Kitabı indirmek için tıklayınız

1
www.mehmetbozkurt.com.tr
TARİHTE KADIN VE İSLAM’IN KADINA SAĞLADIĞI HAKLAR
İslam’ın kadına verdiği hakların mükemmelliği, İslam’dan önceki din, düzen ve uygarlıkların kadına
verdiği hakları ve toplumdaki yerlerini belirtmeden anlaşılamaz. İslam’dan önceki Arap yarımadasında müşrik
Arap toplumu, Hıristiyan ve Yahudiler, Roma ve Yunan, İran ve Hint gibi eski din ve medeniyetlerde kadının
toplumdaki yerini tanımaya çalışmalıyız.
Eski Hint inançlarında kadın, ölümden, cehennemden ve yılan zehirinden de kötüdür. Çünkü onların
inancında kadın, necis ve pis olarak kabul edilir. O nedenle de kadınlarını satarlar, takas yaparlar ve kumar aracı
olarak kullanırlardı. Kararları: “Kadın et yiyemez, konuşamaz ve gülemez.” şeklindeydi. Kadının eş seçme
hakkı yoktu. Babalar kızlarını diledikleri gibi evlendiriyorlardı. Erkekle kızın anlaşarak evlilik yapmasını
ayıplıyorlardı ve bunu “şehvet evliliği” diye ayıplanıyordu. Kadın daima erkeğe karşı ikinci sınıftı. Kız, babaya,
karı kocaya, anne oğula karşı aşağılanırdı. Öğrenim hakkı kadına yasaktı. Neden ne olursa olsun kadın
kocasından boşanmayı isteyemezdi. Erkek onu boşamadan ve isteğine bakmadan istediği kadar kadın ile
evlenebilirdi. Kadının görevlerinden biri de kocası ölünce, kocasının yakıldığı yerde kendisini yakmasıydı. Eğer
adam birden fazla evliyse, hepsinin o ateşte yanması gerekiyordu.
Eski Yunan medeniyetinin değişik dönemlerinde kadın şeytan gibi pis ve kötü sayılırdı. Kadının
ağzına kilit vurulup konuşmaktan meneden, et yemesini yasaklayan toplumları oldu. En akıllıları olan Sokrat:
“kadın dünyadaki bütün kargaşa ve çekişmelerin baş etkeni olduğunu, dıştan güzel hoş
görünmesine rağmen aslında zehirli bir ağaç olduğunu, onu yiyenin zıbaracağını” savunur.
Yunanlılarda evlilik, satın alma şeklinde oluyordu. Kızın babasına mal veya para veriliyordu. Doğurduğu erkek
çocuk sayısına göre belirli bir değere sahip oluyorlardı. O zaman hiç doğurmayan veya kız doğuran kadının
konumunu düşünmemiz gerekir. Kısır adam, karısıyla akrabasından birisini yatırma hakkına sahipti. Çocuk
olursa, koca bunu kendinin sayıyordu. Kadın kısırsa boşaması gerekiyordu. Koca karısını sebepsiz boşama ve
evden kovma hakkına sahipti.
Eski Romalılar, kadını her kötülüğün anası saydıkları için evliliği benimsemezlerdi. 1 Kadınlara
akla hayale gelmeyen işkenceler ederlerdi. Eğer kadın kız doğurursa veya sakat çocuk doğurursa, kocasının onu
öldürme hakkı vardı. Kocası öldüğü zaman, kadına ondan mal miras kalmazdı. Kadının ev işlerini ihmali boşanma
nedeni sayılıyordu. Kadının mahkemeye gidişi ve şahitliği yasaktı.
Yahudi ve Hıristiyan kaynaklar incelendiğinde, her iki dini gelenekte de kadının erkeğe nispetle
aşağı derecede bir varlık olduğu açıkça ifade edilmiştir. Her ne kadar Eski Ahid’deki ilk yaratılış kıssasında
kadının erkek ile aynı anda yaratıldığı belirtilmiş olsa da, ikinci kıssada yer alan “erkeğin kaburga
kemiğinden yaratılmış olan ve yaratılış gayesi” çocuk doğurmak ve eşine hizmet etmek olan kadın
imajı Yahudi kaynaklarında baskın bir anlayış halini almıştır. Bu anlayışın dini metinlerin yorumlanmasında
esas kabul edilmesi, sonraki dönemlerde kaleme alınan Talmud metinlerinde karşılığını bulmuştur. Eski
Ahid’de ve Yahudi dini literatürde geliştirilen söz konusu anlayış, Hz. İsa (a.s)’in sözleri ve davranışları ile
değiştirilmeye çalışılmış olsa da, Yeni Ahid külliyatında belirleyici bir yaklaşım olamamıştır. Hıristiyanlıktaki
kadın algısı, Pavlus’un özellikle Korintoslulara yazdığı birinci mektupta ileri sürdüğü görüşler çerçevesinde
şekillenmiştir. Yahudi ve pagan kültürlerinin etkisi altında gelişen bu algı, Kilise’nin Ortaçağ boyunca kadına
yönelik aşağılayıcı tutumunun temelini teşkil etmiştir.
Yahudiler, kadını “necis” olarak görürlerdi. Eve hapsedilir, kaplara ve elbiselere bile değmesi
önlenirdi. Onu alınıp satılan mal olarak telakki ederlerdi. Tevrat’ta: “kadın ölümden de tehlikelidir.
Allah indinde en iyi kişi ondan korunandır. Erkekler içinde binde bir olsun Allah’a layık olan
bulunur, ama kadınlar arasında asla!” Özürlü ve kısır kadınlar kötülüklerin her çeşidine maruz
kalırlardı. Evlilik satın almayla, rıza alınmadan yapılır ve boşanma hakkı sadece erkeğe aitti. Bir adam evli bir
1
Korintoslulara I. Mektup, 14/34
2
kadınla zina ederse, her ikisi de şehrin meydanına getirilip taşlarla öldürülür. Eğer erkek bu işi cebren yaptıysa
sadece o öldürülür, kadına dokunulmaz.2
İbranice’de “kadın” karşılığında kullanılan “işşa” kelimesi, hem genel olarak kadın hem de “eş”
anlamına gelmektedir. Eski Ahid’in de içinde geliştiği eski Orta Doğu toplumlarında kadın, genellikle ikinci
derecede ve aşağılanan bir varlık olarak telakki edilmiştir. Bu durum, genel olarak Yahudi dini geleneğini
derinden etkilemiştir. Bu nedenle, sadece Eski Ahid değil, aynı zamanda Eski Ahid’in tefsiri mahiyetinde olan
Talmud’da da kadınlara yönelik bu yaklaşım belirleyici olmuştur. Yahudi geleneğinin mistik boyutu olan
Kabala’da ise kadın, yine mistik bir sembol olarak “dişilliği” temsil etmiştir.
Yahudilikte bu gün, evlilik kurumunun kutsallığına inanır. “Şalom bayıt” denilen barış ve huzur
dolu bir ev, Yahudilikte çok değerli bir kavramdır. Düğün töreninde damat geline “Evlilik anlaşması” olan
“Ketuba”yı verir. Ketuba, Yahudilikte evlilik töreninden sonra, dini nikahı yapan Haham’ın iki şahit huzurunda
damada imzalatarak geline teslim ettiği bir antlaşma belgesidir. Ketuba, kadının sosyal güvencesini temin için
verilmektedir. Sonuç olarak Ketuba, Yahudi çiftinin dinsel evlilik belgesidir. Tevrat ve Talmud’a göre bir erkek
birden fazla kadınla evlenebilir, ancak bir kadın birden fazla erkekle evlenemez. Yahudilik “hatasız” boşanma
kavramını binlerce yıl önce kabul etmiştir. Yahudi kanunlarına göre bir erkek, eşini herhangi bir nedenle veya
hiçbir neden göstermeden boşayabilir. Ölüm döşeğindeki kişi yalnız bırakılmaz. Bu esnada ölecek kişinin
yanındakiler boş ve esası olmayan konulardan bahsetmemesi gerekir. Kişi öldükten sonra ceset, cenaze gününe
kadar kesinlikle yalnız bırakılamaz. Hangi şartlarda olursa olsun ceset, kesinlikle Cumartesi yünü kaldırılmaz.
Cenazeye Kohenler, yani imtiyazlı kişiler katılmazlar.3
Hıristiyanlıkta kadınla ilgili tutumunun belirlenmesinde Hz. İsa (a.s)’in davranışları ve sözlerinden
çok, kendisinden sonra Hıristiyanlığın kurucu şahsiyetlerinden olan Pavlus’un etkisi olmuştur. Eski Ahid
külliyatının son şeklini aldığı ve Talmud metnini oluşturacak olan Mişna külliyatının teşekkül devresinde
yaşayan Pavlus ve ilk devir Hıristiyanları, Yahudi kültürünün ve pagan, yani putperest Roma kültürünün
kadına bakışından oldukça etkilenmiştir. Bu durum, sadece Yeni Ahid’deki ilgili metinlerde değil, aynı
zamanda Kilise Babaları’nın yazılarında da görülmektedir. Hz. İsa (a.s)’in kadınlarla ilgili tutumunda, birkaç
örnek istisna edilecek olursa,4 yaşadığı kültürel ortam dikkate alındığında genel olarak olumludur. Gerçekten,
Hz. İsa (a.s) döneminde bir erkeğin koruması altında olmayan kadınlar, özellikle de dullar, boşanmışlar ve
evlenmemiş olanlar toplum tarafından aşağılanmakta idi. Özellikle yabancı kadınlar ile hayat kadınlarının
herhangi bir maddi yardımdan istifade etmeleri dahi mümkün değildi. İşte, böyle bir ortamda, Yeni Ahid’de
verilen bilgilere göre Hz. İsa (a.s)’in etrafında, onun sohbetlerini ve tavsiyelerini dinleyen kadınların olduğu
görülmektedir.5 Mesela: Marta ve Meryem adında iki kardeş köylünün evine misafir olmaktadır ve Meryem adlı
kadın, ev işlerini bırakıp Hz. İsa (a.s)’in sohbetine katılmaktadır.6 Ayrıca, “günahkar bir kadın” elinde bir
kap ile Hz. İsa (a.s)’in yanına gelir ve gözyaşları ile ıslattığı ayaklarını saçlarıyla siler, daha sonra onları öpüp
yağ ile mesheder ve Hz. İsa (a.s) buna karşı çıkmaz. Günahkar bir kadının böyle bir davranışta bulunmasına
ve Hz. İsa (a.s)’in buna karşı çıkmamasına şaşıranlara Hz. İsa (a.s), kadının imanla yaptığı bu davranışları
sebebiyle günahlarının affedildiğini söyler.7 Aynı şekilde, kadın hastalığından muzdarip ve Yahudi kurallarına
göre “murdar” kabul edilen bir kadın, Hz. İsa (a.s)’in elbisesine dokunmak suretiyle iyileşir. Elbisesine
izinsiz dokunduğu için korkudan Hz. İsa (a.s)’in ayaklarına kapanan kadını kovmaz ve hiç beklenmedik bir
şekilde şöyle der: “Kızım, imanın seni kurtardı; selametle git ve derdinden şifa bul.”8
Zina suçundan sadece kadınların ölüme mahkum edildiği bir toplumda, mabedde böyle bir infazın
gerçekleşeceği esnada Hz. İsa (a.s), “İçinizde günahsız olan, kadına ilk taşı atsın!” sözü ile infazın
2
Bekir Topaloğlu,“İslam’da Kadın”,Yağmur Yaynları, İstanbul-1966, s. 201, Alıntı: Tevrat, Tesniye, 22/22, 25
3
Mehmet Bozkurt, “İslam Hıristiyanlık Yahudilikte İnanç ve İbadetlerin Felsefi ve Sosyolojik Boyutları”, s.
522, Alıntı: Öznur Gider, age, s. 58
4
Mesela, annesi Meryem ile ilgili sözleri gibi.
5
Frederic Lenoir, Le Christ Philosophe, Paris-2007, s. 77
6
İncil, Luka, 10/38, 42
İncil, Luka, 7/36, 50
8
İncil, Markos, 5/25, 34
7
3
yapılmasını engeller.9 Bunun dışında, Kenanlı ve Samiriyeli kadınlara karşı davranışları da yabancılarla ilgili
dönemin Yahudi kanunlarına aykırı özellikler içermektedir10 Hz. İsa (a.s)’in bu davranışları o kadar sıra dışıdır
ki, bu yenilikler konusunda Pavlus dahi onu takip edememiştir denebilir. Gerçekten, Hıristiyanlığın temelde
bakış açısını belirleyecek olan Hıristiyanlığın kutsal kitap külliyatı olan Yeni Ahid’de kadına yaklaşımın en
belirgin ifadeleri, Pavlus’un mektuplarında yer almaktadır. Pavlus’un, kadının ikinci dereceden bir varlık olduğu
yönündeki ifadeleri, Hıristiyan kültüründe ve ilahiyatındaki kadının konumunu en çok belirleyen sözler
olacaktır. Pavlus’un kadınlara ilişkin sözlerinin hulasası, Korintoslulara yazdığı birinci mektupta ifadesini
bulmaktadır.11 Hıristiyanlığın mimarı kabul edilen Pavlus, kadının Hıristiyanlık tarihindeki yerini ve kaderini de
belirleyecek olan kişi olmuştur.
Pavlus’a göre kadın, Tanrı’dan insana doğru giden hiyerarşide en sonda yer almaktadır. “Her
erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek, Mesih’in başı da Tanrı’dır.”12 Kadının başını örterek
ibadet etmesini söyleyen Pavlus’a göre başını örtmeyen kadının başı tıraş edilmelidir. Aksine erkek, başını
örtmemelidir. Pavlus’a göre, erkeğin başını örtmemesi, onun Tanrı’ya benzemesi ve yüceliğindendir. Bunun
nedeni ise, kadının erkekten yaratılmış olmasıdır. Erkek başını örtmemeli; o, Tanrı’nın benzeri ve yüceliğidir.
Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı. Kadının
erkek için yaratıldığını belirten Pavlus, buna dayanarak kadının başı üzerinde de yetki sahibi olduğunu
söylemektedir. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı. Bu nedenle ve melekler uğruna kadının başı
üzerinde yetkisi olmalıdır.13 Her ne kadar Pavlus, bunları söyledikten sonra Rab’de ne kadın erkekten, ne de
erkek kadından bağımsızdır. Çünkü kadın erkekten yaratıldığı gibi erkek de kadından doğar14 derse de, ama
her şey Tanrı’dandır15 diyerek, bu sözünün de bir önceki ifadeleri ile birlikte anlaşılması gerektiğine vurgu
yapmaktadır.
Pavlus, duaya ve ibadete kadının başı örtülü olarak katılması gerektiğini vurguladıktan sonra, yine
aynı mektubun ileriki bablarında, kadının toplu yapılan dualarda söz almasına da karşı çıkmaktadır. Bu durum,
Kilise tarafından kadının Kilise’de vaize olmayacağı sonucunu doğuracaktır. Pavlus’un bu konuda o kadar ileri
gitmektedir ki, topluluk içerisinde kadının konuşmamasını ve “uysal olmasını” istemektedir. Kimi Hıristiyan
ilahiyatçılar, “kutsal topluluk” içerisinde konuşmaması gerektiği sonucuna varmış ve dini konularda
kadınların hem hizmet vermesini ve hem de söz söylemesini kabul etmemiştir.“Kadınlar
toplantılarınızda sessiz kalsın. Konuşmalarına izin yoktur.”16
Pavlus için ideal kadın, “bilgi sahibi olmayan”, bilgilenme konusunda “kocasına bağımlı
olan”, toplantılarda konuşması ayıp olduğu için susan, sessiz bir varlıktır. Kutsal Yasa’nın da belirttiği gibi
kadınlar uysal olsunlar. Öğrenmek istedikleri bir şey varsa, evde kocalarına sorsunlar. Çünkü kadının toplantı
sırasında konuşması ayıptır.
Hıristiyanlıkta bekarların zinası günahtır, fakat cezası yoktur, hükmünü kabul ederler. Eğer zina
edenlerden birisi evli ise bu bir suçtur, ahdi bozma suçudur, cezası karşı tarafın mahkeme huzurunda boşanma
talebidir. Hatta kadın, zina eden erkekten tazminat alabilir. Fakat bu boşanma davası işlememektedir. Çünkü yine
Hıristiyanlık kanunlarına göre taraflardan hiç biri hayatı boyunca evlenemeyecektir.17
Hıristiyanlık, ruhbanlık anlayışıyla aile hayatını fiilen haram kılmış, nikahlı dahi olsa kadın erkek
ilişkisi kötü telakki edilmiş ve iffet anlayışına ters görülmüştür. Rahipler için, değil evlenmek, bir kadının yüzüne
9
İncil, Yuhanna, 8/3, 11
İncil, Matta, 15/22, 28; İncil, Yuhanna, 4/5, 30
10
11
Korintoslulara I. Mektup, 11/3, 16
12
Korintoslulara I. Mektup, 11/3
13
Korintoslulara I. Mektup, 11/9-10
14
Korintoslulara I. Mektup, 11/11-12
15
Korintoslulara I. Mektup, 11/12
16
Korintoslulara I. Mektup, 14/34
Bekir Topaloğlu, “İslam’da Kadın”, Yağmur Yayınları, İstanbul-1966, s. 201-202, Alıntı: Tefsir Sureti’n-Nur, s.
44-45; Servet Armağan, age, s. 686
17
4
bakmak bile günah kabul edilmiştir. Nitekim bir kimse Rahip olmak istiyorsa, eşini terk etmek zorundaydı.
Kadınlar için de bu geçerliydi. Yani evli iseler kocalarından ayrılmalıydılar. Çünkü bir kadın Hz. İsa (a.s)
uğruna bakire kalır ve ömrü boyunca evlenmezse, onun artık Hz. İsa (a.s)’in gelini olacağını ve o
kadının annesinin de Hz. İsa (a.s)’in kayınvalidesi olma şerefine erişeceğini söyleyerek bakireliğin önemi
vurgulanmıştır. Kilise ilk üç yüzyıl boyunca bu şiddetli ve aşırı tutum karşısında olmuş, çünkü bu zaman boyunca
bir kimsenin Papaz olabilmesi için bekarlık şartı aranmıyordu. Bu düşünceler 4. yüzyıla kadar yavaş yavaş kök
salmış ve Kilise’ye hizmet edenlerin evlenmeleri kötü bir davranış olarak görülmeye başlanmıştır. Bir süre sonra
Papa Serikus, Papaz’ların evlendikleri ya da evli olup eşleri ile ilişkilerini sürdürdükleri takdirde azledilmelerini
bildiren bir emirname çıkarmıştır. St. Jerom, St. Embruz, St. Augustiun gibi ileri gelen Hıristiyan bilginler de
bu emirnameyi onaylamışlardır. Batı Kiliseleri’nde de bu kural titizlikle uygulamaya geçirilmiştir. Yeni çıkan
kanuna göre Papazlar’ın eşleriyle birlikte yaşamaları gayr-ı meşru kabul edilmiş, bu tür sorunları ıslah etmek
amacıyla evli olan Papazlar’ın eşleriyle yalnız kalmalarını engelleyen ve açık yerlerde yatmalarını öngören
yasalar çıkarılmıştır. Hatta bir Papaz’ın eşiyle görüşebilmesi için onlarla beraber en az iki kişinin daha bulunması
şartı koşulmuştur.18 Ruhbanlık, nefsi terbiye etmek için inziva hayatı yaşamak, tek başına olup dini nedenlerle
evlenmemek, dünya ile ilişkisini kesip dağlara, ormanlara ve manastırlara çekilmek, kısacası dünyadan bütün
ilgisini kesmek anlamlarına gelip nefsi tezkiye etme, ruhsal ilerlemeyi sağlama ve manevi kurtuluşu
gerçekleştirme, Allah’a ulaşma, dinlerini koruma ve daha iyi yaşama, ahlaken mükemmel olmaya çalışma gibi
amaçlarla ortaya çıkmıştır.19
İslam’dan önceki birçok dinde ve kültürde kadının, hem insan olarak hem de haklar ve ödevler
bakımından erkeğe nispetle ikinci sınıf bir varlık olarak kabul ve birçok haktan mahrum edildiği bilinmektedir.
