Falih R1fk1 Atay Atatürk'ün Bana Anlattıkları \J MUSTAFA KEMAL·in AGZINDAN Dijital Mürekkep Di eM pozi+ if Pozitif Yayınları 1 Sosyal Tarih Dizisi -ıGenel Yayın Yönetmeni ! l S. Dursun Çimen Dizi Editörü i Abdülaziz Biçkioğlu Dizgi i Girişim Dizgi Tasbilı ı ı Redaksiyon Erlıan Güngör Baskı· Ayhan Matbaası Nisan 2006 © Falih Rıfkı ATAY- Pozitif Yayınları POZİTİF YAYINLARI Genel Dağıtım ARTI Tel: (0-212) 512 48 84 Fax: (0-212) 512 09 14 Falih Rıfkı Atay Mustafa Kemal'in Ağzından Vahidettin İSTANBUL 2005 .. .. ONSOZ İstanbull9 Şubat 1955 Atatürk'ün ağzından birçok hatıralar anlatılmaktadır. Kendisinin kaleminden çıkan tek hakiki vesika Nutuk, tek hakiki hatıralar da 1 926'da Hakimiyet-i Miliiye gazetesinde yayınlanmak üzere bana anlattıklarıdır. İşte bu ciltte bunları bulacaksınız. Sultan Hamid zamanı yetişen kafalı ve heyecanlı su bayların çoğu gibi, Atatürk de askerlik kadar politika ile uğraştı. Genç bir kurmay subay iken Şam'a sürülmüştür. Oradan da Selanik'e gelerek, 1 908 ihtilali'nin hazırlayıcı ları arasında, daha sonra İttihat ve Terakki Partisi'nin ilk fa aliyetleri içinde bulunmuştur. Fakat daha o günlerde parti nin asker ve sivil liderleri ile Mustafa Kemal'in bir türlü uyuşamadıklarını görüyoruz. Bu uyuşmazlık Dünya Harbi'nin sonlarına kadar devam etti. Şu var ki Mustafa Kemal hiçbir zaman partiden ve as kerlikten ayrılıp, başka siyasi cereyanlara katılmak heve sinde bulunmadı. İttihat ve Terakki de Mustafa Kemal'e esaslı siyasi bir rol vermekten çekinmiştir. Arkadaşı Fethi Bey'in (Fethi Okyar) parti genel sekreterliği sırasında, onun yardımı ile bazı teşebbüslerde bulunmak istemişse de, İttihat ve Terakki, Fethi Bey'i Sofya Elçiliği ile tasfiye etti 1 9 14 - 1 9 1 8 ve Mustafa Kemal de onun ataşemiliteri olarak memleket ten uzaklaştı. 19 1 4 - 1 9 1 8 Dünya Harbi, Mustafa Kemal, Sofya'da ataşemiliter iken başlamıştır. Elde bulunan bir mektuba gö re, Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti'nin Alınanların safın da bu savaşa katılınasının aleyhinde idi. Fakat memleket savaşa sürüklendiği zaman O da vazife istemiştir. Hal ter cümesinin herkesçe bilinen bu taraflarını, escrimizin baş langıcında tekrarlamayı faydalı bulınuyoruz. İzmir'e giren Mareşal ve Gazi Mustafa Kemal, İz mir'de Yakup Kadri ile beni kabul ettiği vakit, aniatış kuv vetine hayran kalmıştım. Konuşma sanatını en iyi bilenler den biri idi. Uzun yıllar, kendisi ile buluştukça, hemen bü tün hatıralarını dinlemek bahtiyarlığını kazanmış olanlar damın. Her akşam iki saat O konuşur, ben not tutardıın; ertesi gün bu notlara biraz düzen vererek okur, bir itirazı yoksa yayınlardık. Hatıralar üç kısım olacaktı; Dünya Harbi'ne ait olan lar, Mütareke sırasında İstanbul'daki faaliyetlerine ait olan lar, nihayet Kuvayı Milliye devrine ait olanlar! İlk yazı, 1 926 Mart'ının 1 3 'ünde çıktı. Otuz iki parça lık bu seride Mustafa Kemal, savaş politikası hakkındaki tenkitlerini, gerek Türk gerek Alınan kumandanları ile ınü nakaşalarını, Vahideddin'le beraber, Kayzer'in genel karar gahına gidişini, ateşkes şartlan üzerine Sadrazam İzzet Pa şa ile Adana'dan telgraflaşmalarını hikaye eder. Hatıralar da birçok isimler geçtiğinden ve bu isimler arasında yaban cı devlet reisieri de bulunduğu için, bu yazıların içeride ve dışarda yankılar uyandırınamasına ihtimal yoktu. Hüküme tin ricası üzerine Mustafa Kemal, birinci kısmın sonunda hiitıralarını kesti. Fakat biz Samsun'a çıkıncaya kadar ge çen hadiseler hakkında notlarımızı tamamlamıştık. -6- Mustafa Kemal, Kuvayı Milliye ve Cumhuriyet tarih lerine kaynaklık etmek üzere meşhur Nutuk'unu yazmıştır. Nutuk, kendisinin Samsun'a ayak basması ile başlamakta dır. Bizim eLimizde bulunan nallar ise ateşkes esnasında Adana'dan İstanbul'a gelişi ile Samsun'a ayak basışı ara sındaki devrin hatıralarıdır. Mustafa Kemal'i İstanbul'dan ayrılarak Anadolu'ya gelmeye ve Türk tarihinin başlıca bü yük hareketlerinden birine başlatmaya sevk eden sebepler, bu hatıralardan anlaşılmaktadır. Rahmetlinin yüksek hatırası etrafında herhangi bir şah si münakaşayı önlemek için dedikoduya meydan verecek ve tarih bakımından ciddi bir değeri olmayan parçalan ayırdım ve özel adların bir kısmı yerine işaretler kullandım. Şanlı kahramanın hatırası önünde bir daha eğilirim. Falih Rıfkı Atay ATATÜRK, SÖZÜ 1914 BİRİNCİ DÜNYA HARBİ'YLE AÇTI Ben Genel Harb'in müttefiklerimiz için iyi netice ve receğine itimat etmiyordum; fakat emrivakiden sonra bu lunduğum cephelerde savaşı başarıya ulaştırmaya çalıştım. Diğer cephelerde ise sanki Aksine bir durum söz konusuy du. Başkumandan yardımcısı her hareketinde bir ordu mah vederdi. Sarıkamış'ta olduğu gibi ... O ve arkadaşları zaten daha evvel Türk milletini ve ordusunu gayri tabii bir duru ma sokmuşlardı. Bu gayri tabii durum dolayısıyla, ordunun yabancı bir askeri heyetini eleştirrnek istemem. Asıl eleşti riyi hak edenler, tabiatıyla bizim devlet reisimiz ve bilhas sa devlet adamlarımızdır. Türk ordusunun aciz ve kabiliyetsiz olduğu kanaatiyle, o heyeti, ayaklarına kadar giderek ve rica ederek memleke timize davet eden onlardı. Bu heyete Türk milletinin kabi liyetsizliğinden ve beceriksizliğinden açık suretle bahsedil miş, kendilerine adeta gelip bizi adam etmeleri teklif olun muştur. Böyle bir müracaat üzerine gelen bu heyet, içine girdiği çevreyi ve o çevreye hakim olanları aciz, hatta hay siyetsiz telakki ederse mazur görülebilir. Ben ordunun kayıtsız şartsız, bütün sırlanyla Alman askeri heyetine teslim edilmesinden çok üzgündüm. Daha karar verilmezden evvel, tesadüfen bu durumdan haberdar olduğum vakit, sesimin erişebileceği makama kadar itiraz-9 - larda bulunmayı vazife saymışttm. İtirazlarıma hiç kimse cevap vermedi, cevap verıneye lüzum dahi görmedi. Yalnız bu ınünasebetle bu zemin üzerinde görüş alış verişinde bulunduğum dostlarımdan biri -ki o zaman Erka m Harbiye-i Umunıiye'de (Genelkurmay Başkanlığı'nda) en yüksek makamlardan birini işgal ediyordu- bana güya son derece samimi davranarak dedi ki: -"Arkadaş bizim tecrübemiz senden çoktur; gerçi se ni duygusallığa ve hayalciliğe yöneiten şey memleket ve milletine aşkındır. Ama düşünmüyorsun ki, bu memleket ve halk senin hararetli aşkına zannettiğin kadar layık mı dır? Bizim başımızda pek büyük adamlar var: Sen henüz onlarla konuşmaımş, onların deneyimli nazariarına bakışla rını yöneltmemiş ve memleketin her tarafmdaki başanlan nm sırlarını anlayamamışsın. Eğer bir defa kendileriyle gö rüşscn, aynı fikirleri kabul etmekte bizden daha ileri gide ceğine şüphe yoktur." Kimlerden bahsedilmek istenildiğini pekala anlamış tım; fakat teyit ettirmeye lüzum görmedim. Büyük bir hata içinde bulunduklarını söylemekle yetindim. Genel Harp'te (Birinci Dünya Savaşı) vefat eden muhatabım, o zaman kendini yüksek hayallerin faili gibi tasavvur etmekten kay naklanan bir heyecan içinde idi, diyordu ki: - Kemal, Kemal, bizi rahat bırak! Sonra vicdanen so rumlu olursun. Biz öyle şeyler yapacağız ki, neticesinde sen de memnun olacaksın, dünya da hayretler içinde kala caktır. Çok güzel konuşan ve müstear isimle Tanin'de yazı yazan muhatabıma cheınıniyet verenler çoktu; ben ise bu çok samimi, çok vatanperverce ve hayalperesıçe sözlerden üzüntü duymadım; fakat ne söylersem bütün sözlerimin muhatapsız kalacağına kanaat ederek susmayı ve düşünme-lO- yi tercih ettim. Yalnız bu diyaloğa kısa bir cümle ilave et mekten kendimi alamadım: - Evet, çok şeyler yapacaksınız; fakat yapacağınız şeyler korkarım ki, ınemleketi çıkılmaz bir girdaba sok maktan başka bir şeye yaramayacaktır. Eğer ben benim gi bi düşünenler o gün hayatta buJunursak, sizin bugünkü söz lerinizi takdirle yad ctmeyeceğiz. Temenni ederim ki, bizi içinden çıkılmaz zorluklar içinde terk etmeyesiniz. Muhatabım, sözlerimdeki ciddiyeti ve samimiyeti an lamamış görünerek; "Merak etme kardeşim!" dedi. Bu zat arkadaşları içinde en çok konuşabilen, en çok münakaşa edebilen ve zekasma en çok güvenenlerden biriy di. Diğerleriyle de aynı konular üzerinde konuşmaınış ve serbest münakaşalarda bulunmamış değilim. On1ar, uzun gö rüşn;ıektcnse büyük bir devlet adamı vaziyeti takınıp, emsal siz bir devrimci ruh sahibi olduklarını ima ederek ve bilhas sa ince diplomatik ve mahir politikacılık sanatıanna güvene rek, o zamanın bilinen tabiriyle atıatmayı tercih etmişlerdir. Bunda başarılı olduklarından emin idiler. Farkında değiller di ki kendilerini derin bir merhamet hissiyle dinliyordum. Zavallı Talat Paşa! Kendisinin bir çapkın Eııneni kurşunuy la Berlin sokaklaır nda yere serildiğini işittiğim zaman ne ka dar üzülmüştüm. Sadrazam olduğu günlerden birinde Sacta ret makanıında kendisine bazı hayatı meselelerden bahset miştim. Verdiği cevaplada beni güzelce atlattığına kani ol muş, hatta bu memnuniyerini bir saat sonra bir araya geldiği yakın bir arkadaşıma anJatmıştı. Fakat iki gün soma kendini telaşa düşüren bir vaziyet oluşması üzerine beni gece yan sında evine davet ederek, çare ve tedbir sormak lüzumunu hissetti. O gece telaşlı Sadrazam'ın meclisinde aynı arkada şım da hazırdı, şu sözleri söylemekle kendimi teselli ettim. - Benden fikir ve mütalaa soruyorsunuz, söylemekte mazurum. Çünkü ben size daha üç gün evvel hayati bir me-11- sele hakkında fikir ve müHHaamı söylemiştim. Siz ise beni atıattığınız kanısına kapılmış, hatta sevindiğİnizi göster miştiniz. - Asla! dedi. - Söylediğiniz zat yanınızda oturuyor, dedim. OSMANLI HUKUMET ADAMI O devrin psikolojik durumu anlatmak için "Rical-i Os maniye''den diğer büyük birisini de bu vesile ile anayım. Anburnu'nu, Anafartalar'ı yapmış bir kumandandım. Zannediyordum ki memlekete bir hizmette bulunmuştum. Bilahare dost düşman herkesin kişisel görüşü de benim bu zannımı teyit etti. O hareketle bilhassa payi-tahtı (İstan bul'u) kurtarmıştım. insanlık hali, bu naçiz hizmeti ifa et miş olmaktan memnun olabileceğini tahmin ettiğim önem li Osmanlı yöneticilerini ziyaret ediyordum. ilim, fen, sanat ve hadiseler itibariyle, memleketim için ve milletimin söz konusu edilmesi gereken hayat ve mematı için düşüncele rim vardı. Başta bulunanlara onları söylemek istiyordum. Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) muhteremini de görmek ve kendisiyle görüşmek faydalı olur inancına saptım. Ba kanlığın bir müsteşar yardımcısı vardı. Sofya elçiliğinden tanırdım: Halil Bey ... Evvela bu güzel kalpli adamı maka mında buldum; Nazır (bakan) beyefendiye, kendilerini zi yaret için geldiğimi söylemesini rica ettim. Beklememi söylediler. Bir müddet bekledim. Fakat beklernem epey uzun sürdü. Bu sürede muhterem Nazır bey çok enteresan ziyaretçileri kabul etmekle meşguldü. Farkına vardım ki, ben geldikten ve haber verildikten sonra gelmiş olanlar da hi Nazır bey tarafından kabul olunmaktadır. Canım sıkıl ınadı değil, müsteşar yardımcısına: - Beyefendi hazretleri galiba beni unuttular, dedim. Müsteşar yardımcısı benim beklediğimi tekrar hatırlattı. - 13 - - Beklesin!. . . diye buyurmuş. Sükfınetle muavin be yin yanına oturdum. Kendisine dedim ki: - Sizin nazırınız bütün zamanını böyle ınanasız ziya retleri kabul etmekle mi geçirir? Terbiyeli ve iyi huylu olan muhatabım cevap vermedi. Bir aralık Nazır beyefendinin bürosunu salonla birleştiren kapı açıldı ve bir odacı: -- Buyurun efendim, dedi. Müsteşar yardımcısı ciddi bir konu üzerinde konuşuyorduın: -Nedir o'? dedim. Odacı: - Nazır beyefendi hazretleri sizi kabul buyuracaklar, cevabını verdi. - Beklesinlerı dedim. Gerçekten de müsteşar yardımcısı ile olan konuşmamı Zlll biraz uzatılmış safhasının bitmesine kadar nazır beye fendinin davetine icabet edemedim. Nazır beyefendinin muhteşem bürosuna girdiğim va kit, kendisi beni ayakta ve iltifatla kabul etti ve bana aske ri durumun, dahili durumun, genel siyasi durumun çok par lak olduğundan parlak bir lisanla bahsetti. Nezaketen teşek kür ettim. Yalnız bazı düşüncelerimi söyleyip söyleyeme yeceğimi sordum. - Hay hay efendim, dedi. Dedim ki: - Ben vaziyeti hiç de sizin gördüğünüz gibi görmüyo rum. Genel durumumuzun sizin izah ettiğiniz gibi olmasını çok temenni ederdim. Fakat ben en çetin ve en müşkül ne tice alınabilen bir savaş alanında ve o alanın kumandanı olarak İstanbul'a geliyorum. Eğer lütfeder de beni bir sani ye dinlerseniz minnettar olurum. -Lütfen efendim, buyurdular; devam ettim: - 14 - - Beyefcndi, vaziyet sizin gördüğünüz gibi parlak de ğildir. Siz ki devletin idari sorumluluklarından bir kısmını üzerinize almış bir zatsınız; eğer şunun bunun ifadesine iti mat ederek siyaset yapmakta devam ederseniz, mevcut teh like genel tahminin de üstünde olur. Pek ciddi bir amir tavrı takınarak cevap verdi: "Beye fendi, ne demek istediğinizi anlayamadım." Alçakgönüllü bir dille izah ettim: - Memleket ve her şey mahvolmak üzeredir: Siz bu nu henü?: fark etmediğİnizi söylüyorsunuz. Estağfirullah, böyle demeyin! Siz her şeyi biliyorsunuz da beni yabancı ve acemi bir adam telakkİ ederek, bu acı hakikatler üzerin de benimle açık konuşmaktan kaçınıyorsunuz. Muktedir bir nazıra yaraşan da budur. Fakat ben, her şeyi konuşabi leceğiniz bir adamım. Müsaade buyurunuz, beyan edeceği miz fikirler aramızda kalacaktır. Sizi diğer noktada aydın latayım. Hakikati konuşmaktan korkmayınız. Hakikat sizin dedikleriniz değil, benim dediklerirndir. Çok sert ve ciddi tavırla şöyle karşılık verdi: - Kurnandan bey! Biz size hürmet ettik; çünkü bize dediler ki, Arıburnu ve Anafartatar Kumandanı Mustafa Kemal hizmet etti; bunun için zatıalinizi iyi karşılamak is temiştirn. Fakat bugün, bana bahsettiğiniz şeylerin başka manada olduğunu hisseder gibi oluyorum. Beyefendi, bu konuların ve eleştirilerin makam ve muhatabı ben değilim. Ben ordu başkumandanına, onun kurmaylarına, büyük ba kanlar kurulu ile beraber derin ve sarsılmaz itirnat taşıyan bir nazırım. Sizin tereddütleriniz olabilir; sizin vakıf olma dığınız hakikatler bulunabilir. Ben size bunları izah etmek te rnazurum. Eğer siz buraya şüphe ve tereddütlerinizi gi dermek için gelmişseniz, yanlış yere geldiğinizi ihtar etmek mecburiyetindeyim. Başkumandanlığa ve Genelkurmay'a müracaat ediniz; hiç şüphe etmem ki orada sizi lüzumu ka- 15- dar, ihtiyacınız kadar aydınlatmaya muktedir şahıslar var dır. - Bana yol göstermek nezaketinde bulunduğunuz için size teşekkür ederim. Yalnız müsaadenizle şunu arz edeyim ki, evvela ben Türk ordusunun yabancısı bir adam değilim; ben ordu ile küçük zabitlikten beri derinden temasta bulu nan bir askerim. Ben olayların sevki ile ordunun içinde za bit, nihayet kumandan olarak iş görmüş ve zannıma göre muvaffak olmuş bir kumandanım. Türk ordusunu, onun fa zlletini, kıymetini ve bu ordu ile neler yapılabileceğini bi zim kadar anlayan az olmuştur. Beni acemi bir subay, tesa düfle kumandan olmuş bir adam gibi gördüğünüz için üz günüm. Bununla beraber sizi mazur görüyorum; zira bütün hayatınızda, hatta şimdiki mühim' siyasi vaziyetinizde he nüz hakikatle temas etmiş bir zat değilsiniz. Bana tavsiye ettiğiniz şeyi yapamam. Başkumandanlık vekaletine ve Ge nelkurmay'a müracaat etmek, tereddütlerimi orada gider mek . . . Beyefendi; farkında değilmisiniz ki artık bu memle ketin milli bir Genelkurmayı vardır, o da Alman Genelkur mayıdır. Türk ordusunda ilk İcraatı olarak da benim gibi asi bir askeri atmak kararına vardı, beni o heyete mi gönderi yorsunuz? Birkaç gün sonra işittim. Bu nazır beyefendi, beni ba kanlar kuruluİla şikayet etmiş, hatta cezalandırılmaını iste miş; kahkaha ile güldüm. Evet o zaman herhangi bir Mus tafa Kemal, böyle içi dışı çürümüş, soysuzlaşmış bir süla lenin ismi padişah olan reisine arkasını vererek kendini kuvvetli zanneden bu heyet tarafından kolaylıkla cezalan dmlabilir anlayışı genel idi. Fakat ben, başı ve nihayeti ma lum olmayan, kimi kendini dahi, kimi kendini diktatör, ki mi kendini doktor farzeden bu adamların naçiz Mustafa Kemal'e bir şey yapamayacaklarından emindim. Bir şey yapabilirlerdi. O da, o gün hakim oldukları süngüye ve in- -16 - san dışılığa dayanarak Mustafa Kemal'i yakalamak ve as maktı. Halbuki o gün idamımın bütün millet arasında du yulmasını nimet sayardım. Onlar buna cesaret edememiş lerdir. Niçin? Zannederim ki, yapabileceklerine emin ola madıklarından! .. Kendi münasebetsiz emellerini tatbik etmeye uğraş maktan başka kusuru olmayan bir Yakup Cemil'i asmak için bile ne kadar korku ve heyecan geçirmişlerdi. - 17 - YAKUP CEMİL OLAY I Yakup Cemil'in şahsından bahsetmek istemem. Yalnız Yakup Cemil'de, Mustafa Kemal'e karşı heyecanlı bir eğilim uyanmıştı. Bu bedbaht, kendi ufak tecrübesiyle ve kendisini bin türlü kanlı olaylara sevk edenlerin fiilleri ve hareketlerini görmesi neticesinde, Mustafa Kemal'in iş başına geçmesi gerektiğine hükınetmişti İşte Yakup Ce mil'in sehpaya gitmesine biraz da bu sebep olmuştur. Bu çocuk, bir gün Bursa'da ihtili:ll arkadaşlarıyla bir görüşme yapıyor, diyor ki: - Büyük sandığımız adamlar çok küçükmüş, vatanın selameti için bunları öldürmek lazımdır. Bunu ben yapaca ğım. Daha ılımlı inkılapçılar kendisine soruyorlar: - Öldürmek kolay, fakat durumu düzeltecek kim? - Mustafa Kemal! . . . ismini telaffuz ediyor. Bu zavallı, malum adamların kendine alıştırdıkları sa natın onlar aleyhinde de tatbik edilmesinde bir sakınca ol madığını zannederek vaziyeti kabul ediyor, İstanbul'a geli yor, eksik önlemlerle teşebbüse girişiyor, yakın zannettiği arkadaşları faciadan ürküyorlar. Haber veriyorlar. Neticesi şudur ki, Yakup Cemil yakalanmış ve asılınıştır. Bana bu hikayeyi söyleyen, onunla hemfikir ve hem hal olup asılmaktan kendini kurtaran ve beni Silvan karar gahında bulan Doktor Hilmi Bey'dir. (Hatırat yayınlandığı zaman Malatya Mebusu) Doktor Hilmi Bey Diyarbakır'a gelerek telgrafla Silvan'daki karargahtan bana mühim bil giler vereceğini söyleyerek çağrılmasını rica etti. O günler Diyarbakır'da bulunan yaverim Cevat Bey'e, doktoru be-1 8 - nim yanıma getirmesini emrettim. Doktor geldi. Bütün hi kayeyi anlattı: "İstanbul' da kalamazdım, kalamadım. Çün kü beni de asacaklar." dedi. Ben genel durumu düşünerek, adam asıırmanın çok fe na olduğunu anladım. Adam asınamaları için fiili bir İhtar da bulunmak istedim. Bu ihtarı, gayrı resmi bana iltica eden doktoru muhafaza ettiğimi en büyük makama bildir mekle yaptım. Yalnız şunu söyleyeyim ki. Yakup Cemil'in hareketini doğru bulmamıştım. Hatta o sırada bana bağlı tümenlerden birine tayin olunan bir kumandanla konuşurken, kendisine İstanbul'daki faciadan balısederek: -Yakup Cemi! asılmış ... Sebebi de; Mustafa Kemal harbiye nazırı ve başkumandan vekili olmadıkça kurtuluş yoktur, demiş. Sana bir şey söyleyeyim; bu adam faraza muvaffak olsaydı ve ben işitseydim ki Yakup Cemi! İstan bul'da, Mustafa Kemal harbiye nazırı ve başkumandan ve kili olsun diye isyan etmiş ve muvaffak olmuş, benim bunu kabule tenezzül edeceğiınİ tasavvur edebilir misin? Evet vaziyeti derhal kabul ederim; fakat İstanbul'a gidip Yakup Ceınil'i cezalandırmak suretiyle. . . Eğer ben onun gibilerin tavsiyesiyle iktidara gelecek bir adamsam, adam değilim! -19 - ALMAN KOMUTANLAR - Harbi Umumi'ye girdikten sonra, b u harbin feci ne ticelerini daima öne sümıekten kendimi men edemedim. Ka nal harekatı aleyhindeki isyanım, bana teklif olunan Hicaz kuvvei seferiyesi kumandanlığı vesilesiyle söylediğim ve kabul ettirdiğiınİ zannettiğim halde semeresini göremediğim eleştiriler ve bunun gibi birçok mücadele sahaları izledi. En sonunda Y ıldırım Ordusu Grubu'nun serüveni ile benim bu grupta asıl Y ıldırım Ordusu kumandanlığım herkesin malu mudur. Hatırladığıma göre yatıştırılamayan isyanım işte bu hadisede olmuştur. Artık sükfit ve alçakgönüllülüğüm sona ermek üzereydi; ben de bu anı kaçırmadım. Felaketin coş kun bir nehir gibi, Türkiye üzerine aktığını görüyordum. Na sıl tahammül edip susabilirdim? Bu olayların vesikalarını si ze vereceğim, okuyacaksınız; netice ne oldu? Benim felake tim! Bu kelimeyi özellikle kullanıyorum, ben hayatta felaket kabul edenlere gülmüştüm. Zira bundan ne çıkabilirdi? Eğer ben alelade gurur sahibi bir insan olsaydım ve bütün tahmin lerimin doğru çıktığını görmekten zevk alsaydım, ne olacak tı? Memleketin felaketinden nasıl zevk alabilirdim? isterdim ki benden evvelkilerin hatalarını düzeltebileyim; çamur ve batağa düşmüş Türkiye'yi çıkarabileyim. - Yedinci Ordu, yani Y ıldırım Ordusu'nun ilk defa kumandanı olduğum sırada, -zira malumdur ki, aynı ordu ya bilahare tekrar kumanda ettim- bu ordunun da dahil ol duğu grup kumandanı General Falkenhein'ın askerlik ve iç siyasetimiz yönünden takip ettiği usul ve hareket aramızda mühim bir münakaşaya sebep oldu; bu münakaşa nihayet daha büyük makama aksetti. Ben çok ehemmiyet verdiğim görüşlerime değer verilmediğini görünce susamazdım. -20 - Her türlü sonuçlarını evvelden kabul ederek usUl ve teamül dışı denebilir ki, biraz isyankar bir şekilde, kendi kendimi ordu kumandanlığından af ve hatta vekiliınİ de bizzat tayin ederek (Kolordu kumandanlarından Ali Rıza Paşa idi) vazifeme son verdim ve bu ernrivakii büyük ma kamlara bildirdim. Beni bu hareketten vazgeçirmek için General Falkenhein özel bir mektupla, başkurnandanlık vekaleti ve bu durumla ilgilenen dördüncü ordu kurnanda mm hayırhah ve dostane aracılıkta bulundular. Bu hal, ha kikatin hala bu şahıslar ve makarnlar tarafından ne kadar anlaşılrnarnış olduğunu, yahut anlaşılmış ise hakikati sak lamak için ne hazin şartlar ve rnecburiyetler içinde kalmış olduklarını gösterdiğinden; beni, ancak tesirlerimi daha şiddetli ifadeye sevk etti. Nihayet bu istifarnın, yüce ma kamlara ve belki bütün millete anlatmak istediğim hakiki manasını gözden kaçırmak ve kumandanlıktan alelade bir sebeple çekilmiş olduğumu yaymak için, beni merkezi Di yarbakır'da bulunan eski ordurna, İkinci Ordu Kurnandan lığı'na tayin ettiler. Görünür bazı mazeretler göstererek onu da reddettim. Kuvvetle üzerinde durduğum feci "vazi yet"i, basit işlerdenmiş gibi saydıklarını gösterir bir hare ketle, "bir ay kadar süreyle izinli olduğumu" bildirdiler. - Burada hatırırna gelen hazin bir noktayı da, ilgile nirseniz işaret edeyim: Ben Halep'te mevki ve vaziferne ni hayet veren bu teşebbüste bulunduğum ve en son teklif olu nan İkinci Ordu Kurnandanlığı'nı da reddettiğirn sırada, Halep'ten İstanbul'a gitrnek için tren ücreti verecek kadar pararn olmadığını bilrniyormuşurn. Vakıa, Yıldırım Ordusu kurnandanlığını üstürne alıp İstanbul'dan Halep'e hareket ettiğim günün gecesiydi. Fal kenhein tarafından bana bazı şeyler gönderildiği söylendi: O "şey"lerin, kendilerini kabul ettiğim odaya nakledilmesi ni ernrettirn. Salon kapısının yanına ufacık sandıklar istif - 21 - edildi. "Bunlar nedir? " dedim. Alman subayı dedi ki: --İstanbul' dan ayrılıyorsunuz, Mareşal Falkenhein tarafından bir miktar altın gönderilmiş tir. Kimseye hiçbir ihtiyacımdan bahsetmemiştim; fakat zannettim ki Mareşal bu parayı ordunun ihtiyacına sarfedil mek üzere göndermiştir. Onun için tercümanlık eden Türk subayına dedim ki: -Bu sandıklar bana yanlış geldi, ordunun levazım re isine gönderilmesi lazımdı; benim için fazla külfettir. Muhatabım sözlerimi Alman subayına nakletti: Subay derhal: - Efendim o da başka! dedi. Bizim subayımıza: - Paranın miktarını bu subaydan öğren, huzurunda alındığına dair bir senet yaz, ver, imza edeyim, dedim. Bu zat emrimi yaptı, fakat subay imzalı senedi kabul etmek istemedi, tekrar: - Bu subay bilmiyor, dedim; senedi alsın ve Mare şal 'e versin ve siz de bu paraları gelip alması için levazım reisine haber gönderiniz. Tabii iş böyle devam etti. Bu sandıklar ve içindekiler, ordunun levazım başkanlı ğında ve benim bunlara karşılık verdiğim senet de Falken hein' in gizli dosyasında birkaç ay beklernede kaldılar. İşte yukanda söylediğim üzere, Yedinci Ordu Kumandanlı ğı 'ndan kendimi affettikten sonra, kumandanlığa vekil ta yin ettiğim Ali Rıza Paşa'ya bu sandıklan teslim ettim ve kendisinden aldığım senedi o vakit yaverlerim bulunan Ce vat Abbas (Gürer, Bolu milletvekili) ve Salih (Bozok) bey lere vererek, kendilerine şu emri verdim: - Hemen Falkenhein'in karargahına gideceksiniz, - 22- bizzat kendisini gorup bu senedi vereceksiniz ve benim kendi nezdinde bulunan senedimi alacaksınız. Yaverlerim bizzat Falkenhein'i görmek hususunda bi raz zorluk çekmekle beraber emirlerimi harfiyyen yapmış lar. Biraz sonra yanıma gelerek dediler ki: -- Mareşal Falkenhein, size böyle bir para vermiş ol duğunu hatırlamıyor ve bu para için sizin imzanızı taşıyan hiçbir vesikanın kendisinde mevcut olduğunu bilmiyor, bi naenaleyh Ali Rıza Paşa imzalı senedi de kabul etmiyor. Tekrar yaverlerime dedim ki: - Şimdi size çok ciddi emrediyorum. İkiniz tekrar Falkenhein'ın odasına gireceksiniz ve şöyle diyeceksiniz: "Verdiğiniz altınlar olduğu gibi saklanmaktadır. Buna kar şılık size senet verilmiştir. Senet olmadığını iddia etmek, altınların mevcudiyetini değiştiremez. Vesikayı kaybetmiş olabilirsiniz, o halde verdiğiniz altınları size iade edece ğiz; aldığımza dair bize vesika veriniz. Bizi buraya gönde ren kumandanın altın karşılığı memleket