buradan - Çocuk Acil Tıp Kongresi

Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara İzoniazid Zehirlenmesinde İntramuskuler Pridoksin
Kullanımına Bağlı Rabdomiyoliz
Tuğba Şişmanlar Eyüboğlu, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk
Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı
Okşan Derinöz, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı Ve
Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Acil Bilim Dalı
İzoniazid tüberküloz tedavisinde kullanılan etkili bir ilaçtır. İzoniazid
zehirlenmesi ilaç alımından yaklaşık 30 ile 120 dakika sonra ortaya çıkan
nöbetler, metabolik asidoz ve ciddi olgularda koma ile karakterize klinik bir
sendromdur.
Rabdomiyoliz
izoniazid
zehirlenmesinde
belirtilen
komplikasyonlardan biridir ancak rabdomiyoliz ile ilgili veriler kısıtlıdır.
Parenteral
piridoksin
izoniazidin
antidotudur.
Bu
yazıda
izoniazid
zehirlenmesinden iki saat sonra çocuk acil servisine başvuran 16 yaşındaki
erkek olgudan bahsedilmektedir. Tedavi için intramuskuler prirdoksin
verilmiştir ancak izleminde ciddi rabdomiyoliz gelişmiştir.
1 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Bir Bebekte Yüksek Doz Siklopentolate Kullanımı
Nedeniyle Gelişen Toksisitede Fizostigmin Uygulaması
Oksan DERİNOZ, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Acil Bilim Dalı
Hamdi C. EMEKSİZ, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göz damlalarının topikal uygulanması, hafif veya şiddetli oküler veya
sistemik yan etkilere neden olabilir. Çocuklar, özellikle bebekler, vücut
kitlelerinin
ve
kan
hacimlerinin
daha
düşük;
boşaltım,
sinir
ve
kardiyovasküler sistemlerinin daha immatür olması nedeniyle topikal göz
damlalarının sistemik yan etkilerine daha yatkındırlar. Sistemik toksisiteye
ait belirti ve bulguların erken tanısı çok önemlidir. Semptom ve bulguların
çoğu kendiliğinden gerileyebilir; ancak, ciddi vakalarda, fizostigmin ile
tedavi gerekebilir. Burada siklopentolat uygulaması ardından solunum
sıkıntısı gelişen ve fizostigmin ile başarılı bir şekilde tedavi edilen 90 günlük
(düzeltilmiş yaşı 12 günlük) bir bebek olgu sunulmuştur. Solunum sıkıntısı
siklopentolatın nadir bir yan etkidir. Ancak sişklopentolata bağlı ciddi
yaşamı tehdit eden klinik bulguların ortaya çıktığı olgularda yakın takip ve
monitorizasyon ile fizostigmin kullanılabileceği akılda tutulmalıdır.
2 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Bir Bebekte Plastik Poşet İle Boğulma: "Suffokasyon"
Okşan Derinöz, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, Çocuk Acil Bilim Dalı, Ankara
Nagehan Emiralioğlu, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve
Hastalıkları Anabilim Dalı, Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
Zeliha Güzelküçük, Kaman Devlet Hastanesi, Kırşehir
Boğulma (asfiksi), çocuklarda kaza ile olan yaralanmaların en sık
nedenlerinden biridir ve hava yolunda meydana gelen tıkanıklık sonucu
küçük çocuklarda ölüme neden olabilir. Burada morarma, soluk alamama
yakınması ile Çocuk Acil Servise getirilen ve plastik poşete bağlı
suffokasyon tanısı alan dört aylık bir bebek sunulmuştur. Öykü, fizik
muayene ve laboratuvar ile klinik durumu açıklanamayan boğulma
olgularında, hava yolunu mekanik olarak tıkayacak etkenlerin sorulması
önemlidir. Plastik poşete bağlı boğulmalar çocuklarda nadir görülür ve
sıklıkla evlerde bulunan alışveriş poşetleri ile olmaktadır. Sonuç olarak,
suffokasyon ailelerin eğitilmesi ile önlenebilir.
3 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Aile Sağlığı Merkezine Acil Olarak Başvuran Pediatrik Yaş
Grubu Hastaların Tanılarına Göre Dağılımları
Ogün Çağatay Karan, 4’üncü Ana Jet Üssü Akıncı Aile Sağlığı Merkezi KazanAnkara
Halil Akbulut, 4’üncü Ana Jet Üssü Akıncı Aile Sağlığı Merkezi Kazan-Ankara
Haydar Ersoy, Özel Acıbadem Hastanesi Acil Servis Polikliniği Kadıköy-İstanbul
Giriş: AileSağlığı Merkezleri (ASM) gerekhastanelerin iş yükünü azaltmakta
gerekse hasta memnuniyetini arttırmaktadır. Çalışma2012 yılındaAkıncı
ASM’ne acil olarak başvuran pediatrik hastalar üzerinde retrospektif
kesitsel
dosya
taraması
olarak
gerçekleştirilmiştir.
Sayısal
veriler
ortalama¬±standart sapma, yüzdeolarak verilmiştir.
Bulgular: Acil ünitemize biryıl içerisinde başvuran hasta sayısı 1516idi.
Pediatrik yaş grubu bugrubun %6.21’ini (n=94) oluşturmaktaydı. Hastaların
yaş ortalaması 10.19¬±3.66 (3-17) idi. Buhastaların %42.55’ı (n=40) kız
iken, %57.45’si (n=54) erkekti. Hastalarımızın en sık 16:00-20:00
saatlerinde ve kış sezonunda (%44.68) başvurdukları gözlendi. Tanılar
sırasıyla; Üstsolunum yolu enfeksiyonları %25.53 (n=24), Laserasyon
%21.27 (n=20), Yumuşak Doku Travmaları %19.14 (n=18), Gastroenteritler
%12.76 (n=12), Allerji %6.38 (n=6), Yanık %8.51 (n=8), Diğerleri %6.38
(n=6) olarak tespit edildi. Acile başvuran hastaların %4.25’i (n=4)
üstbasamağa sevk edilirken, %87.25 (n=82) ayaktan tedavi edildi,
%8.50’ide (n=8) acilde kısasüreli müşahadede tutuldu.
Tartışma: Acil olarak başvuranların çoğunluğunun acil klasmanında
olmadığı saptandı.ASM’ mize başvuranların yanlız %4.25’lik kısmı üst
basamağa yönlendirilmiştir, donanımlı bir ASM’nde çalışan bilgili ve
organize ekip acil servislerdeki yoğunluğun azaltılmasında önemlidir.
4 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Travma Sonrası Abdominal Distansiyon İle Getirilen
Nöroblastom Olgusu
Ayşe Ünal Yüksekgönül, Nermin Haciyeva, Deniz Kargın , Okşan Derinöz¬≤
1gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı,Ankara
2gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları A.D, Çocuk
Hastalıkları Acil Bilim Dalı, Ankara
Giriş: Abdominal distansiyon, birçok nedenle karşımıza çıkabilir. Neden
olan karın içi kitleler, hayatı tehdit eden durumlar oluşturabilir. Hızla tanı
konulmalı; tedaviye başlanmalıdır. Düşme nedeniyle batın travması sonrası
abdominal distansiyonla getirilen,tomografisinde abdominal kitle tanısı alan
olgu sunulmuştur.
Olgu: 4,5 yaşında kız hasta, yaklaşık 40 cm.likkoltuktan karın üzerine
düşme sonrası, karında şişkinlik yakınmasıyla acile getirildi. Bir hafta önce
kabızlıkla hastaneye başvurduğu, anemisi olduğu tedavisinin başlandığı
öğrenildi .Hasta soluk ,halsiz ,vitalleristabildi. Batında yaygın hassasiyeti,
distansiyonu mevcuttu. Distansiyon nedeniyle karaciğer, dalak palpe
edilemedi. Solid organ yaralanmalarına yönelik ultrasonu ve tomografisi
yapıldı. USG’de ‚ÄúKaraciğerde yaygın heterojenite,
perihepatik alanda, bağırsak ansları arasında serbest sıvı‚Äù; BT’de
‚ÄúSağ üst kadranda sürrenal bez kaynaklı olduğu düşünülen vena cava
inferior , abdominal aortayı, her iki renal arteri, veni basılayan,
retroperitoneal yerleşimli, içerisinde kistik nekroz alanları ve kalsifikasyon
odakları olan lobüle konturlu kitle, intraabdominal yaygın sıvı‚Äù saptandı.
Abdominal kitle öntanısıyla yatırıldı. Perkutan kitle biyopsisiyle nöroblastom
tanısı aldı.
Sonuç: Kabızlık ve abdominal distansiyon, nöroblastomgibi karın içi
kitlelerde ilk yakınma olabilir. Nöroblastomda tümör boyutu aniden artabilir
ve abdominal distansiyonla karşımıza gelebilir. Bu olgu ile travma sonrası
abdominal distansiyonla getirilen hastalarda, travma şiddeti ile klinik
bulguların uyumlu olmaması uyarıcı olmalıdır.
