Falih R1fk1 Atay
Atatürk'ün Bana Anlattıkları
\J
MUSTAFA KEMAL·in AGZINDAN
Dijital Mürekkep Di eM
pozi+ if
Pozitif Yayınları
1 Sosyal Tarih Dizisi
-ıGenel Yayın Yönetmeni !
l
S.
Dursun Çimen
Dizi Editörü i Abdülaziz Biçkioğlu
Dizgi i Girişim Dizgi
Tasbilı
ı
ı
Redaksiyon Erlıan Güngör
Baskı· Ayhan Matbaası
Nisan 2006
© Falih Rıfkı ATAY- Pozitif Yayınları
POZİTİF YAYINLARI
Genel Dağıtım
ARTI
Tel: (0-212) 512 48 84
Fax: (0-212) 512 09 14
Falih
Rıfkı Atay
Mustafa Kemal'in
Ağzından
Vahidettin
İSTANBUL
2005
..
..
ONSOZ
İstanbull9 Şubat 1955
Atatürk'ün ağzından birçok hatıralar anlatılmaktadır.
Kendisinin kaleminden çıkan tek hakiki vesika Nutuk, tek
hakiki hatıralar da
1 926'da Hakimiyet-i Miliiye gazetesinde
yayınlanmak üzere bana anlattıklarıdır.
İşte bu ciltte bunları bulacaksınız.
Sultan Hamid zamanı yetişen kafalı ve heyecanlı su
bayların çoğu gibi, Atatürk de askerlik kadar politika ile
uğraştı. Genç bir kurmay subay iken Şam'a sürülmüştür.
Oradan da Selanik'e gelerek,
1 908 ihtilali'nin hazırlayıcı
ları arasında, daha sonra İttihat ve Terakki Partisi'nin ilk fa
aliyetleri içinde bulunmuştur. Fakat daha o günlerde parti
nin asker ve sivil liderleri ile Mustafa Kemal'in bir türlü
uyuşamadıklarını görüyoruz. Bu uyuşmazlık
Dünya Harbi'nin sonlarına kadar devam etti.
Şu var ki Mustafa Kemal hiçbir zaman partiden ve as
kerlikten ayrılıp, başka siyasi cereyanlara katılmak heve
sinde bulunmadı. İttihat ve Terakki de Mustafa Kemal'e
esaslı siyasi bir rol vermekten çekinmiştir. Arkadaşı Fethi
Bey'in (Fethi Okyar) parti genel sekreterliği sırasında,
onun yardımı ile bazı teşebbüslerde bulunmak istemişse de,
İttihat ve Terakki, Fethi Bey'i Sofya Elçiliği ile tasfiye etti
1 9 14 - 1 9 1 8
ve Mustafa Kemal de onun ataşemiliteri olarak memleket
ten uzaklaştı.
19 1 4 - 1 9 1 8 Dünya Harbi, Mustafa Kemal, Sofya'da
ataşemiliter iken başlamıştır. Elde bulunan bir mektuba gö
re, Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti'nin Alınanların safın
da bu savaşa katılınasının aleyhinde idi. Fakat memleket
savaşa sürüklendiği zaman O da vazife istemiştir. Hal ter
cümesinin herkesçe bilinen bu taraflarını, escrimizin baş
langıcında tekrarlamayı faydalı bulınuyoruz.
İzmir'e giren Mareşal ve Gazi Mustafa Kemal, İz
mir'de Yakup Kadri ile beni kabul ettiği vakit, aniatış kuv
vetine hayran kalmıştım. Konuşma sanatını en iyi bilenler
den biri idi. Uzun yıllar, kendisi ile buluştukça, hemen bü
tün hatıralarını dinlemek bahtiyarlığını kazanmış olanlar
damın.
Her akşam iki saat O konuşur, ben not tutardıın; ertesi
gün bu notlara biraz düzen vererek okur, bir itirazı yoksa
yayınlardık.
Hatıralar üç kısım olacaktı; Dünya Harbi'ne ait olan
lar, Mütareke sırasında İstanbul'daki faaliyetlerine ait olan
lar, nihayet Kuvayı Milliye devrine ait olanlar!
İlk yazı,
1 926 Mart'ının 1 3 'ünde çıktı. Otuz iki parça
lık bu seride Mustafa Kemal, savaş politikası hakkındaki
tenkitlerini, gerek Türk gerek Alınan kumandanları ile ınü
nakaşalarını, Vahideddin'le beraber, Kayzer'in genel karar
gahına gidişini, ateşkes şartlan üzerine Sadrazam İzzet Pa
şa ile Adana'dan telgraflaşmalarını hikaye eder. Hatıralar
da birçok isimler geçtiğinden ve bu isimler arasında yaban
cı devlet reisieri de bulunduğu için, bu yazıların içeride ve
dışarda yankılar uyandırınamasına ihtimal yoktu. Hüküme
tin ricası üzerine Mustafa Kemal, birinci kısmın sonunda
hiitıralarını kesti. Fakat biz Samsun'a çıkıncaya kadar ge
çen hadiseler hakkında notlarımızı tamamlamıştık.
-6-
Mustafa Kemal, Kuvayı Milliye ve Cumhuriyet tarih
lerine kaynaklık etmek üzere meşhur Nutuk'unu yazmıştır.
Nutuk, kendisinin Samsun'a ayak basması ile başlamakta
dır. Bizim eLimizde bulunan nallar ise ateşkes esnasında
Adana'dan İstanbul'a gelişi ile Samsun'a ayak basışı ara
sındaki devrin hatıralarıdır. Mustafa Kemal'i İstanbul'dan
ayrılarak Anadolu'ya gelmeye ve Türk tarihinin başlıca bü
yük hareketlerinden birine başlatmaya sevk eden sebepler,
bu hatıralardan anlaşılmaktadır.
Rahmetlinin yüksek hatırası etrafında herhangi bir şah
si münakaşayı önlemek için dedikoduya meydan verecek
ve tarih bakımından ciddi bir değeri olmayan parçalan
ayırdım ve özel adların bir kısmı yerine işaretler kullandım.
Şanlı kahramanın hatırası önünde bir daha eğilirim.
Falih Rıfkı Atay
ATATÜRK, SÖZÜ 1914
BİRİNCİ DÜNYA HARBİ'YLE AÇTI
Ben Genel Harb'in müttefiklerimiz için iyi netice ve
receğine itimat etmiyordum; fakat emrivakiden sonra bu
lunduğum cephelerde savaşı başarıya ulaştırmaya çalıştım.
Diğer cephelerde ise sanki Aksine bir durum söz konusuy
du. Başkumandan yardımcısı her hareketinde bir ordu mah
vederdi. Sarıkamış'ta olduğu gibi ... O ve arkadaşları zaten
daha evvel Türk milletini ve ordusunu gayri tabii bir duru
ma sokmuşlardı. Bu gayri tabii durum dolayısıyla, ordunun
yabancı bir askeri heyetini eleştirrnek istemem. Asıl eleşti
riyi hak edenler, tabiatıyla bizim devlet reisimiz ve bilhas
sa devlet adamlarımızdır.
Türk ordusunun aciz ve kabiliyetsiz olduğu kanaatiyle,
o heyeti, ayaklarına kadar giderek ve rica ederek memleke
timize davet eden onlardı. Bu heyete Türk milletinin kabi
liyetsizliğinden ve beceriksizliğinden açık suretle bahsedil
miş, kendilerine adeta gelip bizi adam etmeleri teklif olun
muştur. Böyle bir müracaat üzerine gelen bu heyet, içine
girdiği çevreyi ve o çevreye hakim olanları aciz, hatta hay
siyetsiz telakki ederse mazur görülebilir.
Ben ordunun kayıtsız şartsız, bütün sırlanyla Alman
askeri heyetine teslim edilmesinden çok üzgündüm. Daha
karar verilmezden evvel, tesadüfen bu durumdan haberdar
olduğum vakit, sesimin erişebileceği makama kadar itiraz-9 -
larda bulunmayı vazife saymışttm. İtirazlarıma hiç kimse
cevap vermedi, cevap verıneye lüzum dahi görmedi.
Yalnız bu ınünasebetle bu zemin üzerinde görüş alış
verişinde bulunduğum dostlarımdan biri -ki o zaman Erka
m
Harbiye-i Umunıiye'de (Genelkurmay Başkanlığı'nda)
en yüksek makamlardan birini işgal ediyordu- bana güya
son derece samimi davranarak dedi ki:
-"Arkadaş bizim tecrübemiz senden çoktur; gerçi se
ni duygusallığa ve hayalciliğe yöneiten şey memleket ve
milletine aşkındır. Ama düşünmüyorsun ki, bu memleket
ve halk senin hararetli aşkına zannettiğin kadar layık mı
dır? Bizim başımızda pek büyük adamlar var: Sen henüz
onlarla konuşmaımş, onların deneyimli nazariarına bakışla
rını yöneltmemiş ve memleketin her tarafmdaki başanlan
nm sırlarını anlayamamışsın. Eğer bir defa kendileriyle gö
rüşscn, aynı fikirleri kabul etmekte bizden daha ileri gide
ceğine şüphe yoktur."
Kimlerden bahsedilmek istenildiğini pekala anlamış
tım; fakat teyit ettirmeye lüzum görmedim. Büyük bir hata
içinde bulunduklarını söylemekle yetindim. Genel Harp'te
(Birinci Dünya Savaşı) vefat eden muhatabım, o zaman
kendini yüksek hayallerin faili gibi tasavvur etmekten kay
naklanan bir heyecan içinde idi, diyordu ki:
- Kemal, Kemal, bizi rahat bırak! Sonra vicdanen so
rumlu olursun. Biz öyle şeyler yapacağız ki, neticesinde
sen de memnun olacaksın, dünya da hayretler içinde kala
caktır.
Çok güzel konuşan ve müstear isimle Tanin'de yazı
yazan muhatabıma cheınıniyet verenler çoktu; ben ise bu
çok samimi, çok vatanperverce ve hayalperesıçe sözlerden
üzüntü duymadım; fakat ne söylersem bütün sözlerimin
muhatapsız kalacağına kanaat ederek susmayı ve düşünme-lO-
yi tercih ettim. Yalnız bu diyaloğa kısa bir cümle ilave et
mekten kendimi alamadım:
- Evet, çok şeyler yapacaksınız; fakat yapacağınız
şeyler korkarım ki, ınemleketi çıkılmaz bir girdaba sok
maktan başka bir şeye yaramayacaktır. Eğer ben benim gi
bi düşünenler o gün hayatta buJunursak, sizin bugünkü söz
lerinizi takdirle yad ctmeyeceğiz. Temenni ederim ki, bizi
içinden çıkılmaz zorluklar içinde terk etmeyesiniz.
Muhatabım, sözlerimdeki ciddiyeti ve samimiyeti an
lamamış görünerek; "Merak etme kardeşim!" dedi.
Bu zat arkadaşları içinde en çok konuşabilen, en çok
münakaşa edebilen ve zekasma en çok güvenenlerden biriy
di. Diğerleriyle de aynı konular üzerinde konuşmaınış ve
serbest münakaşalarda bulunmamış değilim. On1ar, uzun gö
rüşn;ıektcnse büyük bir devlet adamı vaziyeti takınıp, emsal
siz bir devrimci ruh sahibi olduklarını ima ederek ve bilhas
sa ince diplomatik ve mahir politikacılık sanatıanna güvene
rek, o zamanın bilinen tabiriyle atıatmayı tercih etmişlerdir.
Bunda başarılı olduklarından emin idiler. Farkında değiller
di ki kendilerini derin bir merhamet hissiyle dinliyordum.
Zavallı Talat Paşa! Kendisinin bir çapkın Eııneni kurşunuy
la Berlin sokaklaır nda yere serildiğini işittiğim zaman ne ka
dar üzülmüştüm. Sadrazam olduğu günlerden birinde Sacta
ret makanıında kendisine bazı hayatı meselelerden bahset
miştim. Verdiği cevaplada beni güzelce atlattığına kani ol
muş, hatta bu memnuniyerini bir saat sonra bir araya geldiği
yakın bir arkadaşıma anJatmıştı. Fakat iki gün soma kendini
telaşa düşüren bir vaziyet oluşması üzerine beni gece yan
sında evine davet ederek, çare ve tedbir sormak lüzumunu
hissetti. O gece telaşlı Sadrazam'ın meclisinde aynı arkada
şım da hazırdı, şu sözleri söylemekle kendimi teselli ettim.
- Benden fikir ve mütalaa soruyorsunuz, söylemekte
mazurum. Çünkü ben size daha üç gün evvel hayati bir me-11-
sele hakkında fikir ve müHHaamı söylemiştim. Siz ise beni
atıattığınız kanısına kapılmış, hatta sevindiğİnizi göster
miştiniz.
- Asla! dedi.
- Söylediğiniz zat yanınızda oturuyor, dedim.
OSMANLI HUKUMET ADAMI
O devrin psikolojik durumu anlatmak için "Rical-i Os
maniye''den diğer büyük birisini de bu vesile ile anayım.
Anburnu'nu, Anafartalar'ı yapmış bir kumandandım.
Zannediyordum ki memlekete bir hizmette bulunmuştum.
Bilahare dost düşman herkesin kişisel görüşü de benim bu
zannımı teyit etti. O hareketle bilhassa payi-tahtı (İstan
bul'u) kurtarmıştım. insanlık hali, bu naçiz hizmeti ifa et
miş olmaktan memnun olabileceğini tahmin ettiğim önem
li Osmanlı yöneticilerini ziyaret ediyordum. ilim, fen, sanat
ve hadiseler itibariyle, memleketim için ve milletimin söz
konusu edilmesi gereken hayat ve mematı için düşüncele
rim vardı. Başta bulunanlara onları söylemek istiyordum.
Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) muhteremini de görmek
ve kendisiyle görüşmek faydalı olur inancına saptım. Ba
kanlığın bir müsteşar yardımcısı vardı. Sofya elçiliğinden
tanırdım: Halil Bey ... Evvela bu güzel kalpli adamı maka
mında buldum; Nazır (bakan) beyefendiye, kendilerini zi
yaret için geldiğimi söylemesini rica ettim. Beklememi
söylediler. Bir müddet bekledim. Fakat beklernem epey
uzun sürdü. Bu sürede muhterem Nazır bey çok enteresan
ziyaretçileri kabul etmekle meşguldü. Farkına vardım ki,
ben geldikten ve haber verildikten sonra gelmiş olanlar da
hi Nazır bey tarafından kabul olunmaktadır. Canım sıkıl
ınadı değil, müsteşar yardımcısına:
- Beyefendi hazretleri galiba beni unuttular, dedim.
Müsteşar yardımcısı benim beklediğimi tekrar hatırlattı.
- 13 -
- Beklesin!. . . diye buyurmuş. Sükfınetle muavin be
yin yanına oturdum. Kendisine dedim ki:
- Sizin nazırınız bütün zamanını böyle ınanasız ziya
retleri kabul etmekle mi geçirir?
Terbiyeli ve iyi huylu olan muhatabım cevap vermedi.
Bir aralık Nazır beyefendinin bürosunu salonla birleştiren
kapı açıldı ve bir odacı:
-- Buyurun efendim, dedi.
Müsteşar yardımcısı ciddi bir konu üzerinde konuşuyorduın:
-Nedir o'? dedim.
Odacı:
- Nazır beyefendi hazretleri sizi kabul buyuracaklar,
cevabını verdi.
- Beklesinlerı dedim.
Gerçekten de müsteşar yardımcısı ile olan konuşmamı
Zlll
biraz uzatılmış safhasının bitmesine kadar nazır beye
fendinin davetine icabet edemedim.
Nazır beyefendinin muhteşem bürosuna girdiğim va
kit, kendisi beni ayakta ve iltifatla kabul etti ve bana aske
ri durumun, dahili durumun, genel siyasi durumun çok par
lak olduğundan parlak bir lisanla bahsetti. Nezaketen teşek
kür ettim. Yalnız bazı düşüncelerimi söyleyip söyleyeme
yeceğimi sordum.
- Hay hay efendim, dedi.
Dedim ki:
- Ben vaziyeti hiç de sizin gördüğünüz gibi görmüyo
rum. Genel durumumuzun sizin izah ettiğiniz gibi olmasını
çok temenni ederdim. Fakat ben en çetin ve en müşkül ne
tice alınabilen bir savaş alanında ve o alanın kumandanı
olarak İstanbul'a geliyorum. Eğer lütfeder de beni bir sani
ye dinlerseniz minnettar olurum.
-Lütfen efendim, buyurdular; devam ettim:
- 14 -
- Beyefcndi, vaziyet sizin gördüğünüz gibi parlak de
ğildir. Siz ki devletin idari sorumluluklarından bir kısmını
üzerinize almış bir zatsınız; eğer şunun bunun ifadesine iti
mat ederek siyaset yapmakta devam ederseniz, mevcut teh
like genel tahminin de üstünde olur.
Pek ciddi bir amir tavrı takınarak cevap verdi: "Beye
fendi, ne demek istediğinizi anlayamadım."
Alçakgönüllü bir dille izah ettim:
- Memleket ve her şey mahvolmak üzeredir: Siz bu
nu henü?: fark etmediğİnizi söylüyorsunuz. Estağfirullah,
böyle demeyin! Siz her şeyi biliyorsunuz da beni yabancı
ve acemi bir adam telakkİ ederek, bu acı hakikatler üzerin
de benimle açık konuşmaktan kaçınıyorsunuz. Muktedir
bir nazıra yaraşan da budur. Fakat ben, her şeyi konuşabi
leceğiniz bir adamım. Müsaade buyurunuz, beyan edeceği
miz fikirler aramızda kalacaktır. Sizi diğer noktada aydın
latayım. Hakikati konuşmaktan korkmayınız. Hakikat sizin
dedikleriniz değil, benim dediklerirndir.
Çok sert ve ciddi tavırla şöyle karşılık verdi:
- Kurnandan bey! Biz size hürmet ettik; çünkü bize
dediler ki, Arıburnu ve Anafartatar Kumandanı Mustafa
Kemal hizmet etti; bunun için zatıalinizi iyi karşılamak is
temiştirn. Fakat bugün, bana bahsettiğiniz şeylerin başka
manada olduğunu hisseder gibi oluyorum. Beyefendi, bu
konuların ve eleştirilerin makam ve muhatabı ben değilim.
Ben ordu başkumandanına, onun kurmaylarına, büyük ba
kanlar kurulu ile beraber derin ve sarsılmaz itirnat taşıyan
bir nazırım. Sizin tereddütleriniz olabilir; sizin vakıf olma
dığınız hakikatler bulunabilir. Ben size bunları izah etmek
te rnazurum. Eğer siz buraya şüphe ve tereddütlerinizi gi
dermek için gelmişseniz, yanlış yere geldiğinizi ihtar etmek
mecburiyetindeyim. Başkumandanlığa ve Genelkurmay'a
müracaat ediniz; hiç şüphe etmem ki orada sizi lüzumu ka- 15-
dar, ihtiyacınız kadar aydınlatmaya muktedir şahıslar var
dır.
- Bana yol göstermek nezaketinde bulunduğunuz için
size teşekkür ederim. Yalnız müsaadenizle şunu arz edeyim
ki, evvela ben Türk ordusunun yabancısı bir adam değilim;
ben ordu ile küçük zabitlikten beri derinden temasta bulu
nan bir askerim. Ben olayların sevki ile ordunun içinde za
bit, nihayet kumandan olarak iş görmüş ve zannıma göre
muvaffak olmuş bir kumandanım. Türk ordusunu, onun fa
zlletini, kıymetini ve bu ordu ile neler yapılabileceğini bi
zim kadar anlayan az olmuştur. Beni acemi bir subay, tesa
düfle kumandan olmuş bir adam gibi gördüğünüz için üz
günüm. Bununla beraber sizi mazur görüyorum; zira bütün
hayatınızda, hatta şimdiki mühim' siyasi vaziyetinizde he
nüz hakikatle temas etmiş bir zat değilsiniz. Bana tavsiye
ettiğiniz şeyi yapamam. Başkumandanlık vekaletine ve Ge
nelkurmay'a müracaat etmek, tereddütlerimi orada gider
mek . . . Beyefendi; farkında değilmisiniz ki artık bu memle
ketin milli bir Genelkurmayı vardır, o da Alman Genelkur
mayıdır. Türk ordusunda ilk İcraatı olarak da benim gibi asi
bir askeri atmak kararına vardı, beni o heyete mi gönderi
yorsunuz?
Birkaç gün sonra işittim. Bu nazır beyefendi, beni ba
kanlar kuruluİla şikayet etmiş, hatta cezalandırılmaını iste
miş; kahkaha ile güldüm. Evet o zaman herhangi bir Mus
tafa Kemal, böyle içi dışı çürümüş, soysuzlaşmış bir süla
lenin ismi padişah olan reisine arkasını vererek kendini
kuvvetli zanneden bu heyet tarafından kolaylıkla cezalan
dmlabilir anlayışı genel idi. Fakat ben, başı ve nihayeti ma
lum olmayan, kimi kendini dahi, kimi kendini diktatör, ki
mi kendini doktor farzeden bu adamların naçiz Mustafa
Kemal'e bir şey yapamayacaklarından emindim. Bir şey
yapabilirlerdi. O da, o gün hakim oldukları süngüye ve in-
-16 -
san dışılığa dayanarak Mustafa Kemal'i yakalamak ve as
maktı. Halbuki o gün idamımın bütün millet arasında du
yulmasını nimet sayardım. Onlar buna cesaret edememiş
lerdir. Niçin? Zannederim ki, yapabileceklerine emin ola
madıklarından! ..
Kendi münasebetsiz emellerini tatbik etmeye uğraş
maktan başka kusuru olmayan bir Yakup Cemil'i asmak
için bile ne kadar korku ve heyecan geçirmişlerdi.
- 17 -
YAKUP CEMİL OLAY I
Yakup Cemil'in şahsından bahsetmek istemem.
Yalnız Yakup Cemil'de, Mustafa Kemal'e karşı heyecanlı
bir eğilim uyanmıştı. Bu bedbaht, kendi ufak tecrübesiyle
ve kendisini bin türlü kanlı olaylara sevk edenlerin fiilleri
ve hareketlerini görmesi neticesinde, Mustafa Kemal'in iş
başına geçmesi gerektiğine hükınetmişti İşte Yakup Ce
mil'in sehpaya gitmesine biraz da bu sebep olmuştur. Bu
çocuk, bir gün Bursa'da ihtili:ll arkadaşlarıyla bir görüşme
yapıyor, diyor ki:
- Büyük sandığımız adamlar çok küçükmüş, vatanın
selameti için bunları öldürmek lazımdır. Bunu ben yapaca
ğım.
Daha ılımlı inkılapçılar kendisine soruyorlar:
- Öldürmek kolay, fakat durumu düzeltecek kim?
- Mustafa Kemal! . . . ismini telaffuz ediyor.
Bu zavallı, malum adamların kendine alıştırdıkları sa
natın onlar aleyhinde de tatbik edilmesinde bir sakınca ol
madığını zannederek vaziyeti kabul ediyor, İstanbul'a geli
yor, eksik önlemlerle teşebbüse girişiyor, yakın zannettiği
arkadaşları faciadan ürküyorlar. Haber veriyorlar. Neticesi
şudur ki, Yakup Cemil yakalanmış ve asılınıştır.
Bana bu hikayeyi söyleyen, onunla hemfikir ve hem
hal olup asılmaktan kendini kurtaran ve beni Silvan karar
gahında bulan Doktor Hilmi Bey'dir. (Hatırat yayınlandığı
zaman Malatya Mebusu) Doktor Hilmi Bey Diyarbakır'a
gelerek telgrafla Silvan'daki karargahtan bana mühim bil
giler vereceğini söyleyerek çağrılmasını rica etti. O günler
Diyarbakır'da bulunan yaverim Cevat Bey'e, doktoru be-1 8 -
nim yanıma getirmesini emrettim. Doktor geldi. Bütün hi
kayeyi anlattı: "İstanbul' da kalamazdım, kalamadım. Çün
kü beni de asacaklar." dedi.
Ben genel durumu düşünerek, adam asıırmanın çok fe
na olduğunu anladım. Adam asınamaları için fiili bir İhtar
da bulunmak istedim. Bu ihtarı, gayrı resmi bana iltica
eden doktoru muhafaza ettiğimi en büyük makama bildir
mekle yaptım.
Yalnız şunu söyleyeyim ki. Yakup Cemil'in hareketini
doğru bulmamıştım. Hatta o sırada bana bağlı tümenlerden
birine tayin olunan bir kumandanla konuşurken, kendisine
İstanbul'daki faciadan balısederek:
-Yakup Cemi! asılmış ... Sebebi de; Mustafa Kemal
harbiye nazırı ve başkumandan vekili olmadıkça kurtuluş
yoktur, demiş. Sana bir şey söyleyeyim; bu adam faraza
muvaffak olsaydı ve ben işitseydim ki Yakup Cemi! İstan
bul'da, Mustafa Kemal harbiye nazırı ve başkumandan ve
kili olsun diye isyan etmiş ve muvaffak olmuş, benim bunu
kabule tenezzül edeceğiınİ tasavvur edebilir misin? Evet
vaziyeti derhal kabul ederim; fakat İstanbul'a gidip Yakup
Ceınil'i cezalandırmak suretiyle. . . Eğer ben onun gibilerin
tavsiyesiyle iktidara gelecek bir adamsam, adam değilim!
-19 -
ALMAN KOMUTANLAR
- Harbi Umumi'ye girdikten sonra, b u harbin feci ne
ticelerini daima öne sümıekten kendimi men edemedim. Ka
nal harekatı aleyhindeki isyanım, bana teklif olunan Hicaz
kuvvei seferiyesi kumandanlığı vesilesiyle söylediğim ve
kabul ettirdiğiınİ zannettiğim halde semeresini göremediğim
eleştiriler ve bunun gibi birçok mücadele sahaları izledi. En
sonunda Y ıldırım Ordusu Grubu'nun serüveni ile benim bu
grupta asıl Y ıldırım Ordusu kumandanlığım herkesin malu
mudur. Hatırladığıma göre yatıştırılamayan isyanım işte bu
hadisede olmuştur. Artık sükfit ve alçakgönüllülüğüm sona
ermek üzereydi; ben de bu anı kaçırmadım. Felaketin coş
kun bir nehir gibi, Türkiye üzerine aktığını görüyordum. Na
sıl tahammül edip susabilirdim? Bu olayların vesikalarını si
ze vereceğim, okuyacaksınız; netice ne oldu? Benim felake
tim! Bu kelimeyi özellikle kullanıyorum, ben hayatta felaket
kabul edenlere gülmüştüm. Zira bundan ne çıkabilirdi? Eğer
ben alelade gurur sahibi bir insan olsaydım ve bütün tahmin
lerimin doğru çıktığını görmekten zevk alsaydım, ne olacak
tı? Memleketin felaketinden nasıl zevk alabilirdim? isterdim
ki benden evvelkilerin hatalarını düzeltebileyim; çamur ve
batağa düşmüş Türkiye'yi çıkarabileyim.
- Yedinci Ordu, yani Y ıldırım Ordusu'nun ilk defa
kumandanı olduğum sırada, -zira malumdur ki, aynı ordu
ya bilahare tekrar kumanda ettim- bu ordunun da dahil ol
duğu grup kumandanı General Falkenhein'ın askerlik ve iç
siyasetimiz yönünden takip ettiği usul ve hareket aramızda
mühim bir münakaşaya sebep oldu; bu münakaşa nihayet
daha büyük makama aksetti. Ben çok ehemmiyet verdiğim
görüşlerime değer verilmediğini görünce susamazdım.
-20 -
Her türlü sonuçlarını evvelden kabul ederek usUl ve
teamül dışı denebilir ki, biraz isyankar bir şekilde, kendi
kendimi ordu kumandanlığından af ve hatta vekiliınİ de
bizzat tayin ederek (Kolordu kumandanlarından Ali Rıza
Paşa idi) vazifeme son verdim ve bu ernrivakii büyük ma
kamlara bildirdim. Beni bu hareketten vazgeçirmek için
General Falkenhein özel bir mektupla, başkurnandanlık
vekaleti ve bu durumla ilgilenen dördüncü ordu kurnanda
mm hayırhah ve dostane aracılıkta bulundular. Bu hal, ha
kikatin hala bu şahıslar ve makarnlar tarafından ne kadar
anlaşılrnarnış olduğunu, yahut anlaşılmış ise hakikati sak
lamak için ne hazin şartlar ve rnecburiyetler içinde kalmış
olduklarını gösterdiğinden; beni, ancak tesirlerimi daha
şiddetli ifadeye sevk etti. Nihayet bu istifarnın, yüce ma
kamlara ve belki bütün millete anlatmak istediğim hakiki
manasını gözden kaçırmak ve kumandanlıktan alelade bir
sebeple çekilmiş olduğumu yaymak için, beni merkezi Di
yarbakır'da bulunan eski ordurna, İkinci Ordu Kurnandan
lığı'na tayin ettiler. Görünür bazı mazeretler göstererek
onu da reddettim. Kuvvetle üzerinde durduğum feci "vazi
yet"i, basit işlerdenmiş gibi saydıklarını gösterir bir hare
ketle, "bir ay kadar süreyle izinli olduğumu" bildirdiler.
- Burada hatırırna gelen hazin bir noktayı da, ilgile
nirseniz işaret edeyim: Ben Halep'te mevki ve vaziferne ni
hayet veren bu teşebbüste bulunduğum ve en son teklif olu
nan İkinci Ordu Kurnandanlığı'nı da reddettiğirn sırada,
Halep'ten İstanbul'a gitrnek için tren ücreti verecek kadar
pararn olmadığını bilrniyormuşurn.
Vakıa, Yıldırım Ordusu kurnandanlığını üstürne alıp
İstanbul'dan Halep'e hareket ettiğim günün gecesiydi. Fal
kenhein tarafından bana bazı şeyler gönderildiği söylendi:
O "şey"lerin, kendilerini kabul ettiğim odaya nakledilmesi
ni ernrettirn. Salon kapısının yanına ufacık sandıklar istif
- 21 -
edildi.
"Bunlar nedir? " dedim.
Alman subayı dedi ki: --İstanbul' dan ayrılıyorsunuz,
Mareşal Falkenhein tarafından bir miktar altın gönderilmiş
tir.
Kimseye hiçbir ihtiyacımdan bahsetmemiştim; fakat
zannettim ki Mareşal bu parayı ordunun ihtiyacına sarfedil
mek üzere göndermiştir. Onun için tercümanlık eden Türk
subayına dedim ki:
-Bu sandıklar bana yanlış geldi, ordunun levazım re
isine gönderilmesi lazımdı; benim için fazla külfettir.
Muhatabım sözlerimi Alman subayına nakletti: Subay
derhal:
- Efendim o da başka! dedi.
Bizim subayımıza: - Paranın miktarını bu subaydan
öğren, huzurunda alındığına dair bir senet yaz, ver, imza
edeyim, dedim.
Bu zat emrimi yaptı, fakat subay imzalı senedi kabul
etmek istemedi, tekrar:
- Bu subay bilmiyor, dedim; senedi alsın ve Mare
şal 'e versin ve siz de bu paraları gelip alması için levazım
reisine haber gönderiniz.
Tabii iş böyle devam etti.
Bu sandıklar ve içindekiler, ordunun levazım başkanlı
ğında ve benim bunlara karşılık verdiğim senet de Falken
hein' in gizli dosyasında birkaç ay beklernede kaldılar. İşte
yukanda söylediğim üzere, Yedinci Ordu Kumandanlı
ğı 'ndan kendimi affettikten sonra, kumandanlığa vekil ta
yin ettiğim Ali Rıza Paşa'ya bu sandıklan teslim ettim ve
kendisinden aldığım senedi o vakit yaverlerim bulunan Ce
vat Abbas (Gürer, Bolu milletvekili) ve Salih (Bozok) bey
lere vererek, kendilerine şu emri verdim:
- Hemen Falkenhein'in karargahına gideceksiniz,
- 22-
bizzat kendisini gorup bu senedi vereceksiniz ve benim
kendi nezdinde bulunan senedimi alacaksınız.
Yaverlerim bizzat Falkenhein'i görmek hususunda bi
raz zorluk çekmekle beraber emirlerimi harfiyyen yapmış
lar. Biraz sonra yanıma gelerek dediler ki:
-- Mareşal Falkenhein, size böyle bir para vermiş ol
duğunu hatırlamıyor ve bu para için sizin imzanızı taşıyan
hiçbir vesikanın kendisinde mevcut olduğunu bilmiyor, bi
naenaleyh Ali Rıza Paşa imzalı senedi de kabul etmiyor.
Tekrar yaverlerime dedim ki:
- Şimdi size çok ciddi emrediyorum. İkiniz tekrar
Falkenhein'ın odasına gireceksiniz ve şöyle diyeceksiniz:
"Verdiğiniz altınlar olduğu gibi saklanmaktadır. Buna kar
şılık size senet verilmiştir. Senet olmadığını iddia etmek,
altınların mevcudiyetini değiştiremez. Vesikayı kaybetmiş
olabilirsiniz, o halde verdiğiniz altınları size iade edece
ğiz; aldığımza dair bize vesika veriniz. Bizi buraya gönde
ren kumandanın altın karşılığı memleket menfaatleri hak
kında müsamaha gösterecek insanlardan olmadığını çok
tan öğrenmeliydiniz. Hala bunda tereddüdünüz varsa, ku
mandanımız bunu size ve kamuoyuna daha başka şekiller
de de ispat edebilir. Paralarınız duruyor, fakat bu paralar
dan daha çpk kıymetli olan ' Mustafa Kemal' imzası sizde
kalamaz." Olumlu bir netice almadıkça da karşıma gelme
yeceksiniz.
