Antik Dönem Anadolu Kültleri ve Kült Merkezleri

T.C.
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI
GÜZEL SANATLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
ANTİK DÖNEM ANADOLU KÜLTLERİ
VE KÜLT MERKEZLERİ
UZMANLIK TEZİ
Serkan PARLAK
MART - 2012
ANKARA
T.C.
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI
GÜZEL SANATLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
ANTİK DÖNEM ANADOLU KÜLTLERİ
VE KÜLT MERKEZLERİ
UZMANLIK TEZİ
Serkan PARLAK
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK
MART - 2012
ANKARA
Serkan PARLAK tarafından hazırlanan “ANTİK DÖNEM ANADOLU KÜLTLERİ
VE KÜLT MERKEZLERİ” adlı bu tezin Uzmanlık Tezi olarak uygun olduğunu
onaylarım.
Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK
(Danışman)
Bu çalışma, jürimiz tarafından oy birliği / oy çokluğu ile Kültür ve Turizm
Uzmanı Tezi olarak kabul edilmiştir.
Adı ve Soyadı
İmzası
Başkan : _____________________________________
…………...
Üye : ________________________________________
…………...
Üye : ________________________________________
…………...
Üye : ________________________________________
…………...
Üye : ________________________________________
…………...
Tarih : ......../….…/……
Bu tez, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Turizm Uzman Yardımcılarının
Uzmanlık Tezlerini Hazırlarken Uyacakları Yazım Kuralları Yönergesiyle belirlenen
tez yazım kurallarına uygundur.
SINAV YETERLİK KOMİSYONUNA
BEYAN
Bu belge ile bu uzmanlık tezindeki bütün bilgileri akademik kurallara ve etik
davranış ilkelerine uygun olarak toplayıp sunduğumu; ayrıca, bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı
ve kaynağını gösterdiğimi beyan ederim.
…./…../2012
Serkan PARLAK
Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı
KÜLTÜR VE TURİZM UZMANLIK TEZİNİN ÇOĞALTILMASI
VE YAYIMI İÇİN İZİN BELGESİ
Tezi Hazırlayanın Adı Soyadı
: Serkan PARLAK
Tez Konusu
: Antik Dönem Anadolu Kültleri ve Kült
Merkezleri
Tez Danışmanı
: Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK
Kültür ve Turizm Uzmanlık Tez çalışmamın, Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından yayımlanarak Milli Kütüphane ve İhtisas Kütüphanesinde her türlü
elektronik formatta arşivlenmesini ve kullanıma sunulmasını kabul ediyorum.
…/…/2012
ÖNSÖZ
Toplumları anlamak için kültürlerini tanımak gerekir. İnsanın bireysel
davranışları ile genel toplumsal davranış ve kabullerini belirleyen büyük oranda
kültürdür. Dolayısıyla kültür dinamiklerine hakim olunan antik toplumlar hakkında
bilgi üretmek anlamında daha başarılı olunacağı aşikardır.
Uygarlık ve kültür tarihinin önemli bir aktörü olan inanç, toplumsal kimliklerin
oluşmasında şekillendirici bir rol üstlenmiştir. İnsan yaşamının her alanına nüfuz
ederek siyasetten günlük yaşama, bilimden sanata, insan yaratısı olan ne varsa, hepsi
üzerinde kendisinden izler bırakmıştır.
Anadolu; insan soyunun, keşfetme ve öğrenme serüveni içerisinde mesken
tuttuğu kıymetli coğrafyalardan biridir. Antik dönemlerden beri var olagelen Doğu
ve Batı ayrımının, aslında yalnızca algıda var olduğunu, bünyesinde barındırdığı
“tüm insanlık bilgisi” ile ortaya koymaktadır.
Bu çalışmada, antik dönem Anadolu coğrafyasında tapınım görmüş tanrı
kültleri ile kült merkezleri, araştırılmak üzere seçilen örnekler kapsamında
incelenecek, bölgesel farklılıklar ve benzerlikler ile birlikte Anadolu’ya has bir
karakterin varlığı araştırılacaktır.
Gerek üniversite yaşamım gerekse iş yaşamımda yol göstericiliğini benden
esirgemeyen, tez danışmanım, değerli hocam Sayın Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK’e;
ihtiyaç duyduğum her konuda yakın ilgi ve desteklerini gördüğüm Güzel Sanatlar
Genel Müdürü Sayın Prof. Erol ERDİNÇ’e, Genel Müdür Yardımcımız Sayın Hülya
MURATLI’ya ve Daire Başkanımız Sayın Gamze AYRIM’a; bana huzurlu ve dostça
bir çalışma ortamı sağlayan mesai arkadaşlarıma; birlikte geçireceğimiz vakitlerden
i
çaldığım oğlum Kuzey PARLAK’a ve çalışmalarım sırasında sunduğu destek ve
gösterdiği sabır için eşim Umut PARLAK’a teşekkürlerimi sunarım.
Serkan PARLAK
ii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No:
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………...…..i
İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………..iii
KISALTMALAR DİZİNİ……………………………………………………….….v
GİRİŞ………………………………………………………………………………...1
BİRİNCİ BÖLÜM
1. ANTİK DÖNEM ANADOLU KÜLTLERİ………………………..………….3
1.1. Apollon Kültü……………….…….………………………………………3
1.2. Dionysos Kültü .……………………………….………………….……..18
1.3. Kybele Kültü…………………………..…………………………………30
İKİNCİ BÖLÜM
2. ANTİK DÖNEM ANADOLU KÜLT MERKEZLERİ………………….…..42
2.1. Didyma Apollon Kutsal Alanı ….………………………………………42
2.2. Letoon ..…………………………………………………………….…….47
2.3. Klaros Apollon Bilicilik Merkezi …………………………………….….48
2.4. Lagina Hekate Kutsal Alanı ..……………………………………...…….52
iii
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ……………………………………………….57
KAYNAKÇA……………………………………………………………….……..60
ÖZET.…………………………………………………………………….………..66
ABSTRACT…………………………………………………………………...…..67
ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………………..68
iv
KISALTMALAR CETVELİ
M.Ö.
: Milattan Önce
M.S.
: Milattan Sonta
m
: Metre
km
: Kilometre
v
GİRİŞ
Dünya üzerinde bilgimiz kadar hükmümüz olduğu gerçeği, insanlık tarihine
bakıldığında açıkça görülebilmektedir. Başlangıçta, doğa güçleri karşısında
savunmasız olan insan, deneyimi ve bilgisi arttığı ölçüde yaşadığı çevreyi
şekillendirme yetisi kazanmıştır.
Dinlerin, insan bilgisinin bir parçası olduğu kabul edildiğinde birikimlerimiz
ile birlikte değişen psikolojik, felsefi ve sosyolojik ihtiyaçlarımız doğrultusunda
gelişim göstermesi kaçınılmazdır. Nitekim totemcilikten, paganizme ve ardından tek
tanrı düşüncesine uzanan inançlar, sözü edilen ihtiyaçlar sonucunda değişime
uğramış gözükmektedir.
Ayrıca, insanın doğada tek başına kolayca varlığını sürdürebilmesine olanak
sağlayacak biyolojik donanıma sahip olmaması, topluluklar halinde yaşaması
gerekliliğini beraberinde getirmiştir. Yine bilgi iledir ki başlangıçtaki küçük
topluluklar, uzmanlaşmış iş bölümünün getirdiği dinamikler ile köyleri, kentleri ve
devleti meydana getirmişlerdir.
Toplumsal hayatın kazandırdığı iletişimin varlığı, bir insanı başka bir insanla,
insanların oluşturduğu toplulukları bir başka topluluk ile ilişkili kılmaktadır. Bu
ilişkiler sayesinde bilginin ve deneyimin aktarımı ortaya çıkmakta, her aktarım ile
yeni boyutlar kazanan bilgi, artık insanlığın bilgisi olmaktadır.
Anadolu’nun coğrafi bir kavşak üzerinde yer alıyor olması, pek çok
uygarlıkça
yağmalanması,
istila
edilmesi
ve
mesken
tutulması
sonucunu
doğurmuştur. Her yeni topluluk ile birlikte gelen yeni gelenekler, eskilerin üzerine
eklenerek, yeni bir yaşam biçimi oluşturulmasını sağlamıştır.
1
Kültler açısından bakıldığında Anadolu’nun bu anlamdaki kültür zenginliği
göze çarpmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz hususların sonucu olarak; bilgi
birikiminin zorunlu iletişim ile birlikte yayılım göstermesi neticesinde Akdeniz
coğrafyasının pek çok farklı kültü bölgede kendisine yer edinmiştir.
Bu çalışmanın amacı, antik dönem Anadolu coğrafyasında tapınım görmüş
tanrı kültlerine ilişkin olarak Anadolu’ya has bir karakterin varlığını vurgulamaktır.
Birinci bölümde; seçilen tanrı kültleri çerçevesinde, bu kültlerin nitelikleri ile
Anadolu’nun kendi ve diğer Akdeniz coğrafyası içerisindeki farklılıkları ve
benzerlikleri incelenecektir.
İkinci bölümde; kült merkezleri incelenecek ve tezin amacına yönelik
destekleyici öğelerin varlığı araştırılacaktır.
2
BÖLÜM I
1. ANTİK DÖNEM ANADOLU KÜLTLERİ
Kültler, toplumları anlamak konusunda benzersiz rehberlerdir. Toplumun,
değerleri, dünyada olup bitenlere bakışı, günlük yaşantısı, içinde barındırdığı farklı
dinamikleri ve hatta ekonomik ve politik koşulları hakkında kıymetli ipuçları
barındırırlar. Bu noktada, Anadolu’da antik dönemlerde varlığını sürdüren kültlerin
incelenmesi, sözü edilen dönemin toplumsal yaşayışı ve yapısının daha iyi
kavranmasında bize yol gösterecektir.
1.1 Apollon Kültü
Apollon adının anlamının tam olarak bilinemediği gibi kökeni konusu da
tartışmalıdır. Apollon’un kökeninin Anadolu olduğu tezi, yirminci yüzyılın
başlarından itibaren ortaya atılmıştır.
1903 yılında U. von Wilamowitz-Moellendorff (1921), Apollon’un, Lykialı
olduğunu ileri sürmüştür. Apollon’un annesi Leto’nun adının Lykçe “Lada” dan
geldiğini ve anlamının kadın olduğunu belirtir. Apollon’un sıfatlarından Apollon
Lykeios’un, tanrının Lykialı olduğunu kanıtladığını ileri sürer. Ayrıca Apollon ve
Artemis’in silah olarak ok ve yay kullanmalarının barbar kökenlerini gösterdiğini ve
diğer Olympos tanrıları gibi ayağında sandalet yerine, Artemis’le beraber Batı
Anadolu kökenli bot giydiğini vurgular. İleri sürdüğü tezin son savunması olarak da,
Apollon’un, İliada’da Troialıların yanında yer alışını ve Akhilleus’a karşı
düşmanlığını kanıt olarak gösterir. Sonuç olarak da, Apollon’un kültünün olasılıkla
eski bir külte dayandığını ve Homeros’un da, bu kült bilgilerini yapıtında
kullandığını ileri sürer. Köken tartışmasında Hitit kaynaklarında geçen Apulunas adlı
tanrının, Apollon olabileceği de ileri sürülmüştür (Erhat, 2002).
3
Anadolu inanç sisteminde Apollon, dişil ve eril gücün, toprak ve suyun, ödül
ile cezanın birleşiminin bir sembolü gibidir. Kız kardeşi Artemis ve annesi Leto’nun
ana tanrıça düşüncesi çerçevesinde şekillenen karakterleri, zamanla onun da
karakteristiği olmuş, kimliği içerisinde onlarında algılanmasını beraberinde
getirmiştir.
Anadolu’nun pek çok kentinde kuvvetli bir yer edinmiş ve büyük saygınlık
kazanmış olduğu anlaşılan Apollon kültünün, kehanet icrasının verdiği hakimiyet ve
güç dolayısıyla kazandığı ayrıcalıklı konumu, siyasi otoritenin de ilgisini çekmiştir.
Apollon kültü, köklü inanç sistemi ve uygulamalarının desteğindeki güçlü bir rahip
sınıfının ortaya çıkmasına olanak tanımıştır.
Apollon kahin, kehanet dağıtan tanrı olarak görülürdü. Tanrının Python
yılanını öldürme söylencesi bu kimliği ile ilişkilidir. Themis tapınağının koruyucusu
olan Python yöredeki tüm canlılara zarar veriyordu. Ayrıca Leto çocuklarına hamile
iken, kıskanç Hera, Leto’yu izleme görevini bu Python’a vermişti. Python’u öldüren,
Apollon, Delphoi’da kehanet merkezini kurup, Python’un anısına Pythia
Bayramlarını ve yarışmalarını kurar (Burkert, 1985).
Apollon, müziğin, dansın, şiirin tanrısı tüm güzel sanatların ve bunlarla
ilişkili esin tanrıçaları, dokuz Mousa’nın tanrısıdır. Apollon, Admettos’un sığırlarına
çobanlık yaptığı sırada yeni doğan Hermes, kundağından çıkıp, sürüyü çalar.
Apollon, sürülerini Hermes’in çaldığını öğrenir ve Zeus’a şikâyet eder. Ancak Zeus
henüz yeni doğmuş bir bebeğin bunu yapamayacağını ileri sürerse de, Apollon’un
ısrarı karşısında, Hermes gerçeği anlatır ve sürüden sadece iki ineği öldürüp, on iki
Olympos tanrısına sunmak üzere on iki parçaya ayırdığını söyler. Apollon’un, on
ikinci tanrı kim sorusuna da, Hermes’in yanıtı “ben, hizmetkarınız” olur (Graves,
1984). Bu yanıtın ardından ortamı yumuşatmak amacıyla, kaplumbağa kabuğu,
hayvan boynuzları ve bağırsaklardan yaptığı lyrayı çalmaya başlar. Bu telli saza
hayran olan Apollon, lyrayı kendisine vermesi ve çalmayı öğretmesi koşulu ile
Hermes’i affeder.
4
Tanrı aynı zamanda ölümsüz gençliğin ve erkek güzelliğinin tanrısıdır. Antik
kaynaklarda tanrıların en güzeli olarak bahsi sıkça geçer. Bu özelliği ile Klasik
Dönem eserlerinde genç, güzel, mavi gözlü, sakalsız ve omuzlarına inen uzun,
bukleli saçlarıyla biraz kadınsı bir tip olarak betimlenir. Ancak Arkaik Dönem’de
tanrı Kouros olarak betimlenmiştir. Kouros’ların koruyucu tanrısıdır ve daima genç,
dinç ve kuvvetlidir. Ergenliğe eren her genç erkek, saçından bir bukle kesip, tanrıya
sunardı.
Apollon kentlerin kurucusu ve iyi yasalarının garantörüydü. Uyumlu
yasaların yaratıcı ve koruyucusu olan tanrı sayesinde vatandaşların uyumlu
olabildiklerine ve barış içinde yaşadıklarına inanılıyordu. Toplum ve polis’in
gelişmesi bu uyuma bağlıydı ve bunu sağlayan da aynı müzikteki harmoniyi sağlayan
Apollon’du (Graves, 1984).
Tanrı aynı zamanda Phoibos olarak da hem yaşamın hem de ışığın tanrısı
işlevindedir. Okları ışık huzmelerini sembolize eder. Işık tanrısı kimliğinde bazen,
atların çektiği altın arabasını göğe doğru sürerken betimlenmiştir.
Hitit metinlerinde kapı tanrısı Apulunas adı geçer. Tanrının bu kapıların
koruyucusu kimliği olasılıkla Babil kültünden alınmıştır (Simon, 1980). Babil’de
kapı tanrısı aynı zamanda güneş tanrısı olan Şamaş’tır ve Apollon bu kimliğini de
Şamaş’tan almıştır. Şamaş aynı zamanda Epiphanisi (kapı aralığından insanlara
görünme) ile tanınır. Tanrı Apollon da zaman zaman epiphani yapar. Didyma’da
yılda bir kez tanrının epiphani yaptığına inanılıyordu. Didyma tapınağındaki bilicilik
odasının, pronaosa bakan kapısı, Apollon’un epiphani kapısı idi (Simon, 1980).
İliada’da, Apollon, Poseidon’la beraber Troia surlarını inşa edenler olarak geçer.
Asklepios, babası Apollon’a göre daha iyileştirici bir sağlık tanrısı idi.
Apollon ise daha çok hastalıkları önleyici ya da uzaklaştırıcı işlevinde bir tanrı idi.
5
Apollon aynı zamanda ölüm tanrısı idi. Cezalandırmak istediği zaman oklarıyla
ölümcül hastalıklar gönderiyordu.
Karia bölgesinin önemli kentlerinden olan Knidos’da Apollon’un iki farklı
sıfat altında tapınım gördüğü anlaşılmaktadır.
Bunlardan ilki, Herodotos’un anlatımından bölgede tapınak ve kültü
olduğunu bildiğimiz Apollon Triopios’dur. Bu sıfatın kent kurucusuna atfen
kullanıldığı varsayımı genel anlamda kabul görmemiştir. Sıfatın kelime anlamı “üç
yüzlüdür” (Taşlıklıoğlu, 1963). Bu anlamıyla sıfat, Knidos’un dağlara sırtını dayamış
ve üç yöne açık coğrafi yapısı ile uyumlu görülmektedir.
Apollon’un Knidos’ta ele geçen yazıtlar aracılığı ile saptayabildiğimiz bir
diğer sıfatı Karneios’dur (Waddington, 1972). Geniş bir coğrafyada karşımıza çıkan
sıfatın anlamı tartışmalı olsa da genel kanı koç anlamına gelen Karnos sözcüğü ile
ilişkili olduğu yönündedir. Söz konusu yazıtlar, bölgede kutsal alan veya tapınak
varlığından bahsetmektedir.
Yeni Knidos’daki Apollon kutsal alanı; tapınağı, alana girişi sağlayan
propylonu, sunağı, su kaynağı ve mağaradan oluşan özellikleri ile saptanabilmektedir
(Love, 1973). Sayılan özellikler itibarı ile kutsal alan Anadolu’nun geleneğini
yansıtmaktadır. Mevcut bir yazıt ile Apollon Karneios’a ait olduğu belgelenen kutsal
alanın sunak frizlerinden birinde tanrı Apollon ve Artemis’in doğum sahnesi
betimlenmiştir.
Emecik Apollon Kutsal alanında ele geçen buluntular, Geç Geometrik
Çağ’dan MS. 12. yüzyıla kadar kesintisiz kullanıma işaret eder (Berges, 2000).
Alanda ele geçen birçok ithal malzeme, kutsal alanın deniz aşırı bir ilgi gördüğünün
göstergesidir. Dor düzeninde inşa edilmiş Emecik kutsal alanı, Apollon tapınağının
ilk evresi Arkaik Çağ’a tarihlendirilmektedir. Ancak üzerine inşa edilen kilise nedeni
6
ile oldukça tahrip olan mevcut yapı, Helenistik Çağ’a aittir. Ayrıca, temenos alanı
içerisinde kült mağarası ve kutsal bir su kaynağı bulunmaktadır (Berges, 2001).