5 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Saç-İplik Turnike Sendromu: Olgu Sunumu
Deniz Kargın1, Nermin Hacıyeva1, Alperen Tekin2, İhsan Özdemir1, Okşan
Derinöz3
1 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı
2 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Cerrahi Ve Rekonstriksiyon Anabilim Dalı
3 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk
Acil Bilim Dalı
Giriş: Saç-iplik turnike sendromu, vücudun çeşitli uzuvlarının (el ve ayak
parmakları, penis, klitoris) saç veya iplik ile sarılarak dolaşım bozukluğu
görülmesi durumudur.
Olgu: İki aylık erkek hasta sağ el 3. parmakta şişlik ve kızarıklık yakınması
ile Çocuk Acil Servis’e getirildi. Fizik muayenede sağ el 3.parmak distal ve
orta falanksı çevreleyen saç teli ve distalinde şişlik ve kızarıklık saptandı.
Kapiller dolaşımı 3-4 saniye olarak ölçüldü. Diğer sistem muayeneleri
doğaldı. Lokal anestezik uygulandıktan sonra saç telleri serbestleştirildi.
Girişim sonrası parmağın kapiller dolaşımı ve rengi düzeldi. Oral
antibiyoterapi ve analjezik önerisiyle plastik cerrahi poliklinik kontrolüne
gelmek üzere taburcu edildi.
Sonuç:
Saç-iplik turnike sendromu nadir görülen ancak doku kaybına
sebep olabilen ciddi bir durumdur. Tespit edildiğinde acil olarak girişim
yapılmalı, yakın takibe alınmalı ve aile eğitimi unutulmamalıdır.
6 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Boyunda Peteşiel Döküntü İle Getirilen Hastada Akut
Lenfositer Lösemi Olgusu
Ayşe Ünal Yüksekgönül , Nehir Öznur Muz, Nurdan Özdemir , Okşan Derinöz¬≤
1gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
Ankara
2gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları A.D, Çocuk
Hastalıkları Acil Bilim Dalı, Ankara
Giriş: Peteşiyel döküntüler bening , malign birçok hastalığın ilk bulgusu
olabilir. Acil hekimi,döküntüleri mutlaka dikkate almalı ,gerekli tetkikleri
planlamalıdır. Burada,boyun ve kulak arkasında kırmızı döküntüler olması
nedeniyle getirilen hastada bakılan tam kan tetkiki ,periferik yayma
sonucunda lösemi tanısı alan bir olgu sunulmuştur.
Olgu: 9 yaşında erkek hasta, boyun ,kulak arkasında döküntü olmasıyla acil
servise getirildi.İki gün önce ayak bileğinde futbol oynarken düşme sonrası
kırık saptandığı, 10 gündür özellikle alt ekstremitelerde morluklar olduğu,
ailenin
bu
morlukları
travma
ilişkili
olabileceğini
düşündüğü
öğrenildi.Hastanın genel durumu iyi, vitalbulguları stabildi. Muayenesinde
ağız içerisinde, boyun , solda kulak arkasında basmakla solmayan peteşiel
döküntü, alt ekstremite ön yüzünde yaygın ekimoz tespit edildi. Dalak, kot
altı üç cm. palpe edildi. BK: 99,070 K/uL , Hb: 10,8 g/dL , Htc: %35
Trombosit: 15,900/mm3; BUN:15,2:mg/dL,Kreatinin:05mg/dl, LDH: 640 U/L
Periferik yaymada lösemik blast hücreleri gözlenen hasta lösemi ön
tanısıyla servise yatırıldı.Kemik iliği aspirasyon ve biyopsisiyle akut
lenfositer lösemi tanısı aldı.
Sonuç: Peteşiel döküntü, lösemilerde ilk başvuru yakınması olabilir. Meme
çizgisiüzerindeki
peteşiyal
döküntüler
çoğunlukla
intratorasik
basınç
artışıyla ortaya çıkar. Masum görünse de, peteşiyel döküntüsü olan bir
çocuklarda altta yatan bening, malign hematolojik hastalıkaraştırılmalı,
muayenedebu hastalara özgü bulgular aranmalıdır.
7 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Güneş Yağı Aspirasyonuna Bağlı Akut Akciğer Hasarı
Anıl Er , Aykut Çağlar, Murat Duman, Durgül Yılmaz
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Bilim Dalı
Giriş: Hidrokarbonlar, oral alımda sistemik toksisiteye yol açmaz ancak
aspirasyona bağlı mortalite ile sonuçlanabilecek akciğer hasarı ortaya
çıkar. Burada güneş yağı içtikten sonra akut akciğer hasarı gelişen bir olgu
sunulmaktadır.
Olgu Sunumu: 2 yaşında erkek hasta, güneş yağı içtikten 2 saat sonra
solunum sıkıntısı ve bilinç değişikliği nedeniyle çocuk acil servisine getirildi.
Başvurduğu ilk merkezdeki akciğer grafisinin normal olduğu, izlemde bir
kez kustuktan sonra hızla solunum sıkıntısı geliştiği öğrenildi. İlk
değerlendirmede ateş yüksekliği ve takipne dışında diğer vital bulguları
stabil olan hasta letarjik ve siyanoze görünümdeydi. Bunun üzerine oksijen
tedavisi başlandı. Akciğer hasarını değerlendirmek için çekilen grafide her
iki alt zonda infiltrasyon saptandı. Kan gazında respiratuvar asidozu
olmayan hastada C-reaktif protein yüksekliği ve lökositoz izlendi. Hasta
hidrokarbon aspirasyonuna bağlı akut akciğer hasarı tanısıyla çocuk yoğun
bakım ünitesine yatırıldı.
Sonuç: Hidrokarbon aspirasyonunda hastalar asemptomatik olabileceği gibi
ateş yüksekliği, takipne, öksürük gibi bulgularla da başvurabilir. İlk akciğer
grafisinin normal olması prognozu belirlemez. Tedavi
semptomatiktir.
Başvuruda semptomsuz hastalar mutlaka solunum sıkıntısı bulguları
açısından 4-6 saat izlenmelidir
8 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Yüksek Doz Risperidon Alımı Sonrası Laringospazm
Gelişen Bir Olgu
Kaan Yıldız, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Ana Bilim Dalı
Anıl Er , Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Acil Bilim Dalı
Aykut Çağlar, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Acil Bilim Dalı
Durgül Yılmaz, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Acil Bilim Dalı
Giriş: Risperidon, çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun
tedavisinde kullanılan antipsikotik ajandır. Literatürde çok sayıda risperidon
intoksikasyonu bildirilmesine rağmen, solunum sıkıntısı gelişen pediatrik
vaka sayısının çok az olduğu görülmektedir. Bu bildiride, risperidon
intoksikasyonuna bağlı laringospazm gelişen bir olgu sunulmuştur.
Olgu Sunumu: 5 yaşında erkek, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu
tedavisi için kullandığı
risperidonun ebeveyni tarafından yanlış dozda
verilmesinden (0,75 mg/gün kullanırken, 7,5 mg/doz almış) 2 saat sonra
çocuk acil servise başvurdu. İlk değerlendirmesinde taşikardik, siyanoze ve
uykuya eğilimi olan hastanın GKS: 10 olarak değerlendirildi. Nabız
oksimetrede saturasyonu %89 olması üzerine geri solumasız maske ile %
100 oksijen desteği başlandı. Mide lavajı yapıldı ve aktif kömür verildi.
EKG’de QT uzaması (QTc : 0.51sn) mevcuttu. İzleminde uykuya eğilimi
düzelen
hastada
stridor,
takipne
ve
subkostal
çekilmeler
başladı.
Oskültasyonda zorlu ekspiryumu da olması nedeniyle nebülize adrenalin
ve salbutamol tedavisi uygulandı. İlaç alımından 12 saat sonra hastanın
solunum sıkıntısı düzeldi, taşikardisi geriledi ve tekrarlanan EKG’de QT
uzaması izlenmedi.
Sonuç: Erişkin ve çocuk hastaları içeren vaka serilerinde yüksek doz
risperidon
alımından
sonra
kusma,
letarji,
taşikardi,
hipotansiyon
ekstrapiramidal bulgular ve anormal motor hareketler tanımlanmıştır.
Solunum depresyonu ise mortalite ile sonuçlanabilecek nadir bir bulgudur.
Bu hastalarda hava yolu yönetimi önem taşımaktadır.
9 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Meckel Divertikülünün Nadir Bir Komplikasyonu: Sigmoid
Volvulus
Anıl Er , Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Acil Bilim Dalı
Gizem Çiçek, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Ana Bilim Dalı
Osman Zeki Karakuş, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Ana
Bilim Dalı
Belce Ünver, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı
Durgül Yılmaz, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Acil Bilim Dalı
Giriş: Volvulus, ince bağırsakların kendi etrafında dönmesi sonucunda
superior mezenterik arterde iskemi ve buna bağlı bağırsakların nekrozu ile
sonuçlanan, hayatı tehdit edici bir durumdur. Bu yazıda nadir görülen
Meckel divertikülüne bağlı bir volvulus olgusu sunulmaktadır.
