arıYORUM istanbul teknik üniversitesi basın yayın kulübü yirmi sekizinci sayı, aralık iki bin on dört süreli yayın ISSN: 1305 - 4785 CELAL ŞENGÖR YAZIYOR... Arıyorum’un 27. sayısında y ay ı m l anan bu yazının ilk kısmında, üniversite k av r am ı n ı n kısa bir tarihini verdikten sonra, araştırma üniversitesinin nasıl ortaya çıktığından bahsetmiştim. Bu kurumun yirminci yüzyıldaki gelişmesini ise ondokuzuncu yüzyıldaki eğitim kalitesi ve bu kalitenin bilimsel araştırma olmadan yükseltilemeyeceği kaygısı yerine iki değişik faktör yönlendirmiştir: Savaşlar ve artan nüfus. Bu yazımda savaşların etkisinden bahsedeceğim. MUNTAZIR TEŞRİFİNE HAZIR KAYIKTA dalaİ LAMA VE HELEN KELLER VAR Hayat felsefesiyle insanlara adeta bir yol gösterici olan Dalai Lama ve engellere meydan okuyan aydınlatıcı yaşam öyküsüyle Helen Keller. ASIRLARDIR ÇAĞDAŞ BİR SÜREDİR AÇ! itü gazetesi İTÜ ÇEKİRDEK 400 BİN TL DAĞITTI Türkiye’nin en önemli girişimci destek projeleri arasında yer alan İTÜ Çekirdek’te “büyük patlama” gerçekleşti. ARIYORUM’UN GURMELERİ İŞ BAŞINDA... İTÜ yerleşkelerindeki yemek sorunu uzun süreden beri çözüm aranan bir konu. Yemekhanenin yetersiz kapasitesi ister istemez öğrencileri alternatif yemek çabalarına sürüklese de bu konuda sıkıntı yaşandığı da oluyor. Arıyorum İTÜ Gazetesi, İTÜ Ayazağa yerleşkesinin alternatif yemek mekanlarını gezdi, kalitesine ve fiyatlarına göz attı. ANITKABİR’E İTÜ ÇIKARMASI İ stanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, 16 Kasım 2014 Pazar günü Anıtkabir’i ziyaret ettiler. İTÜ Basın Yayın Kulübü’nün 10. Kuruluş Yılı Etkinlikleri kapsamında İTÜ Rektörlüğü’nün katkılarıy- la düzenlenen etkinlik, 180 İTÜ öğrencisinin katılımıyla gerçekleşti. Öğrenciler, Anıtkabir merdivenlerinde İTÜ yazısı oluşturarak dikkat çektiler. KİTAPLARDAN UYARLANAN FANTASTİK FİLMLER İTÜ İNSANI YORAR 1954 yılında elektrik yüksek mühendisi olarak İTÜ’den mezun olan Mehmet Halazaoğlu, 85 yıllık hayatında Teknik Üniversiteli olmanın ona kattıklarını ve öğrencilik yıllarından kalan güzel anılarını Arıyorum’a anlattı. Dolu dolu geçen bu hayattan çıkarılacak çok ders var. 1949 1954 2014 ARIYORUM ARALIK 2014 2 Arıyorum 10 yaşında BÜŞRA BAYAT [email protected] Yeni bir sayıdan herkese merhabalar. Uzun bir aradan sonra emek dolu, yepyeni bir sayıyla karşınızdayız. Bu uzun aralardan biraz bahsedecek olursak; bunu dayandırabileceğimiz tek nokta, günümüzde basılı bir yayını siz okurlarımıza ulaştırmanın zorluğu… Her şeyi sosyal medyadan takip edebileceğimiz bir dönemdeyiz. Artık ciddi anlamda haber alacağımız bir mecra haline geldi sanal dünya. Ama elbette basılı yayınla asla kıyaslanmayacak eksiklikleri de var. Bir gazeteyi elinizde tutmak, beğendiğiniz bir haberi somut anlamda istediğiniz kadar saklamak, en önemlisi de kendinizden bir şeyler bulabildiğiniz sayfaları istediğiniz an birileriyle paylaşabilmek, fikir alışverişinde bulunabilmek gibi… İçinde yer aldığınız bir haberi kesip sakladığınızı düşünsenize… Ne gurur verici bir duygu. İşte biz böyle duygulardan yola çıkarak bu işi yapıyoruz ve de severek yapmaya devam edeceğiz. Elinizdeki yepyeni sayıdan bahsedecek olursak… Kurulduğu yıl olan 2005’ten günümüze, öğrenci odaklı bir gazete olduk. Her zaman öğrencilerin sorunlarına ses olmaya, onları gerekli yerlere ulaştırmaya çalıştık ve bu özelliğimizi yeni sayımızda da “Kampüsün Yemek Sorunsalı” konusunu ele alarak devam ettiriyoruz. AVM’nin kapanmasıyla birlikte Ayazağa Kampüsü’nde oluşan bu probleme odaklanarak öğrencilerin yemekhane dışında yemek yiyebileceği beş mekanı değerlendirdik. İki liralık yemekhane menüsüne ek seçenek olması konusunda yardımcı olacağını düşündüğümüz yazımızı bu sayımızda okuyabilirsiniz. Bu arada, bu sayıya yetiştirememiş olsak da duyurmakta sakınca yok... Önümüzdeki sayımızda uzun süredir en çok konuşulan rektörlerden biri olan Prof. Dr. Mehmet Karaca ile, geniş bir röportajımız olacak. İTÜ kamuoyunun merak ettiği her soruya yanıt alacağımız bu söyleşiyi belirli aralıklarla da tekrar etme düşüncesindeyiz. Siz de sormak istediklerinizi bize ulaştırabilirsiniz. Bir de müjdeli bir haberimiz var sizlere! Bir dönem müptelası olduğunuz “Muntazır Teşrifine Hazır Kayık” yazı dizisi, yeni yazarları ve yepyeni iz bırakan isimleriyle geri döndü! Severek takip edeceğinizi düşündüğümüz bu çalışmamızı, önümüzdeki sayılarda da sizlere ulaştırmaya devam edeceğiz. Bunların yanında, Celâl Şengör hocamızın gazetemiz için kaleme aldığı “Üniversitenin Toplumdaki Yeri” başlıklı yazısını,1954 mezunu bir İTÜ’lü ile yaptığımız keyifli röportajı, akıllı telefonların elimizden düşmediği çağımızda çok işinize yarayacağını düşündüğümüz APP-Teknik isimli çalışmamızı ve romanlar ile beyazperdenin yollarının nasıl kesiştiğini incelediğimiz edebiyat yazımızı bu sayımızda bulabilirsiniz. Bu yıl gazetemiz Arıyorum’un kuruluşunun 10. yılı. Bu heyecan verici yıl içinde yaptığımız ve yapacağımız pek çok etkinlikle de sizlerle olmaya devam edeceğiz. 16 Kasım’da 180 kişilik katılımcıyla yapmış olduğumuz ve oldukça başarılı bir şekilde gerçekleştirdiğimiz Anıtkabir Ziyareti ve 17 Kasım’da düzenlediğimiz “Akla Ziyan İşler” isimli tiyatro gösterimi ile etkili bir başlangıç yaptık bile. Ayrıca “Arıyorum İTÜ Gazetesi’nden İtici Proje” sloganıyla yola çıktığımız ödüllü İTÜSELFIE projemizle de bu yıl kampüste ses getireceğimize ve sizlerle birlikte başarılı bir sürece imza atacağımıza inanıyoruz. Tüm bunları, muhteşem bir ekiple hayata geçiriyoruz. Heyecanlı, üretken ve bir o kadar da eğlenceli bir ekip… Eğer siz de gazetemizden ilham alıyor, içinde kendinizden bir şeyler buluyor ve bu dinamik ekibe katılmak istiyorsanız tek yapmanız gereken [email protected] hesabımıza “Ben de varım!” diyerek, e-posta atmak. Gurur duyarak üyesi olduğum Arıyorum İTÜ Gazetesi’ne katılmamı sağlayan Deniz Sayın, bu ekipte yer aldığım