Cahiliye Araplarında da kadının durumu farklı değildi; ana, eş, kardeş ve çocuklar olarak kızlar ve kadınların
hakları erkeklerin istek ve keyiflerine bırakılmıştı, dilediklerini verir ve dilediklerini alırlardı. Hz. Ömer (r.a) bu tarihi
gerçeği şöyle dile getirmiştir: “Cahiliye devrinde biz kadınları bir şey saymaz, hesaba katmazdık; bu
durum Allah’ın onlar hakkında ayetler indirmesine ve kendilerine bir takım haklar vermesine
kadar devam etti...”20 “Erkeklerin bir derecelik fazlalığına rağmen kadınların da erkeklerinkine denk, yani
benzer haklarının bulunduğunu” bildiren ayet21 o günün dünyasında eşi bulunmaz bir “insan hakkı” kuralı ve
“kadın hakları vesikası”dır. Hakları ve ödevleri birer birer saymak yerine bir genel çerçeve veren bu ayette
yer alan üç kayıt, kadın haklarının mahiyeti, derecesi ve değişme kabiliyeti açısından büyük önem arz etmektedir:
1- Kadın, haklar bakımından erkeğe eşit değildir. Her ikisinin hakları arasındaki nispet, “benzerlik ve
denklik”tir.
2- Nasların değişmez kıldıklarının dışında kalan haklar ve ödevlerin değişim ve dengesi sosyal şartlara
ve kamu vicdanındaki meşruiyet ölçülerine göre ayarlanabilecektir.
3- Haklar ve ödevler karşılaştırıldıkları zaman erkeklerin haklarında bir derecelik fazlalık bulunduğu
görülecektir. Bu kayıtları biraz daha açmak gerekirse;
a- Ferdin topluma, toplumun da örgütlenme ve düzene ihtiyacı vardır. Örgütler büyükten küçüğe kurum
ve kuruluşlar, düzen de ilişkileri düzenleyen kurallardır. Devletten aileye kadar bütün kurumlarda düzen bir
yönetimi, yönetim ise yöneten ve yönetilenlerin karşılıklı hak, ödev ve sorumluluklarının belli ve dengeli
kılınmasını gerekli kılmıştır. Kadını ve erkeği ile bütün insanlar insanlıkta eşittir, insanlığa bağlı haklar ile
yükümlülüklerde de eşittirler. Yönetimin ve düzenin gerektirdiği iş bölümüne ve farklı rollere gelindiğinde eşitlik
yerine “denge, adalet, hakkaniyet, ehliyet, kabiliyet” gibi değer ve kriterler devreye girer. İslam, insan ve
kul olmaya bağlı haklar ve ödevlerde kadınlarla erkekleri eşit kılmıştır. Kadınların insanlık ve kullukta erkeklerden
aşağı derecede veya geri olduklarını ifade eden bütün söylemler ya dini kaynakları bakımından sahih değildir,
yahut da yanlış anlaşılmış ve yorumlanmışlardır. Kurumlar ve toplum içindeki farklı rollere bağlı haklar ve
yükümlülüklere gelindiğinde ise kadınlar ile erkekler arasında eşitlik değil, dengeli ve erkek hakkının misli olma
18
Öznur Gider, “Budizm ve Hıristiyanlığın Ruhbanlık Anlayışı Karşılaştırmalı Bir Araştırma”, Yüksek Lisans
Tezi, s. 53
19
Öznur Gider, age, s. 58
20
Müslim, Talak, 31; Hayrettin Karaman, “ İslam’da Kadın Hakları ve Kocaya itaat-I”, konulu makale
21
Bakara, 2/229
5
ölçüsü vardır. Eski sosyo-ekonomik ilişkilerden bazı örnekler vermek gerekirse kadın ekmek ve yemek pişirirken
kocası da alet ve malzemeyi temin edecektir, kadın çocuğuna bakarken kocası rızıklarını temin edecektir, kadın
kocasına sadık kalırken kocası da ona sadık kalacaktır. Karşılıklı iyi geçinmek, iffetleri korumak, geçimsizlik
halinde hakeme başvurmak, aile idaresinde ve çocukların yetiştirilmesinde danışma ve işbirliği gibi konularda ise
eşitliğe yakın hak ve ödev benzerliği vardır.
b- Nasların sabit kılmadığı hak ve ödevlerin takdiri ile değişme ve gelişmesinde dinin hakem kıldığı ve
rol verdiği bir meşruluk ölçütü de “ma’ruf”tur.22 Kadının birden fazla erkek ile aynı zamanda evli olması caiz
değildir; bu kural hem değişmez dini naslarla sabittir ve hem de ma’ruf ölçütüne uygundur. Ama karı ile kocanın
ev içinde ve dışındaki rollerinde–ma’rufun değişmesine paralel olarak değişiklikler olabilir. Nitekim Hz. Peygamber
(s.a.v) damadı Hz. Ali (r.a) ile kızı Hz. Fatıma (r.anha) arasında rolleri dağıtmıştır. Su taşıma, ev temizliği, ekmek
ve yemek pişirme vb. iç işleri Hz. Fatıma (r.anha), dış işleri ise Hz. Ali (r.a) yapsın, demiştir. Bazı fıkıhçılar bu
taksimin bağlayıcı ve devamlı olmadığını, ma’rufa göre değişebileceğini ifade etmişlerdir. 23 İslam’ın geldiği
yıllarda yaşanan bir başka değişme ve gelişmeye de Hz. Ömer (r.a) şöyle işaret etmektedir: “Biz Kureyşliler,
kadınlarımıza hakim bir topluluk idik. Medine’ye gelince orada, kadınları erkeklerine hakim
bir toplum yapısı bulduk, bizim kadınlarımız da onlarınkinden bunu öğrenmeye koyuldular...
Bir gün eşime kızdım, baktım bana karşılık verip itiraz ediyor, ben buna tepki gösterince eşim,
‘Sana karşı çıkmamı niçin yadırgıyorsun? Vallahi Hz. Peygamber (s.a.v)’in eşleri de ona itiraz
ediyorlar, hatta bazıları sabahtan akşama kadar ona küs bile kalıyorlar’ dedi, derhal gidip
kızım Hafsa’ya sordum, o da bunu doğruladı...”24
c- Erkeklerin haklarındaki bir derecelik üstünlük “aile reisliği” ile ilgilidir. Koca hem ailenin geçimini
sağladığı, hem de aileyi temsil, koruma ve yönetme bakımından daha uygun bulunduğu için ailenin reisi
kılınmıştır.
İslam, kadın erkek arasında adalet anlamında eşitlikle geldi. Kadını saygın bir yere oturttu. Kadının
şanı yüceldi. Haklarına eksiksiz ulaştı, faziletli ve salih insan bilindi. Erkeğe her konuda, her yetki ve sorumlulukta
denk sayıldı. O da erkek gibi mal mülk sahibi olabilir, ticaret yapar alıp satabilir. Şeraitin koyduğu kurallara uymak
şartıyla hepsini yapar. Okuması ve hayatında gerekli olanları öğrenmek hakkıdır. Düşman baskısı olursa o da
dinini korumak için hicret eder. O da rızası ve tercihine göre evlenebilir. O da erkekten nafaka ve öbür haklarını
talep edebilir. Boşanma talebinde bulunabilir. Yani hakları çiğnendiği takdirde onun da kocasından, babasından
kardeş ve evladından miras alma hakkı vardır. Alım-satım ihtiyaç halinde çalışma, sadaka verme, hibe etme,
vasiyet ve icra yetkisi vardır. Allah Resulü’ne karşı ihsanı meşru muameleyi ve hatasına karşı sabır tavsiye etti.
Buna karşı büyük mükafat ve sevap vaat etti.
İslam dini cahili sistemlerde kadını saplandığı zillet batağından kurtararak izzetin zirvesine
ulaştırmaktadır. “Şüphesiz, Allah (c.c) katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok
sakınanızdır.”25 Üstünlük takvadadır. Takvalı kim olursa olsun üstün sayılmıştır. Bizde ise maddi güce sahip
olan erkeğin üstün olduğu göz önünde tutulmuş, ama İslam bu görüşü yıkmaya çalışmıştır. Üstünlük takvadaysa
ve Allah’ın ayetleri herkese şamilse ve kadın da sakınıyorsa meleklerin derecesine hatta daha üstüne çıkabilir
demektir. Sakınmayan erkek nasıl olurda sakınan kadından üstün olabilir? İnsanlar ister kadın olsun ister erkek
takvaları ölçüsünce değerlendirilirler ve hak ettikleri değerleri onlara veren İslam’dır. Allah’a en yakın olan kimse
en çok korunan kimse demektir. Allah’a göre akıllılığın değeri takva ölçüsüncedir. İster erkek ister kadın her
ikisinin de çabasının sonucu kendisinedir. Kim çalışır iyi bir kul olma yolunda adım atarsa, Allah ayırım
yapmaksızın her ikisinden de kabul buyuracaktır. “Müslüman erkekler ve kadınlar, mü’min erkekler ve
kadınlar Allah’a itaat eden erkekler ve kadınlar, doğru olan erkekler ve kadınlar, namuslarını
koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkeler ve kadınlar... İşte Allah bunların
hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.”26
22
Ma’ruf: Bozulmamış fıtrat, olumsuz bir şekilde şartlanmamış akıl, dinin temel amacı ve nasları çerçevesinde
oluşan, gelişen ve gerektiğinde değişen değerler, kurallar, telakkiler, kabuller, geleneklerdir.
23
İbn Kayyim, Zadu'l-me’ad, V, 186
24
Müslim, Talak, 34
25
Hucurat, 49/13
26
Ahzab, /35
6
Kadına yapılan zulüm ve işkence, onu aşağılayan her türlü sözlü ve fiili sataşma, onu hor ve zelil
görmek, erkekten aşağı görmek, ona hakaret etmek velhasıl kendisine yapılmasını istemediğini kadınına yapması
ve layık görmesi bunların hepsi cahiliye davranışlarının kalıntılarıdır. Kur’an-ı Kerim ise bu tür davranışları
şiddetle yermiş ve hesabının sorulacağını açıkça beyan etmiştir:“Kız çocuğun hangi suçtan ötürü
öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman;”27 “Erkeklere kazandıklarından bir pay olduğu gibi
kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır.”28 ayetiyle erkeklerle arasındaki farkı kaldıran İslam,
diğer yandan da kadınlara görüş belirtme ve oy verme hakkını tanımaktadır. Veda hutbesinde Allah Resulü (s.a.v)
şöyle buyuruyor: “Ey insanlar sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizler
üzerinde hakları vardır. Ben size onlara iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. Onlar size Allah’ın
emanetleridirler.” Emanete yapılan hıyanetin sorgusu elbette olacaktır.
Genel olarak bakıldığı zaman İslam öncesi devirlerde hemen hemen bütün dünyada kadınların durumu
hiç de iyi değildi. Özellikle Arap yarımadasında kız çocuklar, hor ve hakir görülür, bir utanç vesilesi olarak kabul
edilirdi. Öyle ki, bir kız çocuğu dünyaya geldiği zaman çoğu defa yaşamına bile izin verilmez, diri diri toprağa
gömülürdü. İslam öncesi cahiliye devri Arapları birbirlerini ancak iki şey için tebrik ederlerdi. Birisi erkek çocuk
sahibi olduklarında, diğeri ise kız çocukları öldüğü zamandır.29 Böylece, kadınların manevi değerini yücelten Hz.
Muhammed (s.a.v), onlara, öylesine geniş haklar tanıdı ki, Fransa gibi bugünün bazı ülkeleri bile, hala bu hakları
tanımak cesaretini gösterememişlerdir.30 Ayrıca bir erkek pek çok kadınla evlenebilir, ne zaman isterse hanımını
tekrar tekrar boşayabilir, istediği zaman ona geri dönmek suretiyle de ona karşı ne kocalık görevini yerine getirir
ve ne de bir başkasıyla yuva kurmasına imkan verirdi. Yine bir erkek, babası öldüğü zaman üvey annesiyle
evlenebilirdi. Kadınlar alınıp satılan köle muamelesi görürler, babalarının mirasını almaktan bile mahrum
bırakılırlardı. Kadın çocuk doğurmadıkça aileye kabul edilmez, çocuk sahibi olmadan ölse kocasına başsağlığı
dilenmezdi. Ortaçağ Avrupa’sında bile kadınlar hakkında acaba insan mıdır? Yoksa insan değil midir? tartışmaları
yapılırdı. Budizmin kurucusu olan Buda, kadınları dinine girmeye kabul etmezdi. Eski Yahudi inancında kızlar
babalarının evinde bile hizmetçi gibi kabul edilir, başka bir varis olduğu taktirde babalarının mirasını alamazlardı.
Eski Çin’de kadın insan sayılmaz, ona isim bile verilmez ve 1, 2, 3, ....diye numara verilerek sayı ile çağrılırdı.31
İngiltere’de 11. yüzyıla kadar kadınlar kocaları tarafından satılabiliyorlardı. Kadınlara uygulanan büyük
haksızlıklar çok uzun yıllar devam etmiş, kadın erkek eşitliği Batı dünyasında ilk defa 1789 Beyannamesinde yer
almış, bütün dünyada ise ancak 10 Ocak 1948 tarihli “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi” ile ilan
edilebilmiştir.32 Bütün bunlara rağmen kadınlar siyasi hakları bakımından İngiltere’de 1928, Fransa’da 1946,
İsviçre’de 1970 ve Türkiye’de bile 1935 yılından önce seçme ve seçilme hakkına sahip olamamışlardır.33
Bir hayvan kadar değer görmeyen kadını İslam yüceltti ve ona azamet ve insanlık makamını
bağışladı. Ortaçağ zihniyetinin taşlaşmış kalp yığınları arasında toprağa gömülen kız çocuğunu, bir meta gibi
alınıp satılan kadını, günümüzün ağızlarından salya akıtan materyalist maddiyatçı patronlarına cariye yapan
kadını, Fransız devrimiyle yeni bir statiko arayan ama aradığını bulamayan kadını, yeniden erkeklerin
patronlaşmasına ve onların ürettiği şeylerin tüketimi için reklam firmalarının kapılarında sürünen bir paçavra
haline getirilen kadını, çalışması lazım, kadın evine hapsolmamalı diyerek kendine ucuz işçi bulma peşinde olan
materyalist patronları zenginleştirmekten öteye geçmeyen kadını evet günümüz kadınını İslam yüceltmiş ve
“Cennet anaların ayakları altındadır”34 diyerek, kendisine en büyük manevi değeri vermiştir.
27
Tekvir, /7
Nisa, /32
29
Muammer Turan, “İslam ve Kadın”, Altındağ Müftüsü, Ankara-2007, s. 13-14
28
30
Ahmet Ağaoğlu , “İslamiyette Kadın, Çev. Hasan Ali Ediz, Birey ve Toplum Yayıncılık, Ankara-1985, Alıntı:
Ernest Renan, “Etudes d’histoires religieuses, s.29 (Bu satırlar 1900 yıllarında yazılmıştır.)
31
Muammer Turan, “İslam ve Kadın”, Altındağ Müftüsü, Ankara-2007, s. 14-15, Alıntı: Bekir Topaloğlu,
“İslamda Kadın, İstanbul-1984, s. 17
32
Muammer Turan, age,s. 14-15 Alıntı: Servet Armağan, Temel Hak ve Hürriyetler, Ankara-1992 s. 49-50
33
Muammer Turan, age, s. 14-15, Alıntı: Servet Armağan, age, s. 50
34
Nesai, Cihad, 12
7
Abdullah İbn-i Mes’ud, Hz. Muhammed (s.a.v)’e, kiminle beraber bulunması, kime hizmet etmesi
gerektiğini sorunca, Hz. Muhammed (s.a.v): Üç kez “Annen’e” dedikten sonra, “Baban’a”, demiştir.35
“Cennet annelerin ayağı altındadır.” diyen dinimiz, kadına hak etmiş olduğu değeri vermiştir. İslam’ın ilk
şehidi Sümeyye (r.anha)’dır. İlk Müslüman olan da Hz. Hatice (r.anha)’dır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in soyu kızı Hz.
Fatıma (r.anha) ile devam eder. Hz. Ebu Bekir (r.a)’in kitap haline getirdiği dünyadaki tek Kur’an-ı Kerim; Hz. Ebu
Bekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a) dönemlerinde onlarca yıl bir kadının yanında kalmıştır. O dönemde
ise Hıristiyanlar, bir kadın İncil’e dokunabilir mi dokunamaz mı konusunu tartışıyorlardı. Kur’an-ı Kerim’de Nisa,
yani kadınlar, Müntehine, yani imtihan edilen kadın, Mücadele, yani mücadele eden kadın, Meryem, Hz. İsa
(a.s)’in annesi gibi sure isimleri vardır.
İslam’da herhangi bir şeyi uğursuz saymak, herhangi bir eşyayı veya olayı kötüye yormak tamamen
yasaklanmıştır. Bir şeyi uğursuz saymak, kötüye yormak büyük günah olarak nitelendirilmiştir. Eşya ve olaylar
Allah’ın izniyle oluşur. Herhangi bir eşya veya olaya uğursuz nazariyle bakmak, Allah’ın rahmetinden ümit
kesmektir. Bütün bu nedenlerden dolayı İslam’da kadının uğursuz sayılması kesinlikle doğru değildir. Bu konuda
delil olarak gösterilen Hadis konusunda Hz. Aişe (r.anha) diyor ki: “Peygamber böyle söylemedi. Ancak
cahiliye Arapları, “atta, kadında ve evde” uğursuzluk sayarlardı, dedi.” 36
Mirasta erkeğe, kadına verilen miktarın iki katı verildiğini söyleyerek kadına haksızlık yapıldığını
iddia ederler. Halbuki İslam’da kadın-erkek mirasta eşit pay alırlar. Anne, baba, dede, nine... kadın-erkek oldukları
halde eşit pay alırlar. Sadece kız ve erkek kardeşlerde kız kardeşe, erkek kardeşin yarısı kadar
miras verilir. Burada sanki bir haksızlık varmış gibi görülmektedir. Fakat örneğin baba vefat etse babanın üç
dairesi olsa kız kardeş bir, erkek kardeş iki daire alır. Kız kardeş bir erkekle evleneceği zaman, kız kardeşin bir
dairesiyle evleneceği erkeğin ailesinden kendisine miras kalan iki payı bir araya gelince toplam üç payları olur.
