Arazi Görevlerine Çıkan Uzman Personelin Karşılaşacağı Kültür

T.C.
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI
KÜLTÜR VARLIKLARI VE MÜZELER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
MARMARİS MÜZE MÜDÜRLÜĞÜ
ARAZİ GÖREVLERİNE ÇIKAN UZMAN PERSONELİN KARŞILAŞACAĞI
KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİNİN NİTELİĞİ, YAPILDIĞI DÖNEM
ÖZELLİKLERİ VE TARİHLENDİRİLMELERİ KONUSUNDA ÖZET
BİLGİLERDEN OLUŞAN BİR EL KİTABI
UZMANLIK TEZİ
Ceren ERDOĞAN
OCAK-2014
ANKARA
T.C.
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI
KÜLTÜR VARLIKLARI VE MÜZELER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
MARMARİS MÜZE MÜDÜRLÜĞÜ
ARAZİ GÖREVLERİNE ÇIKAN UZMAN PERSONELİN KARŞILAŞACAĞI
KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİNİN NİTELİĞİ, YAPILDIĞI DÖNEM
ÖZELLİKLERİ VE TARİHLENDİRİLMELERİ KONUSUNDA ÖZET
BİLGİLERDEN OLUŞAN BİR EL KİTABI
UZMANLIK TEZİ
Ceren ERDOĞAN
Tez danışmanı
Gaziantep Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Yard.Doç.Dr. Rıfat ERGEÇ
OCAK-2014
ANKARA
KÜLTÜR VE TURİZM UZMANLIK TEZİNİN ÇOĞALTILMASI
VE YAYIMI İÇİN İZİN BELGESİ
Tezi Hazırlayanın Adı Soyadı
: Ceren ERDOĞAN
Tez Konusu
: Arazi Görevlerine Çıkan Uzman Personelin
Karşılaşacağı Kültür Varlığı Örneklerinin Niteliği, Yapıldığı Dönem Özellikleri
Ve Tarihlendirilmeleri Konusunda Özet Bilgilerden Oluşan Bir El Kitabı
Tez Danışmanı
: Yard.Doç.Dr. Rıfat ERGEÇ
Kültür ve Turizm Uzmanlık Tez çalışmamın, Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından yayımlanarak Milli Kütüphane ve İhtisas Kütüphanesinde her türlü
elektronik formatta arşivlenmesini ve kullanıma sunulmasını kabul ediyorum.
30/01/2014
Ceren ERDOĞAN
Kültür ve Turizm Uzmanı
Sanat Tarihçisi
SINAV YETERLİK KOMİSYONUNA
BEYAN
Bu belge ile bu uzmanlık tezindeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik
davranış ilkelerine uygun olarak toplayıp sunduğumu; ayrıca, bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve
kaynağını gösterdiğimi beyan ederim.
30/01/2014
Ceren ERDOĞAN
Kültür ve Turizm Uzmanı
Sanat Tarihçisi
ÖNSÖZ
Bu tez ile, uzmanların arazi görevlerinde sıklıkla karşılaşacağı kültür varlığı
örneklerinin niteliği ve tarihlenmesi konusunda başvuracağı, gerek rapor yazarken
gerekse tescil fişi, envanter fişi vb. kayıtlar oluştururken faydalanacağı, kültür
varlıklarına ilişkin bilgilerin toplu bir şekilde yer aldığı bir başvuru/ el kitabının olması
amaçlanmıştır.
Bu tezde 2863 sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu”nda
belirtilen ve arazi görevlerinde karşılaşılabilinecek kültür varlıklarının tümüne yer
veren katalog bilgileri hazırlamak değil, fakat uzmanların arazide sıkça rastladığı
höyük, kale, kaya mezarı gibi kültür varlığı örnekleri ile cami/mescit, han, hamam,
türbe, mezartaşı gibi eserler üzerinden “kültür varlıklarının tanımlanması ve
belgelenmesi”
konusunda
dikkat
edilmesi
gereken
birtakım
kriterlerin
bulunduğu savunulmuş ve bu kriterler ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. Taşınmaz
kültür varlığı örneklerinin yanı sıra arazi görevlerinde sıkça karşılaşılan taşınır kültür
varlıklarının bir kısmına da yer verilerek söz konusu taşınırlar üzerinden, tüm taşınır
kültür varlıklarının tanımı ve tariflenmesi konusunda nasıl bir yol izleneceği
açıklanmaya çalışılmıştır. Taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarına ilişkin tezde verilen
örnek tanımlarla, uzmanın bir taşınırı ya da taşınmazı “nasıl tanımlayacağı”
konusunda ona yardımcı olmak amaçlanmıştır.
Arazi görevlerinde karşılaşılan kültür varlığı örnekleri konusunda genellikle
arkeoloji ve sanat tarihi dallarında uzman kişilerin doğrudan fikir sahibi olması
doğaldır, ancak bu konularda söz konusu meslek gruplarından olan uzman personele
görevlerde eşlik eden harita mühendisi, şehir plancısı, mimar gibi meslek
gruplarındaki uzmanların da bu tezde yer alan tanımlar sayesinde eserler hakkında bir
ön bilgi sahibi olması ya da tüm meslek gruplarından olup arazi tecrübesi fazla
olmayan uzmanların kültür varlıkları hakkında yorum/tanım yapabilmesine yardımcı
olmak da amaçlanmıştır.
i
Bu tezin en önemli amacı ise, uzmanlar tarafından yazılan rapor ya da tescil fişi
vb. gibi belgelerin hazırlanma aşamasında dikkat ve özen gösterilmesi, uzmanın
hazırlayacağı dokümanların “detaylı ve zengin içerikli” bilgiler vermesinin
gerekliliğini savunmaktır. Bu konu bu tezin yazılmasındaki en büyük amaç olup
tahribatlara, yıkımlara veya zamanın aşındırmasına maruz kalan taşınır ve taşınmaz
kültür varlıklarımızın korunması konusunda elimizde her zaman “sağlam” kalacak
bilgi ve belgelerin bulunması isteğinden kaynaklanmıştır. Bu konunun şiddetle
savunulmasının nedeni bir başka deyişle, eserlerin o günkü durumlarını gidip gören
uzmanın tutacağı kayıtlar ve yapılacak tanımlar ileriki kuşaklara da aktarılacak
birer tarihi belge olacağından, onların bu tezde yer alan örnek tanımlar ışığında
eserler hakkında daha nitelikli bilgiler içermesinin sağlanması konusunda
uzmanları daha hassas davranmaya çağırmaktır.
Danışman Hocam Sayın Yard.Doç.Dr.Rıfat ERGEÇ’e, mesleki bilgilerimin
temellerinin sağlam bir biçimde atılmasında ve şekillenmesinde büyük katkıları olan
Ege Üniversitesi’nden hocalarım Sayın Yard.Doç.Dr. Ertan DAŞ’a ve Şakir
ÇAKMAK’a, Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nda arazi
görevlerine birlikte gittiğim dostlarım Çağla ÇELEBİ ve Tuğba GÜNEŞ’e, mesai
arkadaşlarım Şenay ÖCAL, Mutlu KARADAĞ, Güzin KARAKÖY
ve Zülfiye
KIRANTEPE’ye ve canım çocuklarım Hikmet ve Güneş’e, ayrıca eşim Devrim’e
sonsuz teşekkürlerimi bildirmek isterim.
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
…………………………………………………………………………………......ı-ıı
İÇİNDEKİLER
…………………………………………………………………………………ııı-vııı
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ
………………...…………………………….……………………………………...ıx
TABLOLAR, RESİMLER ve ŞEKİLLER DİZİNİ…………………………x-xv
GİRİŞ
………………………………………………………………………………………1
BİRİNCİ BÖLÜM
TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ
1. TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ…………..…………….......2
1.1.Höyükler……………………………………………………………….....2
1.1.1.Höyüklerden örnekler………………………………………………...3
1.1.1.1.Samsun İkiztepe Höyüğü………………………………………...3
1.1.1.2.Burdur Kuruçay Höyüğü …………………………………….....5
1.1.1.3. Konya Çatalhöyük…………………………………………........6
1.2.Tümülüsler………………………………………………………………..9
1.3. Kaya mezarları………………………………………………………….16
1.3.1.Kaya mezarlarından örnekler………………………………………...19
1.3.1.1.Amasya Kral Kaya Mezarları……………………………............19
1.3.1.2. Lâçin Kapılıkaya Anıtsal Kaya Mezarı…………………….........21
iii
1.3.1.3. Gaziantep Dülük Yer altı Oyma Mezarları…………………………...22
1.4. Kaleler………………………………………………………………….......25
1.4.1.Anadolu’dan kale örnekleri……………………………………………..28
1.4.1.1.Adana Yılanlı Kale…………………………………………….........28
1.4.1.2. Gaziantep Kalesi …………………………………………...……....30
1.5.Köprüler……………………………………………………………...….......33
1.5.1. Köprülerden örnekler……………………………………………….......34
1.5.1.1. Malabadi Köprüsü…………………………………………..……....34
1.5.1.2. Şanlıurfa Hızmalı Köprü…………………………………...……….35
1.6. Camiler………………………………………………………………...........37
1.6.1. Anadolu Selçukluları ve Beylikler döneminde cami mimarisi………….37
1.6.1.1.Anadolu Selçuklu Döneminden bir örnek Niğde Alaaddin Camii
……………………………………………………………………..43
1.6.1.2. Beylikler döneminden bir örnek Balat İlyas Bey Camii…………....46
1.6.2.Osmanlı döneminde cami mimarisi……………………………………...48
1.6.2.1. Osmanlı döneminden bir örnek Manisa Muradiye Camii…...……...51
1.7. Kiliseler……………………………………………………………….…......54
1.7.1. Kilise örneği…………………………………………………….…….....61
1.7.1.1. Yukarı Kilise (Kilise I) ……………………………………………..61
1.8. Medreseler…………………………………………………………..……....63
1.8.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde medrese mimarisi…………...63
1.8.1.1. Kapalı avlulu (kubbeli) medreseler…………………………………..64
1.8.1.1.1.Kapalı Avlulu medreselerden bir örnek: Konya Karatay
Medresesi ……………………………………………………….....64
1.8.1.2. Açık Avlulu (Eyvanlı) Medreseler…………………………………...65
1.8.1.2.1. Açık Avlulu medreselerden bir örnek Sivas Gök Medrese…........65
1.8.2. Osmanlı Döneminde medrese mimarisi…………………………………...68
1.8.2.1.Osmanlı Döneminden medrese örnekleri……………………………...75
1.8.2.1.1.Süleymaniye Medreseleri (Eminönü)……………………………...76
1.8.2.1.2. İstanbul Beyazıt Medresesi (Eminönü)…………………………...77
1.9.Hanlar ( Kervansaraylar)……………………...………………………….....79
1.9.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde han ( kervansaray)
iv
mimarisi………………………………………………………………79
1.9.1.1.Anadolu Selçuklu Döneminden Bir Han Örneği
Sultan Han……………………………………………………81
1.9.2.Osmanlı Döneminde han ( kervansaray)
mimarisi…………………………………………………………..84
1.9.2.1.Osmanlı Döneminden Bir Han Örneği: Gaziantep İnceoğlu
Büdeyri Hanı ………………………………………………...86
1.10. Hamamlar…………………………………………………………..88
1.10.1. Roma döneminde hamam mimarisi……………………….........88
1.10.1.1.Roma Dönemi Hamam Örneği: Ankara Caracalla
Hamamı…………………………………………………......89
1.10.2.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde
hamam mimarisi………………………………………………...91
1.10.3. Osmanlı döneminde hamam mimarisi……………………........92
1.10.3.1. Osmanlı döneminden bir örnek Erzurum Çifte Göbek
Hamamı…………………………………………………....94
1.11.Türbeler……………………………………………………………...96
1.11.1. Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi türbe mimarisi………...96
1.11.1.2.Anadolu Selçuklu döneminden bir örnek Emir Saltuk
Türbesi…………………………………………………........98
1.11.2. Osmanlı dönemi türbe mimarisi…………………………….......99
1.11.2.1. Osmanlı döneminden bir örnek Gümüşhane Pir Ahmed
Türbesi ……………………………………………….........100
1.12. Mezartaşları………………………………………………………...102
1.12.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde mezartaşları.............103
1.12.2. Osmanlı döneminde mezartaşları……………………………...110
1.13. Mezar Stelleri…………………………………………………........116
1.13.1. Mezar Stellerinden örnekler………………………………........117
1.13.1.1. Hellenistik döneme ait bir mezar steli……………………..117
1.13.1.2. Theodotos Steli……………………………………............118
1.14. Lahitler……………………………………………………………..119
1.14.1. Lahitlerden örnekler……………………………………………120
v
1.14.1.1. Likya lahiti…………………………………………………. 120
1.14.1.2. İskender Lahdi…………………………………....................123
1.14.1.3. Ağlayan Kadınlar Lahdi………………………….................125
1.14.1.4. Girlandlı lahitlerden örnekler………………………..............126
1.15.Sunaklar………………………………………………………………........129
1.15.1. Bir sunak örneği: Bergama Zeus Sunağı………………………...........132
1.16.Geleneksel Türk Evi………………………………………………….........134
1.16.1. Geleneksel Türk Evi örneği: Abdi Başara Evi……………………….140
İKİNCİ BÖLÜM
TAŞINIR KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ
2. TAŞINIR KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ ……….…………..……..146
2.1.Seramik ………………………………………………………………....147
2.1.1. Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi seramik sanatı………….....152
2.1.1.1. Sırsız Seramikler………………………………………………..153
2.1.1.2. Sırlı Seramikler…………………………………………………155
2.1.1.2.1. Sırlama Teknikleri……………………………………......156
2.1.1.2.1.1. Kazıma (Sgrafitto) tekniği…………………………...156
2.1.1.2.1.1.1. Kazıma teknikli bir örnek……………………….157
2.1.1.2.1.2. Champleve tekniği……………………………...........158
2.1.1.2.1.3. Slip tekniği…………………………………………...159
2.1.1.2.1.4. Sıraltı tekniği…………………………………………160
2.1.1.2.1.5. Lüster Tekniği………………………………………..162
2.1.1.2.1.6. Minai Tekniği…………………………………….......164
2.1.3. Osmanlı Dönemi seramik sanatı………………………………...165
2.2. Amphoralar…………………………………………………………...170
2.2.1. Bir amphora örneği: Kıbrıs Amphorası…………………………...171
2.3. Kandiller………………………………………………………….......172
2.3. Bir kandil örneği…………………………………………………….173
2.4.Sikkeler……………………………………………………………......174
vi
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MİMARİ AYRINTILAR
3. MİMARİ AYRINTILAR…………..……………………………………........180
3.1.Taçkapılar………………………………………………………….………..180
3.2. Minareler……………………………………………………………...........185
3.3. Pencereler…………………………………………………………………..186
3.4. Almaşık duvar tekniği……………………………………………………...188
3.5. Mukarnas süsleme………………………………………………………......191
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SİT ALANLARI
4. SİT ALANLARI……………………………………………………………….192
4.1. Arkeolojik sitler…………………………………………………………….193
4.1.1. Muğla İli, Marmaris İlçesi, Bozburun Beldesi, Yeşilada……………….200
4.2. Kentsel Sitler……………………………………………………………….203
4.2.1. Bir kentsel sit örneği Safranbolu………………………………………..209
4.3. Kentsel- arkeolojik sitler……………………………………………………210
4.4. Tarihi Sitler…………………………………………………………………212
BEŞİNCİ BÖLÜM
5.
TAŞINMAZ
KÜLTÜR
VARLIKLARINDAKİ
BOZULMALAR
VE
TAHRİBAT……………………………………………………………………….214
ALTINCI BÖLÜM
6. HARİTA BİLGİSİ…………………………………………………………......220
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ……………………………………………..225
KAYNAKÇA ..……………………………………………………………………228
ÖZET …………………………………………………………………………….242
vii
ABSTRACT ……………………………………………………………….........243
ÖZGEÇMİŞ ……………………………………………………………………..244
viii
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ
bkz. : Bakınız
vb.: ve benzeri
cm. santimetre
C..Cilt
Çiz.: Çizim
hk.: Hakkında
m. metre
M.Ö. : Milâttan önce
M.S. : Milâttan sonra
Res.: Resim
s. : Sayfa
S. : Sayı
Şek.: Şekil
yy. : Yüzyıl
Y.: Yıl
mm.: Milimetre
ix
PLANLAR, RESİMLER ve ŞEKİLLER DİZİNİ
Birinci bölümün plan, resim ve şekilleri
Res. 1.1. Kaman Kalehöyük ve üzerindeki kazı açmaları………………….…..…….3
Res. 1.2.İkiztepe Höyüğü………………………………………………….…..……..4
Res. 1.3.İkiztepe Höyük’ten genel görünüm……………………………….…..…….4
Res. 1.4. Burdur Kuruçay Höyüğü……………………………….…………….…....5
Res. 1.5. Konya Çatalhöyük’ten genel görünüm………………………………..…...7
Res. 1.6. Konya Çatalhöyük’te evlerin yerleşimi……………………….…….……...8
Res. 1.7. Konya Çatalhöyük’te evlerin yerleşimi……………………………….........8
Res. 1.8. Bir tümülüs örneği…………………………………………………….........9
Şek. 1.1.Tümülüs planı…………………………………………………...................14
Şek. 1.2. Aile tipi mezar yapım planı…………………….….……………………...14
Res. 1.9. Dalyan (Ortaca) Kaya mezarları……………………………………..……17
Res. 1.10. Dalyan (Ortaca) Kaya Mezarları “niş mezarlar”………………...….…...18
Res. 1.11.Amasya Kral Kaya Mezarları genel görünüm…………………………....19
Res. 1.12. Amasya Kral Kaya Mezarları genel görünüm……………………….…..20
Res. 1.13. Lâçin Kapılıkaya Anıtsal Kaya Mezarı……………………………..…....22
Res. 1.14.Dülük Kaya Mezarları mezar odası şeklinde düzenlenmiş iç görünümü...23
Res. 1.15. Dülük Kaya Mezarları daire şeklinde kapı örneği……………………….23
Res. 1.16.Dülük Kaya Mezarları iç görünüm………………………………….........24
Res. 1.17. Yılanlı Kaleden bir görünüm…………………………………………….28
Res. 1.18. Yılanlı Kaleden bir görünüm…………………………………………….29
Res. 1.19. Gaziantep Kalesi genel görünüm……………………………………..….30
Res. 1.20.Gaziantep Kalesi burçlarından bir görünüm……………………….……..31
Res. 1.21. Malabadi Köprüsü (Silvan)………………….………………….………..34
Res. 1.22. Malabadi Köprüsü (Silvan)………………….………………….………..35
Res. 1.23. Şanlıurfa Hızmalı Köprü…………………………….…………...……....36
Res. 1.24. Şanlıurfa Hızmalı Köprü ………………….……………………………..36
Res. 1.25. Silvan Ulu Camii …………….……………….………………….……...38
Plan.1.1. Silvan Ulu Camii Planı …………….……………….…………...……….38
x
Res. 1.26. Silvan Ulu Camii ……………….……………….……………….……...38
Res. 1.27. Niksar Ulu Camii……………….……………….………………….……39
Res. 1.28. Konya Sırçalı Mescit……………….……………….…………………....40
Res. 1.29.Konya Sırçalı Mescit kuzey cephesi…………………….…………….….40
Res. 1.30. Develi Ulu Camiinden görünümler……………….……...……….……...41
Plan 1.2. Niğde Alaaddin Camii planı….……………….…………………………43
Res. 1.31. Niğde Alaaddin Camii….……………….……………………………….44
Res. 1.32. Niğde Alaaddin Camii….……………….…………………………….…45
Res. 1.33. Balat İlyas Bey Camii….……………….………………………………..46
Res. 1.34. Balat İlyas Bey Camii giriş cephesinden detay….………………..……..47
Res. 1.35. Edirne Üç Şerefeli Camii….……………….…………………...………..48
Res. 1.36. İstanbul Beyazıt Camii….……………….…………………………..…..49
Plan 1.3. Manisa Muradiye Camii Külliyesi vaziyet planı…………………….…...51
Res. 1.37. Manisa Muradiye Camii….……………….……………………………..53
Res. 1.38. Lips Manastırı………………………………………………………..…..56
Res. 1.39. Pantokrator Manastırı (Zeyrek Camii)….……………………....………..56
Res. 1.40. Pammakaristos Manastırı (Fethiye Camii)……………………….……...57
Res.1.41. Khora Manastırı (Kariye Camii ve Müzesi)….……..……………..……..59
Res.1.42.Kariye Müzesi mozaikleri………………………………………………....59
Res. 1.43.Kariye Müzesi mozaikleri………………………………………………...60
Res. 1.44.Yukarı Kilise….……..………….………………………………………...62
Res.1.45.Yukarı Kilise.……..………….…………………………………….……...62
Res. 1.46. Konya Karatay Medresesi.……..………….……………………………..65
Res. 1.47. Sivas Gök Medrese……….……..………….……………………………66
Res. 1.48.Süleymaniye Külliyesinden genel bir görünüm…..………….……..…….76
Res. 1.49. İstanbul, Beyazıt Medresesi (Eminönü)…..………….…………………..78
Res. 1.50. Sultan Hanı…..………….…………………………………………….…81
Res. 1.51. Sultan Hanı iç görünüm…..………….…………………………..………82
Res. 1.52. Sultan Hanı iç görünüm…..………….………………………………......82
Res. 1.53. Sultan Hanı taç kapısı…..………….………………………………….…84
Res. 1.54.Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı…..………….………………….…......87
Res. 1.55.Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı…..………….………………….…......87
xi
Res. 1.56. Ankara Roma Hamamı…..………….……………………………….…89
Plan 1.4. Erzurum Çifte Göbek Hamamı…..………….……………………….….94
Res. 1.57. Erzurum Çifte Göbek Hamamı Sekizgen Kasnak Üzerine Oturan
Soyunmalık ve Sıcaklık Kubbeleri…..………….………….……………………...95
Res. 1.58. Emir Saltuk Türbesi…..………….………….………………………….98
Plan 1.5. Pir Ahmet Türbesi planı…………………………………………….…100
Res. 1.59.Gümüşhane Pir Ahmed Türbesi…..………….………….……………..101
Res. 1.60. Mezar taşlarından örnekler…..………….………….……………...…..102
Res. 1.61. Emine Hanım’ın sanduka(lahit) şeklindeki mezarı…..………………..104
Şek. 1.3. Emine Hanım’ın sanduka(lahit) şeklindeki mezarında motifler………..105
Res.1.62. Ahlat Mezarlığı (Selçuklu Dönemi)…..………….………….…….…...106
Res. 1.63.-1.64. Ahlat mezar taşlarından örnekler………………………………..107
Res. 1.65. Koç ve at şeklinde mezar taşlarından örnekler……………………..….108
Res. 1.66. Koç biçiminde mezar taşı……………………………………………...108
Res. 1.67. Koç biçiminde mezar taşı……………………………………………...108
Res.1.68. Beylikler Dönemi dilimli sivri kemerli mezar taşı……………………..109
Res. 1.69. Sivri kemer formunda Erken Osmanlı dönemine ait mezar taşı…..…...110
Res.1.70. Çeşitli başlıklara sahip Osmanlı mezar taşları …………………..…......112
Res.1.71. Sarıklı bir mezar taşı örneği………………………………….………....112
Res.1.72. Bir erkeğe ait kavuklu mezar taşı……………………………….……...113
Res.1.73. Bir erkeğe ait fesli mezar taşı………………………………...………...113
Res.1.74. Üzerindeki “çapa” motifi ile bir denizciye ait olduğu anlaşılan silindirik
formlu mezar taşı………………………………………………………………….114
Res.1.75.Bitkisel motifli kadın mezar taşlarından örnekler……………...………..115
Res. 1.76. Helenistik döneme ait bir mezar steli………………………………......117
Res. 1.77.Theodotos Steli…………………………………………………………118
Res. 1.78. Likya Lahdi……………………….……………………………………122
Res. 1.79. Likya Lahdinden ayrıntı……………………………………………......122
Res. 1.80.İskender Lahdi………………………………………………….……….124
Res. 1.81.Ağlayan Kadınlar Lahiti…………………………………………….......126
Res. 1.82. Girlandlı lahit örneği……………………………………………………127
xii
Res. 1.83. Lahdin Sağ Kısa Yüzü………………………………………..………...127
Res. 1.84. 440 Envanter Numaralı Lahit Ön Yüz………………………….……...128
Res. 1.85. 1058 Envanter Numaralı Lahit Ön Yüz……………………………......128
Res. 1.86. Kare formunda bir sunak örneği……………………………..…………129
Res. 1.87. Silindirik formda bir sunak örneği………………………………….......130
Res. 1.88. Bergama Zeus Sunağı ………………………………………..………...132
Res. 1.89. Bergama Zeus Sunağı ayrıntısı…………………………………………133
Res. 1.90.Abdi Başara Evi………………………………...…….…………………140
Plan 1.6. Abdi Başara Evi birinci kat planı……………………………………......141
Res.1.91. Ahşap sütun başlıklarından birer görünüm……………………………...143
Res.1.92.Ahşap sütun başlıklarından birer görünüm ………………………...........143
Res. 1.93. Ahşap işlemeli tavan…………………………………………………....144
Res. 1.94. Saçak ………………………………………...........................................144
Res. 1.95.Abdi Başara Evi odalarından bir görünüm………………………….......145
Res. 1.96. Abdi Başara Evi odalarından bir görünüm…………………………......145
İkinci bölümün plan, resim ve şekilleri
Res.2.1. Leoparlı ana tanrıça figürini, Neolitik Çağ, Çatalhöyük…………………148
Res.2.2. Çivi Yazılı Tablet - Tunç Çağı…………………………………………...148
Res.2.3. Ziyaretsuyu kazısı buluntuları kırmızı astarlı seramikler…………...........149
Res.2.4. Ziyaretsuyu kazısı buluntuları boya bezeli seramikler…………………...150
Res.2.5.Kürevi konik kaplar ………………………………………………….......154
Res.2.6. Kırmızı astarlı ve perdahlı küp 11.-13.yy…………………………….......155
Res.2.7.Kubadabad Sarayı buluntusu kazıma teknikli derin kâse……………........157
Res. 2.8. Kazıma tekniğinde bezenmiş tek renk sırlı testi……………………........158
Res.2.9.Champleve tekniğinde süslenmiş kaşıklar - Ari İstanbulluoğlu
Koleksiyonu ………………………………………………………………………159
Res.2.10. Kubadabad Sarayı buluntusu, slip teknikli tabak…………………….....159
Res.2.11. Sıraltı boyama tekniğinde testi……………………………………….....161
Res.2.12. Kubadabad Sarayı buluntusu sıraltı teknikli vazo……………………....161
xiii
Res.2.13.Kubadabad Küçük Saray buluntusu Sıraltı teknikli tabak …………......162
Res.2.14. Lüster tekniğinde kase……………………………………………..........163
Res.2.15. Minai tekniğindeki kaba ait parçalar………………………………….....164
Res.2.16. Milet işi teknikli “dip”ler (İznik Çini Fırınları Kazısı)……………….....165
Res.2.17-2.18. Milet işi teknikli “dip”ler ve insan figürlü bir örnek. İznik Çini
Fırınları Kazısı……………………………………..……………….....166
Res.2.19. Slip tekniğinde sırsız kase ………………………………………….......167
Res.2.20. Mavi-beyaz teknikli kapak………………………………………………167
Res.2.21. İznik seramiği 16.yy…………………………………..…………………169
Res.2.22. Üzeri resimli bir amphora örneği………………………………………..170
Çiz.3.1. Knidos amphorasının çizimi ……………………………………..……....171
Çiz.3.2. Bir kandilin çizimi……………………………………………….……......172
Res.2.23. Kandil örnekleri………………………………………………………...173
Res. 2.24. Arkaik dönem sikke örnekleri…………………………………………..174
Res. 2.25. Klasik Dönem sikke örnekleri…………………………………………175
Res. 2.26. Geç Klasik Dönem sikke örnekleri…………………………………….176
Res. 2.27. Hellenistik Dönem sikke örnekleri……………………………………..176
Res. 2.28. Roma Dönemi sikke örnekleri…………………………………………177
Res. 2.29. Doğu Roma Dönemi sikke örnekleri…………………………………...178
Res. 2.30. Anadolu Selçuklu dönemi sikke örnekleri……………………………..179
Res. 2.31. Osmanlı dönemi sikke örnekleri……………………………………….179
Üçüncü bölümün resimleri
Res.3.1. Beyşehir Eşrefoğlu Cami taçkapısı……………………………………....181
Res.3.2. Bursa Yeşil Camii taçkapısı 1414- 1419…………………………….......184
Res.3.3.SultanAhmet Camii taçkapısı (1609-1616)……………………..………...184
Res.3.4 Kayseri Gülük Camii'nin çinilerle süslü mihrabından detay……………..191
Dördüncü bölümün resimleri
Res. 4.1. Arkeolojik sitin yüzeyi…………………………………………………..197
xiv
Res.4.2. Muğla İli, Datça İlçesi, Cumalı Köyü, Murdala Mevkii 1.Derece Arkeolojik
ve Doğal Sit alanı ……………………………………………………………….....198
Res.4.3.Yeşil Ada’nın güneyden görünümü…………………………………….....201
Res.4.4.Yeşil Ada’daki kale kalıntıları…………………………………………….201
Res.4.5.Yeşil Ada’daki kilise kalıntısı……………………………………………..202
Res.4.6. Yeşil Ada’daki kaleden bir ayrıntı…………………………………….….202
Res.4.7. Safranbolu evleri…………………………………………………...…......209
Res.4.8. Safranbolu, genel görünüm……………………………………………….210
Beşinci bölümün resimleri
Res.4.9.Tarihi Antep evlerinde niteliksiz ekler……………………………..……..214
Res.4.10.Tarihi Antep evlerinde niteliksiz ekler…………………………..……....214
Res.4.11.Tarihi bir Antep evinin duvarındaki bozulma………………………..….215
Res.4.12.Tarihi bir Antep evinin bitişiğindeki niteliksiz bina …………….……...215
Altıncı bölümün şekilleri
Şek.6.1. 7796 ve 7797 nolu noktaların 1/1000’lik bir haritada gösterimi…………222
Şek. 6.2. 1/25.000’lik bir haritada bulunan A noktasının tarifi……………………223
Şek.6.3. 1/25.000’lik bir haritada 22 pafta, 2069 nolu parsel..................………….224
xv
GİRİŞ
Geçmişini arayan insan, geçmiş kültürlerin üretmiş olduğu eserlere bakarak
onları anlamaya, dolayısıyla dünü anlayarak bugüne ışık tutmaya çalışmaktadır.
İnsanlığın ortak malı olarak kabul edilen tarihi değerlere yalnızca geçmişin birer
parçası olduklarından değil, başarılı sanatsal yaratımlara gebe olacak tarih çizgisinin
başlıca kilometre taşları olarak saygı göstermek ve onları koruyarak gelecek nesillere
özelliklerini bozmadan aktarmak gerekir.
Araştırma konusu olan “Arazi Görevlerine Çıkan Uzman Personelin
Karşılaşacağı Kültür Varlığı Örneklerinin Niteliği, Yapıldığı Dönem Özellikleri ve
Tarihlendirilmeleri Konusunda Özet Bilgilerden Oluşan Bir El Kitabı” nı hazırlarken
tez kapsamına alınan kültür varlıklarının tanıtıldığı yayınlar araştırılmış, kültür
varlıkları dönem farklılıklarıyla anlatılmış, çeşitli dönemlerden örnek tanımları
verilmiş ve bu örnekler fotoğraf, plan ve çizimlerle desteklenmiştir.
Bu tez, uzmanların gezip gördüğü eserler hakkında sıkça başvuracağı bir el
kitabı önerisi olarak tasarlanmış, ancak kültür varlıklarının tümü çok geniş kapsamlı
olduğundan tümüne yer verilememiş ve daha çok, uzmanın kültür varlığına karşı
nasıl bir tutum içerisinde olması gerektiğinin altı çizilmeye ve verilen bilgiler ve
örnek tanımlar ışığında uzmanları eserler hakkında daha nitelikli ve zengin
içerikli tanımlar yapmaya teşvik etmek ve kültür ve turizm uzmanları arasında
ortak bir ifade birliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Amaç eserlerimizi korumanın
yanında onları belgelemek ve onların kayıtlarının gelişigüzel olmamasına, detaylı ve
zengin içerikli yazılmasına özen göstermektir. Çünkü ancak bu sayede gelecek
kuşaklara, kültür varlığının belki kendisinden daha uzun yaşayacak ve o ölse de
onun “yeniden yapımına” katkılar sağlayacak bilgileri anlamlı birer belge olarak
aktarılabilmiş olacaktır.
1
1.TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ
1.1. Höyükler
Höyükler, eski çağlardan kalma medeniyet kalıntılarının zamanla doğa
olaylarının etkisiyle meydana getirdiği yayvanca toprak tepelerdir. Anadolu’da bu
şekilde tepe halini almış birçok eski köy ve kasaba vardır.
Höyüğün büyüklüğü ve şekli, altındaki yerleşim yerlerinin uzun zaman sürüp
sürmemesine bağlıdır. Yerleşim yerlerindeki hayat, asırlarca devam ettiyse, höyükler
biraz daha büyük ve gösterişli olabilir. Höyükler daha çok verimli topraklarda düzlük
ve ovalarda görülür. Anadolu’da yeryüzü şekillerine bağlı olarak İç, Güney ve
Kuzeydoğu Anadolu’da topluluk gösterir. Höyükler genellikle Anadolu’da denizlere
yaklaştıkça azalır. Su kenarlarına yakın, verimli topraklarda, savunmaya elverişli
yerlerde daha çok rastlanmaktadır (hoyuk.nedir.com, 2013).
Orta Anadolu höyüklerinde Neolitik, Kalkolitik ve Tunç Çağı yerleşmelerinin
üzerinde, Frig, Hitit, Selçuklu ve Osmanlı yerleşimleri görülebilir. Hatta modern
yerleşimlerin bir kısmı da höyükler üzerinde kuruludur. Anadolu’daki önemli
höyüklerin başlıcaları: Çorum Alacahöyük, Yozgat Alişar Höyük, Kayseri Kültepe
Höyük, Aksaray Acemhöyük, Konya Çatal Höyük, Malatya Arslantepe Höyük,
Çanakkale Troya Höyük’tür (Uçankuş, 2000:28-29).
Arazilerde karşılaşılabilinecek höyüklerin üzerinde ve etrafında, orasının bir
yerleşim yeri olması dolayısıyla genellikle birçok seramik parçaları yüzeyde göze
çarpar. Kazısı yapılan veya yapılmakta olan bir höyükte kazı açmaları ve buluntular
yer alabilir. Arazide karşılaşılan höyük tescilli değilse tescilinin, etrafında yeterli
miktarda bir koruma alanı belirleyerek yapılması, buluntuların dönemlerinin
belirtilmesi, üzerinde herhangi bir yapı kalıntısı varsa tanımının da yazılması
gerekmektedir.
2
Res. 1.1 Kaman Kalehöyük ve üzerindeki kazı açmaları (Türkiye Arkeolojisi, 2008/
127).
1.1.1. Höyüklerden örnekler:
1.1.1.1.Samsun İkiztepe Höyüğü:
Bu höyük Orta Karadeniz Bölgesi'nde, Samsun'un 55 km. ve Bafra'nın 7 km.
batısında olup, bugünkü İkiztepe köyünün sınırları içinde yer alır. Deniz
seviyesinden yaklaşık 20 m. yükseklikte ve Bafra ovasının batısını sınırlayan alçak
tepelerden en kuzeydekinin uzantısı üzerinde kurulmuştur. Jeolojik verilere göre,
İkiztepe Örenyeri Bafra ovası oluşmadan önce, bir zamanlar Kızılırmak nehrinin
Karadeniz'e dökülmüş olduğu noktada yer almıştır. Höyük dört yükseltiden
oluşmaktadır. Yaklaşık olarak 375 x 175 m. ebadında bir alanı kaplamaktadır (Res.
1.2.- Res. 1.3.)
Tepe I ve Tepe II'de ana toprağa kadar inilmiştir. Araştırmalar sonucu Tepe
I'de İlk Tunç Çağı I ve II ile Geçiş Çağı (Hitit Öncesi) kültürleri tespit edilmiş, ayrıca
İlk Tunç Çağı III'e tarihlenen bir nekropolün varlığı anlaşılmıştır. Tepe II'de ise İlk
Tunç Çağı I ve II ile Kalkolotik Çağ kültür kalıntıları gün ışığına çıkarılmıştır. Tepe
III ve IV'de yapılan küçük sondajlar sonunda bu bölgede İlk Tunç Çağı III
3
kültürünün yaygın olduğu anlaşılmıştır. Tepe I'de İkiztepe'nin son kültür katında
tümülüs tipi 2 odalı ve dromoslu bir anıt mezar yer almaktadır. Kesmetaşlardan inşa
Res. 1.2. İkiztepe Höyüğü (www.wowturkey.com. Erişim Tarihi: 25.03.2013).
edilmiş olan mezarın dromosunda (koridorunda) ele geçirilen ve İstanbul'da Trakya
Kralı Lysimakhos (M.Ö.306-281) adına basılmış altın sikkeden bu mezarın
Hellenistik Çağa ait olduğu anlaşılmıştır (ctf.edu.tr, 2013).
Res. 1.3. İkiztepe Höyük’ten genel görünüm (www.ctf.edu.tr. Erişim Tarihi:
25.03.2013).
Kültür katlarında dokumacılığa ait pişmiş topraktan kirkitler, ağırşaklar ve
dokuma parçaları ile giysi yapımında kullanılan kemik deliciler ayrıca yanmış bir
yapının tabanı üzerinde değişik işlevler için üretilmiş tunç eserler grup halinde
bulunmuştur. Değişik büyüklükteki çanak çömlekler, meyvelikler, kadın figürinler de
diğer önemli buluntulardır. Samsun Müzesi'nde sergilenen ve korunan bu eserler İlk
4
Tunç Çağı'nın Anadolu'daki seçkin örnekleri arasında yer almaktadır. İkiztepe
kazıları Karadeniz bölgesinde yapılan tek protohistorik kazı olarak Bafra ve
dolayısıyla Orta Karadeniz Bölgesinin, İlk Tunç Çağı insanlarının sosyo-ekonomik
yaşamları ile dini inançlarına ışık tutan tek merkez olması açısından da önemini
korumaktadır (tayproject.org, 2013).
1.1.1.2.Burdur Kuruçay Höyüğü
Hacılar Höyüğü’nün 8-9 km. daha doğusunda bulunan Kuruçay Höyük’te
yaşam Hacıların bir dönem gerisinden, Erken Neolitik devir ile başlamaktadır. 1978–
88 yılları arasında Prof Dr. Refik DURU tarafından yapılan kazılarda 13 yapı katı
tespit edilmiştir. Bu tespitlere göre Erken Neolitikle başlayan kültür devri İlk Tunç
Çağı ikinci dönemine kadar sürmüştür. 11 metre yüksekliğindeki Höyükte (Res. 1.4.)
Geç Neolitik, Erken Kalkolitik evleri, taş temeller üzerine kerpiçler konularak
Res. 1.4. Burdur Kuruçay Höyüğü (www.burdurmuzesi.gov.tr. Erişim Tarihi:
25.03.2013).
5
yapılmış olup kare ve dikdörtgen planlıdır. Ayrıca yerleşimin etrafında yer yer 120140 cm. kalınlığında üç kuleli sur duvarına rastlanılmıştır. Bu çağın seramiği Hacılar
benzeridir.
Kuruçay Erken Kalkolitiği kalın duvarlı kare planlı yapılar ile ön plana
çıkmaktadır. Bu dönemde kent suruna ihtiyaç duyulmamıştır. Evlerin zemininde
havan, el değirmeni gibi mutfak eşyalarına rastlanılmıştır. Çanak ve çömlekler
genellikle bu yerleşmede daha önceki dönem ve Hacılar çanak çömleği ile benzerlik
göstermekle birlikte geç Kalkolitikte ince kenarlı kırılgan, koyu kahverengi renkli
seramikler ortaya çıkmış, form ve konu zenginleşmiştir. En önemlisi de bu dönemde
madeni buluntular ele geçirilmiştir. Bunlar madenden yapılmış keski ve iğnelerdir.
Kuruçay’ da İlk Tunç yerleşimi ise, Höyüğün üst katmanlarındaki fazla tahrip
olmuş olan ilk devresine rastlamaktadır (M.Ö. 3.000-2.000) Burada mimari kalıntı
özelliği gösteren buluntulara rastlanılmamış, bulunan çanak çömleğin ise özensiz
yapılmış İlk Tunç çağı seramiği olduğu görülmüştür ( burdurmuzesi.gov.tr., 2013).
1.1.1.3. Konya Çatalhöyük (Res. 1.5. - 1.7.)
Konya'nın Çumra İlçesi sınırlarında olup, ilçenin 10 km. doğusunda yer
almaktadır. Höyük, farklı yükseklikte iki tepe düzü olan bir tepe şeklindedir. Bu iki
yükseltisi nedeniyle çatal sıfatını almıştır. Yüksek tepenin batı yamacında yapılan
araştırmalar sonucunda, “13 yapı katı” açığa çıkarılmıştır. En erken yerleşim katı (1)
ise M.Ö. 5500 yıllarına tarihlenmektedir. Stil kritiği yolu ile yapılan bu tarihleme, C
14 metodu ile de doğrulanmış bulunmaktadır. İlk yerleşme, ilk ev mimarisi ve ilk
kutsal yapılara ait özgün buluntuları ile insanlık tarihine ışık tutan bir merkezdir.
(Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük, 2006: 3)
Çatalhöyük'teki yerleşimin, yani şehirciliğin en iyi bilinen dönemi 7. ve 11.
katlardadır. Dörtgen duvarlı evlerin duvarları birbirine bitişiktir. Ortak duvar yoktur,
her evin kendi müstakil duvarı vardır. Evler ayrı ayrı planlanmış ve ihtiyaç
duyulunca yanına başka bir ev yapılmıştır. Evlerin bitişik duvarları nedeniyle şehirde
sokaklar mevcut değildir. Ulaşım düz damlar üzerinden olmaktadır. Şehri sınırlayan
6
ve koruyan sur duvarları niteliğinde herhangi bir buluntuya rastlanmamıştır. Bina
yapımında kullanılan malzeme kerpiç, ağaç ve kamıştır. Evlerin temel derinlikleri
azdır. Duvarlar arasında ağaç dikmeler vardır. Bu dikmeler üzerine gelen kirişler düz
tavanı taşımaktadır. Tavan üst örtüsü kamış üzerine sıkıştırılmış kil topraktır. Evler
tek katlı olup, eve giriş damda açılan bir delikten merdivenle olmaktadır. Her ev bir
oda ve bir depodan oluşur. Odaların içinde dörtgen ocaklar, duvarların ön
kısımlarında taban döşemesinden yüksekliği 10-30 cm. arasında değişen sekiler ve
duvar içinde dörtgen nişler bulunmaktadır. Duvarlar sıvalıdır, sıva üzeri beyaza
boyandıktan sonra sarı, kırmızı ve siyah tonlarda resimler yapılmıştır. Kutsal odalar
diğer odalara nazaran daha büyüktür. Bu evlerin içindeki duvar resimleri yanında ise
orijinal boğa başı, koç başı ve geyik başlarının sıkıştırılmış kil ile konserve edilmiş
trofeleri duvarlara aplike edilmiştir. Bunların yanında rölyef halinde insan figürleri
ile hayvan figürleri de görünmektedir. Çatalhöyük'te duvar resimleri en erken 10. en
geç 11. tabakada bulunmuştu (Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük: 2006: 22-25).
Res. 1.5. Konya Çatalhöyük’ten genel görünüm (www.catalhoyuk.com. Erişim
Tarihi: 13.04.2013).
7
Res. 1.6. Konya Çatalhöyük’te evlerin yerleşimi (www.catalhoyuk.com. Erişim
Tarihi: 13.04.2013).
Res. 1.7. Konya Çatalhöyük’te evlerin yerleşimi (www.catalhoyuk.com. Erişim
Tarihi: 25.03.2013).
8
1.2.Tümülüsler
Kral ve kral ailesi için, önce zemin üzerine inşa edilen mezar odası, sonra
üstüne yığılan toprak veya taşlardan oluşturulan yapay tepe tipi anıt mezarlardır. Bu
mezarlar günün mimarları tarafından inşa edilmişlerdir. Dış görüntüsü höyüğü
andırmakta olan tümülüsler, yığma tepesi altında planlı bir mimariyi barındırırlar.
Kral ya da kral ailesinden ölen fertler kullandıkları muhtelif eşyaları ve hediye edilen
eşyaları ile birlikte, inşa edilen taş ya da ahşap oda içine ceset ile birlikte
konulmuştur. Tümülüsün boyu, mimari estetiği ölen kişinin zenginliği, değeri
ölçüsünde değişmektedir. Boyu daha yüksek olanlar daha zengin krallar için
yapılmıştır. Bu yapılar her zaman 9 metrenin katları olan 9,18,27,36... metre gibi
yükseltilere sahiptir (Uçankuş, 2000:29).
Res. 1.8. Bir tümülüs örneği (www.tamsanat.net. Erişim Tarihi: 12.04.2013).
Mezarın yerini bir tepe ile belirleme geleneğinin bilinen ilk örnekleri Avrasya
steplerinde, MÖ 4. bin yılın başlarına aittir; kurgan olarak da adlandırılan bu mezar
tepelerinin altında, ölü basit bir çukur ya da ahşap bir odaya yerleştirilmiştir. Bu
geleneğin, steplerden gelen etki ile, Trakya'ya ilk olarak MÖ 3. bin yıl içinde girdiği
bilinmektedir. Trakya'nın Tunç çağ mezar tepeleri, daha sonraki dönemlerin
9
tümülüslerine göre daha basık ve yayvan, çoğu kez de 2-3 m yüksekliğindeki
tepeciklerdir; ancak Bulgaristan' da ender olarak yüksekliği 7 metreyi bulanlar da
vardır. Tepelerin dolguları toprak değil taş oluşturduğundan, bunlar "Taşlıtepe"
olarak tanımlanmaktadır. Bu tür mezar tepelerinde ölü, tepenin altındaki bir çukura,
ve çoğu kez uzun olarak yatırılarak gömülmüştür. Tepenin değişik kesimlerinde
münferit mezarlara da rastlanır. Taşlıtepeler tek olabilecekleri gibi, bazen tümülüs
mezarlığı gibi, sayıları 30'u bulan topluluklar da oluşturabilir (tamsanat.net,2013).
İlk Demir Çağı' ndan itibaren mezar tepeleri daha sivri ve konik bir biçim
almış, dolgularında taş ile birlikte killi toprak da kullanılmıştır. Demir Çağı'nın ilk
kısmına tarihlenen mezar tepelerinde gene ayrı bir mezar odası yoktur; ölü toprağa
açılmış ve ahşap ile kaplanmış bir odanın içine yatırılmıştır. Orta Demir Çağı'ndan
itibaren mezar odası ya da taş lahiti olan gerçek tümülüsler görülmeye başlar. Bu tür
tümülüsler için genellikle uzaktan görülebilen sırt ve yamaçlar tercih edilmiştir. İkili
ya da üçlü tümülüsler yaygın olmakla birlikte, tümülüs mezarlığı şeklinde sayıları
dokuz ile otuz altı arasında değişen gruplara da rastlanmaktadır. Toplu tümülüs
mezarlıklarının, daha eski bir kutsal alanın üzerinde yer aldığı görülmektedir.
Bintepe’deki (Manisa İli, Sardes Antik kenti yakınlarında) Kral Alyattes’in
tümülüsü ile Nemrut Dağı’ndaki tümülüs Anadolu’nun bilinen en büyük tümülüsleri
arasında yer alır. Frigyalılara ait tümülüsler de olmakla birlikte tümülüs yapımı daha
çok Lidyalılar’da önem kazanmıştır. Aynı bölgede 100 Lidya tümülüsüne
rastlanmıştır. Anadolu’nun en büyük tümülüsü olan Alyattes’inkinde 16 tonluk taş
bloklar kullanılmıştır. Şamanist Türk ve Moğol boylarında ayrıca, Dünya Dağı’nı
temsilen, “oba” adı verilen, taş yığınlarından kurgan (yapay tepe) oluşturma geleneği
çok yaygındır. Bunlara bağlı olarak Anadolu’nun birçok yerinde bu yığma tepeler
bulunmaktadır (tamsanat.net, 2013).
Tümülüsler höyük ile aynı olmalarına rağmen bazı özelliklerinden dolayı
höyüklerden ayrılırlar. En belirgin özelliği huni şeklinde olması, tepe açısının dar
olması, yapının yüzeyinde kiremit, tuğla, küp ve kül gibi malzemelerin olmamasıdır.
Tümülüs yapılara uzaktan ve yakında bakıldığından yapay olduğu her zaman gözü
ısırır ve net belirgindir. Tümülüs iç ve dış mimarisi başta ölenin değerine ve coğrafik
10
yapıya göre değişir. Belli bir standardı yoktur. Birden fazla mezar odası olanlarda
dromos denilen moloz taşlardan hiç bir mimari özelliği bulunmayan ve mezar
odasına geçit veren tüneller bulunmakta olup, Frig Tümülüslerinde hiç bir zaman
dromos bulunmamaktadır. Yine Frig Tümülüsleri hariç toprağın kaymaması için alt
yerleşmede krepiz denilen moloz iri taşlardan örülü duvar vardır (tamsanat.net,
2013).
Anadolu'da inşa edilen tümülüslerin asıl kökeninin Makedonya olduğu
bilinmektedir. Bu geleneği Anadolu'ya taşıyan medeniyet Frigler olmuştur. Tümülüs
geleneğinden önce, insanlar kral veya kral ailesine ait ölüleri “dolmen” tipi denilen
mezarlara gömmüşlerdir.
Dolmen tipi mezarlar, üstüne muhtelif toprak taş ve sair malzemeler
konularak yapay tepecik halini almıştır. Frigler’den başlayan bu gelenek devam eden
medeniyetlerce geliştirilerek Roma ve Doğu Roma dönemlerinde modern bir yapıya
ulaşmıştır.
Frig tipi tümülüsler klasik tip tümülüsler olarak mezar odası ahşap, diğer
unsurlar tamamen topraktır. Bu tip tümülüslerde yığma tepe toprağının çevreye
yayılmasını önlemeye yarayan krepis duvar ile mezar odasına geçit veren dromos
tünel uygulanmamıştır Bunlar, Lydia ve Yunan tümülüslerinden, bu unsurların
olmayışı ve mezar odalarının yapımında taş yerine ahşabın kullanılmış olmasıyla
ayrılmaktadır (Uçankuş, 2000:573).
Grek tipi tümülüsler Friglerden sonra geliştirilen tümülüslerdir. Dış yüzey
tamamen dışarıdan getirilen hediye topraktan yapılan çamurdan oluşmuştur. Taban
etrafını çevreleyen krepis duvarları vardır. Tümülüs birden fazla oda içeriyorsa
dışarıda odalara geçit veren dromos tünel bulunur. Mezar odaları taş örülüdür.
Bazıları içten sıvanır ve sıva üstünde muhtelif süsleme motifleri yer almaktadır.
Bazıları sıvasız sadece duvar yüzeyine boya ile motifler yapılanları da
bulunmaktadır. Bu tip odalarda çürüyen ve paslanan muhtelif maddelerin çıkardığı
gaz dışarıya sızmaz ve hep içeride kalır.
11
Roma tipi tümülüs ise tamamen taşıma moloz taşlardan inşa edilmiş, günün
modern tümülüs yapılarıdır. Romanın devamı olan Doğu Romalılar ise, tümülüs
geleneğinde bir değişiklik yapmadan direkt Romalılardan esinlenmişlerdir. Bu
nedenle tümülüs odasındaki mezar hediyeleri analiz edilmeden o tümülüsün Roma
mı Doğu Roma mı olduğu kesinlik kazanmamaktadır. Tamamı taştan inşa edilmiş tek
odalı modern tümülüslerdir.
Doğu Romalıların tümülüs örneğinde yüzey kısmı tamamen dışarıdan taşınan
moloz taşlardan oluşmuştur. Romanın devamı olan Doğu Roma kültüründe
tümülüsler Roma döneminden esinlenerek inşa edilmiş ve Roma ile neredeyse aynı
özelikleri taşımıştır. Bu tiplerin aynı zamanda toprak tipleri de mevcuttur
(tamsanat.net, 2013).
Tümülüs yapıları birer mimari yapılardır. Tümülüslerde aranan yapı unsuru
odadır. Tümülüsler tüm doğal afetler dikkate alınarak günün mimarları tarafında inşa
edilir. İnşasında her türlü hesaplamalar yapılır. Buraya gömülecek olan şahıs sıradan
bir şahıs değildir. Yapılan araştırmalarda mezar odasının dış köşe pabuçlarına kum
doldurulduğu görülmüştür. Bunun nedeni deprem sarsıntılarına karşı dayanıklılığı
sağlamaktır.
Tümülüs oda yapılarında işlenmiş taş veya ardıç ağaçları kullanılmıştır. İç
yüzeyinde muhtelif figürlü mozaik ya da sıva üzerine işlenmiş bir takım motifler yer
alır. Bu figürler birer tarihi belge niteliğindedir.
Tümülüs mezar odasına ait iç kısmı 2 ile 6 metre kare şeklinde değişmektedir.
Bir kısım tümülüslerde birden fazla oda yer alır. Bunlar aile tipi olarak bilinir. Mezar
odaları yan yana olanlarda birbirine geçit veren girişleri bulunur. Üst üste olanlarda
ise bu tür geçitler bulunmamaktadır.
Toprak tipi tümülüs katmanları dıştan içe doğru sıralanacak olursa: (Şek.1.11.2.)
1- Tümülüsün inşasından günümüze kadar oluşan katman: bu katmanın derinliği
fazla değildir.
12
2- Hediye katman: Krala bağlı yerleşim birimlerinden getirilen muhtelif topraklardır.
Muhtelif bölgelerden gelen bu toprak çamur ile sıvanmıştır. Renk renk bir katman
oluşturur.
3- Ana katman, bölgeden elde edilen toprak yığmasıdır.
4- Taş katman ana koruma katmanıdır. Çatı şeklinde tümülüsü korumaya alır.
5- Kil katman mezar odasını sulardan korur. Bazen kurutulmuş kil konulur ki bu kil
de çok serttir.
6. Son katman ise tümülüs mezar odasıdır.
Taş tümülüslerde oda, altıgen planlıdır. Odanın üstünü bir şemsiye gibi
kaplayan taş kilit tabaka bulunur. Bu tabaka temel taşlarından beslenerek yukarıya
doğru bir ters bir düz olmak üzere harçla örülür ve üstüne kaya tuzu basılır. Bu
şekilde yapılması, mezar odasını bir şemsiye gibi soygunlara karşı korumak içindir.
Üstünde ise çevreden çeşitli büyüklükte taşlar toplanılarak yapay bir tepe oluşturulur.
Katmanları dıştan işe doğru sıralanacak olursa bunlar;
1. Çevrede toplanmış taş katmanı
2. Koruma tabakayı bağlayan taşlar ( Bu taşlar iri ve moloz taşlardır.)
3.Koruma taş kilidi
4.Mezar odası
5.Temel
13
Şek.1.1. Tümülüs planı (www.karamanlı.biz.com. Erişim Tarihi: 12.04.2013).
Şek.1.2. Aile tipi mezar yapım planı (www.karamanlı.biz.com. Erişim Tarihi:
12.04.2013).
Bir tepenin tümülüs olup olmadığına aşağıdaki genel bilgiler kullanılarak
kesin karar verilmelidir.
1- Yakınında su kaynağı varsa.
14
2- Hakim bir tepe, vadiye bakan yamaç yüzeyinde yada düz yerde her taraftan rahat
gözüküyorsa.
3- Yakın mesafe içerisinde yerleşim yeri ya da ibadet edilen mekan varsa.
4- Yüzeyinde küp, çanak, çömlek, kül, kiremit ve tuğla gibi malzemeler yoksa,
5- Huni şeklinde tepe açısı dar ise.
Bu beş koşulu taşıyan yapay tepecikler tümülüs yapılardır.
15
1.3. Kaya mezarları
Eski inanışa göre “insanın mezarı ne kadar yüksekte olursa o kadar tanrıya
yakın olur” düşüncesi kralların ve önemli insanların mezarlarının kayalara kazılması
geleneğini doğurmuş, böylece kayalık yerlerde kayanın oyulması suretiyle inşa
edilen kaya mezarları çeşitli yerlerde görülmeye başlanmıştır.
Kaya mezarları yapılırken, sadece mezar odası oyulmamıştır. Mezar odasının
dışından da dağ oyularak, mezar dağdan bağımsız hale getirilmiştir. Bir kişi rahatça
mezarın çevresinde dolaşabilmektedir. Bunun amacının kralın mezarına tapınak
havası vermek olduğu sanılmaktadır.
Kaya
mezarlarıyla
tarihte
ilk
kez
Mısır’da
(MS.2133-1992)
karşılaşılmaktadır. Anadolu ve Kuzey İran’da kesin olarak bilinen ilk kaya mezarı
Urartular Dönemine aittir (MÖ.8 ve 7. yüzyıllar). Bunlar arasında özellikle
Urartular’a ait olanlar Mısır’daki örneklerle benzerlik gösteren “Tapınak Mezar”
şeklindedir (Öğün ve Işık 2001: 171).
Hiçbiri MÖ. 4. yüzyılın 2. çeyreğinden önceye tarihlendirilemeyen kaya
mezarları içinde en önemli grup, “tapınak cepheli” olanlardır. Genellikle Ion
düzeninde iki sütun, bir arşitrav ve alınlık içerirler. Revaktan geçilerek mezar
odasına girişi sağlayan kapıya gelinir. Mezar odası, ölülerin üzerine yatırıldığı taş
sedirleriyle sade bir mekândır. Bunlarda yan duvarların arasındaki sütunların taşıdığı
“üçgen alınlıklı” cephenin gerisinde, basamaklarla çıkılan bir ön oda ve bir kapıyla
açılan mezar odasından oluşmaktadır (Res. 1.9.). Kareye yakın mezar odalarının
arka ve yan duvarları önünde ölü yatakları yapılmıştır. Bazılarında sunu sekileri de
oluşturulmuştur. Yakılan ölüden arta kalanların içine konulduğu kapların dik
yerleştirildiği küçük nişler de, tapınak cephesi biçiminde şekillendirilen birer
plakayla kapatılmıştır. Yan yana açılan sandık mezarların uzun yan kenarları,
genelde yükseklikleri birbirlerine eşit plaka blokların dik konulmasıyla elde
edilmiştir. Biri ana kayaya cepheli olup dar yüzlerinde ise çoğunlukla tek bir blok
oluşturmuştur ve üzerleri büyük Sal taşlarıyla kapatılmıştır (Öğün ve Işık 2001: 163).