Olgu Sunumu: 1 yaşında erkek, iki gündür beslenememe, kusma ve karın
ağrısı nedeni
ile acil servisimize getirildi. Genel durumu kötü, ajite ve
çevreyle ilgisiz idi. Taşikardi dışında diğer vital bulguları normal olan
hastanın kapiller geri dolum zamanı 4 sn, karında distansiyon, her dört
kadranda belirgin hassasiyet ve defans
mevcuttu. Bağırsak sesleri
alınamadı. Akut karın olarak değerlendirilen hastanın ayakta direk batın
grafisinde geniş tabanlı yaygın hava sıvı seviyeleri mevcuttu. Abdominal
ultrasonografide
invajinasyon
saptanmadı.
Bağırsak
ansları
dolgun
görünümde , duvar kalınlığı görece artmış olarak izlendi. Hastaya sıvı
ressüsitasyonu, nazogastrik dekompresyon ve
antibiyoterapi uygulandı.
Çocuk cerrahisi tarafından değerlendirilen hasta akut karın tanısıyla opere
edildi ve meckel divertikülüne bağlı ileal volvulus saptandı.
Sonuç: Meckel divertikülü, semptomatik hastalarda intestinal obstrüksiyon
kliniği ile presente olabilir. En sık bulgusu kusma olup, ilerleyen dönemlerde
şok bulguları gelişmektedir. Tedavi yaklaşımında eğer hasta stabil değilse
tanısal tetkikler ile vakit kaybedilmemeli, nazogastrik dekompresyon, geniş
spektrumlu antibiyoterapi, kardiyopulmoner ve dolaşımsal resüsitasyon
yapılmalı, gerekli cerrahi girişim uygulanmalıdır.
10 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Şiddetli Baş Ağrısı İle Başvuran Bir İnfluenza Olgusu Ve
Çocuk Acil Servislerinde "Hızlı İnfluenza Antijen Testi"
Kullanımı
Çağlar Ödek - Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Ad,
Veli Korkmaz - Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Ad,
Deniz Tekin - Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Bd, Emine Suskan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Bd
GİRİŞ: İnfluenza enfeksiyonu febril konvülziyon, transvers myelit, Reye
sendromu ve ensefalit gibi nörolojik komplikasyonlara yol açabilir. Burada,
yüksek ateş ve şiddetli baş ağrısı ile başvuran ve influenza tanısı alan bir
olgu sunulmuştur.
OLGU: Altı yaşında kız hasta ateş, kuru öksürük, bacak ağrısı ve şiddetli
baş ağrısı yakınmaları ile başvurdu. Başvuruda vücut ısısı 39.1 C¬∞,
solunum sayısı 22/dk, kalp hızı 116/dk, kan basıncı 95/55 mmHg olarak
saptandı. Bilinci açık, oryante ve koopere, halsiz görünümde olan hastanın
orofarenksi hiperemik, otoskopisi doğal; solunum,
kalp ve karın
muayeneleri doğaldı. Nörolojik muayenesi normaldi ve meninks irritasyon
bulguları yoktu. BK: 12.500/mm¬≥, Hb: 12.2 g/dL, PLT: 327.000/mm¬≥,
CRP: 20.8 mg/L, ESH: 26 mm/saat ve biyokimyasal parametreleri normaldi.
PA akciğer grafisi normaldi. Müşahade izleminde baş ağrısı sürdü, 24
saatlik gözlem süresince nörolojik bulgularında değişiklik gelişmedi.
Yakınmaları ve kliniği influenza ile uyumlu olduğundan ‚Äúhızlı influenza
antijen testi‚Äù çalışıldı ve Influenza
A pozitif olarak geldi. Hastaya
oseltamivir başlandı ve taburcu edildi.
SONUÇ: Şiddetli baş ağrısı olan ve nörolojik bulgu gelişmeyen hastalarda,
öyküsü ve kliniği de uygunsa influenza enfeksiyonu akla getirilmelidir. Hızlı
influenza antijen testi kısa sürede sonuç verdiğinden, çocuk acil
servislerinde kullanımı yol gösterici olabilir.
11 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Kayseri 112 Acil Sağlık Hizmetleri Sunumunun 2008-2013
Yılları Arasındaki Pediatri Profili
Ahmet ÖKSÜZKAYA*, Halit SİPAHİOĞLU**, Özgür MANAV***, İsmet ÇELEBİ**,
Z.Pınar AKIN**
*Kayseri İl Sağlık Müdürlüğü, **Kayseri Acil Ve Afetlerde Sağlık Hizmetleri Şube
Müdürlüğü, ***Kayseri Ambulans Servisi Başhekimliği
Çocuk yaş grubunda ölümlerin önemli bir kısmı acil tıbbi sorunlara bağlıdır.
Acil hasta veya yaralı çocuğun en temel özelliği yaşamsal bulgularının
güvende olmayışı ve gelişmelerin önceden kestirilemeyişidir. Ölümlerin ve
sakatlıkların azaltılabilmesi, çocuk hastanın içinde bulunduğu acil durumun
hızlı bir şekilde, doğru olarak tanınmasına ve tedavi edilmesine bağlıdır.Bu
nedenle çalışmamızda Kayseri 112 Acil sağlık hizmetlerinin pediatri vakalar
arasındaki beş yıllık değişimi incelemek ve bu değişimi etkileyebilecek
etmenleri araştırmak ve çözüm önerileri getirmek amacıyla bu çalışma
planlandı. Araştırmanın evrenini 2009-2013 yılları arasında Kayseri İl Sağlık
Müdürlüğüne bağlı bulunan 112 Acil Sağlık Hizmetleri ambulansları ile çıkış
yapılan pediatri vakalar oluşturmaktadır.Yıllara göre pediatri vaka sayısında
artış gözlenmektedir. Medikal vakalar 2009,2010 ve 2011 yıllarında çağrı
nedenlerinin yüzde elli gibi büyük bir kısmı oluştururken 2012 ve 2013
yıllarında
büyük
zehirlenmelerde
bir
yıllara
azalış
göre
görülmektedir.
anlamlı
olarak
Nörolojik
azalma
hastalıklar
ve
görülmektedir.
Çalışmamızda Kayseri ilinde ileri çocukluk dönemi vakalarda artış olduğu,
medikal
vaklarda
azalma
olduğu
görülmektedir.
Kayseri’de
travma
vakalarının çokluğundan dolayı doğacak eksikliği eğitim birimi bünyesince
verilen travma Resüsitasyon eğitimi ile tamamlanmaktadır.
12 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Periferik Santral Venöz Kateter İle İlişkili Çok Düşük
Doğum Ağırlıklı Yenidoğanda Gelişen Kalp Tamponadı
Bedri Aldudak, Diyarbakır Çocuk Hastanesi-Pediatrik Kardiyoloji Bölümü
Muhittin Çelik, Diyarbakır Çocuk Hastanesi-Neonatoloji
Vefik Çelebi, Diyarbakır Çocuk Hastanesi-Neonatoloji
Heybet Tuzun, Diyarbakır Çocuk Hastanesi-Neonatoloji
Berat Kanar, Diyarbakır Çocuk Hastanesi-Neonatoloji
Perikardiyal efüzyon/kalp tamponadı nadir ancak hayatı tehdit eden
periferik santral venöz kateter (PICC) komplikasyonlarından biridir.
Perikardiyal efüzyon/kalp tamponadının sıklığı 0.7-1.8/1000 arasında
bildirilmektedir. Zamanında tanı ve perikardiyosentez hayat kurtarıcıdır
Olgu: Yirmidokuz gestasyon haftasında 1130 g doğan erken bebek.
Postnatal 5. günde PICC takıldı. Postnatal 18. günde ani kardiyak arrest
gelişti. Mekanik ventilasyon desteği verildi. Taşikardi, hipotansiyo ve
metabolik asidozun devam etmesi üzerine ekokardiyografi (EKO) çekidi.
Şiddetli perikardiyal effüzyon saptandı. Perikardiyosentez ile 9 ml sıvı
boşaltıldı, TPN ile uyumluydu. Kliniği hızla düzelen hastanın aynı gün
mekanik ventilasyon desteği kesildi. EKO takiplerinde sıvı birikimi
tekrarlamayan hasta postnatal 42. gün taburcu edildi.
Tartışma: PICC komplikasyonları; tıkanma, enfeksiyon, tromboz ve yer
değiştirme gibi daha sık görülmekle beraber, perikardiyal efüzyon/kalp
tamponadı daha nadir görülmektedir. Perikardiyal efüzyon etyolojisi açık
değildir. Kalp ile kateter ucunun tekrarlanan teması ile hücre hasarı ve
trombosit agregasyonuna yola açabilir, bu da pıhtılaşma şelalesinin
aktivasyonu daha sonra kateterin endotele yapışmasını yol açarbilir.