ilk günden beri yol göstericilerim olan Fatih Avcı, Çağlar Gündüz ve Serdar Erbay başta olmak üzere, gazeteye emek veren ve bu süreci eğlenceli kılan tüm kulüp arkadaşlarıma teşekkür ederim. Yeni sayılarda görüşmek üzere… İyi okumalar… GİRİŞİMCİLERE 400 BİN TL Türkiye’nin en önemli girişimci destek projeleri arasında yer alan İTÜ Çekirdek’te “büyük patlama” gerçekleşti. “Big Bang – Teknolojik Girişimler Sahnede” temasıyla gerçekleştirilen finalde 13 proje yarıştı, Tabtoy birinciliği aldı. Final günü ödül kazanan 9 proje, toplamda 400 bin liralık desteğin sahibi oldu İ TÜ Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen İTÜ Çekirdek 2014 finali, proje stantlarının gezilmesiyle başladı. Ardından tam bir görsel şölen yaşatan videolarla tören başladı. Açılış konuşmasını yapan İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ Çekirdek’in 3 yıl gibi kısa sürede büyük bir marka haline geldiğine dikkat çekti. Karaca, İTÜ olarak gençlerin fikirlerine ve hayallerine yatırım yaptıklarını, yenilikçi fikirlerle Türkiye’nin kalkınmasına ve kendi teknolojisini geliştirmesine katkı sağlamayı hedeflediklerini söyledi. Şimdiye dek girişimcilere verilen desteğin 5 milyon TL’yi aştığına işaret eden Karaca, 2014 yılında rekor proje başvurusu yapıldığına dikkat çekti. Karaca, İTÜ’de bir girişimcilik ekosistemi kurulduğundan bahsederken, öğrencilerde girişimcilik ruhunun gelişmesinin önemini vurguladı. Ödülleri takdim eden İTÜ ARI Teknokent Genel Müdürü Kenan Çolpan, “ İTÜ ARI Teknokent şirketlerinin ürettiği ekonomik değer, 2013 yılında 1.8 milyar lira iken 2014’te büyük bir gelişme sağlayarak 3 milyar liraya ulaştı. Bu Türkiye için bir gururdur, hepimiz için kazanımdır” dedi. Çolpan, İTÜ ARI Teknokent’in, 160 başarılı teknoloji şirketi ve 5 bin 200 kişilik ar-ge ordusu ile performansını sürekli yükseltmeyi hedefleyen bir ekosistem olduğunu vurguladı. BÜYÜK ÖDÜL TABTOY STUDIOS’A Tabtoy Studios Ekibi “video oyunlarını, gerçek oyuncaklarla entegre oyun oynanabilir hale getiren eğitici oyun platformu” projesiyle, jüri ve halk oylaması sonucu 100 bin lira tutarındaki Elginkan Vakfı Teknoloji Ödülü’nün sahibi oldu. Ayrıca, bir yıl süreyle İTÜ Çekirdek’te ofis kullanım hakkı da kazandı. 50 bin liralık ikincilik ve üçüncülük ödülleri ise “tüketiciyi algılayan akıllı vitrin” projesiyle Kuax ekibine ve “yumurta kabuğundan doğal gıda koruyucusu üretme” projesiyle Elif Güngör’e verildi. GIRIŞIMCILERE DESTEK YAĞDI 2014 yılında bin proje başvurusu ile rekora ulaşan İTÜ Çekirdek, inovasyon dâhilerine yeni bir başlangıcın kapılarını açtı. Big Bang’de sahne üzerindeki etkili sunumları ile büyük patlamayı gerçekleştirmeyi başaran finalist ekiplerden 9’u, farklı ödüller kazanarak, projelerini gerçekleştirmek üzere “teknoloji şirketlerini kurmalarına yardımcı olacak” yeni olanaklar elde etti. İTÜ Çekirdek 2014’te dağıtılan toplam ödül miktarı 400 bin TL’ye ulaştı. 13 PROJE SAHNEDE Bu yıl ilk kez “Genel Kategori” ve “Bulut Bilişim Kategorisi” olmak üzere iki farklı alanda seçilen finalistler, İTÜ Çekirdek çatısı altında 6 ay süren Ön Kuluçka ve Hızlandırıcı dönemde aldıkları eğitim, danışmanlık, altyapı ve ön finansman destekleriyle, teknoloji tabanlı projelerini şirketleşmeye hazır hale getirdiler. Aynı zamanda yatırımcı ortaklar ve projelerini pazarlayacak müşteriler de edinen finalistler, halk oylaması ve jüri değerlendirmesi sonucunda projelerini ticarileştirmelerine katkı sağlayacak cazip ödüller kazandılar. Finale kalan girişimcilerden 13’ü sırayla sahneye çıkarak, katılımcılara teknoloji – bilim – sanayi işbirliğinde gerçekleştirecekleri projeleri anlattı. Proje sunumları sonrası jüri değerlendirmesi için ara verildi. Jüri kararlarının açıklanışı ise salonu dolduran yüzlerce konuk tarafından heyecanla takip edildi. ARIYORUM İTÜ GAZETESİ YAYIN KURULU Genel Koordinatör Ferit Çağlar Gündüz [email protected] Yayın Danışmanları Fatih Avcı Serdar Erbay İTÜ BASIN YAYIN KULÜBÜ ARIYORUM İTÜ GAZETESİ [email protected] www.gazete.itu.edu.tr (541) 646 6062 Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın Genel Yayın Yönetmeni Büşra Bayat [email protected] Haber Kurulu: Dila Sivlin Emir Üstünışık Erkam Doğan Ersan Göktaş Esra Tanısalı Faruk Yılmaz Gözde Bozyiğit Habip Kaplan Hasret Gül Öztop Işılsu Yıldırım Meltem Yurttaş Mustafa Aykut Alp Serra Ecmel Püsküllü Umur Can Kaya Zeynep Deliballı ARIYORUM ARALIK 2014 İTÜ’DEN BAİRAMİ GEÇTİ İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi (RSG), yaz aylarında verdiği kısa aranın ardından yeni dönemi yağlı boya sergisiyle açtı. RSG’nin ilk uluslararası sergisiyle İTÜ’ye konuk olan Bairam Bairami’nin eserleri meraklılarıyla buluştu. MELTEM YURTTAŞ 2014-2015 Akademik Yılının ilk sergisi dünyaca ünlü yağlıboya tablolarıyla tanınan Bairam Bairami’nin eserleriyle açıldı. Resmin ve çizgilerin ışıkla dansına ev sahipliği yapan bu sergide 95 yağlı boya tablo görücüye çıktı. 3 SAVAŞ ÇEKİRGE GELENEĞİ SÜRÜYOR Bairam Bairami kimdir: 1948 yılında Üsküp, Makedonya’da doğan Bairami, Üsküp Kiril Metodi Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi aldı. Çocukluğundan beri derin bir sevgiyle bağlı olduğu resim sanatıyla yoğun olarak ilgilendi. Eserlerinde ‘’Kaçış, Işık, Tabiat, Doğaçlama ve Kompozisyon’’ temalarını işlemesinin yanı sıra kullandığı farklı malzemeleri sanatıyla harmanlayan Bairami, Fas, Makedonya, Almanya, Moritanya, İTÜ’de Gitar Festivali İle Sanat ve Bilim Bir Arada: İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi bünyesinde, klasik gitarın ülkemizde yeterince tanınması, yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi amacıyla 5 Ekim 2004’te kurulan Savaş Çekirge Klasik Gitar Eğitim ve Araştırma Birimi, kuruluşunun 10. yılına özel olarak 16 Ekim–4 Aralık 2014 tarihleri arasında gitar festivali düzenliyor. Festival kapsamında Tilman Hoppstock, Erkan