Emir verdiğim arkadaşlar grup kumandanı Falkenhe
in'i tanıyan adamlar değildi; fakat beni çok iyi tanıyorlardı.
Onun için bir saat sonra Falkenhein 'ın elinden benim imza
mı taşıyan kağıt parçasını alıp dönmüşlerdi. Kolayca tah
min etmek mümkündür ki, Mareşal Falkenhein beni, belki
benden başka birçoklarını, böyle sandıklarla altın vererek
gaflete düşürmek istiyordu!
- Bıraktığım noktaya geliyorum: Evet, Halep'ten İs- 23 -
tanbul'a gitmek için tren ücreti verecek param olmadığının
farkında değilmişim, yalnız beş-on atım ve kısrağım vardı;
zamanla edinilmiş, yetiştiritmiş cins atlar ve kısraklar. Sa
lih'i çağırdım ve:
- Bu atlardan birkaçını satın da İstanbul'a gidebile
lim, dedim.
Bu alım satım neticesini beklerken, Halep'te bir aile
yanında misafir bulunuyordum. Fakat benim en güzel atla
rıını pazarda satın alan bir tek adam çıkmamıştı. Hayret et
tim, halbuki hayret edilecek bir şey yoktu. Subaylanmızın
m�m kuvvetlerine güvenilemezdi. Halep'in zenginleri ata
ve kısrağa meraklı iseler de, seferberlik içinde olduğumuz
dan bunların ellerinde bulunan hayvanları ordu alacaktı.
Bizim yegane servetimiz olan atlardan da ümidimizi
kestik.
Fakat takip ettiğimiz dava ve gösterdiğimiz direnç, bu
kadar parasız olduğumuzu belki zannettirmezdi. Bunu ni
çin söylüyorum, biliyor musunuz? Bir gün aynı Halep şeh
rinde çok büyük, tanınmış bir kumandaola hasbihal ediyor
dum. Benim bütün fikirlerime katılarak:
-Ne yapmak lazımdır? dedi.
- Hiçbir şey yapamazsınız, hiç olmazsa istifa ediniz,
dedim.
Muhatabım gözyaşlarıyla teyid ettiği fikri ve hissi işti
rakinden sonra, bana dedi ki:
- Yapamam, çünkü kendim ve çok sevdiğim evlatla
nın için dayanak noktam yok.
Hatırladığıma göre şu cevabı verdim:
- Efendim, söz konusu olan koca bir Türk milletinin
hayat ve mematıdır. Mahvolan budur ve buna emin olduğu
nuzu gözyaşınızla gösteriyorsunuz, bu hayat ve ölüm man
zarası karşısında hususi düşünceleri ve endişeleri akla ge-
-
24
-
tirmemek gerekir.
O tarihte vaziyeti ve sözü, kamuoyu üzerinde etkili
olacağına şüphe etmediğim bu zatın harekete gelmesini çok
bekledim.
Atlar ve kısraklarımızın pazarda satılamamış olduğunu
söylemiştik; o sıralarda Dördüncü Ordu'nun kumandanı
bana Halep'te yetişti. Çok şeyler konuştuk. Ortak kararlar
vermiş olduğumuz zannına kapıldım. Bu safhaları anlat
mak uzun olur; bu da ayrı bir tasvir. Fakat merhum Cemal
Paşa'nın bana ayrıca bir muhabbet ve bağlılığı olduğunu
zikretmek de vazifemdir. Ben Cemal Paşa'yı Cemal Paşa
olduktan sonra tanımış değildim; aynı şekilde Cemal Paşa
da Mustafa Kemal'i, kendisiyle Halep'te konuşan ordu ku
mandanı Mustafa Kemal olarak bulduktan sonra tanımış
değildi.
-25-
İSTANBUL'DA
-At ve kısraklarıının satılmamış olduğunu söylemiş
tim. Halep'te Cemal Paşa merhumla birçok ciddi konu üze
rinde münakaşadan sonra, şu basit konuşma cereyan etti:
-Cemal Paşa, benim bazı cins at ve kısraklanm var.
Bunları satmak ihtiyacındayım; taJip bulamadım. Siz bura
nın eski kumandanısınız, bana bir yol gösterir misiniz?
-At ve kısraklarınızı evvela veterinerleriine muaye
ne ettireyim.
-Diyarbakır 'da iken Avusturyalılar, bu atlarla kısrak
ların mühim bir servet olduğunu söylediler, kıymetlerinden
şüphe etmiyorum; bununla beraber öyle yapınız.
Cemal Paşa hepsi için iki bin altın teklif etti . . . Kabul
ettim ve bu suretle İstanbul'a hareket ettik.
Bir gün İstanbul'da Bahriye Müsteşarı Vasıf Paşa'dan
bir tezkere aldım. Bu tezkereye raptedilmiş olan "Cemal
Paşa" imzalı telgrafın içeriği şu idi: "Hayvanlarınızı beş
bin liraya sattım; sizden çok ucuz almışım, üç bin lirasını
nereye göndereyim?" Bu telgraf üzerine müsteşar Vasıf Pa
şa'nın yanına gittim; kendisine dedim ki: "Bu telgrafın ma
nasını anlayamadım: Ben paşaya atlarıını iki bin liraya sat
tım, o beş bin liraya satmışsa üst tarafını bana vermeye
mecbur değildir. " Fakat ilave etmeliyim ki bu tokgözlülü
ğüme rağmen Cemal Paşa merhum, üç bin lirayı Vasıf Pa
şa'nın yardımıyla bana göndermiştir:
Bu para yeni girişimierirnde benim için dayanak ol
muştur; bunu söylemeyi gerekli görüyorum. Çünkü ben
ateşkes zamanı İstanbul'da bulunurken ve çok geniş teşeb
büslere karar verirken, bana bu teşebbüslerimin manasını
-2 6 -
hissedenler tarafından çok tekliflerde bulunulmuştur. Hepsi
ni reddettim. Çünkü bana bu yolda teklif yapanların hiçbiri
ideal sahibi adamlar değillerdi. Tabirimi maruz görürseniz,
bu satırlan okudukları zaman kendilerinin ima edildiklerini
aniayacaklarına şüphe olmayan o zatlar dahi, adi entrikacı
lar olduklarını reddetmeyi başaramazlarsa bana çok küstah
ca tekliflerde bulunmuş olduklarını kabul edeceklerdir.
At ve kısrak parasıyla İstanbul'a geldik . . .
İstanbul'da Pera Palas otelinin bir dairesine yerleşmiş
tim. Artık her şeyin mahvalduğuna inanmış bir adam gibi
ümitsizce düşünüyordum. Ancak mahvalan bu her şeyin
tekrar kurtarılabileceğine kanaat getiren bir adam gibi ken
dimi avutuyordum.
Bu psikoloji içinde iken Enver Paşa bir gün bana, pa
dişahın vekili sıfatıyla bir aracı vasıtasıyla müracaatta bu
lundu ve dedirttİ ki:
- Alman imparatoru Zat-ı Şahane'yi genel karargahı
na davet etti. Zat-ı Şahane böyle bir seyahati yapamayacak
halde bulunduğundan. Veliaht Hazretlerinin, Zat-ı Şahane
namına bu seyahati yapmasının uygun olacağını düşündük.
Kendisinin refakatinde bulunmayı kabul eder misiniz?
Ben böyle bir zat ile böyle bir seyahati kendim için en
teresan gördüğümden, derhal uygundur cevabı verdim. Ter
tibat ve tebliğat yapılmış, iki üç gün sonra bir perşembe ak
şamı trene binip Vahideddin ile scyahate çıkmamız karar
laştırılmıştı. Bana denildi ki:
- Seyahate çıkmadan evvel, Veliaht Hazretleri'yle ta
nışmalısınız! Naci Paşa, kolordu kumandanı ve Mekteb-i
Harbiye'de (Harb Okulu) benim askeri eğitim hocamdı.
Onun da Vahideddin ile beraber bulunması uygun görül
müştü.
Bir gün hareketimizden evvel Vahideddin'in sarayında
bir araya geldik. Bizi sarayın içinde Arap hasırlarıyla örtül-27-
müş bir salona açılan kapıdan bir odaya soktular. Redingot
lu adamlarla dolu olan odanın eşyası bir kanape ve kanape-,
nin iki tarafından birer koltuktan ibaretti. Henüz girdiğimiz
bu odada ayakta dururken, çok laubali görünen redingotlu
adamların içinde redingotlu başka bir adam belirdi. Bu ye
ni gelenin kim olduğunu, ne olduğunu ve ne olması gerek
tiğini ne ben, ne de arkadaşım fark etmedik. İçeri girdi, bi
zim bulunduğumuz tarafa yöneldi. Kanapenin sağ köşesine
oturdu. Ben karşısındaki koltuğa oturdum. Benim karşım
daki koltuğu Necip Paşa işgal etti. Bu zat bir defa gözleri
ni kapadı, derin bir şekilde daldı, neden· sonra tekrar gözle
rini açtı, bize lütfen iltifat etti:
- Sizinle müşerref oldum, memnunum.
Tekrar gözlerini kapadı, bu nazikane sözlere cevap
vermeye hazırlanırken, şaşkın bir şahsiyerin huzurunda bu
lunduğumu fark ettim; cevap vermek mi, yoksa vermemek
mi gerektiğinde tereddüt ettim. Naci Paşa'nın yüzüne bak
tım, o da çok durgundu. Onda bir defa daha konuşma kud
reti mevcut olup olmadığını anlamak için beklemeyi tercih
ettim. Biraz sonra gözlerini açtı:
- Seyahat edeceğiz değil mi?
Ben çok sıkıntılı bir halde:
- Evet, seyahat edeceğiz! dedim.
İtiraf edeyim ki, bir mecnunla karşı karşıya bulundu
ğumuzu hemen hissetmiş, fakat mantık! konuşmaya giriş
rnekten kendimi men etmiştim. Hemen ayağa kalkıp dedim
ki:
- Efendi Hazretleri, beraber seyahat edeceğiz. Seya
hat iki gün sonra başlayacaktır. Perşembe akşamı garda ha
zır bulunacaksınız, oradan hareket edeceğiz.
Veda ettik ve çıktık. Süslü bir saray arabasına binmiş
tİk. Naci Paşa ile aramızda takriben şöyle bir konuşma ol
du:
-28 -
- Zavallı, bedbaht, acınacak adam! . . . Bunlarla ne
olabilir?
- Öyledir.
- Bu zavallı yarın padişah olacaktır, kendisinden ne
beklenebilir?
-Hiç! . . .
- Biz ki aklımız, mantıkımız vardır, biz ki memleketin mukadded'itını, halini ve geleceğini anlamış insanlarız,
ne yapabiliriz?
Naci Paşa:
-Güç!. . . dedi.
-29 -
ALMANYA SEY AHAT İ
-Perşembe akşamı gara gittim, yalnız daha evvel Va
hideddin'in etrafındaki adamlara haber göndermiş ve bizim
seyahatimizin bir bakıma askeri bir seyahat olacağını; zat-ı
alilerinin üniformasım giymesi gerektiğini söylemiştim.
Gara geldiğim vakit, Vahideddin'in sivil giyinmiş olduğu
nu gördüm. Veliabctın teşrifatçısı olan İhsan bey isminde
bir adam vardı. Kendisine dedim ki:
- Ben Veliaht hazretlerinin üniforma giymesi için haber yollamıştım. Söylemediniz mi?
Bana saray geleneklerinin verdiği bir gururla:
- Siz kim oluyorsunuz? dedi.
- Ben sana kim olduğumu izah eelecek durumda değilim, yalnız soruyorum: Ben sana Veliaht hazretlerinin
üniforma giymesi gerektiğini ilettim. Kendisine söyledin
mi, söylemeelin mi?
Bu cümleleri biraz sert telaffuz ettim. O zaman bana
cevap vermeye mecbur kaldı:
- Ben söyledim, fakat yapmadı.
-Neden?
- Müsaade ederseniz, izah edeyim . . . dedi.
- Anlattığına göre Veliahcl' a, feriklik (korgenerallik)
rütbesi verilmiş, sonra mirliva (tuğgeneral) olduğunu bil
clirmişler; o da bundan gücenerek, "madem ki benelen ilk
rütbeyi geri almışlar, ikinci rütbeye tenezzül etmem" elemiş
ve hiçbir rütbeye layık olmayan Vahicledclin işte bu sebep
le gara sivil gelmeyi tercih etmiş. İhsan bey denilen adam
la fazla meşgul olmaya lüzum görmedim. Bineceğimiz tren
hazırdı. Bir asker! müfreze, savaş sırası düzeninde, Veli-
ahd'i uğurlamayı bekliyordu. Veliabd'ın yanına yaklaştım.
Başkumandan Vekili Enver Paşa da orada idi.
- Bu asker sizi uğurlamak için hazırdır. Kendilerini
selamlayınız, dedim.
Vahideddin yüzüme baktı. Bu bakışıyla:
-Nasıl? demek istiyordu. işaret ettim:
- Siz yürüyünüz, arkanızdan biz geleceğiz.
Vahideddin askerin önünden geçerken, iki eli de yuka
rıda, gayri tabii ve bilinçsiz bir şekilde selam vererek yürü
dü. Geriye dönüp trene bindik, içine girdiğimiz salonun
pencerelerini açtırarak, tren hareket edeceği sırada Vahi
deddin'e:
-- Bu pencereden askeri ve ahaliyi selamlayınız, dedim.
-Niçin lazımdır? dedi.
- Evet lazımdır!
Vahideddin benim korkusuzca ihtanma boyun eğmiş
gibi görünerek, dediğimi yapıyordu. Tren İstanbul'u terk
etti. Vahideddin, beraber bulunduğumuz salonun gerisinde
ki di ğer bir salonda kendine hazulanan korupartımana git
ti. Beni bıraktığı salon bana aitti. Ben burada yatacaktım.
Fakat salonun her tarafına birtakım bavul1ar, sepetler vesa
ire yığılmış olduğunu gördüm. Daha evvel, Vahideddin'in
çok yakını Refik isminde bir zata demiştim ki:
- Vahideddin'in yakınında yatmak, onunla beraber
bulunmak ve kendisini tanımak istiyorum.
Bu adam bana evvela söz vermişken, sonra öyle bir
tertip yapmış ki, Vahideddin'in yakın adamları her tarafı
doldurmuş ve bana bahsettiğim salon kalmış.
- Niçin böyle yaptınız? dedim.
Bana güzel bir cevap verdi:
- Efendimiz köleleri ile yakın olmak ister. Zat-ı ali
niz efendimizi ve o da sizi rahatsız edebilir. Bu sebeple si- 31-
zi onun vagonuna bitişik bir yerde bulundurmayı tercih et
tim.
Refik beyin sözünü akla aykırı bulmadım. Evet, Vahi
deddin 'in yanında uşakların ve Refik beyin de o uşakların
başında bulunması gerekiyordu.
- Trenimiz İstanbul'dan hayli uzaklaşmış, Trakya
topraklarında ilerliyorduk; bir zat geldi:
-Efendimiz sizi salona davet ediyor, dedi:
Doğrusu bu
davet beni memnun etti. Yarınki padişahı
yakından incelemek fırsatlarından birincisi balışediliyor
demekti. Vahideddin'in salonuna girdiğim vakit kendisini
ayakta, beni beklerken buldum. Oturdu. Bana da oturmak
için yer gösterdi. Bu dakikada, sarayında çoğunlukla gözle
ri kapalı konuşan zatı büsbütün başka bir vaziyette buldum.
Bilakis gözlerini çok kuvvetle açmış ve dikkatle bana bakı
yordu. Bir nutuk söyler gibi, şu tarzda beyanatta bulundu:
- Affedersiniz Paşa Hazretleri, birkaç dakika evveli
ne kadar kiminle seyahat etmekte olduğumu bana açıkla
mışlardı. Ancak trenin hareketinden sonra aldığım malumat
üzerine gıyaben çok tanıdığım ve takdir ettiğim bir kuman
danımızia beraber bulunduğumu anladım. Ben sizi çok iyi
bilirim. Arıburnu'nda ve Anafartalar'da yaptığınız bütün
icraat, kazandığınız başarılar tamamen malumumdur. Siz
İstanbul 'u ve her şeyi kurtarmış bir kumandanımızsınız,
beraber seyahat etmekte olduğum için çok memnunuru ve
bundan iftihar ediyorum.
Vahideddin bu sözleri çok ağır, fakat muntazam söylü
yordu. Hayret ettim. Gerektiği gibi cevaplar verdim, ara
mızda mükemmel ciddi ve samimi sohbetler oldu.
O gece için görüştüklerimizi yeterli sayarak kendisini
fazla rahatsız etmek istemediğimi söyleyip izin aldım. Salo
na döndüğüm zaman terahlık hissediyordum. Düşündüm ki
bu zat akıllı olmalıdır. istanbul'da ilk buluştuğumuz vakit, o
-32 -
devri biLenLerce anLaşıLması koLay oLan neden ve koşuLLarın
etkisi aLtında garip bir haL gösteren VeLiahd; İstanbuL'u terk
ettikten, kendisini tamamen serbest gördükten ve biLhassa
muhatapLarının güveniLir adamLar oLduğunu anLadıktan son
ra şahsiyetini oLduğu gibi göstermekte artık sakınca görmü
yor. Buna göre ben de kendisine bütün durumLarı ve zaruret
Leri anLatabiLirim; hatta kendisince yapıLabiLecek bazı ze
minLer üzerinde faaLiyete geçebiLirim, ümidine kapıldım.
Seyahat günLeri birbirini takip ediyor, biz her gün kısa
veya uzun bir görüşme yapıyorduk. Bende oLuşan kanaat şu
idi ki, bu adamLa kendisini aydınLatmak ve kendisine yakın
dan ve samimi yardım etmek şartıyLa bazı işLer yapmak
mümkündür. Bu görüşümü gerek Naci Paşa'ya, gerek diğer
zatLara söyLedim ve VeLiahd'i bu şekiLde hazırLamanın,
memLeket çıkarLarı adına bir görev oLduğunu beLirttim. Ar
kadaşLar ve ben, bu tür temasLarda buLunarak seyahatimize
devam ediyorduk.
***
Büyük Alman karargahının bulunduğu küçük bir kasa
baya geLmiştik. Bizi imparator karargahının girişi karşısına
diziimiş heybetLi bir ALman kıtası seLamLadığı esnada, bizzat
Kayzer girişin sahanLığında bu karşıLamaya katıLıyordu. Gi
rişten büyücek bir hoLe geçtik. Orada İmparator, Hinden
burg, Ludendorf ve bütün karargah kurmay ve amirLeri VeLi
ahd'ı ve onun refakatinde buLunanLarı kabuL ediyordu. Kay
zer, VeLiabd'La tokaLaştıktan sonra ve Naci Paşa aracıLığıyLa
birkaç keLime konuştuktan sonra Vahideddin'e deniLdi ki:
- Refakatinizde buLunanLarı İmparator'a takdim et
meniz Lazımdır. VeLiahd beni İmparator'a takdim etti. Bir
eLi, göğsü üzerindeki düğmeLerinin arasına sokuLmuş oLan
İmparator, diğer eLiyLe benim eLimi tuttu ve çok yüksek ses
Le, ALmanca oLarak:
- 33 -
-On altıncı kolordu. . . Anafarta! sözlerini telaffuz etti.
Bütün hazır bulunanlar, İnıparatorun bu hatırlatması
üzerine bana yöneldiler. Ben Kayzer'in ne demek istediği
ni anlamadığımdan biraz sıkılelım ve önürne baktım.
İrnparator benim bu mahcup ve mütevazi vaziyetim
den şüphelenerek, yanlış bir hitapta bulunmuş olması ihti
malini düşünmüş olsa gerek, bana sordu:
- Siz on altıncı kolordu kurnandanlığını ve Anafartalar'ı yapmış olan Mustafa Kemal değil misiniz?
Almanca sorulan bu suale Fransızca cevap verdim:
- Evet, Ekselans . . .
Bu kelimeler ağzımdan çıkınca derhal anladım ki, bü
yük bir hata yapmıştım.
- Sir yahut Kayzer demek lazımdı. Ne yalan söyleye
yim, insan dilini alıştınnadığı şeyleri söylemekte zorluk çe
kiyor; bu benim yaptığım birinci hata da değildir. Bulgaris
tan Kralı Ferdinand'la ilk defa karşı karşıya geldiğim za
man da aynı hatada bulunduğumu hatırlarım.
***
Karargahta çok güzel ve rahat yerleştirilmiştik. Veli
ahd tarafından bazı ziyaretler yapılması gerekliydi; mesela
Hindenburg'u ondan sonra Ludendorf 'u ziyaret ettik; ben
ve Naci Paşa Veliahd'a refakat cdiyorcluk.
Hindenburg 'un ufacık bürosunda idik. Mareşal, masa
nın başında ve sol ilerisindeki koltukta Vahideddin, onun
yanında dili değerinde olan Naci Paşa oturuyordu. Ben
Hindenburg'un sağına tesadüf eden sandalyede idim. Veli
ahd ve Hindenburg birbirleriyle görüşüyorlardı. Kısa ve
merasim kabilinden olan böyle bir görüşmede çok mühim
şeyler konuşulmaması alışılmış olmakla beraber, Hinden
burg, Veliahd'a ve tabii onun aracılığıyla bütün Türk mille-
- 34 -
tine çok teselli verici sözler söylüyor, Veliahd bu sözlere te
şekkür ediyordu.
Ben Hindenburg'un ağzından işittiğimiz sözlerin en
nihayet kibar ve misafirperver olduğu için nezaketen sarfe
dilmekte olduğuna inanmak istiyordum. Yoksa beyanatın
gerçek anlamı beni üzecek mahiyette idi. Konuşmaya katıl
mayı uygun görmedim; bilakis görüşmenin kısa kesilmesi
ni bekliyordum, öyle oldu.
Vahideddin 'i Ludendorf da büyük nezaket ve itina ile
kabul etti. Denebilir ki, o da Mareşal'in temas ettiği konu
lar üzerinde teselli verici sözler söyledi. Bilhassa o günler
de kuzeybatı cephesi üzerinde İtilaf ordularına karşı başlat
tıkları parlak taarruzu esasen biliyorduk. Fakat taarruzun
ulaşabileceği neticeyi Ludendorf'un ağzından işitmek için
sabırsızlanıyordum.
Gördüm ki, konuşmanın hedefi bu değil. Alman ordu
sunun taarruz etmekte olduğunu söylemesinin nedeni, Al
ınan millet ve ordusunun ve bütün müttefiklerin maneviya
tım yükseltebilecek teminat vermekten ibaretti. Şüpheınİ
halletmek için olmalı, generale kısa bir sual sordum:
- Taarruz kuvvetleri en son hangi hatta kadar gidebi
leceklerdir?
Böyle, Veliabd refakatinde bulunan bir subayın daın
dan düşer gibi sorduğu soruya muh<'Hap olan Ludendorf,
nezaket içinde devam eden beyanatını kesti, biraz düşündü,
biraz da yüzüıne baktı ve dedi ki:
- Biz taarruz ediyoruz, neticesini olaylar gösterecektir.
Cevap verdim:
- Yapılmakta olan taarruz neticesinin ne olabileceği
ni anlamak için olayların ve talihin tecellisini beklerneye
lüzum olmadığını zannediyorum; çünkü yapılan taarruz, en
nihayet "parsiyal" bir taarruzdur.
-- 3 5 -
Ludendorf, tekrar yüzüme baktı. Ne demek istediğimi
pek iyi anlamıştı. Olumlu veya olumsuz cevap vermeyerek
sustu.
Konuşma burada kaldı ve ziyarete son verildi.
Ludendorf'un hatıratını baştan başa okudum. Hatıratta
çok büyük esaslardan çok büyük ustalıkla bahsedilmiştir.
Tabii bu kadar kısa bir görüşmede kendisi için meçhul bir
ziyaretçinin çok kısa sorusundan ve o sorunun neticesinde
ki beklemeden bahsetmiş olmasını kendisinden talep etmek
hakkımız değildir. Lakin biz de bu ziyaretten bahsettiğimiz
sırada, bütün dünya ordularında büyük bir asker ve subay
olarak tanınmış bir zat ile ani denilebilecek kadar kısa gö
rüş alışverişinin hatırasım gömmek istemedik.
***
imparatorluk karargahı olarak kullanılan otelin
içinde, Veliabd'ın odasında Vahideddin, ben ve Naci Paşa
konuşuyoruz. Bütün seyahatimiz esnasında benim Veli
ahd'a bahsini açtığım genel ve hayat! konular üzerindeyiz.
Başkumandanlık vekaletinin, Alman ordusuna dayandırıla
rak seçilmesiyle devam edeceğimiz fedakarlığın, mutlaka
parlak bir başarıyla neticeleneceği hakkındaki fikir ile bu
fikri memlekette sağlamlaştırmaya çalışmaktaki mantıksız
lığı izah ve ispata çalışıyordum. Beni bu açıklamaya sevk
eden vesile, kısa soruru karşısında Ludendorf'un bu sonuç
ları Allah'a bırakan bir mütevekkili andırır vaziyeti idi.
Çok arzu ediyor ve çalışıyordum ki, yannın padişahı tam
yerinde benim dediklerimi çok iyi anlayabilsin! Bilmem
neden böyle bir teşebbüsten ümitvar olmak istiyordum.
Verdiğim izahat, Veliabd'ın tasdik ve uyanıklığına delalet
eden işaretlerle karşılanmakta idi.
Bu esnada bazı yüksek sesler, bütün boşluklarını dal
durarak bizim oturduğumuz salonun içine kadar geldi.
-36 -
- Kayzer... Kayzer. ..
Kapı vuruldu; Veliabd hazretlerini ziyarete gelmekte
oldukları bildirildi. İmparator 'u karşılamak için acele ettik;
Kayzer salona girdi. Hep beraber oturduk. İmparator haki
katen centilmence konuşuyor, sadık ve vefakar Osmanlı
devletinin çok kıymetli bir Alman müttefiki olduğundan ve
bilhassa başkumandan vekili olan Enver Paşa hazretlerinin
bu dostluğun kıymet ve yüksekliğini aniayarak çalıştığın
dan; Alman Başkumandanlık ve Erkan-ı Harbiyesinin bu
seçkin zata fevkalade güvendiğinden ve itimat ettiğinden
bahsediyordu.
Ben Vahidcddin 'in sağındaydım. Naci Paşa karşımızda
bulunuyordu, İmparator salonda idi. Takriben şöyle bir so
ru Naci Paşa aracılığıyla Vahideddin tarafından İmpara
tor'a soruldu:
- Türkiye'nin Almanya'ya karşı sadakat ve vefasın
dan, yakın gelecekte Alman müttefiklerinin saadete kavu
şacaklarından bahseden beyanatı şahaneleri, Osmanlı dev
letinin yarınını düşünmek vaziyeünde bulunan acizlerinde
büyük bir terahlık ve teselli uyandırdı. Ancak genel duru
mu incelemekten kaçınarak, bir noktayı daha açıkça anla
mak ihtiyacındayım. Türkiye 'nin kalbgahına yönelen dar
beler dumıaksızın ilerlemektedir. Eğer bu darbeler başarılı
olursa Türkiye rnahvolacaktır. Bu darbeleri durdurmak için
yeterli teminat ifade eden beyanlarınızı dinleyernedim.
Lütfen bu hususta beni biraz aydınlatır ve tatmin buyurur
musunuz?
Bu soru üzerine İmparator oturduğu sandalyeden der
hal ayağa kalktı. Şöyle bir hitapta bulundu:
- Türkiye'nin muhterem Veliahdı! Anlıyorum ki, si
zin zihninizi kanştıranlar vardır. Ben Almanya imparatoru
size gelecekten, gelecekteki başarılardan bahsettikten son
ra şüpheniz kalır mı, kalmaz mı?
-
37
-
Yanında bulunduğum Veliahd olumlu cevap vermekle
beraber, endişesinin giderilmediğini de ilave etti.
İmparator, kalktığı sandalyeye artık oturmad ı.. . Ve bi
zi terk edeceğini nczaketle ima etti. Salonun kapısına doğ
ru yürüdü. Vahideddin ve arkasından bizler, Kayzer' i salo
nun kapısından dışarı çıkardık. Kayzer sola doğru giden bir
koridordan yürüyecekti. Ben Kayzer'in hoşuna gitmediği
mi anladığım için ters koridora doğru ve biraz uzakta dur
dum. İmparator, Veliahd 'ın ve sonra ona yakın bulunan Na
ci Paşa'nın ellerini sıkarak, uzağında bulunan bana baktı ve
yöneldiği koridor istikametinde yürümeye başladı.
Benim elimi sıkmamıştı. İmparatorun hakkı vardı. Ve
liahd'ın refakatinde bulunan herhangi bir generalin elini
sıkmak için onun ayağına mı gidecekti? Ul.zım değil midir
ki, bu general, imparator tarafından eli sıkılmak şerefine
erişmek için biraz acele etsin.
Bu kusurumu itiraf ederim. Bilmem neden durgun, ha
rekete iktidarsız, sabit ve dalgın bir vaziyet almıştım. İmpa
rator iki üç adım yürüdükten sonra tekrar geri döndü. Bana
yaklaştı:
- Affedersiniz, sizin elinizi sıkmamıştım.
Elimi uzattım; çok nazik ve yücegönüllülükle iltifatla
rına mazhar oldum.
***
- İmparatorun sofrasına akşam yemeğine davetli idik.
Kayzer 'in karşısında bir prens, sağında Vahideddin, solun
da Berlin Elçisi Hakkı Paşa merhum ve prensin solunda da
ben bulunuyorduk. Benim solumda Ludendorf vardı. Lu
dendoıi, Fransızcasıyla benimle görüşüyordu. İmparator,
Ludendorf'a Almanca:
- Sağındaki adamla konuş! dedi.
-3 8 -
Ludendorf:
- Onu yapıyorum, cevabını verdi.
Tabii bu konuşmaları aniayacak kadar Almanca bildi
ğim için imparatorun İhtarını ve Ludendorf ' un cevabını an
lamıştım. Çok büyük bir harekatın idaresi nden dolayı zihni
yorgun bulunan Ludendorf, yemek esnasında hatırımda yer
tutacak kadar ciddi bir konuşma konusu bulamadı .
Yemek bitti; salona biti şik, adeta onun büyük parçası
na benzeyen diğer bir salon vard ı. Sofrada hazır bulunan
lardan bir kısmımız oraya geçtik. İmparator, Hindenburg,
Ludendorf, Alman Başvekili olduğunu zannettiğimiz bir
zat; bizim tarafımızdan da Veliahd, Hakkı Paşa merhum ve
bizler. . .
İmparator bir köşede ayakta Vahideddin ile t atlı tatlı
konuşuyor; ben , arkasını iki salonun arasını ayıran kavisin
duvarına dayam ı ş, çok heybetli ve canlı, asil nazariarında
gerçekleri anladığı görülen, fakat anladıklarını her muhata
ba söylemekten çekinen y üksek bir şahsiyet karşı sındayım.
Hindenburg ! Hindenburg ' l a görüşmek istiyor, kendisini
bilhassa Veliah d ' la beraber ziyarete gittiğimiz vakit temas
etmiş olduğu tatlı sohbet zeminine sevk etmeye çalışıyor
dum .
Mareşal , ziyaretimiz esnasında, S uriye 'deki durumun
düzeldiğini; son günlerde yeni ve taze bir süvarİ tümeninin
savaş meydan ına gönderildiğini söylemişti . Halbuki bu bü
yük adamın bahsetti ği, tabii ki oradaki kumandanların ver
diği raporların içeriğiydi. Gerçekte söz konusu edilen bu
süvarİ tümeni, ben henüz İkinci Ordu kumandanı iken Yıl
dırım Grubu ' nu takviye için bu gruba gönderilmesi talep
olunan tümen idi. Ben Yedinci Ordu kuman danı olmadan
evvel, bu süvarİ tümeninin oluşturulmasına çok çalışılmış
u . Ancak toplanabilen bu seyyar kuvvet o kadar güçsüz idi
ki, evvala cılız hayvanların ı Re 'sülay n civarındaki otl aklar-
39
-
da beslemek ve ondan sonra faydalı bir hale gelip gelmedi
ğini yeniden incelemek lazımdı. B en aylarca sonra Yedinc i
Ordu kumandanı olduğum zaman b u tümenden istifade
edip edemeyeceğimi araştırdım. Aldığım ciddi bir rapor, tü
menin bir kuvvet olmadığı mahi yetinde idi. Alman büyük
karargahında Hindenburg'un ağzından i şitti ğim şu idi ki;
bu tümen savaş meydanına dahil olmuş ve durumu düzel
tilmiştir. M areşal 'e bu m acerayı anlattım ve dedim ki:
- Benim söyleyeceğim sözler sizin aldığınız raporla
rın içeriğine uymayabilir. Fakat Suriye ' ni n durumunun dü
zelmediğinden em in olabilirsiniz. B u nu kabul edi niz. Son
ra Mareşal, siz öneml i bir taarı·uz yapıyorsunuz ve zannet
meın ki, buna çok bel bağlamı ş olasınız. Yaln ı z bana söyler
misiniz, emni yetle ümit ettiğiniz hedef ve maksat nedir?