Hasarlı endotelden sıvı perikard boşluğuna yayılır.
Sonuç: PICC yerleştirilen bebeklerde beklenmeyen kardiyak ve ya
solunumsal bozulmalar (kardiyak arrest, bradikardi, taşikardi, hipotansiyon,
siyanoz
ve
metabolik
asidoz)
gelişmesi
efüzyon/kalp tamponadı düşünülmelidir.
13 durumunda
Perikardiyal
Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Erken Girişim Gerektiren Konjenital Kalp Hastalıklı
Olgularda Transport Durumu
Bedri Aldudak, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Pediatrik Kardiyoloji
Muhittin Çelik, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji
Melek Akar,Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji
Heybet Tüzün, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji
Berat Kanar, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji
Vefik Çeleb, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji
Amaç:
Yenidoğanların %0.4’ü girişim gerektiren bir konjenital kalp hastalığı ile
doğmaktadır. Bu bebeklerin uygun merkezlerde doğması ile ölüm riski
yaklaşık 4 kat azalmaktadır. Bu çalışmada erken girişim gerektiren
konjenital kalp hastalığı olan olgular, hasta sağlığı ve ülke ekonomisi
üzerine olası etkileri yönünden araştırıldı.
Gereç-Yöntem:
Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi yenidoğan yoğun bakım ünitesine
2011-2013 yılları arasında yatırılan toplam 83 olgu çalışmaya alındı. Bütün
vakalara yatışların ilk gününde ekokardiyografi ve SNAP-II skorlaması
yapılarak analiz edildi.
Bulgular:
Olguların 46’sı (%55) erkekti. Hastaların %32’si Diyarbakır’dan geri kalanı
çevre illerden üniteye sevk edilmişti. Yaşları 0-28 (ort:5.6¬±6.4) gün
arasında idi. Başvuru SNAP-II skorları 0-90 (ort:20¬±20.3) bulundu. En sık
tanılar %33.7 oranı ile büyük arter transpozisyon ve %19.3 ile pulmoner
atrezi idi. Ondokuz (%22) olgu ünitede kaybedildi. Ölümler ile SNAP-II
arasında anlamlı bir ilişki saptandı (p
14 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Yenidoğan Döneminde Geçici İzole Sağ Ventrikül
Hipertrofisi
Bedri Aldudak, Diyarbakır Çocuk Hastanesi-Pediatrik Kardiyoloji Kliniği
Muhittin Çelik, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji
Vefik Çelebi,Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji
Heybet Tuzun, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji
Berat Kanar, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji
Özet: Yenidoğanlarda geçici
seyrektir.
izole sağ ventrikül hipertrofisi
oldukça
Metabolik hastalık, annede gestasyonel diabet, beslenme tarzı,
perinatal stres ve non-steroid anti enflamatuvar ilaç kullanımı gibi nedenler
ileri sürülmüştür.
Olgu: 38. gebelik haftasında, perinatal distres nedeniyle sezaryen ile 3345
g, 1. ve 5.dk APGAR skoru 6 ve 8 ile doğan kız bebek. Siyanozu olan
hastanın 6. saatte yapılan EKO'da sağ ventrikülde massif hipertrofi (sağ
ventrikül ön duvar kalınlığı 12 mm, IVS 12 mm), II. derceden triküspit
kapak yetmezliği saptandı.
Duktus arteriyozus kapalıydı. Sol ventrikül
normaldi. Propranolol başlandı. Üç gün %40 oksijen desteği verildi.
Metabolik testleri normaldi. Onuncu günde sağ ventrikül ön duvar 8 mm,
İVS 6 mm ölçüldü, sPO2 değerleri normal olan hatanın propranalol tedavisi
kesilerek taburcu edildi.
Tartışma Sağ ventrikül hipertrofisinin birçok nedeni olmakla birlikte
yenidoğanda daha çok akut perinatal strese bağlanmaktadır. Perinatal stres
nedeniyle artan basınç veya hacim yüküne karşı gelişen mekanik
adaptasyonun
etkili olabileceği bildirmektedir. Olgumuz literatürde
az
sayıdaki vakanın içinde postnatal birinci günde saptanan ilk olgu
niteliğindedir. Bildirilen vakalar 3-7 günler arasındadır. Ağırlıklı olarak
kardiyak hipertrofinin postnatal bir süreç olduğu gözlenmiştir. Ancak
olgumuzda yaşamının 6. saatinde belirgin
hipertrofinin varlığı sürecin
antenatal gelişmiş olduğunu düşündürtmekte ve duktus arteriyozusunun
kapalı bulunması etyoloji konusunda ileri sürülen erken duktus kapanması
görüşünü desteklemektedir.
15 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Down Sendromlu Hastalarda Konjenital Kalp Hastalığı
Dağılımı
Bedri Aldudak, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Diyarbakır
Muhittin Çelik, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Yenidoğan Kliniği, Diyarbakır
Hamuş Memiş, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Yenidoğan Kliniği, Diyarbakır
Nazire Çakırtekin Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Yenidoğan Kliniği, Diyarbakır
Özgül Ateş, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Yenidoğan Kliniği, Diyarbakır
Amaç:
Trizomi 21’li hastalarda konjenital kalp hastalığı sıklığı %40-60 arasında
verilmektedir. Atriyoventrikülerseptaldefektin bu hastalarda en sık görülen
defekt olduğu görüşü yaygındır. Bu çalışmanın amacı Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde DS’lu hastalarda defekt dağılımını ortay koymaktır.
Yöntem: Çalışmaya 2011-2013 yılları arasında yenidoğan yoğun bakım
ünitesine (YYBÜ) yatırılan veya çocuk kardiyoloji polikliniğine yönlendirilen
yaşları 0-30 gün arası olgular alındı.
Bulgular: Çalışmaya 53’ü erkek toplam 87 yenidoğan alındı. 57 olgu
(%65.5) konjenital kalp hastalığı (KKH) yönünden pozitif bulundu. Toplam
defekt sayısı 77 idi. Defekt sıklığı olarak 23 AVSD, 22 VSD,18 sekundum
ASD, 11 PDA, birer TOF, tek ventrikül (UVH) ve kesintili aortik ark (İAA)
saptandı.
Tartışma: Bu çalışma sadece yenidoğanlarla yapılmış ilk çalışma
niteliğindedir. Batı kaynaklı çalışmalarda defektler: AVSD % 38.8-60, VSD
%15.6-35,
sek
ASD
%9.6-28.6,
TOF
%
3-7.3
şeklindedir.
Asya
Bölgesi’nden yapılan çalışmalarda ise VSD daha sık görülmektedir.
Çalışmamamızda AVSD en sık defekt olmakla birilikte VSD Batı
Bölge’lerinden daha yüksek bulundu. DS’lu hastalarda hastalık sıklığı ve
dağılımın bölgesel ve etnik farklılıklar gösterdiği görüşünü destekler
niteliktedir.
Sonuç: DS’lu hastalarda VSD beklenenden daha yüksek bulunmuştur.
16 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Yenidoğan Döneminde Solunum Yetmezliği Nedeni Olarak
Dev Kardiyak Rabdomyom
Muhittin Çelik, Diyarbakır Çocuk Hastanes, Neonatoloji Kliniği
Bedri Aldudak, Diyarbakır Çocuk Hastanes, Kardiyoloji Kliniğ
Heybet Tüzün, Diyarbakır Çocuk Hastanes, Neonatoloji Kliniği
Vefik Çelebi, Diyarbakır Çocuk Hastanesi
Özet: Kardiyak rabdomyom infantil dönemde en sık görülen benign, primer
kalp tümörüdür. Yenidoğanlarda kardiyak rabdomiyomların klinik belirtileri,
intrakardiyak
obstrüksiyon
varlığına,
miyokard
tutulumuna,
tümörün
büyüklüğüne ve ritim bozukluklarına bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Olgu: Otuzbeş yaşındaki annenin 5. gebeliğinden, miadında doğan kız
bebek. Prenatal dönemde hipertrofik kardiyomyopati nedeniyle izlenmiş.
Postnatal ilk saatlerinde siyanoze ve solunum yetmezliği olması üzerine
entübe edilerek merkezimize yönlendirildi. Fizik muyenede mezokardiyak
odakta duyulan 2/6 sistolik üfürüm ve akciğer grafisinde kardiyomegali
saptanması nedeniyle yapılan ekokardiyografik incelemede; AV kapaklar
düzeyinden başlayarak apekse ve sol ventrikül serbest duvarına yayılan
rabdomyomla uyumlu 46x48 mm kitle saptandı. CK-MB ve Tropnin-I
değerleri yüksek saptandı. Holter elektrokardiyografide aritmi gözlenmeyen
olgudan tüberoskleroz (TS) birlikteliği şüphesiyle yapılan kranyal USG,
batın USG ve göz dibi tetkikleri normal olarak değerlendirildi. Dokuz günlük
izleminde,
mekanik
ventilatör
desteği
verilen
hasta
sol
ventrikül
disfonksiyonu nedeni ile kaybedildi.