menfaatleri hak kında müsamaha gösterecek insanlardan olmadığını çok tan öğrenmeliydiniz. Hala bunda tereddüdünüz varsa, ku mandanımız bunu size ve kamuoyuna daha başka şekiller de de ispat edebilir. Paralarınız duruyor, fakat bu paralar dan daha çpk kıymetli olan ' Mustafa Kemal' imzası sizde kalamaz." Olumlu bir netice almadıkça da karşıma gelme yeceksiniz. Emir verdiğim arkadaşlar grup kumandanı Falkenhe in'i tanıyan adamlar değildi; fakat beni çok iyi tanıyorlardı. Onun için bir saat sonra Falkenhein 'ın elinden benim imza mı taşıyan kağıt parçasını alıp dönmüşlerdi. Kolayca tah min etmek mümkündür ki, Mareşal Falkenhein beni, belki benden başka birçoklarını, böyle sandıklarla altın vererek gaflete düşürmek istiyordu! - Bıraktığım noktaya geliyorum: Evet, Halep'ten İs- 23 - tanbul'a gitmek için tren ücreti verecek param olmadığının farkında değilmişim, yalnız beş-on atım ve kısrağım vardı; zamanla edinilmiş, yetiştiritmiş cins atlar ve kısraklar. Sa lih'i çağırdım ve: - Bu atlardan birkaçını satın da İstanbul'a gidebile lim, dedim. Bu alım satım neticesini beklerken, Halep'te bir aile yanında misafir bulunuyordum. Fakat benim en güzel atla rıını pazarda satın alan bir tek adam çıkmamıştı. Hayret et tim, halbuki hayret edilecek bir şey yoktu. Subaylanmızın m�m kuvvetlerine güvenilemezdi. Halep'in zenginleri ata ve kısrağa meraklı iseler de, seferberlik içinde olduğumuz dan bunların ellerinde bulunan hayvanları ordu alacaktı. Bizim yegane servetimiz olan atlardan da ümidimizi kestik. Fakat takip ettiğimiz dava ve gösterdiğimiz direnç, bu kadar parasız olduğumuzu belki zannettirmezdi. Bunu ni çin söylüyorum, biliyor musunuz? Bir gün aynı Halep şeh rinde çok büyük, tanınmış bir kumandaola hasbihal ediyor dum. Benim bütün fikirlerime katılarak: -Ne yapmak lazımdır? dedi. - Hiçbir şey yapamazsınız, hiç olmazsa istifa ediniz, dedim. Muhatabım gözyaşlarıyla teyid ettiği fikri ve hissi işti rakinden sonra, bana dedi ki: - Yapamam, çünkü kendim ve çok sevdiğim evlatla nın için dayanak noktam yok. Hatırladığıma göre şu cevabı verdim: - Efendim, söz konusu olan koca bir Türk milletinin hayat ve mematıdır. Mahvolan budur ve buna emin olduğu nuzu gözyaşınızla gösteriyorsunuz, bu hayat ve ölüm man zarası karşısında hususi düşünceleri ve endişeleri akla ge- - 24 - tirmemek gerekir. O tarihte vaziyeti ve sözü, kamuoyu üzerinde etkili olacağına şüphe etmediğim bu zatın harekete gelmesini çok bekledim. Atlar ve kısraklarımızın pazarda satılamamış olduğunu söylemiştik; o sıralarda Dördüncü Ordu'nun kumandanı bana Halep'te yetişti. Çok şeyler konuştuk. Ortak kararlar vermiş olduğumuz zannına kapıldım. Bu safhaları anlat mak uzun olur; bu da ayrı bir tasvir. Fakat merhum Cemal Paşa'nın bana ayrıca bir muhabbet ve bağlılığı olduğunu zikretmek de vazifemdir. Ben Cemal Paşa'yı Cemal Paşa olduktan sonra tanımış değildim; aynı şekilde Cemal Paşa da Mustafa Kemal'i, kendisiyle Halep'te konuşan ordu ku mandanı Mustafa Kemal olarak bulduktan sonra tanımış değildi. -25- İSTANBUL'DA -At ve kısraklarıının satılmamış olduğunu söylemiş tim. Halep'te Cemal Paşa merhumla birçok ciddi konu üze rinde münakaşadan sonra, şu basit konuşma cereyan etti: -Cemal Paşa, benim bazı cins at ve kısraklanm var. Bunları satmak ihtiyacındayım; taJip bulamadım. Siz bura nın eski kumandanısınız, bana bir yol gösterir misiniz? -At ve kısraklarınızı evvela veterinerleriine muaye ne ettireyim. -Diyarbakır 'da iken Avusturyalılar, bu atlarla kısrak ların mühim bir servet olduğunu söylediler, kıymetlerinden şüphe etmiyorum; bununla beraber öyle yapınız. Cemal Paşa hepsi için iki bin altın teklif etti . . . Kabul ettim ve bu suretle İstanbul'a hareket ettik. Bir gün İstanbul'da Bahriye Müsteşarı Vasıf Paşa'dan bir tezkere aldım. Bu tezkereye raptedilmiş olan "Cemal Paşa" imzalı telgrafın içeriği şu idi: "Hayvanlarınızı beş bin liraya sattım; sizden çok ucuz almışım, üç bin lirasını nereye göndereyim?" Bu telgraf üzerine müsteşar Vasıf Pa şa'nın yanına gittim; kendisine dedim ki: "Bu telgrafın ma nasını anlayamadım: Ben paşaya atlarıını iki bin liraya sat tım, o beş bin liraya satmışsa üst tarafını bana vermeye mecbur değildir. " Fakat ilave etmeliyim ki bu tokgözlülü ğüme rağmen Cemal Paşa merhum, üç bin lirayı Vasıf Pa şa'nın yardımıyla bana göndermiştir: Bu para yeni girişimierirnde benim için dayanak ol muştur; bunu söylemeyi gerekli görüyorum. Çünkü ben ateşkes zamanı İstanbul'da bulunurken ve çok geniş teşeb büslere karar verirken, bana bu teşebbüslerimin manasını -2 6 - hissedenler tarafından çok tekliflerde bulunulmuştur. Hepsi ni reddettim. Çünkü bana bu yolda teklif yapanların hiçbiri ideal sahibi adamlar değillerdi. Tabirimi maruz görürseniz, bu satırlan okudukları zaman kendilerinin ima edildiklerini aniayacaklarına şüphe olmayan o zatlar dahi, adi entrikacı lar olduklarını reddetmeyi başaramazlarsa bana çok küstah ca tekliflerde bulunmuş olduklarını kabul edeceklerdir. At ve kısrak parasıyla İstanbul'a geldik . . . İstanbul'da Pera Palas otelinin bir dairesine yerleşmiş tim. Artık her şeyin mahvalduğuna inanmış bir adam gibi ümitsizce düşünüyordum. Ancak mahvalan bu her şeyin tekrar kurtarılabileceğine kanaat getiren bir adam gibi ken dimi avutuyordum. Bu psikoloji içinde iken Enver Paşa bir gün bana, pa dişahın vekili sıfatıyla bir aracı vasıtasıyla müracaatta bu lundu ve dedirttİ ki: - Alman imparatoru Zat-ı Şahane'yi genel karargahı na davet etti. Zat-ı Şahane böyle bir seyahati yapamayacak halde bulunduğundan. Veliaht Hazretlerinin, Zat-ı Şahane namına bu seyahati yapmasının uygun olacağını düşündük. Kendisinin refakatinde bulunmayı kabul eder misiniz? Ben böyle bir zat ile böyle bir seyahati kendim için en teresan gördüğümden, derhal uygundur cevabı verdim. Ter tibat ve tebliğat yapılmış, iki üç gün sonra bir perşembe ak şamı trene binip Vahideddin ile scyahate çıkmamız karar laştırılmıştı. Bana denildi ki: - Seyahate çıkmadan evvel, Veliaht Hazretleri'yle ta nışmalısınız! Naci Paşa, kolordu kumandanı ve Mekteb-i Harbiye'de (Harb Okulu) benim askeri eğitim hocamdı. Onun da Vahideddin ile beraber bulunması uygun görül müştü. Bir gün hareketimizden evvel Vahideddin'in sarayında bir araya geldik. Bizi sarayın içinde Arap hasırlarıyla örtül-27- müş bir salona açılan kapıdan bir odaya soktular. Redingot lu adamlarla dolu olan odanın eşyası bir kanape ve kanape-, nin iki tarafından birer koltuktan ibaretti. Henüz girdiğimiz bu odada ayakta dururken, çok laubali görünen redingotlu adamların içinde redingotlu başka bir adam belirdi. Bu ye ni gelenin kim olduğunu, ne olduğunu ve ne olması gerek tiğini ne ben, ne de arkadaşım fark etmedik. İçeri girdi, bi zim bulunduğumuz tarafa yöneldi. Kanapenin sağ köşesine oturdu. Ben karşısındaki koltuğa oturdum. Benim karşım daki koltuğu Necip Paşa işgal etti. Bu zat bir defa gözleri ni kapadı, derin bir şekilde daldı, neden· sonra tekrar gözle rini açtı, bize lütfen iltifat etti: - Sizinle müşerref oldum, memnunum. Tekrar gözlerini kapadı, bu nazikane sözlere cevap vermeye hazırlanırken, şaşkın bir şahsiyerin huzurunda bu lunduğumu fark ettim; cevap vermek mi, yoksa vermemek mi gerektiğinde tereddüt ettim. Naci Paşa'nın yüzüne bak tım, o da çok durgundu. Onda bir defa daha konuşma kud reti mevcut olup olmadığını anlamak için beklemeyi tercih ettim. Biraz sonra gözlerini açtı: - Seyahat edeceğiz değil mi? Ben çok sıkıntılı bir halde: - Evet, seyahat edeceğiz! dedim. İtiraf edeyim ki, bir mecnunla karşı karşıya bulundu ğumuzu hemen hissetmiş, fakat mantık! konuşmaya giriş rnekten kendimi men etmiştim. Hemen ayağa kalkıp dedim ki: - Efendi Hazretleri, beraber seyahat edeceğiz. Seya hat iki gün sonra başlayacaktır. Perşembe akşamı garda ha zır bulunacaksınız, oradan hareket edeceğiz. Veda ettik ve çıktık. Süslü bir saray arabasına binmiş tİk. Naci Paşa ile aramızda takriben şöyle bir konuşma ol du: -28 - - Zavallı, bedbaht, acınacak adam! . . . Bunlarla ne olabilir? - Öyledir. - Bu zavallı yarın padişah olacaktır, kendisinden ne beklenebilir? -Hiç! . . . - Biz ki aklımız, mantıkımız vardır, biz ki memleketin mukadded'itını, halini ve geleceğini anlamış insanlarız, ne yapabiliriz? Naci Paşa: -Güç!. . . dedi. -29 - ALMANYA SEY AHAT İ -Perşembe akşamı gara gittim, yalnız daha evvel Va hideddin'in etrafındaki adamlara haber göndermiş ve bizim seyahatimizin bir bakıma askeri bir seyahat olacağını; zat-ı alilerinin üniformasım giymesi gerektiğini söylemiştim. Gara geldiğim vakit, Vahideddin'in sivil giyinmiş olduğu nu gördüm. Veliabctın teşrifatçısı olan İhsan bey isminde bir adam vardı. Kendisine dedim ki: - Ben Veliaht hazretlerinin üniforma giymesi için haber yollamıştım. Söylemediniz mi? Bana saray geleneklerinin verdiği bir gururla: - Siz kim oluyorsunuz? dedi. - Ben sana kim olduğumu izah eelecek durumda değilim, yalnız soruyorum: Ben sana Veliaht hazretlerinin üniforma giymesi gerektiğini ilettim. Kendisine söyledin mi, söylemeelin mi? Bu cümleleri biraz sert telaffuz ettim. O zaman bana cevap vermeye mecbur kaldı: - Ben söyledim, fakat yapmadı. -Neden? - Müsaade ederseniz, izah edeyim . . . dedi. - Anlattığına göre Veliahcl' a, feriklik (korgenerallik) rütbesi verilmiş, sonra mirliva (tuğgeneral) olduğunu bil clirmişler; o da bundan gücenerek, "madem ki benelen ilk rütbeyi geri almışlar, ikinci rütbeye tenezzül etmem" elemiş ve hiçbir rütbeye layık olmayan Vahicledclin işte bu sebep le gara sivil gelmeyi tercih etmiş. İhsan bey denilen adam la fazla meşgul olmaya lüzum görmedim. Bineceğimiz tren hazırdı. Bir asker! müfreze, savaş sırası düzeninde, Veli- ahd'i uğurlamayı bekliyordu. Veliabd'ın yanına yaklaştım. Başkumandan Vekili Enver Paşa da orada idi. - Bu asker sizi uğurlamak için hazırdır. Kendilerini selamlayınız, dedim. Vahideddin yüzüme baktı. Bu bakışıyla: -Nasıl? demek istiyordu. işaret ettim: - Siz yürüyünüz, arkanızdan biz geleceğiz. Vahideddin askerin önünden geçerken, iki eli de yuka rıda, gayri tabii ve bilinçsiz bir şekilde selam vererek yürü dü. Geriye dönüp trene bindik, içine girdiğimiz salonun pencerelerini açtırarak, tren hareket edeceği sırada Vahi deddin'e: -- Bu pencereden askeri ve ahaliyi selamlayınız, dedim. -Niçin lazımdır? dedi. - Evet lazımdır! Vahideddin benim korkusuzca ihtanma boyun eğmiş gibi görünerek, dediğimi yapıyordu. Tren İstanbul'u terk etti. Vahideddin, beraber bulunduğumuz salonun gerisinde ki di ğer bir salonda kendine hazulanan korupartımana git ti. Beni bıraktığı salon bana aitti. Ben burada yatacaktım. Fakat salonun her tarafına birtakım bavul1ar, sepetler vesa ire yığılmış olduğunu gördüm. Daha evvel, Vahideddin'in çok yakını Refik isminde bir zata demiştim ki: - Vahideddin'in yakınında yatmak, onunla beraber bulunmak ve kendisini tanımak istiyorum. Bu adam bana evvela söz vermişken, sonra öyle bir tertip yapmış ki, Vahideddin'in yakın adamları her tarafı doldurmuş ve bana bahsettiğim salon kalmış. - Niçin böyle yaptınız? dedim. Bana güzel bir cevap verdi: - Efendimiz köleleri ile yakın olmak ister. Zat-ı ali niz efendimizi ve o da sizi rahatsız edebilir. Bu sebeple si- 31- zi onun vagonuna bitişik bir yerde bulundurmayı tercih et tim. Refik beyin sözünü akla aykırı bulmadım. Evet, Vahi deddin 'in yanında uşakların ve Refik beyin de o uşakların başında bulunması gerekiyordu. - Trenimiz İstanbul'dan hayli uzaklaşmış, Trakya topraklarında ilerliyorduk; bir zat geldi: -Efendimiz sizi salona davet ediyor, dedi: Doğrusu bu davet beni memnun etti. Yarınki padişahı yakından incelemek fırsatlarından birincisi balışediliyor demekti. Vahideddin'in salonuna girdiğim vakit kendisini ayakta, beni beklerken buldum. Oturdu. Bana da oturmak için yer gösterdi. Bu dakikada, sarayında çoğunlukla gözle ri kapalı konuşan zatı büsbütün başka bir vaziyette buldum. Bilakis gözlerini çok kuvvetle açmış ve dikkatle bana bakı yordu. Bir nutuk söyler gibi, şu tarzda beyanatta bulundu: - Affedersiniz Paşa Hazretleri, birkaç dakika evveli ne kadar kiminle seyahat etmekte olduğumu bana açıkla mışlardı. Ancak trenin hareketinden sonra aldığım malumat üzerine gıyaben çok tanıdığım ve takdir ettiğim bir kuman danımızia beraber bulunduğumu anladım. Ben sizi çok iyi bilirim. Arıburnu'nda ve Anafartalar'da yaptığınız bütün icraat, kazandığınız başarılar tamamen malumumdur. Siz İstanbul 'u ve her şeyi kurtarmış bir kumandanımızsınız, beraber seyahat etmekte olduğum için çok memnunuru ve bundan iftihar ediyorum. Vahideddin bu sözleri çok ağır, fakat muntazam söylü yordu. Hayret ettim. Gerektiği gibi cevaplar verdim, ara mızda mükemmel ciddi ve samimi sohbetler oldu. O gece için görüştüklerimizi yeterli sayarak kendisini fazla rahatsız etmek istemediğimi söyleyip izin aldım. Salo na döndüğüm zaman terahlık hissediyordum. Düşündüm ki bu zat akıllı olmalıdır. istanbul'da ilk buluştuğumuz vakit, o -32 - devri biLenLerce anLaşıLması koLay oLan neden ve koşuLLarın etkisi aLtında garip bir haL gösteren VeLiahd; İstanbuL'u terk ettikten, kendisini tamamen serbest gördükten ve biLhassa muhatapLarının güveniLir adamLar oLduğunu anLadıktan son ra şahsiyetini oLduğu gibi göstermekte artık sakınca görmü yor. Buna göre ben de kendisine bütün durumLarı ve zaruret Leri anLatabiLirim; hatta kendisince yapıLabiLecek bazı ze minLer üzerinde faaLiyete geçebiLirim, ümidine kapıldım. Seyahat günLeri birbirini takip ediyor, biz her gün kısa veya uzun bir görüşme yapıyorduk. Bende oLuşan kanaat şu idi ki, bu adamLa kendisini aydınLatmak ve kendisine yakın dan ve samimi yardım etmek şartıyLa bazı işLer yapmak mümkündür. Bu görüşümü gerek Naci Paşa'ya, gerek diğer zatLara söyLedim ve VeLiahd'i bu şekiLde hazırLamanın, memLeket çıkarLarı adına bir görev oLduğunu beLirttim. Ar kadaşLar ve ben, bu tür temasLarda buLunarak seyahatimize devam ediyorduk. *** Büyük Alman karargahının bulunduğu küçük bir kasa baya geLmiştik. Bizi imparator karargahının girişi karşısına diziimiş heybetLi bir ALman kıtası seLamLadığı esnada, bizzat Kayzer girişin sahanLığında bu karşıLamaya katıLıyordu. Gi rişten büyücek bir hoLe geçtik. Orada İmparator, Hinden burg, Ludendorf ve bütün karargah kurmay ve amirLeri VeLi ahd'ı ve onun refakatinde buLunanLarı kabuL ediyordu. Kay zer, VeLiabd'La tokaLaştıktan sonra ve Naci Paşa aracıLığıyLa birkaç keLime konuştuktan sonra Vahideddin'e deniLdi ki: - Refakatinizde buLunanLarı İmparator'a takdim et meniz Lazımdır. VeLiahd beni İmparator'a takdim etti. Bir eLi, göğsü üzerindeki düğmeLerinin arasına sokuLmuş oLan İmparator, diğer eLiyLe benim eLimi tuttu ve çok yüksek ses Le, ALmanca oLarak: - 33 - -On altıncı kolordu. . . Anafarta! sözlerini telaffuz etti. Bütün hazır bulunanlar, İnıparatorun bu hatırlatması üzerine bana yöneldiler. Ben Kayzer'in ne demek istediği ni anlamadığımdan biraz sıkılelım ve önürne baktım. İrnparator benim bu mahcup ve mütevazi vaziyetim den şüphelenerek, yanlış bir hitapta bulunmuş olması ihti malini düşünmüş olsa gerek, bana sordu: - Siz on altıncı kolordu kurnandanlığını ve Anafartalar'ı yapmış olan Mustafa Kemal değil misiniz? Almanca sorulan bu suale Fransızca cevap verdim: - Evet, Ekselans . . . Bu kelimeler ağzımdan çıkınca derhal anladım ki, bü yük bir hata yapmıştım. - Sir yahut Kayzer demek lazımdı. Ne yalan söyleye yim, insan dilini alıştınnadığı şeyleri söylemekte zorluk çe kiyor; bu benim yaptığım birinci hata da değildir. Bulgaris tan Kralı Ferdinand'la ilk defa karşı karşıya geldiğim za man da aynı hatada bulunduğumu hatırlarım. *** Karargahta çok güzel ve rahat yerleştirilmiştik. Veli ahd tarafından bazı ziyaretler yapılması gerekliydi; mesela Hindenburg'u ondan sonra Ludendorf 'u ziyaret ettik; ben ve Naci Paşa Veliahd'a refakat cdiyorcluk. Hindenburg 'un ufacık bürosunda idik. Mareşal, masa nın başında ve sol ilerisindeki koltukta Vahideddin, onun yanında dili değerinde olan Naci Paşa oturuyordu. Ben Hindenburg'un sağına tesadüf eden sandalyede idim. Veli ahd ve Hindenburg birbirleriyle görüşüyorlardı. Kısa ve merasim kabilinden olan böyle bir görüşmede çok mühim şeyler konuşulmaması alışılmış olmakla beraber, Hinden burg, Veliahd'a ve tabii onun aracılığıyla bütün Türk mille- - 34 - tine çok teselli verici sözler söylüyor, Veliahd bu sözlere te şekkür ediyordu. Ben Hindenburg'un ağzından işittiğimiz sözlerin en nihayet kibar ve misafirperver olduğu için nezaketen sarfe dilmekte olduğuna inanmak istiyordum. Yoksa beyanatın gerçek anlamı beni üzecek mahiyette idi. Konuşmaya katıl mayı uygun görmedim; bilakis görüşmenin kısa kesilmesi ni bekliyordum, öyle oldu. Vahideddin 'i Ludendorf da büyük nezaket ve itina ile kabul etti. Denebilir ki, o da Mareşal'in temas ettiği konu lar üzerinde teselli verici sözler söyledi. Bilhassa o günler de kuzeybatı cephesi üzerinde İtilaf ordularına karşı başlat tıkları parlak taarruzu esasen biliyorduk. Fakat taarruzun ulaşabileceği neticeyi Ludendorf'un ağzından işitmek için sabırsızlanıyordum. Gördüm ki, konuşmanın hedefi bu değil. Alman ordu sunun taarruz etmekte olduğunu söylemesinin nedeni, Al ınan millet ve ordusunun ve bütün müttefiklerin maneviya tım yükseltebilecek teminat vermekten ibaretti. Şüpheınİ halletmek için olmalı, generale kısa bir sual sordum: - Taarruz kuvvetleri en son hangi hatta kadar gidebi leceklerdir? Böyle, Veliabd refakatinde bulunan bir subayın daın dan düşer gibi sorduğu soruya muh<'Hap olan Ludendorf, nezaket içinde devam eden beyanatını kesti, biraz düşündü, biraz da yüzüıne baktı ve dedi ki: - Biz taarruz ediyoruz, neticesini olaylar gösterecektir. Cevap verdim: - Yapılmakta olan taarruz neticesinin ne olabileceği ni anlamak için olayların ve talihin tecellisini beklerneye lüzum olmadığını zannediyorum; çünkü yapılan taarruz, en nihayet "parsiyal" bir taarruzdur. -- 3 5 - Ludendorf, tekrar yüzüme baktı. Ne demek istediğimi pek iyi anlamıştı. Olumlu veya olumsuz cevap vermeyerek sustu. Konuşma burada kaldı ve ziyarete son verildi. Ludendorf'un hatıratını baştan başa okudum. Hatıratta çok büyük esaslardan çok büyük ustalıkla bahsedilmiştir. Tabii bu kadar kısa bir görüşmede kendisi için meçhul bir ziyaretçinin çok kısa sorusundan ve o sorunun neticesinde ki beklemeden bahsetmiş olmasını kendisinden talep etmek hakkımız değildir. Lakin biz de bu ziyaretten bahsettiğimiz sırada, bütün dünya ordularında büyük bir asker ve subay olarak tanınmış bir zat ile ani denilebilecek kadar kısa gö rüş alışverişinin hatırasım gömmek istemedik. *** imparatorluk karargahı olarak kullanılan otelin içinde, Veliabd'ın odasında Vahideddin, ben ve Naci Paşa konuşuyoruz. Bütün seyahatimiz esnasında benim Veli ahd'a bahsini açtığım genel ve hayat! konular üzerindeyiz. Başkumandanlık vekaletinin, Alman ordusuna dayandırıla rak seçilmesiyle devam edeceğimiz fedakarlığın, mutlaka parlak bir başarıyla neticeleneceği hakkındaki fikir ile bu fikri memlekette sağlamlaştırmaya çalışmaktaki mantıksız lığı izah ve ispata çalışıyordum. Beni bu açıklamaya sevk eden vesile, kısa soruru karşısında Ludendorf'un bu sonuç ları Allah'a bırakan bir mütevekkili andırır vaziyeti idi. Çok arzu ediyor ve çalışıyordum ki, yannın padişahı tam yerinde benim dediklerimi çok iyi anlayabilsin! Bilmem neden böyle bir teşebbüsten ümitvar olmak istiyordum. Verdiğim izahat, Veliabd'ın tasdik ve uyanıklığına delalet eden işaretlerle karşılanmakta idi. Bu esnada bazı yüksek sesler, bütün boşluklarını dal durarak bizim oturduğumuz salonun içine kadar geldi. -36 - - Kayzer... Kayzer. .. Kapı vuruldu; Veliabd hazretlerini ziyarete gelmekte oldukları bildirildi. İmparator 'u karşılamak için acele ettik; Kayzer salona girdi. Hep beraber oturduk. İmparator haki katen centilmence konuşuyor, sadık ve vefakar Osmanlı devletinin çok kıymetli bir Alman müttefiki olduğundan ve bilhassa başkumandan vekili olan Enver Paşa hazretlerinin bu dostluğun kıymet ve yüksekliğini aniayarak çalıştığın dan; Alman Başkumandanlık ve Erkan-ı Harbiyesinin bu seçkin zata fevkalade güvendiğinden ve itimat ettiğinden bahsediyordu. Ben Vahidcddin 'in sağındaydım. Naci Paşa karşımızda bulunuyordu, İmparator salonda idi. Takriben şöyle bir so ru Naci Paşa aracılığıyla Vahideddin tarafından İmpara tor'a soruldu: - Türkiye'nin Almanya'ya karşı sadakat ve vefasın dan, yakın gelecekte Alman müttefiklerinin saadete kavu şacaklarından bahseden beyanatı şahaneleri, Osmanlı dev letinin yarınını düşünmek vaziyeünde bulunan acizlerinde büyük bir terahlık ve teselli uyandırdı. Ancak genel duru mu incelemekten kaçınarak, bir noktayı daha açıkça anla mak ihtiyacındayım. Türkiye 'nin kalbgahına yönelen dar beler dumıaksızın ilerlemektedir. Eğer bu darbeler başarılı olursa Türkiye rnahvolacaktır. Bu darbeleri durdurmak için yeterli teminat ifade eden beyanlarınızı dinleyernedim. Lütfen bu hususta beni biraz aydınlatır ve tatmin buyurur musunuz? Bu soru üzerine İmparator oturduğu sandalyeden der hal ayağa kalktı. Şöyle bir hitapta bulundu: - Türkiye'nin muhterem Veliahdı! Anlıyorum ki, si zin zihninizi kanştıranlar vardır. Ben Almanya imparatoru size gelecekten, gelecekteki başarılardan bahsettikten son ra şüpheniz kalır mı, kalmaz mı? - 37 - Yanında bulunduğum Veliahd olumlu cevap vermekle beraber, endişesinin giderilmediğini de ilave etti. İmparator, kalktığı sandalyeye artık oturmad ı.. . Ve bi zi terk edeceğini nczaketle ima etti. Salonun kapısına doğ ru yürüdü. Vahideddin ve arkasından bizler, Kayzer' i salo nun kapısından dışarı çıkardık. Kayzer sola doğru giden bir koridordan yürüyecekti. Ben Kayzer'in hoşuna gitmediği mi anladığım için ters koridora doğru ve biraz uzakta dur dum. İmparator, Veliahd 'ın ve sonra ona yakın bulunan Na ci Paşa'nın ellerini sıkarak, uzağında bulunan bana baktı ve yöneldiği koridor istikametinde yürümeye başladı. Benim elimi sıkmamıştı. İmparatorun hakkı vardı. Ve liahd'ın refakatinde bulunan herhangi bir generalin elini sıkmak için onun ayağına mı gidecekti? Ul.zım değil midir ki, bu general, imparator tarafından eli sıkılmak şerefine erişmek için biraz acele etsin. Bu kusurumu itiraf ederim. Bilmem neden durgun, ha rekete iktidarsız, sabit ve dalgın bir vaziyet almıştım. İmpa rator iki üç adım yürüdükten sonra tekrar geri döndü. Bana yaklaştı: - Affedersiniz, sizin elinizi sıkmamıştım. Elimi uzattım; çok nazik ve yücegönüllülükle iltifatla rına mazhar oldum. *** - İmparatorun sofrasına akşam yemeğine davetli idik. Kayzer 'in karşısında bir prens, sağında Vahideddin, solun da Berlin Elçisi Hakkı Paşa merhum ve prensin solunda da ben bulunuyorduk. Benim solumda Ludendorf vardı. Lu dendoıi, Fransızcasıyla benimle görüşüyordu. İmparator, Ludendorf'a Almanca: - Sağındaki adamla konuş! dedi. -3 8 - Ludendorf: - Onu yapıyorum, cevabını verdi. Tabii bu konuşmaları aniayacak kadar Almanca bildi ğim için imparatorun İhtarını ve Ludendorf ' un cevabını an lamıştım. Çok büyük bir harekatın idaresi nden dolayı zihni yorgun bulunan Ludendorf, yemek esnasında hatırımda yer tutacak kadar ciddi bir konuşma konusu bulamadı . Yemek bitti; salona biti şik, adeta onun büyük parçası na benzeyen diğer bir salon vard ı. Sofrada hazır bulunan lardan bir kısmımız oraya geçtik. İmparator, Hindenburg, Ludendorf, Alman Başvekili olduğunu zannettiğimiz bir zat; bizim tarafımızdan da Veliahd, Hakkı Paşa merhum ve bizler. . . İmparator bir köşede ayakta Vahideddin ile t atlı tatlı konuşuyor; ben , arkasını iki salonun arasını ayıran kavisin duvarına dayam ı ş, çok heybetli ve canlı, asil nazariarında gerçekleri anladığı görülen, fakat anladıklarını her muhata ba söylemekten çekinen y üksek bir şahsiyet karşı sındayım. Hindenburg ! Hindenburg ' l a görüşmek istiyor, kendisini bilhassa Veliah d ' la beraber ziyarete gittiğimiz vakit temas etmiş olduğu tatlı sohbet zeminine sevk etmeye çalışıyor dum . Mareşal , ziyaretimiz esnasında, S uriye 'deki durumun düzeldiğini; son günlerde yeni ve taze bir süvarİ tümeninin savaş meydan ına gönderildiğini söylemişti . Halbuki bu bü yük adamın bahsetti ği, tabii ki oradaki kumandanların ver diği raporların içeriğiydi. Gerçekte söz konusu edilen bu süvarİ tümeni, ben henüz İkinci Ordu kumandanı iken Yıl dırım Grubu ' nu takviye için bu gruba gönderilmesi talep olunan tümen idi. Ben Yedinci Ordu kuman danı olmadan evvel, bu süvarİ tümeninin oluşturulmasına çok çalışılmış u . Ancak toplanabilen bu seyyar kuvvet o kadar güçsüz idi ki, evvala cılız hayvanların ı Re 'sülay n civarındaki otl aklar- 39 - da beslemek ve ondan sonra faydalı bir hale gelip gelmedi ğini yeniden incelemek lazımdı. B en aylarca sonra Yedinc i Ordu kumandanı olduğum zaman b u tümenden istifade edip edemeyeceğimi araştırdım. Aldığım ciddi bir rapor, tü menin bir kuvvet olmadığı mahi yetinde idi. Alman büyük karargahında Hindenburg'un ağzından i şitti ğim şu idi ki; bu tümen savaş meydanına dahil olmuş ve durumu düzel tilmiştir. M areşal 'e bu m acerayı anlattım ve dedim ki: - Benim söyleyeceğim sözler sizin aldığınız