Oğur, Celia Linde, Erdem Sökmen, Hasan Meten, Manuel Reina Flamenco Dans Topluluğu, Alp Ozan Bursalıoğlu gibi isimler sahne alıyor. Tüm konser ve etkinliklerin ücretsiz olarak gerçekleştirildiği organizasyonun açılış konseri 16 Ekim Perşembe günü Tilman Hoppstock tarafından İTÜ Ayazağa Yerleşkesi – Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde verildi. TEKNİK ÜNİVERSİTELERDE CİNSİYETÇİLİĞE HAYIR Üniversite Kadın Kolektifi ve Kadın Kahvesi tarafından 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’ne dikkat çekmek için İTÜ Ayazağa Yerleşkesi’nde ortak eylem düzenlendi. Grup, 24 Kasım gecesi yapılan eylemde kampüs içinde slogan atarak yürüdü. Grubun sözcüsü, teknik üniversitelerde cinsiyetçiliğin daha fazla olduğunu vurgulayarak bu nedenle eylemi İTÜ’de gerçekleştirdiklerini belirtti. ARIYORUM ARALIK 2014 4 ENGELSİZ HAYATA PEDAL ÇEVİR “BISIKLET YA DA POPÜLER OLMAYAN ADIYLA VELESPIT, MOTORSUZ, IKI TEKERLEKLI, PEDALLI, INSAN GÜCÜ ILE ILERLEYEN BIR ULAŞIM ARACIDIR. ULAŞIM VE EĞLENCENIN YANI SIRA BISIKLET SPORUNDA DA KULLANILIR.” BÜŞRA BAYAT [email protected] H epimizin sıklıkla kullandığı bir internet sayfası olan Vikipedi’de bisikletin tanımı bu şekilde yapılıyor. Ancak siz okurlarımız bu yazıda, bisikletin tanımını tamamen farklı ve kutsal sayılabilecek bir bakış açısıyla yapan Engelsiz Pedal organizasyonu ile tanışacaksınız. İTÜ’de her yıl düzenlenen ve bu yıl da geçtiğimiz Eylül ayında gerçekleştirilen 20142015 Eğitim Yılı Kulüpler Şenliği’nde Bisiklet Ve Triatlon Kulübü tarafından, görme engelli bir insanın bisiklet yolculuğunu kısa süreliğine yaşatan bir simülasyon hazırlanmıştı. Simülasyonda, herhangi bir görü almamanız sağlanacak şekilde gözleriniz kapatılıyor, koruyucu kaskınız takılıyor ve üyelerden birinin eşliği ile çift kişilik bisiklet olarak bilinen tandem bisiklete binerek kendinizi sürücünüzün ellerine ve pedaldaki ayaklarına bırakıyorsunuz. Yapabileceğiniz tek şey, direksiyondaki eşinizin direktiflerine uyarak pedal çevirmek ya da çevirmemek. Yolculuk sırasında gözleriniz görmediği için denge kurmakta sorun yaşıyorsunuz ve dışarıdan bakan birinin görebileceği şekilde bisiklet sağa viraj alırken vücudunuz sola meyilleniyor, sola viraj alırken de yine tam tersi şekilde sağa meyilleniyor; ama siz bunun farkında olamıyorsunuz ve düşme korkusu yaşıyorsunuz. Daha önce görme duyusunun yitirildiği bir simülatöre katılmış ya da böyle bir durum yaşamışsanız tahmin edeceğiniz üzere işitme duyunuz yolculuk süresince tam kapasite çalışıyor ve müthiş bir çoktan sesler korosuna maruz kalıyorsunuz. Yakınlardaki insanların sesleri kulaklarınıza geliyor ve yoldan geçen arabalardan hiç bu kadar endişe duymadığınızı fark ediyorsunuz. Yolculuk esnasında, bir yokuşa geldiğinizde zorlanıyorsunuz ama yolun sonunu göremediğiniz için daha ne kadar devam etmeniz gerektiğini bilmiyorsunuz. Aynı şekilde yokuş aşağı inerken de “pedallar paralel” konumuna geliyor ve kendinizi uçuyormuş gibi hissediyorsunuz. “BISIKLET BIR ILETIŞIM ARACIDIR” 2014’te çalışmalarına başlayan Engelsiz Pedal’ın misyonu işte bu: engelli insanlara daha önce yaşamadıkları deneyimler yaşatmak ve onları tıkılıp kaldıkları evlerinden ya da rehabilitasyon merkezlerinden çıkararak doğayla buluşturmak. Bu yaklaşım doğrultusunda da bisikletin tanımını şu şekilde yapıyorlar: bisiklet, şehir hayatının tek yönlülüğü sebebiyle birbirleriyle karşılaşamayan ve tanışamayan engelli ve engelsiz insanların bir araya gelmeleri, birbirleriyle zaman geçirmeleri ve uzun rotalarla yapılan yolculuklarda birbirlerine yol arkadaşlığı edebilmeleri için kullanılan bir “iletişim” aracıdır. Dernek üyeleri, uzuvlarını kullanamayan ortopedik engelliler için Hollanda tipi kasalı bisiklet olan bakfietsler, görme veya işitme engelli olan pedal çevirebilen katılımcılar için de tandemleri kullanıyor. Bu anlamlı gezilerde engelli bireylere eşlik eden gönüllü arkadaşlarımıza ise “makam şoförü” ünvanı verilmiş. İlkyardım, yoga, çadır kurma, doğayı tanıma, yön bulma, bisiklet tamir ve bakımı, ileri seviye bisiklet sürüşü gibi birbirinden farklı en az on aşamalı bir eğitimden geçen makam şoförleri, sonrasında yolculuklara katılmaya başlıyorlar. “KAPALI DEVRE BEYIN AMELIYATI” Derneğin üstlenmiş olduğu bir başka kutsal görev ise, küçük yaştaki engelli minikleri bu etkinliklere katarak onların zihinsel gelişimine katkıda bulunmak. Çevresini tanımaya ve öğrenmeye son derece açık olan çocukların, doğanın kucağına geziler yaparak farklı yönlerini keşfetmeleri, merak etmek konusundaki sonsuz düşüncelerini doyurmaları ve hayata bakışlarını değiştirmeleri sağlanıyor. Boğaziçi Üniversitesi Engelliler Birimi Başkanı Doç. Dr. Hande Sart, Engelsiz Pedal Derneği’nin başlatmış olduğu bu projeyi “kapalı devre beyin ameliyatı” olarak tanımlıyor ve ekliyor: “Henüz zihin gelişimi tamamlanmamış bir çocuk, ormana kuş gözlemlemeye, çadır kurup kamp yapmaya veya bir göl kenarında balık tutmaya götürüldüğünde, bir psikiyatristin ameliyatla ya da sayısız seansla yapamayacağı bir gelişim yaşanmış oluyor.” Kamusal alandaki erişilebilirlik eşitsizliğini fark ettirmek, seslerini ve tepkilerini sorumlulara yansıtmak amacıyla yola çıkan Engelsiz Pedal Derneği, bisikleti engellilerin rehabilitasyonu ve sosyalleşme aracı olarak görüyor ve çok daha fazlasını yaşamak üzere doğaya doğru bisiklet sürüyorlar. Yaşam alanlarının “engelsiz” bir hayata hitap etmesinden duydukları rahatsızlıklarını belirtmek ve herkes için “engelsiz” bir hayat için pedal çeviriyorlar. Peki biz, toplu taşıma yollarındaki sarı çizgilerin dışından yürümekten başka ne yapıyoruz? Fark etmeliyiz. Yarından itibaren o sarı çizgileri kullanmak zorunda kalabiliriz. Fark ettirmeliyiz. Hepimiz birer engelli adayıyız. ARIYORUM ARALIK 2014 ITUEV’DEN BEEMOBILE İstanbul Teknik Üniversitesi elektrikli araç takımı İTÜEV, 25 kişiden oluşan gönüllü takımıyla elektrikli ve çevre dostu araç BeeMobile’ın çalışmalarını hızla sürdürüyor. KAN BAĞIŞLA CAN KURTAR 5 İTÜ’DE BİR SENSEI İstanbul Teknik Üniversitesi bu yıl Nebi Vural Aikido Semineri’ne ev sahipliği yaptı. 