Erişim Tarihi: 18.03.2013 “Ağlayan Kadınlar Lahdi” http://www.istanbularkeoloji.gov.tr/web/14-52-1- 1/muze_-_tr/koleksiyonlar/arkeoloji_muzesi_eserler/aglayan_kadinlarlahdi Erişim Tarihi: 19.03.2013 “İskender Lahdi” http://www.istanbularkeoloji.gov.tr/web/14-51-1-1/muze_- _tr/koleksiyonlar/arkeoloji_muzesi_eserler/iskender_lahdi Erişim Tarihi: 19.03.2013 “Likya Lahti” http://sugraphic.com/fotograf_goster.php?1232-likya-lahti ErişimTarihi: 09.09.2013 “Likya Lahti” http://www.mehmetakinci.com.tr/osman-hamdi-bey-salonu-ve-sidonkrallar-nekropolu.html ErişimTarihi: 09.09.2013 “Bergama Zeus Sunağı” http://www.imo.org.tr/resimler/dosya_ekler/62917f972b653be_ek.pdf?dergi=140 Erişim Tarihi: 19.03.2013 “Geleneksel Türk Evi Plan Tipinin Gelişimi” http://esergultekin.blogcu.com/geleneksel-turk-evi-plan-tipinin-gelisimi/2964429 “Seramik” http: //www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/belge/1-55026/paleolitikcag.html) Erişim Tarihi: 22.02.2013 “Kürevi konik kaplar” http://www.ani.gov.tr/seramikler.asp Erişim Tarihi: 22.02.2013 “Ani Kazısı Buluntuları”, http://www.ani.gov.tr/seramikler.asp Erişim Tarihi: 13.03.2013. 239 “Osmanlı Sanatı” http://www.sosyalci.org/forum/forum_posts.asp?TID=2271 Erişim Tarihi:13.04.2013 “Yunan amphorası” http://www.zmescience.com/science/archaeology/greekamphora-archaeology-18102011/ Erişim Tarihi:13.04.2013 “Özel Koleksiyon / Helenistik ve Roma Dönemi Pişmiş Toprak Kandiller” http://www.academia.edu/3330188/OZEL_KOLEKSIYON_HELENISTIK_VE_RO MA_DONEMI_PISMIS_TOPRAK_KANDILLER Erişim Tarihi:12.03.2013 “Osmanlı taçkapıları” http://www.mustafacambaz.com/details.php?image_id=190 Erişim Tarihi:12.03.2013 “Sivas Abdi Başara Evi”, http://www.sivas.bel.tr/yazi/301-47/abdi-aga-konagi Erişim Tarihi:02.05.2013 “Abdi Ağa Konağı”, http://www.sivas.bel.tr/yazi/192-27/abdi-aga-konagi Erişim Tarihi: 02.05.2013 “Khora Manastırı (Kariye Camii ve Müzesi)”(http://www.resimbul.com.tr. ErişimTarihi: 23.08.2013) “Kariye Müzesi” (http://eminebileydirestorasyon.blogspot.com/2011/01/istanbul2010-avrupa-kultur_10.html. ErişimTarihi:23.08.2013) “Safranbolu”(http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Dosya:Safranbolu_Panaroma. JPG&filetimestamp=20100303205621& Erişim Tarihi: 15.08.2013 “Şanlıurfa Hızmalı Köprü”, http://www.efsaneler.net/tag/karakoyun-deresi-ve- hizmali-kopru-efsanesi-sanliurfa/ErişimTarihi:18.08.2013 “Şanlıurfa Hızmalı Köprü”, http://www.uludagsozluk.com/k/h%C/ ErişimTarihi:18.08.2013 240 “Aksaray Sultan Hanı” http://www.forumacil.com/ic-anadolu-bolgesi/380653- sultanhani-eski-resimleri.html ErişimTarihi:18.08.2013 “Gaziantep İnceoğluBüdeyri Hanı” http://www.fotoatolye.com/tarihin-sokaklarindaiki-fotografci.html ErişimTarihi:18.08.2013 “Kentsel Arkeolojik Sitler” http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14344/702-nolu-ilkekarari-kentsel-arkeolojik-sit-alanlari-ko-.html Erişim Tarihi: 20.08.2013 “Arkeolojik Sitler” http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14329/658-nolu-ilke-karari- arkeolojik-sitler-koruma-ve-kullan-.html Erişim Tarihi: 20.08.2013 “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik” http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14606/korunmasi-gerekli-tasinir-kultur-ve-tabiatvarliklarini-.htmlErişim Tarihi: 18.08.2013 “Kentsel Sitler” http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14351/720-nolu-ilke-karari- kentsel-sitler-koruma-ve-kullanma-.html Erişim Tarihi: 20.08.2013 “Tarihi Sitler” http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14327/421-nolu-ilke-karari-tarihsitler-koruma-ve-kullanma-ko-.html Erişim Tarihi: 20.08.2013 “Haritabilgisi”(http://www.hkmo.org.tr/hakkimizda/meslegimiz/pafta_bolumleme.ph p) Erişim Tarihi: 20.08.2013. “Niksar Ulu Camii” http://www.panoramio.com/photo/45752541 Erişim Tarihi: 20.08.2013. 