Sal taşları önce toprak bir tabakayla örtülmüş ve bunun da üzeri irili-ufaklı çakıl
16
taşıyla karıştırılmış kalın bir harçla kaplanmıştır. Bu tür mezarlar daha çok MÖ.1. ve
MS. 2. yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedir (dalyaninfo.com, 2013).
Res.1.9. Dalyan (Ortaca) Kaya mezarları (www.tr.wikipedia.org. Erişim Tarihi:
02.04.2013)
Mezarların gömü odalarının “Ahşap ev tipi” formunda yapılanlarına da
özellikle Likya bölgesinde rastlanmaktadır. Bunlar ağaç gövdelerinden ve
hatıllarından oluşturulmuştur; kare şeklindeki hatıl uçları dışarı doğru çıkmaktadır.
Kapının üzerinde genel olarak bir sıra yuvarlak veya kare hatıl ucu görülür (Akurgal,
1998:300-301)
Tapınak cepheli bu kaya mezarı tipinin yanı sıra, yine kayaya oyulmuş
"güvercin yuvası" ismiyle tanınan dikdörtgen derin “oyuk mezarlar” da vardır.
Bunlar kayalık cephe üzerine daha basit tarzda açılmaktadır. Bunların iç döşemeleri
de farklıdır: mezarlardan bazılarını üç, bazılarının iki ya da tek yan kanatında kline
(yatak) oluşturulmuşken bazılarında hiç yoktur. Çok az örneğin içersinde “sunu
sekisi” vardır. Cepheleri geniş açılmış mezarlar iki kanatlı kapı bloklarıyla
kapatılırken, dar olanların girişleri tek bir kapı bloğuyla örtülmüştür (Öğün ve Işık
2001: 166).
17
Kaya mezarı terminoloji içerisinde yer alan bir diğer grup da “Niş mezarlar”
dır. Bunların sanki katlı bir apartmanın pencereleri gibi kayalar üzerinde yer aldıkları
görülmektedir (Res.1.10). Nişlerin genişliği bir ostoteğin (kemik muhafazası)
sığacağı boyutta, yaklaşık 40-50 cm. kadardır.
Res. 1.10. Dalyan (Ortaca) Kaya Mezarları “niş mezarlar” (www.dalyaninfo.com.
Erişim Tarihi: 02.04.2013
Kaya mezarlarının birçoğu Roma ve Doğu Roma dönemlerinde de tekrar
kullanılmıştır. Geç Antik Çağ’dan bu yana iç kısımlarındaki tahribat nedeniyle
defalarca soyuldukları düşünülmektedir (Öğün ve Işık 2001: 169).
18
1.3.1.Kaya mezarlarından örnekler
1.3.1.1.Amasya Kral Kaya Mezarları
Helenistik dönemde, Amasya’yı MÖ.333’den MÖ.26’ya kadar başkent olarak
kullanan Pontus Krallarına ait olan Kral kaya Mezarları, Harşena Dağı’nın güney
eteklerine, kalker kayalara oyularak yapılmıştır (Res.1.11.).
Hatuniye Mahallesi’nin dar sokaklarından ve tren yolunu geçerek çıkılan
mezarların arasında, kayaya oyulmuş yollar ve merdivenler bulunmaktadır.
Yeşilırmak Vadisi boyunca, irili ufaklı 21 mezar olduğu bilinmekle birlikte
bunlardan sadece birkaç tanesi günümüze gelebilmiştir. Kaya Mezarlarının içlerinden
çok, arkalarına oyulmuş geçitler dikkat çekicidir. Bu bölgedeki büyük mezarlardan
birinin
yanında,
nehre
kadar
uzandığına
inanılan
bir
tünelin
başlangıcı
bulunmaktadır. Kalker kayalara oyularak yapılan bu mezarlar yapı ve büyüklükleri
itibarıyla kente hakim bir noktadadırlar (Res.1.12).
Res. 1. 11. Amasya Kral Kaya Mezarları genel görünüm
(www.amasyakulturturizm.gov.tr. Erişim Tarihi: 02.04.2013)
19
Res.1.12.
Amasya
Kral
Kaya
Mezarları
genel
(www.amasyakulturturizm.gov.tr. Erişim Tarihi: 02.04.2013)
görünüm
Kral Kaya Mezarlarının en büyüğü, galeri ve merdivenlerle çıkılan, batı
yönündeki en son mezardır. Bu mağaranın yüksekliği 15 m., genişliği 8 m., derinliği
ise 6 m.’dir. Mezar odasına girişi, diğer mezarlardaki kapılardan daha yüksektir.
"Büyük Kral Mezarı" olarak da adlandırılan mağara, cephe itibariyle pek çok
tahribata uğramıştır (amasyakulturturizm.gov.tr, 2013).
Kızlar Sarayı üzerinde yer alan üçlü kral mezarı birbirine çok yakın
oyulmuştur. En solda yer alan mezar, ortadaki mezar sahibini gölgede bırakmak
amacıyla ön plana çıkarılmıştır. Kızlar Sarayı’nın alt kısmında ve Demiryolu
tünelinin hemen üzerinde bulunan mezar da, diğerleri gibi, blok kaya oyularak
yapılmıştır. Diğer kaya mezarlarından farklı olarak etrafı oyulmamıştır. Ayrıca mezar
odasına çıkmayı kolaylaştıracak taş merdivenler de yapılmamıştır. Mezar odasının
sağ
ve
sol
kenarlarında
yapılan
sütunlar
daha
sonra
kırılmıştır.
Mağaraların bütününde görülen kapaksız, 2-3 metre arasında değişen
yükseklikte, kapıya benzeyen girişler, bu mağaraların ortak özelliğidir. Mağaraların
etrafının geniş biçimde boş bırakılmasının amacı da, bazı mezarların tavaf edilmesi,
20
bazılarında da kayalardan sızan suların hava ile temasını ve mezar odasının
korunmasını sağlamaktır.
Kral Kaya Mezarları bazı dönemlerde hapishane ve cezalandırma mekanı
olarak da kullanılmışlardır. Örneğin VI. Mithridates, kendisi ile yapılan barış
görüşmelerinde zorluk çıkaran Romalı elçileri, Demiryolu geçidinin hemen üzerinde
yer alan mezara hapsetmiştir.
1.3.1.2. Lâçin Kapılıkaya Anıtsal Kaya Mezarı
Çorum’un yaklaşık 27 km. kuzeyinde, Kırkdilim mevkiinde oldukça sarp,
kayalık ve akarsu tarafından yarılmış derin vadilerin oluşturduğu engebeli arazi
üzerinde, kuzeye doğru uzanan bir kaya blokunun burun kısmının kuzey-batı
köşesinde yer almaktadır ( Res.1.13. ). Komutan IKEZIOS’a ait Hellenistik Dönem
kaya mezarı olup, M.Ö. II. yüzyıla tarihlenmektedir ( anittahotel.com, 2013).
Çay seviyesinden 65 m. yükseklikteki kaya mezarının yamuk biçimli bir
podyum zemini vardır. Bu podyumdan 8 basamaklı merdivenle ikinci platformda,
oradan da 12 basamaklı merdivenle mezar önündeki podyuma geçilmektedir. Mezar
odasının kapısı üzerinde “IKEZIOS” yazısı okunmaktadır. Mezar odası kare planlı
olup, girişin sağ ve solunda niş şeklinde oyulmuş ölü şekilleri vardır.
21
Res.1.13. Lâçin Kapılıkaya Anıtsal Kaya Mezarı (www.anittahotel.com. Erişim
Tarihi: 02.04.2013).
1.3.1.3. Gaziantep Dülük Yer altı Oyma Mezarları
Kaya mezarları Dülük Örenyerinde, Jüpiter Dolichanus Tapınağı’nın
etrafındaki, geniş anlamda ikinci bir kutsal alanda yer almaktadır. Bugün Dülük’te
geçmişin kanıtı olarak en eski yerleşim, Keber tepesinin güneyindeki prehistorik
mağaradır. Ayrıca Keber tepesinin karşı sırtlarında Nekropol alanı vardır. Burada
çok sayıda kayaya oyulmuş oda mezarları mevcuttur. Bu kaya mezarlarının bazısının
ön odasına taş basamaklarla (Dromos) inilerek ulaşılmaktadır. Mezar içerisinde
lahitler bulunmaktadır (Res.1.14-16.). Bazısında dini mitolojik konulu kabartmalar
mevcuttur. Bunların birinde ruh anlamına gelen Psykhe’ye Hermes ölünün ruhunu
yer altı dünyasına (Hades) götürmesi için yol göstermektedir. Bazı mezarlarda ise
baktığını taşa çeviren Medusa başı kabartma olarak işlenmiştir. Antik dönemde de
ölüm sonrası dirilme inancı olduğundan, ölünün evi olarak bu mezarlar günlük
yaşanılan ev biçiminde yapılmıştır.
22
Rahiplerin, din büyüklerinin, tapınağa veya dine hizmet etmiş kişilerin
gömüldüğü bilinen bu mezarlar çok çeşitli mimari biçimler göstermektedir. Taş
basamaklarla inilen mezar girişlerinde dairevi biçimli kapak taşları, mezar içlerinde
ise girlandlı lahitler mevcuttur.
Res.1.14. Dülük Kaya Mezarları mezar odası şeklinde düzenlenmiş iç görünümü
(Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel Arşiv/2012)
Res. 1.15. Dülük Kaya Mezarları daire şeklinde kapı örneği (Kaynak: Ceren
Erdoğan, Kişisel Arşiv/2012)
23
Res.1.16. Dülük Kaya Mezarları iç görünüm (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel Arşiv:
2012)
24
1.4. Kaleler
Kaleler bir bölgenin savunma ve güvenliğini sağlamak amacıyla, düşmanın
gelmesi beklenen yollarda, askeri öneme sahip kentlerde, stratejik yollar üzerinde,
geçit ve dar boğazlarda yapılan kalın duvarlı, mazgallı, kuleli dayanaklı yapılardır.
“Askeri mimari” adı altında yer alan kaleyi, benzeri olan hisar ve surdan ayırt
etmek gerekmektedir. Hisar bir mesken olarak düşünülüp tahkim edilmiş tek bir
kütle halindeki yapıdır. Batı dillerinden dilimize geçen şato kelimesinin karşılığıdır.
Sur ise bir şehir veya kasabayı korumak üzere, bu yerin etrafını çeviren kuleli
tahkimat duvarına verilen addır (Yıldız, 2007:12).
Kaleler
genellikle
stratejik
yerlerde,
arazinin
tabii
özelliklerinden
faydalanarak inşa edilmiştir. Kale yapımında kolay ve az sayıda bir kuvvetle
savunulabilmesi,
gerektiğinde
içeriden
dışarıya
çıkılabilmesi,
uzun
süreli
kuşatmalara dayanabilmesi, bir veya birkaç tarafın tabii engeller ile emniyette olması
gibi özellikler göz önünde bulundurulmuştur. Bazı kalelerde uzun süreli kuşatmalara
dayanılabilmesi için, kale içinden dışarıdaki bir akarsu veya göle inen gizli bir yol da
yapılmıştır. Örneğin Ankara Kalesi’nin Bent Deresine inen böyle bir gizli geçidi
vardır.
Kalelerin içlerine genellikle, yağmur sularını toplayan su sarnıçları
yapılmıştır. Çok büyük ve mimari bakımdan haşmetli sarnıçlar, Arnavutluk’ta
Osmanlı dönemine tarihlenen Berat Kalesinde, Anadolu’da Mersin yolundaki
Akkale’de görülebilir. Çok sarp bir kaya kütlesi üzerinde bulunan Afyonkarahisar
Kalesi’nde su ihtiyacı yağmur ve kar sularının kayalara oyulan pek çok sayıdaki
küçük sarnıçlara toplanması suretiyle karşılanmıştır.
Kale mimarisi, tarihin ilk devirlerinden itibaren tekniğin ve askerlik ile savaş
usullerinin ilerleyişine uyarak gelişme göstermiştir. Hitit, Urartu, Roma, Doğu Rom,
Selçuklu ve Osmanlı kaleleri arasında açık farklar olmakla beraber, hemen hemen
hepsi aynı amaç ile yapılmıştır.
25
Kale mimarisinin başlıca özellikleri olan hendek, çifte duvar sistemi,
kapıları çifte burç ile korumak gibi bazı esaslar ve çok eskiden olduğu gibi yakın
tarihlere kadar kullanılagelmiştir.
Kale duvarları bir veya iki kat halinde, yüksek tahkim edilmiştir.
Bazı
kalelerin duvarları dışında su dolu hendek yapılmıştır. Duvarlar kulelerle takviye
edilmiştir. Kuleleri birbirine bağlayan kale duvarları oldukça kalındır. Kale
duvarlarının üzerinde ve dış tarafında insan boyundan yüksek “barbata” denilen bir
duvar yapılarak buradan düşmana ok, taş atmak, kaynar su ve kızgın yağ dökmek
için mazgallar, arka taraflarında, ok atanları korumak için mazgal siperleri
yapılmıştır. Bunların arkasında da nöbetçilerin ve askerlerin dolaşmalarına ve bir
siperden diğer bir sipere gitmesine yarayan “seğirdim” denilen yol, düzlük kısım
bulunmaktadır. Bazı kalelerde duvarın üst kısmından sur dibine yaklaşan düşmana
ateş ve ok atmaya yarayan, şerefe gibi ahşap çıkmalar da yapılmıştır. Bunlara
“sengendaz”
veya
“metris”
denmektedir
(Kaynak:
Rehber
Ansiklopedisi
www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/kale: 12.04.2013).
Duvarlar dik olarak kireç ve öğütülmüş kiremit karışımı bir harçla birbirine
tutturulan, büyük moloz taşlarla örülmüştür. Mazgal siperlerinin üst kısımları,
yağmur sularının iki yana akmasını sağlayacak şekilde, eğimli taş döşemelerle veya
kiremitle örtülmüştür. Kale kuleleri saldırılara karşı korumak ve savunmak için
düzenli aralıklarla yapılmış, bu kuleler kışla ve askeri cezaevi olarak kullanılmıştır.
Kale kapısı, savaş esnasında askerin dışarıya saldırı yapması için açılmakta ve
tehlikeli zamanlarda kapatılmaktadır. Kale kapıları çift olarak sağlam ve kalın
ağaçlardan yapılmış, üzerine madeni levhalar çivilenerek kuvvetlendirilmiştir. Her
kapının, iki yanında burayı korumaya yarayan kule yapılmıştır. Kapıların yanlarına
dönerek açılanları olduğu gibi, yukarıdan aşağıya inerek kapanan ve istenildiğinde
zincirle kaldırılan asma kapı biçiminde olanları da mevcuttur.
Kalenin en son sınırına kadar dayanması gereken kale burcu, iç istihkam veya
merkez yuvanın temelini teşkil etmiştir. Kale bedeninin üzerinde, seğirdim yolunun
26
kenarında, ok atım ve etrafı gözetlemede kullanılan diş biçimindeki duvara “kale
mazgalı” denmiştir.
Kale mimarisinde en büyük değişiklik topçuluğun gelişmesi ile olmuştur. 19.
yüzyılda ateşli silahların önem kazanması üzerine yeni bir gelişme gösterdikten
sonra, savaş usullerinin ve silahlarının inanılmaz gelişmesi karşısında değersiz
kalmıştır. Bugün hiçbir devlet askeri savunma maksadıyla kale inşa etmemektedir.
Eski kalelerin tamirinde ise tarihin canlanması eski hatıraların ayakta kalması gibi bir
gaye
düşünülmektedir
(Kaynak:
Rehber
Ansiklopedisi
www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/kale: 12.04.2013).
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde savunma amacıyla şehirlerin etrafında
surlar yaptırmış mevcut olanları da tamir ettirmişlerdir. Şehirleri kuşatan surlar
içinde kulelerle güçlendirilen bir iç kale bulunmaktadır. Kaleler, savaş durumlarında
halkın ve askerlerin en son sığınağı durumundadır. İç kalelerde ise evler, cami,
kuyu, sarnıç ve zahire ambarları gibi bölümler bulunmaktadır.
Günümüze kadar gelebilen kale ve surlar Konya, Alanya, Tokat, Amasya,
Çankırı, Karaman ve Kütahya gibi illerimizde bulunmaktadır. Ayrıca ülkemizde
İstanbul surlarından sonra en uzun surlara sahip olan Diyarbakır Kalesi ve Surları
Doğu
Roma
İmparatorluğu
tarafından
günümüzdeki
şekliyle
364
yılında
yaptırılmıştır. Daha sonra gelen birçok devlet zamanında bu kale ve surlara yeni
burçlar eklenmiştir. Özellikle Artuklular 1209’da “Yedi kardeş” ve “Evli Beden”
burçlarını yenilemişlerdir. Diyarbakır surları uzun geçmişine rağmen günümüze
kadar gelmiştir. Selçukluların sembolü haline gelen çift başlı kartal ve başka hayvan
figürleri,surlarda ve diğer yapılarda çok miktarda kullanılmıştır (hakkinda-bilginedir.com, 2013).
27
1.4.1. Anadolu’dan kale örnekleri
1.4.1.1. Adana Yılanlı Kale
Ortaçağa ait olduğu düşünülen Yılanlı Kale'nin (Res.1.17.) Haçlılar
tarafından inşa edildiği düşünülmektedir. Bugün hala heybet ve sağlamlığını
kaybetmemiş olan kalenin bazı kalıntılarına bakılarak antik bir şehrin harabeleri
üzerine yapıldığı ileri sürülmektedir.
Res. 1.17. Yılanlı Kaleden bir görünüm (www.adanadan.biz. Erişim Tarihi:
12.04.2013).
Yılanlı Kale (Yılan Kale olarak da anılmaktadır) Misis ile Ceyhan arasında
birden bire yükselen, ovaya hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur. İç Anadolu'dan
gelip Gülek Boğazı yolu ile Adana, Misis, Payas ve Antakya'dan geçen tarihi fethi ve
kervan yolunun üzerinde bulunan Yılanlı Kale, bölgedeki dağ kaleleri zincirinin ilk
halkasıdır. Bu kalenin ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği bilinmemekle
beraber, kalenin mimarisi, yapısal özellikleri ve malzemesi Doğu Roma devrinde
yapıldığı kanısını uyandırmaktadır.
28
Res.1.18. Yılanlı Kaleden bir görünüm (www.adanadan.biz. Erişim Tarihi:
12.04.2013).
Ortaçağda yapıldığı kabul edilen kalenin Haçlılar zamanında da yapıldığı
düşünülmektedir. Halen heybet ve sağlamlığını kaybetmeyen kalenin bazı kalıntılara
bakarak antik bir şehrin harabeleri üzerine yapıldığı ileri sürülmektedir.
Dıştan 700 metre kadar çevresi olan kale ikişer katlı 8 yuvarlak burçla
tahkim edilmiştir. Burçlar ve araları tamamen mazgallı olup, bu mazgalların ortaları
ateş etmek için deliklidir (Res.1.18.). Kale bedenleri dantel gibi işlenmiştir. Kalenin
güneye bakan bir demir kapısı vardır. Kale içindeki büyük meydan her yönden birer
merdiven inmektedir. Böylelikle meydandan kalenin her yönüne gidiş geliş kolay
olmaktadır. Halk arasında "Şahmaran Kalesi" diye tanınan kalede söylentilere göre,
Şeyh Meram adında bir kişi yılan besleyip terbiye etmiştir.
29
1.4.1.2. Gaziantep Kalesi
Gaziantep Kalesi, Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel
örneklerinden birisi olup, gerek ihtişamı ve heybetiyle, gerek tarihiyle şehir
merkezinde, Alleben Deresi’nin güney kenarında, yaklaşık 25–30 m. yükseklikte
hemen herkesin dikkatini çeken bir tepe ve sur bedenleri batı, güney ve doğuya,
tepenin sınırına kadar genişlemiştir. Kale bu haliyle çapı yaklaşık 100 m., çevresi
1200 m. olan gayrı muntazam dairesel bir şekle sahiptir (Res.1.19.).
Res.1.19. Gaziantep Kalesi genel görünüm (www.silkroadgaziantep.com. Erişim
Tarihi: 12.04.2013)
Gaziantep Kalesinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin
bir bilgi bulunmamakla birlikte tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, Kalkolitik
döneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S 2-3. yüzyıllarda ise kale ve
çevresinde “Theban” isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir.
M.S. 2-4. yüzyıllarda Kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme
kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılar
neticesinde anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise “Kaleler Mimarı” olarak adlandırılan
Doğu Roma İmparatoru Justinyanus döneminde M.S. 6. (M.S 527-565) yüzyılda
almıştır. Yine bu dönemde kale önemli bir onarım geçirmiş olup, onarım sırasında
tesviyenin sağlanması için, güney bölüm kemerli ve tonozlu galerilerden oluşan
30
substrüksiyon (temel) yapılarıyla donatılmış, bu galerilerle birbirine bağlanan kuleler
inşa edilmiştir.
Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcuttur. Kale köprüsünü geçip, asıl
kale kapısına ulaşmadan, sol tarafta halk tarafından İmam-ı Gazali Hazretlerinin
Makamı olarak adlandırılan bir burç bulunmaktadır (Res.1.20.).
Doğu
Roma
dönemini
takip
eden
yıllarda
özellikle
Memluklular,
Dulkadiroğluları ve Osmanlılar ihtiyaca göre kaleyi zaman zaman onarmışlar ve
buna dair de onarım kitabeleri koymuşlardır. Kale ikinci defa, 1481 yılında Mısır
Sultanı Kayıtbay tarafından elden geçirilmiştir. Ana kapı üzerinde yer alan
kitabeden, ana kapı ve kale köprüsünün iki yanındaki kulelerin, Osmanlı
İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1557 yılında yeniden
yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Res.1.20. Gaziantep Kalesi burçlarından bir görünüm (www.turizmtrend.com.
Erişim Tarihi: 12.04.2013)
Asıl kale kapısından girince, kalenin iç kesimlerine ve üstüne doğru açılan iki
yol vardır. Sola açılan yoldan, kalenin üst kısmına ulaşılır. İç kesimlerine doğru
31
devam eden yoldan ise; galeri, dehliz ve kale odalarına ulaşılır. Kalede ana kütle
altında ise bir su kaynağı bulunmaktadır.
1989 yılından bu yana aralıklı yapılan kazı ve restorasyon çalışmaları ile
kalenin çevresi belirlenmiş, koruma duvarı yapılmış, çıkış yolu islah edilerek taş
döşenmiş, yaklaşık 190 m. uzunluktaki galeri temizlenmiş, sur bedenleri onarılarak
yükseltilmiş, ana kapılar aslına uygun olarak yapılmış ve diğer kapı girişleri, demir
parmaklıklarla kapatılarak, tehlikeli durumdan kurtarılmıştır.
Halen Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülen arkeolojik kazılar
sonucunda, Osmanlı dönemine ait bir hamam ile 2000 yılında yapılan kazılarda ise,
bir camii ortaya çıkartılmıştır. Hamamın banyo, buhar odası ve bacaları bulunmuştur.
Buhar odasının köşesinde bulunan kanallar vasıtasıyla içeride buhar fazlalaşınca
dışarıya verildiği sanılmaktadır. Hamam mimari olarak pek gösterişli olmamakla
birlikte teknik bakımdan üstün özellikler taşımaktadır. Cami ise Osmanlı mimarisi
tarzında olup, dikdörtgen planlıdır. Caminin güney cephesinde yarım daire şeklinde
mihrap, mihrabın sağında ve solunda ikişer adet kitap koyma bölümleri ve mihrabın
sol tarafında güneyden dışarıya açılan bir kapı girişi ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca
mihrabın
sağ
tarafından
kızaklı
bir
minberin
de
yeri
bulunmuştur
(gaziantepkulturturizm.gov.tr, 2013) .
Ayrıca 2002 yılından günümüze kadar devam eden kazı çalışmalarında çeşitli
mimari yapı kalıntıları, çok sayıda Erken İslam, Doğu Roma ve Osmanlı dönemine
ait keramik parçaları, metal parçaları, mermi çekirdekleri, çoğunluğu Doğu Rom
dönemine ait çok bilezik parçaları ile pişmiş toprak kandiller, Doğu Roma ve
Osmanlı dönemine ait sikkeler, çok sayıda demir gülle, çakmaklı tüfek parçaları ve
pişmiş topraktan yapılmış bazıları mühürlü pipo(lüle) parçaları ile bazı hayvan
kemikleri ele geçmiştir (gaziantepkulturturizm.gov.tr, 2013) .
32
1.5. Köprüler
İlk köprüler, dereleri geçmek için ağaç kütüklerinin karşıdan karşıya
uzatılması ya da büyük ve düz taşların yan yana konulmasıyla oluşan geçitler
biçiminde veya ardı ardına bağlanan kayıklardan yapılmıştır.
Anadolu akarsu yönünden zengin bir bölge olması dolayısıyla köprü yapımı
tüm dönemlerde önemli olmuştur. Özellikle taş köprüler suyu aşma işlevlerinin yanı
sıra anıtsallık özelliği de taşımış ve gerek biçimlenişleri gerekse bezemeleriyle
köprüler arasında önemli bir yer tutmuştur. Köprünün taşıyıcıları olan “kemer” ya da
“kemerler”, üstünde yürünen “döşeme”, taşkın suların ölçüsüne göre düzenlenen
“gözler”, suyun akış yönüne göre ayakların dibine yerleştirilen “selyaranlar”
(mahmuzlar) ve kenarlardaki “korkuluklar” köprü kuruluşunda yer alan başlıca
unsurlar olmuştur (Ödekan, 1997:1055).
Osmanlı köprüleri kemer köprü modelinde inşa edilmiştir. Bu köprüler çok
dayanıklı ve uzun ömürlüdür. Kemer köprü bir yapıda iki sütun ya da iki duvar
arasındaki açıklığın üstünü örtmek için kurulan, yay biçiminde bir tür köprüdür.
(Çulpan, 1975: 5).
Anadolu’da Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılar tarafından yüzlerce köprü
inşa edilmiş, köprü mimarisi en iyi ürünlerini Osmanlı döneminde vermiştir. II.
Murat’ın yaptırdığı Edirne Uzunköprü (1443-44), o ana kadar sorun olan Ergene
geçişini çözmüş, bir ucunda cami, imaret ve hamamı, iki yakasında kurulan
Uzunköprü ve Yayalar köyleri ve 174 gözüyle anıtsal bir eser olarak köprü
tarihimize geçmiştir. Mimar Sinan’ın birçok mimari türde olduğu gibi köprü
yapımında da Anadolu’da şaheserler yarattığı görülmektedir. Edirne Kanuni
Süleyman (1553-54), Lüleburgaz Sokullu Mehmet Paşa (1565) ve Silivri Köprüsü
(1568) bu eserlerden bazılarıdır (Ödekan, 1997:1055).
33
1.5.1. Köprülerden örnekler
1.5.1.1. Malabadi Köprüsü
Malabadi Köprüsü, Diyarbakır Silvan’a 20 km uzaklıkta olup Silvan ilçe
sınırları içerisinde yer almaktadır (Res. 1.21.). Artuklu Beyliği tarafından 1147
yılında yaptırılmıştır. 7 metre eninde ve 150 metre uzunluğunda bir köprüdür.
Yüksekliği, su seviyesinden kilit taşına değin 19 metredir. Renkli taşlarla inşa
edilmiş onarımlarla günümüze kadar ulaşmıştır (Çulpan, 1975: 42).
Malabadi Köprüsü, taş köprüler içerisinde kemeri en geniş olandır. Kemerin
her iki yanında, iç tarafta kervan ve yolcular tarafından, özellikle kışın zorlu
günlerinde barınak olarak kullanılan iki oda bulunmaktadır. Köprü nöbetçileri
tarafından da kullanılan bu odaları daha önceleri dehlizlerle yolun dipleri ile
bağlantılı olduğu, gelen kervanların ayak seslerinin bu dehlizler vasıtası ile daha
uzaklarda iken duyulduğu söylenir.
Her biri başka uzunluklarda ve kırık hatlar halinde üç bölümden oluşan
köprü, doğu ve batıda hafif eğimlerle yollara bağlanmıştır. Orta bölüm kayalıklar
üzerine oturtulmuş bir kitle halindedir. Burada sivri şekilde ve 38,60 m açıklıkta çok
büyük bir kemer ile sepet kulpu şeklinde, üç metre açıklıkta küçük bir kemer vardır.
Üçüncü bölüm fark edilir derecede birinci kısma paralel bir durum göstermektedir.
(Çulpan, 1975: 43).
Res. 1.21. Malabadi Köprüsü (Silvan) (www.tr.wikipedia.org. Erişim Tarihi:
20.04.2013)
34
Res. 1.22. Malabadi Köprüsü (Silvan) (www.fotokritik.com. Erişim Tarihi:
20.04.2013)
1.5.1.2. Şanlıurfa, Hızmalı Köprü
Şanlıurfa’da Karakoyun Deresi üzerinde yer almaktadır (Res. 1.23-1.24.).
İnşa kitabesi olmayan köprünün ne zaman yaptırıldığı kesin olarak bilinmemekte
olup köprü ayaklarının birinde 1259 (M.1843) tarihli, “Muhammed Said” adında bir
zat tarafından tamir ettirildiğine dair bir inşa kitabesi mevcuttur (Kürkçüoğlu,
1993:15).
Halk arasında, Karakoyunlu Beyliği hükümdarının kızı Sakine Sultan’ın
Hacca giderken uğradığı Urfa’da bu köprüyü yaptırdığı ve yıkıldığında tekrar inşa
edilebilsin diye, mücevherleri ile burnundaki hızmayı köprünün temeline
koydurttuğu söylenmekte, köprünün adının da bu nedenle “Hızmalı Köprü” olduğu
rivayet edilmektedir (Kürkçüoğlu, 1993:16).
Köprü düzgün kesme taşlarla inşa edilmiştir. Orta kısmındaki bir ayak üzerine
oturan iki büyük sivri kemerin üzerinde ayrıca iki sağır kemer daha bulunmaktadır.
35
Üstteki kemerler doğu cepheden bakıldığında birer pencere görünümündedir. Bu
kemerler kendisinden daha geniş boyutta sağır kemerler içine köşelere doğru
yaklaştırılmış biçimde inşa edilmiştir. Köprünün üzerinde gizli su kanalları
bulunmakta olup köprü aynı zamanda su kemeri görevi de görmektedir.
Res. 1.23. Hızmalı Köprü genel görünüm (www.uludagsozluk.com. Erişim Tarihi:
18.08.2013)
Res. 1.24. Hızmalı Köprü (www.efsaneler.net. Erişim Tarihi: 18.08.2013)
36
1.6.Camiler
Anadolu’da cami mimarisi Selçuklular ve onlarla birlikte Anadolu’nun bir
kısmına hâkim olan Beylikler tarafından başlatılmıştır. Bu dönemde Anadolu’nun
Antik ve Hıristiyan kültürlerinin yanı sıra İran, Suriye, Kudüs, Mısır, Mezopotamya,
Kuzey Afrika ve İspanya’ya yayılan İslam devletlerinin sanatından etkiler taşıyan ve
zamanla kendi tarzını oluşturan bir mimari ortaya konmuştur.
1.6.1. Anadolu Selçukluları ve Beylikler döneminde cami mimarisi
Anadolu’da 12. ve 13.yüzyıllarda inşa edilen camilerin bir grubu İslam
ülkelerinde görülen en eski camilere bağlanan bir plan şemasına sahiptir (Kuban,
1965:59) Bu camilerde harim kısmı çok sayıda taşıyıcı ayak/sütunla bölünmüş ve
mihrap önü bir kubbeyle örtülmüştür. Enine gelişen bir ana mekânın ortasında ve
mihrap önünde kubbenin yer aldığı plan tasarımının, ilk olarak Güneydoğu
Anadolu’da 12.yüzyıl içerisinde inşa edilen Artuklu camilerinde geliştirildiği
gözlemlenmektedir (Altun, 1978: 2291).
12 ve 13.yüzyıllarda Anadolu’da hakim olan Irak, Suriye ve Mısır etkilerini
özellikle Güneydoğu’da bu bölgelerle yoğun bir kültürel ilişki içinde olan
Artukluların mimarisinde görmek mümkündür. Revaklı avlu, içten ve dıştan yapıya
egemen olan mihrap önü kubbesi, iç avlu, avlu köşelerinde çifte minare, zengin taş
isçiliği,
örtülerde
tuğla
kullanımı
gibi
özellikler
12.yy.
yapılarında
gerçekleştirilmiştir. Artuklu yapıları olan Silvan Ulu Cami (1157) (Res.1.25.-1.26.)
Mardin Ulu Cami (1176) ve Kızıltepe Ulu Cami(1204) mihrap önü kubbesini anıtsal
boyutlara ulaştırma açısından önemli yapılardır (Altun, 1978: 290-291).
Kıbleye paralel yönde uzanan sahınlar ve mihrap önünün bir kubbeyle
vurgulanması gibi özelliklere sahip olan plan şemasının Anadolu’nun batı taraflarına
gidildikçe birtakım yeniliklerle birlikte farklı uygulamalar ortaya koyduğu
gözlemlenmektedir. Bu dönemde örtü düzeninde olduğu gibi, plan semasında da
37
Res. 1.25. Silvan Ulu Camii
Plan.1.1. Silvan Ulu Camii planı (1157) (Oktay
Aslanapa’dan) (www.felsefeekibi.com. Erişim Tarihi: 19.03.2013)
Res.1.26.Silvan Ulu Camii (www.silvanresimleri.com.Erişim Tarihi: 19.03.2013)
yabancı etkilerden kaynaklandığı düşünülen birtakım değişiklikler meydana
gelmiştir. O güne kadar mihraba paralel yönde uzanan sahınların bir Danişmentli
yapısı olarak kabul edilen Niksar Ulu Cami’nde (12.yy.) (Res.1.27.) mihraba dik
yönde uzandığı görülmektedir. Çok birimli bazilikal plan olarak adlandırılan bu
şemanın kaynağı, Hıristiyan kiliselerine bağlanmaktadır. Bu plan şekli, İslam
devletlerinin fethettikleri ülkelerde kendilerinden önce egemen olan Yunan, Roma ve
Doğu Roma gibi Hıristiyan toplumların yapılarından etkilenmeleri sonucu
mimarilerine girmiştir.
38
Res.1.27. Niksar
Tarihi:27.03.2013)
Ulu
Camii
(12.yy.)
(www.panoramio.com.
Erişim
13.yüzyıla gelindiğinde, bazilikal planda birtakım değişiklikler yapıldığı
görülmektedir. Bazilikalarda genellikle, sütun dizileriyle birbirinden ayrılan üç
bölüm bulunurken, camilerde bölüm (sahın) sayısının arttırılması, mihrap önünün
kubbeli olması, avlu inşası gibi özellikler eklenerek cami mimarisi özgün bir hale
getirilmiştir.
Camilerde genellikle yatay yönde büyüyen plan tipinin yaygın olarak
uygulandığı Anadolu Selçuklu döneminde kare planlı ve tek kubbeli mescitler de
inşa edilmiştir. Bu mescitlerin, yapılan araştırmalar sonucu 13.yüzyılın başına ait
oldukları saptanmıştır (Dilaver, 1971: 18). Örneklerin büyük kısmı üstü örtülü bir
hazırlık mekânı olan birer son cemaat yerine sahiptir.
Erken tarihli örneklerde son cemaat yerinin doğu, batı ve kuzey cephelerinin
tamamen dışa açık olmadığı görülmektedir. Son cemaat yerinin en gelişmiş örneği
Konya Sırçalı Mescit’te (13.yüzyılın ikinci yarısı) (Res.1.28.-1.29.) karşımıza
çıkmaktadır.
Bu mescitte son cemaat yerinin doğu ve batı cephelerine bakan yüzleri
kapalıdır fakat kuzeyde üç kemerle dışa açılan bir revak vardır. Anadolu Selçuklu
döneminde nadir rastlanan mescitler daha sonra Beylikler ve Osmanlı döneminde
39
büyük bir gelişme gösteren bir son cemaat yerine sahip mescit ve camilerin öncüleri
olmuştur.
Res.1.28.-1.29.Konya Sırçalı Mescit ve kuzey cephesi (13.yüzyılın ikinci yarısı)
(www.mustafacambaz.com. Erişim Tarihi:27.08.2013)
Afyon Ulu Camii (1272), Sivrihisar Ulu Camii (1275), Develi Ulu Camii
(1281) (Res. 1.30.) gibi örnekler Anadolu Selçuklu döneminin son büyük camileri
olmuşlardır. Bu camiler bazilikal planlı örneklerdir.
40
Res.
1.30.
Develi
ErişimTarihi:26.03.2013)
Ulu
Camii
(1281)
(www.kayseriden.biz.
Anadolu Selçuklu dönemi camilerinde ana hatlarından kısaca bahsedilen plan
gelişiminin, daha çok iç mekanı düzenlemeye yönelik olduğu görülmektedir. Değişen
plan özelliklerinin, kubbeli birimlerin dışta da vurgulanması dışında cephelere pek
yansımadığı, iç mekan kuruluşunun dış kitlede algılanmadığı gözlemlenmiştir. Bu
dönemde daha çok giriş cepheleri üzerinde uygulanmış bir cephe anlayışı gelişmiştir.
Plan tiplerinde İran ve Suriye gibi bölgelerden etkiler taşımasının yanında, cami
inşasında bu bölgelerden farklı olarak taş malzeme tercih edilmiştir. Karahanlı ve
Gazneliler’de uygulanmaya başlayan, Büyük Selçukluların vazgeçilmez malzemesi
olan tuğla Anadolu Selçuklularında ikinci derecede bir yapı ve süsleme malzemesi
olarak kullanılmıştır. Küçük mescitlerde, büyük yapıların iç beden duvarlarında, üst
yapılarında ve özellikle minarelerde tuğla kullanıldığı görülmektedir. Anadolu
Selçuklu dönemi mimarisinin ana yapı malzemesi taştır. Bu dönemdeki camilerin
büyük çoğunluğunun taşla inşa edilmesi ve bezenmesinin nedeni, taşın Anadolu’da
kolay bulunması ve taşı şekillendirecek yerli ustaların olmasıyla açıklanabilir.
Dağılan Anadolu Selçuklu Devleti’nin topraklarında kurulan Beylikler doğal
olarak Anadolu Selçuklu yapılarından etkilenmişlerdir. Özellikle Doğu, Güneydoğu
ve Orta Anadolu’daki beyliklerin sanatlarında Anadolu Selçuklu dönemi etkileri
yoğun olarak hissedilmektedir (Kızıltan, 1958: 7-8).
Güneydoğu Anadolu, Beylikler dönemi cami inşasında ilklerden olmakla
birlikte, yaratıcılık açısından Anadolu’nun en durağan bölgesi olarak önceki
41
yüzyıllarda gerçekleştirdiği özellikleri sürdürmüştür. 16.yüzyılın sonuna kadar,
Çukurova’dan başlayarak doğuya doğru uzanan bölgelerin mimarisi, daha çok Suriye
ve Mısır etkileriyle biçimlenmiştir. Adana ve çevresinde kurulan ve çoğunlukla
Memluklulara bağlı olarak yasayan Ramazanoğulları ve Dulkadiroğulları biçim
olarak Anadolu Selçuklu mimarisinden etkiler taşıyan ancak dekoratif açıdan Suriye
ve Mısır etkilerinin ağır bastığı yapılar meydana getirmişlerdir. Orta Anadolu’da
Karamanoğulları ve Eşrefoğulları beylikleri daha çok Selçuklu geleneklerinin
takipçisi
olmuşlardır.
Menteşeoğulları,
Aydınoğulları,
Saruhanoğulları,
Karesioğulları gibi Batı Anadolu’da yer alan beylikler kendi kültürlerini yerleştikleri
toprakların Helenistik, Roma ve Hıristiyan kültürleriyle birleştirerek daha yeni ve
serbest bir yaratma sürecine girmişlerdir. Bu dönemde Osmanlı mimarisinin
temelleri atılmış, sonraki gelişmeler bu temeller üzerine inşa edilmiştir.
Batı Anadolu’da yapı malzemesi olarak genellikle bölgenin eski geleneği olan
taş/tuğla karışımı malzeme kullanımına devam edilmiştir. Bununla birlikte yapılarda
antik kalıntılardan elde edilen mermer yapı elemanları kullanılmış, cephelerde
mermer kaplamalar yaygınlaşmıştır. Devşirme malzemeler arasında sütun ve sütun
başlıklarına sıkça rastlanmaktadır.
Batı Anadolu beyliklerinin cami mimarisinde yarattığı yenilikler arasında
toplu mekân anlayışının gelişmesi, son cemaat yerinin yaygınlık kazanması, iç ve dış
mekânın birbiriyle uyumlu hale getirilmesi, avluya revak inşasıyla dış mekânın
zenginleştirilmesi, taç kapıların sadeleştirilmesi gibi özellikler sayılabilir. Cami
mimarisinde ileriki gelişmeleri yönlendirici bir niteliğe sahip olan gelişmelerin
başında, kubbenin cami mimarisinde ana rolü oynaması gelmektedir.
Anadolu Türk Mimarlığının ilk çağlarında kubbe, mihrabı vurgulayan, daha
çok simgesel işleve sahip olan bir birimken, gerek Ege Beylikleri ve gerekse Osmanlı
Beyliği tarafından tüm yapıya egemen olan bir unsur haline getirilmiştir. Anadolu
Selçuklu mescitlerinde de tek kubbeli örneklere rastlanmaktadır, ancak bunlarda
kubbe inşa edilecek küçük kare mekanı örtmek için başvurulan bir örtü şekli
olmuştur. Beylikler döneminde yapıyı tanımlayan bir birim haline gelen kubbe,
özellikle Osmanlı mimarlığında Mimar Sinan’la (1492-1588) doruğuna ulaştırılacak
merkezi mekanın ilk aşamasını oluşturmuştur.
42
1.6.1.1.Anadolu Selçuklu Döneminden örnek: Niğde Alaaddin Camii
Taş işçiliği ve orijinal mimarisi ile Anadolu Selçuklu dönemi camilerinin en
iyi örneklerinden birisidir (Res.1.31.). Dikdörtgen bir yapıya sahiptir. Ana şema
olarak, mihrap duvarına dik yönde uzanan üç sahından oluşmaktadır (Plan.1.2.).
“Çok birimli bazilikal plan” olarak adlandırılan bu şemanın Roma ve Doğu Roma
dönemi bazilikalarından esinlendiği düşünülmektedir. Bu plan şekli İslam
devletlerinin fethettikleri ülkelerde kendilerinden önceki Yunan, Roma ve Doğu
Roma gibi medeniyetlerin mimarilerinden etkilendiklerini göstermektedir. Mihrap
duvarı önündeki yan yana üç bölüm birer kubbe, diğer taraflar tonozlarla
örtülmüştür. Ortada, avlu fikrini yaşatan açık bir kısım yer almaktadır.
Plan.1.2. Niğde Alaaddin Camii planı (www.felsefeekibi.com. Erişim Tarihi:
25.03.2013)
43
Res.1.31. Niğde Alaaddin Camii (www.defterk.com.
ErişimTarihi:26.03.2013)
Bazilikalarda olduğu gibi yan sahınlara göre daha geniş ve yüksek olan orta
sahın tavanında aydınlık penceresi vardır. Selçuklular dışa kapalı masif bir kütle
görünümündeki camilerinde aydınlık sorununu çözmek için genellikle bu camide
olduğu gibi orta bölümlerin tavanında “aydınlık feneri” kullanmışlardır.
Caminin taçkapısı diğer Anadolu Selçuklu camilerinin birçoğunda olduğu
gibi cephe dışına taşan anıtsal bir ölçüye sahiptir (Res.1.31.-1.32.). Dikdörtgen bir
çerçeve içine alınmış olan taçkapı geometrik motiflerle bezenmiş olup basık kemerli
bir giriş açıklığına ve mukarnaslı bir kavsaraya sahiptir.
Kavsara kuşatma kemeri üzerinde birer kabara ve gülbezek ile ortada inşa
kitabesi yer almaktadır. Cami giriş kapısı üzerinde yer alan kitabesine göre Sultan
Alaaddin Keykubat Döneminde, 1223 tarihinde yaptırılmıştır.
44
Res.1.32. Niğde Alaaddin Camii taçkapısı (www.nigdekulturturizm.gov.tr.
ErişimTarihi:26.03.2013)
Eser, 13.yüzyıl Selçuklu özelliklerinin büyük bir kısmını bünyesinde
taşımaktadır. Yukarda değinilen Selçuklu plan şemasının yanı sıra caminin giriş
cephesinin anıtsal bir taçkapıya sahip olması, duvarların masif ve az pencereli oluşu,
damalı motifli minaresi, taş işçiliği gibi birçok özelliği de klasik Selçuklu
özelliklerini yansıtmaktadır.
Anadolu Selçuklu dönemi minare kaideleri genellikle taşla inşa edilmiştir.
Minare gövdelerinin ise genellikle tuğla ile inşa edildiği görülmektedir. Niğde
Alaaddin Camii’nin minaresi tamamen taştan yapılmış olup bu konuda bir istisnadır.
45
1.6.1.2. Beylikler döneminden bir örnek: Balat İlyas Bey Camii
Cami, Aydın’ın Söke ilçesinde, Miletos’un yanındaki Balat Köyü’ndedir.
Menteşeoğullarından İlyas Bey tarafından 1403 yılında yaptırılmıştır. Caminin
yapımında Miletos Antik Kenti’nin mermer blok taşlarından yararlanılmıştır. Bu
yüzden de caminin içerisi ve dışı düzgün mermer bloklarla kaplanmıştır (Res. 1.33.).
Kare planlı caminin kuzeydeki mermer ve taş işçiliği yönünden önemli sivri kemerli
kapısı üzerinde h.806 (1403) tarihli üç satır kitabesi bulunmaktadır. İbadet mekânını
öreten kubbesi sekizgen bir kasnak üzerinde 14 m. çapında olup, üzeri kiremitle
örtülüdür. Yapının kubbe geçişleri, iri tromplarla sağlanmıştır. Trompların içi,
istiridye kabuğu, üçgen ve mukarnaslarla süslenmiştir.
Res.1.33. Balat İlyas Bey Camii (www.sanatajani.wordpress.com. ErişimTarihi:
27.08.2013)
Camiye, kuzey cephesinin ortasında yer alan eyvan şekilli bir kapıdan
girilmektedir (Res.1.33-1.34.). Son cemaat yeri yoktur. Giriş eyvan, iki mermer
sütunla Bursa kemerli üç bölüme ayrılmış; ortadaki geniş bölüm giriş açıklığı,
yanlardaki iki bölüm ise şebekeli mermer levhalar içeren birer pencere olarak
düzenlenmiştir.
İçerisi her duvarda iki sıra halinde dörder pencere ile aydınlatılmıştır. Doğu
duvarındaki ilk sırada bulunan pencerelerin üzerine çini kakmalı ayetler işlenmiştir.
İkinci sıradaki pencereler ise geometrik desenli vitraylarla kaplıdır. Caminin mermer
mihrabı geometrik desenlerle bezenmiş olup, çağının en güzel örneğidir. Caminin
karşısındaki dört köşeli 1404 tarihli kubbeli türbe İlyas Bey’e aittir. Menteşeoğulları
46
döneminden kalan medrese ve imaret harap durumda olup, bunlardan iki katlı
medrese bir avlu etrafında tonoz örtülü odalardan meydana gelmiştir.
İlyas Bey Camii, zengin taş süslemeleriyle dikkat çeken bir yapıdır. Başta
taçkapı ve mihrap olmak üzere doğu, batı ve güney cephelerindeki tüm pencerelerin
alınlıklarında ve alt sıra pencerelerinin tavanlarında, oyma ve kakma teknikli bitkisel
ve geometrik süslemelerle yazı şeritlerine yer verilmiştir. Kakma teknikli
süslemelerde renkli taşlar ve çiniler kullanılmıştır (discoverislamicart.org, 2013 ).
Res.1.34.Balat İlyas Bey Camii giriş cephesinden detay (www.aydinlihaber.com.
ErişimTarihi: 27.03.2013 )
47
1.6.2.Osmanlı döneminde cami mimarisi
Mimari faaliyetlere Anadolu’da kurulan beyliklerden biri olarak başlayan
Osmanlıların, diğer batı Anadolu beyliklerindeki mimari gelişimlerle paralel bir
yön izlediği görülmektedir. Klasik üslubunun hazırlık aşamasını oluşturan Erken
döneminin ilk örneklerinde kubbeyle örtülü kübik mekan ve genellikle bir son
cemaat yerinden oluşan şemayı benimsemiştir. Tarihi bilinen ilk camileri olan İznik
Hacı Özbek Camii (1333) kare planlı ve merkezi kubbeyle örtülü bir plan şemasına
sahiptir.
Res.1.35. Edirne Üç Şerefeli Camii (1437- 1447) (www.edirneden.biz.
ErişimTarihi:12.03.2013).
Osmanlı mimarisinin ilk dönemlerinde diğer beyliklerde olduğu gibi Anadolu
Selçuklu mimarisinin çok birimli yatay veya dikey yönde sahınlardan oluşan plan
şemaları da uygulanmıştır. Çok birimli plan şeması Osmanlı mimarisinde pek
uygulanmamakla birlikte 15.yüzyıldan itibaren gittikçe azalmaya başlayarak yerini
merkezi planlı şemalara bırakmıştır. Osmanlı mimarisi 15.yüzyıldan itibaren
gerçekleştirdiği yapılarda mekanı hep daha büyük bir kubbe altında toplama isteğiyle
hareket etmiştir. Bu anlayışla şekillenen ilk cami Edirne Üç Serefeli Camii’dir
48
(1437-1447) (Res.1.35.) Edirne Üç Serefeli Camii ortada altı desteğe oturan bir
kubbe (yaklaşık 24 m. çapında) ve onun iki yanında daha küçük ikişer kubbeyle
örtülü bir harime sahiptir. Son cemaat yeri revakları ile avlu revaklarının bir arada
inşası, Osmanlı döneminde ilk kez bu camide gerçekleştirilmiştir (Aslanapa, 1993:
77).
Osmanlı mimarisinde bir yandan yüksek ve geniş bir mekan elde etme
çabaları gündemdeyken bir yandan da alışılmış plan şemalarının sürdürüldüğü
görülmektedir İstanbul Beyazıt Camii’nde (1501-1506) (Res.1.36.) ana kubbenin
güney yönüyle birlikte kuzey yönüne de bir yarım kubbe eklenerek bu kısımda
simetri yaratılmış ve genişleme arttırılmıştır. Ayrıca orta kısmın iki yanındaki birim
sayısı dörde çıkarılmıştır. Bu kısımların iki yanına eklenen beser kubbeli birer mekan
da yanlara doğru genişlemeyi arttırmaktadır. Caminin bu mekanların uçlarında yer
alan birer minaresi vardır. Harimin önünde revaklı ve şadırvanlı açık avlu seması
sürdürülmüştür. Cami Klasik Osmanlı döneminin ilk yapısı olarak kabul
edilmektedir (Aslanapa, 1993: 80).
Res.1.36. İstanbul Beyazıt
ErişimTarihi:12.03.2013).
Camii
(1501-1506)
(www.wowturkey.com.
Plan şemalarının ana hatları kısaca tanıtılan Erken ve Klasik Osmanlı
döneminde cami inşasına tek kubbeli ve bir son cemaat yerine sahip küçük bir
mekanla başlandığı fakat bu mekan şeklinin kısa sürede çeşitli denemelere tabi
49
tutularak anıtsal biçimlere ulaştırıldığı görülmektedir. Osmanlı döneminin en başarılı
mimari olan Mimar Sinan’ın düşüncesi inşa ettiği camileri daima en zirveye taşımak
olmuştur. Anadolu Selçuklu döneminden farklı olarak Beylikler ve Erken Osmanlı
döneminden itibaren inşa edilen camiler iç mekânı dışa açmak, iç ve dış mekân
arasında bir bütünlük sağlamak anlayışıyla şekillendirilmiştir. Anadolu Selçuklu
döneminden farklı olarak camilerin yalnızca giriş cephesine değil, bütün cephelerine
ayrı önem verilmiştir (Ödekan, 1988:516).
Kapalı ve açık mekanların birlikte uygulanması Osmanlı mimarlığında sık
karşılaşılan bir özelliktir. Kapalı mekana geçişte yarı açık bir geçiş mekanı olan
revak inşası özellikle Klasik Osmanlı döneminde camilerin kuzey cephesinden başka
diğer cephelerine de uygulanmaya başlamıştır. 15.yüzyıldan itibaren en çok
değişiklik doğu ve batı cephelerde gerçekleştirilmiştir. Tek mekanlı camilerde
genellikle değişiklik görülmezken, mekanın yan sahınlarla genişletilmesi ve bu
mekanlarda uygulanan örtü türleri ile onları destekleyen destek sisteminin cephe
görünümünü
zenginleştirdiği
gözlemlenmektedir.
Anıtsal
örneklerin
yüksek
cephelerinde duvar üstüne duvar koymak yerine bu katı ve kapalı görünüm, kademeli
yükselen payandalar arasına yerleştirilen yarı açık yan revaklarla yumuşatılmaya
çalışılmıştır (Üstüner, 2006:18).
Klasik dönem özellikleri 17.yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. 18.yüzyılda
Osmanlı devletinin Avrupa’daki gelişmelere açılması mimariyi de etkilemiştir. Lale
Devri olarak adlandırılan dönem (1703-1730) ve onu izleyen Barok ve Rokoko
dönemlerde (1730-1805) Osmanlı mimarisi batı yapılarının unsurlarını, mimari
formlarına göre yorumlayarak daha çok dekoratif bir amaçla eserlerine nakletmiştir.
Bu dönemde camiler genel olarak Klasik Osmanlı dönemi plan özelliklerini
sürdürmektedir. Dönemde en önemli değişiklik camilerin son cemaat yerlerinde
gerçekleşmiştir. İkinci katına hünkâr mahfilini alarak iki katlı inşa edilen son cemaat
yerleri camilerin önünde bir konut görünümüne sahip unsurlar haline gelmiştir
Klasik dönem sonrasında son cemaat yeri düzenlemesi dışında plan özellikleri
fazla değişmeyen camilerin cepheleri üzerine Batı Mimarlığından yorumlanarak
alınan unsurların, geleneksel özelliklerle birlikte çağdaş etkileri de ortaya koyduğu
ve birlikte uyumlu bir biçimde kaynaşarak hareketli bir görünüm yarattığı
50
görülmektedir. Sonuç olarak fazla değişmeyen plan şekilleriyle Osmanlı camileri
daha çok klasik dönemde eriştiği özellikleriyle hatırlanmaktadır
1.6.2.1. Osmanlı döneminden bir örnek: “Manisa Muradiye Camii”
Muradiye Camii, Manisa’da planının Mimar Sinan tarafından çizildiği bilinen
bir klasik dönem yapısıdır. Cami medrese, imaret, dükkânlar, han ve 19.yüzyılda
bunlara ilave edilen kütüphane ile birlikte bir külliye içinde yer almaktadır.
Caminin harimi ortada kare planlı ve üzeri kubbeyle örtülü bir mekân ile
onun doğu, güney ve batı yanında dikdörtgen planlı ve üzerleri yarım çapraz
tonozlarla örtülü kısımlardan oluşmaktadır. Harimin kuzeyinde orta birimi aynalı
tonoz, diğer birimleri kubbeyle örtülü beş birimli bir son cemaat yeri vardır (Üstüner,
2006: 178). Beş birimli son cemaat yerinin her birimi birbiriyle aynı boyutlarda olan
birer sivri kemerle dışa açılmaktadır (Plan 1.4.).
Plan
1.3.
Manisa
Muradiye
Camii
(www.wowturkey.com. ErişimTarihi:27.03.2013)
51
Külliyesi
vaziyet
planı
Camiye kuzey cephesinde yer alan basık kemerli giriş açıklığından
ulaşılmaktadır. Anadolu’da Osmanlı öncesi dönemde Anadolu Selçukluları ve
Beylikler Döneminde de taçkapılarda giriş açıklıkları genellikle basık kemerli olarak
inşa edilmiştir. Caminin basit silmelerle süslü dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış
taçkapısının mukarnaslı bir kavsaraya, köşe sütunçelerine ve yan kanatlar içinde birer
mihrabiyeye sahip oluşu gibi özellikleriyle Anadolu Selçuklu geleneğini sürdürdüğü
fakat o dönemden daha sade bir kuruluş sergilemesiyle tam anlamıyla bir klasik
Osmanlı üslubunu yansıttığı söylenebilir Taçkapı ana nişinin yan duvarları ve giriş
açıklığı üzerinde yer alan kitabesine göre cami 1546- 1595 tarihinde yapılmıştır.
Caminin harimi, içten yaklaşık 20 m. yüksekliğinde bir merkezi kubbeyle
örtülmüştür. Geçişi tromplarla sağlanan kubbe sekizgen bir kasnak üzerine
oturmaktadır. Kasnağın her yüzü üzerine yuvarlak kemerli ve alçıdan dışlıklara sahip
birer pencere açılmıştır. Merkezi kubbenin doğu, batı ve güney yönündeki mekanlar
birer
kubbemsi
çapraz
tonozlarla
örtülmüştür.
Tonozların
üzeri
kurşunla
kaplanmıştır. Doğu ve batı yönlerindekilerin uzun kenarları üzerine 6, güney
yönündekinin üzerine 4 pencere açılmıştır. Ayrıca tonozların kısa kenarlarında da
birer pencere yer almaktadır.
52
Res.1.37.Manisa Muradiye Camii (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2006)
Pencereler dikdörtgen çökertmeler içine yerleştirilmiştir ve kaş kemerlidir.