Kaunos’ta, kentin yerel baş tanrısı Basileus Kaunios’un teras tapınağı ve
çevresini kapsayan temenos alanı, ele geçen iki adet stel ve Apollon başından
anlaşıldığına göre Hellenistik Çağ ile birlikte Apollon kutsal alanı olarak işlev
görmeye başlamıştır. Stellerin ilkinde, “Apollon tapınağında” ifadesi yer alırken
ikincisinde diğer tanrılarla birlikte Apollon’un adının da geçtiği görülmektedir
(Taşlıklıoğlu, 1963). Açık bir kutsal alan niteliğinde olan Apollon temenosu kuzey
yönünde bir ziyafet binası ile sınırlanmaktadır (Işık, 1999). Söz konusu yapı, kurban
ritüeli sonrasında gerçekleştirilen şölenlerin varlığına ilişkin bilgi vermektedir.
Apollon temenosu tabanı, ana kayanın tamamen düzleştirilmesi ile
oluşturulmuşken, ana kayanın doğal yapısı ile bırakıldığı başka bir temenos dikkat
çekicidir. Kutsal odası içerisinde ele geçen bir kireç taşı Artemis heykelciği, alanın
Anadolu’da zaten kayalıklarla özdeşleştirilen Artemis’e adanmış olduğunu ortaya
koymaktadır (Öğün, 2001). Dolayısıyla Kaunos’ta Apollon ve Artemis’in, yine yan
yana, dişil ve eril gücün birleşimini temsilen bir bütünlük içerisinde tapınım
gördüklerini söyleyebiliriz.
Halikarnassos’da Apollon iki farklı sıfat ile karsımıza çıkmaktadır. Erken
Hellenistik Çağ’a tarihlendirilen bir yazıtta Halikarnassos’daki bir Apollon Agyieus
rahibinin, Artemis heykeli adağından söz edinmektedir (Merkelbach,1998). Agyieus
sıfatı, sokakları, yolları, kapıları, evin içini ve dışını koruyan, koruyucu tanrı
anlamlarını içermektedir.
Apollon’un Halikarnassos’daki sıfatlarından ikincisi Arkhegetes ise, öncü
rehber, kurucu anlamlarını içermektedir (Taşlıklıoğlu, 1963). Yerel özellikleri
vurgulayan bu sıfat Apollon’un Anadolu’da kullanılan yaygın sıfatlarından biri olan
7
biridir. Apollon kültünün Halikarnassos ve Myndos’da kurucu baş tanrı olarak kabul
edilmesi, bölgede gördüğü saygıya işaret etmektedir.
Halikarnassos’da Apollon kültünün varlığı ve önemine ilişkin diğer bir bilgi
kaynağımız kent sikkeleridir. MÖ. 5. yüzyıl ile MÖ. 1. yüzyıl arasına
tarihlendirilebilecek örneklerin ön yüzlerinde defne çelenkli Apollon başı, arka
yüzlerinde ise tanrının simgesi lyra-kithara yer almakta, Roma İmparatorluk Çağı
sikkelerinde ise ön yüzde imparator büstü, arka yüzde ayakta, bir elinde lyra/kithara
ve diğer elinde mızrap tutan tanrı Apollon betimlenmektedir.
Anadolu’da antik kaynaklarca adından en fazla söz edilen kült oluşumu
Didyma Apollon’udur. Apollon’un Didymeus sıfatının, Yunanca ikizler anlamına
gelen “didymos” kelimesinden türetilerek, kardeşi Artemis ile birlikte tapınım
görmüş olduğu söylenmektedir. Sıfatın tanrı ve tanrıçayı ifade ettiği ve iki tapınağı
işaret ettiği düşünülür (Bean, 1966).
Apollon kültü, Erythrai, Smyrna, Magnesia gibi diğer İonia kentlerinde de
varlığını gösterir. Erythrai’de tanrıya verilen birçok sıfat arasında oldukça fazla yerel
özellik bulmak mümkündür. Ayrıca Erythrai’de tanrının yine Artemis ile birlikteliği
tespit edilebildiği gibi Asklepios ile de kült birlikteliği izlenmektedir.
Aeolia bölgesinde Gryneion’un Apollon kültü için sahip olduğu önem
Herodotos, Strabon ve Pausanias’ın kentin kutsal alanıyla ilgili anlatımlarından
anlaşılmaktadır. Apollon Gryneios, Myrina sikkeleri üzerinde, görsel özellikleri ile
karşımıza çıkar. MÖ. 2. yüzyıldan itibaren tanrının; belden üstünü açıkta bırakan bir
giysi içerisinde, sol elinde kutsal şeritlerin veya kurban iplerinin sarktığı bir defne
dalı, sağ elinde bir sunu tası, ayağının dibinde bir omphalos, ve amphora ile birlikte
betimlenmiş olduğu görülür.
8
Aigai kentinde ele geçen iki yazıt üzerinde Apollon’un, Khresterios sıfatı ile
anıldığı görülmektedir (Taşlıklıoğlu, 1963). Daha çok Kıta Yunanistan’da yaygın
biçimde kullanım gördüğünü bildiğimiz ve kehanet saçan anlamını taşıyan bu sıfatı,
Anadolu’da sadece Aigai ve Kalkhedon kentlerinde karşımıza çıkar. Khresterios
sıfatının, bu özelliği ile kentin bir koloni yerleşmesi olduğuna işaret ettiği
düşünülebilir.
Apollon kültünün Temnos’daki varlığı, kentte ele geçen bir meclis kararının
varlığı ile bilinmektedir. Söz konusu Meclis kararında Apollon’un, özgün bir sıfat
olan Kynneios ile anıldığı görülmekte ve Apollon Kynneios’un en azından M.Ö. 3.
yüzyıldan itibaren Temnos’da tapınım gördüğü anlaşılmaktadır. Aynı şekilde tanrı
adına düzenlenen milli şenlikler hakkında bilgi sahibi olduğumuz gibi kutsal alanının
da diğer geleneksel örneklerde olduğu gibi kent dışında olduğu bilgisine de sahibiz
(Taşlıklıoğlu, 1963).
Troas bölgesinde, MÖ. 311’de İskender’in komutanlarından Antigonos
“synoikisis” uygulaması ile bölge kentleri Hamaksitos, Kebren, Skepsis, Neandria,
Kolonai ve Larissa’yı birleştirilmiş ve Aleksandria Troas’ı kurmuştur (Akalın, 2003).
Kentin kutsal alanı Smintheion, bölgenin en önemli kült merkezidir. Apollon’un
burada, Smintheus sıfatı ile tapınım gördüğü yazıtlar aracılığı ile bilinmektedir
(Schwertheim, 1996).
Bilinen en erken yazıt MÖ.165 yılına tarihlen, Aleksandria Troas vatandaşları
adına Apollon Smintheus kutsal alanına, tanrıyı onurlandırmak için dikilen yazıttır.
M.S. 1. yüzyıl içerisine tarihlendirilen bir yazıtta bir Apollon rahibinin heykelinin
kutsal alana dikilerek onurlandırıldığı görülür. Kutsal alanda ele geçen ve spor
karşılaşmalarında ödül alanların onurlandırıldığı iki heykel kaidesinin üzerinde yer
alan yazıtlardan, Smintheion’da “Smintheia Pauleia” şenliklerinin düzenlendiği
anlaşılmaktadır (Ricl, 1997). Aleksandria Troas’da ele geçen yazıtlardan mermer bir
sunak üzerindeki tek bir örnekte tanrı ile birlikte Asklepios Soter’in de adı
geçmektedir. Apollon, Girit kökenli olabileceği düşünülen ve bölge dilinde fare
9
anlamına gelen sminthos sözcüğünden türemiş olan Smintheus sıfatı ile, ilk kez
Homeros’un
İlyada’sında
karsımıza
çıkar,
Troia
savaşları
boyunca
hep
Anadoluluların yanındadır; Troia surlarını inşa eder; Anadolulu kahramanları korur
ve yönlendirir; Akha ordularının üzerine okları ile veba mikrobunu yollar.
Smintheus kültünün, Girit ve Kıta Yunanistan üzerinden bölgeye gelmiş
olabileceği yönünde çeşitli görüşler vardır ancak Kıta Yunanistan’da külte işaret
edebilecek kesin belgeler yoktur (Özgünel, 2001). Dolayısıyla gelen göçmenlerin
kültle burada tanışmış olmaları daha akla yatkın görünmektedir. Antik Çağ’da
Apollon adında bir tanrı olduğunu bildiren en eski kaynak olan Homeros’un
metninde, tanrının Smintheus sıfatı ve Anadolulu karakteri ile yer alması; bölgede,
dolayısıyla Anadolu’da Apollon kültünün köklülüğünü ve önemini açıkça gözler
önüne serer. Ayrıca yerli Mysia dilinde fareye sminthos denmesi, kültün bölge
dışında tanınmıyor olması, kültün özgün olduğu yönündeki güçlü kanıtlardır
(Özgünel, 2001).
Her ne kadar Smintheion’un, bir kehanet ocağı olduğunu gösteren arkeolojik
kanıt yok ise de MS. 3. yüzyılda yaşamış olan Menander Rhetor (……) Apollon’un
Lykia’da doğduktan sonra ilk kurduğu kehanet ocağının Smintheion olduğunu ve
tüm kehanet ocaklarının buradan yayıldığını söyler.
Sikke betimleri üzerinde iki farklı Apollon Smintheus ikonografisi
bilinmektedir. Bunlardan ilki; erken özellikler taşıyan, giyimli, öne uzattığı sol elinde
bir yay, sağ elinde ise bir sunu tası tutan ve sırtında sadağı asılı Apollon
Smintheus’dur (Grace, 1932). Sikkeler üzerinde gördüğümüz ikinci Apollon
Smintheus ise, çıplaktır, sağ ayağı ile bir yükseltiye basar, öne doğru eğilmiştir, sol
eli belindedir ve dizine dirseğiyle yaslanarak öne doğru uzattığı sağ elinde bir defne
dalı tutar (Grace, 1932). Sikkelerde izlenen tasvirler Apollon Smintheus tapınağı kült
heykeli ikonografisine ilişkin bir fikir oluşturmaktadır.
10
Mysia bölgesin Kyzikos kenti içerisinden ele geçen yazıtlar Apollon
tapınımına işaret eder ancak bu yazıtlarda tanrının herhangi bir sıfat almadığı ve
Asklepios ile birlikte anıldığı görülmektedir (Taşlıklıoğlu, 1963). Yazıtlardan birinde
kentte önemli hizmetlerde bulunmuş, Asklepios kültünün rahipliğini, belki de
kuruculuğunu yapmış olan bir sülalenin, aile bireylerinin tanıtıldığı ve hizmetlerinin
anlatıldığı anlaşılmaktadır (Hasluck, 1903). Yazıtta, aile bireylerinden birinin
mermer heykelinin, Apollon ve Asklepios tapınağına dikilmiş olduğunun
belirtilmesiyle kent içerisinde Apollon ve Asklepios’un ortak bir kutsal alanda
tapınım gördüklerini düşünmek yerinde olacaktır.
Kent çevresinde ele geçen yazıtlarda ise tanrının birçok sıfatla anıldığı göze
çarpmaktadır. Özellikle Kreteanos sıfatı, yoğunluğu ile dikkat çekicidir. Toplam 14
adet adak yazıtı üzerinde Apollon Kreteanos’un onurlandırılıyor olması, tanrının bu
sıfatıyla kent için önemini vurgular niteliktedir (Taşlıklıoğlu, 1963). Apollon’un
Tadokomeites, Mekastenos ve Bathylimenites sıfatları ile anıldığı yazıtlar ise birer
örnekle temsil edilirler (Taşlıklıoğlu, 1963). Mekastenos sıfatının, bölge için önemli
olan Mekastos nehri ile ilişkili olarak türetildiği düşünülmektedir (Tanrıver, 1996).
Bathylimenites sıfatının ise, Kaunos da dağ ile özdeşleştirilen kutsal taş, baitylosu
akla getirmektedir.
Apollon’u, Kyzikos kent sikkelerinde M.Ö. 300 yılından İmparatorluk Çağı
sonuna kadar izleyebilmekteyiz. Apollon çıplak, omphalos üzerinde otururken, bir
elinde sunu tası ve yanında kithara, yay veya üç ayak ile birlikte betimlenmiştir.
M.Ö. IV. yüzyıla tarihlendirilen kent sikkelerinin arka yüzlerinde, üzerinden güneş
doğan üç ayak betimi yer alırken M.S. II ve III. yüzyıl örneklerinde ise ayakta duran
tanrı, bir elinde kithara, diğer elinde ise mızrap tutar halde betimlenmiştir.
Pergamon kentinin baş tanrısı Asklepios’dur fakat Apollon’un da Pythios
sıfatı ile tapınım gördüğü yazıtlar aracılığı ile saptanabilmektedir (Taşlıklıoğlu,
1963). Pausanias’da kentte Apollon Pythios tapınağı olduğunu aktarır ancak tapınak
günümüze ulaşmamıştır.
11
Pergamon’da Apollon kültü M.Ö. V. yüzyıl itibari ile sikkelerden
izlenebilmektedir. Krallık öncesi Pergamon sikkeleri arasında yer alan gümüş bir
sikkenin, önyüzünde tanrının simgelerinden olan defneyapraklarından yapılmış bir
çelenkle kısa saçlı Apollon başı bulunmaktadır. Arka yüzünde ise hepsi kare içinde
bulunan Pers serpuşlu sakallı bir erkek başı (satrap) ve onun üstünde ay motifi yer
almaktadır (Bayatlı, 1953). Arka yüzde yer alan betimleme bölgenin Pers hakimiyeti
altında olduğunu göstermektedir. Persli figürün üzerinde yer alan ayın ise tanrısal
güçlerle ilgili olduğu düşünülmelidir.
İ.Ö. V. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bir diğer sikke üzerinde, kısa saçlı
ve zafer işareti anlamında kullanılan defne çelenkli Apollon başı yer almaktadır.
Arka yüzünde karşılıklı bir birine bakan iki boğa başı aralarında başak ve alt kısımda
yunan harfleri ile “perga” ibaresi bulunmaktadır (Bayatlı, 1953). Erken dönem
Pergamon sikkeleri üzerinde diğer tanrı tasvirlerine oranla Apollon başının yer aldığı
sikkelerin sahip olduğu sayısal üstünlük bize İ.Ö. V. yüzyılda tanrının kent
panteonunda önemli bir role sahip olduğunu göstermektedir (Üreten, 2003).
Pergamon krallık dönemi sikkeleri arasında yer alan iki bronz sikke de kültün
dönem itibarı ile bölgedeki varlığından söz etmemize olanak sağlamaktadır. Her iki
bronz sikke de zaman bakımından II. Eumenes (M.Ö. II. yüzyıl) dönemine aittir.
Sikkelerden ilkinin önyüzünde çelenkli Apollon başı, arka yüzünde hanedanlığın
kurucusu Philetairos’un adından oluşan yunanca lejant ve arı resmi vardır. İkinci
sikkenin önyüzünde de tıpkı bir önceki sikkenin önyüzünde olduğu gibi çelenkli
Apollon başı bulunmaktadır. Arka yüzünde ise tanrının en önemli atribütlerinden biri
olan üçayak ve yine aynı lejant yer almaktadır.
Bithynia bölgesi kentlerinden Nikaia’da Apollon kültünü belgeleyen önemli
verilerden biri, İmparator Commodus (M.S. 177-192) dönemine tarihlenen bir
yazıttır (Merkelbach, 1987). Yazıtta bugün için yeri saptanamamış olan, İmparator
Commodus döneminde inşaatının devam etmekte olduğunu öğrendiğimiz, kent
surları dışındaki Apollon kutsal alanından bahsedilmektedir.
12
İmparatorluk Çağı için kentin en önemli bayramı, Apollon Pythios için
düzenlenen şenliklerdir. Şenliklere verilen kıymet, ödül alan yarışmacıların
onurlandırılması ile ilgili elimize geçen çok sayıda yazılı belgenin varlığı ile
anlaşılmaktadır (Merkelbach, 1987).
Apollon’un, Nikaia çevresinde ele geçen küçük sunaklarda farklı sıfatlar ile
anıldığı tespit edilmiştir. Örneğin, Roma İmparatorluk Çağı içerisine tarihlenen iki
mermer sunak üzerinde rastladığımız Akrelenos bunlardan biridir (Şahin, 1981).
Kelimenin bitimindeki –enos eki sıfatın bir yer veya mevki adı olduğunu işaret
etmektedir. Sıfat, tanrının kültüyle bütünleştiği bir yer ile nitelenmektedir.
Apollon, Nikomedia’da Yazırköy yakınlarındaki Kayalıdağ ve Karakayalı
arasından ele geçen beş adet sunak üzerinde herhangi bir sıfat almaksızın
onurlandırılmaktadır (Tuğrul, 1958). İçlerinden bir tanesinde tanrı, Apollon olarak
değil Phoibos olarak anılmaktadır. Sirkanos halkı ve Psarelanos’lu köylülerin
adakları oldugu belirtilen iki sunağın yazıtları, adak sahiplerinin kırsal kesimde
yasayan insanlar olduklarını işaret etmektedir.
Phrygia
bölgesi
kenti
Hierapolis
yazıtları
üzerinde
Apollon,
Kıta
Yunanistan’da yaygın bir kullanıma sahip olan Apollon Pythios (kehanet saçan) ve
özellikle Karia’da kullanılan Apollon Arkhegetes (kurucu) sıfatları ile anılmaktadır
(Sevin, 2001).
Apollon’un Hierapolis’deki üçüncü ve özgün sıfatı Kar(e)ios’a mermer bir
heykel kaidesi ve iki adet adak steli, üzerlerinde yer alan yazıtlar içerisinde
rastlanmaktadır. M.S. II. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen adak stelinin üzerindeki
yazıta, çift ağızlı bir balta kabartması eşlik etmektedir. Çift ağızlı baltanın iki
yanında ise, tanrının, duaları işittiğine vurgu yapan iki adet kulak kabartması
görülmektedir. Aynı çift ağızlı balta ile kulakların olduğu betimlemelere Karia’da da
13
rastlanıyor olması sıfatın Karia’lı tanrı anlamı taşıdığı konusunda kuvvetli bir işaret
olarak yorumlanmalıdır.
Ele geçen sikkeler üzerinde Apollon Kar(e)ios, omzunda çift ağızlı baltası,
elinde kimi zaman defne dalı kimi zaman da sunu tası ile kısa bir tunik ve manto
giymiş olarak resmedilmiştir ve Tanrının çift ağızlı balta ile betimlendiği örneklere
Augustus döneminden başlayarak M.S. III. yüzyıl içlerine kadar rastlayabilmekteyiz.
Bergama kralı II. Eumenes tarafından M.Ö. 197-159 yılları arasında kurulmuş
olan (Sevin, 2001) Eumeneia antik kentinde Apollon, sokakları, yolları, kapıları ve
evi koruyan, koruyucu tanrı anlamlarını içeren, Propylaios sıfatı ile onurlandırılmıştır
(Taşlıklıoğlu, 1963). Propylaios sıfatının geçtiği adak yazıtlarından iki tanesi, çift
ağızlı bir balta kabartmasını çevrelemektedir (Ramsey, 1895). Eumeneia’da Apollon
Propylaios, taşıdığı çift ağızlı balta ile karakteristiktir ve Phrygia’da Lairbenos ve
Kareios sıfatları altında da Apollon’un, çift ağızlı balta ile birlikte betimlendiğini
görmekteyiz.
Tanrı, kentin sikkeleri üzerinde yer alan iki farklı biçiminde de çift ağızlı bir
balta taşımaktadır. Bunlardan birincisinde, öne uzattığı sağ elinde bir karga tutarken
sol eliyle ise pelerinini tutmakta, ikincisinde, sol elinde çift ağızlı balta tutmaktadır.