raporla rın içeriğine uymayabilir. Fakat Suriye ' ni n durumunun dü zelmediğinden em in olabilirsiniz. B u nu kabul edi niz. Son ra Mareşal, siz öneml i bir taarı·uz yapıyorsunuz ve zannet meın ki, buna çok bel bağlamı ş olasınız. Yaln ı z bana söyler misiniz, emni yetle ümit ettiğiniz hedef ve maksat nedir? B ü yük ve ihtiyatlı asker benim bu soruma cevap vere bilir miydi? Zaten kendisinden bunu beklememeliydim. B u belki de biraz laübal i vaziyetim, bir ihtimal de, İmparator Hazretleri ' ni n sofrasında bize ikram edilen nefis şampan yaların tesiriyle olmuştu. M areşal , söylediklerimi dikkatle d inler gibi göründü. Fakat çok basi t ve şirin bir cevap verdi; salonun ortasında duran ve üzerinde muhtelif sigaralar bulunan u fak bir masa v ardı: - Eksel ans, size bir sigara takdim edebilir miyim? H indenburg her şeye cev ap vermişti. Ortadaki m asaya gittik, kendi eliyle bana bir sigara verdi. Meğer Vahideddin ile konuşan İmparator, bizim ko nuşmam ızla i lgileniyorınuş. Almanca olarak Mareşal 'e sor du: - Ne diyor? M areşal cevap verdi: - B ir şeyler! - 40 - Ben sigararnı yaktıktan sonra, Hindenburg ' u bıraktım. İmparator ' la konuşan Vahideddin ' in yanı na gittim: - Hakikati anlıyor musunuz? diye sordum. Muhatabı ınız Alınanya imparatorudur. Benim size arz ettiğim endi �cleri izah edecek bir tek kelime söyleyeyim mi? - Hay ır! dedi. - Konuşmaya devam ediniz, dedim ve ciddi konuşunuz, bütün e ndişeleri İmparator ' a söylemektc tereddüt et ıneyiniz; ben eminim ki, o sizden memnun olmayacaktır. Fakat hiç olmazsa Türkiye ' de hakikati görmüş olanların varlığına inanacaktır. Veliabd masum bir tavır takınarak: - Öyle yapıyorum , dedi , söz de son buldu . *** - Artık Batı cephesindeyiz. Kanaat, iman ve güven verecek kuvvetli ve azametli manzaralan görmek üzere muhtelif cephelere gönderiliyorduk. Cephede bir karargaha ulaştık: Büyükçe bir karargahtı . Cephenin en yüksek ku m andanı, bizzat bütün hazırlıkların çok tatl ı renklerle gös terilmiş olduğu bir harita üzerinde hepimize vaziyeti açık lıyordu. Sözler, i zahat parlak ve sanatkarca idi. Vahideddin bu beyanat karşısında sarsıldı ve yakında bulunan bana, ku l ağıma denecek bir surette: - Ya buna ne dersin? dedi. Derhal cevap verdim: - Haritada gösterilen bu v aziyeti yerinde görrnek is teyiniz. Öyle oldu; asıl ateş cephesine temas ettik. Orada da bizi karşılayan, bize h ürmetkarca muamelelerde bulun an büyük, küçük kumandanl ada karşılaştık. Bizim neresini göreceğimiz ve oraya nereden gideceğimiz gerektiğine da- 41 - ir hemen plan h azırlanm ı ş, bu plan ı gördükten sonra dedim ki : - Cephenin büyük kumandanı bize genel durumu açıklad ı. İçinde bulunduğumuz savaş cephesi bize o açıkla manın öğrettiği cephedir. Müsaade edilir mi, bu sizin yaptı ğınız planı bırakalım ve benim göstereceğim yere gidelim. O anda bir kargaşa oldu. Vahideddin, haz ır krokiye ta bi sevk olunciuğu istikamctte yürüdiL Bende bir asker inadı uyand ı. Onları takip etmedim. Edinmiş olduğumuz harita n ın �ılavuzluğuna güvenerek ateş hatt ını n bir noktasına yü rüdüm y e ateş hattı geris inde bir ağacın dibine geldim. Ora da genç b ir subay, ağaç üzerinde gözetierne y ap ıyordu. Ba na refakat eden Alman subaylan da vard ı. Gözetierne yapan subay aşağıya i ndi. Gördüklerini anlatt ı . - Müsaade eder misiniz, ben d e bu ağaca çıkay ım! dedim. - Hay, hay ! . . cevabını verdiler, çıkt ım; subay ın söyle diklerini aynen gördüm. Fakat asıl konuşulması gereken nokta, bu tanık olunan duruma karşı hangi durumda oldu ğumuzdu; onun için sordum: - Bu düşman vaziyeti karşıs ındaki kuvvetiniz, h azır lıkların ız, yedekleriniz nedir, lütfen bana söyler misiniz? Ateş hatt ın ın saf olan subaylar ı ve kumandanları, Türk m üttefiklerinin bir kumandanı n a hakikati söylediler. Haki kat şu idi: Piyade kuvvetler hemen hemen yetersizdi . S üv a rİ iken piyade gibi kullanmaya mecbur oldukları bir kuv vetten bahsettiler; o da birinci hattın i s tinatlan ndan sonra, yedek denecek nicelik ve nitelikten ç ıkmı şt ı. Bu bilgiyi al d ıktan sonra, çok hayrete düşerek kendilerine pervasızca dedim ki: - O halde tehlikedesiniz! - Öyle ... dediler. *** - 42 - - B u ateş karargahın ı terk ederken , Vahideddin ' in İm parator tarafından retakatine memur edilen bir kolordu ku rnandanı beni takip ediyordu. Günlerden beri ternasta bu lunduğumuz bu zat ben imle ilk defa ilgili göründiL Otomo billere bineceğimiz noktaya kadar atla gidiyorduk. Alman kolordu kumandan ı yanı ma yaklaştı , sordu: - Siz Vel iahd ' ı n yavcri mi siniz? - H ay ır! . . - Ne münasebetle refakette bulunuyorsunuz? - Böyle bir vazi fe aldığım için . . . - Askeri vaziyetlerden çok iyi anlıyorsunuz, Türkiye ' de herhangi bir kuvvete kumanda ettiniz mi? Müsbet cevap verdim: "Mutlaka alaya kadar kumanda etmiş olacaksınız ! " dedi . Alaya evvelce kumanda etmi ş ol duğumu söyledim. "Tümene de kumanda ettiniz mi?" dedi. Sorusuna tekrar, evet, cevabını al ınca: - Beni mazur görünüz. Ben kolordu kumanclan ıyım ve sizin babanız yaşındayım. Lütfen en son kumarıda etti ğiniz kuvveti söyler misiniz? . . B u temiz kalpli adamı meraktan kurtarmak i stedim : "Muhatabınız tümen v e kolorduya kumanda e ttikten sonra, defalarca ordulara kumanda etmiş bir arkadaş ın ız dır." B u cevap, Alınan kolordu kumandanını benim hiç tah min etmediğim bir şekilde duygulandırdı. "Affedcrsiniz, biz şimdiye kadar size y anlış hitap ediyorm uşuz. Demek siz ' ekselan s 'sınız ! " Alman ordusunda kolordudan büyük kuvvetiere ku m anda edenlere ekselans denildiğini de izah etti . Bu güzel kalpl i askerin misafirlik müddetinin sonuna kadar, y aş da v asını unutarak b ize çok hürmetkar olduğunu zikretmek is terim. *** - 43 - - Alsas 'ta bir gece v alinin evine davet edildik. Güzel, geniş bir salonda; Vahideddin , vali ile bir m asada oturuyor ve konuşuyor gibiydi. Ben salondakileri inceleyerek gezi niyordum. B ir aralık Vahideddin beni bulunduğu . masaya davet etti. Gittim. Vali, Vahideddin 'e bir sual sormu ş, Vahi deddin bazı cevaplar vermi ş; fakat verdiği cevapları benim tarafıından teyit ettirmeye l üzum görerek demiş ki: - Cephelerde bulunmu ş, memleketi tanıyan bir kumandan yanımdadır, isterseniz onu da dinleyiniz ! Veliahd' a bahsedilen meselenin ne olduğunu sordum: - Ermeniler! . . dedi . Alman valisi çok iyi niyet sahibi olduğundan; Türkle rin Ermenilere karşı feci saldırılarda bulunduğundan, fakat Ermenilerin bu tarzda h areketi hak etmediğinden bahset mi ş; ınİsafiri olduğumuz dost ve müttefik Almanya milleti nin yüksek bir valisinin, müstakbel Türkiye padişahı ile ciddiyetle bu konu üzerine konuştuğunu anladığım zaman hayrette kaldım. Naci Paşa, Vahideddin ağzından: - Bu kumandan temas ettiğiniz meseleyi iyi bilir, sizi aydınlatacak cevaplar verecektir, dedi. Valiye dedim ki: - Türkiye ' nin veliahdı ile Almanya' nı n seçkin bir bölgesinde kıymetli olduğuna şüphe etmediğim bir valisi nin bulabildiği konuşma zemini beni hayretlere düşürdü. Evvela sizden şunu anlamak istiyorum: "Müttefikiniz olan ve bu i ttifak uğru nda m addi v e m anevi tüm v arlığını m alı veden Türkiye' ye karş ı, tarihin bilmem hangi devrinde v ar olduğunu iddia eden ve bu varlığı diriltmek için dünyayı kandırmaya çalışan Ermeniler lehine konuşmak fikri s ize nereden geliyor?" B ize dair çok eksik bilgi sahibi olduğunu anladığım ve bütün fedakarlığımıza karşılık, hala Türkiye topraklarında bir Ermeni hakkı olabileceği dü şüncesinde bulunan bu v ali - 44 - ile alaycı konuşmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Muha tabım derhal bütün söylediklerinin en nihayet duydukları olduğundan ve böyle bir davası bulunmadığından bahsede rek beni tatmine kalkıştı. Konuşmayı bitirmek için kendisi ne dedim ki: - Vali hazretleri ! B i z cepheler dolaşan bir heyetiz. B uraya Ermeni meselesi konuşmak için değil, fakat mütte fikimiz olan ve kendisine itimat etmekte olduğumuz Alman ordusunun gerçek durumunu anlamaya geldik, onu anladık; yeteri kadar anlamış bir vaziyette memleketimize dönüyo ruz. Vali, Vahideddin ' i sofraya davet etti. *** - Ondan sonra meşhur Krup fabrikası sahibinin, fab rikalar civarındaki muhteşem şatosuna davet edildik. Orada akşam yemeğinde bulunarak gece trenle Berlin ' e h areket et tik. B erli n ' de Adlon Otel i ' nde İmparator ' u n misafiri idik. Hepimizi ayrı ayrı ve güzel yerleştirmişlerdi. Vahideddin bu güzel karşılamadan biraz da gururlandı. Artık memnuniyet içinde dünya gazetecileriyle temas ediyor, mülakatlar yapı yordu. B ir gün otelde Naci Paşa bana dedi ki: - Vahideddin beni yaver almak istiyor; halbuki bilir siniz ki ben saray hizmetinde bulunmaktan memnun ol mam. Cevap verdim: - Eğer Vahideddin size bunu teklif etmişse derhal ka bul etmeniz gerekir. Bu adam yarının padişahıdır. Siz temiz bir adamsınız. Onun yanında kendisine h akikatleri perva sızca söyleyecek birinin bulunması gerekir; gerçi saray hiz metinde bulunmak güçtür, fakat memleket için her şey ya p ıl ır. - 45 - N aci Paşa bunu uygun gördü. Ancak y averliği, biz İs tanbul ' a gittikten sonra gerçekleşti. Daha evvel cereyan eden bazı meseleler var. Adlon Oteli ' ndeyiz. Bir gün birkaç gazete muhabiri Vel iaht'tan yine müHikat istemişler; m üla katta ben de hazır bulundum. Veliabd İstanbul ' dan son gü ne kadar aldığı fikirlerle mülhem görünüyor, kiminle gö rü şse, daima aynı fikirlerle konu şuyordu. O gün yabancı gazetecileric sohbetinden de memnun oldum . Gazeteciler çekildikten sonra salonda ikimiz, yalnız kaldık. Bana sordu: - Ne yapmalıyım? Şu şekilde hoşuna gidecek bir söz söylediğimi h atırl anın : - Osmanlı tarihini biliriz ; bu tarihi n birtakım satn a l ar ı vardır ki, sizi korku ve endişeye sevk eder ve bunda h aklısın ız. Ben size bir şey söyleyeceğim, o nisbette haya tımı size ortak edeceğim, memnun olur musunuz? - Söyleyini z ! . . - Henüz padişah değilsiniz; fakat Almanya ' da gördünüz ki İmparator, Veliabd ve prensler hep bir i ş üzerindedir. Neden siz bütün i şlerden uzak kalasınız? - Ne yapabilirim? diye sordu. - İstanbul' a gider gitmez bir ordu kumandanlığı isteyiniz, ben sizin erkan- ı harbiye reisiniz olurum . - Hangi ordunun kumandanl ı ğ ın ı? - Beşinci Ordu ' nun kumandanlığın ı . . . B u ordu, Liman von Sanders ' in emrinde bulunan veya bulunması gereken ve Boğazların savu nmas ına memur or du idi . Vahideddin: - Bu kumandanlığı bana vermezler. - Siz istcyiniz . . . - 46 - - İstanbul ' a gittiğim zaman düşünürüm , cevabın ı ver di. Bu benim için ümit kırıcı bir cevapt ı. İstanbul ' a geldik; fakat varır v armaz, kendiınce feci bir ı st ırap hissettim. Doktorlar sol böbreğimden rahatsız ol duğumu söyledi ler. Bir ay kadar yatağıını terk edemedim . Doktor arkadaşların tedavisi, ıstırabım ı bir türlü kökten gi dercmiyordu. Bir aralı k iyileşir gibi oldum, fakat tekrar yattım . Nihayet doktorlar Viyan a ' ya gitmem gerektiğindee ısrar etti ler. Viyana'da müracaat ettiğim profesör, benim sanator yumda yatmaını zaruri gördü. Bir ay kadar Viyana civarın daki Kotaj Sanatoryumu ' nda bizzat bu profesör tarafı ndan tedavi olundum. Sonra yine aynı profesörlin tavsiyesiyle, K arlsbad ' a gittim . Rahats ızlığıın ın henüz tamamıyla geç memiş bulunduğu bir tarihte (Gazi Paşa Karlsbad ' da aldığı notl ara bakarak bu tarihi buldu) , 1 9 1 8 Temmuz'unun 5 ' inci cuma günü Karlsbad 'daki ib1metgahıma İzmir 'de tanıdığım bir zat, diğer bir arkadaşıyla geldiler. Misafirler padişah ın vefat ettiğini ve Vahideddi n ' in tahta ç ıktı ğ ın ı haber vererek: - Allah herkese ve yeni padişaha ömür versin ! .. dediler. Ben bu haber karşıs ında biraz gayri tabii bir hal alın ı ş olacağım ki , misafirlerimin dikkatlerini çekmiştim. Üzül müş müydiim, memnun mu olmuştum? Pek tahlll edemi yordum. Gerçek şu idi ki, ne ölen p adi şaha acım ı şt ım, ne de yeni padişah ın ömrünün uzun veya k ısa olmasıyla ilgiliy dim. Acaba üzüntümön sebebi bu değişim esnas ında İstan bul ' da bulunmamak m ıyd ı? Buna dair bir kesin bir fikir söyleyemem, y aln ız bi r durgunluk geçirdiğiınİ hatırlar ım. , Birkaç gün içinde tamamlay ıc ı bilgi geldi. Ben Yalıided din ' i telgrafla tebrik ettim. Cevabı verildi. Son malumauan anlaş ıld ı ğ ına göre, İzzet Paşa yeni pa dişahın yaveri ekremi olmuştu. Bu olayı manidar buldum. - 47 - Çünkü İzzet Paşa yaver olmaktan ziyade, bu isim altında bir askeri danışman veya erkan-ı harbiye reisi gibi bir v azi yet almış oluyor zannettim. Birkaç gün sonra İstanbul ' d a bulunan yaverim Cevat Abbas (Gürer) beyden hemen İs tanbul ' a dönmeme dair bir telgraf aldım. Henüz hastal ı ğ ım geçmediği için ciddi bir sebep olmadıkça İstanbul ' a dön mek istemiyordum. Onun için Cevat Abbas beye bu meal de cevap yazd ım. Kendisinden aldığ ım ikinci telgrafta, İs tanbul ' a kısa sürede dönmemin arzu huyurulduğu yazılm ı ş tı . Artık dönmemin kimin tarafı ndan arzu huyurulduğunu araştırmaya l üzum görmeden, 1 9 1 8 senesi 27 Temmuz Cu martesi günü Karisbad ' dan hareket ettim. - 48 - PAD İ ŞAH ı 9 ı 8 tarihinde meşrutiyet padi şahı Mehmed Reşad öl mü ş, yerine otuz altıncı padişah olmak üzere Mehmed Va hideddin tahta geçmişti. Padişah o lduktan sonra, veliahtlığı zamanında kendisiyle beraber Almanya seyahatinde bul u nan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeyi arzu etmişti. Ata türk de bu arzu üzerine saraya geldi. B u görüşmeyi Atatürk şöyle anlatıyor: - Viyana ' da hiç kalmaksızın seyahatime devam et mek niyetinde iken, o zamanın çok yaygın ve öldürücü bir hastalığına, İspanyol nezlesi ne yakalanarak, bir müddet Vi yana' da kalmaya mecbur oldum. B eni İstanbul ' da karşılayan Cevat Abbas beyden aldı ğım açıklama şudur: "İstanbu l ' a dönmemi bana yazmas ın ı söyleyen yaveri ekrem İzzet Paşa' dır. " Geldiğimi İzzet Paşa'ya bildirdim. Hatırımda kaldığı na göre, Pera Palas 'taki dairemde kendisiyle görüştüm. Da vet sebebinin ne olduğunu merakla anlamak istiyordum. Paşa hiçbir sebep olmadığını, ancak yeni padişahla veliaht lığındaki seyahatim münasebetiyle çok yakından temasla nın olduğunu bildiği için, bu temaslan tekrar devam ettir mek suretiyle faydalı olabileceğiınİ düşü nerek böyle bir ar zu göstermiş olduğunu beyan etti. Paşa'ya beni hatırladı ğından dolayı teşekkür ettikten sonra dedim ki: - Herhalde genel durumun kötülüğünü gidermek için yeni padişahı yeni bir istikamete sevk etmek lazımdır. B u görüş doğrultusunda kendis iyle görüşmeınİ uygun bulur musunuz? Uygun gördü. Derhal Naci Paşa aracılığıyla padişahtan görüşme istedim; belirli bir saat için olumlu bir cevap geldi. - 49 - S eyahat arkadaşım Veliaht Vahideddin ' le birkaç ay ay nl ıktan sonra yeni padişah Vahideddin 'in salonuna N aci Paşa'n ın kılavuzluğuyla girdim . B u andaki duygularımı şöyle izah edebilirim: Tahta oturmadan evvel çok şeyleri açık açık görüştüğümüz ve benim bütün görüşlerimi doğru l ayan karşılıkl arda bulunan bu zat, acaba hükümdar o lduk tan sonra benim aynı tarzda görüşmeme m üsaade eder m i ve aynı karşılıkl arda bulunur m u ? B unda tereddütlüydüm. İşte Padişah Vahideddin ' le bu tereddüt içinde karşı karşıya geldik. B eni çok nazik kabul ettiğini söylemeliyim. Veliahtlığı zamanında olduğundan daha fazl a mültefitti. Oturdu, bana da karşısında yer gösterdi ve aramızdaki tabure üzerinde bulunan sigaralıktan bir sigara alıp verdi, kendisi de bir si gara aldı ve yaktığı kibriti bana uzattı. Bu tavırdan çok ümitvar oldum. Evvela kendisini münasip bir lisanla tebrik ettim. Sonra çok mühim bir anda Osmanlı tahtını işgal et miş olduğunu izah ederken dedim ki: - Seyahatimiz esnasında bütün fikirlerimi çok açık dille söylemiştim. B u dakikada aynı tarzda görüşmeme mü saade huyurulur mu? . . - Hay hay ! dedi. B ekliyordum. Uzun konuşmalarım içinde esas nokta şu idi: "Hemen B aşkumandanl ı ğ ı bizzat üstleniniz; kendi nize vekil değil, bir erkan-ı h arbiye reisi tayin ediniz. Her şeyden evvel orduya sahip ve h akim olmak lazımdır. Ancak ondan sonra düşünülecek uygun kararlar uygulanabilir." Vahideddin bu teklifim üzerine, tıpkı kendini ilk defa veliaht iken sarayda gördüğüm vakit olduğu gibi, gözlerini kapadı ve az sonra cevabı verdi: - Sizin gibi düşünen başka komutanlar var m ıdır? - Vardır, dedim. - Düşünelim. - 50 - Konuşmamız kendiliğinden kesilmişti, izin aldım. Birkaç gün sonra idi. N aci Paşa, padişahın beni İzzet Paşa ile beraber kabul etmek istediğini bildirdi. İkimiz Vahideddin 'in huzurundayız. B en bu daveti , ay nı fikir ve mütalaa üzerine ikimizi birden dinlemek arzu sunda bulunmuş olmasıyla yorumluyordum. Konuştuğu muz esnada bu görüşümü takibe çalıştırnsa da, konuşmayı genel konulardan çıkarmaya muvaffak olamad ım. Yalıided din çok ihtiyatkar tavırlıydı. N ih ayet neticesiz bir görüş mcyle padişahın yanından ayrıldık. Günler geçti, tekrar yalnız olarak padişahla görüşmek istedim. B eni bu sefer de kabul etti. Ben ilk görüşümde ıs rarcı görünen bir adam tavrıyla belki de önceki gibi aynı v adide konu şmaya başladım. Vahideddin hızlı bir geçişle bana cevap verdi. - Paşa! B en her şeyden evvel İstanbul halkını doyur mak mecbi'ıriyetindeydim. İstanbul halkı açtı, bunu temin ctmedikçe alınacak her tcdbir i sabetsiz olurdu . B u cümlenin sonunda Zat-ı Ş ah ane gözlerin i kapadı. Ben tilki tabiatında her cntrikanın her gün şahidi olduğum yüzlerce örneğinden biri karşısında bulunduğuma büyük bir üzüntüyle kanaat getirdim. Dü şündüğüm şu idi: "Zat-ı Ş ahane cvvcla İstanbul halkını kazanmak istiyor, kendisi nin gelecekteki giri şimleri için kuvvet ve dayanak noktası nı burada arıyor." Fakat yine düşündüm ki, genel şartlar dü zeltilmedikçe, politikacılık noktasından doğru olsa bile bu isteğin gerçekleşmesi mümkün müydü? B unun için bir fi kir d ah a söylemekten kendimi engelleyemedim: - Çok doğru düşünüyorsunuz; fakat İstanbul halkını doyurmak için alınması gereken önlem ve teşebbüsler, Zat ı Ş ahanenizi bütün mcmleketi kurtarmak için alınması ge reken k aç ın ılmaz ve acil tedbirlere başvurmaktan engelle yemez. Herkesin selametini temin edecek mesai, ancak ma- 51 - kinenin tamarnın ın işlernesiyle mümkün olur ve tamarnı i ş lernedikçe bu makineden az sonuç dahi almak mümkün ol maz. S öylediğimin doğruluğuna inan ıyorum; belki Zat-ı Ş ahanelerince fazla şahsi görülür; l akin bildirmeye mecbu ruru ki, yeni padişahın h areket başlangıcı evvela kuvvete sahiplenmek olmal ıdır. Devleti, milleti ve bütün rnenfaatle ri rnüdafaa eden kuvvet başkasının elinde bulundukça, sizin padişahlığınız dahi sözde olmaktan kurtul amaz. B iraz ted birsizce olduğuna kanaat getiriyorum. Padişahın verdiği cevaba şu cümle karıştı : - Ben gereken şeyleri Talat ve Enver Paşalar hazret leriyle görüştüm ! B unu söyleyen zat, daha birkaç ay evvel velihatl ı ğında Talat ve Enver Paşalardan nefret duyduğunu anlatan ve bu adamların memleketi mahvolmaktan başka bir neticeye gö türmesi mümkün olmayan teşebbüslerini eleştİren Yalıided din idi: Ş imdi Padişah ve Halife Vahideddin , bu zatlada görüş müş, memleketin selameti için gereken tedbirleri almış bu lunuyor; Vahideddin demek istiyordu ki : - Siz vazife ve yetkinizin ü stünde benimle laubalilik mi etmek istiyorsunuz? Bu maksadı anladıktan sonra, Vahideddin karşısında benim vicdan! görevim son bulmuştu. Ayağa kalktım. İzin istedim. Gözlerini kapadı ve hiçbir kelime söylemeksizin elini uzattı. Salondan çıktığım v akit Naci Paşa gözlerimdeki üzün tüyü okumuş gibi göründü. Bir şey söylemeden, uzaklaş tım . Pera Palas ' taki dairerne geldim ve düşünmeye başla dım. Hacı zannettiğirniz zatın biri koltuğunun altından h a çı çıkmıştı. Artık başka bir şey aramak lazırndı. Birkaç gün daha geçti. Vakitsiz kimseyi ürkütrnek isternediğimden, cu ma selamlık merasirninde, Y ıldız Saray ı ' nı n Sultan Harnid - 52 - yapısı camiinde ben de ordu kumandanı s ıfatıyla bulunu yordum. B ir gün namazdan evveldi; bir salonda B aşkumandan Vekili Enver Paşa, İzzet Paşa, Vehib Paşa, B alkan S avaş ı ' nı idare etmiş büyük kumandanlada beraber namaz v aktini bekliyorduk. Namazdan sonra Naci Paşa, Zatı Ş ahane ' nin, özel salonunda beni görmek istediğini bildirdi. - Yalnız m ıdır? - Hayır, yanında iki Alman generali v ar. - Rica ederim, onlar ç ıktıktan sonra Zat-ı Ş ahane ile ben yalnız görüşeyim. - Ben de bu noktayı düşündüm. B irkaç defa vuku bu lan iradelerine münasip cevaplar verdim. Fakat anlıyorum ki sizi bu generallerin yanında kabul etmek istemekte ısrar lıdır. - Mümkünse bir daha teşebbüs ediniz, dedim. Naci Paşa elinden geleni yaptı. Ve hatta p adişahın ku lağına: " Generaller gittikten sonra kabul etmeniz m ünasip tir" dahi demiş. O bilakis, onlar orada iken gelmeınİ söyle yince, Naci Paşa bunda bir özel maksad olacağını düşüne rek olanları bana anlattı. Vahideddin 'in yanına girdim. Ne nazik, ne takdirkar bir padişah; henüz ayakta iken Alman generalleri karşısın da kısa bir nutuk söyledi. Bu sefer gözleri açıktı: "Çok tak dir ettiği m ve güvendiğim bir kumandan" diyerek beni on lara tanıtıyordu. Oturduk, dedi ki: "Sizi Suriye ' ye kumandan tayin et tim. Oradaki durum önem kazanm ı ş; oraya gitmeniz gere kiyor. S izden talebim şudur: O tarafları düşman e line geçir meyeceksiniz ! Verdiğim v azifeyi başarıyla yerine getirece ğinizden eminim, derhal o diyara hareket etmelisiniz. " - 53 - isteğini tebliğ ettikten sonra A lman generallerine baktı: - Bu kumandan , " dediklerimi yapabilir, dedi. Görünüşte ne büyük teveccühe mazhar olmuştum. B e nim yerimde bir ahmak olsaydı, ne kadar sevinecekti . . . B en ise bir entrikacı karşısında bul unduğurndan ne kadar üz gündüm . . . Düşündüm: Diyelim ki padişah hazretleri bana öyle bir vazife veriyorsunuz ki, o vazifeyi ifaya memur kumandan lar mevkiilerinde durmaktadırlar. Beni onların üstünde, bir başkumandanlığa mı memur ediyorsunuz? Eğer böyle ise çok iftiharla iradenizi kabul edeceğim. Fakat şüphe etmiyo rum ki bunun farkında bile değilsiniz. B eni , v aktiyle istifa ederek, haklı sebeplerle bıraktığım ve bugün orada bulunan bütün ordular gibi mağlup olmuş bir ordunun baş ı na m ı gönderiyorsunuz? O halde bütün b u istenilen vazifeleri yapmaya nasıl muktedir olurum? . . Fakat muhatabımın b u konu üzerinde münakaşa etme ye değeri olmadığını artık kabul etmiştim. S adece izin alıp evvelce terk ettiğim salona geldim. Orada Enver Paşa'n ın çok mütebessim çehresi karşıma çıkt ı. - B ravo, tebrik ederim, muvaffak oldu nuz! . . dedim ve c iddi bir tavırla ilave ettim : - Azizim, h i ç olmazsa biraz esaslı tedbirler üzerinde konu şal ım. B enim bildiğime göre artık Suriye ' de ordu, kuvvet, vaziyet isimden ibarettir. Beni oraya göndermekle güzel bir intikam al ıyorsunuz; sonra görenek d ı ş ı bir şey yaptınız . . . B izzat padişaha bana emir verdirdiniz ! . . Enver Paşa gülüyordu, Vehib Paşa d a öyle. . . Fakat di ğer zatlar bir şey anlamamış ve hissiz bir şekilde duruyor lardı. O esnada salonun bir köşesinde , demin i şaret ettiğim B alkan S avaşı kumandanlan hareketli bir diyalog içinde idiler. . . B ir büyük kumandan diyordu ki: . - 54 - - Efendim, bu Türk neferlerinden hayır yoktur, btm lar hayvan sürüsüdür. Yalnız kaçınayı bilirler. Allah muha faza etsin, böyle hissiz bir sürüye kimseyi kumandan etme sm. . . Kendi vaziyetimi unutarak onlarla ilgilenmeye başla mıştım. Coşkun konuşmanın en çok konu şan kumandanına dedim ki: - Paşam, biz de askeriz; , biz de bu orduya kumanda etmiş adamız. Türk neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez . . . Eğer Türk neferinin kaçtığını görm üşseniz, derhal kabul et melidir ki, onun başında bulunan en büyük kumandan kaç mıştır. Eğer siz kaçtı ğ ınız alçakl ığını Türk neferlerine yük lemek istiyorsanı z insafs ızl ık ediyorsunuz. Muhatabım olan general beni tanımıyordu. Yahut tanımamazlıktan ge liyordu. . . Bir an durdu, sağındaki solundaki arkadaşlarına sordu: "Kimdir?" Fısıltılar bu zatı aydınlattı. Ondan sonra sessizlik hakim oldu. - 55 - BOZG UN N ablıs karargahında, ikinci defa Yedinci Ordu kuman dan ıy ım. İlk işim, çok üzücü ve yorucu seyahatlerle cephe yi dolaşmak ve v aziyeti incelemek oldu . Bu teftiş neticesin deki kanaatim şu idi ki, her şey bitmiştir. Yakın felakete en gel olmak için köklü önlemler almak zordu. Düşününüz; yüzlerce kilometre uzunluğunda bir cep he ü zerinde üç ordu v ard1. İsimleri ordu; zayıf, dağınık bir takım kuvvetler. . . Daha İstanbul ' dan hareketten evvel dü şündü ğ ü m şey bu şekilden çıkmak ve h ak1kate dahil al maktı . Yani bütün bu kuvvetler yoğun bir kütle, u facık da olsa, kıymetli bir kütle halinde tek bir ordu teşkil etmeliy di ve m adem ki ben buraya memur ediliyordum ; kendime güve nerek gerekli olanlara daha evvel, İstanbul ' dan h are ketimden evvel bildirdim ki; bu kuvvet, benim emrime ve rilmelidir. B u yoldaki tekliflerim küçümserneye maruz kald ı. B iliyorsunuz ki, ben Karlsbad' dan tamamen iyi olarak gelmiş değildi m. İstanbul ' a vardıktan sonra gerek orada, gerek karargaha kadar seyahatimde çektiğim üzüntüler ve bilhassa cephenin çok sıkı ve az zamanda teftişi yüzünden tekrar rahatsız olmuştum. İstanbul ' dan çıkalı daha on beş gün olmamıştı, yatağımda yatıyordum. B ir gün Erkan-ı Harbiye Reisi alışıldığı üzere bana o günün raporların ı okudu; her zamanki gibi basit raporlar. . . Yal nız b u raporlar içinde bir görüş dikkatimi celbetti. B ir İngiliz esirinin ifadesi. . . Onun sayesinde keşfettim ki, bir veya iki gün sonra İngilizler bütün cephe üzerinde ciddi ta arruzlar yapacaklardır. - 56 - - B iraz sonra kuımay subaylarımı toplu olarak göre ceğim, dedim. Yataktan kalktım, giyindim; iş odasına gide rek bir savaş emri yazdırdım. Bu emirde: "Düşman 19 Ey lül günü akşamı genel taanuz yapacaktır" diyor ve buna karşı ordumca al ınacak tedbirleri zikrediyordum. Bu emri bilgi için , grup kumandanı bulunan Liman von S anders paşaya da gönderdim. Çok hürmet ettiğim bu zat, benim raporlardan çıkardı ğ ım neticeyi basit görmüş ve gülmü ş; bununla beraber ihtiyattan bir zarar gelmez, diye rek bana da fazl a bir şey söylemeye lüzum görmemiş. Ben verdiğim emrin uğrayabileceği yanlış anlamalan tahmin etmiştim. B u sebeple, dü şmanın, işaret ettiğim za mandaki taanuzunu çok dikkatle takip ediyordum. 