Kemer taşları dönüşümlü olarak yerleştirilen kırmızı ve beyaz renkteki taşlarla
örülmüştür. Son cemaat yerinin birimleri ortada aynalı manastır tonozu, iki yanda
birer kubbeyle örtülmüştür. Düzgün kesme taşlarla inşa edilmiş olan kasnakların
üzeri kurşun levhalarla kaplanmıştır (Üstüner, 2006: 179).
53
1.7. Kiliseler
Doğu Roma dini mimarisinin birbirini izleyen devirleri, bugün bazıları
camiye çevrilmiş veya harap olmuş, bazıları da kalıntı halinde günümüze kadar
gelmiş kiliselerde görülebilmektedir.
Doğu Roma Mimarisi, başlangıçta Şam mimarisinden etkilenmiş ve bunları
yeni amaçlarına uydurmasını bilmiştir. Esası bir toplantı yeri olan pazaryeri, adliye
gibi çeşitli kullanımlara sahip olan bazilikalar Hıristiyanlığa geçişte ve ilk Doğu
Roma devrinde örneklerine çok rastlanan kilise tipi olmuşlardır. En erken örneği
2.yüzyıla tarihlenen bazilikalar, doğu-batı yönünde uzanan ve birbirinden sütun
dizileriyle ayrılan üç veya beş bölümlü ve orta bölümü yanlardan yüksek binalardır.
Doğu kısmında yarım yuvarlak seklinde dışarı taşan bir “apsis” yer alır. Batı
yönünde “narteks” adı verilen giriş mekânları vardır. Narteks’in önünde “atrium”
denilen bir avlu yer almaktadır ( Germaner, 1993:207). Bazilika şeklindeki kilise,
uzun bir yapıdır. Narteksin iki yanındaki merdivenlerden yan neflerin üzerinde
uzanan ve kadınlara ait olan galerilere çıkılır. Bir bazilikanın üstü çift meyilli ve
kiremit kaplı ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Bu basit ve sade kilise tipi Hıristiyanlığın
ilk yüzyıllarında ve Doğu Roma Sanatının özellikle ilk devrinde çok tutulmuş ve
sayısız denecek kadar çok örnek meydana getirilmiştir (doğu Roma-mimarligi-iistanbul, 2013).
Doğu Roma Mimarisi, Bazilika ve merkezi plan tipini birleşerek, yeni bir
mekan çekli bulmak yolunda çalışmaktan geri kalmamış ve bunun sonunda, 5. yüzyıl
sonlarında kubbeli Bazilika denen tip doğmuştur. Bu tipin en görkemli örneği 6.
yüzyılda İstanbul'da yapılmış olan Ayasofya'dır. Hagia Sophia (Kutsal Hikmet) Doğu
Roma İmparatorluğunun başkenti İstanbul’da İmparator Iustinianos tarafından 532537 yılları arasında Hıristiyan dini yapılarının en görkemlisi olarak inşa edilmiştir.
27 Aralık 537 yılında açılışı yapılan bu anıtın Batı Anadolulu iki mimarı vardır:
Tralles’li (Aydın) Anthemios ve Miletos’lu İzidoros. Büyük Kilise ya da şimdiki
adıyla Ayasofya bir bazilika planına sahiptir ve ahşap bir çatı yerine 32.37 m.
çapında merkezi bir kubbeyle örtülmüştür. Yerden 55 m. yükseklikte olan bu
54
kubbenin baskısı yarım kubbeler, kemerler ve tonoz sistemi ile karşılanmıştır
(Doğan, 2000:55)
Doğu Roma, Ayasofya’nın büyüklüğü ve kubbesinin göz alıcı haşmeti
karşısında onu olağanüstü bir yapı olarak duymuş ve öylece değerlendirmiş fakat
onun mimari özelliklerini geliştirerek yeni çözümler aramak yoluna gitmemiştir. Bu
bakımdan Ayasofya Doğu Roma sanatının içinde benzersiz ve tek kalmıştır. Ayrıca
Ayasofya Doğu Roma sanatının henüz Roma sanatının baskısı altında bulunduğu ve
kendi varlığını, bulma yolunda olduğu bir dönemin eseri olduğundan ilerlemiş Doğu
Roma mimarisinin bir temsilcisi sayılmamaktadır.
Orta Doğu Roma döneminde ufak ölçüler hakim olmakla beraber dış
çizgilerin zarif, ölçülerinse uyumlu olmasına önem verilmiştir. Yunan Haçı plan bu
dönemde mimari tiplerin başında gelmekte, hatta uzun süre tek mimari tipi teşkil
etmektedir. Bu tipte binanın orta kısmının bir Yunan haçı biçimindedir ve tam ortada
bir kubbe bulunmaktadır. Başlangıçta hayli kaba ve ağır bir görünüşe sahip olan
Yunan haçı planı sonradan geliştirilerek iç çizgilerin incelmesi ile daha hafif bir
görünüş almıştır.
Bu ikinci safhada kubbe ağır masif köşe duvarlarına değil, paye ve sütunlara
bindirilmiştir. Bir narteksi takip eden naos dört ince payenin yardımı ile taksim
edilen bir Yunan haçı şeklindedir. Binanın dış cephelerine konulan birtakım yan
yuvarlak payeler ve bunların arasına yerleştirilen kör kemerlerle hareket ve plastik
bir ifade kazandığı görülmektedir (restoraturk.com: 2013).
10. yüzyılda inşa edilen Lips Manastırı kilisesi olan Fenari İsa Cami'nin
kuzey kanadı da aynı tipin gayet karakteristik bir örneğidir. Yalnız burada 17.
yüzyıldaki bir tamir esnasında dört sütun kaldırılarak yerlerine iki büyük kemer inşa
edilmiş ve 13. yüzyılda güney tarafına ikinci bir kilise eklenmiştir (Res. 1.38).
Komnenos sülalesi tarafından kurulan ve esası 1136’da yapılan Pantakrator
Manastırının kilisesi olan Zeyrek Kilise Cami (Res.1.39.) bu devirde büyük
kiliselerin ancak ufak kiliselerin birleşmesiyle meydana getirildiğini gösteren
55
karakteristik bir örnek olarak dikkati çeker. Yunan haçı planlı kiliselerin en büyük
örneklerinden biri olan Zeyrek Cami güney kanadı ancak 16 m. uzunluğundadır. Orta
Doğu Roma devrinde daha az uygulama alanı bulmuş plan tipine sahip yapılara da
rastlanmaktadır.
Res. 1.38. Lips Manastırı (www.doğu Roma-mimarligi-i-istanbul. Erişim Tarihi:
20.04.2013)
Res. 1.39. Pantokrator Manastırı (Zeyrek Camii) (www.doğu Roma-mimarligi-iistanbul. 20.04.2013)
Son Doğu Roma devrinde, İstanbul'da yeni bir mimari tipin doğduğunu ve
bunun 1284-1294 yılları arasında yapıldıkları bilinen üç kilisede uygulandığı
görülmektedir. Bunlar, fetihten sonraki isimleri ile Koca Mustafa Paşa Cami, Fenari
İsa Cami ve Fethiye Cami esas binasıdır.
Bu tip binalarda görülen plan şemasının, Orta Doğu Roma devrinde görülen
Yunan haçı planıyla hiç bir suretle ilgisi yoktur. Bu plan şemasında naos kısmında
dört kemer üstünde yükselen bir kubbe bulunmakta ve orta mekan bu kare alanın
altında kalmaktadır. Bu orta kısmın etrafında, üç taraftan onu bir at nalı gibi saran
basık tonozlu dehlizler uzanmakta ve bu yüzden de bu plan tipine kısaca Dehlizli tip
adı verilmektedir .
56
Doğu Roma sanatının son döneminde kiliselerin mimarisi daha değişik bir
görünüm almıştır (Eyice,1980:31). Ana kubbenin örttüğü orta mekânı yükselten ve
bunu üç taraftan saran daha basık dehlizlerden oluşan yeni bir kilise biçiminin ortaya
çıktığı görülür. Ayrıca dış mimarinin de eskiye oranla çok daha hareketlilik ve
renklilik kazandığı da başlıca özelliklerdendir. Palaiologos sülalesinin fertlerinin
çoğunun gömüldüğü Lips Manastırı’nın (Fenari Isa Camii) Güney kilisesi, Mikhael
Glabas’ın karısı Maria’nın “hayatının ışığı ve nefesi” dediği kocası için yaptırdığı
Pammakaristos Manastırı’nın (Fethiye Camii) (Res.1.40.) mezar şapeli, Vefa
Kilise Camii olarak bilinen ve eski adının Hagios Theodoros olduğu sanılan
kilisenin dış narthexi 1261-1325 yılları arasında yapılmıştır.
Res.1.40. Pammakaristos Manastırı (Fethiye Camii) (www.doğu Roma-mimarligii-istanbul. Erişim Tarihi: 20.04.2013)
Bu dönemin kiliseleri zarif mimarileri ile dikkati çekmektedir. Bu dönemin
mimarisinin başlıca önemli özelliği yapıların dış yüzlerinin ince, zarif, canlı ve
hareketli bir görünüş almış olmasıdır. Bu dış etki yapı malzemesinin renkli desenler
meydana getirecek biçimde kullanılması ile de arttırılmıştır. Bunun için özel kesilmiş
taşlar, süs tuğlaları, çömlekleri de yapılmıştır. Kilisenin cephelerinin nişler,
pencereler, sütunlara dayanan kemerlerle adeta bir saray cephesi gibi süslenmesi
İtalya’dan Osmanlı Beyliği’ne kadar uzanan, bütün Akdeniz ülkelerine yayılan yeni
bir sanat zevkinin belirtisidir.
Doğu Roma sanatının son altın çağının en zengin mozaik koleksiyonunu
görmek için Khora Manastırı’nın (bugünkü Kariye Camii) (Res.1.41.) küçük zarif
57
kilisesine gitmek gerekir. Komnenoslar döneminde Kiborion biçiminde mekânlı
olarak yeniden yaptırılan kilise 1310-1320 arasında hazine nazırı Theodoros
Metokhites tarafından genişletilmiş ve mozaiklerle süslenmiştir.
Duvarları ve kubbeleri süsleyen bu mozaik ve freskolar şaşırtıcı bir canlılık
ve tazelik gösterir (Res.1.42-43). Önceki çağın alışılmış yeknesak fonu burada yerini
mimari motiflere Hellenistik özellik gösteren manzaralara bırakmıştır. Bu
görünümler İsa ve Meryem’in hayat sahnelerine canlı, insani ve duygusal bir hava
katarlar. Giotto’nun Arena Capellası”nın freskolarıyla çağdaş olan bu freskolar,
olağanüstü dengeli kompozisyonları ve zengin renkleriyle kendini gösterir. Esas
ibadet mekanının kapısının üstünde ince bir zevkle yapılmış Meryem’in Ölümü
(Koimesis) sahnesi seyirciyi özellikle etkiler. İç ve dış narthexler’de sonradan
yazılmış İncillerden alınmış sahneler işlenmiştir. Kilisenin güney cephesine bitişik
mezar şapeli (parekklesion) freskolarla süslüdür. Bunlar arasında “Son Duruşma”
boyutları ile dikkati çeker. Diriliş sahnesinin ihtişam ve canlılığı ile Ortaçağ
sanatında özel bir yeri vardır ve Hıristiyan resim sanatının tartışılmaz bir şaheseridir.
Bina cami olduğu süre boyunca mozaik ve freskoları tamamen örtülü değildir ve bu
yüzden de eskiden beri bilinmektedir. 2. Dünya Savaşından sonraki yıllarda
Amerikan Enstitüsü’nün yardımıyla mozaik ve freskolar temizlenmiş ve onarılmıştır.
Buradaki estetik prensipler Doğu Roma Rönesansı’nın bu ünlü eserinin dış
mimarisinde de kendini göstermektedir.
58
Res.1.41. Khora Manastırı (Kariye Camii ve Müzesi) (www.resimbul.com.tr.
Erişim Tarihi: 23.08.2013)
Res.1.42. Kariye Müzesi mozaiklerinde “İsa” figürü
(www.eminebileydirestorasyon.blogspot.com. Erişim Tarihi: 23.08.2013)
59
Res.1.43.
Kariye
Müzesi
mozaiklerinden
bir
(www.eminebileydirestorasyon.blogspot.com. Erişim Tarihi: 23.08.2013)
60
ayrıntı
1.7.1. Kilise örneği
1.7.1.1. Yukarı Kilise (Kilise I) (Res.1.44.- Res.1.45)
Kilise, Fethiye’de Ölü Deniz’de yer almaktadır. Duvarla çevrilmiş bir avluda
yer alan yapı doğaya bırakılmıştır. Bazı kısımlar çökmüş duvarlar yer yer yıkılmıştır.
Kapısı açıktır. Avlu kapısından girildiğinde sağda avlu duvarına sırtını vererek
uzanmış bir yapı görülür. Avlu tabanı siyah beyaz çakıl taşlarıyla, arada kırmızı
taşlarla yapılmış mozaik bir döşemeye sahiptir. Güneyden kuzeye doğru yönelen
geniş kuşaklar içinde dairelerle çevrilmişi girdap ya da çiçeksi motifler işlenmiştir.
Renkler tabanın beyaz dolgusu üzerine gerek kuşaklarda gerekse dolgularda daha
çok siyahın kullanımı olarak belirmektedir (İlter, 1991:477).
Yapının inşasında tuğla hatıllı düzeltilmiş moloz taş malzeme kullanılmıştır.
Yapının dışı kalın, kırmızı bir sıvayla kaplanmıştır. İki kat üzerine düzenlenmiş
dikdörtgen biçimli pencerelerden alt kattakilerin çevresi beyaz mermer sövelere
sahiptir. Beden duvarlarının bitiminde tonozların sivri kemerli yükseltileri üst yapıya
dalgalı bir görünüm vermiştir.
Uzunlamasına dikdörtgen planlı ve tek sahınlı ve narteksli olan yapının girişi
güney yüzde batıya kaydırılmış olarak durumdadır. Kapıya yarım daire şeklinde
birkaç basamaklı bir merdivenle ulaşılmaktadır. Üst basamağa yine mozaik olarak
bir haç motifi işlenmiştir. Girişin mermer kemeri söveleri hemen tümüyle
dökülmüştür. Kemerinin üzerinde meleğe benzer bir kabartma yer almaktadır (İlter,
1991:477).
Narteks üç bölümlüdür. Batıya üç kemerle açılan narteks yanlarda da kemerli
açık bir yapı şeklindedir. Beşik tonozla örtülmüş olup tabanında yine siyah-beyaz
mozaiklere sahiptir. Buradan geniş bir kapı açıklığıyla içerdeki naosa geçilir. Naos
yine bakımsız bir durumdadır.
İnce uzun dikdörtgen şeklinde tek sahınlı yapının yüksek ana hacminin
duvarları bol pencereleridir. Pencere kemerleri içte yuvarlaktır. Duvarlardaki gömme
sütunlar, tonozlara omuz veren perkitme kemerleri sütun başlıkları seviyesinde
duvarların üst kısımlarına yayılan mazi ağırlıklı çiçekli geometrik bezeme hareketli
canlı bir ortam yaratmıştır.
61
Yapı haç tonozlarla örtülmüştür. Apsis önündeki ilk ünitede farklı olarak
beşik tonoz kullanılmıştır.
Kilisenin tarihine ilişkin herhangi bir yazıtı bulunmamaktadır. Ancak aynı
yöredeki “Aşağı Kilise” ile benzer özellikler taşıması nedeniyle 19.yüzyılın
sonlarında yapıldığı varsayılmıştır (İlter, 1991:478).
Res.1.44.Yukarı Kilise (www.wowturkey.com. Erişim Tarihi: 20.04.2013)
Res. 1.45. Yukarı Kilise (www.wowturkey.com. Erişim Tarihi: 20.04.2013)
62
1.8. Medreseler
Medreseler, din öğretimi ve İslam hukuku yanında tıp, felsefe, tarih,
astronomi ve matematik gibi bilimlerin de okutulduğu öğretim kurumları olarak inşa
edilen yapılardır.
1.8.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde medrese mimarisi
Anadolu Selçuklu medreseleri, Orta Asya ve İran’da gelişen İslamiyetten
sonraki Asya Türk mimarisinden etkilenmiş ve kendilerinden sonraki Beylikler
Dönemi ile Osmanlı medreselerini plan özellikleri yönünden etkilemiştir (Güven,
2006: 132).
Anadolu’da ilk medreseler Danişmentli ve Artuklu bölgelerinde ortaya
çıkmıştır. Tokat ve Niksar’da Danişmentlilerden Yağıbasan’ın, avlusu örtülü ve
kubbeli medreseleri, Mardin’de Hatuniye ve Diyarbakır’da Artukluların açık avlulu
eyvanlı Zinciriye (1198) ve Mesudiye (1198-1223) Medreseleriyle başlayan gelişme
Kayseri’de 1205 tarihli Çifte Medrese ile Selçuklular tarafından devam ettirilmiştir.
1271 yılında Sivas’ta birbiriyle rekabet eden eyvanlı gruptan ikisi çifte minareli
olmak üzere üç büyük abidevi medrese yapılması dikkate değerdir. Bu eserlerden
sonra inşa edilen Erzurum Çifte Minareli Medrese, mimarisi süsleme özellikleriyle
en görkemli Selçuklu Medresesi olmuştur (Aslanapa, 1992:340-341) .
Anadolu’da Selçuklular tarafından yapılan medreseler plan bakımından kapalı
avlulu (kubbeli) medreseler ve açık avlulu (eyvanlı) medreseler olmak üzere iki
grupta toplanmaktadır.
63
1.8.1.1. Kapalı avlulu (kubbeli) medreseler
Bu medreseler, ortada üzeri kubbe ya da tonozla örtülü bir avlu ve bu avluya
açılan odalardan oluşur. Bu odalar kütüphane, dershane, öğrenci odaları, türbe ve
mescit amacıyla kullanılmıştır.
Anadolu’da tarihi bilinen en eski kubbeli medreseler, Niksar ve Tokat’ta
yapılan Yağıbasan Medreseleridir. Moloz taştan yapılmış olan medreselerde kare
planlı avlunun kubbe ile örtülü olduğu, kalan yapı izlerinden anlaşılmaktadır.
1.8.1.1.1.Kapalı Avlulu medreselerden bir örnek: Konya Karatay Medresesi
Emir Celaleddin Karatay tarafından yaptırılan medrese (Res.1.46.) gerek
mimari düzeni gerekse süslemeleri ile Anadolu Selçuklu mimarlığının önemli
yapıtlarından biridir. Yapının kuzey cephesinde bulunan taçkapıdan kare planlı üzeri
kubbe örtülü mekâna, oradan da medresenin içine girilir. Yapının kare planlı
avlusunun kuzey ve güneyinde öğrenci odaları; batısında eksende eyvan, eyvanın iki
yanında üzeri kubbe örtülü iki mekân vardır. Bunlardan güneybatıdaki Celaleddin
Karatay’ın türbesidir. Öğrenci odalarının açıldığı avlunun ortasında bir havuz
bulunmaktadır (Kuban, 2002: 168).
Kare planlı avluyu örten kubbeye geçiş yelpaze biçimli üçgenlerle
sağlanmıştır. Ağırlığını kaybetmiş ve yükselmiş olan kubbe, ana eyvanla iyice
kaynaşarak uyumlu bir mekân birliği oluşturmuştur. Avluyu örten kubbe çini
mozaiklerle kaplıdır. Lacivert zemin üzerine firuze renkli yıldız süslemeler
gökyüzünü andırmaktadır. Bu özellik yapının işlevi ile ilgili olmalıdır. Tek katlı
yapıda malzeme olarak kesme taş, mermer ve tuğla kullanılmıştır.
64
Res.1.46. Konya Karatay Medresesi (1251) (www.muratduru.com. Erişim Tarihi:
01.04.2013)
1.8.1.2. Açık Avlulu (Eyvanlı) Medreseler
Bu tip medreselerde yapının ortasında yer alan açık avlu, avlu eksenlerinde
değişik sayılarda eyvan ve değişik işlevlere sahip (öğrenci odaları, dershane, mescit,
türbe vb.) odalar yer alır.
Eyvanlı medreselerin avluları çoğunlukla havuzludur. Bu tip medreselerin iki
katlı olan örnekleri de vardır.
1.8.1.2.1. Açık Avlulu medreselerden bir örnek: Sivas Gök Medrese
Adını yapıda kullanılan mavi renkli çinilerden almıştır. Dört eyvanlı ve açık
avluludur. Portali, çifte minareleri ve cephe düzenlenişiyle Anadolu Selçuklu
medreselerinin önemli örneklerinden biridir (Res.1.47.) (kulturelbellek.com, 2013).
65
Batı yönünde giriş kapısının yer aldığı taçkapısı üzerindeki kitabesinden
anlaşıldığına göre 1271 yılında Selçuklu veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından
yaptırılmıştır. Taç kapısının yan sütunçe başlıkları üzerinde karşılıklı olarak yazılı
imzaya göre Gök medresenin mimarı Konyalı Kaluyan'dır (Kuban, 2002: 185).
Res.1.47. Sivas Gök Medrese (1271) (www.geziyerleri.org. Erişim Tarihi:
01.04.2013)
Gök Medrese “açık avlulu” dört eyvan şemasının uygulandığı, bugün bir
kısmı ayakta olmadığından, iki katlı olduğu iddia edilen bir medresedir. Plastik
sanatının şaheserlerinden olan taç kapıda mermer malzeme nedeniyle ışık gölge
sistemi genel görünümünü etkilemektedir. Selçuklu yapılarında olduğu gibi taç
kapısı süslemelerine önem verilmiştir. Ayrıca sırlı tuğla ve mavi çini işçilikli tuğla
örgülü minareler de taç kapıya daha da önem kazandırmaktadır. Cephenin solunda üç
dilimli kemeri, iki satırlık kitabesi ve üç yönü dolaşan geometrik bordürüyle çeşmesi
cepheyi daha da hareketlendirmiştir. Bu hareketliliği sağ ve sol tarafta bezemeli
pencereler ve bekitme kuleler tamamlamaktadır. Taç kapının üst iki köşesini de iç içe
girmiş hayvan başları doldurmaktadır. Koç, domuz, aslan, yılan, ejder başlarının
tanındığı bu kompozisyonda burç işaretlerinin kast edildiği iddia edilmektedir.
Türklerin on iki hayvanlı takvimlerinde de bu hayvanların bir kısmı mevcuttur
(Kuban, 2002: 185).
66
Minare kaidelerinden aşağı doğru inen mermer yüzeyde büyük boyutlarda
geometrik, yazı ve bitkisel motifler simetrik durumda ve plastik görünümünde
yapılmıştır.
Medreseye girişte sağda mescidi bulunmaktadır. Ahşap minberi sonradan
yapılmıştır. Mihrabın büyük bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Çini ile kaplı
olup üzerinde Ayet-el Kürsi yazılıdır. Geçişin üçgenler ile sağlandığı mescidin
kubbesi ve etekleri de çini tezyinatlıdır.
Girişin solundaki kare planlı kubbeli oda ise Dar-ül Hadis bölümüdür. İç
duvarları sıvanmıştır. Üzeri açık dikdörtgen planlı iç avlunun ortasında bir havuzu
olması gerekir. Bugün yapının içinde bu havuzun mermer taşları hala durmaktadır.
Anadolu’da bilinen en büyük Selçuklu havuzudur. Onikigen planlıdır (Kuban, 2002:
187).
Avlunun kuzey ve güneyinde altı sütun üzerine inşa edilmiş bir revak kısmı
bulunmaktadır. Bu revakların gerisinde küçük kapılardan hücrelere girilir. Doğu
yönündeki ana eyvanı yıkılmış yerine mevcut taş ve kitabelerle bir duvar örülmüştür.
Kuzey ve güneydeki yan eyvanların içi çini tezyinatla süslüdür.
13. yüzyılın ikinci yarısından sonra Anadolu Selçuklu tarihinde imar
faaliyetleri ve dönemin kültür hayatı ile önemli bir devresi olarak görülür. Bu
yüzyılın içerisinde Buruciye Medresesi, Gök Medrese ve Çifte Minareli Medrese gibi
taş, tuğla ve çini sanatının Anadolu’da en önemli yapıtları meydana getirilmiştir. Söz
konusu medreseler mimari ayrıntıları, özellikle giriş cepheleri yönünden birbirlerine
oldukça benzerlik göstermektedir ( cumhuriyet.edu.tr, 2012).
67
1.8.2. Osmanlı Döneminde medrese mimarisi
Osmanlı döneminde ilk medrese Orhan Bey zamanında 1330 yılında İznik’te
açılan Orhan Gazi Medresesi’dir. Daha sonra Osmanlı Devleti sınırlarının
genişlemesiyle beraber Bursa ve Edirne başta olmak üzere pek çok şehirde
medreseler açılmış, İstanbul'un fethinden sonra üst seviyedeki eğitim kurumları
başkentte yoğunlaşmıştır.
1331-1451 yılları arasında 82 adet medrese kurulmuştur. 1463-1471 yılları
arasında kurulanlara Fatih medreseleri ya da Sahn-ı seman medreseleri denilir. 15501557 yılları arasında kurulanlara ise dönemin Süleymaniye medreseleri denmektedir
Erken dönem Osmanlı medreseleri, çoğunlukla bağımsız birer yapı olarak
düşünülmüştür.
Ancak, ilk kez bu dönemde, cami ve medresenin birlikte
planlandığı; her iki yapının aynı avluyu ortaklaşa olarak kullandıkları örnekler inşa
edilmeye başlanmıştır. Erken dönem Osmanlı medreselerinin tümünün, düzgün
dikdörtgen bir plan şemasına sahip oldukları görülmektedir. Düzgün dikdörtgen
örneklerin yanı sıra, çokgen, kare veya L ve U şekilli bir alan üzerine oturan
medreselere de rastlanmaktadır. Dershane mekânları, çoğu örnekte, medrese
kütlesinden dışa taşıntı yapmaktadır. Bu dönem medreselerinin önemli bir
bölümünde mekânların, avlunun dört kenarını kuşatmadığı, bir veya iki kenarın boş
bırakıldığı görülmektedir. Avlunun bir kenarının boş bırakıldığı bazı örneklerde, bu
kenar bir çevre duvarıyla kapatılmış, bazılarında ise, avlu, tamamen dışa açık
bırakılmıştır. Bu dönemde, kapalı avlulu medrese şemasının pek tercih edilmediği;
günümüze ulaşabilmiş medreselerden önemli bir bölümünün açık avlulu olduğu
görülmektedir. Avlunun iki, üç veya dört kenarında yer alan revaklar, sütun veya
payelerle taşınmaktadır. Özellikle, 15. yüzyıl sonlarına doğru inşa edilmiş
medreselerde, taşıyıcı olarak sütunun tercih edildiği gözlenmektedir. Bu dönem
medreselerinin en önemli özelliklerinden biri de, revak birimlerinin çoğunlukla,
kubbelerle örtülmesidir.
Erken dönem Osmanlı medreselerinde en dikkat çekici yenilikler, öğrenci
hücrelerinde
görülmektedir. Bu dönem medreselerinden çoğunun öğrenci
68
hücrelerinde, birer ocak nişi ve dışa açılan normal boyutlu pencereler vardır. Ayrıca,
Osmanlı öncesi Anadolu medreselerinde öğrenci hücrelerinin üzerini örten tonozun
yerini, kubbenin aldığı gözlenmektedir. Osmanlı medreselerinde dershane için
ayrılmış tek bir mekân vardır. Bu, ya bir dershane eyvanı ya da kapalı bir dershane
mekânıdır. Osmanlı öncesi Anadolu medreselerinde görülen, ana eyvan ve iki
yanındaki birer büyük mekândan oluşan kompozisyona ise, bu dönem medreselerinin
hiçbirinde rastlanmaz. Bir grup medresede, ders yapmaya uygun büyük bir mekânın
dahi bulunmadığı görülmektedir.
Medrese örneklerinin önemli bir bölümünde, dershane eyvanı ve/veya kapalı
dershane mekânları, bulundukları cepheden kısmen ya da tamamen dışa taşıntı
yapmaktadır. Bu mekânlar, birkaç örnek dışında birer kubbeyle örtülüdürler.
Osmanlı öncesi Anadolu medreselerinin tümünde bulunan ve sayıları bir ile
dört arasında değişen eyvana, erken dönem Osmanlı medreselerinden bazılarında hiç
rastlanmaz. Örneklerde, mescid ya da türbe için ayrılmış özel bir mekân yoktur.
Ancak, bazı medreselerde, dershane eyvanı ve/veya kapalı dershane mekânının
mescid olarak kullanıldığı, bu mekânlarda yer alan mihraplardan anlaşılmaktadır
(Demiralp,1999: 195).
Osmanlı medreselerinde taçkapı, yapının çarpıcı bir unsuru olmaktan
çıkmıştır. Bazı medreselerin girişleri, basit bir açıklıktan ibarettir. Osmanlı öncesi
dönem taçkapılarını anımsatan, arkaik karakterli birkaç taçkapı örneğinde de, dikkate
değer herhangi bir süsleme mevcut değildir. 15. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen bir
grup medresede ise, taçkapının, dışa açılan bir eyvanın gerisine yerleştirildiği
gözlenmektedir.
Örneklerden birkaçında, medresedeki diğer mekânlardan farklı, küçük ve
korunaklı birer mekân bulunmaktadır. Bu mekânların işlevleri kesin olarak
bilinmemekle birlikte, kütüphane olarak tasarlanmış olabilecekleri akla gelmektedir.
Osmanlı öncesi dönemde, hemen hemen tüm medreselerde bulunan çatıya
çıkış merdivenleri, bu dönem medreselerinde yoktur. Beylikler döneminden itibaren,
69
Anadolu Türk mimari süslemesinde görülen sadeleşme, erken dönem Osmanlı
medreselerinde de hissedilmektedir. Bu dönem medreselerinin basit süslemeleri,
taçkapı, avlu revakı, dershane eyvanı ve kapalı dershane mekânı ile kapı ve pencere
alınlıklarında yoğunlaşmaktadır. Taş süslemeler, Tuğla-taş duvar süslemeleri ve Çini,
çini-mozaik ve sırlı tuğla süslemeler olmak üzere üç ana grupta toplanabilen bu
süslemelerde, bitkisel ve geometrik örneklerle, yazı şeritleri kullanılmıştır.
Özellikle Klasik Osmanlı Döneminde Osmanlı hükümdarları ve devletin önde
gelen kişileri yaptırmış oldukları camilerin yanına medreseler de eklemişlerdir. 15.19. yüzyıllar arasında İstanbul’da beş yüzden fazla medrese olduğu söylenmektedir.
Medreseler mimari olarak derslerin yapıldığı dershane ile öğrencilerin barındığı
hücrelerden meydana gelmiştir. Ayrıca şadırvan, gusülhane, tuvalet gibi birimler de
onlara eklenmiştir. Medrese dershane ve hücreleri çoğunlukla kare planlı olup,
üzerleri kubbe ile örtülmüştür. Bazı medreselerde hücrelerin arasına eyvanlar da
yerleştirilmiştir.
Medrese planları incelendiğinde hücrelerin dizilişi, dershane ile olan
bağlantılarının çeşitlilik gösterdiği de görülmektedir. Bu bakımdan medreseler yan
yana tek dizi, karşılıklı iki dizi, L planlı, U planlı, dikdörtgen planlı, sekizgen
planlı olmak üzere gruplara ayrılmışlardır. Bununla beraber arazi konumundan
ötürü zorunlu koşullarda da yeni plan şemaları da uygulanmıştır.
Klasik dönem sonrası 17. ve 18. yüzyıllarda Osmanlı medreseleri mimaride
görülmeye başlanan ve “Batılılaşma dönemi” olarak ifade edilen mimari anlayıştan
diğer yapı türlerinde olduğu gibi etkilenmiştir. 17.ve 18. yüzyıllarda geçmiş
deneyimlerle yeni bir sentezin oluşturulduğu Osmanlı medreseleri, genel olarak
dikdörtgen bir avlu etrafında yer alan medrese hücreleri, revak ve dershaneden
oluşan düzenlemelerdir. Osmanlı medreselerinin temel bileşenleri olan bu unsurlar,
Beyliğin kurulduğu 14. yüzyıldan 18. yüzyıl sonuna kadar değişik çözümlemelerle
denenmiş bir üslup birliği göstermektedir.
Erken Osmanlı döneminden itibaren külliyenin bir parçası ya da bağımsız
olarak yaptırılan medreseler, 17. ve 18. yüzyılda değişen külliye anlayışı içerisinde
70
ve yine bağımsız olarak tasarlanmışlardır. 17. yüzyılda ortaya çıkan küçük külliyeler
ya da medrese merkezli külliyeler olarak isimlendirilen külliye şeması, 18. yüzyılda
da benimsenerek uygulanmıştır.
Ayrıca bu dönemde caminin merkez alındığı geometrik düzen uygulamalı
külliye anlayışı değişime uğrayarak devam etmiştir. Klasik dönemden farklı olarak
yapıların yerleştirilmesinde uygulanan geometrik düzen ve dik açıların bozulduğu,
serbest düzende arazinin topografyasına uygun değişik fonksiyonlu yapıların
oluşturduğu şemalar benimsenmiştir.
Medreseler, külliyenin bir parçası veya bağımsız olsa da şemanın
uygulanması açısından bir fark gözetilmemiştir. 17. ve 18. yüzyılda medreselerin
şemasını belirleyen üç temel unsur avlu, hücre dizilişi ve dersane ilişkisinde
geleneksel özellikler ve biçimsel kaygıların dikkate alındığı tasarımlar söz
konusudur. Bu tasarımlar; 1) U plan, 2) L plan, 3) Dikdörtgen plan, 4) Tek sıra
hücrelerden oluşan plan, 5) Karşılıklı iki sıra hücrelerden oluşan plan, 6) İki katlı
karşılıklı hücrelerden oluşan plan, 7) Belirli bir şemaya girmeyen uygulamalardır
(Köşklü, 1999).
Osmanlı medrese mimarisinde “U” planı, bu dönemde de geliştirilerek en
fazla benimsenen şema olmuş, daha sonra yukarıda verdiğimiz sıra ile diğer plan
tiplerinde medrese örnekleri uygulanmaya devam etmiştir.
17.ve 18. yüzyılda medreseler daha önce olduğu gibi bir avlu etrafında
şekillenen plan tipleri ile değişik özellikler göstermektedir. Bu dönemde medrese ya
külliye içerisinde veya bağımsız planı ile sınırlandırılmış bir iç avlunun etrafında
şekillenmiş ya da medrese külliye içerisinde diğer yapılarla birlikte avlu duvarları ile
yarı özel bir avlu mekanında bulunmaktadır. Medreselerde avlular genellikle
dikdörtgen planlıdır. Az sayıda kare ve yamuk planlı avlu şekilleri de görülmektedir.
17.ve 18. yüzyıl medreselerinde de en önemli temel birim olan hücreler erken ve
klasik dönemden beri süregelen özelliklerini korumaktadır. Medrese hücreleri kare
ya da dikdörtgen planlıdır.
71
Osmanlı medrese mimarisinin en önemli temel bileşenlerinden biri olan
dershaneler 17. ve 18. yüzyıl medreselerinde de işlevsel ve yapısal olarak geleneksel
özelliklerini korumaktadır. Hücrelere bitişik veya hücrelerden ayrı (bağımsız) olarak
tasarlanan dershaneler işlevsellik, arazi yapısına uygun tasarım ve medresenin
tipolojisinden kaynaklanan biçimsel özelliklerle şekillenmiş olmalıdır. Bu dönem
medreselerinde dershane kare planlı, sekizgen planlı ve daha çok Anadolu
örneklerinde dikdörtgen planlı olmak üzere üç tipte ele alınmıştır (Köşklü, 1999).
17. ve 18. yüzyıl medreselerinde hücre örtüsü kubbe ve tonozdur. Bazı
medreselerde hücrelerin genel örtü şekli kubbe iken bir veya iki hücrede tonoz ile
örtülebilmektedir. Üzeri kubbe ile örtülü hücre daha çok İstanbul medreselerinde,
tonoz ile örtülü hücre Anadolu medreselerinde benimsenmiştir. Tonoz örtü, İstanbul
medrese hücrelerinde kubbenin yanında ikinci derecede uygulanan bir örtü şekli
olarak görülmektedir.
17. ve 18. yüzyıl medreselerinde dershanenin üzeri genellikle kubbe ile
örtülüdür. Az da olsa Anadolu örneklerinde tonoz ile örtülü dershane örnekleri de
bulunmaktadır.
Yapının ana mekanı kubbe, kemerli bir düzenleme ile ana mekana açılan giriş
bölümü, ortada aynalı tonoz, yanlarda iki küçük kubbe ile örtülerek dershane-mescit
üst örtüsünde değişik bir özelliğe işaret edilmektedir.
18. yüzyıl medreselerinde de revak örtüsü genellikle kubbedir. Kubbenin yanı
sıra tonoz ile örtülü revak düzenlemelerine de rastlanmaktadır. Bu dönem
medreselerinde kubbe ile örtülü olan hücre, dershane ve revakın tamamında yaygın
geçiş öğesi pandantiftir (Köşklü, 1999).
17. ve 18. yüzyıl medrese revaklarında genellikle sivri kemer kullanılmıştır.
Sivri kemerin yanında Batılılaşma etkisiyle mimarimize sızan yuvarlak kemer,
etkileşimin bir sonucu olarak görülen ayrıntılardan biridir.
17. ve 18. yüzyıl medrese revaklarında genel olarak sütun az olarak da paye
uygulanmıştır. Sütun başlıkları baklavalı, mukarnaslı ve Barok etkili değişik başlık
72
formlarında ele alınmıştır. Özellikle yüzyılın ikinci yarısına doğru yapılan
medreselerde barok üslubun yeni başlık formları ile medrese revaklarında etkili
olduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle batılılaşma dönemini kendine has biçimlerle
kaynaştıran sütun başlıkları medreselerde bu etkinin en çok yoğunlaştığı
ayrıntılardandır. Başlıklar dört köşede stilize volütler ve bu volütlerin altında boncuk
motifleri ile motif aralarında S şeklinde süslemelerden oluşan bir form gösterir.
17. ve 18. yüzyıl medreselerinde hücre ve dershane mescit cepheleri değişik
pencere düzenlemeleri ile hareketlendirilmiştir. Medreselerde hücre ve dershaneler
pencere formları ile değişiklik gösterdiği gibi pencere formunu belirleyen
çerçevelerde de farklı malzeme uygulama yoluna gidilmiştir (Köşklü, 1999).
18. yüzyıl medreseleri de oldukça sade yapılardır. Aslında bezemesel
anlamda sade olan medreselerde yapısal unsurların bir araya gelişinde bir hareket ve
renklilik vardır. Medreselerde bezemenin doğrudan uygulandığı alanlar sınırlıdır.
Avlu ve dershane giriş kapıları, revaklarda kilit taşları, dershane içerisinde kalem işi
kompozisyonlar ve mihraplar üzerinde yapılan bezemeler klasik ve batılılaşma
döneminin özelliklerini yansıtan bir yaklaşımla ele alınmıştır. Kompozisyonlarda
klasik dönemin motifleri devam ederken özellikle çiçek ve yaprak motifleriyle
oluşturulan düzenlemelerde batılılaşma döneminin etkileri hissedilmektedir.
Lale Devrinin natüralist görünüşlü çiçek motifleri ile dönemi belirleyen zevk
değişimi yansıtılmaktadır. Dershane-mescit kalem işi süslemeleri panolar halinde
düzenlenmiş vazo içinde çeşitli çiçeklerden oluşan buketler, madalyonlar içerisinde
çeşitli çiçek ve yaprak motiflerinden oluşan düzenlemeler Lale Devrini simgeleyen
lale motifinden oluşan lale buketi, çiçek yaprak ve kıvrık dallardan oluşan kuşaklar
naturalist üslubun Lale devrine özgü çeşitlemeleridir. Yüzyılın ortalarına doğru
kalem işi süslemeler de Lale Devrinin natüralist çiçek motifleri barok ve rokoko
üslubun etkisiyle şekil değiştirmiştir. Bu sistemde stilize çiçek motifleri S ve C
kıvrımları, kartuşlar, plastik görünüşler ile yüzeylerde hareketli bir kompozisyon
anlayışı görülür.
73
Kapı formları 17. yüzyıl medreselerinde sade bir görüntü verirken, 18. yüzyıl
başlarında klasik dönem motiflerinin devam ettiği düzenlemelerde hareketli kemer
formları ve plastik görünüşler Barok etkilerle şekillenmektedir. Özellikle süslemede
tutkulu bir dönemi ifade eden Lale Devri üslubu döneme paralel olarak daha çok kapı
formlarında etkili olmuştur.
18. yüzyıl ortalarına doğru Barok ve Rokoko kapı form ve bezemesinde de
etkilidir. S ve C kıvrımları ile oluşturulan barok ve rokoko etkili kemer formları,
plastik görünüşlü stilize çiçek motifleri bu dönem dershane-mescit giriş kapılarını
bezeyen unsurlar arasında dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak; Osmanlı medrese mimarisi 17. ve 18. yüzyılda geleneksel
özelliklerini korumaktadır. Bu dönemde değişen külliye anlayışı ve özellikle 18.
yüzyılda batılılaşma olarak ifade edilen değişim rüzgarı medrese şemalarında yeni alt
tiplerin oluşumunda etkilidir (Köşklü, 1999).
Bu da doğrudan bir değişikliğe uğramayan medreselerin ayrıntılarda farklı
özellileri
ile
medreselerde
vurgulanmasını
kemer,
sütun
sağlamaktadır.
başlığı,
taş
ve
Genellikle
sade
yapılar
mermer
süsleme,
olan
kalem
işi
kompozisyonları gibi bezemesel özellikler batılılaşma dönemine paralel bir gelişim
göstermektedir (Köşklü, 1999).
Başlangıçta bütün eğitim faaliyetlerinin yapıldığı kurum olan medreseler,
Tanzimat Döneminde yeni mesleki okulların açılması ile sadece din eğitimi verilen
okullar haline getirilerek eski önem ve kalitesini yitirmiştir (wikipedia.org., 2013).
74
1.8.2.1.Osmanlı Döneminden medrese örnekleri
1.8.2.1.1.Süleymaniye Medreseleri (Eminönü)
Süleymaniye’de Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) 1550–1557 yılında
yaptırmış olduğu külliye cami, medreseler, türbeler, hamam, imaret, darülkurra,
darüşşifa, tabhane, sıbyan mektebi, arastalardan meydana gelmiştir (Res. 1.48.)
Külliyenin mimarı Mimar Sinan’dır.
Yapı topluluğunun meyilli bir arazide oturtulması için arazinin meyline
uydurularak medreselere en üst kottan girilmiş ve bu kota dershaneler
yerleştirilmiştir. Hücrelerin önüne kademeli revaklar yerleştirilmiş, revak dışındaki
yerlere de iki yandan merdivenlerle inilmiştir. Avluya doğru bir cumba ile uzanan
dershanelerin altına da birer çeşme yerleştirilmiştir. Medreselerde 21’er hücre, birer
nişli medrese odası ve tuvaletler bulunmaktadır. Medrese hücreleri kare planlı olup,
üzerleri kubbe ve tonozlarla örtülmüştür. İçlerine ocak nişleri ile dolap yerleri
eklenmiştir. Ayrıca bunlar önlerindeki revaklara ve dışarıya dikdörtgen söveli birer
pencere ile açılmıştır.
75
Res.1.48.
Süleymaniye
Külliyesinden
(www.hsnymn.blogcu.com. 02.04.2013).
genel
bir
görünüm
Süleymaniye Medreseleri kesme taştan, avlu etrafında sıralanmış medrese
hücreleri ile dershaneden meydana gelmiştir. Simetrik düzende bir iç avlu ile
birbirlerinden ayrılan Salis ve Rabi medreseleri Osmanlıların yapmış olduğu
medreseler içerisinde mekân yönünden en zengin kuruluşlardır. Caminin girişinin
batısında Salis, güneyinde de Rabi medresesi yer almaktadır. Bu medreselerin altında
dükkânları ile Tiryaki Çarşısı bulunmaktadır. Bu medreseler kare planlı bir avlunun
çevresinde, kare planlı olarak yapılmışlardır. 20 medrese hücresi önlerindeki kubbeli
revakların arkasına simetrik olarak sıralanmıştır. Rabi ve Salis medreseleri birbirine
simetrik düzende yerleştirilmiştir.
Darü’l-Hadis Medresesi külliyenin cami mihrabının karşısında yapılmıştır.
Kesme taştan yüksek kubbesi ile dikkati çeken bu bölümde Hadis ilimleri ile ilgili
eğitim verilmekte idi. Caminin girişinin doğusunda Evvel, kuzeyinde de Sani
Medresesi bulunmaktadır. Dar bir yolun iki tarafına simetrik olarak yerleştirilen bu
medreselerin altında öğrenci hücreleri bulunmaktadır. Bu yapılarda 23 hücre bir
dershane, tuvaletler ve müderrisler için bir ev bulunmaktadır.
Tıp Medresesi, yapı topluluğuna 1552 yılında eklenmiş olup, Darü’l-Hadis ve
Salis medreselerinin arasındadır. Bu medrese de dükkânlar üzerine oturtulmuştur.
Tiryaki Çarşısının doğusunu oluşturan bu medresenin arkasına doğumevi
yapıldığından özgün durumu hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Günümüze bu
medreseden yalnızca Tiryaki Çarşısı üzerindeki bir sıra hücresi gelebilmiştir.
76
1.8.2.1.2. İstanbul Beyazıt Medresesi (Eminönü)
İstanbul Eminönü ilçesi, Beyazıt Meydanı’nda Sultan II. Beyazıd’ın (1481–
1512) yaptırmış olduğu külliye cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, tabhane,
hamam ve kervansaraydan meydana gelmiştir (Res.1.49.).
Külliyenin yapımına
1500 yılında başlanmış, 1505 yılında da tamamlanmıştır. Mimar Hayreddin’in
eseridir.
Sultan II. Beyazıd Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan medrese camiden
biraz daha uzakta, bağımsız bir yapı olarak yapılmıştır. Sultan II. Beyazıd
Vakfiyesinde bu medresenin ismine rastlanmamıştır. Ancak, Osmanlı arşivinde
bulunan 1506 tarihli bir belgeden medresenin caminin yapımı bittikten sonra
yapıldığı öğrenilmiştir. Bu belgeye göre de medresenin mimarı Yusuf Bin Papas,
bina emini de Solakoğlu Ali’dir. Buna dayanılarak medresenin 1507 yılında
yapımının tamamlandığı sanılmaktadır (tarihtarih.com, 2013).
Kesme taştan yapılmış olan medrese 44.00x36.60 m. ölçüsünde dikdörtgen
planlıdır. İç avlunun çevresini üç taraftan kubbeli revaklar çevrelemektedir. Buradaki
revakların kemerleri taş payeler üzerine oturtulmuştur. Avlunun dördüncü kenarında
dershane-mescit bulunmaktadır. Dershanenin üzeri 7.40 çapında bir kubbe ile
örtülmüştür. Medresenin bütününde kesme taş kullanılmış olmasına rağmen dershane
taş ve tuğla dizilerinden meydana gelmiştir.
Medresenin giriş kapısı sivri kemerli büyük bir eyvan içerisindedir. Bu
eyvanın üst kısmında da camilerdeki giriş kapılarına benzer silmeler bulunmaktadır.
Medresenin revakları arkasında kare planlı, üzerleri kubbeli 20 odası vardır. Odaların
içerisinde ocak, dolap ve dışa yönelik pencereler bulunmaktadır. Medrese avlusunda
bir şadırvana yer verilmiştir. Ayrıca bu avluda bir de güneş saati bulunmaktadır.
Medrese yapımından kısa bir süre sonra 1509 depreminde zarar görmüş,
büyük bir bölümü yıkılmış, ardından onarılmıştır. Osmanlı eğitiminde önemli bir yeri
olan bu medresede şeyhülislâmların ders verdikleri kaynaklardan öğrenilmektedir.
Ayrıca devrinin ünlü kişilerinden Zembilli Ali Efendi, İbni Kemal de burada ders
vermiştir (tarihtarih.com, 2013).
77
Res.1.49. İstanbul, Beyazıt Medresesi (Eminönü) (www.hsnymn.blogcu.com.
02.04.2013 )
78
1.9. Hanlar (kervansaraylar)
Hanlar ve kervansaraylar tüccarların, iş adamlarının, yolcuların hayvanları ve
eşyaları ile birlikte kalabilecekleri ve onlara yatacak güvenilir bir yer ve yiyecek
sağlayan yapılardır (Turan, 1946: 471). Her iki yapı türünün de aralarında yapısal
yönden kesin bir farklılık olmayıp yalnızca ifade ediliş yönünden kimi yerde han
kimi yerde kervansaray olarak belirtildikleri görülmektedir.
1.9.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde han (kervansaray) mimarisi:
Hanlar (kervansaraylar), içerisinde genellikle develiği, at ahırı, harem odaları,
haremin ortasında büyük bir havuzu, kileri, imareti yer alan yapılardır. Bulundukları
alana uygun olarak yapılan, bunun için de muntazam plan ve cephelere sahip
olamayan hanlar genellikle, zemin kat üzerine bir kat şeklinde iki katlı olarak inşa
edilmişlerdir ve revaklı bir iç avluları vardır. Sadeliğin hakim olduğu taş ve tuğla
malzemeden inşa edilen yapılarda, çoğunlukla zemin kat depolara, üst katlar ise
ikamete veya bürolara ayrılmıştır (Akozan: 1963:135).
Türklerin yapmış olduğu hanlar başlıca üç tiptir: Bunlardan birinci ve ikinci
tip hanlar çoğunlukla büyük yollar üzerinde kurulmuştur. Buna göre bu hanlarda
daha çok geçici yolcuların ihtiyaçları göz önünde bulundurulmuştur. Üçüncü tip
hanlar şehirlerde kalanların ihtiyaçlarını karşılamak düşüncesiyle yapılmıştır. Bu
bakımdan bu hanlar birinci ve ikinci tipin çok gelişmiş bir şeklidir.
Birinci tip hanlar kare veya dikdörtgen biçiminde yapılardır. Bu yapılarda
yolcular kendilerine zeminden yükseltilmiş yatacak yer, ocak ve bölme bulurlar.
Bundan başka yüklerini zemin seviyesinde hanın ortasında bir yere indirirler,
hayvanlarını da yakın bir yere bağlarlar (Akalın: 2002: 301).
İkinci tip hanlar, birinci tipin gelişmiş bir şeklidir. Bu tipte, yolcuların geceyi
geçirmelerine tahsis edilen salonun önüne bir avlu ve bu avluyu üç taraftan
çevreleyen ve avlunun üç iç cephesini teşkil eden yapılar ilave edilmiştir. Hanın bir
79
kapısı vardır. Avlunun bir yanında arabalık ve ahırı, öbür yanında hamam veya
odalar ve kapının sağında ve solunda da konaklama hizmeti için odalar yer alır.
Avlunun ortasında ise bir çeşme veya mescit vardır. Bu tip hanlarda yolcuların
yatması için ayrı bir salon bulunur. (istanbulkulturenvanteri.gov.tr, 2013).
Üçüncü tipteki hanlar ise, tamamıyla Osmanlı devrinde yapılmış şehir içi
hanlarıdır. Bunlar ikamet bakımından büyük bir gelişme gösterirler. Zemin katları
tamamıyla depo ve ahırlara ayrılmıştır. Bu tip hanlar iki katlı direkli ve kemerli bir
galeriyle çerçevelenmiş, kare veya dikdörtgen bir avlu veya birkaç avlu etrafında
toplanmış yapılar olarak görülür (tarih.sitesi.web.tr, 2013).
Kesmetaş veya moloz taş malzemenin kullanıldığı kervansaraylar her türlü
saldırıya karşı koyabilecek sağlam duvarlar, burçlar ve kulelerle birlikte ele
alınmıştır. Bu yapılar genellikle önde bir açık avlu, arkada daha dar, kapalı bir hol
bölümünden oluşur. “Sultan hanı” adı verilen şemaya sahip yapılarda avlunun
merkezinde Köşk Mescit yer almaktadır. Mescit bazen girişin üzerindedir, açık
avluda eyvan sayısıyla, kapalı holün bölüm sayısı değişebilmektedir. Bazı hanlarda
sadece açık avlu etrafında eyvanlı bir düzen vardır. Selçuklular ticaretin gelişmesi
için, 30-40 km’lik mesafelerden oluşan menzillerde kervansaraylar yaptırmışlardır.
Buralarda konaklayan yolcu ve tacirlerin güvenliği sağlanmıştır (felsefeekibi.com,
2013)
Kervansarayların, Osmanlı döneminden önce ele alınan Beylikler döneminde
çok fazla örneği yoktur. Selçuklulardaki menzil hanları tipinden çok, daha sonra
Osmanlı döneminde olduğu gibi, şehir içi hanları yaygındır. Bu dönemlerde
kervansaraylar şehir içinde, şehir dışında yollar üzerinde olmak üzere iki ayrı
çevrede gelişmiştir.
80
1.9.1.1.Anadolu Selçuklu Döneminden Bir Han Örneği: Sultan Han (Res.1.50.)
Sultan Han, Aksaray'da kendi adıyla anılan Sultanhanı kasabasındadır.
Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılan eser 1229
yılında tamamlanmıştır. Mimarı Şamlı Muhammed bin Havlan'dır. 4800 m² alana
yayılan alanı ile Anadolu'daki en büyük Selçuklu kervansarayıdır. Klasik Selçuklu
kervansaray şemasının örneklerindendir. Avlusunda yer alan Köşk Mescit en dikkat
çeken bölümdür. Açık ve kapalı kısmın taçkapılarında yoğun bir bezeme göze çarpar
(Durukan, 2007:141).
Anadolu’da İlhanlıların Selçuklu’ya egemen olduğu dönemde isyan eden
Türk emirlerinden İlyas Bey’in,
Aksaray yakınlarındaki Sultan Alâaddin
Kervansarayı’na sığınarak, İrenç'in emrindeki 20.000 kişilik İlhanlı ordusuna iki ay
süreyle direndiği ve ele geçirilemediğine ya da Memluk sultanı Baybars’ın Anadolu
seferi sırasında Sultan I. Alâaddin Kervansarayı'nda konakladığı ve ordusunun
ihtiyaçlarını karşıladığına ilişkin kayıtlar, Selçuklu savunma sistemi kapsamında
kervansaray yapılarının gerektiğinde kale ya da menzil-derbent işlevinde
kullanıldığını ortaya koymaktadır.
Res. 1.50. Sultan Hanı (www.forumacil.com. Erişim Tarihi: 18.08.2013)
81
Han, 1278’de II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından genişletilmiştir. Yazlık
kısmının geometrik şekillerle süslenmiş muhteşem bir taçkapısı vardır. Han içinde
bulunan tüm yapı özellikleri itibariyle Sivas’taki Gök Medrese'ye benzemektedir.
Sivri kemerin hemen altında "Elminnetül Lillah" yani "Kudret Allah'ındır" duası
yazılıdır (Durukan, 2007:142).
Kervansarayın ilk kitabesinde mukarnaslı dış kapı nişini çeviren süs
kemerinin iki tarafında altıgen madalyonlar içinde sağda ve solda yer almaktadır.
Uzun bir dehlizden geçtikten sonra avluya varılır. Burada arabalara mahsus revak
şeklinde yerler, sol tarafında ise kemerli ve yolculara mahsus odalar, salonlar, iki
hamam ve ambarlar vardır ( Res.1.51.-1.52.).
Res. 1.51.-1.52. Sultan Hanı iç görünüm (www.forumacil.com. Erişim Tarihi:
18.08.2013).
82
Basık kemerli bir kapıdan girilince kışlık kısma geçilir. Üstü tonozla örtülü
bu kısmı kare kasetli dört kısa, sekizer ayak dizisi, beş sahana ayırmaktadır. Ortadaki
sahan diğerlerinden daha büyük ve geniştir. Tam ortadaki yerin yukarısı
pandantiflerle sekiz kenarlı kasnağa oturan bir kubbe ile örtülmüştür. İçeriyi kubbe
feneri ile duvarının sağına ve soluna dörder, dipteki duvarda ise, üç olmak üzere
yukarılara açılmış mazgal biçiminde iki pencere aydınlatmaktadır. Bunlardan başka
ışık ve hava alacak yeri yoktur (Durukan, 2007:143).
Kesme taş malzemeyle, yığma duvar tekniğinde inşa edilen yapının mermer
taçkapısı (Res.1.53.) cephe köşelerinde yükselen iki kule arasında, oldukça ihtişamlı
görülmektedir. Taçkapı dört bordürden oluşmaktadır. İlk çerçeve çeşitli şekiller
yapan kırık hatlardandır. İkinci ince çerçeve, uzun kenara paralel rastlayan her
dirseğin bir yuvarlak ilmik atıp devam etmesidir. Üçüncü olarak bir kaval silme
bulunur ki üzeri zigzaglarla enine yivlenmiştir. Dördüncü çerçevede ise dalgalı ince
yivlerden meydana gelen bir zemin üzerinde palmetlerin oluşturduğu bir friz vardır.
En geniş çerçevede 10-12-16 kollu yıldızlar yer almaktadır. İç yan nişler birer
taçkapı mahiyetindedir. Kemer çift renkli taşlardan ve yuvarlaktır. Yuvarlak kemerin
üstünde iki renkli taşlardan Suriye düğümü yer alır. İç taçkapı denilen iç avludan
kapalı kısma açılan ikinci bir taçkapıda çerçeve, dört bordürden ibarettir. Bunların
ikisi, esas geniş tezyinat şeridini iki yanından takip etmektedir. En dışta iri bir
geçmeden sonra, zigzag silmelerin daha zengin bir şekli gelmektedir. Avlunun
ortasında dört kemer üstündeki köşk mescitte, dört kemeri takip eden tezyini şeritler
ve cephelerin çevresini dolaşan çerçeveler görülmektedir.
83
Res.1.53. Sultan Hanı taçkapısı (www.forumacil.com. Erişim Tarihi: 18.08.2013).
1.9.2.Osmanlı Döneminde han (kervansaray) mimarisi
Osmanlılar devrinde Selçuklulardan kalan yol şebekeleri genişletilip han ve
kervansaray inşası arttırılmış, fethedilen yerlerde yeni hanlar inşa edilmiştir. Bu
hanlar çoğunlukla taş ve tuğla malzemenin kullanıldığı kale gibi sağlam yapılardır.