Tartışma: Fetal kardiyak rabdomyom nadir rastlanan bir durum olup
çocuklarda en sık görülen kalp tümörüdür. olguların %60-80 ni TS ile
birliktedir.
Ancak
hastamızda
bu
birlitelik
saptanmadı.
Genellikle
kendiliğinden gerileme gösterirler ve herhangi bir tedavi gerektirmezler.
Bazı
durumlarda,
bulundukları
yere
bağlı
olarak,
kalp
fonksiyon
bozukluklarına, aritmilere ya da ani ölümlere neden olabilirler. Kitle çapı
>20 mm olanlarda ölüm oranı daha yüksek bildirilmiştir. Olgumuzda da
kitle çapı >20 mm olup sol kalp fonksiyonlarında yetersizliğe yol açmıştı.
17 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Prenatal Tanımlanmış Kritik Valvüler Aort Darlığı
Bedri Aldudak, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Pediatrik Kardiyoloji Kliniği, Diyarbakır
Meki Bilici, Dicle Üniversitesi Tıp Fak, Pediatri ABD, Pediatrik Kardiyoloji BD,
Diyarbakır
Osman Akdeniz, Diyarbakır Kadın Doğum Ve Çocuk Hastanesi, Pediatrik
Kardiyoloji Kliniği, Diyarbakır
Muhittin Çelik, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji Kliniği, Diyarbakır
Özet
Valvüler aort darlığı doğumsal kalp hastalıklarının %3- 6’sını oluşturur.
Klinik seyir darlığın derecesi ile ilişkilidir. Kritik aort darlığı durumunda,
rahim içinde ölüm ve hidrops gelişebileceği iyi bilinmektedir. Prenatal
dönemde inutero aortik valvüloplastinin postnatal süreç üzerine pozitif
katkısına inanılmaktadır.
Olgu: 18 yaşında annenin 1. hamilelikten
canlı doğan kız
bebek; 24.
haftada yapılan fetal ekokardiyografide kritik aort darlığı saptanan hasta 29.
gestasyonel haftada doğdu. Prenatal ekokardiyografi: sol kalp dilate, Aort
kapak hareketleri kısıtlı, aortik anülüs 3mm. Aort kapak düzeyinde akım hızı
2m/sn idi. Hastada kritik valvüler aort darlığı ve buna bağlı sol kalp
yetmezliği düşünüldü. Postnatal 5. saatte balon ile valvuloplasti işlemi
yapıldı ancak 4 saat sonra kaybedildi.
Tartışma: Kritik aort stenozu hastalarında mortalite % 30-50 arasındadır.
Erken tanı ve uygun koşullarda doğum ile mortalite %20 civarına
çekilebilmektedir. Bu nedenle bir çok merkez midgestasyonel dönemde tanı
alan kritik aort stenozlu olgularda in utero aortik valvüloplastiyi alternatif bir
tedavi yöntemi olarak kullanmaktadır. Olgumuza inutero aortik valvüloplasti
düşünüldü ancak işlemin yapılabileceği bir merkez bulunamadı.
Sonuç Kritik valvüler aortik darlık fetal kardiyak girişimin en sık uygulandığı
doğumsal
kalp
hastalığıdır.
Girişim,
etkilemektedir.
18 postnatal
süreci
ciddi
olarak
Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Trakeostomi Sonrası Geç Komplikasyon Olarak Trakeaİnnominate Arter Kanaması
Bahriye Uzun Kenan,Bahar Çuhacı Çakır, Sultan Ay, Cüneyt Karagöl, Tülin Revide
Şaylı
SB.Ankara Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji EAH
Giriş: Trakea-innominate arter fistülü (TIF), trakeostomili hastalarda trakea
ön duvarı ile innominate arter arka duvar arasında genellikle geç gelişen
fatal bir komplikasyondur. Cerrahi müdahale yapılmayan vakalarda
mortalite %100’e yakındır. Trakea ön duvarı ve kartilaj ile innominate arter
arka duvarı arasında tekrarlayan erozyonların oluşturduğu granülasyon
dokusunun erozyonuna bağlı kanama görülür.
Olgu: 19 yaşında erkek olgu; serebral palsi, mental motor retardasyon,
epilepsi
ve
gastroözefagial
reflü
tanıları
ile
nöroloji
bölümünde
izlenmekteyken 1 yıl önce alt solunum yolu enfeksiyonu sonrası kronik
solunum yetmezliği tanısıyla trakeostomi açılarak izleme alındı. Son iki
gündür olan ateş, kusma, sekresyon artışı ile acil servise başvuran hasta
Pnömoni tanısı aldı. Servis takibinin 18. gününde genel durumu kötüleşen
ve aniden trakeotomi kanülünden fazla miktarda kanayan hastada; trakeainnominate arterde fistül olabileceği düşünüldü. Buna bağlı abondan
kanaması
olan hasta, dekompanse hipovolemik şoka girdi ve yapılan
müdahalelere rağmen kaybedildi.
Sonuç:
Trakea-innominate
arter
fistülü
(TIF)
hayatı
tehdit
eden
trakeotominin genellikle geç safhasında gelişen bir komplikasyonudur. Risk
faktörü olan hastalarda fiberobtik bronkoskopi ile trakeal stenoza yol açan
granülasyon dokunun değerlendirilmesi ve gereğinde bilgisayarlı tomografi
ve anjiografi çekilmesi önerilmektedir. Kanama anında primer destek
tedavisi sonrası girimşimsel radyolog tarafında innomiate artere stent
takılması hayat kurtarıcıdır. Cerrahi müdahale yapılmayan hastalarda
mortalite oranı %100’e yakındır.
19 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Neonatal Nonketotik Hiperglisinemi Olgusunda EEG Ve
Spec MR Bulguları
Muhittin Çelik, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji Kliniği, Diyarbakır
Bedri Aldudak, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Diyarbakır
Melek Akar, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Neonatoloji Kliniği, Diyarbakır
Çiğdem Kasapkara, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Çocuk Metabolizma Kliniği,
Diyarbakır
Nonketotik
hiperglisinemi,
glisin
parçalayıcı
enzim
kompleksindeki
metabolik lezyon sonucu meydana gelen otozomal resesif bir hastalıktır.
Postnatal 3. günde emme güçlüğü ile başvuran hastaya nonketotik
hiperglisinemi tanısı konuldu. EEG'de ‚Äò’ burst-supresyon paterni’’ ve
SPECT MR'da ‚Äò’ NAA miktarı düşük, Cho miktarı artmış’’ olarak bulundu
Olgu: Birinci derece akraba evliliği olan anne-babanın 5. çocuğu. Emmesi
zayıf diğer sistem bulguları normaldi. ilerleyen hipotoni ve solunum durması
gelişmesi üzerine hastaya mekanik ventilatör desteği başlandı. Tam kan
sayımı, biyokimya ve amonyak değerleri normal sınırlardaydı.BOS/Plazma
glisin oranı (194/1573 ŒºMol/L) 0.12 saptandı(0,08 üzerinde olması tanı
koydurucu). Sodyum Benzoate ve Fenobarbital başlandı. EEG’de ‚Äò’burst
supresyon paterni’’ ve SPECT MR ‘ NAA miktarı düşük,
Cho miktarı
artmış’’ olarak bulundu. Hasta 24. günde taburcu edildi
Tartışma: Hastalar hiperirritabilite,konvülziyonlar emmede azalma, letarji,
koma ve solunum düzensizlikleri ile başvurur. BOS/plazma glisin oranının
0.08’den yüksek olması tanısal kabul edilmekte. SPECT MR’ında
NAA
miktarı düşük, Cho miktarı artmış ve EEG’de ‚Äúburst-supresyon‚Äù veya
multifokal keskin diken dalgalar görülür. Bu bulgular NKH’ye özgü değildir,
ancak var olması tanıyı destekleyicidir.
Sonuç: Akraba evliliklerinin sık , doğum sonrası belli bir süre iyilik halini
takiben genel durumları bozulan tüm yenidoğanlarda metabolik hastalık
olabileceği gözardı edilmemelidir.
20 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Akut Gastroenterit Seyrinde Paralitik İleus Gelişimi
Şule Gökçe, Güldane Koturoğlu, Aslı Aslan, Gamze Talay, Zafer Kurugöl,Asuman
Özen
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Paralitik ileus (intestinal psödoobstruksiyon) otonomik disregülasyon nedeni
ile oluşan klinik tablodur, patofizyolojisinde intestinal atoni yatmaktadır.
Birçok farklı hastalığın komplikasyonu şeklinde gözlenebilen ve fark
edilmediğinde hayati tehdit yaratan bir durum olup, özellikle cerrahi
girişimler ile ilişkilendirilir. Ancak aynı zamanda dahili hastalıklarda da
karşımıza çıkmaktadır. Çoğunlukla travma, elektrolit imbalansı, bakteriyel
ya da viral gastroenteritler, cerrahi girişimler, mezenterde iskemiye yol açan
olaylar, karın içi enfeksiyonlar sırasında gelişebilir. Karın ağrısı, karın
distansiyonu, gaz ve gayta çıkışında azalma ve kusma en sık gözlenen
semptomlardır.