1 9- 20 Eylül gecesi, kolordu kumandanlarını ( İsmet ve Ali Fuad Paşalar) telefon başına çağırdım ve sordum: - Verdiğim emri ve ona göre gereken tedbirleri aldı nız m ı? - Emriniz yapılmıştır, cevabını verdiler. Ben daha telefon konuşmasını bitirmeden, dü şman topçusu savaş hatlanmız üzerine ateş etmeye başladı. Gece sav aşla geçti. B enim ordumun sağ cenahındaki ordu yarıl dı. Esir oldu. Ve boş kalan bu cepheden geçen düşman sü varileri Liman von Sanders 'in karargahını bastı. Gerçek an laşıldı, fakat neye yarar? Ben, zorluklar içinde, nchiderden geçerek, çöllerden aşarak ordumu Ş am ' a kadar getirebildim. Ordum Ş am ci v arında dinlenmek için toplandığı sırada yanımda küçük bir maiyetle Ş am ' a gidiyordum . Ş am ' ın içinde doğal ol mayan bir h al v ardı, bunun manasını anlamak güçtü . La kin ben mektepten kurmay y üzbaşı olarak çıktıktan sonra ilk sürgün yerim o lan Ş am ' ı tanımış olduğum için kolay l ıkla anladım ki, şehri bize karşı b ariz bir sertlik kapla mıştır. - 57 - Ş am ' da Liman von Sanders ' i bulacağıını tahmin edi yordum. Adı geçen şahıs Şam ' ı terk etmiş; oraya daha ev vel gönderdiğim erkan-ı harbiye reisim Sedat Bey'e bir ta limat bırakm ı ş. B u talimata göre, ben ordumu Şam' ın sa v unması için dördüncü ordu kumandanı Mersinl i Cemal Paşa 'ya terk edeceğim ve kendim Ray ak civarında kuman dansız kuvvetleri emrime almak üzere hareket edeceğim. Viktorya Oteli ' nde dördüncü ordu karargahı olan oda ya girdim, Cemal Paşa'yı buldum; benim aldığım talimat tan onun da bilgisi v ardı. Yedinci Ordu kuvvetlerini nok sansız, kolordu kumandanlarından İsmet beyin emrine ve rerek kendisine teslim ettim; ben de o gece özel bir trenle Rayak ' a gittim. Hareketimden evvel diğer kolordu kuman damın Ali Fuad Paşa' nın bana katılmasını bildirdim. Ra vak 'ta Liman von S anders ' le görü ştüm. B ana oradaki kuv vetleri teslim etmek istedi. Hatırlanın ki , Asya kolu unvanı taşıyan ve bir Alman albayın emrinde bul unan Alman kuv vetinin karargahına dahil o lmuştuk. Bu karargah Rayak ci varında (Tegnabel ) ziraat mektebi binasında idi. Güzel ve modern bir bina. . . A lman albay, bize birer soğuk bira ısmar ladı. Ayn ı zamanda Liman von S anders 'e, parlak Alman kolunun , her şeye rağmen parlak göstermek istediği vaziye ti harita üzerinde izah etti. Albay bey sözünü bitirdikten sonra dedim ki: - Bu zat benim emrime verildi mi? - Evet ! .. - O halde albay bey, bana cevap veriniz; nerede, ne kadar kuvvetiniz kalmıştır ve ne vaziyettedir? Soruru karşısında albay durdu: - Henüz olumlu cevap veremem. Çünkü h arekat ge reği , v aziyet biraz şüphelidir. Dedim ki: - 58 - - Albay bey, bir v atan elden gitmektedir. B unun so rumluluğunu üzerlerine almış olanlar şüphe üzerine savun malarını kuramazlar. B en şimdi karar vermek mecburiye tindeyim. S izin nerrize güvenebilirim, bana söyler m isiniz? A lbay akıllı bir zattı . Ciddi sorum üzerine bir an dü şündükten sonra gerçeği söylemekten çekinmedi: - Efendim, savunma yapabilecek bir kuvvet olmadı ğını kabul etmek yerindedir. - Yani karşımda b ir albay bey ve maiyetini görüyo rum. O kadar. . . - Doğrusu budur, cevabını verdi. - Karargahlarımıza gidelim ! dedim. Benim karargahım Rayak'ta, Liman von Sanders Paşa' nınki B aalbek 'te idi. Gördüğümc nazaran Rayak civarında dağınık, düzen siz, m aneviyatı k almamı ş birtakım insanlardan başka, kuv vet denecek birşey yoktu. Fertleri, güvendiğirn subaylar v a sıtasıyla derhal toplatıp düzene koydurdum. B u i şleri yap tığı m esnada, bir taraftan da Rayak istasyonunun tamamen ateşe verilmesini emretmiştim. İstasyon binalannın ateşi arasında bana haber verdiler: "Bazı ordu kumandanl arı ku zeye geçti. " Anlaşılmıştı ki, Ş am ' ı savunma için ordumu kendisine devrettiğim kumandan Ş am ' dan ayrılmıştır. Yine bana, düşmana teslim olmay a mecbur kalan ordunun bir kolordu kumandanının buraya gelmediğini haber verdiler. Hiç unutmam; bu kolordu kumandanını yanıma çağırdım, dedim ki: - Siz kolordunuzu bırakıp B eyrut' a gittiniz, oradan da benim yolladığım trenle buraya geliyorsunuz. Kolordu denilen birlik, kuvvet ve kudret itibanyla en büyük birlik tir. B u nun kumandanı, bir tek neferini dahi kurtarmaksızın, bilakis bütün askerlerini düşman elinde bırakarak, şahsını kurtardığı v akit, neden ve koşul l arı ne olursa olsun, kolor du kumandanının aleyhindedir. Ş imdi ben size bir iyilikte - 59 - bulunmak istiyorum. Fakat bir şartla: Henüz kumanda et mek için manevi gücünüz yerinde midir? B iraz düşündükten sonra: - Evet yerindedir! - O halde B aalbek ' te bekleyen arkadaşınız Ali Fuad Paşa' nın yanına gidiniz, yarın size tekrar bir kuvvetin kli mandanlığını vereceğim. . . Söylemeliyim ki, bu zat benim yanımdan ayrılmış; fa kat B aalbek' e değil , trene binip İstanbul ' a gitmiştir. O akşam bende şu fikir belirdi: B ütün cephelerde ve bütün kuvvetler üzerinde emir ve kumanda kalmamıştır. Adeta delice bir emir verdim. B u emrin esaslı noktal arı şunlardır: " Şam ' da bulunan bütün kuvvetler Ali Fuad Paşa kumandası altında kuzeye hareket edeceklerdir." Emrin bir suretini bütün kuvvetlerin kumandanı olan Liman von Sanders Paş a ' ya bilgi için gönderdim. Aleyhim de bir isyan olmuş: - Bu adam kimdir ve ne yapıyor? B e n zaten bunu bekliyordum; yaptığım işin mana ve mahiyetini izah edeceğimden emin olarak, Rayak istasyo nunu y aktıktan soma, ertesi gün yerli ahalinin ateşleri için de B aalbek ' e geldim. B aalbek'te beni bekleyen kolordu ku mandanı Ali Fuad Paşa' ya, kuzeye harekete dair olan em rin yerine getirilmesine devam edilmesi gerektiğini tekrar ederek trenle Liman von Sanders ' in bulunduğu Humu s ' a vardım. Gece idi. Çok samimi bir lisanla, Liman von S an ders ' e bu vaziyet karşısında verilmesi gereken kararların bundan ibaret olduğunu izah ettim. Liman von S anders, çok y ücegönüllülükle: - Karar budur. Fakat ben nihayet bir y abancıyım; bu kararı veremem; bunu ancak memleketin sahipleri verebi lir. -O h alde bu karar uygulanacaktır, cevabını verdim. - 60 - - Yalnız ric a ederim, benim erkan-ı h arbiye reisini de ikna eder misiniz?. . . Liman von S anders ' in erkan-ı harbiye reisi Kazım Pa şa (Diyarbakırlı) idi. Kazım Paşa hasta idi. Liman von S an ders ile beraber onun yattığı odaya gittik. Söylenınesi gere ken şeyleri anlattım. Kazım Paşa, derhal Liman von S an ders ' le beraber, benimle hemfikir oldular. B enim pratik ka ranın şuydu : (Ortada kalan Yedinci Ordu unv an ı ve birçok cnkaz ! . . Bunları Halep 'te, S uriye ' nin e n kuzeyinde toplamak, on dan sonra yeni karar almak . . . ) ve bunu bizzat ben yapacak tım . Liman von Sanders teselli bulmuş bir vaziyette, bu teklifimi kabul etti . - B ahsettiğim kuvvetleri Halep'te topladım. En ileri de bıraktığım kumandan, tümen komutanı Kazım bey idi . Ordumun kolordu kumandan ları İsmet ve Fuad Paşalardı. Halep ' te, sürekli yorgunluklar sebebiyle eski rahatsızlığım tekrar etti. Üç beş gün tedavi oldum. Yatağımdan kalktığım gün karargahım olan B aron Oteli ' ne gittim, otelde oturu yordum. Yanımda S uriye Valisi fahri binbaşı Tahsin bey vardı. Halep ' in doğu cephesinden işgal edilmiş olduğuna dair karışık bir bilgi geldi. Çok yakın bir tehlikeyi işaret eden bu h aberi araştırmak için, bizzat o istikamete gitmeyi tercih ettim. Otomobilde Tahsin beyle y averim Cevad Ab bas bey v ardı . Şehrin doğu girişinde bir kalabalığın içine girdik; bunlar, askeri kıyafet taşıyan aşiretler ve bedeviler di. Esir olmuştuk. Yanımda kuvvet olarak tek bir nefer yok tu, hücum eden bedevller otomobilin etrafın ı sardı ve her tarafına yüklendiler. Sald ırıyı görünce şoföre: - Dur ! . . emrini verdim. Elimde Tahsin beyin verdiği kırbaçla ayağa kalkarak, onların anlayabileceği lisanla sordum : - Reisiniz nerededir? - 61 - Cevap verdiler: - Hepimiz reisiz! Derhal karar vermek l azımdı. Kırbaçla vurmaya başlayarak: - Çekilin ! . . diye bağırdım. G ayri ihtiyari çekildi ler. Emrettim: - Çabuk, reisiniz karşııml gelsin ! .. Reisieri geldi. Ona dedim ki: - B en sizin yardım ettiğiniz vaziyete galebe çaldım, herkes mağlUptur. Fakat sizin i ştirakinizi de mazur görüyo rum. B u akşam yanıma geliniz, sizinle görüşeceklerim var. - Emredersiniz ! dedi. Şoföre: "Çabuk geriye ! " emrini verdi m. Halep 'in için deki k arargahıma döndüm. B iraz sonra Şeyh geldi. Kendi ni onun anlayabileceği merasimle kabul ettim ve sordum: - Benden ne istiyorsunuz? - Ş imdilik bin altın, silah ve cephane . . . dedi. Bin altını o akşam verdim. Silah ve cephane için söz verdim . Ertesi gün yine rahatsız olarak karargahımda uzan mış, yatıyordum. B ir aralık Halep şehrinin içinde bir ateş koptu. B alkana çıkıp sokağa baktım: Herkes heyecan için dedir. Ve bir kalabalık, otele h ücum halindedir. Herkes ba na doğru geliyor. Vaziyeti kavradım, kırbac ımla evvela ka labalı ğ ı otel dışına çıkardım. Alt kattaki taraçaya indiğim vakit, Halep kumandanı, heyecandan okuyamadığı bir ra poru bana verdi, s ük unetle okudum. Rapordan anlaşılıyor du ki, Halep saldırıya maruz kalmıştır. B u lu nduğum otelin kapısından sağa saparak yüründü ğü zaman bir dört yol ağzına rastlanır. O noktaya kadar gel dim. B ütün yollan tutturmuştum. Düşman uçak larından atı lan bombalara bazı damlardan atılan bombalar ekleniyor du. B u beni güldürdü. Çünkü ben Halep ' i korumayı dü şü- 62 - nüyordum. Akşam v akti idi. B ulunduğum yerden ileride birçok adamın yere serildiğini görüyordum ; bunlar beni yalnı z zannederek saldıran zavallılardı. Ben Halep şehrin de, sokak savaşını idare ettim. Hücum edenler tamamen ye nil ip bozguna uğrayarak, kovuldular ve takip olundular. Şe hirde vaziyete tamamen hakim olduk ve sükunet geri dön diL Akşam yaklaşmıştı. Sokak savaşını idare ettiğim nokta nın y akınında şoför bekliyordu. i şaret ettim, bulunduğum noktaya yanaştı. Otomobile binmeden evvel H alep kuman danına emirlerimi ve talimatı verdim. Verdiğim talimatta esas olan şu nokta v ardı : (Bu akşam Halep ilerisindeki kuv vetleri geriye çekeceğim , yarın Halep' i n kuzey batısında İngiliz ve Araplada savaşacağım . B un a göre hareketinizi düzenleyiniz.) Olaylar dilediğim gibi cereyan etti. Ertesi gün sabahle yin benim kuvvetlerimin geri çekildiğini zanneden Arap ve İngilizler sevinçle taarruza başladıl ar. Ve tarafımızdan alın mış olan önlemlerle mağlı1p olup, bozguna uğradılar. İşte orada bu zafer neticesi bir hat tesbit edip sınır çizdim ve kuvvetlerime, düşman bu hattın ilerisine geçmeyecektir di ye emir verdim. Nitekim geçmemiştir. Gerek Erzurum Kongresi ' nde, gerek Sivas Kongre si ' nde Türkiye 'nin milll sınırlarını tesbit hususunda ben, "Türk süngülerinin i şaret ettiği bu h attı" esas kabul ettim. M alumunuzdur ki, misak-ı milliyi nihayet Ankara' da tesbit etmiştim. Meselenin y abancısı olan birtakım zatlar, bunda etkil i olmak istediler ve milli sınırlar söz konusu olduğu za man, hak1kati bilmedikleri için türlü türlü zanlara kapıldı l ar. İtiraf ederim ki, ben de milli sınırları, biraz Wilson prensiplerinin insani maksatlarına göre ifadeye çalıştım. O insani prensipiere dayanarak, Türk süngülerinin savunduğu ve tesbit ettiği sınırlan müdafaa etmişimdir. - 63 - Zavallı Wil son! Süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin sa vunamadığı hatların, başka hiçbir prensiple savunulamaya c ağ ını anlamadı. Halep 'te bulunduğum günler zarfında memleketin ge nel durumunu kendi kendime düşündüm. Vaziyet şu idi: Müttefiklerimiz ve biz partiyi kaybetmiştik. Fakat Türkiye için mesele, bütün varlığını kaybetmek neticesine varacak kadar ölümcüldü. O tarihte düşünülecek şey, kaybolduğuna şüphe kalmayan partiyi iade etmek olamazdı; yalnız varlı ğ ımızı muhafaza için en h ızl ı ve kesin çarelere başvurmak ta tereddüt etmemeliydik. Hatta bu uğurda bütün müttefik lerimizden ayrı olarak gerekirse yeniden vaziyet almak zo nmlu olabilirdi. Halbuki savaşı neticeye ulaştıran o günkü kabineden böyl e bir hareket beklemek boşuna idi. Derhal bu kabİneyi düşürmek, onun yerine benim de düşündüğüm tarzda i ş gö rebilir yeni bir kabİneyi iktidara getirrnek gerektiğine inan dım. Ş unu da ilave etmeliyim ki, düşüncelerimi uygulaya bilmek için bu yeni kabİnede mutlaka bütün ordunun ku mandasının bana verilmesi gerektiğine de kanaat etmiş bu lunuyordum. Vaziyet buhranlı olduğundan ve alınacak tedbirlerin çok ciddi ve seri alınması gerektiğinden, bu düşüncemi telgrafla Padişah Vahideddin ' e bildirdim. Yeni kabine için S adrazam olan İzzet Paşa'y ı ve nezaretlere (bakanlıklara) de bazı arkadaşları isimleriyle tavsiye etmiştim. Ayn ı tel g rafta kendimin de bu kabinede Harbiye Nazın olarak bu lundurulmamı çok samimi bir lisanla istedim. Padi şah ' a bu müracaatımdan, kabine için tavsiye ettiğim zatlara da ayrı ca bilgi verdim. Çok geçmedi. TaHit Paşa kabİnesi istifa etti. İzzet Pa ş a ' nı n başkanlığında yeni kabine teşekkül etti. Bu yeni te şekkülün benim yazılı beyanımla ilgisi olup olmadığı hak- 64 - k ıncia bir şey diyeınem. Ancak, tavsiy e ettiğim arkadaşları mın mühim leri kabineye dahil oldular. Yeni kabinenin te şekkülü nden sonra Sadrazam Paş a ' dan aldığım bir telgraf name, hatırımda kaldığına göre şu cümle ile bitiyordu: " B a rıştan sonra birlikte olmam ızı Allah ' ın lutfedeceğini uma rım. " B u telgrafa verdiğim cevapta şunları anlatmaya ça lıştım : Ben, barışın çabuk gelemeyeceğini, barışa kadar çok buhranlı ve mühim vaziyetlcr karşısında kalacağımızı ve bu zor luklar içinde vatanıma ciddi hizmetler etmemin mümkün olduğunu anladığım içindir ki, Harbiye Nezareti makam ın ı istemiştim . Yok sa barışa ulaşılabildi kten sonra onun huzur ve sükunu içinde H arbiye Nezareti görevini benden çok mükemmel yerine getirecek kıymetli zatl ar ol duğunu bitirdim. Buna göre barıştan sonra reffıkatimizi hiç de zanıri, hatta lüzumlu saym ıyordum . B u hatıratı anlatırken, salonda bulunan Ticaret Vekili Ali Cenani Bey: - Pa şa H azretleri, müsaade buyurur musunuz? O sı rada m illl mukavemet teşkililtı için ilk yol göstermeele bu l un muştunuz; bu küçük hatırayı arz edeyim. O zaman İstanbu l 'dan G aziantep 'e giden Ali Cenani Bey (Katma) istasyonunda Gazi Paşa Hazretleri 'ne rastla mıştı. İstasyon binasındaki karargahında G azi Paşa nereden geldiğini ve nereye gi ttiğini sormu ş. Ali Cemmi Bey cevap vermış : - Antep 'te hcmşirem, kayınvalideın v e akrabalarıın var. Antep v iHiyeti Maraş ' a naklediyormu ş. Çapulcular şe hir civarına kadar gelerek yağ maya başlamışlar. Ordu Ada n a ' ya çekildikten sonra, hep düşman ayağı altında kalacak lar, onları b aşka tarafa nakil için gidiyorum . Paşa Hazretleri dem işler ki: - Memlekette adam kalmadı m ı? Kendinizi savunma çaresini düşününüz. . . - 65 - Ali Cenani Bey, çok ciddi bir şekilde sormuş: - Ne ile, n as ıl? - Örgütlenin, milli bir kuvvet meydana getirin, kendinizi savunun. B en istediğiniz siHihı veririm. Gerçekten, o zaman Gazi Paşa ' nın emri üzerine An tep' e verilen silahlar, meşhur mLidafaa teşkilatının çekirde ği ni oluşturmuştur. - 66 - SON VAZIFE Yedinci Ordu Halep civarındaki durumu tesbit etmişti, 1 3 34 ( 1 9 1 8) senesinin son aylarında bulunuyorduk. B u sı rada Umum Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı ' nı n so rumluluğuma verildiğine dair bir telgraf aldım. Yedinci Or du kumandanlık vek�Hetine, kolordu kumandanlarından Ali Fuad Paş a ' yı tayin ederek grup karargahının bulunduğu Adana' ya hareket ettim. Grup karargahı, Adana şehri içinde büyücek bir otelde idi; M areşal Liman von Sanders ile kurmay subay heyetini bu otelde buldum. Yedinci Ordu karargahından bu heyete kavuşuncaya kadar otomobille, gece gündüz, uyumaksızın, bozuk ve fe na yollarda uzun mesafeler katetmiştim. Uzun mesafeler diyorum ; bu mesafelerin ne olduğu nu Katm a ' dan Adana'ya giden karayolunu harita üzerinde pergelle ölçerseniz, daha doğru bir şekilde elde etmiş olursunuz. Niçin bu kadar acele ediyordum? B unu izah etmek güç tür. Bu acelenin sebebinin; ordu kumandanı bulunan bir genç generalin, ordul ardan oluşmuş bir gruba kumandan tayin edilmiş olmasından doğan sevinç olduğu hatıra gelebilir. Halbuki bu hüküm, ancak h arp başlangıcında bu tür tecellile re mazhar olanlar için doğru olabilir. Zira böyle büyük kuv vetieric vatana şerefli ve tarih! vazifeler ifa etmek ümidi, in sana çok kuvvet ve zindelik verecek bir etkendir. Fakat har bin sonunda, hez!met ve perişanlık manzaraları karşısında, aynı hükmü yürütecek mantık sahibi bulunmaz zannederim. O halde beni çok yorgun dü şüren bu acelenin sebebi neydi? O zamanki duygularımı olduğu gibi nakletmek zor olmakla beraber, şu kadarını hatırlıyorum ki; bir an evvel - 67 - Adan a ' ya ulaşmak, güney cephelerine henüz hakim bulu nan kuvvetlerin başında ol arak İstanbul ile aracı sız bir şe k i lde konuşmak, görüşlerimi uygulamaya geçirebil mek için müsait bir fırsat olacağı zannında idim. Bu zannımda ne dereceye kadar isabet edebiimiş olduğumu , bundan son raki gel i şmelerden anlayacaks ın ız. Ümitlerimin boşa ç ıkt ı ğını görürseniz, bunun sebeplerini inceleyebilecek kadar vesikaları size verece ğim. Mareşal Liman von Sanders Paşa'nın karargahında, büyük nezaket ve itina içinde İstirahat ettirildim. Şimdi yalnı z Liman von S anders ' le ben, onun kuman danl ık bürosundayız. İkimiz bir masada, karşılıklı ayakta yız. Liman von Sanders, huy edindiği terbiye ve nezaketle, fakat çok hazin bir li sanla bana şu kısa cümleleri söyleye rek kumandayı terk ve teslim etti: - Ekselans ! Siz, savaş cephelerinde, Arıburnu ' nda, Anafartalar ' da çok yakından tanıdığım bir kumandansmız. Aramızda gerçi belki bazı hadiseler geçm i ş olabil ir. Fakat nihayet bunlar bizi birb i ri mize daha iyi tanıtmış oldular. Kal pten dost o lduğum uzu zannederim. Bugün Türkiye ' yi terke zorlanırken, emrim altındaki orduları, Türkiye ' yi ilk geldiğim zamandan beri takdir ettiğim bir kumandana tes lim ediyorum . Bu umumi fel aket içinde bedbahtlı k duyma mak mümkün değildir. Ben yalnız bir şeyle teselli oluyo rum . Kumandayı size terk ve teslim etmek ! Bu dakikadan itibaren emir sizindir, ben sizin misafirinizim. M areşalin hüzün ve elemle dolu sözleri beni de üzdü. Hiç cevap vermedim, sadece: - Oturalım, dedim. Karşı karşıya oturduk, birer siga ra yaktık ve benim ricam üzerine o, birer kahve ikram etti; ikimiz de suskun, birbirimize bakıyorduk. Bu anda zihnim den geçenler neydi? *** - 68 - Adana otel inin bu bahsettiğim odasında Liman Paşa ile karşı karşıya düşünürken, diğer bir nokta da hatın ından geçti. Arıburnu kumandanı idim. İngil izler Anafartalar ' a ç ı km ıştı. Vaziyet buhranlı v e çok teh likeliydi. Ba şkuman dan vekil i Enver Paşa'ya kadar doğıudan doğruya müraca at etmek zorunda k aldım. Yeterli cevap gelmedi. Karargflhı Yalov a ' da bulunan ordu kumandanı Liman von Sanders pa şa telefonla beni aradı; konuşmamı zcia aracılık eden. yine Erkün-ı Harbiye Reisi Kazım beydi, sorduğu sual şu idi: - Vaziyeti nasıl görüyorsunuz, n asıl bir tedbir düşü nüyorsunuz? . . . Vaziyeti nasıl gördüğümü v e kademe kademe nasıl tedbirler almak laz ım geldiğini çoktan , bütün ilgililere bil dirmi ştim. B ütün bu müracaatlarıının cevapsız kalmasın dan kaynaklanan bir üzüntü içinde k ızgınlıkla şu cevabı verdim: - Vaziyeti nasıl gördüğümü çoktan size bildirmi ştim. Tedbire gelince: Bu dakikaya kadar çok müsflit tedbirler v ardı, fakat bu dakikada tek bir tedbir kalmıştır. - O tedbir nedir? - Bütü n kumanda ettiğiniz kuvvetleri emrım altına veriniz, tedbir budur. Alaycı bir cevap aldım: - Çok gelmez mi? - Az gelir! dedim. Telefon kapandı. B undan sonra da uzun hikayeler var, en nihayet A nafartatar Grubu Kuman danlığı ' nı bana verdi, vesaire . . . .A z m ı gelir, çok m u gel ir? B u k ararı vermek için ara dan bunca facialar ve telafi si mümkün olmayan zararlada dolu dört sene geçmesini mi beklemek gerekirdi? Takdir olunan bu imiş . . O gün benim dedi ğim, hakikat teslim olunsa daha iyi olurdu; dört :;enelik felaket derslerinin se bep olduğu uyanma hissinin baskısı altında, bugün bana . - 69 - grup kuvvetlerinin teslim olunmasında mı fazla fayda var dı , bunlar tartışmaya değer. Osmanl ı Devleti mukadder fe lakete maruz kalıp darmadağın olduktan ve her şey çamur lar içine battıktan sonra dahi yapılan bu işlerde olumlu hiç bir m ana ve maksat yoktu . Esasen devirlerin birer ara çiz gisi olması gerektir. Şimdi çok memnunum ki beni geçmiş safl1aların birbirini izlemesi üzerinde bulunmaktan engelle mişlerdir. Hakikaten insan, yaşadı ğ ı, bulunduğu ve çalıştı ğı çevre içinde, o dönemi sevk ve idare edenlerle hemhal ve bir kanaatte olursa, aynı çevre ve dönemin adamı olmaktan çıkamaz; bana bu felaketten uzak kalmak için ellerinden geleni yapanlara teşekkür etmeyi vazife sayarım . Onların , b u h areketlerini bilinçli olarak yapmadıkl arını zikretmek şartıyl a. . - 70 - MONDROS !VIÜTAREKES İ Atatürk, Y ıldırım Orduları teşkil§.tım ikmal ederken , Mondros Mütarekesi' nin imzalandığı günleri anlatıyor: - Kumandasını üstlendiğim kuvvetler şunlardı: İkin ci Ordu, kumandanı N ihat Paşa: Karargahı Adana, benim eski ordum. . . Yedinci Ordu, benim ordum, kumandanı ve kaleten Ali Fuad Paşa. . . Hicaz ktıvve-i seferiyesi, kuman danı Muhiddin Paşa (eski Kabil elçimiz), bir tarihte bunun kumandanl ığına tayin edilmi şken , kabul etmeyerek Ş am ' dan dönmüştüm; v e son olarak d a Maan (Ürdün sınırları içerisinde bir bölge) 'da birtakım kuvvetler. . . Yıldırım Ordular Grubu Kumandanl ığını üstlendikten sonra, düşündüğüm esaslı noktalar şunlardı : Doğrudan doğruya elim altında bulunan kuvvetleri, geçirdikleri bütün zorluklara rağmen h akiki kuvvet haline getirmek, düzene koymak, yeniden oluşturmak, takviye etmek ! Hicaz kuvve i seferiyesini, Maan kuvvetlerini hiç de hesaba katınayı dü şünmedim. Onların zaten esarete mahkum olduklarını iki sene evvel Cemal ve Enver paşalara anlatmıştım. Musul civarında bulunan Altıncı Ordu ' dan i stifade et mek isterdim . Bu m aksatla bu ordunun kumandanıyla doğ rudan doğruy a haberleşmeye giriştim. İstanbul ve Çanak kale civarında bulunan kuvvetiere ümit bağlamıyordum. Doğuda Azerbaycan ve İran ' da bulunan ordulada hiç bir temas ve münasebetim yoktu; onlar için de henüz bir şey düşünecek halde değildim. Aden (Yemen) kapısını zor l ayan S aid Paşa alayının varlığını bile hatırlamıyorum. Fa kat her şeyden evvel, elim altında bulunan iki ordunun ar zu ettiğim tarzda takviyesi halinde, bütün felaketiere rağ- 71 - men Türk sesini işittirebileceği kanaatinde idirn. B u yolda işe başladım. B ütün görüşlerimi anlam ı ş, bana her ihtimale karşı yardım etmeye söz vermiş kişiler vardı. B u mi zaçta olmayanlar da vardı . Onları bir şekilde bertaraf ettim ; me sela Menzil Müfettişi Avni Paşa ki, bilahare B ahriye N azı rı ve veka!eten Harbiye N azın olmuştur. Ben ve arkadaşla rım, bu esaslı görüş üzerinde çalı şırken, İstanbul ' dan şu emri aldım: Yıldırım Orduları G rubu Kumandanl ığına Karargah 2729 İtilaf dev letl eri ile imzaladığımız ateşkes koşulları aşa ğıya çıkarılmıştır. B ilindiği gibi her ordunun kendine ait i ş lerini derhal uygulaması gerekmektedir. B u konuda l üzurn görüldükçe izahat ve talimat verilecektir. S adrazam ve B aşkumandanl ık Erkan-ı Harbiyesi Reisi İZZET B u emre ilişik ateşkes ko şullarını herkes bilmektedir. Onu ben size tekrar etmeye lüzum görmüyorum. Bu ateş kes antlaşmasını baştan sona kadar inceledikten sonra, ben de oluşan kanaat şu idi : Devlet-i Aliye-i Osmaniye, bu ateş kes antiaşması ile sadece kendini kayıtsız şartsız düşmanla ra teslim etmeyi değil, memleketi istilası için düşmanıara yardımı da v adetmiştir. Bu beni h azin dü şüncelere sevk et ti. isterdim ki, İstanbul h ükümetini biraz aydınlatayım. Bu- 72 - na çalıştığıını zannederim; fakat bu konuda iki muhtelif dü şünce ve anlayış bel irdi. Ben size bunu anl atmayay ım; şim diye kadar kısmen malum olmuş olan belgeleri aynen sun ınayı tercih ederim. O belgeler, benim bu dakika söyleye ceklerimden çok kuvvetl idie Bu belgeleri okuduğunuz za man göreceksiniz ki, ben. yapılan ateşkes antl aşmas ın ın sa katl ı ğ ın ı gördüm. Bu sak at noktaları düzeltmeye çal ışmak gerektiğine inanarak, ilgil i makamlara söyledim . Bu ateş kes antı aşması olduğu gibi uygulanırsa, memleketin baştan sona kadar işgal ve istilaya maruz kal:' cağı kanaatini belirt tim . Dü şmanların her dediği ne başüstüne demenin, bütün Türk i ye ' ye bu işgal cilerin hakim olmasına neden ol acağı konusunda şüphe edilmemesi gerektiğini ve bir gün Os manlı kabinesinin düşmanlar tarafından tayin edileceğini anlattım. B unun için hiç de kehanete l üzum yoktu. Kendi ni zayıf ve aciz gören insanlar, n isbeten kuvvetli ve azim kar i nsanlardan merhamet dilendikleri zaman, mutlaka kendilerine ac ındıracaklanna inanmak için bilmem ne his v e s ıfatta olmalıdırlar? Başkumandanhk Erkan-ı Harbiye Riyaseti Celilesine N umara 565 Adana' dan 3/1 1 / 1 3 34 Ateşkes şartların ı içeren emr-i sami (sadaret makamın dan gelen emir)leıi ni aldım. Her ordunun kendine ai t i şleri derhal uygulaması emir buyuruluyor. Uygulamaya geçebil mek içi n , söz konusu şartların genel bazı m addelerinin so rulmasını zorunlu görüyorum. İlgili maddeleri sırasıyla arz edeceğim: - 73 - 1 - Madde 1 0: Toros tünellerinin galipler tarafından iş gali maddesinin açıklanması gerekiyor. Toros tünelleri denilen tüneller en son açılan iki tünel dir, işgal edilecek y alnız bunlar mıdır? işgalin mahiyeti, o kısımd aki h attın i şletilmesin i de kaps ıyor mu? Yoksa koru ma önlemlerinden mi ibaret kalacaktır. B üsbütün ayrı bir grup teşkil eden Amanos tünelleri de bu meyanda m ıdır? Toros tünellerini tutacak işgal kuvvetlerinin miktarı nedir ve nereden gelecektir? 