Erkek kardeşin de kendi iki payıyla beraber bir kızla evlenirken evleneceği kızın bir payıyla beraber onların da
toplam üç payı olur. Ayrıca erkek kardeş evleneceği kıza mihir verir. İslam’da başlık parası yoktur, mihir kadına
boşanma vuku bulursa bir sosyal güvenlik olsun diye sigorta olarak verilir. Böylece iki dairesi erimeye başlar. Yine
erkek kardeş hayatları boyunca evleneceği kadın ve çocuklarının nafakasını karşılamak zorundadır. İki dairesi
erimeye devam eder. Halbuki kız kardeş mihir alır. Ayrıca hayatı boyunca kendisine ve çocuklarına erkek bakmak
zorundadır. Kendisine ait dairesini ise ailesine harcamak zorunda değildir. O dairesi onun harçlığıdır; satar,
bağışlar ve kiraya verir, isterse kocasına da verebilir. Kız kardeşe, erkek kardeşe verilen miras miktarının yarısı
verilmiştir. Anne, baba, dede, nine ... eşit pay alırken, kız kardeş ile erkek kardeşte sanki haksızlık varmış gibi
görünür. Oysa durum ortadadır. Görüldüğü gibi erkek kardeşe çok miras payı verilmesinin sebebi onun toplum
içindeki ağır sorumluluğundan dolayıdır. Erkek kardeş aldığı iki payı hep harcayacak, hep eksilecektir. Kız kardeş
ise aldığı bir payın yanında mihir, nafaka alacak ve malı artacaktır. Bir payı da kendinin olacaktır. Görüldüğü gibi
ilk başta erkek kardeş fazla pay alır gibi görünürse de iş alınan payların dağılımına, kullanılmasına gelince kız
kardeşin az payı ile erkek kardeşinden daha fazla imkan olanak paya sahip hale geldiği görülmektedir. Erkek
kardeşe ailesine eşine verilmesi için fazla verilmiştir. Zamanla bu oran kız kardeş lehine değişmektedir.37
İslam ekonomik düzeninde kadın da erkek gibi ekonomik faaliyetin kaynaklarından birisidir. Kendisine
mülkiyet, miras ve çalışma haklarının tanınması, onu ekonomik hayatta faal hale getirmiştir. O nedenle alım ve
satımın her çeşidi, hibe, şüfa, icar, kira, kefalet, vekalet her çeşit şirketler, rehin, kısmet, dava, ikrar, sulh, vasiyet
gibi konularda erkekle aynı durumdadırlar. Erkekle kadın her ikisi de mirasta söz sahibi olmakla birlikte, bazı
yerde erkeğin kadından daha fazla pay alması, zamanımızda birçok tenkitlere yol açmaktadır. Mirasta erkeğin
kadından daha fazla almasının sebebi, erkeğin mala kadından daha fazla ihtiyacı olmasıdır. Erkekler, kadınların
nafaka ve geçimlerini üzerlerine alırlar. Erkek, ölüye hayatta iken, kadından daha çok faydalı olur. Bu iki nedenden,
yani mala daha çok ihtiyacı olma ve ölüye daha fazla fayda vermeden dolayı erkek, mirastan daha fazla almaya
35
Buhari, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1
36
Ebu Davud, Tıb, 24
37
Ali Tantavi, “Feteva”, s. 266
8
hak kazınmış olur.38 Erkek, bir kendisi, bir de hanımı olmak üzere en az iki kişi besleyecektir. Bunun için erkeğin
gideri çok, kadının gideri ise daha azdır. Halbuki gelir ile gider arasında bir uygunluk ve eşitliğin bulunması gerekir.
Gider erkeğe yükletilirken, gelir dağılımında kadına erkekten fazla veya denk pay verilmesi, hem ekonomik
esaslara hem de hak ve adalet ölçülerine uygun düşmez. İşte asıl o zaman hukukta eşitlik ilkesi zedelenmiş olur.
Binaenaleyh erkeğe mirastaki bu fazlalık, kadınların menfaatlerini gözetme ve ihtiyaçlarını giderme hesabına,
geçimdeki sorumluluk farkının muadili olmak üzere, böyle bir hukuk ve ekonomi dengesini kurarak, adalet ve
eşitlik prensiplerinin ince bir uygulamasını içine almaktadır.39İslam ekonomisinde her nimet bir külfet karşılığıdır.40
Bu denge ne zaman bozulur, ailenin ekonomik sorumluluğuna karşı mirastan iki hisse alma zorunluluğuna
uyulmazsa daima kadınların zararına olur. Ya büsbütün mirastan mahrum edilirler veya ailenin geçimine zorla
katılarak, kendi mallarını istedikleri gibi kullanma hak ve yetkisinden mahrum bırakılırlar. Kaldı ki, kadın mirasta
her zaman her yerde erkeğin yansını almaz.
Kur’an-ı Kerim’de: “Kadınların meşru haklan kadar, vazifeleri de vardır. Erkeklerin
hakları, kadınların vazifelerinden fazladır.” 41 Ayet’te birbirini tamamlayan iki temel kural getirilmiş
bulunmaktadır.
1- Herkesin hakkı kadar görevi vardır. Başka bir deyişle görev kadar hak vardır. Yani bir kimsenin
yüklendiği görevleri ile hakları birbirine eşit olur. Buna göre kadının erkek üzerinde hakları kadar görevi, erkeğin
de kadın üzerinde hakkı kadar görevi vardır. Eğer erkek kadın üzerinde bir derece fazla hakka sahip ise yine bir
derece fazla göreve de sahiptir.
2- Herkesin haklarının ve görevlerinin birbirine eşit olmamasıdır. Yani toplum içersindeki fertler, eşit
haklara ve eşit görevlere sahip değildirler. Sadece herkesin hakkı kadar görevi vardır.
Buraya kadar İslam’ın kadına getirdiği bazı haklan, aile içersinde kan ve kocanın karşılıklı vazifelerini ve
aile ile toplum arasında bulunan dengeyi söylemeye çalıştık. Bütün bunlardan İslam’ın kadına aynı erkek gibi bir
takım hak ve vazifeler getirdiği ve hak ve vazifeler arasında eşitlik bulunduğu neticesine varmak mümkündür.
Ancak İslam’ın getirdiği prensipleri bir türlü içine sindiremeyenler, kadın ikinci sınıf vatandaş sayılmıştır, İslam’da
kadın haklan yoktur gibi bir takım iddiada bulunuyorlar. Bazı kaynaklardaki eksik veya yanlış rivayetlere dayanarak
İslam’a iftira atıyorlar. Halbuki eksik ve yanlış anlamaların veya tarihi yanılgıların İslam ile hiçbir ilgisi olamaz.
Müslüman’ı bağlayan, Kur’an-ı Kerim ile Hz. Peygamber (s.a.v)’in sahih Sünneti’dir.
Sonuç olarak İslam'ın kadın anlayışını özetlemek istersek şunları söyleyebiliriz. Kadın, erkek gibi
Allah’ın yeryüzünde bir halifesidir. Aynı onun gibi Allah'ın emir ve yasaklarına muhataptır. Bu sebeple kadın ve
erkekler hepsi Allah’ın kitabına bağlıdırlar. Ne kadınlar erkeklerin, ne de erkekler kadınların emri altındadırlar.
Onun için İslam’da hukuk, hilafeti temsil vasfına dayanmaktadır. Kadın da erkek de hukuka, Allah tarafından
konulmuş olan kurallara dayanarak hareket ederler. Biri diğerine muhtaç olduğu için, ikisi de bir bütün olarak,
birlikte hayat yolunda yan yana yürümektedirler. Şeref, haysiyet ve Allah yanında kıymet bakamından kadınla
erkek arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisinin ayrı ayrı haklan ve vazifeleri vardır. Vücuttaki uzuvlarda olduğu gibi
toplumda iş bölümü anlamında kadınla erkek arasında vazife taksimi vardır. Bu nedenle çalışma alanları ayrıdır.
Kadının yaptığı bazı işleri erkek yapamaz; erkeğin yaptığı bazı işleri de kadın yapamaz. Yapar diyenler sadece
kendilerini aldatıyorlar. Hukuken eşit olan kadın ve erkek, iş yapma itibariyle eşit değildir.
Allah kadınla erkeği eşit yaratmamıştır. Her ikisini de insan olma yönünden, akıl, bilgi, kültür
yönünden eşit olsa da, kadın erkekten daha duygusal daha hissidir. Erkek ise daha katı, olaylara daha sert,
duygusal yoğunluğu az olan bir açıdan bakar. Bu psikolojik yönden farklılıktır. Biyolojik yönden, erkekte kas daha
fazla iken, kadında yağ daha fazladır. Bu durum erkeğin kadından üstün olduğunu göstermez. Kadın daha
duygusal, erkek daha az duygusal, kadın daha çok acır, sevgi hayatında daha önemli bir yer kapsar, erkekte
ise daha azdır. Erkek daha güçlü kaslıdır, kadın daha az güçlü ve kaslıdır. Her iki cinsin de üstün ve eksik yönleri
vardır. Akılda, düşüncede her iki cinsi de eşittir ve birbirlerini geçebilirler. Bu durum erkeğin üstünlüğünü veya
kadının zayıflığını göstermez. Aksine bu durum her iki cinsin ayrı yaratılış özelliklerinin doğal sonucudur. Bunu
kabul etmeli, yaşam tarzımızı buna göre ayarlamalıyız. İslam, kadın-erkek eşitliğini değil, kadın erkek
adaletini savunur. Eşitlik, adalet demek değildir.
38
Osman Eskicioğlu, agm, Alıntı: İbn Kayyim, II, 169
Osman Eskicioğlu, agm, Alıntı: Elmalılı, II, 1302
40
Osman Eskicioğlu, agm, Alıntı: Mecelle, 88. Md.
41
Bakara, 2/ 228
39
9
Günümüzde kadın konusu ele alınırken düşülen tuzaklarda biri de, kadına erkek eşitliği iddiasıdır.
Birbirinden aynı anda farklı olan iki şey, o anda birbiriyle eşit olamaz. Ne kadın erkeğin, ne de erkek kadının
eşitidir. Birbiriyle aynı olmayan iki şeyi birbiriyle eşitlemek, elmalarla armutları toplamak gibidir. Kadın ile erkek
birbirinin eşiti değil, karşılıklı üstün olan ve olmayan taraflarıyla, toplumda, hayatın bütününde ve ailede vazife,
sorumluluk, yetki ve haklar açısından birbirini tamamlayan yanlarıyla, iki parça gibi birbirine geçmelerle bir bütünü
meydana getiren iki parçadır. Bu bakımdan, önemli olan, eşitlik değil, her iki cinse de, fizyolojisinin, psikolojik
yapısının, aile ve toplum bütünlüğü içindeki işbölümünün gerektirdiği sorumluluğu vermektir. Gerçek eşitlik,
meseleye böyle yaklaşmadadır. Diğer tür bir yaklaşım ise eşitlik değil, aynılıktır; bu da, adalet, hele kadına iyilik
veya ona değer verme değil, zulümdür. Dolayısıyla, ne kadının hak ve sorumlulukları bütünüyle erkeğinkinin
aynısıdır, ne de, erkeğinki kadınınkinin aynısıdır. Çünkü kadının hakları erkeğinkiler ile aynı olsaydı, bu durumda
kadın, erkeğin kopyası olurdu. İslam’da kadının eşsiz ve diğer sistemlerde hiç benzerliği olmayan bir konumu
vardır. İslam, din görünümlü bazı batıl inançlarda olduğu gibi, kadını şeytanın ürünü veya kötülüklerin tohumu
olarak görmez. Kur’an-ı Kerim, erkeğe kadının egemen bir efendisi ve kadını da, erkeğin egemenliğine teslim
olmaktan başka çaresi bulunmayan zavallı bir varlık olarak da yer vermez. Kadının içinde ruhu olup olmadığı
sorusu hiçbir zaman ne İslam da ve ne de Müslümanlar arasında tartışılmış bir mesele değildir. İslam’da kadının
eşsiz, yeni ve diğer sistemlerde olmayan bir konumu vardır. Günümüzün demokratik toplumları bile, bu konuda
İslam’dan çok geridir. Bu toplumlarda kadının o kadar imrenilecek bir konumu yoktur. O, hayatını kazanmak için
çok sıkı çalışmak zorunda kalmakta ve bazen erkekle aynı işi yaptığı halde, maaşı ondan daha az olabilmektedir.
Belli bir özgürlüğe sahip ise de, bu, daha çok arzularını tatmin özgürlüğüdür ki, böyle bir özgürlük, gerçek insan
fıtratının, selim aklın, insanlığın değişmez edebi değerlerinin ve herhangi semavi bir dinin kabul edebileceği
tarzda bir özgürlük değildir. Ayrıca kadın, demokratik toplumlarda bugünkü bulunduğu konuma gelebilmek için on
yıllarca, hatta asırlarca çaba sarf etmiştir. Öğrenme, çalışma ve kazanma haklarını elde edebilmek için acılı
kurbanlar vermek ve en tabii haklarının, hatta gördüğü ve görmesi gereken hürmetin birçoğundan vaz geçmek
zorunda kalmıştır. Konumunu ruh sahibi bir insan durumuna getirmek için çok ağır bedel ödemiştir. Tüm bu pahalı
kurbanlara ve acılı çabalara rağmen onun, Müslüman kadının sahip bulunduğu kadınlığa yakışır haklara sahip
olduğu söylenemez.42
İslam, insanın dünya ve ahirette mutluluğunu sağlamak üzere gelmiş ilahi bir dindir. İnsanın varlığı,
yaratılış gayesinin gerçekleşmesi ancak bir topluluk içinde olabileceği için dinin hükümleri arasında “topluluğun
düzeni” ile ilgili talimat ve tavsiyelerde bulunmuştur. En küçük fakat en önemli topluluk birimi ailedir; o da küçük
bir topluluk olduğu için düzen gerektirmiş, bu nedenle aile fertlerinin birbirlerine karşı konumları, hak ve
sorumlulukları belirlenmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in çocuklarla ana baba, karı ile koca, fert ile onun hısımı ve
akrabası arasındaki bağ, karşılıklı haklar ve sorumluluklar üzerine söylediklerini bu çerçeve içinde anlamak
gerekirken bazı erkekler, geçmişte ve günümüzde “kadının kocasına itaati” konusundaki Hadisleri
çerçevesinden saptırmışlar, karılarına zulmetmek, onları esirler, hatta köleler haline getirmek için kullanmışlar;
yemek tuzlu oldu diye, kadın yatağa veya çalışmak üzere tarlaya gelmedi diye, onu azarlamış, hatta dövmüşler
ve bu yetkiyi de İslam’dan aldıklarını söylemişlerdir.
Aile hayatının düzgün yürümesi, kocanın otoritesini kötüye kullanmaması kadar kadının da kadınlığını
istismar etmemesi için yapılmış tavsiyeleri tek taraflı olarak ve bağlamlarından kopararak alan ve karşı tarafa
zulmeden, baskı yapan kimseler, Allah ve Resulü’nün murat ve maksatlarının dışına çıktıklarını bilmelidirler ve
bilmelidirler ki, hiçbir beşere, yani koca, ana, baba ve devleti yönetenler de dahil, itaat mutlak değildir. Hiçbir
kimseye haksız olan, meşru olmayan emir ve isteklerinde itaat edilmez. Eğer bir kadın kocasına kırılmışsa, onun
gül yaprağından nazik gönlü örselenmiş, kalbi incinmişse kocanın yapacağı şey “Hemen dediğimi yap, ben
reisim, bana itaat edeceksin, etmezsen sana melekler lanet ederler...” demek yerine “En iyileriniz
kadınlarına en iyi davrananlarınızdır”43 Hadis’ine uyarak onun gönlünü almak, meseleyi açık yüreklilikle
ve sevgiyle çözmektir. Allah sevgisine ulaşmanın yolu O’nun Örnek olarak gönderdiği Kamil İnsan’a uymak, onu
hayatta rehber edinmek, izinden asla sapmamaktır. O’nun söylediklerinin bir kısmını alıp bir kısmını almamak
yerine, sözlerini bir bütün halinde ve maksadına da dikkat ederek alıp uygulamaktır.
42
43
Hammude Abdul-Ati, “İslam’da Kadının Yeri” adlı makalesi, Çev. Mehmet Ünal
Ebu Davud, Sünnet, 15; Tirmizi, Rada, 11
10
Kadın iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir arkadaş, merhamet timsali, şefkat abidesi ve hepsinden önemlisi
“Allah’ın insanlığa rahmeti”dir. 44 Bu yüceliklere sahip olan böyle bir varlık olan “kadını yeniden
okumak” ve İslam’ın ona verdiği yüce değerleri bulmak için en son din olan İslam dininin yüce değerlerini
incelemekten başka bir seçenek yoktur. Bu makalede Allah’ın insan olarak yarattığı varlıklar içerisinde yer alan
kadının şahsiyeti ve yüceliğini ele alarak ona İslam’ın verdiği gerçek değeri ele almaya çalışacağız. O, var eden,
güzel yaratan, yarattıklarına şekil verendir. Yarattığı her şeyin bir anlam ve hikmeti vardır, yaratma gücüne sahip
olan Allah’tır. Her şeye bir yörünge ve ölçü tayin eden de hiç şüphesiz Allah’tır. Varlıklar belirlenen yörüngeyi,
sistemi aşacak olurlarsa düzenleri bozulur ve yok olup giderler. Elbette ki her şeye bir düzen koymuş ve asla
yarattığı hiç bir şeyde düzensizlik ve anarşi yoktur. Allah her şeyi çiftiyle yaratmıştır. Evrene baktığımızda
gördüğümüz her şeyin bir eşini de beraberinde görürüz. Bu yaratılışın kanunu, Allah’ın kurduğu bir sistemdir.
Özellikle canlılar aleminde her şeyin erkeği olduğu gibi, her şeyin de dişisi de mevcut bulunmaktadır. Bu yaratılış
sisteminin en iyi şekilde işlemesini sağlayan temel unsurlardan biridir. Allah her şeyi bir nizam ve ölçü içerisinde
yaratmıştır. Allah gökte uçan kuşlarda yerde gezen karıncalara bakıp ibretler almamızı ve dersler çıkarmamızı
tavsiye ediyor. Allah’ın yarattığı her şeyde düşünen ve aklını çalıştıran insanlar için bir ders ve ibret vardır. Aynı
şekilde bizleri yaratan Allah, kendi yaratılışımızda da nice ibret ve derslerin olduğunu ve bunları düşünmemizi
öğütlemektedir. Eğer düşünürsek asla kadının kendisini “neden kadın olarak yaratıldım?” diyerek
aşağılamasının asla doğru ve İslami bir davranış olmadığını görürüz.