Apollon, yoğunluklu olarak Kıta Yunanistan’da kullanılan Propylaios sıfatını
almış olmasına rağmen, ikonografik olarak farklı özellikler göstermektedir. Tanrının
çift ağızlı balta taşıyan, çift ağızlı balta ile özdeşleştirilen biçimleri, farklı sıfatlar
altında olsa da, Lydia (Taşlıklıoğlu, 1963), daha önce andığımız Troas ve Karia
(Küçükeren, 2005) bölgelerinde de karsımıza çıkar.
Böylece bakıldığında, çift ağızlı baltanın, Anadolu, özellikle de Lydia ve
Phrygia için karakteristik olduğunu ve hatta Anadolu’nun M.Ö. II. bin’inde, Hitit
tanrısı Teşup betimlemelerinde ve tapınışlarında dahi varlığını bilmemiz nedeniyle
14
Anadolu geleneğinin bir parçası olarak varlığını sürdürdüğünü rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Lydia devletine başkentlik yapmış olan Sardes’te, Apollon kültünü
belgeleyen Lydia dilinde yazılmış ve M.Ö. V. ve IV. yüzyıllara tarihlendirilen iki
yazıtta Apollon ve Artemis ile birlikte anılmaktadır (Taşlıklıoğlu, 1963).
M.Ö. 2. II. yüzyıl ortalarına tarihlenen bir yazıt kültten sorumlu rahiplerin
durumu ve kültün devlet yönetimi ile ilişkisi hakkında bize önemli bilgiler
vermektedir. Yazıt Pleura’daki Apollon tapınağı rahiplerinden birinin, kutsal
alanların tümünden sorumlu kraliyet rahibine ilettiği ricayı ve kraliyet rahibinin
cevabını içermektedir.
Apollon Pleurenos kültü ile ilgili bir diğer yazıt, Apollon rahiplerinin ve kült
yönetim kadrolarının listesi niteliğindedir. Rahipler arasındaki hiyerarşik yapılanma
hakkında bilgiler veren metinde, rahip sınıfının aynı ailenin üyelerinden oluştuğu
görülmektedir.
M.Ö. II. yüzyıla tarihlenen Sardes sikkelerinde Apollon; sol elinde bir defne
dalı, öne doğru uzattığı sağ elinin üzerinde bir karga ile birlikte betimlenmiştir.
Patara Apollon kutsal alanı ile ilgili ilk bilgilerimizi; Patara’lı kadın
kahinlerin, tanrı ile iletişim kurabilmek için geceleri kendilerini tapınağa
kapattıklarını aktaran Herodotos’dan öğrenmekteyiz.
Pausanias; Troia savaşı kahramanlarından Telephos’un armağanı olan ve
Hephaistos’un yapmış oldugu bir bronz kabın, Patara Apollon tapınağında
sergilendiğini aktarmaktadır. Statius ise M.S. I. yüzyılda verdiği Apollon kült
merkezlerinin listesinde Tenedos, Khrysa, Delos, Klaros ve Didyma’nın yanında
Patara’yı da saymaktadır (Bryce 1986).
15
Antik kaynaklardan anladığımız üzere, Apollon kültü, kentte erken
dönemlerden itibaren varlık göstermiştir. Külte ilişkin yazıtlar ise en erken
İmparatorluk Çağı ile birlikte görülmeye başlamaktadır. Roma İmparatorluk
Çağı’nda Patara kehanet ocağının, Delphi ve Delos ile yarışabilecek kadar ünlü ve
değerli olduğunu, Rhodiopolis’de tespit edilmiş olan bir yazıtın ışığında
söyleyebilmek mümkündür. İmparatorluk Çağı’na tarihlendirilen diğer yazıtlarda,
Apollon’un, ata kültü ile ilişkilendirilebilecek, aile ve aile bireylerini koruyan,
gözeten tanrı vasfını öne çıkaran, Patroos sıfatı ile anıldığı görülmektedir. Söz
konusu sıfatın, Lykia bölgesinde Kadyanda, Rhodiapolis, Oinoanda, Balboura ve
Kyanis gibi kentlerde ele geçen yazıtlarla yaygın bir şekilde tanımlanabiliyor olması
nedeniyle Apollon Lykia Birliğinin baş tanrısı olarak değerlendirilmektedir
(Taşlıklıoğlu, 1963).
Pamphylia bölgesi kentlerinden Side’de Apollon’u, ele geçen Geç
İmparatorluk Çağı yazıtlarının hemen hepsinde kentin kurucu tanrısı Arkhegetes ve
Lykia’dan bildiğimiz, ataların tanrısı Patroos olarak görürüz (Nolle, 2001). Kentte
Athena’nın da aynı sıfatla kurucu tanrı sıfatı ile anıldığı görülmektedir. Tanrının,
kurucu ve ata tanrısı olarak onurlandırıldığı yazıtlardan üç tanesi, Apollon rahipleri
tarafından adanmıştır ki bu yazıtlar kentteki Apollon kutsal alanının epigrafik
kanıtlarını oluşturmaktadırlar (Nolle, 2001). Kehanet merkezine ilişkin tekil bir
buluntu olan kehanet cevabı var olsa da başka bir örneğe rastlanmaması ve antik
kaynaklarda konunun bahsinin geçmemesi nedeniyle kentte bir kehanet ocağının var
olduğu söylenememektedir.
Side’nin en önemli dini bayramı yanaşma şenlikleridir, dört yılda bir kutlanır
ve gemilerin limana sağ salim ulaşmaları hatırına düzenlenirdi. Athena ve
Apollon’un onuruna düzenlen, sadece Pamphylia’lıların katılabildikleri şenlik ve
yarışmalarda spor karsılaşmalarının önemli bir yeri olduğu, yarışmalarda dereceye
girenlerin onurlandırıldığı, çok sayıda yazıt ile belgelenmektedir (Bean, 1965).
16
Side kent sikkeleri üzerinde, M.Ö. IV. yüzyıldan itibaren görülmeye başlayan
Apollon, ön yüzlerinde Athena’nın yer aldığı örneklerde, iki farklı tipte
betimlenmiştir. Her iki tipte de tanrı; ayakta, ayaklarının dibinde bir karga ve önünde
bir sunak ile birlikte, omzundaki şal dışında çıplak olarak betimlenmiştir. İlk tipte;
öne uzattığı sağ elinde kısa saplı bir defne dalı, sol elinde yay taşımakta, ikinci tipte
ise, sağ elindeki sunu tası ile önündeki ateş altarına tahıl veya sıvı dökerken, sol
eliyle uzun saplı bir defne dalını tutmaktadır.
Kentin kurulduğu yarımadanın güneyinde ve antik limanın doğusunda iki
büyük tapınak yer almaktadır. Korint düzeninde inşa edilmiş olan bu tapınaklar,
kentin iki büyük tanrısı Athena ve Apollon’a adanmıştır (Mansel, 1978).
Apollon’un, Side’de oldugu gibi Perge’de de Arkhegetes sıfatı ile
onurlandırılsa da kentin koruyucu baş tanrısı Artemis’tir. (Taşlıklıoğlu, 1963).
Perge’de
ana
tanrıça
düşüncesinde
biçimlendirilmiş
ve
kentin
ismiyle
bütünleştirilmiş olan Artemis Pergaia’nın yoğun tapınımı görülmektedir.
Pisidia
bölgesi
kenti
Sagalassos’da
Apollon’un,
Klarios
sıfatı
ile
onurlandırılmış olduğu, adak yazıtları (Taşlıklıoğlu, 1963) ve ait tanrıya ait tapınağın
blokları (Mitchell, 1990) üzerinde yer alan yazıtlar ile belirlenmektedir. Bu
yazıtlardan, kutsal alanın, tanrıya ve İmparatora adanmış olduğu ve kutsal alanda
düzenlenen Klareia şenliklerinde edebiyat, müzik, spor yarışmaları gerçekleştirildiği
bilgisini edinmekteyiz.
Kent sikkeleri üzerinde Apollon, belinden yukarısı çıplak, oturur vaziyette,
sol elinde kithara, sağ elinde mızrap tutarken betimlenmiştir. Bazı örneklerde tanrı
betimine üç ayağın eslik ettiği görülmektedir.
17
1.2 Dionysos Kültü
Dionysos, her kış ölen ve her baharda canlılık kazanmasıyla doğanın,
doğadaki kontrol edilemez gücün, üzümün, şarabın, sarhoşluğun, çılgınlığın ve
gizemin tanrısıdır (Thomson, 1990). Dionysos sözcüğünün anlamı üzerine ortaya
atılmış farklı varsayımlar olsa da sorun tam olarak çözülebilmiş değildir.
Dionysos’un nereli olduğuna dair çeşitli görüşler vardır. Tanrı, bazı
kaynaklarda Trakya kökenli gösterilmekte (Kern, 1958), bazılarında ise bir LydiaPhrygia tanrısı olarak kabul edilmektedir (Euripides, 1944). Phrygia bölgesinde tanrı
Βriges diye anılırken Lydia’da özgür anlamına gelen Briga olarak anılmaktaydı.
Phrygia ve Lydia’da tanrıya, Özgür Adam, ona tapanlara da Özgür İnsanlar
denmekteydi (Dürüşken, 2000).
Dionysos’a Bakkhos, Bromios, Euhios, Iakkhos ve Iobakkhos diye de
seslenilmektedir (Erhat, 2002). Bunlardan Bakkhos adı, Bakkhus tanrısının
coşkusuna kapılıp, dininin gizemine erişmek anlamına gelen bakkheuo fiilinden
türemiştir ve tanrının Latinleşmiş adıdır (Dürüşken, 2000). Bromios, gürleyen,
gümbürdeyen anlamına gelen sıfattan oluşan ses benzetmesidir, Euhios, “Euhoy” ya
da “Euhay” gibi coşkulu bağırtmalardan türeme bir isimdir; Iakkhos, çığlık anlamına
gelen iakkhe’nin eril biçimi ve bir ses benzetmesidir (Erhat, 2002).
Çeşitli buluntular ışığında, Tanrının kökeninin Geç Hitit Dönemine ait
olabileceği düşünülmektedir. M.Ö. VIII. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen İvriz
Kaya Kabartması’nda Kral Warpalawas, bitkilerin ve doğanın tanrısı olan
Tarkundas’a tapınırken betimlenmiştir. Burada tanrı buğday başağı ve üzüm salkımı
ile gösterilmiştir (Akurgal, 2000). Tanrı, hem doğa tanrısı olması hem de üzümle
birlikte betimlenmiş olması dolayısıyla Dionysos ile benzeşmektedir. Bu kabartma
ışığında ve antik kaynakların tanrının Lydia-Phrygia kökenli olduğu bilgisini vermesi
18
ile Dionysos’a, Geç Hitit Dönemi’nde Phrygia Bölgesi’nde benzer özellikler taşıyan
tanrı Tarkundas’ın öncüllük ettiği düşünülebilir.
Dionysos, bir Anadolu tanrısı olarak kabul edildiğinde; onun, tarımın
özellikle üzümün oldukça yaygın olduğu bir coğrafyada doğa tanrısı kültüyle tapınım
görmesi oldukça doğaldır. Dionysos kültünün bu bölgede görülmesinde kaliteli
üzümün yetiştirilmiş olması da etkili olmuştur.
Tanrının doğumuna ilişkin olarak iki söylenceden ilki kültün kutsal kitabı
sayılan Euripides’in Bakkhalar’ında şu şekilde anlatılmaktadır:
Zeus, Semele’ye aşık olup onunla ilişki kurar ve Semele Dionysos’a hamile
kalır. Semele, Tanrıça Hera’nın da dolduruşuna gelerek tanrısallığından emin olmak
adına O’nu tüm varlığıyla görmek istediğini Zeus’a söyler ancak sonucunda talihsiz
kadın yanarak can verir. Fakat Zeus, Semele’nin karnındaki çocuğu yanmadan
çıkarıp baldırına diker ve orada saklar; zamanı gelince de Dionysos’un doğumunu
gerçekleştirir. Ölümün yeni bir yaşam getirmesini ifade eden bu durum, tanrıya ait
ikinci bir doğum olarak görülmektedir. Tanrı, ilk keresinde annesinden ve ikincisinde
babasının baldırından olmak üzere iki defa doğmuş olur.
“…Anam, Kadmos’un kızı Semele
yıldırım yalazları içinde doğurmuş beni.
Bugün tanrılığımdan sıyrılıp insan biçimine girdim….
İşte sarayın yanı başında gömütü anamın,
yanık evinin kalıntısı üstünde
hala tütüyor Zeus’un ateşi…” (Euripides, 1944)
Tanrının
doğumuna
ilişkin
ikinci
söylenceye
göre
Demeter,
kızı
Persephone’yi Zeus’tan korumak için Sicilya’da gizli bir mağaraya saklar ve etrafına
korumalar diker; fakat bir yılan kılığında mağaraya giren Zeus, Persephone ile
19
ilişkiye girer ve Dionysos dünyaya gelir. Zeus’un Dionysos’u kendi varisi ilan etmesi
üzerine çileden çıkan Titan’lar, Dionysos’u parçalar ve uzuvlarını kaynatıp şişe
geçirerek ateşe tutarlar. Ancak Tanrıça Athena, Dionysos’un kalbini kurtarmayı
başarır. Zeus, bu duruma çok öfkelenir ve yıldırımlarıyla Titanları bozguna uğratır.
Apollon, Dionysos’un uzuvlarını ve kalbini alarak, yeniden doğması için Parnassus
Dağı’na bırakır. Zeus’un bozgununa uğrayan titanların küllerinden meydana gelen
insan ırkı, Orphik inancın temellerini oluşturur (Hançerlioğlu, 1975).
Görüldüğü üzere her iki mitde de Dionysos, ya Zeus’un kendisinden ya da
Zeus’un marifeti ile ikinci kez doğmaktadır. Böylece, tanrının varlığı doğrudan
doğruya çok daha eski bir tanrı olan baş tanrı Zeus’a bağlanarak, Dionysos’a Hellen
kimliği kazandırılmakta, dışarıdan gelen tanrıya karşı toplumda bir sempati
oluşturmak adına kültte bir akrabalık bağı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Dionysos’un
köken
olarak
Anadolu’ya
ait
olduğu
Euripides’in
Bakkhalar’ında defalarca dile getirildiği gibi Erhat’ta (2002) da ayrıntıları ile ele
alınmıştır. Tanrının gerek imgelemi, gerek folklorik nitelikleri, tanrının kültüne
ilişkin cümbüşlerin ve alayların Kybele kültü ile olan benzerlikleri O’nu
Anadolu’nun gelenekleri ile ilişkili kılmaktadır.
Kybele ve Dionysos kültlerinin temelinde yatan orgiastik coşku, kendinden
geçme, tanrısal adanma gibi uygulamalarda her iki kültte de aynı simgelere, aynı araç
ve gereçlere başvuruluyor olması dikkat çekicidir. (Erhat,2002)
Doğumundan sonra Zeus tarafından Hera’ya olan korkusu nedeniyle
Hermes’e verilen Dionysos, Papposilenos (Baş Silenos) ve Nysa Vadisi’ndeki
Nymphe’lere emanet edilmiştir. Nymphe’ler tarafından sarmaşık ve asma dalları ile
örtülü bir mağarada yetiştirilen Dionysos geyiklerin ve panterlerin peşinden koşmayı,
oklarla onları öldürmeyi ve gene onların postlarına bürünmeyi eğlenceye dönüştürür.
Bir gün vahşi dağlarda gezerken, yanında iki yavrusu olan bir dişi aslana rastlar ve
20
zamanla onları ehlileştirir. Daha sonra dünyayı dolaşmaya çıktığında da Dionysos’un
arabasını bu aslanlar çekecektir.
Büyüdüğü mağaranın duvarlarında bulunan asmalardaki üzümleri sıkarak
önce şarabı ve bunun sonucunda gelen sarhoşluğu keşfeder; sonra bunu Nymphe’lere
içirir ve onları sarhoş eder ve beraberce dağlarda ve ormanlarda oradan oraya
koşarak bunu kutlarlar. Dionysos, keşfetmiş olduğu bu içkiyi ve yapımını öğretmek
amacıyla dünyayı dolaşmaya karar verir. Lydia’dan başlayarak Hindistan’a kadar
gider ve bir zafer alayıyla geri dönerek Thebai kentine gelir.
“Ey Thebai, Semele'yi besleyen toprak,
takın artık sarmaşık çelenklerini
Açılsın çiçekleri, açılsın
güzel meyveli yeşil saparnanın!
Bürün yapraklarına meşelerin, çamların!
Giyin benek benek ceylan postunu,
süslen ak koyunların yününden örgülerle,
yansın elinde narteks'lerin sönmez ateşi!
Yakındır yeryüzünün korolarla coşup taşması.
Bromios geliyor, alaylarıyla, dağdan dağa,
Dionysos delisi kadınların
gergeflerini, mekiklerini bırakıp
kaçtıkları dağlara.
Ey karanlık diyarı Kureta'ların,
Girit'te Zeus'un doğduğu kutsal mağaralar,
orada icat ettiler, benim için,
üç sorguçtu miğfer giyen Korybant'lar
çembere gerilen deriyi,
Orada karıştı coşkun davul sesleri
Phrygia kavallarının tatlı nefeslerine.
Korybant'lar davulu Rhea anamıza verdiler
21
Bakkha'ların çığlıkları arasında gümbürdesin diye.
Onu coşkun Satryr'ler Ana Tanrıçadan aldılar,
sesini korolara karıştırdılar,
Dionysos'a hoş gelen Trieterit bayramlarında
Koşmak ne güzel, dağlarda
Bakkhos alaylarının ardından!
Sarılıp gezmek benekli ceylan postuna,
serilip yatmak toprağa!
Yakalayıp boğazlamak yaban tekelerini.
Kanlarını içmek, çiğ çiğ yemek etlerini!
Euhoi! diye bağırınca Bromios.
atılmak Lydia'nm, Phrygia'nın dağlarına!
O zaman yeryüzünde derelerde süt akar,
derelerde şarap akar, bal akar;
yükselir sanki yerden,
Lübnan buhurunun dumanları.
Bakkhos, elinde kızıl alev saçan narteks,
sihirli gür saçları rüzgarda,
koşturur peşinden dağlara düşmüş koroları.
Ve haykırır ruhları coşturan sesiyle:
''Hey Bakkha'lar, koşun,
koşun Bakkha'lar
Irmağından altın akan Tmolos'u
şenlendiren kadınlar!
Kutlayın Dionysos'u
derin gümbürtülü davullarınızla;
Euhoi sesleriyle çağırın Euhios tanrıyı!
Phrygia'dan kopup gelen güzel çığlıklar
karışsın, sizi dağdan dağa koşturan
kavalların tatlı seslerine".
O zaman Bakkha, sevinç içinde,
sıçrar, çayıra giden bir tay gibi
22
anasının ardından;
atılır bir ok gibi ileri.” (Euripides)
Tanrı, şarap ve sarhoşluk yoluyla insanlara doğanın sırlarına ve gücüne
ulaşma yetisi aşılar. İnsanları çılgın eğlence törenleriyle tanıştırır. Günümüzde alt
tabaka diye isimlendirilen yoksul ve ezilmiş halk yığınları şarabın etkisiyle sarhoş
olarak kendi eksik özelliklerini tanrılaştırmışlardır. Şarap içerek bu tanrıyı içlerine
aldıklarını ve hatta onu çiğ çiğ ve diri diri yediklerini düşünmektedirler
(Hançerlioğlu, 1975).