150 kişinin katılımıyla gerçekleşen seminer 1-2 Kasım 2014 tarihlerinde Vadi Yurtları Spor Salonu’nda gerçekleştirildi. 15 yaşından bu yana dövüş sanatları ile ilgilenen ve aikido sporunu tanıtmak için her hafta Avrupa ve Asya’nın farklı ülkelerinde eğitimler veren Nebi Vural Sensei’in paylaşımları ve çeşitli antrenmanlarla tamamlanan seminer, Aikido ve Buda Federasyonu’nun Türkiye turunun ilk ayağı olarak sporseverlerle buluştu. ‘’Bağışlanan her kan kurtarılan 3 can.’’ Sloganıyla yola çıkan Türk Kızılayı, İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde kan bağışı kampanyası düzenledi. Amacı farkındalık yaratmak olan etkinliğe ilgi büyük oldu. Kızılay yetkilileri kampanyanın İTÜ kampüslerinde birkaç defa daha tekrarlanacağını belirtti. ORHAN KURAL’LA AKLA ZİYAN İŞLER İTÜ öğretim üyesi, çevreci profesör Orhan Kural, tiyatro oyunuyla seyircilerin karşısına çıktı. Arıyorum İTÜ Gazetesi’nin 10. Yıl Etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen, Barbaros Uzunöner’in yazıp yönettiği Akla Ziyan İşler adlı komedi oyunu, ilk gösterimiyle İTÜ Ayazağa yerleşkesindeydi. Toplumsal ve güncel ‘tuhaf’ olaylar ekseninde mizahi bir anlatıma sahip olan oyun, tüketim çılgınlığı, magazin ve televizyon dünyasındaki komiklikler, kadın-erkek ilişkileri ve her türlü bağımlılıkları akla ziyan işler olarak yorumluyor. Prof. Dr. Orhan Kural’ın anlatıcı olarak rol aldığı oyunun kadrosunda Şebnem Özinal, Merve Sevi gibi deneyimli oyuncular da yer alıyor. İ TÜ elektrikli araç takımı ITUEV, kurulduğu 2014 yılının Mayıs ayından beri elektrikli araç konusunda çalışmalarına devam ediyor. Mekanik, Elektronik, Tasarım-Üretim, Yazılım ve Organizasyon ekiplerinden oluşan takım, elektrikli araç teknolojilerini geliştirme amacıyla bir araya gelen 25 gönüllü öğrenciden oluşuyor. Şu anda 40 kuruşla (yaklaşık 1kWh elektrik enerjisiyle), 200 kilometreden daha fazla yol yapabilecek bir araç üretme hedefinde olan ITUEV, 2015 Shell Eco Marathon yarışmasında dünya klasmanında ilk üçe girebilmeyi hedefliyor. Bu yarışmaya ‘Urban Concept’ kategorisinden katılacak olan takım, ürettikleri tek kişilik %100 elektrikle çalışan çevre dostu araçla, trafik ve park sorunlarına da çözüm olabileceklerini düşünüyor. Bununla beraber İTÜEV, yakın gelecekte iki kişilik araç ve sonrasında aile aracıyla elektrikli araçlar alanında öncü olmak istiyor. BeeMobile aracının özel tasarımı ile ITUEV Avrupa dizayn ödülü için de oldukça iddialı. Aynı zamanda takım sosyal medya üzerinden yürüttüğü kampanyalar ile her geçen gün bilinirliğini artırmakta ve yine kampanyalarla Shell Eco Marathon ’15 etkinliğinde iletişim ödülünün güçlü adaylarından. Karbon fiber malzemeden üretilecek olan aracın tasarımı, Ferrari’nin ünlü tasarımcısı Mehmet Taşanyürek’in danışmanlığında yapıldı. Tasarım, Taşanyürek’in yol göstericiliğiyle İTÜ’lü Endüstriyel Tasarım öğrencilerinin elinde son halini aldı. Araç, özel bir teknolojiyle karbon fiber malzemeden kabuk ve şase tek parça ‘monocoque’ olarak, yine ITUEV takımın gönüllü öğrencilerinin elinde üretilecek. Aracın üretiminde, kompozit malzemelerle ilgili bilgi ve deneyim sahibi Türkiye’deki sayılı kişilerden olan rallici Levent Gür danışman olarak ITUEV takımına yol gösterecek. Tahrik için yüksek verimli Hub motorun kullanılacağı araç, enerji ihtiyacını lityum bazlı bataryalarla karşılayacak. Elektronik yazılımların tamamı ITUEV takımının Elektronik Mühendisliği, Elektrik Mühendisliği ve Kontrol Mühendisliği öğrencileri tarafından yazılacak. Takım, kendi ECU ve motor kontrol sürücülerini tasarlayacak. Ayrıca tekerlerde kullanılacak olan ‘encoder’ yardımıyla dijital diferansiyel kullanılarak verimlilik artırılacak. Özel malzeme seçimine özen gösteren ekip, yine verimliği artırmak için seramik bilye ve seramik rulman kullanarak hem sürtünmeyle olan kaybı en aza indirecek hem de ürün ömrünü artıracak. Özellikle kompakt küçük parçaların, 3 boyutlu yazıcılarla üretilmesi planlandı. Yarışmada aracı kullanacak olan pilotların eğitimine de özen gösteriliyor. Yarışmadan önce pilotlar ileri sürüş eğitimi alarak yol şartlarına uygun manevralarla enerji tüketimini en aza indirmeye çalışacaklar. İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde, İTÜ Formula SAE ve İTÜ Güneş Arabası Ekibi’yle beraber 3 araç takımından biri olan ITUEV, takımlar arasındaki iletişim ve bilgi alışverişiyle üç takımın da daha başarılı olacağına inanıyor. İTÜ YİNE ŞAMPİYON İTÜ Kano ve Kürek Kulübü şampiyon oldu. Geçen yıl da şampiyonluk kazanan İTÜ Denizcilik Fakültesi Kano ve Kürek Kulübü 4. Türkiye Dragon Bot Şampiyonası’ndan iki ayrı sıralamada birincilik kazanarak döndü. Fatih Belediyesi tarafından düzenlenen ve 3 ayrı kategoride gerçekleştirilen yarışlara, 50 üniversite takımı katıldı. ARIYORUM ARALIK 2014 6 ANITKABİR’E İTÜ ÇIKARMASI 180 İTÜ ÖĞRENCISI ATA’SINI ZIYARET ETTI İ stanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, 16 Kasım 2014 Pazar günü Anıtkabir’i ziyaret ettiler. İTÜ Basın Yayın Kulübü’nün 10. Kuruluş Yılı Etkinlikleri kapsamında İTÜ Rektörlüğü’nün katkılarıyla düzenlenen etkinlik, 180 İTÜ öğrencisinin katılımıyla gerçekleşti. Etkinlik kapsamında İTÜ’lüler, Ankara’da bulunan İTÜ Evi’ni ziyaret ederek mezunlarla kahvaltı yapıp sohbet ettiler. Sohbetin ardından İTÜ’lüler Birliği katılımıy- ▷ A la Anıtkabir Müzesi ve Atatürk Mozolesi ziyaret edildi. Ziyaretin ardından 180 İTÜ öğrencisi, Anıtkabir merdivenlerinde İTÜ yazısı oluşturarak bir fotoğraf karesi oluşturdu. Bu etkinlik, İTÜ tarihinde de bir ilk özelliği taşıyor. Fotoğraf çekiminin ardından İTÜ’lüler, Atatürk’ün huzurunda saygı