Nedene
yönelik
tedavi
esastır.
Geç
kalındığında
perforasyon, peritonit, gram negatif sepsis ile sonuçlanabilen bu klinik
tablonun tanımlanması çok önemlidir.
Kliniğimize akut gastroenterit nedeniyle yatırılan ve izlemlerinde elektrolit
imbalansı olmaksızın paralitik ileus tablosu gelişen üç olgu, paralitik ileusun
akut gastroenterit tablolarında akılda tutulmasını vurgulamak amacıyla
sunulmuştur.
21 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Çocuk Acil Servisinde Rotavirus Gastroenteritlerinin Yükü
Sinan Oğuz, Funda Kurt, Veli Korkmaz, Deniz Tekin, Emine Suskan
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Abd, Çocuk Acil
Bilim Dalı
Giris: Akut gastroenteritler çocuklarda morbidite ve mortalitenin onemli
nedenlerindendir. Rotavirus akut gastroenteritlerin etyolojisinde yer alan
önemli bir etkendir.
Yontem: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Bilim Dalına
başvuran çocuk hastalarda rotaviruse bağlı gastroenterit saptanan olguların
klinik özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. 1 Ağustos 2011- 31
Temmuz 2012 tarihleri arasında çocuk acil bilim dalına başvuran, 0‚Äì18
yaş, akut gastroenterit ön tanısı ile gaitada rotavirüs antijen testi yapılan ve
pozitif saptanan olguların yaş ve cinsiyet özellikleri, başvuru mevsimi,
tedavi şekli incelendi.
Bulgular: Incelenen 3046 gaita örneğinin 552’si (%18,1) rotavirüs antijeni
açısından pozitif saptandı. Rotavirus saptanan olguların 284’ü erkek (%
51,4), 268’i kız (% 48,6) idi. Olgu yaşları 36 gün ile 14,59 yıl (ortanca 1,70)
arasında değişiyordu. 321 (%58,1) olgu iki yaş altındaydı. Olguların
%40,3’ünün kış, %8,9’unun yaz aylarında görüldüğü saptandı. Olguların
yaklaşık yarısının (% 46, n:256 ) acil gözlem odasına veya hastaneye
yatırılarak izlendiği ve büyük çoğunluğunu (% 66,8) iki yaş altı hastaların
oluşturduğu, beş yaş üstü hiçbir olgunun hastaneye yatırılmadığı görüldü.
Sonuç: Rotavirüs gastroenteritinin 2 yaş altında ve kış aylarında sıklığının
arttığı, iki yaş altı olgu grubunda hastaneye yatış sıklığının yüksek olduğu
görülmüştür.
22 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Çocuk Acilde Kan Kültürü Kullanımı: Tek Merkez Deneyimi
Sinan Oğuz, Funda Kurt, Veli Korkmaz
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Abd, Çocuk Acil
Bilim Dalı
Deniz Tekin, Emine Suskan
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Abd, Çocuk Acil
Bilim Dalı
Giriş: Çocuk acil başvurularının önemli bir kısmını ateşli enfeksiyon
hastalıkları oluşturmaktadır. Genel durumu kötü ve küçük olgularda kan
kültürü tedaviye çok önemli katkılar sunar.
Gereç ve Yöntem: 2011‚Äì2012 yıllarında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Acil Bilim Dalına başvuran olgulardan alınan 10642 kan kültürü
örneği geriye dönük incelendi. Örnekler standart yöntemler kullanılarak
alındı ve incelendi.
Bulgular: İki yıl içinde 10642 kan kültürü incelenmiştir. Örneklerin
10018’inde (%94,2) üreme olmamış, üreme saptanan 624 örneğin 585’ü
kontaminasyon olarak değerlendirilmiştir. Üremelerin %91,7’sini (n=573)
gram pozitif, %8,3’ünü (n=51) gram negatif bakteriler oluşturmuştur. 363
(%58,2) örnekte koagulaz negatif stafilokok izole edilmiş olup (%19,8)
metisilin direnci %19,8 oranında saptanmıştır. On bir kan kültüründe S.
pneumonia izole edilmiştir. On örnekte S. aureus, yedi örnekte enterokok
izole edilmiş olup, glikopeptit direnci saptanmamıştır. Üç örnekte E. coli
izole edilmiş olup ikisinde ESBL pozitifliği saptanmıştır.
Sonuç: Çalışmamızda kan kültürlerinin %94,2’sinde üreme olmamış, üreme
olanların %93,7’si kontaminasyon olarak değerlendirilmiştir. Bu durum
endikasyon dışı fazla kan kültürü alındığını ve asepsi kurallarına yeterince
uyulmadığını göstermiştir. Kan kültürleri; sadece endikasyonu olan
olgulardan, asepsi kurallarına uyularak alınmalı, kontaminasyon oranları
azaltılarak sınırlı kaynakların gereksiz yere harcanmasının önüne
geçilmelidir.
23 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Adölesan kız olguda karın ağrısının nadir nedeni:
UterusDidelfis
Aslı Aslan, GüldaneKoturoğlu, Özgür Özdemir, Derya Aydın, Zafer Kurugöl
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD
Adölesan yaş grubukız hastalarda, karın ağrısı nedenleri arasında
gastrointestinal problemler ile birlikte menstrüel sorunlar da önemli yer
tutar. Ancak bu nedenler yanında karın ağrısı genital organların
konjenitalanomalilerinesekonder de gelişebilir.
Oniki yaşında kız hasta son bir aydır karnın alt bölgesi ve vagene vuran
ağrı yakınması ile polikliniğimize başvurdu. İki yıldır düzenli şekilde adet
gören hastanın fizik muayenesinde genel durumu iyi idi. Olgunun batın alt
kadranda hassasiyeti ve sol alt kadranda ele gelen ağrısız mobil
kitlesisaptandı. Diğer sistem bakıları olağandı. Laboratuvar incelemelerinde
beyaz
kan
3
hücresi:
6290/mm ,
hemoglobin:
12,8g/dl,
3
trombosit:343000/mm , sedim:4 mm/saat idi. Periferik yaymasında atipik
hücre izlenmedi. Karın MR'ında sağ renalagenezi ile uterusbikornuseptat
olarak izlendi, vajen ve servikal kanal boyunca kan ürününe ait 14x8 cm
boyutunda kolleksiyonve hematokolpos saptandı. Olgu uterusdidelfis olarak
değerlendirilerek çocuk cerrahisi bölümü ile konsulte edildi. Vajinoskopi
vemarsupiyelizasyonuygulanan
hastada
ponksiyon
ardından
aspirasyonlauterus içerisindeki fibrine kan yıkanarak boşaltıldı.
Bu olgu sunumu ilepelvik hassasiyet ve alt batında ağrı ile gelen
adölesanlardaayrıntılı
fizik
muayenenin
önemi
ve
ayırıcı
tanıda
konjenitalanomalilerin de göz önünde tutulması gerektiği vurgulanmıştır.
24 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Parvovirüs B19 İlişkili Yaygın Peteşi
Halise AKÇA1, Nilden TUYGUN1, Can Demir KARACAN1, Emine POLAT2
Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi 1 Çocuk Acil Kliniği, 2 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
GİRİŞ: Peteşi eritrositlerin damar dışına çıkışına bağlı olarak meydana
gelen, yuvarlak kırmızı–mor renkli, 3 mm’den küçük, basmakla solmayan
ve deriden kabarık olmayan lezyondur. Trombositopeni veya trombosit
fonksiyon bozukluğunda ortaya çıkabilir. Burada Parvovirüs B19
enfeksiyonuna bağlı yaygın peteşi gelişen bir olgu sunulmuştur.
OLGU: Daha öncesinde sağlıklı olan 13 yaşında erkek hasta yüksek ateş
ve döküntü yakınmalarıyla hastanemize getirildi. Döküntülerin 3 gün önce
sağ ayakta başlayıp sonra gövdeye yayıldığı öğrenildi. Fizik muayenesinde
genel durumu iyi, vücut sıcaklığı 38,3°C, sağ göz ve ayaklarda ekimoz,
yumuşak damak, gövde ve bacaklarda yaygın peteşiler mevcut, diğer
sistem muayeneleri normaldi. Yüksek ateş ve peteşi olması nedeniyle
meningokoksemi dışlanamadığından hemen antibiyotik tedavisi başlandı.
Laboratuvarda Hb 10,8g/dL, WBC 2600/µL, Plt 141000/µL, periferik kan
yaymasında eritrositler hipokromik, mutlak nötrofil sayısı 700, trombositler
kümeli, diğer testler normaldi. Hastadaki ateş ve pansitopeninin malign bir
olaya bağlı olabileceği düşünülerek yapılan kemik iliği aspirasyonu normal
olarak değerlendirildi. Peteşileri 3. günde gerilemeye başlayan hastada
Parvovirüs B19 IgM (+) ve PCR (+) olduğu öğrenildi. Kontrol tetkiklerinde
düzelme olan hastanın antibiyotik tedavisi kesilerek taburculuğu yapıldı.