2- S uriye sınmn ı , S uriye vilayetimizi n kuzey s ın ın sayınakla beraber bu hususta başkaca bir görüş ve karar v ar ise bildirilmesi icab eder. Suriye ' de terk ettiğimiz ve bizim le irtibatı olan hiçbir birlik yoktur. Hicaz ' da bir kuvv e-i se feriyemiz v ardır. Onunla telsizle dahi irtibatımız yoktur. Kilikya bölgesinin, Adana vilayetinin önemli bir kıs mını ihtiva ettiği malum ise de, sınırı meçhuldür, bunun da açıklanması icab eder. 3- Terhise i lişkin kesin kararların sair icraat ile pek çok alakası v ardır. Ş artnamenin 20' nci maddesinde bahsedilen talimat nereden ve ne zaman alınacaktır? Bu hak tamamıy l a hükümetimize mi, yoksa galiplere mi aittir? 4- Ateşkes şartlarında, her ordunun kendine ait şartl arı derhal uygulamaya başlaması emir huyurulduğuna göre, galiplerle oıtaklaşa düzenlenmesi gereken i şlerde galiplerin müracaatın ı beklemeksizin , t arafımızdan heyetler gönderil mesiyle ateşkes uygulamasına başlanması mı talep buyu rulmaktadır? Arz olunan maddeler h akkında gerekli bilgi al ınıncaya kadar alınmas ı düşünülen tedbirleri aşağıda arz ederim. 1 . Yalnız antlaşma heyetleri teşkili. 2. Grup ınıntıkasındaki kıyılara konan ve bırakılan tor pilleri taramak veya kaldırmak hususunda talep edilecek yardımları ifa için bir deniz müfrezesinin hazırlanması. - 74 - 3 . Savaş esirleri ve Ermeni esirler ile tutukluların nak line ait hazırl ıklar. 4. Kadrosu en genç fertlerden olmak ü zere kuvvetli bir alay oluşturulması ve jandarmanın takviyesi. 5. Fazla mal ve askeri malzemenin Toros ' un kuzeyine nakli ve hiçbir suretle tahribatma meydan vermeyecek ted birler alınması. 6. Demiryolları işletmesinin, Alman sivil memurların dahi ç ıkarılacağı göz önüne alınarak yeniden düzenlenme si, (Grup bu hususta İstanbul ' dan fazlas ıyla yardım bekler). 7. Terhi s edilecek kuvvetierimize ait teçhizat, silah, cephane ve diğer araçların toplanma ve saklanmasına ait hazırlıklardan ibarettir. Yedinci Ordu Kumandanı MUSTAFA KEMAL Yıldırım Ordulan G ru bu Kumandanlığına Harbiye 567 34- 1 -4/5 1 505 C.36 l 1/1 3 34 tarih ve harekat 565. 1 - Toros tünellerinin İtilaf kuvvetleri tarafından işgali, yalnız bir muhafaza mahiyetini içermektedir. işletme me muru kontrol altında olarak size aittir. M ütareke metninde yalnız Toros tünelleri konu edilmektedir. Eğer Amonos tü nellerini de i şgal etmek isterlerse, mütareke metninde yal nız Toros söz edildiğinden bahisle A mano s ' un işgal edil memesinde ısrarlanmızı genel karargaha iletiriz. İşgal kuv vetlerinin nereden geleceği ve miktarı İngiliz kumandanı tarafından bildirilir. - 75 - 2- Suriye ' deki garnizonların teslimi maddesi i htiyaten yazılmış bir maddedir. Herhalde bugün cephede bulunan kı talar bu hususta kesinlikle söz konusu değildir. Suriye' de terk edilmiş bulunan Hicaz kuvve-i seferiyesine, birinci kuvve-i mi.irettebeye, Maan çevresindeki birliklere, mütfuekenin ken dilerine ait maddesi hakkmda Yıldırım Grubu Kumandanlığı tarafından emir verilmesi H1zımdır. Bunun için İngiliz telsiz telgrafından istifade olunur. Bugün cephede bulunan kıtalar, ateşkes antaşmasının beşinci maddesi gereğince yeni asker! konum kararlaştırılıncaya kadar, hali hazırda bulunduğu hat ta kalacaktır. Kilikya sınırı gerekirse bildirilecektir. 3 - Terhise, yen i asker! duruma ait kararlar ve 20. mad dede bahsedilen talimat size buradan verilecektir. 4- Söz konusu i şlerde galiplerin m üracaatını beklemek lazımdır. 5- Al ınmasına başl anılan ilk önlemler uygundur. B aşkumandanl ık Erkan-ı Harbiye Reisi İZZET Başkumandanhk Erkan- ı Harbiye Riyasetine Pek aceledir. Adana 5/1 1 34 C: 4/5 - 1 1 -34 tarih 5 67/ 1 505 numaralı emirnameyi sa- m ı: 1 - Toros tünellerini i şgal edecek kuvvetlerin miktarı İngiliz kumandanlığı tarafından b ildirilir buyuruluyor. B u kuvvet mesela, gerekirse bütün Anadol u ' yu hakimiyetine alacak dahi olsa m üsaade edilecek midir? - 76 - 2- Suriye' deki garnizonların teslimi maddesi iht iyaten yazılmış bir maddedir, buyurulur. Münasip cümlelerle cep hede bulunan kıtaların bu hususla aHikası olmadığı izah edi l iyor. Benim görüşüm, söz konusu maddenin İngilizler tara fından bizi kandırmak için yazclınlrnış olduğuna ve yüce hü kümetin elelegelerinin imza ettikleri mütarckc şartların ın iki tarafca başka başka anlaşı lelığına şüphe kalmamıştır. Çünkü aynı maclclecle, cephede bulunan kıtaların Suriye 'de bulun madı ğı düşüncesine karşı , İngilizler bu geeeki (5/6- 1 1 -34) raporla lafsilatı arzedileceği gibi, Suriye kıtasında bulunuyor diye Yedinci Ordu 'nun tesl imini teklif etmişlerdir. icab eder lerse, acizane maksaclım ; bu tarihi ismi ve bunun huduelunu resmen kabul eden yüce hükümetimizin bu ınıntıkayı göste ren İngilizce atlasta, (Kilikya) m ıntıkasın ın doğusunda Suri ye kuzey sınırının Maraş kuzeyinden geçtiğini nazara dikka te alıp alınadığın ı anlatınaktı. Çünkü acizlerine, Adana ismi yerine Kilikya ismi tarihisini koyan İngiliz Hükümetinin , Suriye sınırın ı da Kilikya kuzey sınırının doğusuna uzatmak tan ibaret kabul ettiğinele şüphe yoktur. Bu zan Irak sınırının, İngiliz kumandanı tarafından Altıncı Ordu ' ya gönderilen ha ritada, Siirt ' ten geçtiğinin gösterilmiş olmasıyla da doğru çı kıyor. İngilizlerin birkaç günden beri İskenderiye ' ye asker çıkaımaktan ve Halep 'te milyonlarca erzak mevcut iken er zak toplamaktan bahsetmeleri de, İskenderun ' un Kilikya mıntıkasını gösteren haritada Suriye ve Kilikya sınırları üze rinde bulunuşundandır. Pek ciddi ve samimi olarak arzede rim ki, ateşkes şaıtları ıneyanıncla yanlış anlamaları gidere cek önlemler alınmadıkça, orduları terhis eelecek ve İngiliz lerin her dediğine boyun eğecek olursak, İ ngilizlerin güçlü isteklerinin önüne geçmeye imkan kalmayacaktır. Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı MUSTAFA KEMAL - 77 - Y ıld ırım Orduları G rubu Kumandanlığına Numara: Harbiye ' den 2735 5/1 1 /34 sonradan Altıncı Ordu kumandanlığına verilen emrin sGretidir. "Ateşkes antiaşması gereğince, İ ngiliz Irak ordusu kuman danhğ ın ın ne Musul ' u işgale, ne de Irak ' ı istediği gibi yo rumlamaya yetkili olmadığı ; İskenderun' un İ ngilizler tara fından işgaline dair mütareke metninde bir kayıt bulunma dığı; Mondros 'taki Amiral C althorpe ' a yazılmıştı. Adı ge çen şahsın ifadelerine atfen gelen cevapta, Musul ve diğer yerler hakkında bir daha böyle yanlış anlay ı şiara sebeb olan harekatta bul unulmaması için İngiliz Ordulan kuman clani arına emir verilmesinin hemen hemen Londra 'ya bildi rildiği haber verilir. Bundan dolayı keyfi yetinin nazik bir şekilde İngiliz ordusu kumandalarına tebliğiyle, Lond ra' dan verilecek emri beklemeleri hususunun sağlanması dilenmektedir. S adrazam ve B aşkumandanlık Erkan-ı Harbiye Reisi İZZET Y ıldırım Orduları Kumandanl ığı 4/1 1/34 tarihli ve 650 numaralı Sadaret Konağı rapora: 1 1/34 "sonradan" Ateşkes hükümlerince İngilizlerin İskenderun ' u işgale hak ve yetkileri yoksa da, Halep civarındaki ordularını bes lemek için İskenderun ' dan yararlanmak istemeleri de haklı - 78 - bir istek mahiyetindedir. Ateşkes antiaşması nda birçok mad deyi değiştirmek vakit alacağ ından, bize yalnız şifahen iza hat ve teminat verebilen İngiliz delegesinin bu centilmenli ğine karşıl ık bir iyilik olmak ve Yunanistan ' ın faaliyet saha sına ç ıkarılmasını sağlamak ve kolaylaştırmak üzere; İsken derun limanından İngilizlerin erzak vesaire nakliyatı husu sunda yararlanmasında ve İskenderun-Halep yolunu tamir edebilmelerine izin verilmesinde, en başta bu ordunun vazi yetince de bir malnur görmüyorum. Bu limandan ve yoldan yararlanmalarını sağlamakla İskenderun liman ve şchrini kendilerine terk etmiş olmuyoruz. Liman ve şehir, yine biz de kalacak; hükümetin askeri ve idari kadrosu (? . . . ) her şeyi miz yine yerli yerinde bulunacak. Onlar yalnız limandan ve yoldan, sırf bir misafir sıfatıyla yararlanacaklardı r. Keyfiyetin yüce tarafınızdan Suriye ordusu kuman danl ı ğına bildirilmesi istenmektedir. Sadrazam ve B aşkumandanlık Erkan-ı H arbiye Reisi İZZET Başkumandanlık Erkan-ı Harbiye Riyaseti Celilesine Adana 6/1 1 /34 No: 579: Erteleyen i dam olunur. Altı saat ara ile alınan biri açık diğeri şifreli 5/1 1 /34 ta rihli iki kıta yüce telgrafnamenizin muhteviyat ın ı ve şifrel i olanının da içeriğini uygulamak için duraksamaya v e dü şünmeye lüzum gördüğümü itiraf ederim. - 79 - İngil izlerin Halep civarındaki orduların ı beslemek için İ skenderu n 'dan yararlanmak isterneleri hakl ı değildir. Çün kü İ ngilizlerin eline geçmiş bu lunan Halep vi I ayeti ndc, Ha lep ' in kendisinde milyonlarca erzak olduktan başka, ateş kes şartnamesinin 2 1 . maddesine göre, hakikatte H alep ' teki İngiliz ordusuna iaşece yardı m etmek lazım gelirse, pek çok crzaka sahip bulunan K il is ve Antep çevresinden özel h azır lıklar ve önlemlerle erzak sat ı labilir. Yüce şahsiyetl crinizi temin ederim ki, maksat Halep ' teki İngil iz ordusuna iaşe te min etmek olmay ıp, İ skenderun' li işgal ve İskenderun-K ı rıkhan-Katma yoluyla hareket ederek Antakya- Diricemal Ahterin hattı nda bulunan Yedinci Ordu ' nun dönüş hattın ı kesrnek ve bu orduyt, , Alt ınc ı Ordu 'ya Musu l ' da yapıldığı g i bi teslimden kaç ın ı lamayacak bir vaziyete sokmaktır. İng i !izleri n Eımeni çetelerini bugün Islahi ye ' ele faali yete geçirmi ş olmaları da bu zanna kuvvet verecek mahi yettedir. İngiliz delegesinin centilrnenl i ğini ve buna kar ş ıl ık bu tarzda iyilik gösterilmesini idrak ve takdir nezaketinden uzak bulundoğumu arz ederim. Yunanistan' ın faaliyet sahas ına ç ıkarılmasını sağlamak için İ ngilizlerin İskenderun ve İskenderun-Halep yolu üze rinde birleşmelerindeki mantıklı i lişkiyi anlayamadığım gi bi, bu hususta müsamahayı da biJ akis pek sakıncalı görüyo rum. Bundan dolayı keyfiyetin tarafın ızdan İngiliz Suriye ordusu kumandanına tebli ğine delaleten rnaruzum. İsken derun ' a her ne sebep ve bahane ile olursa olsun, asker ç ı karmaya teşebbüs e decek İngilizlere ateşle direnilmesini ve Yedinci Ordu 'ya, bugün bulunulan hatta gayet zayıf bir ile ri karakol tertibatı b ırakarak, büyük k ısm ın ın Katma-lslahi ye istikametinde h areketle K il ikya s ın ırları içerisine girme sini emrettim . - 80 - İngilizlerin aldatıcı davranı şların ı, teklif ve hareketle rini İ ngilizlerden ziyade haklı gösterecek ve buna karşılık iyilik gösterıneyi de kapsayacak emirleri güzellikle uygula rnaya y aradıl ı ş ım m üsait olmadığından ve halbuki B aşku mandanlık Erkan-ı Harbiye Riyaseti Celilesinin ictihadına uygun hareket etmediğim takdirde birçok suçlamalar altın da kalmam tabi i bulunduğundan , kumandayı hemen teslim etmek üzere yeriine tayin buyuracağınız zatın süratle emir ve tebliğini özellikle istirhaın ederim. Yıldırını Ordular Grubu Kumandanı M USTAFA KEMAL Yıldırım Orduları G rup K umandanl ığına Harbiye 6/1 1 /34 C . 7 8 1 ve 782 şifreye 1 - İskenderun' a çıkacaklara karşı tarafımızdan silah kullanılınasın ın emir verilmiş olması, devletin siyasetine ve memleketin çıkarlarına kesinlikle aykırı olduğundan, bu yanlış emrin derhal düzeltilmesi tavsiye olunur. Ateşkes şartlarının yanlış yoruınlanmasından ve yanlış uygulama ve değişik tabirlerden oluşan zorluklar da görülmüştür. Ateş kes antiaşmasında bu uygunsuz hükümleri kabul ettiren gaflet değil, kesin yenilgimizdir. Devlet mevcut durumun dayattığı siyasi girişimlerde bulunmakta ve başarı u ınmak tadır. Ş urası samimiyetle ifade olunur ki, bu nazik zaman da devletin geleceğine büyük etkisi olan h arekat ve müna sebatın cephede tarafımızdan yerine getirilmesinin fazla s ıyla emniyet gerektireceğine şüphe yoktur. B ununla bera� 81 - ber şu anki nazik durumda, halimizin m ünakaşa ve ertele meye tahammülü olmayıp, ordulara tarafımızdan verilen talimatıara kesin surette uyulması zorunludur ve grubun lağvı mümkün değildir. Al ıkonulması uygun görülen karar gahla Yedinci Ordu karargahı unvanı verilenler ve fazl a olanlar ilga olunur. Gruptaki müfetti şierin v e diğer şah ısla rın Yedinci Ordu unvanıyla dahi kazanılmış h akları saklı olduğundan, i ş zaman ında h izmetten kaçınmaları düşünül memektedir. S adrazam Ahmed İzzet Sadrazam Ahmed İzzet Paşa Hazretlerine Adana ' dan 7. 1 1 . 34 C : Ş ifrel i iki maruzatıma cevap olan 6. 1 1 . 34 tarihli ş ifreye 1 - İskenderu n ' a çıkacaklara karşı silah kullanma hak kında verdi ğim ve 5 . 1 1 . 34 tarihli gizli emrin özel madde lerini aynen arz ediyorum. (İngilizlerin muhtelif bahanelerle İskenderu n ' a asker ç ıkararak Yedinci Ordu birliklerini zor duruma sokmak is tediklerini anlıyorum. B una meydana v ermemek için üçün c ü kolordu İskenderun ' a kuvvet çıkarılmasını, Yirminci Kolordu için birinci maddede zikredilen harekat sonuçla n ınc ay a kadar gerekirse ateşle engelleyecektir.) Zikredilen birinci madde ise, Yirminci Kolordu' nu n büyük kısmının Katma-Subaşı hattının kuzeyine geçmesine aittir. - 82 - B u h arekat sonuçlanmış olduğundan, silah kull anma hakkında emrin de uygulama zamanı geçmiştir. Bununla beraber kuvvetli isteğiniz Uzerine, oradaki kumandana ye niden gerekli talimat verilmi ştir. 2- Dünlin kötü mirası olan bugünkü berbat durumdan devletimizi kurt<.uma hususunda başan umulan siyasi girişim lerde Allah ' ın iltifatl arına erişmelerini, Cenab-ı Hak ' tan bü tün ruhumla niyaz ederim. Cephedeki harekat ve mlinaseba tın acizane tarafıından yerine getirilmesinde gösterilen sami rniyete şüphe etmem ve bu samirniyet ve tevcccühe itimadı mın derecesi, memleketin kurtuluşu hususunda Ustüme düşen görevlerin uygulamaya geçiıilmesiyle meydana ç ıkacaktır. 3- Mevcut durumun nezaketini bütün mahiyetiyle ve pek bilriz bir şekilde takdir edebil eeeğime kuvvetli güveni nizin yokluğu kadar acizlerini üzecek bir şey olamaz. Vazi fenin yerine getirilmesinde mutlaka memleketin kurtuluşu nu amaçlayan tarzı icra etmek v e bunun gerektirdiği bazı türlü istirhamlarımın, gecikme sebebi olarak al ınmasını özel likle rica ederim. 4- Grup karargahın ın Yedinci Ordu karargahı v aziyeli ni almasıyla, yeni teşkilat hakkındaki kuvvetE isteklerinize, Yedinci ve İkinci Ordular karargahiarı l ağvedilerek yalnız grup karargahının bırak ılmas ı hakkındaki maruzatım tama men uygun düşmüştür. Aradaki fark l afızdan ibaret kalmış tır. Y ıldırım Grup adı konusunda ise; diğer bütün nedenler den ve anlay ı şlardan kaçınınakla beraber, bugün kuman dam altında bulunan birlikler ve her türlü enkazın ın geçmi şe ait birçok girift muameleleriyle tamamen barış zamanı geçilineeye kadar Yıldırım Grubu ile ilgisinin kesilmesinde şimdilik birçok zorluk v ardır. Yedinci Ordu dahi önce veya sonra i lgaya mahkum bulundu ğu ndan, bunun şimdiden lağ vıyla gelecekte dahi tarihi bir ad o larak herhangi bir ku mandanl ığa verilmek suretiyle saklı kalabilecek ve bir gün - 83 - de manevi' etkis i büyük olan (Yıldırım Orduları Grubu) un vanının Yıldırım Grubu şeklinde korunmasına yüksek mü saade lerinizi istirham e ylerim. M ustafa Kemal Yedinci Ordu Kumandanlığına 8. 1 1 . 34 No: 24 Bugün Britanya hükümetinden aldığı emre uyarak Amiral Calthorpe, General Allenby tarafından bildirilecek müddet zarfında İskenderun şehrinin teslimini talep ve ak si takdirde adı geçen generalin şehri zorla i şgal edeceğini; İ skenderu n ' da kıta kumandanımıza emir ve talimat veril mesini yazıp, bu doğrultuda ateşkes antlaşmasın ın yedinci , onuncu, on birinci maddeleriyle beyan olunan şehri teslim teklifine hak ve yetkisi olduğu ve savaşa devam noktasında mutlak surette ikiz bulunduğumuz açık bir h J susken ; İs kenderun şehri için, güçlükle akdine muvaffak olduğumuz ateşkesin feshedileceği malum olmakla, müracaat gerçek leştiğinde şehrin tahliye ve teslim olunması için gerekl i ki şilere süratle tebliğ edilmesi gerekir. İskenderun l imanından ve Halep şosasından istifade edilecekleri teklif edilmiş iken, böyle dehşetli bir cevaba maruz kalmamızın; İskenderun kumandanına İtilaf devlet lerinin ilk müracatlannda tarafım ızdan sert ve soğuk bir ce vap almalarının büyük etkisi olduğu kuvvetle muhtemel ol duğundan, gevşeklik göstermernek şartıyla bu aczimizin dikkate alınması ve söz ve hareketlerimizin buna göre ol ması, memleketin selameti için çok gereklidir. S addizarn ve B aşkumandanl ık Erkan-ı Harbiye Ahmed İZZET - 84 - Sadrazam İzzet Paşa Hazretlerine Adana 8 . 1 1 . 34 İskenderun şehrinin İngilizlere teslimi hakk ındaki 8 . 1 1 .34 tarihli yüce emirleriniz alındı. İskenderun limanın dan ve Halep şosasından istifade edebilecekleri hakkındaki İtilaf güçlerinin gerçekleşen i lk müracaatlarına tarafımızdan sert ve soğuk bir cevap veıilmiş olduğu hakkındaki, devlet lerinin yanl ı ş zanna kapılmalarının sebebi anlaşılmam ıştır. Muhtelif sebep ve bahanelerle, İngilizlerin İskende run 'u işgal için gerçekleşen ilk ve son müracaatlarına, ora daki kumandan tarafından, verdiğimiz talimata uygun ola rak verilen cevap fazlasıyla nazikane ve hükümetimizin bi ze tebliğ eyLediği ateşkes şartnamesi içeriğine ve zat-ı dev letlerinin emirlerine tamamen mutabık olduğu grupça bel gelere dayan arak iddia olunur. Bu doğrultuda sert ve soğuk cevap alındığının B ritanya hükümetinin delegeleri tarafın dan dahi söylenmiş olduğuna bir kay ıt ve işaret yoktur. B undan dolayı İngilizlerin dehşetli bulduğumuz en son ce vapların ın sebeblerini başka yerde aramak l azımdır ve azar azar bütün memleketi istilaya kadar v aracak olan böyle dehşetli cevapların tekrarına şüphe olmadığından, arz etti ğim sebebierin derin düşüncelerle muhakeme edilmesinin gereğini sunmayı görev sayarım . Halep ' te bulunan İngiliz kumandanı yararlanmayı ta lep ettikleri İskenderun-Halep şosasını güvenlik altında bu lundurabilmek için birliklerimizin Kilis-Payas hattın ın ku zeyine alınmasım İngiliz başkuınandanlığının İstanbul ' a teklif ettiğini ve zaman kaybına yer vermemek üzere H a lep-İskenderun şosasının şimdiden keşfine izin verilmesi gereğini bildirmiştir. - 85 - Altıncı Ordu kumandanlığının 7 . 1 1 . 34 tarihli raporu da doğal olarak zatınızın dikkatini çekmiştir. Bu raporun içe riğine göre, İngilizlerin Nusaybin-Cerablus-Halep demir yolunu işgale işaret olan ve İngiliz ordusu başkumandanı nın , Musul 'un derhal terki ve aksi takdirde zorla gireceği hakkındaki tekl ifi ne şekilde yorumlanacaktır? Görü lü yor ki, meselenin tarafımızdan İngiliz delegelerine karşı ger çekleştiği zannolunan soğukluğa bağlanmasına yer yoktur. Belirttigim görüşlerdeki amacım acizane şudur: Her ne sebeble olursa olsun, İngilizlerle aktedilen ateşkesin imza altına giren kayıtlı şekli, Osmanlı Devleti 'nin korunması ve selameti için yeterli mana ve mahiyette değildir. B ahsolu nan maddelerin önemli ve geniş manaları nın bir an evvel tesbiti lazımdır. Yoksa İngilizlerin tekliflerine bugüne ka dar olduğu tarzda karşılık verildiği takdirde, bugün Payas Kilis hattına kadar olan araziyi isteyen İngili zlerin , yarın Toros'a kadar olan Kilikya m ıntıkasının ve daha sonra Konya-İzmir hattının işgali gereği tekli flerinin birbirini ta kip edeceğine ve netice olarak ordumuzun kendileri tara fından sevk ve i dares i ve hatta Osmanlı Devleti ' ni n bakan lar kurulunun B ritanya hükümeti tarafından seçilmesi ge rektiği gibi tekliflerle karşı l aşmak da olmayac ak bir şey de ğildir. Acz ve zaafımızın derecesini pek iyi bi lirim. Bunun la beraber devletin yapmaya mecbur olduğu fedakarlığın derecesini de belirlemek gerektiği kanaatini muhafaza edcrdim. Yoksa Almanya i le müttefikken sonuna kadar de v am etmek halinde büsbütün bozguna uğramaya nazaran; İngilizlerin kendi gayretleriyle elde edeceği neticeyi onlara bizim yardıınımızla bahşetmek, tarihte Osmanlıl ık için ve bilhassa mevcut h ükümetimiz için pek kara bir sah i fe mey dana getirir. Şayet yüce hükümetimizin, İngili zlerle ciddi yet ve samimiyetine güvenilebilecek bir gizli anlaşma y a pı lmrş ve yapı lması kuvvetli bir ihtimal ise, bu hususu bil- 86 - mememiz, tabii ki yanlı ş anlay ışıara sevk edebileceğinden; m ümkünse bu hususta imaen olsun aydınlatılmayı istirham ederim. Vatan ın geleceği için endişelenmekten doğan ve samimi olduğuna şüphe edil memesi gereken işbu düşünce lerimin, münakaşa mahiyetinde görülmemesini özell ikle ri ca ederim. Bilhassa zatınızca anl aş ıldığına inandığım ve gerekeniere arz ve tebl iğini memleket selameti gereği ka bul ettiğim görüşlerime uymaktan kendimi engellemeye · kadir değilim. *** B enim görüşlerün ve bu görüşlerimi be1ge1endirmek için size bahsettiğ im veslkalar okunduktan sonra, bütün Türk milletini bilhassa Türk aydınların ı vicdani ve fikri olarak iyice düşünmeye davet etmek isterim. Hatırat diye size naklettiğim bu hikayelerin, zamanımıza kadar bazı ki şilerin hatırat yayınlamak sevdasına benzer bir eğilimden doğmuş olduğunu zannetmezseniz. . . Eğer ben bu gerçekle ri size söylüyorsam ve milletimize tebliğ ediyorsam, elbet te bundan büsbütün başka bir maksactım v ardır. B u maksat ne olabilir? Bunu ben burada açıklayamam. Fakat benim tasavvurlarım şudur ki; düşüncelerimi samimi olarak nak leden bu yazı lar okunduktan sonra, milletimin kendi kendi ne vaziyeti anlamak ve m uhakeme etmek için lüzumlu bel gelere sahip olacağına şüphe etmem. Eğer bahsettiğim zihniyette olanların dünyadan ne ka dar anlamadıklarını olaylar ispat etmemiş olsaydı, benim bu sözlerimin gerçekliği zor anlaşılabilir diye bir zaman daha beklemeyi gerekli görürdüm Fakat zannediyorum ki, böyle bir gecikmeye benim tarafıından değil, fakat Türk milleti tarafından da artık hiç l üzum ve ihtiyaç kalmamı ş t ır. - 87 - . . ISTANBUL' A DONUŞ . . . Atatürk artık İstanbul ' a dönmüştür. -B ir gün İzzet Paşa tarafından makine başına davet olundum. Adı geçen şahıs kabineden istifa ettiğini bildir dikten sonra, benim İstanbul ' da bulunmamın uygun olaca ğını söyledi. Ben bu imadan, İstanbul ' da buhranlı vaziyeı ler cereyan ettiğini anlayarak, zaten kumanda ettiğim grup da lağvedilmiş olduğundan, İstanbul ' a hareket ettim. Eğer yanılmıyorsam, İzzet Paşa ile ilk defa. henüz terk etmemiş olduğu Fuad Paşa türbesi karşısındaki Sadaret Ko nağı ' nda görüştük. İzzet Paşa kabineden niçin çekildikleri ni izah etti . Bu nihayet bir onur meselesiydi. Ben çekilmiş olmalarını doğru bulmadım; kendisine Sadaret (başbakanlık) verilen Tevfik Paşa kabinesini oluş turmamak ve tekrar İzzet Paşa başkanl ığında yeni bir kabi ne meydana getirmek gerektiğine inandığımı bildirdim . Durum tartı ş ılarak, teklifim kabu l edildi. H atta yeni bir ka bine l istesi de yapıld ı. Esaslı bir noktayı atıadım galiba; ben İstanbu l ' a geldiğim zaman artık savaş kabinesinin önemli ki şileri Enver, Talat ve Cemal Paşalar orada değildiler. Sadaret Konağı ' nda verilen karardan sonra, her biri miz bir türlü çalışmaya başladık. İlk hedef kabineyi düşür mek olduğuna göre, ben derhal Meclis-i Mebusan ' l a temas aradım. Öteden beri arkadaşım olan mebuslarla (milletve killeriyle) konuştum. Görüşümü onlara izah ettim ve beni daha büyük mebus kitleleriyle temasa geçirmelerini kendi lerinden rica ettim . Bu arkadaşların aracılığıyla, ilk defa olarak sivil kıyafetle, Fındıklı ' daki Meclisi Mebusan bina sına gittim. - 88 - O günlerde Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu söz ko nusuydu. B en güvensizlik oyu verilmesi fikrinde idim. İşte Meclis-i Mebusan binasına girdiğim