Osmanlı Türkleri, Selçuklulardan aldıkları han geleneğini geliştirerek daha
ileri bir konaklama anlayışı ortaya çıkarmışlardır. Bunlarla alakalı belli bölge ve
alanlar oluşturmuşlardır. Örneğin, İstanbul’da hanların toplu olarak bulunduğu bir
alan vardır. Hanlar Bölgesi olarak adlandırılan bu coğrafi alan, liman bölgesinden
güneye Kapalıçarşı’ya kadar uzanan bir alandır.
84
İstanbul’da han inşası Fatih Devri’nde başlamış ve 20. yüzyılın başlarına
kadar sürmüştür. Fatih Dönemi’nde Vezir Mahmud Paşa tarafından Mimar Atik
Sinan’a yaptırılan ve İstanbul’un en eski hanı olan Kürkçü Hanı şehir içi hanlarının
özelliklerini göstermesi bakımından önemlidir.
İstanbul’da
16.
yüzyılda
han
ve
dükkânlarda
genellikle
ahşap
konstrüksiyonun kullanılması onların yok olmalarına neden olmuştur. Yangın veya
diğer sebepler dolayısıyla bu yüzyıl İstanbul hanlarından günümüze kalanlar pek
azdır.
17. yüzyıla gelindiğinde ise, bu yüzyılda klasik siluetini kazanan İstanbul’un
Eminönü, Beyazıt, Aksaray, Fatih semtleri deniz ve kara yoluyla gelen tüccarların,
mal ve para değişimini gerçekleştirdikleri bir alan olmuştur. Han olarak inşa edilen
yapılar özellikle Eminönü-Beyazıt arasındaki alanda 17 yüzyılın sonlarından itibaren
kalıcı çehreyi oluşturmuştur (vgm.gov.tr, 2013).
18. yüzyılda ise dönem hanlarının en önemli örneklerinin verildiği ve han
mimarisinin gelişiminin en yüksek noktaya ulaştığı görülmektedir.
17. ve özellikle 18. yüzyılda gelişmelerinin zirvesine varan İstanbul hanları
19. yüzyılda duraklama devrine girmiştir. Bu dönemde çok fazla han inşa
edilmemiştir.
Fatih Devri’yle başlayıp dört asır boyunca İstanbul şehir hayatında, kültürel
etkileşimde önem kazanmış olan hanlar 19. yüzyılda duraklamış, yüzyıl sonuna
doğru sosyal gelişmenin gereklerine uyarak gittikçe artan ticaret hayatının iş yerleri
halini almıştır.
85
1.9.2.1.Osmanlı döneminden bir örnek Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı
(Res.1.54-1.55 ).
Büdeyri Hanı’nın plan ve süsleme benzerliği nedeniyle 1890 tarihli Gaziantep
Kürkçü Hanı ile aynı yıllarda inşa edildiği tahmin edilmektedir. Bu nedenle Hanın
19.yüzyılın sonlarında yapıldığı düşünülmektedir.
Ancak Hanın enine dikdörtgen planlı ve kemerlerinin tümünün sivri kemer
oluşu da yapının “Batılılaşma Dönemi” olarak adlandırılan 18. ve 19.yüzyıldan
önceki bir tarihte yapıldığını göstermektedir. Bununla birlikte, Gaziantep’teki
hanların Osmanlı mimarisinin Batılılaşma etkisinde olduğu son yüzyıllarında inşa
edilse de klasik formları tekrarladığı görülmektedir.
Han, Osmanlı han mimarisi içinde “tek avlulu, iki katlı hanlar” grubuna
girmektedir. Klasik Osmanlı han mimarisinin birçok özelliklerini üzerinde toplayan
eser, sabunhane ve han olmak üzere iki bölüm halinde inşa edilmiştir. Her iki
bölümün üst katındaki mekanlar, yolcuların ikamet etmeleri amacıyla yapılmıştır.
Sabunhane ile hanın birer müstakil cümle kapısı mevcut ise de ikinci katta ara bir
geçitle birbirine bağlanmıştır. Bu plan özelliğiyle, Gaziantep’teki hanlar içinde tek
örnektir.
Hanın zemin katında, içte kareye yakın üstü açık bir avlunun etrafında,
sıralanan muhtelif hacimler, ön cephede ise dışa açılan tek katlı dükkanlar mevcuttur.
Doğudaki mekanların arkasında iki bölümlü ahır yer alır. Sabunhane kısmı, biraz
çarpık dikdörtgen plana sahip olan iç avluyu kuzey ve doğu taraflardan revakla
kuşatmakta olup, diğer mekanlar da bu hacme açılırlar. Avlunun üzeri, üstten kiremit
ile kapatılarak sabunhanenin daha temiz olması sağlanmıştır. Çeşitli müdahaleler
gören
yapı
günümüze
kadar
ayakta
(gaziantepikesfet.com, 2013).
86
kalabilen
sayılı
hanlardan
biridir
Res.1.54. Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı (www.gaziantepikesfet.com. Erişim
Tarihi: 28.03.2013)
Res.1.55. Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı iç görünüm (www.fotoatolye.com.
Erişim Tarihi: 18.08.2013)
87
1.10. Hamamlar
MÖ. 4. yüzyılda Yunanistan’da bedeni terbiye ve tedavi müessesesi
konumunda hamamlar bulunduğu bilinmektedir, ancak hamamların esas mimari
karakterini Roma çağında yakaladığı söylenebilir. Bu dönemde oldukça geniş alanlar
üzerine kurulan hamamlar, temizliğin yanı sıra sportif ve kültürel etkinliklerin de
merkezi olmuştur.
1.10.1. Roma döneminde hamam mimarisi
Romalılar hamamları, halkın ortak olarak kullandığı Gymnasium, kütüphane
gibi diğer yapılarla birleştirerek çok büyük mimari kompozisyonlar meydana
getirmişlerdir.
hacimleri
vardır:
soyunduktan
kısmı,
sonra
(Frigidarium)
Frigidariumda
egzersisleri
Roma
Roma
bazen
hamamlarının
(Apodyterium)
ilk
girilen
ılık
hacim,
sonra
bir
bulunur.
havuz
bölüm
döşeme
bakımından
soyunma
yıkandıktan
yapılabilecek
hamamlarının
fonksiyon
altındaki
(Caldarium)
soğuk
(Palestra)
yerleri,
suyla
Hamamla
de
çok
boşluklarda
belirli
(Tepidairum)
sıcak
hamam
yıkanılan
yerdir.
beraber
kere
ve
özel
jimnastik
düşünülmüştür.
duvar
içlerinde
borularda dolaşan sıcak hava ile ısıtılması tekniği sonradan Doğu Roma’da ve
Türklerde aynı şekilde kullanılmıştır.
Roma Hamamında ısınmış gazın döşeme altında oluşturulmuş bir
alt
yapıda
dolaşımını
sağlayarak,
hamam
içinde
ısıtmayı
sağlayan
sistem olan Hypokaust (Külhan) sistemi uygulanmıştır. Külhan bir ocak olarak
yapılmakta ve hamamın büyüklüğüne göre sayısı ve boyutları değişmektedir.
Külhanda ısınan baca gazının hamam altındaki bölümlere ulaşmasını sağlayan,
genelde kemer mimarisi ile yapılmasına karşın farklı uygulamaları da görülen kanal
sistemine ise “praefurnium” denir. Boyutlu kazanlara ise “ahena” adı verilir.
(restorasyonforum.com, 2013).
88
1.10.1.1.Roma Dönemi Hamam Örneği: Ankara Caracalla Hamamı
Roma’da hamam binası; heykel, yüzme havuzu, büyük bahçe ve
kütüphanelerin olduğu, spor yarışmalarının yapıldığı, bayramlarda şiir okunup, şarkı
söylenen büyük bir kompleks özelliğini taşımaktadır (Res.1.56.).
Kalıntıları hala
görülebilen bir Roma Hamamı olan Diclaotianus dünya tarihinde yapılmış en büyük
hamam olarak bilinmektedir. Roma uygarlığının yayıldığı tüm coğrafyada, İspanya,
İngiltere, Kuzey Afrika ülkeleri ve Anadolu’da Roma Hamamı
etkileri
görülmektedir. İmparatorluğun çöküşü ile hamam kültürü farklı uygarlıklarda devam
etmiştir.
Res.1.56.
Ankara
Roma
Hamamı
kalıntıları
(www.restorasyonforum.com. Erişim Tarihi: 02.04.2013)
M.S
212-217)
Roma Hamamı, Ulus Meydanı’ndan Yıldırım Beyazıt Meydanı’na uzanan
Çankırı Caddesi üzerinde, Ulus’tan itibaren yaklaşık 400 metre uzaklıkta, yolun
batısında, caddeden 2,5 metre kadar yükseklikteki bir plato üzerinde bulunmaktadır.
Hamamın bulunduğu bu yüksek alanın bir höyük olduğu bilinmektedir.
Burada Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık tarafından 1937 yılında kazılar yapılmış olup,
höyüğün Frig ve Roma Devri katları ortaya çıkarılmıştır.
Höyükte yapılan kazılar 1938-1939 yıllarında Müzeler Müdürü Hamit Z.
Koşay’ın nezaretinde sürdürülmüştür. Bu kazılar sonucunda ortaya çıkan Hamam
Binası, 1939-1943 yıllarında yapılan kazılarla da bütünüyle ortaya çıkarılmıştır. Bu
89
dönemdeki kazıları Türk Tarih Kurumu’nun destekleriyle, yine Hamit Z. Koşay’ın
bilimsel başkanlığında Arkeolog Necati Dolunay yönetmiştir. Kazının mimari
buluntularını Arkeolog Mahmut Akok değerlendirmiş ve daha sonra rekonstrüksiyon
planlarını çizerek kısmen de restorasyon çalışmalarını başlatmıştır.
Bugün Roma Hamamı olarak adlandırılan bu ören yerinin bir höyük olduğu,
aşağıdan yukarıya doğru Frig, Roma, kısmen de Doğu Roma, Selçuklu ve Osmanlı
dönemlerinde yerleşim gördüğü anlaşılmıştır. Eskilerin Çankırıkapı dedikleri bu ören
yerinde, bugün görülebilen Roma Çağı binaları arasında iki ayrı tesis ile
karşılaşılmaktadır:
1-Antik
Ankyra
şehrinin
sütunlu
yolundan
bir
kısım,
2- Roma Çağı Hamamı ve Palaestrasına ait binalar. Bunların etrafında da yine Roma
Devri’nden başka yapıların temel izlerine rastlanmıştır.
Tektosag Galatları’nın şehri olan antik Ankyra, Roma devrinde de Galatia’nın
başkenti olması ve doğudan-batıya geçen yolların birleştiği bir noktada olması
nedeniyle bu dönemde çok gelişmiştir.1937-1944 yıllarında yapılan kazılarla ortaya
çıkartılan bu muhteşem anıt, biri Palaestra, öteki kapalı hamam kısımları olmak üzere
iki bölümden oluşmaktadır. Burada yapılan kazılarda bulunmuş sikkelere dayanılarak
hamam; kazı başkanı tarafından Caracalla (M.S 212-217) devrine tarihlenmiştir.
Hafirin bu önerisi hamam yapımının sorumlusu ve kentin ileri gelen kişilerinden olan
Tiberius Julius Justus Julianus’un birkaç yazıtında da doğrulanmaktadır. Kazı
sırasında bulunan diğer sikkelerden anlaşıldığına göre, hamam yaklaşık beşyüz yıllık
bir
süre
içinde
devamlı
kullanılmış
ve
zaman
zaman
onarılmıştır.
Caracalla Hamamı’nın Çankırı Caddesi’ndeki girişi, sütunlu bir revak
kalıntısının çevrelediği geniş bir alana, Palaestra’ya, yani bir spor alanına açılır. Bu
revaklı avlunun bir kenarında 32 sütun olmak üzere bütün yüzünde 128 mermer
sütun bulunmaktadır. Bugün burada Roma devri Ankara’sından toplanan yazıtların
oluşturduğu zengin bir koleksiyon sergilenmektedir. Hamam binaları, bu Palaestra
kısmının hemen arkasında yer alırlar. Bu yapılar ender rastlanan bir büyüklükte olup,
her zaman olduğu gibi Apoditerium (soyunma yeri), Frigidarium (soğuk kısım),
90
Tepidarium (ılık kısım) ve Caldarium (sıcak kısım) bölümlerinden oluşur.
Tepidarium ve Caldarium bölümlerinden daha geniş olmasının nedeni, kuşkusuz
Ankara’nın soğuk kış mevsimi göz önüne alındığında kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Bunlar, etrafında ocaktan (külhan) gelen sıcak havanın rahatça dolaştığı tuğla
sütunlardan oluşan bir yer altı ısıtma tesisatı ile desteklenmiş ve yukarıdaki odalar da
böylelikle ısıtılmıştır.
1.10.2. Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde hamam mimarisi
Anadolu Türk hamamları hizmet verdikleri kitle açısından özel hamamlar ve
genel hamamlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Az sayıda kimsenin faydalandığı
hamamlar küçük boyutlarda inşa edilmiştir. Genel hamamlar ise geniş bir kitleye
hizmet vermektedir ve çoğu bir külliye içerisindedir.
Anadolu’da Türk hamam mimarisi, 12. yüzyılda Selçukluların Anadolu’yu
fethinden hemen sonra ortaya çıkmıştır. Soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan
bölümlerinden oluşan bir plan şeması geliştirilmiştir. Anadolu Selçuklularının
dağılmasından sonra ortaya çıkan beylikler döneminde de hamamlarda aynı plan
şemasının uygulandığı görülmektedir.
Türk hamamları genel itibariyle tek ve çift fonksiyonlu olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır. Tek fonksiyonlu hamamlar, genellikle nüfusun az olduğu yerlerde
veya şehirden uzak olan kesimlerde haftanın belirli günlerinde erkeklere, diğer
günlerde ise kadınlara hizmet vermiştir. Çift fonksiyonlu hamamlar ise genellikle
şehir merkezlerinde kadın ve erkeklerin aynı anda yararlanmasını sağlamak amacıyla
yapılmıştır (Erat, 1999: 392).
12. ve 13.yüzyıl Anadolu Selçuklu hamamlarının hemen hepsinde
soyunmalık ile ılıklık arasında yer alan tuvalet ve tıraşlık gibi mekanlar “aralık” adı
verilen bir mekana açılmıştır. Bu mekan tonoz veya kubbe ile örtülmüştür. 12. ve
13.yüzyıllarda soyunmalık ile ılıklık arasında yer alan “aralık” mekanının boyutları
15. yüzyıldan itibaren küçülmeye başlamış, 16.yüzyılda tamamen ortadan kalkmıştır.
91
Anadolu Türk hamamlarında sıcaklık ile soyunmalık arasında yer alan ve
vücudu ısıya alıştırma işlevi gören ılıklık mekanında, tıraşlık ve tuvaletin de çoğu
örnekte yer aldığı görülmektedir. 13.ve 14.yüzyıllarda ılıklık mekanı kare planlı ise
kubbe ile, dikdörtgen planlı ise beşik tonozla örtülmüştür. 15.yüzyıldan itibarense bu
mekanların örtülerinde düz veya aynalı manastır tonozlarına da rastlanmaya
başlamıştır (Gültekin, 2001: 135-136) .
1.10.3. Osmanlı döneminde hamam mimarisi
Sonraki dönemlerde “Türk Hamamı” diye adlandırılan hamam mimarisi, en
mükemmel şeklini klasik Osmanlı döneminde kazanmıştır. Bu hamamlar Anadolu’da
daha önce yapılmış olan Türk hamamlarının soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan
bölümlerinden oluşan plan şemasının daha da geliştirilmesiyle oluşmuştur ( Eyice,
1994:541)
S.Eyice Osmanlı hamamlarını sıcaklık mekanının şemasını ve halvet
hücrelerinin konumlarını dikkate alarak 6 gruba ayırmaktadır (Eyice, 1960: 99-120)
1- Haçvari 4 eyvanlı köşe hücreli tip
2- Yıldızvari sıcaklıklı tip
3- kare bir sıcaklık etrafında sıralanan halvet hücreli tip
4- Çok kubbeli sıcaklıklı tip
5- Ortası kubbeli, enine sıcaklıklı ve halvet hücreli tip
6- Soğukluk, sıcaklık ve halveti eş odalar halinde olan tip
13. ve 14.yüzyıl Türk hamamlarında kubbeye geçiş unsuru olarak genellikle
Türk üçgeni veya pandantifler kullanılmıştır. 15.yüzyılda üçgen kuşaklarda
unsurların iki ya da üç sıra halinde ve sıkışık bir şekilde düzenlendiği, pandantiflerin
mukarnaslı olarak işlendiği örneklere rastlanılmaktadır.
92
15. ve 16.yüzyıllardan itibaren soyunmalık duvarlarında elbise ve eşya
koymaya yarayan nişler görülmeye başlanmıştır (Gültekin 2001: 133). 17. Ve
18.yüzyıllara ait erken dönem hamamları mahremiyet ve ısı kaybı endişesiyle dışa
kapalı olarak inşa edilmiştir. Aydınlatma ihtiyacı kubbeler üzerine açılan pencereler
ile duvarların üst kısımlarına açılan mazgal pencerelerle sağlanmıştır. 15.yüzyıldan
itibaren soyunmalık duvarlarına pencereler açılarak hamamın ışık almasına
çalışılmıştır.
12. ve 13.yüzyıllarda soyunmalık ile ılıklık arasında yer alan “aralık”
mekanının boyutları 15. yüzyıldan itibaren küçülmeye başlamış, 16.yüzyılda
tamamen ortadan kalkmıştır. Aralık mekanı bulunmayan hamamlarda buharın dışa
atılması için soyunmalık ile ılıklık arasındaki kapının soyunmalığa bakan cephesinin
üst kesimine bir baca yerleştirilmiş, bu uygulama Klasik dönemde de devam
ettirilmiştir.
Anadolu Türk hamamlarında süsleme unsurları genellikle iç mekanda
uygulanmıştır. Almaşık duvarlı yapılarda almaşık duvarın yapıya kattığı hareketlilik
yanında kapı ve pencere çerçevelerinde de süsleme unsurlarına rastlanılmaktadır.
Bazı hamamlarda duvarlar, kemerler, tonoz ve kubbeler silmeler ya da mukarnasla
süslenmiştir (Gültekin, 2001: 137).
93
1.10.3.1. Osmanlı döneminden bir örnek Erzurum Çifte Göbek Hamamı
Erzurum Hamamları içerisinde plan ve mimari bakımdan farklılık gösteren,
tek fonksiyonlu hamamlardan birisi Çifte Göbek Hamamı’dır. Bu hamam, Yeğenağa
Mahallesinde, Köse Ömer Ağa Cami’nin güneyinde yer almaktadır (Res.1.57.).
Üzerinde kitabesi bulunmayan hamamı, bu konuyla ilgili araştırması bulunan,
R. Hüseyin Ünal, 18. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirmiştir1.
Kuzey-güney doğrultusunda uzanan hamam, adını iki büyük kubbeli sıcaklık
biriminden
almaktadır.
Hamam,
soyunmalık,
ılıklık,
sıcaklık
ve
külhan
bölümlerinden oluşan tek fonksiyonlu bir plana sahiptir (Plan 1.4.).
Plan 1.4.Erzurum Çifte Göbek Hamamı (R.H.Ünal’dan düzeltilerek) (Çınar,78).
Yapı kuzeyden güneye doğru: soyunmalık kısmı ve batı kısmında ona
sonradan yapılan ek kısım, ortada iki küçük kubbe ile örtülü ılıklık ve onun güney ve
kuzey kısımlarında küçük kubbelerle örtülü ve sonradan sıcaklık kısmına dahil
edilmiş birimler, bu kısmın güneyinde eş büyüklükte birer kubbe ile örtülü sıcaklık
kısmı ve en güneyde ise sivri kemerli tonozla örtülü iki tuvalet kısmından
oluşmaktadır.
Yapının batı duvarında yer alan orijinal giriş yeniden açılarak kullanılmaya
başlanmıştır. Bu girişin hemen ardında soyunmalık ek kısmı yer almaktadır. Bu
1
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. R.Hüseyin Ünal, “Erzurum İli Dahilindeki İslami Devir
Anıtları Üzerine Bir İnceleme”, Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, s.6, Erzurum, 1974, s.136
94
kısım iki silindirik sütun üzerine oturan üç kemerle soyunmalık kısmına
bağlanmaktadır. İki sütun arasında kalan kısmın ortası kubbe ile örtülmüş, iki yanı,
sütunlarla duvarlar arasında kalan kısımlar ise birer yarım tonozla kapatılmıştır. Asıl
soyunmalık kısmı, geçişi tromplarla sağlanmış bir kubbe ile örtülü kare planlı bir
mekandır. Zemini taş döşeli olan soyunmalık kısmının ortasında, yuvarlak formlu,
önünde dikdörtgen planlı bir kurun bulunan havuza da yer verilmiştir
Hamamın soyunmalık kısmının güneyinde bulunan duvarda açılmış bir kapı
ile ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın üzeri, eş boyutta yan yana iki küçük kubbe ile
örtülüdür. Batıda yer alan tek kubbeli kısım ve doğudaki iki kubbeli kısım ise sonraki
dönemlerde ılıklık mekânından ayrılmış ve sıcaklık kısmına dâhil edilmiştir.
Günümüzde sivri kemer tonozlu dar uzun koridor da tuvalet olarak kullanılmaktadır.
Çifte Göbek Hamamı, Semavi Eyice’nin hamam tipolojisi içerisinde ( Eyice,
1980) içerisinde “enine sıcaklıklı formda” yapılmıştır. Ortada iki sütunla, iki bölüme
ayrılan sıcaklık kısmının üzerini örten her iki kubbe altında birer göbektaşına yer
verilmesiyle hamam Erzurum hamamları içerisinde dikkati çekmektedir.
Res.1.57. Erzurum Çifte Göbek Hamamı Sekizgen Kasnak Üzerine Oturan
Soyunmalık ve Sıcaklık Kubbeleri (Çınar, 145)
95
1.11.Türbeler
Türbeler Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahip olan anıt
mezarlardır. Bunlardan, dört duvarının üzeri kubbe ile örtülenlerine “türbe”;
silindirik, çokgen gövdeli, konik veya piramit çatılı olanlarına da “kümbet” denir.
1.11.1. Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde türbe mimarisi
Selçuklularda eski Türk mezar anıtları olan kurganların taştan yapılmış bir
çeşidi olan piramit çatılı tuğla veya taştan iki katlı, üst katta mescit alt katta adına
yapılan devlet büyüğü veya önemli şahsiyetin mezarının bulunduğu cenazelik kısmı
olan ve “kümbet” diye adlandırılan türbe binaları yapılmıştır (Önkal, 1996: 15-16).
Kümbetler 10. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar görülmektedir. 14. yüzyıldan itibaren
Osmanlı döneminde inşa edilen “türbelerde” cenazelik kısmı kaldırılmış, içinde
sandukanın bulunduğu ve mescit kısmının yer almadığı türbe binalarının yapımına
başlanılmıştır.
Anadolu Selçuklu Dönemi türbeleri2 genellikle, tuğla veya taş malzemeden
yapılmıştır. Daha sonraları ise yalnız taştan yapıldıkları görülmektedir. İlk
dönemlerdeki türbe ve kümbetler başlı başına bağımsız birer eser iken, sonraları
cami ve medrese yapıları içinde yer almıştır. Selçuklu türbe veya kümbetleri
genellikle sekiz, on, on iki köşeli olarak inşa edilmiştir. Ayrıca kare plan üzerine
kubbeli, dikdörtgen üzerine tonozlu ve eyvan ( Mevlana Türbesi) şeklinde türbeler de
yapılmıştır. Yer altında ise asıl cenazenin bulunduğu mumyalık
kısmı yer
almaktadır.
Cepheler genellikle gösterişsiz ve sadedir. Dış cepheyi betimleyen fazlaca
süsleme yoktur. Kapı ve pencere kısımlarının bulunduğu kısımlar, dış cephenin en
belirgin kısımlarıdır. Bu kısımlara özel bir ilgi gösterilmiş olup, külah çatı altında,
mukarnas dizisi içinde bordur görülür. Birden çok gövdeli türbelerde
ise,
İslamiyet’ten önceki Şamanizm’in uzantısı, hayat ağacı, kuş, arslan, kartal tasvirleri
yer alır. Kimi cephelere ise, üçgen nişler ilave edilmiştir.
2
Anadolu Selçuklu türbeleri hk. daha ayrıntılı bilgi için bkz. Önkal,H., Anadolu Selçuklu Türbeleri,
Ankara, 1996.
96
Selçuklularda cami ve medrese yapılarının aksine türbelerdeki kapılar, hiçbir
zaman anıtsal büyüklükte yapılmamıştır. Örneğin, Sivas’taki Gök Medrese devasa
kapısıyla bir gösteriş örneği sunarken, ölülerin yer aldığı türbelerde ısrarla bu
ayrıntıya yer verilmemiştir. Kapılarda abartıya kaçmayacak şekilde bir süslemeye
gidilebilir.
Türbe inşasında genellikle taş malzeme kullanılmıştır. Nadiren bölgesel ve
yerel farklılıklarda yapı malzemesinin çeşitlenmesine sebep olabilmektedir. Tuğla,
taş, çini, alçı, ahşap süsleme görülmekle birlikte taş süsleme yaygınlığını her zaman
korumuştur. Geometrik motifler ve bitkisel motifler süslemenin ana unsurlarıdır.
Selçuklu ve Osmanlı türbelerinin bir çoğunda mumyalık (kripta) diye tabir
edilen bölümler yer almaktadır. Üst katta göstermelik duran sanduka, alt katta gerçek
cenazenin bulunduğu bölümle anlam kazanmıştır. Anadolu Selçuklularının erken
dönem eserlerinden, Erzurum Emir Saltuk Türbesinde mumyalık kısmı dikdörtgen
bir şekilde betimlenmiştir. Bu türbede, mumyalık kısmına üst kattan girilir ve üst
katın alanına göre daha küçük bir ebatta inşa edilmiştir.
Türklerin Orta Asya’daki mevcudiyetleri zamanında çadır ve otağ kültürü
yerini mimari anlamda kümbete bırakmıştır. İslamiyet’ten sonra türbelerde üçgen
biçimli piramidal ölçülü kümbetler yaygınlaşmaya başlamıştır. Bununla birlikte
yuvarlak planlı kubbeler de yapılmıştır. Türklerin gök kubbe inancı, İslamiyet’i
kabul ettikten sonra da devam etmiştir. Şöyle ki; türbenin içinde yer alan ruhun,
türbenin kubbesi ile birlikte semaya ulaşacağına inanılmaktadır. Kimi eserlerde,
dıştaki piramidal kubbenin altında, iç yapıda ikinci bir yuvarlak planlı kubbe vardır.
Türbelerde genellikle ahşap oymacılığı yaygındır. Sandukalar ve kapıpencere aralıkları bunun en büyük göstergesidir. Selçuklularda figürlü süslemeye de
rastlanılmakta olup Emir Saltuk Türbesinin, çift başlı kartal ve arslan motifleri buna
örnek verilebilir.
97
1.11.1.2.Anadolu Selçuklu döneminden bir örnek Emir Saltuk Türbesi (12.yy.)
Emir Saltuk Türbesi (Res.1.58.) Erzurum’da Hatuniye Medresesinin
arkasında “Üç kümbetler” diye anılan yapılardan günümüze dek sağlam kalabilmiş
yapılardan birisidir. Sekizgen gövdeli bir türbedir. Dış cephede üçgen alınlıklar,
pencerelerin birbirini kesmesi, kubbenin altındaki işlemeli dizinin yer alışı önemli
unsurlarıdır. Türbenin en önemli özelliklerinden biri de cenazelik (mumyalık) katı
ile üst kata olan bağlantının içeride oluşudur. Cenazelik katı dikdörtgen planlıdır.
Kubbesi de lotus kubbe diye tabir edilen kubbedir. Bu tarz, Türkmenistan
kaynaklı türbe mimarisinin bir sonucudur (Aslanapa, 1993: 31-37).
Res.1.58. Emir Saltuk Türbesi (www.gorselsanatlar.org. Erişim Tarihi:11.04.2013).
98
1.11.2. Osmanlı döneminde türbe mimarisi
Erken Osmanlı dönemi türbe mimarisi3, Anadolu Türk Beylikleri dönemi
türbe mimarisi geleneğini takip eden, ancak kısa sürede kendi türbe mimarisinin
örneklerinin verildiği bir dönem olmuştur. Klasik Osmanlı döneminde mezar yapıları
da plan, mimari ve süsleme açısından gelişimin zirvesini oluşturmuştur. Osmanlı
mezar anıtlarının büyük çoğunluğu özellikle de sultan türbelerinin tamamı
İstanbul’da bulunduğu için Osmanlı toplumunun türbe anlayışını, kimler için türbe
yapıldığını plan şeklini ve çeşitliliğini Anadolu’dan çok İstanbul’da izlemek
mümkündür. Ancak Anadolu şehirlerinde de İstanbul kadar zengin olmasa da
Osmanlı döneminin mezar geleneğini temsil eden türbe yapıları mevcuttur.
Kare ve sekizgen planlı türbe örneklerine 10. yüzyılda Karahanlı döneminden
başlayıp Osmanlı dönemine kadar her dönemde rastlamak mümkündür. 11.
yüzyıldan itibaren Büyük Selçuklular’la birlikte İran’a, oradan da Anadolu’ya
taşınan bu gelenekte sekizgen planlı kümbetler yaygın bir mezar yapısı olarak
görülmeye başlanmış ve ilk örnekleri 12.yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen Anadolu
türbelerine örnek olmuştur (Daş, 2007:1). Dikdörtgen planlı türbeler ise daha geç
dönemde uygulanan mezar yapılarıdır. Türbelerin planları Doğu Anadolu Bölgesinde
12.yüzyıldan itibaren bilinen mezar yapılarının Osmanlı döneminde inşa edilmiş
örnekleri olarak değerlendirilebilir.
Türbelerin bazılarının içerisinde sanduka bulunmaktadır. Bunların genellikle
tarihsel ve sanatsal değeri yoktur. Ahşaptan yapılmış alelâde sandukalardır.
Türbelerin kapı ve pencereleri genellikle sade düzenlenmiştir. Süsleme konusunda da
son derece sade yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Türbelerdeki tek dekoratif
unsur kitabeleridir. Bunlar inşa ve bani kitabeleri olup, bazıları da sadece tarih
kitabesi olarak yazılmıştır.
3
Erken dönem Osmanlı Türbeleri hk.daha ayrıntılı bilgi için bkz. DAŞ, Ertan, Erken Dönem Osmanlı
Türbeleri, İstanbul: Gökkubbe Yayınları, 2007.
99
1.11.2.1. Osmanlı döneminden bir örnek Gümüşhane Pir Ahmed Türbesi
Gümüşhane-Erzurum kara yolu üzerinde Pir Ahmed Köyü içerisinde yer alan
bu türbe Karamanoğlu Pir Ahmed Bey’e ait olup, H.957 M.1550 yılında inşa
edilmiştir. Adına türbe yapılan Pir Ahmed Karamanoğlu II. İbrahim’in oğullarından
biridir (Özkan, 2009:145).
Osmanlı’nın Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) inşa edilen Pir
Ahmed Türbesi, kare planlı, iki katlı olarak düzenlenmiş bir türbedir (Plan 1.5.).
Kuzeyden açılmış basık kemerli bir giriş ile türbeye ulaşılmaktadır (Res.1.59.).
Girişin önündeki küçük kare bir açıklıktan, dört basamakla cenazelik bölümüne
inilmektedir. Üzeri tonoz örtülü cenazelik bölümünde tek bir sanduka bulunmaktadır.
Cenazelik bölümünde pencereye yer verilmemiştir ( Özkan, 2009:147) .
Plan 1.5. Pir Ahmet Türbesi planı (Özkan, 2009:163) .
Türbenin üst katı mescit olarak kullanılmaktadır. Bu mekânın üzeri kubbe ile
örtülmüş, kubbeye pandantiflerle geçilmiştir. Batı yüzünde girift bir sülüsle yazılmış
0.75x0.43m ölçülerinde dört satırlık bir kitabe bulunmaktadır. Kitabenin üzeri
onarım sırasında çimentolu sıva ile yer yer kapatılarak zarar görmüştür. Bu nedenle
kelimelerin bir bölümü okunamamıştır.
100
Türbenin üst katı iki küçük mazgal pencere ile aydınlatılmıştır. İçten kubbe,
dıştan külahla kapatılmış ve üzeri sonradan saçla kaplanmıştır. Türbe üzerinde
süsleme bulunmamaktadır. Kesme taş malzemeden inşa edilmiştir. Türbenin içinde,
batı duvarında bir kitabe yer almaktadır. Bu kitabeden türbenin 1550 yılında inşa
edildiği anlaşılmaktadır.
Res.1.59. Gümüşhane Pir Ahmed Türbesi (Özkan, 2009:166).
101
1.12. Mezartaşları
Mezar taşları, üzerinde yer alan kitabesi, uygulanan süslemeleri ile basit bir
taş olmanın ötesinde bir belge, tarihi bir kayıt olma özelliğine sahiptir. Ayrıca
biçimsel özellikleri ve dekorasyon nitelikleri açısından yapıldığı dönemin mimari
form ve süsleme anlayışlarından etkilenerek biçimlendirilmiş sanat eserleridir.
Bazen tek başına da olan mezar taşları, mezarın baş ve ayak tarafında
bulunur. Baş taraftakine “baş taşı”, ayak tarafındakine “ayaktaşı” adı verilir. Mezar
taşları sade olduğu gibi çok süslü de olabilmektedir. Mezar taşlarına kabartma veya
oyma olarak işlenmiş motif ve şekillerin sembolik anlamları vardır. Mezarların
şekilleri, taşları üzerinde bulunan yazılar ve sembolik işaretler bize mezarda yatan
kişi hakkında bilgiler vermektedir.
Mezar taşlarından kabirde yatan kişinin kadın, erkek veya çocuk mezarı
olduğu kolayca anlaşılabilir. Çocuk mezarlarının boyları nispeten küçüktür. Kadın
mezar taşlarının en dikkat çeken yönü çiçekler, takı olarak kullanılan gerdanlıklar ve
kolyeleri sembolize eden şekillerle süslü olmalarıdır.
Res.1.60. Mezartaşlarından
18.03.2013)
örnekler
(www.ilyasucar.com.
102
Erişim
Tarihi:
1.12.1.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde mezartaşları
Anadolu’da Selçukluklar, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde Türk ölü
gömme geleneğinin uzantısı olan mezartaşları çeşitli şekillerde biçimlenmiştir. Dikey
biçimdeki mezartaşlarında biçim özellikleri devrinin benimsenen form anlayışına
uygun özellikler göstermektedir (Haseki, 1977: 11).
Selçuklu ve Beylikler Dönemi mezartaşları genel olarak iki biçimde
yapılmıştır:
1-Sanduka lahit biçiminde mezartaşları: Mezar üzerine doğu batı yönünde yatay
olarak konulan sanduka-lahit şeklinde mezar taşları çoğu zaman baştan aşağıya
doğru incelmekte, üzerine yazı ve motifler işlenmektedir. Bu taşlar kademeli prizma
ya da yarım silindir şeklinde tek bir taştan oyulmuşlardır (Önder, 1969:6).
Bu tipteki mezartaşlarından örneğin, Kemah’ta 1254/1838 tarihli “Emine
Hanım’ın Mezarı” (Res.1.61.) klasik Selçuklu özellikleri gösteren bir mezardır.
Mezarın iki yan yüzünden A yüzü etrafı ortada birbirini kesen yarım dairelerin
oluşturduğu birinci çerçeve ile içte küçük mihrap nişi şekillerini andıran dikdörtgen
iki çerçeve tarafından sınırlandırılmıştır (www.kemahtarihi.com:15.03.2013). Orta
alan sarkık bir kandil motifi ile iki yanında uçları kandile doğru eğilen iki selvi
(hayat ağacı) motifi ve bunların aralarında da küçük hilal ve yıldız motifleriyle
dolgulaşmıştır. İki yanda birer sütün ve üzerine binen yuvarlak kemerlerin üstten
sınırlandığı alan içerisinde birbirinin simetriği stilize, kubbeli bir mimariye andıran
vazo biçimi verilmiş Küfi harflerle “Allah” ve “Muhammed” isimlerinin yazılı
olduğu bir düzenleme dikkat çeker.
Bu mezarın yan taşlarından B yüzde ise tamamen geometrik bir düzenleme
yer alır. Etrafı çevreleyen geniş dikdörtgen bordürde küçük ve büyük baklava
şekilleri kompoze edilmiştir. İçte, dört köşede dört küçük güçle ile ortada iri bir
madalyonun içerisinin bitkisel bir kompozisyon oluşturacak şekilde dolgulaşması söz
konusudur. Bu madalyonun iki yanındaki boşluklardan sağdakinde, dört sıra
halindeki dairenin ortalarının baklava motifi şeklinde düzenlenmesiyle oluşturulmuş
103
geometrik bir kompozisyon yer alır. Solda ise, yine dörder sıra teşkil eden ve
birbirlerine paralel kollarla bağlı, içlerinde yuvarlak gülçelerin yer aldığı, 16 adet
kare şekilli geometrik düzenleme söz konusudur.
Res.1.61. Emine Hanım’ın sanduka(lahit) şeklindeki mezarı (Kemah/Erzincan)
(www.kemahtan.com. Erişim Tarihi: 12.03.2013)
Emine Hanım’a ait bu lahdin yukarı doğru uzun dikdörtgen şeklindeki dar
yüzlerden ayak taşı yönünde (C), etrafı büyüklü küçüklü alternatif baklava
şekilleriyle sınırlı alan içerisinde altta ve üstte birer sıra halinde geometrik zikzak
süsleme ortadaki geniş alan da da yine uçları birbiri içine girmiş baklava şekillerinin
oluşturduğu bir geometrik düzenleme vardır. Baş taşı yönündeki dar yüzde (D) ise
araları birer hatla birleştirilmiş baklava motiflerinin çerçevelendiği dikine dikdörtgen
alanda ortada yine madalyon şeklinde gülçe motifinden ibaret, girift, geometrik bir
düzenleme dikkat çeker (Şek.1.3.).
104
Şek.1.3. Emine Hanım’ın sanduka (lahit) şeklindeki
(www.kemahtan.com. Erişim Tarihi: 12.03.2013)
mezarında
motifler
Bu mezarda yer alan “Allah” ve “Muhammed” isimleri, hilal, yıldız, vazo,
kandil motifleri, İslam dinini, aydınlığı, ışığı, nuru, cenneti sembolize eden şekiller
olup, bunlar dönem özelliği olarak geometrik kompozisyonlar halinde sunulmuştur.
2-Dikey biçimde baş ve ayak taşları (şahide) : Çeşitli ebatlarda mezarın baş ve
ayak kısmına dikey olarak konur. Enleri 10 il 20 cm.arasında değişen plakalar
genellikle mermerden mihrap biçiminde yontulmuş, mihrap kemerinin alt ve üst
kısmına yazı ve motifler kabartma olarak işlenmiştir.
Şahide şeklindeki mezar taşları üzerinde de Emine Hanım’ın Lahit Mezarı
örneğinde olduğu gibi geniş anlamlar ifade eden ve mecaz anlamlar yüklenen bazı
sembolik şekiller ve motifler uygulanmıştır. Mezar taşlarında en yaygın kullanılan
form sivri kemerli ya da dilimli sivri kemerli formdur. Taşlar üzerinde ise en yaygın
motif “hayat ağacı”dır. Bolluk ve bereketin simgesi olan “hayat ağacı” ölünün
kendisini temsil etmekte ve Allah katına yükselmeyi tasvir etmektedir. Ölüm, sabır
ve faniliğin sembolü olarak kullanılan “servi ağacı” da mezar taşı motiflerindendir.
Servinin en üst dalının eğri durması Allah’ın yanında boynu bükük kalmayı ve
105
sabretmek gerektiğini de hatırlatır. Haşhaş bitkisi ve çam kozalakları ebedî uykuyu
ve cenneti temsil eder. Mezar taşlarında yaygın kullanılan motiflerin başında
“kandil” motifi gelir (Res.1.68.). İlk örneklerine Selçuklular döneminde rastlanılan
bu motife ölünün yolunu aydınlatıcı bir anlam yüklenmiştir.
Van gölü kıyısında yer alan ve tarihi M.Ö. 900’e uzanan Ahlat yerleşimi;
Selçuklu dönemi taş işçiliği, inanışları ve yaşam biçimini en güzel şekilde yansıtan
mezar taşları ile ünlüdür. Dikdörtgen prizma şeklinde forma sahip Ahlat
mezartaşlarının yer aldığı Ahlat(Bitlis) mezarlığı adeta Selçuklu Dönemi süsleme
öğeleri sergisi gibidir (Karamağaralı, 1972:26-30) (Res. 1.62.-1.64.)
Res.1.62. Ahlat Mezarlığı (Selçuklu Dönemi) (www.ahlatfoto.com. Erişim Tarihi:
15.03.2013 )
Selçuklu dönemi mezartaşlarında figüratif elemanlarla süslü mezartaşları da
ayrı bir ekol oluşturmaktadır. Bu taşlar üzerinde hayvan ve insan figürleri bitkisel ve
geometrik motiflerle birlikte kullanılmıştır. Anadolu’da örneklerine Afyon,
Seyitgazi, Kırşehir, Konya, Akşehir, Sivas ve Tokat gibi yerlerde rastlanmaktadır
(Öney, 1969: 284).
106
Res. 1.63.-1.64. Ahlat mezartaşlarından örnekler (www.ahlatfoto.com. Erişim
Tarihi: 15.03.2013)
Ahlat mezartaşlarında sekizgen, altıgen, onikigen şeklinde geometrik
geçmeler, çok kollu yıldızlar, sivri kemer içine yerleştirilmiş palmetler, palmet
dizileri, kufi yazılar, kandil, hayat ağacı motifleri tipik Selçuklu özelliklerindendir.
Tunceli çevresinde, özellikle Ulukale yakınında Akkoyunlu ve Karakoyunlu
dönemlerinden kalma mezar taşları koç ve at şeklinde olmalarıyla dikkati
çekmektedir (Res.1.65.-1.67.). Bu mezar taşları 15-17. yüzyıllar arasında bölgede
yapılmış mezar taşlarının en erken örnekleri olup yöreye hâkim olan Akkoyunluların
buradaki varlıklarını gösteren belgelerdir. Bu tür mezar taşları blok taşlar oyularak
meydana getirilmiştir. Çoğunlukla koyun, koç ve at motifleri işlenmiştir. Ayrıca blok
halinde dikey sütunlar olarak da mezar taşları yapılmıştır. Bu taşlarda dikkati çeken
bir nokta ise üzerlerinde bir yazı veya kime ait olduklarını belirten bir bilginin
olmamasıdır.
107
Res.1.65.-1.67. Koç ve at şeklinde mezartaşlarından örnekler (www.kenthaber.com.
Erişim Tarihi: 15.03.2013)
Anadolu Beylikleri döneminde çoğunlukla Selçuklu biçim ve süsleme
özellikleri kullanılmıştır. Örneğin Menteşeoğulları yöresindeki taşlarda Selçuklu
mimari yapılarından unsurlar görülür. 1361-1496 yılları arasına tarihlenen Milet
108
mezartaşları, mihrap şeklinde, yanlarında burmalı köşe sütunçeleri ile taşınan
gövdeleri kıvrımlar verilerek oyulmuştur4 (Wittek,Sarre,Wulzinger: 1935: 93-128)
Süsleme unsurları arasında kandiller ve tepelik kısmında palmetler önemli bir yere
sahiptir.
Res.1.68. Beylikler Dönemi dilimli sivri kemerli mezartaşı üzerinde kandil motifi yer
almaktadır (www.kenthaber.com. Erişim Tarihi: 15.03.2013).
4
Milet mezartaşları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Wıttek, P., Sarre, F., Wulzinger K., Das
Islamische Milet, Berlin und Leipzig, 1935.
109
1.12.2. Osmanlı döneminde mezartaşları
Erken Osmanlı döneminde mezar taşlarında yaygın form, Beylikler ve
Selçuklu dönemlerinde olduğu gibi alınlık kısımlarının sivri kemer ya da sivri
kemerin dilimlenmiş biçimdeki düzenidir (Res.1.68.-1.69.) Bu dönemde Beylikler ve
Selçuklu Dönemlerinin biçimsel ve bezemesel özellikleri devam etmekle birlikte
yeni denemeler geçmişten gelen formların yanında farklı uygulamaları ortaya
koymuştur.
Erken dönemin taşları ileri derecede stilize edilmiş bitkisel ve hayvansal
motiflerin oluşturduğu rumi ağlarla kaplıdır. Taşlar üzerinde yer alan kuş, krep,
yengeç,
yılan gibi hayvanların stilizasyonu ileri bir soyutlama niteliğindedir.
Boyutları da Selçuklu örneklerine göre farklılaşmıştır. Selçuklu mezar taşlarının
çoğunda yükseklik enin 2 il 3 katıyken, Osmanlı mezar taşlarında yükseklik enin 4
ila 5 katı olmuştur (Haseki, 1977: 25).
Res.1.69. Sivri kemer formunda Erken Osmanlı dönemine ait mezartaşı
(www.ilyasucar.com. Erişim Tarihi: 18.03.2013).
110
Osmanlı dönemi mezartaşları biçim açısından 3 şekilde yapılmıştır:
1-Sanduka(lahit) tipinde mezartaşları: Sanduka tipi Selçuklu geleneğinin bir uzantısı
olarak 15 ve 16. yüzyıllara kadar azalarak devam etmiştir. Yüzyılın ortalarından
itibaren baş ve ayak taşları, yatay bir taşın iki yanında yer alır biçimde örneklerine
rastlanmaya başlamıştır.
2-Dikey ve yatay mezar taşları: Osmanlı’nın tüm dönemlerinde mezarın baş ve ayak
kısmına veya sadece baş kısmına dikey olarak konmuş, bazılarına başlık tipleri de
oturtulmuştur. 16.yüzyılın ortalarından itibaren bazı mezarlarda bu taşların yatay bir
taşın iki yanına geçmek suretiyle üçlü bir kompozisyon oluşturduğu örnekleri
görülmeye başlar.
3- Silindir şeklinde oyulmuş sütun taşlar: Devşirme malzemeden de olabilen bu tip
taşlar mezarın baş bazen de her baş ve ayak tarafına dikilen silindir formunda
“sütuntaşlardır”. Başlıkları ayrı işlenmiş ve bazılarına, ölen kişinin sosyal statüsüne
göre değişen başlık tipleri oturtulmuştur.
Klasik Osmanlı döneminde mezartaşları da dönemin sadeleşen üslubundan
etkilenmiştir. Selçuklu taçkapılarında görülen ve mezar taşlarına da yansıyan
kavranması güç bezeme unsurları klasik dönem taçkapıları gibi mezartaşlarında da
görülmemektedir.
Ayrıca bu dönemde taşlar üzerinde süslemeye rastlanmamaktadır. Bu unsurun
yerine ölen kişinin kimliğini belli eden semboller kullanılmıştır. Bu sembollerden
birisi 16.yüzyıldan itibaren görülen “serpuşlardır”. Sadrazamların beylerin, hocaların,
şeyhlerin, esnafın ayrı ayrı serpuşları vardır ve mezar taşlarına işlenen bu başlıklar
ölen kişinin kimliğini ortaya koyar (Res.1.70.- Res.1.67.).
Yuvarlak, şişkince olup üzerine bez sarılanlarına kavuk” (Res.1.68.) silindir
şeklindekilere “sikke”, sivri ve koni şeklindekilere “külah”, tam başı örtecek kadar
küçük olup kafanın şekline uyanlara “takke” denmiştir (Önder, 1970: 9) Tanzimatla
beraber (1828) resmi başlık olarak kabul edilen “fes görülmeye başlamıştır (Akar,
1974: 21) (Res.1.69.)
111
Res.1.70. Çeşitli başlıklara sahip Osmanlı
wowturkey.com/forum. Erişim Tarihi:18.03.2013)
mezartaşları
(www.
Erken dönem Osmanlı mezar taşlarında, sarıklı başlık hemen hiç
kullanılmamıştır. Sarıklı mezar taşlarının ilk örneklerinde, kalın ve yukarıdan aşağıya
dilimli sarıklarda (Res.1.71.) içerideki başlığın sivri tepesi az da olsa görülürdü.
Res.1.71. Sarıklı bir mezartaşı örneği (www.ilyasucar.com. Erişim Tarihi:
18.03.2013)
112
Kavuklu mezar taşlarının tipik örneklerinden biri, çubuk başlıklı olanlardır.
İçeride bulunan başlıkta, yukarıdan aşağıya doğru kalın çizgiler bulunur, bunları
daha çok orta dereceli memurlar giymekteydi. Bunun diğer çeşidinde ise, içerideki
başlık baklava dilimlerine sahiptir (ilyasucar.com, 2013).
Kavuklu mezar taşlarında, sarıkları yanlardan şişkinlik yapacak derecede olan
bir tür vardır ki, bu tarz kavukları, daha çok saraylılar tercih ediyordu (Res.1.72.).
Bunlar da kendi içlerinde, çubuk başlıklı ve kafes dilimli kavuklar olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır.
Res.1.72. Bir erkeğe ait kavuklu mezartaşı
Res.1.73. Fesli mezartaşı
(www.ilyasucar.com. Erişim Tarihi: 18.03.2013)
Osmanlı mezar taşlarında en çok görülen başlık türü festir (Res.1.73.). Kuzey
Afrika'da bir hayli yaygın olan fes, İkinci Mahmud'un giyimde yenileşmeye gitmesi
üzerine, Osmanlı halkı ve ordusu tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönem
sonrasında da, mezarlıklarda fesli mezar taşları görülmeye başlanmıştır.
Osmanlı mezarlıklarında yatan kişinin mesleğini, mezar taşının üzerindeki
işaretlerden anlamak mümkündür. Meselâ bir denizcinin mezar taşında; çapa,
(Res.1.74.) gemi direği ve yelken bezi; bir kâtibinkinde ise, hokka ve kalem görmek
mümkündür.
113
Res.1.74. Üzerindeki “çapa” motifi ile bir denizciye ait olduğu anlaşılan silindirik
formlu mezartaşı (www.ilyasucar.com. Erişim Tarihi: 18.03.2013)
Klasik Osmanlı mezartaşlarında görülen bir diğer süsleme unsuru da “hayatın
kısa kesildiğinin” ifadesi olan hançer ve kamalardır. Bunlar 15. ve 16.yüzyıllarda tek
başına işlenirken, 17.yüzyılda kumaş desenleri ile bir sandukanın ortasına işlenen bir
kemerin üstüne takılmış olarak kullanılmıştır. Gündelik hayata ait bu eşyalardan
başka mezartaşları üzerinde rahle, sehpa, vazo, ibrik, kahve fincanı, divit gibi çeşitli
eşyaların da işlendiği görülmektedir (Akar, 1974: 21).
Selçuklularda uygulandığı gibi Osmanlı mezartaşlarında da en önemli
motiflerden birisi “hayat ağacı” simgesi olarak kabul edilen selvi ve hurma gibi
ağaçlardır. Anadolu mezartaşlarında selvi, sivri ucu rüzgârdan eğilmiş olarak
resmedildiği gibi bazen de içi çiçeklerle doldurulmuştur.
17.yüzyıldan itibaren görülen bir diğer unsur da ziynet eşyalarıdır. Gerdanlık,
küpe, broş gibi ziynet eşyaları mezartaşlarına genç kızların çeyiz sembolü olarak
işlenmiştir (Akar, 1974: 20).
114
18.yüzyıla gelindiğinde
Lale devrinden (1718-1730) itibaren Erken
dönemlerdeki bitkisel motiflerdeki stilizasyonun ve hatai denilen süsleme üslubunun
yerini gerçek görünümünde bitkisel örnekler almaya başlamıştır. Özellikle kadın
mezar taşlarında 18.yüzyıldan sonra tüm sanat dallarında etkili olan Barok ve Rokoko
akımlarının etkisinde şekil almış çiçek ve yapraklardan oluşan kompozisyonlar
vazolu ya da vazosuz olarak mezar taşlarının alınlık kısımlarını oluşturan yeni
süsleme öğeleri olmuştur (Res.1.75.) Bitkisel uygulamaların yanı sıra yıldız şeklinde
rozetler ya da gülbezekler süslemede yaygın olarak kullanılmıştır.
Res.1.75. Bitkisel motiflerin yoğunlukta olduğu kadın mezartaşlarından
örnekler (www.ilyasucar.com. Erişim Tarihi: 18.03.2013)
Batılılaşma dönemi Osmanlının son günlerine kadar devam etmiştir.
Barok üslup 19.yüzyılda Rokoko ile birleşmiş ve Türk mimarisini etkisi altına
almaya başlamıştır. Bu dönemin mezartaşları da devrin Nur-i Osmaniye, Laleli,
Tophane Nusretiye Camileri ile Dolmabahçe Sarayı gibi eserlerinin birer parçası gibi
işlenmiştir.
115
1.13. Mezar stelleri
Mezar stelleri, Mezopotamya, Eski Mısır ve Batı Anadolu kültürlerinde
kullanılan, dikilmiş yekpare bir taş ya da mermerden anıtlardır. İnce bir taş levha,
yarım sütun ya da sütun şeklinde yapılmışlardır.
Mezopotamya’da steller genellikle kralın buyruklarının yazılı olduğu anıtlar
şeklindedir. Antik Yunanda ise çoğunlukla mezar taşı yani mezar steli olarak
kullanılmıştır. Üzerlerinde genellikle dini amaçlı yazılar bulunur. Tapınakların ön
taraflarına konan ve buralarda kullanılan steller islenişleri itibariyle ayrıca
tapınakların dış görünümleri hakkında bilgi veren birer belge özelliği de taşırlar.
Mezar stelleri ise tarih, monografi ve gelenek bakımından önemli belgelerdir.
Yapıldıkları dönemin yaşam tarzı, aile yapısı, kıyafet, silah, yiyecek-içecek ve
insanların doğa ile olan ilişkilerini yansıtan sahneler görülür. Ayrıca steller üzerinde
sıklıkla rastlanan yazıtlararkeolojik açıdan önemli belgeler niteliğindedir.
Mezar stelleri üzerinde Hellenistik dönemden itibaren ölen kişilerin yakınları,
hizmetkarları, evcil hayvanları ve hatta kullandıkları özel eşyalar betimlenmiştir.
Sahneler çok çeşitlidir ve gündelik hayatta kullanılan kapların bir kısmının
betimlendiği dikkat çekmektedir. Özellikle Hellenistik ve Roma dönemine ait mezar
stellerinde, pyksis(kapaklı kutu biçiminde kap), patera (az derin ve geniş ağızlı kap)
cista, ayna, kalathos (küçük açık kap) striglis, aryballos, rhyton, unguentarium
(parfüm kabı) görülmektedir. Anadolu’daki steller üzerinde ölen kişilerin eşyalarının
betimlenmesi, özellikle Anadolu’nun hikâyeci geleneğinin, steller üzerinde
sürmesinin kanıtıdır.
116
1.13.1. Mezar Stellerinden örnekler
1.13.1.1. Hellenistik döneme ait bir mezar steli (Res. 1. 76.)
M.Ö. 2. yüzyılın III. çeyreğine tarihlenmiştir. Louvre Müzesi’nde
bulunmaktadır Ephesos’ta bulunmuştur. Her iki yandaki köşe akroterleri kırık,
alınlıklı ve yazıtlı bir steldir. Derin bir nişin tam ortasında bir kadın figürü yer
almaktadır. Kadının her iki yanında, kısa boylu olarak yapılmış bir kadın ve bir erkek
hizmetkar gösterilmiştir. Kadın figürünün arkasında, üstte yer alan raf üzerinde ise
bir kalathos, silindirik gövdeli bir pyksis, lyra ve bir unguentariumyer almaktadır.
( Civelek, 78 ).
Res. 1.76. Hellenistik döneme ait bir mezar steli (Civelek, 78 ).
117
1.13.1.2. Theodotos Steli (Res. 1.77.)
“TheodotosSteli” M.Ö. 2.yüzyıla tarihlenmiştir. Yazıtlı ve dikdörtgen biçimli
stelin her iki yanında karyatidlerin taşıdığı sütunlar yer almaktadır. Ortada ise
khimationa sarınmış ve oturur şekilde betimlenmiş bir kadın figürü karşısında kline
(yatak) üzerine uzanmış olarak gösterilmiş bir erkek figürü vardır. Klinenin sol
yanında ellerinde çeşitli eşyalar tutan iki kadın ve sağ yanda erkek hizmetkar
gösterilmiştir. Kadın ve erkek figürünün hemen arkasında üstteki raf görünümlü
kabartma alanda ise, iki adet iğ biçimli unguentarium (koku kabı), üç adet pyksis
(kap çeşiti) çelenk ve kitaplar yer almaktadır. İki adet aynı ölçülerde iğ biçimli
unguentarium yan yana durmaktadır. Ayak ve boyun uzamaya başlamıştır ve boyunayak aynı uzunluktadır (Civelek, 80).
Res. 1.77. Theodotos Steli (Civelek, 80 ).
Arkaik Çağdan beri işlenen kline sahnesi, Resim sanatında (duvar freskleri,
vazo
resimleri),
Anıt
mezarlarda,
lahitler
ve
mezar
stellerinde
kendini
göstermektedir. Mezar stellerinde önemli bir yeri olan kline sahneleri, M.Ô. II. ve I
yüzyılda daha da çoğalmaktadır. Roma döneminde ise çok daha fazla yapılan kline
sahneli mezar stelleri giderek artmış göstermiştir.
118
1.14. Lahitler
Lahitler pişmiş toprak, taş ya da mermer gibi maddelerden yapılan, içine
ölünün yerleştirildiği sandukalardır. Çoğu zaman dikdörtgen prizma biçiminde ya da
ender olarak bir banyo küveti şeklinde yapılmıştır. Bunlar dışında birtakım kuraldışı
örnekler de mevcuttur (Koch, 2001:25). Kenarları kâgir, üstü kapak taşlarıyla
örtülüdür. Yapısı ölünün statüsüne göre değişen lahitlerin dış kısımları genellikle
çeşitli kabarmalarla resimlenmiştir.