Kadın haklarının savunmak için çalışan batılı kadınlar feminizm adına bir takım ideolojiler ortaya
atmışlardır, ama bu ne derece kadının sorunlarını çözebilmiştir? Bugün batıya baktığımızda dağılan aile yuvaları,
babanın evladını, evladın da babasını tanımadığı, annenin çocuğundan habersiz gezindiği modern sokak ve
parklar, çalıştığı fabrikalar ve atölyeler ne kadar kadına özgürlük verebilmiştir acaba? Bir araba lastiğinin
reklamını yapmak için eve istediği saatte gelmek, istediği saatte çıkıp gitmek özgürlük sayılabilir mi? İnsanın
insani değerler taşımadığı bir toplumda ne derece kadın değer kazanabilir? Merhametsiz bir yuvada yetişen
çocuk, annesini uyku saatinde gören bir çocuk, işin verdiği yorgunlukla eve gelerek stres ve bunalımdan
çocuğunun tenine dahi dokunmadan koltuğun üzerine uzanan, adeta bir cesedi andıran günümüz batı feminist
kadını ne derece özgür sayılabilir? Annesiz büyüyen, kreşlerde büyütülen çocuk, yarın nasıl annesini tanıyabilir?
Annenin şefkat ve sevgisine muhtaç olan çocuk, annesini bile görmeden büyüyüp topluma karışırsa, yarın o
çocuktan nasıl merhamet kanatlarını sana germesini bekleyebilirsin?
İslam iç ve dış barışı sağlamak için cinsiyetlerin birbirleriyle çatışan değil, birbirini
bütünleyen şeyler olduğunu gösteren bir insanlık düzeni getirmiştir. Allah, kadını da en güzel şekilde
yaratmış ve ona hayat arkadaşını bağışlamıştır. Birbirini tamamlayan iki varlıktır. Onsuz, yani kadınsız
olunamayacağı gibi, onsuzluğunda, yani erkeksiz düşünülemediği bir varlıktır. Yaratılışta birbirini tamamlayan iki
insandır.45 Erkeğin kaburga kemiğinden değil, kadın da Allah’ın yarattığı ve ona ayrı şekil verdiği bir insandır. Bir
insan olarak kadını değerlendirirsek “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.”46 Burada Allah, ister kadın,
ister erkek her ikisinin de en güzel bir şekilde yaratıldığını bildiriyor. Bu konuda birleşmemiz gerekir ki, insan
olarak kadın en güzel şekilde yaratılmıştır. Bu ayet sadece erkekleri bağlamadığı gibi, sadece kadınları da
bağlamaz. Her ikisini de bağlar. Çünkü kadın ve erkek için: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan,
ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinizden
sakının.”47 Bu ayet, o devrin puta tapan Arapları için, onun bütün geleneklerini, göreneklerini, anlayışlarını ve
dünya görüşünü altüst eden korkunç bir yenilik, başlı başına bir devrim mahiyetini taşımakta idi. Yine bu ayet,
kadınla erkeğın aynı maddeden, aynı hamurdan yaratıldığını, onların, sosyal bir birim olarak eşit olduklarını,
davranışlarından ötürü Allaha karşı aynı derecede sorumlu bulunduklarını anlatmakla, o devrin puta tapan
Arapları adeta rezil ediyordu.48
Allah’ın insan olarak belirttiği yaratıklarıdır. Her ikisi de Allah’ın kullarıdır. Şunu iyi anlamamız lazım
ki, Kur’an-ı Kerim, kadın ve erkek konusunda ayırımcılık yapmamaktadır. Kur’an-ı Kerim açısından kadın ve erkek
44
Hüseyin Ensariyan, “İslam’da Aile Düzeni”, s. 121
Hüseyin Ensariyan, “age, s. 83
46
Tin, 95/5
47
Nisa, 4/1
48
Ahmet Ağaoğlu , “İslamiyette Kadın”, Çev. Hasan Ali Ediz, Birey ve Toplum Yayıncılık, Ankara-1985, s. 27
45
11
birdir. Sadece yaratılıştaki fiziksel bir takım farklılıkların bulunması, erkeklerin kadınlardan manevi yönden üstün
olduğunu göstermez. İnsanın ne olduğunu ve nasıl olduğunu en iyi bilen şüphesiz Allah’tır ve onun için nelerin
hayırlı ve nelerin zararlı olduğunu da en güzel bilen yine O’dur.
Her şeyi en güzel bir şekilde ayetler bize açıklıyor. İnsanın yaratılmasındaki güzellikleri görürsek,
“neden kadın yaratıldık? sorusunu da aşağılayarak soramayız. Kadın var olmasaydı, hiçbir şey var olmazdı.
Çünkü ahir zaman Peygamberini doğuran bir kadındır. Kadın olmasaydı alem var olmazdı. Allah’ın yaratılış
düzeni kadının yaratılmasını gerektiriyordu ve de nasıl yaratılması gerektiğini de en iyi bilen Allah olduğuna göre,
kadını da en iyi ve güzel bir şekilde yaratmıştır. Kadına verdiği zarafet, incelik ve duygusallık, onun kadın
olmasının belki de en büyük özelliklerindendir. Kadına en iyi terbiye edici olarak baktığımızda gerek annelikte,
gerek eğitimde ve gerekse öğretimde son derece başarılı olması Allah’ın sıfatı olan Rab sıfatının cüzisinin kadına
bağışlanmış olmasıdır. Şüphesiz en iyi terbiye edici Allah’tır, ama ikinci planda kadındır. Allah’ın sıfatlarının
kadınlar üzerine yansımasına baktığımızda Rab, yani terbiye edici ve Rauf, yani yumuşak ve merhameti
görmekteyiz. Terbiye etme sıfatını ona bağışlamış olmasaydı bu kadar canlılar içerisinde dişi varlıkların
yavrularına gösterdiği ilgi ve şefkati göremezdik. Çünkü anne koruyucudur, şefkatlidir ve merhamet timsalidir.
Tavuğun civcivleri için nasıl uçuştuğunu ve civcivlerini her türlü tehlikeden nasıl koruduğuna şahidiz. Yabancı bir
ses işittiğinde çıkardığı sesle yavrularını kanatlarının altına aldığını hepimiz görmekteyiz.
Hayvanların bile bu kadar merhamet ve sevgiyle besledikleri yavrulara, biz insan olarak elimizdeki bir
takım feminist sloganlar sayesinde kendimizi kainatın yaratıcısının koyduğu bu düzene adeta karşı koyarcasına
“ben bakmak zorunda değilim, yapmıyorum, bakmıyorum, emzirmiyorum” demek, yaratılıştan
verilmiş ilahi donanımları görmezlikten gelmek ve kendi ilahi yeteneklerini ihmal etmektir. Müslüman kadına,
Allah’ın kendisine bağışladığı bu terbiye sıfatına uygun olarak hareket etmesi yaraşır. Kadının, bir insan terbiye
ederek yeni bir dünya yaratması sağlanabilir. Eğer kadın iyi bir anne, iyi bir eş ve iyi bir kardeş olursa her şeyde
düzen, huzur, ahenk, kardeşlik ve anlayış ortaya çıkacaktır.
Dizilerin kadınlar üzerinde çok etkili olduğuna günümüzde, dizilerdeki kadınlar çok erkeksi, dediğim
dedik, akıllı ve kendini beğenmiş kişiliğindedir. Bu izlenimler, kadınları yanlış yönlendiriyor. Bu noktada kadınlarda
erkekleşme başlıyor. Aslında kadınlar hiçbir zaman edasını kaybetmemelidir. Hz. Muhammed (s.a.v), erkekleşen
kadınlara, kadınlaşan erkeklere lanet etmiştir. Allah’ın kurduğu sistemde her şey zıttı ile vardır. “Mutlu bir
evlilik emek İster.” Medyanın kadın üzerindeki etkisi, eşler arasındaki iletişim ve yaradılışta kadın ve erkeğin
farklılıkları konusunda, evlilikler üzerinde medyanın oyunlarının etkili olduğu bir gerçektir. Dizileri aracılığıyla
kadın yapısında bozulmaların olduğuna konusunda, evlilik üzerinde medyanın oyunlarına dikkat etmek gerekir.
Kadınlar eğer duygusal bir boşluktaysa ve çok fazla dizi izliyorsa, o dizilerdeki aşklardan ve kadın üstünlüğünden
etkileniyorlar. Yaratılışta erkek ve kadının doğuştan farklı yaratıldığını, Allah kadınları şefkatli ve teslimiyetçi
yaratmıştır. Erkekler ise güç, iddia ve başarı üzerine yaratılmıştır. Erkeğin hayata bakışı serttir. Kadınlar ise
duygusaldır. Kadınlar beynin sağ tarafını, erkekler sol tarafını kullanıyorlar. Hem kadın ve hem erkek aynı şekilde
hayata bakamaz. Kadınlar, erkeklerden kendileri gibi hayata bakmasını beklemesin ve eşim benim gibi olamaz
dememelidir. Zaten normal olan erkeğin kadın gibi olmamasıdır. Günümüzde aile yapısında en büyük bozulmanın
kadının erkekleşmesi olduğuna ve bu nedenle de yeni neslin evliliklerin zor olacağını, kadınlar, okuyan kız
çocuklarını bile elinde mesleğin olsun, kendine güven, eşine muhtaç olma diye yönlendiriyor. Bu bilinçle yetişen
kızların ileride evlilikleri yürümüyor. Evliliklerin psikolojiden ziyade inançla yürütülmesi gerekir. Bu noktada,
kadınlar erkeklerin üstünlüğünü kabul etmelidir. Kur’an-ı Kerim’de de evin reisi erkek olduğu bildirilir. Eşler
arasındaki muhabbetin de maddi manevi kazanç açısından önemlidir. Kadınların eşlerinden bir şey isterken,
iğneleme ve kıyaslama yapmasının yanlış olduğunu, “Erkekten ne isteniyorsa direk o söylenmeli.
Erkekler, ince düşünceler ve ayrıntılardan hoşlanmaz. Direk söylenirse, iyi bir sonuç alınır.”
Hareket tarzı benimsenmelidir. Kadının bencillikten uzak durması gerekliliği, ailenin mutluluğu için gereklidir.
Allah hem erkeği ve hem de kadını yaratmıştır. İnsanı iki farklı cins halinde yarattığı için birini
diğerinden ayıracak unsurlar bulunacaktır. Aksi taktirde her yönüyle aynı iki unsur, sonuçta benzer, yani özdeş
hale gelecektir. Erkek vücudu celal, kuvvet ve mutlaklığı, kadın vücudu ise güzellik, mutluluk ve sonsuzluğu temsil
eder. Erkeklikte iyilik dışta ve güzellik içte, kadınlıkta ise güzellik dışta ve iyilik içtedir. Erkeklik dışsallığı, kadınlık
12
ise içselliği sembolize eder. Zaten Kur’an-ı Kerim, kadını hayatın sıcaklık, sevgi, huzur ve rahmet unsuru olarak
gösterir.49
Kadın ve erkek arasında Biyolojik, Psikolojik farklar görev bölümünü etkiler. İdeal bir barış toplumunda
erkek ve kadının birbirleriyle yarışması ve didişmesi değil, bilakis görev bölümü gereği her birinin kendine özgü
yetenekleriyle insanlığın değer ve hedefleri doğrultusunda bir bütün olması söz konusudur. Biyolojik ve Psikolojik
farklılıkların görevlerde, dolayısıyla yükümlülüklerde farklı sonuçlar vermesi doğaldır. Erkek bazı konularda
kadınlardan daha farklı sorumluluk taşır. Konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim: “Erkeklerin kadınlar üzerinde
hakları olduğu gibi, aynı şekilde kadınların da erkeklerin üzerinde hakları (haklarda eşitlik)
vardır. (Sorumluluk noktasında, külfetlerde) erkekler için onlar üzerinde bir derece (farklılk)
vardır.”50
Varlıklar arasında hak ve vazife sahibi olan da sadece insanlardır. İnsanların dışındaki hayvan, bitki ve
cansız varlıklar ise insanlardaki şekliyle bir hukuka sahip değildirler. Onlar sadece kendi başlarına bir hukuk
süjesi olamazlar. İnsandır ki, varlıklar arasında hukukun sadece kendisine taalluk ettiği bir yaratıktır. Çünkü
yeryüzünde Allah’ın temsilcisi yalnız odur. İnsanın dışındaki varlıkların temsil yetkisi yoktur, kişiliği yoktur. Onların
hukukunu kendileri değil, insanlar yürütür, insan ise kendisine “emanet” verildiği için, kendi iradesiyle hareket
etmek demek olan hukuk da verilmiştir. Zaten insanı diğer varlıklardan ayıran tek özellik budur. İslam’da hukukun
hilafet ve emanete dayanmakta ve insan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olma
bakımından, yani hukuka sahip olma bakımından kadın ile erkek arasında hiçbir fark yoktur. İslam’da kadın da
erkek gibi ilahi hitaba muhatap bir varlıktır. Bilindiği gibi insan, kadın-erkek farkı gözetilmeksizin, Allah’ın
yeryüzünde halifesidir.
Hukuk terazisinin bir kefesinde haklar, diğer kefesinde ise vazifeler bulunur. Bunun için İslam hukukunda kadın,
hak ve vazifeleri olan bir şahsiyettir. Erkeğin hak ve vazifeleri olduğu gibi, kadının da hak ve vazifeleri vardır. Aile
hukukunun esaslarını belirleyen ayetlerde eşlerden her birinin diğerine karşı hakları kadar vazifesi olduğu
bildirilmektedir. Buna göre ailede ve toplumda hak ve vazife eşitliği vardır. Kadın, ailede hakları kadar vazifeye, vazifeleri
kadar da haklara sahiptir. Erkeğin de aile içinde hakları kadar vazifesi, vazifeleri kadar da hakları vardır. Bunların hak ve
vazifeleri arasında da eşitlik vardır.
Fertler birleşerek aileyi meydana getirir. Aileler de birleşerek toplumu meydana getirirler. Fert, aile için ne ise,
aile de toplum için odur. Fert, yani karı ile koca ailenin temel direğidir. Toplumun temeli de ailedir. Bu nedenle İslam,
aileye çok önem verir. Aile temeline dayanan birçok emir ve yasaklar getirmiştir. Nikah, talak, miras ve zina gibi
konulardaki emir ve yasaklar böyledir. Onun için birçok ayetlerde ana-baba, karı-koca ve çocuklar hakkında emir
ve tavsiyeler bulunmaktadır. Buradan ailenin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bazı kimseler, sanayi
toplumunun tesiri altında kalarak, aileyi bir otel veya lokanta gibi gördüklerinden, aileye ait görevleri küçümserler.
Sanayi toplumu, aile-toplum dengesini aile aleyhine ve toplum lehine bozmuştur. Bu nedenle kamu görevi almak,
kamu için çalışmak daha şerefli kabul edilmiştir. Onun için İslam’ın kadın ile erkeğe iş bölümü anlamında aile ve
toplum için yaptığı görev taksimatı, gerçeği göremeyenler tarafından yadırganmaktadır. Onlar, ailede kadının,
toplumda ise erkeğin görevlendirildiğini kabul etmezler. Aile ve toplum diye bir ayrım olmadığı gibi, kadın ve erkek
diye de bir ayrım yapılmaz, derler. Kadının yapabileceği şeyi erkeğin, erkeğin yapabileceği şeyi de kadının
yapacağını iddia ederler. Tabi ki bu söz ve davranışlarıyla fıtrata, yani yaratılışa ters düşerler. Sonuçta böyle
anlayışlar üzerine kurulan toplumlarda bir takım aile bozulma ve çözülmeleri meydana gelir.
İslam’da kadın ailede, erkek de toplumda görevlidir derken, bu her zaman ve mekanda ve her türlü
şartlar altında bu böyledir demek değildir. İstisnalar her zaman bulunduğu gibi, bazı şartlarda geçici olarak kadın,
erkeğin görevini üstlenebilir. Erkek de kadının görevini üstlenebilir. Gerekirse erkek evde çocuk bakarken, kadın
da dışarıda çalışabilir. Fakat toplumdaki iş bölümünü tersine çevirerek erkek çocuk baksın, kadın ise çalışsın gibi bir
prensip getirilirse, bu insanın yaratılışına ters düştüğü için yürümez. Yoksa kadının çalışması yasak değildir.
Kur’an-ı Kerim: “Erkeklere, çalışmalarından bir pay, kadınlara da çalışmalarından bir pay
vardır.”51 Buna göre kadına iş yasağının varlığını düşünmek, İslam’da kadın çalışamaz, demek yanlıştır. Ancak
kadın ile erkek çalışmada eşittir diyerek toplumu böyle bir anlayışla şekillendirmek de yanlıştır. Çalışan kadınların
bugünkü sorunlarından birisi de çocuk bakımıdır. Çocuk, belli bir zamana kadar annesiyle beraber olmak
49
Rum, 30/ 21
Bakara, 2/228
51
Nisa, 4/32
50
13
zorundadır. İslam’da kadının kamu görevi alması konusunda herhangi bir yasak mevcut değildir. “Mü’min
erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklarlar,
namazı kılar, zekatı verir ve Resul’üne itaat ederler. Allah’ın esirgeyeceği kimseler işte
bunlardır. Allah sonsuz izzet ve hikmet sahibidir.”52 Ayetteki veliden maksat, amme velayeti, yani kamu
görevidir. Böylece ayet kadına veli olma, yani devlet başkanlığından en alt seviyedeki bir kamu görevine kadar
velayet ifade eden bütün görevleri alabileceğini bildirmektedir. İslam’da kadının yerini iyice tespit edebilmek için
onun dini, ilmi, siyasi, iktisadi ve ailevi yönleriyle ele almak gerekir. Burada dini yönden amaç iman, ahlak ve
ibadet konularıdır.
İslam’ın kadın anlayışına hücum edenler, iman, ibadet ve ahlak konularından daha ziyade şahitlik,
miras ve siyaset gibi noktalardan eleştiri getirmektedirler. Zaten iman ve ibadet konularında; Namaz kılmak, Oruç
tutmak, zengin olduğu zaman Zekat verip Hacc’a gitmek konusunda kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur. Bu
ibadetleri yapmak, her ikisine de farzdır.
İslam geldiği zaman doğuda ve batıda kadının hangi durumda olduğu, okuyan ve biraz tarih bilgisi
olan kimseler için bellidir. Kız çocukları doğduğunda ana-baba için bir talihsizlikti. Kadınların adeta hukuki
şahsiyetleri hiç yoktu. Daha düne kadar kadının seçilme değil, seçme hakkı bile yoktu. İslam kadına, böyle bir
ortamda tam bir hak ve görev ehliyeti getirdi. Birçok alanda aşağı kabul edilen kadını yükseltip erkeğin seviyesine
çıkardı ve onu “eş” yaptı. Kadın ile erkek, evlenip karı-koca olduklarında, birbirine karşı hak ve görevde eşit
olduklarından “eş”tirler.