gün , güvenoyu mese lesinin Meclis ' te oylanacağı gündü. Kanaatimi mümkün ol duğu kadar süratle, tanıdı ğım veya orada bana tanıtılan me buslara izaha çal ı ş ıyordum. B ir kısım mebuslarda şu tered düt vardı: "Eğer güvensizlik oyu verecek olursak, Meclis ' i dağıtacaklardır. Fakat Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu ve rip biraz zaman kazanarak, bu esnada belki faydalı işler görmek mümkün olur." B en ise Meclis ' i n zaten dağıtılacağına inanıyordum ve dağıtacak olan da yeni s addizamdı. B u kararı uygula mak için tabii ki evvela Meclis ' in güvenoyunu alarak sa daret makam ın ı usulünce i şgal etmesi gerekiyordu. B unu sağladıktan sonra bazı zatların düşündüğünün aksine, hiç bir zaman ve fırsat vermeksizin Meclis ' i dağıtaeağına şüp he yoktu. O halde netice madem ki bu olacaktı; kabİneye güvensizlik oyu vererek ve bunu tekrarlayarak zaman ka zanmak daha yerindeydi . İ şte belki bu kazanılacak zaman zarfında tekrar İzzet Paşa başkanlığında bir kabine meyda na getirmenin sebeb ve şartlarını h azırlayabilirdik. Meclis salonlarında, koridorlarda, ayak üstü, ani mantıklad a yapı l an bu münakaşalar şöyle bir netice verdi : Mebuslann önemli bir kısmı sal onlardan birine toplandılar ve beni de oraya davet ederek, genel kurul a açıklama y apmam ı teklif ettiler. Vaziyeti , içinde bulundukları şartları ve yapılması gereken hareketi , muktedir olduğum kadar kendilerine izah ettim. Kabineye mutlaka güvensizlik oyu vermelerini tavsiye ettim. Teklifim orada hazır bulunanlarc a kabul olundu ve ba şarıl ı olacakları noktasında kesin ümitlerin i söyleyerek, bu lunduğumuz salondan ç ık ıp Meclis B aşkanı ' nın toplantı çağrısına uydular. - 89 - Ben bir locada karar neticesini bekliyordum. İsimler okun arak oylar soruldu; tasnif olundu ve netice kürsüden Genel Kuru l' a bildirildi. Tevfik Paşa kabinesi çoğu nlukla güvene layık görü lmü ştü ! Ne y al an söyleyeyim, biraz hayret ettim. Benim tekli fimi kabul ettiklerin i söyleyen mebus (milletveki l i ) adedi küçümsenecek gibi değildi. B unlar arasında özellikle söz lerinin ve mevkilerinin çok etkili olduğu zannını verenler de v ardı. Fakat şüphesiz Mecl i s ' teki psikoloj ik havanın bir an içinde deği şebilecek mahiyette olduğundan daima uzak kalan benim gibi bir askerin şaşkınlığı normaldir. B u aca yip fikirler ve h islerin hakim olduğu ortarndan çıkmak i ç i n fazla beklemedirn. Derhal Osmanlı Meclisi Mebusan s ara yını terk ettim. Evi me döner dönmez, saraya telefon ederek Vahideddin ' den görüşme i stedi m . Onunl a hemen bir görüş me yapmayı faydalı buluyordum. M aksadım kendisiyle görüşüp, tedbir olarak düşün düklerimi açıkça söylemek ve bu tedbirlerin uygulanma sındaki zorunluluğu izah etmekti. Padişahı düşündüğümüz teşebbüse ikna edebileeeği m i zannediyordum. Görüşme talebi için, vazifesi itibarıyla aracı lıkta bulunan N aci beye ( Naci Paşa) maksadımı ima ettim. Naci beyin, bu görüş menin o gün veya ertesi gün olması için çok çalıştı ğ ına eminim. Fakat kafasında gizli bir kararı şeytani bir şekilde saklayan Vahi deddin , saffet ve samirniyet gösteren aldatı c ı tavrıyla, önümüzdeki cuma günü selamlıkta hazır bulun marnı ve orada benimle görüşeceğini bi ldirdi . Cuma günü ne çok v ardı. B ununla beraber yapılacak başka bir şey de yoktu. - Cuma selamlığına gittim; namazdan sonra oradaki salona davet eden Vah ideddin ' le, dışarıda d inleyenler tara fından çok uzun olarak yorumlanmış bir görüşme yaptık. Hakikaten görüşme, zaman itibarıyla çok sürmekle beraber, - 90 -· fikir alışverişi itibanyla pek kısa olmuştur. Ben, tahmin edebileceğiniz zemin üzerinde onu aydınlatmak ve uyar mak için giriş yaparken, o çok ustaca bir tarzda benden ön ce davrandı. Dedi ki: - Ordunun kumandan ve subaylan eminim ki, seni çok severler; onlardan bana bir fenalık gelmeyeceğine te m inat verir misin? B irdenbire böyle bir sorunun maksat ve manasını anla yamadım. Sordum: - Ordunun aleyhinizde bir harekete giriştiğine dair b ilgi ve h isleriniz mi var, efendim? Gözlerini kapad ı , olumlu veya olumsuz cevap verme di; aynı soruyu tekrar etti. Cevap verdim : - Gerçi , b e n İstanbu l ' a geleli birkaç gün oldu; bura daki durumu yakından bilmiyorum; fakat ordu komutanla rı ve subaylannın Zat-ı Ş ahanenizle karşı karşıya gelmesi için bir sebep olabileceğini zannetmiyorum. Onun için, hiç bir kötülük gelmeyeceği noktasında b an a güvenin. Çok örtülü bir tarzda i lave etti: - Yalnız bugünden bahsetmiyorum , bugünden ve ya rından. Son cümle, bende bir şüphe uyandırdı; demek ki, padi şah ın i leride öyle bir hareket yapma ihtimali v ardır ki, or dumm vatansever kumandan ve subayları müteessir olabi lirler. Zat-ı Ş ahane beni kandırarak, sayemde onlardan emin olmak istiyor; fakat bu düşüncemi kendisine nasıl izah edebilirdİm ve böyle bir izahta bulunmak kendim ve maksactım için faydalı olur muydu? Karşımdaki adam kararını çoktan vermiş görünüyor du; biz ise bu kararın ne olduğunu anlayamayan veya anla mak istemeyen kimse lerle temasta kalm ış, karşı hiçbir ted bir almaya zaman ve fırsat bulamamış durumda idik. Padi- - 91 - şah gözlerini açarken ayağa kalktı ve şu sözlerle görüşme ye son verdi. - Siz akıllı bir kuın andansınız, arkadaşiannızı ayd ın latıp yatı ştıracağınızdan eminim. Çok ümitsiz ve üzgün, fakat üzüntümün gerçek sebe bini dahi anlayanıaın ı ş h alde Vahi deddi n ' in salonundan çıktım. D ı şan da bir saati aşan zamandan beri kapılarda, kori doı·larda, şurada burada ayakta bekleyen birçok kişinin, bu uzun görüşmeden bezgin ve yorgun, fakat biraz manidar bakışlada bana bakmakta olduklarını hissettim. itiraf ede yim ki, o anda bu bakı şların manalarını anlayaınaın ı şt ım. Ancak bir iki gün sonra artık her sırrı öğrenmiştim. Bu ge çen günler zarfında ne olmuştu, onu hepiniz bilirsiniz; Meclis-i Mebusan feshedilmişti l Sonraları işittim ki, güya o uzun görüşmede Pad işah, Meclis-i Mebusan ' ı dağıtmak gerektiği hususunda benimle düşüncelerini paylaşmı ştır. Ve ben kendisini onaylayarak ordunun aynı fikirde olduğunu söylemi ş ve kendimle arka daşlarım namına ona söz vermi şim. Artık böyle dedikodu lara önem verecek halde değildiın, ü zgündüm. İzzet Paşa ve bazı arkadaşlar ile Sadaret konağında verdiğimiz karar çoktan suya düşınüştü. Ş işli ' deki evimde yeni durumu dü şünüyordum. İ stan bul sokakları İtilaf devletlerinin süngülü askerleri yle dol muştu. B oğaziçi, topların ı s ağa sola çeviren düşman zırhl ı l anyla, lacivert sularını göstermeyecek kadar örtülüydü. Herkes ancak çok zorunlu ihtiyaçlan için evlerinden çıka biliyor, sokaklarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için caddelerin duvar diplerinden, büzülerek, eğilerek ve korkarak yürüyebiliyorlardı. B ütün tedbirlere rağmen yine bin türlü fec i saldırı sahneleri eksik olmuyor- 92 - du. Koskoca İstanbul ve koskoca İstanbul ' un yüz binlerce halk ı, sesleri kısılmış bir halde idi. İstanbul ufuklarında y aln ız düşman hakaretleri , düş man bayrak ve süngüleri yükseliyordu. Şaşıl acak şeydir. Art ı k adi bir mendil gibi ayak altında çi ğnenen bu çevrede hala bir saltanat, bir hükümet, bir v ar l ık olduğunu zannedenler vard ı. - 93 - ATE ŞKES Ş imdiye kadar Atatürk'ün ağzından nakletmiş oldu ğum Mitıraların son kısmında görüldüğü üzere, İzzet Paşa sadrazam olduğu vakit Adana'da bul unan Mustafa Kemal Paşa, Mondros Ateşkes Antiaşması ' nı n , bilhassa askeri i ş gallere alabildiğine hak veren maddelerini daha fazla açık hale getirmek, bu ateşkesin "kayıtsız ve şartsız teslim" ka rakterini hafifletmek ve bunlar sağlanmadıkça seferberlik halindeki orduyu terhis etmemek fikrinde idi. Bundan baş ka, kabine değişikliği olduğu v akit , kendisinin Harbiye N a zırlığı ' na getirilmesini istemiştir. Sadrazam İzzet Paşa, ateşkes şartlan h akkındaki eleştirilerini dikkate almadıktan başka, Harbiye Nazırlığı için, " B arış sonrası refakatimiz Allah' ın lütfuyla m ümkündür ! " cevab ını verdi. İskenderu n ' a asker çıkanlmasını silahla engellemek h akkında emir vermi ş olmasından dolayı da, Mustafa Ke mal Paşa ile kabine arasında anlaşmazlık çıktı. Mustafa Kemal Paşa Harbiye N azırlığı ' nı niçin istemiş olduğunu şöyle açıklıyor: - B en barı ş ın çabuk gelmeyece ğini biliyorum. B anşa kadar çok buhranlı vaziyetler karşısında kalacaktık. İşte bu sıralarda vatana c iddi h izmetlerde bulunabileceğim kana atinde idim. İstanbul ' a niçin ve nasıl h areket etmiş olduğunu yine kendisinden dinleyelim: " B ir gün İzzet Pa şa beni makine ba ş ına çağırdı; kabi nenin istifa ettiğini söyleyerek İstanbul' da bulunmam ın uy gun olacağını söyledi. B en bundan payİtahtta durumun ka rıştığı manasını çıkardım. Kumanda ettiğim ordular grubu da kaldırılmış olduğu için, İstanbu l ' a hareket ettim." - 94 - İstanbu l ' a gelen M u stafa Kemal Paşa, İzzet Paşa ile, Fuad Paşa türbesi karş ıs ındaki konağında buluştu. İzzet Paşa i stifa sebeplerini anlattı. M ustafa Kemal Paşa, niha yet bir onur meselesi yüzünden, böyle bir zamanda hükü meti bırakmanın doğru olmadığı fikrinde idi; ona göre sad razamlık makamına çağr ılan Tevfik Paşa kabinesini düşür mek ve yeniden bir İzzet Paşa kabİnesi kurulması gerek liydi . Orada bulunanlar bu teklifi kabul ettiler; h atta yeni bir kabine l istesi bile y aptıl ar ve her biri çal ışmaya koyul dular. Mustafa Kemal Pa şa, önce eskiden arkadaşlık ettiği bütün mebuslarla, kabineyi nasıl düşürecekleri h akkında konuştu. Bu arkadaşlar, teklif üzerine, kendisini başka me buslarla da tanıştırmak istediklerinden, ömründe ilk defa, Fındıklı ' d aki Meclis Sarayı ' n a gitti. Haftanın tartışma ko nusu ise, Tevfik Paşa kabinesine o gün güvenoyu istenecek olmasıydı : - Kanaatim, güvenoyu verilmemesi idi. Eski tanıdı ğım veya o gün tanıştığım mebuslara bu kanaatimi kabul ettirmeye çalıştım. B ir kısım mebuslar şu fikirde idi: Eğer güvenoyu verilmezse, Meclis dağıtılacaktı; eğer böyle ya p ılmazsa biraz v akit kazanmak ve bazı faydalı i şler görmek mümkün olabilecekti. B e n ise Meclis 'in dağıtılac ağından şüphe etmiyordum. Yen i sadrazarn ın bunu y apabilmesi için, güvenoyu alması gerekiyordu. Vakit kazanmak için de, bilakis güvenoyu vermemek ve bunda ısrar e tmek, ara da da yeni bir İzzet Paşa kabİnesi kurulma çarelerini ara mak daha doğru idi. Hatta birtakım mebuslar özel bir toplantı yaparak, Mustafa Kemal Paşa ile daha etraflı bir münakaşada bulun dular. B u yüzden teklifinin kabul edildiğini ve Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu verilmeyeceğini sanıyordu. Mebuslar toplantı salonuna girerken , o da locaya çıktı. Herkes oyunu - 95 - verdi, tasnif i şi bitti ve reis, Tevfik Paşa kabinesinin çoğun lukla kazandığını bildirdi. MecJ is 'ten çıkınca, Almanya seyahatindeki tanışıklığı na güvenerek saraya telefon etti. Vahi deddin ' i n kendisini kabul etmesi ni rica etti. Maksadı padişahla açık konu şmak, tedbir diye düşündüklerini açıkça söylemekti. B u ric asını bildirecek zat, hocası Naci beydi (Mebus General Naci El deniz); kendi:>ine maksadını ima bile etti: - Naci beyin o gün veya ertesi gün içinde randevu al maya elinden geldiği kadar çalıştığında şüphe yoktu. Fakat kafasındaki kararını gizleycn Vahideddin, saflıktan gelerek, önümüzdeki cuma selamlığına gelmeınİ ve benimle orada konu şacağını bildirdi. Curnaya birkaç gün vardı . B ekle mekten başka ne yapabilirdim? Cuma günü selamlığa git tim ve görüşme yaptım. Konuşma uzun sürdü . Ancak .<:o nuştuklarımız çok kısa idi. Ben sözüme başlangıç ararken, padişah benden önce davrandı ve dedi ki: "Bilirim ki, ordu nun subayları ve kumandanları sizi severler. Onlardan bana bir kötülük gelmeyeceğine güvence verebilir misiniz?" B öyle bir sorunun sebebinin ne olduğunu hemen kavraya madım. "Orduya ait bazı bilgileriniz mi v ar, efendim?" di ye sordum. Gözlerini kapadı , ne evet, ne h ay ır, ded i , yalnız sorusunu bir daha tekrar etti. "Gerçi", dedim, " B en İstan bul ' a gelel i birkaç gün oldu. Buradaki durumu tamamıyla b ilmiyorum. Yalnız ordu kurnandan ve subayl arında, Zat-ı Ş ahanenize karşı bir cereyan olması için sebep görmüyo rum. " Anlaşılmaz bir tavırla ilave etti: " Yalnız bugünden bahsetmiyorum, bugünden ve yarından. " Bu son cümle be ni şüpheye düşürdü. Demek Padişah ileride öyle bir hareket yapabilirdi ki, ordunun vatansever kumandan ve subayları bundan müteessir olabilir. Padişahın verilmiş bir kararı var idi. B iz ise bu kararın ne olduğunu bilme yen veya anl amak istemeyen kimselerle konuşuyorduk. Zat-ı Ş ahane gözleri- 96 - ni açarken ayağa kalktı, şu sözlerle görüşmeye son verdi: "Siz akıllı bir kumandans ınız. Tecrübesiz arkadaşlarınızı aydınlatacağınızdan eminim.'' Meclis feshedilmiştir. Hatta o zamanlar şu rivayet de ç ıkarılm ı ş: Padişah bu fesih i şi için Mustafa Kemal ' e da nışmı ş, o da hem doğru olduğunu söylemiş, hem de ordu nun kendi fikrinde olduğunu bildirmi ş. Şi şli' deki evine çekildi. İstanbul sokakları İtilaf asker leri ile dolu idi. "Boğaziçi, top l arını sağa sola çeviren düş man zırhl ılanndan Hkivert sulan görünemeyecek kadar ör tülü idi. " B irçok hisli v atandaş ancak ekmek ve erzak al mak için evlerinden çıkabiliyor, onlar da hakaret görme mek için, duvar diplerinden büzülerek ve eğilerek geçiyor du: "Koskoca İstanbul ve şehirde yaşayan yüz binlerce halk adeta sesleri kısılmış halde idi. " Bir g ü n Akaretler ' de anas ın ın evinde iken, kapıy ı İtal yan askerlerinin zorlamı ş olduğunu haber verdiler. A şağı indi, kim olduğunu haber vererek yukarı çıkmamalarını is tedi. Mustafa Kemal ' in pek sinirli olduğunu gören subay: "Biz böyle emir aldık, yerine getirmeye mecburuz ! " dedi . - Size bu emri veren kimdir? - Kumandanımız! - Evimden çıkmanız için ne yapayım? - Kumandanımızdan bir emir getirmelisiniz! - O h alde, dedim bu emri almaya çalışırım. O zamana kadar siz de olduğunuz yerde kalınız. S ubay nazik davrandı . Evde telefon olmadığı için, Mustafa Kemal bir köşe yukanda oturan Diyarbekirli Ka zım Paşa' nın apartmanma koştu. İtalyan temsilciliğini ara d ı, telefona gelen zata başına geleni anlatt ı, bir müddet son ra kendisine şu cevabı verdiler: "- Afedersiniz, mutlaka - 97 - bir yanl ı şl ık olmalı. Askerlerin başındaki subayı telefona çağırırsanız emir verilecektir." Subay geld i , konuştular ve evi zorlamaktan vazgeçtiler. Ertesi gün, kendis ine Ş işli bölgesi İtaly an komutan ının arkası yazılarla dolu bir kartını getirdiler. B u kartta şunlar yazıyormu ş: "Bu eve , kimse tecavüz edemez." B i rkaç gün sonra, bu sefer İtaly an olmayan bir müfre ze eve gel iyor. Mustafa Kemal orada yoktur . . . Kartı göster mi şler. Askerlerin başındaki subay, yırtmış ve bütün evi aram ı ş. - B ütün bunları , ateşkes ile beraber İstanbul ' u n ne hale geldiğini gözlerimizde bir daha canlandırmak için an l atıyorum. - 98 - HAZIRLIKLAR Artık Mustafa Kemal, birçok tanıd ıklarını ve bildikle rini arayarak, yahut kend ini arayantarla buluşarak, sıkı te maslara girişiyor. Ne saray, ne de hükümetten ümit kalmış tır ve bu gidişle, vatan ın h ayrına herhangi bir barış elde et mek imkanı da yoktur. - Eski arkadaş ım Fethi beyle (Fethi Okyar) günlerce ve gecelerce dertleştim. Benim evimde veya onun apartma nında konuşuyor ve birbirimize aym şeyi soruyorduk: N e yapılabilir? Temas ettiklerim arasında eski İttihatçı l ardan, yahut İtilafçılardan, işgal kuvvetleri ile beraber çalışanlar dan birçok kimseler vardı . Her biri ile tamamen başka tür lü görüşüyordum. Bunlar dı şında pek samimi ve gi zli bir temasım da İsmet bcyle olmuştur (İsmet İnönü). - Bir gün Fethi bey ve dört müşterek arkadaşla birlik te, bir hayall münakaşadan sonra, ihtil alci bir komite kurma ya karar verdik ve i htilalci tedbirler düşünmeye başladık : Padişahı dcği ştinnek, kabineyi düşüımek, yeni bir h ü kümet teşkil ederek daha azimli hareketlere başvum1ak gibi. B aş ka bir gün, bizim Şi şli ' deki evde toplantımız nihayet bul duktan sonra dört kişiden biri dedi ki: "Arkadaşlar, ben çok dii şündüm . N amusumla söz veririm ki, sırrınız gizli kala c ak tır; fakat komiteele çalışmaya devam etmeyeceğim . " He pimiz h ayret içinde birbirimize baktık. İçimizden biri : B u ne demek, başanya ulaşacağımızdan emin mi değilsi niz?" diye sordu. "- Hay ır, bunu düşünmedim. B aşarılı ol acaksınız. Fakat ihtilfılciler başarılı olsalar bile, birçok teh like karşısındadırlar. B unu da kabul etmelidirler. İşte o zaman ben ve benim gibiler, sizin kararlarınızı uygulamak - 99 ·- "- üzere iktidara gelecek yedek adaylar o luruz." Fethi beyle ben gözlerimizle konuştuk. Derhal dedim ki: "Beyefencli nin katılmayacağı bir teşebbüs, makul de olmayabilir. Onun için cemiyeti hemen fesh-etmeliyiz." Böyle yaptık. Kendisi izin alıp gitti . . . Kalani ar cenıiyeti tekrar kunnu ş oldular. Konuşmanın bu k ısmında Mustafa Kemal , Fethi bey le eski münasebetlerinden bahsetti ve şu fıkrayı anlattı: - Fethi bey, İstanbul ' da dahiliye nazırı (içi şleri baka nı) olmadan önce Minher isminde bir gazete çıkardı, bel k i hatırlarsınız. Sahibi ve başyazan o idi . Fikirlerimizi birlik te neşretmek üzere ben de kendisi ile ortak olmuştum. Ga zetenin ne derece başanlı oldu ğunu bilemem. Herhalde be nim bu ilk ve son gazetecili ğim başarılı olmamıştır. Günler geldi, geçti ; M ustafa Kemal ve bazı arkadaşla rı şu kanaate vard ılar ki , Vahideddin 'i öldürınekle, hükü meti düşürmekle köklü b ir neticeye u laşınaya imkan yoktu. Nihayet yeni hükümdar ve yeni hükümet de düşman süngü leri karşısında bulunmak vaziyeünden kurtul muş o lmaya caktı : - Bununla beraber bu temasl arıma da devam edi yor dum. İçlerinden bir kısmında saf bir vatan perverlik hissinin coşkunluğundan başka, ne fikir, ne de tedbir kabil i yeti var d ı. B ir kısmının hala alçak politikac ıl ık menfaatlerinden başka düşündüğü yoktu. Kendi kendime şu kararı verdim : U ygun bir zaman ve fırsatta İstanbu l ' dan kaybolmak, basit bir hazırlıkla Anadol u içine girmek, bir müddet isimsiz ça l ıştıktan sonra, bütün Türk mil letine fel aketi h aber vermek! - İçimde çok dikkatle gizlediğim bu s ım vakti gelme dikçe kimseye söylemedim. B öyle bir karar verınemişim gibi, sıradan temasiara devam ettim . S ırdaşlarımdan birini size haber vereyim: B ir gün İsmet beyi (İsmet İnönü) davet ettim . Şi şli ' deki evimde beni yalnız bul an İsmet bey: Yine ne v ar?" dedi. S oru sorarken , gözlerinin içi yüksek ze- 1 00 " kası ve itimat veren derin neşesi i le gülüyordu. H atırladığı ma göre, İsmet bey o tarihte B arışı Hazırlama Komisyo nu ' nda askeri uzman olarak bulunmakta idi. - Ne h aber? dedim. - Tahmin edeceğin gibi. - Şuradan bana bir Türkiye haritası bulup masaya açar mısın? Üzerinde konuşacağım. - İsmet l!ıey haritayı bulup açt ı. Fazladan daima ce binde taşıdığı pergeli de ç ıkard ı. Ş aka yaptım. -- Herni.iz pergellik bir şey yok. B iraz pergelsiz görü şelim. - Ne yapacaksın? diye sordu. Bu münasebetle söylemeliyim ki, benim daima en iyi anlaştığım dostlarımdan biri İsmet olmuştur. Onun için bu görüşmenin sebepsiz olmadığına hükmetmişti. - Mesela, dedim, hiçbir sıfat ve yetki sahibi olmaksı zın A nadolu ' ya geçmek ve orada m illeti uyandırarak kur tulma çarelerini aramak için en müsait m ıntıka ve beni o ınıntıkaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir? Yüzüme baktı, tekrar neşeli ve ümitli güldü : - Karar verdin mi? dedi . - Ş imdilik bundan bahsetmeyelim; bana memleketi, m illeti ve orduyu aniayıp bilen, vaziyeti yakından gören, tehlikeden şüphesi olmayan bir arkadaş gibi cevap ver! İsmet bey masanın kenarındaki sandalyeye i l işti ve de rin derin düşünmeye başlad ı. O sırada ben salonun içi nde dolaşıyordum. B ana sesienineeye kadar gezindim. B i rden bire ayağa kalktı, güierek: - Yollar çok, mıntıkalar çok! dedi. B azı ziyaretçilerin geldiklerin i haber verdiler. H aritayı kapamaya vakit kalmadan içeri g iren bu tanıdıklada başka - 101 - konularda konuştuk. Bir hayli müddet sonra y ıne İsmet beyle y alnız kaldık: - Ne yapacağını bana ne vakit söyleyeceksin? - Zamanında! Biraz dudarak ilave etti : - Bu dakikada siz de, verilmiş bir kararım varken onu niçin hemen uygul amadı ğıını düşünürsünüz. Ben de hemen söyleyeyim ki, ağır ve kesin bir kararın doğruluğuna inan mak için durumu her yönüyle dü şünmek gerekir. Ağır ve kesin karar uygul anınaya başlandıktan sonra, "Keşke şu ta rafını bu tarafın ı da dü şünseydim . . . B elki bir çıkar yol bu lurduk. Yeniden bunca kan dökmeye, bunca can yakmaya ihtiyaç kalmazdı ! " g ibi tereddütlcre yer kalmamalıdır. Böy le bir tereddüt, karar sahibinin v icdanı nda kanayan bir nok ta olur ve onun yaptığının doğruluğundan da şüpheye düşü rür. B undan başka, beraber çal ı şacak olanl ar, yapılandan başka bir şey yap ılmak i htimali kalmadığına inanmal ıdır lar. İ şte benim ateşkes sırasında dört-beş ay İstanbu l ' da k a lışım, sırf bunun içindir. B u geçirdiğim zamanın bir kısmını da h azırl ıklara ayırdım. Tahmin edersiniz ki fikri h azırlıklar, seferber] ikte asker toplarken olduğu gibi davul zurna ile yapılamaz. Fik ri h azırlıklarda alçakgönüllülükle çalışmak, kendini silmek, karşındakinde samimi bir kanaat uyandıımak gerekir. - 1 02 - HAREKETE HAZIRLIK - O sıralarda Anadolu 'ya geçen kumandantarla ilgile niyordum. Kulağırndan rahatsız o!duğum günlerde idi, ar kadaşım Ali Fuat Paşa (Ali Fuat Cebesoy) beni hasta yata ğ ımda ziyaret etti. Y.endisi U lukışla taraflanndan trenle An kara' y a n akledilmek üzere bulunan 20. Kolordu Kuman danl ığı ' n ı alacaktı : "- Bu kolordunun başında bulunmalı sm, bundan sonra önemli şeyler olacaktır. Kolorduna ha kim o l ! Etrafına güven ver. Hele halk ilc yakından temas et! " Ali Fuad Paşa ile Erkan-ı Harbiye Mektcbi (Harp Aka dcnıisi ) ' ncle aynı sınıfta arkadaşlık etmiştim . Askerl i k ha yatının kanl ı ve buhranlı safl1alannda birlikte bulunmuş tum . Beni çok sevdiğini bil irdim. B abası Fazı! Paşa beni o kadar severdi ki, ara sıra gel ir, boynuma sarılır, "Senden Fuad ' ın kokusunu alıyorum ! " derdi . Mustafa Kemal ' le konuşanlar arasında Anadolu mace rasını tehlikeli bulanlar az değildi. İngilizlere güven vere bil sek, yahut Fransızları kazanabil sek veya İtalyantarla hoş geçinme yoll arını aı·asak, gibi ümitler besleyenler vard ı. - Ş ahsen bunlara inanmıyordum. Fakat inanmakta olanları hadiseler fikirlerinden c aydırmalı idi. Mesela bir şayia çıkar, elçiliklerelen birinin p apazı Vahideddin ' le gö rü şmek istemiştir ve kendisine bilmem ne manada güvence vermiştir. Saray ferahlık içindedir. B u ferahlık, etrafa da si rayet eder. İstanbul her gün bu türlü başka bir şayia i le çalkalan makta idi. - B ir gün, Umumi Harp ' te İstanbul otellerinden biri nin müdürü iken tanıdığım M . . . Şişli ' deki evime geldi; - 1 03 - Fethi bey de yanımda idi . Birçok şeylerden bahsettikten sonra, bana dedi ki: - B urada yabancılada temastay ım. S i z e n e kadar önem verdiklerini d e biliyorum . . . Mösyö F . . . . . , elçiliktc sizinle görüşmek istediğini birkaç defa tekrar etti. İster misiniz, sizi bizim evde buluşturay ım. Fethi beye doğ ru döndüm; kabul et, der gibi baktı: "Konuşal ım, dedim fa kat eğer o istiyorsa . . . " Davet günü Madam M . . . . . ' n in salo nundayız. Biraz sonra "- Mösyö F . . . . . ! " dediler, içeriye giren zat oturduğum kanapenin salonuna yerleşti. Frans ız ca görüşüyorduk: "Çoktan beri Türkiye' de yaşayan bir ya bancıyım" diye söze başladı; Türklerin, daha doğrusu İtti hat ve Terakki ' ni n idaresini bizzat gördüm. Ne fecidir efen dim, bilirsiniz. U ınüm1 Harp 'te şahit olduklarıını tekrar et mekten utanırım. Belki de hepsini anlatsam , medeniyet ale mi Türkiye 'yi mahveder." "Fakat" dedi m , "Siz, benimle görüşmek istemişsiniz; bu hanım ve kocası aracıl ık ettiler, sizinle konuşmam ın faydalı olacağın ı söyledi ler. bana bun ları söylemek için mi bu görüşmeyi istediniz?" "İttihat ve Terakki ' nin cinayetlerini evvela tasdik etmelisiniz." "Ben İttihat ve Terakki ' ni n temsilcisi değilim ! " Nutkuna devam etti. Canım sıkılınadı değil, fakat bunu mümkün olduğu ka dar saklamaya çal ıştım: "Evet, İttihat ve Terakki ' n i n tem silcisi değilim; fakat müsaadenizle söylemeliyim ki, İttihat ve Terakki vatansever bir cemiyet idi. B aşlang ıc ından çok zaman sonrasına kadar ben de bu cemiyet içinde bulundum. Cemiyet hiçbir vakit sizin bu aşağılamanızı hak edecek bir mahiyet almamıştır. Çok kusurları ve yanlışları olabilir. Ama, vatansevediği münakaşaların üstündedir." Bu zatın , b u görüşmeyi niçin istediğini hala anlamadım. Fakat bir küçük hatıraını ilave edeyim : Ankara' da bulunduğum sıra larda, bir gün Antalya'ya geldiğini ve Madam M . . . . . ' in sa lonunda kendisinden " Yine görüşelim ! " vaadi ile ayrılmı ş olduğumu hatıriattığını yazdılar. Ne cevap verdiğimi tah min edersiniz. Yabancılada bu terri'aslar, beni tanıdıklarım- 1 04 - dan birçoğunun düşüncelerinden uzaklaştırmaya y ardım et ti. B enim kanaatim o idi ki ve daima o oldu ki , dünyada insan diye yaşamak isteyenler, insan olmak vasıt1arını ve kudretini kendilerinde görmelidirler. . . Bu uğurda