Antik dönem insanı, sarhoşken ya da çılgınca dans ederken tanrıyla bir
olduklarını düşünmüş olmalıdır. Bütün Yunanistan kıtasında, adalarda ve
Anadolu’nun kıyılarında yerel gruplar olarak bir araya gelen inananlar Dionysos’u,
“Çiğ Et Yiyici”, “Büyük Avcı”, “Kasaplık Et”, “Gürleyen”, “Siyah Ceylan Derili”,
“Uzvu Dik”, “Bahar Müjdecisi”, “Özgürlükçü” gibi tanrının çeşitli özelliklerinden
oluşturulan sıfatlarla isimlendirirler (Houser, 1979).
Yeryüzü tanrılarından olan Dionysos’un kültü çevresinde gerçekleştirilen
ritüeller ile başlı başına bir din meydana gelmiştir. Tanrı Dionysos’un dinsel
törenlerini kutlayan kadınlar alayına ‘Bakkhalar’ adı verilmekteydi. Bu kadınlar,
bedenlerini benekli ceylan postlarıyla örterek, başlarına sarmaşıktan yapılan
çelenkler takarlardı. Ellerinde ucunda bir çam kozalağı bulunan sarmaşık ve asma
yaprakları sarılı değnekler (thyrsos) ve Prometheus’un Olympos’tan ateşi çalarken
kullandığı dalları (narteks) taşırlardı. Geceleri ormanlarda, dağlarda alaylar halinde
koşarak kendilerinden geçerler, çeşitli oyunlar eşliğinde, doğayla birleşip önlerine
çıkan vahşi hayvanları parçalarlardı. Bakkhalar’ın törenlerindeki bu kendinden
geçme, coşku ve taşkınlık gibi çılgınca tavırları, Kybele törenlerinde kendini hadım
eden Pessinus rahiplerinin tutumunu çağrıştırmaktadır (Nillson, 1975).
23
Dionysos kültü özünde mistik karakterli ve dışa kapalı bir külttür. Külte
ilişkin birçok ritüelin gizlilik çerçevesinde gerçekleştiriliyor olması, antik dönem
insanı için de içinde bulunulmadığı surette kültün bir muamma olmasına sebebiyet
vermiştir. Dolayısıyla antik dönem yazarlarınca da konuya ilişkin ayrıntılı bilgi
aktarımı söz konusu olamamıştır.
Dionysos bitkileri, asmayı, üzümü ve şarabı temsil eden bir doğa ve ilham
tanrısıdır. Tıpkı diğer doğa tanrıları gibi doğa ile iç içedir, dağlar, ormanlar, yabani
hayvanlar ve yaratıklar kültün vazgeçilmez parçalarıdır. Ancak, O yalnızca doğayı
temsil etmekle kalmaz insan ile doğanın birlikteliğini temsil eder, insana doğayı
tanıma, anlama ve onun bir parçası olma fırsatını verir. Luaios (keder dağıtan),
meilikhios (yumuşatıcı), eleuthereus (özgürlük verici), mousagetes (musa’ların başı)
lakaplarıyla (Hançerlioğlu, 1975) da tanınan Dionysos’un şerefine düzenlenen
şenlikler, cümbüşler ve oyunlardan oluşmaktaydı.
Bu şenliklerde, erkek üreme organını temsil eden phallos, taşıyan kadınlardan
oluşan bir kortej vardır. Kortej, sepet taşıyan genç kızlar, uzun somun ekmekleri
taşıyanlar, kurbanları taşıyanlar, hydria taşıyanlar, çömleklerle şarap taşıyanlar ve
kutsal emanetleri taşıyanlardan oluşurdu. Bu kortejin ardında, dans eden ve şarkı
söyleyen, bereket ve toprak cinlerini canlandıran maskeli bir alay yer alırdı (Hazan,
1966).
Mainadlar (Bakkhalar), tanrının dinsel törenlerini kutlayan, şarabın vermiş
olduğu sarhoşlukla algıları değişmiş kadınlar alayıdır. Üzerlerine giydikler nebris
(ceylan postu), başlarına taktıkları sarmaşık çelenkleri ve ellerindeki thyrsoslar ile
tanrıya ulaşmaya çalışırlardı.
Satyroslar, Dionysos’un yanında yer alan, Silenoslar olarak da anılabilen
doğa daimonlarıdır. Belden yukarısı insan, belden aşağısı teke, kuyruklu ve sürekli
24
dik duran bir erkeklik organı ile Dionysos ile birlikte şarap içer, kırlarda dans eder,
Mainadlar’ı ve Nymphalar’ı kovalar halde tasvir edilirlerdi (Grimal, 1996).
Tanrı’nın adına düzenlenen festivallerden Anthesteria, bir çiçek festivalidir.
Festival, şarabın fermantasyonunun tamamlanması ve yeni şarabın içilmeye hazır
olması şerefine yapılır ve aynı zamanda ölülerin bayramıdır.
Festivalin ilk gününe Pithoigia adı verilirdi. Yarısı toprağa gömülü içinde
şarabın mayalandığı pithoslar açılırdı. Burada Dionysos’un babasının baldırından
doğuşu ve yeraltında ki ölüler diyarından dönüşüne ilişkin bir analoji olduğu
düşünülmektedir.
Khoes adı verilen festivalin ikinci gününde yeni şarap, tapınağa sunuda
bulunulmak üzere götürülürdü. Bu günde, suyla karıştırılan şarap içilir, tanrının
yeniden doğuşu kutlanırdı.
Üçüncü günde ölüler için, onların ruhlarını yatıştırmak amacı ile yemek
yapılırdı. Festival tiyatrodaki oyunlar ve yarışmalarla devam ederdi.
Baharı karşılamak için düzenlenen bu festival sırasında, yeni evlenecek
çiftler çiçekler ve sarmaşıklar ile süslenerek, ilk birleşmelerini yaşayacakları, kırlık
alanlara giderlerdi. Böylelikle eşler, doğa ile bir bütün haline gelir ve doğadaki
mevsimsel değişimler ile birlikte, ilk cinsel birleşmeleri sonucunda, erkek ve kadın
olarak geri dönerlerdi (Thomson, 1990).
Tanrı adına gerçekleştirilen bir diğer bayram olan Lenaia’da dramatik
yarışmalar ve gösteriler ile bir tören alayı düzenleniyordu. Tören alayı Lenaion’a
gelir, khorus sunağın çevresinde Dionysos için dithyrambik bir övgü okur ve ona bir
keçi kurban edilirdi (Taşlıklıoğlu, 1966). Bayram mistik bir karakter taşıyordu.
25
Elinde bir meşale savurarak bir meşaleci katılımcıları tanrıyı çağırmaya davet ederdi.
Ardından katılımcılar Dionysos’u çağırırlardı: “İakhos, Semele’nin oğlu, bereket
taşıyıcı”.
Tragedya ve komedi oyunlarının kökeni de Dionysos festivallerine dayanır.
Tragedya oyunları, Anthesteria festivallerinde okunan dithyramboslardan ve Komedi
oyunlarının Leneia festivallerindeki phallik ezgilerden oluştuğu düşünülmektedir.
(Knight, 1981).
Tragedya, seyircide acıma ve korku duyguları uyandırmak amacıyla
sahnelenen, kendine özgü kuralları ve düzeni bulunan bir oyun türüdür (Arıkan,
1995). Erken tragedya temaları, Dionysos mitlerinden alınmıştır ve ilk temanın
tanrının ölümü olduğu bilinmektedir (Thomson, 1990).
Komedi oyunları ise insanlar ve olayların komik yanlarını ortaya koyan bir
tiyatro türü olarak tanımlanır. Bu oyunlar, cinsel içeriğin ağır bastığı, sarhoşluk ve
cümbüşün etkisiyle ortaya çıkan gülmece içerikli oyunlardır. Komedya’nın esasında,
gülünç olanın özünün, soylu olmayışa ve kusura dayanması vardır (Arıkan, 1995).
Dionysos adına düzenlenen tüm tiyatro ve müzik şenliklerine profesyonel
sanatçılar sağlamak amacı ile bir araya gelen kült uygulayıcıları, Dionysos
Sanatçıları adı verilen bir grup oluşturmuşlardı. Tiyatroların, Dionysos’un koruması
altında olması yüzünden Dionysos Sanatçıları, sadece profesyonel değil, aynı
zamanda dinsel bir topluluk niteliği taşırlar ve vergi muafiyeti ve can güvenliği gibi
konularda bazı evrensel haklara sahiptirler. Birçok bölgede, tragedya, komedya ve
müzikli eğlenceler için sanatçı sağlayan yöresel şubeler kurulmuştur. Her şubenin
kendine özgü bir düzeni vardı ve özerk bir yapıya sahiptiler. Sanatçılar Birliği ile söz
konusu kent arasında ilişkiler özel bir anlaşma ile düzenleniyordu (Aneziri, 2003).
26
Dionysos kültü, Hellenistik dönemde Anadolu coğrafyasının batısı başta
olmak üzere hemen hemen her bölgesinde tapınım görmüştür.
Ionia bölgesinde özellikle Didyma, Ephesos, Erythrai, Magnesia, Miletos,
Phokaia, Priene, Smyrna ve Teos kentlerinde Dionysos kültünün önemli bir yere
sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Teos’da Dionysos’un kentin baş tanrısı olarak kabul edildiği, M.Ö. III-II.
yüzyılda kentte tanrının adına tapınak inşa edilerek sonrasında kent ve çevresinin
bütünüyle Dionysos’a adandığı bilinmektedir (Öztürk, 2010). M.Ö. III. yüzyılın
ikinci yarısı itibarı ile Ionia-Hellespontos Dionysos Sanatçıları Derneği’nin Teos’u
merkez olarak kabul etmesiyle bölgede Dionysos kültünün etkisi artmıştır. Bu
profesyonel oyuncu ve müzisyenler derneği düzenlenen tiyatro ve müzik şekliklerine
paralı sanatçılar sağlamaktaydı (Öztürk, 2010). Dionysos kültünün gereği olarak
düzenlenen şenlikler ve oyunlar için tüm bölgeye hizmet sunulmakta idi.
Diğer Ionia kentleri içinde durum çok farklı değildir. Bu kentlerde de
Dionysos adına düzenlenen şenliklerin, bayramların varlığı ele geçen pek çok
arkeolojik veri ve yazıtlar aracılığıyla anlaşılmış durumdadır. Tanrının bu kentlerle
ilişkisini ortaya koyan efsanelerde oldukça yoğundur.
Mysia bölgesinde Dionysos kültünü dönem için oldukça önemli siyasi bir
aktör olan Pergamon kenti ekseninde değerlendirecek olursak, tanrıya atfedilen
önemin ne derece kuvvetli olduğu gün yüzüne çıkacaktır.
Dionysos’a, Pergamon
kral sülalesinin tanrısı olarak Dionysos Kathegemon ‘Lider’ sıfatı ile tapınılmış ve
Tanrı, Attalos’ların soy atası olarak saygı görmeye başlamıştır (Üreten, 2003).
Kuşkusuz bu durum bölgenin genelinde etkisini göstermiştir. Dionysos kültünün
Pergamon krallığındaki varlığı antik tiyatro ile bir bütün oluşturan tanrıya ait
tapınağın varlığı ve ele geçen çeşitli yazıtlar ile bir tanesi II. Attalos tarafından, iki
tanesi de III. Attalos tarafından yazılmış olan mektuplar ile belgelenmektedir. Bu
27
mektuplardan tanrının kültü adına çalışan rahiplere ilişkin bilgilere ulaşıldığı gibi
tanrının onuruna iki yılda bir düzenlenen şenliklere ilişkin bilgiler de edinilmiştir
(Üreten, 2003). Ayrıca kente ait sikkeler üzerindeki üzüm salkımı, sarmaşık yaprağı
ve thyrsos gibi tanrıya ait semboller de Dionysos’un bölgedeki varlığına ve önemine
ilişkin önemli göstergelerdir.
Tanrı Bithynia bölgesinin önemli kentlerinden olan Nikaia’nın baş tanrısıdır.
Efsaneye göre Dionysos Kybele’nin kızı nympe Nikaia’ya aşık olur, ancak aşkına
karşılık bulamaz. Tanrı bunun üzerine Nikaia’nın yaşadığı ırmağın sularını şaraba
dönüştürerek O’nu baştan çıkarır ve ilişkiye girer. Ardından O’nun aşkı adına
kurduğu şehre Nikaia adını verir (Jacoby, 1923-1969).
Lydia bölgesine gelecek olursak Dionysos’un buralı bir tanrı olduğunun
(Euripides, 1944)’in kültün kutsal kitabı sayılan Bakkhalar da defalarca belirttiğini
anmıştık.
Aynı
şekilde
Tanrının
Lydia
kökenini
(Arrianos,
1944)’da
doğrulamaktadır.
Aiolis bölgesinin büyük ve önemli kentlerinden Kyme’de Dionysos’un
önemli bir tapınıma sahip olduğunu ve kentte her yıl tanrı adına düzenlenen
şenliklerin varlığını bilmekteyiz. Ayrıca, Hellenistik dönemde görülen kültlerde kişi
ismine göre adlandırma diyebileceğimiz Dionysos’a tapınımda bulunan bir grubun,
liderleri olan bir kişi çevresinde toplandığını ve grubun bu kişiye dayanılarak
isimlendirildiğini anlayabiliyoruz (Öztürk, 2010).
Kilikia bölgesinde, Dionysos kültünün varlığına ilişkin Hellenistik döneme
tarihlenen iki yazıttan ilki M.Ö III. yüzyıla ait bir sunu taşı üzerindeki yazıtken
(Sayar, 2001), ikincisi M.Ö. II. yüzyıla tarihlenen kült üyelerine sunulmuş bir adak
üzerindeki yazıttır (Heberdey, Wilhelm, 1896)
28
Troas bölgesinde Dionysos ile özdeşleştirilerek tapınım gören, Anadolu’da
bağların verimliliğini sağlayan ve koruyan, Dionysos’un oğlu Priapos kültü önemli
bir yer tutmaktadır. Priapos kültü Dionysos adına düzenlenen şenliklerle iç içe
geçmiştir. Priapos adına düzenlenen festivallerde tıpkı Dionysos’un şenliklerinde
olduğu gibi ziyafet, şarap, cinsellik, kendinden geçme gibi unsurları içermektedir.
Ayrıca bölgenin çeşitli kentlerinde Dionysos kültünün etkinliğine ilişkin yazıtların
varlığını B. Öztürk (2010) örneklemektedir.
Pontos bölgesi için Dionysos ayrı bir öneme sahiptir. M.Ö. 88 yılında
Anadolu’daki Roma kuvvetleri üzerine ordusuyla yürüyen Pontos Kralı Mithridates
Eupator halk tarafından “Euhios”, “Nysius”, “Bacchus” ve “Liber” olarak
adlandırılarak Dionysos ile bir tutulmuştur (Cicero). Ayrıca Pontos bölgesi kent
sikkelerinde Mithridates, Dionysos olarak betimlenmiştir (Öztürk, 2010). Bu durum
tanrının bölgedeki öneminin ve kültüne verilen değerin açık göstergesidir.
İlginç olan fakat Anadolu da şaşılacak kadar çok rastlanan durum ise
Dionysos’un farklı bölgelerde farklı bölgesel özellikleri ile ön plana çıkmasıdır.
Dionysos’un bölgede daha önce tapınım gören tanrıların niteliklerini üzerine
alabildiği, vazifelerini yerine getirebildiği gibi, bu tanrılarla bir arada algılandığı ve
tapınım gördüğü durumların olduğu da anlaşılmaktadır.
Roma dönemi Anadolu coğrafyasında külte ilişkin en fazla belgenin ele
geçtiği tarihler M.S II. ve III. yüzyıllardır (Öztürk, 2010). Çünkü İmparatorluk, halk
tarafından yoğun ilgi gösterilen, ritüelleri ve festivalleri ile halk üzerinde birleştirici
bir etkisi bulunan bu kültü destekleyerek Roma’ya bağlılığı ve güven duygusunu
pekiştirmeyi amaçlamıştır. Ayrıca doğuda yapılan savaşların yükünün bölge
insanının sırtında olması nedeniyle İmparatorluk adına daha fazla sempati
toplayabilmek ve olası direnişlerin önüne geçebilmek için de külte ilişkin ritüellere
Roma İmparatorluğu’nca destek sağlanmıştır.
29
Roma dönemi ile birlikte Anadolu’da Dionysos tapınımı, imparatorlar ve
Roma İmparatorluğu ile kurulan ilişkiler sayesinde varlığını sürdürmüş ve gelişmiştir
(Öztürk, 2010).
Bu sayede kült dernekleri ve üyeleri hem kültün yasalarla ilişkili
sorunlar yaşamasının önüne geçmiş hem de maddi anlamda destek bulabilmişlerdir.
General Marcus Antonius’un Ephesos’a gelişi sırasında “Yeni Dionysos”
olarak karşılanması ile başlayan Romalı devlet adamlarını tanrılaştırma geleneğinin
bu dönemde de devam etmesi ve özellikle Anazarbos, Ankyra, Ephesos, Teos,
Aphrodisias ve Sardeis’de bu uygulamanın görülmesi de aynı kapsam dahilinde
incelenmesi gereken bir durumdur.
1.3 Kybele Kültü
Kybele, bitkiler ve hayvanlar aleminin yöneticisi ve sahibesidir. Kent
koruyuculuk özelliği bulunan Tanrıça Bu özelliği neticesinde ülkeleri ve kentleri
korumak adına Anadolu’dan Yunanistan ve Roma’ya taşınmıştır.
Kybele kültü, kökeni Paleolitik Çağ Venüs’lerinden Neolitik, Kalkolitik ve
Tunç Çağı Ana Tanrıça’larına kadar uzanan, Phryg egemenliği altında, o güne kadar
taşıdığı imgelem ile birlikte yeniden biçimlenerek Roma dönemi dahil olmak üzere
gücünü ve etkisini artırarak varlığını ortaya koyan evrensel nitelikli bir külttür.
Kybele adına ilk olarak M.Ö 7. yüzyıl Phrygia bölgesi yazıtlarında rastlanır.
Tanrıça Phryg dilinde ilk olarak Matar (Ana) olarak adlandırılmış sonraki
dönemlerde ise Meter Thea (Ana Tanrıça) olarak tapınım görmüştür. Kybele adı
tanrıçanın Phryg dilindeki sıfatı kubileya’dan (dağın) türetilmiştir (Roller, 2004).
Kubileya sıfatının kullanımı ile tanrıçaya “dağın anası” olarak seslenildiği
anlaşılmaktadır.
30
Ana Tanrıçanın sahip olduğu ad ve sıfatların fazlalığı dikkat çekicidir. Bu
durumun, Tanrıça’nın farklı kültür bölgelerine yayılmışlığının ve taşıdığı evrensel
niteliğinin sonucu ortaya çıktığı savunulabilir (Albayrak, 2007).