İman ve ibadette, amel edip karşılığını almakta kadın ile erkek arasında hiçbir fark olmadığını
göstermek ve böyle uygulamaları kaldırmak için erkeğin yanında kadını zikreden birçok ayetler gelmiştir. İster
dünyada ister ahirette olsun, çalışan kadın ve erkeğin ücretini veya ecrini mutlaka alacağını bildiren Ayet’te:
“Rableri, onların dualarını, “Sizden erkek olsun, kadın olsun, hiç bir çalışanın çalışmasını boşa
çıkarmam; siz birbirinizdensiniz”, diyerek kabul etti.”53 Başka bir Ayet’te de: “Erkek veya kadın
kim mü’min olarak, yararlı işler yaparsa, işte onlar Cennete girerler ve kendilerine zerre kadar
zulmedilmez.”54
İslam’da ilim, dini öğrenmekle başlar. O nedenle İslam’ın ilme, eğitim ve öğretime ne kadar önem verdiği
sadece Müslümanlarca değil, başkaları tarafından da çok iyi bilinmektedir. Kadınla erkek arasında eğitim ve
öğretimde bir fark gözetilmez, ama bilenlerle bilmeyenler arasında fark olduğunu Ayet söylemektedir: “De ki:
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”55
Hz. Peygamber (s.a.v)’in kadınların eğitim ve öğretimlerine erkekler kadar önem verdiği Hadis
kitaplarından anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında kadınlar beş vakit namazda mescide gelip
erkeklerle birlikte namaz kılabildikleri için, Hz. Peygamber (s.a.v)’in tavsiye ve öğütlerinden her zaman
faydalanıyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v), kadınların okuma ve yazmayı öğrenmelerini teşvik etmiştir. Hatta kendi
eşi Hz. Hafsa (r.anha)’in sahabe olan Şifa Hatun’dan yazı yazmasını öğrenmesini sağlamıştır.56 İslam düşüncesinin
öngörüldüğü bir toplumda kadın ve erkek kim olursa olsun, herhangi bir konuda öğrenim yapmak istediği zaman, onun bu
arzusunu engelleyecek hiçbir güç ve kuvvet olamaz. Sonuç olarak görülüyor ki, İslam’da kadın ilk eğitim ve öğretimden
son eğitim ve öğretime kadar aynı erkek gibi bütün haklara sahip bir mükelleftir. Kadın seçmen olabildiği gibi, kanun
yapmak üzere parlamento üyesi de seçilebilir. Bilindiği gibi İslam’da herhangi bir konuda hüküm ve karar verebilmek için Kitap
ve Sünnet’e dayanmak şarttır. Fertler biliyorlarsa kendileri içtihat ederler, eğer bilmiyorlarsa bilenlere sorarlar. Toplumun
işleri ise istişare ile yürütülür.
İslam düşmanlarının din, kadını erkeğin yarısı kabul ediyor demeleri, bilgisizliklerinden öte onların
cahilliklerini gösterir. Onlar yeni bir insan tipi yaratmadıklarına göre, fıtratın kurallarına boyun eğmek zorunda
kalacaklardır. İnsanlar gibi aile hayatı yaşayan kumrular bile aralarında iş bölümü yaparak, erkek çöp getirirken,
dişi kuş yuva yapar. Birisi içerde görev alırken, diğeri dış işlerini üstlenir.
Kişinin hakim önünde bir dava için bilgisini sunmasına tanıklık, bilgi veren kimseye de tanık denir.
Kur’an’ı Kerim’de; bir ayrıcalık dışında, kadın-erkek ayrımı yapılmadan bütün insanların
tanık olabileceği kuralı geneldir. Ancak Bakara, 2/282. ayetinde yalnız ticaret ile ilgili vadeli
52
Tevbe, 9/71
Al-i İmran, 3/195
54
Nisa, 4/124
55
Zümer, 39/ 9; Osman Eskicioğlu “İslamda Kadının Yeri” adlı makalesi
56
Osman Eskicioğlu, agm, Alıntı: Hasan el-Benna, “Elmeret-ül Müslimetü”, s. 3; el-İsabe, IV, 333
53
14
borçlanmalarda, bir erkeğe karşılık, iki kadının tanıklığı geçerli olmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de buna gerekçe olarak;
kadının şaşırma, unutma ve yanılması gösterilmiştir. O zamanlarda, kadınların okuma-yazma bilenleri çok az
olduğu gibi, ticaret ile de ilgilenmedikleri bilinmektedir. Bu bakımdan hakkın ve adaletin tam işlemesi için bu
ayrıcalıklı kural konulmuştur.57 Bugün değişen toplumumuzda kadın; erkek ile birlikte her alanda olduğu gibi ticari
işlerde de çalışarak tecrübe kazanmış, böylece adaletin temini için gerekli tanıklık ehliyetine de sahip olmuştur.
Kur’an-ı Kerim: “Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emrederler,
kötülükten alıkoyarlar. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Allah’a ve Resulü’ne itaat ederler. Allah
bunlara rahmet edecektir.”58 Ayet’i de kadın ile erkeğin Allah katında hakların ayni olduğunu açık bir şekilde
ifade etmektedir. Eski bir dönem için konmuş olan ayrıcalıklı kuralın din şurası, yani danışma kuruluna gidilerek
çağdaş yorumlar ile yeniden düzenlenmesi Kur’an-ı Kerim’in hükümlerindendir: “...(İman edenlerin)
Yönetimleri aralarında bir Şura’dır...” 59
Kur’an-ı Kerim’de; kadın-erkek ayırımı yapılmadan bütün insanların tanık olabileceği kuralı, bir
ayrıcalık dışında geneldir. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu dünyadan ayrılışı ile kadını küçümseyen eski Arap
örf ve adetleri, Kur’an-ı Kerim’e rağmen İslam dünyasını etkileyerek kadının tanıklığını kısıtlamıştır. Bugün şartlar
değişmiş, kadın değişmiştir; şahitliğin amacını gerçekleştirmek bakımından kadın ile erkek arasında fark
kalmamış ve kadın da erkek gibi gerektiğinde şahit olur ve şahitliği geçerlidir. Kadının değişmesinin bir gelişme
mahiyetinde olduğu hem ilmi ve hem de İslami değer ölçülerine uygun olarak ortaya çıkarsa, ancak o zaman
Ayet’in belli bir duruma ve şarta bağlı hüküm getirdiğinden, bu durum ve şartın değişmesi nedeniyle hüküm de
değişebileceğinden bahsedilebilir. 60 Ayrıca kadınların şahitliği, yalnız erkekler bulunmadığı zaman geçerli
değildir, iki erkek bulunsa bile bir erkek ile iki kadın yine şahitlik yapabilirler. Çünkü Ayet’teki olumsuzluk, genelin
olumsuzluğudur, yoksa olumsuzluğun genelleşmesi değildir 61 Öyleyse bir erkek yerine iki kadının şahitliği,
zaruretten dolayı tanınmış bir ruhsat olmayıp esasta meşrudur. Kadınla erkeğin şahitlik alanlarının ayrılmış
olması da gösteriyor ki, şahitlik yapmak bir hak değil, bir görevdir.
Sermaye emekle birlikte üretim yapar, kadın da erkekle birlikte çocuk yapar, besler ve büyütürler. Emek
sermaye düşmanlığı fayda getirmediği gibi, kadınla erkeği karşı karşıya getirmek bir yarar sağlamayacaktır. Biz
İslam’ın kadına her dinden, her hukuktan ve her felsefeden daha fazla ve uygun haklar verdiği kanaatindeyiz.
Kadın hakları diyenler, erkek hakları diyemiyorlar ve böylece kadınla erkeği birbirinden ayırıyorlar. Hak diyenler
vazifeden bahsetmiyorlar. Bütün bunlar aldatmacadan ibarettir. Eşyayı sömürenler çevreyi kirlettiler, çevreyi
kirletenler insanın kafasını ve kalbini kirlettiler, insanı kirletenler, kadını sömürdüler ve hala sömürüyorlar. Artık bu
sapık ve çıkmaz sokak yolculuğu bitmeli, kadın, kendi fıtri yoluna ve alanına dönmelidir.
İslam Hukuku, boşanma konusunu, müfarakat62 başlığı altında ele almaktadır. İki kişinin birbirinden
ayrılması anlamına gelen müfarakat, İslam hukuku dilinde, evlilik bağının çözülmesiyle eşlerin birbirinden
ayrılması anlamına gelir. Evliliğin sona ermesi bazen evlilik akdindeki bir bozukluk veya eksiklikten, bazen de
eşlerin evlilik birliğini devam ettirememelerinden dolayı söz konusu olmaktadır. Birinci durumda evlilik birliği
feshedilmiş olurken, ikinci durumda talakla sona erdirilmiş olur.63 Evlilik birliğini, sona erdirdiği için talakla birlikte
ele alınan fesih; evlilik akdi yapılırken var olan veya daha sonra meydana gelen bir eksiklik veya bir engel
nedeniyle evlilik birliğinin bozulmasını ifade eden bir terimdir. Sıhhat şartlarından birinin eksik oluşu akit anındaki
bir bozukluğu, tarafların bir arada yaşmamalarının dinen mümkün olmaması akitten sonraki bir bozukluğu ifade
57
Yaşar Nuri Öztürk, “İslam Nasıl Yozlaştırıldı”, s. 377
Tevbe, 9/71
59
Şura, 42/38
60
Hayrettin Karaman, “İslam’da Kadın ve Aile” adlı makalesi
58
61
62
Alusi, III, 58
Müfarakat: Ayrı olma durumu, birinden uzak düşme, düşünce, görüş veya duygu arasındaki uymazlık,
evlilik birliğinin hakim kararı ile geçici bir süre için kaldırılması
63
Mustafa Kurukız, Diyanet İşleri Başkanlığı, Trabzon-Akçaabat, Darıca Eğitim Merkezi Müdürlüğü “Talakın
İslam Hukuku ve Medeni Hukuk Açısından Değerlendirilmesi”, Bitirme Tezi, Danışman: Kadir DİNÇ, Alıntı:
Halil Cin, “Eski Hukukumuzda Boşanma”, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya-1988, s. 33
15
eder. şahitsiz evlenme akit anındaki bir bozukluktur, eşlerden birinin dinden çıkmış olması da akitten sonra
meydana gelen dinen beraber yaşamayı imkansız kılan bozukluğa örnektir. Ayrıntılı olarak ele alacağımız talak,
fesih gibi evliliği sona erdirse de, ondan farklı hukuki sonuçlar doğurur.64
İslam’da kocanın boşaması kabul edilmekle birlikte, boşama yetkisi tamamen kocaya ait değildir.
Aksine boşama yetkisi, kadına üçüncü bir şahsa veya mahkemeye verilebilmektedir. Kocanın boşama yetkisini
kullanması tamamen kayıtsız şartsız olmayıp, bazı hallerde erkeğin hanımını boşaması haram kabul edilmektedir.
Boşanma hakkı üç ile sınırlanmış olup, bu hakların bir celsede kullanılması hoş karşılanmamıştır. Gerek koca ve
gerekse kadın, eşindeki hastalık, kusur ve aralarında oluşan geçimsizlik nedeniyle, mahkemeye başvurarak
boşanma kararı aldırabilmektedir. Diğer taraftan kadın, aldığı mehri geri vermek şartıyla, somut bir gerekçe
göstermeksizin boşanma talebinde bulunabilmektedir. Ayrıca mahkeme bazı durumlarda hukuki geçersizlik
nedeniyle, evlilik ilişkisine resmen son vermektedir.65
İslam’a göre boşanma; kadın adetinden temizlendikten sonra iki şahit huzurunda hanımına
boşanmak istediğini söyler. Bir adet dönemi bekler, kadın temizlendikten sonra boşanmakta ısrarlı ise yine iki
şahit huzurunda hanımına boşanmak istediğini söyler ve yine bir adet dönemi bekler. Kadın bir adet daha görüp
temizlendikten sonra erkek boşanmaya kararlı ise yine boşanmak istediğini söyler. Böylece evlilik bağları
kopmuş, boşanma gerçekleşmiş olur. “Üç talak” diye ifade edilen boşanma budur ve böyle gerçekleşir. Bunun
dışındaki boşanma şekilleri Kur’an-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in uygulamalarına aykırıdır. 66 Erkek,
kadına evlendiği sırada vermiş olduğu şeyleri geri alamaz. Ayıca şartlara göre kadına nafaka bağlanır.
İslam dininin bütün Müslümanları kardeş ilan etme prensibi, herkesi eşit kılmış ve kardeşliğin en
başta gelen sonuçlarından ve en doğru tanıklarındandır. Eşitlik ahlakını benimsemek ve uygulamak, kardeşliğin
en açık göstergesidir. Eşitliğin, Müslümanlar arasında farz olan kardeşliğin sonuçlarından birisidir. Eşitlik aynı
zamanda, İslam’da sosyal düzenin temellerinden birisidir. İslam hukukunun hedeflediği eşitlik, her durumda
mutlak geçerli olmayan, ama eşitliğin söz konusu olduğu durumlarla ilgili eşitliktir. Eşitlik, İslam’ın bir edep
görünümü olan yönüdür ve İslam inancına bağlıdır. İslam camiasına katılmanın bir uzantısı olan kardeşliğin bir alt
dalıdır. Bu eşitlik, dini öğrenmek, ibadet ve Allah’a yakınlaşmada eşitliği gerektirir. İnsanlar bu ölçüde eşittir ve
yükümlülüğün kendileriyle ilgisi bakımından, bir engel çıkanlar dışında, tam eşitlik içindedirler. Farzlar konusunda
Allah’a aynı ibadeti yaparlar. Allah’a eşit derecede yakınlaşırlar ve yalnızca hayırda yarışmaları ölçüsünde
farklılaşırlar. Dinin alınması konusunda Allah, hem mü’minlere ve hem de insanlara hitap etmiş, hiçbir grubu
diğerinden ayırmamıştır. Bu eşitliğin bir benzeri de hayır ve ümmete yarar sağlamaya elverişlilikte eşitliktir. İslam
hukuku, eşitliğin uygulanmasında engellerin ortadan kalkıp kalkmaması durumunu dikkate almıştır. Dinin
alınmasında ve uygulanmasında kadın ve erkek herkes Allah nezdinde eşit olarak sorumludurlar.67
Allah, Kur’an-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde, takva sahiplerinden,68 sadıklardan,69 iman, hicret ve cihat
edenlerden70 ve bunun en güzel örneklerini sergileyen sahabeden71 razı olduğunu belirtir. Ayetlerinde ise, razı
olduğu kulların birçok özelliğini bir arada sayar. “...Erkek-kadın bütün mü’minler birbirlerinin
velileridir...” 72 Hayatın her alanında karşılıklı işbirliği, dayanışma ve sorumluluk içindedirler. İyiliği
emrederler. Hak, hayır ve güzel olanı telkin ve tavsiye ederler. “Kötülüğü yasaklarlar.” Batıl, şer ve çirkin
olan şeyleri men edip sakındırırlar. “Namazı dosdoğru kılarlar.” Günde en az beş vakit Allah’a yönelirler.
64
Mustafa Kurukız, Adı geçen bitirme tezi, Alıntı: Hamdi Döndüren, “Delilleriyle Aile İlmihali”, Altınoluk
Yayınları, İstanbul-1995, s. 342; Mehmet Akif Aydın, “İlmihal”, İsam, c. II, s. 224
65
Mustafa Kurukız, Adı geçen bitirme tezi, Alıntı: Nihat Dalgın, “İslam Hukukunda Boşanma Yetkisi”, Etüt
Yayınları, Samsun-1999, s. 26-27
66
Bakara, 2/229
67
Mehmet Bozkurt, “İslam Hıristiyanlık Yahudilikte İnanç ve İbadetlerin Felsefi ve Sosyolojik Boyutları”, s. 39
68
Al-i İmran, 3/15
Maide, 5/119,
70
Tevbe, 9/21
71
Tevbe, 9/100; Fetih, 48/18
72
Tevbe, 9/71
69
16
“Zekatı verirler.” Allah’ın verdiği servetten, yoksulun hakkını verirler. “Allah ve Resulü’ne itaat
ederler...” İlahi ve Nebevi emirlere uyarlar, yasaklardan ise kaçınırlar. Bu özellikler Müslüman’ı, hem bireysel ve
hem de toplumsal açıdan “inançlı, bilinçli ve sorumlu bir şahsiyet” olarak tanımlamaktadır.73
Cuma namazının tanımı ve mahiyetine geçmeden önce, Kur’an-ı Kerim’de Cuma namazı ile ilgili ayetleri
gözden geçirmek gerekir. Konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim:
“Ey İman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı
anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” “Namaz bitince
yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfünden rızık isteyin, Allah’ı çok anın ki, umulur ki, kurtuluşa
erişesiniz.”74
Cuma namazı toplu bir namazdır ve Müslümanlara farzdır. Cuma esas olarak toplanmak, bir araya
gelmek anlamındadır. O halde, Müslümanlar hangi yerde ve hangi şartlar içinde olurlarsa olsunlar, Cuma namazı
kılma imkanına sahip bulunduklarında, kendilerine bu namaz farz olmuştur. Hitap bütün mü’minlere olduğuna
göre, kadınların da Cuma namazı kılmaları kesinlikle farzdır. Elbette ki, zorlayıcı nedenlerden dolayı
istisnai durumlar olabilir. Ancak kadınların Cuma namazı kalmamalarını prensip haline getirip, Allah’ın emrini
erkeklere özgü haline getirerek, kadınları bu hayatı ve ilahi emrin dışında tutmak, Kur’an-ı Kerim’in ruhuna
aykırıdır. Kesinlikle kadınların Cuma namazına katılmaları, diğer namazları kılmalarından çok daha önemli
nimet ve bereketlerin doğmasına yol açacaktır. Bu gün var olan uygulama, kaynağını Kur’an-ı Kerim’den
almamaktadır. Tamamen bir Emevi geleneğidir ve günümüze kadar varlığını korumaktadır. Kur’an-ı Kerim’de
Cuma namazı ile ilgili sadece bir ayet vardır. Yukarıda ifade edilen ayet, herkesin rahatlıkla anlayabileceği
kadar açıktır. Herkese hitap ederek başlayan ayette kadın ve erkek ayırımı yapılmamaktadır. Ne acıdır ki, bu
anlamda bir açıklama yapan her ilahiyatçıya, her nedense toplumumuzda bir tepki ortaya çıkmıştır. Bu satırları
okurken bana çok kızabilirsiniz ve şaşırabilirsiniz, ama amacım ilahi emri bir defa daha
bilgilerinize arz etmek ve bu konuda düşünmenizi sağlamaktır. Bu gün camilerimizde kadınların namaz kılma
ortamları arzulanan doğrultuda olmasa da, onları Cami’nin dışında tutmak, sosyal hayatın dışına itmek ve
cemaatten uzaklaştırmak anlayışı, İslam’dan onay alamaz. İslam’ın bu konudaki emri de bu anlayışı ortaya
koymaz. Kadını Cami’den ve sosyal hayattan uzaklaştırmak, İslam’ın emri değil, Emevi geleneğinin devamı ve
erkek egemen bir din anlayışının sonucudur. Oysa dinin bütün emirlerinin muhatabı, kadın-erkek bütün
Müslümanlardır. Bu konu, uzmanlarınca açıkça konuşulmalı ve tartışılmalıdır. Bir an önce bu konuda toplum
aydınlatılmalı ve yanlıştan dönülmelidir. Çünkü Allah’ın emri, “Ey iman Edenler!” diye başlar. Bu iman
edenler, sadece erkeklerden ibaret olamaz. İlahi emir gayet açıktır.75
Cemaatle namaz kılmanın hükmü, Hanbeli mezhebine göre Farz-ı Ayn, Şafii mezhebine göre
Farz-ı Kifaye, Hanefi ve Maliki mezheplerine göre ise Sünnet-i Müekked olarak tespit edilmiştir. 76
Cemaatle namaz kılmanın fazileti, kadın ve erkek için aynı derecededir. Çünkü Hz. Peygamber(s.a.v), kadınların
camiye gitmelerine engel olunmamasını ısrarla istemiş, onların geceleri bile camiye gitme taleplerinin olumlu
karşılanmasını emretmiştir77 Kadınlar bayram, Cuma ve vakit namazlarında saf tutmuş,78 engellenmemiş,79
sorularını sorup bilgi sahibi olmuş 80 toplumsal meselelerde fikirlerini kınanmadan beyan edebilmişlerdir 81
Kadınları camiden ve cemaatten uzaklaştırmak, onları ilim ve irfan meclisinden, toplumsal hayattan da
uzaklaştırmaktır. Kadınları camiden ve cemaatten uzak tutmak, aileyi cehaletin kucağına, hurafe ve batıl
73
Mehmet Bozkurt, age, s. 40
74
Cum’a, 62/9-11
75
Mehmet Bozkurt, age, s. 350-351
Mahmut Yeşil, Cami Kadın ve Aile, “Rivayetler Işığında Cami ve Kadın”, adlı makalesi”, s. 74; Alıntı:
Abdullah Kahraman, “Klasik Fıkıh Literatüründe Kadının Cemaatle İbadet Konusundaki Yaklaşımlarda
Fitne Söyleminin Rolü”, adlı makalesi, Marife, Yıl: 4, Sayı: 2, s. 59-80
77
Mahmut Yeşil, “Cami Kadın ve Aile”, agm, s. 75; Alıntı: Mustafa Uzunpostalcı, “Cemaat”, DİB, VII, s. 288
78
Buhari, Salat, 2; İdeyn, 7; İlim, 32
79
Buhari, Ezan, 162; Müslim, Salat, 139
80
Ahmet İbn-i Hambel, “Müsned”, c. VI, s. 148
81
Fatma Bayraktar Karahan, “Cami Kadın ve Aile” “Caminin Fonksiyon Çeşitliliği”, adlı makalesi, s. 68; Alıntı:
Muhammed Reşid Rıza, “Vahyu’l-Muhammedi”, s. 283
76
17
inanışların kör kuyusuna terk etmektir. Çocukları ve gelecek nesilleri edepten, adaptan, sohbetten, terbiyeden,
sevgiden, bilgiden, birlikten, ibadetten, saftan, huzurdan ve maneviyattan mahrum etmektir.82 Camiler, ibadet için
kullara temiz kılınmış yeryüzünün cennet bahçeleridir. Cennet ise annelerimizin ayaklarının altındadır.