her türlü fedakarlığa razı olmal ıdırlar. Yoksa hiçbir medeni millet, onları kendi sırasında ve safında görmek i stemez. *** İstanbu l ' u i şgal eden İtilaf devletlerinin temsilcileri, politikacıları, hatta askerleri bir noktayı anlamaya çok önem veriyorlard ı: Türkiye ' de, bütün memlekete nüfUzunu hissettirecek bir teşkilat olmasma ihtimal var mıdır? B öyle bir teşkilat varsa, onun başına geçebilecek şahsiyetler kim ler olabilir? İttihat ve Terakki ' yi hiç hatıriarından çıkardık ları yoktu . - Bir gün A . . . bey, bir İtalyan şahsiyetinin, Fethi bey ve benimle görü şmek arzusunda bulunduğundan bahsetti. B ir İtalyan mimarının evinde buluşacaktık. Teklifi kabul et tik. B o nmarşenin karşısında büyük bir apartman ! Çayda yız. B ahsedilen zat hemen söze başladı: "- B en Türkiy e ' ni n gerçek dostuyum. Hükümetin acizliği yüzü nden bu memleketin nasıl akıbetiere sürüklen diğini de görüyorum. S izin bunları düşünecek ve yeni bir hükümet kurabilecek teşkiHit ve adamlarınız v ar mıdır?" İttihat ve Terakki fırkasından bahsettiğine, bizi de fır kanın reisieri arasında saydığına şüphe yoktu. B e n ilk defa tanıştığım bu zatla konuşur olmaktan çekindim. Arkada şım, belki de bize verilen önemi yanlış çıkarmamak için, kuvvetli olduğumuzu ve kuvvetli arkadaşlarımız da bulun duğunu söyledi: "- O halde, kendinizi göstermelisiniz?" dedi. - 1 05 - B iraz da imtih ana benzeyen bu konuşmadan nasıl bir netice ç ıkacağ ın ı düşünüyordum . O günkü hükümeti biraz daha tenkit ettikten sonra, bize veda etti ve gitti. Herhalde İtalyanlar ın bir başka maksatları olmalı idi. Arkadaşlarla bu maksact ın şu olabileceğine hükmettik: Antalya ve havali sinden başka İzmir ve haval İsine de h akim olmak! B urala rı Yun anlı l ara bırakmamakl Baz ı hadiseler bu kanaatimi güçlendirdi. İtalyan şahsiyeti bizden, fakat Arnavut köken li bazı kimselerle de temas ediyormu ş. Onlara şöyle bir s ır da vermi ş: "İzmir ve havalİ sini Yunanlılara işgal ettirecek lerdir. Türkiye şüphesiz bundan memnun olmaz. İtalya da ayn ı endişededir. Onun için İzmir ve h avalisinde Yunan is tilas ına karşı silah l ı teşkilat kurmal ıs ın ız. Yunanlı lan İzmir topraklarına sakınarnaya çalışmal ıs ın ız. Eğer bunda başan l ı olamazsan ız, h iç olmazsa dostunuz İtalya ' yı tercih etme lisiniz ! " B u i ş için İtalya ' nı n , istenildiği kadar silah ve mal zeme vereceği konusunda da güvence veriyormu ş. Bu tek lifi dinleyenler arasında makul görenler, hatta İtalyan deniz vasıtaları ile İzmir ' e giderek telkinlere başlayanlar bile ol muştur. Yine onlar böyle bir direniş teşkiHl.tının baş ına ge çebilecek bir kumandan bile bulmuşlar: Ben ! B unu da ken dileri ile görüşen zata söylemişler. "- B unu yapar mı?" di ye sormu ş. "- Emi n olunu z ! ", cevab ı nı vermişler. Herhal de beni tavsiye edenler, bu işte yalnız Türk menfaatini dü şüneceğimi hesaba katm ı ş olacaklar. B ir gün, arkadaşl an m ızdan biri tarafından B eyazıt taraflarında birinin önerile rinden, fakat onları yaln ız bir dostluk yardım ı şekline soka rak bahsettiler. Hatta o zat ile görüşme gününün tesbit edil diğini de haber verdiler. Güldü m : "Çok safs ın ız" dedim. "B ununla beraber kendisi ile konuşacağım ! " Görüşme sa atinde İtalyan şahsiyetinin bürosunda bulunuyordum. Çok terbiyeli ve nazikti . Evimi basan İtalyan müfrezesini geri çağırmak için temsilcinin nasıl yardım ettiğini anlatt ım; "Ekselans ! " dedi, " Herhalde bir tehlike karşıs ında elçiliği- 1 06 - m izin ernrinize hazır olduğunu ben de söyleyebilirim." Y ı1dırımla vurulrnuşa döndüm , duyduğum acıyı saklamak için nefesimi güç tutturn. İtalyan vatandaşı mı oluyordurn? De dim ki: "Beni buraya rnühirn bir şeyden bahsetmek için siz davet etrnişsiniz. B u rnühirn şeyi dinlernek i stiyorum." Bir a n durdu, "Ha! " dedi , "Bu görüşmeyi sizin de tanıdığınız arkadaşlarınız istediler. Öyle pek mühim bir mesele söz ko nusu değildi ! " . "O halde, fazla rahatsız etmeyeyim ! " dedim ve kalktım. Görüyorsunuz, arkadaşlar! Bir m il let esarete düşünce , o milletten olan herkes nasıl hiç olur. Ben bu ya bancının evinden çıkarken, bütün uşaklannın arkarndan güldüklerini duyar gibi oluyordum. Caddenin kalabal ığı arasında kendimi kaybetmeye çalıştım ve beni buraya sü rüklemiş olanlara küstüm. B u nunla beraber, bu zat, ilk sö zünün benim üstündeki tesirini görünce, bana bütün o dü şüncelerinden bahsetmemek incel iğini göstermi şti. O sırada İstanbul ' da b irçok kimseyi tutukladılar. Fethi bey de bunların arasında idi. " Fethi beyi iki defa tuttular. B irincisinden, b ilmem nasıl, çabuk kurtuldu; fakat ikincisi biraz uzun sürdü . Galiba bu ikincisinde olacaktı; kendisini görmek i stedim. Yaverim, tutukluların polis müdürlüğü içindeki bir dairede bulunduklarını haber verdi. Resmi üni formamı g iydim, yaverimi yanıma alarak gittim . Polis M ü dürü, Umumi Harp ' te liyakatsizliği için hayli kötü muame lede bulunduğum eski bir subaydı. Merdivenlerden çıkar ken , kendi ayağımla geldiğim hapishanede kalmak korkusu hatınrna geldi. B elki bir hayırları olur diye, sahanlıklarda rastgeldiğim ve pol isi takvi ye eden genç j andarma subayla rının ellerini sıkıyor ve h atırlarını soruyordum . İçlerin den beni tanıyanlar da vardı. Dam katına çıktık. Etrafıma ba kındım, dar bir koridor ü stünde karşılıklı ufak odalar! M an zara heybetli idi; sadrazamlar, n azırlar ( bakanlar), bütün "önemli adamlar" ve bazı meşhur gazeteciler! Benim de iç- 1 07 - . lerine katıldığıını görünce sevindiler. Her t araftan neşeli, "Buyurun ! " sesleri geldi. Saddizarn S aid Halim Paşa'nı n odasın a gittik. B aşka nazırlar d a geldi: " N e v ar, n e oluyor?" Ji ye soruyorlardı. Ne kadar derin düşüncelere daldım. Ca nı; · ı ın yandığı şu idi: Bu zatlar arasında hesaba, iıntihana çekilmesi gerekenler vardı. Fakat, hesap soran millet değil di. Bilakis milleti daha ağır bir felakete sürükleyen insan lardı. Damda Fethi beyle biraz dolaştık, konuştuk. Ben de o günlerde birtakım takipiere u ğrar gibi oldu ğumu hissettim. İstanbul ' da hala ordu kumandanı sıfatı ile bulunuyordum. Ne azledilmi ş, ne emekli olmuş, ne de açı ğa ç ıkarılrnıştırn. Resmi bir vaziyette idim. B ir g ü n Harbi ye Nezareti (Savunma B akanlığı) ' nden bir tezkere geldi: Otomobilimi ve yaverimi almışlar ve ödeneğimi kesrnişler di. O gün iktidarda bulunanlardan kendi h akkımda böyle bir muamele beklemiyordum. B u , henüz ne taraftan geldi ği belli olmayan bir baskı idi. O tarihlerde General Allenby İstanbul ' a gelmişti. B ir gün Harbiye Nazırı ' nı ve Erkan-ı Harbiye ( Genelkurmay B aşkanlığı) İkinci Reisi ' ni karşısına �larak, cebinden çıkar dığı bir not defterinden bazı şeyler dikte etmek ister. Nazır ve İkinci Reis konuşmak isterlerse de General Allenby: "- Görüşrnek için değil, bazı arzularımı söylernek için sizleri kabul ettim", cevabını verir: - İşte bu konuşmalar arasında, Allenby, Altıncı Ordu Kurnandanlığı ' n a benim tayin olunmamı da tavsiye eder. Gideceğim yerin neresi ve alacağım v azifenin ne olduğunu, ne vaziyette kalacağını tabii anlıyordum. Hemen reddettim. Yaver, otomobil ve ödenek meselesi bu hadiseye bağlı olsa gerektir. Harbiye Nezareti ' nin muamelesini harp hizmetlerine ve şerefine bir tecavüz sayan Mustafa Kemal, bir dilekçe ile bunu protesto etmiştir. B u dilekçe M aarif Vekilliği (Eği- 1 08 - tim B akanlığı) tarafından yayınlanan Tarih Vesikaları der gisinde çıkt ı, san ıyorum. Yalm z Mustafa Kemal bize hatı ral arını anlatırken , bu dilekçenin İsmet bey ( İsmet İnönü) tarafından kaleme alınmış olduğunu söylemiştir. O zamanlar ordu kumandanlarını şu veya bu vesile ile küçük düşürmek bir parola idi. Bu saldırılar nihayet Mus tafa Kemal ' e kadar bulaşt ı, muhalif gazetelerden birinde bir yazı çıktı. Mustafa Kemal, ordu haysiyetinin daha iyi savunulması gerektiğini Harbi ye Nezareti 'ne yazdı. Garip tir ki Harbiye Nezareti ' ne giden bu mektup, N azır tarafın dan yine o gazcteye veri lmiştir. Ve gazete sahibi bu sefer kendisi saldırıya uğramış gibi bir sahte tavır takınmıştır: "Beni Osman l ı mahkemelerine dava etti. Bir gün bir celpname aldım. H akaret zanlısı sıfatı ile bir hafta sonra mahkemeye çağnlıyordum. Yaman çatmı ştık. Aklımı başı ma topladım, kumandanlık mevkiinde değildim . Siyasi bir şey de yapamazdım. Hukuk çareleri bulmalı idim. isterdim ki bu muhakemede bulunay ım; fakat o zamanki İstanbul gazetecilerinin en aşağ ıs ı ile karşı karşıya gelmek çok gü cüme giden bir şeydi. B undan başka davanın bazı yüksek politikacılar tarafı ndan hazırlanan bir plan neticesi olduğu nu da dü şünüyordum. Ne yaparsam yapayım , mutlaka mahkum ol acaktım. B u vesile ile birçok dertlerimi döksem bile, bunlar mahkeme salonlan n ın duvarlan içinde kala caktı. Avukat tanıdığım S adeddin Ferit beyi çağırdım. Ken disine vaziyeti anlattım ve fikrin i sordum: " Dava önemli dir" dedi, "mahkum olmamz ihtimali vardır". "Amma yap tın canım, ben hiç de mahkum olmak niyetinde değili m ! " Maksadımı pek tabii olarak kavrayamayan avukatım cevap verdi: "Elbette . . . Fakat müsaade ederseniz, davac ın ın veki li ile konuşayım ! " "Hayır, müsaade edemem! B e n haklı ol duğumu biliyorum. D avac ın ın avukatı ile görüşmeye ne lü zum v ar? B u i ş yolumun ü stüne çıkan bir dikendir. B iraz - 1 09 - daha zamana i htiyacım var. Davayı lehimde de kazanınanı zı istemiyorum. Yaln ız bana zaman kazandırabil irsiniz?" "Bun a söz verebil irim ! " İHlve ettim: "Bu veslle ilc oyalan mak, belki de hürriyetimden mahrum olmak istemem. Siz buna engel olabilirseniz, en büyük iyiliği yapmış olursu nuz ! " Vekilim bir-iki defa mah kemeye gitti , davayı dağıtt ı; bana o kadar zaman kazand ırdı k i İstanbul ' dan çıktığ ım gün henüz mahkeme bitmi ş değildi . *** Şöyle bir soru sorulabilir: Vaktiyle Enve r ' i n muhalifi tanının akla beraber, Hürriyet ve İtil afçılar tarafından da bir türlü kendi sine güveni l meyen Mustafa Kemal, n için başka ları gibi tutulup hapsedil memiştir? Cevabını b atıralardan dinleyelim: "Ateşkes devrinde İzzet Paşa' dan sonra sactarete ge lenlerle adeta her gün değişen kabinelerinde nazırlık vazi fesi alanların, h akkımda şöyle bir düşünce beslediklerini zannediyorum: B eni Talat Paşa ' nı n , Enver Paşa' n ın ve ge nellikle İttihat ve Terakki erkflmn ın muhalifi sayıyorlardı; bu sebeple taraflanndan kazanılabileceğim ve onlara hiz met ederek faydalı olacağ ım fikrinde idi ler. Benimle bu yoldan temas arayan, dostluk kurmaya çalışan nazırlar ol duğunu hatırlarım. Mesela bir aralık Dah iliye N ezareti ' nde bulunan Mehmed Ali Bey adında bir zat, bir-iki defa Şiş l i ' deki evimde beni ziyaret etti. Bu ziyaretinden memnun kaldığını da arkadaşlarına söylemi ş . B ir defa da B ahriye Nazırı Avn i Paşa i le gelerek muhtelif mevzular üzerinde benimle konuştular. Artık adeta ahbap olmuş gibi idik. B ir defa bu zatlar tarafından "Cercle d ' Orient"de bir öğle ye meğine davet olunmuştum. B ununla beraber şunu da sezer gibi idim: Temas ettiklerimin arkadaşl arı arasında, bana gü- 1 10 - venmenin doğru olmadığı kanaatinde bulunanlar vardı. B ir gün Avni Paşa, otomobil ini göndererek, beni B ahriye Ne zareti ' ne davet etti. Hatta evinden sefertası ile gelen öğle yemeğini de beraberce yedik. B u saf nazırdan bir şeyler an layabilmek için, ne düşündüğü , vaziyeti nasıl gördüğü hak k ı nda bazı sorular sordum. Hiçbir şeyden haberi olmadı ğ ı nı , ilk sözlerinden anladığım nazır; iyi şeyler düşündükle rinden, padişahın himayesi sayes inde işlerin iyi olacağın dan , çok kuv vetli bulundukl arından, İngilizlerle anlaşmak üzere olduklarından bahsetti. Tebrik ettim ve çok hoşuma g idecek ınemm1niyet alametleri gösterdim. Aynı Paşa, o va kit H arbiye Nazırl ığı ' nda bul unan Şakir Paş a ' n ı n damadı idi . " B ir aralık isnı i ne ve şahs ına çok önem verilen Ayan (Senato) Reisi Ahmed Rıza beyin padişahla çok sıkı temas larda bulunduğunu ve belki de sadrazam olacağını i şitiyor dum. Kendisi ile münasebette bulunan bir arkadaş bana ay nı haberleri verdi, şunu da ilave etti: "Ahmed Rıza B ey si zinle gizlice görüşmek arzusundadır! " Fakat göze çarpma mak için, ne onun benim evime gelmesi, ne de benim onun evine gitmem doğru değilmi ş. Kendisi haftada birkaç gece ayan dairesinde kalıyormu ş. B ir gece ben oraya g i tmeli ve orada konu şmal ı imişiz. B u görüşmeyi kabul ettim. B aş kanlık bürosunun ü stüne dirsekierini dayayan Ahmed R ıza Bey b;ma dedi ki: "Gerçi Padişah bana henüz hiçbir işaret te bulunmuş değildir. Fakat eğer sactareti tekl if edecek olur sa, kabul edip etmeınem h akkındaki fikriniz nedir?" ihti mal ki kendisine böyle bir teklif yap ılmıştır ve sadarelinin ne tesir yapacağını anlam ak istemektedir. B ir soru daha sordu: "B ugünkü kabineden memnun musunuz?" " Hayır! Çok acizdirler, haysiyetsizdirler. " "O halde ilk soruma cevap verir misiniz?" - lll - "Beyefendi ! " dedim, "Padişah bugünkü kabineyi be ğenmiyorsa, acaba sebepleri nedir? Acaba kabinenin ya banc ı haskılanna karşı aciz ol duğundan ve ciddi tedbi rler alamadıklarından mı üzgündür? S izde ve nazırlannızda ak si vasıfları mı arayacaktır? Eğer böyle ise, sadaretinizin ha ynl ı olacağına şüphe yoktur. Hatta bunun için Padişah üze rinde tesir de yapmalısınız." B iraz da kimlerin böyle bir ka bi nede nazırlık alabileceklerine dair konuştuk: "En çok dü şünülmesi l azım gelen kuvvettir, ordudur. Gerçi ordumuz mağlup edil miştir. Fakat ne de olsa geriye kalan kuvvetler, son şerefli kurtulu şa hizmet edecek bir h ale getirilebil ir ! " "Askerler içinde çok kıymetli şahsiyetler v ardır. Ge çenlerde çok memnun kald ım . Mesela Harbiye Nezaretini ona vennek. . . " "Çok isabetl i o lur" dedim. İhümal, Ahmed R ıza beyi n bana d a söylemek isteme diği esaslı düşüncel eri vardı. Fakat ne kendisine sadrazam l ık veril miştir; ne de o, eğer düşündükleri v arsa onları uy gulayabilmiştir. *** "Ben artık son denebilecek bu temaslar ve görüşmeler de bulunurken, İstanbul içinde olumlu çalıştığını bildi ğim bir makamdan bahsetmeliyim . Ateşkes kabinelerinin birin de Harbiye Nezaretine geçen Cevad Paşa, faziletinden ve liyakatinden emin olduğu Fevzi Paşa' ya (Mareşal Fevzi Çakmak) Erkan- ı Harbiye-i Umumiye Reisliği (Gene lkur may B aşkanl ı ğ ı ) ' n i tekl i f e tt i . Fevzi Paş a ' yı ben de eskiden tanırdım . Anatartalar Grubu Kumandanl ığı ' ndan ayrıldı ğım vakit yeri me onu tayin etmişlerdi. Bir tarihte İkinci Or du Kumandanlığı ' ndan Yedinci Yıldırım Ordusu Kuman danlığı ' na geçtiğim zaman da benim yerime yine o fazilet- 1 12 - l i arkadaş geldi. i stifa etmiş olduğum Yedinci Ordu Ku mandanlığı ' nı da yine kendisine devretmiştim. Fevzi Paşa beni istifa mecburiyetinde bırakan sebeplere göğüs germek için sıhhatini kaybetmi ş, h ayatının tehlikeye girdiğini gör müştür. Hatta İstanbul ' a gelerek aylarca tedavi altında kal dı. Fevzi Paşa, Erk an- ı Harbiye-i U mumiye Reisliği ' nde ne yapacaktı, ne yapabilirdi? Eninde sonunda, bu milletin sila ha san l acağından şüphesi yoktu. Halbuki ateşkes şartlarına göre bütün si lahlar ve her yerdeki cephane İ tilaf devletleri ne tesl im olunacaktı. Fevzi Paşa, ateşkes şartlarını uygulu yor görünerek; eğer silah ve cephaneler İtilaf devletleri ta rafından kolaylıkl a nakil olunabilecek yerlerde ise, onları Anadolu ' nun içinde kalabilecek gibi yollardan sevk eder gibi davranmıştır. Mesela Diyarbakır ' daki silah ve cephane trenle hemen İ stanbul ' a gelebilirdi . Fevzi Paşa öyle sebep ler buldu ki, bunların kağnıl arla Sivas üzerinden Samsun Limanı ' na gelmesi zaruri sayıldı . Şimdiden haber vereyim ki bütün bu kafileler nihayet benim elimde kalmıştır. Gene mesela Kütahya' da pek çok cephane v ardı . Fevzi Paşa tren le taşınınamalan i çin , bunların Ankara-Sivas istikametinde nakledilmesi üzere emir verdi. Fakat bunlar, emrin içyüzü aniaşılamadığı için kazaya uğramıştır ve trenle İzmi t Kör fezi' ne getirilerek denize dökülmü ştür. Çanakkale ' deki toplarım ız da tahrip olunacaktı . Gerek Fevzi Paşa, gerek onun yerine geçen Cevad Paşa'nın terti pleri ile bu toplar da gizlice, sonradan bizim işiınize yarayabilecek yerlere gön derilmiştir. İ stanbul ' daki depolarda bulunan silah ve cepha ne, hiç kimse farkında olmaksızın , daha sonra istedi ğimiz yerlere gönderilecek şekilde hazırlanm ı ştır. Cevad Paşa, bir gün Harbiye Nezareti ' nden çekilmek zorunda kal ınca Fevzi Paşa' ya der ki: "Paşaın , göreceksiniz ki sık sık H arbiye Nazırları değişecektir. Fakat siz yeriniz de kalınız ki, başlan ılan i şleri yürütebilesiniz ! " Fevzi Pa- 1 13 - şa'n ın, A nkara 'ya gelinceye kadar, nasıl ıstıraplara taham mül ettiği ni; süngü tehditleri altında bile beni aydınlatacak ve yönlendirecek tedbirler almı ş olduğunu söylemeliyim. "Yahideddin k abinelerinde benim için iki zıt fikir oldu ğunu yukanda söylemiştim : B iri beni Jelılerinde kazanma ya çalışanlar, diğeri, hiçbir suretle güvenilmemeın gerekti ğini iddia edenler! Ayl arca münfıkaşalardan sonra hangi fi kir hak kazanmış, bilir misiniz? "Mustafa Kemal ' e güveni lemez! Mustafa Kemal, İstanbu l ' da birtakı m olumsuz tel kinler, belki hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İ stanbul' dan uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal 'i Anadolu dağlan na atmalı ve orada çürütmeli ! " Nihayet bu karar üzerinde mutabı k kalm ı şl ar. B unu işiten yak ın arkadaşlarım beni tebrik ettiler. B e ni İstanbul ' dan çıkannakla ağır bir yükten kurtula cakların ı zannedenler, makul bir sebep aramakla meşgul idiler. Nihayet bu sebep, i şgal kuvvetleri subayların ın ra porları ile dolu bir dosya halinde ellerine geldi. B ir gün Harbiye Nazırı rahmetli Ş akir Paşa, beni ma kamına davet etti. B ürosunun karş ısına oturdum. B ir tek kelime söylemeksizin bana dosyayı uzattı : "Bunu okur mu sunuz?" dedi . Dosyayı baştan nihayete kadar gözden geçir dim. Özeti şu idi: "Samsun ve çevresinde birçok Rum kö yü Türkler tarafından her gün saldırıya uğram aktadır. Os manlı hükümeti bu vahşi saldırıların önüne geçememekte dir. B u bölgenin emniyet ve huzurunu temin etmek insan lık namına borcumuzdur." Raporlar, İstanbul hükümetine veril irken bir de protesto ilave edilmişti: "Bu saldırıl arı en gellemek gerekir. Eğer siz aciz iseniz, vazifeyi biz üstüroü ze alacağız ! " Dosyayı okuduktan sonra Harbiye Nazır ı ' nın yüzüne baktım. "Emriniz Paşam ! " dedim. "Bu böyle midir, zannedersiniz?" "Zannetmiyorum , fakat bir şeyler olması ihtimali vardır." B unun üzerine asıl konuya geçti: - 1 14 - " İ şte, dedi, böyle midir, değil midir; evvela bunu mey dana ç ıkarmak için oralara bir zat ın g i dip incelemelerde bulunmas ı laz ımdır. Ben Sadrfm1m Paşa i le (Damat Ferid Paşa) görüştüm. Sizi uygun gördük. Oraya g idesiniz ve me selenin mahiyetini anlayasın ız." "Memnuniyetle giderim . Ancak ben oraya. Türkler Rumiara zulmediyor mu, etmi yor mu, y alnız bunu anlamak için mi gideceğim; vazifem bu mudur?" "Evet ! " dedi , "konuştuğumuz budur." "Pekala, yalnız müsaade buyurursan ız, memuriyet ime bir şekil vermek lazım ! Sizi üzmeyeyim , arzu ederseniz Er kan-ı Harbiye Reisi 'n izle görüşerek bunu tespit ede li m ! " "Hay hay ! " dedi. *** N az ırl ık makam ından ç ı karak, Erkan- ı Harbi ye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa'y ı aı·ac! ım. Yerinde yoktu Yir mi günden beri hasta olduğu için gelmemektc olduğunu söylediler. Merak ettim . Acaba yeni bir rahatsızl ı ğ ı mı v ar dı ? Çok sonra anlad ı ğ ıma göre mesele şu idi: Suriye fatib i General A l l enby İ stanbul 'a geleceği zaman, Harbiye Nazı rı, Fevzi Paşa 'y ı çağırm ı ş ve karş ılamaya gi tmesini i stemiş . Fevzi Paşa: "Ben bunu yapamam ! " demiş. "Yapmak lazım d ır ! " cevabın ı alınca da: " Hastayım, evime gidiyorum ! " de miş. O günden beri de çıkmam ı ş. Daireele İkinci Re is Diyarbakırlı Kazım Paşa ile karşı laşt ım. Kendisine, Nazır Paşa' nı n bana verdiği v azifeden bahsettim: "Bilginiz var mı?" " Hayır! " dedi. "İşte ben sana haber veriyorum ! " dedikten sonra, "Kapılan kapattınr mı sın?" dedim. Kazıın Paşa gülerek yüzüme bakt ı: "Ne oluyo ruz?" Kaz ım Paşa ile açı k konu şarak bütün düşündüklerimi anl attım: "Her ne sebep ve maksatla, beni İstanbul ' dan - 1 15 - uzaklaştınnak için vesile aramışlar ve bu memuriyeti bul muşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu suretle Anadolu ' ya geçmek fırsatı arıyordum. Mademki onlar teklif ettiler, fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyiz! " Kazım Paşa: "Nasıl?" dedi. Cevabı beklemeksizin iHive etti: "Ha .. Zaten ordu müfettişlikleri meselesi var. Sen o tarafla ra Ordu Müfettişi u nv an ı ile gidebilirsin!" "Unvanın önemi yok" dedim, "Yalnız şimdi Harbiye Nazırı ile konuş, benden ne istiyorlar, tesbit et; ü st tarafını kendimiz yaparız." Kazım Paşa, Harbiye Nazırı ' nı gördü; kendisinden aldığı direktif şu idi: "Maksat Samsun çevresinde Rumiara saldıran Türkleri cezalandırmak, sonra Anadol u ' da birtakım milll teşekkül ler beliriyormuş, onları da ortadan kaldırmak! Mustafa Kemal 'i bunun için yolluyoruz. Kendisine S addizarn Paşa ile beraber yetki belgesi vereceğiz! " Kazım Paşa bürosuna dönerek ba na bunları izah etti: "Çok güzel ! " dedim ve kapıların iyi ka palı olup olmadığına bakt ım: " Yalnız ız!" dedi. "Onlar ne is tiyorlarsa fazlasını ilave ederek bir talimatname kaleme alı nız, yalnız bir iki noktayı ben not ettireyim ! " "Peki ! " dedi . B enim cheınıniyet verdiğim, yetki meselesi idi. Mümkün ol duğu kadar Anadolu ' nun her tarafma emir verebilmeliydim. İstediğim bir madde; Samsun ' dan başlayarak kuvvetlerin bulunduğu bütün şark vilayetleri valilerine doğrudan doğru ya emir verebilmekti . Bir başka madde; bu mıntıka ile her hangi bir temasta bulunan askeri ve idari makamlara bildiri lerde bulunabilmemdi . Kazım Paşa ' ya dedim ki: "Onların arzularını bir araya topla, fakat sonuna bu iki maddeyi i lave et! " Kazım Paşa yüzüme baktı: "Bir şey mi yapacaksın?" "Kulağını bana doğru uzat ! " dedim. . . "Evet. Bir şey yapaca ğım. Bu maddeler olsa da olmasa da yapacağ ım?" Kazım Paşa güldü : "Vazifemizdir, çalışacağız ! " "Dediğim gibi yazdığı talimatnameyi okudu. Sonra be ni bırakarak, müsveddeyi Harbiye Nazırı ' n a göstermek - 1 16 - üzere oradan çıkt ı. Az bir süre geçer geçmez, Kazım Paşa, Sadrazam Paşa' nın talimatnameyi imzalamayacağını söy ledi. Şakir Paşa da imza koymaktan çekinmiş; ancak, bu rahmetiide vicdani bir seziş olsa gerekti ki " İmza ede mem ! " sözünden sonra: "Mührümü b asarı m ! " demi ş. "Mührünü basıyor mu?" dedim. "Evet, hatta bana mührün ü verdi ve bas dedi ! " "O halde talimatıümeye, Mustafa Kemal Paşa gerekli gördük çe doğrudan doğruya S adrazam Paşa ile haberleşir, kaydını da ilave edelim." "Çok iyi ama, Ş akir Paşa'ya okuduğum müsveddede bu kayı t yoktu." B ununla beraber Kazım Paşa böyle bir m adde de ilave ederek talimatname temize çekil di, Şakir Paşa' n ı n makam mühürü basıld ı. İki nüsha idi, bi rini cebime koydum . Ötekini de Kazım Paşa'ya vererek: "Sen de bunu dosyanda s aklarsın ! " dedim. Uitifeli bir gü lüşle: "Paşam, beni torbaya mı sokuyorsun?" dedi. "Hayır, hayır! S an a şimdi yalnız teşekkür ediyorum. Bir gün bunu hatırlarız ! ( ı ı " ( 1 ) B u taLimatın, Tarih Vesikalan dergisinde çıKan sureti şudur: "DoKuzuncu Ordu Kıtaatı M ü fetti� L i ğ i ' ne ait vazifeLer yaLnız asKeri olmayıp, müfettişLiğin ihtiva ettiği m ı ntıKa dahiLinde aynı zamanda da müLKidir. 1- işbu ortaK görevLer şunLardır: A) M ı ntıKada iç asayişin iade ve istiKrarı ve b u asayişsizL i ğin çıKış nedenLerinin tesbiti. B ) MıntıKada ötede beride dağınıK bir halde mevcudiyetinden bahsedilen s i l ah ve cephanenin bir an evvel topLattmLaraK, nı ü nasip depoLara topLanması ve mu hafaza altına aLınması. C) MuhteLif mahalLerde birtaKım şuraLarın mevcut oLduğu ; bunLarın asKer topLa maKla bul unduğu tesbit edi lm i ş ol up; bunlar gayr-i resm] bir surette oLup da as ker topluyor, >iUlh dağıtıyor ve ordu iLe de m ü n asebette buLunuyor!arsa; bunLar KesinLiKLe yasaKLanmaLı v e b u şeKiLde oLuşturuLan şuraLar da Lağv ediLmeLi. 