 Sümer’de; İnanna
 Babil’de; İştar, Astarte
 Mısır’da; İsis
 Suriye’de; Atargatis
 Kenan bölgesi ve Fenike’de; Anat ve Astarte
 Girit’te; Rhea
 Kültepe tabletlerinde; Kubaba
 Hitit kaynaklarında; Hepat
 Hititler’de; Arinna’nın Güneş Tanrıçası
 Frigya’da; Kybele, Agdistis
 Lydia’da; Kybebe, Kubebe
 Lykia’da; Kybele
 Komana
Pontika
(Karadeniz
Ereğlisi,
Tokat
bölgesi’nin
9
km
kuzeydoğusunda) ve Kappodokia’sında; Ma
 Efes’te; Artemis
 Yunanistan ve Roma’da; Gaia, Rhea, Demeter, Mater, Magna Mater,
Dindymos, Dindymene
 İtalya’da; Venüs, Vesta
 Ermenistan ve Arap kavimlerinde; Hubel ve Kıble
 Hindistan’da; Aditi
Bazı yer adlarından türeme sıfatlara Yunanca Meter, Latince Mater sözcüğü
eklenerek tanrıçanın bölgesel niteliği de dile getirilmektedir: Sipylene sıfatı Sipylos
(Manisa) dağının, İdaia sıfatı ise Girit’teki İda ve Anadolu’daki Kaz Dağı’nın
tanrıçası olduğunu göstermektedir. Bu tür sıfatlar arasında en yaygın olanı
Dindymene sıfatıdır ve Dindymos dağının tanrıçası anlamına gelir (Erhat, 2002).
31
Sonraki dönemlerde, batı Anadolu’da Efes Artemis’inde görülen kuleli
başlığıyla Mater Turrita ya da Turrigera (Kuleli ya da kule taşıyan Ana) sıfatını alır
(Bayladı, 1998). Romalılar tarafından Magna Mater (Büyük Ana) olarak adlandırılır.
Tanrıçaya ilişkin arkeolojik buluntuların büyük bir kısmında Kybele başında
surlu bir taç ve önünde kutsal hayvanı aslan ile tahtında oturan bir tanrıça olarak
ifade bulmaktadır. Kendisi Besleyici (Alma) Ana (Mater) dir. Algılanışı ve
tapınımında, doğanın kontrol edilemeyen taşkın güçlerini sembolize eden Dionyzik
karakter vardır. Yüksek dağ tepelerine ve karanlık orman köşelerine özel bir tutkusu
söz konusudur. Vahşi hayvanların, özellikle de aslanların hükmedicisidir. Çünkü
tanrıça asıl öz karakteri ile el değmemiş vahşi doğayı temsil etmektedir. Zil,
tympanum, dümbelek, flüt onun orgiastik ayinlerinde kullanılan müzik aletleridir.
Hellenistik dönem ile birlikte görmeye başladığımız surlu taç Tanrıça’nın
"Kent Koruyucu" gücünü simgelemektedir. Roma döneminde bu niteliğinin çok daha
fazla ön plana çıktığı izlenebilmektedir.
Tanrıça ile özdeşleşen varlığı ile Attis, Kybele kültü içerisinde önemli bir yer
tutar ve birlikte algılanmaları sonucunu doğurur. Attis, mevsimlerin değişimini ve
dönüşümünü simgeleyen bir bitki tanrısıdır. Onun bu özelliği, Mezopotamya, Mısır,
Anadolu, Yunanistan ve İtalya gibi geniş bir dağılama sahip coğrafya üzerinde farklı
fakat ortak işlevleri paylaşan tanrıların kimliğinde yer edinmiştir.
Tanrı Attis’in kökeni ve işlevi ile ilişkili Dumuzi, Temmuz, Baal, Adonis,
Osiris, Horos, Telepinu gibi pek çok tanrının ortak özellikleri, ilkbaharda bitkilerin
yeryüzüne çıkması ile birlikte canlanmaları, yazın sıcakları ile bitkilerle birlikte
ölmeleridir.
32
Bu tanrıların yanında onların annesi, sevgilisi veya eşi motifi ile onları
bekleyen, arayan, canlanmasını sağlayan bir de tanrıça vardır. Bu tanrı ve tanrıçaların
birlikteliğini anlatan efsaneler isim olarak her toplumda farklı olsa da anlatılış
şekilleri bakımından birbirlerine benzemektedir (Albayrak, 2007).
Kybele ve Attis efsanesi de bunlardan biridir ancak Phrygia’daki kökeni
Phryg yazı sisteminin tam olarak çözülememesi ve kaya anıtlarındaki metinlerin
kısalığı nedeniyle bilinmez. Efsanenin içeriğini ve Kybele’nin hadım rahiplerinin
kült uygulamalarının dayanağını Yunan ve Roma yazarlarından öğrenebiliyoruz.
Diodoros’un anlatımında, Kybele doğar doğmaz annesi tarafından terk edilir,
mucizevi bir şekilde hayatta kalır. Bebeğin babası Lidya Kralı Maion ve annesi
Dindymene’nin kızıdır. Doğduğu zaman babasının Kybelon dağında bıraktığı bu
çocuk, vahşi hayvanlar tarafından beslenmiş ve Kybele adını almıştır (Albayrak,
2007).
Akça’nın (2004) aktardığı üzere Pausanias’ın anlatımında ise Kybele ile bir
tutulan Agdistis (Roller, 2004) ve Attis’in doğuş efsaneleri şöyle aktarılmıştır:
“Zeus bir gece bir rüya görür ve bunun etkisi ile tohumunu toprağa döker.
Bunun sonucunda Agdistis adında bir hermaphrodite dünyaya gelir. Yaptığı
azgınlıklar ile tanrıları sinirlendiren Agdistis’i durdurmak için tanrı Dionysos
görevlendirilir. Dionysos, Agdistis’in her gün serinlemek için gittiği suya şarap
karıştırarak onu sarhoş etmeyi başarır ve sonrada erkeklik organını bir çam ağacına
bağlar. Agdistis ayılıp kendine gelince birden zıplar ve böylece kendi kendini hadım
etmiş olur. Agdistis‟in kesilen organından akan kanlardan bir badem ağacı ve
meyveler oluşur. Irmak tanrısı Sangarios’un kızı bu badem ağacından bir meyve alıp
koynuna koyar ve hamile kalır. Kızın babası bu durumu öğrendikten sonra kızını
ölüme terk eder ama tanrılar kıza yardım ederler ve onu beslerler. Kız, Attis’i
doğurur. Babası Sangarios çocuğun doğduğunu duyduğunda bebek Attis’i sokağa
33
atar. Tanrıça Attis’i alır ve onun himayesi altında bir keçi ve çobanlar tarafından
yetiştirilip keçi sütü ile beslenir.”
Tanrıça’nın Attis ile olan ilişkisine ilişkin anlatımlar da ise üç farklı hikaye
söz konusudur.
Diodoros anlatımında Kybele ve Attis başlangıçta ölümlüdürler. Attis’in
öldürülmesi neticesinde çıldıran Kybele kendini yollara vurur. Daha sonra da tanrıça
olarak kabul edilir.
“..... Kybele büyüyünce ilk önce Attis ardından da Papas adında bir genci
sevdi, onunla yakın ilişkiye girdi, onun anne ve babasını tanıdığında hamileydi.
Kralın sarayına götürüldü, bakire olarak kabul edildi ama hamile olduğu anlaşıldı ve
baba onu büyüten çobanları ve Attis’i öldürttü. Ve bedenleri mezarsız bıraktı. Bu
gence karşı olan sevgisi ve kendisini büyütenlerin başına gelenlerden dolayı çıldıran
Kybele, dağınık saçlarıyla, inleyerek ve tef çalarak ülkeden ülkeye dolaştı durdu.”
Pausanias’ın anlatımında, Kybele ve Attis’in birlikteliği ve ilişkileri söz
konusu değildir. Attis, tanrıçaya kendini adaması ve külte ilişkin hizmetleri
dolayısıyla tanrısal konuma ulaşmış, Kybele tarafından tanrıya dönüştürülmüş bir
rahiptir. Efsane şu şekilde aktarılır: Attis, Phrygia’da ölümlü bir babadan doğmuştur
ve kısırdır. Yetişkinliğinde Lydia’ya gitmiş, Kybele kültünü burada tanıtmış ve
yaymıştır. Bu misyonerlik faaliyetinde o kadar başarılı olmuştur ki bölgedeki Zeus
kültü durumdan büyük zarar görmüştür. Bunun üzerine öfkelenen Zeus Lydia
ülkesine bir domuz göndermiş ve domuz pek çok Lydia’lı ile birlikte Attis’in de
canını almıştır (Roller, 2004).
Akça’nın (2004) Arnobius’dan aktardığı aşağıdaki anlatımda ise Attis daha
önce de belirttiğimiz gibi Kybele ile bir tutulan Agdistis ile aşk yaşamış ve bağlılık
yemini etmiştir ancak Attis sözünde durmayarak tanrıçayı aldatır. Anlatımda izlenen
34
Attis’in kendini çılgınlık hali içerisinde bir çam ağacının altında hadım etmesi,
bedeninin İa/İo tarafından yüne sarılması, İa/İo’nun kanından Mor menekşelerin ve
mezarından badem ağacının vücut bulması ve Kybele’nin yas tutması gibi öğelerin,
tanrıçanın rahiplerince düzenlen ritüeller ile tanrıça adına düzenlenen festival ve
bayramlara kaynaklık ettiği açıkça görülmektedir. Ayrıca Attis’in doğanın yaşam
döngüsünü sembolize eden vasfını kazanışına dair ipuçlarını da bu anlatımda görmek
mümkündür.
“Genç Attis’e Agdistis ve Magna Mater aşıktır ve Agdistis gizlice Attis’e
birçok kez av hediyesi vermiştir. Attis bir gün sarhoşluğu sırasında onların aşkına
ihanet eder ve Midas’ın kızı İa/İo ile evlenir. Kral Midas düğününden Agdistis’in
haberi olmasın diye şehir kapılarının kapanmasını emreder. Ama Magna Mater şehir
duvarlarının başı ile kaldırarak içeriye girer. Agdistis çılgınlık içinde tüm topluluğa
saldırır ve bunun sonucunda Attis kendini bir çam ağacının altında hadım eder ve
kestiği genital organını Agdistis’e fırlatır. Magna Mater bunları gömer ve bunlardan
menekşeler meydana gelir. İa/İo ise Attis’in bedenini yüne sarar ve Agdistis ile
birlikte o da ağlar. Daha sonra İa/İo kendini öldürür ve bedeni Magna Mater
tarafından gömülür. İa/İo kanından mor menekşeler mezarından da badem ağacı
meydana gelir. Magna Mater çam ağacını mağarasına taşır ve Agdistis ile birlikte
Attis için ağıt yakar. Üç kader tanrıçanın isteğine rağmen Zeus, Attis’in tekrar
dirilmesine izin vermez. Ancak bedeninin çürümemesine, saçlarının uzamasına ve
küçük parmağının hareket etmesine izin vermiştir. Bunun üzerine Agdistis, Attis’in
bedenini Pessinus’ta kutsar ve her yıl rahipsel kutlamalar ile onurlandırılmasına izin
verir.”
Antik dönemin gerek Roma ve gerekse Yunan yazarlarının tanrıçanın
anayurdunun Anadolu olduğunu işaret ettikleri gibi bu coğrafyada ele geçen belgeler
incelendiği takdirde de aynı sonuca varmamak olanaksız gözükmektedir. "Kybele"
isminin en eski biçimi olan "Matar Kubile", Prymnessos yakınındaki bir sunak
üzerinde görmekteyiz.
35
Ayrıca heykeltıraşlık yapıtlarında da tanrıça oldukça sık karşımıza çıkar.
Örneğin, Kütahya-Afyonkarahisar arasında bulunan Aslantaş kaya mezarında,
Aslankaya kült anıtında, Maltaş veya Malkaya diye bilinen tapınak fasadı ve bu
fasadın altında kayaya oyulmuş dikdörtgen bir oda tanrıçaya ait kültün varlığını
kanıtlamaktadır. Düver ve Demirli arasındaki tanrıça figürünü gösteren niş de başka
bir kanıt arz etmektedir. Midas kentindeki Yazılıkaya veya Midas Mezarı diye
isimlendirilen anıt, Berberini fasadı, Hasanbey Kayası veya Arezastis anıtı ve
özellikle Kalehisar'daki basamaklı kaya tahtları, tümü tanrıçanın ve tapınımının bu
yörelerdeki varlığına ilişkin özgün belgelerdir (Çapar, 1979).
Hellenistik dönem kült uygulamaları hakkında bazı idari yazıtlar bize bilgi
vermektedir. Bu törenlerden bazıları, çoğu kültte rastlanılan standart uygulamalardır.
Meter adına düzenlenen iki özel ritüel vardır. Bunlar, “Strosis” yani döşeme ve
“Agermos” yani toplama bayramıdır. Bu bayramlardan, ritüel törenini düzenleyen
rahibenin mali yükümlülüklerini belirten bir bildiride bahsedilmiştir. Burada
rahibenin “iki tahtı mümkün olduğunca güzel bir biçimde döşemesi, toplama
sırasında sıvı adağı taşımayan kadınlara gümüş süsler takması” istenerek, döşeme
işlemi anlatılmıştır.
Attis adına da “Attadeia” adı verilen bir bayram yapılır. Bu bayramdan bir
kabartma metninde bahsedilmiştir. Metinde bir rahibenin Attis için her iki
Attideia’da da sedir döşediği için takdir edilmesi söz konusudur. Böylelikle Attis
adına iki bayramın yapıldığı ve bu bayramlar ile Strosis ve Agermos bayramları
arasında bir bağlantının var olduğunu anlayabiliyoruz. Söylence ve kült, Strosis’in,
yas töreni için üzerine Attis heykeli yatırılan bir cenaze sedirini döşemek olduğunu
düşündürüyor. Bu törenin bir benzerine Theokritos’un aktardığı Adonia’da
rastlanmıştır. Anlatılana göre her yıl Adonia sırasında ölü Attis’in heykeli, zengin bir
şekilde donatılmış bir sedirin üzerinde sergilenirmiş. Bir başka Strosis örneğinde ise
rahibenin iki taht döşemesinin gerektiğinden ve Attis heykelinin Meter’in heykeline
koşut bir tahtta oturtulduğundan bahsedilmektedir. Yani iki Attideia bayramının,
36
evlenme ve tanrı için yas tutma törenleri olarak işlev kazandığını söylemek yerinde
olacaktır.
Roma’da Magna Mater (Kybele) ve Attis adına Mart ayında yapılan törenler
“Tristia” ve “Hilaria” olmak üzere iki aşamalı olarak düzenlenirdi. Mart törenleri,
15–27/28 Mart tarihleri arasında, toplam altı ya da yedi günde gerçekleştirilirdi
(Roller, 2004).
Törenin ilk günü olan 15 Mart, “Canna İntrat” olarak adlandırılır ve Attis’in
bir çocuk iken Gallus nehrinin sazlıkları arasında Kybele tarafından bulunmasının
efsanesi canlandırılır (Showerman, 1969). Saz taşıyıcıları, Almo nehrinin kıyısındaki
sazları, yünlü şeritlerle sararak onu tanrıçanın Palatinus tepesindeki Magna Mater
(Kybele) Tapınağı’na taşırlar (Fishwick, 1966).
Showerman (1969: 56) Roma’da gerçekleştirilen bu ritüelin Phrygia’da
Gallus nehrinin kıyısında, rahipler tarafından yapılan törenin sadece bir yansıması
olduğunu belirtir.
“Arbor İntrat” olarak adlandırılan 22 Mart günü şafak vakti geldiğinde ağaç
taşıyıcıları bir çam ağacı keserler ardından kanı ile ağacın köklerini sulaması
amacıyla ağacın altında tanrıça için bir koç kurban ederlerdi (Dürüşken, 2000). Ağaç
kesicilerin kestikleri ağaç, yünlü şeritler ile sarılır, mor menekşelerden çelenkler
yapılarak süslenir ve Ana Tanrıça’nın (Magna Mater) tapınağına götürülürdü
(Godwin, 1981).
Bu uygulama rahatlıkla fark edilebileceği gibi, Attis’in bir çam ağacının
altında kendisini hadım etmesinin ardından yere akan kanlarından mor menekşelerin
filizlenmesi ve tanrının bir çam ağacına dönüşmesi efsanesine göndermelerle
doludur. Ayrıca çam ağacının, doğası dolayısıyla mevsimlerle birlikte bir değişiklik
37
göstermeyip, yapraklarını dökmediğinden, ölümsüzlük algısına hizmet ederek Attis
ile ilişkilendirilmiş olabileceği düşünülmektedir.
23 Mart günü, Kybele’nin hadım rahipleri ve Mars’ın dans eden rahipleri
Palatinus tepesindeki Ana Tanrıça’nın Tapınağı’nın etrafında, ellerinde trompetler ile
dans ederek Attis’in ölümünün yasını tutarlardı.
24 Mart günü kan günü veya yas günü olarak nitelendirilen ve “Sanguem”
olarak adlandırılan tören düzenlenirdi. Magna Mater’in hadım rahiplerinin başı
Archigallus, rahipler (gallus) ve dine yeni katılacaklar rahipler Attis’in kendisini
hadım ederek ölmesini, taklit ederlerdi. Başrahip, diğer rahipler ve törene katılanlar,
Kutsal çam ağacının etrafında tefler, çalparalar ve kavallar eşliğinde kendilerinden
geçmiş bir şekilde hızlıca dans ederlerdi. Archigallus ya da yüksek mertebeden başka
bir rahip kollarını çizer, kollarından gelen kanı etrafa saçarak, kurban olarak
tanrıçaya sunardı (Showerman, 1969). Onların arkasından alt sınıf rahipler, kollarını
sallayarak ve saçlarını savurarak dans ederler, bilinçsizce acı çekene kadar dönerler,
kırık çömlek parçaları ya da bıçak ile kesilerek yaralanırlardı. Yaralarından akan
kanları tanrıçanın tapınağına, sunağına ve tapınak içerisindeki Attis’in resmine
serperlerdi (Frazer, 1961).
Törenin sonunda, Magna Mater kültüne yeni kabul edilecek rahipler, tıpkı
Attis’in yaptığı gibi kendilerini hadım ederek külte kabullerini sağlarlardı. Kesilen
cinsel organlar ise bir sunu olarak Kybele tapınağının kutsal yer altı odasına
gömülürlerdi (Frazer, 1961). Halikarnas Balıkçısı (1990: 117), rahiplerin
gerçekleştirdiği bu ritüeli, Magna Mater’i toprakla özdeşleştirerek, rahiplerin cinsel
organlarının toprağa gömülmesiyle toprağın bir kadın gibi hamile kalacağına ve
böylelikle de ilkbaharın gelişinin hızlanacağına inanıldığı yönünde yorumlamıştır.
“Hilaria” olarak adlandırılan 25 Mart günü, ilkbaharın gelmesi ile beraber
Attis ölüm uykusundan uyanarak yeniden dirilirdi ve onun yeniden doğuşuyla
38
birlikte, eğlenceler, cümbüşler, maskeli oyunlar düzenlenir ve ziyafetler verilirdi
(Cumont, 1956). Attis’in kutsal dirilmesinin kutlandığı bu günde düzenlenen festival,
halk tarafından büyük bir coşku ve neşe içerisinde kutlanan, Roma’nın büyük
festivallerinden biridir.
Magna Mater’in inananları, önde imparator, arkasında Tanrıça’nın heykeli
olmak üzere, yürüyüşe başlarlardı. Onların arkasından, atlılar, senatörler ve azat
olanlardan oluşan dinsel alay onları takip ederdi. Bu tören alayı tam bir karnaval
coşkusu şeklinde kutlanırdı. Tören alayı çeşitli maskeler takmış, rengarenk kıyafetler
giyinmiş insanlardan oluşurdu. Geçit, Magna Mater’in kutsal çalgıcıları ve şarkıları
eşliğinde, nehre kadar ulaşır ve ardından yıkanma töreni düzenlenirdi (Dürüşken,
2000).