Camiler ve kadınlar arasında böyle bir bağ varken kadınları camisiz ve camileri de kadınlarsız düşünemeyiz.83
Bugün toplumumuzda insanların İslam hakkındaki bilgi düzeyleri zayıftır. Her hafta en azından Cuma
hutbesini dinlemelerine rağmen böyle bir durum söz konusudur. Ancak kadınların din konusunda daha da yetersiz
bir bilgi seviyesinde olduklarını söylemek zor değildir. Çünkü onlar, caminin bu bilgilendirici ve eğitici yanından
erkekler gibi istifade edememektedirler.84
Eğitimde cinsiyet eşitliği prensibinin gözetildiği İslam dininde, ilim öğrenmenin herkes için önemli
olduğu ifade edilmiştir. 85 Nazil olan ayetler, herhangi bir ayırım gözetilmeksizin hem erkeklere ve hem de
kadınlara bildirilmiştir.86 Çünkü İslam inancına göre erkekler için gerekli görülen pek çok bilgi kadınlar için de
gereklidir. Hz. Peygamber(s.a.v) döneminde genç-yaşlı, kadın-erkek bütün Müslümanlar camiye gidiyordu.
Mescid-i Nebevi’de kılınan vakit, Cuma ve bayram namazlarına kadınlar da katılıyor, orada sunulan eğitim
faaliyetlerinden toplumun her kesimi yararlanıyordu.“Kadınlarınızı Mescitten alıkoymayınız!”87 buyuran Hz.
Peygamber (s.a.v), bu konuda yasaklama eğiliminde olanları uyarmıştır.88
Kadın sorununa, biri tarihi gelişim süreci açısından, diğeri modern hayatta içinde bulunduğu sosyokültürel konum açısından olmak üzere iki temel noktadan yaklaşmak mümkündür: Bu bağlamda erkek
hegemonyasının ağırlık kazandığı tarihi gelişim süreci itibariyle kadının en genel anlamıyla bir tür
“kimliksizlik” sorunu ile çağdaş materyalist anlayışın hüküm sürdüğü modern hayat içindeki konumu itibariyle
ise, bir tür “rol karmaşası” ya da “kimlik bunalımı” ile karşı karşıya kaldığını söyleyebiliriz.
Bugün modern dünyada kadına tanınan haklar, öyle birden tanınmış haklar değildir. Bilhassa dünya
savaşlarının getirdiği iş gücü sıkıntısı, geçinmek zorunda kalan erkeksiz aileler, ekonomik ihtiyaçların baskısı
kadını iş dünyasına ve sokağa çıkmaya zorlamış, ama bu çıkışla birlikte kadın belki ekonomik bir özgürlük elde
etmiştir. Ama kendisinin bilhassa fiziki cazibesinden faydalanmak isteyen bir takım sermaye çevreleri için ise
tamamen istismar mevzuu bir alet haline gelmiştir. Piyasaya, pazara, eşyanın mali değerine katkıda bulunduğu ve
erkeklerin nefsani arzularına hizmet ettiği oranda, dolayısıyla hayatının sadece bir anında suni bir sevgi görmüş,
hayatının her karesinde toplumdan, baba, kardeş, eş, evlat, bacı, anne ve nine olarak erkeklerden ve toplumun
tamamından gördüğü ve yerini başka hiçbir şeyin dolduramayacağı sevgi ve saygıyı büyük ölçüde yitirmiştir.89
İslam’ın verdiği bunca hak ve faziletli mevkiye rağmen çağımızdaki Müslüman kadın etrafında çok
önemli sorunlar oluşturuldu. İnsanlar bazen çağdaşlık, bazen yenilik, bazen laiklik ve bazen de cahillik adına bu
sorunları oluşturdu. Müslüman kadın bunu görüyor, bundan etkileniyor, infiale kapılıyor ve bunlara icabet ediyor
ya da reddediyor. Dinine sarılıyor ya da aldatıcı sözlerin çekiciliğine kanıp dini duyguları zayıflıyor. Bu zayıflama
en başta modernizm denilen medeniyetsizlerin işine yaradı. Her şeyi mubah gören bu kapıdan fırlayan kadın,
vakarını, iffet ve hayasını bir kenara bıraktı. Süslendi ve bütün güzelliklerini ortaya dökerek erkeklere katıldı.
Gözü dönmüş modernizm ve şehvet onu izledi ve bulduğu yerde sahipsiz, korumasız koyun gibi avladı. Çeşitli
yollarla onu evinden koparanlar sözde medeniyet kazandırdıklarını zannediyorlardı. Ve kazandırdıkları bu
medeniyetin bedeli olarak kadından sorgusuz sualsiz ve yükümlülük almadan yararlanmayı ve onu sömürmeyi
başardılar. Sonuçta kadın belki toplum içinde varmış gibi görülüyor, ama yalnız ve tecrit edilmiş, yerini tespit
82
Mehmet Görmez, “Cami Kadın ve Aile”, Sunuş, s. 9
İrfan Aycan, Cami Kadın ve Aile, “İslam Geleneğinde Cami ve Kadın” adlı makalesi, s. 13
84
İbrahim H. Karslı, Cami Kadın ve Aile, “Kadın, Sosyal Hayat ve Cami”, adlı makalesi, s. 36
83
85
Ankebut, 29/43; Fatır, 35/28; Kalem, 68/1-3, Alak, 96/1-5; İbn-i Mace, I/81
Hüseyin Yılmaz, “Cami Kadın ve Aile” “Kadınların Eğitiminde Camilerin Rolü”, adlı makalesi, s. 49; Alıntı:
Muhammed bin İshak, “es-Siretu’n- Nebeviye”, Tahk. Muhammed Hamidullah, s. 128
87
Buharı, Nikah, 116
88
Hüseyin Yılmaz, “Cami Kadın ve Aile”, agm, s. 49
86
89
Hammude Abdul-Ati, agm, Çev. Mehmet Ünal
18
edememiş, yuvasını kaybetmiş, güvenlikten ve merhametten yoksun tedirgin bir ruh haliyle baş başa bırakılmıştır.
Yaptığımız bu tarihi gezintide şu gerçeği çok net ve açık olarak görebiliyoruz; kadının şeref, haysiyet ve vakarını
koruyarak ona her türlü hakkı tanıyan ve haklarını koruyan İslam’dan başka bir sistem ve düzen yoktur. Bu kadın
için çok büyük bir şereftir. Allah’ın bize verdiği bu şerefi, lekelemeden, karalamadan ve kırıp dökmeden sahip
çıkmalıyız.
Modernizm, Batı uygarlığının aydınlanma çağı ile gelen zihinsel dönüşümünün ortaya çıkardığı
ideoloji ve yaşam biçimidir. Hümanizm, sekülerizm ve demokrasi saç ayağı üzerine kurulu; insanı,
hakikatin tek ölçüsü kılan ve vahye dünya görüşünde fonksiyonel bir yer vermeyen, aklı Tanrı’dan ve kutsal
prensiplerden bağımsız gören, kurtuluşu dinde değil, bilimde arayan, insan biçimci, insan merkezci dünya
görüşüdür ve modernizm kendini eski karşıtlığıyla devamlı inşa eden bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.90
“Şimdi” anlamına gelen modernite, yeniyi, son durumu ifade etmektedir, şimdinin içinde kalarak geleceği
kurgulamak olarak da tanımlanır. Yeni, ileri ve iyi ile özdeşleştirilen modernlik ideolojiye dönüştürüldüğünde önce
Avrupa’nın temsil ettiği bir şeydi, Avrupa’nın lokalliği nedeniyle modernizmin evrensel ilkelerini aktarmak zor
olduğundan “Batı” tabiri tercih edildi ve modernizm Batı ile özdeşleştirildi, Batı da bu anlamda yeninin, ilerinin
ve iyinin adı olarak zihinlere kazınmak istendi, daha sonra politik baskılarla, silah zoruyla Batı
dışına “medeniyet” aydınlanma dönemi ile laikleşme işlemini tamamlamıştır. Ali Şeriati, kendi gerçek
kültürümüzü süpürüp yerine tamamen farklı özellikler taşıyan ve tamamen farklı bir tarihi döneme, farklı bir
ekonomik yapıya ve düzeye, farklı bir kökene ve farklı politik ve sosyal ortama uygun düşecek sahte bir kültür
getiren sun’i faktörlerin modernizmden kaynaklandığını söylüyor.91 Bütün bu zihniyetini de gerçekleştirmek için
öncü olarak kadını gördü ve kadını kullandı. Sonuçta moderniz adı altında İslam aile yapısı hedef alındı. Güçlü
olmasına rağmen sarsıntı geçirmesini sağladı.
Din ile modernizm uzlaşamaz bir yapıya sahiptir. Modernizm dinin kerih gördüğü dünya eğilimini
kurumsallaştırmıştır. Bilgiyi kutsal referansından koparıp tek yönlü bilgi kurgulaması yapmıştır. Dolayısıyla
modernizm kaynağı gereği, dini bilgiyi de kabulü dışına itmiştir. Din mahremiyeti teşvik ederken, modernizm aleni
yaşamak, ifşa etmek üzerine bina edilmiştir. Dinin israf dediğini, modernizm ihtiyaç olarak dayatmıştır. Dini
kültürler dünün mükemmelliği üzerine kurulmuşken, modernizm bugünü ve yeniyi kutsamıştır.
Çağdaş İslam düşünürleri İslam’ın modernizmle uyumunu sorgulamak yerine taban tabana zıt olduğu
kabulünden yola çıkarak modern dünyaya itiraz etmelidir. Bizzat dini karşısına alan bir sisteme dinin uygun olup
olmadığını sorgulamak o ideolojiyi yüceltmekten ve dinden taviz vermekten başka bir sonuç doğurmaz.
Modernizmin savaş açtığı geleneğe, topyekun savaş açıp yenilik taraftarlığı yapmak yerine, geleneğin sağlam
yapısına yaslanıp geleceğe dair ihya faaliyetlerinde bulunmakta sakınca yoktur; din tabii bir değişim arz eden
zamanın yapısına her zaman uyumludur, ama o değişim tabii sürecinden koparılıp insanın zoraki kıldığı bir şeye
dönüşmüşse ona uyum sağlama zorunluluğu yoktur. İslam’ın özgün yapısını muhafaza edip onu çağımızda
yaşanılır kılmak, İslam’ı asra değil, asrı İslam’a uydurmak bizim elimizdedir. Hayatı İslami kılmak, Müslümanların
kaynaklarını ideolojilerden uzak bir şekilde ele alıp samimi bir şekilde hayata geçirmelerinden geçmektedir. 92
Bütün bunları gerçekleştirmek için ailede ve toplumda kadın önemlidir ve tek öğretmendir.
İslam’da kadının örtünmesi, onun aşağılanması anlamına gelmez. İslam’da hem kadının ve hem de
erkeğin örtünmesi kuralı vardır. Kadının örtünmesinin temel felsefesi; Kadın, toplumsal yaşama katıldığı zaman
tüm cinsel nitelik öğelerinden kendini arındırır. Dolayısıyla toplumda dişiliği ile değil, kişiliği ile kendini ortaya
koymalıdır. Kadının örtünme konusunda erkeklerden bir derece farklı bir statüde olması, bedensel çekicilik ve
farklılıktan kaynaklanmaktadır. Bu gün kadının en fazla cinselliği ile sömürüldüğü açık bir gerçektir. İslam’a göre
90
Ayşe Çoban, “Modernizmin Çağdaş İslam Düşüncesine Etkisi”, adlı makalesi, Alıntı: İsmail Albayrak,” Klasik
Modernizmde Kur’an’a Yaklaşımlar”, Ensar Neşriyat, İstanbul-2004, s. 16
91
Ayşe Çoban, agm, Alıntı: Ali Şeriati, “Medeniyet ve Modernizm”, Birleşik Yayıncılık, İstanbul-1995, s. 21
92
Ayşe ÇOBAN, agm
19
kadın ve erkeğin tüm cinselliği eşlerinedir. Günümüzde alabildiğine azgınlaşmış olan cinsel anarşi, toplumsal
barışı tehdit eder boyuttadır. Bu açıdan ele alındığında kadın ve erkeğin örtünmesi hem her iki cinsin ahlaki
sorumlulukla yükümlü olduklarının bilincine varmasının ve hem de toplumsal barış ve huzurun gereğidir. Kadının
örtünmesi konusunda başka bir arayışa gitmek, yüzünü, gözünü örtmek serbestisini önleyecek gereksiz kayıtlar
getirmek, İslam’dan değil, yanlış geleneklerden kaynaklanmaktadır. Ayrıca burada kadının sesinin yasak
olmadığını da belirtelim. Kesinlikle belirmek gerekir ki, kadının örtünmesi kuralı, “kadın fesatlığı” gibi saçma
gerekçelere dayanmamaktadır.
Kur’an-ı Kerim; dürüst, namuslu ve ahlaklı bir toplumu öngörmektedir. Bunun için toplumun
çekirdeğini teşkil eden ailenin kadın ve erkek bireylerini uyarıyor: “Bakışlarınızı kontrol edin ve ırzlarınızı
korumak için örtünün.” Kadına, hem kendi iffetini ve hem de erkeğin korunmasına yardımcı olması için daha
kapsamlı örtünmeyi öngörüyor. Kadının erkekten biraz daha fazla kapanması, dişi olarak yaratılışının gerektirdiği
yükümlülükten kaynaklanmaktadır. Oysa Allah katında kadın ile erkek eşittir ve bu gerçek Kur’an-ı Kerim’ın birçok
ayetleri ile açık bir şekilde vurgulanmıştır. “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerine veli (Dost,
arkadaş, yardımcı, koruyup gözetleyici) leridir.”93 Allah; özenerek en güzel biçimde var ettiği kadın ve
erkek kullarının, yaratılışa yakışır şekilde güzel ve süslü giysiler içinde olmasını istemektedir. İlkel, bayağı
bir giyimle kendilerini çirkinleştirmemelidir. Temiz ve güzel giyinmek inananlara helaldir ve Allah’ın emridir.
“İnanan erkeklere söyle: Bakışlarını kontrol altına alsınlar, ırz ve namuslarını
korusunlar… İnanan kadınlara da söyle: Bakışlarını kontrol altına alsınlar, ırz ve namuslarını
korusunlar…” 94 Ayet’te belirtildiği gibi; gözlerdeki cinsel istek ile dolu bakışları kontrol etmek ve iffetin
korunması icabı olan örtünme emri kadınlardan önce erkeklere verilmiştir. Dinen, vücudun örtünmesi gerekli
mahrem yerlerine avret denir. İslam bilginleri bu yerin, erkeklerde diz kapağı ile göbek arasındaki kısım
olduğunda birleşmişlerdir. Kadında ise örtünme, zinet, yani süs yerlerinin ilavesi ile biraz daha fazladır.
İffetin, yani namusun korunulması; yalnız kadınlar için değil, önce erkekler için
farzdır. İffetli olma emrinin öncelikle erkeklere verilmesi, bu konuda onların kadınlardan daha çabuk tahrik
olmasından kaynaklanmaktadır. Kadınlar da erkeklere cinsel istek ile bakmamalı, onları yoldan
çıkarmamalıdır. Gözlerin şehevi bakışları gibi dar veya şeffaf elbise giyerek vücut teşhirciliği ve duyguları
okşayan sözler de erkeği tahrik etmektedir. Kur’an-ı Kerim, kadınları şöyle uyarmaktadır :“…Sözü duyguları
okşayan bir biçimde söylemeyin ki kalbinde kötülük bulunan biri ümide kapılmasın…” “ İlk
cahiliye yürüyüşü gibi kendinizi teşhir ederek (kırıta kırıta) yürümeyin…” 95 Konuşmalarda ve
yürüyüşlerde dişilik değil, ciddiyet ve kişilik sergilenmelidir. Kadın hiçbir zaman bir şehvet aracı olmamalı; iyi bir
eş, mükemmel bir anne ve topluma birçok alanlarda hizmet veren bir varlık olduğunu unutmamalıdır.
Evlilik dışı cinsel ilişkiler, yani zina, kadın ve erkek için ayni derecede toplumu sarsacak kötü
işlerdir. Konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim:“Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, açık bir kötülüktür, çok kötü
bir yoldur!”96 Zina, kadın için olduğu kadar, erkek için de çirkindir. Aralarında değer farkı olmadığı gibi, her
ikisi de birbirine eşittir.
“İnanan kadınlara da söyle: Bakışlarını kontrol altına alsınlar, ırzlarını korusunlar.