duruşunda bulunup İstiklal Marşı’nı okudular. Anıtkabir Müzesi’nin ardından, 2010 yılında müzeye dönüştürülen Ulucanlar Cezaevi Müzesi İTÜ’lü- ler tarafından ziyaret edildi. Nazım Hikmet, Deniz Gezmiş, Bülent Ecevit, Yılmaz Güney, Muhsin Yazıcıoğlu, Oral Çalışlar, Necip Fazıl Kısakürek, Cevat Şakir Kabaağaçlı ve Hüseyin Cahit Yalçın gibi Türk siyaset ve yazın hayatında etkisi bulunan çok sayıda ismin mahkum olduğu, bazılarının da idam infazının gerçekleştiği Ulucanlar Cezaevi, yakın tarihin karanlık tarafını göstermesi açısından İTÜ’lüler tarafından ilgi gördü. İTÜselfie kazandırdı rıyorum İTÜ Gazetesi’nin 10. yayın yılı kapsamında başlatılan İTÜselfie projesi, 1. konsept yarışması sonuçlandı. #kampüsselfie etiketiyle gönderilen fotoğraflar arasından seçilen ilk üç özçekim, İTÜ1773 Satış Merkezi’nden 100 TL, 75 TL ve 50 TL’lik hediye çekleri kazandı. İTÜselfie projesi, yeni konseptleriyle ve sürpriz armağanlarıyla devam edecek. ARIYORUM ARALIK 2014 7 MAÇKA’DA SANAT BAŞKADIR İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’na bağlı Bilimsel ve Sanatsal Etkinlikleri Düzenleme Kurulu (BİSED), konserlerden seminerlere, söyleşilerden belgesellere kadar geniş et- kinlik yelpazesiyle kasım ve aralık aylarında İTÜ’lü sanatseverlerle buluşuyor. Çok sayıda sanatçının sahne alacağı etkinlikler 12 Aralık tarihine kadar, İTÜ Maçka Yerleşkesi’nde devam edecek. ‘‘AKLINIZA BİR BULUŞ GELİYORSA, HEMEN YAPIN’’ İTÜ Girişimcilik ve İnovasyon Merkezi (İTÜ GİNOVA) tarafından düzenlenen Salı Sohbetleri’nin ilki Oregon State Üniversitesi’nden Dr. Ed Sobey’in “Yaratıcılık ve Girişimcilik Becerilerinizi Nasıl Keşfedersiniz?” başlıklı semineriyle Mustafa İnan Kütüphanesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Singapur’da bulunan Amerikan Yaratıcılık, İnovasyon ve Girişimcilik Enstitüsü’nün de yöneticilik yapan, akademisyenliğinin yanı sıra gezgin ve kâşif olan, Ed Sobey; yaratıcılık, yenilikçilik ve girişimcilik konularına değin- diği sunuma kendisi hakkında kısa bir video gösterimi ile başladı. Konuşmasında Roy Plundert’in teflonu, Theodore H. Maiman’ın lazeri bulması gibi insanlık tarihi için önemli buluşların ve icatların gelişim aşamalarına değinen Dr. Sobey bunun yanı sıra katılımcılara 21. yüzyılda öğrenme becerilerinde yaratıcılığın önemini kendi deneyimlerinin ışığında aktardı. Başarılı insanlarda bulunan özellikler ile bu özelliklerin nasıl ortaya çıkarılabileceğine ve geliştirilebileceğine değinen Dr. Sobey, seminer sırasında katılımcılarla grup çalışması gerçekleştirerek bir sayfadan en uzun binayı yapmalarını istedi ve şu önerilerde bulundu: “Eğer yaratıcıysanız ve aklınıza bir buluş geliyorsa onu hemen yapın; çünkü en iyi yaratıcı hemen yapar, en iyi dansçının hemen dans etmeye başlaması ve en iyi şarkıcının hemen şarkı söylemeye başlaması gibi. “Ben bunu yapamam” ile “ben bunu yapmak istiyorum” çok farklı söylemlerdir. Seminer sonrasında İTÜ GİNOVA ofisine geçen katılımcılar, Ed Sobey ile tanışma ve sohbet etme fırsatına da sahip oldu. ARIYORUM ARALIK 2014 8 Fotoğraf: UMUR CAN KAYA İTÜ İNSANI YORAR 1954 yılında elektrik yüksek mühendisi olarak İTÜ’den mezun olan Mehmet Halazaoğlu, 85 yıllık hayatında Teknik Üniversiteli olmanın ona kattıklarını ve öğrencilik yıllarından kalan güzel anılarını Arıyorum’a anlattı. Dolu dolu geçen bu hayattan çıkarılacak çok ders var. ‘‘Bırakın Türkiye’yi, dünyanın neresine giderseniz gidin mutlaka bir Teknik Üniversiteli ile karşılaşırsınız.’’ Bu önermeyi sıklıkla her yerde duyarız. Gerçekten de öyle. Dile kolay, 241 yıllık üniversitenin böylesine köklü ve geneleğini bozmadan sürdürebilen mezunlar yetiştirmesi, bizi şanslı kılıyor. Mehmet Bey’in İTÜ hayatını anlatırken gözlerinin parlaması da bir o kadar anlamlı. Bir öğrenci için, kendisinden yarım asır önce o sıralarda öğrencilik yapmış bir büyüğünün anılarını bilmekten, o yaşanılanlardan ilham almaktan daha büyük bir ‘eğitim’ olabilir mi? BÜŞRA BAYAT [email protected] EMİR ÜSTÜNIŞIK [email protected] TÜRKIYE’DE ILK KEZ BIR ÖĞRENCI, REKTÖRLÜĞÜNÜ DAVA EDIYOR Teknik Üniversiteli olmak ne ifade ediyor? Mehmet Halazaoğlu: O zamanlar Teknik Üniversite tekti, diğer üniversiteler yoktu. Zaten 3 tane üniversite vardı: Ankara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve Teknik Üniversite’ydi. Diğerlerinin hepsi yüksek okuldu. Teknik Üniversite çok kıymetli bir üniversiteydi. Hatta 40. mezuniyetimizde Süleyman Demirel gelip ‘’İşte Türkiye’yi imar eden bu kardeşlerimiz…’’ demişti. İşte böyle ifade etmişti Teknik Üniversite’nin önemini. Ben mizaç itibariyle de teknik olarak yaratılmışım. Daima teknikle uğraşırdım ve Teknik Üniversite’yi öylece istedim. Öğrencilik yıllarınızdan unutamadığınız bir anınız var mı? 1949 1954 O sıralarda bizim üniversitedeki sistem 2+2+1 idi. İkinci sınıf sonunda ve dördüncü sınıf sonunda barajlar vardı. Birçok öğrenci bu barajlarda takıldı, kaldı. Herkes mutlaka geçmek istiyor ama nasıl geçecekler? Bütün bu sorunlu arkadaşlarla A101 amfisinde oturup konuştuk. En sonunda beni başkan yaptılar bu işi yönetmek için. “Bu işi nasıl yapabiliriz?” diye sürekli toplantılar yapıyoruz. Bir yerden bir fikir geldi, “Yargıtaya gidebiliriz.” diye. E hangi avukatla gideceğiz? Avukatın da ismini verdiler: Ekrem Abaç. Gittik konuştuk, memnuniyetle kabul etti. Avukat danıştaya gitti, müracaat etti. Duruşmada bizim üniversite derslerine devam etmemize karar verildi ve biz böylelikle derslere başladık. Avukat geldikten sonra “Bu işler bu kadarla bitmeyecek. Eski yönetmeliğin iptaline, yeni yönetmelik düzenlenmesine, eski ve yeni yönetmeliklerin iyi yanlarının talebelere uygulanmasına karar verildi.” dedi. Bu çok enteresandı çünkü sonsuz hakka ermiştik biz. Barajlar kalktı. Dersten geçme usulü gelmiş oldu. Böylelikle sınıflarımızı geçtik, mezun olduk ama burada bazı genç arkadaşların yanlışı vardı. Onlar “Nasıl olsa geçeriz.” diyerek derslerini biraz askıya aldılar. 