“Requieto” denen 26 Mart günü etkinliklere ara verilirdi. Bu gün, herhangi
bir kutlama yapılmaz, kutlamalardan yorgun düşen Magna Mater’in rahipleri
ruhlarını ve bedenlerini dinlendirirlerdi (Albayrak, 2007).
27 Mart yıkanma günüdür ve “Lavatio” olarak anılırdı. G. Showerman (1969:
59), bu uygulamanın Magna Mater kültünün Anadolu’dan Roma’ya getirilişi ile
birlikte geldiğini iddia etmektedir.
Bu törende, Kybele’nin gümüş heykelini ihtiva eden siyah meteor taşı, tören
alayı eşliğinde dört tekerlekli bir araba ile Palatinus Tepesi’ne taşınırdı. Magna
Mater’in gümüş heykeli ve tanrıçanın törenlerinde kullanılan kült eşyaları Almo
nehrinin sularında yıkanarak antik geleneklere göre temizlenirdi (Cumont, 1956).
Dönüş yolculuğu yine bir alay eşliğinde gerçekleştirilir ve alay Roma’daki tapınağa
varana kadar şarkılar söylenir, danslar edilirdi.
Frazer (1961: 272), tanrıçanın heykelinin ırmakta yıkanmasının, ekinler için
suyun sağlanması ve bitkilerin büyümesi için gerekli olan yağmurun çağrılması ile
39
ilişkili olabileceğini söylerken, H. Hepding (naklen: Albayrak, 2007) ise tanrıçanın
heykelinin
nehirde
yıkanmasını,
Aphrodite
ve
Adonis’in
cinsel
birleşme
yaşamalarının ardından Aphrodite’nin yıkanması gibi gelinin seremonilerle
arındırılması ile bağdaştırır. Bu durumda Magna Mater’in heykelinin süslenmesi,
gelin olan kızların süslenmesini, nehirde yıkanması ise cinsel birleşmenin ardından
gerçekleştirilen temizlik ile kazanılan arınmayı temsil ediyor olabilir.
Mart Töreni’nden kısa bir süre sonra, tanrıça Magna Mater (Kybele) onuruna
bir hafta süren “Megalensia” adı verilen bir bahar bayramının da uygulandığı
görülmektedir.
Bu bayram, Kybele kültünün Roma’ya getirilişinin ve Tanrıça adına Palatinus
tepesinde bir tapınak inşa edilişinin anısına her yıl Nisan ayının 4–10. günleri
arasında kutlanırdı (Albayrak, 2007).
Karacalılar ile Romalılar arasında gerçekleştirilen II. Kartaca Savaşları
sırasında Roma’nın galip gelmesi için Sibilla bilicilerine başvurulmuş ve onlarda
Kybele’nin kutsal siyah meteor taşının Roma’ya taşınması halinde zaferin elde
edilebileceği kehanetinde bulunmuşlardı. Bunun üzerine, Anadolu’dan Roma’ya
Magna Mater’in, kutsal taşı getirilmiştir (Çapar, 1979).
Megalensia Bayramı, sırasında gerçekleştirilen etkinlikler özetle; Magna
Mater’in kült heykelinin tören alayı eşliğinde taşınması, Magna Mater (Kybele) ve
Attis efsanesinin canlandırıldığı tiyatro oyunlarının sahnelenmesi, Tanrıçaya
sunulacak kurbanlık hayvanların kesilmesi ve bayrama katılanlar için tertiplenen
ziyafetin verilmesini içeriyordu (Vermaseren, 1977).
4 Nisan günü, Tanrıça’nın rahiplerinden oluşan dinsel tören alayı, Magna
Mater heykelini insanların taşıdığı bir arabanın üzerindeki tahtına oturturlar, Roma
kentinin caddelerinde gezdirerek halktan para toplarlardı (Vermaseren, 1977).
40
Düzenlenen bu alayın Tanrıça Magna Mater’in Roma’ya getirildiği günü anma ve o
sırada gerçekleşen olayları canlandırma amacını taşıdığı söylenebilir.
41
BÖLÜM II
2. ANTİK DÖNEM ANADOLU KÜLT MERKEZLERİ
2.1. Didyma Apollon Kutsal Alanı
Ionia bölgesinin önemli merkezlerinden biri olan Miletos’un kutsal alanı,
bölgenin ve Anadolu’nun en görkemli tapınım ve kehanet merkezi olan Didyma,
günümüzde Miletos’un yaklaşık 16 km güneyindeki Didim ilçesine bağlı, Akköy
sınırları içerisinde yer almaktadır.
Didyma, antik dünyanın en önemli üç kehanet merkezinden birindir.
Didymeus sıfatının, Yunancada ikizler anlamına gelen “didymos” kelimesi ile olan
benzerliği, Apollon’un kardeşi Artemis ile birlikte tapınım görmüş olabileceğini ve
kutsal alanda Artemis adına da bir tapınak olabileceğini işaret etmektedir.
Antik kaynaklarda, Didyma Apollon kutsal alanının, Ion göçleri öncesinden,
M.Ö. XI. yüzyıl itibarı ile var olabileceği bilgisine rastlanmaktadır ancak kutsal
alanda ele geçen en erken tarihli arkeolojik veriler, M.Ö. 800 yıllarına tarihlendirilen
Geç Geometrik dönem seramikleridir (Fontenrose, 1988).
Apollon’un Didymeus sıfatı ile onurlandırıldığı en erken tarihli yazılı
belgeler, M.Ö. VI. yüzyıla tarihlenmekte ve Roma imparatorluk Çağı sonuna kadar
da yazıtlarda karşımıza çıkmaktadır. Erken dönem yazıtlar içerisinde adak
yazıtlarının ve kehanet cevaplarının büyük bir çoğunluk oluşturduğu izlenmektedir
(Fontenrose, 1988). Adak yazıtlarının, Anadolu’nun hemen her bölgesinden ve Kıta
Yunanistan’dan gelenlerce sunulmuş olması, kültün ne kadar geniş bir alanda
yayılım gösterdiğini belgeler niteliktedir (Rehm, 1958).
42
Kült uygulamalarına ilişkin olarak yazılı belgelerden edindiğimiz bilgilere
göre kurban ritüelinin uygulamalarda önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Kurban
edilen hayvanlar boğa, koyun ve keçidir. M.Ö. 288 yılında Seleukos Nikator ve
Antiokhos’un Didyma’ya adak olarak 1000 adet koyun ve 12 adet boğa göndermiş
oldukları, yazıtlardan öğrenilmektedir. Kutsal alana sunulan adak eşyaları içinde ilk
sırayı, “phiale” sunu tasları almakta iken çeşitli kaplar ve vazolar, yekpare fildişleri,
içleri baharat dolu kaplar, altın veya gümüş üç ayaklar gibi çeşitli malzemelerin de
sunularda kullanı1ğı görülmüştür (Rehm, 1958).
Apollon Didymeus’un onuruna kutlanan Didymeia şenlikleri ilk günün
sabahında, 12 Miletos’lu genç kızın oluşturduğu koro tarafından Phoibos için şarkılar
söylenmesi ile başlardı. Ardından boğa kurban ritüeli düzenlenir ve tüm kent ile
birlikte rahipler kutsal alana doğru yürümeye başlarlardı. Yazıtlardan öğrendiğimiz
kadarıyla şenlikler sırasında kutsal alanda gerçekleştirilen tiyatro ve müzik
etkinlikleri,
ihtiyaç
duyulduğu
zamanlarda
Miletos
tiyatrosunda
da
düzenlenebiliyordu (Rehm, 1958). Şenliklerde zafer kazananların onuruna dikilen
yazıtlar, düzenlenen spor faaliyetleri ve sanatsal etkinlikler hakkında bize değerli
bilgiler sunmaktadır.
Herodotos (Herodotos II), kutsal alanın başlangıçta “Brankhidai” olarak
adlandırıldığını söylemektedir. Anlatılana göre; hamileliği sırasında rüyasında güneşi
göğsüne girmiş olarak gören bir kadın, korkusundan, doğan erkek çocuğuna,
Apollon’un Miletos’lu bir kadından doğma oğlu Brankhos’un adını verir. Brankhos
delikanlılık çağına geldiğinde, korulukta dolaşırken Apollon’a rastlar ve tanrı ona
nefesi ile kehanet becerisini verir. Bunun üzerine aynı korulukta Brankhos’un
kurduğu tapınak ve kehanet ocağı, uzun yıllar babadan oğla geçen bir başrahiplik ile
idare edilir. Dolayısıyla kült merkezi, Brankhos sülalesinin adıyla Brankhidai olarak
anılır. Miletos ile kutsal alanı birbirlerine bağlayan kutsal yolun kenarlarında bulunan
oturan heykel tasvirleri, bu sülalenin mensupları olarak yorumlanırlar (Boysal,
1979).
43
Kutsal alan, ilk kurulduğunda olasılıkla kaynak suyu ile birlikte bir sunaktan
ibarettir. İlk arkeolojik yapı kalıntısı, M.Ö. VIII. yüzyıl sonu ile VII. yüzyıl başına,
tarihlenen kuzeydoğu-güneybatı yönlenmesinde, üç tarafı çevrili kerpiçten basit bir
sekos’dur. M.Ö. VI. yüzılın ortalarında sekosu da içine alacak şekilde üstü açık, iç
avlusu bulunan dipteral planlı bir tapınak inşa edilir. M.Ö. 494 yılında Persler
tarafından tamamen tahrip edilen Arkaik Çağ tapınağının üzerine, M.Ö. 334 yılındaki
Granikos zaferinden sonra Hellenistik Çağ tapınağı yapılır (Tuchelt, 1992).
Tapınak planı, alışılmışın dışındadır. Başvuru sahipleri, kehanet cevabını
pronaosda beklerler ve tapınağın iç bölümlerine geçişmelerine izin verilmezdi.
Cellaya, pronaosun güney ve kuzey köşelerinden, ancak bir kişinin geçebileceği
boyutlarda açılmış olan, iki eğimli koridor ile inilirdi. Cellada, kutsal kaynak, kutsal
ağaç ve içerisinde kült heykelinin de yer aldığı naiskos bulunur. Naiskos’un tam
karşısında yirmi iki basamakla çıkılan odanın, kehanet ofisi olduğu düşünülür. Bu
odanın güney ve kuzey köselerinde yer alan iki merdiven, tapınak cella duvarının
üzerine ulaşır fakat ne amaçla kullanılmış oldukları belirlenememektedir. Tapınak
girişinde yuvarlak kuyu biçiminde bir sunak ve yanında kutsal kaynak suyunun
kuyusu yer alır. Sunak ve kutsal kaynak kuyusunun kuzeydoğusunda tapınak giriş
yönünü çevreleyen teras duvarı yer almaktadır. Bu teras duvarında çok sayıda heykel
kaidesi ve adak stelinin ele geçmiş olması, terasın adak heykelleri ve stellerinin
sergilenmesi amacıyla kullanılmış olabileceğini düşündürür (Tuchelt, 1992).
Apollon, Didyma ve Miletos’da Didymeus sıfatının dışında, Philesios ve
Delphinios sıfatları ile de onurlandırılmıştır (Fontenrose, 1988).
Delphinios sıfatı, Miletos’daki Apollon kutsal alanında ele geçen bir sunak
üzerindeki yazıttan tanımlanmaktadır (Taşlıklıoğlu, 1963). Sıfat tanrının Delphi’li
olduğu manasını taşımaktadır. Delphi’nin kuruluş söylencesine dayanan sıfat,
tanrının göçmenlere yunus biçiminde görünmesi ile gemicilerin ve gemilerin
koruyucu tanrısı olma özelliğini de taşımaktadır. Bu sebeple yunus, bu sıfatın
sembolü olmuştur (Fonrose, 1988). Ancak Delpinios sıfatı Didyma ve Miletos yazılı
44
kaynaklarında çok sınırlı sayıda görülmektedir. Pers işgali sonrasında bir süre susan
kutsal alan, Hellenistik Çağ ile birlikte kendi özgün kehanet yapısından uzaklaşmış,
Delphi’deki uygulamalara benzer biçimde uygulamalar görülmeye başlanmıştır.
Delphinios sıfatı da bu değişikliğin ürünü gibi görünmektedir. Yazılı belgelerin
kısıtlılığı da fazlaca benimsenmediğini göstermektedir. Ancak kent içindeki kutsal
alan, tek bir yazıtın varlığı ile tamamen ona adanmıştır. Didyma’da gerçekleştirilecek
ritüellerin bu kutsal alanda başlatılıp, kutsal yol takip edilerek, Didyma’da
sürdürüldüğünü söylemiştik. Kutsal alan, aslanlı limanın doğusunda yer almaktadır.
En erken tarihli buluntular, M.Ö. VI. yüzyıl ikinci yarısına tarihlendirilen portatif
sunaklar ve 4x43 metre boyutlarındaki dikdörtgen bir sunağa ait temel kalıntılarıdır.
Kutsal alan dört tarafından stoalarla çevrelenmiştir ve ortada tholos planlı bir tapınak
yer alır (Akurgal, 1978). Hellenistik Çağ’a kadar tarihlenebile yapılar olmasına
rağmen, Roma İmparatorluk döneminde birçok ekleme ve düzenleme yapılmıştır.
Özellikle Augustus, Hadrian ve Caligula’nın yönetimleri sırasında inşa faaliyetlerinin
hızlandığı görülmektedir (Parke, 1985).
Didyma’da Arkaik Çağ kehanet ritüelleri, sunuluş biçimi ile Hellenistik
Çağ’ın uygulamaları arasında farklılıklar görülmektedir. Brankhos sülalesi
zamanında, kahinlerin erkek oldukları, cevapların doğrudan tanrının ağzından ve düz
yazı
biçiminde
yazıldığı,
ele
geçen
Arkaik
Çağ
kehanet
metinlerinden
anlaşılmaktadır. Perslerin, Brankhos sülalesi ile birlikte Ekbatana’ya götürmüş
oldukları Apollon kült heykelinin, Seleukos tarafından geri getirilmesi ile yaklaşık
bir buçuk asır sonra yeniden başlayan Hellenistik Çağ kehanet cevaplarındaki en
büyük farklılık, cevapların Delphi’de oldugu gibi dizeler halinde verilmesidir. Erkek
kahinlerin yerini, yine Delphi’deki gibi, kadın kahinler almıştır ve cevap dili de
benzer biçimde değişmiştir. Artık tanrı doğrudan konuşmaz. Yazıtlarda, önce
sorunun yazıldığı ve ardından tanrı dedi ki diye belirtilerek, cevabın verildiği
görülmektedir (Parke, 1986). Değişen dönem ile birlikte uygulamalarda da
farklılaşma meydana gelmiştir.
45
Antik kaynaklar, kehanette bulunan kadın kahinlerin, kehanet öncesi üç gün
oruç tuttukları, yıkanmadıkları ve bu süre boyunca tapınakta yattıkları, kehanete
başlamadan ayaklarını veya cüppelerini kutsal suda ıslattıktan sonra suyun buharını
içlerine çektiklerini ve esriyerek cevapları vermeye başladıklarını, söylemektedir
(Fontenrose, 1988). Anlatılana göre kahinlerin cevapları, rahipler tarafından kaleme
alınır, kehanet yapısı olarak değerlendirilen yapının pronaosa açılan bölümünden,
kehanete başvuranlara iletilirdi. Didyma’da danışanlar, cellaya giremezler, kahin ile
herhangi bir irtibatları olmazdı. Klaros ve Delphi’de ise, danışanlar kahini
görmeseler bile sesini duyabilirlerdi (Parke, 1976). Ayrıca diğer kehanet
merkezlerinde (Fontenrose, 1988).
Miletos kent sikkeleri üzerinde Apollon; çıplak, bir elinde yay veya bir sunu
tası tutarken ve yanında daima bir geyik ile beraber betimlenmiştir. Didymeus sıfatı
ile tanrının ikonografik bakımdan ayırıcı özelliği, geyik betimidir. Apollon
Didymeus’un Artemis ile birlikte resmedildiği örnekler de yoğunlukları ile dikkati
çeker. Geyik betimlemesinin de, geyiğin tanrıçanın kutsal hayvanlarından biri olması
nedeniyle Artemis gibi algılanması gerektiği düşünülmektedir.
Kutsal alan - ana kent iliksisi içerisindeki Miletos ve Didyma, Arkaik Çağ
uygulamaları ile özgün bir yapı sergilerler. Ancak Pers işgali sonrasında uzun süre
susan kutsal alan, Büyük İskender sonrasında, geleneksel mimariye bağlı inşa
edilmiş olan mimarisi dışında, kült uygulamalarında Delphi ile benzerlikler
göstermeye başlar. Augustus döneminde kutsal alanda inşa faaliyetlerinin hızlanmış
oldugu ve cella içerisine bir kehanet yapısı inşa edildiği düşünülmektedir. Ancak
Hıristiyanlıkla birlikte cellaya inşa edilen bazilika, bu yapıyı bütünüyle tahrip
etmiştir. Bazilikada kullanılan mimari blokların büyük bir çoğunluğu bu yapıya aittir
ve sütunları üzerinde rahip adları yazılıdır (Rehm, 1958).
46
2.2. Letoon
Lykia’nın dini ve idari merkezi,
Ksanthos’un, dolayısıyla tüm bölgenin
kutsal alanı olan Letoon, Kınık köyünün 4 km. güneybatısında Esen Çayı’nın batı
kıyısındaki Bozoluk’da yer almaktadır (Sevin, 2001).
Geleneksel yapının tutucu bir biçimde korunduğu, Ksanthos ile ana kentkutsal alan ilişkisi içerisinde olan Letoon’da, ana tanrıça geleneği çerçevesinde, onun
çocukları Apollon ve Artemis’e de, tek bir kutsal alanda saygı gösterilmiştir.
Bölgenin en önemli kutsal alanında ana unsur, ana tanrıçadır (Frei, 1990).
Kutsal alanda ele geçen ve M.Ö. 358 yılına tarihlendirilen üç dilli yazıt,
alanın Leto ve onun çocukları Apollon ve Artemis’e adanmış olduğunu gösteren en
erken tarihli epigrafik kaynaktır. Yazıtın Yunanca ve Lykçe yazımlarında kutsal
üçlü; “Leto ve çocukları”, Aramice yazımında ise “Leto, Apollon ve Artemis” olarak
anılırlar.
M.Ö. 200 yılında Lykia birliği kurulduğunda, “ata tanrıları” olarak saygı
gören Leto ve çocuklarının kutsal alanı Letoon, birliğin resmi ve milli kutsal alanıdır
(Keen, 1998). Bu merkezi yapı içerisinde, Lykia’lı yöneticiler kült uygulamalarında
önemli bir rol üstlenmişlerdir. Lykia’lı bir kralın, Letoon’da gerçeklestirilen kurban
ritüelini bizzat yönettiğini ve bir başka yöneticinin ise milli kutsal alan Letoon’a
adak adadığını bildiren yazıtlar, siyasi yönetim ile din birlikteliğini belgelemeleri
açısından önemlidirler.
Leto, Apollon ve Artemis kutsal üçlüsü, görsel olarak en erken, Elmalı
tümülüsü buluntusu olan fildişi heykel grubunda izlenmektedir (Işık, 1998).