B ü yük ve ihtiyatlı asker benim bu soruma cevap vere
bilir miydi? Zaten kendisinden bunu beklememeliydim. B u
belki de biraz laübal i vaziyetim, bir ihtimal de, İmparator
Hazretleri ' ni n sofrasında bize ikram edilen nefis şampan
yaların tesiriyle olmuştu.
M areşal , söylediklerimi dikkatle d inler gibi göründü.
Fakat çok basi t ve şirin bir cevap verdi; salonun ortasında
duran ve üzerinde muhtelif sigaralar bulunan u fak bir masa
v ardı:
- Eksel ans, size bir sigara takdim edebilir miyim?
H indenburg her şeye cev ap vermişti. Ortadaki m asaya
gittik, kendi eliyle bana bir sigara verdi.
Meğer Vahideddin ile konuşan İmparator, bizim ko
nuşmam ızla i lgileniyorınuş. Almanca olarak Mareşal 'e sor
du:
- Ne diyor?
M areşal cevap verdi:
- B ir şeyler!
- 40 -
Ben sigararnı yaktıktan sonra, Hindenburg ' u bıraktım.
İmparator ' la konuşan Vahideddin ' in yanı na gittim:
- Hakikati anlıyor musunuz? diye sordum. Muhatabı
ınız Alınanya imparatorudur. Benim size arz ettiğim endi
�cleri izah edecek bir tek kelime söyleyeyim mi?
- Hay ır! dedi.
- Konuşmaya devam ediniz, dedim ve ciddi konuşunuz, bütün e ndişeleri İmparator ' a söylemektc tereddüt et
ıneyiniz; ben eminim ki, o sizden memnun olmayacaktır.
Fakat hiç olmazsa Türkiye ' de hakikati görmüş olanların
varlığına inanacaktır.
Veliabd masum bir tavır takınarak:
- Öyle yapıyorum , dedi , söz de son buldu .
***
- Artık Batı cephesindeyiz. Kanaat, iman ve güven
verecek kuvvetli ve azametli manzaralan görmek üzere
muhtelif cephelere gönderiliyorduk. Cephede bir karargaha
ulaştık: Büyükçe bir karargahtı . Cephenin en yüksek ku
m andanı, bizzat bütün hazırlıkların çok tatl ı renklerle gös
terilmiş olduğu bir harita üzerinde hepimize vaziyeti açık
lıyordu. Sözler, i zahat parlak ve sanatkarca idi. Vahideddin
bu beyanat karşısında sarsıldı ve yakında bulunan bana, ku
l ağıma denecek bir surette:
- Ya buna ne dersin? dedi.
Derhal cevap verdim:
- Haritada gösterilen bu v aziyeti yerinde görrnek is
teyiniz.
Öyle oldu; asıl ateş cephesine temas ettik. Orada da
bizi karşılayan, bize h ürmetkarca muamelelerde bulun an
büyük, küçük kumandanl ada karşılaştık. Bizim neresini
göreceğimiz ve oraya nereden gideceğimiz gerektiğine da- 41 -
ir hemen plan h azırlanm ı ş, bu plan ı gördükten sonra dedim
ki :
- Cephenin büyük kumandanı bize genel durumu
açıklad ı. İçinde bulunduğumuz savaş cephesi bize o açıkla
manın öğrettiği cephedir. Müsaade edilir mi, bu sizin yaptı
ğınız planı bırakalım ve benim göstereceğim yere gidelim.
O anda bir kargaşa oldu. Vahideddin, haz ır krokiye ta
bi sevk olunciuğu istikamctte yürüdiL Bende bir asker inadı
uyand ı. Onları takip etmedim. Edinmiş olduğumuz harita
n ın �ılavuzluğuna güvenerek ateş hatt ını n bir noktasına yü
rüdüm y e ateş hattı geris inde bir ağacın dibine geldim. Ora
da genç b ir subay, ağaç üzerinde gözetierne y ap ıyordu. Ba
na refakat eden Alman subaylan da vard ı. Gözetierne yapan
subay aşağıya i ndi. Gördüklerini anlatt ı .
- Müsaade eder misiniz, ben d e bu ağaca çıkay ım!
dedim.
- Hay, hay ! . . cevabını verdiler, çıkt ım; subay ın söyle
diklerini aynen gördüm. Fakat asıl konuşulması gereken
nokta, bu tanık olunan duruma karşı hangi durumda oldu
ğumuzdu; onun için sordum:
- Bu düşman vaziyeti karşıs ındaki kuvvetiniz, h azır
lıkların ız, yedekleriniz nedir, lütfen bana söyler misiniz?
Ateş hatt ın ın saf olan subaylar ı ve kumandanları, Türk
m üttefiklerinin bir kumandanı n a hakikati söylediler. Haki
kat şu idi: Piyade kuvvetler hemen hemen yetersizdi . S üv a
rİ iken piyade gibi kullanmaya mecbur oldukları bir kuv
vetten bahsettiler; o da birinci hattın i s tinatlan ndan sonra,
yedek denecek nicelik ve nitelikten ç ıkmı şt ı. Bu bilgiyi al
d ıktan sonra, çok hayrete düşerek kendilerine pervasızca
dedim ki:
- O halde tehlikedesiniz!
- Öyle ... dediler.
***
- 42 -
- B u ateş karargahın ı terk ederken , Vahideddin ' in İm
parator tarafından retakatine memur edilen bir kolordu ku
rnandanı beni takip ediyordu. Günlerden beri ternasta bu
lunduğumuz bu zat ben imle ilk defa ilgili göründiL Otomo
billere bineceğimiz noktaya kadar atla gidiyorduk. Alman
kolordu kumandan ı yanı ma yaklaştı , sordu:
- Siz Vel iahd ' ı n yavcri mi siniz?
- H ay ır! . .
- Ne münasebetle refakette bulunuyorsunuz?
- Böyle bir vazi fe aldığım için . . .
- Askeri vaziyetlerden çok iyi anlıyorsunuz, Türkiye ' de herhangi bir kuvvete kumanda ettiniz mi?
Müsbet cevap verdim: "Mutlaka alaya kadar kumanda
etmiş olacaksınız ! " dedi . Alaya evvelce kumanda etmi ş ol
duğumu söyledim. "Tümene de kumanda ettiniz mi?" dedi.
Sorusuna tekrar, evet, cevabını al ınca:
- Beni mazur görünüz. Ben kolordu kumanclan ıyım
ve sizin babanız yaşındayım. Lütfen en son kumarıda etti
ğiniz kuvveti söyler misiniz? . .
B u temiz kalpli adamı meraktan kurtarmak i stedim :
"Muhatabınız tümen v e kolorduya kumanda e ttikten
sonra, defalarca ordulara kumanda etmiş bir arkadaş ın ız
dır." B u cevap, Alınan kolordu kumandanını benim hiç tah
min etmediğim bir şekilde duygulandırdı. "Affedcrsiniz,
biz şimdiye kadar size y anlış hitap ediyorm uşuz. Demek
siz ' ekselan s 'sınız ! "
Alman ordusunda kolordudan büyük kuvvetiere ku
m anda edenlere ekselans denildiğini de izah etti . Bu güzel
kalpl i askerin misafirlik müddetinin sonuna kadar, y aş da
v asını unutarak b ize çok hürmetkar olduğunu zikretmek is
terim.
***
- 43 -
- Alsas 'ta bir gece v alinin evine davet edildik. Güzel,
geniş bir salonda; Vahideddin , vali ile bir m asada oturuyor
ve konuşuyor gibiydi. Ben salondakileri inceleyerek gezi
niyordum. B ir aralık Vahideddin beni bulunduğu . masaya
davet etti. Gittim. Vali, Vahideddin 'e bir sual sormu ş, Vahi
deddin bazı cevaplar vermi ş; fakat verdiği cevapları benim
tarafıından teyit ettirmeye l üzum görerek demiş ki:
- Cephelerde bulunmu ş, memleketi tanıyan bir kumandan yanımdadır, isterseniz onu da dinleyiniz !
Veliahd' a bahsedilen meselenin ne olduğunu sordum:
- Ermeniler! . . dedi .
Alman valisi çok iyi niyet sahibi olduğundan; Türkle
rin Ermenilere karşı feci saldırılarda bulunduğundan, fakat
Ermenilerin bu tarzda h areketi hak etmediğinden bahset
mi ş; ınİsafiri olduğumuz dost ve müttefik Almanya milleti
nin yüksek bir valisinin, müstakbel Türkiye padişahı ile
ciddiyetle bu konu üzerine konuştuğunu anladığım zaman
hayrette kaldım. Naci Paşa, Vahideddin ağzından:
- Bu kumandan temas ettiğiniz meseleyi iyi bilir, sizi
aydınlatacak cevaplar verecektir, dedi.
Valiye dedim ki:
- Türkiye ' nin veliahdı ile Almanya' nı n seçkin bir
bölgesinde kıymetli olduğuna şüphe etmediğim bir valisi
nin bulabildiği konuşma zemini beni hayretlere düşürdü.
Evvela sizden şunu anlamak istiyorum: "Müttefikiniz olan
ve bu i ttifak uğru nda m addi v e m anevi tüm v arlığını m alı
veden Türkiye' ye karş ı, tarihin bilmem hangi devrinde v ar
olduğunu iddia eden ve bu varlığı diriltmek için dünyayı
kandırmaya çalışan Ermeniler lehine konuşmak fikri s ize
nereden geliyor?"
B ize dair çok eksik bilgi sahibi olduğunu anladığım ve
bütün fedakarlığımıza karşılık, hala Türkiye topraklarında
bir Ermeni hakkı olabileceği dü şüncesinde bulunan bu v ali
- 44 -
ile alaycı konuşmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Muha
tabım derhal bütün söylediklerinin en nihayet duydukları
olduğundan ve böyle bir davası bulunmadığından bahsede
rek beni tatmine kalkıştı. Konuşmayı bitirmek için kendisi
ne dedim ki:
- Vali hazretleri ! B i z cepheler dolaşan bir heyetiz.
B uraya Ermeni meselesi konuşmak için değil, fakat mütte
fikimiz olan ve kendisine itimat etmekte olduğumuz Alman
ordusunun gerçek durumunu anlamaya geldik, onu anladık;
yeteri kadar anlamış bir vaziyette memleketimize dönüyo
ruz.
Vali, Vahideddin ' i sofraya davet etti.
***
- Ondan sonra meşhur Krup fabrikası sahibinin, fab
rikalar civarındaki muhteşem şatosuna davet edildik. Orada
akşam yemeğinde bulunarak gece trenle Berlin ' e h areket et
tik. B erli n ' de Adlon Otel i ' nde İmparator ' u n misafiri idik.
Hepimizi ayrı ayrı ve güzel yerleştirmişlerdi. Vahideddin bu
güzel karşılamadan biraz da gururlandı. Artık memnuniyet
içinde dünya gazetecileriyle temas ediyor, mülakatlar yapı
yordu. B ir gün otelde Naci Paşa bana dedi ki:
- Vahideddin beni yaver almak istiyor; halbuki bilir
siniz ki ben saray hizmetinde bulunmaktan memnun ol
mam.
Cevap verdim:
- Eğer Vahideddin size bunu teklif etmişse derhal ka
bul etmeniz gerekir. Bu adam yarının padişahıdır. Siz temiz
bir adamsınız. Onun yanında kendisine h akikatleri perva
sızca söyleyecek birinin bulunması gerekir; gerçi saray hiz
metinde bulunmak güçtür, fakat memleket için her şey ya
p ıl ır.
- 45 -
N aci Paşa bunu uygun gördü. Ancak y averliği, biz İs
tanbul ' a gittikten sonra gerçekleşti. Daha evvel cereyan
eden bazı meseleler var. Adlon Oteli ' ndeyiz. Bir gün birkaç
gazete muhabiri Vel iaht'tan yine müHikat istemişler; m üla
katta ben de hazır bulundum. Veliabd İstanbul ' dan son gü
ne kadar aldığı fikirlerle mülhem görünüyor, kiminle gö
rü şse, daima aynı fikirlerle konu şuyordu. O gün yabancı
gazetecileric sohbetinden de memnun oldum .
Gazeteciler çekildikten sonra salonda ikimiz, yalnız
kaldık. Bana sordu:
- Ne yapmalıyım?
Şu şekilde hoşuna gidecek bir söz söylediğimi h atırl anın :
- Osmanlı tarihini biliriz ; bu tarihi n birtakım satn a
l ar ı vardır ki, sizi korku ve endişeye sevk eder ve bunda
h aklısın ız. Ben size bir şey söyleyeceğim, o nisbette haya
tımı size ortak edeceğim, memnun olur musunuz?
- Söyleyini z ! . .
- Henüz padişah değilsiniz; fakat Almanya ' da gördünüz ki İmparator, Veliabd ve prensler hep bir i ş üzerindedir.
Neden siz bütün i şlerden uzak kalasınız?
- Ne yapabilirim? diye sordu.
- İstanbul' a gider gitmez bir ordu kumandanlığı isteyiniz, ben sizin erkan- ı harbiye reisiniz olurum .
- Hangi ordunun kumandanl ı ğ ın ı?
- Beşinci Ordu ' nun kumandanlığın ı . . .
B u ordu, Liman von Sanders ' in emrinde bulunan veya
bulunması gereken ve Boğazların savu nmas ına memur or
du idi .
Vahideddin:
- Bu kumandanlığı bana vermezler.
- Siz istcyiniz . . .
- 46 -
- İstanbul ' a gittiğim zaman düşünürüm , cevabın ı ver
di. Bu benim için ümit kırıcı bir cevapt ı.
İstanbul ' a geldik; fakat varır v armaz, kendiınce feci
bir ı st ırap hissettim. Doktorlar sol böbreğimden rahatsız ol
duğumu söyledi ler. Bir ay kadar yatağıını terk edemedim .
Doktor arkadaşların tedavisi, ıstırabım ı bir türlü kökten gi
dercmiyordu. Bir aralı k iyileşir gibi oldum, fakat tekrar
yattım . Nihayet doktorlar Viyan a ' ya gitmem gerektiğindee
ısrar etti ler.
Viyana'da müracaat ettiğim profesör, benim sanator
yumda yatmaını zaruri gördü. Bir ay kadar Viyana civarın
daki Kotaj Sanatoryumu ' nda bizzat bu profesör tarafı ndan
tedavi olundum. Sonra yine aynı profesörlin tavsiyesiyle,
K arlsbad ' a gittim . Rahats ızlığıın ın henüz tamamıyla geç
memiş bulunduğu bir tarihte (Gazi Paşa Karlsbad ' da aldığı
notl ara bakarak bu tarihi buldu) , 1 9 1 8 Temmuz'unun 5 ' inci
cuma günü Karlsbad 'daki ib1metgahıma İzmir 'de tanıdığım
bir zat, diğer bir arkadaşıyla geldiler. Misafirler padişah ın
vefat ettiğini ve Vahideddi n ' in tahta ç ıktı ğ ın ı haber vererek:
- Allah herkese ve yeni padişaha ömür versin ! .. dediler.
Ben bu haber karşıs ında biraz gayri tabii bir hal alın ı ş
olacağım ki , misafirlerimin dikkatlerini çekmiştim. Üzül
müş müydiim, memnun mu olmuştum? Pek tahlll edemi
yordum. Gerçek şu idi ki, ne ölen p adi şaha acım ı şt ım, ne de
yeni padişah ın ömrünün uzun veya k ısa olmasıyla ilgiliy
dim. Acaba üzüntümön sebebi bu değişim esnas ında İstan
bul ' da bulunmamak m ıyd ı? Buna dair bir kesin bir fikir
söyleyemem, y aln ız bi r durgunluk geçirdiğiınİ hatırlar ım.
,
Birkaç gün içinde tamamlay ıc ı bilgi geldi. Ben Yalıided
din ' i telgrafla tebrik ettim. Cevabı verildi.
Son malumauan anlaş ıld ı ğ ına göre, İzzet Paşa yeni pa
dişahın yaveri ekremi olmuştu. Bu olayı manidar buldum.
- 47 -
Çünkü İzzet Paşa yaver olmaktan ziyade, bu isim altında
bir askeri danışman veya erkan-ı harbiye reisi gibi bir v azi
yet almış oluyor zannettim. Birkaç gün sonra İstanbul ' d a
bulunan yaverim Cevat Abbas (Gürer) beyden hemen İs
tanbul ' a dönmeme dair bir telgraf aldım. Henüz hastal ı ğ ım
geçmediği için ciddi bir sebep olmadıkça İstanbul ' a dön
mek istemiyordum. Onun için Cevat Abbas beye bu meal
de cevap yazd ım. Kendisinden aldığ ım ikinci telgrafta, İs
tanbul ' a kısa sürede dönmemin arzu huyurulduğu yazılm ı ş
tı . Artık dönmemin kimin tarafı ndan arzu huyurulduğunu
araştırmaya l üzum görmeden, 1 9 1 8 senesi 27 Temmuz Cu
martesi günü Karisbad ' dan hareket ettim.
-
48
-
PAD İ ŞAH
ı 9 ı 8 tarihinde meşrutiyet padi şahı Mehmed Reşad öl
mü ş, yerine otuz altıncı padişah olmak üzere Mehmed Va
hideddin tahta geçmişti. Padişah o lduktan sonra, veliahtlığı
zamanında kendisiyle beraber Almanya seyahatinde bul u
nan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeyi arzu etmişti. Ata
türk de bu arzu üzerine saraya geldi. B u görüşmeyi Atatürk
şöyle anlatıyor:
- Viyana ' da hiç kalmaksızın seyahatime devam et
mek niyetinde iken, o zamanın çok yaygın ve öldürücü bir
hastalığına, İspanyol nezlesi ne yakalanarak, bir müddet Vi
yana' da kalmaya mecbur oldum.
B eni İstanbul ' da karşılayan Cevat Abbas beyden aldı
ğım açıklama şudur: "İstanbu l ' a dönmemi bana yazmas ın ı
söyleyen yaveri ekrem İzzet Paşa' dır. "
Geldiğimi İzzet Paşa'ya bildirdim. Hatırımda kaldığı
na göre, Pera Palas 'taki dairemde kendisiyle görüştüm. Da
vet sebebinin ne olduğunu merakla anlamak istiyordum.
Paşa hiçbir sebep olmadığını, ancak yeni padişahla veliaht
lığındaki seyahatim münasebetiyle çok yakından temasla
nın olduğunu bildiği için, bu temaslan tekrar devam ettir
mek suretiyle faydalı olabileceğiınİ düşü nerek böyle bir ar
zu göstermiş olduğunu beyan etti. Paşa'ya beni hatırladı
ğından dolayı teşekkür ettikten sonra dedim ki:
- Herhalde genel durumun kötülüğünü gidermek için
yeni padişahı yeni bir istikamete sevk etmek lazımdır. B u
görüş doğrultusunda kendis iyle görüşmeınİ uygun bulur
musunuz?
Uygun gördü. Derhal Naci Paşa aracılığıyla padişahtan
görüşme istedim; belirli bir saat için olumlu bir cevap geldi.
- 49 -
S eyahat arkadaşım Veliaht Vahideddin ' le birkaç ay ay
nl ıktan sonra yeni padişah Vahideddin 'in salonuna N aci
Paşa'n ın kılavuzluğuyla girdim . B u andaki duygularımı
şöyle izah edebilirim: Tahta oturmadan evvel çok şeyleri
açık açık görüştüğümüz ve benim bütün görüşlerimi doğru
l ayan karşılıkl arda bulunan bu zat, acaba hükümdar o lduk
tan sonra benim aynı tarzda görüşmeme m üsaade eder m i
ve aynı karşılıkl arda bulunur m u ? B unda tereddütlüydüm.
İşte Padişah Vahideddin ' le bu tereddüt içinde karşı karşıya
geldik.
B eni çok nazik kabul ettiğini söylemeliyim. Veliahtlığı
zamanında olduğundan daha fazl a mültefitti. Oturdu, bana
da karşısında yer gösterdi ve aramızdaki tabure üzerinde
bulunan sigaralıktan bir sigara alıp verdi, kendisi de bir si
gara aldı ve yaktığı kibriti bana uzattı. Bu tavırdan çok
ümitvar oldum. Evvela kendisini münasip bir lisanla tebrik
ettim. Sonra çok mühim bir anda Osmanlı tahtını işgal et
miş olduğunu izah ederken dedim ki:
- Seyahatimiz esnasında bütün fikirlerimi çok açık
dille söylemiştim. B u dakikada aynı tarzda görüşmeme mü
saade huyurulur mu? . .
- Hay hay ! dedi.
B ekliyordum. Uzun konuşmalarım içinde esas nokta
şu idi: "Hemen B aşkumandanl ı ğ ı bizzat üstleniniz; kendi
nize vekil değil, bir erkan-ı h arbiye reisi tayin ediniz. Her
şeyden evvel orduya sahip ve h akim olmak lazımdır. Ancak
ondan sonra düşünülecek uygun kararlar uygulanabilir."
Vahideddin bu teklifim üzerine, tıpkı kendini ilk defa
veliaht iken sarayda gördüğüm vakit olduğu gibi, gözlerini
kapadı ve az sonra cevabı verdi:
- Sizin gibi düşünen başka komutanlar var m ıdır?
- Vardır, dedim.
- Düşünelim.
- 50 -
Konuşmamız kendiliğinden kesilmişti, izin aldım.
Birkaç gün sonra idi. N aci Paşa, padişahın beni İzzet
Paşa ile beraber kabul etmek istediğini bildirdi.
İkimiz Vahideddin 'in huzurundayız. B en bu daveti , ay
nı fikir ve mütalaa üzerine ikimizi birden dinlemek arzu
sunda bulunmuş olmasıyla yorumluyordum. Konuştuğu
muz esnada bu görüşümü takibe çalıştırnsa da, konuşmayı
genel konulardan çıkarmaya muvaffak olamad ım. Yalıided
din çok ihtiyatkar tavırlıydı. N ih ayet neticesiz bir görüş
mcyle padişahın yanından ayrıldık.
Günler geçti, tekrar yalnız olarak padişahla görüşmek
istedim. B eni bu sefer de kabul etti. Ben ilk görüşümde ıs
rarcı görünen bir adam tavrıyla belki de önceki gibi aynı
v adide konu şmaya başladım. Vahideddin hızlı bir geçişle
bana cevap verdi.
- Paşa! B en her şeyden evvel İstanbul halkını doyur
mak mecbi'ıriyetindeydim. İstanbul halkı açtı, bunu temin
ctmedikçe alınacak her tcdbir i sabetsiz olurdu .
B u cümlenin sonunda Zat-ı Ş ah ane gözlerin i kapadı.
Ben tilki tabiatında her cntrikanın her gün şahidi olduğum
yüzlerce örneğinden biri karşısında bulunduğuma büyük
bir üzüntüyle kanaat getirdim. Dü şündüğüm şu idi: "Zat-ı
Ş ahane cvvcla İstanbul halkını kazanmak istiyor, kendisi
nin gelecekteki giri şimleri için kuvvet ve dayanak noktası
nı burada arıyor." Fakat yine düşündüm ki, genel şartlar dü
zeltilmedikçe, politikacılık noktasından doğru olsa bile bu
isteğin gerçekleşmesi mümkün müydü? B unun için bir fi
kir d ah a söylemekten kendimi engelleyemedim:
- Çok doğru düşünüyorsunuz; fakat İstanbul halkını
doyurmak için alınması gereken önlem ve teşebbüsler, Zat
ı Ş ahanenizi bütün mcmleketi kurtarmak için alınması ge
reken k aç ın ılmaz ve acil tedbirlere başvurmaktan engelle
yemez. Herkesin selametini temin edecek mesai, ancak ma- 51 -
kinenin tamarnın ın işlernesiyle mümkün olur ve tamarnı i ş
lernedikçe bu makineden az sonuç dahi almak mümkün ol
maz. S öylediğimin doğruluğuna inan ıyorum; belki Zat-ı
Ş ahanelerince fazla şahsi görülür; l akin bildirmeye mecbu
ruru ki, yeni padişahın h areket başlangıcı evvela kuvvete
sahiplenmek olmal ıdır. Devleti, milleti ve bütün rnenfaatle
ri rnüdafaa eden kuvvet başkasının elinde bulundukça, sizin
padişahlığınız dahi sözde olmaktan kurtul amaz. B iraz ted
birsizce olduğuna kanaat getiriyorum.
Padişahın verdiği cevaba şu cümle karıştı :
- Ben gereken şeyleri Talat ve Enver Paşalar hazret
leriyle görüştüm !
B unu söyleyen zat, daha birkaç ay evvel velihatl ı ğında
Talat ve Enver Paşalardan nefret duyduğunu anlatan ve bu
adamların memleketi mahvolmaktan başka bir neticeye gö
türmesi mümkün olmayan teşebbüslerini eleştİren Yalıided
din idi:
Ş imdi Padişah ve Halife Vahideddin , bu zatlada görüş
müş, memleketin selameti için gereken tedbirleri almış bu
lunuyor; Vahideddin demek istiyordu ki :
- Siz vazife ve yetkinizin ü stünde benimle laubalilik
mi etmek istiyorsunuz?
Bu maksadı anladıktan sonra, Vahideddin karşısında
benim vicdan! görevim son bulmuştu. Ayağa kalktım. İzin
istedim. Gözlerini kapadı ve hiçbir kelime söylemeksizin
elini uzattı.
Salondan çıktığım v akit Naci Paşa gözlerimdeki üzün
tüyü okumuş gibi göründü. Bir şey söylemeden, uzaklaş
tım . Pera Palas ' taki dairerne geldim ve düşünmeye başla
dım. Hacı zannettiğirniz zatın biri koltuğunun altından h a
çı çıkmıştı. Artık başka bir şey aramak lazırndı. Birkaç gün
daha geçti. Vakitsiz kimseyi ürkütrnek isternediğimden, cu
ma selamlık merasirninde, Y ıldız Saray ı ' nı n Sultan Harnid
- 52 -
yapısı camiinde ben de ordu kumandanı s ıfatıyla bulunu
yordum.
B ir gün namazdan evveldi; bir salonda B aşkumandan
Vekili Enver Paşa, İzzet Paşa, Vehib Paşa, B alkan S avaş ı ' nı
idare etmiş büyük kumandanlada beraber namaz v aktini
bekliyorduk. Namazdan sonra Naci Paşa, Zatı Ş ahane ' nin,
özel salonunda beni görmek istediğini bildirdi.
- Yalnız m ıdır?
- Hayır, yanında iki Alman generali v ar.
- Rica ederim, onlar ç ıktıktan sonra Zat-ı Ş ahane ile
ben yalnız görüşeyim.
- Ben de bu noktayı düşündüm. B irkaç defa vuku bu
lan iradelerine münasip cevaplar verdim. Fakat anlıyorum
ki sizi bu generallerin yanında kabul etmek istemekte ısrar
lıdır.
- Mümkünse bir daha teşebbüs ediniz, dedim.
Naci Paşa elinden geleni yaptı. Ve hatta p adişahın ku
lağına: " Generaller gittikten sonra kabul etmeniz m ünasip
tir" dahi demiş. O bilakis, onlar orada iken gelmeınİ söyle
yince, Naci Paşa bunda bir özel maksad olacağını düşüne
rek olanları bana anlattı.
Vahideddin 'in yanına girdim. Ne nazik, ne takdirkar
bir padişah; henüz ayakta iken Alman generalleri karşısın
da kısa bir nutuk söyledi. Bu sefer gözleri açıktı: "Çok tak
dir ettiği m ve güvendiğim bir kumandan" diyerek beni on
lara tanıtıyordu.
Oturduk, dedi ki: "Sizi Suriye ' ye kumandan tayin et
tim. Oradaki durum önem kazanm ı ş; oraya gitmeniz gere
kiyor. S izden talebim şudur: O tarafları düşman e line geçir
meyeceksiniz ! Verdiğim v azifeyi başarıyla yerine getirece
ğinizden eminim, derhal o diyara hareket etmelisiniz. "
- 53 -
isteğini tebliğ ettikten sonra A lman generallerine baktı:
- Bu kumandan , " dediklerimi yapabilir, dedi.
Görünüşte ne büyük teveccühe mazhar olmuştum. B e
nim yerimde bir ahmak olsaydı, ne kadar sevinecekti . . . B en
ise bir entrikacı karşısında bul unduğurndan ne kadar üz
gündüm . . .
Düşündüm: Diyelim ki padişah hazretleri bana öyle bir
vazife veriyorsunuz ki, o vazifeyi ifaya memur kumandan
lar mevkiilerinde durmaktadırlar. Beni onların üstünde, bir
başkumandanlığa mı memur ediyorsunuz? Eğer böyle ise
çok iftiharla iradenizi kabul edeceğim. Fakat şüphe etmiyo
rum ki bunun farkında bile değilsiniz. B eni , v aktiyle istifa
ederek, haklı sebeplerle bıraktığım ve bugün orada bulunan
bütün ordular gibi mağlup olmuş bir ordunun baş ı na m ı
gönderiyorsunuz? O halde bütün b u istenilen vazifeleri
yapmaya nasıl muktedir olurum? . .
Fakat muhatabımın b u konu üzerinde münakaşa etme
ye değeri olmadığını artık kabul etmiştim. S adece izin alıp
evvelce terk ettiğim salona geldim. Orada Enver Paşa'n ın
çok mütebessim çehresi karşıma çıkt ı.
- B ravo, tebrik ederim, muvaffak oldu nuz! . . dedim
ve c iddi bir tavırla ilave ettim :
- Azizim, h i ç olmazsa biraz esaslı tedbirler üzerinde
konu şal ım. B enim bildiğime göre artık Suriye ' de ordu,
kuvvet, vaziyet isimden ibarettir. Beni oraya göndermekle
güzel bir intikam al ıyorsunuz; sonra görenek d ı ş ı bir şey
yaptınız . . . B izzat padişaha bana emir verdirdiniz ! . .
Enver Paşa gülüyordu, Vehib Paşa d a öyle. . . Fakat di
ğer zatlar bir şey anlamamış ve hissiz bir şekilde duruyor
lardı. O esnada salonun bir köşesinde , demin i şaret ettiğim
B alkan S avaşı kumandanlan hareketli bir diyalog içinde
idiler. . . B ir büyük kumandan diyordu ki:
.
- 54 -
- Efendim, bu Türk neferlerinden hayır yoktur, btm
lar hayvan sürüsüdür. Yalnız kaçınayı bilirler. Allah muha
faza etsin, böyle hissiz bir sürüye kimseyi kumandan etme
sm. . .
Kendi vaziyetimi unutarak onlarla ilgilenmeye başla
mıştım. Coşkun konuşmanın en çok konu şan kumandanına
dedim ki:
- Paşam, biz de askeriz; , biz de bu orduya kumanda
etmiş adamız. Türk neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez . . .
Eğer Türk neferinin kaçtığını görm üşseniz, derhal kabul et
melidir ki, onun başında bulunan en büyük kumandan kaç
mıştır. Eğer siz kaçtı ğ ınız alçakl ığını Türk neferlerine yük
lemek istiyorsanı z insafs ızl ık ediyorsunuz. Muhatabım
olan general beni tanımıyordu. Yahut tanımamazlıktan ge
liyordu. . . Bir an durdu, sağındaki solundaki arkadaşlarına
sordu: "Kimdir?" Fısıltılar bu zatı aydınlattı. Ondan sonra
sessizlik hakim oldu.
-
55
-
BOZG UN
N ablıs karargahında, ikinci defa Yedinci Ordu kuman
dan ıy ım. İlk işim, çok üzücü ve yorucu seyahatlerle cephe
yi dolaşmak ve v aziyeti incelemek oldu . Bu teftiş neticesin
deki kanaatim şu idi ki, her şey bitmiştir. Yakın felakete en
gel olmak için köklü önlemler almak zordu.
Düşününüz; yüzlerce kilometre uzunluğunda bir cep
he ü zerinde üç ordu v ard1. İsimleri ordu; zayıf, dağınık bir
takım kuvvetler. . . Daha İstanbul ' dan hareketten evvel dü
şündü ğ ü m şey bu şekilden çıkmak ve h ak1kate dahil al
maktı . Yani bütün bu kuvvetler yoğun bir kütle, u facık da
olsa, kıymetli bir kütle halinde tek bir ordu teşkil etmeliy
di ve m adem ki ben buraya memur ediliyordum ; kendime
güve nerek gerekli olanlara daha evvel, İstanbul ' dan h are
ketimden evvel bildirdim ki; bu kuvvet, benim emrime ve
rilmelidir. B u yoldaki tekliflerim küçümserneye maruz
kald ı.