8-10 senede mezun olanlar oldu. Onlar için tabi ki büyük kayıp oldu. Yani ARIYORUM ARALIK 2014 buraya dikkatinizi çekerim. Düşünün ki ilk defa ben İTÜ Rektörlüğünü dava etmişim, ilk defa... Neyse 1-2 ay geçtikten sonra rektörlük seçimi oldu ki İlhami Civaoğlu seçildi. BÜTÜN ÖĞRENCI ARKADAŞLAR, BIRBIRIMIZI MÜHENDIS YAPTIK Okula girmek şimdi olduğu gibi zor muydu? Of of! Bak şimdi onu anlatayım. O zaman üç tane üniversite vardı dediğim gibi. Herkes diğer üniversitelere elini kolunu sallaya sallaya giriyordu. Hatta hukuka neredeyse tekmeyle sokuyorlardı! Ama bizde okula girerken imtihan vardı. Matematiğinin çok iyi olması lazım, fiziğinin çok iyi olması lazım… iki gün imtihana giriyorduk. Birinci gün sabahtan matematik, öğleden sonra fizik; ikinci gün sabahtan kimya, öğleden sonra teknik resim. Benim puanım çok yüksekti. Ondan dolayı burs aldım. Hatta şunu da söyleyebilirim: Teknik resimde asma köprü sordular. Mehmet Bey Edirne’den daha yeni çıkmış ama sınavda köprüyü yapıverdi. Kemerli köprü yaptım ama oradan çok kırmışlardı benim puanımı. Bilgisizlik işte… Öğrenciler arası ilişkiler nasıldı? Hocalar çok kaprisliydi. O zaman kitap yok. 2. Dünya Harbi’nde Almanya’ya gidip okuyanlar, dönünce de Teknik Üniversite’de hoca olmuşlardı. Bu hocalar da Almanya’da not tuttukları defterleri kitap yapıyorlardı. Biz ne yapıyorduk? 3-4 tane arkadaş bir araya geliyorduk, herkes ne yazabiliyorsa yazıyordu. Sonra yurtlara gidip hep beraber eksikleri tamamlıyorduk. Öyle çalışıyorduk. Hatta benim iddiam şu: Gümüşsuyu Talebe Yurdu olmasaydı, biz mühendis olamazdık. Gece saat üçlere kadar beraber çalışarak birbirimizi mühendis yaptık. Çok büyük arkadaş çevrem vardı. Herkes birbirini sağlam biliyor, tanıyor ve birbirine sahip çıkıyordu. Dükkan açtığım zaman hep benden alışveriş yaparlardı. Birbirimize çok güvenirdik. bu salon... Genç kızlar çok ilgi gösterirlerdi mühendis kapmak için. Tekrar üniversite zamanınıza dönseniz yapacağınız bir şey var mı? O zaman bir zayıf akım, bir de kuvvetli akım vardı. Ben kuvvetli akımı seçtim. O benim hatamdı. Zayıf akım dediğim, elektroniği seçmiş olsaydım şimdi her anlamda çok daha uzun yollar almış olurdum. Bir de ben fiberoptiğe geçmedim. İlk olarak fiberoptiğe geçecektim. Fakat beni yanılttılar. Neden geçemedim: PTT’ye gittim, hiçbir hazırlığımız yok dediler. NATO’ya gittim, hazırlığımız yok dediler. Sonuç olarak geçemedim. ‘‘ALLAHIM, BANA ÖYLE BIR IŞ VER KI, IŞIN ALTINDA ÖLEYIM’’ Mezun olduktan sonra iş hayatına girişiniz nasıl oldu? Mezun olduktan sonra doğruca devlet personel dairesine gittim. Çünkü o zaman bize diploma falan vermiyorlardı; sadece yazı gönderiyorlardı. Gittiğimde, “Sizi Rize’de şantiye şefi olarak uygun bulduk.” dediler. “Ben gidemem.” dedim. Karadenizlilerde hep bıçak, silah… “Ben oraya gitmek istemiyorum.” dedim. Başladı bana bağırmaya... “Niye bağırıyorsunuz?” dedim. “Biz sizi bu günler için okuttuk! Gitmek zorundasın.” dedi. Karşı çıktım, gitmedim. Çıktım dışarıya, Kızılay’da yürüyorum. Kafam sersem gibi… O sırada Turgut Bey’e rastladım. Turgut Özal’a. Abimizdir bizim. Kartal gibi elektrik mühendislerine açmıştı kanatlarını. “Boşver üzülme. Gel sen benimle.” dedi. O zaman elektrik işleri vardı Demirkapı’da. İki seneye yakın çalıştık Turgut Bey ile. Sonra evlilik sebebiyle İstanbul’a yerleşmek icap etti. Geri geldim Teknik Üniversite’ye. Okul beni iyi tanır, ona güvendim. Dekana “Yeriniz var mı?” dedim. Sınavlara aldılar. Almanca sınavı olsun, elektrik sınavı olsun, hepsine girdim. Öğle- den sonra beni geri çağırdılar, işim olmuştu. Birkaç yıl da okulda çalıştıktan sonra eşime dedim: “Ben artık serbest hayatı seçiyorum.” O da olur verince, bir büro tuttuk, çalışacağız; ama iş yok. Ellerimi kaldırdım havaya: “Allah’ım, bana öyle bir iş ver ki, işin altında öleyim.” dedim. Sonra bir yerden telefon geldi Karaköy’de. Küçük bir işletme. Adapazarı Devlet Hastanesi’nin elektrik işini almışlar; fakat bir türlü döşeyemiyorlar. “Ne isterseniz yaparım, projeyi hemen bitiririm.” dedim. Anlaştık. Böylelikle ilk işimizi yaptık, paramızı da aldık. Sonra işlerimiz yavaş yavaş açıldı. Taksim’de Dilson Oteli’nin elektrik işi çıktı, onu yaptık. Derken Karaköy’den vapurların kalktığı iskele yandı. Benim de 20-21 elektrikçim vardı ilanlardan yakaladığım. Beraber çalışıyorduk. Neyse bitirdik, iyi de para kazandık. Böyle işte yürüdük gittik. Hâlâ İTÜ ile bir bağlantınız var mı? Vardı. Geçen sene iki vakıf birleşti galiba. Şu an sadece derneklere üyeyim. Ama şundan bahsedeyim: Teknik Üniversite Mezunları Derneği bizim teşebbüsümüzle kuruldu ve hatta kitabı vardır onun. Benim adım da yazar orada. Sezai Türkeş ve Metin Akkaya ile birlikte kurduk. Biz ve birkaç arkadaş yönetim kuruluna seçildik, birlikte yürütmeye başladık. ‘‘BUGÜN BIZIM ÜNIVERSITEMIZ SÜPER DURUMDA’’ Günümüzde İTÜ’nün durumunu nasıl buluyorsunuz? Bugün bizim üniversitemiz süper durumda. Gülsün Sağlamer Hanım ve Demirel büyük kademe atlattı. Demirel balo yapıyordu, bütün paralı mühendisleri çağırıyorlardı baloya ve Demirel çıkıyordu mikrofona, herkesten para topluyordu. Gülsün Hanım da başarılı bir rektördü ve üniversitenin gelişmesi için Öğrenci temsilcisi olarak konuşma yaparken Öğrencilik dışında neler yaptınız İTÜ’de? Öğrenci temsilcisi olarak rektörle yakınlığınız sizi nerelere taşıdı? IEAS diye bir teşkilat vardı Avrupa’da. IEAS teknik talebe mübadelesi… Çağırdı beni rektör, anlattı. “Böyle böyle bir durum var. Sana Gümüşsuyu’nda bir oda vereceğim. Bir de sekreterin olacak. Bu IEAS işlerini sen yürüteceksin.” Kabul ettik, başladık. Bütün büyük firmalara yazılar yazdık, kontenjan istedik. Sonra yağmur gibi her taraftan teknik talebe isteği gelmeye başladı. Birçok öğrenciyi bu şekilde Almanya’ya, İtalya’ya, İngiltere’ye gönderdik. Bu çok büyük