Letoon’un, arkeolojik verilere göre M.Ö. VII. yüzyıldan itibaren faaliyette
oldugu düşünülmektedir (Keen, 1998). Kutsal alanda yan yana, büyüklükleri
47
birbirinden farklı, kuzeydoğu/güneybatı yönlenmesinde üç tapınak inşa edilmiştir
Tapınakları farklı büyüklükleri, tanrılara verilen önem sırası ile ilgili ipuçları
vermektedir.
.
Tapınakların en büyüğü, Ion düzeninde inşa edilmiştir ve içerisinde ele geçen
bir yazıtta Lykia’nın yerel hükümdarlarından Arbinas’ın (ölümü M.Ö. 480 civarı)
Leto tapınağını yaptırdığı yazılıdır (Tekin, 2007).
Ortada, iki tapınak arasında yer alan diğer Ion düzenli tapınakta ele geçen ve
M.Ö. IV. yüzyıla tarihlenen yazıt ise tapınağın Artemis’e ait olduğunu
belgelemektedir. Artemis tapınağının cellasında ana kayanın doğal haliyle bırakılmış
olduğu görülmektedir ve bu durum tanrıçanın Anadolu algılanışı ile ilgili olmalıdır.
Apollon tapınağı; tanrıçalara adanmış diğer iki tapınağın aksine Dor
düzeninde inşa edilmiştir. Cellasında Apollon’un simgeleri olan ok, yay, sadak ve
kitharanın resmedildiği, M.Ö. II. yüzyılın ikinci yarısına tarihlen bir mozaik
bulunmasına rağmen tapınak, M.Ö. IV. yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir (Courtils,
2003).
Kutsal alanda kazılar sırasında saptanan çok sayıda havuz ve Hadrian
dönemine tarihlenen anıtsal çeşme, su ile arınma ritüeli ile ilişkili gözükmektedir.
M.S. IV. yüzyılda inşa edilmiş olan kilise ve manastır yapıları alanda kutsallık
algısının devamını ifade etmektedir (Metzger, 1978).
2.3. Klaros Apollon Bilicilik Merkezi
İzmir ili, Menderes ilçesi, Ahmetbeyli Köyü sınırları içerisinde kalan Apollon
Klarios kutsal alanı; Cuma Ovası’nın (Menderes) güneyinde, ovayı güneyindeki
Kuşadası körfezine bağlayan Ahmetbeyli Vadisi’nin taban düzlüğünde yer alır.
Kutsal alanın M.Ö. 294 yılına kadar bağlı oldugu kuzeydeki ana kenti Kolophon’a
48
(Değirmendere) uzaklığı 13 km; bu tarihten sonra bağlandığı güneydeki ana kenti
Notion’a (Sahil evleri) uzaklığı ise 2 km’dir (Şahin, 1998).
Apollon’un, Klarios sıfatı; Kolophon, Notion, Klaros, Pisidia’da Sagalassos
ve Lydia’da Troketta’da ele geçen çok sayıda yazıt aracılığı ile saptanmıştır. Klaros
kutsal alanına ilişkin edinmemiz bilgilerin kaynağı ise, Kolophon, Notion ve
özellikle de Klaros kutsal alanından gelen yazıtlardır (Macridy, 1915).
M.Ö. XII. yüzyıldan itibaren kullanılmakta olduğu düşünülen kutsal alanda,
ele geçen en erken tarihli buluntular Erken Arkaik Çağ’a aittir (Şahin, 2002). Kutsal
alanın antik dünyada ünlenmesi, Büyük İskender ile birlikte gerçekleşmiştir.
Smyrna’nın yeni bir yere taşınması konusunda Büyük İskender’in merkeze danıştığı
ve aldığı cevap neticesinde kentin Pagos Tepesi’ne (Kadifekale) taşındığı
bilinmektedir. Klaros kehanet merkezin, Roma Çağı boyunca da bilinirliği ve
saygınlığı artmıştır.
Kolophon ve Notion kentleri ile ana kent – kutsal alan iliksisi içerisinde olan
Klaros ve bu kentlerin baş tanrısı konumundaki Apollon Klarios’a, Anadolu’nun
hemen her yerinden kehanet danışılmaya gelindiğini, yazıtlar aracılığıyla
saptayabilmekteyiz (Şahin, 1998).
Troia savaşlarının ardından, Klaros kahini Mopsos ve Kalkhas arasında çıkan
çekişmeden bahsedilmesi (Pausanias, VII), bu dönemden itibaren bölgede bir
bilicilik merkezi olması gerektiğini düşündürmektedir. Kutsal alanın hemen
yakınında keşfedilen mağara ve çevresinde ele geçen erken seramikler, bu yöndeki
kanıtlar olarak sunulur. Burada Apollon öncesinde yerli bir ana tanrıça kültünün var
olduğu, Manto’ya dönüştüğü ve sonrasında Manto’nun oğlu Mopsos tarafından
kehanet ocağının kurulduğu söylenmektedir (Taşlıklıoğlu, 1963). Bu durum
neredeyse tüm Apollon kutsal alanlarında gözlemlediğimiz, Anadolu’ya özgü bir
evrimdir.
49
Kutsal mağara içerisinde doğal bir kutsal su kaynağı bulunmaktadır. Buna ek
olarak tapınağın arka adyton’unda da kutsal bir kuyu ve su kaynağının olduğu
gözlenmektedir. Kahinlerin, bu sudan içerek esridikleri ve kehanete başladıkları
Klaros için ispatlanmıştır. Delphi ve Hellenistik Çağ’da Delphi geleneğini alan
Didyma’dan farklı olarak, Klaros’da kahinler erkektir (Parke, 1985).
Klaros’da, Apollon’un, kehanetle ilişkilendirilen bütün belirteçlerinin var
olduğu görülmektedir. Kehanet için vazgeçilmez olan su kaynakları, kutsal mağarada
ve tapınak içerisinde olmak üzere, tıpkı Didyma’da oldugu gibi, iki tanedir.
Omphalos, adyton ön odasında in situ konumda ele geçmiştir. Kutsal alana girişi
sağlayan anıtsal kapının yanında bir üçayak yer almaktadır (Şahin, 1998).
Klaros’da bilicilik, gün batımının ardından, meşalelerin ışığında mistik bir
atmosferde gerçekleştiriliyordu. Tapınak cellasının altında yer alan iki odalı adyton,
kehanet ritüelinin gerçekleştirildiği mekandır. Başvuru sahipleri yalnızca ön adyton’a
girebiliyorlardı. Ön adyton’da bekleyen ve kehanete başvuranların sorusunu yazıya
geçiren bir görevli, soruyu kahine veriyordu; soruları alan kahin, sadece kendisinin
girebildiği arka adyton’a geçiyor, kutsal su ile elini yüzünü yıkadıktan, bir miktar da
su içtikten sonra tanrı ile iletişim kuruyordu. Cevapları alan kahin bunları rahibe
iletiyor, rahip de altılı dizeler haline dönüştürdüğü cevabı, yazılı olarak, danışanlara
veriyordu (Şahin, 1998).
Doğu-batı ekseninde konumlandırılmış olan tapınak 26.00x45.50 m
ölçülerinde bir alanı kaplamakta ve cephesi doğuya bakmaktadır (Robert, 1976). Dor
düzeninde inşa edilmiş olmasına rağmen, tapınak, altyapısını oluşturan 5 basamaklı
kredisi ile Dor düzeninden çok Anadolulu bir özellik olan Ion Düzeninin etkisini
taşımaktadır. Pronaos ve celladan oluşan yapıda opisthodomos bulunmaması ise
başka bir Ion düzeni özelliğidir. 6x11 sütun sayısı ile peripteros bir plan sergileyen
tapınak beyaz mermerden inşa edilmiştir (Şahin, 1998).
50
Tapınakta, pronaostan cellaya anıtsal bir kapıyla geçilmektedir. Bugün bu
kapının sövelerinden biri korunmuş durumdadır. Tapınağın batı yönünde bulunan,
kehanetin yapıldığı adytona bir koridorla ulaşılmaktadır. Doğudaki kemerli salonda
taş oturma bantlarının yanı sıra, Apollon’un kutsal taşı olan mavi mermerden
yapılmış omphalos bulunmaktadır (Şahin, 1998).
Sütun tamburlarının yüksekliği 0.80 ile 0.95 m. arasında değişmekte olup, alt
tambur çapı 1.72 m üst tambur çapı ise 1.40 m’dir. Sütun yüksekliği, alt çapın 6.62
katıdır ve 12 tamburdan oluşan sütunların yüksekliğinin 11.42 m olduğu
düşünülmektedir (Şahin, 1998). Tapınağın cephe düzenine ve üstyapısına ait çok
sayıda mermer mimari blok tapınak alanında bulunmaktadır. Yapı uzun süre
bitirilememiş olduğu için çeşitli dönemlere ait olan bu malzemeler yardımı ile
tapınağın inşa evreleri hakkında bilgiler edinilebilmektedir.
Tapınağın inşa tarihi tam olarak bilinmemektedir. Fakat gerek antik
kaynaklardaki anlatımlardan, gerekse alanda bulunmuş olan mimari buluntulardan
anlaşıldığı üzere tapınağın yapımı uzun yıllar sürmüştür. Mevcut kalıntıları
günümüze ulaşan Hellenistik tapınağın M.Ö. III. yüzyılda yapılmaya başlandığı ve
Hadrianus Dönemine kadar inşasının devam ettiği tespit edilmiştir (Price, 1998).
Yapının temellerinde bulunan M.Ö. 294 öncesine tarihlenen bronz sikke hazinesi de
tapınağın en erken tarihini işaret etmesi bakımından önemlidir (Şahin, 1998).
Arkeolojik araştırmalarda elde edilen verilere göre, tapınağın altında Arkaik
Dönemde de Apollon’a ait küçük bir tapınağın ve sunağın bulunduğu anlaşılmaktadır
(Bean, 2001). Tapınağın cellasında büyük boyutlu Apollon heykeliyle birlikte
Artemis ve Leto heykellerinin de ele geçmiş olması, burada Apollon’un yanı sıra kız
kardeşi Artemis ve anneleri Leto için de bir kültün bulunduğunu göstermektedir.
Ayrıca Apollon Tapınağı’nın doğusunda bir sunak (Serdaroğlu, 2004), kuzeyinde ise
Artemis’e adanmış Ion Düzeninde küçük bir tapınak (Şahin, 1998) yer almaktadır.
51
Klaros, yazılı belgelerle varlığını bildiğimiz, yüz adet kurbanın bir arada
kesildiği bir hekatomb’un, özgün biçimiyle ele geçmiş olması ile de önemlidir. Bu
uygulama, Magnesia Artemis Tapınağı ve sunağı için de ispatlanmış olsa da en iyi
korunmuş örnek; Klaros’ta, Artemis ve Apollon tapınakları ile tanrı ve tanrıçanın
sunakları arasında kalan alanda yer almaktadır. Hayvanların bağlandığı demir
halkaların bulunduğu bloklar, birbirine paralel dört sıra halinde yirmi beser adet
olmak üzere yerleştirilmişlerdir (Şahin, 2001).
Kutsal alan; suyu toplayan coğrafi bir çanak içerisine kurulması, kutsal koru,
su kaynakları ve mağaraların varlığı, yer seçiminin gelenekselliği ve ana kent-kutsal
alan ilişkisi özellikleri ile Anadolu Apollon kutsal alanlarının ortak özelliklerini
taşımaktadır. Bununla beraber, aynı kutsal alanda, yan yana, kardeşi Artemis ile
birlikte tapınım görüyor olması ile de Anadolu geleneğini yansıtmaktadır.
2.4. Lagina Hekate Kutsal Alanı
Antik çağ coğrafyasında Karia Bölgesi içinde yer alan Lapina Hekate Kutsal
Alanı, Muğla ili, Yatağan ilçesi, Turgut Beldesi sınırları içinde, Kapıtaş
Mevkii’ndedir. Antik yapı kalıntılarının bulunduğu alan günümüzde halen “Leyne”
olarak anılmaktadır (Şahin, 1973).
Lagina'nın tarihi süreci, Karia Bölgesi ve özellikle bağlı oldugu Stratonikeia
antik kentinin tarihi süreci ile paralellik gösterdiği varsayımı, antik kaynaklar, ele
geçen yazıtlar ve arkeolojik belgelerle kronolojik olarak yerine oturmaktadır (Şahin,
1976).
Hekate kutsal alanının yaklaşık 1 km kuzeybatısındaki Köklük Mevkii’nde
ele geçen bir yazıttan öğrendiğimize göre, M.Ö. IV. yüzyılda Lagina, Koranza antik
kentinin bir demosudur (Şahin, 1976).
52
M.Ö. III. yüzyıl ile birlikte Seleukoslar’ın yönetimindeki bölgenin siyasi
yapısının yeniden düzenlenmesi ile Stratonikeia ön plana çıkmış (Tırpan, 1983) ve
Koranza antik kenti Stratonikeia’nın demoslarından biri olmuştur(Şahin, 1976).
Lagina’nın bağlı oldugu Koranza’nın adının unutulup, Lagina Hekate Kutsal
Alanı’nın önem kazanmasının nedeni, Anadolulu bir tanrıça olan Hekate’nin
kültünün ön plana çıkması, bunun sonucu olarak da Hekate tapınağının bölgenin en
önemli dini merkezi haline gelmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Lagina Hekate
kutsal alanının, kutsal bir yol ile Stratonikeia’ya bağlanması ve Hekate tapınağı
rahiplerinin demos hakkına sahip oldugu için Stratonikeia yönetimine bule
göndererek söz sahibi olmaları, Lagina’nın bölgedeki önemini vurgulamaktadır
(Şahin, 1976).
Pontus kralı Mithridates’e karsı Roma’yı savunan Stratonikeia, M.Ö. 88
yılında Mithridates’in işgaline uğramış ancak Romalılar, M.Ö. 81 yılında
Pontuslular’ı yendiğinde, Stratonikeia’yı ödüllendirmek amacıyla kentin 50 km
güneydoğusunda yer alan Hydisos şehri ve topraklarını Stratonikeia’ya vermişlerdir
(Şahin, 1982).
M.Ö. 40 yılında Partlarla birleşen Labianus, Romalılara karşı başlattığı
mücadelede Stratonikeia’ya saldırmış fakat ele geçirememiş, bunun üzerine Lagina
Hekate tapınağını yağmalamıştır (Bean, 2000). Bu olaydan zarar gören kutsal alanın
yeniden imarı için İmparator Augustus, M.Ö. 27 yılında büyük bir bağışta
bulunmuştur. Bu bağış yazıtı propylon’un kapı lentosunda yer almaktadır.
Hekate, ay ve gece ile ilişkilendirilmiş, titan soylu Perses ve Asteria'nın
kızıdır. Ay ve gecenin dışında ölüler, yeraltı ve büyücülük ile ilişkilendirilmiştir.
Korkuyla karışık bir saygı uyandırır. Mitolojide çok ön planda olmayan Tanrıça’nın,
Olympos tanrıları ile sınırlı ilişkileri bulunur. Karagöz (2002), tanrının Anadolu
53
kökeni ile buradaki tanrı ve tanrıçalar ile olan ilişkisi, Kybele ve Artemis ile
münasebeti konularına açıklık getirmektedir.
Hekate için Lagina’da her yıl düzenlenen alışılmış festival dışında dört yılda
bir de büyük şenlikler düzenlenmekteydi. Törenler belirli bir düzen içerisinde devam
ediyordu. Çeşitli oyunlarla birlikte süren, anahtar taşıma şenliği sırasında, şenlik
alayı, tapınak anahtarını Lagina'dan Stratonikeia'ya götürüp geri getiriyordu. Anahtar
taşıma ritüeli Hekate'nin yer altı dünyasının anahtarını elinde tuttuğu inanışı ile
ilişkilidir ve anahtarı genç kızlar taşımaktadır.
Tören için gelen insanlar propylondan geçerek kutsal alana giriyor,
merdivenlerden inmeden hemen soldaki kapıdan stoaya geçiyorlar ve oradaki
basamaklara oturarak törenin başlamasını bekliyorlardı. Görevli olanlar ise
propylondan girdikten sonra doğudaki on basamağı inerek altar yönüne doğru
ilerleyip onlar için ayrılan yere gidiyorlardı. Yıllık şenliklerin hepsinde bedava
yenilip içilenlerin dışında, halka para da dağıtılıyordu.
Lagina ve çevresinde gelirleri Hekate kutsal alanına ait pek çok zeytinlik ve
tarım arazileri vardı. Bunlar tamamen vakıf arazileriydi. Hekate Kutsal alanı ile ilgili
masraflar vakıf mallarından elde edilen gelirler ve tapınağa yapılan bağışlardan
karşılanıyordu. Özellikle zenginler buraya büyük bağışlar yapma ve yeni bir bina
inşa etme konusunda yarışıyorlardı.
Lagina’da yeni bulunan kitabeler; başka şehirden bir vatandaşın Lagina'da
oturması ve toprak sahibi olmasının özel bir izne tabi olduğunu ve isteyen her
vatandaşın Lagina'da oturamadığını göstermektedir.
Lagina Hekate kült merkezinin dört tarafını çevreleyen Stoa’da ilk çalışma
1892 yılında Osman Hamdi Bey tarafından yapılmıştır. Bu çalışmalarda tapınakta ve
altarda düzenlenen dini törenleri izlemek için gelen insanların soğuktan ve sıcaktan
54
korunabilmeleri düşüncesinin yanı sıra, oturup bu törenleri izleyebilmeleri için
stoanın ön tarafına yapılan ve on bir basamaktan oluşan oturma sıraları tespit
edilmiştir.
Tapınak ile bağlantılı olan ve diğer cephelerden bağımsız planlanan Batı
Stoa’nın inşasının Geç Helenistik Çağ’da başladığı, Augustus döneminde ise diğer üç
cephenin inşa edildiği alanda bulunan yazıtlardan öğrenilmektedir.
Propylon’un batı yönü, üç basamaklı bir alt yapı üzerine apsidal planlı inşa
edilmiştir. Anteler arasında, Efes tipi kaideler üzerinde yükselen dört Ionik sütun yer
almaktadır. Doğu tarafında ise on basamaklı bir alt yapıya sahip olup anteler arasında
Efes tipi kaideler üzerinde yükselen iki Ionik sütun görülmektedir. Propylon, plan
acısından şimdilik Anadolu'da bilinen tek örnektir. Kutsal Alan’da bulunan yazıtlara
göre burada daha önceki dönemlere ait bir girişin var oldugu bilinmektedir (Şahin,
1982).
Tapınağa bakan kuzeybatı cephesinde basamakların yer aldığı, üç yönü Ion
düzeninde sütun sırası, en dış kısmı ise bir parapet ile çevrilen atlar İmparator
Augustus zamanında inşa edilmiştir. Alışılmış diğer anıtsal altarlardan farklı olarak
burada basamaklar altarın dar cephesinde yer almaktadır. Tapınak ile altarın aynı
yöne bakmıyor olmaları, her iki yapının da farklı dönemlerden olduğunu
göstermektedir (Tırpan-Söğüt, 2000).