B iliyorsunuz ki, ben Karlsbad' dan tamamen iyi olarak
gelmiş değildi m. İstanbul ' a vardıktan sonra gerek orada,
gerek karargaha kadar seyahatimde çektiğim üzüntüler ve
bilhassa cephenin çok sıkı ve az zamanda teftişi yüzünden
tekrar rahatsız olmuştum. İstanbul ' dan çıkalı daha on beş
gün olmamıştı, yatağımda yatıyordum.
B ir gün Erkan-ı Harbiye Reisi alışıldığı üzere bana o
günün raporların ı okudu; her zamanki gibi basit raporlar. . .
Yal nız b u raporlar içinde bir görüş dikkatimi celbetti. B ir
İngiliz esirinin ifadesi. . . Onun sayesinde keşfettim ki, bir
veya iki gün sonra İngilizler bütün cephe üzerinde ciddi ta
arruzlar yapacaklardır.
-
56
-
- B iraz sonra kuımay subaylarımı toplu olarak göre
ceğim, dedim. Yataktan kalktım, giyindim; iş odasına gide
rek bir savaş emri yazdırdım. Bu emirde: "Düşman 19 Ey
lül günü akşamı genel taanuz yapacaktır" diyor ve buna
karşı ordumca al ınacak tedbirleri zikrediyordum.
Bu emri bilgi için , grup kumandanı bulunan Liman
von S anders paşaya da gönderdim. Çok hürmet ettiğim bu
zat, benim raporlardan çıkardı ğ ım neticeyi basit görmüş ve
gülmü ş; bununla beraber ihtiyattan bir zarar gelmez, diye
rek bana da fazl a bir şey söylemeye lüzum görmemiş.
Ben verdiğim emrin uğrayabileceği yanlış anlamalan
tahmin etmiştim. B u sebeple, dü şmanın, işaret ettiğim za
mandaki taanuzunu çok dikkatle takip ediyordum.
1 9- 20 Eylül gecesi, kolordu kumandanlarını ( İsmet ve
Ali Fuad Paşalar) telefon başına çağırdım ve sordum:
- Verdiğim emri ve ona göre gereken tedbirleri aldı
nız m ı?
- Emriniz yapılmıştır, cevabını verdiler.
Ben daha telefon konuşmasını bitirmeden, dü şman
topçusu savaş hatlanmız üzerine ateş etmeye başladı. Gece
sav aşla geçti. B enim ordumun sağ cenahındaki ordu yarıl
dı. Esir oldu. Ve boş kalan bu cepheden geçen düşman sü
varileri Liman von Sanders 'in karargahını bastı. Gerçek an
laşıldı, fakat neye yarar?
Ben, zorluklar içinde, nchiderden geçerek, çöllerden
aşarak ordumu Ş am ' a kadar getirebildim. Ordum Ş am ci
v arında dinlenmek için toplandığı sırada yanımda küçük
bir maiyetle Ş am ' a gidiyordum . Ş am ' ın içinde doğal ol
mayan bir h al v ardı, bunun manasını anlamak güçtü . La
kin ben mektepten kurmay y üzbaşı olarak çıktıktan sonra
ilk sürgün yerim o lan Ş am ' ı tanımış olduğum için kolay
l ıkla anladım ki, şehri bize karşı b ariz bir sertlik kapla
mıştır.
-
57
-
Ş am ' da Liman von Sanders ' i bulacağıını tahmin edi
yordum. Adı geçen şahıs Şam ' ı terk etmiş; oraya daha ev
vel gönderdiğim erkan-ı harbiye reisim Sedat Bey'e bir ta
limat bırakm ı ş. B u talimata göre, ben ordumu Şam' ın sa
v unması için dördüncü ordu kumandanı Mersinl i Cemal
Paşa 'ya terk edeceğim ve kendim Ray ak civarında kuman
dansız kuvvetleri emrime almak üzere hareket edeceğim.
Viktorya Oteli ' nde dördüncü ordu karargahı olan oda
ya girdim, Cemal Paşa'yı buldum; benim aldığım talimat
tan onun da bilgisi v ardı. Yedinci Ordu kuvvetlerini nok
sansız, kolordu kumandanlarından İsmet beyin emrine ve
rerek kendisine teslim ettim; ben de o gece özel bir trenle
Rayak ' a gittim. Hareketimden evvel diğer kolordu kuman
damın Ali Fuad Paşa' nın bana katılmasını bildirdim. Ra
vak 'ta Liman von S anders ' le görü ştüm. B ana oradaki kuv
vetleri teslim etmek istedi. Hatırlanın ki , Asya kolu unvanı
taşıyan ve bir Alman albayın emrinde bul unan Alman kuv
vetinin karargahına dahil o lmuştuk. Bu karargah Rayak ci
varında (Tegnabel ) ziraat mektebi binasında idi. Güzel ve
modern bir bina. . . A lman albay, bize birer soğuk bira ısmar
ladı. Ayn ı zamanda Liman von S anders 'e, parlak Alman
kolunun , her şeye rağmen parlak göstermek istediği vaziye
ti harita üzerinde izah etti. Albay bey sözünü bitirdikten
sonra dedim ki:
- Bu zat benim emrime verildi mi?
- Evet ! ..
- O halde albay bey, bana cevap veriniz; nerede, ne
kadar kuvvetiniz kalmıştır ve ne vaziyettedir?
Soruru karşısında albay durdu:
- Henüz olumlu cevap veremem. Çünkü h arekat ge
reği , v aziyet biraz şüphelidir.
Dedim ki:
- 58 -
- Albay bey, bir v atan elden gitmektedir. B unun so
rumluluğunu üzerlerine almış olanlar şüphe üzerine savun
malarını kuramazlar. B en şimdi karar vermek mecburiye
tindeyim. S izin nerrize güvenebilirim, bana söyler m isiniz?
A lbay akıllı bir zattı . Ciddi sorum üzerine bir an dü
şündükten sonra gerçeği söylemekten çekinmedi:
- Efendim, savunma yapabilecek bir kuvvet olmadı
ğını kabul etmek yerindedir.
- Yani karşımda b ir albay bey ve maiyetini görüyo
rum. O kadar. . .
- Doğrusu budur, cevabını verdi.
- Karargahlarımıza gidelim ! dedim. Benim karargahım Rayak'ta, Liman von Sanders Paşa' nınki B aalbek 'te
idi. Gördüğümc nazaran Rayak civarında dağınık, düzen
siz, m aneviyatı k almamı ş birtakım insanlardan başka, kuv
vet denecek birşey yoktu. Fertleri, güvendiğirn subaylar v a
sıtasıyla derhal toplatıp düzene koydurdum. B u i şleri yap
tığı m esnada, bir taraftan da Rayak istasyonunun tamamen
ateşe verilmesini emretmiştim. İstasyon binalannın ateşi
arasında bana haber verdiler: "Bazı ordu kumandanl arı ku
zeye geçti. " Anlaşılmıştı ki, Ş am ' ı savunma için ordumu
kendisine devrettiğim kumandan Ş am ' dan ayrılmıştır. Yine
bana, düşmana teslim olmay a mecbur kalan ordunun bir
kolordu kumandanının buraya gelmediğini haber verdiler.
Hiç unutmam; bu kolordu kumandanını yanıma çağırdım,
dedim ki:
- Siz kolordunuzu bırakıp B eyrut' a gittiniz, oradan
da benim yolladığım trenle buraya geliyorsunuz. Kolordu
denilen birlik, kuvvet ve kudret itibanyla en büyük birlik
tir. B u nun kumandanı, bir tek neferini dahi kurtarmaksızın,
bilakis bütün askerlerini düşman elinde bırakarak, şahsını
kurtardığı v akit, neden ve koşul l arı ne olursa olsun, kolor
du kumandanının aleyhindedir. Ş imdi ben size bir iyilikte
- 59 -
bulunmak istiyorum. Fakat bir şartla: Henüz kumanda et
mek için manevi gücünüz yerinde midir?
B iraz düşündükten sonra:
- Evet yerindedir!
- O halde B aalbek ' te bekleyen arkadaşınız Ali Fuad
Paşa' nın yanına gidiniz, yarın size tekrar bir kuvvetin kli
mandanlığını vereceğim. . .
Söylemeliyim ki, bu zat benim yanımdan ayrılmış; fa
kat B aalbek' e değil , trene binip İstanbul ' a gitmiştir.
O akşam bende şu fikir belirdi: B ütün cephelerde ve
bütün kuvvetler üzerinde emir ve kumanda kalmamıştır.
Adeta delice bir emir verdim. B u emrin esaslı noktal arı
şunlardır: " Şam ' da bulunan bütün kuvvetler Ali Fuad Paşa
kumandası altında kuzeye hareket edeceklerdir."
Emrin bir suretini bütün kuvvetlerin kumandanı olan
Liman von Sanders Paş a ' ya bilgi için gönderdim. Aleyhim
de bir isyan olmuş:
- Bu adam kimdir ve ne yapıyor?
B e n zaten bunu bekliyordum; yaptığım işin mana ve
mahiyetini izah edeceğimden emin olarak, Rayak istasyo
nunu y aktıktan soma, ertesi gün yerli ahalinin ateşleri için
de B aalbek ' e geldim. B aalbek'te beni bekleyen kolordu ku
mandanı Ali Fuad Paşa' ya, kuzeye harekete dair olan em
rin yerine getirilmesine devam edilmesi gerektiğini tekrar
ederek trenle Liman von Sanders ' in bulunduğu Humu s ' a
vardım. Gece idi. Çok samimi bir lisanla, Liman von S an
ders ' e bu vaziyet karşısında verilmesi gereken kararların
bundan ibaret olduğunu izah ettim. Liman von S anders,
çok y ücegönüllülükle:
- Karar budur. Fakat ben nihayet bir y abancıyım; bu
kararı veremem; bunu ancak memleketin sahipleri verebi
lir.
-O h alde bu karar uygulanacaktır, cevabını verdim.
-
60
-
- Yalnız ric a ederim, benim erkan-ı h arbiye reisini de
ikna eder misiniz?. . .
Liman von S anders ' in erkan-ı harbiye reisi Kazım Pa
şa (Diyarbakırlı) idi. Kazım Paşa hasta idi. Liman von S an
ders ile beraber onun yattığı odaya gittik. Söylenınesi gere
ken şeyleri anlattım. Kazım Paşa, derhal Liman von S an
ders ' le beraber, benimle hemfikir oldular. B enim pratik ka
ranın şuydu :
(Ortada kalan Yedinci Ordu unv an ı ve birçok cnkaz ! . .
Bunları Halep 'te, S uriye ' nin e n kuzeyinde toplamak, on
dan sonra yeni karar almak . . . ) ve bunu bizzat ben yapacak
tım . Liman von Sanders teselli bulmuş bir vaziyette, bu
teklifimi kabul etti .
- B ahsettiğim kuvvetleri Halep'te topladım. En ileri
de bıraktığım kumandan, tümen komutanı Kazım bey idi .
Ordumun kolordu kumandan ları İsmet ve Fuad Paşalardı.
Halep ' te, sürekli yorgunluklar sebebiyle eski rahatsızlığım
tekrar etti. Üç beş gün tedavi oldum. Yatağımdan kalktığım
gün karargahım olan B aron Oteli ' ne gittim, otelde oturu
yordum. Yanımda S uriye Valisi fahri binbaşı Tahsin bey
vardı. Halep ' in doğu cephesinden işgal edilmiş olduğuna
dair karışık bir bilgi geldi. Çok yakın bir tehlikeyi işaret
eden bu h aberi araştırmak için, bizzat o istikamete gitmeyi
tercih ettim. Otomobilde Tahsin beyle y averim Cevad Ab
bas bey v ardı . Şehrin doğu girişinde bir kalabalığın içine
girdik; bunlar, askeri kıyafet taşıyan aşiretler ve bedeviler
di. Esir olmuştuk. Yanımda kuvvet olarak tek bir nefer yok
tu, hücum eden bedevller otomobilin etrafın ı sardı ve her
tarafına yüklendiler. Sald ırıyı görünce şoföre:
- Dur ! . . emrini verdim.
Elimde Tahsin beyin verdiği kırbaçla ayağa kalkarak,
onların anlayabileceği lisanla sordum :
- Reisiniz nerededir?
- 61 -
Cevap verdiler:
- Hepimiz reisiz!
Derhal karar vermek l azımdı. Kırbaçla vurmaya başlayarak:
- Çekilin ! . . diye bağırdım.
G ayri ihtiyari çekildi ler. Emrettim:
- Çabuk, reisiniz karşııml gelsin ! ..
Reisieri geldi. Ona dedim ki:
- B en sizin yardım ettiğiniz vaziyete galebe çaldım,
herkes mağlUptur. Fakat sizin i ştirakinizi de mazur görüyo
rum. B u akşam yanıma geliniz, sizinle görüşeceklerim var.
- Emredersiniz ! dedi.
Şoföre: "Çabuk geriye ! " emrini verdi m. Halep 'in için
deki k arargahıma döndüm. B iraz sonra Şeyh geldi. Kendi
ni onun anlayabileceği merasimle kabul ettim ve sordum:
- Benden ne istiyorsunuz?
- Ş imdilik bin altın, silah ve cephane . . . dedi.
Bin altını o akşam verdim. Silah ve cephane için söz
verdim . Ertesi gün yine rahatsız olarak karargahımda uzan
mış, yatıyordum. B ir aralık Halep şehrinin içinde bir ateş
koptu. B alkana çıkıp sokağa baktım: Herkes heyecan için
dedir. Ve bir kalabalık, otele h ücum halindedir. Herkes ba
na doğru geliyor. Vaziyeti kavradım, kırbac ımla evvela ka
labalı ğ ı otel dışına çıkardım. Alt kattaki taraçaya indiğim
vakit, Halep kumandanı, heyecandan okuyamadığı bir ra
poru bana verdi, s ük unetle okudum. Rapordan anlaşılıyor
du ki, Halep saldırıya maruz kalmıştır.
B u lu nduğum otelin kapısından sağa saparak yüründü
ğü zaman bir dört yol ağzına rastlanır. O noktaya kadar gel
dim. B ütün yollan tutturmuştum. Düşman uçak larından atı
lan bombalara bazı damlardan atılan bombalar ekleniyor
du. B u beni güldürdü. Çünkü ben Halep ' i korumayı dü şü- 62 -
nüyordum. Akşam v akti idi. B ulunduğum yerden ileride
birçok adamın yere serildiğini görüyordum ; bunlar beni
yalnı z zannederek saldıran zavallılardı. Ben Halep şehrin
de, sokak savaşını idare ettim. Hücum edenler tamamen ye
nil ip bozguna uğrayarak, kovuldular ve takip olundular. Şe
hirde vaziyete tamamen hakim olduk ve sükunet geri dön
diL Akşam yaklaşmıştı. Sokak savaşını idare ettiğim nokta
nın y akınında şoför bekliyordu. i şaret ettim, bulunduğum
noktaya yanaştı. Otomobile binmeden evvel H alep kuman
danına emirlerimi ve talimatı verdim. Verdiğim talimatta
esas olan şu nokta v ardı : (Bu akşam Halep ilerisindeki kuv
vetleri geriye çekeceğim , yarın Halep' i n kuzey batısında
İngiliz ve Araplada savaşacağım . B un a göre hareketinizi
düzenleyiniz.)
Olaylar dilediğim gibi cereyan etti. Ertesi gün sabahle
yin benim kuvvetlerimin geri çekildiğini zanneden Arap ve
İngilizler sevinçle taarruza başladıl ar. Ve tarafımızdan alın
mış olan önlemlerle mağlı1p olup, bozguna uğradılar. İşte
orada bu zafer neticesi bir hat tesbit edip sınır çizdim ve
kuvvetlerime, düşman bu hattın ilerisine geçmeyecektir di
ye emir verdim. Nitekim geçmemiştir.
Gerek Erzurum Kongresi ' nde, gerek Sivas Kongre
si ' nde Türkiye 'nin milll sınırlarını tesbit hususunda ben,
"Türk süngülerinin i şaret ettiği bu h attı" esas kabul ettim.
M alumunuzdur ki, misak-ı milliyi nihayet Ankara' da tesbit
etmiştim. Meselenin y abancısı olan birtakım zatlar, bunda
etkil i olmak istediler ve milli sınırlar söz konusu olduğu za
man, hak1kati bilmedikleri için türlü türlü zanlara kapıldı
l ar.
İtiraf ederim ki, ben de milli sınırları, biraz Wilson
prensiplerinin insani maksatlarına göre ifadeye çalıştım. O
insani prensipiere dayanarak, Türk süngülerinin savunduğu
ve tesbit ettiği sınırlan müdafaa etmişimdir.
- 63 -
Zavallı Wil son! Süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin sa
vunamadığı hatların, başka hiçbir prensiple savunulamaya
c ağ ını anlamadı.
Halep 'te bulunduğum günler zarfında memleketin ge
nel durumunu kendi kendime düşündüm. Vaziyet şu idi:
Müttefiklerimiz ve biz partiyi kaybetmiştik. Fakat Türkiye
için mesele, bütün varlığını kaybetmek neticesine varacak
kadar ölümcüldü. O tarihte düşünülecek şey, kaybolduğuna
şüphe kalmayan partiyi iade etmek olamazdı; yalnız varlı
ğ ımızı muhafaza için en h ızl ı ve kesin çarelere başvurmak
ta tereddüt etmemeliydik. Hatta bu uğurda bütün müttefik
lerimizden ayrı olarak gerekirse yeniden vaziyet almak zo
nmlu olabilirdi.
Halbuki savaşı neticeye ulaştıran o günkü kabineden
böyl e bir hareket beklemek boşuna idi. Derhal bu kabİneyi
düşürmek, onun yerine benim de düşündüğüm tarzda i ş gö
rebilir yeni bir kabİneyi iktidara getirrnek gerektiğine inan
dım. Ş unu da ilave etmeliyim ki, düşüncelerimi uygulaya
bilmek için bu yeni kabİnede mutlaka bütün ordunun ku
mandasının bana verilmesi gerektiğine de kanaat etmiş bu
lunuyordum.
Vaziyet buhranlı olduğundan ve alınacak tedbirlerin
çok ciddi ve seri alınması gerektiğinden, bu düşüncemi
telgrafla Padişah Vahideddin ' e bildirdim. Yeni kabine için
S adrazam olan İzzet Paşa'y ı ve nezaretlere (bakanlıklara)
de bazı arkadaşları isimleriyle tavsiye etmiştim. Ayn ı tel g
rafta kendimin de bu kabinede Harbiye Nazın olarak bu
lundurulmamı çok samimi bir lisanla istedim. Padi şah ' a bu
müracaatımdan, kabine için tavsiye ettiğim zatlara da ayrı
ca bilgi verdim.
Çok geçmedi. TaHit Paşa kabİnesi istifa etti. İzzet Pa
ş a ' nı n başkanlığında yeni kabine teşekkül etti. Bu yeni te
şekkülün benim yazılı beyanımla ilgisi olup olmadığı hak-
64
-
k ıncia bir şey diyeınem. Ancak, tavsiy e ettiğim arkadaşları
mın mühim leri kabineye dahil oldular. Yeni kabinenin te
şekkülü nden sonra Sadrazam Paş a ' dan aldığım bir telgraf
name, hatırımda kaldığına göre şu cümle ile bitiyordu: " B a
rıştan sonra birlikte olmam ızı Allah ' ın lutfedeceğini uma
rım. " B u telgrafa verdiğim cevapta şunları anlatmaya ça
lıştım : Ben, barışın çabuk gelemeyeceğini, barışa kadar çok
buhranlı ve mühim vaziyetlcr karşısında kalacağımızı ve
bu zor luklar içinde vatanıma ciddi hizmetler etmemin
mümkün olduğunu anladığım içindir ki, Harbiye Nezareti
makam ın ı istemiştim . Yok sa barışa ulaşılabildi kten sonra
onun huzur ve sükunu içinde H arbiye Nezareti görevini
benden çok mükemmel yerine getirecek kıymetli zatl ar ol
duğunu bitirdim. Buna göre barıştan sonra reffıkatimizi hiç
de zanıri, hatta lüzumlu saym ıyordum .
B u hatıratı anlatırken, salonda bulunan Ticaret Vekili
Ali Cenani Bey:
- Pa şa H azretleri, müsaade buyurur musunuz? O sı
rada m illl mukavemet teşkililtı için ilk yol göstermeele bu
l un muştunuz; bu küçük hatırayı arz edeyim.
O zaman İstanbu l 'dan G aziantep 'e giden Ali Cenani
Bey (Katma) istasyonunda Gazi Paşa Hazretleri 'ne rastla
mıştı. İstasyon binasındaki karargahında G azi Paşa nereden
geldiğini ve nereye gi ttiğini sormu ş. Ali Cemmi Bey cevap
vermış :
- Antep 'te hcmşirem, kayınvalideın v e akrabalarıın
var. Antep v iHiyeti Maraş ' a naklediyormu ş. Çapulcular şe
hir civarına kadar gelerek yağ maya başlamışlar. Ordu Ada
n a ' ya çekildikten sonra, hep düşman ayağı altında kalacak
lar, onları b aşka tarafa nakil için gidiyorum .
Paşa Hazretleri dem işler ki:
- Memlekette adam kalmadı m ı? Kendinizi savunma
çaresini düşününüz. . .
- 65 -
Ali Cenani Bey, çok ciddi bir şekilde sormuş:
- Ne ile, n as ıl?
- Örgütlenin, milli bir kuvvet meydana getirin, kendinizi savunun. B en istediğiniz siHihı veririm.
Gerçekten, o zaman Gazi Paşa ' nın emri üzerine An
tep' e verilen silahlar, meşhur mLidafaa teşkilatının çekirde
ği ni oluşturmuştur.
-
66
-
SON VAZIFE
Yedinci Ordu Halep civarındaki durumu tesbit etmişti,
1 3 34 ( 1 9 1 8) senesinin son aylarında bulunuyorduk. B u sı
rada Umum Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı ' nı n so
rumluluğuma verildiğine dair bir telgraf aldım. Yedinci Or
du kumandanlık vek�Hetine, kolordu kumandanlarından Ali
Fuad Paş a ' yı tayin ederek grup karargahının bulunduğu
Adana' ya hareket ettim.
Grup karargahı, Adana şehri içinde büyücek bir otelde
idi; M areşal Liman von Sanders ile kurmay subay heyetini
bu otelde buldum.
Yedinci Ordu karargahından bu heyete kavuşuncaya
kadar otomobille, gece gündüz, uyumaksızın, bozuk ve fe
na yollarda uzun mesafeler katetmiştim. Uzun mesafeler
diyorum ; bu mesafelerin ne olduğu nu Katm a ' dan Adana'ya
giden karayolunu harita üzerinde pergelle ölçerseniz, daha
doğru bir şekilde elde etmiş olursunuz.
Niçin bu kadar acele ediyordum? B unu izah etmek güç
tür. Bu acelenin sebebinin; ordu kumandanı bulunan bir genç
generalin, ordul ardan oluşmuş bir gruba kumandan tayin
edilmiş olmasından doğan sevinç olduğu hatıra gelebilir.
Halbuki bu hüküm, ancak h arp başlangıcında bu tür tecellile
re mazhar olanlar için doğru olabilir. Zira böyle büyük kuv
vetieric vatana şerefli ve tarih! vazifeler ifa etmek ümidi, in
sana çok kuvvet ve zindelik verecek bir etkendir. Fakat har
bin sonunda, hez!met ve perişanlık manzaraları karşısında,
aynı hükmü yürütecek mantık sahibi bulunmaz zannederim.
O halde beni çok yorgun dü şüren bu acelenin sebebi
neydi? O zamanki duygularımı olduğu gibi nakletmek zor
olmakla beraber, şu kadarını hatırlıyorum ki; bir an evvel
- 67 -
Adan a ' ya ulaşmak, güney cephelerine henüz hakim bulu
nan kuvvetlerin başında ol arak İstanbul ile aracı sız bir şe
k i lde konuşmak, görüşlerimi uygulamaya geçirebil mek
için müsait bir fırsat olacağı zannında idim. Bu zannımda
ne dereceye kadar isabet edebiimiş olduğumu , bundan son
raki gel i şmelerden anlayacaks ın ız. Ümitlerimin boşa ç ıkt ı
ğını görürseniz, bunun sebeplerini inceleyebilecek kadar
vesikaları size verece ğim.
Mareşal Liman von Sanders Paşa'nın karargahında,
büyük nezaket ve itina içinde İstirahat ettirildim.
Şimdi yalnı z Liman von S anders ' le ben, onun kuman
danl ık bürosundayız. İkimiz bir masada, karşılıklı ayakta
yız. Liman von Sanders, huy edindiği terbiye ve nezaketle,
fakat çok hazin bir li sanla bana şu kısa cümleleri söyleye
rek kumandayı terk ve teslim etti:
- Ekselans ! Siz, savaş cephelerinde, Arıburnu ' nda,
Anafartalar ' da çok yakından tanıdığım bir kumandansmız.
Aramızda gerçi belki bazı hadiseler geçm i ş olabil ir. Fakat
nihayet bunlar bizi birb i ri mize daha iyi tanıtmış oldular.
Kal pten dost o lduğum uzu zannederim. Bugün Türkiye ' yi
terke zorlanırken, emrim altındaki orduları, Türkiye ' yi ilk
geldiğim zamandan beri takdir ettiğim bir kumandana tes
lim ediyorum . Bu umumi fel aket içinde bedbahtlı k duyma
mak mümkün değildir. Ben yalnız bir şeyle teselli oluyo
rum . Kumandayı size terk ve teslim etmek ! Bu dakikadan
itibaren emir sizindir, ben sizin misafirinizim.
M areşalin hüzün ve elemle dolu sözleri beni de üzdü.
Hiç cevap vermedim, sadece:
- Oturalım, dedim. Karşı karşıya oturduk, birer siga
ra yaktık ve benim ricam üzerine o, birer kahve ikram etti;
ikimiz de suskun, birbirimize bakıyorduk. Bu anda zihnim
den geçenler neydi?
***
- 68 -
Adana otel inin bu bahsettiğim odasında Liman Paşa ile
karşı karşıya düşünürken, diğer bir nokta da hatın ından
geçti. Arıburnu kumandanı idim. İngil izler Anafartalar ' a
ç ı km ıştı. Vaziyet buhranlı v e çok teh likeliydi. Ba şkuman
dan vekil i Enver Paşa'ya kadar doğıudan doğruya müraca
at etmek zorunda k aldım. Yeterli cevap gelmedi. Karargflhı
Yalov a ' da bulunan ordu kumandanı Liman von Sanders pa
şa telefonla beni aradı; konuşmamı zcia aracılık eden. yine
Erkün-ı Harbiye Reisi Kazım beydi, sorduğu sual şu idi:
- Vaziyeti nasıl görüyorsunuz, n asıl bir tedbir düşü
nüyorsunuz? . . .
Vaziyeti nasıl gördüğümü v e kademe kademe nasıl
tedbirler almak laz ım geldiğini çoktan , bütün ilgililere bil
dirmi ştim. B ütün bu müracaatlarıının cevapsız kalmasın
dan kaynaklanan bir üzüntü içinde k ızgınlıkla şu cevabı
verdim:
- Vaziyeti nasıl gördüğümü çoktan size bildirmi ştim.
Tedbire gelince: Bu dakikaya kadar çok müsflit tedbirler
v ardı, fakat bu dakikada tek bir tedbir kalmıştır.
- O tedbir nedir?
- Bütü n kumanda ettiğiniz kuvvetleri emrım altına
veriniz, tedbir budur.
Alaycı bir cevap aldım:
- Çok gelmez mi?
- Az gelir! dedim. Telefon kapandı. B undan sonra da
uzun hikayeler var, en nihayet A nafartatar Grubu Kuman
danlığı ' nı bana verdi, vesaire . . .
.A z m ı gelir, çok m u gel ir? B u k ararı vermek için ara
dan bunca facialar ve telafi si mümkün olmayan zararlada
dolu dört sene geçmesini mi beklemek gerekirdi? Takdir
olunan bu imiş . . O gün benim dedi ğim, hakikat teslim
olunsa daha iyi olurdu; dört :;enelik felaket derslerinin se
bep olduğu uyanma hissinin baskısı altında, bugün bana
.
- 69 -
grup kuvvetlerinin teslim olunmasında mı fazla fayda var
dı , bunlar tartışmaya değer. Osmanl ı Devleti mukadder fe
lakete maruz kalıp darmadağın olduktan ve her şey çamur
lar içine battıktan sonra dahi yapılan bu işlerde olumlu hiç
bir m ana ve maksat yoktu . Esasen devirlerin birer ara çiz
gisi olması gerektir. Şimdi çok memnunum ki beni geçmiş
safl1aların birbirini izlemesi üzerinde bulunmaktan engelle
mişlerdir. Hakikaten insan, yaşadı ğ ı, bulunduğu ve çalıştı
ğı çevre içinde, o dönemi sevk ve idare edenlerle hemhal ve
bir kanaatte olursa, aynı çevre ve dönemin adamı olmaktan
çıkamaz; bana bu felaketten uzak kalmak için ellerinden
geleni yapanlara teşekkür etmeyi vazife sayarım . Onların ,
b u h areketlerini bilinçli olarak yapmadıkl arını zikretmek
şartıyl a. .
-
70
-
MONDROS !VIÜTAREKES İ
Atatürk, Y ıldırım Orduları teşkil§.tım ikmal ederken ,
Mondros Mütarekesi' nin imzalandığı günleri anlatıyor:
- Kumandasını üstlendiğim kuvvetler şunlardı: İkin
ci Ordu, kumandanı N ihat Paşa: Karargahı Adana, benim
eski ordum. . . Yedinci Ordu, benim ordum, kumandanı ve
kaleten Ali Fuad Paşa. . . Hicaz ktıvve-i seferiyesi, kuman
danı Muhiddin Paşa (eski Kabil elçimiz), bir tarihte bunun
kumandanl ığına tayin edilmi şken , kabul etmeyerek Ş am '
dan dönmüştüm; v e son olarak d a Maan (Ürdün sınırları
içerisinde bir bölge) 'da birtakım kuvvetler. . .
Yıldırım Ordular Grubu Kumandanl ığını üstlendikten
sonra, düşündüğüm esaslı noktalar şunlardı : Doğrudan
doğruya elim altında bulunan kuvvetleri, geçirdikleri bütün
zorluklara rağmen h akiki kuvvet haline getirmek, düzene
koymak, yeniden oluşturmak, takviye etmek ! Hicaz kuvve
i seferiyesini, Maan kuvvetlerini hiç de hesaba katınayı dü
şünmedim. Onların zaten esarete mahkum olduklarını iki
sene evvel Cemal ve Enver paşalara anlatmıştım.
Musul civarında bulunan Altıncı Ordu ' dan i stifade et
mek isterdim . Bu m aksatla bu ordunun kumandanıyla doğ
rudan doğruy a haberleşmeye giriştim. İstanbul ve Çanak
kale civarında bulunan kuvvetiere ümit bağlamıyordum.
Doğuda Azerbaycan ve İran ' da bulunan ordulada hiç
bir temas ve münasebetim yoktu; onlar için de henüz bir
şey düşünecek halde değildim. Aden (Yemen) kapısını zor
l ayan S aid Paşa alayının varlığını bile hatırlamıyorum. Fa
kat her şeyden evvel, elim altında bulunan iki ordunun ar
zu ettiğim tarzda takviyesi halinde, bütün felaketiere rağ- 71 -
men Türk sesini işittirebileceği kanaatinde idirn. B u yolda
işe başladım. B ütün görüşlerimi anlam ı ş, bana her ihtimale
karşı yardım etmeye söz vermiş kişiler vardı. B u mi zaçta
olmayanlar da vardı . Onları bir şekilde bertaraf ettim ; me
sela Menzil Müfettişi Avni Paşa ki, bilahare B ahriye N azı
rı ve veka!eten Harbiye N azın olmuştur. Ben ve arkadaşla
rım, bu esaslı görüş üzerinde çalı şırken, İstanbul ' dan şu
emri aldım:
Yıldırım Orduları G rubu Kumandanl ığına
Karargah
2729
İtilaf dev letl eri ile imzaladığımız ateşkes koşulları aşa
ğıya çıkarılmıştır. B ilindiği gibi her ordunun kendine ait i ş
lerini derhal uygulaması gerekmektedir. B u konuda l üzurn
görüldükçe izahat ve talimat verilecektir.
S adrazam ve B aşkumandanl ık
Erkan-ı Harbiyesi Reisi
İZZET
B u emre ilişik ateşkes ko şullarını herkes bilmektedir.