bir adımdı. Geleceğe bir adımdı. Üç ay kadar çalıştım bu projede. Gelmeyenler de oldu biliyor musunuz! İki üç yıl sonra dönüp, okulu bitirenler oldu. Gümüşsuyu Talebe Yurdu her türlü çalışmayı yaptı. Akreditasyonu Gülsün Hanım yaptı mesela. Akreditasyon heyeti gelince şaşırıp kalmıştı, “Bu ne kadar güzel bir üniversite!” demişlerdi. Bizim olduğumuz dönemde 3 tane üniversite vardı. Şimdi oldu 200 üniversite ama netice ‘sıfır’. Yabancı dil hakkında ne düşünüyorsunuz ? Ben orta birden beri Almanca öğreniyordum ama üç dile de karşıyım. Ne gerek var? Rusça yazılan kitap da İngilizce’ye çevriliyor, diğer diller de... İşte 6,5-7 milyara geliyor dünya nüfusu. Ben derim ki, yarısından fazlası İngilizce biliyor. Araplar biliyor, Japonlar biliyor, Mehmet Bey bilmiyor. En büyük eksiğimdir. Ben vallahi İngilizce öğreneceğim şimdi. Rahatım artık. Emekli oldum. Devreye çocuklar girdi. Artık öğreneceğim. Bak burada bir anımdan bahsedeyim. Asistanlığım esnasında hocalarla bir toplantıda dedim ki, “Bizim çocuklarımız çok akıllı çocuklar ama Anadolu çocukları hepsi, lisan bilmiyorlar. Orta Doğu Teknik bizi geçecek. Lisanı ön plana almamız lazım.” Bana “Bizim üniversitemiz milli üniversite.” dediler. Peki Eğitim sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz ? Radyo ile de bir bağlantınız olmuş? Biraz ondan da bahsedebilir misiniz? Bir gün rektör İlhami Civaoğlu ile konuşurBir gün rektör İlhami Civaoğlu ile konuşurken “Hocam Teknik Üniversite’yi Türkiye tanımıyor.” dedim. “Doğru söylüyorsun çocuk. Ama ne yapmamız lazım?” dedi bana. İstanbul Radyosu’nun en kıymetli programlarından “15 Günde 1 Programı” yapılıyor o zamanlar. Ben de gazetede okumuştum, konferans salonları hasarlıymış, tamirat yaptıracaklarmış. Anlattım İlhami Bey’e. “Ben gidelim konuşalım da bu programları alalım diye düşünüyorum. Söyleyelim radyo müdürüne. Onlar çalışmak ister, biz de para kazanmak isteriz” dedim. İzin verdi, gittim, “Bir teklifim var.” diye anlattım. Memnuniyetle kabul ettiler. İki taraf da birbirlerine yazılarını yazdı, başladık çalışmaya. Nasıl ilgi görüyor program, anlatamam! O zaman İstanbul’da 500 kişilik konferans salonu hiçbir yerde yok; sadece İTÜ’de var. Çok güzel bir salondu, yani her türlü imkanımız vardı. Ağzına kadar dolardı 9 ‘‘BEN HER ZAMAN ŞUNU DERIM OKUYACAK INSANA: MUTLAKA MÜHENDISLIK OKUMAN LAZIM. ATATÜRK’ÜN ZAMANINDA SANAT OKULLARI VARDI, BIR DE LISELER VARDI. SANAT OKULLARI TÜRKIYE’DEKI TEKNOLOJIYI OTURTAN INSANLARDI. ÇOK KALITELIYDILER. SON ZAMANLARDA DEĞIŞIKLIKLER VAR, TAMAMEN TEKNOLOJIYE DÖNÜLECEK, DÖNÜLÜYOR DA… ZATEN TEKNOLOJIDE BÜYÜMEYEN, YÜRÜYEMEZ EVLADIM. BU YÜZDEN GEREKSIZ ŞEYLERI OKUTMAK ÇOK YANLIŞ.’’ Ben her zaman şunu derim okuyacak inBen her zaman şunu derim okuyacak insana: mutlaka mühendislik okuması lazım. Atatürk’ün zamanında sanat okulları vardı, bir de liseler vardı. Sanat okullarında yetişen Türkiye’deki teknolojiyi oturtan insanlardı. Çok kaliteliydiler. Son zamanlarda değişiklikler var; tamamen teknolojiye dönülecek, dönülüyor da… Zaten teknolojide büyümeyen yürüyemez evladım. Bu yüzden gereksiz şeyleri okutmak çok yanlış. Bizi çok iyi yetiştirirlerdi. Fizikçimiz de çok iyiydi, bizi çok iyi yetiştirdi. Zaten ben dinlesem anlardım hemen. Üniversitede hiç zorlanmadım. Ama bir tane ders vardı ki: enerji nakli. Bir tek o kaldı, bitmiyor. “Şimdi girmeyeceğim bu sınava. Eylülde girerim.” dedim arkadaşlara, hemen itiraz ettiler. Neyse onların ısrarıyla girdim ben de. Bir sualler soruldu, aman aman! Matematiksel soruları yapabildim sadece ;ama geçtim o dersi. Şans işte… Denemek lazım. ‘‘FABRIKAM, BENIM HAPISHANEMDIR’’ Başarı sizce nedir? Bunun bir sırrı var mı? İTÜ öğrencilerine ne tavsiye ediyorsunuz? Ben çok çalışkanımdır. İş yerime işçilerden önce giderdim. Gece vardiyasına kalırdım işçilerle. Polietilen çuvallarının üzerinde uyuduğum oldu. Çok çalışırdım ve işimi sıkı takip ederdim. “Fabrikam, benim hapishanemdir.” derdim. Yani başarının şartları; disiplin, çalışkanlık, plan ve programdır bana göre. ARIYORUM ARALIK 2014 10 ASIRLARDIR ÇAĞDAŞ BİR SÜREDİR AÇ! Arıyorum’un Gurmeleri kampüsün merkezi sayılabilecek olan Merkezi Derslik Binası’nı (MED) başlangıç noktası kabul ederek önceden düşünüp, kararlaştırdıkları yemek yenilebilecek mekanları farklı açılardan değerlendirip, yorumlamak üzere yola koyuldular. FOTOĞRAFLAR: ERSAN GÖKTAŞ, UMUR CAN KAYA DOYURUCULUK: 9 LEZZET: 5 YER UYGUNLUĞU: 5 M HIJYEN: 8 ÇEŞITLILIK: 7 ÜCRET: 8 - 15 TL ED’den başlayan Gölet Kafe’ye olan yolculuğumu yürüyerek 15 dakikada tamamladım. Yürümek istemeyenlere alternatif olarak ring tercihi sunulabilir. Gölet Kafe içeride ve dışarıda oturma imkanı bulabileceğiniz bir mekan. Hava güzel olduğunda yer bulmak pek mümkün olmayacak gibi duruyor. İçeri girdiğimde ilk dikkatimi çeken ferah bir ortam olması idi. Yemekler self servis, sıraya geçip sipariş veriyorsunuz. Yaklaşık 5 dakika sırada bekledikten sonra soya soslu tavuk yemeye karar verdim. Bu menüye içecekle birlikte 11.90 TL ödedim. 