Kuzeybatı-güneydoğu yönünde konuşlandırılan tapınak, beş basamaklı bir alt
yapı üzerine pseudodipteros planda, Korinth düzeninde inşa edilmiştir. Ön cephede,
anteler arasında yer alan in antis sütunlar ise Ion düzenindedir. Tapınak’ta hem
duvarların hem de sütunların üzerine gelen frize kabartmalar işlenmiştir (TırpanSöğüt, 2004). Bugüne kadar yapılan çalışmalarda sütunların üzerine gelen frizlerde
dört ana konunun islendiği belirlenmiştir. Tapınağın doğu cephesindeki frizde
Zeus'un doğumu ve yaşamı ile ilgili konular betimlenmiştir. Burada Hekate, Zeus'un
55
babası Kronos'a bir taş sunmaktadır. Kuzey yönde Amazonlar ile Grekler arasındaki
dostluk anı işlenmiştir. Burada Hekate bu dostluğun onuruna yere kutsal içki
dökerken betimlenmiştir (Webb, 1996). Batıda Gigantomakhia işlenmiştir. Hekate
frizde bu savaşı izlerken betimlenmiştir. Güney yöndeki betimlemeler ise kesin
olarak tanımlanamamış, figürlerin Karialı tanrıları ve onların kentlerini simgelediği
düşünülmektedir.
56
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Tez kapsamında incelenmiş olan kültlere bakıldığında, Anadolu’nun, tek bir
tanrı kültü için dahi gerek coğrafi farklılıklar gerekse yöresel gelenekler ekseninde
pek çok farklı algılayış ortaya koyduğu görülmüştür. Dönemin Akdeniz uygarlıkları
arasında da Anadolu’nun pasif, alıcı bir inanç sistemine sahip olmadığı, aksine
yaratıcı, yeni kültleri kendi geleneğince dönüştürücü bir özelliğe sahip olduğu
görülmüştür.
Apollon kültü, başlığı altında yapılan araştırma sonucunda, tanrının sahip
olduğu pek çok özelliğin Babil güneş tanrısı Şamaş’da var olduğu ve adının köken
olarak Hitit kapı koruyucu tanrısı Apulunas’a bağlanabileceği görülmüştür. Lykeios,
Lykia soylu sıfatının, tanrının doğum yerinin aslında Patara olduğunu belirten
araştırmalarla ile örtüştüğü izlenmiştir. Apollon’un annesi Leto’nun. Lykçe kadın
manasına gelen Lada isminden türediği ve Ana Tanrıça niteliği taşıdığı, aldığı yerel
biçimlerin Karia’da çift ağızlı balta ile özdeşleşmesi örneğinde görüldüğü gibi
gelenekler çerçevesinde gerçekleştiği bilgilerine ulaşılmıştır.
Anlaşılan o ki Apollon Anadolu’da dişil ve eril gücün, toprak ve suyun, ödül
ile cezanın birleşiminin bir sembolü gibidir. Kız kardeşi Artemis ve annesi Leto’nun
ana tanrıça düşüncesi çerçevesinde şekillenen karakterleri, zamanla onun da
karakteristiği olmuş, kimliği içerisinde onlar ile birlikte algılanmasını beraberinde
getirmiştir.
Dionysos kültü çerçevesinde yürütülen araştırma ile antik kaynaklarda
Tanrı’nın ana vatanı olarak Phrygia-Lydia bölgelerinin işaret edildiği görülmüştür.
Sahip olduğu şarap tanrısı özelliğinin aynı zamanda bir doğa tanrısı olan M.Ö. VIII.
yüzyıl Geç Hitit tanrısı Tarkundas’da var olduğu anlaşılmıştır. Tanrı’nın değişen
mevsimler ile birlikte ölmek ve yeniden dirilmek gibi doğa tanrısı vasıfları taşıdığı
57
görülmüş ve Dionysos kültü ritüellerinin Kybele inancı ritüelleri ile dikkat çekici
derecede benzeştiği görülmüştür. Ayrıca Tanrı’nın Anadolu’da izlenen tapım
bölgelerinde, eski tanrılar ile birleşme, kaynaşma, ortak kült tapınımları gibi
uygulamalara sıkça rastlandığı tespit edilmiştir.
Anadolu’da Dionysos yalnızca şarabın ve tiyatronun tanrısı değil aynı
zamanda bereket ve verimlilikten sorumlu bir doğa tanrısıdır.
Kybele kültü, kökeni Paleolitik Çağ Venüs’lerinden Neolitik, Kalkolitik ve
Tunç Çağı Ana Tanrıça’larına kadar uzanan, Phrygia’da bugünkü algılanışı
çerçevesinde yeniden şekillenen anaç ve koruyucu özellikleri ön plana çıkarılmış
Anadolu yaratısı, Phrygia kökenli bir ana tanrıçadır. Kybele adının tanrıçanın Phryg
dilindeki sıfatı kubileya’dan (dağın) türetilmiş olduğu ve tanrıçaya dağın anası
olarak seslenildiği anlaşılmıştır.
Tanrıça’nın etkisi o kadar güçlü olmuştur ki oldukça benzer özellikler ile
önce Kıta Yunanistan’da ardından Roma’da tapınım görmüş, Anadolu’da
kendisinden sonra gelen tüm tanrıçalar özünde Kybele’yi ifade etmiştir.
İncelenen Didyma, Letoon, Klaros ve Lagina kutsal alanları, tapım
merkezlerinin de bölgeler ve kültürler arasında farklılıklar içerdiğini vurgulamıştır.
Toplumlar arası iletişimin sürekli var olduğu gerçeği göz önünde
bulundurulduğunda insanoğlunun yarattığı hiçbir kültür öğesinin, temelde küçük bir
topluluğa mal edilemeyeceği; oluşturulan her yeni öğenin temelinde, daha önce
başka toplumlarda biriken bilgilerin ve deneyimlerin payı olduğu düşünülmektedir.
Ayrıca geleceğin yeni buluşları da muhakkak ki bugünün yeni öğeleri üzerine
kurulacaktır.
58
Arkeoloji ve diğer eskiçağ bilimlerinde, köken sorusunun önemli bir yeri
olduğu açıktır. Ancak kültler açısından bu kadar önem verilmesi gereken bir diğer
konunun da bölgesel özellikler olması gerektiği düşünülmektedir. İnançların, insana
hitap etmesi ve insanoğlunun pek çok ortak duygu, düşünce ve meraka sahip olması
nedeniyle farklı coğrafyalarda oluşturulan kültler, isimleri ve imgeleri ile farklılıklar
gösterse de insanoğluna, benzer nitelikleri ile hitap etmektedirler.
Antik dönemlere bakıldığında, adı ve imgelemi nasıl olursa olsun farklı
coğrafyalara sahip kültürlerin tümünde doğanın güçlerini, devinim ve dönüşümünü
kontrol eden; insanın günlük yaşamını, sosyal ve siyasal ilişkilerini düzenleyen
kültler görmek mümkündür. Bu noktada, önemli olan coğrafyaların kültlerine ilişkin
geleneklerinin ve karakterlerinin anlaşılması olmalıdır.
Tez kapsamında yapılan araştırma sonucunda, Anadolu’da tapınım gören
kültlerin, Hellenistik ve Roma dönemlerinde sistemli bir şekilde uygulanan
Hellenleştirme politikaları öncesinde kendi özüne daha bağlı olduğu görülmüştür.
Ele alınan kültlere bakıldığında bu özün doğa ile iç içe olan bir özelliği
olduğu görülmüştür. Anadolu tanrı kültlerinin, doğa güçleri, toprak, bereket ve
verimlilik, insanın temel ihtiyaçlarının karşılanması gibi odak noktalarına sahip
olduğu;
karakterinde Yunan ve Roma inancının organize olmuş paganizminin
romantik, insansı tanrı kültleri yerine doğal güçlerin ve insan yaşamının kontrolüne
yönelik, faydacı ve daha sembolik bir anlayış taşıdığı görülmüştür.
59
KAYNAKÇA
AKALIN, A.G. (2003), “Troas Synoikisis’i”, Tarih Arastırmaları XXI, 33, 2003.
AKURGAL, E. (1978), Ancient Civilizations and Ruins of Turkey,
AKURGAL, E. (2000), Anadolu Uygarlıkları, Net Turistik Yayınlar A.Ş. İstanbul
ANEZİRİ, S. (2003), Die Vereine der Dionysischen Techniten im Kontext der
Hellenistischen Gesellschaft, Historia 183, Stuttgart.
ARIKAN, Y. (1995), Uygulamalı Tiyatro Eğitimi I, Arıtaş Yayınları, İstanbul
BEAN, G.E. (1965), Side Kitabeleri
BEAN, G.E. (1966), “Two Inscriptions from Aeolis”, Belleten XXX, Ekim 1966,
s.525.
BEAN, G.E. (2000), Eskiçag’da Menderes’in Ötesi, (Çev: Kurtoğlu P.), Arion
Yayınevi, İstanbul
BERGES, D. (2001), “Datça/Emecik/Sarı Liman Mevkii Arkaik Kutsal Alan 1999
Yılı Çalışmaları” 22. KST Cilt 2, Ankara 2001, s:127-136.
BERGES, D. (2002), “Datça/Emecik/Sarı Liman Mevkii Arkaik Tapınak 2000 Yılı
Çalışmaları” 23. KST Cilt 2, Ankara 2002, s:89-100.
BRYCE, R.T. (1986), The Lycians in Literary and Epigraphic Sources
BURKERT, W. (1985), Greek Religion
60
CİCERO, Tanrıların Doğası (Çev: Telatar F. –Özaktürk F. G.), Dost Kitabevi,
İstanbul, 2007.
DİODORUS S. Library of History Vol: I, Books 1-2.34 (İngilizce Çev: Oldfather C.
H.), The Loeb Classical Library, London/New York, 1935.
DÜRÜŞKEN, Ç. (2000), Roma’nın Gizem Dinleri: Antikçağ’da Yaşamın ve
Ölümün Bilinmezine Yolculuk, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.
ERHAT, A. (2002), Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul.
EURİPİDES, Bakkhalar (Çev: Eyüboğlu S.), Maarif Matbaası, İstanbul, 1944.
FONTENROSE, J. (1990), Didyma, Apollo’s Oracle, Cult and Companions,
London.
FREI, P. (1990), “Die Gotterkülte Lykiens in der Kaiserzeit”, ANR W II, 18, 3,
1990.
GRAVES, R. (1984), Les Myhes Grecs.
GRİMAL, P. (1997), Mitoloji Sözlüğü (Çev: Tamgüç S.), Sosyal Yayınları,
İstanbul.
HANÇERLİOĞLU, O. (1975), İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul
HASLUCK, F. (1903), “Inscriptions From Cyzicus”, JHS, 23.
HAZAN, F. (1966), Dictionnaire de la Civilisation Grecque, Fernard Hazan éditeur,
Paris.
HERODOTOS, Herodot Tarihi (Çev: Ökmen M.), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991.
61
HOMEROS, İlyada (Çev: Erhat A. – Kadir A.), Can Yayınları, İstanbul, 1997.
IŞIK, C. (1999), “Kaunos Arastırmaları 1999”, KST 21, 2.
KEEN, A.G. (1998), Dynastic Lycia, A Political History of the Lykians.
KERN,
O.
(1958),
Dionysos,
Paulys
Realencyclopadie
der
Classischen
Alterumswissenschaft (RE), Stuttgart, s. 1010-1046.
KNIGHT, C. A. (1981), Fielding and Aristophanes, Studies In English Literature
1500-1900, 21-3, s. 491-498.
LOVE, C. (1970), “Apreliminary Report of the Excavations at Knidos”, AJA
LXXXI, 1, 1972.
MACRIDY, T. (1915), “Fouille du Hieron D’Apollon Clarios a Colophon”,BCH 39.
MANSEL, A.M. (1978), Side, 1947-1966 Yılı Kazıları ve Arastırmalarının
Sonuçları.
MERKELBACH, R. (1987), “Katalog der Antiken Inschriften des Museums von
Iznik (Nikaia), IK 31, II.
MERKELBACH, R. (1998), Steinepigramme aus dem Griechischen Osten.
METZGER, H. (1971) “Xanthos 1970: The Letoon”, AnatSt. XXI, 57-58, 1971.
MITCHELL, S. (1990) “Sagalassos 1989”, Anatolian Studies XL.
NILLSON, M. P. (1957), The Dionysiac Mysteries of Hellenistic and Roman Age,
Lund, Gleerup.
62
ÖĞÜN, B. ( 2001), Kaunos Kbid.
ÖZGÜNEL, C. ( 2001), Smintheion. Troas’ta Kutsal Bir Alan, Ankara.
PARKE, H.W. (1985), The Oracles of Apollo in Asia Minor.
PARKE, H.W. (1986), “The Temple of Apollo at Didyma: The Building and Its
Function”, JHS 106.
PAUSANİAS, Description Of Greece I-V, (İng. Çev: Jones W. H. S.– Ormerod H.
A.), The Loeb Classical Library, London/New York, 1918.
PRICE, S.R.F. (1998), Rituals and Power; The Roman Imperial Cult in Asia Minor,
Cambridge University Press, New York.
RAMSAY, W. M. (1895), The Cities And Bishoprics of Phrygia I, Oxford.
REHM, A. (1958), “Die Inschriften”, Didyma II.
RICL, M. (1997), The Inscriptions of Alexandreia Troas.
SERDAROĞLU, Ü. (2004), Lykia-Karia’da Roma Dönemi Tapınak Mimarlığı,
Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul
SCHWERTHEIM, E. (1996), “Die Troas: Neue Forschungen zu Neandria und
Alexandria Troas II”, AMS XXII.
SEVİN, V. (2001), Anadolu’nun Tarihi Cografyası I.
SIMON, E. (1980), Die Götter der Griechen.
63
STRABON, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV) (Çev: Pekman
A.), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1993.
ŞAHİN, M.Ç. (1976), “Five Inscriptions from Halicarnassus”, ZPE 20, 1.
ŞAHİN, S. (1981), “Katalog der Antiken Inschriften des Museums von Iznik
(Nikaia), IK 22.
ŞAHİN, N. (1999), “Yeni Buluntular Işığında Lyra’lı Apollon Klarios İkonografisi”,
Zafer Taşlıklıoğlu Armağanı, I.
ŞAHİN, M. (2000), Miletopolis Kökenli Adak Stelleri ve Adak Levhaları, Ankara.
ŞAHİN, N. (2001), Zeus’un Anadolu Kültleri, AKMED, İstanbul.
ŞAHİN, N. (2002), “Bilicilik Merkezi Klaros”, İzmir Kent Kültürü Dergisi, 2002.
TANRIVER, C. (1996), “Apollon Germenos’a Bir Adak”, Arkeoloji Dergisi, IV.
TAŞLIKLIOĞLU, Z. (1963), Anadolu’da Apollon Kültü ile İlgili Kaynaklar,
İstanbul.
TAŞLIKLIOĞLU, Z. (1966), Arkaik Yunan Şiiri.
TEKİN, O. (2007), Sylloge Nummorum Graecorum, Turkish Institute of
Archaeology, İstanbul.
THOMSON, G. (1990), Aiskhylos ve Atina (Çev: Doğan M. H.), Payel Yayınevi,
İstanbul.
TUCHELT, K. (1992), “Branchdai – Didyma”.
64
ÜRETEN, H. (2003), Neşredilmiş Yazıtlar Işığında Hellenistik Dönem’de
Pergamon Kenti Tanrı ve Kültleri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih Anabilim Dalı, Ankara 2003 (Yayınlanmamış Doktora Tezi).
VERMASEREN, M.J. (1987), Corpus Cultus Cybelae Attidistique, I.
WADDINGTON, W.H. (1972), Inscriptions Grecques et Latines Recueillies en Asie
Mineure, Paris.
WEBB, P.A. (1996), Hellenistic Architectural Sculpture, London.
Wilamowitz-Moellendorff, U. (1921), Griechische Verskunst.
65
ÖZET
“Antik Dönem Anadolu Kültleri ve Kült Merkezleri” başlıklı bu tez
kapsamında; Apollon, Dionysos ve Kybele kültleri ile Didyma, Letoon, Klaros,
Lagina kült merkezleri incelenmiştir. İncelenen tanrı kültleri ekseninde Anadolu’nun
kendi içerisindeki farklılıkları ile Yunan-Roma uygarlıkları ile farklılıkları
vurgulanmış, Anadolu’nun antik dönem kültlerinin genel karakteri tespit edilmeye
çalışılmıştır.
Çalışmanın birinci bölümünde tanrı kültlerinin, sıfatları ve mitleri aracılığı
ile kökenleri, tapınım biçimleri ve bölgesel tapınımları incelenmiştir.
İkinci bölümde ise kült merkezleri arkeolojik ve dilbilimsel veriler ışığında
değerlendirilmiş, çalışmanın sonucunu destekleyici ipuçları aranmıştır.
Sonuç olarak; Anadolu tanrı kültlerinin, doğa güçleri, toprak, bereket ve
verimlilik, insanın temel ihtiyaçlarının karşılanması gibi odak noktalarına sahip
olduğu;
karakterinde, doğal güçlerin ve insan yaşamının kontrolüne yönelik,
faydacı ve sembolik bir anlayış taşıdığı görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Kültler, Anadolu, Anadolu kültleri, kült merkezleri.
66
ABSTRACT
Apollon, Dionysos and Kybele cults and Didyma, Letoon, Klaros, Lagina
cult centers have been examined within the scope of this thesis as titled “Ancient
Anatolian Cults and Cult Centers”. In the context of the examined god cults ,
Anatolia has been tried to determined the general character of ancient cults and the
differences in Anatolian own structure and the differences between Anatolia and
Greek-Roman civilizations were highlighted.
In the first chapter of this study, god cults were examined to determine their
adjectives and origins through their myths, worship forms and regional worships .
In the second chapter, cult centers evaluated regarding with archaeological
and linguistic data and searched for clues to support the conclusion of the study.
As a result; it has been observed that Anatolian god cults were focused on
natural forces, earth, fertility and productivity, human basic needs. As a utilitarian
and symbolic understanding, their characters were controlling natural forces and
human life.
Keywords : Cults, Anatolia, Anatolian cults, cult centers.
67
ÖZGEÇMİŞ
Serkan PARLAK, 27.03.1981 tarihinde İzmir’de doğdu. 1999 yılında Mimar
Sinan Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji bölümünü kazandı çeşitli nedenlerle
yarıda bıraktığı öğrenimini 2003 yılında kazandığı Akdeniz Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Arkeoloji bölümünden 2008 yılında mezun olarak tamamladı.
2009 yılında Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde Kültür ve Turizm Uzman
Yardımcısı olarak göreve başladı.
68
SerKan
PARLAK tarafindan haznlarran "ANTIK DONEM ANADoLU KULTLERI
VE KULT MERKEZLEN" adh bu tezin Uzmanl* Tezi olarak uygun oldugunu
onaylanm.
Prof. Dr.
N*r/rgt
'"t'{,t#t
Bu gahgm4 jiirimiz tarafindan oy birlili
/
oy goklu!.u ile Ktltiir ve Turizm
Uzrnam Tezi olarak kabul edilmigtir.
Adr ve Sovadr
Ba5kan
uy"
: frlr\rq tr
SochqJ Ay-cA\L
uy"
uvt
F,Lco'\ (_snieL
Uv.
Or,t. 66lar
rarh : lt..t.-o3../.9-.et 2_
Bu tez, Kiiltiir ve Turizrn Bakanhlr Kiiltiir ve Turizm Uzman yardrmcrlanrun
Uzmanhk rezlerini Hazrrlarken uyacaklan yazrm Kurallan ydnergesiyle belirlenen
tez yazm kurallanna uygundur.