SONUÇ: Parvovirüs B19’un en iyi bilinen klinik tablosu 5. hastalık olarak da
isimlendirilen eritema infeksiyozumdur. Klinikte tipik retiküler tarzda
makülopapüler lezyonlar görülür. Ayrıca geçici aplastik krizler, hidrops
fetalis, artropati, çeşitli vaskülitik sendromlar, “gloves and socks” sendromu
ve eritema multiforme gibi tablolarla da nadiren karşımıza çıkabilmektedir.
Kemik iliğindeki öncü hücrelerinin çoğalmasını engelleyerek aplastik anemi,
trombositopeni veya nötropeniye yol açabilir. Bu nedenle döküntü ve tam
kan sayımında bozulma görülebilen malignite, vasküler hastalıklar ya da
meningokoksemi gibi ciddi enfeksiyonların ayırıcı tanısında Parvovirüs B19
düşünülmelidir.
25 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Tekrarlayan Akut Bilinç Değişikliği
1
1
1
2
Halise AKÇA , Nilden TUYGUN , Can Demir KARACAN , Emine POLAT
Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
1
2
Hastanesi Çocuk Acil Kliniği, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
GİRİŞ: Bilinç değişikliği, acil servislere en sık başvuru nedenlerinden biridir.
Bilinci kapalı bir hastanın yönetimi, etiyolojik nedenlerin tedavisi ve
komplikasyonların önlenmesine dayanır. Burada tekrarlayan akut bilinç
değişikliği ile başvuran 4 yaşında bir çocuk olgu sunulmuştur.
OLGU: Dört yaşında kız hasta kusma ve halsizlik yakınmalarıyla
hastanemize getirildi. Kusmanın 1 gün önce başladığı ve yaklaşık 10 kez
olduğu öğrenildi. Yaşamsal bulguları normaldi. Genel durumu orta, uykuya
meyilli, ağız içi kuru, kapiller geri dolum zamanı 3sn, diğer sistem
muayeneleri doğaldı. Dehidratasyon olarak değerlendirilen hastanın yatak
başı stikle kan şekeri 44 mg/dl ölçülünce dekstroz puşesi yapılıp uygun
intravenöz mayii ve antibiyotik başlandı. Ayrıntılı anamnezde hastanın daha
önce 2 kez yaklaşık 1 saat süren halsizlik ve baygınlık halinin olduğu ancak
doktora başvurmadığı öğrenildi. Laboratuvar tetkikleri normaldi. Letarjinin
devam etmesi üzerine beyin tomografisi çekilip lomber ponksiyon yapıldı,
normal olarak değerlendirildi. Hastanın takibinde, yatışının 15. saatinde
bilincinin açık olduğu görüldü. İdrar ve kan ketonu negatif olan hastanın
hipoglisemisine yönelik yapılan incelemelerinde orta zincirli Açil-KoA
dehidrogenaz eksikliği saptandı.
SONUÇ: Bilinç değişikliği acil bir durum olup nedenleri yaşa göre
değişmekle birlikte; sıklıkla enfeksiyonlara, zehirlenmelere ve travmalara
bağlı olarak meydana gelmektedir. Glukoz depolarının tükendiği uzun açlık
durumlarında yağ asidi oksidasyonu ile yapılan keton cisimleri beyin dahil
tüm dokular tarafından enerji kaynağı olarak kullanılır. Yağ asidi oksidasyon
bozukluklarında hastalar klasik olarak hipoketotik hipoglisemik koma ile
başvururlar. Hastalar araya giren enfeksiyon veya katabolik durumlarda
akut klinik tablo ile başvurabilirler. Acil servislere bilinç değişikliği nedeniyle
getirilen ve hipoglisemi saptanan hastalarda metabolik nedenlerin de
olabileceğinin akılda tutulması gerekmektedir.
26 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Acil Servisimize Karbonmonoksit Zehirlenmesi İle
Başvuran Olguların Geriye Dönük Analizi
Dr. Cüneyt KARAGÖL¹, Dr. Alkım ÖDEN AKMAN¹, Dr. Elif KINIK KAYA¹, Dr.
Bünyamin TEYMÜROĞLU¹, Dr. Şerife ÖZTEKİN¹, Dr. Ramiz Coşkun GÜNDÜZ¹
¹ANKARA ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMATOLOJİ ONKOLOJİ
EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
GİRİŞ: Kokusuz, renksiz, tatsız ve irritan özelliği olmayan bir gaz olan
karbonmonoksit (CO) ile zehirlenmeler çocuklarda günlük hayatta sık
karşılaşılan zehirlenmelerden biridir. Bu çalışmanın amacı hastanemiz acil
polikliniğinde değerlendirilen CO zehirlenmesi olgularının klinik ve
epidemiyolojik özelliklerinin belirlenmesi ve başka çalışmalardaki veriler ile
karşılaştırılmasıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji
Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi acil polikliniğine 2013 yılı içerisinde
getirilen ve CO zehirlenmesi tanısı konan 201 çocuk hastanın dosya
kayıtları retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Vakaların 102 si kız (%50,7), 99 u erkekti (%49,3), CO
zehirlenmeleri en fazla kış mevsiminde (%52,7) ve evlerinde (%98)
meydana gelmişti. Zehirlenmelerin kaynağı en fazla odun-kömür sobası
(%72,1) ve doğalgaz kombisi (%13,4) olarak bulundu. En sık yakınmaları
bulantı kusma, baş ağrısı, bilinç bozukluğu, baş dönmesi ve halsizlik
güçsüzlük olarak saptandı.
Hastaların 158 i (%78,4) normal basınçlı O2 ile tedavi edilirken 43 hasta
(%21,4) hiperbarik O2 tedavisi aldı. Sadece 1 hasta exitus oldu, 1 hasta
başka bir hastaneye sevk edildi diğer 199 hasta acil servis (%95), yataklı
servis (%1,5) ve yoğun bakım (%2,5) yatışları ardından taburcu edildi.
SONUÇ: Ülkemizde özellikle kış aylarında CO zehirlenmesine bağlı acil
servis başvuruları oldukça sık görülmektedir. Çocukluk yaş çağında hayatı
tehdit eden ve ciddi nörolojik sekele neden olabilen bu durum ile ilgili
yapılacak klinik ve epidemiyolojik çalışmalar, klinik yaklaşımların
belirlenmesi ve koruyucu önlemlerin alınması konusunda faydalı olacaktır.
27 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Trakeostomi Sonrası Geç Komplikasyon Olarak Trakeaİnnominate Arter Kanaması
Bahar ÇUHACI ÇAKIR, Bahriye UZUN KENAN, Sultan AY, Fatih Alper AKCAN,
Tülin Revide ŞAYLI
S.B.Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim Araştırma
Hastanesi
Giriş: Trakea-innominate arter fistülü (TIF), trakeostomili hastalarda trakea
ön duvarı ile innominate arter arka duvar arasında genellikle geç gelişen
fatal bir komplikasyondur. Cerrahi müdahale yapılmayan vakalarda
mortalite %100’e yakındır. Trakea ön duvarı ve kartilaj ile innominate arter
arka duvarı arasında tekrarlayan erozyonların oluşturduğu granülasyon
dokusunun erozyonuna bağlı kanama görülür.
Olgu: 19 yaşında erkek olgu; serebral palsi, mental motor retardasyon,
epilepsi
ve
gastroözefagial
reflü
tanıları
ile
nöroloji
bölümünde
izlenmekteyken 1 yıl önce alt solunum yolu enfeksiyonu sonrası kronik
solunum yetmezliği tanısıyla trakeostomi açılarak izleme alındı. Son iki
gündür olan ateş, kusma, sekresyon artışı ile acil servise başvuran hasta
Pnömoni tanısı aldı. Servis takibinin 18. gününde genel durumu kötüleşen
ve aniden trakeotomi kanülünden fazla miktarda kanayan hastada; trakeainnominate arterde fistül olabileceği düşünüldü. Buna bağlı abondan
kanaması olan hasta, dekompanse hipovolemik şoka girdi ve yapılan
müdahalelere rağmen kaybedildi.
Sonuç:
Trakea-innominate
arter
fistülü
(TIF)
hayatı
tehdit
eden
trakeotominin genellikle geç safhasında gelişen bir komplikasyonudur. Risk
faktörü olan hastalarda fiberobtik bronkoskopi ile trakeal stenoza yol açan
granülasyon dokunun değerlendirilmesi ve gereğinde bilgisayarlı tomografi
ve anjiografi çekilmesi önerilmektedir. Kanama anında primer destek
tedavisi sonrası girimşimsel radyolog tarafında innomiate artere stent
takılması hayat kurtarıcıdır. Cerrahi müdahale yapılmayan hastalarda
mortalite oranı %100’e yakındır.