Önceleri yakılan ölülerin küllerinin saklandığı lahit'ler, sonradan birer mezar
olarak kullanılmıştır. Lahitlerin birer oda veya küçük ev (ölü evi) biçiminde
yapılması, ölülerin öbür dünyada yaşayacakları inancından gelmektedir.Lykia
lahitleri “ölü evi” biçiminde yapılan lahitlerin en eski örnekleri arasında yer alır (İdil,
1998). Bu lahitlerin, kubbe biçimli kapakları, ev cephesini andıran yan kapıları ve
pencere boşlukları vardır. Bu tür lahitlerin örneklerine Lykia'da M.Ö. VI. yüzyıldan
imparatorluk devrine kadar rastlanmaktadır. Sayda'dan (Eski Sidon) getirilerek
İstanbul Arkeoloji Müzesine konan “Lykia Lahti” bu türdendir (Res.1.78-1.79.).
İkinci türden lahitler “hareon” tipindedir. Bu türün en açık örneği Helenistik çağ
eserlerinden
İstanbul
Arkeoloji
müzesindeki,
“Ağlayan
Kadınlar
Lahti”dir
(Res.1.81.). Kline lahitleri, daha çok ölünün odasındaki yemek masası veya yatağı
durumundadır. Etruria'da bulunan bir türe girer. Genellikle niş içinde duran bu
lahitlerin iç tarafları süslüdür. 4.-3. yüzyıl lahitleri yemek sofrasını andırır. Kline
(yatak) türünden olan lahitler Frigya ve Paphlagonia'da görülür. Zengin boyalı
klineler daha çok Lydia'da bulunmaktadır (Koch, 2001: 29-30).
İmparator Adrianus devrinden kalma kabartmalı anıtsal lahitler vardır.
Bunların çoğunda sadece görünen cephe kabartmalarla donatılmıştır. Asya tipi
lahitlerin kapakları birer yatağı andırır. Üzerinde karı koca tasvirleri görülür. Bu
tasvirlerde erkek, elini karısının omzuna koymuş durumdadır. Başka bir lahit türü de
Girlandlı(askı çelenkli) lahitlerdir. Bu tür lahitlerin M.S. I. yy.da Anadolu'da
geliştiği, sonradan Mısır, Suriye, Yunanistan ve Roma'ya yayıldığı ileri
sürülmektedir. Bu lahitlerin en gelişmiş örnekleri, köşelerinde bukranion (öküz
119
kafası) tarafından taşınan girlandlarla süslü olanlarıdır. Bu biçimin sunaklardan
alınarak lahitlere uygulandığı düşünülmektedir.
Girlandlı lahitler önceleri natüralist bir üslûpta yapılırken, sonraları bu
süslemeler, belli ve değişmez nitelik kazanarak üslûplaşmıştır. Bunların da kaynağı
Anadolu'dur; bu lahitlerin yanlarında üçgen birer alınlık vardır. Alınlıklarında
genellikle “Medusa başı” ve “rozas” (gül bezek, yıldız bezek) tasvirleri yer alır.
Roma İmparatorluk Dönemi içerisinde seri üretime geçildikten sonra lahitler
sınıflandırıldığında, girlandlı lahitler, sütunlu lahitler, frizli lahitler, tabula ansatalı
lahitler, sandık lahitler, yivli lahitler ve yarım işlenmiş lahitler göze çarpmaktadır
(Çelik, 2010: iii).
M.S. 4. yy.’ın son çeyreğinden itibaren pagan dönemde kullanılmış olan
lahitlere, haç gibi Hıristiyanlık sembolleri eklenmiştir ( Karaüzüm, 2005: 49–65).
1.14.1.Lahitlerden örnekler
1.14.1.1. Likya lahiti
Osman Hamdi Bey tarafından 1877 yılında Sayda’daki (bugünkü Lübnan
sınırlarında) kral mezarlarında, 4 nolu mezar odasında bulunmuştur (Res.1.78-1.79).
İstanbul Arkeoloji Müzelerinde sergilenmektedir. Yunan heykeltıraşçılığının güzel
örnekleri içinde yer almakta olan Lahdin kimin için yapıldığı bilinmemekle birlikte,
MÖ 5. yüzyılın sonlarına ait olduğu tahmin edilmektedir. Lahit, Sayda'da
bulunmasına karşın, mimarisi tipik Likya mimarisidir. Bu yüzden heykeltraşının
Likyalı olması muhtemeldir.
Lahdin uzun taraflarının birinde 5 avcı bir erkek domuzu avlarken görülür.
Avcılar geniş alınlı, küçük kafalı, geniş böğürlü ve zayıf bellidir. Bütün avcıların sağ
kolları yukarı doğru kalkmıştır. Üzerlerinde 5. yüzyıl Atinasında popüler olan Trak
giysileri vardır.
120
Lahdin diğer uzun kenarında ise bir aslan avı betimlenmiştir. 4 avcı, her biri 4
atın çektiği iki savaş arabası sürmektedir. Savaş arabaları birbirlerinin üstüne
yerleştirilerek derinlik kazandırılmaya çalışılmıştır. Atların vücutlarının ancak bir
kısmı görülür, arkada kalan kısımları saklanmıştır. Muhtemelen sol taraftaki avcının
kadınsı saç şeklinden dolayı savaş arabalarını kullanan genç adamlar Amazonlar
olarak da yorumlanmıştır.
Lahidin kısa tarafının bir yüzünde bir kayanın üzerinde 2 sentor bir geyik için
kavga etmektedir. Sol taraftaki Sentor çıplak iken, diğerinin boynundan bir panter
derisi sarkar. Kemer şeklindeki kapağın bu taraftaki yüzüne ise iki tane sfenks
oturtulmuştur. Sfenkslerin kanatları kemerin üzerine kadar ulaşır. Aslan vücutları,
kadın yüzleri ve göğüsleri vardır. Mezarın gardiyanlığını bu sfenksler yaparlar.
Lahdin diğer kısa kenarında altta Kaineus efsanesi işlenmiştir. Efsanede
Kaineussentorlar tarafından kafasını sopayla ezerek toprağa gömerler. Kabartmada
da Sentorlar elinde miğfer tutan Kaineus'u yere gömmektedirler, ancak ellerinde sopa
değil, büyük bir kaya bulunmaktadır. Kapağın bu tarafında ise yarısı aslan yarısı
kartal şeklinde iki figür betimlenmiştir. Her ikisi de arka ayakları üzerinde dikilmiş
ve pençelerini yukarı kaldırmıştır. Her ikisinin de kartal görünüşlü kafaları, uzun
gagaları ve başlarının üstünden boyunlarına kadar süren ibikleri vardır. Kanatları
aşağı doğru sarkmıştır. Alt bölümleri lahdin diğer yüzündeki sfenksler gibi aslan
biçimindedir. Mezar bekçiliği vasfını en iyi yansıtan figürler arasında sayılan
sfenksler Mısır’ın yanı sıra aynı zamanda Anadolu ve Mezopotamya ikonografisinde
de çok önemli yeri olan bir unsurdur. Doğu Dünyası’nın yaratması olan sfenks
düşüncesi, Roma öncesi dönemde Eski Yunan ve Etrüsk Sanatı’na da yansımıştır.
Roma İmparatorluk Dönemi’nden sonra da sanatta kullanımı devam etmiş ve Doğu
Roma Sanatı’nda maden, fildişi ve kemikten heykelleri süslemek için kullanılmıştır.
Sfenks, Türk Resim Sanatı içinde yine çok tercih edilmiş, özellikle Selçuklu
Sanatı’nda çok kullanılmıştır. Kubad-Abad Sarayı çini süslemelerinde kullanılan
Sfenks resimleri buna en iyi örneklerdendir ( Önder, M. 1998: 89).
121
Res.1.78. Likya Lahdi (MÖ 5. yüzyılın sonları) (www.sugraphic.com. ErişimTarihi:
15.03.2013)
Res.1.79. Likya Lahdinden ayrıntı (www.mehmetakinci.com. ErişimTarihi:
09.09.2013).
122
1.14.1.2. İskender Lahdi
Her ne kadar “İskender Lahdi” olarak anılsa da aslında İskender'e ait olmayıp
Sidon Kralı Abdalonymos'a ait olduğu düşünülen Lahit İstanbul Arkeoloji Müzesi
Koleksiyonunda yer almaktadır (istanbularkeoloji.gov.tr, 2013).
Lahdin ön yüzünde solda atının üzerinde İskender gösterilmiştir. İskender,
Herakles soyundan geldiğine inandığı için, başında Nemea aslanının postu ile tasvir
edilmiştir. Buna ek olarak, kulağının yanında, Mısır tanrılarından Ammon'un simgesi
olan koç boynuzu görülmektedir. Lahdin üzerindeki bu tasvirden dolayı lahdin ismi
İskender ile bütünleşmiştir. Aslında İskender Babil'de ölmüş ve cenazesi
İskenderiye'ye gönderilmiştir. Lahdinin de antropoid: insan biçimli bir lahit olduğu
bilinmektedir.
Lahdin gövdesinin uzun yüzlerinden birinde Persler ve Yunanlılar arasındaki
bir savaş sahnesi yer almaktadır (Res.1.80.). Yunanlılar ile Pers askerleri
kıyafetlerinden kolaylıkla ayırt edilebilir. Yunanlılar kısa tunik veya pelerin
giyerken, Pers askerlerinin geleneklerine göre erkeklerinin yüz ve parmak uçları
dışında bedenlerini açıkta bırakmaları yasak olduğundan, pantolonlar birkaç kattan
oluşan uzun kollu gömlekler ve başlarını saran tiaralar giydikleri göze çarpmaktadır.
Savaş sahnesinin İskender'in MÖ. 333 yılında kazandığı, ona Fenike ve Suriye
kapısını açan Issus savaşını temsil ettiği düşünülmektedir. Bu savaşın sonuçlarından
biri de, lahdin sahibi olduğu sanılan Abdalonymos'un yazgısının değişmesi ve bir
süre sonra Sidon kralı olmasıdır.
Lahdin ikinci uzun yüzünde iki av sahnesi canlandırılmıştır. At ve arabalarla
avlanmanın Yakındoğu uygarlıklarına ait bir özellik olduğu, İskender'in de Fenike'de
bu tür avlara katıldığı bilinmektedir.
123
Res.1.80. İskender Lahdi, Perslerle Yunanlılar arasında savaş sahnesinin
betimlendiği yüzü (www.istanbularkeoloji.gov.tr. ErişimTarihi: 19.03.2013)
İskender'in İran'ı aldıktan sonra Doğu ve Helenistik kültürlerini bir araya
getirerek bir Yunan-Pers İmparatorluğu kurmayı amaçladığı kabul edilmektedir.
Hayatının sonuna doğru bir Pers prensesiyle evlenmiş, Pers giysileri kullanmaya
başlamış ve Pers saray adetlerini benimsemiştir. Lahdin bir yüzünde dost olarak bir
arada avlanan Persler ve Yunanlıları bu anlayışın ışığında görmek gerekir.
İskender'in III.Darius'u Issus'ta yendikten sonra Amanos dağlarını aşıp Akdeniz
kıyısını izleyerek Suriye'ye girdiği bilinmektedir. Pers yönetiminden hoşnut olmayan
Sidon halkı, zengin kentlerinin kapısını Makedonya ordusuna açmış ve İskender'den
kendilerine bir kral seçmesini istemişlerdir. İskender, Sidon'a kral seçecek zamanı
olmadığından, bu işi Hephaestion'a vermiştir. Onun bulduğu Abdalonymos ise Sidon
krallık ailesiyle ancak uzaktan akraba olup, kral seçilinceye kadar kentin dışında
sakin hayat süren bir kişidir. Adı, Farsça 'tanrıların hizmetçisi' anlamına gelen
Abdalonymos'un, daha sonra kendi için hazırlattığı lahdin süslemelerinin arasına
İskender'in ve Hephaestion'un tasvirlerinin konulmasının nedeni budur.
Bezemelerin incelenmesi Lahdi yapanların doğu süsleme sanatını çok iyi
bildiğini göstermektedir. Akroterin üst sırası yer yer sadece kanat parçaları kalmış
124
kartallarla dönüşümlü olarak yerleştirilmiş kadın başlarından oluşmuştur. Eski
Suriye'de kartalların ölülerin ruhlarını cennete taşıyan kuşlar olduğuna inanılırdı. İki
yanda en altta sıralanan daha küçük dokuzar kadın başı da Anadolu ve Mezopotamya
kültürlerinde tarih öncesi dönemlerden beri tapınılan ana tanrıçayı akla
getirmektedir. Her iki alınlığın tepe akroterleri Pers grifonları ve bitkisel bezemelerle
süslüdür. Alınlığın köşelerine lahit koruyucusu olarak birer aslan oturtulmuştur. İnce
boyunlu, gövdeleri zayıf birer köpeği hatırlatan bu aslanlar İon sanatına özgü bir
motiftir.
Lahdin kapağı da gövdesiyle aynı cins mermerden yapılmıştır. Lahdin
işlemelerinin inceliği böyle bir eseri Yunanistan'dan Lübnan'a götürmek çok tehlikeli
olduğu için eserin Sidon'da yapılmış olması gerektiğini akla getirmektedir.
Heykeltıraşı hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Lahdi boyayan
ressamların da yontucu kadar usta oldukları sanılmaktadır. Lahit bitirildiğinde gözler,
kirpikler, dudaklar ve giysilerin mor, sarı, mavi, kırmızı ve menekşe rengiyle
boyandığı, figürlerin tenine hafif vernik sürüldüğü anlaşılmaktadır.
1.14.1.3. Ağlayan Kadınlar Lahdi
İskender Lahdi ile aynı Kral Nekropolü’nde ortaya çıkarılan Ağlayan
Kadınlar Lahdi (Res.1.81.), bulunmasından önceki bir dönemde soyulmuş olduğu
için, içinde ait olduğu kişinin kemiklerinden ve bronz bir kemer tokasından başka bir
şey bulunmamıştır. Mermerin üzerinde yer yer günümüze kadar ulaşan izlerden, ilk
yapıldığı zaman mavi ve kırmızı tonlarda boyalı olduğu anlaşılmaktadır. Lahit
arkeolojide “Sütunlu Lahitler” olarak adlandırılan grubun en iyi örneği olup, bir
mezardan çok “Halikarnassos Mausoleimu” ya da “Nereid Anıtı” gibi, bir son
dinlenme yeri olarak yorumlanmaktadır. Mimari özellikleri İstanbul Arkeoloji
Müzeleri'nin klasik binasının mimarisinde de kullanılmıştır. Yunan yontu sanatının,
doğulu etkiler taşıyan bir örneğidir. Figürlerin tıraşlı kafaları, yalın ayakları, yırtık
giysileri ve üzüntülerini yansıtan hareket ve ifadeleri Semitik topluluklara ait
özelliklerdir. Lahdin zevk ve eğlenceye düşkün bir insan olduğu söylenen Sidon kralı
125
Straton'a (MÖ 374-358) ait olduğu sanılmaktadır. Lahit, bir İon tapınağı
biçimindedir.
Sütunların arasında yer alan 18 üzgün kadın figürünün, Ortadoğu ülkelerinde
yaygın olan ağlayıcı kadınlardan çok, ölünün eşlerini ya da haremindeki kadınları
temsil ettiği sanılmaktadır (istanbularkeoloji.gov.tr, 2013).
Res.1.81. Ağlayan Kadınlar Lahti, Sütunlar arasında ağlayan/üzgün kadın tasvirleri
yer almaktadır (www.istanbularkeoloji.gov.tr. ErişimTarihi:19.03.2013).
1.14.1.4. Girlandlı lahitlerden örnekler
Girland taşıyıcısı boğa başı, koçbaşı gibi figürler ile girland üstü boşluklarında
yer alan aslan ve Medusa başı gibi figürleri girlandlı lahitlerin diğer önemli
özelliklerindendir. Ayrıca girlandlı lahitler üzerinde görülen portrelerde dönem
özelliklerini yansıtan kadın ve erkek figürlerine ait bazı özelliklerin lahitler üzerinde
bulunan tiyatro maskı, Nike, Eros gibi figürlerde de görüldüğü anlaşılmıştır (Çelik,
2010: 94).
Res.1.82. ve 1.83’teki deki lahit, M.S. 260–280 tarihli olup Roma İmparatorluk
Dönemi Girlandlı Lahitler grubundandır. Mermerdir. Lahdin kapağı mevcuttur ancak
sağ alt bölümden kırılmıştır. Bunun dışında eser genelde sağlam haldedir. Lahdin
uzun yüzlerinde üç adet kısa yüzlerinde ise bir adet girland bulunmaktadır. Girland
126
taşıyıcıları ortada Eros köşelerde ise koçbaşıdır (Res.1.83.) Girlandlar ve taşıyıcılar
yüzeysel verilmiştir ( Ergeç, 1987:37).
Res.1.82. Girlandlı lahit örneği (Adana Müzesi Koleksiyonu 8282 envanter nolu
eser) (Çelik, 2010: 147).
Res.1.83. Lahdin Sağ Kısa Yüzü (Çelik, 2010: 147).
127
Res.1.84. 440 Envanter Numaralı Lahit Ön Yüz. (Adana Müzesi
Koleksiyonu) (Çelik, 2010: 145).
Res.1.84.’deki lahit M.S. 250–270 tarihli olup Roma İmparatorluk Dönemi
Girlandlı Lahitler grubundandır. Mermer bir lahittir. Lahdin kapağı mevcuttur. Eser,
genelde sağlam haldedir. Lahdin uzun yüzlerinde üç adet, kısa yüzlerinde ise bir adet
girland bulunmaktadır. Girland taşıyıcıları ortada ve ön yüz sol tarafta boğa başı iken
kalan bölümde koçbaşıdır. Girlandlar ve taşıyıcılar yüzeysel verilmiştir (Ergeç, 1987:
38)
Res.1.85.’deki lahit M.S. 200–220 tarihli olup Roma İmparatorluk Dönemi
Girlandlı Lahitler grubundandır. Mermerdir. Eser üzerinde yer yer küçük kırıklar
mevcuttur. Kapağı yoktur. Lahdin uzun yüzlerinde üç adet kısa yüzünde ise bir adet
girland bulunmaktadır. Ön yüz orta girland üstü boşluğunda üzerinde Grekçe yazıt
bulunan bir tabulaansata yer almaktadır. Girland taşıyıcıları ortada Eros köşelerde ise
Nike’dir. Erken Severuslar Dönemi sanat özellikleri göstermektedir. (Ergeç, 1987:
8, 17).
Res.1.85. 1058 Envanter Numaralı Lahit Ön Yüz. (Adana Müzesi Koleksiyonu)
(Çelik, 2010: 77).
128
1.15. Sunaklar
Çeşitli dinlerde tanrıya adanan kurbanın yerleştirildiği ya da tanrıya yakarış
için kullanılan yüksekçe yer ya da masadır. Özellikle antik dinlerde yaygın
olan sunaklar, Musevilik ve Hıristiyanlıkta da önemli bir yere sahiptir. Antik
dinlerden kalan sunak yıkıntıları, dinlerin ayinsel özelliklerini ve ibadet geleneğini
öğrenmek açısından önemlidir.
Sunaklar mimari açıdan iki biçimde yapılmıştır. Bir tapınağın içinde ya da
önünde yer alan taşınabilir masa şeklinde ya da önünde dinsel törenlerin yapıldığı
anıtsal bir yapı biçiminde olan örnekleri vardır. Sunaklar adandığı tanrı ya da azizin
varlığını
simgelemekte
ve
genellikle
onun
röliklerini
barındırmaktadır.
Hıristiyanlıkta, dinsel törenler sırasında kullanılan, çoğu zaman tek parça taştan
yapılmış liturjik içerikli bir tabla biçiminde yapılmıştır (Res. 1.86.).
Res. 1.86. Kare formunda bir sunak örneği (Kaynak: Ceren Erdoğan,
arşiv/2013).
Kişisel
Sunakların genellikle “girland” motifiyle süslendiği görülmektedir. Girlandlar
yapraklı dal, çiçek, meyve, meşe yaprağı ve meşe palamutu, sarmaşık yaprağı, çam
kozalağı gibi bitkisel elemanların bir araya getirilerek kurdelalarla sarılması sonucu
129
oluşturulmuştur. Kare veya daire biçimindeki bir taban üstünde yükselen sunakların
süslenmesinde sıkça kullanılmıştır (Gürer, 2006: 35 ).
Res. 1.87. Silindirik formda bir sunak örneği (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel
Arşiv, 2013).
Genellikle mermerden yapılmış olan girlandlı sunaklar (Res. 1.87.) 0,600.90 m. yüksekliğindeki mermer masalar şeklindedir. Bunlarda, motifin değişmez
elemanı olan girland veya girlandlar, kurdelalar ile girland taşıyıcılarına bağlıdır.
Girland taşıyıcıları, genellikle koyun, sığır, keçi, karaca ve geyik gibi çift tırnaklı
hayvanların kesik kafalarıdır. Bazen altlarından birer üzüm salkımı sallanır.
Sunaklar, girlandların üslubuna göre tarihlendirilebilir. Örneğin, Hellenistik
dönem sunaklarındaki girlandlar genellikle ince olup kalınlıklarını değiştirmeksizin
devam ederler. Orta noktaları vurgulanmıştır. Yapraklan, bu noktaya gelince yön
değiştirirler.
Roma imparatorluk dönemi girlandları ortalarında kalınlaşmış ve aşağıya
doğru sarkmıştır. Roma İmparatorluk Çağı girlandlarının yaprakları hep aynı yöne
bakarlar. Girland üstü alanlar, bazen boş, bazen rozet “phiale” veya “patera” yaprak
gibi dekoratif elemanlar ile doldurulmuşlardır. Özellikle M.S. 3. yüzyılın başlarında
yapılmış olan sunakların girlandları çok yüklüdür. Bununla birlikte yazıta sahip olan
sunaklardan daha fazla bilgi edinilmektedir.
130
Yunan
ve
Roma
toplumunda,
çok
farklı
sunu
ve
sunak tipleri vardır. Yunan dininde kutsal alanların yeri çok fazla değiştirilmediği
için sunak çoğunlukla kutsal alana yapılan ilk mimari öğe olmakta ve buraya
yapılan
tüm
kutsal
mimari
yapılara
öncülük
etmektedir.
Zamanla
hem
kamusal, hem dinsel, hem kültsel hem de idari bir öğe haline gelmiş, Tanrılar
yerine Tanrılaştırılmış hükümdarlara da adanır olmuşlardır. Farklı kültlerle
beraber çok Tanrılı Yunan kült düşüncesi içinde sunaklar vazgeçilmez ama
karmaşık bir öğe halinde yerini almıştır.
Portatif Roma sunakları dörtgen ya da silindirik olabilmektedir. Etrüsk
geleneğinde olan silindirikler en eskileridir. Köşeliler daha çoktur, fakat tipleri
değişmektedir. Bunlar genellikle genişçe bir kaide üstüne oturtulmuşlardır. Bu tip
sunakların üst kısmında çoğunlukla bir oyuk bulunmaktadır. Ancak bazılarının üst
kısmı düz bırakılmıştır. Bezemelilerde yumurta ok motifi, Taenia bezemesi ya da
Torus profili görülmektedir. Klasik Dönem’den itibaren ve özellikle Roma
Dönemi’nde popüler olmak üzere sunak üzerindeki rölyeflerde ve bezemelerde insan
ya da hayvan figürleri görülmeye başlanmıştır. Triglif, Bucrania, Rozet gibi farklı
süslemeler de görülür. Dikdörtgen monolitik sunaklar bazen üst bölümün kısa
kenarlarında, ateşin ve küllerin sınırlandırılması amacıyla yapılan yükseltilmiş
bariyerlere sahiptir. Bu bariyerler çoğunlukla bir volüt şeklindedir. Bir silindir ya da
sarmal şeklinde örnekleri de vardır (Gürer, 2006: 55 ).
131
1.15.1. Bir sunak örneği: Bergama Zeus Sunağı
Bergama kralı II. Eumenos (MÖ 197-159) döneminde prestij ve tapınma
amaçlı mermerden inşa edilen bu muhteşem sunak, sanat değeri son derece yüksek
heykel duvar kaplamalarıyla antik çağdan kalan anıtsal mimari yapılar arasında çok
önemli bir yere sahiptir. Bu sunak aslında bir zafer anıtıdır. Bergama krallarının
Galatlara karşı MÖ.165-156 yılları arasında kazandıkları zaferleri ölümsüzleştirmek
için yapılmış ve Baş tanrı Zeus ile onun savaş ve akıl tanrıçası sevgili kızı Athena’ya
adanmıştır (Res.1.88).
Res.1.88.Bergama
19.03.2013)
Zeus
Sunağı
(www.imo.org.tr/resimler.
Erişim
Tarihi:
Bitmeden bırakıldığı düşünülen sunağın üç tarafı duvar ve sütunlarla
çevrilidir. Batıda ise yukarı doğru uzanan 24 basamaklı merdiven görülür. Ana
meydanın girişi doğudadır, ancak sunak avlusuna çıkan merdivenler batıda
olduğundan sunağa gelenler merdivenli cepheye varabilmek için yapının iki
yanından birini (kuzey – güney) dolaşmak zorundadır. Dış yüzde sütunlu galeriler
bulunmaktadır. Kuzey, güney ve doğu yüzlerini kuşatan ve Tanrılarla Gigantların
savaşını anlatan (Gigantomachia) içeren yüksek kabartmalara sahiptir. Kabartmalar
yaklaşık 130 m. uzunluğunda ve 2.30 m. yüksekliğindedir. Sunağın iç yüzünde de dış
yüzde olduğu gibi sütunlu galeriler planlanmış ancak tamamlanmamıştır. Duvarın iç
yüzünü, Pergamon krallık soyunun atası olarak kutsanan Herakles'in oğlu Telephos
132
destanından sahneler süsler. Hellenistik Dönem’in belki de en önemli sunağı
sayılmaktadır (Usman,55).
Şimşek demeti ile kartal, Zeus'un simgeleridir. Bergama Asklepieion'unun
girişinde yer alan sunağın boşluğunda, bir phiale veya patera'dan süt içmekte olan bir
çift yılan yer alır. Yılan, Sağlık Tanrısı Asklepios'un kutsal hayvanıdır (Res.1.89.).
Res.1.89. Bergama Zeus Sunağı ayrıntısı (www.imo.org.tr/resimler. Erişim Tarihi:
19.03.2013).
Başaklar ile haşhaş kozaları, tanrıça Demeter'in simgeleridir. Demeter'in Yer
altı Dünyasına (Hades) kaçırılmış olan kızı Persephone'yi arayışını canlandıran
dinsel törenlerde, meşalenin kullanılmış olması çok doğaldır. Stratonikeia
(Eskihisar)’da bulunmuş olan sunakta girland taşıyıcısı olarak kullanılmış olan Eros,
tanrıça Aphrodite veya oğlu Eros ile ilişkili olmalıdır. Medusa başı ise koruyucu
figür olarak kullanılmaktadır.
133
1.16. Geleneksel Türk evi
Türkler Anadolu’ya geldikten sonra yerleşik düzene geçmeye ve eski
“göçebe” özellikleri ile benimsedikleri İslam dininin birleşimiyle yeni bir yaşam
biçimi oluşturmaya başlamışladır (Altınoluk, 1989:3).
Türk evi plan tipinin gelişimini göçebelik dönemine kadar uzatmak
mümkündür. Türkler Anadolu’ya yerleşmeden önce yaşadıkları Orta Asya’da sert
iklim koşulları nedeniyle göçebe olduklarından Anadolu’ya geldikleri 10. 11.yüzyıllar öncesine kadar çadırlarda yaşamışlardır. Türklerin yaşadıkları bu
çadırlar taşınabilir cinsten ve genellikle keçe ve deri malzemeden yapılan çadırlardır.
Türklerin yerleşik yaşama geçmeleriyle birlikte çadırın mimarideki etkileri de
görülmeğe başlamıştır. Ancak çadırlar genellikle yuvarlak hatlara sahipken evler
dikey hatlara sahiptir. Çadırlarda sandıkların bulunduğu alanlar, odalarda kapalı
kullanma yeri biçimindeki dolaplara dönüşmüştür (Günay, 1981: 29).
“Türk Evi Plan Tipi” yerleşik düzene geçer geçmez meydana gelmemiştir.
Türkler Anadolu’ya yerleşmeye başlayınca, daha önce buralarda yerleşen kültürlerin,
iklimsel özelliklerin de etkisinde kalmışlar, ardından Türk evi plan tipini meydana
getirirken, daha önce bu yörelerde yaşayan kültürleri de yorumlamışlar ve kendi
kültürleriyle bir sentez yapmışlardır.
Türk evi plan tipinin meydana gelmesinde birçok etken rol oynamıştır.
Anadolu’nun değişik iklim bölgelerine ayrılması, kurulan evlerin malzemesini ve
biçimlerini etkilemiştir. Bölgesel özellikler şehir dokusunun yanı sıra konut
mimarisini de etkilemiştir. Etkenlerin en önemlisi iklimdir. Anadolu’nun doğal
koşulları yapıların biçimlendirilişlerinde ve uygulanışlarında da etkilidir. Türk
evlerinde görülen farklı tiplerin diğer bir nedeni de zemindeki toprak örtüsüdür.
Malzeme, zemin ve örtünün verdiği imkânlara göre kullanılmıştır. Bu nedenle
iklimleri birbirlerine yakın olmalarına rağmen Konya’da taş, Kayseri’de kerpiç duvar
kullanılmıştır.
134
Geleneksel Türk evlerinde malzeme kullanımı bölgelere göre çeşitlilik
göstermektedir. Anadolu’nun birçok bölgesinde ve kış dönemine göre de açık-serin
ve kaplı-iyi korunmuş odalar düzenlenmiştir. Malzeme kullanımında ise yine iklime
bağlı olarak Orta Anadolu’da taş temel üzerine kerpiç, Güneydoğu Anadolu’da taş,
Karadeniz Bölgesinde ahşap kullanımı yaygındır. Batı Anadolu bölgesi evlerinde
özellikle Kula, Bergama, Tire, Ödemiş yöresinde taş temel üzerine ahşap karkas
teknikli duvarlar yer alır. Yapıların bölme duvarları çoğunlukla ahşap karkas ve
bağdadi tekniklidir.
Türkiye’de farklı koşullar iklimin ve yerel koşulların da etkisiyle plan
açısından birbirinden çok fazla farklılık göstermese de, yapı itibariyle birtakım
farklılıklar göstermiştir. Kuban (1966)’a göre bu plan tipleri şunlardır:
a) Güney-Doğu Anadolu’nun Kuzey Suriye ile ortak kültürünün ifadesi taş
konut mimarisi.
b) Erzurum’dan öteye Kuzey-Doğu Anadolu’nun Güney Kafkasya ve
Dağıstan ile akraba ahşap hatıllı taş mimarisi.
c) Doğu Karadeniz Bölgesi’nde görülen karakteristik ahşap iskeletli ev
mimarisi.
d) Ege ve Akdeniz bölgesinin düz damlı kübik taş mimarisi.
e) Orta Anadolu’nun özellikle Niğde ve Kayseri bölgesinin kaynakta yine
Kuzey Suriye ile buluşan taş mimarisi.
f) Orta Anadolu’nun daha çok köy ve küçük kent ortamında kalan ve kökü
yeni taş çağına kadar uzanan kerpiç mimarisi.
g) Esas yayılma alanı Anadolu’nun kıyıları ile orta yayla arasında bir ikinci
çember gibi dolanan ve Sivas dolaylarından batıya ve İç Ege’den Toroslar
kuzey yamaçlarına kadar uzanan ve yer yer diğer bölgelerde ve Balkanlar’da
görülen hımış yapı tekniğinde inşa edilmiş konut mimarisi.
135
Kuban (1966) bu gruplar içerisinde Türklerin Anadolu’da geliştirdiği konut
kültürüne en yakın olan grubun son grup olduğunu belirtmiştir.
İklimsel, bölgesel ve sosyal koşulların etkisiyle farklı yöresel özellikler
gösteren konut mimarisini diğer bir araştırmacı Sedat Hakkı Eldem ise (1968) yedi
bölgeye ayırmaktadır:
1. Karadeniz sahili ve hinterlandı
2. İstanbul ve Marmara Bölgesi
3. Ege ve hinterlandı
4. Akdeniz Bölgesi
5. İç Anadolu Bölgesi
6. Doğu Anadolu Bölgesi
7. Güneydoğu Anadolu Bölgesi.
Ailenin kişileri ev içinde değişik önemlerde yer alırlar. Evin erkeği en
önemli kişisi sayıldığından en özenli oda onundur. “baş oda, selamlık” gibi isimlerle
anılan oda, “efendi-konuk-hizmetçi” ilişkilerinin düzenlenmesi sonucunda biçimini
almıştır. Hanımsa evin ikinci kişisidir ve günlük yaşantısının büyük çoğunluğu evde
ve “haremlik” kısmında geçer.
Türk evi bir anlamda kadın içindir. Bu nedenle evler çoğunlukla kadınların
çalışması, dinlenmesi ve toplumsal ilişkiler kurabilmesini sağlayabilecek biçimde
gelişmiştir. Odaların biçimlenmesinde de toplum yapısının özelliklerinin etkileri
görülmektedir.
Kuban (1966) değişik bölgesel konut geleneklerini bir ölçüde yaklaştıran
ortak bir plan tipi olduğunu belirtmiştir. Bu plan tipi iki oda ve aralarında açık
avludan ve bunların önünde uzanan bir saçak altından meydana gelir. Bu planın
kaynağını ise Ortadoğu’nun eski kültür katlarına bağlamaktadır. Anadolu-Türk
konutlarının örneklerinin de oda, eyvan ve sofadan meydana gelen bu şemadan
etkilendiğini öne sürer.
136
Anadolu
evlerinin
inşa
malzemeleri
bölgelere
göre
değişiklikler
göstermektedir. Ege, Marmara ve Karadeniz ile Sivas, Elazığ, Malatya, Burdur ve
Antalya sınırları içinde kalan alanda ahşap, kerpiç ve taş malzeme kullanılır.
Özellikle ahşap ve taş malzemenin pek fazla bulunmadığı ve temin etmenin
güçleştiği Orta Anadolu Bölgesi’nde en fazla kerpiç malzemenin kullanıldığı
görülmektedir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde taş ve kerpiç kullanımıyla
birlikte taş malzemenin temininin kolaylığı nedeni ile taş malzemeli yapılar daha
fazladır. Marmara Bölgesi ve özellikle Çanakkale civarında ise taş inşa geleneği
yaygındır. Üst örtü malzemesi ise Karadeniz Bölgesi’nin köy evlerinde genellikle
ahşap iken, orta, doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde genellikle toprak damdır.
Türk evini iki temel öğenin oluşturduğu görülür: bunlar “odalar” ve odalar
arası ortak alan olan “sofalar”dır. Evler oda ile sofa birlikteliğinin şekline göre
tanımlanmışlardır (Küçükerman, 108-109).
Sofa ile odaların birlikteliğinden doğan Türk evi plan tiplerini Sedat Hakkı
Eldem dört gruba ayırmıştır:
1. Sofasız plan tipi
2. Dış sofalı plan tipi
3. İç sofalı plan tipi
4. Orta sofalı plan tipi.
Sofa bir geçiş mekanıdır, aynı zamanda bütün ev halkının toplandığı, düğün
ve eğlencelerin düzenlendiği yerdir. Halk arasında " sergah, sergi, seyran, çardak,
divanhane, hayat " gibi adlarla adlandırılmıştır.
Dış sofalı, iç sofalı ve orta sofalı plan tipleri de kendi içlerinde gruplara
ayrılırlar. Dış sofalı plan tipinin kendi alt grupları şunlardır:
a) Dış sofalı tek odalı plan tipi
b) Dış sofalı iki odalı plan tipi
c) Dış sofalı eyvanlı plan tipi
d) Dış sofalı iki odalı ve köşklü plan tipi
137
e) Dış sofalı köşklü ve eyvanlı plan tipi
f) Dış sofalı bir ucu odalı plan tipi
g) Dış ve köşe sofalı plan tipi
İç sofalı plan tipinin alt grupları ise:
a) İki yüzlü iç sofalı iki odalı plan tipi
b) İki yüzlü ikiden fazla odalı iç sofalı plan tipi
c) Bir yüzlü iç sofalı plan tipi
d) Eyvanlı ve yan sofalı plan tipidir.
Orta sofalı plan tipi ise kendi içinde şu gruplara ayrılır:
a) Dört köşeli, orta sofalı plan tipi
b) Pahlı köşeli, orta sofalı plan tipi
c) Yuvarlak veya beyzi, orta sofalı plan tipi.
Türk evi genellikle az katlıdır. Zeminde kat sayısı artmış, bu durumda da
temel düzene uymak için üst kat her zaman diğer katlardan üstün tutulmuştur. Temel
kat açık ve doğal ortamda şekillendirilen evlerde alçaltılarak doğaya yaklaştırılmıştır.
Türk evinde önceleri tek katlı plan uygulanmasına rağmen sonraları kat
sayısının arttığı görülür. Ancak esas kat genellikle en üstteki kat olmuştur. Alt katlar
çoğunlukla ahır, depo, samanlık olarak kullanılır.
Odaların içerisinde oturmak için kullanılan ve yapı ile birlikte inşa edilen
sedirlerin yanı sıra duvarların birinde, genellikle giriş kapısının karşısına gelen
duvarda ocaklar yer alır. Ocakların yanı sıra yüklükler ve dolap nişleri odaların
içinde yer alan diğer unsurlardır.
Sofalar ise Türk evini Batı Anadolu ve Avrupa evlerinden ayıran en önemli
unsurlardır. Türk evlerinde bulunan diğer bir unsur ise eyvanlardır. Eyvanlar üç tarafı
kapalı, sofaya açılan üstü kapalı mekanlardır. Kaynağı Ortadoğu’nun eski mimari
138
yapı geleneklerine dayanmaktadır. Anadolu’da eyvanlar çoğunlukla zemin katta yer
alır.
Eski Türk evlerinin çoğunda dışta ve içte fazlaca süsleme bulunmamaktadır.
Bunun yanı sıra bazı yörelerde bir hayli süslü evlere de rastlanır. Evlerdeki
süslemelerde genellikle kalem işi bezemeler ve tasvirler dikkati çeker. Ahşap üzerine
çeşitli tekniklerle yapılan süslemeler görülür.
Evlerin cephelerinde genellikle toplumun içe dönük yapısından kaynaklanan
şekilde alt katlar sağır tutulurken, üst katlar pencerelerle hareketlendirilmiştir. Evler
genellikle bir avlu ile çevrilidir. Günlük yaşam burada cereyan eder ve tandır, depo,
tuvalet gibi mekanlar burada yer alır. Dış sofalı plan tipi daha çok Batı Anadolu’da
görülür. Sofanın gerisinde bazen bir bazen iki ya da üç oda yer alır. Yan yana üç
odalı plan tipi Anadolu’da Antik dönemden beri kullanılmış bir plan tipidir5.
Türk evinin karakteristik özelliğinden birisi de çıkmalardır. Çıkma odanın
dışa taşıntı yapar şekilde binanın ana beden duvarlarından dışa doğru çıkıntı
yapmasıdır. Böylelikle dar sokaklarda yer alan evler çıkmalar sayesinde genişletilmiş
bir iç mekana kavuşmuştur. Bol pencereli yapılan çıkmalar evin ışık almasına da
katkı sağlamıştır.
5
Türk evi plan tipleri hk. daha ayrıntılı bilgi için bkz. Eldem, S.H. Türk Evi Plan Tipleri,
İstanbul:İTÜ. Mim.Fak.Yayınları, 1968.
139
1.16.1.Geleneksel Türk Evi örneği Abdi Başara Evi
Sivas ilinin Selçuk Mahallesinde, Uzun Yol No:5’te yer almaktadır. Zemin
kattaki onarımlar ve değişikliklere karşın bütünü itibariyle günümüze kadar
korunabilmiş olduğu söylenebilir. Geleneksel Türk evi plan tipolojisine göre üç tarafı
odalı, dış sofalı plan tipindedir.
Abdi Ağanın (Hicri 1343) Miladi 1827 tarihinde yaptırdığı bu konak
(Res.1.90.) torunları emekli öğretmen Hatice Mutlu ve emekli Hakim Abdi Başara
tarafından Sivas Konağı olarak ihya edilmek ve kültür evi olarak kullanılmak üzere
Sivas Belediye Başkanlığına bağışlanmıştır (sivas.bel.tr, 2013) .
Tarihi konak, 12 odadan meydana gelmektedir ve 2 katlıdır. Üst katında
mutfak, büyük salonlu iki misafir odası, iki büyük hol, 2 oturma odası ve bir yatak
odası bulunmakla beraber alt katında iki oturma odası, bir büyük mutfak, mahzen ve
kömürlük vardır. İki katlı olan ev taş temel üzerine ahşap çatkı arası kerpiç dolgu
malzemeyle inşa edilmiştir. İç kısmı ve dış cephesi kireçle sıvanmıştır (Bilget,
1993:14).
Res.1.90. Abdi
Tarihi:02.05.2013)
Başara
Evi,
Sivas
(www.sivas.bel.tr.
Erişim
Haremlik ve iş evi kısmı yıkılmış olan evin birinci kat planında (Plan 1.6.)
kuzey duvarına bitişik olarak kuzeybatıdan kuzeydoğuya doğru bir oda, onun
140
yanında salon, salona bitişik olarak bir tuvalet ve banyo, banyonun bitişiğinde yan
yana aynı ebatlarda iki oda, tuvalete bitişik olarak bir salon ve onun da yanında bir
oda, bu birimlerin güneyine bitişik mutfak kısmı yer almaktadır. Güney duvarında
bitişik olarak ana beden duvarlarının orta kısımlarına denk gelen yerde genişçe bir
mutfak kısmı daha vardır. Bu mutfağın doğu yönünde kuzey-güney doğrultusunda
uzanan yan yana iki tuvalet bulunmaktadır.
Plan 1.6. Abdi Başara evi birinci kat planı (Bilget, 1993:16).
Tuvalet kısımlarının doğusunda bir oda, bu odanın kuzey yönünde ona açılan
bir oda ve bu odanın açıldığı bir salon ile onun kuzey yönünde bir mutfak ve oda
vardır. Bu kısımdaki salonun batı yönünde ona bitişik olarak kuzey güney yönünde
birbirine bitişik üç birim odunluk olarak kullanılmaktadır. Bu birimlerin batı
141
yönünde T şeklinde bir sofa yer almaktadır. Son olarak güneybatıda büyükçe bir oda
(baş oda) ve onun kuzey yönünde bir oda daha vardır.
Güneybatı köşede yer alan baş oda, evin en önemli odasıdır. Odada ince bir
ahşap işçiliği göze çarpmaktadır. Pabuçluk kısmı ahşap sütunlara ve bu sütunlarla
birbirine bağlanan ahşap kemerlere sahiptir (Res. 1.91 ve 1.92.). Sütun başlıkları
ahşap oymalarla bezelidir. Süslemeler vazo içinden çıkan çiçekler şeklinde bitkisel
örnekli, son dönem Osmanlı mimarisinin etkisi altına kaldığı Barok akımı
karakterlidir. Ahşap sütunların üzeri günümüzde yeşil boya ile boyanmış
durumdadır.
Baş odanın tavanında da ahşap işçiliği göze çarpmaktadır (Res.1.93.) Tavan,
S’lerle küçük karelere bölünmüş olup ortada yuvarlak bir göbek vardır. Köşeler ise
üçgen bölümlere ayrılmış ve içleri süslenmiştir. Saçak altı da süslemelidir (Res.
1.94.)
Odalar içinde “yüklük” denilen ve yatak, yorgan gibi eşyaları koymaya
yarayan derin nişlerin ve diğer dolapların kapakları da ahşap işçiliğine sahiptir.
Duvarlardaki lambalıklar ve çiçeklik nişleri de alçı süslemelidir.
Türk evlerindeki odalar çok birden çok işleve sahiptir (Res. 1.95. ve 1.96.)
Duvarlarındaki yüklüklere kaldırılan yataklar, gece odaya serilir ve yatak odası halini
alır. Odanın ortasına konulan bir sinide yemek yenir. Köşelerdeki minderlerde
oturulur. Türk evlerinde masa, sandalye, dolap gibi mobilyaların kullanımı
günümüze yakın bir zamanda gerçekleşmiştir.
142
Res. 1.91. ve 1.92. Ahşap sütun başlıklarından birer görünüm (Bilget:
1993: 18-19)
143
Res. 1.93. Ahşap işlemeli tavan (Bilget, 1993:19)
Res. 1.94. Saçak (Bilget, 1993:20)
144
Res. 1.95. ve 1.96. Abdi Başara evi odalarından bir görünüm (www.sivas.bel.tr.
Erişim Tarihi: 02.05.2013)
145
2.TAŞINIR KÜLTÜR VARLIĞI ÖRNEKLERİ
2.1. Seramik
Arazi incelemelerinde ve kazılarda en çok karşılaşılan buluntu gruplarından
biri olan seramikler, üretildikleri dönem hakkında önemli bilgiler edinmemizi
sağlamasının yanı sıra, bulundukları yerin tarihlenmesi konusunda yol gösterici bir
özelliğe sahip olmalarıyla, arazi görevlerinde uzmanın araziyi tanıması ve
tarihlendirme yapabilmesi konusunda en büyük yardımcı buluntu grubudur. Seramik
buluntular ağırlıklı olarak, tiplerine göre çanaklar, tabaklar, kaseler, küpler, testiler,
sürahiler, koku şişesi, amphora ve pithoslar, ungantariumlar, kapak ve tıpalardır.
Uygarlığın erken dönemlerindeki hemen hemen tek plastik malzeme olması
nedeniyle seramik ürünler, insanların yaşamında önemli yer tutmaktadır. Türklerin
Anadolu’yu ele geçirmesi ve yerleşik düzende yaşamaya başlamalarıyla seramik
sanatında da önemli gelişmeler sağlanmaya başlanmış, Türkler Anadolu’da 8.000
yıldır süregelen geleneği de bünyesine katarak ona yepyeni bir boyut kazandırmıştır.
Bu sentezin sonucunda özellikle Kütahya ve Çanakkale önemli seramik üretim
merkezleri hâline gelmiştir. Yine de, Osmanlı seramik sanatının doruk noktası
İznik’tir. Bu üretim merkezleri zaman içinde gerilemiş ve ışıltısını kaybetmiştir.
Ancak Cumhuriyet ile Türk Seramik Sanatı yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski
Anadolu Medeniyetleri, gerek ise Türk-İslam geleneğinden gelen birikimi
harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür (Erman, 2012: 18).
Seramiğin ana maddesi iyi cins kildir. Kil, yabancı maddelerden arındırılıp
havuzlarda çamur haline getirilir. Bu çamur yan yana sıralanmış üç havuzda
dinlendirilir. Üçüncü havuzda çamur dibe çöker. Üstündeki sulu kısım akıtılır ve
buradan alınan hamur, çanak-çömlek yapılacaksa çarkta, çini yapılacaksa kalıplarda
şekillendirilip kurutulur. Üzerindeki pürüzler zımpara ile temizlenip fırınlanır. Çini,
Selçuklular’da 700-800˚ C civarında, Osmanlılar’da ise 900-1000˚ C civarında
pişirilirdi. Sertleşen malzeme yavaş yavaş soğutulan fırından alınır ve boyamaya
146
geçilir. Eğer ürün desenlendirilecekse, şeffaf kâğıtlara çizilen ve ince iğnelerle
delinen motifler, çini ve seramiğin üzerine konur; üzerinden kömür tozu geçirilerek
beliren şekle göre boyanır. Boyanan çini ve seramiğin üzerine pişince şeffaflaşan
renkli veya renksiz sır çekilir. Sırlamadan sonra malzeme tekrar fırınlanır. “Sıraltı”
denen bu teknik, çeşitli devirlerde bazı farklılıklar göstermiş olmakla beraber
Anadolu’da esas olmuş ve özellikle Osmanlı Dönemi’nde olağanüstü bir
mükemmelliğe ulaşmıştır. Türk çini ve seramiklerinde kullanılan sırlama ve
renklendirme yöntemlerinden bir diğeri olan ”sırüstü” tekniğinde pişmiş toprak önce
şeffaf olmayan bir sırla kaplanır. Fırında piştikten sonra üzerine boya ile resim
yapılarak ikinci defa fırına sokulur. Bu aşama, perdahlama adını alır. Kullanılan
boyaya bağlı olarak, perdahlamadan sonra obje bazen madenî bir parlaklık
kazanmaktadır. Sırüstü tekniği daha çok Selçuklu Dönemi’nde uygulanmıştır.
Bunlardan başka tek renkli, şeffaf olmayan, sırlı ve desensiz çiniler de Anadolu’da
çok kullanılmıştır.
İnsanoğlunun ilk atalarının ortaya çıktığı dönem günümüzden yaklaşık iki
milyon yıl önce başlayan ve 10.000 yıl önce son bulmuş olduğu tahmin edilen
Paleolitik Çağ olarak kabul edilmektedir. Ancak verilen bu tarihlerin dünya geneli
için geçerli olduğunu, fakat yerel olarak değişmeye açık bulunduğunu da belirtmek
gerekir (Erman, 2012: 18). Orta Avrupa’da Üst Paleolitik dönemde kayıtlara geçen
bazı pişmiş toprak örnekler bulunsa da Anadolu’da Paleolitik çağda pişmiş toprak
ürünlere rastlanılmamaktadır (anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr, 2013).
Neolitik Çağ’da kilin pişirilmeye başlanmasıyla bu önemli malzeme, kullanım
amaçlı olarak hayata girmiş, ayrıca sanatsal bir malzemeye dönüşmüştür. Çeşitli
bulgular, M.Ö. 3000-2000 arasında Anadolu’da Alişar, Boğazköy ve Troya gibi
yerleşmelerde çömlekçi çarkının kullanıldığını göstermektedir (Mutlu, 2007: 73).
Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’da birçok yerleşmede gerçekleştirilen
arkeolojik kazılarda, İ.Ö. 6000’lere tarihlenen örneklere rastlanmıştır. Bu anlamda
Anadolu topraklarının seramiğin de anavatanı olduğunu düşünmek yanlış
olmayacaktır. Neolitik çağ ile başlayan pişmiş toprak eşya üretimi, sadece günlük
kap ve kullanım eşyası ile sınırlı kalmamıştır. Çamurun plastik özelliği karşısında
147
kille şekillendirilen ana “tanrıça heykelciklerinde” inançlara dair simgeler adeta elle
tutulur hale gelmiştir. Konya-Çatalhöyük’te gün ışığına çıkarılan ana tanrıça idolü
(Res.2.1.) buna örnek olarak gösterilebilir (Erman, 2012: 21).
Res.2.1.”Leoparlı ana tanrıça figürini”, Neolitik Çağ, Çatalhöyük. (Erman, 2012: 21
Anadolu uygarlık tarihinde gelişimin hızlandığı bir süreç olarak kabul edilen
Tunç Çağı’nda İ.Ö. 2000 dolaylarında yazılı tarihin başlamasıyla gelişim daha da hız
kazanmıştır. Bu dönemde bölgede ticaret kolonileri kuran Asurlu tüccarlar sipariş ve
ticaret anlaşmalarını pişmiş toprak tabletler halinde yazmışlardır. Anadolu’da büyük
bir imparatorluk kuran Hititler de toplumsal yasalara bağladıkları tüm ticari ve sosyal
yaşantılarını kil tabletlere aktarmışlardır (Erman,2012:22). En önemli Hitit
merkezlerinden Boğazköy’de on binden fazla sayıda bulunan bu kil tabletler
Anadolu’nun köklü tarihini aydınlatan belgeler niteliğindedir ( Res.2.2.).
Res.2.2.”Çivi Yazılı Tablet” Tunç Çağı. (Erman, 2012: 22)
148
Res.2.3. Ziyaretsuyu kazısı buluntuları kırmızı astarlı seramikler (Hellenistik
Dönem) (Abdioğlu, 2007: 105)
Hellenistik Dönem’de (M.Ö. 330-30) Anadolu’da yaygın bir şekilde terra
sigillata tekniğinin kullanıldığı bilinmektedir. “Terra sgillata” terimi 19.yüzyılın
ortalarından itibaren kırmızı astarlı kaplar için kullanılmıştır (Res.2.3.-2.4.) Roma
Geç Cumhuriyet ve Erken İmparatorluk Dönemi’ne ait çok kaliteli kil ile kalıpta
yapılmış ve parlak kırmızı astarla kaplanmış kaplar için kullanılan bu terim kırmızı
renkli bezemesiz seramiklerin yanı sıra kabartma bezemeli ve mühür baskılı kapları
da kapsamaktadır (Yıldız, 1978: 20).
Doğu Roma dönemi (330-1453) seramiklerinde küçük benek biçiminde
daireler, içiçe daireler, yarım dairelerle, daireler içinde dalgalı hatlardan oluşmuş
geometrik kompozisyonlar hakimdir ki bunlar Osmanlı döneminde görülmemektedir.
Doğu Roma slip tekniğindeki seramiklerde yeşil, sarı, hardal sarısı sırlı örnekler
bulunmaktadır. Aynı kapta iki teknik birlikte kullanılmıştır. Kabın iç yüzeyi kazıma,
dış yüzeyi slip tekniğinde bezenmiştir. Osmanlı seramiklerinde bu tür uygulamalar
yapılmamıştır (Özkul, 2001:35).
149
Res.2.4. Ziyaretsuyu kazısı buluntuları boya bezeli seramikler (Abdioğlu, 2007: 106)
Hellenistik Dönem örnekleri
Doğu Roma döneminde Korinth kazısında ele geçen slip tekniğindeki
seramikler 13.yüzyılın ikinci yarısına ait olup erken örneklerde astar küçük daireler
yarım ay şeklinde uygulanmış iken, geç Doğu Roma örneklerinde astar boya
düzensiz halkalar halinde olup yeşil sırla sırlanmıştır (Özkul, 2001:34-35).
“Ege kapları” olarak bilinen Doğu Roma sırlı seramiklerinin belirgin
özellikleri kaba hamur yapısı, çok alçak ve geniş kaideli bazen yeşil darbelerle
zenginleştirilmiş sarı sırı, içe doğru dönük ve pahlı kenarlı veya keskin bir şekilde
dışa doğru dönerek dar yatay ağız kenarlı orta derinlikte yayvan şekilli formu,
150
tümünde üç ayak izinin olmamasıdır.
Dekorasyonlarında ise geniş bir bordür
içerisinde merkezi bir motif yer almaktadır veya bütün iç kısmı kaplayan serbest
düzende iki tip kazıma dekorasyonu ile dekorasyonu simetrik yerleştirilmiş koyu
yeşil darbelerden ibaret sarı sırlı kaplar olarak belirlenmiştir (Doğer, 2000:11).
Kapların üzerinde en çok görülen kompozisyon dikey olarak da kesilmiş
çoklu konsantrik dairelerden ibaret geniş bordür ortasında veya serbest düzende
yayılan, araştırmacının radyal dalgalı hatlar olarak tanımladığı çoklu kollardan ibaret
motiftir. Diğer önemli kompozisyon halka düzeninde daireler olup bezemelerin her
ikisinde de görülen üzeri çapraz taralı eşkenar dörtgen motifidir. Su kuşu, balık,
denizyıldızı figürleri hayvan ve insan figürleri başlıca bezemelerdir.
Madalyonlu Stil, ara stil ve Serbest Stil kazıma-sgrafitto seramikleri ile geniş
oyma teknikli seramikler sağlam verilere dayanmaksızın genelde 12.yüzyıl sonları ile
13.yüzyıla tarihlenmektedir. En erkken 12.yüzyıl ortasına tarihlenebilen bu ege
kaplarının 13.yüzyıl başına kadar üretildiği söylenebilir (Doğer, 2000:73-74).
Doğu Roma Dönemi sırsız günlük kullanım kapları arasında kase, saklamaısıtma kapları, kapaklar, testi ve amphoralara ait ağız ve kulp parçaları ile süzgeçli
testilere ait ağız ve süzgeç parçaları, ayrıca unguentariumlara ait gövde ve kaideler
sıklıkla rastlanılan ürünlerdir.
Doğu Roma sırlı seramikleri arasında ince sgraffito, sgraffito, kazıma,
champleve-kazıma ve boyama tekniklerine rastlanmıştır. En yoğun grubu ise Ege
Kapları oluşturmaktadır. Bu grupta yer alan kaplardan birinin parçaları üzerinde bir
kuş figürünün başı ve ağzında taşıdığı bitki görülmektedir. Demre'de önceki yıllarda
ortaya çıkarılan örneklerde karşılaşılan bu figür İzmir Arkeoloji Müzesi'ndeki
örneklerde yer alan kazıma tekniğindeki su kuşları etrafında da dikkati çekmektedir.
Bunun yanı sıra tahrip olmuş ancak üzerlerindeki kuş ve tavşan figürlerinin
seçilebildiği örnekler bulunmaktadır.
Doğu Roma döneminde beyaz astar ve ince kazıma teknikleri pişmiş toprak
kaplar üzerinde kendini gösterir. Doğu Roma seramikleri 9-15. yy.’lar arasında
İslam ve Avrupa seramiği arasında bir köprü niteliğindedir. Tek renkli ve çok renkli
akıtma, astar bezeme, astar kazıma (Sgrafitto) teknikleri ile yapılan, kırmızı hamurlu
151
ve beyaz kil astarlı, zeytin yeşili ve sarı sırlı seramiklerdir. Özellikle ağlayan kuş
figürü yaygın olarak görülür (anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr, 2013).
2.1.1. Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi seramik sanatı
Türklerin yerleşik düzende yaşamaya başlamalarıyla seramik sanatında da
önemli gelişmeler sağlanmaya başlanmıştır. Abbasiler, Fatimiler, Samanoğulları,
Karahanlılar gibi Arap ve Türk devletlerinde seramik sanatının güzel örnek ve
uygulamaları olmakla birlikte, bu sanat asıl büyük teknik çeşitliliğine günümüz
İran’ında, Selçuklular Dönemi’nde ulaşmıştır. 11. yüzyılın sonunda Türkler
Anadolu’yu ele geçirdiklerinde, Selçuklu sultanları, iktidarlarını pekiştirmek
amacıyla önemli mimari yapım işlerine girişmiş, yapılar çinilerle 6 kaplanmış,
Selçuklu sanatının en belirgin öğelerinden olan camilerin mihraplarını, kubbelerini,
minare ve taçkapılarını, türbe, medrese ve sarayları çinilerle donatmışlardır.