Onu ben size tekrar etmeye lüzum görmüyorum. Bu ateş
kes antlaşmasını baştan sona kadar inceledikten sonra, ben
de oluşan kanaat şu idi : Devlet-i Aliye-i Osmaniye, bu ateş
kes antiaşması ile sadece kendini kayıtsız şartsız düşmanla
ra teslim etmeyi değil, memleketi istilası için düşmanıara
yardımı da v adetmiştir. Bu beni h azin dü şüncelere sevk et
ti. isterdim ki, İstanbul h ükümetini biraz aydınlatayım. Bu- 72 -
na çalıştığıını zannederim; fakat bu konuda iki muhtelif dü
şünce ve anlayış bel irdi. Ben size bunu anl atmayay ım; şim
diye kadar kısmen malum olmuş olan belgeleri aynen sun
ınayı tercih ederim. O belgeler, benim bu dakika söyleye
ceklerimden çok kuvvetl idie Bu belgeleri okuduğunuz za
man göreceksiniz ki, ben. yapılan ateşkes antl aşmas ın ın sa
katl ı ğ ın ı gördüm. Bu sak at noktaları düzeltmeye çal ışmak
gerektiğine inanarak, ilgil i makamlara söyledim . Bu ateş
kes antı aşması olduğu gibi uygulanırsa, memleketin baştan
sona kadar işgal ve istilaya maruz kal:' cağı kanaatini belirt
tim . Dü şmanların her dediği ne başüstüne demenin, bütün
Türk i ye ' ye bu işgal cilerin hakim olmasına neden ol acağı
konusunda şüphe edilmemesi gerektiğini ve bir gün Os
manlı kabinesinin düşmanlar tarafından tayin edileceğini
anlattım. B unun için hiç de kehanete l üzum yoktu. Kendi
ni zayıf ve aciz gören insanlar, n isbeten kuvvetli ve azim
kar i nsanlardan merhamet dilendikleri zaman, mutlaka
kendilerine ac ındıracaklanna inanmak için bilmem ne his
v e s ıfatta olmalıdırlar?
Başkumandanhk Erkan-ı Harbiye Riyaseti Celilesine
N umara
565
Adana' dan
3/1 1 / 1 3 34
Ateşkes şartların ı içeren emr-i sami (sadaret makamın
dan gelen emir)leıi ni aldım. Her ordunun kendine ai t i şleri
derhal uygulaması emir buyuruluyor. Uygulamaya geçebil
mek içi n , söz konusu şartların genel bazı m addelerinin so
rulmasını zorunlu görüyorum. İlgili maddeleri sırasıyla arz
edeceğim:
- 73 -
1 - Madde 1 0: Toros tünellerinin galipler tarafından iş
gali maddesinin açıklanması gerekiyor.
Toros tünelleri denilen tüneller en son açılan iki tünel
dir, işgal edilecek y alnız bunlar mıdır? işgalin mahiyeti, o
kısımd aki h attın i şletilmesin i de kaps ıyor mu? Yoksa koru
ma önlemlerinden mi ibaret kalacaktır. B üsbütün ayrı bir
grup teşkil eden Amanos tünelleri de bu meyanda m ıdır?
Toros tünellerini tutacak işgal kuvvetlerinin miktarı nedir
ve nereden gelecektir?
2- S uriye sınmn ı , S uriye vilayetimizi n kuzey s ın ın
sayınakla beraber bu hususta başkaca bir görüş ve karar v ar
ise bildirilmesi icab eder. Suriye ' de terk ettiğimiz ve bizim
le irtibatı olan hiçbir birlik yoktur. Hicaz ' da bir kuvv e-i se
feriyemiz v ardır. Onunla telsizle dahi irtibatımız yoktur.
Kilikya bölgesinin, Adana vilayetinin önemli bir kıs
mını ihtiva ettiği malum ise de, sınırı meçhuldür, bunun da
açıklanması icab eder.
3- Terhise i lişkin kesin kararların sair icraat ile pek çok
alakası v ardır. Ş artnamenin 20' nci maddesinde bahsedilen
talimat nereden ve ne zaman alınacaktır? Bu hak tamamıy
l a hükümetimize mi, yoksa galiplere mi aittir?
4- Ateşkes şartlarında, her ordunun kendine ait şartl arı
derhal uygulamaya başlaması emir huyurulduğuna göre,
galiplerle oıtaklaşa düzenlenmesi gereken i şlerde galiplerin
müracaatın ı beklemeksizin , t arafımızdan heyetler gönderil
mesiyle ateşkes uygulamasına başlanması mı talep buyu
rulmaktadır?
Arz olunan maddeler h akkında gerekli bilgi al ınıncaya
kadar alınmas ı düşünülen tedbirleri aşağıda arz ederim.
1 . Yalnız antlaşma heyetleri teşkili.
2. Grup ınıntıkasındaki kıyılara konan ve bırakılan tor
pilleri taramak veya kaldırmak hususunda talep edilecek
yardımları ifa için bir deniz müfrezesinin hazırlanması.
- 74 -
3 . Savaş esirleri ve Ermeni esirler ile tutukluların nak
line ait hazırl ıklar.
4. Kadrosu en genç fertlerden olmak ü zere kuvvetli bir
alay oluşturulması ve jandarmanın takviyesi.
5. Fazla mal ve askeri malzemenin Toros ' un kuzeyine
nakli ve hiçbir suretle tahribatma meydan vermeyecek ted
birler alınması.
6. Demiryolları işletmesinin, Alman sivil memurların
dahi ç ıkarılacağı göz önüne alınarak yeniden düzenlenme
si, (Grup bu hususta İstanbul ' dan fazlas ıyla yardım bekler).
7. Terhi s edilecek kuvvetierimize ait teçhizat, silah,
cephane ve diğer araçların toplanma ve saklanmasına ait
hazırlıklardan ibarettir.
Yedinci Ordu Kumandanı
MUSTAFA KEMAL
Yıldırım Ordulan G ru bu Kumandanlığına
Harbiye
567
34- 1 -4/5
1 505
C.36 l 1/1 3 34 tarih ve harekat 565.
1 - Toros tünellerinin İtilaf kuvvetleri tarafından işgali,
yalnız bir muhafaza mahiyetini içermektedir. işletme me
muru kontrol altında olarak size aittir. M ütareke metninde
yalnız Toros tünelleri konu edilmektedir. Eğer Amonos tü
nellerini de i şgal etmek isterlerse, mütareke metninde yal
nız Toros söz edildiğinden bahisle A mano s ' un işgal edil
memesinde ısrarlanmızı genel karargaha iletiriz. İşgal kuv
vetlerinin nereden geleceği ve miktarı İngiliz kumandanı
tarafından bildirilir.
- 75 -
2- Suriye ' deki garnizonların teslimi maddesi i htiyaten
yazılmış bir maddedir. Herhalde bugün cephede bulunan kı
talar bu hususta kesinlikle söz konusu değildir. Suriye' de terk
edilmiş bulunan Hicaz kuvve-i seferiyesine, birinci kuvve-i
mi.irettebeye, Maan çevresindeki birliklere, mütfuekenin ken
dilerine ait maddesi hakkmda Yıldırım Grubu Kumandanlığı
tarafından emir verilmesi H1zımdır. Bunun için İngiliz telsiz
telgrafından istifade olunur. Bugün cephede bulunan kıtalar,
ateşkes antaşmasının beşinci maddesi gereğince yeni asker!
konum kararlaştırılıncaya kadar, hali hazırda bulunduğu hat
ta kalacaktır. Kilikya sınırı gerekirse bildirilecektir.
3 - Terhise, yen i asker! duruma ait kararlar ve 20. mad
dede bahsedilen talimat size buradan verilecektir.
4- Söz konusu i şlerde galiplerin m üracaatını beklemek
lazımdır.
5- Al ınmasına başl anılan ilk önlemler uygundur.
B aşkumandanl ık
Erkan-ı Harbiye Reisi
İZZET
Başkumandanhk Erkan- ı Harbiye Riyasetine
Pek aceledir.
Adana
5/1 1 34
C: 4/5 - 1 1 -34
tarih 5 67/ 1 505 numaralı emirnameyi sa-
m ı:
1 - Toros tünellerini i şgal edecek kuvvetlerin miktarı
İngiliz kumandanlığı tarafından b ildirilir buyuruluyor. B u
kuvvet mesela, gerekirse bütün Anadol u ' yu hakimiyetine
alacak dahi olsa m üsaade edilecek midir?
- 76 -
2- Suriye' deki garnizonların teslimi maddesi iht iyaten
yazılmış bir maddedir, buyurulur. Münasip cümlelerle cep
hede bulunan kıtaların bu hususla aHikası olmadığı izah edi
l iyor. Benim görüşüm, söz konusu maddenin İngilizler tara
fından bizi kandırmak için yazclınlrnış olduğuna ve yüce hü
kümetin elelegelerinin imza ettikleri mütarckc şartların ın iki
tarafca başka başka anlaşı lelığına şüphe kalmamıştır. Çünkü
aynı maclclecle, cephede bulunan kıtaların Suriye 'de bulun
madı ğı düşüncesine karşı , İngilizler bu geeeki (5/6- 1 1 -34)
raporla lafsilatı arzedileceği gibi, Suriye kıtasında bulunuyor
diye Yedinci Ordu 'nun tesl imini teklif etmişlerdir. icab eder
lerse, acizane maksaclım ; bu tarihi ismi ve bunun huduelunu
resmen kabul eden yüce hükümetimizin bu ınıntıkayı göste
ren İngilizce atlasta, (Kilikya) m ıntıkasın ın doğusunda Suri
ye kuzey sınırının Maraş kuzeyinden geçtiğini nazara dikka
te alıp alınadığın ı anlatınaktı. Çünkü acizlerine, Adana ismi
yerine Kilikya ismi tarihisini koyan İngiliz Hükümetinin ,
Suriye sınırın ı da Kilikya kuzey sınırının doğusuna uzatmak
tan ibaret kabul ettiğinele şüphe yoktur. Bu zan Irak sınırının,
İngiliz kumandanı tarafından Altıncı Ordu ' ya gönderilen ha
ritada, Siirt ' ten geçtiğinin gösterilmiş olmasıyla da doğru çı
kıyor. İngilizlerin birkaç günden beri İskenderiye ' ye asker
çıkaımaktan ve Halep 'te milyonlarca erzak mevcut iken er
zak toplamaktan bahsetmeleri de, İskenderun ' un Kilikya
mıntıkasını gösteren haritada Suriye ve Kilikya sınırları üze
rinde bulunuşundandır. Pek ciddi ve samimi olarak arzede
rim ki, ateşkes şaıtları ıneyanıncla yanlış anlamaları gidere
cek önlemler alınmadıkça, orduları terhis eelecek ve İngiliz
lerin her dediğine boyun eğecek olursak, İ ngilizlerin güçlü
isteklerinin önüne geçmeye imkan kalmayacaktır.
Yıldırım Orduları Grubu
Kumandanı
MUSTAFA KEMAL
-
77
-
Y ıld ırım Orduları G rubu Kumandanlığına
Numara:
Harbiye ' den
2735
5/1 1 /34 sonradan
Altıncı Ordu kumandanlığına verilen emrin sGretidir.
"Ateşkes antiaşması gereğince, İ ngiliz Irak ordusu kuman
danhğ ın ın ne Musul ' u işgale, ne de Irak ' ı istediği gibi yo
rumlamaya yetkili olmadığı ; İskenderun' un İ ngilizler tara
fından işgaline dair mütareke metninde bir kayıt bulunma
dığı; Mondros 'taki Amiral C althorpe ' a yazılmıştı. Adı ge
çen şahsın ifadelerine atfen gelen cevapta, Musul ve diğer
yerler hakkında bir daha böyle yanlış anlay ı şiara sebeb
olan harekatta bul unulmaması için İngiliz Ordulan kuman
clani arına emir verilmesinin hemen hemen Londra 'ya bildi
rildiği haber verilir. Bundan dolayı keyfi yetinin nazik bir
şekilde İngiliz ordusu kumandalarına tebliğiyle, Lond
ra' dan verilecek emri beklemeleri hususunun sağlanması
dilenmektedir.
S adrazam ve B aşkumandanlık
Erkan-ı Harbiye Reisi
İZZET
Y ıldırım Orduları Kumandanl ığı
4/1 1/34 tarihli ve 650 numaralı
Sadaret Konağı
rapora:
1 1/34 "sonradan"
Ateşkes hükümlerince İngilizlerin İskenderun ' u işgale
hak ve yetkileri yoksa da, Halep civarındaki ordularını bes
lemek için İskenderun ' dan yararlanmak istemeleri de haklı
- 78 -
bir istek mahiyetindedir. Ateşkes antiaşması nda birçok mad
deyi değiştirmek vakit alacağ ından, bize yalnız şifahen iza
hat ve teminat verebilen İngiliz delegesinin bu centilmenli
ğine karşıl ık bir iyilik olmak ve Yunanistan ' ın faaliyet saha
sına ç ıkarılmasını sağlamak ve kolaylaştırmak üzere; İsken
derun limanından İngilizlerin erzak vesaire nakliyatı husu
sunda yararlanmasında ve İskenderun-Halep yolunu tamir
edebilmelerine izin verilmesinde, en başta bu ordunun vazi
yetince de bir malnur görmüyorum. Bu limandan ve yoldan
yararlanmalarını sağlamakla İskenderun liman ve şchrini
kendilerine terk etmiş olmuyoruz. Liman ve şehir, yine biz
de kalacak; hükümetin askeri ve idari kadrosu (? . . . ) her şeyi
miz yine yerli yerinde bulunacak. Onlar yalnız limandan ve
yoldan, sırf bir misafir sıfatıyla yararlanacaklardı r.
Keyfiyetin yüce tarafınızdan Suriye ordusu kuman
danl ı ğına bildirilmesi istenmektedir.
Sadrazam ve B aşkumandanlık
Erkan-ı H arbiye Reisi
İZZET
Başkumandanlık Erkan-ı Harbiye Riyaseti Celilesine
Adana
6/1 1 /34
No: 579: Erteleyen i dam olunur.
Altı saat ara ile alınan biri açık diğeri şifreli 5/1 1 /34 ta
rihli iki kıta yüce telgrafnamenizin muhteviyat ın ı ve şifrel i
olanının da içeriğini uygulamak için duraksamaya v e dü
şünmeye lüzum gördüğümü itiraf ederim.
-
79
-
İngil izlerin Halep civarındaki orduların ı beslemek için
İ skenderu n 'dan yararlanmak isterneleri hakl ı değildir. Çün
kü İ ngilizlerin eline geçmiş bu lunan Halep vi I ayeti ndc, Ha
lep ' in kendisinde milyonlarca erzak olduktan başka, ateş
kes şartnamesinin 2 1 . maddesine göre, hakikatte H alep ' teki
İngiliz ordusuna iaşece yardı m etmek lazım gelirse, pek çok
crzaka sahip bulunan K il is ve Antep çevresinden özel h azır
lıklar ve önlemlerle erzak sat ı labilir. Yüce şahsiyetl crinizi
temin ederim ki, maksat Halep ' teki İngil iz ordusuna iaşe te
min etmek olmay ıp, İ skenderun' li işgal ve İskenderun-K ı
rıkhan-Katma yoluyla hareket ederek Antakya- Diricemal
Ahterin hattı nda bulunan Yedinci Ordu ' nun dönüş hattın ı
kesrnek ve bu orduyt, , Alt ınc ı Ordu 'ya Musu l ' da yapıldığı
g i bi teslimden kaç ın ı lamayacak bir vaziyete sokmaktır.
İng i !izleri n Eımeni çetelerini bugün Islahi ye ' ele faali
yete geçirmi ş olmaları da bu zanna kuvvet verecek mahi
yettedir.
İngiliz delegesinin centilrnenl i ğini ve buna kar ş ıl ık bu
tarzda iyilik gösterilmesini idrak ve takdir nezaketinden
uzak bulundoğumu arz ederim.
Yunanistan' ın faaliyet sahas ına ç ıkarılmasını sağlamak
için İ ngilizlerin İskenderun ve İskenderun-Halep yolu üze
rinde birleşmelerindeki mantıklı i lişkiyi anlayamadığım gi
bi, bu hususta müsamahayı da biJ akis pek sakıncalı görüyo
rum.
Bundan dolayı keyfiyetin tarafın ızdan İngiliz Suriye
ordusu kumandanına tebli ğine delaleten rnaruzum. İsken
derun ' a her ne sebep ve bahane ile olursa olsun, asker ç ı
karmaya teşebbüs e decek İngilizlere ateşle direnilmesini ve
Yedinci Ordu 'ya, bugün bulunulan hatta gayet zayıf bir ile
ri karakol tertibatı b ırakarak, büyük k ısm ın ın Katma-lslahi
ye istikametinde h areketle K il ikya s ın ırları içerisine girme
sini emrettim .
- 80 -
İngilizlerin aldatıcı davranı şların ı, teklif ve hareketle
rini İ ngilizlerden ziyade haklı gösterecek ve buna karşılık
iyilik gösterıneyi de kapsayacak emirleri güzellikle uygula
rnaya y aradıl ı ş ım m üsait olmadığından ve halbuki B aşku
mandanlık Erkan-ı Harbiye Riyaseti Celilesinin ictihadına
uygun hareket etmediğim takdirde birçok suçlamalar altın
da kalmam tabi i bulunduğundan , kumandayı hemen teslim
etmek üzere yeriine tayin buyuracağınız zatın süratle emir
ve tebliğini özellikle istirhaın ederim.
Yıldırını Ordular Grubu
Kumandanı
M USTAFA KEMAL
Yıldırım Orduları G rup K umandanl ığına
Harbiye
6/1 1 /34
C . 7 8 1 ve 782 şifreye
1 - İskenderun' a çıkacaklara karşı tarafımızdan silah
kullanılınasın ın emir verilmiş olması, devletin siyasetine
ve memleketin çıkarlarına kesinlikle aykırı olduğundan, bu
yanlış emrin derhal düzeltilmesi tavsiye olunur. Ateşkes
şartlarının yanlış yoruınlanmasından ve yanlış uygulama ve
değişik tabirlerden oluşan zorluklar da görülmüştür. Ateş
kes antiaşmasında bu uygunsuz hükümleri kabul ettiren
gaflet değil, kesin yenilgimizdir. Devlet mevcut durumun
dayattığı siyasi girişimlerde bulunmakta ve başarı u ınmak
tadır. Ş urası samimiyetle ifade olunur ki, bu nazik zaman
da devletin geleceğine büyük etkisi olan h arekat ve müna
sebatın cephede tarafımızdan yerine getirilmesinin fazla
s ıyla emniyet gerektireceğine şüphe yoktur. B ununla bera�
81 -
ber şu anki nazik durumda, halimizin m ünakaşa ve ertele
meye tahammülü olmayıp, ordulara tarafımızdan verilen
talimatıara kesin surette uyulması zorunludur ve grubun
lağvı mümkün değildir. Al ıkonulması uygun görülen karar
gahla Yedinci Ordu karargahı unvanı verilenler ve fazl a
olanlar ilga olunur. Gruptaki müfetti şierin v e diğer şah ısla
rın Yedinci Ordu unvanıyla dahi kazanılmış h akları saklı
olduğundan, i ş zaman ında h izmetten kaçınmaları düşünül
memektedir.
S adrazam
Ahmed İzzet
Sadrazam Ahmed İzzet Paşa Hazretlerine
Adana ' dan
7. 1 1 . 34
C : Ş ifrel i iki maruzatıma cevap olan 6. 1 1 . 34 tarihli ş ifreye
1 - İskenderu n ' a çıkacaklara karşı silah kullanma hak
kında verdi ğim ve 5 . 1 1 . 34 tarihli gizli emrin özel madde
lerini aynen arz ediyorum.
(İngilizlerin muhtelif bahanelerle İskenderu n ' a asker
ç ıkararak Yedinci Ordu birliklerini zor duruma sokmak is
tediklerini anlıyorum. B una meydana v ermemek için üçün
c ü kolordu İskenderun ' a kuvvet çıkarılmasını, Yirminci
Kolordu için birinci maddede zikredilen harekat sonuçla
n ınc ay a kadar gerekirse ateşle engelleyecektir.) Zikredilen
birinci madde ise, Yirminci Kolordu' nu n büyük kısmının
Katma-Subaşı hattının kuzeyine geçmesine aittir.
- 82 -
B u h arekat sonuçlanmış olduğundan, silah kull anma
hakkında emrin de uygulama zamanı geçmiştir. Bununla
beraber kuvvetli isteğiniz Uzerine, oradaki kumandana ye
niden gerekli talimat verilmi ştir.
2- Dünlin kötü mirası olan bugünkü berbat durumdan
devletimizi kurt<.uma hususunda başan umulan siyasi girişim
lerde Allah ' ın iltifatl arına erişmelerini, Cenab-ı Hak ' tan bü
tün ruhumla niyaz ederim. Cephedeki harekat ve mlinaseba
tın acizane tarafıından yerine getirilmesinde gösterilen sami
rniyete şüphe etmem ve bu samirniyet ve tevcccühe itimadı
mın derecesi, memleketin kurtuluşu hususunda Ustüme düşen
görevlerin uygulamaya geçiıilmesiyle meydana ç ıkacaktır.
3- Mevcut durumun nezaketini bütün mahiyetiyle ve
pek bilriz bir şekilde takdir edebil eeeğime kuvvetli güveni
nizin yokluğu kadar acizlerini üzecek bir şey olamaz. Vazi
fenin yerine getirilmesinde mutlaka memleketin kurtuluşu
nu amaçlayan tarzı icra etmek v e bunun gerektirdiği bazı
türlü istirhamlarımın, gecikme sebebi olarak al ınmasını
özel likle rica ederim.
4- Grup karargahın ın Yedinci Ordu karargahı v aziyeli
ni almasıyla, yeni teşkilat hakkındaki kuvvetE isteklerinize,
Yedinci ve İkinci Ordular karargahiarı l ağvedilerek yalnız
grup karargahının bırak ılmas ı hakkındaki maruzatım tama
men uygun düşmüştür. Aradaki fark l afızdan ibaret kalmış
tır. Y ıldırım Grup adı konusunda ise; diğer bütün nedenler
den ve anlay ı şlardan kaçınınakla beraber, bugün kuman
dam altında bulunan birlikler ve her türlü enkazın ın geçmi
şe ait birçok girift muameleleriyle tamamen barış zamanı
geçilineeye kadar Yıldırım Grubu ile ilgisinin kesilmesinde
şimdilik birçok zorluk v ardır. Yedinci Ordu dahi önce veya
sonra i lgaya mahkum bulundu ğu ndan, bunun şimdiden lağ
vıyla gelecekte dahi tarihi bir ad o larak herhangi bir ku
mandanl ığa verilmek suretiyle saklı kalabilecek ve bir gün
- 83 -
de manevi' etkis i büyük olan (Yıldırım Orduları Grubu) un
vanının Yıldırım Grubu şeklinde korunmasına yüksek mü
saade lerinizi istirham e ylerim.
M ustafa Kemal
Yedinci Ordu Kumandanlığına
8. 1 1 . 34
No: 24
Bugün Britanya hükümetinden aldığı emre uyarak
Amiral Calthorpe, General Allenby tarafından bildirilecek
müddet zarfında İskenderun şehrinin teslimini talep ve ak
si takdirde adı geçen generalin şehri zorla i şgal edeceğini;
İ skenderu n ' da kıta kumandanımıza emir ve talimat veril
mesini yazıp, bu doğrultuda ateşkes antlaşmasın ın yedinci ,
onuncu, on birinci maddeleriyle beyan olunan şehri teslim
teklifine hak ve yetkisi olduğu ve savaşa devam noktasında
mutlak surette ikiz bulunduğumuz açık bir h J susken ; İs
kenderun şehri için, güçlükle akdine muvaffak olduğumuz
ateşkesin feshedileceği malum olmakla, müracaat gerçek
leştiğinde şehrin tahliye ve teslim olunması için gerekl i ki
şilere süratle tebliğ edilmesi gerekir.
İskenderun l imanından ve Halep şosasından istifade
edilecekleri teklif edilmiş iken, böyle dehşetli bir cevaba
maruz kalmamızın; İskenderun kumandanına İtilaf devlet
lerinin ilk müracatlannda tarafım ızdan sert ve soğuk bir ce
vap almalarının büyük etkisi olduğu kuvvetle muhtemel ol
duğundan, gevşeklik göstermernek şartıyla bu aczimizin
dikkate alınması ve söz ve hareketlerimizin buna göre ol
ması, memleketin selameti için çok gereklidir.
S addizarn ve B aşkumandanl ık
Erkan-ı Harbiye
Ahmed İZZET
- 84 -
Sadrazam İzzet Paşa Hazretlerine
Adana
8 . 1 1 . 34
İskenderun şehrinin İngilizlere teslimi hakk ındaki
8 . 1 1 .34 tarihli yüce emirleriniz alındı. İskenderun limanın
dan ve Halep şosasından istifade edebilecekleri hakkındaki
İtilaf güçlerinin gerçekleşen i lk müracaatlarına tarafımızdan
sert ve soğuk bir cevap veıilmiş olduğu hakkındaki, devlet
lerinin yanl ı ş zanna kapılmalarının sebebi anlaşılmam ıştır.
Muhtelif sebep ve bahanelerle, İngilizlerin İskende
run 'u işgal için gerçekleşen ilk ve son müracaatlarına, ora
daki kumandan tarafından, verdiğimiz talimata uygun ola
rak verilen cevap fazlasıyla nazikane ve hükümetimizin bi
ze tebliğ eyLediği ateşkes şartnamesi içeriğine ve zat-ı dev
letlerinin emirlerine tamamen mutabık olduğu grupça bel
gelere dayan arak iddia olunur. Bu doğrultuda sert ve soğuk
cevap alındığının B ritanya hükümetinin delegeleri tarafın
dan dahi söylenmiş olduğuna bir kay ıt ve işaret yoktur.
B undan dolayı İngilizlerin dehşetli bulduğumuz en son ce
vapların ın sebeblerini başka yerde aramak l azımdır ve azar
azar bütün memleketi istilaya kadar v aracak olan böyle
dehşetli cevapların tekrarına şüphe olmadığından, arz etti
ğim sebebierin derin düşüncelerle muhakeme edilmesinin
gereğini sunmayı görev sayarım .
Halep ' te bulunan İngiliz kumandanı yararlanmayı ta
lep ettikleri İskenderun-Halep şosasını güvenlik altında bu
lundurabilmek için birliklerimizin Kilis-Payas hattın ın ku
zeyine alınmasım İngiliz başkuınandanlığının İstanbul ' a
teklif ettiğini ve zaman kaybına yer vermemek üzere H a
lep-İskenderun şosasının şimdiden keşfine izin verilmesi
gereğini bildirmiştir.
- 85 -
Altıncı Ordu kumandanlığının 7 . 1 1 . 34 tarihli raporu da
doğal olarak zatınızın dikkatini çekmiştir. Bu raporun içe
riğine göre, İngilizlerin Nusaybin-Cerablus-Halep demir
yolunu işgale işaret olan ve İngiliz ordusu başkumandanı
nın , Musul 'un derhal terki ve aksi takdirde zorla gireceği
hakkındaki tekl ifi ne şekilde yorumlanacaktır? Görü lü yor
ki, meselenin tarafımızdan İngiliz delegelerine karşı ger
çekleştiği zannolunan soğukluğa bağlanmasına yer yoktur.
Belirttigim görüşlerdeki amacım acizane şudur: Her ne
sebeble olursa olsun, İngilizlerle aktedilen ateşkesin imza
altına giren kayıtlı şekli, Osmanlı Devleti 'nin korunması ve
selameti için yeterli mana ve mahiyette değildir. B ahsolu
nan maddelerin önemli ve geniş manaları nın bir an evvel
tesbiti lazımdır. Yoksa İngilizlerin tekliflerine bugüne ka
dar olduğu tarzda karşılık verildiği takdirde, bugün Payas
Kilis hattına kadar olan araziyi isteyen İngili zlerin , yarın
Toros'a kadar olan Kilikya m ıntıkasının ve daha sonra
Konya-İzmir hattının işgali gereği tekli flerinin birbirini ta
kip edeceğine ve netice olarak ordumuzun kendileri tara
fından sevk ve i dares i ve hatta Osmanlı Devleti ' ni n bakan
lar kurulunun B ritanya hükümeti tarafından seçilmesi ge
rektiği gibi tekliflerle karşı l aşmak da olmayac ak bir şey de
ğildir. Acz ve zaafımızın derecesini pek iyi bi lirim. Bunun
la beraber devletin yapmaya mecbur olduğu fedakarlığın
derecesini de belirlemek gerektiği kanaatini muhafaza
edcrdim. Yoksa Almanya i le müttefikken sonuna kadar de
v am etmek halinde büsbütün bozguna uğramaya nazaran;
İngilizlerin kendi gayretleriyle elde edeceği neticeyi onlara
bizim yardıınımızla bahşetmek, tarihte Osmanlıl ık için ve
bilhassa mevcut h ükümetimiz için pek kara bir sah i fe mey
dana getirir. Şayet yüce hükümetimizin, İngili zlerle ciddi
yet ve samimiyetine güvenilebilecek bir gizli anlaşma y a
pı lmrş ve yapı lması kuvvetli bir ihtimal ise, bu hususu bil- 86 -
mememiz, tabii ki yanlı ş anlay ışıara sevk edebileceğinden;
m ümkünse bu hususta imaen olsun aydınlatılmayı istirham
ederim. Vatan ın geleceği için endişelenmekten doğan ve
samimi olduğuna şüphe edil memesi gereken işbu düşünce
lerimin, münakaşa mahiyetinde görülmemesini özell ikle ri
ca ederim. Bilhassa zatınızca anl aş ıldığına inandığım ve
gerekeniere arz ve tebl iğini memleket selameti gereği ka
bul ettiğim görüşlerime uymaktan kendimi engellemeye
·
kadir değilim.
***
B enim görüşlerün ve bu görüşlerimi be1ge1endirmek
için size bahsettiğ im veslkalar okunduktan sonra, bütün
Türk milletini bilhassa Türk aydınların ı vicdani ve fikri
olarak iyice düşünmeye davet etmek isterim. Hatırat diye
size naklettiğim bu hikayelerin, zamanımıza kadar bazı ki
şilerin hatırat yayınlamak sevdasına benzer bir eğilimden
doğmuş olduğunu zannetmezseniz. . . Eğer ben bu gerçekle
ri size söylüyorsam ve milletimize tebliğ ediyorsam, elbet
te bundan büsbütün başka bir maksactım v ardır. B u maksat
ne olabilir? Bunu ben burada açıklayamam. Fakat benim
tasavvurlarım şudur ki; düşüncelerimi samimi olarak nak
leden bu yazı lar okunduktan sonra, milletimin kendi kendi
ne vaziyeti anlamak ve m uhakeme etmek için lüzumlu bel
gelere sahip olacağına şüphe etmem.
Eğer bahsettiğim zihniyette olanların dünyadan ne ka
dar anlamadıklarını olaylar ispat etmemiş olsaydı, benim
bu sözlerimin gerçekliği zor anlaşılabilir diye bir zaman
daha beklemeyi gerekli görürdüm Fakat zannediyorum ki,
böyle bir gecikmeye benim tarafıından değil, fakat Türk
milleti tarafından da artık hiç l üzum ve ihtiyaç kalmamı ş
t ır.
-
87
-
. .
ISTANBUL' A DONUŞ
.
.
.
Atatürk artık İstanbul ' a dönmüştür.
-B ir gün İzzet Paşa tarafından makine başına davet
olundum. Adı geçen şahıs kabineden istifa ettiğini bildir
dikten sonra, benim İstanbul ' da bulunmamın uygun olaca
ğını söyledi. Ben bu imadan, İstanbul ' da buhranlı vaziyeı
ler cereyan ettiğini anlayarak, zaten kumanda ettiğim grup
da lağvedilmiş olduğundan, İstanbul ' a hareket ettim.
Eğer yanılmıyorsam, İzzet Paşa ile ilk defa. henüz terk
etmemiş olduğu Fuad Paşa türbesi karşısındaki Sadaret Ko
nağı ' nda görüştük. İzzet Paşa kabineden niçin çekildikleri
ni izah etti . Bu nihayet bir onur meselesiydi.
Ben çekilmiş olmalarını doğru bulmadım; kendisine
Sadaret (başbakanlık) verilen Tevfik Paşa kabinesini oluş
turmamak ve tekrar İzzet Paşa başkanl ığında yeni bir kabi
ne meydana getirmek gerektiğine inandığımı bildirdim .
Durum tartı ş ılarak, teklifim kabu l edildi. H atta yeni bir ka
bine l istesi de yapıld ı. Esaslı bir noktayı atıadım galiba; ben
İstanbu l ' a geldiğim zaman artık savaş kabinesinin önemli
ki şileri Enver, Talat ve Cemal Paşalar orada değildiler.
Sadaret Konağı ' nda verilen karardan sonra, her biri
miz bir türlü çalışmaya başladık. İlk hedef kabineyi düşür
mek olduğuna göre, ben derhal Meclis-i Mebusan ' l a temas
aradım. Öteden beri arkadaşım olan mebuslarla (milletve
killeriyle) konuştum. Görüşümü onlara izah ettim ve beni
daha büyük mebus kitleleriyle temasa geçirmelerini kendi
lerinden rica ettim . Bu arkadaşların aracılığıyla, ilk defa
olarak sivil kıyafetle, Fındıklı ' daki Meclisi Mebusan bina
sına gittim.
- 88 -
O günlerde Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu söz ko
nusuydu. B en güvensizlik oyu verilmesi fikrinde idim. İşte
Meclis-i Mebusan binasına girdiğim gün , güvenoyu mese
lesinin Meclis ' te oylanacağı gündü. Kanaatimi mümkün ol
duğu kadar süratle, tanıdı ğım veya orada bana tanıtılan me
buslara izaha çal ı ş ıyordum. B ir kısım mebuslarda şu tered
düt vardı: "Eğer güvensizlik oyu verecek olursak, Meclis ' i
dağıtacaklardır. Fakat Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu ve
rip biraz zaman kazanarak, bu esnada belki faydalı işler
görmek mümkün olur."