Süslerini(zinetlerini) açıkta kalanlar dışında göstermesinler. Örtülerini (hımar) göğüs
yırtmaçlarının üstüne kapatsınlar…”97 Kadınlarda örtünme; ırzların korunması ile ilgili üreme organlarının
kapatılması mecburiyetinden başka, zinet, 98 süs yerlerinin de ilavesi ile erkeklerden biraz daha fazladır.
93
Tevbe, 9/71
Nur, 24/30-31
95
Ahzab,33/32-33
96
İsra, 17/32
97
Nur, 24/31
98
Zinet kelimesinin anlamı burada önem kazanmaktadır. Zinet mana olarak süs demektir. Kadında süs ise,
hem zinet takılarını ve hem de vücudunun çekici yerlerinin gösterilmesi yasaklanmıştır. Örtünmede kadına;
“Süslerini açıkta kalanlar dışında göstermesinler.” ifadesi ile iklim şartları, örf ve adetlere göre bir esneklik
tanındığı da anlaşılmaktadır.
94
20
Zinetlerini açıkta kalanlar dışında göstermesinler. Örtülerini (hımar) 99 göğüs yırtmaçlarının üstüne
kapatsınlar.
“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini
(cilbab) üzerlerine alsınlar. Tanınıp incitilmemeleri için bu çok daha uygun bir yoldur…”100
Ayet; Peygamber ailesine mensup hanımlarla, mü’minlerin kadınları, evlerinin dışına çıktıkları zaman,
tanınmamaları ve dolayısıyla sarkıntılıktan korunmaları için dış giysilerini (cilbab) üzerlerine örtmeleri için
uyarmaktadır. Kur’an-ı Kerim çocuk yapma ümidi kalmayan yaşlı hanımları, örtünmenin dışında tutmaktadır.
Ancak iffetlerini korumaları, dikkat çekici, tahrik edici giyinmemeleri vücut teşhirciliği yapmamakta titiz
davranmaları, kendileri için daha hayırlı olacağı vurgulanmıştır.
Kur’an-ı Kerim, örtünmede belli bir giysi şekli önermemiştir. Kadın veya erkeğin giysisi;101 ayetinin
örtünme için çizdiği sınırlar içinde iklime, tarihe, örfe, yani halkın kabul ettiği adete uygun olarak kendisine en çok
yakışanı seçmelidir. Vücudun çekici yerlerini dışarı fırlatarak dar, allı morlu giysiler ile kendini teşhir edenler,
giyene yakışmadığı gibi ona sadece seks aracı olarak bakılmasına sebep olur ve insanların da beğenisini
kazanamaz. Oysa kadın; mükemmel bir anne, iyi bir eş ve topluma birçok alanlarda hizmet veren bir varlık
olduğunu unutmamalıdır. Halkın memnun olduğu bir giyinme şeklinden, Allah da memnun olur. Her İslam
ülkesinin elbisesi ayrı ayrıdır ve kendi özelliklerini taşır. İran’da İran giysisi, Yemen’de Yemen giysisi kullanılır.
Temiz ve güzel giyinmek, süslenmek inananlara helaldir ve Allah’ın emridir.
Kur’an-ı Kerim’de evlilik ve önemi de vurgulanmıştır. İslam dinine göre aile kutsal bir müessesedir.
Kutsiyetinin en belirgin çizgisi de nikahtır. Belli prensipler çerçevesinde, meşru bir akitle eşlerin bir araya
gelmesine nikah denir ki; bu hedefi ve amacı belli bir anlaşmadır. Allah, nikah prensipleri içinde olmayan bir araya
gelmelere “Sifah” ve “Zina” nazarıyla bakar. Kur’an-ı Kerim, nikah adı altında böyle bir birleşmeyi iyi bir
milletin temeli ve esası kabul eder. Ancak meşru birleşmeler bile bir amaca bağlıdırlar. Amacı olmadan gelişigüzel
evlilikler, meşru sınırları zorlayacağından bir Müslüman bu konuda oldukça hassas olmalıdır. İzdivaçtaki hedef,
Allah’ı hoşnut ve Hz. Peygamber(s.a.v)’i memnun edecek bir neslin yetiştirilmesi olmalıdır.102 İzdivaç, imtizaç
demektir. Bir başka ifade ile evlenmek, eş sahibi olmak, uyuşmak ve anlaşmak demektir. Çünkü her yönden farklı
iki insan bir araya gelip aile oluşturmaktadırlar. Yeri gelmişken, fazlaca istismar edildiğinden, biraz olsun
açıklamak gerekir. Sınırsız kadınla evlenmenin mümkün olduğu İslam öncesi Cahiliye geleneği göz önüne
alındığında, Kur’an-ı Kerim’de yer alan ve Hz. Peygamber(s.a.v)’in şahsi hayatında görülen birden fazla kadınla
evlilik, bir bakıma bu uygulamaya yönelik bir sınırlama anlamına gelse de, bizzat Kur’an-ı Kerim’in tavsiyesinin
bir kadın ile evlilik olduğu, ilgili ayetlerden zorlanmadan çıkarılabilecek bir sonuç olarak görünmektedir. Ancak
savaşlar vb. nedenlerden dolayı toplumlardaki kadın-erkek nüfus dengesi aşırı bir biçimde bozulduğunda, bir
ruhsat olarak dörde kadar kadın ile evliliğe İslam’ın karşı çıkmadığı genel olarak kabul edilen bir
görüştür. Bunun dışında ortada hiçbir neden yokken, olağanüstü hallere karşılık ortaya konulan bir ruhsatı keyfi
olarak kullanmak, Kur’an-ı Kerim ölçülerine uymamaktadır. Hele hele gizli bir şekilde sözde dini bir nikah
ile başka kadınlarla birliktelik devam ettirmek, kesinlikle Kur’an-ı Kerim’den onay almaz.
Aleniyetten uzak, bir birliktelik kesinlikle zinadır. İslam dini Müslümanların evlenip yuva kurmalarına
büyük önem verir. Konu ile ilgili olara Kur’an-ı Kerim: “Sizden bekar olan kimseleri, köle ve
cariyelerinizden uygun olanları evlendiriniz. Eğer onlar fakir iseler Allah fazlından onları
zenginleştirecektir. Allah (imkanları ve rahmeti) geniş ve (her şeyi) bilendir’’ 103
99
Ayetin anlaşılabilmesi için “Hımar” kelimesinin manası çok iyi bilinmelidir. Arapça büyük lügatlara göre
Hımar: Örtü örtmek, her şeyin üstünü örten şey, kadın ve erkeklerin başlarını örten şey demektir. Böylece de
“hımar” kelimesi; yalnızca hanımların başörtülerinin özel ismi olmadığı, genel olarak örtü anlamında
kullandığı anlaşılmaktadır.
100
Ahzab, 33/59
101
Nur, 24/30-31
102
Mehmet Bozkurt, “İslam Hıristiyanlık Yahudilikte İnanç ve İbadetlerin Felsefi ve Sosyolojik Boyutları”, s.
130, Alıntı: M. Fethullah Gülen, “Çekirdekten Çınara”, s. 36
103
Nur, 24/32
21
İslam’ın genel yaklaşımının kadınla erkeğin birbirinden uzak durması değil, Allah tarafından konulan sınırlar
içinde bir arada yaşanması olduğunu göstermektedir. Allah tarafından konulan sınırlar derken, meşru bir nikah
ilişkisi kastedilmektedir. Eşler arasındaki sevgi ve merhamet bağlarının oluşmasının ön şartı nikahtır. Hz.
Peygamber(s.a.v) nikah hakkında: “Nikah benim sünnetimdir. Sünnetimden yüz çeviren benden
değildir.”104 Bu mesaj, bir taraftan aile yuvasının ancak nikah ile kurulabileceğini ve diğer taraftan da nikahsız
beraberliklerin dinen kesinlikle doğru karşılanmadığını çok özlü bir şekilde dile getirmiştir. İşte ailede anne ve
baba arasında oluşan bu sevgi ve saygı ortamında büyüyen çocuk, hem bedensel ve hem de ruhsal gelişimini
sağlıklı bir şekilde tamamlama imkanı bulur. Önemine binaen tekrar ifade etmek isterim ki; nikahtan
kastedilen aleniyettir, yani en az iki kişi huzurunda açıkça evlilik ilanıdır. Gizliliği esas alan
birliktelikler kesinlikle İslam’dan onay almaz, velev ki, bir hoca nikahına bağlanmış olabilsin.
Bunu nikah olarak kabul etmek mümkün değildir.105
İslam bazı nedenlerden dolayı bir erkeğin birden fazla kadın ile evlenebilmesini emretmemiş, sadece
izin vermiştir. Bu verilen iznin, kesinlikle kadının küçük görülmesi gibi nedenleri yoktur. Konulan bu kuralda,
toplumsal bazı yararlar gözetilmiştir. Çok evlilik izni Kur’an-ı Kerim’in verdiği boyutta ve şekilde ele alındığında, bir
mucize yaklaşımdır. Kur’an-ı Kerim birden fazla kadınla evliliği bir emir veya sosyal düzen olarak değil, bir imkan
olarak getiriyor. Bu konuya itiraz edenlerin farkında olmadıkları veya olmak istemedikleri esas nokta budur.
Kur’an-ı Kerim’in getirdiği sosyal düzende, birden fazla evlilik esas değildir. Nisa suresinin birden fazla evliliğe izin
veren 3. Ayetin’de bu izin, eşler arası adalete bağlanmıştır. Ancak Kur’an-ı Kerim aynı surenin 129. Ayet’i ile bu
adaletin, insanın bütün hırs ve gayretine rağmen duygu alanında yerine getirilemeyeceğini bildirmektedir. Bu
demektir ki, Kur’an-ı Kerim tek evliliği esas almaktadır. Ama unutulmaması gereken başka hayati noktalar vardır.
Kur’an-ı Kerim, gelişinden itibaren bütün zamanlara ve mekanlara hitabeden ve zaman-mekan üstü gerçekler
getiren bir emirler toplamıdır. O halde Kur’an-ı Kerim, insanlığın yalnız dününü, yalnız bu gününü ve yalnız şu
veya bu bölgeyi değil, tüm zamanlara ve mekanlara hitap eder ve dikkate alır. İnsanlık hayatında öyle dönemler
vardır ki, nüfus dengesi bozulmuştur. Çünkü yaratıcı kudret erkeği mücadeleci yaratmıştır. Ayrıca savaş da
insanın kaderidir. Erkek nüfusun büyük ölçüde helak olmasının ortaya çıkaracağı sosyal ve ahlaksal felaketleri
önlemenin en ideal yolu, birden fazla kadın ile evlilik imkanının kullanılmasıdır. Kur’an-ı Kerim bu imkanı böylesi
istisnai durumlar için getirmiştir. İnsanlık, ikinci dünya savaşından sonra böyle bir istisnai durumu yaşadı, ama
Kur’an-ı Kerim’in getirdiği imkanı kullanmadı. Sonuç ortadadır. AİDS başta olmak üzere, fuhuştan kadın
ticaretine kadar birçok bela insanlığın yakasına yapışmıştır. Aile, güzelliğini ve özelliğini kaybederek dejenere
oldu. Kur’an-ı Kerim’in bu noktadaki temel tavrının kısa ve net ifadesi şudur: “Ya tek kadın ile yetinirsin
veya birden fazla kadın ile beraber yaşamanın tüm gereklerini yerine getirirsin.” Bunu yaparken
de kadının rızasını alma zorunluluğu gereklidir. İnsanlık, Kur’an-ı Kerim’in getirdiği perspektifi, sadece Kur’an-ı
Kerim’in, bilimin ve tecrübenin ışığında yeniden değerlendirmek zorundadır. Ayrıca bu iznin nedeni, erkeğin
harem kurması değil, kadın sayısı çok olan veya dul kadın sayısı çeşitli nedenlerle artan toplumlarda kadının
yuva kurması ve toplumsal güvencesini sağlamaktır. Ancak adaleti yerine getirememe korkusu varsa, tek eş ile
evlilik en doğrusudur.106 Çok eşli evlilik ancak belirli şartlarda ve yine kadını korumak için verilmiştir. Erkeğin
ödüllendirilmesi gibi bir mantığa dayanmamaktadır. Zaten kadın eğer istemezse, erkek başka bir eş ile daha
evlenemez. Erkek bu konuda ısrar ederse kadının boşanma hakkı doğar. Görülmektedir ki, burada kadına
yapılmış bir haksızlık söz konusu değildir.
Mut’a nikahı, belirli bir süreyle sınırlandırılan nikahla evlilik, sünni inanç mensuplarının kabul
etmediği bir uygulamadır. Ancak Şii inanç mensuplarının kabul ettiği ve Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde
uygulandığına inanılır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in de onayladığına inanırlar. Daimi ve geçici olmak üzere iki çeşit
evlilik olduğuna inanan İmamiyye Şiasından olan Caferiler, süresi belli olan ve bir kaç dakikalığına bile
nikahlanmak suretiyle yapılan Mut’a nikahı ile evlilikte, karalaştırılan sürenin bitiminde evlilik de sona ermiş olur.
104
Müslim, Nikah, 1
Mehmet Bozkurt, “İslam Hıristiyanlık Yahudilikte İnanç ve İbadetlerin Felsefi ve Sosyolojik Boyutları”, s.
131-132
106
Nisa, 4/4
105
22
Konu ile ilgili olarak: İmam Cafer es-Sadık: “Üç şeyde, kimseden çekinmem: Nisa tavafı, kadınla Mut’a
(yani Mut’a nikahı ile evlenmenin helal oluşunu bildirmek) ve ayağa giyilen ayakkabıya mesh etmemek.”
şeklinde buyurmuştur. Buna göre Mut’a’nın helal olduğuna ittifak etmişlerdir.
Mut’a nikahı ile evlenen kadın ve erkek birbirinden miras alamazlar. Ancak Mut’a nikahı ile evlilikten olan
çocuklar babaya ait olup, miras hakkına sahiptirler. Mut’a nikahı ile yapılan evlilikte kadın belli olacak, Mut’a
nikahı müddeti belli olacak, bundan dolayı kadına verilecek ücret, mutlaka belirlenecek ve müddetin sona
ermesiyle mut’a nikahı da sona ermiş olacaktır.107 Caferiler, Mut’a nikahı ile ilgili görüşlerini Nisa suresinin 24.
Ayet’ine dayandırmaktadırlar.
“(savaş esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram
kılındı. Allah’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere
mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helal kılındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık
kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra (biraz indirim için) karşılıklı
anlaşmanızda, size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.”108
Konu ile ilgili olarak kanaatim odur ki, inanmamak ve kabul etmemek ile birlikte, inançları kutsal kabul
etmek ve saygı duymak gerekir. Aslında tanıtmaya ve anlatmaya çalıştığımız Şiilik inanç sistemi ile ilgili olarak,
yorum yapmamaya dikkat etmekteyiz. Fakat ayette de görüleceği gibi, evliliğin devamı yönünde, Mut’a nikahı ile
ilgili herhangi bir emir yoktur. Kaldı ki, Mut’a nikahı uygulaması ile oluşan evlilikte, kadın hafife alınmakta ve bir
menfaat karşılığında yararlanılan bir varlık durumuna düşmektedir. Kadını böyle kabul etmek kesinlikle mümkün
olmadığı gibi, doğru da olamaz. İslam inancında kadın, bizzatihi değerlidir. Bir ücret karşılığında anlaşılsa bile,
geçici bir zaman için evlenmek doğru değildir, kanaatindeyiz. Ayrıca İslam dininin de çok önemsediği aile kurumu,
bu tür geçici nikahla yapılan evliliklerde ciddi anlamda kan kaybeder. Aileyi oluşturan iki kişi yerine, hakim olan
karar sahibi erkeği öne çıkaran bir uygulama ortaya çıkmış olur. Bu uygulama İslam dininin emrettiği ve
oluşmasını istediği aile yapısına uymamaktadır.
Nikah, oluşacak aile için bir ciddiyeti ortaya koyma adına yapılır. Ayrıca aile kurumunun tarifinin temel
taşıdır. Şartların oluşmasının dışında, nikah bağına geçici ve akla uygun olmayan anlamlar yüklemek, öncelikle
kadını incitir ve büyük zarar verir. Ayrıca aile kurumunun büyüklüğünü küçültür ve doğacak çocuğu anneden
öksüz bırakır.109
Hz. Peygamber (s.a.v)’in evliliklerinin çeşitli nedenleri vardır. Temelde karşılıklı sevgi olmak üzere,
eğitim ve tebliğ amaçlıdır. Sosyal yararlar içermektedir. Siyasi nedenleri vardır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in 55
yaşından sonra dul, yaşlı ve korumaya muhtaç kadınlarla evlenmesi, onun için bir eksiklik değil, aksine onun
merhamet ve şefkatine işarettir. Nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür.
1- İslam uğruna çekilen sıkıntılara karşılık, onları ödüllendirmedir.
2- Kocası savaşta şehit olan kimsesiz dul hanımları koruma altına almadır.
3- En yakın dostlarının kızları ile evlenerek aileyi onurlandırmadır.
107
Mehmet Bozkurt, “Sünnilik Şiilik Alevilik Vehhabilik Nedir?” s. 171-172, Alıntı: Abdulbaki Gölpınarlı, age, s.
617-618
108
Nisa, 4/24
109
Mehmet Bozkurt, age, s. 171-172
23
4- Düşman kabilelerinden kadın alarak onları İslam’a kazandırmadır.
Hz. Hatice (r.anha) ile yaptığı evlilik yaklaşık 25 yıl sürmüştür. Hz. Muhammed (s.a.v) ticaretle
uğraştığı dönemde zengin bir kadın olan Hz. Hatice (r.anha) ile tanışır ve üzerinde iyi bir izlenim bıraktığı Hz.
Hatice (r.anha) ile evlenir. Evlendiklerinde Hz. Muhammed (s.a.v)’in 25, Hz. Hatice (r.anha)’in ise 40 yaşlarında
olduğu ifade edilir.110 Hz. Muhammed (s.a.v)’in Hz. Hatice (r.anha)’dan, 3 erkek ve 4 kız olmak üzere 7 çocuğu
olmuştur.111 Hz. Peygamber (s.a.v) Hz. Hatice (r. anha) öldüğünde yaklaşık 50 yaşındaydı.
Hz. Peygamber (s.a.v) 25 yaşındayken, kendisinden 15 yaş büyük olan Hz. Hatice (r.anha) ile
evlenmiştir. Evlenme teklifi Hz. Hatice (r.anha)’den gelmiştir. Bu evlilik Hz. Hatice (r.anha)’in ölümüne kadar
yaklaşık 25 yıl devam etmiştir. Bu süre içinde Hz. Peygamber (s.a.v) tek kadınla evli kalmıştır. 25 yaşına kadar
iffetli ve namuslu bir şekilde yaşayan, 25 yaşındayken kendisinden 15 yaş büyük olan dul bir kadınla evlenerek
onunla 25 yıl yaşayan bir insanı hangi akıl ve vicdan sahibi şehvet düşkünlüğü ile itham edebilir?112
Hz. Sevde (r.anha)’in kocası öldüğü için sahipsiz kalmıştı, korumaya muhtaçtı ve akrabaları
Müslüman olmadıkları için onların yanına dönemiyordu. Çünkü onu zorla İslam’dan vazgeçirmeye çalışacaklardı.