Anadolu’da Beyşehir Kubadabad, Bitlis Ahlat, Urfa Harran, Elazığ
Korucutepe, Adıyaman Eski Kahta ve Çorum Kalehisar, Ortaçağ İslam seramik
sanatı alanında çeşitli malzeme sunan merkezlerden bazılarıdır. Bu merkezler
arasında özellikle Ahlat, kazılarda ele geçen bol seramik parçaları, fırınlar, çöplükler,
fırın malzeme ve atıkları Anadolu Selçuklu Dönemi’nin en önemli ve en büyük
seramik üretim merkezi olma özelliği göstermektedir (Bulut, 1994: 17). Ancak,
şimdiye kadar hiçbir merkezde Samsat’taki kadar çeşitli çok sayıda ve bütün
fragmandan oluşan İslami devir seramik malzemesi ele geçmemiştir (Bulut, 1994: 3).
Anadolu Selçukluları’nda kullanılan seramik malzemenin genel olarak bir
dönem özelliği taşıdığı söylenebilir. En genel anlamda sırlı ve sırsız olarak
sınıflandırabileceğimiz
Anadolu
Selçuklu
seramik
malzemesine
özellikle
Kubadabad, Kalehisar, Alanya, Ahlat, Samsat, Harran ve Diyarbakır'da rastlanmıştır.
6
“Çini” ile “Seramik” kavramlarına bakıldığında ikisi arasında hamur ve yapı bakımından bir fark
olmayıp, genellikle mimariye bağlı olan ve duvar yüzeylerinin süslenmesinde kullanılanlara “çini”,
günlük yaşamda kullanılan kap, kacak, kase gibi olanlarına da “seramik” denmektedir. (Bu konuda
bilgi için bkz. Öney, 1988:78).
152
Bunlar
üzerinde
genelde
geometrik
ve
bitkisel
bezemeler
ile
figüratif
kompozisyonların kullanıldığı görülmektedir.
Motifler arasında rumi yapraklı örnekler yanında altı, sekiz kollu yıldızların
hâkim olduğu geometrik geçmeler, bağdaş kurup oturmuş insanlar, vücutları dallarla
zarif bir ahenk meydana getiren kuşlar ve başka hayvanlar çinileri süsleyen
figürlerdendir. Altın parıltısı veren çok renkli çiniler yanında, en çok görülen renk
firuzedir. Yeryüzünün yeşili ve gökyüzünün mavisinin beraber kaynaşmasını
simgeleyen bu renk Türk sanatının başlıca rengi ve simgesi olmuştur.
2.1.1.1. Sırsız Seramikler:
Kubad-Abad Külliyesi, 1235- 1236 yılları arasında Sultan Alaeddin Keykubad
(1226-1237) tarafından yaptırılmış, sarayda Orta Çağ’a ait sayısız teknik ve stilde
sırlı-sırsız seramik parçaları çıkarılmıştır7. Ancak Orta Çağ sırsız seramiklerinin
sınıflandırılamayacak, birbirine benzeyen özellikte ve fazla sayıda malzeme vermesi
eserlerin tarihlendirilmesini güçleştirmektedir. Yine de gerek sırsız seramiklerle bir
arada
bulunmuş
olan
sikke,
çini,
cam,
mozaik,
sırlı
seramik
kapların
değerlendirilmesi, gerekse Anadolu’daki Orta Çağ merkezlerinde bulunmuş olan
sırsız
seramiklerle
seramiklerinin
12.
yapılan
ve
14.
karşılaştırmalar
yüzyıllar
neticesinde;
arasına
Türk
devri
tarihlendirilmeleri
sırsız
mümkün
görünmektedir.
Sırsız seramik malzemeler kullanım işlevlerine göre testiler, kürevî konik
kaplar, küpler ve matara biçimli kaplar olarak sınıflandırılmaktadır. Testiler,
genel form özelliği olarak konik ya da silindirik boyunlu olup ağız kısmı ince bir
halka şeklinde biçimlendirilmiştir. Genelde tek kulplu olmakla beraber farklı kaide
formları çokça denenmiştir. Kullanılan seramik çamuru ise genel olarak ince taneli
ve sıkı görünümlüdür. Testilerde çoğunlukla gövdenin üst yarısı bezenmiştir.
Testinin hem ağız hem de kaide kısmının bezendiği durumlarda ise gövde sade
bırakılıp üsten ve alttan kalın bir kontur şeridiyle bezenecek yerler ayrılmıştır.
7
Kubadabad Sarayı kazısında bulunan Selçuklu seramikleri hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz.
Çeken,Muharrem, “Kubad Abad Sarayı Kazısı Selçuklu Seramikleri”, Anadolu’da Türk Devri Çini
ve Seramik Sanatı, İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007.
153
Kullanılan süslemelerde genelde bitkisel, geometrik biçimler bazı örneklerde ise
hayvan figürleri ve yazı kullanılmıştır. Özellikle Samsat kazılarında çok sayıda sırsız
kabartma süslemeli seramik malzeme ortaya çıkarılmıştır.
Kürevî konik kaplar olarak sınıflandırılan üretimlerin önceleri el bombası,
kandil topu ya da sıvı olan birçok malzemenin taşıyıcısı olarak kullanıldığı
düşünülmüştür (Res. 2.5.) Fakat yapılan incelemeler ağız kısmı oldukça dar olan bu
objelerin parfüm kabı olarak kullanıldığı görüşünü doğrulamaktadır.
Res.2.5. Kürevi konik kaplar
12.03.2013)
(www.ani.gov.tr/seramikler.asp. Erişim Tarihi:
Genellikle üç kulplu ve silindirik boyunlu olacak şekilde işlenen küplerde
bezeme tekniği olarak baskı ve barbutin kullanılmıştır. Mezopotamya'daki kazı
çalışmalarında ortaya çıkarılan malzeme Anadolu'da bulunan ürünlerle benzer
özellikler göstermektedir. Hatta genel anlamda 9-14.yy.arası İslam coğrafyasındaki
geniş sınırlar dâhilinde benzer seramik küp üretimleri yapılmıştır. Kırmızı astarlı
kaplar içinde kabartma bant üzerine baskı bezekli seramik grubu dikkat çekicidir
Kabartma bantlar genellikle cidar kalınlığı 1 santimetrenin üzerindeki çömlek ve
küpler üzerinde görülür (Res. 2.6.). Kabartma bantlar, 2 ile 5 cm. arasında değişen
genişlikte ve 0.1 ile 0.5 cm. arasında dışa çıkıntılıdır. Bazı örneklerde, gövdedeki
yatay kabartma bantlarla birlikte, gövdenin üst kısımlarında, bazı örneklerde ise
kulplar üzerinde dikey şeritler hâlinde baskı bezek yer almaktadır.
154
Res.2.6. Kırmızı astarlı ve perdahlı küp 11.-13.yy.
(www.ani.gov.tr/seramikler.asp. Erişim Tarihi: 12.03.2013 ).
(Kars
Müzesi)
Sırsız seramikler içerisinde değerlendirilen son form matara biçimli
kaplardır. Matara biçimli kapların boyun, gövde ve kulp kısımlarının ayrı olarak
şekillendirilip sonra birleştirildiği düşünülmektedir. Genelde kiremit ve kirli beyaz
renklerin kullanıldığı mataralarda kaide nadiren kullanılmıştır. Bezemelerde bitkisel
motiflerin yanı sıra oldukça stilize edilmiş hayvan figürleri de kullanılmıştır. Sırsız
seramikler Ön Asya, Anadolu, İran ve Suriye coğrafyasında kullanılmıştır.
Anadolu'da Samsat, Harran ve Korucutepe kazılarında çok sayıda sırsız seramik
malzemeye rastlanması ve özellikle Adıyaman Samsat kazılarında ortaya çıkarılan
fırın ve üçayaklar burada bu tarz bir üretimin kanıtıdır. Barbutin, baskı veya kalıp
kullanılarak süslenen kaliteli kaplar üzerinde zikzaklar, kırık çizgilerden oluşan
geometrik kompozisyonlar, bitkisel bezemeli rozetler, damla veya çiçek kabaraları
şeklinde motifler bulunurken, insan figürlerine de rastlanmaktadır.
2.1.1.2. Sırlı Seramikler
Sırsız olarak pişirilen seramik objelerin dışında camsı bir malzeme olan ve
seramiğin bir gelişme evresi olarak değerlendirilen "sırın" kullanıldığı objeler de
mevcuttur. Sır şeffaf ya da renkli olabilmektedir. Seramik şekillendirmede ise
sgrafitto, slip, sıraltı, minai, barbutin ve derin oyma (champleve) teknikleri
kullanılmıştır.
Anadolu Selçukluları sırlı seramik üretimi genellikle bölgesel bir üslup
özelliği taşımaktadır. Üretim envanterini ise kâse, kandil, matara, küp, testi,
155
hokka, kupa ve az miktarda üretilmiş olan figürinler oluşturmaktadır. En yaygın
üretim ise yayvan, çukur ve yarı küresel olmak üzere üç ana formda şekillenen
kâselerdir. Uygulamaların büyük kısmı çömlekçi çarkında gerçekleştirilmiştir. Kâse,
testi, çömlek, kupa ve matara gibi formlar çarkta çekilmiş, bisküvi pişiriminden
sonra sırlanmıştır. Pek nadir olarak elde şekillendirilmiştir. Astar ve sırlama işlemi
genelde
bezemenin
yapıldığı
yüzeyde
uygulanmıştır.
Kullanılan
seramik
şekillendirme tekniklerine göre astarın ve sırın kalınlığı değişmektedir. Sgrafitto
tekniğinde ince bir tabaka varken, oyma tekniğinde daha kalın bir tabaka oluşmuştur.
Kullanılan camsı sır tabakası kâselerde iç yüzeyde, testi, matara ve figürinlerde ise
dış yüzeyde kullanılmıştır.
Sırlı seramiklerde sınıflandırmayı sırsız seramiklerdeki gibi kullanım
objelerine göre değil kullanılan sırlama tekniğine göre yapabilmekteyiz.
2.1.1.2.1. Sırlama teknikleri
2.1.1.2.1.1. Kazıma (Sgrafitto) tekniği
Bu teknikte, çamur çekildikten sonra yüzey astarlanır ve bezeme astarlanan
yüzeyin kazınmasıyla oluşturulur. Daha sonra şeffaf ya da renksiz sır uygulaması
yapılır. Bazı örneklerde sır kaplanmadan önce farklı renklerde boyalar kullanılmış,
renkli yüzeyler elde edilmiştir. Ortaçağ'da Anadolu coğrafyasında çok sık
kullanılan bu teknik 11-12.yy. Anadolu Selçukluları’nda sessiz bir dönem
yaşadıktan sonra 13.yy.'da bir üretim yoğunluğuna erişmiştir. Alçak bir kaidenin
üzerine oturan kapların ortalarında madalyonlar oluşturulmuş, içlerine ise balık
pulu, yıldız, daireler, haç gibi motifler ya da insan, kuş ve balık figürlü bezemeler
uygulanmıştır. Bu bezemelerde ciddi bir sembolik anlam bulunmaktadır. Bu
sembolizm yalnız etnik ve dinsel bir kategoriye bağlanmamaktadır. Farklı kültürel
anlamların birleştiricisi olarak coğrafya ve yaşam alanlarının ortaklaşmasını
göstermek daha sağlıklı bir tespit gibi durmaktadır.
156
2.1.1.2.1.1.1. Kazıma teknikli bir örnek
Res.2.7. Kubadabad Sarayı buluntusu kazıma teknikli derin kâse. (Erdemir,
2001:111 ).
Kubadabad Büyük Sarayda bulunmuştur. Konya Karatay Medresesi’nde
sergilenmektedir. Kazıma teknikli kase sarı ve açık kahverengi ile sırlanmıştır. Kabın
iç yüzünde dipte altı kollu bir yıldız, ağız kenarlarında yazı bordürü dolaşmaktadır.
Yıldız ve bordür çift şeritle sınırlandırılmış, yıldızın boşlukları kahverengi ile
boyanmıştır (Erdemir, 2001:134).
157
Res. 2.8. Kazıma tekniğinde bezenmiş tek renk sırlı testi (Kars Müzesi)
(www.ani.gov.tr/seramikler.asp. Erişim Tarihi: 12.03.2013).
Res. 2.8.’de kap içlerinde genellikle şeritler hâlinde çizi-kazıma bezek
görülmektedir. Bazı örneklerde şeritler boş bırakılmış, bazı örneklerde ise şeritlerin
içerisine daire veya dikdörtgen biçimli geometrik formlar ile çeşitli şekillerde
kıvrımlar oluşturan çizi bezeme yapılmıştır. Kapların düzleşen dip kısımları basit
geometrik, bitkisel, spiral ya da kıvrım dalı andırır çizgisel motiflerle bezelidir. Kap
diplerine yapılan çiçek, spiral, yıldız veya baklava motifleri diğerlerine göre daha
düzgün ve iyi tasarlanmıştır. Bir kapta tespit edilen kuş tasviri kazıma tekniği ile
yapılmış figürlü tek örnektir.
2.1.1.2.1.2. Champleve tekniği
Sırlı seramiklerin bir diğer kategorisini sıraltı oyma tekniği olarak da
adlandırılabilecek Champleve tekniği oluşturmaktadır. Bu teknik objenin iç
yüzeyinde kullanılır. Bu tekniğin Doğu Roma vasıtasıyla yayıldığı genel kanısı
hâkimdir. Anadolu'da özellikle Kubadabad, Alanya ve Konya yaşam alanlarında bu
teknikle yapılmış seramik kaplar bulunmuştur.
158
Res.2.9. Champleve tekniğinde süslenmiş kaşıklar Moskova 19.yy.Ari
İstanbulluoğlu Koleksiyonu (www.antikalar.com. Erişim Tarihi:02.04.2013).
2.1.1.2.1.3. Slip tekniği: Bu teknikle yapılan seramiklerde desen yüzeyden hafif bir
rölyef gibi hissedilir. Selçuklu döneminde slip tekniği yaygın olarak kullanılmıştır.
İri nara benzeyen motif, birbiri içinden geçen rumi ve palmet görünümlü yapraklar
başlıca motifler olmuştur. İri kaba görünümlü çiçek rozetler, iri dilimli yapraklar,
Rumiler ile palmetlerin birleşmesinden meydana gelmiş bitkisel süslemeli bu kaplar
14.yüzyıl örnekleri olarak incelenmiştir.
Res.2.10.
Kubadabad
Sarayı
buluntusu,
slip
teknikli
tabak
(www.anadoluselcuklumimarisi.com. Erişim Tarihi:02.04.2013)
İslam uygarlığı alanlarında dönem içerisinde yaygın olarak kullanılan bu
teknik Anadolu Selçukluları Dönemi’nde çok da yaygın bir kullanıma sahip değildir.
159
Daha çok kâse formunda rastladığımız bu üretimlere Kubadabad ve Alanya
kazılarında rastlanmıştır.
Seramik sınıflandırılmasında başka bir kategori ise kullanılan sırın türüne
göre değişmektedir. Özellikle Kubadabad, Alanya, Samsat, Ahlat kazılarında bol
miktarda tek renk sırlı seramikler bulunmuştur. Bu üretimdeki seramikler koyu yeşil,
kahverengi, hardal sarısı ve turkuaz renklidir. Bu ürünler genelde 13.yüzyıla
tarihlendirilmektedir.
2.1.1.2.1.4. Sıraltı tekniği: Bu teknikle üretilen seramik uygulamalarında astar
yüzeyde desen boyanarak işlenir ve daha sonra sır uygulanıp fırınlanır. Bu teknikle
yapılan uygulamalarda kirli beyaz renkli yumuşak bir malzeme kullanılmaktadır.
Hamur gri sarı ve kolay dağılan bir hamurdur. Kubadabad, Hasankeyf, Ahlat,
Alanya, Samsat kazılarında önemli ölçüde örnek bulunmuştur. Yine bu kazılarda ele
geçirilen atık malzeme ve işlenmemiş malzeme kalıntıları bölgedeki üretimin bir
delili olmaktadır (Öney, 1976:11).
Sır altı boyama tekniğindeki seramiklerde hamur tiplerine göre değişen farklı
bezeme üslupları görülür. Kırmız hamurlu örneklerin tamamına yakınında serbest
elle yapılan çizi-kazıma tekniğindeki basit bitkisel ve geometrik motifler yeşil veya
kahverengi boyalarla boyanmıştır. Bazı örneklerde boyaların fırça ile sürülmeyip
akıtıldığı görülür. Beyaz hamurlu örneklerdeki sır altına siyah boya ile yapılan
bitkisel ve figürlü bezemeler daha itinalıdır. Bu örneklerden Kars Müzesi’nde
bulunan bir tabakta kap yüzeyi dört bölüme ayrılmış (Res.2.11.) bu bölüntülerin
ortalarına, aynı yöne bakan, kanatları hafif açık, ayakları baklavalar oluşturup kap
merkezinde birleşen uzun bacaklı ve gagalı kuş figürleri yerleştirilmiştir. Kabı
bölümleyen hatların kenarlarında ise kıvrım dal ve rumilerden oluşan bitkisel bezeme
yer almaktadır.
Testi formundaki diğer bir kabın boyun kısmındaki şerit içine yazı taklidi
motifler, gövdesine ise bitki motifleriyle dönüşümlü olarak kullanılan, bir bitki
motifinin iki yanındaki, birbirlerine veya yanlara doğru bakan kuş figürleri
160
yerleştirilmiştir ( Res.2.12. ).
Res.2.11.
Sıraltı
boyama
tekniğinde
testi
(www.ani.gov.tr/seramikler.asp. Erişim Tarihi: 12.03.2013)
(Kars
Müzesi),
.
Res.2.12. Kubadabad Sarayı buluntusu sıraltı teknikli vazo. (Öney, 1976: 112).
Yuvarlak kaideli olması muhtemel, küresel gövdeli, boyunlu bir vazodur.
Gövdesi epeyce bozulmuş ve kırılmıştır. Gövdenin dış yüzeyinde krem rengi zemine
siyaha yakın yeşil renginde dört sıra Selçuklu sanatında çok yaygın olan zikzak
motifleri işlenmiştir. Boyun kısmının tam ortasına geniş şeridin alt ve üst kısımlarına
birer aynı renkten çizgi çizilmiştir. Ağız kısmı kobalt mavidir. Üstüne renksiz sır
çekilmiştir(Arık,2000:174).
161
Res.2.13. Kubadabad Küçük Saray buluntusu Sıraltı teknikli tabak (Arık, 2000: 113)
Res.2.13.’teki eser çok kırık durumda, üzeri balık figürlü turkuaz tabaktır. Kabın
arka yüzünde “S” kıvrımlarıyla oluşturulan zincir gibi bir süsleme yapılmıştır (Arık,
2000:173) İç yüzünde iki sıra yapraklı dal motifiyle kenar bordürü işlenmiştir. Küçük
saray ve Büyük saray yıldız çinilerinde görülen haşhaş ve nar bitkileri merkezden
çıkan ışınlar biçiminde dizilmiş ve başları merkeze doğru yerleştirilmiş dört balık
figürünün ortasındaki alanları kapsar. Tüm desenler siyah renkte siluet gibi
resmedilmiş, üzerlerine turkuaz şeffaf sır çekilmiştir (Arık, 2000:173).
2.1.1.2.1.5. Lüster Tekniği
Anadolu Selçukluları’nda yapılan uygulamalardan bir diğeri ise yüzeyde
metalik bir ışıltının görüldüğü lüster tekniğidir. Cam ve çini yüzeylerde de kullanılan
bu tekniğin tercih edilen bir uygulama türü olduğu, Anadolu coğrafyasında Samsat,
Kubadabad, Hasankeyf, Alanya ve Ahlat gibi yaşam alanlarında elde edilen çok
162
sayıda buluntudan anlaşılmaktadır. Ender olarak rastlanan minai tekniği mimaride ve
gündelik kullanım objelerinde kullanılmıştır. Bu teknik hem sıraltı hem de sırüstüne
uygulanabilen bir yöntemdir. Bu teknikle daha çok minyatürleri andıran figüratif
konular işlenmiştir. Konya Alaeddin Köşkü kazılarında birkaç çini uygulamasına
rastlanmış, kullanım objesi olarak ise Ahlat ve Hasankeyf kazılarında ortaya
çıkarılmıştır.
Günümüzde Kars Müzesi’nde korunan bir kâse hem iç, hem de dış yüzey
bezemesi ile dikkat çekicidir (Res.2.14.). İçte, kâsenin dip kısmında yuvarlak bir
madalyon içinde figürlü, kenarlarında ise şeritler hâlinde düzenlen figürlü, bitkisel ve
yazı taklidi bezeme vardır. Dip kısmındaki yuvarlak madalyonun ekseninde zemin
çizgisi üzerinde bir ağaç yer alır. Ağacın iki yanında zemin çizgisi üzerine
yerleştirilmiş, türleri tam olarak saptanamayan, ağaca dönük birer kuş ile bağdaş
kurarak oturan iki insan figürü bulunmaktadır. Ağaçtan çıkan ince, çiçekli bahar
dalları iki yana eğilerek insan figürlerinin üzerini örtmektedir. Profilden verilen
figürler bitkisel motiflerle bezenmiş elbiseler giymiştir. Tabağın kenarlarında farklı
genişliklerdeki dört şerit vardır. Diğerlerine göre daha geniş olan içteki ilk şeritte tığ
şeklinde çıkıntıları olan daire biçimli motifler, ikinci şeritte ise çevresi bitkisel
motiflerle doldurulan ve türleri tam olarak saptanamayan hayvan figürleri
bulunmaktadır. Üçüncü şerit boş bırakılmıştır. Dördüncü şeritte küfi yazı
düzenlemesi vardır. Tabağın dış yüzeyi yaklaşık eş boyutlu iki şeride bölünmüş,
şeritlerin içleri düğümler oluşturarak ilerleyen çizgisel bezemeyle doldurulmuştur.
Res.2.14. Lüster tekniğinde kase (Arık, 2000: 114).
163
2.1.1.2.1.6. Minai Tekniği
Minai tekniğindeki aynı kaba ait olduğu anlaşılan parçalarda kırık çizgi ve
taklit küfi yazı düzenlemeleri ile karşılıklı yerleştirilen kuşlardan oluşan figürlü
süslemeye yer verilmiştir (Res.2.15.).
Res.2.15. Minai tekniğindeki kaba ait parçalar (Arık, 2000: 113)
İran’da Büyük Selçuklularında ortaya çıkarılan bir tekniktir. Farsça‘ da Minai
“emaye” demektir.
İran’da 12.yüzyılda bu teknikle yapılmış pek çok seramik
bulunmasına karşılık çini üzerinde uygulaması yoktur (Arık, 2000:30). Bu tekniğe
Anadolu’da sadece Selçuklular devrinde Konya Alaeddin sarayında rastlanmıştır.
Minai tekniğinde yedi renk kullanılabilir. Çini hamuru sert, gri-sarı renkte ince taneli
hamur olduğundan astarlanmadan kullanılabilir. Renklerden bir kısmı sıraltına, bir
kısmı da sır üstüne tatbik edilir. Minai tekniğinde şeffaf, renksiz ve ender olarak
lacivert, firuze renkli sır kullanıldığını görmekteyiz. Sır altındaki renkler mor, mavi,
firuze, yeşildir. Bu sır altındaki renkler desene göre boyanıp kurutulduktan sonra çini
sırlanır ve fırınlanır. Sonra sır üstünde kalan, kiremit kırmızısı beyaz, kahverengi,
siyah, altın yaldız boyanır ve alçak hararette tekrar fırınlanır (Öney, 1976:12). Minai
son derece kaliteli, fakat zahmetli ve pahalı bir tekniktir (Arık 2000:30).
164
2.1.3. Osmanlı Dönemi seramik sanatı
İznik’te Osmanlılar tarafından üretilen ilk seramikler kırmızı hamurlu ve tek
renk sırla yapılmış olanlardır. Bunlarda beyaz renkli bir astarla hafifçe kabarık
olarak dekorlar hazırlanıyor, sonra üzerine renkli sır sürülerek tekrar fırınlanıyordu.
İznik’te 14.yüzyıl ortalarından beri görülen bu çeşit seramik mavi, yeşil, koyu ve
açık kahverengi olarak dört ayrı renkte yapılmıştır. Kullanılan dekor Rumiler, kıvrık
dallar ve stilize çiçeklerle tamamıyla figürsüz bitki motifleridir (Aslanapa,
1993:174).
Batı Anadolu’da Erken Osmanlı ve Beylikler dönemine damgasını vuran
grup, sıratlı boyama tekniğinde üretilen Milet işi seramiklerdir 8. Geçiş dönemi
seramiklerinde bugünkü buluntulara göre kırmızı hamur hâkimiyeti görülmektedir.
Seramiklerin iç yüzeyi ince, beyazımsı ya da krem renkli astarla tamamen, dış yüzey
kabın yarısına ya da ayak başlangıcına 2-3 cm.kalana kadar astarlıdır. Sır genelde iç
yüzeyde şeffaf, renksiz, turkuaz renkli, ince ve temizdir.
Res.2.16. Milet işi teknikli “dip”ler.İznik
(www.antikalar.com. Erişim Tarihi: 12.03.2013)
Çini
Fırınları
Kazısı
Dış yüzeyde renksiz ya da şeffaf yeşil renkli sır uygulanmıştır. Kaba
görünümlü, derin, yarı kaseler, basit ağız kenarlı kaseler ve dışa kıvrık kenarlı sığ
tabaklar en yaygın formlardır. Bezemlerde yaprak, çiçek, rumi, palmet, kıvrık
dallar, altıgen, yıldız, helezoni rozet, meander, balık, kuş gibi mtifler kullanılmıştır.
8
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Paker, M.,“Anadolu Beylikler Devri Keramik Sanatı”, Sanat
Tarihi Yıllığı, I, 1964-65. S.155-182.
165
Milet tipi seramiklerin 14.yüzyıldan 16.yüzyılın sonlarına kadar üretildiği
görülmüştür ( Özkul, 2007: 238) (Res.2.16. -Res.2.17.-2.18. )
.
Res.2.17.-2.18. Milet işi teknikli “dip”ler ve insan figürlü bir örnek. İznik
Çini Fırınları Kazısı (www.antikalar.com. Erişim Tarihi:12.03.2013).
15. yüzyıl sonu ve 16. yüzyıl başlarında yapılan mavi-beyaz seramikler
(Res.2.19.) porseleni hatırlatan sert ve pürüzsüz hamurları, mavi-beyaz renkleri,
ustalıklı desenleri ile üstün seramiklerdir. Sert ve kaliteli şeffaf sır altında mavi
tonları ile işlenen desenlerde Çin tarzı şakayıklar, krizantemler, rumîler ve hatayîler,
bulutlar, stilize ejder hatta çintemani motifleri hakimdir. Bunların yanı sıra lâle,
karanfil, bahar dalları gibi çeşitli natüralist çiçekler, asma dalları, kuş, geyik, tavşan,
balık, hayvan mücadele sahneleri, nesih ve kufî yazılar daha önce görünmeyen
zenginlikte ve incelikte bir desen programıyla 16. yüzyılda gelişen sıraltı seramiklere
öncü olmuşlardır. Erken örneklerde mavi tonları koyudur, sonradan daha açık ve
tatlı bir maviye döner, biraz firuze de kullanılır. Bazen desenler mavi zemin üzerinde
beyazla yer alır. Erken dönem örneklerindeki ağır ve sıkışık motifler sonradan
hafifler. Lale, karanfil, sümbül, çiçek demeti kompozisyonlarının işlendiği
örneklerde mavi tonları arasında firuzenin de yer alışı dikkat çeker. Firuzeli
seramikler
1530-1540
arasına
(www.kulturelbellek.com: 2013).
166
tarihlenmektedir
(Res.2.20)
Res.2.19. Slip tekniğinde sırsız kase Res.2.20. Mavi-beyaz teknikli kapak
(www.antikalar.com: Erişim Tarihi:12.03.2013)
XVI. yüzyıl başlarında Çin’den İpekyolu ile saraya gelen ve daha sonra da
varlıklı kişilere satılan porselenler İznikli ustaları çok etkilemiş, saraydan bunların
kopyalarının yapılması için siparişler gelmeye başladığında atölyeler birbirleriyle
yarışa girmişlerdir.
İznik ve Kütahya dışında, Çanakkale XVIII. asrın ortasından XX. asrın başına
kadar önemli bir seramik merkezi olmuştur. Çanakkale isminin burada yapılan
çanak, çömlekten geldiği kanısı yaygındır.
Şam tipi seramiklerde, kaliteli beyaz hamur üzerine sıraltı tekniği ile mavi,
zeytin yeşili, eflâtun, turkuaz kullanılmıştır. Mavi-beyazlarda görülen çin etkili
şakayık, pul, krizantem, bulut, üç top desenlerinin yanı sıra daha bol olarak 16 yy
kırmızılı İznik çinilerinin tipik realist çiçek tasvirleri kullanılır.
Osmanlı seramik sanatının en yaygın ve dünyaca ün yapan, çeşitli dünya
müzelerinde en bol bulunan örnekleri 16. yüzyılın ilk çeyreğinden 17. yy sonlarına
kadar esas merkez İznik’te yapılan seramiklerdir. Mimaride çini olarak da bol
kullanma sahası bulan, en önemli yapıları süsleyen bu türde beyaz seramik hamuru
üzerinde astar ve sıraltı tekniği kullanılmıştır, kalite çok iyidir.
Bu seramiklerde form bakımından en bol çeşitleri görülmektedir. Kenarlı ve
kenarsız tabaklar, kâseler, kulplu ve kulpsuz ibrikler, kupalar, kadehler, ince boyunlu
167
veya basık vazolar, kapaklı şekerlikler, ibrikler, sürahiler, cami kandilleri,
maşrapalar, şamdanlar yoğunlukla rastlanan türlerdendir.
Paris’te Cluny Müzesi bu seramiklerden bir grubu eski yayınlarda “Rodos”
veya “Lindos” seramikleri diye tanıtılmaktadır. Daha sonra tespit edilen bütün
kaynaklar, kitabeli parçalar ve İznik kazıları bu eserlerin İznik’te yapıldığını kesin
olarak ortaya koymuştur. Büyük olasılıkla Kütahya bu grup seramik yapımında da
İznik’e destek olmaktaydı. 17. yüzyılın sonlarından itibaren kalitenin süratle
bozulduğu dikkati çekmektedir.
18. yüzyılda İznik çini ve seramik imalâtının son bulmasından sonra yeni bir
hız kazanan Kütahya atölyesinde kalite bakımından fark gösteren iki ana grup
seramik görülmüştür.
Birinci grubu teşkil eden kaliteli örneklerin 18. yüzyılın ilk yarısına ait
olduğu kabul edilir. Bu ince, zarif seramikler desen ve renklerindeki başarısıyla
dikkati çeker. 18. yüzyılın ikinci yarısında kalitede gerileme görülür. Bu örneklerde
eflâtun yok olur, yerine patlıcan moru veya koyu renkler hâkimdir, desenler
kabalaşır.
Çanakkale şehri 18. yüzyılın ortalarından 20. yüzyıl başlarına kadar önemli
bir Türk seramik merkezi olmuştur. 19. yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönemde
kaliteli Çanakkale seramikleri yapılmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
kalite bozulmuştur.
Çanakkale seramiklerinden bugüne en bol kalan çukur tabaklardır. Desen
tabağın merkezinde bütün sathı kaplayacak şekilde yer alır. Genellikle dış yüzleri
sırlanmıştır. 18. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar tabaklarda daha
çok krem zemin üzerinde mor, kahverengi, turuncu, kirli sarı, bej, sır altında mavi
lacivert, beyaz, turuncu, sarı veya kahverengiyle verildiği de olur. 19. yüzyılın ikinci
yarısı ve 20. yüzyıldan geç örnekler tek renk yeşil, sarı-kahverengi, sarılı bej, mor,
yeşil, kahverengi dalgalı ve çoğunlukla sır üstü beyaz, mavi, kırmızı, yeşil altın
yıldız, siyah boyalı eserlerdir.
168
Çanakkale seramiklerinin en orijinal ve stil bakımından birlik gösteren grubu
cami ve köşk tasvirli olanlarıdır. Daha az olan hayvanlı tabaklarda hayvan figürü
olarak özellikle tek veya çift kuşlara, balık veya zürafa figürlerine rastlanmaktadır.
Yine geç örnekler olan Çanakkale seramiklerinin oldukça kalabalık bir
grubunu hayvan ve insan heykeli şeklinde yapılanlar meydana getirir. Genellikle
zevksiz ve kaba şekilde, figürlerin çok stilize edildiği seramiklerdir (Öney, 1977:
125). Sıraltı ve sırüstü tekniklerini bir arada kullanarak çok renkli bir yüzey elde
etmek mümkündür. “Minaî” adı verilen bu yöntem, İran Selçukluları’nın yarattığı ve
o dönemde günlük kullanıma mahsus seramikte çok gelişmiş bir tekniktir. Farsça’da
“minâ” emaye demektir. Minaî tekniğinde yedi renk kullanılabilir. Renklerden bir
kısmı sır altına, bir kısmı da sır üstüne tatbik edilir.
İslam seramik sanatında 9-10.yüzyıllarda Semerkant ve Nişabur’da morumsu
siyah, kahverengi zemin üzerine beyaz, beyaz zemin üzerin morumsu siyah, kırmızı,
yeşil boyalı şeffaf sırlı astar boyalı seramikler üretilmiştir. Bu seramiklerde olduğu
gibi Erken Osmanlı slip tekniğindeki seramiklerde astar boya renklendirilmemiştir.
Astar bütün örneklerde kendi saf rengiyle kullanılmış, hardal, mavi, yeşil renkli
sırlarla renklendirme yapılmıştır. İslam seramikleri ancak renkli zemin, motif ve
kompozisyon bakımından Osmanlı döneminde 16.yüzyıl sonlarında üretilen
seramiklerle benzerlikler göstermektedir (Res. 2.21).
Res.2.21.
İznik
Tarihi:13.04.2013).
seramiği
16.yy.
169
(www.sosyalci.org/forum.
Erişim
2.2.Amphoralar
Yunanca
Amphi;
“karşılıklı”
ve
Phoros;
“taşımak”
kelimelerinin
birleşmesinden oluşmuş, “iki tarafından tutulup taşınabilen” anlamına gelen bir
kelime olan amphoralar, iki ya da üç kulplu, kilden yapılmış sıvı ve katı maddeleri
taşıma ve depolamaya yarayan kaplardır. Sadece dekoratif amaçla yapılmış
olanlarına da rastlanmaktadır.
Klasik amphora formu gösteren en erken tarihli örnekleri, Batı Anadolu ve Ege
kıyılarında Erken Tunç çağından itibaren görülmeye başlanmıştır. MÖ.2.bin yılları
başında deniz ticaretinin gelişmesi ile deniz aşırı ticarete en uygun formda ilk çift
kulplu testiler Suriye ve Filistin kıyısı arasındaki Kenaan ülkelerinden Kuzey Lübnan
ve Suriye kıyılarında MÖ.1600 yıllarında görülmeye başlamıştır.
Anadolu
kıyılarındaki Kaş-Uluburun batığında çok miktarda Kenaan amphorası ele geçmiştir.
Batıya da yayılan bu amphoraların örneklerine Mısır, Miken, Kıta Yunanistan ve
Güney Girit’te rastlanmaktadır.
Amphoranın ana yapım maddesi kildir. Çamur haline getirilen kilin içine mika,
kum gibi katkı maddelerinin konulduktan sonra çamur dinlendirilir, yoğrularak
içindeki hava kabarcıkları yok edilir. Hamur seramik çarkına alınarak şekil verilir ve
daha sonra amphoralar 800-1000 derece sıcaklıkta fırınlanır. Kilden yapılan tüm
kapların bozulmaması için sıralanan tüm bu işlemlerin titizlikle gerçekleştirilmesi
gerekir.
Res.2.22. Üzeri resimli bir amphora
(www.zmescience.com. Erişim Tarihi: 20.04.2013).
170
örneği
(Yunan
amphorası)
2.2.1. Bir amphora örneği: Knidos Amphorası
Knidos, Arkaik dönemden MS. 7. yüzyıla kadar yoğun üretimiyle Batı
Anadolu’daki en büyük amphora üretim merkezi olma özelliğine sahiptir. Knidos
amphorası, yüksek ve ince yastık formunda dışa doğru hafif çıkıntılı ağız kenarına,
omza doğru genişleyen uzun bir boyna, ağız kenarından başlayıp omuz üzerinde
amphorayla birleşen oval kesitli kulplara, gövde üzerinde ağız kenarından boyuna ve
boyundan omuza geçişte yer alan sığ yivlere ve plastik halka eklentili sivri dipli bir
kaideye sahiptir (Çiz.3.1.).Bu özellikleri ile arkaik Miletos amphoralarına
benzemektedir. Knidos amphoraları üretimin yoğunlaştığı MÖ.3.yüzyılın ilk
çeyreğinden itibaren sistemli olarak mühürlenmiştir. Bu tipte amphoralar
MÖ.4.yüzyılın sonlarından itibaren Akdeniz pazarının önemli bir bölümünü ele
geçirmiştir (Şenol, 2003:34-38).
Çiz.3.1. Knidos amphorasının çizimi (Şenol, 2003:38).
171
2.3. Kandiller
Kandiller aydınlatma gereçleridir. İlk olarak, içine zeytinyağı konmuş normal
bir çanaktan sarkıtılan bir fitilin yakılması ile kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra
ise ilk değişiklik olarak fitili oturtmak için bir yuva yani burun yapılarak
geliştirilmeye başlanmıştır. Kandiller, yapım teknikleri bakımından, elde, çarkta ve
kalıpta olmak üzere üç bölüme ayrılır. (Çiz.3.2.) Çark yapımı çift dış bükey gövdeli,
erken örnekleri keskin omuz profili veren bu tipin kaidesi her zaman yükseltilmiştir.
Elde şekillendirilen iki silindirik hamurun birbirine yapıştırılmasıyla elde edilmiştir.
Hamur olarak genellikle kahverengi, gri, kiremit ve turuncu renkli ki kullanılmıştır.
Kandillerde görülen boya uygulaması, boya, astar boya veya sır şeklindedir.
Kandillerin basık kürevi, kürevi, armudi ve çift konik gövde şekilleri vardır
(academia.edu.tr.2013).
Çiz.3.2. Bir kandilin çizimi (www.academia.edu.tr. Erişim Tarihi:12.03.2013).
172
2.3. Bir kandil örneği
Res.2.23.Kandil örnekleri (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013)
Genel olarak yuvarlak diskli, volütlü üçgen burunlu olan kandil tipleri
arasında “Volüt burunlu” denilen tipte bir kandildir. Bu kandil tipi burnun her iki
yanında yer alan volütlerden adını almıştır. Kulp iki yada daha fazla yivli halka
şeklindedir. Bezemede figürlü kabartmalar görülür ve bu kabartmalar, iki ince bantın
arasından geçen bir kalın bant ile çerçevelenmiştir. İnce bir banttan oluşan kaideye
sahiptir. Bazı buluntularda kaideyi oluşturan bant içinde ayak şeklinde damga
(plantapedis) yer aldığı da görülür. Bazı örneklerin disk kısmında figür olmaz ve ağız
kısmında bezeme görülür. Ele geçen örneklerin bazılarında diskten buruna doğru
uzanan kanal vardır. Diskusta yer alan hava deliği ise figürlü bezemeden dolayı
kenarda bir yere yerleştirilir. Gerek figürlü gerekse figürsüz olan kandiller, bezeme
ve formları göz önüne alınaraktan tarihlendirilir. Bu tip kandillerde bezemede
görülen figürlerde en çok gladyatör ve mitolojik tasvirler kullanılmıştır. Bu tip
kandillerin benzerleri Atina Agorası’nda bulunmuş olup, M.S. 1. yüzyıla tarihlenirler
(academia.edu, 2013).
173
2.4. Sikkeler
Tedavülde olmayan, antik ve ortaçağda kullanılan madeni paralar olan
sikkeler; (kullanımda olduğu dönem içerisinde) günlük alışverişte, kamu
harcamalarında ve ticarette ödeme aracı olarak kullanılan, ağırlığı ve madeni miktarı
devlet tarafından üzerine konan resim ve yazılarla garanti altına alınmış, belli bir
şekli olan madeni parçalardır (Gökalp:2009:2).
Batı Anadolu’da Lidyalılar tarafından M.Ö. 7. yüzyılın ikinci yarısında icat
edilmiş, çok kısa bir süre içinde bütün Ege ve Batı Akdeniz’e yayılmıştır. Başlangıçta
doğada hazır halde bulunan altın ve gümüş karışımı olan madde (elektron) sikke
basımında kullanılmış, daha sonra zamanla madenler eritilip ayrıştırıldıktan sonra
altın, gümüş ve bronz olarak darbedilmiştir.
Lidyalılarla ortaya çıkan ilk sikkelerin ön yüzünde yer alan işaretler büyük
olasılıkla kral ya da hanedana armalarıdır. Arka yüzde kullanılan aslan betimi Lidya
krallığına özgüdür. Bu yıllarda sikke basma hakkı yalnızca yöneticilerin tekelinde
olduğu için kentlere özgü bir sikke yoktur. Bu dönemde malzeme olarak elektron
kullanılmıştır. Arkaik Dönem’de elektron sikkelerin yanında gümüş sikkeler de
basılmaya başlanmıştır. Ön yüzde genellikle şehir arması ya da şehrin baş harfi, arka
yüzde incusum denilen kare şekiller yer almaktadır. Bu şeklin yel değirmenine
benzeyen kareler şeklinde olması güneşi sembolize eder ve daha çok Ephesos
sikkelerinde görülür. Atina sikkelerinde; resimsiz incus yerine resimli damga yer
alabilmektedir. Ancak geleneklere bağlılık nedeniyle resim hala incus içinde yer
almaktadır. Atina’da tanrıçanın kutsal hayvanı baykuş kullanılmaya devam edilmiştir
(Gökalp:2009:4).
174
Res. 2.24. Arkaik dönem sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu,
2013)
Klasik Dönem’de drahmi olarak geçen birim üzerinde daha çok Posedion
görülmektedir. Kent adı kısaltması yukarıdan aşağıya ters yazılmıştır. Bu dönemde
domuz betimi ve balık motifi kullanılmaya başlanmıştır. Elektron sikkeler bu
dönemde de kullanılmaya devam edilmiştir. Atina’da ön yüzde Athena başı
kullanılmaya başlanmış ve miğferde kullanılan üç zeytin yaprağının zafer simgesi
olduğu kabul edilmiştir. Bu dönemde Silenos başı, pegasus, incus içerisinde baykuş
motifi yaygın olarak kullanılmıştır.
Res.
2.25.Klasik
Dönem
sikke
örnekleri
(Kaynak:
Marmaris
Müzesi
Koleksiyonu/2013).
Geç Klasik Dönem’de Ephesos sikkelerinde görülen arı betiminin altına ‘P
ve E’ harfleri eklenmiştir. Cepheden betimlenen Helios başı, Zeus ve imparator
başları görülmektedir.
175
Res. 2.26.Geç Klasik Dönem sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi
Koleksiyonu/2013)
HellenistikDönem’de İskender ile birlikte yeni bir dönem başlamıştır.
Kendisine tanrı gözüyle bakılan İskender’in sikkelerinin ön yüzünde görülen
Herakles başı yavaş yavaş İskender’in yüz çizgileri almıştır. İskender döneminde
basılan sikkelerin arka yüzünde tahtta oturan ve elinde kartal tutan Zeus
betimlenmektedir. Yan işaretler darphaneleri göstermektedir. Bu dönemde arka
yüzde Nike, küçük Nike tutan Athena, elinde defne çelengi tutan Nike, gibi betimler
yer almaktadır. İ.Ö.300’lü yıllardan itibaren Hellenistik sikkelerin tamamında
hükümdarların karakteristik portreleri yer almaktadır (Morkholm, 2000: 177-184)
Res.
2.27.Hellenistik
Dönem
sikke
örnekleri(Kaynak:
Marmaris
Müzesi
Koleksiyonu/2013).
Roma Dönemi’nde yoğun olarak bronz malzeme kullanılmıştır. Ancak
İ.Ö.2.yy’dan sonra bakır sikkeler kullanılmaya başlanmıştır. İ.Ö.5 yüzyıldan itibaren
quadriga tasvirlerinin çok kullanılması sebebiyle o dönemde sikkeler quadrigatus
olarak adlandırılmıştır. İ.Ö. 46.yy’dan itibaren ‘Moneta’ yazısı dikkat çeker. Bu
dönemde darphanenin Moneta tapınağında yer almasından dolayı bu sikkelere
176
tanrıçanın adı verilmiştir. Bu nedenle bir çok dilde ‘para’ anlamında Moneta’dan
türeyen sözcükler kullanılmıştır. (İng.Money gibi)
İmparatorluk
dönemine
bakıldığında; Augustus ön yüze kendi portresini arka yüzde de Caesar’ı temsil eden
“S ve C” harfleri kullanmıştır. Augustus döneminde iki bantlı defne çelenkleri, şua
taç motifleri ve miğfer ile kalkan betimleri sıkça görülmektedir.
Res. 2.28.Roma Dönemi sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu,
2013)
Doğu Roma Döneminde bronz sikkelerin yanında bakır basımların da
fazlalaştığı ve bu dönemde bakır basımları daha önceki basımlara göre değiştiği
görülmektedir. Ön yüzde imparatorun büstü cepheden yada profilden resmedilirken
arka yüzde yeni bir düzen görülmektedir. Rakam olarak 40’ı ifade eden “M” harfi ilk
kez kıymet beyanı olarak sikke basımlarına girmiştir. M harfinin yanındaki ANNO
kelimesi “yılında” demektir. Sağ alandaki rakam ise imparatorun hizmet yılıni
göstermektedir. Sikkelerin tam tarihlendirme geleneği böylece Doğu Roma çağında
ortaya çıkmıştır. Daha sonraki yıllarda ön yüzde imparator tasviri geleneği devam
ederken arka yüzde üç basamak üzerinde haç betimlemesi yaygınlaşmıştır. Doğu
Roma devrinin son yıllarında basılan altın sikkeler çok ince ve çukur şeklindedir.
İsa’nın büst ve figürlerinin yanı sıra Meryem’e de rastlanmaktadır.
177
Res. 2.29. Doğu Roma Dönemi sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi
Koleksiyonu, 2013).
2.4.1. Anadolu Selçuklu döneminde sikkeler
Adına sikke bastırmak hükümranlığın önemli bir simgesi olduğundan başa
geçen her hükümdar bu dönemde mutlaka adına para bastırmıştır. I.Mesut zamanında
daha çok kullanılan sikkelerde Anadolu Selçuklu Devleti’nin komşularıyla birlikte
bastırdığı ön yüzlerinde Hristiyan betimleri arka yüzde sultanın adının yazdığı Kufi
ve sülüs yazıların bulunduğu sikkeler bulunmaktadır. II.Kılıçarslan’dan sonraki
hükümdarlar döneminde (I.Gıyaseddin Keyhüsrev, II.Süleyman Şah, Melik Şah,
Kayser Şah, I.Alaeddin Keykubat) sikkelerinde ön yüzde atlı süvari arka yüzde küfi
ve sülüs yazılar bulunmaktadır. II.Giyaseddin Keyhüsrev zamanında ön yüzde “Şir-i
Hurşid” motifi denilen gülen bir güneş altında sağa dönük aslan betimlemesi ve
çevresinde yazıların bulunduğu betimlere kullanılmıştır. Anadolu Selçuklu
döneminde daha çok yıldız ve çeşitli geometrik desenler içinde sülüs yazılar tercih
edilmiştir (Parlar:2001:113-114).
Res. 2.30. Anadolu Selçuklu dönemi sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi
Koleksiyonu, 2013).
178
2.4.2. Osmanlı döneminde sikkeler
Daha çok bakır, gümüş ve altın para bastıran Osmanlılar kendi bastırdıkları
paraların yanında başka milletlere ait paraların da kabul edilmesine ve kullanılmasına
müsaade etmişlerdir. İlk Osmanlı altın parası Fatih Sultan Mehmet zamanında
basılmıştır. Bu altın paraların üzerinde unvanı darp yeri ve tarihi yazılmıştır. Bu tarz
sikkelerin basımı altınlara tuğra konma geleneğine kadar devam etmiştir. II.Bayezid
döneminden itibaren unvanlarda sultan, hakan gibi değişiklikler olmuş ve bu
unvanlarda sikkele eklenmiştir. 18.yy’dan itibaren darp yerleri Constantiniye olarak
belirtilen sikkelerin üzerinde “İslambol” yazılmaya başlanmıştır. Genellikle ön yüzde
tuğra ve bitkisel bezemeyle süslenen sikkelerin arka yüzlerinde basım yerleri ve
yılları yer almaktadır (Nadir Osmanlı Sikke, Nişan ve Madalyaları, 1999: 9-10).
Res. 2.31. Osmanlı dönemi sikke örnekleri (Kaynak: Marmaris Müzesi Koleksiyonu,
2013).
179
3. MİMARİ AYRINTILAR
Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemi yapılarındaki mimari
ayrıntılar yapıların sürekli bir gelişim gösteren ve tarihlenmelerine yardımcı olan
“plan özelliklerinin” yanı sıra, söz konusu kuruluş şemasında göze çarpan taçkapı,
giriş açıklığı, minare, niş, mihrap gibi mimari ayrıntılarının biçim ve özellikleri de
yapıların tanımı ve tarihlendirilmesinde büyük rol oynayan unsurlardır. Bu nedenle
söz konusu ayrıntılar aşağıda açıklanmaya ve dönem farklılıkları ortaya konmaya
çalışılmıştır.
3.1.Taçkapılar
Anadolu Selçuklu Dönemi mimarisinde giriş cepheleri taçkapılarla birlikte
anıtsal bir görünüm sunmaktadır. 13.yüzyılın baslarında Anadolu Selçuklu
camilerinin cephelerine kişilik kazandıran tek unsur, cephe düzenlemesine sarf
edilecek tüm enerjiyi adeta bir mıknatıs gibi üzerinde toplamış olan taçkapılardır.
Dönemin taçkapıları yapı türüne göre farklılık göstermeyen belli başlı bazı ortak
özelliklere sahiptir. Öne çıkan yan kanatlar derin bir ana niş elde edilmesini
sağlamıştır. İçinde giriş açıklığının yer aldığı ana nişin derinliği yan duvarlarına
açılan küçük nişler şeklindeki mihrabiyelerle daha da artmış, böylelikle cephe
üzerinde ayrı bir mekân havası yaratılmıştır. Ana nişlerin çoğu mukarnaslı ya da sivri
tonozlu bir kavsarayla örtülmüştür. Kavsaraların çoğunun da sivri bir kemerle
kuşatıldığı görülmektedir. Ana nişin dış köşelerine, bazı örneklerde ana nişle birlikte
taçkapı yan kanatlarının köşelerine de dekoratif amaçlı sütunçeler yapılmıştır (Ünal,
1982:8-10). Yan kanatlara sahip olan taçkapıların tümünde, dikdörtgen cephe
yüzeyinden ana nişe doğru silmelerle oluşturulan bir kademelenme vardır.
Taçkapıların yüzeyleri yoğun bir biçimde bezenmiştir. Bitkisel ya da geometrik
örnekli süsleme şeritleri, bağımsız ya da şeritler içine gizlenmiş figürler, yazı ve
180
mukarnas şeritleri, gülbezek vekabaralar taçkapılarda uygulanmış başlıca süsleme
unsurları arasında yer almaktadır. Taçkapıların cepheden çıkıntı yapan dikdörtgen
prizma şekili blokunun yan yüzleri genellikle bezemesizdir.
Res.3.1. Beyşehir Eşrefoğlu Cami taçkapısı (1296-1299) (www.wikipedia.org.
Erişim Tarihi: 12.03.2013).
Anadolu’da erken devirlerden itibaren kavsara kuşatma kemerleri geometrik
örnekli şeritlerle süslenmiş, kavsaraların cephe yüzleri daha çok kitabe levhalarına
ayrılmıştır. Giriş açıklıklarının daha çok basık kemerli olmaları tercih edilmiştir.
Anadolu Selçuklu döneminde taçkapılar üzerinde tamamen doğu etkisi olarak
beliren bir özellik iki farklı renkteki taşın dönüşümlü yerleştirilmesiyle yapılan renk
almaşıklığıdır. Bu teknik Ortadoğu ülkelerinde ortaya çıkmış, ilk ve yoğun olarak
181
Mısır ve Kuzey Suriye’deki Zengi yapılarında uygulanmıştır (Altun, 1997: 159).
Tekniğin 12. ve 13.yüzyıllarda Suriye ve Mısır ile olan politik ve kültürel ilişkiler
sonucu Güneydoğu Anadolu Bölgesi yoluyla Anadolu Türk Mimarisi süsleme
programına girdiği görülmektedir. Dilimli kemerler ve örgülü geçme motifler
şeklinde uygulandığı örnekler Anadolu’da geniş bir uygulama alanına sahiptir.
13. yüzyılın ikinci yarısında taçkapıların yanına çeşme, pencere, niş, dayanak,
köse kulesi, minare, çörten, dendan gibi birtakım mimari elemanlar eklenerek cephe
düzeni zenginleştirilmiştir. Cephelerde erken dönemlerde de pencerelere yer
verilmiştir. Bunlar genellikle mazgal veya küçük boyutlu dikdörtgen çerçeveli, sivri
kemerli pencerelerdir. Yapıların sağır ve yüksek dış duvarlarının üst kesimlerine
açılan pencereler ışıktan çok havalandırmaya elverişlidir. Göz düzeyinde pencerelere
bu dönemde giriş cepheleri dışında pek rastlanmamaktadır. 13.yüzyılın ikinci
yarısından itibaren giriş cephelerinde yer verilmeye başlanan pencerelerin Amasya
Gök Medrese Camii, Erzurum Hatuniye Medresesi ve bünyesinde yer alan mescidin6
(13.yüzyılın son çeyreği) giriş cephesinde olduğu gibi genellikle taçkapı gibi
dikdörtgen birer çerçeveye, mukarnaslı kavsaraya sahip oldukları görülmektedir.
Ancak 13.yüzyılın baslarında olduğu gibi, ikinci yarısından sonra da yalnızca
taçkapının yer aldığı giriş cephesi üzerinde durulmakta, değişiklikler daha çok bu
cephede yoğunlaşmaktadır.
Anadolu beyliklerinde olduğu gibi Erken Osmanlı döneminde Anadolu
Selçuklu dönemi taçkapılarından daha sade taçkapılar inşa edilmiştir. Taçkapı yan
kanatlarının cephe yüzeyinde yaptığı çıkıntı oldukça azalmış ya da ortadan
kalkmıştır. Taçkapılarda görülen bu değişikliğin başlıca nedeni, Anadolu’da
Beylikler döneminden itibaren inşa edilen camilerin genellikle birer son cemaat
yerine sahip olmalarıdır. Bergama Ulu Cami gibi Anadolu Selçuklu dönemi plan
özelliklerini sürdüren camilerdeki taçkapıların da sade yapıldıkları dikkati
çekmektedir (Çakmak, 2001:3-10).
Erken Osmanlı döneminde Anadolu Selçuklu dönemi taçkapılarının en ve
boyları arasındaki orana (2/3) uyulmadığı ya da boylarının enlerine göre uzun
tutulduğu görülmektedir. Bu örneklerden biri İznik Yeşil Camii’nin taçkapısıdır.
Osmanlı dönemine ait bilinen ilk taçkapı örneği olan bu taçkapıda enin 1, boyun 3
olduğu oran uygulanmıştır. Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde de örneklerine
182
rastlanan yan kapı uygulaması Osmanlı camilerinde 15. yüzyıldan itibaren yaygınlık
kazanmış, kuzey girişinin dışında harimin yan cephelerine ya da kuzey girişinin iki
yanına tali girişler açılmaya başlanmıştır. Bu girişler ana girişten daima daha sade
yapılmışlardır. Anadolu Selçuklu döneminde cami, han, türbe vs. gibi göre
farklılaşan bir taçkapı kompozisyonu yokken, Erken Osmanlı döneminde en özenli
taçkapılar camilerde yer almaktadır. Osmanlı mimarisinin tüm devirlerinde en
görkemli taçkapılar 15. yüzyılda inşa edilmiştir. Bu taçkapılar Anadolu Selçuklu
dönemi taçkapılarına benzer biçimde mukarnaslı kavsaralara, zengin süsleme
şeritlerine sahip örneklerdir.
15.yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiş taçkapıların en ve boyları Anadolu
Selçuklu taçkapılarındaki orana yakındır. Ancak 15.yüzyılın ikinci yarısında bu oran
bozularak ½ ye yaklaşmıştır. Osmanlı mimarisinde 15.yüzyılın ikinci yarısında
taçkapılarda unsurlar ve boyutlar bakımından bazı değişiklikler görülmeye
başlanmış, yüzyılın sonlarında ulaşılan taçkapı kompozisyonu fazla değişikliğe
uğramadan Klasik Osmanlı döneminde de uygulanmayı sürdürmüştür.
Klasik Osmanlı döneminin taçkapı düzenlemesinde de Erken dönemdeki
mukarnas gibi unsurların kullanılmasına karşın, bu unsurların daha güçlü, vurgulu bir
biçime büründüğü görülmektedir. Anıtsal camilerde taçkapılar genellikle mukarnaslı
kavsaraya sahip süslü yüzeylerdir. Buna rağmen oldukça anıtsal yapılara basit
girişler inşa edildiği de görülmektedir. Yapının sade, taçkapının anıtsal yapılması
geleneğinin terk edilerek anıtsallığın yapının geneline yayılması ve bu durumda
taçkapıların diğer unsurlardan daha özenli olmak yerine onlarla kaynaşır biçimde
yapılması Klasik dönem özelliklerinden birisidir.
183
Res.3.2. Bursa Yeşil Camii taçkapısı1414- 1419 (Erken Osmanlı dönemi
örneği) (www.bursadan.biz. Erişim Tarihi:28.03.2013)
Res.3.3. Sultan Ahmet Camii Taçkapısı (1609-1616) Klasik Osmanlı dönemi örneği
(www.mustafacambaz.comErişim Tarihi: 15.03.2013).