B en ise Meclis ' i n zaten dağıtılacağına inanıyordum
ve dağıtacak olan da yeni s addizamdı. B u kararı uygula
mak için tabii ki evvela Meclis ' in güvenoyunu alarak sa
daret makam ın ı usulünce i şgal etmesi gerekiyordu. B unu
sağladıktan sonra bazı zatların düşündüğünün aksine, hiç
bir zaman ve fırsat vermeksizin Meclis ' i dağıtaeağına şüp
he yoktu. O halde netice madem ki bu olacaktı; kabİneye
güvensizlik oyu vererek ve bunu tekrarlayarak zaman ka
zanmak daha yerindeydi . İ şte belki bu kazanılacak zaman
zarfında tekrar İzzet Paşa başkanlığında bir kabine meyda
na getirmenin sebeb ve şartlarını h azırlayabilirdik. Meclis
salonlarında, koridorlarda, ayak üstü, ani mantıklad a yapı
l an bu münakaşalar şöyle bir netice verdi : Mebuslann
önemli bir kısmı sal onlardan birine toplandılar ve beni de
oraya davet ederek, genel kurul a açıklama y apmam ı teklif
ettiler. Vaziyeti , içinde bulundukları şartları ve yapılması
gereken hareketi , muktedir olduğum kadar kendilerine
izah ettim. Kabineye mutlaka güvensizlik oyu vermelerini
tavsiye ettim.
Teklifim orada hazır bulunanlarc a kabul olundu ve ba
şarıl ı olacakları noktasında kesin ümitlerin i söyleyerek, bu
lunduğumuz salondan ç ık ıp Meclis B aşkanı ' nın toplantı
çağrısına uydular.
- 89 -
Ben bir locada karar neticesini bekliyordum. İsimler
okun arak oylar soruldu; tasnif olundu ve netice kürsüden
Genel Kuru l' a bildirildi. Tevfik Paşa kabinesi çoğu nlukla
güvene layık görü lmü ştü !
Ne y al an söyleyeyim, biraz hayret ettim. Benim tekli
fimi kabul ettiklerin i söyleyen mebus (milletveki l i ) adedi
küçümsenecek gibi değildi. B unlar arasında özellikle söz
lerinin ve mevkilerinin çok etkili olduğu zannını verenler
de v ardı. Fakat şüphesiz Mecl i s ' teki psikoloj ik havanın bir
an içinde deği şebilecek mahiyette olduğundan daima uzak
kalan benim gibi bir askerin şaşkınlığı normaldir. B u aca
yip fikirler ve h islerin hakim olduğu ortarndan çıkmak i ç i n
fazla beklemedirn. Derhal Osmanlı Meclisi Mebusan s ara
yını terk ettim. Evi me döner dönmez, saraya telefon ederek
Vahideddin ' den görüşme i stedi m . Onunl a hemen bir görüş
me yapmayı faydalı buluyordum.
M aksadım kendisiyle görüşüp, tedbir olarak düşün
düklerimi açıkça söylemek ve bu tedbirlerin uygulanma
sındaki zorunluluğu izah etmekti. Padişahı düşündüğümüz
teşebbüse ikna edebileeeği m i zannediyordum. Görüşme
talebi için, vazifesi itibarıyla aracı lıkta bulunan N aci beye
( Naci Paşa) maksadımı ima ettim. Naci beyin, bu görüş
menin o gün veya ertesi gün olması için çok çalıştı ğ ına
eminim. Fakat kafasında gizli bir kararı şeytani bir şekilde
saklayan Vahi deddin , saffet ve samirniyet gösteren aldatı
c ı tavrıyla, önümüzdeki cuma günü selamlıkta hazır bulun
marnı ve orada benimle görüşeceğini bi ldirdi . Cuma günü
ne çok v ardı. B ununla beraber yapılacak başka bir şey de
yoktu.
- Cuma selamlığına gittim; namazdan sonra oradaki
salona davet eden Vah ideddin ' le, dışarıda d inleyenler tara
fından çok uzun olarak yorumlanmış bir görüşme yaptık.
Hakikaten görüşme, zaman itibarıyla çok sürmekle beraber,
- 90
-·
fikir alışverişi itibanyla pek kısa olmuştur. Ben, tahmin
edebileceğiniz zemin üzerinde onu aydınlatmak ve uyar
mak için giriş yaparken, o çok ustaca bir tarzda benden ön
ce davrandı. Dedi ki:
- Ordunun kumandan ve subaylan eminim ki, seni
çok severler; onlardan bana bir fenalık gelmeyeceğine te
m inat verir misin?
B irdenbire böyle bir sorunun maksat ve manasını anla
yamadım. Sordum:
- Ordunun aleyhinizde bir harekete giriştiğine dair
b ilgi ve h isleriniz mi var, efendim?
Gözlerini kapad ı , olumlu veya olumsuz cevap verme
di; aynı soruyu tekrar etti. Cevap verdim :
- Gerçi , b e n İstanbu l ' a geleli birkaç gün oldu; bura
daki durumu yakından bilmiyorum; fakat ordu komutanla
rı ve subaylannın Zat-ı Ş ahanenizle karşı karşıya gelmesi
için bir sebep olabileceğini zannetmiyorum. Onun için, hiç
bir kötülük gelmeyeceği noktasında b an a güvenin.
Çok örtülü bir tarzda i lave etti:
- Yalnız bugünden bahsetmiyorum , bugünden ve ya
rından.
Son cümle, bende bir şüphe uyandırdı; demek ki, padi
şah ın i leride öyle bir hareket yapma ihtimali v ardır ki, or
dumm vatansever kumandan ve subayları müteessir olabi
lirler. Zat-ı Ş ahane beni kandırarak, sayemde onlardan
emin olmak istiyor; fakat bu düşüncemi kendisine nasıl
izah edebilirdİm ve böyle bir izahta bulunmak kendim ve
maksactım için faydalı olur muydu?
Karşımdaki adam kararını çoktan vermiş görünüyor
du; biz ise bu kararın ne olduğunu anlayamayan veya anla
mak istemeyen kimse lerle temasta kalm ış, karşı hiçbir ted
bir almaya zaman ve fırsat bulamamış durumda idik. Padi-
-
91
-
şah gözlerini açarken ayağa kalktı ve şu sözlerle görüşme
ye son verdi.
- Siz akıllı bir kuın andansınız, arkadaşiannızı ayd ın
latıp yatı ştıracağınızdan eminim.
Çok ümitsiz ve üzgün, fakat üzüntümün gerçek sebe
bini dahi anlayanıaın ı ş h alde Vahi deddi n ' in salonundan
çıktım.
D ı şan da bir saati aşan zamandan beri kapılarda, kori
doı·larda, şurada burada ayakta bekleyen birçok kişinin, bu
uzun görüşmeden bezgin ve yorgun, fakat biraz manidar
bakışlada bana bakmakta olduklarını hissettim. itiraf ede
yim ki, o anda bu bakı şların manalarını anlayaınaın ı şt ım.
Ancak bir iki gün sonra artık her sırrı öğrenmiştim. Bu ge
çen günler zarfında ne olmuştu, onu hepiniz bilirsiniz;
Meclis-i Mebusan feshedilmişti l
Sonraları işittim ki, güya o uzun görüşmede Pad işah,
Meclis-i Mebusan ' ı dağıtmak gerektiği hususunda benimle
düşüncelerini paylaşmı ştır. Ve ben kendisini onaylayarak
ordunun aynı fikirde olduğunu söylemi ş ve kendimle arka
daşlarım namına ona söz vermi şim. Artık böyle dedikodu
lara önem verecek halde değildiın, ü zgündüm. İzzet Paşa
ve bazı arkadaşlar ile Sadaret konağında verdiğimiz karar
çoktan suya düşınüştü.
Ş işli ' deki evimde yeni durumu dü şünüyordum. İ stan
bul sokakları İtilaf devletlerinin süngülü askerleri yle dol
muştu. B oğaziçi, topların ı s ağa sola çeviren düşman zırhl ı
l anyla, lacivert sularını göstermeyecek kadar örtülüydü.
Herkes ancak çok zorunlu ihtiyaçlan için evlerinden çıka
biliyor, sokaklarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere
uğramamak için caddelerin duvar diplerinden, büzülerek,
eğilerek ve korkarak yürüyebiliyorlardı. B ütün tedbirlere
rağmen yine bin türlü fec i saldırı sahneleri eksik olmuyor- 92 -
du. Koskoca İstanbul ve koskoca İstanbul ' un yüz binlerce
halk ı, sesleri kısılmış bir halde idi.
İstanbul ufuklarında y aln ız düşman hakaretleri , düş
man bayrak ve süngüleri yükseliyordu.
Şaşıl acak şeydir. Art ı k adi bir mendil gibi ayak altında
çi ğnenen bu çevrede hala bir saltanat, bir hükümet, bir v ar
l ık olduğunu zannedenler vard ı.
- 93 -
ATE ŞKES
Ş imdiye kadar Atatürk'ün ağzından nakletmiş oldu
ğum Mitıraların son kısmında görüldüğü üzere, İzzet Paşa
sadrazam olduğu vakit Adana'da bul unan Mustafa Kemal
Paşa, Mondros Ateşkes Antiaşması ' nı n , bilhassa askeri i ş
gallere alabildiğine hak veren maddelerini daha fazla açık
hale getirmek, bu ateşkesin "kayıtsız ve şartsız teslim" ka
rakterini hafifletmek ve bunlar sağlanmadıkça seferberlik
halindeki orduyu terhis etmemek fikrinde idi. Bundan baş
ka, kabine değişikliği olduğu v akit , kendisinin Harbiye N a
zırlığı ' na getirilmesini istemiştir. Sadrazam İzzet Paşa,
ateşkes şartlan h akkındaki eleştirilerini dikkate almadıktan
başka, Harbiye Nazırlığı için, " B arış sonrası refakatimiz
Allah' ın lütfuyla m ümkündür ! " cevab ını verdi.
İskenderu n ' a asker çıkanlmasını silahla engellemek
h akkında emir vermi ş olmasından dolayı da, Mustafa Ke
mal Paşa ile kabine arasında anlaşmazlık çıktı.
Mustafa Kemal Paşa Harbiye N azırlığı ' nı niçin istemiş
olduğunu şöyle açıklıyor:
- B en barı ş ın çabuk gelmeyece ğini biliyorum. B anşa
kadar çok buhranlı vaziyetler karşısında kalacaktık. İşte bu
sıralarda vatana c iddi h izmetlerde bulunabileceğim kana
atinde idim.
İstanbul ' a niçin ve nasıl h areket etmiş olduğunu yine
kendisinden dinleyelim:
" B ir gün İzzet Pa şa beni makine ba ş ına çağırdı; kabi
nenin istifa ettiğini söyleyerek İstanbul' da bulunmam ın uy
gun olacağını söyledi. B en bundan payİtahtta durumun ka
rıştığı manasını çıkardım. Kumanda ettiğim ordular grubu
da kaldırılmış olduğu için, İstanbu l ' a hareket ettim."
- 94 -
İstanbu l ' a gelen M u stafa Kemal Paşa, İzzet Paşa ile,
Fuad Paşa türbesi karş ıs ındaki konağında buluştu. İzzet
Paşa i stifa sebeplerini anlattı. M ustafa Kemal Paşa, niha
yet bir onur meselesi yüzünden, böyle bir zamanda hükü
meti bırakmanın doğru olmadığı fikrinde idi; ona göre sad
razamlık makamına çağr ılan Tevfik Paşa kabinesini düşür
mek ve yeniden bir İzzet Paşa kabİnesi kurulması gerek
liydi . Orada bulunanlar bu teklifi kabul ettiler; h atta yeni
bir kabine l istesi bile y aptıl ar ve her biri çal ışmaya koyul
dular.
Mustafa Kemal Pa şa, önce eskiden arkadaşlık ettiği
bütün mebuslarla, kabineyi nasıl düşürecekleri h akkında
konuştu. Bu arkadaşlar, teklif üzerine, kendisini başka me
buslarla da tanıştırmak istediklerinden, ömründe ilk defa,
Fındıklı ' d aki Meclis Sarayı ' n a gitti. Haftanın tartışma ko
nusu ise, Tevfik Paşa kabinesine o gün güvenoyu istenecek
olmasıydı :
- Kanaatim, güvenoyu verilmemesi idi. Eski tanıdı
ğım veya o gün tanıştığım mebuslara bu kanaatimi kabul
ettirmeye çalıştım. B ir kısım mebuslar şu fikirde idi: Eğer
güvenoyu verilmezse, Meclis dağıtılacaktı; eğer böyle ya
p ılmazsa biraz v akit kazanmak ve bazı faydalı i şler görmek
mümkün olabilecekti. B e n ise Meclis 'in dağıtılac ağından
şüphe etmiyordum. Yen i sadrazarn ın bunu y apabilmesi
için, güvenoyu alması gerekiyordu. Vakit kazanmak için
de, bilakis güvenoyu vermemek ve bunda ısrar e tmek, ara
da da yeni bir İzzet Paşa kabİnesi kurulma çarelerini ara
mak daha doğru idi.
Hatta birtakım mebuslar özel bir toplantı yaparak,
Mustafa Kemal Paşa ile daha etraflı bir münakaşada bulun
dular. B u yüzden teklifinin kabul edildiğini ve Tevfik Paşa
kabinesine güvenoyu verilmeyeceğini sanıyordu. Mebuslar
toplantı salonuna girerken , o da locaya çıktı. Herkes oyunu
- 95 -
verdi, tasnif i şi bitti ve reis, Tevfik Paşa kabinesinin çoğun
lukla kazandığını bildirdi.
MecJ is 'ten çıkınca, Almanya seyahatindeki tanışıklığı
na güvenerek saraya telefon etti. Vahi deddin ' i n kendisini
kabul etmesi ni rica etti. Maksadı padişahla açık konu şmak,
tedbir diye düşündüklerini açıkça söylemekti. B u ric asını
bildirecek zat, hocası Naci beydi (Mebus General Naci El
deniz); kendi:>ine maksadını ima bile etti:
- Naci beyin o gün veya ertesi gün içinde randevu al
maya elinden geldiği kadar çalıştığında şüphe yoktu. Fakat
kafasındaki kararını gizleycn Vahideddin, saflıktan gelerek,
önümüzdeki cuma selamlığına gelmeınİ ve benimle orada
konu şacağını bildirdi. Curnaya birkaç gün vardı . B ekle
mekten başka ne yapabilirdim? Cuma günü selamlığa git
tim ve görüşme yaptım. Konuşma uzun sürdü . Ancak .<:o
nuştuklarımız çok kısa idi. Ben sözüme başlangıç ararken,
padişah benden önce davrandı ve dedi ki: "Bilirim ki, ordu
nun subayları ve kumandanları sizi severler. Onlardan bana
bir kötülük gelmeyeceğine güvence verebilir misiniz?"
B öyle bir sorunun sebebinin ne olduğunu hemen kavraya
madım. "Orduya ait bazı bilgileriniz mi v ar, efendim?" di
ye sordum. Gözlerini kapadı , ne evet, ne h ay ır, ded i , yalnız
sorusunu bir daha tekrar etti. "Gerçi", dedim, " B en İstan
bul ' a gelel i birkaç gün oldu. Buradaki durumu tamamıyla
b ilmiyorum. Yalnız ordu kurnandan ve subayl arında, Zat-ı
Ş ahanenize karşı bir cereyan olması için sebep görmüyo
rum. " Anlaşılmaz bir tavırla ilave etti: " Yalnız bugünden
bahsetmiyorum, bugünden ve yarından. " Bu son cümle be
ni şüpheye düşürdü. Demek Padişah ileride öyle bir hareket
yapabilirdi ki, ordunun vatansever kumandan ve subayları
bundan müteessir olabilir. Padişahın verilmiş bir kararı var
idi. B iz ise bu kararın ne olduğunu bilme yen veya anl amak
istemeyen kimselerle konuşuyorduk. Zat-ı Ş ahane gözleri- 96 -
ni açarken ayağa kalktı, şu sözlerle görüşmeye son verdi:
"Siz akıllı bir kumandans ınız. Tecrübesiz arkadaşlarınızı
aydınlatacağınızdan eminim.''
Meclis feshedilmiştir. Hatta o zamanlar şu rivayet de
ç ıkarılm ı ş: Padişah bu fesih i şi için Mustafa Kemal ' e da
nışmı ş, o da hem doğru olduğunu söylemiş, hem de ordu
nun kendi fikrinde olduğunu bildirmi ş.
Şi şli' deki evine çekildi. İstanbul sokakları İtilaf asker
leri ile dolu idi. "Boğaziçi, top l arını sağa sola çeviren düş
man zırhl ılanndan Hkivert sulan görünemeyecek kadar ör
tülü idi. " B irçok hisli v atandaş ancak ekmek ve erzak al
mak için evlerinden çıkabiliyor, onlar da hakaret görme
mek için, duvar diplerinden büzülerek ve eğilerek geçiyor
du: "Koskoca İstanbul ve şehirde yaşayan yüz binlerce halk
adeta sesleri kısılmış halde idi. "
Bir g ü n Akaretler ' de anas ın ın evinde iken, kapıy ı İtal
yan askerlerinin zorlamı ş olduğunu haber verdiler. A şağı
indi, kim olduğunu haber vererek yukarı çıkmamalarını is
tedi. Mustafa Kemal ' in pek sinirli olduğunu gören subay:
"Biz böyle emir aldık, yerine getirmeye mecburuz ! "
dedi .
- Size bu emri veren kimdir?
- Kumandanımız!
- Evimden çıkmanız için ne yapayım?
- Kumandanımızdan bir emir getirmelisiniz!
- O h alde, dedim bu emri almaya çalışırım. O zamana kadar siz de olduğunuz yerde kalınız.
S ubay nazik davrandı . Evde telefon olmadığı için,
Mustafa Kemal bir köşe yukanda oturan Diyarbekirli Ka
zım Paşa' nın apartmanma koştu. İtalyan temsilciliğini ara
d ı, telefona gelen zata başına geleni anlatt ı, bir müddet son
ra kendisine şu cevabı verdiler: "- Afedersiniz, mutlaka
- 97 -
bir yanl ı şl ık olmalı. Askerlerin başındaki subayı telefona
çağırırsanız emir verilecektir." Subay geld i , konuştular ve
evi zorlamaktan vazgeçtiler.
Ertesi gün, kendis ine Ş işli bölgesi İtaly an komutan ının
arkası yazılarla dolu bir kartını getirdiler. B u kartta şunlar
yazıyormu ş:
"Bu eve , kimse tecavüz edemez."
B i rkaç gün sonra, bu sefer İtaly an olmayan bir müfre
ze eve gel iyor. Mustafa Kemal orada yoktur . . . Kartı göster
mi şler. Askerlerin başındaki subay, yırtmış ve bütün evi
aram ı ş.
- B ütün bunları , ateşkes ile beraber İstanbul ' u n ne
hale geldiğini gözlerimizde bir daha canlandırmak için an
l atıyorum.
- 98 -
HAZIRLIKLAR
Artık Mustafa Kemal, birçok tanıd ıklarını ve bildikle
rini arayarak, yahut kend ini arayantarla buluşarak, sıkı te
maslara girişiyor. Ne saray, ne de hükümetten ümit kalmış
tır ve bu gidişle, vatan ın h ayrına herhangi bir barış elde et
mek imkanı da yoktur.
- Eski arkadaş ım Fethi beyle (Fethi Okyar) günlerce
ve gecelerce dertleştim. Benim evimde veya onun apartma
nında konuşuyor ve birbirimize aym şeyi soruyorduk: N e
yapılabilir? Temas ettiklerim arasında eski İttihatçı l ardan,
yahut İtilafçılardan, işgal kuvvetleri ile beraber çalışanlar
dan birçok kimseler vardı . Her biri ile tamamen başka tür
lü görüşüyordum. Bunlar dı şında pek samimi ve gi zli bir
temasım da İsmet bcyle olmuştur (İsmet İnönü).
- Bir gün Fethi bey ve dört müşterek arkadaşla birlik
te, bir hayall münakaşadan sonra, ihtil alci bir komite kurma
ya karar verdik ve i htilalci tedbirler düşünmeye başladık :
Padişahı dcği ştinnek, kabineyi düşüımek, yeni bir h ü kümet
teşkil ederek daha azimli hareketlere başvum1ak gibi. B aş
ka bir gün, bizim Şi şli ' deki evde toplantımız nihayet bul
duktan sonra dört kişiden biri dedi ki: "Arkadaşlar, ben çok
dii şündüm . N amusumla söz veririm ki, sırrınız gizli kala
c ak tır; fakat komiteele çalışmaya devam etmeyeceğim . " He
pimiz h ayret içinde birbirimize baktık. İçimizden biri :
B u ne demek, başanya ulaşacağımızdan emin mi değilsi
niz?" diye sordu. "- Hay ır, bunu düşünmedim. B aşarılı
ol acaksınız. Fakat ihtilfılciler başarılı olsalar bile, birçok
teh like karşısındadırlar. B unu da kabul etmelidirler. İşte o
zaman ben ve benim gibiler, sizin kararlarınızı uygulamak
- 99
·-
"-
üzere iktidara gelecek yedek adaylar o luruz." Fethi beyle
ben gözlerimizle konuştuk. Derhal dedim ki: "Beyefencli nin
katılmayacağı bir teşebbüs, makul de olmayabilir. Onun için
cemiyeti hemen fesh-etmeliyiz." Böyle yaptık. Kendisi izin
alıp gitti . . . Kalani ar cenıiyeti tekrar kunnu ş oldular.
Konuşmanın bu k ısmında Mustafa Kemal , Fethi bey le
eski münasebetlerinden bahsetti ve şu fıkrayı anlattı:
- Fethi bey, İstanbul ' da dahiliye nazırı (içi şleri baka
nı) olmadan önce Minher isminde bir gazete çıkardı, bel k i
hatırlarsınız. Sahibi ve başyazan o idi . Fikirlerimizi birlik
te neşretmek üzere ben de kendisi ile ortak olmuştum. Ga
zetenin ne derece başanlı oldu ğunu bilemem. Herhalde be
nim bu ilk ve son gazetecili ğim başarılı olmamıştır.
Günler geldi, geçti ; M ustafa Kemal ve bazı arkadaşla
rı şu kanaate vard ılar ki , Vahideddin 'i öldürınekle, hükü
meti düşürmekle köklü b ir neticeye u laşınaya imkan yoktu.
Nihayet yeni hükümdar ve yeni hükümet de düşman süngü
leri karşısında bulunmak vaziyeünden kurtul muş o lmaya
caktı :
- Bununla beraber bu temasl arıma da devam edi yor
dum. İçlerinden bir kısmında saf bir vatan perverlik hissinin
coşkunluğundan başka, ne fikir, ne de tedbir kabil i yeti var
d ı. B ir kısmının hala alçak politikac ıl ık menfaatlerinden
başka düşündüğü yoktu. Kendi kendime şu kararı verdim :
U ygun bir zaman ve fırsatta İstanbu l ' dan kaybolmak, basit
bir hazırlıkla Anadol u içine girmek, bir müddet isimsiz ça
l ıştıktan sonra, bütün Türk mil letine fel aketi h aber vermek!
- İçimde çok dikkatle gizlediğim bu s ım vakti gelme
dikçe kimseye söylemedim. B öyle bir karar verınemişim
gibi, sıradan temasiara devam ettim . S ırdaşlarımdan birini
size haber vereyim: B ir gün İsmet beyi (İsmet İnönü) davet
ettim . Şi şli ' deki evimde beni yalnız bul an İsmet bey:
Yine ne v ar?" dedi. S oru sorarken , gözlerinin içi yüksek ze- 1 00
"
kası ve itimat veren derin neşesi i le gülüyordu. H atırladığı
ma göre, İsmet bey o tarihte B arışı Hazırlama Komisyo
nu ' nda askeri uzman olarak bulunmakta idi.
- Ne h aber? dedim.
- Tahmin edeceğin gibi.
- Şuradan bana bir Türkiye haritası bulup masaya
açar mısın? Üzerinde konuşacağım.
- İsmet l!ıey haritayı bulup açt ı. Fazladan daima ce
binde taşıdığı pergeli de ç ıkard ı. Ş aka yaptım.
-- Herni.iz pergellik bir şey yok. B iraz pergelsiz görü
şelim.
- Ne yapacaksın? diye sordu.
Bu münasebetle söylemeliyim ki, benim daima en iyi
anlaştığım dostlarımdan biri İsmet olmuştur. Onun için bu
görüşmenin sebepsiz olmadığına hükmetmişti.
- Mesela, dedim, hiçbir sıfat ve yetki sahibi olmaksı
zın A nadolu ' ya geçmek ve orada m illeti uyandırarak kur
tulma çarelerini aramak için en müsait m ıntıka ve beni o
ınıntıkaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir?
Yüzüme baktı, tekrar neşeli ve ümitli güldü :
- Karar verdin mi? dedi .
- Ş imdilik bundan bahsetmeyelim; bana memleketi,
m illeti ve orduyu aniayıp bilen, vaziyeti yakından gören,
tehlikeden şüphesi olmayan bir arkadaş gibi cevap ver!
İsmet bey masanın kenarındaki sandalyeye i l işti ve de
rin derin düşünmeye başlad ı. O sırada ben salonun içi nde
dolaşıyordum. B ana sesienineeye kadar gezindim. B i rden
bire ayağa kalktı, güierek:
- Yollar çok, mıntıkalar çok! dedi.
B azı ziyaretçilerin geldiklerin i haber verdiler. H aritayı
kapamaya vakit kalmadan içeri g iren bu tanıdıklada başka
-
101
-
konularda konuştuk. Bir hayli müddet sonra y ıne İsmet
beyle y alnız kaldık:
- Ne yapacağını bana ne vakit söyleyeceksin?
- Zamanında!
Biraz dudarak ilave etti :
- Bu dakikada siz de, verilmiş bir kararım varken onu
niçin hemen uygul amadı ğıını düşünürsünüz. Ben de hemen
söyleyeyim ki, ağır ve kesin bir kararın doğruluğuna inan
mak için durumu her yönüyle dü şünmek gerekir. Ağır ve
kesin karar uygul anınaya başlandıktan sonra, "Keşke şu ta
rafını bu tarafın ı da dü şünseydim . . . B elki bir çıkar yol bu
lurduk. Yeniden bunca kan dökmeye, bunca can yakmaya
ihtiyaç kalmazdı ! " g ibi tereddütlcre yer kalmamalıdır. Böy
le bir tereddüt, karar sahibinin v icdanı nda kanayan bir nok
ta olur ve onun yaptığının doğruluğundan da şüpheye düşü
rür. B undan başka, beraber çal ı şacak olanl ar, yapılandan
başka bir şey yap ılmak i htimali kalmadığına inanmal ıdır
lar. İ şte benim ateşkes sırasında dört-beş ay İstanbu l ' da k a
lışım, sırf bunun içindir.
B u geçirdiğim zamanın bir kısmını da h azırl ıklara
ayırdım. Tahmin edersiniz ki fikri h azırlıklar, seferber] ikte
asker toplarken olduğu gibi davul zurna ile yapılamaz. Fik
ri h azırlıklarda alçakgönüllülükle çalışmak, kendini silmek,
karşındakinde samimi bir kanaat uyandıımak gerekir.
- 1 02 -
HAREKETE HAZIRLIK
- O sıralarda Anadolu 'ya geçen kumandantarla ilgile
niyordum. Kulağırndan rahatsız o!duğum günlerde idi, ar
kadaşım Ali Fuat Paşa (Ali Fuat Cebesoy) beni hasta yata
ğ ımda ziyaret etti. Y.endisi U lukışla taraflanndan trenle An
kara' y a n akledilmek üzere bulunan 20. Kolordu Kuman
danl ığı ' n ı alacaktı : "- Bu kolordunun başında bulunmalı
sm, bundan sonra önemli şeyler olacaktır. Kolorduna ha
kim o l ! Etrafına güven ver. Hele halk ilc yakından temas
et! " Ali Fuad Paşa ile Erkan-ı Harbiye Mektcbi (Harp Aka
dcnıisi ) ' ncle aynı sınıfta arkadaşlık etmiştim . Askerl i k ha
yatının kanl ı ve buhranlı safl1alannda birlikte bulunmuş
tum . Beni çok sevdiğini bil irdim. B abası Fazı! Paşa beni o
kadar severdi ki, ara sıra gel ir, boynuma sarılır, "Senden
Fuad ' ın kokusunu alıyorum ! " derdi .
Mustafa Kemal ' le konuşanlar arasında Anadolu mace
rasını tehlikeli bulanlar az değildi. İngilizlere güven vere
bil sek, yahut Fransızları kazanabil sek veya İtalyantarla hoş
geçinme yoll arını aı·asak, gibi ümitler besleyenler vard ı.
- Ş ahsen bunlara inanmıyordum. Fakat inanmakta
olanları hadiseler fikirlerinden c aydırmalı idi. Mesela bir
şayia çıkar, elçiliklerelen birinin p apazı Vahideddin ' le gö
rü şmek istemiştir ve kendisine bilmem ne manada güvence
vermiştir. Saray ferahlık içindedir. B u ferahlık, etrafa da si
rayet eder.
İstanbul her gün bu türlü başka bir şayia i le çalkalan
makta idi.
- B ir gün, Umumi Harp ' te İstanbul otellerinden biri
nin müdürü iken tanıdığım M . . . Şişli ' deki evime geldi;
- 1 03 -
Fethi bey de yanımda idi . Birçok şeylerden bahsettikten
sonra, bana dedi ki: - B urada yabancılada temastay ım. S i
z e n e kadar önem verdiklerini d e biliyorum . . . Mösyö F . . . . . ,
elçiliktc sizinle görüşmek istediğini birkaç defa tekrar etti.
İster misiniz, sizi bizim evde buluşturay ım. Fethi beye doğ
ru döndüm; kabul et, der gibi baktı: "Konuşal ım, dedim fa
kat eğer o istiyorsa . . . " Davet günü Madam M . . . . . ' n in salo
nundayız. Biraz sonra "- Mösyö F . . . . . ! " dediler, içeriye
giren zat oturduğum kanapenin salonuna yerleşti. Frans ız
ca görüşüyorduk: "Çoktan beri Türkiye' de yaşayan bir ya
bancıyım" diye söze başladı; Türklerin, daha doğrusu İtti
hat ve Terakki ' ni n idaresini bizzat gördüm. Ne fecidir efen
dim, bilirsiniz. U ınüm1 Harp 'te şahit olduklarıını tekrar et
mekten utanırım. Belki de hepsini anlatsam , medeniyet ale
mi Türkiye 'yi mahveder." "Fakat" dedi m , "Siz, benimle
görüşmek istemişsiniz; bu hanım ve kocası aracıl ık ettiler,
sizinle konuşmam ın faydalı olacağın ı söyledi ler. bana bun
ları söylemek için mi bu görüşmeyi istediniz?" "İttihat ve
Terakki ' nin cinayetlerini evvela tasdik etmelisiniz." "Ben
İttihat ve Terakki ' ni n temsilcisi değilim ! " Nutkuna devam
etti. Canım sıkılınadı değil, fakat bunu mümkün olduğu ka
dar saklamaya çal ıştım: "Evet, İttihat ve Terakki ' n i n tem
silcisi değilim; fakat müsaadenizle söylemeliyim ki, İttihat
ve Terakki vatansever bir cemiyet idi. B aşlang ıc ından çok
zaman sonrasına kadar ben de bu cemiyet içinde bulundum.
Cemiyet hiçbir vakit sizin bu aşağılamanızı hak edecek bir
mahiyet almamıştır. Çok kusurları ve yanlışları olabilir.
Ama, vatansevediği münakaşaların üstündedir." Bu zatın ,
b u görüşmeyi niçin istediğini hala anlamadım. Fakat bir
küçük hatıraını ilave edeyim : Ankara' da bulunduğum sıra
larda, bir gün Antalya'ya geldiğini ve Madam M . . . . . ' in sa
lonunda kendisinden " Yine görüşelim ! " vaadi ile ayrılmı ş
olduğumu hatıriattığını yazdılar. Ne cevap verdiğimi tah
min edersiniz. Yabancılada bu terri'aslar, beni tanıdıklarım- 1 04 -
dan birçoğunun düşüncelerinden uzaklaştırmaya y ardım et
ti.
B enim kanaatim o idi ki ve daima o oldu ki , dünyada
insan diye yaşamak isteyenler, insan olmak vasıt1arını ve
kudretini kendilerinde görmelidirler. . . Bu uğurda her türlü
fedakarlığa razı olmal ıdırlar. Yoksa hiçbir medeni millet,
onları kendi sırasında ve safında görmek i stemez.
***
İstanbu l ' u i şgal eden İtilaf devletlerinin temsilcileri,
politikacıları, hatta askerleri bir noktayı anlamaya çok
önem veriyorlard ı: Türkiye ' de, bütün memlekete nüfUzunu
hissettirecek bir teşkilat olmasma ihtimal var mıdır? B öyle
bir teşkilat varsa, onun başına geçebilecek şahsiyetler kim
ler olabilir? İttihat ve Terakki ' yi hiç hatıriarından çıkardık
ları yoktu .