2- B unun i ç i n : A) İ K I fırKalı o l a n üçünc ü ve dört fırKalı o l a n on beşinci Kolordular (müfetti ş liK emrine) veriLmiştir. İş b u KoLorduLar hareKat ve asayiş hususlannda doğrudan - 1 17 - "Müfettişlik meselesinin Erkan- ı Harb iye-i UmCııniye (Genelkurmay B aşkanl ı ğ ı) İkinci B aşkanı tarafından hat ır lat ıld ı ğ ın ı söylemiştim. Sonradan öğrendiğim bazı şeyleri de ilave edeyim: Fevzi Paşa' nın İttihatçı olduğundan şüphe eden hükümet, kendisini makamından uzaklaştırmak içi n, galiba B irinci Ordu Müfettişliği ' ni teklif etmiş ler. Halbuki başka bir yerde söylediğim sebeplerle, Fevzi Paşa' nın Er kan-ı Harbiye Reisliği ' nde kalması lazımdı. istifa teklifini kabul etmemektc ısrar etmi ştir. Gene o s ıralarda Mersinli Cemal Paşa, Konya' da olu şturulan bir mi.ifettişliğe tayin olunduğu için, benim de yeni vazife ın İ alınam tabii ve ko lay olmuştur: Samsun ' da Rumiara baskı yapan Türkleri ya tıştırmak üzere Anadol u ' ya gönderilmek istenen Mustafa Kemal, böylece bütün Doğu vilayetleri için Ordu Müfettiş liği yetkisini üstlenmiştir. doğruya (müfett i şlikle) ve genel k uvvetl erin özl ü k işleri vesairc gibi hususlarda eskisi gibi Harbiye Nezi\ı·e t i ' y l e haberlqeceklerd i r. Fırka veyahut m ı n tıka ku mandanlığı veya özel bir vazIfeye tayin edilecek subayların tayin veya tebdi l le ri ( m ü fetti şli ğin muvilfakat ve talebiyle) olacakt ı r. B ununla beraber sair husus l arda lüzunı ve menfaat görerek ( m ü fett i şli ğin verdiği) talimatı kolordu k uman danl ıkl arı aynen uygulayacaklardır. B il h assa sağl ı k l a i l g i l i d u rumhtr çok önem lid ir. B u zemindeki incelemelerin ve İcraatların ahaliyi de içine a l nıası gerekir. B) MüfEttişlik nııııtıkası Trabzon, Erzurum, Sivas, Van vilayetleriyle Erzincan ve Canik (Samsun ve çevresi) müstakil lival arını ( l i va: m ü l ki idarcdc i l ç e ile i l arasında b i r derece) kapsadığından, m ü fett i ş l i ğin yukarıda sayı l an vazifeleri ye rine getirmesi için vereceği bütün talimat ı i şbu vill ilerle nıutasarrı tlar doğrudan doğruya i ni edeceklerdir. 3) M ü fett i şlik sını rların:ı komşu vilayet ve müstakil v i l ayetl e r (Diyarbakır, B i t lis, Elazığı, Ankara, Kastamonu v i l ilyetleri) ile kolordu kumandanl ıkları da m ü fetti şl i ğin görevi sırasında re'sen v a k i olac:ık müracaatlarını naz:ır-ı dikkate ala caklardır. 4) M ü fe t t i ş l iğin askeri hususlara ait mercii Harbiye Nczilreti olnıııkla beraber, sair konular için ilgili bakan l ı k l arla haberleşecek ve i şbu haberleşmeden Harhi ye Nczaretine de haber verecektir. Harbiye Nazırı l\1chıneD Şiikir bin N uman Tahir - 1 18 - "Ne ala şey. . . Ben o gün bütün bunl arı bilmiyordum. Talih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki, kendimi onla rın kucağında hissetti ğiın zaman ne kadar bahriyarl ık duy dum, tarif edemem. B akanl ı ktan ç ıkarken, heyecan ımdan dudaklar ım ı ıs ırd ı ğ ı ın ı hat ırl ıyorum . Kafes açılm ı ş, önünde geni ş bir alem , kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim . " - ı 19 - ORDU MÜFETTi Şi Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, artık kurmay kadrosunu oluşturmak yolundadır. İkinci başkanla konuştuğu sırada, yanına alacağı kişileri kendisinin seçece ğini söylemiştir. Kurmay kadrosunda şu isimleri görüyo ruz: Reis Miralay Kazım B ey (rahmetli General Kazım Di rik), kurmay subay Husrev Bey (eski B erlin B üyükelçisi Husrev Gerede), Arif Bey (milletvekili idi, sonradan su ikastçılarla beraber idam edilmiştir), doktor İbrahim Tal i B e y (milletvekili), doktor Refik B e y (rahmetli b aşbakan, doktor Refik Saydam) . . . B aşkaları ile beraber kurmay kad ro yirmi, yirmi beş kişiye ulaştı. Merkezi Sivas 'ta bulunan 3. Kolordu ' nun kumandanı S alahaddin B ey, Kony a ' ya ta yin edildiğinden; onun yerine de Miralay Refet B ey ' i (mil letvekili general Refet beyle) seçti . Bu muameleler olur ken, bir yandan da yol hazırlığı y apmakta, özel ve resmi zi yaretlerde bulunmakta idi. Harbiye Nazırı, 9 'uncu Ordu Müfettişi sıfatıyla, kendisini S adrazam Paşa'ya bizzat tak dim etmek istedi: "Sadaret (başbakanlık) makamında altın gözli.iklü , ba kışlar ı sevinçten parlayan D amat Fer'id bana çok iltifat etti. itimadının ne kadar derin olduğunu ima eder sözler sarfet ti. " Veda ederken : "Her arzunuzu doğrudan doğruya bana yazab ilirsiniz, derhal yapılacağından emin olunuz ! " diyor du. B u nun çok faydalı olacağ ın ı söyleyerek, derin teşek kürlerimi tekrar ettim. S adaret makamından çıktık. Şakir Paşa ile holde yürürken b ana dedi ki: " İster misiniz, D ahi liye Nazırı Mehmed Ali Bey ile sizi konuşturayım?" "Çok rnünasip olur, efendim. Vazifemin o makarnl a alakası var dır." Mehmed Ali B ey ' i daha önce tanımış olduğumu söy- 1 20 - lemedi m. Dahiliye Nazırl ı ğ ı ( İçişleri B akanlığı) bürosunda, Şakir Paşa, pek iyi bir düzenleme yapmış olmaktan dolayı adeta sevinerek, Mehmed Ali Bey ' in yüzüne baktı; beni gösterip: "Samsun 'daki olay ı araşt ırınakl a görevli Mustafa Kemal Paşa!" diye takdim e tti. Mehmcd Ali Bey de sevinç alaıne lleri göstererek, elimi tuttu. Şakir Paşa'ya dedi ki: "S izi tebrik ederim, çok isabetli bir seçimde bulundunuz: ben zaten Paşa'y ı tan ı yıp takdir etmiştim . Kanaalimize siz de katılm ı ş olduğunuz için bahtiyarım." Oturduk. Mehmed Ali Bey, Dalıiliye ' ye ait işlerele bana her kolaylığı yapaca ğından, doğrudan doğruya haberleşeceğimizden bahsetti. Pek samim i ayrıld ık. Ş i meli size gizli bir buluşmadan bahsecleyim: Sü ley maniye sokakları ndan birinde boş bir cv. . . B uraya vakitsiz ve teklifsiz git ıniştiın . Kim olduğumuzu bilmeksizin bizi evin içinele gören hizmetçi k ız: "Ne istiyorsunuz? Beyefen di haz ır değil ! ' diyordu. Kızc ağ ıza: "Hele bizi misafir oda s ına al, bir taraftan beyefendi ele h azır olur ! " dedim. Odaya girdik. Hizmetçi k ıza fazla bir şey söylemeye l üzum kalma dan, ev sahibi beyefeneli g ü ler yüzü ile içeri girdi : "Ne ha ber. . . Ne haber. . . B u ne baskın?" Kimdi, tahmin ediyor mu sunuz? İs ınet bey ! ( İsmet İnönü). "Vaktim dar, sana h ikaye yi k ısaca söyleyeyim, dedim" ve her şeyi anlatt ı m : "Ben yerieşineeye kadar sen de bana yardım edeceksin ve iş baş ladı ğ ı v akit yanı ma geleceksi n ! " Veda etmek üzere ayağa kalktını , ellerimi tuttu : "Biraz daha konuşsayd ık" dedi. İs tanbul 'da kaldığ ım süre içerisinde, ben inı l e mümkün oldu ğu kadar az ali'tkal ı görünmesini de rica ettim . " "Fethi Bey ' i öteki tutuklularla beraber B ekirağa bölü ğüne nakletnıi şlerdi. B ir-iki defa da yanları na gitnıi ştim. Tekrar ziyaret ederek bu müjdeyi vermek istedim. Önce ha pishane müdürünün odasına girdim. Müdür beni hürmetlc karşıladı ve ben oturduktan sonra ayakta durdu: "Oturunuz - 121 - Ali bey ! " dedim. B u Ali bey, B uğlan gel r �; '"ii garbi nde , kli mandanının kendi sini aydınl atmamış olmas ından dolayı bana yanl ı ş bilgi verdiği için aç ığa ç ıkard ığım 20 ' nc i alay kumandanı idi. Kabahatİn onun olmadığını sonradan anl a m ı ştım. Ş imdi kar ş ımda duran ve arkadaşları nezareti altın da bulunduran o idi. Harpte açığa çıkar ılm ı ş olmas ından dol ay ı ona güveniyorlardı . Namuslu insan l arı savunmak borcumuzdur. A li bey müstesna bir asker olmayabil ird i ; fa kat cephclerde fedakarlık etmiş olanlardandı. Ehl i yetsiz bir kum andanın k urban ı, hakka razı olacak kadar da temiz kalpli i d i . Art ık söyleyebi l i rim. Son ziyftretimde, hap ishane müdürü s ı fatı i l e bana dedi k i : " Paşam haber aldık, Anadol u ' ya gidiyormuşsunuz. Ne vakit emrcderseniz, tutuklul ardan i stediklerinizi yanı ma alarak size geleceğim. " Ayağa kalktım, Ali beyin eli nden tuttum : "Bana başanmın i l k müjdelerini veriyorsunuz, te şekkür ederim" dedim. B ütün koğuşta serbestçe dolaşmak i stediğim için, ben imle beraber gelmemesini söyledim . "Önce Fethi beyi gördüm. B ir köşeye çekildik. Duru mu anl attım . Sonra koğuşları dolaştık. Baz ıl annda birbirle ri üstline yığılmış insanlar, s ıkı ş ık k aryolalar. .. İçlerinden biri üstüme atıld ı, boynuma sarıl arak: "Görüyor musun Ke mal, ne haldeyiz?" dedi: Husrev S ami ! B azı büyükleri oda l arında vakit ö ldürmek için oyun oynar buldum. S ırdaşlan ınızla, Ali beyle tertip yapmak mümkün olacağ ın ı konuş tuk. Veda ettim. *** - Yunanl ılar İ zmir ' e asker ç ıkarınazdan biraz öne�, galiba May ıs ' ın 1 4 ' üncü günü, S adrazam Damat Ferid Pa şa' n ın N işantaş ı' ndaki evine akşam yemeğine davetli idim. B elirlenen saatte gittim. B enden başka henüz kimse yoktu. - 1 22 - Kısa birkaç kelimeden sonra uzunca bir durgunluk devam etti : Kendisinde Harbiye N az ırı ilc beraber gördüğüm za manki samirniyetten eser yoktu. Benimle yalnız kalmaktan s ık ıl ıyor gibi idi. Bir aralık saatine baktı : "Acaba nerede kald ı?" "B irini mi bekliyordunuz, efendim?" "Evet, Cevad Pa şa hazretleri gelecekti." Gene sessi zlik . . . B iraz sorıra Cevad Paşa salona girdi. Hemen üçüın üz beraber yemek salonuna geçtik. Sofrada çatal ve tabak tıkırt ı l arından başka ses yok. Üçümüz de susuyoruz. İçimden gelen soru lara kendi kendi me içimden cev ap vermeye çal ı ş ıyordum. Her halde be nimle konuşacak bazı şeyleri olmal ı idi. Belki de çok önemli meseleler vardır, sofradan sonraya sakl ıyordur, di yordum. Yemeğ İn sonuna yaklaşmı şt ık. Sadrazam Pa şa kı sa bir cümlesi ilc beni kuruntularımdan kurtardı . Cevad Pa şa ' y a ve bana bakarak: "Yemekten sonra biraz görüşelim" dedi; "Emir buyurursunuz ! " Ortasında genişçe bir masa bulunan çok dar, fakat hoş bir salonday ız. Daha ayakta iken Sadrazam dedi ki: "Bir harita getirsek de Müfettiş Paşa onun üzerinde aç ıklam a yapsa. . . " Kipert ' in atiası geldi, Anadolu paftasın ı bulduk. Sadrazam Paşa' y a baktım. " N e yönlerden açıklama yapma mı buyurursunuz?" dedim. "Mesela, dedi, Samsun ve hava l isinde ne yapacaksınız?" Kelimeler adeta ağzımdan dökül meye başlad ı : "Efendim, dedim; İngiliz raporlarına göre Samsun ve h aval İsinde bazı karışıklıklar varmış . . . B iraz abartıdır, zannediyorum. Ne de olsa bunlar basit şeyler. . . Yerinde yapacağımız inceleme ile hallederiz. Ş imdiden isa betli bir şey söyleyememekten korkarım . " Cevad Paşa'ya döndü : "Siz ne dersiniz?" Cevad Paşa çok doğal bir tavır l a : "Öyledir efendim ! B u gibi işler yerinde hall olunur. " Ka naat getirmemiş görünen S adrazam ' ın kafasında daha bü yük bir endişe, sual şekli arıyordu. Derken biraz heyecanl ı - 1 23 - bir sesle sordu : "PekiiHi, siz bana harita üzerinde nerelere kadar kumanda edeceksiniz, gösterir misiniz?" Vesvescye dü ştüğü noktayı hemen anlamıştım: "Efendim , henüz ben de pek iyi bilmiyorum, belki . . . Takriben . . . (Kipert' i n küçük haritas ına el imi koyarak) ihti m al şu kadar ufak bir parça. . . " diye baz ı vilayetleri göster dim ve manalı bir tarzda Cevat Paşa' nı n yüzüne bakt ı m . B e n haritadan e l i m i kaldırırken , o d a ilave etti : "Efendim, dedi. Paşa tabii o m ıntıkadaki kuvvete kumanda edecek. . . Zaten nerede kuvvet kald ı ki ! . ." Sözünü tamamlarken, v a ziyetin hiç de önemli ol madığmı anlatmak i sterın iş gibi, masadan uzaklaşır gibi oldu. İçimden Cevat Paşa'ya teşek kür ediyordum. Her birimiz birer koltuğa çekildik ve kah velerimizi i çmeye başlad ık. Damat Paşa ferahl amış gibi idi: "Ne vakit hareket edeceksini z?" "Ne vakit emir buyurulur sa. . . Ben hazırım, arzu ederseniz yarın veya öbür gün." "Zat-ı Ş ahaneyi (padişfth ı ) ziyaret ettiniz mi? "Hay ır efen dim ! " "Ziyaret etmeden mi gideceksiniz?" " İrade buyrul mad ı." "Ben irade-i seniyeyi (padişa!ıı n emrini) tebliğ edi yorum, yarın kendilerin i ziyaret ediniz ! " "Peki efendim ! " "S adrazamın konağ ından çıktıktan sonra, Ccvat Paşa ile kol kola, karanlıkta, Nişantaşı Caddesi ' nden Teşviki ye ' ye doğru sık adımlarla i lerliyorduk. Cevat Paşa samimi bir l i sanla bana sordu: "B ir şey mi yapacaksın Kemal?" "Evet Paşam, bir şey yapacağ ım ! " "Allah muvaffak etsi n ! " "Mutlaka muvaffak olacağız ! '' B irbirimizden ayrı ld ık. *** 9 ' u ncu Ordu Müfettişli ği ' ni n hareketini gecikti ımek için artık bir sebep kalmam ı ştı. B ütün muameleler bitmi ş, hazırl ıklar tamamlanmıştı . M ü fettişlik karargahını Sam- 1 24 - sun ' a n akledecek vapur, 1 6 Mayıs günü Galata Rıhtımı ' nda sabahtan akşama kadar hareket emri bekleyecekti. Mustafa Kemal, veda etmek üzere Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Re isli ği ( Genelkurmay B aşkanl ı ğı ) ' ne gitti. "Reislik bürosunday ım. Fevzi Paşa' nın yerine Cevad Paşa tayin olunmu ştur. Tam o gün Fevzi Paşa'dan görevini teslim alacakmı ş . Bu suretle her ikisi ile buluşmuş oluyo rum . Cevad Paşa makamındadır, biz Fevzi Paşa ile karşı s ındayız. B i r olay daha anlatay ım: Fevzi Paşa'y ı niçin çe kip uzaklaştırmak i stediklerini söylemi ştim . Görevinden ay ırmaya karar vermek için daha ciddi bir sebep ortaya çık m ı ş. Sebep şu: İzmir ' e çıkmaya hazırlanan Yunanlıl ar ada lara asker y ığmaya başlamışlar. Erkan-ı Harbi ye ' ye rapor l ar geldikçe, Fevzi Paşa, böyle bir tecavüze ateşle karşı koymak gerektiğini Harbiye Nazırı imzası ile tebli ğ ediyor mu ş. Nihayet bir gün Harbiye Nazırı Ş akir Paşa, İzmir ku mandanı tarafından telgrafhaneye çağrılm ı ş. O zamana ka dar bu gibi davetiere Fevzi Paşa ile birlikte giderken, o gün Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ' ne haber vermemiş. Ha berleşme başlamış. Belki iyi hatırlayamam , fakat Erkan-ı Harbiye dosyalarında vesikaların olması gerekiyor, kuman dan demiş ki: "Amiral Calthorpe, ateşkes şartlarına göre İz mir ' e ç ıkıp Kadifekale ' y i i şgal edeceğim, diyor; ne buyu rursunuz?" Ş akir Paşa, imzası ile, ateşkes şartlarına uyul m ak gerekti ğini yazmı ş . Kumandan şifreli bir telgrafla şu nu ilave etmi ş: '·Ondan sonra Yunanl ılar İzmir ' e ç ıkacak m ı ş, buna ne dersiniz?" Harbiye Nazırı: "Böyle şey olur mu? Hayal ediyorsun, vehmediyorsun ! " cevab ın ı vermi ş. Haberleşmenin sonuna doğru Fevzi Paşa ' yı da telgrafhane ye çağırmışlar. Kendisine bahsettiğim telgraflaşmalann dosyasını vermişler. H arbiye Nazırı ' nın tal imatı ile, Fevzi Paşa' n ın ilk verdiği emirler tezat halinde idi. Fevzi Pa şa' nın yerinde kalmasına ihtimal yoktu. Fakat onun yerine - 1 25 - reisliğe gelen Cevad Paşa da n ihayet Fevzi Paşa'n ın yolun da yürüyecek bir şahsiyet idi . "Masa üstünde bir harita vard ı. Fevz i Paşa'n ın gözle rinden, yüzünden ve tavrından çok dalg ın olduğunu anlıyor dum. Cevad Paşa 'n ın ne düşündüğünü de bir gece evvelki S adaret konağındaki buluşmam ızdan b iliyordum." Fevzi Paşa'ya dedim ki : "Paşam vaziyeti nasıl değerlendiriyorsu nuz?" Gök gürler gibi bağırarak: "Anlamıyorum ki efen dim. . . " dedi. ( Ve sağ elinin şehadet paımağı ile haritada İs tanbul noktasını göstererek) "B uradaki rahat ım ızı feda et memek için koskoca mcmlekct i veriyoruz , bu ne ak ıldır?" İç imden sevindim ve daha ferahladım. Cevad Paşa da: "Öy le ol uyor ! " dcr gibi bak ıyordu. Hatırımda iyi kaldıysa, arka daşlara şunları söyledim: "Hakikat sizin dedikleriniz ve dü şündüklerinizdir. Ben bunu ispat etmek için Anadolu ' ya gi diyorum. Aramızda uzun görüşmelere l üzuın olmadığın ı da görüyorum. Yalnız sizlerden bir şey bekliyorum: Bana yar dım edeçeksiniz." "Tabii . . . Evet." Cevad Paşa' ya döndüm : " B i l hassa siz paşam . A s ı l yetki m akamında ş imdi siz bulunuyorsunuz. Beraber yürüyebilecek miyiz?" "Elbette . " "O halde i lk i ş ol arak, U l uk ı şla taranannda bulunurken, trcnle nakillerine izin veri l meyen Yirminci Kolordu 'nun yürüyerek Ankara ' ya hareket etmelerini emir buyurun uz ! " Önünde k i bloknota i şaret ett i : "Emir vereceğim. . . " ded i. "Sonra s izinle şahsen haberlcşebi lmek üzere özel bir ş ifre isterim." " Şimdi ! " dedi, zile bast ı , lazım gelenlere söyl eye rek bana bunu da temin ett i . B urada i lave edeyi m : Aldatıcı vaatlcrle Anadolu'dan İ sıanbul ' a çağrı l d ı ğ ım vakit, hak i ki sebebi bu ş i fre ilc Cevad Paşa' dan sormuş ve işgal kuvvet leri kuınandanl ı ğ ı tarafmdan bunda ısrar edilmekte olduğu nu öğ rcnmi ştim. Arkadaşlara veda ederek ayrıldım. " B aşka ziyaretlerde de bu lunmam gerek i yordu. Harbi y e N ftz ırı ' nı. Sadrazam ' ı , Dftlı iliye N az ırı · nı arad ım. Hiçbi-- 1 26 � r i makam ında yoktu. Toplant ı hal inde i m işler. En kestirme s i Babıal!' ye gidip kendilerine h aber vermekti . Beni Sada ret bekleme salonuna ald ı lar. Benim geldi ğimi duyan bazı nazırıann da heyecanl a salona geldikl eri n i görerek, biraz şaşırd ım. Mehmed Ali B ey beni meraktan kurtardı : "Al lah Allah, ne küstahlık ! . . . İ ş i tt i niz mi efendim, Yun anlıl ar İz m i r ' e çıkı yor. . .'' Bu sözleri B ahriye N azırı teyid etti : "Ya. . . dedim, bu da m ı oldu?" "Eve t ! . . . " Ben memleketin baş ına neler gelece ğini tahmin etmemi ş değildi m ; fakat kimseye anlatamam ışt ıın . N az ıri arın t elaşı karş ı s ı nda ağlamak m ı , gülmek mi laz ımd ı? Kendi m i zor tutuyorduın. Fakat b u emrivaki karş ısında ben "Allah Allah . . . " demekten başka bir şey düşünmeyen bu naz ıri ara i bretle bakıyordum. i tidal den ayrılmamaya pek dikkat ederek: "Ne yapmayı tasavvur ediyorsunuz'?" diye sordum . "Protesto edeceğ iz ! " cevabın ı verdiler. "Bu lazımdır, doğrudur. Ancak böyle bir protesto ile Yunanlıların İzmi r ' den geri çekileceklerine veya İngiliz lerin onları geri çekeceklerine ihtimal veriyor m usunuz?" Yüzüme baktılar: "Fakat, başka ne yapab i l iriz?" "Belki de daha kesin tedbirler düşünülebi lir. " "Mesela. . n e gibi?" O zaman bir ses, eğer yanlış hatı rımda kal mamı şsa, Mehmed Ali Bey ' in ses i cevap verd i : "Öyle hareketlere kalkarsak bize ne y aparlar, bilir m isi niz?" B u şartlar alt ında gerçek fikri ınİ açıklayamazdım. Av ni Paşa' n ın elini tuttum: " B i zi Anadolu ' y a götürecek va pur hazırd ır, deği l mi?" ''Çoktan hazırlık y apm ışt ım, Barı d ırımı vapuru emrinizdedir," "Doğrudan doğruya vapur kapı an ına em ir verebi l i r m i yim?" "Hay hay! . . . " dedi. Yave rime seslendi ın , "Paşa hazretleri n i n bir emirleri v ar, not ed iniz." Yavcrim kurşun kalemi i le B an dırma kaptarıma bir emir yazd ı, imza edilmek üzere Avn i Paşa'ya uzattı . "Damat Ferld kabi nesini bu perişanlık içinde bırakarak Zat-ı Ş ahan e ' y i ziyaret etmek üzere B abıali' de n ayrı ld ım." - 1 27 - PADİŞAH 'LA SON GÖRÜ ŞME Y ıld ız S aray ı' n ın ufak bir salonunda Vahideddin ' le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirse ğini dayamı ş o lduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. S a lonun B oğaziçi ' ne doğru açıl an penceresinden gördüğü müz manzara şu: B irbirine paralel hatlar üzerinde dü şman zırhhlan ! B ardalarındaki toplar sanki Y ıldız Saray ı ' na doğ rulm u ş ! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarım ız ı sağa sola çevirmek yeterl i idi. Valıideddin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı : "Paşa pa şa! Şimdiye kadar dev lete çok h izmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmi ştir (elini demin bahsetti ğim ki tabın üstüne bastı ve ilave etti), tarihe geçmi ştir. " O zaman bu nun bir tarih kitabı olduğunu anladım . Dikkatle ve sessiz bir şeki lde dinliyordunı: "Bunları unutun ! " dedi. "Asıl şimdi yapacağm hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa devleti kurtarabilirsin ! " B u son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahideddin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahideddin ki yabancı hükümetle rin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pi ş man mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tah min ile başka babisiere girişmeyi tehlikeli gördüm. Kendisi ne basit cevaplar verdim: " Hakkımdaki teveccüh v e itimada teşekkürlerimi m-z ederim. Elimden gelen hizmette kusur et meyeccğime güvenebilirsiniz." Söylerken, kafamdaki mu ammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, ve l iahtlığında, padişah lığında bütün his ve fikirlerini , tem[tyül lerini, sahtekarlıklarını tanıdığ ım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? "Mernleketi kurtannak la- 1 28 - zımdır, istersem bunu yapabilirmişim . " Kısaca hemen hük mümü verdim. Vahideddin demek istiyordu ki: Hiçbir kuv vetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul ' a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet et tikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilir sem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inan dırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri yatıştırırsam, Vahideddin ' i n arzul arın ı yerine getinniş olacaktım. "Merak buyuımayın efendimiz!" dedim. Demek istcdiklcrinizi anl a dım. Emriniz ol ursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım." "Muvaffak ol ! " hi Uib-ı şahanesine mazhar olduktan sonra, huzurundan çıktım. N aci Paşa, Padişah ' ın yaveri, fakat benim de hoeamdı; der hal benimle buluştu. Elinde, ufak kutu içinde bir şey tutuyor du. "Zat-ı Şahfmenin ufak bir hatırası . . ." dedi . Kapağının üzerine Vahi deddi n 'in isminin baş haı·f1eri işlenmiş bir saat ti . "Peki, teşekkür ederim," dedim. Yaverim aldı. Sonra, sanki Yıldız Saray ı' ndan çıktığımızı ve hareket etmek üzere olduğumuzu gizleınek, saklamak ister gibi bir ihtiyatla, ayaklarımızın patırt ıs ın ı işinirmekten korkarak saraydan uzak l aştık. Artık Şi şli ' deki evi bırakmak üzereyiz. B andırma v a puru Galata nh tımmda hazır, bildiğimiz bu ! Karargahımız dan ol anlar belirlenen saatte rıh tımda toplanmı ş olacaklar dı. Otomobi l kapıın ın önünde idi . Evdeki vedalan biti rıniş tim. Tam o sırada gelerek beni büroma götüren bir dostum, aldığı bir habere göre ben im y a h arekctime müsaade edil meyeceğini, yahut v apurun Karadeniz ' de batırılacağını söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Dah a sonra vaktiy le uzun müddet yanımda çal ı şan bir kurmay subay da gele rek, maiyetinde çalıştığı bir Damat' tan aynı şeyleri öğren diğini bildirdi. B i r an y alnız kaldım ve dü şündüm. B u da kikada d üşman l arm eli n d e i di m . Bana h er ü ;tediklerini ya- 1 29 - pamazlar m ıydı? B eynimelen bir şimşek geçti: Tutabilirler, sürebilirler, fakat öldürmek ! B unun için beni Karadeniz ' in coşkun dalgaları arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal mantıki idi. Ancak artık benim için yakalanmak, hapsol mak, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan men edilmek, hepsi ölmekle aynı idi. Hemen karar verelim, otomobile at layarak Galata rıhtımına gelelim. B aktım ki nhtıma yanaş mış olacağını sanelığım vapur, uzaklardadır. S andallada va pura gittik. Kaptana yola çıkmak için emir verdimse de Kızkulesi açıklarında kontrole tabi tutulduk. B irkaç yaban c ı subay ve asker bizi yoklayacaklardı. Kontrol uzayıp git ti. Gelip gidildiğine göre acaba bunlarla şehirdekiler arasın da bir haberleşme mi vardı? Maksat beni tevkif etmeksc, bütün bu şeylere lüzum yoktu, sıkılıyordum . Bir kararsızlık da olabilir, diye düşündüm. B undan istifade edebilmek için kaptana hareket hazırlıklarını çabuklaştınnasını söyledim. Yirmi yedi yıllık ihtiyar kaptan demir aldırınaya başla dı. B e n kaptan yerinde idim. Subay ve askerler dı şarı çıktı lar. Hareket ettik. Karadeniz boğazından çıkarken, kaptana tehlikeli ihtimalleri anlatt ım. Cevap verdi: " Ne aksi ! " dedi, "Bu denizi pek iyi tanımam, pusulamız da biraz bozuk. . . " Mümkün olduğu kadar kıyıları takip etmesini tavsiye ettim . Çünkü bundan sonra benim tck istediğim, Anadolu ' nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibarctti . S ahi li takip edc ede evvela Sinop ' a geldik. Kasabaya çıktım. Oradakilerle görüşerek, Samsun ' a kolaylıkla gide bilecek yol olup olmadığını soruşt urdum . Maalesef yok muş ! Çok zorluk çekecek ve günlerce yollarda kalacaktık. B ilmem nedendir, Samsun ' a bir an evvel ayak basmak için o kadar acele ediyordum ki zaman kaybetmektense tehlike ye göğüs germeyi tercih ettim. Tekrar B andırm a vapuruna bindik. Aynı şekilde seya hat ederek, nihayet Samsun Lim a nı ' na vardık ! '' - 1 30 - { kutupyıldızı kitaplığı } 954 Falih R ıfka Atay A t a t ü rk' ü n B a n a A n l a t t ı k l a r ı ..., MUSTAFA KEMAL ·in AGZINDAN Atatürk' ü n gerçek hatıraları n ı , onun en yak ın çal ı şma arkadaşı ve s ı rda ş ı Fal i h R ı fkı Atay kaleme a l m ı ş ve Atat ü rk' ü n i z n i i l e 1 9 2 6 y ı l ı n d a H a k i m i yet-i M i l l iye Gazetesi'nde yay ınlatm ıştır. Atatürk'ün Vahidettin hakkı ndaki düşünceleri ve yorumları en gerçek haliyle bu hatı ralardadır. Falih R ıfkı Atay bu hatıralarla ilgili şunları kaydetmektedir. "izmir'e giren Mustafa Kemal, izmir'de Yakup Kadri ile beni kabul ettiği vakit, aniatış kuvvetine hayran kal m ı şt ı m . Konu şma sanat ı n ı e n i y i bilenl erden biri i d i . Uzun y ı l lar boyunca h e m e n h e m e n b ü t ü n h a t ı ralar ı n ı d i n l e m e k bahtiyarl ı ğ ı n ı kazand ı m . H e r akşam iki saat o konuşur, ben not tutardı m; ertesi gün bu notlara biraz düzen vererek okur, bir itirazı yoksa yay ı nlard ı k . H at ı ralar üç k ı s ı m ol acakt ı ; Dünya Harbi'ne ait olanlar, mütareke s ırasında istanbul'da�i faaliyetlere ait olanlar, nihayet Kuvay-ı M i lliye devrine alt olanlar. i l k yazı 1 926 Mart' ı n ı n 1 3' ü nde ç ı kt ı . 32 parça l ı k b seride Mustafa Kemal harp politikası hakkındaki tenkitlerin , gerek Türk gerek Alman Kumandanları ile mü nakaşaların , Vahidetti n'le beraber, Kayzer'in genel karargah ı na gidişi i hikaye eder. Hatı ralarda birçok isimler geçtiği için ve b isimler aras ı nda yabancı devlet reisieri de bulunduğu içi n , bu yaz ı ları n içeride v e d ı şarıda yankılar uyandırmaması n a ihtimal yoktur. Bizim e l i m izde bulunan notlar m ütareke esnas ı nd a Adana'dan i stanbul'a g e l i ş i i l e Sams u n ' a ayak bas ı ş ı arası ndaki devrin hatıralarıd ı r. Mustafa Kemal'i istanbul'dan ayrılar� elmeye ve Türk tarihinin başlıca büyük 6 . 50 6.50 YTL pozi :ıt- if � başlatmaya sevk eden sebepler bu :ı.ktad ı r." t
© Copyright 2024 Paperzz