184
3.2. Minareler
Anadolu Selçuklu dönemi camilerinde genellikle tuğladan silindirik veya
dilimli gövdeli minareler inşa edilmiştir. 12.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Doğu
ve Orta Anadolu’da görülen bu minarelerin tasarımında 11. ve 12.yüzyıllarda
Türkistan ve İran gibi bölgelerdeki diğer İslam devletlerinde yapılan minarelerin
etkisi olduğu söylenebilir. Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu yapılarının
düzgün kesme taştan kare kaideli, dikdörtgen prizma gövdeli minarelere sahip
oldukları görülmektedir. Bu minare şeklinin tasarımında özellikle Suriye, Magrip,
Kuzey Afrika ve İspanya gibi bölgelerde örneklerine rastlanan dikdörtgen prizma
gövdeli minarelerin etkisi olduğu söylenebilir (Bakırer, 1971: 340).
Anadolu’da camilere inşa edilmiş silindirik gövdeli minarelerin yapıya yakın
bir mesafede, yapının bir kenarına eklenmiş, yapının kütlesine dahil edilmiş ya da
taçkapının bir kenarına bitişmiş olan örneklerine rastlanmaktadır. Anadolu Selçuklu
dönemi minare kaideleri genellikle tasla inşa edilmiştir. Minare gövdelerinin ise
genellikle tuğla ile inşa edildiği görülmektedir. Minare gövdelerinin yüzeyleri
genellikle firuze, patlıcan moru renklerinde sırlı tuğla veya çini parçalarıyla
kaplanmıştır. Tuğla minare geleneği, diğer İslam ülkelerinin sanatlarına bağlanan bir
özelliktir. Anadolu Selçuklu dönemi minareleri genellikle tek şerefelidir. İki şerefeli
minarelere ender rastlanmaktadır. Şerefe altları testere dişi veya mukarnas süsleme
ile bezenmiştir (Bakırer, 1971: 339).
Osmanlı döneminde inşa edilen minareler bazı istisnalar dısında6 camilerin
genellikle kuzeybatı veya kuzeydoğu köselerine yerleştirilmişlerdir. Tarihi bilinen ilk
Osmanlı minaresi, Bursa Alaaddin Camii’ne (1335) aittir. Minarenin, çokgen gövdeli
ve taşla inşa edilmiş bir kürsüsü, tuğlayla örülmüş silindirik bir gövdesi vardır. Erken
Osmanlı döneminden 16.yüzyıla kadar Anadolu Selçuklu döneminin tuğla gövdeli
minare geleneği sürdürülmüştür. Bu durumdaki etkenlerden birinin Erken Osmanlı
döneminden itibaren genellikle almaşık duvar tekniğinin uygulanması ve minarelerin
de camilerin duvarlarıyla bir uyum sağlamasına çalışılması olduğu söylenebilir.
Bursa Kocanaib Camii’nin minaresi (1362-1389) Bursa Timurtaş Paşa Camii’nin
minaresi tuğla gövdeli örneklerdendir.
185
Erken Osmanlı döneminde Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde olduğu
gibi sırlı tuğla ile bezenmiş minareler de inşa edilmiştir. Beylikler döneminden
itibaren tuğla sırlarında renk sayısı artmış, gövdelerde çini kullanımı az da olsa
sürdürülmüştür. İznik Yeşil Camii’nin minaresi üzerinde sırlı tuğla ve çini
kullanılmış en güzel örneklerden biridir.
Anadolu Selçuklu döneminde aynı yapıda sayısı ikiyi geçmeyen minarelerin
Osmanlı döneminde ilkin Edirne Üç Şerefeli Camii’nde sayısı üçe, İstanbul Sultan
Ahmet Camii’nde altıya çıkmıştır (Üstüner, 2006:150). 16.yüzyılda almaşık duvar
tekniğinin gittikçe azalmasına bağlı olarak minareler de cami duvarları gibi tasla inşa
edilmeye başlanmıştır. 16.yüzyıla tarihlenen camilerin çoğunda minare kürsüsü ve
gövdesinin tas ile inşa edildiği görülmektedir. Lüleburgaz Sokullu Mehmet Pasa
Camii’nin minaresi(1557-64) bunlardan biridir. 15 ve 16.yy.larda almaşık duvar
tekniğinin uygulandığı fakat minaresinin tasla inşa edildiği örneklerle de
karşılaşılmaktadır. Mimar Sinan Mescidi’nin minaresi (1473) İstanbul Kazasker Hacı
İvaz Efendi Camii’nin minaresi (1585) bunlardan bazılarıdır.
Minareler özellikle Klasik Osmanlı döneminde yüksekliği artan camilerle
birlikte uzamış, incelmiş, şerefe sayısı artmış, şerefe altında mukarnas yoğunluk
kazanmış ve gövdeler yalınlaşmıştır. Batılılaşma döneminde şerefe altı yerini
bileziklere, boğumlu çıkıntılara ve pek az örnekte istiridye kabuğuna bırakmıştır. Bu
değişim Nevşehir Damat İbrahim Paşa Camii (1726-27) ve İstanbul Ortaköy Camii
(1854) gibi örneklerde izlenebilmektedir (Üstüner, 2006: 178).
3.3. Pencereler
Osmanlı döneminde Anadolu Selçuklu döneminden farklı olarak yatay yerine
dikey yönde gelişen plan semalarının tercih edilmesi dışa açılmayı bir anlamda
mecbur kılmıştır. Yükselen yapı aydınlatılmak zorunda olduğu gibi dıştan da
desteklenmek zorundadır. Osmanlı mimarisinde plan semasının pencere inşasına
tanıdığı olanaklar gerektiği ölçüde kullanılmıştır. Pencereler yapıların aydınlık ve
hava ihtiyacını çözmenin yanı sıra, duvar yüzeyinde oluşturdukları gruplarla cephe
düzenini oluşturan baslıca unsurlardan biri haline gelmiştir. Erken Osmanlı
döneminden itibaren camilerde aynı eksen üzerinde altlı üstlü yerleştirilmiş
186
pencereler yaygınlaşmıştır. Alt ve üst sıra pencereleri arasında belli bir mesafe
bırakılarak alt ve üst sıralarının ayrımı belirtilmiştir. Alt ve üst sıra pencereleri
arasında belirgin bir mesafe bırakılmadan pencerelerin aynı düşey doğrultuda üst
üste yerleştirildiği örnekler de vardır.
Doğu ve batı cephelerinde hep eşit bir düzenle aynı pencereler tekrarlanmıştır.
Pencereler yuvarlak, sivri, kaş veya Bursa kemerli olarak inşa edilmiştir. Pencere
biçimleri yapıların cephelerine göre genellikle değişmemektedir. Güney cephesi
pencereleri genellikle iç mekânda, son cemaat yeri pencereleri ise sadece dışta doğu
ve batı cephelerine göre daha yoğun bezemeye sahiptir. Alt sıra pencereleri geç
tarihli onarımlarda genellikle demir parmaklıklar, üst sıra pencereleri ise alçıdan
dışlıklarla kapatılmıştır.
Alt sıra pencerelerinin alınlıkları sivri veya kas kemerli olabilmektedir.
Alınlık içleri dönemin yaygın inşa tekniği olan almaşık duvar örgüsünde tuğla ile
yapılan motiflerin en sık uygulandığı yerlerdir ve bunların örneklerine en çok Bursa
yapılarında rastlanmaktadır. Almaşık duvarlı cephelerde duvarın yapısına uygun
olarak kemer ve süslemelerin genellikle tuğla ile, taşla inşa edilmiş cephelerin ise
Bursa Ulu Cami’de olduğu gibi taşla yapılması daha uygun olan mukarnas gibi
öğelerle süslendiği görülmektedir.
Klasik döneminde pencere düzeni Erken dönemde olduğu gibi alt sırada
genellikle dikdörtgen söveli, sivri kemerli alınlığa sahip pencere, üst sırada sivri
kemerli pencereden oluşmaktadır. Bu dönemde erken dönemden farklı olarak bazı
cephelere altlı üstlü yerleştirilen pencerelerin aralarına veya genellikle üst kısmına
daire şekilli pencereler inşa edilmiştir. Ayrıca bu dönemde kubbe kasnağında yer
alan pencerelerin kubbenin formuyla uyumlu olarak genellikle yuvarlak kemerli
olarak yapıldığı görülmektedir.
1570’den sonra çift pencere üzerinde kemer alınlığı penceresiyle üçlü pencere
grupları sıkça kullanılan türler olmuştur. Klasik Osmanlı döneminin pencere
tasarımlarında meydana gelen değişiklikler daha çok camilerde, durmadan değişen
ve piramidal görünüşe hizmet eden plan semalarına bağlı olarak, aydınlık ihtiyacının
arttığı iç mekânı kaç pencerenin aydınlatacağı, hangi cephelere nasıl pencerelerin
sıralanacağı konularında olmuştur. Klasik Osmanlı döneminde yapının yükselmesi
187
altlı üstlü düşey doğrultuda yerleştirilen pencerelerin üç veya dörde çıkarılmasını
gerektirmiştir (Ödekan, 1988: 520).
Erken Osmanlı döneminde yaygın biçimde uygulanan almaşık duvar
tekniğinin Klasik Osmanlı döneminde gittikçe terk edilmesine bağlı olarak pencere
alınlıklarının taş, mermer veya çini panolarla kaplandığı örnekler yaygınlaşmıştır.
Taş ve tuğla ile yapılan almaşıklığın gittikçe terk edilmesine karşın, almaşık tekniğin
bir diğer biçimi olan iki farklı renkte taşla yapılan uygulamalara bu dönemde sık
rastlanmaktadır. İki renkli kemerler, bu dönemde inşa edilmiş pencerelerin
vazgeçilmez süslemelerinden biri halini almıştır
3.4. Almaşık duvar tekniği
Osmanlı döneminde cephe düzenlemesine duvardan başlanmıştır. Özellikle
Erken dönemde duvarlar, üzerine alınacak unsurlara hareketli bir fon oluşturmasının
yanında, birbirini yineleyen şekliyle yapıyı bir bütünlük içine sokan almaşık duvar
tekniğiyle inşa edilmiştir. İlk örnekleri Roma yapılarına kadar izlenebilen almaşık
duvar örgüsü, Osmanlı mimarisinin ilk devirlerinden itibaren ilk olarak İznik ve
Bursa çevresinde uygulanmaya başlamıştır (Batur: 1970:145).
Araştırmacılar Osmanlı mimarisini almaşık duvar düzenleriyle etkileyen en
yakın kaynağın son devir Bizans yapıları olduğu konusunda ortak görüşe sahiptir.
Özellikle Erken Osmanlı dönemi yapılarının inşasında almaşık duvar tekniğinin
tercih edilmesindeki etkenlerden biri de, cephelerde sadece taş malzemenin
kullanılmasına ekonomik gücün henüz yetmeyişidir. Osmanlı mimarisi erken
dönemlerinde ucuz malzemeyle zengin görünümlü cepheler yaratan almaşık duvar
tekniğine yönelmiştir. Bu dönemde sadece bazı önemli yapılarda taş malzemenin
kullanıldığı görülmektedir.
Almaşık duvar örgüsü iki farklı malzemenin ya da aynı türden fakat iki farklı
renkteki malzemenin dönüşümlü olarak kullanıldığı bir duvar kaplama yöntemidir.
Osmanlı camilerinde almaşık duvar örgüsünün en çok uygulanan türü, taş ve tuğla ile
yapılanlar olmuştur. Bu tür 1320’lerden başlayarak 18.yüzyılın sonlarına kadar
uygulanmıştır (Batur: 1970:186).
188
Osmanlılar Bizans mimarisinden görüp severek uyguladıkları almaşık duvar
örgüsünde, tuğla ve taş sıraları arasındaki sıralama düzenine yeni yorumlar katarak
kendilerine özgü bir üslup geliştirmişlerdir. Bizans yapılarında taşların genellikle iki,
üç, hatta dört sıralı olmasına karşın Osmanlı yapılarında almaşık düzen, bazı
istisnalar dışında tek sıra taş üzerine kurulmuştur. En çok tercih edilen biçim üç sıra
tuğla, bir sıra tas ya da iki sıra tuğla bir sıra taşla oluşturulan düzendir. Örneklerin
çoğunda taşların arasına dikey yönde konulan bir ya da ikişer tuğla ile kasetleme
yapılmıştır. Erken dönem Osmanlı camilerinde, moloz taş veya kaba yonu taş ile
tuğla sıralarının oluşturduğu almaşık duvar örgüsü, yine devletin ekonomik gücüyle
bağlantılı olarak klasik dönem ve sonrasına oranla daha yaygındır. Kesme taş tuğla
almaşık duvar örgüsünün XVI. yüzyıldan itibaren yaygınlaştığı görülmektedir
(Ötüken, 1981: 215-234).
Almaşık duvarın uygulandığı Osmanlı camilerinde cepheler arasında bir
farklılaşma söz konusudur. Kuzey cephe, üzerinde caminin ana girişini
bulundurduğundan daha özenle ele alınmıştır. Bizans kiliselerinde apsisin olduğu
güney cephesi en yoğun dekorasyona sahipken, Osmanlı camilerinde mihrabın
olduğu güney cephe yerine caminin ana girişini bulunduran kuzey önem kazanmıştır.
Son cemaat yeri ve revaklı avlu inşasının gelişmesiyle birlikte kuzey
cephesine verilen önem daha da artmıştır. Son cemaat yerinde kullanılan taşlar,
caminin diğer duvarlarındaki taşlara göre daha özenli işlenmişlerdir. Örneğin
duvarlarının moloz taşla inşa edildiği örneklerde son cemaat yerinde en azından kaba
yonu taş kullanılmıştır. Ya da diğer cepheleri kaba yonu tas olan bir caminin son
cemaat yeri genellikle düzgün kesme taşlarla inşa edilmiştir. Almaşık duvarın yoğun
biçimde uygulandığı 14. ve 15.yüzyıllarda geçerli olan bu durum 16.yüzyılda bazı
yapılarda değişmiştir. Bu yüzyılda bir imparatorluk seviyesine erişen Osmanlıların
elde ettiği ekonomik güce bağlı olarak taş ve mermer kullanımı artmış, almaşık duvar
düzeniyle birlikte cepheler arasında uygulanan malzeme farklılığı da yavaş yavaş
ortadan kalkmıştır. Osmanlı mimarisinin erken devirlerinde cephe bezemelerinde
kullanılan malzeme Bizans mimarisinde olduğu gibi tuğladır. 15.yüzyılda bezeme
malzemelerine sırlı tuğla, çini, renkli mermer gibi öğeler eklenmiştir (Üstüner,
2006:38-40).
189
Bezeme öğelerinin yerleştirilişinde, Bizans mimarisinde duvarla bütünleşerek
yapıya egemen olan süsleme anlayışından farklı olarak, duvarın belirli noktalarında
bağımsız veya panolar içindeki yerler tercih edilmiştir. Güney cephelerinde küçük
bezeme panoları yer alırken, diğer cephelerde kemer kavsaralarında, alınlıklarında,
sınırlandırılmış panolar içinde süsleme şeritleri halinde Bizans Mimarlığından
aktarılmış örnekler görülmektedir. Kullanılan motifler basit ve çift meander, sağır
kemer, ağ, zikzak, sepet, balıksırtı, güneş, dama tahtası, fırıldak, yürek nişi gibi ya
doğrudan aktarılmış ya da yorumlanarak yapıya katılmış ürünlerdir (Ersen,1986: 19).
Motiflerin çoğunun geometrik karakterli olması, kullanılan tuğla malzemenin örneğe
daha iyi uyum sağlamasıyla açıklanabilir. Erken Osmanlı döneminden itibaren
örneklerine sıkça rastlanan almaşık duvar tekniği, 16.yüzyıldan itibaren özellikle
büyük boyuttaki camilerde uygulanmamaya başlamış ve gittikçe az rastlanan bir
özellik olarak 18.yüzyılın sonlarına kadar sürdürülmüştür.
3.5. Mukarnas süsleme
Anadolu Selçuklu dönemi cami cephelerinde uygulanmış bezemeler
cephelerin en önemli unsurları olan taçkapılar üzerinde yoğunlaşmıştır. Palmet ve
rumiler, gülbezek ve kabaralar, yazı şeritleri, daire, altıgen, yıldız gibi geometrik
motifler ve mukarnas belli başlı süsleme unsurları arasında yer almaktadır. Dönemin
en gözde bezeme unsurlarından biri olan mukarnas bu dönemde taçkapılardan başka,
pencere, niş, minare, saçak gibi unsurlarda da kullanılmıştır (Tuncer, 1986: 84-85).
Mukarnasın bilinen ilk örnekleri, kubbeye geçiş unsurları olan tromplar
üzerinde uygulanmıştır. Mukarnas sonraki örneklerde daha da geliştirilerek yapının
çeşitli yerlerinde kullanılan dekoratif bir unsur olmuştur. Mukarnas bu ilk
örneklerden sonra gittikçe yaygınlaşmış ve örneğin İran kümbetlerinin saçak
190
düzenlerinde ve cephelerindeki sivri kemerli nişlerin içinde veya sütun başlıklarında
uygulanmaya başlamıştır (Ödekan, 1997:1306-1307).
Mukarnas, Türk sanatının bütün dönemlerinde kullanılmış bir süsleme unsuru
olmakla birlikte, özellikle Anadolu Selçuklu mimarisinde inşa edilmiş taçkapıların en
belirgin özelliği olmuş, en zengin ifadelerini taçkapılarda bulmuştur. Çoğu kazayağı
ya da koçbaşı seklinde başlayan ve yarım yıldız kesitli örnekle son bulan mukarnaslı
kavsaralar uçlarına mukarnas dişleri oyulmuş taş blokların yan yana ve üst üste
sıralanmasıyla oluşturulmuştur. Mukarnas sıraları kavsaralarda genellikle 7 veya 9
sıralı olup yukarıya doğru düzenli şekilde daralarak yükselmektedir.
Res.3.4.Kayseri Gülük Camii'nin çinilerle süslü mihrabından detay. (13.yy.
Danişmendlioğulları) (www.kayseriden.biz. Erişim Tarihi: 13.03.2013).
191
4. SİT ALANLARI
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 3.maddesinde
"Sit"in tanımı şöyle yapılmıştır: “Sit, tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli
medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve
benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları,kültür varlıklarının yoğun olarak
bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği
yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır”.
Ülkemizde arkeolojik, kentsel, tarihi, doğal, kentsel arkeolojik sit alanları ve
“diğer” diye tabir edilen birkaç sitin bir arada bulunduğu üst üste sit alanları
mevcuttur.
2012 yıl sonu verilerine göre ülkemizde en fazla sayıda olan sit türü 10.976
adet olmak üzere Arkeolojik Sitler’dir. Yine aynı verilere göre ülkemizde 255 adet
Kentsel Sit, 151 adet Tarihi Sit, 32 adet Kentsel Arkeolojik Sit ve 445 adet birkaç
sitin bir arada olduğu sitler bulunmaktadır (kulturvarliklari.gov.tr, 2013) .
Sit alanlarındaki “koruma ve kullanma koşullarına” ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanlığı Mevzuatında birtakım düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerden sit
alanında göreve giden uzmanın başvuracağı birincil kaynak 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat VarlıklarınıKoruma Kanunu’nun yanı sıra “İlke Kararları”dır.
İlke kararları yukarda sayılan sit türlerine göre ayrı ayrı düzenlenmiştir. Sit
alanlarına giden uzmanın sıklıkla başvuracağı bir kaynak niteliğinde olup “İlke
Kararları” adı altında Bakanlığımızca yayımlanan kitaplar mevcuttur. Ancak ilke
kararlarının en son, “güncel” halini görmek açısından kanun, yönetmelik, yönerge ve
Mevzuata ilişkin diğer konularda olduğu gibi ilke kararlarını da Bakanlığımızın
internet sitesinden takip etmek daha sağlıklı olacaktır.
Uzmanın sit alanlarında yapacağı tescillere ilişkin Mevzuatımızda ayrıca
“Korunması
Gerekli
Taşınmaz
Kültür
Varlıklarının
Ve
Sitlerin
Tespit Ve Tescili Hakkında Yönetmelik” ten mutlaka faydalanması gerekmektedir.
(teftis.kulturturizm.gov.tr; 2013). Anılan yönetmelik, 1. maddesinde belirtildiği
üzere: “…korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları, doğal sitler hariç olmak üzere
sitlerin tespit ve tescili ile ilgili usul ve esasları düzenlemek” amacıyla hazırlanmıştır.
Yönetmelikte genel olarak, tescili düşünülen taşınmazın “tespitlerde değerlendirme
192
kıstasları” başlığı altında tescile konu olup olmayacağına yönelik kıstaslar anlatılmış,
tescil aşamasında hazırlanması gereken “uzman raporu”, “yazılı ve görsel bilgileri
içeren Anıt ve Sit Fişi”, “tanıtmaya yeterli fotoğraflar” vs. gibi dokümanlar
açıklanmış, ardından taşınmazın tescil sürecinin nasıl olduğu ve tescil edildikten
sonra tescilli
olduğunun kayıtlara geçirilmesi
gibi
konulara ayrıntılarıyla
değinilmiştir.
Ülkemizde yer alan en önemli sitlerden birisi de doğal sitlerdir. Doğal sitin
tanımı 2863 sayılı yasada şöyle yapılmıştır: “Doğal (tabii) sit”; jeolojik devirlere ait
olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer
altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.” Bu alanlar
Bakanlığımızın görev alanından alınarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığına
devredildiğinden dolayı Bakanlığımıza sunulan bu tezde bu konuya değinilmemiştir.
4.1. Arkeolojik sitler
Arkeolojik Sitlerdeki koruma ve kullanma koşulları “Arkeolojik Sitler,
Koruma Ve Kullanma Koşulları” başlıklı 658 sayılı ilke kararında düzenlenmiştir.
Anılan ilke kararında 1. , 2. ve 3. Derece arkeolojik sitler ayrı başlıklar altında
anlatılmış ve söz konusu yerlerin koruma ve kullanma koşulları maddeler halinde
açıklanmıştır.
Anılan ilke kararında Arkeolojik Sit şöyle tanımlanmaktadır:
“Arkeolojik Sit: İnsanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski
uygarlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin
sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer
aldığı yerleşmeler ve alanlardır.
“Arkeolojik Sitlerde Koruma ve Kullanma Koşulları” başlıklı bölüm ise,
yapılan derecelendirme, arkeolojik sitlerin taşıdıkları önem ve özelliklerinin yanı
193
alanda
sıra,
uygulanacak
koruma
ve
kullanma
koşullarını
kapsar.
Derecelerine göre arkeolojik sitlerdeki uygulamalar maddeler halinde açıklanmıştır:
“…1) I. Derece Arkeolojik Sit: Korumaya yönelik bilimsel çalışmalar
dışında aynen korunacak sit alanlarıdır. Bu alanlarda, kesinlikle hiçbir yapılaşmaya
izin
verilmemesine,
imar
planlarında
aynen
korunacak
sit
alanı
olarak
belirlenmesine, bilimsel amaçlı kazıların dışında hiçbir kazı yapılamayacağına,
ancak;
a) Resmi ve özel kuruluşlarca zorunlu durumlarda yapılacak alt yapı
uygulamaları için müze müdürlüğünün ve varsa kazı başkanının görüşüyle konunun
koruma kurulunda değerlendirilmesine,
b) Yeni tarımsal alanların açılmamasına, yalnızca sınırlı mevsimlik tarımsal
faaliyetlerin devam edebileceğine, koruma kurullarınca uygun görülmesi halinde
seracılığa devam edilebileceğine,
c) Höyük ve tümülüslerde toprağın sürülmesine dayanan tarımsal faaliyetlerin
kesinlikle
yasaklanmasına,
ağaçlandırmaya
gidilmemesine,
yalnızca
mevcut
ağaçlardan ürün alınabileceğine,
ç) Taş, toprak, kum vb. alınmamasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden
vb. ocakların açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzeme
dökülmemesine,
d) Bu alanlar içerisinde yer alan ören yerlerinde gezi yolu düzenlemesi,
meydan tanzimi, açık otopark, WC, bilet gişesi, bekçi kulübesi gibi ünitelerin
koruma kurulundan izin alınarak yapılabileceğine,
e) Bu alanlar içerisinde bulunan ve günümüzde halen kullanılan umuma açık
mezarlıklarda sadece defin işlemlerinin yapılabileceğine,
f) Taşınmaz kültür varlıklarının mahiyetine tesir etmeyecek şekilde ilgili
koruma kurulundan izin almak koşuluyla birleştirme (tevhit) ve ayırma (ifraz)
yapılabileceğine,
2) II. Derece Arkeolojik Sit: Korunması gereken, ancak koruma ve kullanma
koşulları koruma kurulları tarafından belirlenecek, korumaya yönelik bilimsel
194
çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır. Bu alanlarda, yeni yapılaşmaya
izin verilmemesine, ancak;
a) Günümüzde kullanılmakta olan tescilsiz yapıların basit onarımlarının
yürürlükteki ilke kararı doğrultusunda yapılabileceğine,
b) I. derece arkeolojik sit koruma ve kullanma koşullarının a,b,c,ç,d,e,f,
maddelerinin geçerli olduğuna,
3) III. Derece Arkeolojik Sit: Koruma - kullanma kararları doğrultusunda
yeni düzenlemelere izin verilebilecek arkeolojik alanlardır.
Bu alanlarda, a) Geçiş dönemi yapılanma koşullarının belirlenmesine, Geçiş
dönemi yapılanma koşullarının belirlenmesinde:
- Öneri yapı yoğunluğunun, mevcut imar planı ile belirlenmiş yoğunluğu
aşmamasına,
-Alana gelecek işlevlerin uyumuna,
- Gerekli alt yapı uygulamalarına
-Öneri yapı gabarilerine,
- Yapı tekniğine ve malzemesine, Mevcut ve olası arkeolojik varlıkların korunması
ve
değerlendirilmesini
sağlayacak
bir
biçimde
çözümler
getirilmesine,
b) Varsa onaylı çevre düzeni ve nazım plan kararları ile yerleşime açılmış
kesimlerinde arkeolojik değerlerin korunmasını gözeterek, koruma amaçlı imar
planlarının yapılmasına,
c) Bu ilke kararının alınmasından önce Koruma Amaçlı İmar Planı yapılmış yerlerde
planın öngördüğü koşulların geçerli olduğuna.
ç) Bu alanlarda, belediyesince veya valilikçe inşaat izni verilmeden önce, ilgili müze
müdürlüğü uzmanları tarafından sondaj kazısı gerçekleştirilerek, sondaj sonuçlarının
bu alanlarla ilgili, varsa kazı başkanının görüşleriyle birlikte müze müdürlüğünce
koruma kuruluna iletilip kurul kararı alındıktan sonra uygulamaya geçilebileceğine,
195
d) III. Derece arkeolojik sit alanı olarak belirlenen arkeolojik sit alanlarında koruma
kurullarının, sondaj kazısı yapılacak alanlara ilişkin genel sondaj kararı
alabileceğine,
e) Taşınmaz kültür varlıklarının mahiyetine tesir etmeyecek şekilde ilgili koruma
kurulundan
izin
almak
koşuluyla
birleştirme
(tevhit)
ve
ayırma
(ifraz)
yapılabileceğine,
f) Bu alanlarda, taş, toprak, kum vb. alınmamasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum,
maden vb. ocaklarının açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve benzeri
malzemenin dökülmemesine,
g) Ülke enerji üretimine getireceği katkı ve kamu yararı doğrultusunda bu alanlarda
koruma kurulunca uygun görülmesi halinde rüzgar enerji santralları yapılabileceğine,
h) Sit alanlarındaki su ürünleri üretim ve yetiştirme tesislerine ilişkin yürürlükteki
ilke kararının geçerli olduğuna” denmektedir (teftis.kulturturizm.gov.tr; 2013).
Genel olarak belirtmek gerekirse, anılan ilke kararında da açıklandığı üzere 1.
Derece arkeolojik sitler, “Korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen
korunacak sit alanlarıdır” İmar planlarında da aynen korunacak sit alanı olarak
belirlenen bu alanlarda kesinlikle hiçbir yapılaşmaya izin verilmemekte, bilimsel
amaçlı kazıların dışında hiçbir kazı
yapılamamaktadır. Yapılmak istenen
uygulamalar için koruma kurullarından izin almak gerekmektedir. Kısaca özetlemek
gerekirse 1.derece Arkeolojik sitlerde yüzeydeki toprak “kültür toprağı” olduğundan
toprağın yüzeyden alınması, kazılması ve buralara çöp, moloz, vs. dökülmesi
kesinlikle yasaklanmıştır. İkinci derece arkeolojik sitlerde de birinciyle aynı
maddeler geçerlidir, ancak buraların birinci dereceden farkı, anılan ilke kararının
“…Günümüzde
kullanılmakta
olan
tescilsiz
yapıların
basit
onarımlarının
yürürlükteki ilke kararı doğrultusunda yapılabileceğine,..” diye belirtilen hükmü
gereği kullanılan yapılarda koruma kurulundan izin alınarak basit onarım
yapılabilmesidir. Üçüncü derece arkeolojik sitlerde ise ilk ve ikinciye ilişkin
maddelerin birçoğu geçerlidir. Ancak buraların yapılaşma istemi koruma kurulunda
196
değerlendirilir ve kurul uygun görürse arazi üzerinde uygun görülen birkaç yerde
Müze Müdürlüğü uzmanları denetiminde sondaj kazısı yapılarak herhangi bir kültür
varlığı bulunmadığı taktirde yine kurul kararıyla yapılaşmaya izin verilebilir.
Arazi görevine giden uzmanın araziyi kaçıncı dereceden arkeolojik sit olarak
belirleyeceği kendisine kalmış bir durum değil, birtakım somut verilere dayanması
gereken bir konudur. Bu somut veriler, arazi yüzeyinde karşılaşılan kalıntılardır.
Örneğin arazide bir höyük, bir tümülüs, bir nekropol ya da bir mezarlık, sur
duvarları, kale ya da kale kalıntısı, antik yapı kalıntıları, mozaikli yapı tabanı gibi
taşınmazlar var ise buralar 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescillenir. 1. derece
arkeolojik sitin yüzeyi içinde seramik parçalarının yoğunlukta olduğu “kültür
toprağı” diye tabir edilen bir görünüme sahiptir ve alanda yapı kalıntılarını görmek
mümkündür (Res.4.1.- 4.2.) Bu konu da Mevzuatımızın anılan 13/03/2012 tarih ve
28232 sayılı “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin
Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik” in “tespitlerde değerlendirme kıstasları”
bölümüyle aydınlatılmıştır.
Res.4.1. Arkeolojik sitin yüzeyi (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013)
197
Res.4.2. Muğla İli, Datça İlçesi, Cumalı Köyü, Murdala Mevkii 1.Derece Arkeolojik
ve Doğal Sit alanı (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013)
Anılan yönetmelikte:
“…d) Arkeolojik sitler için; yazılı bilgiler, sathi kalıntılar veya bilimsel
araştırmalara dayanması; çevresel gözlemler ile bilimsel varsayımlar veya topoğrafik
açılardan yeterli niteliklere sahip olması;
1) Birinci Derece Arkeolojik Sitlerde; tarih öncesinden günümüze kadar gelen
çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve
benzeri özelliklerini yansıtan kent kalıntıları ile yerleşim alanları ve sosyal yaşama
konu olmuş; taşınmaz kültür varlıklarına ait kalıntılar ve buluntuların veya bunu
destekleyen taşınır kültür varlığı buluntularının yoğun olarak yer aldığı alanlardan
olması,
198
2) İkinci Derece Arkeolojik Sitlerde; tarih öncesinden günümüze kadar gelen
çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve
benzeri özelliklerini kısmen yansıtan yerleşim alanları ve sosyal yaşama konu olmuş
alanlardan olması; ancak Birinci Derece Arkeolojik sitler kadar yoğun kültür varlığı
kalıntı ve buluntusuna sahip olmayan veya kısmen modern yerleşme birimleri ile de
doku bozulmaları görülen arkeolojik alanlardan olması,
3) Üçüncü Derece Arkeolojik Sitlerde; ender rastlanılan buluntulardan ve/veya
bilimsel araştırmalar, çevresel gözlemler ile bilimsel varsayımlar sonucunda kültür
varlığı veya kalıntısı bulunma olasılığı olan alanlardan olması veya Birinci ve İkinci
Derece Arkeolojik Sitlerle etkileşim içinde ve bu alanların korunmasında uzun ya da
kısa
vadede
kamu
yararı
olan
alanlardan
olması,..”
diye
belirtilmiştir
(teftis.kulturturizm.gov.tr; 2013).
Uzmanın arazide gördüğü verileri anılan yönetmeliğin söz konusu d
maddesiyle birlikte değerlendirerek sit derecesini belirlemesi doğru olacaktır.
1.derece arkeolojik sitler tescillenirken arazideki kültür varlığı niteliği taşıyan
taşınmazların tamamını içine alacak ve onların maksimum 50 m. kadar uzağından
çizilecek “yeteri kadar” bir sınır belirlenir, bu sınırlar çevre yolu veya dere gibi doğal
oluşumlarla kesintiye uğruyorsa genellikle bu kısımlar doğal sınırlar olarak kabul
edilir. Bu sınırların etrafı da 2. ya da 3.derece arkeolojik sit olarak tescil edilebilir.
2. derece arkeolojik sitler anılan ilke kararında belirtildiği üzere çoğu yönden
1.derece arkeolojik sit alanıyla eşdeğer olduğundan, genellikle, 1.derece sitler
yeterince bir koruma alanı verilerek sınırlandırıldıktan sonra bu sınırların etrafının da
ilerde yapılacak kazılarda herhangi bir kültür varlığının çıkma, bulunma olasılığına
karşı genellikle 3.derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildiği görülmektedir. Bir
yerin 2.derece yerine 3.derece olarak tescillenmesinin, buraların maliklerinin mağdur
edilmemesi yönünden de fayda doğurduğu söylenebilir. Nitekim yukarda da
belirtildiği üzere 3. Derece arkeolojik sitlerde koruma kurulundan izin alınması ve
199
Müzesince sondaj yapılması ve bu sondajlarda herhangi bir kültür varlığına
rastlanılmaması koşuluyla yapılaşmaya izin verilebilmektedir.
Aşağıda sit çeşitli derecelerde sit alanlarından örnekler verilerek aldıkları sit
derecelerinin daha iyi kavranması amaçlanmıştır:
4.1.1. Muğla İli, Marmaris İlçesi, Bozburun Beldesi, Yeşilada (Res.4.3.-4.6. ).
Muğla İli, Marmaris İlçesi, Bozburun Beldesi, 378 ada, 1 parselde kayıtlı
Yeşilada’nın, adada yer alan bir adet kale kalıntısı, bir kilise ve iki adet sarnıç
olmasından dolayı 1.derece arkeolojik sit alanı olarak tescili önerilmiş ve İzmir II.
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 14.02.1996 tarih ve
5576 sayılı kararı ile tescili onaylanmıştır.
Kale surları ada üzerinde muhtelif yerlerde tahrip olduğundan kesintilere
uğrayarak devam etmektedir. Kilise ile adada bulunan iki sarnıcın boyutlarının
belirtildiği kabataslak çizimleri taşınmazın dosyasında mevcuttur. Kilise üç nefli
olup orta nefi apsislidir. Apsisinde bir pencere açıklığı ile batısı ile güneyinde birer
girişi vardır. Almaşık duvarlı olarak inşa edilmiş olan kilisenin, malzeme ve işçilik
yönünden kale ve adadaki sarnıçlarla aynı özellikte oluşu onlarla aynı dönemde inşa
edildiklerini göstermektedir.
Kale surları çoğunlukla tahrip olmuş ve yapı taşları da ada üzerinde yayılmış
durumdadır. Sur duvarlarının kalınlığı yaklaşık 1.50 m.’dir. Taşınmazın tescil fişinde
surların adanın şekline göre biçimlendirildiği, her yerde deniz kıyısından ortalama
20 m. uzaklıkta olduğu, surların güney bölümünde kalıntıları görülen iki kule ve bir
girişin bulunduğu, kuzeybatı surlarda dikdörtgen
yapının hemen
yanında
basamakların ve onun birkaç metre kuzeyinde ise iki adet mazgal pencerenin oldukça
iyi korunmuş durumda oldukları belirtilmiştir. Söz konusu ayrıntılar, kalenin
bugünkü durumunda yoğun bitki örtüsünden ve etrafa dağılmış taş yığınından dolayı
kısmen izlenebilmektedir.
200
Kilisenin hemen güneyinde yer alan sarnıcın ölçüleri tescil fişi ekinde, 5 m. x
4.60 m. korunmuş yüksekliği ise 1.50 m. olarak belirtilmiştir. Adanın
güneydoğusunda, kale surlarının içerisinde olan sarnıcın ise 11 m. x 4.5 m.
boyutlarında, içerden korunmuş yüksekliğinin ise batı ucunda 2.50 m. olarak
belirtilmiştir. Söz konu özellikler de etraftaki yoğun bitki örtüsü ve tahribat
nedeniyle kısmen izlenebilmektedir.
Res.4.3. Yeşil Ada’nın güneyden görünümü (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel
arşiv/2013)
201
Res.4.4.Yeşil Ada’daki kale kalıntıları (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel arşiv/2013)
Res.4.5. Yeşil Ada’daki kilise kalıntısı (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel
arşiv/2013)
202
Res.4.6. Yeşil Ada’daki kaleden bir ayrıntı (Kaynak: Ceren Erdoğan, Kişisel
arşiv/2013).
4.2. Kentsel sitler
Kentsel sitin tanımı Mevzuatımızın 04.10.2006 tarih ve 720 sayılı “Kentsel
Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları” başlıklı ilke kararında : “Kentsel sitler,
mimari, mahalli, tarihsel, estetik ve sanat özelliği bulunan ve bir arada bulunmaları
sebebiyle teker teker taşıdıkları kıymetten daha fazla kıymeti olan kültürel ve tabii
çevre elemanlarının (yapılar, bahçeler, bitki örtüleri, yerleşim dokuları, duvarlar)
birlikte bulundukları alanlardır…” şeklinde tanımlanmıştır.
Anılan ilke kararının devamında: “…Kentsel sit alanının bulunduğu çevre
içinde korunmasında, geliştirilmesinde etkinlik taşıyan ve kentle bütünleşmesine
olanak sağlayacak kararlara konu alanlar ise etkileşim geçiş sahası olarak
tanımlanır…” diye belirtilerek kentsel sitin etrafındaki alanlarda nasıl bir koruma
düşüncesiyle hareket edilmesi gerektiği de belirtilmiştir.
Anılan ilke kararının devamında ise “Kentsel sitin ilanından itibaren, üç ay
içinde kentsel sit alanlarında koruma amaçlı imar planı elde edilinceye kadar
203
izlenecek kuralları” tanımlayan “Geçiş Dönemi Koruma Esasları Ve Kullanma
Şartları Temel İlkeleri” açıklanmıştır. Bu ilkelere göre, geçiş dönemi koruma
esasları ve kullanma şartları sitin doku özelliklerine bağlı olarak yoğunluk, kütle,
konum, yükseklik, mimari özellikler, yapı malzemesi, renk vb. koşulların
tanımlanması şartıyla koruma bölge kurullarınca belirlenmesi gerekmektedir.
Anılan ilke kararında Kentsel sitlerde geçiş dönemi koruma esasları ve
kullanma şartları belirlenene kadar;
“…a) Yeni imar parseli oluşturmak üzere ifraz ve tevhid yapılamayacağına
ancak sınır düzenlemeleri v.b. için gerekli ifraz ve tevhidin yapılabileceği,
b) Koruma amaçlı imar planında öngörülecek yoğunluk ve kentsel
donanım kararları belli olmadığından korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı
parseline ilave yeni yapı yapılamayacağı,
c) Koruma amaçlı imar planı kriterlerini etkileyebilecek nitelik ve
yoğunlukta uygulamalara izin verilemeyeceği,
d) Bulunduğu sokakta ya da imar adasında korunması öngörülen kentsel
silüeti olumsuz etkileyebilecek konum ve yükseklikte yeni yapı yapılamayacağı,
hususlarının dikkate alınmasının zorunlu olduğuna,
Yukarıda belirtilen koşullar ile geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma
şartlarına uygun yeni yapılanma talebinin koruma bölge kurulunca değerlendirilmesi
için, başvuru dosyasında söz konusu parsel ve çevresindeki yapılar ile dokuya ilişkin
bir avan projenin ve fotoğrafların yer aldığı bir etüdün bulunmasının gerektiğine…”
diye açıklanmıştır.
Anılan ilke kararının 3.bölümü “Kentsel Sit alanlarında uygulama” lara
ayrılmıştır.
Bu bölümde:
“… 3.1- Geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları bulunmayan
kentsel sit alanlarında;
204
a) Her ne surette olursa olsun yeni yapı veya imar uygulaması
yapılamayacağına,
b) Tescilli kültür varlığı yapılar ile tescilsiz yapıların esaslı onarımlarının
koruma bölge kurulu kararı doğrultusunda yapılabileceğine,
c) Tescilli kültür varlığı yapılar ile yürürlükteki yasal düzenlemelere göre
ruhsatı bulunan tescilsiz taşınmazlardaki tadilat ve tamiratların ilgili Yönetmelikler
kapsamında yapılabileceğine,
d) Zorunlu alt yapı uygulamalarının koruma bölge kurulu kararı
doğrultusunda yapılabileceğine,
3.2- Geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları belirlenmiş kentsel
sit alanlarında;
a) Yeni yapı veya imar uygulamaları ile zorunlu alt yapı uygulamalarının
geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları doğrultusunda hazırlanmış
projelerinin koruma bölge kurulunca uygun bulunması koşulu ile yapılabileceğine,
b) Tescilli kültür varlığı yapıların esaslı onarımlarının, projelerinin koruma
bölge kurulunca uygun bulunması koşulu ile yapılabileceğine,
c) Tescilli kültür varlığı yapılar ile yürürlükteki yasal düzenlemelere göre
ruhsatı bulunan tescilsiz taşınmazlardaki tadilat ve tamiratların ilgili Yönetmelikler
kapsamında yapılabileceğine,
3.3- Koruma amaçlı imar planı onaylanmış kentsel sit alanlarında;
(Değişik:İ.K. 01.11.2007-736) a) Tescilli taşınmaz kültür varlığı parseline
komşu olan veya aralarından yol geçse dahi bu parsellere cephe veren parsellerdeki
her türlü inşai ve fiziki uygulama ile yeni yapılanma için koruma bölge kurulundan
izin alınmasına,
b) Diğer parsellerdeki yeni yapı veya imar uygulamaları için koruma
amaçlı imar planı ve planın tamamlayıcı eklerinde belirtilen koşullar doğrultusunda
ilgili idarelerce izin verileceğine,
205
c) Tescilli kültür varlığı yapıların esaslı onarımlarının koruma amaçlı imar
planı hükümleri doğrultusunda hazırlanan projelerinin koruma bölge kurulunca
uygun bulunması koşulu ile yapılabileceğine,
d) Tescilli kültür varlığı yapılar ile yürürlükteki yasal düzenlemelere göre
ruhsatı bulunan tescilsiz taşınmazlardaki tadilat ve tamiratların ilgili Yönetmelikler
kapsamında yapılabileceğine…” diye belirtilmiştir.
(Ek Fıkra: 19/01/2010 tarih ve 760 sayılı İ.K. İlke Kararının yürütülmesi
Danıştay 6 ncı Dairesinin 26/10/2010 tarih ve E:2010/3695 sayılı kararı ile
durdurulmuş. 06/01/2011 tarih ve 774 sayılı İlke Kararı ile yürürlükten
kaldırılmıştır.)
Anılan ilke kararının “Koruma Amaçlı İmar Planlarının Yaptırılması”
başlıklı 4.bölümünde ise:
“…a) Kentsel sitin ilanından sonra iki yıl içinde koruma amaçlı imar
plânlarının ilgili idarelerce yaptırılmasına,
b) Bu iki yıllık süre içinde zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde,
koruma bölge kurulunca bu sürenin bir yıl daha uzatılabileceğine,
c) Bu sürelerin sonunda, koruma amaçlı imar plânı yapılmadığı takdirde,
geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarının uygulanmasının koruma amaçlı
imar plânı yapılıncaya kadar durdurulmasına,
d) Koruma amaçlı imar planlarının varsa etkileşim geçiş sahaları da göz
önünde bulundurularak ve sit alanının bütününü kapsayacak şekilde içinde
bulunduğu yerleşme ile ilişkileri kurularak hazırlanmasının esas olduğuna,..” diye
belirtilerek koruma amaçlı imar planına ilişkin kriterler maddeler halinde sayılmıştır.
Anılan ilke kararının devamı “Kentsel Sit Alanlarında Denetleme”
konusuna ayrılmıştır. Bu bölüm, arazi görevinde uzmanın sıklıkla başvuracağı bir
bölümdür. Bu bölümde:
“…a) Koruma bölge kurullarınca verilen tadilat ve tamirat izinleri ile ilgili
uygulamalara ilişkin uygulama sonrası rapor ve fotoğrafların koruma bölge kurulu
müdürlüklerine iletilerek müdürlüğün uygun görüş yazısı doğrultusunda kullanma
206
izin
belgesi
Bürolarının)
verilebileceğine,
faaliyete
KUDEB’lerin
geçmesinden
sonra
(Koruma
bu
Uygulama
belgenin
Denetim
KUDEB’lerce
verilebileceğine,
b) Koruma bölge kurulunca onaylı projesiyle esaslı onarım izni alan ve
uygulamanın onaylı projesine uygun olduğuna dair uygulama sorumlusu ve ilgili
idarelerin teknik raporu ile uygulama sonrası fotoğraflarının; tescilsiz yapılarda
koruma bölge kurulu müdürlüklerin uygun görüş yazısı, tescilli yapılarda koruma
bölge kurulu kararı doğrultusunda kullanma izin belgesi verilebileceğine,
KUDEB’lerin faaliyete geçmesinden sonra bu iznin KUDEB’lerin uygun görüş
yazısı doğrultusunda ilgili Yönetmelik hükümleri kapsamında ilgili idarelerce
verilebileceğine,
c) Koruma bölge kurulu kararı ile projesi onaylanarak yapılaşma izni alan
ve inşaatı biten yeni yapılara, uygulamanın geçiş dönemi koruma esasları ve
kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar planına ve projesine uygun olduğuna dair
müellif ve ilgili idarelerce hazırlanacak teknik rapor ve uygulama sonrası
fotoğraflarının koruma bölge kurulu müdürlüklerine iletilerek, müdürlüklerin uygun
görüş yazısı doğrultusunda kullanma izin belgesi verilebileceğine,
d) İlgili idarelerce projesi onaylanarak yapılaşma izni alan ve inşaatı biten
yeni yapılara, uygulamanın koruma amaçlı imar planına ve projesine uygun olduğuna
dair ilgili idarelerce hazırlanacak teknik rapor ve uygulama sonrası fotoğraflar
doğrultusunda ilgili idarelerce kullanma izin belgesi verilebileceğine,
e) Onaylı projesine, geçiş dönemi yapılaşma koşullarına ve koruma amaçlı
imar planına aykırı uygulama yapılmış olması halinde ilgili idarelerce ilgili
Yönetmelikler
kapsamında
hazırlanacak
teknik
rapor
ve
fotoğrafların
değerlendirilmek üzere koruma bölge kurulu müdürlüklerine iletilmesine, inşaat
yarım ise koruma bölge kurulu kararı alınmadan inşaata devam edilemeyeceğine,
inşaat tamamlanmış ise kullanma izin belgesi verilemeyeceğine, yapının geleceği ile
ilgili kararın koruma bölge kurulunca alınmasına, onaylı projesine, geçiş dönemi
koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar planına aykırı
uygulamaların sorumluları hakkında İmar Kanunu ile 2863 sayılı Kanunda yer alan
yaptırımların uygulanacağına,
207
Kentsel sitlerdeki uygulamaların ve uygulamaların denetlenmesinin bu ilke
kararı ve ilke kararında "ilgili yönetmelik" olarak belirtilen,
• Koruma, Uygulama ve Denetim Büroları, Proje Büroları ile Eğitim
Birimlerinin Kuruluş, İzin, Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik,
• Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının Yapı Esasları ve
Denetimine Dair Yönetmelik,
• Koruma Amaçlı İmar Planları ve Çevre Düzenleme Projelerinin
Hazırlanması, Gösterimi, Uygulaması, Denetimi ve Müelliflerine İlişkin Usul ve
Esaslara Ait Yönetmelik,
hükümleri ile birlikte gerçekleştirileceğine,
Bu ilke kararının, daha önce belirlenmiş geçiş dönemi koruma esasları ve
kullanma şartları ile daha önce onaylanmış koruma amaçlı imar planı bulunan kentsel
sit alanları için de geçerli olduğuna,
19/4/1996 gün ve 419 sayılı ilke kararının iptaline,
karar verildi.” diye belirtilmiştir (teftis.kulturturizm.gov.tr, 2013) .
“Korunması
Gerekli
Taşınmaz
Kültür
Varlıklarının
ve
Sitlerin
Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik” te kentsel sitlerin tescil kriterleri:
“…ç) Kentsel sitler için; korunması gerekli kültür varlığı özelliği gösteren tek
yapıların yoğunluk, mimari, tarihi bütünlük göstermesi ya da geleneksel kentsel
dokuyu bir bütün halinde yansıtması..” diye belirtilmiştir. Uzmanın, diğer sit
alanlarının tespit ve tescilinde olduğu gibi kentsel sitlerin tespit ve tescilinde de bu
kriterleri göz önünde bulundurması gerekmektedir (teftis.kulturturizm.gov.tr, 2013) .
Kentsel sitlerle ilgili koruma ve kullanma koşulları, yukarda da belirtildiği
üzere anılan ilke kararında ayrıntılarıyla verilmiştir. Uzmanın kentsel sitte yapacağı
incelemede diğer sit alanlarında olduğu gibi, tarihi doku bütünlüğünün devamının
sağlanmasına yönelik hareket edilmesine katkı sağlaması gerekmektedir. Kentsel
sitler bir bütün halinde, tarihi bir bütünlük arz ettiğinden kentsel sitte yer alan
taşınmazları tek başına değil, çevresiyle birlikte düşünmesi ve yalnızca bir
208
taşınmazla ilgili bir konu için araziye gitmiş olsa bile onun etrafındaki diğer
taşınmazları da gözden geçirmesi, tescilsiz olup tescile değer gördüklerini, alanın
bütünlüğünün daha iyi korunması bakımından tescile önermesi, kentsel sitin doku
bütünlüğünün bozulmaması için alanın denetimlerini yapması ve yanlış uygulamaları
rapor ederek koruma kuruluna sunması ya da harap olmuş, tehlike arz eden
taşınmazları ilgili Belediyesine bildirerek taşınmaza “olumsuz bir müdahale
edilmeyecek şekilde”, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanmasına yönelik gerekli
güvenlik önlemlerinin alınması yönünde çalışması, taşınmazların “yok olmaması”
yönünde çaba göstererek yapıların restorasyonu konusunda “özel hukuka tabi gerçek
ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarının korunması, bakım ve onarımı için Bakanlıkça ayni, nakdi ve teknik
yardım yapılmasına ilişkin usul ve esasları kapsayan” Taşınmaz Kültür Varlıklarının
Onarımına Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik’in içeriğinde bahsi geçen konular
hakkında halkı bilgilendirerek taşınmazların esaslı onarım görmesinin sağlanmasına
aracı olması gerekmektedir.
4.2.1. Bir kentsel sit örneği Safranbolu
17.02.1994 tarihinden beri Unesco Dünya Miras Listesinde yer alan önemli
bir kentsel sit olan Safranbolu, özellikle Osmanlı döneminden kalan han, hamam,
cami, çeşme, köprü ve konaklarıyla kültür varlıklarının oldukça yoğun olarak
rastlandığı bir ilçemizdir ( Res.4.7.-4.8.).
Evleri bir vadi çanağının içine yayılmış durumdadır. Şehrin Çarşı ve Bağlar
kısımlarının yükseklikleri birbirinden farklı olup ünlü Osmanlı evleri ve eski kent
yaşamının izleri “Çarşı” olarak bilinen kısımdadır. Çarşı kısmı vadi ortasında yer
alan tipik Osmanlı çarşısı ve vadilerin yan yamaçlarında serpiştirilmiş evlerden
oluşmaktadır. Burası daha ılık ve rüzgârsız olmasından dolayı Safranbolulular kışı bu
kısımda geçirirler. Bağlar kısmı ise yaz aylarında serin olduğundan yazlık olarak
kullanılmaktadır.
209
Safranbolu’nun evleri 18. ve 19.yüzyıl Osmanlı mimarisinin izlerini taşır.
Safranbolu, Osmanlı döneminin özelliklerini birçok ayrıntısıyla yansıtan yaklaşık
2000 geleneksel yapıya sahiptir (Alımlı, 2010: 48). İlçe,
Osmanlı döneminde
özellikle 17.yüzyılda İstanbul-Sinop kervan yolu üzerinde konaklama merkezi
olmasıyla kültürel ve ekonomik olarak en yüksek düzeyine ulaşmıştır. Aynı devirde
Osmanlı sarayı ve devlet adamları şehre önemli eserler katmıştır.
Res. 4.7.Safranbolu evleri (Alımlı, 2010: 48)
Safranbolu’nun “Hükümet Konağı”, Sultan 3.Selim döneminde (1797)
tarihinde yaptırılan “Tarihi Saat Kulesi”, 48 odası ve içerisindeki hamamı ile önemli
bir ticari ve konaklama merkezi olan “Cinci Han”, taş döşemeli zemini, kanatları dışa
açılan küçük dükkanları, çoğu el emeği ürünlerin yer aldığı “Arasta Çarşısı” kentsel
sit alanı içerisinde önemli yerlerdendir (Alımlı, 2010: 49).
210
Res.4.8. Safranbolu, genel görünüm (http://tr.wikipedia.org, Erişim Tarihi:
15.08.2013).
4.3. Kentsel Arkeolojik Sitler
Mevzuatımızın 15/04/2005 tarih ve 702 sayılı “Kentsel Arkeolojik Sitler”
başlıklı ilke kararında Kentsel Arkeolojik Sitin tanımı şöyle yapılmıştır: “Arkeolojik
sitlerle, 2863 sayılı yasanın 6. maddesinde tanımlanan korunması gerekli taşınmaz
kültür varlıklarını içeren ve aynı yasa maddesi gereği korunması gerekli kentsel
dokuların birlikte bulunduğunu alanlardır…”.
Anılan ilke kararında Kentsel Arkeolojik Sitlerin koruma ve kullanma
koşulları anlatılmaktadır. Buna göre: “…a) Bu alanlarda, arkeolojik değerlerin
sağlıklı ve kapsamlı envanter çalışmasının yapılmasına, bu çalışma sonucunda
hazırlanacak planlar onanmadan, parsel ölçeğinde uygulamaya geçilmemesine,
Planlama çalışmaları sırasında;
-Alana gelecek işlevlerin uyumuna,
- Günümüz koşullarının gerektirdiği altyapı hizmetlerinin proje aşamasından
itibaren kültür katmanına zarar vermeyecek ve toprak kullanımını en alt düzeyde
tutacak biçimde ele alınmasına,
- Öneri yapı gabarileri ile yapı tekniği ve malzemesinin geleneksel doku ile
uyumuna özen gösterilmesine,
b) Bu alanlarda mevcut yıkıntı temeller üzerine, o temellerin ait olduğu eski
yapı, korunması gerekli kültür varlığı niteliği taşıyorsa, ayrıca içinde bulunduğu sitin
tarihsel kimliğinin yeniden canlandırılmasına önemli bir katkı yaratıyorsa yapıya ait
eski bilgi, resim, gravür, fotoğraf, anı belgeleri vb. dokümanlarla restitüe
edilebileceği ilgili koruma kurulunca kabul edildikten sonra restitüsyon projesi
düzenlenerek ve kurulca onaylanarak, eski yapının yeniden ihya edilebileceğine,
c) Tek yapı ölçeğindeki korunması gerekli kültür varlığı niteliği taşıyan yapı
ve yapı kalıntılarının rölöve ve restorasyon projelerinin koruma kurulunca onanması
koşulu ile onarılıp kullanılabileceğine, yasa kapsamı dışında kalan taşınmazların ise
211
yürürlükteki ilke kararında belirtilen esaslar kapsamında basit onarımlarının
yapılabileceğine,
14.7.1998
gün
ve
594
sayılı
ilke
kararının
iptaline,
karar verildi.” diye belirtilmiştir (teftis.kulturturizm.gov.tr, 2013) .
“Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin
Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik”te kentsel arkeolojik sitlerin tescil
kriterleri:
“…e) Kentsel Arkeolojik Sitler için; arkeolojik alanlarla günümüzde sosyal
yaşamın devam ettiği geleneksel kentsel dokunun bir arada bulunması,..” şeklinde
belirtilmiştir. Örneğin, bir yerde bir antik kent ya da kalıntılarının yanında örneğin
Osmanlı dönemine tarihlenen ahşap evler yoğunlukla bulunuyorsa, bu alan kentselarkeolojik sit olarak tescil edilebilir.
4.4. Tarihi sitler
Tarihi sitlerin tanımı ve tarihi sitlerdeki koruma ve kullanma koşulları
Mevzuatımızda 19.04.1996 tarih ve 421 sayılı “Tarihi Sitler, Koruma Ve
Kullanma Koşulları” başlıklı ilke kararında düzenlenmiştir. Anılan ilke kararında
tarihi sitin tanımı şu şekilde yapılmıştır:
“Tarihi Sit: Milli tarihimiz ve askeri harp tarihi açısından önemli tarihi
olayların cereyan ettiği ve doğal yapısıyla birlikte korunması gerekli alanlardır.” diye
tanımlanmıştır. Örnek olarak Çanakkale Savaşı’nın yapıldığı Gelibolu Yarımadası ve
Boğaz çevresi, Afyon Kocatepe ile Dumlupınar ve çevresi de Kurtuluş Savaşımız ile
ilgili tarihi sit alanlarıdır.