- Bir gün A . . . bey, bir İtalyan şahsiyetinin, Fethi bey
ve benimle görü şmek arzusunda bulunduğundan bahsetti.
B ir İtalyan mimarının evinde buluşacaktık. Teklifi kabul et
tik. B o nmarşenin karşısında büyük bir apartman ! Çayda
yız. B ahsedilen zat hemen söze başladı:
"- B en Türkiy e ' ni n gerçek dostuyum. Hükümetin
acizliği yüzü nden bu memleketin nasıl akıbetiere sürüklen
diğini de görüyorum. S izin bunları düşünecek ve yeni bir
hükümet kurabilecek teşkiHit ve adamlarınız v ar mıdır?"
İttihat ve Terakki fırkasından bahsettiğine, bizi de fır
kanın reisieri arasında saydığına şüphe yoktu. B e n ilk defa
tanıştığım bu zatla konuşur olmaktan çekindim. Arkada
şım, belki de bize verilen önemi yanlış çıkarmamak için,
kuvvetli olduğumuzu ve kuvvetli arkadaşlarımız da bulun
duğunu söyledi:
"- O halde, kendinizi göstermelisiniz?" dedi.
-
1 05
-
B iraz da imtih ana benzeyen bu konuşmadan nasıl bir
netice ç ıkacağ ın ı düşünüyordum . O günkü hükümeti biraz
daha tenkit ettikten sonra, bize veda etti ve gitti. Herhalde
İtalyanlar ın bir başka maksatları olmalı idi. Arkadaşlarla bu
maksact ın şu olabileceğine hükmettik: Antalya ve havali
sinden başka İzmir ve haval İsine de h akim olmak! B urala
rı Yun anlı l ara bırakmamakl Baz ı hadiseler bu kanaatimi
güçlendirdi. İtalyan şahsiyeti bizden, fakat Arnavut köken
li bazı kimselerle de temas ediyormu ş. Onlara şöyle bir s ır
da vermi ş: "İzmir ve havalİ sini Yunanlılara işgal ettirecek
lerdir. Türkiye şüphesiz bundan memnun olmaz. İtalya da
ayn ı endişededir. Onun için İzmir ve h avalisinde Yunan is
tilas ına karşı silah l ı teşkilat kurmal ıs ın ız. Yunanlı lan İzmir
topraklarına sakınarnaya çalışmal ıs ın ız. Eğer bunda başan
l ı olamazsan ız, h iç olmazsa dostunuz İtalya ' yı tercih etme
lisiniz ! " B u i ş için İtalya ' nı n , istenildiği kadar silah ve mal
zeme vereceği konusunda da güvence veriyormu ş. Bu tek
lifi dinleyenler arasında makul görenler, hatta İtalyan deniz
vasıtaları ile İzmir ' e giderek telkinlere başlayanlar bile ol
muştur. Yine onlar böyle bir direniş teşkiHl.tının baş ına ge
çebilecek bir kumandan bile bulmuşlar: Ben ! B unu da ken
dileri ile görüşen zata söylemişler. "- B unu yapar mı?" di
ye sormu ş. "- Emi n olunu z ! ", cevab ı nı vermişler. Herhal
de beni tavsiye edenler, bu işte yalnız Türk menfaatini dü
şüneceğimi hesaba katm ı ş olacaklar. B ir gün, arkadaşl an
m ızdan biri tarafından B eyazıt taraflarında birinin önerile
rinden, fakat onları yaln ız bir dostluk yardım ı şekline soka
rak bahsettiler. Hatta o zat ile görüşme gününün tesbit edil
diğini de haber verdiler. Güldü m : "Çok safs ın ız" dedim.
"B ununla beraber kendisi ile konuşacağım ! " Görüşme sa
atinde İtalyan şahsiyetinin bürosunda bulunuyordum. Çok
terbiyeli ve nazikti . Evimi basan İtalyan müfrezesini geri
çağırmak için temsilcinin nasıl yardım ettiğini anlatt ım;
"Ekselans ! " dedi, " Herhalde bir tehlike karşıs ında elçiliği- 1 06 -
m izin ernrinize hazır olduğunu ben de söyleyebilirim." Y ı1dırımla vurulrnuşa döndüm , duyduğum acıyı saklamak için
nefesimi güç tutturn. İtalyan vatandaşı mı oluyordurn? De
dim ki: "Beni buraya rnühirn bir şeyden bahsetmek için siz
davet etrnişsiniz. B u rnühirn şeyi dinlernek i stiyorum." Bir
a n durdu, "Ha! " dedi , "Bu görüşmeyi sizin de tanıdığınız
arkadaşlarınız istediler. Öyle pek mühim bir mesele söz ko
nusu değildi ! " . "O halde, fazla rahatsız etmeyeyim ! " dedim
ve kalktım. Görüyorsunuz, arkadaşlar! Bir m il let esarete
düşünce , o milletten olan herkes nasıl hiç olur. Ben bu ya
bancının evinden çıkarken, bütün uşaklannın arkarndan
güldüklerini duyar gibi oluyordum. Caddenin kalabal ığı
arasında kendimi kaybetmeye çalıştım ve beni buraya sü
rüklemiş olanlara küstüm. B u nunla beraber, bu zat, ilk sö
zünün benim üstündeki tesirini görünce, bana bütün o dü
şüncelerinden bahsetmemek incel iğini göstermi şti.
O sırada İstanbul ' da b irçok kimseyi tutukladılar. Fethi
bey de bunların arasında idi. " Fethi beyi iki defa tuttular.
B irincisinden, b ilmem nasıl, çabuk kurtuldu; fakat ikincisi
biraz uzun sürdü . Galiba bu ikincisinde olacaktı; kendisini
görmek i stedim. Yaverim, tutukluların polis müdürlüğü
içindeki bir dairede bulunduklarını haber verdi. Resmi üni
formamı g iydim, yaverimi yanıma alarak gittim . Polis M ü
dürü, Umumi Harp ' te liyakatsizliği için hayli kötü muame
lede bulunduğum eski bir subaydı. Merdivenlerden çıkar
ken , kendi ayağımla geldiğim hapishanede kalmak korkusu
hatınrna geldi. B elki bir hayırları olur diye, sahanlıklarda
rastgeldiğim ve pol isi takvi ye eden genç j andarma subayla
rının ellerini sıkıyor ve h atırlarını soruyordum . İçlerin den
beni tanıyanlar da vardı. Dam katına çıktık. Etrafıma ba
kındım, dar bir koridor ü stünde karşılıklı ufak odalar! M an
zara heybetli idi; sadrazamlar, n azırlar ( bakanlar), bütün
"önemli adamlar" ve bazı meşhur gazeteciler! Benim de iç- 1 07 -
. lerine katıldığıını görünce sevindiler. Her t araftan neşeli,
"Buyurun ! " sesleri geldi. Saddizarn S aid Halim Paşa'nı n
odasın a gittik. B aşka nazırlar d a geldi: " N e v ar, n e oluyor?"
Ji ye soruyorlardı. Ne kadar derin düşüncelere daldım. Ca
nı; · ı ın yandığı şu idi: Bu zatlar arasında hesaba, iıntihana
çekilmesi gerekenler vardı. Fakat, hesap soran millet değil
di. Bilakis milleti daha ağır bir felakete sürükleyen insan
lardı. Damda Fethi beyle biraz dolaştık, konuştuk.
Ben de o günlerde birtakım takipiere u ğrar gibi oldu
ğumu hissettim. İstanbul ' da hala ordu kumandanı sıfatı ile
bulunuyordum. Ne azledilmi ş, ne emekli olmuş, ne de açı
ğa ç ıkarılrnıştırn. Resmi bir vaziyette idim. B ir g ü n Harbi
ye Nezareti (Savunma B akanlığı) ' nden bir tezkere geldi:
Otomobilimi ve yaverimi almışlar ve ödeneğimi kesrnişler
di. O gün iktidarda bulunanlardan kendi h akkımda böyle
bir muamele beklemiyordum. B u , henüz ne taraftan geldi
ği belli olmayan bir baskı idi.
O tarihlerde General Allenby İstanbul ' a gelmişti. B ir
gün Harbiye Nazırı ' nı ve Erkan-ı Harbiye ( Genelkurmay
B aşkanlığı) İkinci Reisi ' ni karşısına �larak, cebinden çıkar
dığı bir not defterinden bazı şeyler dikte etmek ister. Nazır
ve İkinci Reis konuşmak isterlerse de General Allenby:
"- Görüşrnek için değil, bazı arzularımı söylernek
için sizleri kabul ettim", cevabını verir:
- İşte bu konuşmalar arasında, Allenby, Altıncı Ordu
Kurnandanlığı ' n a benim tayin olunmamı da tavsiye eder.
Gideceğim yerin neresi ve alacağım v azifenin ne olduğunu,
ne vaziyette kalacağını tabii anlıyordum. Hemen reddettim.
Yaver, otomobil ve ödenek meselesi bu hadiseye bağlı olsa
gerektir.
Harbiye Nezareti ' nin muamelesini harp hizmetlerine
ve şerefine bir tecavüz sayan Mustafa Kemal, bir dilekçe
ile bunu protesto etmiştir. B u dilekçe M aarif Vekilliği (Eği- 1 08 -
tim B akanlığı) tarafından yayınlanan Tarih Vesikaları der
gisinde çıkt ı, san ıyorum. Yalm z Mustafa Kemal bize hatı
ral arını anlatırken , bu dilekçenin İsmet bey ( İsmet İnönü)
tarafından kaleme alınmış olduğunu söylemiştir.
O zamanlar ordu kumandanlarını şu veya bu vesile ile
küçük düşürmek bir parola idi. Bu saldırılar nihayet Mus
tafa Kemal ' e kadar bulaşt ı, muhalif gazetelerden birinde
bir yazı çıktı. Mustafa Kemal, ordu haysiyetinin daha iyi
savunulması gerektiğini Harbi ye Nezareti 'ne yazdı. Garip
tir ki Harbiye Nezareti ' ne giden bu mektup, N azır tarafın
dan yine o gazcteye veri lmiştir. Ve gazete sahibi bu sefer
kendisi saldırıya uğramış gibi bir sahte tavır takınmıştır:
"Beni Osman l ı mahkemelerine dava etti. Bir gün bir
celpname aldım. H akaret zanlısı sıfatı ile bir hafta sonra
mahkemeye çağnlıyordum. Yaman çatmı ştık. Aklımı başı
ma topladım, kumandanlık mevkiinde değildim . Siyasi bir
şey de yapamazdım. Hukuk çareleri bulmalı idim. isterdim
ki bu muhakemede bulunay ım; fakat o zamanki İstanbul
gazetecilerinin en aşağ ıs ı ile karşı karşıya gelmek çok gü
cüme giden bir şeydi. B undan başka davanın bazı yüksek
politikacılar tarafı ndan hazırlanan bir plan neticesi olduğu
nu da dü şünüyordum. Ne yaparsam yapayım , mutlaka
mahkum ol acaktım. B u vesile ile birçok dertlerimi döksem
bile, bunlar mahkeme salonlan n ın duvarlan içinde kala
caktı. Avukat tanıdığım S adeddin Ferit beyi çağırdım. Ken
disine vaziyeti anlattım ve fikrin i sordum: " Dava önemli
dir" dedi, "mahkum olmamz ihtimali vardır". "Amma yap
tın canım, ben hiç de mahkum olmak niyetinde değili m ! "
Maksadımı pek tabii olarak kavrayamayan avukatım cevap
verdi: "Elbette . . . Fakat müsaade ederseniz, davac ın ın veki
li ile konuşayım ! " "Hayır, müsaade edemem! B e n haklı ol
duğumu biliyorum. D avac ın ın avukatı ile görüşmeye ne lü
zum v ar? B u i ş yolumun ü stüne çıkan bir dikendir. B iraz
- 1 09 -
daha zamana i htiyacım var. Davayı lehimde de kazanınanı
zı istemiyorum. Yaln ız bana zaman kazandırabil irsiniz?"
"Bun a söz verebil irim ! " İHlve ettim: "Bu veslle ilc oyalan
mak, belki de hürriyetimden mahrum olmak istemem. Siz
buna engel olabilirseniz, en büyük iyiliği yapmış olursu
nuz ! " Vekilim bir-iki defa mah kemeye gitti , davayı dağıtt ı;
bana o kadar zaman kazand ırdı k i İstanbul ' dan çıktığ ım
gün henüz mahkeme bitmi ş değildi .
***
Şöyle bir soru sorulabilir: Vaktiyle Enve r ' i n muhalifi
tanının akla beraber, Hürriyet ve İtil afçılar tarafından da bir
türlü kendi sine güveni l meyen Mustafa Kemal, n için başka
ları gibi tutulup hapsedil memiştir? Cevabını b atıralardan
dinleyelim:
"Ateşkes devrinde İzzet Paşa' dan sonra sactarete ge
lenlerle adeta her gün değişen kabinelerinde nazırlık vazi
fesi alanların, h akkımda şöyle bir düşünce beslediklerini
zannediyorum: B eni Talat Paşa ' nı n , Enver Paşa' n ın ve ge
nellikle İttihat ve Terakki erkflmn ın muhalifi sayıyorlardı;
bu sebeple taraflanndan kazanılabileceğim ve onlara hiz
met ederek faydalı olacağ ım fikrinde idi ler. Benimle bu
yoldan temas arayan, dostluk kurmaya çalışan nazırlar ol
duğunu hatırlarım. Mesela bir aralık Dah iliye N ezareti ' nde
bulunan Mehmed Ali Bey adında bir zat, bir-iki defa Şiş
l i ' deki evimde beni ziyaret etti. Bu ziyaretinden memnun
kaldığını da arkadaşlarına söylemi ş . B ir defa da B ahriye
Nazırı Avn i Paşa i le gelerek muhtelif mevzular üzerinde
benimle konuştular. Artık adeta ahbap olmuş gibi idik. B ir
defa bu zatlar tarafından "Cercle d ' Orient"de bir öğle ye
meğine davet olunmuştum. B ununla beraber şunu da sezer
gibi idim: Temas ettiklerimin arkadaşl arı arasında, bana gü- 1 10 -
venmenin doğru olmadığı kanaatinde bulunanlar vardı. B ir
gün Avni Paşa, otomobil ini göndererek, beni B ahriye Ne
zareti ' ne davet etti. Hatta evinden sefertası ile gelen öğle
yemeğini de beraberce yedik. B u saf nazırdan bir şeyler an
layabilmek için, ne düşündüğü , vaziyeti nasıl gördüğü hak
k ı nda bazı sorular sordum. Hiçbir şeyden haberi olmadı ğ ı
nı , ilk sözlerinden anladığım nazır; iyi şeyler düşündükle
rinden, padişahın himayesi sayes inde işlerin iyi olacağın
dan , çok kuv vetli bulundukl arından, İngilizlerle anlaşmak
üzere olduklarından bahsetti. Tebrik ettim ve çok hoşuma
g idecek ınemm1niyet alametleri gösterdim. Aynı Paşa, o va
kit H arbiye Nazırl ığı ' nda bul unan Şakir Paş a ' n ı n damadı
idi . "
B ir aralık isnı i ne ve şahs ına çok önem verilen Ayan
(Senato) Reisi Ahmed Rıza beyin padişahla çok sıkı temas
larda bulunduğunu ve belki de sadrazam olacağını i şitiyor
dum. Kendisi ile münasebette bulunan bir arkadaş bana ay
nı haberleri verdi, şunu da ilave etti: "Ahmed Rıza B ey si
zinle gizlice görüşmek arzusundadır! " Fakat göze çarpma
mak için, ne onun benim evime gelmesi, ne de benim onun
evine gitmem doğru değilmi ş. Kendisi haftada birkaç gece
ayan dairesinde kalıyormu ş. B ir gece ben oraya g i tmeli ve
orada konu şmal ı imişiz. B u görüşmeyi kabul ettim. B aş
kanlık bürosunun ü stüne dirsekierini dayayan Ahmed R ıza
Bey b;ma dedi ki: "Gerçi Padişah bana henüz hiçbir işaret
te bulunmuş değildir. Fakat eğer sactareti tekl if edecek olur
sa, kabul edip etmeınem h akkındaki fikriniz nedir?" ihti
mal ki kendisine böyle bir teklif yap ılmıştır ve sadarelinin
ne tesir yapacağını anlam ak istemektedir. B ir soru daha
sordu:
"B ugünkü kabineden memnun musunuz?"
" Hayır! Çok acizdirler, haysiyetsizdirler. "
"O halde ilk soruma cevap verir misiniz?"
- lll -
"Beyefendi ! " dedim, "Padişah bugünkü kabineyi be
ğenmiyorsa, acaba sebepleri nedir? Acaba kabinenin ya
banc ı haskılanna karşı aciz ol duğundan ve ciddi tedbi rler
alamadıklarından mı üzgündür? S izde ve nazırlannızda ak
si vasıfları mı arayacaktır? Eğer böyle ise, sadaretinizin ha
ynl ı olacağına şüphe yoktur. Hatta bunun için Padişah üze
rinde tesir de yapmalısınız." B iraz da kimlerin böyle bir ka
bi nede nazırlık alabileceklerine dair konuştuk: "En çok dü
şünülmesi l azım gelen kuvvettir, ordudur. Gerçi ordumuz
mağlup edil miştir. Fakat ne de olsa geriye kalan kuvvetler,
son şerefli kurtulu şa hizmet edecek bir h ale getirilebil ir ! "
"Askerler içinde çok kıymetli şahsiyetler v ardır. Ge
çenlerde çok memnun kald ım . Mesela Harbiye Nezaretini
ona vennek. . . "
"Çok isabetl i o lur" dedim.
İhümal, Ahmed R ıza beyi n bana d a söylemek isteme
diği esaslı düşüncel eri vardı. Fakat ne kendisine sadrazam
l ık veril miştir; ne de o, eğer düşündükleri v arsa onları uy
gulayabilmiştir.
***
"Ben artık son denebilecek bu temaslar ve görüşmeler
de bulunurken, İstanbul içinde olumlu çalıştığını bildi ğim
bir makamdan bahsetmeliyim . Ateşkes kabinelerinin birin
de Harbiye Nezaretine geçen Cevad Paşa, faziletinden ve
liyakatinden emin olduğu Fevzi Paşa' ya (Mareşal Fevzi
Çakmak) Erkan- ı Harbiye-i Umumiye Reisliği (Gene lkur
may B aşkanl ı ğ ı ) ' n i tekl i f e tt i . Fevzi Paş a ' yı ben de eskiden
tanırdım . Anatartalar Grubu Kumandanl ığı ' ndan ayrıldı
ğım vakit yeri me onu tayin etmişlerdi. Bir tarihte İkinci Or
du Kumandanlığı ' ndan Yedinci Yıldırım Ordusu Kuman
danlığı ' na geçtiğim zaman da benim yerime yine o fazilet- 1 12 -
l i arkadaş geldi. i stifa etmiş olduğum Yedinci Ordu Ku
mandanlığı ' nı da yine kendisine devretmiştim. Fevzi Paşa
beni istifa mecburiyetinde bırakan sebeplere göğüs germek
için sıhhatini kaybetmi ş, h ayatının tehlikeye girdiğini gör
müştür. Hatta İstanbul ' a gelerek aylarca tedavi altında kal
dı. Fevzi Paşa, Erk an- ı Harbiye-i U mumiye Reisliği ' nde ne
yapacaktı, ne yapabilirdi? Eninde sonunda, bu milletin sila
ha san l acağından şüphesi yoktu. Halbuki ateşkes şartlarına
göre bütün si lahlar ve her yerdeki cephane İ tilaf devletleri
ne tesl im olunacaktı. Fevzi Paşa, ateşkes şartlarını uygulu
yor görünerek; eğer silah ve cephaneler İtilaf devletleri ta
rafından kolaylıkl a nakil olunabilecek yerlerde ise, onları
Anadolu ' nun içinde kalabilecek gibi yollardan sevk eder
gibi davranmıştır. Mesela Diyarbakır ' daki silah ve cephane
trenle hemen İ stanbul ' a gelebilirdi . Fevzi Paşa öyle sebep
ler buldu ki, bunların kağnıl arla Sivas üzerinden Samsun
Limanı ' na gelmesi zaruri sayıldı . Şimdiden haber vereyim
ki bütün bu kafileler nihayet benim elimde kalmıştır. Gene
mesela Kütahya' da pek çok cephane v ardı . Fevzi Paşa tren
le taşınınamalan i çin , bunların Ankara-Sivas istikametinde
nakledilmesi üzere emir verdi. Fakat bunlar, emrin içyüzü
aniaşılamadığı için kazaya uğramıştır ve trenle İzmi t Kör
fezi' ne getirilerek denize dökülmü ştür. Çanakkale ' deki
toplarım ız da tahrip olunacaktı . Gerek Fevzi Paşa, gerek
onun yerine geçen Cevad Paşa'nın terti pleri ile bu toplar da
gizlice, sonradan bizim işiınize yarayabilecek yerlere gön
derilmiştir. İ stanbul ' daki depolarda bulunan silah ve cepha
ne, hiç kimse farkında olmaksızın , daha sonra istedi ğimiz
yerlere gönderilecek şekilde hazırlanm ı ştır.
Cevad Paşa, bir gün Harbiye Nezareti ' nden çekilmek
zorunda kal ınca Fevzi Paşa' ya der ki: "Paşaın , göreceksiniz
ki sık sık H arbiye Nazırları değişecektir. Fakat siz yeriniz
de kalınız ki, başlan ılan i şleri yürütebilesiniz ! " Fevzi Pa- 1 13 -
şa'n ın, A nkara 'ya gelinceye kadar, nasıl ıstıraplara taham
mül ettiği ni; süngü tehditleri altında bile beni aydınlatacak
ve yönlendirecek tedbirler almı ş olduğunu söylemeliyim.
"Yahideddin k abinelerinde benim için iki zıt fikir oldu
ğunu yukanda söylemiştim : B iri beni Jelılerinde kazanma
ya çalışanlar, diğeri, hiçbir suretle güvenilmemeın gerekti
ğini iddia edenler! Ayl arca münfıkaşalardan sonra hangi fi
kir hak kazanmış, bilir misiniz? "Mustafa Kemal ' e güveni
lemez! Mustafa Kemal, İstanbu l ' da birtakı m olumsuz tel
kinler, belki hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İ stanbul' dan
uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal 'i Anadolu dağlan
na atmalı ve orada çürütmeli ! " Nihayet bu karar üzerinde
mutabı k kalm ı şl ar. B unu işiten yak ın arkadaşlarım beni
tebrik ettiler.
B e ni İstanbul ' dan çıkannakla ağır bir yükten kurtula
cakların ı zannedenler, makul bir sebep aramakla meşgul
idiler. Nihayet bu sebep, i şgal kuvvetleri subayların ın ra
porları ile dolu bir dosya halinde ellerine geldi.
B ir gün Harbiye Nazırı rahmetli Ş akir Paşa, beni ma
kamına davet etti. B ürosunun karş ısına oturdum. B ir tek
kelime söylemeksizin bana dosyayı uzattı : "Bunu okur mu
sunuz?" dedi . Dosyayı baştan nihayete kadar gözden geçir
dim. Özeti şu idi: "Samsun ve çevresinde birçok Rum kö
yü Türkler tarafından her gün saldırıya uğram aktadır. Os
manlı hükümeti bu vahşi saldırıların önüne geçememekte
dir. B u bölgenin emniyet ve huzurunu temin etmek insan
lık namına borcumuzdur." Raporlar, İstanbul hükümetine
veril irken bir de protesto ilave edilmişti: "Bu saldırıl arı en
gellemek gerekir. Eğer siz aciz iseniz, vazifeyi biz üstüroü
ze alacağız ! " Dosyayı okuduktan sonra Harbiye Nazır ı ' nın
yüzüne baktım. "Emriniz Paşam ! " dedim. "Bu böyle midir,
zannedersiniz?" "Zannetmiyorum , fakat bir şeyler olması
ihtimali vardır." B unun üzerine asıl konuya geçti:
- 1 14 -
" İ şte, dedi, böyle midir, değil midir; evvela bunu mey
dana ç ıkarmak için oralara bir zat ın g i dip incelemelerde
bulunmas ı laz ımdır. Ben Sadrfm1m Paşa i le (Damat Ferid
Paşa) görüştüm. Sizi uygun gördük. Oraya g idesiniz ve me
selenin mahiyetini anlayasın ız."
"Memnuniyetle giderim . Ancak ben oraya. Türkler
Rumiara zulmediyor mu, etmi yor mu, y alnız bunu anlamak
için mi gideceğim; vazifem bu mudur?"
"Evet ! " dedi , "konuştuğumuz budur."
"Pekala, yalnız müsaade buyurursan ız, memuriyet ime
bir şekil vermek lazım ! Sizi üzmeyeyim , arzu ederseniz Er
kan-ı Harbiye Reisi 'n izle görüşerek bunu tespit ede li m ! "
"Hay hay ! " dedi.
***
N az ırl ık makam ından ç ı karak, Erkan- ı Harbi ye-i
Umumiye Reisi Fevzi Paşa'y ı aı·ac! ım. Yerinde yoktu Yir
mi günden beri hasta olduğu için gelmemektc olduğunu
söylediler. Merak ettim . Acaba yeni bir rahatsızl ı ğ ı mı v ar
dı ? Çok sonra anlad ı ğ ıma göre mesele şu idi: Suriye fatib i
General A l l enby İ stanbul 'a geleceği zaman, Harbiye Nazı
rı, Fevzi Paşa 'y ı çağırm ı ş ve karş ılamaya gi tmesini i stemiş .
Fevzi Paşa: "Ben bunu yapamam ! " demiş. "Yapmak lazım
d ır ! " cevabın ı alınca da: " Hastayım, evime gidiyorum ! " de
miş. O günden beri de çıkmam ı ş.
Daireele İkinci Re is Diyarbakırlı Kazım Paşa ile karşı
laşt ım. Kendisine, Nazır Paşa' nı n bana verdiği v azifeden
bahsettim: "Bilginiz var mı?" " Hayır! " dedi. "İşte ben sana
haber veriyorum ! " dedikten sonra, "Kapılan kapattınr mı
sın?" dedim. Kazıın Paşa gülerek yüzüme bakt ı: "Ne oluyo
ruz?" Kaz ım Paşa ile açı k konu şarak bütün düşündüklerimi
anl attım: "Her ne sebep ve maksatla, beni İstanbul ' dan
- 1 15 -
uzaklaştınnak için vesile aramışlar ve bu memuriyeti bul
muşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu suretle
Anadolu ' ya geçmek fırsatı arıyordum. Mademki onlar teklif
ettiler, fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyiz! "
Kazım Paşa: "Nasıl?" dedi. Cevabı beklemeksizin iHive etti:
"Ha .. Zaten ordu müfettişlikleri meselesi var. Sen o tarafla
ra Ordu Müfettişi u nv an ı ile gidebilirsin!" "Unvanın önemi
yok" dedim, "Yalnız şimdi Harbiye Nazırı ile konuş, benden
ne istiyorlar, tesbit et; ü st tarafını kendimiz yaparız." Kazım
Paşa, Harbiye Nazırı ' nı gördü; kendisinden aldığı direktif şu
idi: "Maksat Samsun çevresinde Rumiara saldıran Türkleri
cezalandırmak, sonra Anadol u ' da birtakım milll teşekkül ler
beliriyormuş, onları da ortadan kaldırmak! Mustafa Kemal 'i
bunun için yolluyoruz. Kendisine S addizarn Paşa ile beraber
yetki belgesi vereceğiz! " Kazım Paşa bürosuna dönerek ba
na bunları izah etti: "Çok güzel ! " dedim ve kapıların iyi ka
palı olup olmadığına bakt ım: " Yalnız ız!" dedi. "Onlar ne is
tiyorlarsa fazlasını ilave ederek bir talimatname kaleme alı
nız, yalnız bir iki noktayı ben not ettireyim ! " "Peki ! " dedi .
B enim cheınıniyet verdiğim, yetki meselesi idi. Mümkün ol
duğu kadar Anadolu ' nun her tarafma emir verebilmeliydim.
İstediğim bir madde; Samsun ' dan başlayarak kuvvetlerin
bulunduğu bütün şark vilayetleri valilerine doğrudan doğru
ya emir verebilmekti . Bir başka madde; bu mıntıka ile her
hangi bir temasta bulunan askeri ve idari makamlara bildiri
lerde bulunabilmemdi . Kazım Paşa ' ya dedim ki: "Onların
arzularını bir araya topla, fakat sonuna bu iki maddeyi i lave
et! " Kazım Paşa yüzüme baktı: "Bir şey mi yapacaksın?"
"Kulağını bana doğru uzat ! " dedim. . . "Evet. Bir şey yapaca
ğım. Bu maddeler olsa da olmasa da yapacağ ım?" Kazım
Paşa güldü : "Vazifemizdir, çalışacağız ! "
"Dediğim gibi yazdığı talimatnameyi okudu. Sonra be
ni bırakarak, müsveddeyi Harbiye Nazırı ' n a göstermek
- 1 16 -
üzere oradan çıkt ı. Az bir süre geçer geçmez, Kazım Paşa,
Sadrazam Paşa' nın talimatnameyi imzalamayacağını söy
ledi. Şakir Paşa da imza koymaktan çekinmiş; ancak, bu
rahmetiide vicdani bir seziş olsa gerekti ki " İmza ede
mem ! " sözünden sonra:
"Mührümü b asarı m ! " demi ş. "Mührünü basıyor mu?"
dedim. "Evet, hatta bana mührün ü verdi ve bas dedi ! " "O
halde talimatıümeye, Mustafa Kemal Paşa gerekli gördük
çe doğrudan doğruya S adrazam Paşa ile haberleşir, kaydını
da ilave edelim." "Çok iyi ama, Ş akir Paşa'ya okuduğum
müsveddede bu kayı t yoktu." B ununla beraber Kazım Paşa
böyle bir m adde de ilave ederek talimatname temize çekil
di, Şakir Paşa' n ı n makam mühürü basıld ı. İki nüsha idi, bi
rini cebime koydum . Ötekini de Kazım Paşa'ya vererek:
"Sen de bunu dosyanda s aklarsın ! " dedim. Uitifeli bir gü
lüşle:
"Paşam, beni torbaya mı sokuyorsun?" dedi. "Hayır,
hayır! S an a şimdi yalnız teşekkür ediyorum. Bir gün bunu
hatırlarız ! ( ı ı
"
( 1 ) B u taLimatın, Tarih Vesikalan dergisinde çıKan sureti şudur: "DoKuzuncu Ordu
Kıtaatı M ü fetti� L i ğ i ' ne ait vazifeLer yaLnız asKeri olmayıp, müfettişLiğin ihtiva
ettiği m ı ntıKa dahiLinde aynı zamanda da müLKidir.
1- işbu ortaK görevLer şunLardır:
A) M ı ntıKada iç asayişin iade ve istiKrarı ve b u asayişsizL i ğin çıKış nedenLerinin
tesbiti.
B ) MıntıKada ötede beride dağınıK bir halde mevcudiyetinden bahsedilen s i l ah
ve cephanenin bir an evvel topLattmLaraK, nı ü nasip depoLara topLanması ve mu
hafaza altına aLınması.
C) MuhteLif mahalLerde birtaKım şuraLarın mevcut oLduğu ; bunLarın asKer topLa
maKla bul unduğu tesbit edi lm i ş ol up; bunlar gayr-i resm] bir surette oLup da as
ker topluyor, >iUlh dağıtıyor ve ordu iLe de m ü n asebette buLunuyor!arsa; bunLar
KesinLiKLe yasaKLanmaLı v e b u şeKiLde oLuşturuLan şuraLar da Lağv ediLmeLi.
2- B unun i ç i n :
A) İ K I fırKalı o l a n üçünc ü ve dört fırKalı o l a n on beşinci Kolordular (müfetti ş liK
emrine) veriLmiştir. İş b u KoLorduLar hareKat ve asayiş hususlannda doğrudan
- 1 17 -
"Müfettişlik meselesinin Erkan- ı Harb iye-i UmCııniye
(Genelkurmay B aşkanl ı ğ ı) İkinci B aşkanı tarafından hat ır
lat ıld ı ğ ın ı söylemiştim. Sonradan öğrendiğim bazı şeyleri
de ilave edeyim: Fevzi Paşa' nın İttihatçı olduğundan şüphe
eden hükümet, kendisini makamından uzaklaştırmak içi n,
galiba B irinci Ordu Müfettişliği ' ni teklif etmiş ler. Halbuki
başka bir yerde söylediğim sebeplerle, Fevzi Paşa' nın Er
kan-ı Harbiye Reisliği ' nde kalması lazımdı. istifa teklifini
kabul etmemektc ısrar etmi ştir. Gene o s ıralarda Mersinli
Cemal Paşa, Konya' da olu şturulan bir mi.ifettişliğe tayin
olunduğu için, benim de yeni vazife ın İ alınam tabii ve ko
lay olmuştur: Samsun ' da Rumiara baskı yapan Türkleri ya
tıştırmak üzere Anadol u ' ya gönderilmek istenen Mustafa
Kemal, böylece bütün Doğu vilayetleri için Ordu Müfettiş
liği yetkisini üstlenmiştir.
doğruya (müfett i şlikle) ve genel k uvvetl erin özl ü k işleri vesairc gibi hususlarda
eskisi gibi Harbiye Nezi\ı·e t i ' y l e haberlqeceklerd i r. Fırka veyahut m ı n tıka ku
mandanlığı veya özel bir vazIfeye tayin edilecek subayların tayin veya tebdi l le
ri ( m ü fetti şli ğin muvilfakat ve talebiyle) olacakt ı r. B ununla beraber sair husus
l arda lüzunı ve menfaat görerek ( m ü fett i şli ğin verdiği) talimatı kolordu k uman
danl ıkl arı aynen uygulayacaklardır. B il h assa sağl ı k l a i l g i l i d u rumhtr çok önem
lid ir. B u zemindeki incelemelerin ve İcraatların ahaliyi de içine a l nıası gerekir.