28 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Datura Stramonium Çekirdeği Yeme Sonrası Acil Servise
Başvuran Alkaloid İntoksikasyon Olgusu
Nurettin Erdem, Öznur Yılmaz, Okşan Derinöz
Giriş: Datura stramonium (DS) Turkiye’nin hemen her yerinde doğal florada
yaygın olarak yetişen bir bitkidir. Özellikle çoçukların ulaşabileceği
alanlarda yetişmektedir. Antikolinerjik semptomların tanınması ve
klasik
belirti ve bulgularını bilmek, klinisyenin bu zehirlenme olgularını erken
tanıyıp tedaviyi yönlendirmesi açısından önemlidir.
Olgu:8 yaş erkek hasta, başvurudan dört saat önce baş dönmesi halsizlik
şikayeti olmuş. Hızla bilinç değişikliği halusinasyon ajitasyonu gelişen hasta
acil servise bu şikayetler ile getirildi. İlk değerlendirmede kb:130/60 nbz:130
sistem muayenesinde ajitasyon yüzünde kızarıklık ağız kuruluğu pupillerde
dilatasyon dışında patolojik bulgu yoktu. Travma enfeksiyon öyküsü daha
önce
benzer
şikayeti
olmayan
hastanın
intoksikasyon
açısından
sorgulandığında arkadaşları ile ne olduğunu bilmedikleri bir otun çekirdeğini
yedikleri öğrenildi. Otun DS olduğu görüldü. Alkolaid intoksikasyonu
açısından fizostigmin yapıldı. Takibinde semptomlarda gerileme görülen
hasta, 24 saat izlem sonrası taburcu edildi.
Sonuç: Bu olgu bilinç değişikliği ile acil servise başvuran hastalarda klinik
bulgulara antikolinerjik semptomlar eşlik ettiğinde, ülkemizde hemen her
bölgesinde yol kenarlarında ve boş alanlarda yetişen yabani bir bitki olan
DS toksisitesinin akla gelmesi gerektiğini hatırlatmak için sunulmuştur.
29 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Ateş ve Boyun Ağrısının Nadir Bir Nedeni:
ParafarengealAbse
Aslı Aslan, Gamze Talay, GüldaneKoturoğlu, Zafer Kurugöl
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD
Derin boyun enfeksiyonları; boyunda yer alan potansiyel boşluklardaki
yumuşak dokularda selülit- flegmon olarak başlayıp, tedavi edilmediğinde
hızla apse gelişimine neden olan enfeksiyonlardır.
On yaşında erkek olgu, üç gün önce tonsillit tanısı ile benzatin penisilin
tedavisi almış ancak
yakınmalarının geçmemesi, tabloya konuşmada ve
yemek yemede zorluk, boyun hareketlerinde kısıtlılığın da eklenmesi
nedeniyle kliniğimize başvurdu. Fizik muayenede genel durumu orta, vücut
sıcaklığı 39.6 °C, boyun hareketlerinde kısıtlılık, sol submandibular alanda
yaklaşık 3x3 cm çapında ağrılı kitle saptandı. Diğer sistem bakıları
olağandı.Laboratuvar incelemelerinde beyaz kan hücresi: 28.800/mm3,
sedim: 88 mm/saat idi. Boyun MR'ında sol servikal alandaparafaringeal
alanı
dolduran,posteriordaretrofaringeal
bölge
ve
prevertebral
kas
planlarına da uzanım gösteren abse saptandı. Olgu kulak burun boğaz
bölümü ile konsulte edildi ve abse drenajı uygulandı ve ampirik antibiyotik
tedavisi başlandı.
Bu olgu sunumu ile üst solunum yolu enfeksiyonu sonrası devam eden
ateş, boyun ağrısı, boyun hareketlerinde kısıtlılık, konuşma ve yeme
zorluğu olan hastalarda derin boyun enfeksiyonlarının düşünülmesi
gerektiği vurgulanmıştır.
30 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Karbon Hemoperfüzyon Uygulanan Karbamazepin
Zehirlenmesi: İki Olgu Sunumu
Zeynep Kübra Gürcan, Alkım Öden Akman, Fatma Şemsa Çaycı, Aysel Taktak,
Nilgün Çakar
Ankara Çocuk Hematoloji Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi
Karbamazepin (KBZ); parsiyel epilepsiler, bazı affektif bozlukluklar ve
nörojenik
ağrı
sendromunda
kullanılabilen
iminostilben
derivesi
bir
antiepileptiktir. Ancak güvenilirlilik sınırı geniş olmasına rağmen yüksek
dozları tehlikeli olabilmektedir. KBZ zehirlenmeleri acil servislerde sık
karşılaşılan ve yaşamı tehdit eden bir durumdur. Yüksek doz KBZ alımı
sonrası bilinci kapalı bir şekilde acil servise getirilen ve karbon
hemoperfüzyon uygulaması sonrası serum KBZ düzeyi azalan ve bilinci
açılan iki hasta sunuyoruz. İlk olguda karbon hemoperfüzyon öncesi
bakılan serum KBZ düzeyi >80 ug/ml’den, 3 gün uygulanan karbon
hemoperfüzyon sonrası 17 ug/ml’ye geriledi. İkinci olguda ise karbon
hemoperfüzyon öncesi bakılan serum KBZ düzeyi 43ug/ml’den, 2 saatlik
karbon hemoperfüzyon sonrası 19ug/ml’ye geriledi. KBZ yüksek oranda
proteine bağlı olması ve spesifik bir antidotunun bulunmaması nedeniyle
klasik hemodiyaliz metodlarıyla kandan temizlenmesi beklenmemektedir.
Karbon hemoperfüzyon; yüksek dozda ilaç alımı ve zehirlenmelerin
tedavisinde yararlı olabilir. Bu tedaviler kardiyorespiratuvar destek, erken
gastrik lavaj, aktif kömür ve spesifik antagonist tedavilerine ilaveten bazı
seçilmiş olgularda uygulanmalıdır.
31 Çocuk Acil Tıp Kongresi • 26-­‐28 Mart 2014 • Ankara Pnömokok İlişkili Ağır Sepsis
1
2
2
2
Pınar ÖZBUDAK , Nilden TUYGUN , Halise AKÇA , Can Demir KARACAN
Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi
1
2
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Acil Kliniği
GİRİŞ: Ağır sepsis, sepsis ile birlikte akut bilinç değişikliği, oligüri, kan laktat
düzeyinde yükselme, hipoksemi ve sıvı tedavisine yanıt veren
hipotansiyondan en az birinin bulunmasıyla bozulmuş organ perfüzyonunun
kanıtının olması durumudur. Etiyolojik nedenler arasında adölesanlarda en
sık S.pneumoniae, N.meningitidis, S.aureus, Salmonella spp. ve GABHS
yer almaktadır. Burada, ağır sepsis ile başvuran ve takipte pnömoni tanısı
alan pnömokok septisemili bir olgu sunulmuştur.
OLGU: 14 yaşındaki erkek hasta 4 gündür olan halsizlik ve idrar çıkışında
azalma yakınmalarıyla çocuk acil servisine başvurdu. Hastanın vücut
sıcaklığı 38,5°C, oksijen satürasyonu %90, kan basıncı 80/40mmHg,
solunum sayısı 18/dk idi. Genel durumu orta, halsiz görünümde, dudaklar
kuru, kapiller geri dolum zamanı 3 sn, diğer sistem muayeneleri normaldi.
İdrar çıkışı olmayan hastanın 20 ml/kg'dan 1 defa SF yüklemesi sonrasında
kan basıncı normale geldi, idrar çıkışı oldu. Laboratuvarda beyaz küre
25.000/mm3, hemoglobin 11.7gr/dl, platelet 216.000/mm3, CRP 281mg/l,
BUN 28mg/dl, kreatinin 1.06mg/dl, albumin 2,6g/dl ve elektrolitler normaldi.
İdrar dansitesi 1017, pH 5,5, protein pozitifti. Ağır sepsis tanısı alan
hastanın dolaşımının düzelmesine rağmen desatürasyonu devam edince
çekilen akciğer grafisinde sağ akciğer orta zon içerisinde hava bronkogramı
içeren geniş konsolidasyon saptandı. Kan kültüründe S.pneumoniae üreyen
hasta seftriakson ve destek tedavisi ile sekelsiz olarak iyileşti.
SONUÇ: S.pneumoniae'nın neden olduğu enfeksiyonlar, aşılama
sonrasında azalmakla beraber, tüm dünyada hemen her yaş grubu için
önemli bir mortalite ve morbidite nedeni olmaya devam etmektedir. Bu olgu,
akut böbrek yetmezliği ve ağır sepsis tablosuyla başvuran bir hastada,
klinik bulgu vermeyen gizli pnömoninin ve hala ciddi bir etken olan
pnömokokların da etiyolojide akla gelmesi gerekliliğini göstermek için
sunulmuştur
32