Sığınacak bir yer arıyordu. İşte bu zor durumda Hz. Sevde (r.anha)’in yardımına Hz. Peygamber (s.a.v) yetişti.
Onunla evlenerek onu himayesine aldı. Hz. Sevde ile 5 yıl beraber yaşadı. Bu süre zarfında da başka bir kadın ile
evlenmedi. Bu evliliğin 5. yılından sonra, yani 55 yaşından sonra Hz. Peygamber (s.a.v), diğer evliliklerini
yapmıştır.113
Hz. Aişe (r.anha), Hz. Peygamber (s.a.v)’in dul olmayan tek eşidir. Hz. Ebu Bekir (r.a)’in kızıdır.
Hz Aişe (r.anha) ile evlenmesinin bir çok yararları olmuştur. Bu evlilik, Hz. Ebu Bekir (r.a) ile akrabalık bağı
kurarak O’nu ödüllendirmiş ve O’nun akrabalarıyla yakınlık sağlanmıştır. Nitekim bu evlilik, Hz. Ebu Bekir (r.a) için
hayatının en sevindirici olayı olmuştur. Hz. Ebu Bekir (r.a)’in kabilesiyle olan düşmanlık, dostluğa dönüşmüştür.
İslam’ın kadınlarla ve aile hayatıyla ilgili öyle prensipler vardır ki, Hz. Peygamber (s.a.v) bunları açık açık
anlatamıyordu. Bazı kadınlar da utandıklarından dolayı sorup öğrenemiyordu. Hz. Peygamber (s.a.v) bu konuları
kadınlara açıklaması için ona genç ve zeki bir eş ve yardımcı gerekiyordu. Nitekim tarih göstermektedir ki, Hz
Aişe (r.anha) bu görevi çok başarılı bir şekilde yapmıştır. Hz. Aişe (r.anha), Hz. Peygamber (s.a.v)’in diğer eşleri
arasında en zeki ve en bilgili olanıdır. Hz. Aişe (r.anha), Hz. Peygamber (s.a.v) hayatta iken, kadınlara ve genel
olarak bütün Müslümanlara öğretmenlik yaptığı gibi, Hz. Peygamber (s.a.v) vefatından sonra da bu görevi
başarıyla yapmıştır.114
İslam düşmanları, Hz. Aişe (r.anha)’in Hz. Peygamber (s.a.v) ile evlenirken yaşı konusunda İslam’a
ve Hz. Peygamber (s.a.v)’a saldırıyorlar. Bu konuda Süleyman Ateş, Hz. Aişe (r.anha)’in yaşı ile ilgili rivayetlerin
Hz. Ayşe (r.anha)’in özgeçmişini yazan tarihçilerin verdiği bilgilerle uyuşmadığını ifade etmektedir. Süleyman Ateş
konu ile ilgili açıklamasında: “Tarihçilerin ve bibliyografların tespitine göre Hz. Ayşe (r.anha), Hz.
Peygamber (s.a.v)’in kızı Hz. Fatıma (r.anha)’dan beş yaş küçüktür. Hz. Fatıma (r.anha)
Peygamberlikten 5 yıl önce doğmuştur.” Demek ki Hz. Ayşe (r.anha), Peygamberliğin başlangıç yılında
doğmuştur. Hz. Muhammed (s.a.v) Peygamber olduktan itibaren 13 yıl Mekke’de kaldı. Peygamber hicret ettiği
zaman Hz. Ayşe (r.anha) 13 yaşında olmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v) Medine’ye göçtükten iki yıl sonra Hz. Ayşe
110
İbn-i Hişam, “es-Siretü’n-Nebeviyye”, I/190
111
İbn-i Hişam, age, I/190; İbn-i Sa’d, “Tabakat”, I/133
112
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 91
113
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 76-77
114
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 92
24
(r.anha) ile evlendiğine göre 115 demek ki evlendiği zaman Hz. Ayşe (r.anha) en az 15 yaşında idi. Bu yaş da
Arabistan gibi sıcak ülkelerde tam evlenme çağıdır. Zaten evlenecek çağda olmayan birisini Hz. Peygamber
(s.a.v)’e önermezlerdi. Çünkü Hz. Ayşe (r.anha)’i direkt olarak Hz. Peygamber (s.a.v) istememiş, halası onu Hz.
Peygamber (s.a.v)’e önermiş, o da uygun görmüştü. Bir başka rivayete göre Hz. Ayşe (r.anha), Hz. Peygamber
(s.a.v)’in kızı Hz. Fatıma (r.anha) ile yaşıttır. Hz. Fatma (r.anha)’in doğumunda babası 35 yaşında idi. Bu
durumda Hz. Ayşe (r.anha) evlendiğinde 20 yaşlarındadır.116
Mehmet Soysaldı, Hz. Muhammed (s.a.v)’in evlilikleri ile ilgili değerlendirmesinde; “Tarih boyunca
İslam düşmanları, İslam dinini insanlara kötü göstermek ve Müslümanları dinlerinden soğutmak
amacıyla planlı bir takım girişimlerde bulunmuşlardır. İşte onlardan biri de İslam Peygamberi Hz.
Muhammed (s.a.v)’e yönelttikleri iftiralar ve batıl sözlerdir...” ifadesine ek olarak “...onların bu
iddialarının Hz. Muhammed (s.a.v)’e olan kin, haset ve düşmanlıklarından kaynaklandığını ve
bütün bunları insanları İslam dininden uzaklaştırmak için ortaya attıklarını...” savunmakta ve Hz.
Muhammed (s.a.v)’in fazla evliliğinin “sebep ve hikmetleri” açısından değerlendirildiğinde “...İslam
düşmanlarının iddialarının gerçekle hiçbir ilgisi olmadığı...” görüşüne yer vermektedir.
Hz. Hafsa (r.anha)’in kocası Bedir savaşında şehit olunca, Hz. Hafsa (r.anha) dul kalmıştı. Hz.
Ömer (r.a), kızının bu durumuna çok üzülüyordu. Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber (s.a.v)’in Hz. Hafsa (r.anha) ile
evlenmesin teklif edince, Hz Peygamber (s.a.v), onun duygularına ve acılarına ortak oldu ve evlenme teklifini
kabul etti.117
Huzeyme kızı Zeynep (r.anha)’in kocası Bedir savaşında şehit olunca, Hz. Zeynep (r.anha) 60
yaşında dul kaldı. O’nun bu durumunu gören Hz. Peygamber (s.a.v) kendisine evlenme teklifi yaptı. O’nun
acılarını hafifleterek mü’minlerin annesi olma şerefiyle onurlandırdı. Hz. Zeynep (r. anha, Hz. Peygamber (s.a.v)
ile 2 yıl evli kaldıktan sonra 62 yaşında vefat etti. 118
Ümmü Seleme (r.anha), eşi Uhut savaşında şehit olunca, 4 çocuğu ile birlikte dul kalmıştı. Bu
durumundan dolayı himayeye muhtaçtı. Hz. Peygamber (s.a.v) bir elçi aracılığı ile kendisine evlenme teklif etti.
Böylece 65 yaşında ve 4 çocuklu Ümmü Seleme, 60 yaşındaki Hz. Peygamber (s.a.v) ile evlendi.119
Cahş kızı Zeynep (r.anha): Hz. Zeyd (r.a) eskiden köleydi. Hz. Peygamber (s.av) onu alarak
hürriyetine kavuşturdu. O’nu evlatlık edindi ve yetiştirdi. Hz. Zeyd (r.a) büyüyünce Hz. Peygamber(s.a.v) onu
halasının kızı Zeynep ile evlendirmek istedi. Hz. Zeynep (r.anha) buna karşı çıktı. Eskiden köle olan biriyle
evlenmeyi kabul etmedi. Bununla beraber evlenmeleri gerekli idi. Çünkü o sırada inen Kur’an-ı Kerim ayeti bunun
gerekli olduğunu ilan ediyordu.120 Böylece Kur’an-ı Kerim köle-hür ayırımını ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Bu
ayetin inişi ile Hz. Zeynep (r.anha) , Hz. Zeyd (r.a) ile evlenmeyi kabul ettiğini bildirdi. Bu sayede soy üstünlüğü
kavramı yerle bir ediliyor ve insanların eşit oldukları ilan ediliyordu. Fakat bu evlilikten kısa bir süre sonra Hz.
Zeynep (r.anha) ile Hz. Zeyd (r.a) arasında uyumsuzluk ve geçimsizlik kendisini gösterdi. Hz. Zeyd (r.a),
geçimsizlik nedeniyle Hz. Peygamber (s.a.v)’e başvurarak Hz. Zeynep (r.anha) ile uyuşamadıklarını, boşanmak
istediğini defalarca bildirdi. Hz. Peygamber (s.a.v) ise Hz. Zeyd (r.a)’e sabretmesini öğütlüyordu. Bu evlilik uzun
sürmedi ve sonunda boşandılar. Bu aşamadan sonra Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)’e Hz. Zeynep (r.anha) ile
115
el-İsabe, 4/359
116
Reşit Haylamaz. “Aişe”, s. 54
117
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 93
118
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 93
119
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 94
120
Ahzap, 33/36
25
evlenmesini emretti. Bu emir Hz. Peygamber (s.a.v) için çok ağırdı. Çünkü münafıklar ve İslam düşmanları bu
durumda “Muhammed oğlunun eşiyle evlendi” şeklinde yaygara yapacaklardı. Ahzab suresinin 37. Ayeti,
Hz. Peygamber (s.a.v)’in Hz. Zeynep (r.anha) ile evlenmesini emrediyordu. Bu evlilikle amaçlanan ise, evlatlıklar
Arap toplumunda öz evlat kabul ediliyordu. Bu yanlış anlayış, bu uygulama ile ortadan kaldırıldı. Bunun yanında,
bu evlilikle Hz. Zeynep (r.anha)’e Allah’ın emrine itaatinin mükafatı verildi. O’nun kırılmış olan gururu tamir
edildi.121
Ümmü Habibe (r.anha), Ebu Sufyan’in kızıdır. Hz. Peygamber (s.a.v) yaklaşık 60 yaşında iken,
onunla evlendi. Ümmü Habibe (r.anha) Müslüman olunca kocası ile birlikte Habeşistan’a hicret etmişti. Kocası
orada Hıristiyan olunca Ümmü Habibe (r.anha) onu terk etti. Bu nedenle sahipsiz olarak Habeşistan’da kaldı.
Annesi ve babası o zaman Müslümanlara en çok karşı olanlardı. Bu nedenle baba evine de geri dönemiyordu. Bu
zor durumda, onun yardımına Hz. Peygamber (s.a.v) yetişti. Hz Peygamber (s.a.v) onu bu zor durumdan
kurtararak nikahladı. Ümmü Habibe (r.anha) o sıralarda 55 yaşındaydı.122
Haris kızı Cüveyriye (r.anha), beni müstakil savaşında öldürülen bir adamın eşi idi. Hz.
Cüveyriye (r.anha) bir çok kadın ve erkek ile birlikte Müslümanlara esir düşmüştü. Hz. Cüveyriye (r.anha) kabile
reisinin kızı idi ve esaret ona ağır geliyordu. Hz. Peygamber (s.a.v) onu azat etti ve evlenme teklif etti. Hz.
Cüveyriye (r.anha) bunu memnuniyetle kabul etti. Bunun üzerine esirler Hz. Peygamber (s.a.v)’in akrabası haline
geldiği için serbest bırakıldılar. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bir esir ile evlenmesi, o devrin esirlerini küçük gören
anlayışı yıkmıştı. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu hareketi, Hz. Cüveyriye (r.anha)’in kabilesinin tümünün
Müslüman olmasını sağladı.123
Hz Safiye (r.anha), bir Yahudi kabilesinin başkanının kızıydı. Hayber savaşında Müslümanlara
esir düşmüştü. Hz. Peygamber (s.a.v), Hz. Safiye (r.anha)’i azat ederek kendisini ve kabilesini seçmekte özgür
bıraktı. Hz. Safiye (r.anha) da Hz. Peygamber (s.a.v) ile evlenmeyi tercih etti ve Müslüman oldu. Bu evlilik
sayesinde Yahudilerin düşmanlığı biraz olsun hafifledi.124
Hz Meymune (r.anha), daha önce iki evlilik yapmış, iki eşi de ölmüştü. Hz. Meymune (r.anha) ikinci
eşi öldükten sonra Hz. Peygamber (s.a.v)’e hizmet ederek hayatını ona vakfetmek istedi. Hz. Peygamber (s.a.v)
bu imanı ve bağlılığı ödüllendirmek için onunla nikahlandı ve onu onurlandırdı.125
Mısırlı Mariye (r.anha) ile evlenme, İslam’ın Mısır topraklarındaki zaferlerinde, büyük kolaylıklar
sağlamıştır. O’nun Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından nikahlanmasının asıl nedeni budur. İslam’a davet için Mısır
hükümdarına gönderilen mektuba çok nazik bir cevap verilmesi yanında, kız kardeşi Mariye (r.anha)’i de hediye
olarak gönderdi. Hz. Mariye (r.anha), Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından nikahlandı. Bu evlilik bütün Mısır halkının
İslam’a ısınmasını sağladı.126
121
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 94
122
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 95
123
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 96
124
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 96
125
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 96
126
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 97
26
Kan grubu ve kardeş evliliği de tartışma konusu yapılmaktadır. Allah, Hz. Adem (a.s) ile Hz. Havva
(a.s)’ı yaratmış ve bu iki insandan nesiller var etmeyi dilemiştir. Bu durumda sınırlı sayıda birkaç kardeşin
evlenmesi gerekli olmuştur. Allah, bu günkü durumda kardeşlerin evlenmesinde doğacak sakıncaları o zaman için
ortadan kaldırmıştır. Allah, birden fazla Adem ve Havva yaratsaydı, o zaman da insanlar hep birbirine düşman ve
birbirleri ile savaşıyorlar. Allah insanları neden birden fazla anne ve babadan yarattı denilecekti? Aslında amaç
anlamak değil de anlamamak olursa hiçbir şey çözülmez. Allah, özel zamanlarda özel kanunlar koymuş ve bu
özel kanunlar özel şartlarda ve zamanlarda geçerlidir.
Rivayet edilmektedir ki, Hz. Havva (a.s) 20 doğum yapmış ve her doğumda bir erkek ve bir kız
doğurmuştur. Allah, aynı batında doğanların birbirleriyle evlenmelerini yasaklamış, önce veya sonra doğanlar
birbirleriyle evlenebilmişlerdir. İnsanlar belli bir sayıya ulaşınca Allah, kardeşler arasındaki bu evlenmeyi
yasaklamıştır.127
Hz. Adem (a.s)’in çocuklarının birbirleriyle evlenmelerinin dindeki yerine gelince; Hz. Adem (a.s)’den
Hz. Peygamber (s.a.v)’e gelinceye kadar bütün Peygamberler hak dini tebliğ etmişlerdir. Dinin temeli olan iman
esasları hep aynı kalmıştır. Fakat şeriat dediğimiz, ibadet ve dünyaya ait işlerde Hz. Adem (a.s)’dan Hz.
Peygamber (s.a.v)’e kadar her devrin icaplarına, insanların ihtiyaçlarına göre bazı hükümler değişerek gelmiştir.
Allah, her devrin insanının yaşayışını ve menfaatini gözeterek her ümmete ayrı bir şeriat göndermiştir. Konu ile
ilgili olarak Kur’an-ı Kerim:“Sizin her biriniz için biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik”128
Allah, Hz. Adem (a.s)’in çocuklarının birbirleriyle evlenmesini de bir zaruretten dolayı helal kılmıştı.
Çünkü insan neslinin artması gerekiyordu. Başka insan da olmadığına göre, bir zaruret olarak kardeşlerin
birbirleriyle evlenmesi gerekiyordu. Bu adet bir süre devam etti, fakat insanlar çoğalınca böyle bir evliliğe ihtiyaç
ve zaruret kalmadı ve bu tatbikat da kalkmış oldu.129
Hz. Adem (a.s)’in ilk çocuklarının nasıl çoğaldıklarıyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de açık bir bilgi yoktur.
Öyleyse bizim bu konuyu merak etmemize gerek de yoktur. Bir takım rivayetler sıralanabilir. Kur’an-ı Kerim’ın
bildirmediği bir konuda bize teslimiyet düşüyor. Binlerce yıl sonra Hz. İsa (a.s)’ı Hz. Meryem’in rahminde babasız
yaratarak bir örnek gösteren Allah, Hz. Adem (a.s)’in kızlarının rahminde babasız çocuklar yaratmaya kadir değil
mi? Elbette kadirdir. Zaten bu durumda bile, ilk karından sonra bu çocuklar birbirleriyle en yakın teyze veya
akraba çocukları oluyorlar ki, böylece birbirleriyle evlenebilmeleri bizim şeriatımızla da mümkün oluyor.
Deniliyor ki, Hz. Adem (a.s) ve Hz. Havva (a.s) birer tane kan grupları vardı. O halde eğer insanlar Hz.
Adem (a.s) ve Hz. Havva (a.s)’dan türemişse dört çeşit kan grubu nasıl açıklanabilir? Bütün karakterlerimizde
olduğu gibi, kan grubumuzda da anne ve babamızdan aldığımız genler önemlidir. Genlerin karaktere etki etmesi
zıt yönde de olabilir. Bu durumda bireyde görülen karakter genlerin küvetine bağlıdır. Hz. Adem (a.s) ve Hz.
Havva (a.s)’in kan grupları A ve B olması muhtemeldir. Yalnız bu grupların Heterozigot130 halde taşımalıdırlar.
Yani AA ve BB şeklinde değil de A0 ve B0 şeklindedir. Allah’ın, Hz. Havva (a.s)’a A0 grubundan ve Hz. Adem
(a.s)’i B0 kan grubunda yarattığını kabul ederek, verecekleri üreme hücrelerini şöyle özetleyebiliriz:
A0xB0=AB A0 B0 00
127
Prof. Dr. Adem Tatlı, yaratılış ve Evrim”, Nesil yayınları, s. 55
Maide, 5/48
129
Mehmet Paksu, “Meseleler ve çözümleri-2”
130
Homozigot: Bir karakteri kontrol eden iki alel gen birbirinin aynısına denir. SS, dd, OO, XX gibi.
Heterozigot: Bir karakteri kontrol eden iki alel gen birbirinden farklı olanına denir. Ss, Dd, XY gibi.
128
27
Görüldüğü gibi bu durumda Hz. Adem (a.s)’in çocukları, dört çeşit kan grubunu da taşıyabileceklerdir.131 İnsan
ve hayvan neslinin devamı da şehvet sayesindedir. Eğer şehvet olmasaydı yeryüzü harabe, insanlar arası ilişkiler
hükümsüz ve nesil kesilmiş olurdu.132
131
İsmail Acarkan, “Sorularla Aranan Gerçek”, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 55
132
İsmail Acarkan, age, Vural Yayınları, İstanbul-1992, s. 75, Alıntı: Ahmet Rıfat, Tasvir-i Ahlak, s. 214-215