241 ÖZET Bu tez ile, uzmanların arazi görevlerinde karşılaşacağı kültür varlığı örneklerinin niteliği ve tarihlenmesi hakkında başvuracağı, gerek rapor yazarken gerekse tescil fişi, envanter fişi gibi kayıtlar oluştururken faydalanacağı bir başvuru/ el kitabının olması amaçlanmış, bu doğrultuda arazide sıklıkla karşılaşılan kültür varlığı örneklerinin bir kısmı ana başlıklar altında tarihsel dönem farklılıkları ortaya konularak ve verilen örnek tanımlarla anlatılmaya çalışılmıştır. Bu tezin içeriğinin kültür varlığı örneklerini kapsamasının bir diğer nedeni de, uzmanlar tarafından yazılan rapor ya da tescil fişi gibi belgelerin, tez içerisinde yer alan bilgiler yardımıyla, “daha zengin içerikli” olması amacından kaynaklanmıştır. Hiç şüphesiz ki, arazi görevlerinde eserlerin o günkü durumlarını gidip gören uzmanın tutacağı kayıtlar, aynı zamanda gelecek kuşaklara da aktarılacak birer “tarihi belge” olacağından onların bu tezde yer alan örnek tanımlar ışığında eserler hakkında daha nitelikler bilgiler içermesi amaçlanmıştır. Bu tezin kültür varlıkları hakkında “bir el kitabı önerisi” olduğu hatırlatılarak tezin amacının, uzmanın arazi görevlerinde karşılaştığı tüm kültür varlıkları hakkında bir katalog veya ansiklopedik bilgiler topluluğu sunmak değil, kültür varlıklarının belgelenmesine yönelik uzmanın nasıl bir tutum izlemesi gerektiği, hazırlayacağı rapor, tescil fişi vb. gibi dokümanların ileriki nesillere aktarılmaya uygun, kaliteli, nitelikli ve zengin içerikli olmasının sağlanması gerektiğinin bu tezin savunduğu en önemli sonuç olduğu söylenebilir. Anahtar sözcükler: Arazi görevleri, uzman personel, taşınmaz kültür varlıkları, taşınır kültür varlıkları 242 ABSTRACT This thesis served as the existence of the experts, with the face of the land, the nature of culture and the need to report both when writing about her school, dated registration benefits, such as creating a plug to plug in your inventory records, reference/handbook is intended, in this context, the presence of common culture in the samples under the main headings will reveal the differences in the historical period and the given example definitions covered. This need not be confined to the contents of the thesis the existence of instances of another culture because, as the report written by experts or registration slip with the help of documents, the information contained in the thesis, "the more content-rich" from the request originated from. Without any doubt, go to that day's cases and serves as expert as the land holder can also be transferred to future generations, but also records "on the record" because their works in the light of this thesis defines the instance contained in the information is intended to include more about qualifications. This is the thesis of cultural heritage as "a manual of proposal" as the purpose of the thesis, the expert terrain that reminded all faced by a catalog or information about a collection of cultural heritage is not present encyclopedic, documented how an attitude of cultural riches should follow the expert, prepare a report, to be streamed from future generations of documents such as registration voucher is a convenient, high-quality, content-rich, providing qualified and is the most important result of this thesis should be advocated Key words: Land missions, expert staff, moved to immovable cultural heritage, cultural heritage 243 ÖZGEÇMİŞ Ceren Erdoğan 09.06.1978 tarihinde Adana’da doğdu. 1997 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünü kazandı ve 2002 yılında aynı fakülteden mezun oldu. 2004 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Türk-İslam Sanatı Kürsüsünde yüksek lisans programına başladı ve 2006 yılında bu programı “Manisa Cami ve Mescitlerinin Cephe Düzeni” konulu yüksek lisans tezi ile bitirdi. 2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna uzman yardımcısı olarak atanan Erdoğan, bu kurumda yaklaşık dört yıl çalıştıktan sonra 29 Ocak 2013 tarihinde Marmaris Müze Müdürlüğünde göreve başladı. Ceren ERDOĞAN orta seviyede İngilizce ve Almanca bilmektedir. Temel ilgi alanları, Sanat Tarihinde Osmanlı mimarisi ve eski eser restorasyonudur. Yazın sanatı ile resim ve fotoğrafçılık da diğer uğraşıları arasında yer almaktadır. 244 245
© Copyright 2024 Paperzz