B) MüfEttişlik nııııtıkası Trabzon, Erzurum, Sivas, Van vilayetleriyle Erzincan
ve Canik (Samsun ve çevresi) müstakil lival arını ( l i va: m ü l ki idarcdc i l ç e ile i l
arasında b i r derece) kapsadığından, m ü fett i ş l i ğin yukarıda sayı l an vazifeleri ye
rine getirmesi için vereceği bütün talimat ı i şbu vill ilerle nıutasarrı tlar doğrudan
doğruya i ni edeceklerdir.
3) M ü fett i şlik sını rların:ı komşu vilayet ve müstakil v i l ayetl e r (Diyarbakır, B i t
lis, Elazığı, Ankara, Kastamonu v i l ilyetleri) ile kolordu kumandanl ıkları da m ü
fetti şl i ğin görevi sırasında re'sen v a k i olac:ık müracaatlarını naz:ır-ı dikkate ala
caklardır.
4) M ü fe t t i ş l iğin askeri hususlara ait mercii Harbiye Nczilreti olnıııkla beraber,
sair konular için ilgili bakan l ı k l arla haberleşecek ve i şbu haberleşmeden Harhi
ye Nczaretine de haber verecektir.
Harbiye Nazırı
l\1chıneD Şiikir bin
N uman Tahir
- 1 18 -
"Ne ala şey. . . Ben o gün bütün bunl arı bilmiyordum.
Talih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki, kendimi onla
rın kucağında hissetti ğiın zaman ne kadar bahriyarl ık duy
dum, tarif edemem. B akanl ı ktan ç ıkarken, heyecan ımdan
dudaklar ım ı ıs ırd ı ğ ı ın ı hat ırl ıyorum . Kafes açılm ı ş, önünde
geni ş bir alem , kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir
kuş gibi idim . "
- ı 19 -
ORDU MÜFETTi Şi
Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, artık
kurmay kadrosunu oluşturmak yolundadır. İkinci başkanla
konuştuğu sırada, yanına alacağı kişileri kendisinin seçece
ğini söylemiştir. Kurmay kadrosunda şu isimleri görüyo
ruz: Reis Miralay Kazım B ey (rahmetli General Kazım Di
rik), kurmay subay Husrev Bey (eski B erlin B üyükelçisi
Husrev Gerede), Arif Bey (milletvekili idi, sonradan su
ikastçılarla beraber idam edilmiştir), doktor İbrahim Tal i
B e y (milletvekili), doktor Refik B e y (rahmetli b aşbakan,
doktor Refik Saydam) . . . B aşkaları ile beraber kurmay kad
ro yirmi, yirmi beş kişiye ulaştı. Merkezi Sivas 'ta bulunan
3. Kolordu ' nun kumandanı S alahaddin B ey, Kony a ' ya ta
yin edildiğinden; onun yerine de Miralay Refet B ey ' i (mil
letvekili general Refet beyle) seçti . Bu muameleler olur
ken, bir yandan da yol hazırlığı y apmakta, özel ve resmi zi
yaretlerde bulunmakta idi. Harbiye Nazırı, 9 'uncu Ordu
Müfettişi sıfatıyla, kendisini S adrazam Paşa'ya bizzat tak
dim etmek istedi:
"Sadaret (başbakanlık) makamında altın gözli.iklü , ba
kışlar ı sevinçten parlayan D amat Fer'id bana çok iltifat etti.
itimadının ne kadar derin olduğunu ima eder sözler sarfet
ti. " Veda ederken : "Her arzunuzu doğrudan doğruya bana
yazab ilirsiniz, derhal yapılacağından emin olunuz ! " diyor
du. B u nun çok faydalı olacağ ın ı söyleyerek, derin teşek
kürlerimi tekrar ettim. S adaret makamından çıktık. Şakir
Paşa ile holde yürürken b ana dedi ki: " İster misiniz, D ahi
liye Nazırı Mehmed Ali Bey ile sizi konuşturayım?" "Çok
rnünasip olur, efendim. Vazifemin o makarnl a alakası var
dır." Mehmed Ali B ey ' i daha önce tanımış olduğumu söy-
1 20
-
lemedi m. Dahiliye Nazırl ı ğ ı ( İçişleri B akanlığı) bürosunda,
Şakir Paşa, pek iyi bir düzenleme yapmış olmaktan dolayı
adeta sevinerek, Mehmed Ali Bey ' in yüzüne baktı; beni
gösterip: "Samsun 'daki olay ı araşt ırınakl a görevli Mustafa
Kemal Paşa!" diye takdim e tti. Mehmcd Ali Bey de sevinç
alaıne lleri göstererek, elimi tuttu. Şakir Paşa'ya dedi ki:
"S izi tebrik ederim, çok isabetli bir seçimde bulundunuz:
ben zaten Paşa'y ı tan ı yıp takdir etmiştim . Kanaalimize siz
de katılm ı ş olduğunuz için bahtiyarım." Oturduk. Mehmed
Ali Bey, Dalıiliye ' ye ait işlerele bana her kolaylığı yapaca
ğından, doğrudan doğruya haberleşeceğimizden bahsetti.
Pek samim i ayrıld ık.
Ş i meli size gizli bir buluşmadan bahsecleyim: Sü ley
maniye sokakları ndan birinde boş bir cv. . . B uraya vakitsiz
ve teklifsiz git ıniştiın . Kim olduğumuzu bilmeksizin bizi
evin içinele gören hizmetçi k ız: "Ne istiyorsunuz? Beyefen
di haz ır değil ! ' diyordu. Kızc ağ ıza: "Hele bizi misafir oda
s ına al, bir taraftan beyefendi ele h azır olur ! " dedim. Odaya
girdik. Hizmetçi k ıza fazla bir şey söylemeye l üzum kalma
dan, ev sahibi beyefeneli g ü ler yüzü ile içeri girdi : "Ne ha
ber. . . Ne haber. . . B u ne baskın?" Kimdi, tahmin ediyor mu
sunuz? İs ınet bey ! ( İsmet İnönü). "Vaktim dar, sana h ikaye
yi k ısaca söyleyeyim, dedim" ve her şeyi anlatt ı m : "Ben
yerieşineeye kadar sen de bana yardım edeceksin ve iş baş
ladı ğ ı v akit yanı ma geleceksi n ! " Veda etmek üzere ayağa
kalktını , ellerimi tuttu : "Biraz daha konuşsayd ık" dedi. İs
tanbul 'da kaldığ ım süre içerisinde, ben inı l e mümkün oldu
ğu kadar az ali'tkal ı görünmesini de rica ettim . "
"Fethi Bey ' i öteki tutuklularla beraber B ekirağa bölü
ğüne nakletnıi şlerdi. B ir-iki defa da yanları na gitnıi ştim.
Tekrar ziyaret ederek bu müjdeyi vermek istedim. Önce ha
pishane müdürünün odasına girdim. Müdür beni hürmetlc
karşıladı ve ben oturduktan sonra ayakta durdu: "Oturunuz
- 121 -
Ali bey ! " dedim. B u Ali bey, B uğlan gel r �; '"ii garbi nde , kli
mandanının kendi sini aydınl atmamış olmas ından dolayı
bana yanl ı ş bilgi verdiği için aç ığa ç ıkard ığım 20 ' nc i alay
kumandanı idi. Kabahatİn onun olmadığını sonradan anl a
m ı ştım. Ş imdi kar ş ımda duran ve arkadaşları nezareti altın
da bulunduran o idi. Harpte açığa çıkar ılm ı ş olmas ından
dol ay ı ona güveniyorlardı . Namuslu insan l arı savunmak
borcumuzdur. A li bey müstesna bir asker olmayabil ird i ; fa
kat cephclerde fedakarlık etmiş olanlardandı. Ehl i yetsiz bir
kum andanın k urban ı, hakka razı olacak kadar da temiz
kalpli i d i . Art ık söyleyebi l i rim. Son ziyftretimde, hap ishane
müdürü s ı fatı i l e bana dedi k i :
" Paşam haber aldık, Anadol u ' ya gidiyormuşsunuz. Ne
vakit emrcderseniz, tutuklul ardan i stediklerinizi yanı ma
alarak size geleceğim. " Ayağa kalktım, Ali beyin eli nden
tuttum : "Bana başanmın i l k müjdelerini veriyorsunuz, te
şekkür ederim" dedim. B ütün koğuşta serbestçe dolaşmak
i stediğim için, ben imle beraber gelmemesini söyledim .
"Önce Fethi beyi gördüm. B ir köşeye çekildik. Duru
mu anl attım . Sonra koğuşları dolaştık. Baz ıl annda birbirle
ri üstline yığılmış insanlar, s ıkı ş ık k aryolalar. .. İçlerinden
biri üstüme atıld ı, boynuma sarıl arak: "Görüyor musun Ke
mal, ne haldeyiz?" dedi: Husrev S ami ! B azı büyükleri oda
l arında vakit ö ldürmek için oyun oynar buldum. S ırdaşlan
ınızla, Ali beyle tertip yapmak mümkün olacağ ın ı konuş
tuk. Veda ettim.
***
- Yunanl ılar İ zmir ' e asker ç ıkarınazdan biraz öne�,
galiba May ıs ' ın 1 4 ' üncü günü, S adrazam Damat Ferid Pa
şa' n ın N işantaş ı' ndaki evine akşam yemeğine davetli idim.
B elirlenen saatte gittim. B enden başka henüz kimse yoktu.
- 1 22 -
Kısa birkaç kelimeden sonra uzunca bir durgunluk devam
etti : Kendisinde Harbiye N az ırı ilc beraber gördüğüm za
manki samirniyetten eser yoktu. Benimle yalnız kalmaktan
s ık ıl ıyor gibi idi. Bir aralık saatine baktı : "Acaba nerede
kald ı?"
"B irini mi bekliyordunuz, efendim?" "Evet, Cevad Pa
şa hazretleri gelecekti." Gene sessi zlik . . . B iraz sorıra Cevad
Paşa salona girdi. Hemen üçüın üz beraber yemek salonuna
geçtik. Sofrada çatal ve tabak tıkırt ı l arından başka ses yok.
Üçümüz de susuyoruz. İçimden gelen soru lara kendi kendi
me içimden cev ap vermeye çal ı ş ıyordum. Her halde be
nimle konuşacak bazı şeyleri olmal ı idi. Belki de çok
önemli meseleler vardır, sofradan sonraya sakl ıyordur, di
yordum. Yemeğ İn sonuna yaklaşmı şt ık. Sadrazam Pa şa kı
sa bir cümlesi ilc beni kuruntularımdan kurtardı . Cevad Pa
şa ' y a ve bana bakarak: "Yemekten sonra biraz görüşelim"
dedi; "Emir buyurursunuz ! "
Ortasında genişçe bir masa bulunan çok dar, fakat hoş
bir salonday ız. Daha ayakta iken Sadrazam dedi ki: "Bir
harita getirsek de Müfettiş Paşa onun üzerinde aç ıklam a
yapsa. . . " Kipert ' in atiası geldi, Anadolu paftasın ı bulduk.
Sadrazam Paşa' y a baktım. " N e yönlerden açıklama yapma
mı buyurursunuz?" dedim. "Mesela, dedi, Samsun ve hava
l isinde ne yapacaksınız?" Kelimeler adeta ağzımdan dökül
meye başlad ı : "Efendim, dedim; İngiliz raporlarına göre
Samsun ve h aval İsinde bazı karışıklıklar varmış . . . B iraz
abartıdır, zannediyorum. Ne de olsa bunlar basit şeyler. . .
Yerinde yapacağımız inceleme ile hallederiz. Ş imdiden isa
betli bir şey söyleyememekten korkarım . " Cevad Paşa'ya
döndü : "Siz ne dersiniz?" Cevad Paşa çok doğal bir tavır
l a : "Öyledir efendim ! B u gibi işler yerinde hall olunur. " Ka
naat getirmemiş görünen S adrazam ' ın kafasında daha bü
yük bir endişe, sual şekli arıyordu. Derken biraz heyecanl ı
- 1 23 -
bir sesle sordu : "PekiiHi, siz bana harita üzerinde nerelere
kadar kumanda edeceksiniz, gösterir misiniz?" Vesvescye
dü ştüğü noktayı hemen anlamıştım:
"Efendim , henüz ben de pek iyi bilmiyorum, belki . . .
Takriben . . . (Kipert' i n küçük haritas ına el imi koyarak) ihti
m al şu kadar ufak bir parça. . . " diye baz ı vilayetleri göster
dim ve manalı bir tarzda Cevat Paşa' nı n yüzüne bakt ı m .
B e n haritadan e l i m i kaldırırken , o d a ilave etti : "Efendim,
dedi. Paşa tabii o m ıntıkadaki kuvvete kumanda edecek. . .
Zaten nerede kuvvet kald ı ki ! . ." Sözünü tamamlarken, v a
ziyetin hiç de önemli ol madığmı anlatmak i sterın iş gibi,
masadan uzaklaşır gibi oldu. İçimden Cevat Paşa'ya teşek
kür ediyordum. Her birimiz birer koltuğa çekildik ve kah
velerimizi i çmeye başlad ık. Damat Paşa ferahl amış gibi idi:
"Ne vakit hareket edeceksini z?" "Ne vakit emir buyurulur
sa. . . Ben hazırım, arzu ederseniz yarın veya öbür gün."
"Zat-ı Ş ahaneyi (padişfth ı ) ziyaret ettiniz mi? "Hay ır efen
dim ! " "Ziyaret etmeden mi gideceksiniz?" " İrade buyrul
mad ı." "Ben irade-i seniyeyi (padişa!ıı n emrini) tebliğ edi
yorum, yarın kendilerin i ziyaret ediniz ! " "Peki efendim ! "
"S adrazamın konağ ından çıktıktan sonra, Ccvat Paşa
ile kol kola, karanlıkta, Nişantaşı Caddesi ' nden Teşviki
ye ' ye doğru sık adımlarla i lerliyorduk. Cevat Paşa samimi
bir l i sanla bana sordu: "B ir şey mi yapacaksın Kemal?"
"Evet Paşam, bir şey yapacağ ım ! " "Allah muvaffak etsi n ! "
"Mutlaka muvaffak olacağız ! ''
B irbirimizden ayrı ld ık.
***
9 ' u ncu Ordu Müfettişli ği ' ni n hareketini gecikti ımek
için artık bir sebep kalmam ı ştı. B ütün muameleler bitmi ş,
hazırl ıklar tamamlanmıştı . M ü fettişlik karargahını Sam- 1 24 -
sun ' a n akledecek vapur, 1 6 Mayıs günü Galata Rıhtımı ' nda
sabahtan akşama kadar hareket emri bekleyecekti. Mustafa
Kemal, veda etmek üzere Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Re
isli ği ( Genelkurmay B aşkanl ı ğı ) ' ne gitti.
"Reislik bürosunday ım. Fevzi Paşa' nın yerine Cevad
Paşa tayin olunmu ştur. Tam o gün Fevzi Paşa'dan görevini
teslim alacakmı ş . Bu suretle her ikisi ile buluşmuş oluyo
rum . Cevad Paşa makamındadır, biz Fevzi Paşa ile karşı
s ındayız. B i r olay daha anlatay ım: Fevzi Paşa'y ı niçin çe
kip uzaklaştırmak i stediklerini söylemi ştim . Görevinden
ay ırmaya karar vermek için daha ciddi bir sebep ortaya çık
m ı ş. Sebep şu: İzmir ' e çıkmaya hazırlanan Yunanlıl ar ada
lara asker y ığmaya başlamışlar. Erkan-ı Harbi ye ' ye rapor
l ar geldikçe, Fevzi Paşa, böyle bir tecavüze ateşle karşı
koymak gerektiğini Harbiye Nazırı imzası ile tebli ğ ediyor
mu ş. Nihayet bir gün Harbiye Nazırı Ş akir Paşa, İzmir ku
mandanı tarafından telgrafhaneye çağrılm ı ş. O zamana ka
dar bu gibi davetiere Fevzi Paşa ile birlikte giderken, o gün
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ' ne haber vermemiş. Ha
berleşme başlamış. Belki iyi hatırlayamam , fakat Erkan-ı
Harbiye dosyalarında vesikaların olması gerekiyor, kuman
dan demiş ki: "Amiral Calthorpe, ateşkes şartlarına göre İz
mir ' e ç ıkıp Kadifekale ' y i i şgal edeceğim, diyor; ne buyu
rursunuz?" Ş akir Paşa, imzası ile, ateşkes şartlarına uyul
m ak gerekti ğini yazmı ş . Kumandan şifreli bir telgrafla şu
nu ilave etmi ş: '·Ondan sonra Yunanl ılar İzmir ' e ç ıkacak
m ı ş, buna ne dersiniz?" Harbiye Nazırı: "Böyle şey olur
mu? Hayal ediyorsun, vehmediyorsun ! " cevab ın ı vermi ş.
Haberleşmenin sonuna doğru Fevzi Paşa ' yı da telgrafhane
ye çağırmışlar. Kendisine bahsettiğim telgraflaşmalann
dosyasını vermişler. H arbiye Nazırı ' nın tal imatı ile, Fevzi
Paşa' n ın ilk verdiği emirler tezat halinde idi. Fevzi Pa
şa' nın yerinde kalmasına ihtimal yoktu. Fakat onun yerine
- 1 25 -
reisliğe gelen Cevad Paşa da n ihayet Fevzi Paşa'n ın yolun
da yürüyecek bir şahsiyet idi .
"Masa üstünde bir harita vard ı. Fevz i Paşa'n ın gözle
rinden, yüzünden ve tavrından çok dalg ın olduğunu anlıyor
dum. Cevad Paşa 'n ın ne düşündüğünü de bir gece evvelki
S adaret konağındaki buluşmam ızdan b iliyordum." Fevzi
Paşa'ya dedim ki : "Paşam vaziyeti nasıl değerlendiriyorsu
nuz?" Gök gürler gibi bağırarak: "Anlamıyorum ki efen
dim. . . " dedi. ( Ve sağ elinin şehadet paımağı ile haritada İs
tanbul noktasını göstererek) "B uradaki rahat ım ızı feda et
memek için koskoca mcmlekct i veriyoruz , bu ne ak ıldır?"
İç imden sevindim ve daha ferahladım. Cevad Paşa da: "Öy
le ol uyor ! " dcr gibi bak ıyordu. Hatırımda iyi kaldıysa, arka
daşlara şunları söyledim: "Hakikat sizin dedikleriniz ve dü
şündüklerinizdir. Ben bunu ispat etmek için Anadolu ' ya gi
diyorum. Aramızda uzun görüşmelere l üzuın olmadığın ı da
görüyorum. Yalnız sizlerden bir şey bekliyorum: Bana yar
dım edeçeksiniz." "Tabii . . . Evet." Cevad Paşa' ya döndüm :
" B i l hassa siz paşam . A s ı l yetki m akamında ş imdi siz
bulunuyorsunuz. Beraber yürüyebilecek miyiz?" "Elbette . "
"O halde i lk i ş ol arak, U l uk ı şla taranannda bulunurken,
trcnle nakillerine izin veri l meyen Yirminci Kolordu 'nun
yürüyerek Ankara ' ya hareket etmelerini emir buyurun uz ! "
Önünde k i bloknota i şaret ett i : "Emir vereceğim. . . " ded i.
"Sonra s izinle şahsen haberlcşebi lmek üzere özel bir ş ifre
isterim." " Şimdi ! " dedi, zile bast ı , lazım gelenlere söyl eye
rek bana bunu da temin ett i . B urada i lave edeyi m : Aldatıcı
vaatlcrle Anadolu'dan İ sıanbul ' a çağrı l d ı ğ ım vakit, hak i ki
sebebi bu ş i fre ilc Cevad Paşa' dan sormuş ve işgal kuvvet
leri kuınandanl ı ğ ı tarafmdan bunda ısrar edilmekte olduğu
nu öğ rcnmi ştim. Arkadaşlara veda ederek ayrıldım.
" B aşka ziyaretlerde de bu lunmam gerek i yordu. Harbi
y e N ftz ırı ' nı. Sadrazam ' ı , Dftlı iliye N az ırı · nı arad ım. Hiçbi-- 1 26
�
r i makam ında yoktu. Toplant ı hal inde i m işler. En kestirme
s i Babıal!' ye gidip kendilerine h aber vermekti . Beni Sada
ret bekleme salonuna ald ı lar. Benim geldi ğimi duyan bazı
nazırıann da heyecanl a salona geldikl eri n i görerek, biraz
şaşırd ım. Mehmed Ali B ey beni meraktan kurtardı : "Al lah
Allah, ne küstahlık ! . . . İ ş i tt i niz mi efendim, Yun anlıl ar İz
m i r ' e çıkı yor. . .'' Bu sözleri B ahriye N azırı teyid etti : "Ya. . .
dedim, bu da m ı oldu?" "Eve t ! . . . " Ben memleketin baş ına
neler gelece ğini tahmin etmemi ş değildi m ; fakat kimseye
anlatamam ışt ıın . N az ıri arın t elaşı karş ı s ı nda ağlamak m ı ,
gülmek mi laz ımd ı? Kendi m i zor tutuyorduın. Fakat b u
emrivaki karş ısında ben "Allah Allah . . . " demekten başka
bir şey düşünmeyen bu naz ıri ara i bretle bakıyordum. i tidal
den ayrılmamaya pek dikkat ederek: "Ne yapmayı tasavvur
ediyorsunuz'?" diye sordum . "Protesto edeceğ iz ! " cevabın ı
verdiler. "Bu lazımdır, doğrudur. Ancak böyle bir protesto
ile Yunanlıların İzmi r ' den geri çekileceklerine veya İngiliz
lerin onları geri çekeceklerine ihtimal veriyor m usunuz?"
Yüzüme baktılar: "Fakat, başka ne yapab i l iriz?" "Belki de
daha kesin tedbirler düşünülebi lir. "
"Mesela. . n e gibi?" O zaman bir ses, eğer yanlış hatı
rımda kal mamı şsa, Mehmed Ali Bey ' in ses i cevap verd i :
"Öyle hareketlere kalkarsak bize ne y aparlar, bilir m isi
niz?" B u şartlar alt ında gerçek fikri ınİ açıklayamazdım.
Av ni Paşa' n ın elini tuttum: " B i zi Anadolu ' y a götürecek va
pur hazırd ır, deği l mi?" ''Çoktan hazırlık y apm ışt ım, Barı
d ırımı vapuru emrinizdedir," "Doğrudan doğruya vapur
kapı an ına em ir verebi l i r m i yim?" "Hay hay! . . . " dedi. Yave
rime seslendi ın , "Paşa hazretleri n i n bir emirleri v ar, not
ed iniz." Yavcrim kurşun kalemi i le B an dırma kaptarıma bir
emir yazd ı, imza edilmek üzere Avn i Paşa'ya uzattı .
"Damat Ferld kabi nesini bu perişanlık içinde bırakarak
Zat-ı Ş ahan e ' y i ziyaret etmek üzere B abıali' de n ayrı ld ım."
- 1 27 -
PADİŞAH 'LA SON GÖRÜ ŞME
Y ıld ız S aray ı' n ın ufak bir salonunda Vahideddin ' le
adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirse
ğini dayamı ş o lduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. S a
lonun B oğaziçi ' ne doğru açıl an penceresinden gördüğü
müz manzara şu: B irbirine paralel hatlar üzerinde dü şman
zırhhlan ! B ardalarındaki toplar sanki Y ıldız Saray ı ' na doğ
rulm u ş ! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden
başlarım ız ı sağa sola çevirmek yeterl i idi. Valıideddin hiç
unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı : "Paşa pa
şa! Şimdiye kadar dev lete çok h izmet ettin, bunların hepsi
artık bu kitaba girmi ştir (elini demin bahsetti ğim ki tabın
üstüne bastı ve ilave etti), tarihe geçmi ştir. " O zaman bu
nun bir tarih kitabı olduğunu anladım . Dikkatle ve sessiz
bir şeki lde dinliyordunı:
"Bunları unutun ! " dedi. "Asıl şimdi yapacağm hizmet
hepsinden mühim olabilir. Paşa devleti kurtarabilirsin ! " B u
son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahideddin benimle
samimi mi konuşuyor? O Vahideddin ki yabancı hükümetle
rin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve
saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pi ş
man mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tah
min ile başka babisiere girişmeyi tehlikeli gördüm. Kendisi
ne basit cevaplar verdim: " Hakkımdaki teveccüh v e itimada
teşekkürlerimi m-z ederim. Elimden gelen hizmette kusur et
meyeccğime güvenebilirsiniz." Söylerken, kafamdaki mu
ammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, ve
l iahtlığında, padişah lığında bütün his ve fikirlerini , tem[tyül
lerini, sahtekarlıklarını tanıdığ ım adamdan nasıl yüksek ve
asil bir hareket bekleyebilirdim? "Mernleketi kurtannak la- 1 28 -
zımdır, istersem bunu yapabilirmişim . " Kısaca hemen hük
mümü verdim. Vahideddin demek istiyordu ki: Hiçbir kuv
vetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul ' a hakim olanların
siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet et
tikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilir
sem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inan
dırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri yatıştırırsam,
Vahideddin ' i n arzul arın ı yerine getinniş olacaktım. "Merak
buyuımayın efendimiz!" dedim. Demek istcdiklcrinizi anl a
dım. Emriniz ol ursa hemen hareket edeceğim ve bana emir
buyurduklarınızı bir an unutmayacağım." "Muvaffak ol ! " hi
Uib-ı şahanesine mazhar olduktan sonra, huzurundan çıktım.
N aci Paşa, Padişah ' ın yaveri, fakat benim de hoeamdı; der
hal benimle buluştu. Elinde, ufak kutu içinde bir şey tutuyor
du. "Zat-ı Şahfmenin ufak bir hatırası . . ." dedi . Kapağının
üzerine Vahi deddi n 'in isminin baş haı·f1eri işlenmiş bir saat
ti . "Peki, teşekkür ederim," dedim. Yaverim aldı.
Sonra, sanki Yıldız Saray ı' ndan çıktığımızı ve hareket
etmek üzere olduğumuzu gizleınek, saklamak ister gibi bir
ihtiyatla, ayaklarımızın patırt ıs ın ı işinirmekten korkarak
saraydan uzak l aştık.
Artık Şi şli ' deki evi bırakmak üzereyiz. B andırma v a
puru Galata nh tımmda hazır, bildiğimiz bu ! Karargahımız
dan ol anlar belirlenen saatte rıh tımda toplanmı ş olacaklar
dı. Otomobi l kapıın ın önünde idi . Evdeki vedalan biti rıniş
tim. Tam o sırada gelerek beni büroma götüren bir dostum,
aldığı bir habere göre ben im y a h arekctime müsaade edil
meyeceğini, yahut v apurun Karadeniz ' de batırılacağını
söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Dah a sonra vaktiy
le uzun müddet yanımda çal ı şan bir kurmay subay da gele
rek, maiyetinde çalıştığı bir Damat' tan aynı şeyleri öğren
diğini bildirdi. B i r an y alnız kaldım ve dü şündüm. B u da
kikada d üşman l arm eli n d e i di m . Bana h er ü ;tediklerini ya- 1 29 -
pamazlar m ıydı? B eynimelen bir şimşek geçti: Tutabilirler,
sürebilirler, fakat öldürmek ! B unun için beni Karadeniz ' in
coşkun dalgaları arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal
mantıki idi. Ancak artık benim için yakalanmak, hapsol
mak, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan men edilmek,
hepsi ölmekle aynı idi. Hemen karar verelim, otomobile at
layarak Galata rıhtımına gelelim. B aktım ki nhtıma yanaş
mış olacağını sanelığım vapur, uzaklardadır. S andallada va
pura gittik. Kaptana yola çıkmak için emir verdimse de
Kızkulesi açıklarında kontrole tabi tutulduk. B irkaç yaban
c ı subay ve asker bizi yoklayacaklardı. Kontrol uzayıp git
ti. Gelip gidildiğine göre acaba bunlarla şehirdekiler arasın
da bir haberleşme mi vardı? Maksat beni tevkif etmeksc,
bütün bu şeylere lüzum yoktu, sıkılıyordum . Bir kararsızlık
da olabilir, diye düşündüm. B undan istifade edebilmek için
kaptana hareket hazırlıklarını çabuklaştınnasını söyledim.
Yirmi yedi yıllık ihtiyar kaptan demir aldırınaya başla
dı. B e n kaptan yerinde idim. Subay ve askerler dı şarı çıktı
lar. Hareket ettik. Karadeniz boğazından çıkarken, kaptana
tehlikeli ihtimalleri anlatt ım. Cevap verdi: " Ne aksi ! " dedi,
"Bu denizi pek iyi tanımam, pusulamız da biraz bozuk. . . "
Mümkün olduğu kadar kıyıları takip etmesini tavsiye ettim .
Çünkü bundan sonra benim tck istediğim, Anadolu ' nun bir
kara parçasına ayak basmaktan ibarctti .
S ahi li takip edc ede evvela Sinop ' a geldik. Kasabaya
çıktım. Oradakilerle görüşerek, Samsun ' a kolaylıkla gide
bilecek yol olup olmadığını soruşt urdum . Maalesef yok
muş ! Çok zorluk çekecek ve günlerce yollarda kalacaktık.
B ilmem nedendir, Samsun ' a bir an evvel ayak basmak için
o kadar acele ediyordum ki zaman kaybetmektense tehlike
ye göğüs germeyi tercih ettim.
Tekrar B andırm a vapuruna bindik. Aynı şekilde seya
hat ederek, nihayet Samsun Lim a nı ' na vardık ! ''
- 1 30 -
{ kutupyıldızı kitaplığı }
954
Falih R ıfka Atay
A t a t ü rk' ü n B a n a A n l a t t ı k l a r ı
...,
MUSTAFA KEMAL ·in AGZINDAN
Atatürk' ü n gerçek hatıraları n ı , onun en yak ın çal ı şma
arkadaşı ve s ı rda ş ı Fal i h R ı fkı Atay kaleme a l m ı ş ve
Atat ü rk' ü n i z n i i l e 1 9 2 6 y ı l ı n d a H a k i m i yet-i M i l l iye
Gazetesi'nde yay ınlatm ıştır. Atatürk'ün Vahidettin hakkı ndaki
düşünceleri ve yorumları en gerçek haliyle bu hatı ralardadır.
Falih R ıfkı Atay bu hatıralarla ilgili şunları kaydetmektedir.
"izmir'e giren Mustafa Kemal, izmir'de Yakup Kadri ile
beni kabul ettiği vakit, aniatış kuvvetine hayran kal m ı şt ı m .
Konu şma sanat ı n ı e n i y i bilenl erden biri i d i . Uzun y ı l lar
boyunca h e m e n h e m e n b ü t ü n h a t ı ralar ı n ı d i n l e m e k
bahtiyarl ı ğ ı n ı kazand ı m . H e r akşam iki saat o konuşur, ben
not tutardı m; ertesi gün bu notlara biraz düzen vererek okur,
bir itirazı yoksa yay ı nlard ı k . H at ı ralar üç k ı s ı m ol acakt ı ;
Dünya Harbi'ne ait olanlar, mütareke s ırasında istanbul'da�i
faaliyetlere ait olanlar, nihayet Kuvay-ı M i lliye devrine alt
olanlar.
i l k yazı 1 926 Mart' ı n ı n 1 3' ü nde ç ı kt ı . 32 parça l ı k b
seride Mustafa Kemal harp politikası hakkındaki tenkitlerin ,
gerek Türk gerek Alman Kumandanları ile mü nakaşaların ,
Vahidetti n'le beraber, Kayzer'in genel karargah ı na gidişi i
hikaye eder. Hatı ralarda birçok isimler geçtiği için ve b
isimler aras ı nda yabancı devlet reisieri de bulunduğu içi n ,
bu yaz ı ları n içeride v e d ı şarıda yankılar uyandırmaması n a
ihtimal yoktur.
Bizim e l i m izde bulunan notlar m ütareke esnas ı nd a
Adana'dan i stanbul'a g e l i ş i i l e Sams u n ' a ayak bas ı ş ı
arası ndaki devrin hatıralarıd ı r. Mustafa Kemal'i istanbul'dan
ayrılar�
elmeye ve Türk tarihinin başlıca büyük
6 . 50
6.50 YTL
pozi :ıt- if
�
başlatmaya sevk eden sebepler bu
:ı.ktad ı r."
t
© Copyright 2025 Paperzz