Tarihi sitlerdeki koruma ve kullanma koşulları anılan ilke kararında:
212
“…a) Bitki örtüsünü, topografik yapıyı, siluet etkisini bozabilecek, tahribata
yönelik hiçbir eylemde bulunulamayacağına,
b) Bu alanları çevre düzeni planına kavuşturacak gerekli çalışmaların
yapılarak hazırlanacak çevre düzeni planları için koruma kurullarının uygun
görüşlerinin alınmasına,
c) Alanın tescil tarihi öncesi doğal dengeyi bozucu yapılmış her türlü
uygulamanın zaman içinde ıslahı için ilgili kamu kuruluşlarınca gerekli çalışmanın
yapılmasına,
d) Bu alanlar içinde yer alan orman alanlarında Orman Bakanlığınca gerekli
çalışmaların yapılabileceğine,
e) Bu alanlar içinde yer alan anıt ve şehitliklerin düzenleme ve gerekli
onarımları için projeleriyle birlikte koruma kurulundan izin alınmasına,
f) Önceden süregelen tarımsal faaliyet ile bağ ve bahçeciliğin devam
ettirilebileceğine, bu amaç dışında kesinlikle kullanılamayacağına,
karar verildi” diye açıklanmıştır (teftis.kulturturizm.gov.tr, 2013).
“Korunması
Gerekli
Taşınmaz
Kültür
Varlıklarının
ve
Sitlerin
Tespit Ve Tescili Hakkında Yönetmelik” te tarihi sitlerin tescil kriterleri:
“…f) Tarihi sitler için; yazılı bilgi-belgeler ve bilimsel araştırmalar sonucunda ulusal
tarihimiz ve askeri harp tarihi açısından önemli tarihi olayların cereyan ettiği
hususunun sabit olması,” diye belirtilmiştir.
Arazi görevlerinde uzmanın tarihi sitlerin tespitinde söz konusu kriterleri göz
önünde bulundurması doğru olacaktır.
213
6. TAŞINMAZ
TAHRİBAT
KÜLTÜR
VARLIKLARINDAKİ
BOZULMALAR
VE
Arazi görevine giden uzmanın tescilli taşınmaz kültür varlıklarının
incelenmesinde karşılaşacağı durumlardan birisi de taşınmaz kültür varlıklarındaki
özgün dokuyu bozan, sonradan yapılan niteliksiz ekler, bozulmalar ya da tahribattır.
Bu durum tek tek yapılarda olabildiği gibi sit alanının bir kısmında ya da tümünde
görülebilir.
Bu konu örneklerle daha iyi açıklanabilir. Yapılarda sonradan yapılmış
niteliksiz ekler; örneğin taş malzeme ile inşa edilmiş bir eve betonarme balkon,
merdiven ya da diğer betonarme eklerin inşası, taş malzemeyle örülmüş duvarların
sıvanması,döşemelerin fayansla kaplanması, tavanların çatıların betonarme olarak
yenilenmesi gibi gerek inşa malzemesi gerekse biçimiyle genellikle hemen kendini
belli etmektedir. Bu tür uygulamalar taşınmaz kültür varlıklarının özgün dokusuna
aykırı olup esaslı onarımlarda kaldırılması gereken unsurlardır (Res. 4.9.-4.12.).
Res.4.9.-4.10. Tarihi Antep evlerinde niteliksiz betonarme ekler, balkon,
korkuluk inşası, pencere formlarının değişmiş, duvar yüzeylerinin boyanmış oluşu
(Kaynak: Kişisel Arşiv, Ceren Erdoğan/ 2011).
214
Res.4.11.Tarihi bir Antep evinin duvarındaki bozulma (Kaynak: Kişisel
Arşiv, Ceren Erdoğan/2011)
Yapıların kapı, pencere ve bunun gibi mimari ayrıntılarının formları da
değiştirilmiş (Res.4.9.-4.11.) ya da kapılardan, kemerlerden, açıklıklardan bazıları
sonradan kapatılmış olabilir. Sonradan kapatılan giriş ve açıklıklar genellikle
duvardaki izlerden ya da kapatılırken kullanılan çimento harç gibi günümüz inşa
malzemelerinden belli olmaktadır. Bu nedenle, duvar yüzeyleri dikkatlice
incelenmeli ve izler mutlaka takip edilmelidir.
Res.4.12.Tarihi bir Antep evinin bitişiğindeki niteliksiz bina (Kaynak: Kişisel
Arşiv, Ceren Erdoğan/2011)
215
Sonradan yapılmış kötü eklerden farklı olarak birer dönem eki olarak kabul
edilebilecek ekler de vardır. Bunları, sonradan yapılmış kötü eklerle karıştırmamak
gerekmektedir. Örneğin, bir Beylikler Dönemi camisinin son cemaat yerinin
tavanında Barok karakterli kalem işi süslemeler görülebilir. Ya da caminin mihrabı
sonradan “istiridye kabuğu” biçiminde yenilenmiş olabilir. Bu uygulamaların estetik
ve tarihsel bir değeri vardır ve yapılar restore edilirken bunlar genellikle “dönem eki”
olarak kabul edilir ve korunması gerekir. Dönem ekleri var olduğu yapıyla genellikle
bütünleşmiş olup bir uyum içerisindedir ve bazen onların dönem farklılıklarını
anlamak bile güçtür. Günümüz inşa malzemeleriyle inşa edilmiş ekleri tanımak ve
ayırt etmek ise yapıyla hiç bağdaşmadıkları ve “sırıttıklarından” dolayı genellikle
kolaydır. Örneğin bir evde odaların şekli bozulmuş ya da eve ilave odalar yapılmış
olabilir. Bunları ele verecek başlıca unsur ise kolayca anlaşılabilen “duvar
kalınlıkları” dır ve bunların orijinal yapıdan mutlaka farklı oldukları görülür.
Örneğin, bir caminin harim duvarlarının kalınlığı 1 m., son cemaat yerinin duvarları
0.50 m. ise, son cemaat yerinin camiye sonradan eklendiğini söylemek mümkündür.
Uzmanın restore edilecek bir taşınmazı incelerken hazırlayacağı raporda,
taşınmaza sonradan yapılmış niteliksiz ekler ile dönem eklerini belirtmesi, ayrıca
taşınmazın restorasyon projesini incelerken de taşınmaza ilişkin bir Sanat Tarihçisi
tarafından hazırlanması gereken “Sanat Tarihi Raporunu” mutlaka elinin altında
bulundurması gerekmektedir. Bu raporların taşınmazın sadece var olan durumunu,
plan özelliklerini, yapıldığı dönemi ya da tarihini vermesi yeterli olmamakta,
taşınmazdaki tüm bozulmaları ya da sonradan yapılmış ekleri ya da dönem eklerini
belirterek yapının en doğru ve sağlıklı bir biçimde restore edilmesinin sağlanmasına
ışık tutacak bir kaynak niteliğinde olmasına dikkat edilmelidir. Bu nedenle uzmanın,
yalnızca restorasyon projesini değil, onunla birlikte, projenin ne gibi ayrıntılara
dayanılarak hazırlandığını gösterecek olan “sanat tarihi raporunu” da proje
müellifinden istemesi gerekmektedir. Sanat tarihi raporları taşınmazın geçmişine
ışık tuttuğu ve doğru yazıldığı zaman, taşınmazın restorasyonunda başvurulacak en
önemli kaynaklardır ve uzmanın taşınmaza ilişkin raporunu yazmadan önce
rapordaki ayrıntıları dikkatlice gözden geçirerek doğruluğunu bir süzgeçten
geçirmesi, restorasyon projesi koruma kuruluna sunulduğunda da kurul üyeleri
arasında yer alan “Sanat tarihçisi üye” ile görüşlerini paylaşması ve sanat tarihi
216
raporunun içeriğindeki doğru ve yanlışları taşınmazın restorasyonunun sağlıklı bir
biçimde olması yönünde tartışması doğru olacaktır.
Bozulmalar ya da tahribat sit alanlarında da karşılaşılan bir durumdur.
Örneğin, kentsel sit alanlarında kentin dokusu genel olarak tarihi bir niteliğe
sahipken, tek tek yapılar incelendiğinde birtakım unsurların kentsel sitin
görünümünü bozduğu görülebilmektedir. Örneğin, kentsel sitte yer alan taşınmazlar
üzerinde günümüz malzemeleriyle inşa edilmiş, yenilenmiş kısımlar kötü bir
görünüm arz etmekte ve kentsel site zarar vermektedir. Buralarda yaşayan insanlar
evlerinde daha konforlu bir hayat sürmek ya da doğal şartlardan korunmak için
istemeden de olsa evlerine evlerin tarihi değerini bozan birtakım uygulamalarla
aslında kötülük etmektedir. Örneğin taş malzemeyle inşa edilmiş bir evde
pencerelerin pvc ile kaplanması son derece çirkin ve yanlış bir uygulamadır. Bu tür
uygulamalar kentsel sitte olmaması gereken “izinsiz” uygulamalar olarak
Mevzuatımızda yer almakta ve bu uygulamaların kaldırılması ya da düzeltilmesi
gerekmektedir. Evin bir kısmını ya da tümünü yıkıp modern bir ev yapıldığı ya da
tarihi niteliği bulunan tescilli bir evin yanına o evin gabarisini, siluetini bozan
modern binalar inşa edildiği de karşılaşılan bir durumdur. Bu tezin 4. Bölümünde Sit
alanlarında koruma ve kullanma koşullarının nasıl olacağı Mevzuatımızda yer alan
ilke kararları ve yönetmeliklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Sit alanlarını inceleyen
uzmanın anılan ilke kararları ve yönetmelikler ışığında hareket etmesi ve izinsiz ve
olumsuz müdahaleleri raporlarında mutlaka belirtmesi, sit alanlarının korunması
bakımından son derece gerekli ve önemli olan bir konudur.
“İzinsiz uygulamalar” tek tek taşınmazlarda olabildiği gibi sit alanının
genelinde de sitin siluetini bozan bir durumdur. Nitekim 2863 sayılı yasanın
9.maddesi bu konuya ayrılmıştır. Anılan maddede: “Madde 9 – (Değişik: 14/7/2004 5226/3 md.)
Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge
kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve
tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede
bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez.
217
Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya
benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır.” diye belirtilmiştir.
Örneğin I.derece arkeolojik sit alanı olan bir yerde toprak yüzeyine müdahale
ederek yeni bir bina inşa edildiğinde, söz konusu binayla ilgili Mevzuatımızın görüşü
o binanın “yıkılması” ve binayı yapanların da cezalandırılması yönünde olacaktır.
Ancak bu uygulamalar bazı durumlarda “kamu yararı açısından” fayda
sağlayan türde bir uygulamaysa, site zarar vermeyecek şekilde yeniden planlanması
ve uygulamaya koruma kurulunun süzgecinden geçirilerek konulması gerekmektedir.
Örneğin, Gaziantep’in radyo ve tv. vericileri ve antenlerinin, çekim gücü bakımından
en güçlü sinyalleri veren bir tepesinde, “Dülük Kutsal Alanı” yer almaktadır. Burası
Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 21.12.1998 gün ve 3242
sayılı kararıyla, “1.derece arkeolojik sit alanı” olarak tescil edilmiş ve bu bölgede
bulunan televizyon-radyo vericisi ve antenlerin kaldırılması gerektiğine” karar
verilmiştir.
Alanda bu tezin 4.bölümünde de bahsedildiği üzere 658 sayılı
“Arkeolojik Sitler Koruma ve Kullanma Koşulları” başlıklı ilke kararı geçerlidir.
Ancak buraya yapılan bir arazi incelemesinde, söz konusu tepenin bir yanında
bilimsel bir ekip tarafından her yıl düzenli olarak yürütülen kazının açmaları yer
alırken diğer yanda da anten ve vericilerin konumlandığı ve alanın adeta bir anten
tarlası görünümünde olduğu gözlemlenmiştir. Dülük Baba tepesinin bu durumunun,
arkeolojik site yakışmayan bir bozulmayı, son derece çirkin bir görünümü arz etmesi
konunun koruma kurulunda değerlendirilmesini gerektirmiş, uzman raporları alanın,
toprak yüzeyine de zarar vermiş anten ve vericilerden arındırılması gerektiği
yönünde hazırlanmış ve koruma kuruluna sunulmuştur. Koruma kurulu ise, “kamu
yararı gözeten” sağlık, emniyet ve askeri kurumlar gibi bazı kurumların anten ve
vericilerinin Dülük Baba Tepesinden başka bir yerde konumlanmalarının “teknik
açıdan” imkanı olmayacağının bir teknik ekip tarafından yapılacak ölçümlerle
doğrulanması taktirde burada tümünün anten ve vericilerinin bir arada toplanarak
belirlenmiş bir istasyonda konumlanması ve yapılacak istasyonun da zemine
müdahale etmeden “taşınabilir” bir biçimde olmasına karar vermiştir.
218
Yukarıdaki örnekte de olduğu gibi, arazi görevlerinde uzmanların, yalnızca
alana gitmesini gerektiren o anki konuyu inceleyip rapor yazmak için değil, alandaki
bozulmaları, tahribatı, izinsiz müdahaleleri de rapor edip kültür varlıklarının bu
durumlardan kurtarılmasına çalışılacak bir biçimde inceleme yapması ve raporlarını
bu durumlar atlanmayarak hazırlaması, alanın tümüne karşı “korumacı” yaklaşılarak
alanın bir bütün olarak tarihi değerinin sürdürülmesine katkı sağlaması doğru
olacaktır.
219
6. HARİTA BİLGİSİ
Haritalar, araziye giden uzmanın, arazide dolaşırken yanında kesinlikle
bulunması gereken yardımcı belgelerdir. Arazi görevlerinde, kültür varlıklarının
bulunduğu yerlerin tespitinde ya da belirlenmesinde haritalardan faydalanılmaktadır.
Bilgisayar ve internet alt yapısının gelişmesi ve mobil cihazların artması tüm
dünyaya ait bilgiye hızlı bir şekilde ulaşımı kolaylaştırmıştır. Uzmanın gideceği
noktayı bulmasında, elindeki haritalarla birlikte yardım alacağı bir diğer yol da
“Navigasyon” denilen sistemdir. Navigasyon eskiden iki konum arasında “seyrü
sefer” denilen bir terim olup, bugünkü anlamda ise dünya etrafındaki koordinat
belirleyen uyduların yardımı ile bulunulan yeri tespit edip gidilecek yere kadar sesli
ve görsel tarif yapan Yazılım, Harita, Cihaz ve GPS sistemine verilen addır.
Üzerinde GPS bulunan cihazlar ile GPS alıcısı uydulardan aldığı veriler ile bulunulan
noktanın koordinatlarını hesaplar. Navigasyon yazılımı ise bu koordinatı kullanarak
bulunulan yerin haritasını ekrana taşır. Sonra belirlenen hedefe ulaşılması için seçilen
kısa veya hızlı yolu hesaplayıp sesli ve ekranda işaretli yönlendirmelerle kullanıcının
hedefe doğru gitmesini sağlar Navigasyonla ilgili cihazlar PDA: Kişisel cep
bilgisayarı, PND: Taşınabilir navigasyon cihazı ve PNA: Araba içi entegre
navigasyon sistemidir (Dabanlı, 2010:22-23).
Uzmanın arazi görevlerinde yanında yukarda sayılan cihazlardan olması ona
kolaylık sağlayacaktır, ancak söz konusu cihazlar edinildikleri zaman çok işe
yarayan, ancak “olmazsa olmaz” aygıtlar değildir. Uzmanın, yanında mutlaka
bulunması gereken bir araç “GPS” denilen aygıttır. Söz konusu aygıt uzmana
bulunduğu yerin koordinatlarını verir, bu koordinatları uzman daha sonra, araziden
döndüğünde “sayısallaştırma” işlemini yapar ve ardından haritasını oluşturur. Bu
işlemler genellikle harita mühendisi uzmanlar tarafından gerçekleştirilmektedir,
ancak arazide GPS ile “koordinat almak” arazi görevlerine giden her meslek dalından
uzmanın birkaç denemeden sonra kolaylıkla öğrenebileceği bir iştir ve öğrenilmesi
gerektiği düşünülmektedir.
220
Arazi görevlerinde alınan koordinatların genellikle 1/25.000 ölçekli
haritalarda hangi noktaya denk geldiği hesaplanır ve işaretlenir. 1/25.000 ölçekli
paftalar, 1/50.000 ölçekli paftanın dört eşit parçaya bölünmesi ile elde edilir. Her
oluşan paftaya, 1,2,3 ve 4 rakamları sırası ile verilir. Bu rakamlar 1/50.000 ölçekli
pafta numarasının hemen arkasına yazılmak suretiyle 1/25.000 ölçekli paftaların
numaraları elde edilir. Arazi görevlerinde alınan koordinat noktalarının harita üzerine
işaretlenmesinden sonra söz konusu görev yerinin sit alanında yer alıp almadığı da
ortaya çıkarılmış olur. Aşağıda örnekler verilerek konu açıklanmaya çalışılmıştır.
Örnek 1:
Harita koordinat değerlerinin yazılması, koordinatları verilmiş bir noktanın
çizimi için öncelikle noktanın hangi kare içine düştüğü tespit edilir. Noktanın yer
aldığı kare tespit edildikten sonra bu karenin köşe değerleri noktaların
koordinatlarından çıkarılır (Yıldız, 1987: 83-84).
7796 noktası 30200-26600 çizgilerinin kesiştiği A karesi, 7797 noktasının ise
30400-26600 değerlerine ait çizgilerin kesiştiği B karesinin içine düşmektedir.
Noktanın yer aldığı kare tespit edildikten sonra bu karenin köşe değerleri noktaların
koordinatlarından çıkarılır. Örneğimizde 7796 nolu poligonun yer aldığı A karesinin
köşe değerleri y:30200, x: 26600 ve 7797 nolu noktanın bulunduğu B karesinin köşe
değerleri de y:30400 ve x:26600’dür. Bu köşe değerleri içinde bulundurdukları
noktaların koordinatlarından çıkarılırsa 7796 nokta ile A karesinin köşe değeri
arasındaki farklar yA: 64.45 m. xA: 13.18 m. ve xB: 35.45 m. ve xB: 51.75’tir.
7796 nolu noktaya ait farkların 1:1000 ölçeğinde mm. cinsinden çizim
değerleri: yA: 64.45 m: 64.45 mm.
xA: 13.18 m.: 13.18 mm.’dir.
7797 noktaya ait farkların çizim değeri ise
yB: 35.45 m.: 35.45 mm. ve
xB: 51.75 m.: 51.75 mm.’dir.
Şimdi noktalar bu çizim değerlerine göre yer aldıkları kareler içine
çizilecektir. Önce 7796 nolu nokta ele alınırsa, bu noktaya ait, yA: 64.54 mm.’lik
uzunluk A karesinin alt ve üst kenarlarında işaretlenir. Bu noktaları A’larla
gösterelim. Sonra xA: 13.18 13.2 mm.’lik uzunluk A karesinin sol ve sağ düşey
kenarları üzerinde çizim cetveli ile hassas olarak işaretlenir. Bu noktaları da B’lerle
221
gösterelim. Sonra A’lar ve B’lerle işaretlenen noktalar karşılıklı olarak ve hassas bir
şekilde birleştirilir. AA çizgisi ile BB çizgisinin kesişme noktası 7796 noktanın
yeridir. 7797 nolu nokta için de aynı işlem uygulanır ve noktanın pafta üstündeki yeri
işaretlenmiş olur.
Çizimin doğruluğu, iki nokta hassas olarak birleştirilerek kontrol edilir. Bu
uzunluk ölçülür ve arazide ölçülmüş değeri ile karşılaştırılır (Yıldız, 1987: 84).
(Şek.6.1.)
Şek.6.1. 7796 ve 7797 nolu noktaların 1/1000’lik bir haritada gösterimi (Yıldız,
1987:83)
Örnek 2 :
Nokta tarif sistemleri / UTM Grid sistemine göre yer tarifi:
Arazide herhangi bir lokasyonun haritaya işaretlenmesi ve bu noktanın
yazıyla ifade edilmesi gerekmektedir. Arazide genellikle UTM (Universal Transverse
Mercator) Grid sistemiyle yer tarifi yapılmaktadır.
UTM Grid sistemiyle bir noktanın tarifi:
222
1/25.000’lik bir topoğrafik haritada bulunan A noktasının tarifi : K / 15 44 D
400 725 (Şek.6.2.)
Şek.6.2. 1/25.000’lik bir haritada bulunan A noktasının tarifi (www.hkmo.org.tr.
Erişim Tarihi: 01.08.2013).
Örnek 3:
Muğla İli, Datça İlçesi, Yaka Köyü, 22 pafta, 2069 nolu parselde yerinde
inceleme yapılmıştır. Söz konusu parselin koordinatları “35S0543899” ve “4061736”
olarak alınmıştır.
Aşağıda 1/25.000’lik haritada 22 pafta, 2069 nolu parsel kırmızıyla
işaretlenmiştir. Haritada yuvarlak daireler içine alınmış olan yerlerde “A 1” ve “A 3”
ifadelerinin bulunduğu yerler 1. ve 3. Derece Arkeolojik Sit alanlarıdır. Görüldüğü
üzere söz konusu 2069 nolu parsel sit alanı dışında kalmaktadır (Şek.6.3.).
223
Şek.6.3.1/25.000’lik bir haritada 22 pafta, 2069 nolu parsel kırmızıyla işaretlenen
noktadır (Kaynak: Marmaris Müzesi Arşivi/2013).
224
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Bu tezde Kültür ve Turizm uzmanının arazi görevlerinde sıklıkla
karşılaşacağı taşınır ve taşınmaz kültür varlığı örnekleri genel hatlarıyla anlatılmaya
çalışılmıştır. Tezin 1. bölümünde anlatılan “Taşınmaz Kültür Varlıkları” nın
tarihin farklı dönemlerinde nasıl ve ne şekillerde yapıldığı ana başlıklar altında
açıklanmaya
çalışılmış,
böylece
uzmanın
dönem
farklılıklarını
görmesi
amaçlanmıştır. Dönem özellikleri genel hatlarıyla anlatıldıktan sonra, uzmanın taşınır
ve taşınmaz kültür varlıkları hakkında zengin içerikli belgeleme yapmasına yönelik
ona rehberlik edecek örnek tanımlar verilerek tanım yapma konusunda dikkat
edilmesi gereken kriterler ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır.
Bu tezin 2. bölümü olan “Taşınır Kültür Varlıkları” kısmında arazi
görevlerinde en sık karşılaşılan buluntuların başında gelmesi ve bulunduğu yerin
tarihlenmesine büyük yardımları olması dolayısıyla daha çok “seramik” konusuna
ağırlık verilmiştir. Seramikten sonra, arazilerde en sık karşılaşılan taşınır kültür
varlıklarından birkaçı olan amphora, kandil ve sikkelerin tanıtımı yapılarak söz
konusu taşınırlar üzerinden diğer taşınır kültür varlıklarının da tanımı ve tariflenmesi
konusunda uzmanın nasıl bir yol çizmesi gerektiğine vurgu yapılmaya çalışılmıştır.
Bu tezin 3.bölümünde eserlerin tanımı ve tarihlenmesinde oldukça önemli
bir yere sahip olmaları nedeniyle “Mimari Ayrıntılar”a değinilmiştir. Bu kısımda
taşınmaz kültür varlıklarında görülen başlıca mimari ayrıntılar ele alınmış ve
bunların dönem farklılıkları ortaya konmaya çalışılarak taşınmaz kültür varlıklarının
tarihlendirilmesi konusunda danışılacak en önemli unsurlardan birisi olduklarının altı
çizilmeye çalışılmıştır.
Bu tezin 4. bölümü “Sit Alanları”na ayrılmış, arazi görevlerinde sitlerin
tespiti, koruma ve kullanma koşulları hakkında bilgiler verilerek uzmanın sitlerde
nasıl bir tutum içerisinde bulunacağı konusunda Mevzuatımızda yer alan ilke
kararları ve yönetmelikler vs. ışığında ayrıntılı açıklamalar yapılmaya çalışılmıştır.
Bu tezin 5. bölümünde “Taşınmaz Kültür Varlıklarındaki Bozulmalar ve
Tahribat” konusuna değinilmiştir. Bu konunun taşınmazlar hakkında yapılan
225
belgeleme çalışmalarında dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta olduğu ve
uzmanın yapıyı sadece tanımlamasının yeterli olmayıp onda gördüğü
bozulmaları
ve
sonradan
yapılmış
ekleri,
sit
alanlarında
gördüğü
olumsuzlukları veya tahribatları belirtmesi ve bu tahribatın durdurulması
konusunda gerekli tedbirlerin alınmasına/aldırılmasına yönelik bir tutum
izlemesi gerektiğinin altı çizilmiş, ayrıca yapılar restore edilirken bu eklerin
ayrıntılarıyla belirtildiği “Sanat Tarihi raporlarının” da önemine dikkat
çekilmiştir.
Bu tezin 6. bölümünde ise arazi görevlerinde uzmanın yer tespiti, yerin sit
alanında olup olmadığı vs. gibi konularda uzmana eşlik etmesi gereken “Harita
Bilgisi”
konusu
işlenmiştir.
Arazi
görevlerinde
bulunulan
bir
noktanın
koordinatlarını almak ve onu harita üzerinde işaretleyerek bulunulan alanın harita
üzerinde de mutlaka belirtilmesi gerektiği anlatılmaya çalışılmıştır.
Sonuç olarak bu tezde taşınır ve taşınmaz kültür varlığı örneklerinin tamamı
tezin kapsamında bulunmamakla birlikte, arazi görevlerinde en sık karşılaşılanlar ile
branş konusu olması dolayısıyla daha çok “Sanat Tarihi” alanında yer alanlara ağırlık
verilmiş, kültür varlıklarımız çok çeşitli olduğundan tez çalışmasında bu yönde bir
kısıtlamaya gidilmiştir. Bu tezin amacı, uzmanın arazi görevlerinde karşılaştığı
tüm kültür varlıkları hakkında bir katalog veya ansiklopedik kuru bilgiler
topluluğu sunmak değil, fakat kültür varlıklarının belgelenmesine yönelik nasıl
bir tutum izlenmesi gerektiği konusudur. Mevzuatımızda uzmanın, hazırlaması
gereken bilgi ve belgelerin nasıl ve neler olması gerektiğine değinilmiştir. Ancak
bu tez “biçim” den çok, “içeriğin” zengin olmasına yöneliktir.
Uzmanın herhangi bir kültür varlığı hakkında tanım yaparken bir düzen
içerisinde, birtakım ayrıntıları atlamayarak hareket etmesi gerekmektedir.
Öncelikle eserin plan özelliğinin, örtü düzeninin açık ve net bir biçimde
anlatılması, bina içerisinde yer alan mimari ayrıntılar ile cephelerinde yer alan
taçkapı, pencere gibi mimari ayrıntılara da değinilmesi ve bunların ayrıntılı
biçimde tanımlarının yapılması, ayrıca yapıdaki varsa dönem ekleri veya
sonradan yapılmış kötü uygulamaların belirtilmesi, kitabelerin okunarak
yazılması gerektiği düşünülmektedir. Bununla birlikte kültür varlıklarının en
226
önemli
belgelerinden
birisi
olmaları
dolayısıyla
ayrıntılı
biçimde
fotoğraflanması gerektiği konusuna da dikkat edilmelidir.
Sonuç olarak bu tezde yer alan bilgiler ışığında, uzmanın arazi ve eserler
hakkında genel bir bilgi sahibi olmasının yanı sıra, arazide görülen eserler hakkında
tutulacak kayıtların “baştan savma, kısa, yetersiz, düzensiz, eser hakkında
yeterince bilgi vermeyen şekilde olmaması gerektiği” hususunun altı çizilerek
“tanım yapma/yapabilme” konusuna dikkat çekilmiş ve bu konunun Kültür ve
Turizm uzmanlarının tümünü; örneğin Manisa Müzesinde çalışan bir uzman ile Kars
Koruma Kurulu’nda görev yapan bir uzmanı kapsaması gerektiği; tüm yurtta Kültür
ve Turizm Bakanlığına bağlı birimlerde çalışan uzmanların yazı veya raporlarında
kültür varlıklarının anlatımı/tanımı konusunda ortak ve zengin bir dil birliğinin
bulunması, hatta, her ne kadar Mevzuatımızdaki yönetmelikler, yönergeler vs.de yer
alsa da Kültür ve Turizm Bakanlığının bu konuya daha kesin ve belirli kıstaslar
getirerek bu konunun uzmanın insiyatifine bırakılmaması gerektiği, aynı zamanda bu
tezin kültür varlıkları hakkında “bir el kitabı önerisi” olduğu hatırlatılarak taşınır ve
taşınmaz “tüm kültür varlıklarını” kapsayan şekilde daha da geliştirilmiş bir
örneğinin hazırlanıp tüm uzmanlara dağıtılması ve bu sayede tutulan kayıtların,
yazılan raporların vb. ileriki nesillere aktarılmaya uygun, kaliteli, nitelikli ve
zengin içerikli olmasının sağlanmasının bu tezin savunduğu en önemli sonuç
olduğu söylenebilir.
227
KAYNAKÇA
ABDIOĞLU, E.,Sivas Ziyaretsuyu Hellenistik ve Roma Dönemi Seramikleri, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara
2007.
AKAR, A. (1974), “Eski Türk Mezartaşı Süslerine Dair”, Sanat Dünyamız, Y.1.,
S.2.Eylül, 1974, s.12-21
ALIMLI, E. “Safranbolu”, XYZ Dergi, S.2, Ekim 2010, s.47-49.
ALTINOLUK, Ü. “Geleneksel Türk Evi ve Yaşam”, İlgi, sayı 56, s.3-16, 1989.
ALTUN, A. (1978), Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi,
İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları.
ARIK, R.(2000), Kubadabad, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları
ANONİM, Gaziantep’te Kültür Yolu Üzerindeki Hanlar ve Çarşı, Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi, Çekül Yayınları.
ANONİM, Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumunun 30.yılı
anısına Türkiye Arkeolojisi, (2008), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları
ANONİM, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (2007), Editör: Hakkı Acun,
Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları
ANONİM, (2006), Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları
ANONİM, Nadir Osmanlı Sikke, Nişan ve Madalyaları, (1999), Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları
ASLANAPA, O. (1993), Türk Sanatı El Kitabı, İstanbul: İnkılap Yayınları.
228
_______________ 1973, Türk Sanatı II Anadolu Selçuklularından Beylikler Devrinin
Sonlarına Kadar, İstanbul: Başbakanlık Müsteşarlığı Kültür Yayınları.
ATALAY,
E.,Kolophaon’da
Bulunan
Hellenistik
Mezar
Steli,
http://www.dlir.org/archive/archive/files/arkeoloji_sanat_tarihi_dergisi_v-5_p917_6f86b296b6.pdF Erişim Tarihi: 12.03.2013
BAKIRER, Ö., "Anadolu'da XII. Yüzyıl Tuğla Minarelerinin Konum, Şekil,
Malzeme ve Tezyinat Özellikleri", Vakıflar Dergisi,IX (1971), s.337-362.
BATUR A., “Osmanlı Camilerinde Almaşık Duvar Üzerine”, Anadolu Sanatı
Araştırmaları, II s. 135-217, 1970.
BİLGET, N. B.(1993), Sivas Evleri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
BULUT L. (1994), “Kabartma Desenli Samsat Ortaçağ Seramikleri”, Sanat Tarihi
Dergisi, VII, İzmir: Ege Üniversitesi Yayınları.
BÜYÜKÇANGA (EREN) H.Hilal, (2006), Anadolu Selçuklu Seramiklerinde
Figürlerin Dili ve Resim Eğitimi Açısından İncelenmesi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Güzel Sanatlar Eğitim Ana Bilim Dalı, Resim İş Öğretmenliği
Bilim Dalı, http://www.turuz.info/Turkoloji-Tarix/51(H.Hilal Buyukchanqa-Eren)
(Konya-2006).pdf
ÇAKMAK Ş., (2013) “İlyas Bey Külliyesi”, in Discoverİslamic Art, Place
MuseumwithNoFrontiers,http://www.discoverislamicart.org/database_item.php?id=
monuments;ISL;tr;Mon01;10;tr&cp Erişim Tarihi: 22.03.2013
_______________, Erken Dönem Osmanlı Mimarisinde Taçkapılar, (1300-1500),
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2001.
ÇEKEN, M., “KubadAbad Sarayı Kazısı Selçuklu Seramikleri”, Anadolu’da Türk
Devri Çini ve Seramik Sanatı,İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007.
ÇELİK, A. (2010), Adana Müzesi Roma İmparatorluk Dönemi Lahitleri, Çukurova
Üniversitesi Sosyal Bilimler EnstitüsüArkeoloji Ana Bilim Dalı, Yayınlanmamış
229
Yüksek Lisans Tezi, Adana http://Library.Cu.Edu.Tr/Tezler/8079.Pdf Erişim Tarihi:
19.03.2013
ÇINAR, S., “Erzurum Çifte Göbek Hamamının Düşündürdükleri”, http://edergi.atauni.edu.tr/index.php/GSED/article/viewFile/6123/5873,
Erişim
Tarihi:
12.04.2013
CIVELEK, A., “Mezar Stelleri Üzerindeki Unguentariumlar Üzerin e
Gözlemler”,Arkeoloj ve Sanat, 141: Eylül-Aralik 2012 s.77-90.
DABANLI, A., “Akıllı Harita Teknolojileri ve Navigasyon”, XYZ Dergi, S.2, Ekim
2010, s.20-24.
DAŞ, E. , Erken Dönem Osmanlı Türbeleri, İstanbul: Gökkubbe Yayınları, 2007.
DEMİRALP, Y. (1999), Erken Dönem Osmanlı Medreseleri (1300-1500), Ankara:
Kültür Bakanlığı Yayınları.
DİLAVER, S., “Anadolu’daki Tek Kubbeli Selçuklu Mescitlerinin Mimarlık Tarihi
Yönünden Önemi”, Sanat Tarihi Yıllığı, IV, İstanbul, s.17-28, 1971
DOĞAN, S.,Ayasofya ve Fossatti Kardeşler (1847-1858), İstanbul: Arkeoloji ve
Sanat Yayınları, 2000.
DOĞER L. (2000), İzmir Arkeoloji Müzesi Örnekleriyle Kazıma Dekorlu Ege-Bizans
Seramikleri, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
DURUKAN, A.(2007), “Aksaray Sultan Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi
Kervansarayları,s.141-158. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
ELDEM, S.H. Türk Evi Plan Tipleri, İstanbul: İTÜ. Mim. Fak.Yayınları, 1968
ERAT, Birsen, “Anadolu’da Hamam Mimarisi”, Osmanlı, C.10, Ankara, 1999,s.392.
230
ERGEÇ, R. (1987), Anavarza Lahitleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Konya.
ERMAN, D.O.,”Türk
Seramik Sanatının Gelişimi:Toprağın
Ateşle Dansı”
ActaTurcica, Yıl:4, S.1., Ocak 2012, s.18-33.
ERSEN, A. (1986), Erken Osmanlı Mimarisinde Cephe Biçim Düzenleri ve Bizans
Etkilerinin Niteliği, İstanbul: İTÜ Yayınları
EYİCE, S. Son Devir Bizans Mimarisi, İstanbul’da Palaiologoslar Devri Anıtları,
İstanbul: TTK Yayınları, 1980
___________, “Türkiye’de Doğu Roma Sanatı”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi,
Görsel Yayınları
GERMANER, S. “Bazilika maddesi”, Eczacıbası Sanat Ansiklopedisi, C.I, İstanbul:
Yem Yayınları, s. 207, 1993.
GÖKALP, Z.D., (2009), Yalvaç Müzesi Bizans Sikkeleri, Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
GÜLTEKİN, E. (2001), Ulukışla ve Öküz Mehmet Paşa Menzil Külliyesi, Ankara:
Kültür Bakanlığı Yayınları
GÜNAY, R. “Türk Evi”, Milli Kültür, C.3, S.3, s.3-10, 1981.
GÜVEN,
İ.,
Türkiye
Selçuklularında
Medreseler,
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/482/5659.pdf Erişim Tarihi 01.04.2013
GÜRER, A.,Örneklerle Sunak Tipolojisi, Dokuz Eylül Üniversitesi Klasik
ArkeolojiA.B.D., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,İzmir, 2006
HASEKİ, M. (1977), Plastik Açıdan Türk Mezartaşları, İstanbul: Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi Yayınları
231
İDİL, V. (1998), Likya Lahitleri, Ankara: T.T.K. Yayınları
İLTER, Fügen “Doğaya Bırakılmış bir Akdeniz yerleşmesi kaya köy(Levisi) ve
Kiliseleri”, Belleten, 1991, C.LV, S.213.s.1-18.
KARAMAĞARALI, B.(1972), Ahlat Mezar Taşları, Ankara: Güven Yayınları.
KARAÜZÜM, G. (2005), “Doğu Dağlık Kilikya Bölgesi Lahitleri”, Mersin
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mersin
KIZILTAN, A.,(1958), Anadolu Beyliklerinde Cami ve Mescitler, İstanbul: İ.T.Ü.
Mimarlık Fakültesi Yayınları.
KOCH, G.(2001), Roma İmparatorluk Dönemi Lahitleri, İstanbul: Kanaat Yayınevi.
KÖŞKLÜ Z. (1999), 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı medreselerinin tipolojisi (2
cilt)Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Erzurum,1999.
KUBAN, D. (1965), Anadolu Türk Mimarisinin Kaynak ve Sorunları,İstanbul: İTÜ
Mimarlık Fak.Yayınları.
__________, “Türkiye’de Malzeme Koşullarına Bağlı Geleneksel Konut Mimarisi
Üzerinde Bazı Gözlemler.” Mimarlık, S. 38, 1966, s.15-20
__________,(2002), Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
KÜÇÜKERMAN, Ö.(1996), Kendi Mekanının Arayışı İçinde Türk Evi, İstanbul:
Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu
MORKHOLM, O.(2000), Erken Hellenistik Çağ Sikkeleri (O. ÇETİN, Çev.),
İstanbul( 2000).
232
MUTLU, H. S. (2007), “Zamanın Çarkında Anadolu’da Seramik”, Anadolu Sanat,
Eskişehir: TTK Yayınları
ÖDEKAN, A. “Mukarnas Maddesi”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, C.2, s. 13061307, İstanbul: Yem Yayınları, 1997.
_______________, “Sinan’da Kütle
Biçimlenişi
ve Cephe Düzenlenmesi”
Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri, I, İstanbul, 1988, s. 513-520.
_______________, “Köprü Maddesi”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, C.2, s. 10551056, İstanbul: Yem Yayınları, 1997.
ÖĞÜN, B., IŞIK, C. (2001), Kaunos Kbid 35 Yılın Araştırma Sonuçları, Antalya:
Orkun ve Ozan Medya Yay.
ÖNDER, M. (1998), Antika ve Eski Eserler Klavuzu, Ankara: TTK Yayınları
ÖNEY, G.(1992), Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, Ankara, İş
Bankası Yayınları.
______ “Anadolu’da Selçuklu Geleneğinde Kuşlu, Çift Başlı Kartallı, Şahinli ve
Aslanlı Mezar Taşları”, Vakıflar Dergisi, Ankara, 1969, s.283-308
ÖNEY, G. ve ÇOBANLI Z. (2007), Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı,
İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları
ÖNKAL,H., (1996), Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara,Atatürk Kültür Merkezi
Yayınları
ÖTÜKEN Y., “İstanbul Son Devir BizansMimarisinde Cephe Süslemeleri”, Vakıflar
Dergisi, XII, Ankara, 1981.
ÖZKAN H. “Gümüşhane’de Osmanlı Dönemi Türbeleri” A.Ü.Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü
Dergisi,
S.41,
Erzurum
233
2009,
s.145-171http://e
dergi.atauni.edu.tr/index.php/taed/article/viewFile/2232/2234
Erişim
Tarihi:
11.04.2013
ÖZKUL F. Nurşen, (2001),
İznik Roma Tiyatrosu Kazı Buluntuları (1980-
1995)Arasındaki Osmanlı Seramikleri, Ankara: T.T.K.Yayınevi
_________________,(2007), “Beylikler ve Erken Osmanlı Seramik Sanatı,
Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı, s.233-245, İstanbul Kültür Bakanlığı
Yayınları
PAKER, M., “Anadolu Beylikler Devri Keramik Sanatı”, Sanat Tarihi Yıllığı, I,
1964-65. s.155-182.
PARLAR, G. (2001), Anadolu Selçuklu Sikkelerinde Yazı Dışı Figüratif Öğeler,
Ankara: Başbakanlık Basımevi
ŞENOL, A.K.(2003), Marmaris Müzesi Ticari Amphoraları, Ankara: Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları
TUNCER, O.C. (1986), Anadolu Selçuklu Mimarisi ve Moğollar, Ankara: TTK.
Yayınları
TURAN, O., “Selçuk Kervansarayları”, Belleten, X/37-40, S.471-496, 1946.
USMAN, M. “Batı Anadolu’da Bulunan Hellenistik Çağ ve Roma İmparatorluk Çağı
Girland(Askı) Sunakları”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi, C. 3., s.1-18., İzmir, 1984.
UÇANKUŞ, H.T. (2000), Bir İnsan ve Uygarlık Birimi Arkeoloji (Tarih Öncesinden
Perslere Kadar Anadolu), Ankara: TTK Yayınları.
ÜNAL, R.H., “Erzurum İli Dahilindeki İslami Devir Anıtları Üzerine Bir İnceleme”,
Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, S.6, 1974, s.136-150, Erzurum.
ÜNAL, R. H. (1982), Osmanlı Öncesi Anadolu Türk Mimarisinde Taçkapılar,İzmir.
234
ÜSTÜNER E. C. (2006), “Manisa Cami ve Mescitlerinin Cephe Düzeni”, Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayınlanmamışYüksek Lisans Tezi, İzmir.
WITTEK, P., SARRE, F., WULZİNGER K.(1935), Das Islamische Milet, Berlin und
Leipzig.
YILDIZ, A. (2007), Kaleler Şehri Osmaniye, Ankara: Payda Yayıncılık.
YILDIZ, F.(1987), Harita Çizimi ve Esasları, Konya.
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu. (1983). T.C. Resmi
Gazete, Sayı: 18113, 23/7/1983.
İnternet Sayfaları
“Höyük”, www.hoyuk.nedir.com: Erişim Tarihi: 25.03.2013
“İkiztepe Höyüğü” www.ctf.edu.tr: 25.03.2013
“İkiztepe Höyüğü
http://www.tayproject.org/TAYmaster.fm$Retrieve?YerlesmeNo=1279&html=maste
rdetail.html&layout=web: Erişim Tarihi: 27.03.2013
“Kuruçay Höyük”, http://www.burdurmuzesi.gov.tr/kurucay.htm Erişim Tarihi:
25.03.2013
“Tümülüs”, http://www.tamsanat.net/yayinlar/sozluk.php?sozcuk=23 Erişim Tarihi:
25.03.2013
“Tümülüs planları ve girişleri” http://karamanli.biz/tumulusler/ Erişim Tarihi:
25.03.2013.
“Amasya
Kaya
Mezarları”,
http://www.amasyakulturturizm.gov.tr/belge/1-
59885/kral-kaya-mezarlari.html Erişim Tarihi: 02.04.2013
235
“Kaya
mezarları”,http://tr.wikipedia.org/wiki/Kaya_mezarlar%C4%B1
Erişim
Tarihi: 02.04.2013
“Dalyan Kaya Mezarı”
http://www.dalyaninfo.com/Dalyan/dalyan_kaya_mezar.html
Erişim
Tarihi:
02.04.2013
“Lâçin Kapılıkaya Anıtsal Kaya Mezarı”, http://www.anittahotel.com/corum-kayamezarlari. 2013
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/kale: 12.04.2013
“Diyarbakır
Hakkında
Bilgi”,
http://www.hakkinda-bilgi-nedir.com/diyarbakir-
nedir+diyarbakir-hakkinda-bilgi Erişim Tarihi: 12.04.2013
“Yılanlı
Kale”
http://www.adanadan.biz/icerik.asp?ICID=216
Erişim
Tarihi:
12.04.2013
“Gaziantep
Kalesi”
http://www.silkroadgaziantep.com/gaziantep/fotograflarla-
gaziantep/_mg_3200-1024x7682i Erişim Tarihi: 12.04.2013
“Gaziantep Kalesi” http://www.turizmtrend.com/turkiye/gaziantep/gaziantep-kalesi4985.html Erişim Tarihi: 12.04.2013
“Gaziantep
Kalesi”
http://www.gaziantepkulturturizm.gov.tr/belge/1-
60479/gaziantep-kalesi.html Erişim Tarihi: 12.04.2013
“Malabadi Köprüsü”,
http://tr.wikipedia.org/wiki/Malabadi_K%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BC
Tarihi: 20.04.2013
“Batı Trakya’daki Osmanlı köprüleri”
http://batitrakyadakiosmanli.blogspot.com/2010/02/bati-trakyadaki-osmanlikopruleri.html Erişim Tarihi: 20.04.2013
236
Erişim
“Sultan Süleyman (Silivri) Köprüsü”
http://www.sinanasaygi.org/eserler.asp?action=eserDetay&ID=72
Erişim
Tarihi:
20.04.2013
“Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü”
http://www.sinanasaygi.org/eserler.asp?action=eserDetay&ID=170 Erişim Tarihi:
20.04.2013
“Silvan Ulu Camii” http://www.silvanresimleri.com/silvan/id6.htm Erişim Tarihi:
19.03.2013
“Niksar Ulu Camii” http://www.kenthaber.com/karadeniz/tokat/niksar/Rehber/camive-mescitler/niksar-ulu-cami Erişim Tarihi: 19.03.2013
“Develi Ulu Camii” (http://www.kayseriden.biz/icerik.asp?ICID=147 develi) Erişim
Tarihi: 20.03.2013
“Anadolu Selçuklu Mimarisi”
http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/sanat_alanlari_anadolu_selcuklu_mi
marisi_camiler_mescitler_mezar_anitlari.html Erişim Tarihi: 19.03.2013
“Niğde
Alaaddin
Cami”
http://www.nigdekulturturizm.gov.tr/belge/1-
72787/camiler.html Erişim Tarihi: 20.03.2013
“Niksar Ulu Cami” http://www.kenthaber.com/karadeniz/tokat/niksar/Rehber/camive-mescitler/niksar- Erişim Tarihi: 19.03.2013
“Bizans
mimarisi”,
http://estelll.blogcu.com/bizans-mimarligi-i-istanbul-i-
kiliseler/6738605 Erişim Tarihi: 20.04.2013
“Bizans
Kiliseleri”,
http://www.restoraturk.com/mimarlik-mimari/mimarlik/269-
bizans-mimarisi.html Erişim Tarihi: 20.04.2013
“Konya Karatay Medresesi”
http://www.muratduru.com/turizmmyo/photogallery.php?album_id=36
237
Erişim Tarihi: 01.04.2013
“”Anadolu Selçuklu Medreseleri” http://www.kulturelbellek.com/anadolu-selcuklumedreseleri/ Erişim Tarihi: 02.04.2013
“Sivas Gök Medrese”, http://www.geziyerleri.org/sivas-gok-medrese.html/sivas-gokmedrese Erişim Tarihi: 02.04.2013
“Süleymaniye Külliyesi” http://hsnymn.blogcu.com/istanbul-medreseleri/9306169
Erişim Tarihi: 01.04.2013
“Han nedir” http://tarih.sitesi.web.tr/han-nedir.html:Erişim Tarihi:27.03.2013)
“İstanbul hanları”
http://www.istanbulkulturenvanteri.gov.tr/halk-kulturu/detay/envanter_id/58 Erişim
Tarihi: 12.04.2013
“Han
mimarisi”,
http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/sanat_alanlari
Erişim Tarihi:12.04.2013
“Aksaray
Sultan
Hanı”,
http://www.sultanhani.net/foto-galeri/sultanhani-
panorama/14.html ErişimTarihi:27.03.2013
“Osmanlı döneminde hanlar” http://www.vgm.gov.tr/icerikdetay.aspx?Id=125 Erişim
Tarihi: 19.03.2013
“Gaziantep İnceoğlu Büdeyri Hanı” http://www.gaziantepikesfet.com Erişim Tarihi:
23.02.2013
“Roma hamamları” (http://www.restorasyonforum.com/ders-notlari-sunumlar/yntroma-hamam-mimarisi-kisa-sunum-t1727.0.html) Erişim Tarihi: 02.04.2013
“Osmanlı Mezartaşlarının Dili”, http://www.ilyasucar.com/bilgiler/kultur-sanat/558osmanli-mezar-taslarinin-dili.html Erişim Tarihi: 18.03.2013
238
“ Kemah Mezartaşları” http:// www.kemahtarihi.com Erişim Tarihi: 15.03.2013
“Ahlat Mezartaşları”, http:// www.ahlatfoto.com/resimler Erişim Tarihi: 15.03.2013
“Mezartaşları”, http:// www.kenthaber.com/mezartşlrı Erişim Tarihi: 15.03.2013
“Osmanlı Mezartaşları” http:// www.wowturkey.com Erişim Tarihi: 18.03.2013
“Ağlayan
Kadınlar
Lahdi”
http://www.istanbularkeoloji.gov.tr/web/14-52-1-
1/muze_-_tr/koleksiyonlar/arkeoloji_muzesi_eserler/aglayan_kadinlarlahdi
Erişim
Tarihi: 19.03.2013
“İskender
Lahdi”
http://www.istanbularkeoloji.gov.tr/web/14-51-1-1/muze_-
_tr/koleksiyonlar/arkeoloji_muzesi_eserler/iskender_lahdi Erişim Tarihi: 19.03.2013
“Likya Lahti” http://sugraphic.com/fotograf_goster.php?1232-likya-lahti
ErişimTarihi: 09.09.2013
“Likya Lahti” http://www.mehmetakinci.com.tr/osman-hamdi-bey-salonu-ve-sidonkrallar-nekropolu.html ErişimTarihi: 09.09.2013
“Bergama Zeus Sunağı”
http://www.imo.org.tr/resimler/dosya_ekler/62917f972b653be_ek.pdf?dergi=140
Erişim Tarihi: 19.03.2013
“Geleneksel Türk Evi Plan Tipinin Gelişimi”
http://esergultekin.blogcu.com/geleneksel-turk-evi-plan-tipinin-gelisimi/2964429
“Seramik” http: //www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/belge/1-55026/paleolitikcag.html) Erişim Tarihi: 22.02.2013
“Kürevi konik kaplar”
http://www.ani.gov.tr/seramikler.asp Erişim Tarihi:
22.02.2013
“Ani Kazısı Buluntuları”, http://www.ani.gov.tr/seramikler.asp Erişim Tarihi:
13.03.2013.
239
“Osmanlı Sanatı” http://www.sosyalci.org/forum/forum_posts.asp?TID=2271 Erişim
Tarihi:13.04.2013
“Yunan amphorası” http://www.zmescience.com/science/archaeology/greekamphora-archaeology-18102011/ Erişim Tarihi:13.04.2013
“Özel Koleksiyon / Helenistik ve Roma Dönemi Pişmiş Toprak Kandiller”
http://www.academia.edu/3330188/OZEL_KOLEKSIYON_HELENISTIK_VE_RO
MA_DONEMI_PISMIS_TOPRAK_KANDILLER Erişim Tarihi:12.03.2013
“Osmanlı taçkapıları” http://www.mustafacambaz.com/details.php?image_id=190
Erişim Tarihi:12.03.2013
“Sivas Abdi Başara Evi”, http://www.sivas.bel.tr/yazi/301-47/abdi-aga-konagi
Erişim Tarihi:02.05.2013
“Abdi Ağa Konağı”, http://www.sivas.bel.tr/yazi/192-27/abdi-aga-konagi Erişim
Tarihi: 02.05.2013
“Khora Manastırı (Kariye Camii ve Müzesi)”(http://www.resimbul.com.tr.
ErişimTarihi: 23.08.2013)
“Kariye Müzesi” (http://eminebileydirestorasyon.blogspot.com/2011/01/istanbul2010-avrupa-kultur_10.html. ErişimTarihi:23.08.2013)
“Safranbolu”(http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Dosya:Safranbolu_Panaroma.
JPG&filetimestamp=20100303205621& Erişim Tarihi: 15.08.2013
“Şanlıurfa
Hızmalı
Köprü”,
http://www.efsaneler.net/tag/karakoyun-deresi-ve-
hizmali-kopru-efsanesi-sanliurfa/ErişimTarihi:18.08.2013
“Şanlıurfa
Hızmalı
Köprü”,
http://www.uludagsozluk.com/k/h%C/
ErişimTarihi:18.08.2013
240
“Aksaray
Sultan
Hanı”
http://www.forumacil.com/ic-anadolu-bolgesi/380653-
sultanhani-eski-resimleri.html ErişimTarihi:18.08.2013
“Gaziantep İnceoğluBüdeyri Hanı” http://www.fotoatolye.com/tarihin-sokaklarindaiki-fotografci.html ErişimTarihi:18.08.2013
“Kentsel Arkeolojik Sitler” http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14344/702-nolu-ilkekarari-kentsel-arkeolojik-sit-alanlari-ko-.html Erişim Tarihi: 20.08.2013
“Arkeolojik Sitler”
http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14329/658-nolu-ilke-karari-
arkeolojik-sitler-koruma-ve-kullan-.html Erişim Tarihi: 20.08.2013
“Korunması
Gerekli
Taşınmaz
Kültür
Varlıklarının
ve
Sitlerin
Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik”
http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14606/korunmasi-gerekli-tasinir-kultur-ve-tabiatvarliklarini-.htmlErişim Tarihi: 18.08.2013
“Kentsel
Sitler”
http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14351/720-nolu-ilke-karari-
kentsel-sitler-koruma-ve-kullanma-.html Erişim Tarihi: 20.08.2013
“Tarihi Sitler” http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14327/421-nolu-ilke-karari-tarihsitler-koruma-ve-kullanma-ko-.html Erişim Tarihi: 20.08.2013
“Haritabilgisi”(http://www.hkmo.org.tr/hakkimizda/meslegimiz/pafta_bolumleme.ph
p) Erişim Tarihi: 20.08.2013.
“Niksar Ulu Camii” http://www.panoramio.com/photo/45752541 Erişim Tarihi:
20.08.2013.
241
ÖZET
Bu tez ile, uzmanların arazi görevlerinde karşılaşacağı kültür varlığı
örneklerinin niteliği ve tarihlenmesi hakkında başvuracağı, gerek rapor yazarken
gerekse tescil fişi, envanter fişi gibi kayıtlar oluştururken faydalanacağı bir başvuru/
el kitabının olması amaçlanmış, bu doğrultuda arazide sıklıkla karşılaşılan kültür
varlığı örneklerinin bir kısmı ana başlıklar altında tarihsel dönem farklılıkları ortaya
konularak ve verilen örnek tanımlarla anlatılmaya çalışılmıştır.
Bu tezin içeriğinin kültür varlığı örneklerini kapsamasının bir diğer nedeni de,
uzmanlar tarafından yazılan rapor ya da tescil fişi gibi belgelerin, tez içerisinde yer
alan bilgiler yardımıyla, “daha zengin içerikli” olması amacından kaynaklanmıştır.
Hiç şüphesiz ki, arazi görevlerinde eserlerin o günkü durumlarını gidip gören
uzmanın tutacağı kayıtlar, aynı zamanda gelecek kuşaklara da aktarılacak birer
“tarihi belge” olacağından onların bu tezde yer alan örnek tanımlar ışığında eserler
hakkında daha nitelikler bilgiler içermesi amaçlanmıştır.
Bu tezin kültür varlıkları hakkında “bir el kitabı önerisi” olduğu
hatırlatılarak tezin amacının, uzmanın arazi görevlerinde karşılaştığı tüm kültür
varlıkları hakkında bir katalog veya ansiklopedik bilgiler topluluğu sunmak
değil, kültür varlıklarının belgelenmesine yönelik uzmanın nasıl bir tutum
izlemesi gerektiği, hazırlayacağı rapor, tescil fişi vb. gibi dokümanların ileriki
nesillere aktarılmaya uygun, kaliteli, nitelikli ve zengin içerikli olmasının
sağlanması gerektiğinin bu tezin savunduğu en önemli sonuç olduğu söylenebilir.
Anahtar sözcükler: Arazi görevleri, uzman personel, taşınmaz kültür varlıkları,
taşınır kültür varlıkları
242
ABSTRACT
This thesis served as the existence of the experts, with the face of the land,
the nature of culture and the need to report both when writing about her school, dated
registration benefits, such as creating a plug to plug in your inventory records,
reference/handbook is intended, in this context, the presence of common culture in
the samples under the main headings will reveal the differences in the historical
period and the given example definitions covered.
This need not be confined to the contents of the thesis the existence of
instances of another culture because, as the report written by experts or registration
slip with the help of documents, the information contained in the thesis, "the more
content-rich" from the request originated from. Without any doubt, go to that day's
cases and serves as expert as the land holder can also be transferred to future
generations, but also records "on the record" because their works in the light of this
thesis defines the instance contained in the information is intended to include more
about qualifications.
This is the thesis of cultural heritage as "a manual of proposal" as the purpose
of the thesis, the expert terrain that reminded all faced by a catalog or information
about a collection of cultural heritage is not present encyclopedic, documented how
an attitude of cultural riches should follow the expert, prepare a report, to be
streamed from future generations of documents such as registration voucher is a
convenient, high-quality, content-rich, providing qualified and is the most important
result of this thesis should be advocated
Key words: Land missions, expert staff, moved to immovable cultural heritage,
cultural heritage
243
ÖZGEÇMİŞ
Ceren Erdoğan 09.06.1978 tarihinde Adana’da doğdu. 1997 yılında Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünü kazandı ve 2002 yılında aynı
fakülteden mezun oldu. 2004 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sanat Tarihi Anabilim Dalı Türk-İslam Sanatı Kürsüsünde yüksek lisans programına
başladı ve 2006 yılında bu programı “Manisa Cami ve Mescitlerinin Cephe Düzeni”
konulu yüksek lisans tezi ile bitirdi. 2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma
Kuruluna uzman yardımcısı olarak atanan Erdoğan, bu kurumda yaklaşık dört yıl
çalıştıktan sonra 29 Ocak 2013 tarihinde Marmaris Müze Müdürlüğünde göreve
başladı. Ceren ERDOĞAN orta seviyede İngilizce ve Almanca bilmektedir. Temel
ilgi alanları, Sanat Tarihinde Osmanlı mimarisi ve eski eser restorasyonudur. Yazın
sanatı ile resim ve fotoğrafçılık da diğer uğraşıları arasında yer almaktadır.
244
245