8 dakika içinde hazır olacağı söylenen menü tam vaktinde geldi. Tabak: tavuk, spagetti ve püreden oluşuyordu. Doyuruculuğuna laf yok. Özellikle püresini çok beğendim ama soya soslu tavuk pek de lezzetli değildi. Gölet Kafe’de ızgara ve spagetti menüleri de mevcut. Ayrıca ev yemeği tadında 3 çeşitten oluşan menüsü de bulunmakta. Bu mekanda doyurucu bir menü yemek için cebinizde 8-15 TL bulunması yeterli olacaktır. Yolu gözünüzde büyütmüyor ve sessiz sakin bir yer arıyorsanız Gölet Kafe sizin için bir seçenek olabilir. DOLUNAY KAFE ZEYNEP DELİBALLI SİMMİT HASRET GÜL ÖZTOP PUAN Konuyla ilgili şu açıklama yapılmıştı: “Hukuka uygun olmayan bir şekilde AVM’yi bir kişi işletiyordu. Bu sebeple hukuki süreç başlatıldı. Bu defa AVM şahsa kiralanmayacak. Nasıl kiralanacağına ise ilgili kurul karar verecek ve daha hijyenik bir mekan olacak.” Rektör Mehmet Karaca, yeni açılacak mekanın üst katlarının bilim müzesine çevrileceğini ve yemek yeme alanlarının öğrencilerin sosyalleşme ihtiyacını giderici bir şekil alacağını da sözlerine ekledi. GÖLET KAFE ESRA TANIŞALI PUAN 2013-2014 öğrenim yıl dönümü sonunda kampüsümüzün en çok tercih edilen ve uğrak mekanı olan, gerek öğrenci bütçesine uygunluğu gerekse çeşitli yemek seçenekleri ile öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayan İTÜ AVM Sosyal Tesisi kapatıldı. PUAN ARIYORUM’UN GURMELERİ İŞ BAŞINDA... İTÜ AVM Sosyal Tesisi (AVM)’nin kapanışı ile birlikte Ayazağa Yerleşkesi’nde bir serzeniş furyası başladı: NEREDE YEMEK YİYECEĞİZ? Bu boşluğu fark eden Arıyorum İTÜ Gazetesi üyeleri, alternatif yemek mekanlarını belirleyip sizler için değerlendirdi. DOYURUCULUK: 10 LEZZET: 7 YER UYGUNLUĞU: 10 D HIJYEN: 8 ÇEŞITLILIK: 7 ÜCRET: 10 - 20 TL olunay Kafe’ye gitmek için başlangıç noktamız olan MED’den yola çıktım. 10 dakikada Dolunay Kafe’deydim. Yer bulma konusunda bir yaşamadım; hatta bir çok boş yer vardı. Mekanda self servis olmaması ve tüm masalara bakan tek bir garsonun olması dolayısıyla bir 10 dakika kadar beklemek durumunda kaldım. Menüyü elime aldığımda öğrenci bütçesine en uygun olan yemeğin tost olduğunu farkettim; ama yine de siz değerli okuyucularımıza bilgi vermek için tavuk pirzolayı seçtim. 14 Lira olan bu menüde; elma dilim patates, salata, makarna ve “sarımsaklı” havuç tarator vardı. Lezzeti fiyatına göre mükemmel değildi; normal bir yemekti. O fiyata başka yerlerde daha güzel yemekler yenilebilir. Temizlik açısından mutfağı pek görünmese de masalar temizdi. Ayrıca garson da kibardı. Toplam yarım saatte yemeği yedim. Yemekten sonra çay içmek isterdim lakin hemen karşısındaki Simmit’ te 1 TL olan çayı 2 TL’ ye içmek istemediğim için kalktım ve 1’de MED’e geri döndüm. Bu değerlendirmem sonrasında ne yazık ki kimseye “Dolunay’da güzel bir yemek yedim, mutlaka siz de yiyin.” gibi bir tavsiyede bulunamadım. O DOYURUCULUK: 7 LEZZET: 6 YER UYGUNLUĞU: 2 HIJYEN: 4 ÇEŞITLILIK: 4 ÜCRET: 8-12 TL kulumuz bünyesine geçen yıl katılan Simmit benim röportaj konum oldu. Açıkçası başlarda, AVM Sosyal Tesisleri kapatıldığından bu yana, kalabalıklığına kalabalık katan diğer işletmelerde de olduğu gibi Simmit’e gitmek gözümü korkuttu. Saat 12.10 sularında hareketime başladığım MED’den Simmit’in kapısından içeri girmem 4-5 dakikamı aldı. Simmit’e gelir gelmez sıraya girerek bir yandan ne yiyeceğimi düşünüyor, diğer yandan ise sıranın uzunluğuna bakıp ne kadar süreceğini hesaplamaya çalışıyordum. Yaklaşık 7-8 dakika sonra sipariş sırası bana geldiğinde: Kıymalı Pide, Cevizli-Havuçlu Kek ve Limonata sipariş ederek kasaya toplamda 8 TL ödedim. Tepsiye alacaklarımı koyduktan sonra zaman kaybetmeden içecek sırasına girdiğimde saat çoktan 12.25 olmuştu. İçecek sırasındaysa mikrodalgada ısıtılmış yiyeceklerim soğumaya yüz tutmuşken içeceğimi almam yaklaşık 8 dakika sürdü. 12.35’te bulduğum ilk masaya oturup öğle yemeğim için aldığım yiyecekleri yemeye başladım. Bütün yiyeceklerimi bitirdiğim esnada saat 13.00 olmuştu. Eşyalarımı toparlamış sıradaki talihsiz ve aç arkadaşımız için bulunduğum masayı boşaltmışken yarım kalan limonatamı da alıp kapıdan çıktım ve başlangıç noktamız olan MED’e doğru yürümeye başladım. Toplamda sipariş vermek, yer bulmak ve nihayet beslenmekle geçen süre yaklaşık 50 dakikaydı. Yiyeceklerimin tatları olması gerektiği gibiydi, elbette bir mikrodalgada ısıtıldığını göz önünde bulundurarak. Yer bulma ise bir kumardan ibaret. Havanın iyi olduğu günlerde çimenlere oturma gibi bir alternatife sahibiz en azından, lakin en kötü ihtimali hesaba katarak düşünmeliyiz. Rüzgarlı, soğuk veya yağışlı günlerde üşümeden karnımızı doyurmak bir muamma olarak göründü gözüme. Problemleriyle ve güzellikleriyle Simmit bu yazımızın konuklarından birisiydi. ARIYORUM ARALIK 2014 FANFAN KAFE EMİR ÜSTÜNIŞIK GABRONİT (MADEN) KAFE BÜŞRA BAYAT 11 İŞLETMECİLERLE RÖPORTAJ AYKUP ALP F DOYURUCULUK: 7 LEZZET: 6 YER UYGUNLUĞU: 9 PUAN PUAN Gölet Kafe: HIJYEN: 8 ÇEŞITLILIK: 9 ÜCRET: 15- 20 TL anfan, İTÜ’nün içinde minik bir butik kafe. Mekanın atmosferi Nişantaşı’ndaki kafeleri aratmayacak cinsten. Tabi bu atmosfer fiyatlara da yansımış. Zaten fahiş fiyatlarından ötürü olsa gerek, Fanfan Kafe İTÜ öğrencileri tarafından sık sık eleştiri bombardımanına tutuluyor. Bu ortamın tadını çıkarmak istiyorsanız kesenin ağzını biraz açmanız gerekebilir. Ben de bu hafta kumbaramı kırdım ve Fanfan Kafe’yi ziyaret ettim. Öncelikle itiraf etmem gerekir ki İTÜ’de bu kalitede bir alternatif bulunması hoşuma gitti. Siparişi kafenin işletmecisi olan Ayça Hanım aldı ve bana yemek tavsiyesinde bulundu. Tavsiyesine uyarak köfte porsiyon ve kola siparişi verdim. Toplam 18 lira tuttu. Tabi bu fiyata servis ücretinin dahil olmadığını hatırlatmak isterim. Genelde öğle yemeği için yemekhaneyi tercih ettiğimden dolayı self-servis sistemine aşinayım. Fakat bu fiyatların ödendiği bir işletmede servis hizmetinin olmaması açıkçası bana garip geldi. Sistem şu şekilde işliyor: siparişinizi veriyorsunuz, fişinizle beraber masanıza geçiyorsunuz ve yemeğiniz hazır olduğunda size sesleniyorlar. Bana 15 dakika boyunca midemden başka seslenen olmadı. Sonunda midemin sesine kulak vererek içeriye gittim ve siparişimin hazır olduğunu gördüm. Köftelerin çok standart bir lezzeti vardı. Zaten pilavla patates kızartması mı garnitür, köfte mi garnitür pek anlayamadım. Açıkçası lezzet olarak da verdiğim paraya değen bir yemek değildi. Ben de ödediğim parayı bol bol barbekü sosu kullanarak kompanse etmeye çalıştım. Şahsi görüşüm: Fanfan’ın öğle yemeği için ideal bir seçenek olmadığıdır. Lakin arkadaşlarınızla kampüs içerisinde bir şeyler içip muhabbet etmek istiyorsanız, Fanfan’ın verandası hoş bir tercih olabilir. M DOYURUCULUK: 9 LEZZET: 7 YER UYGUNLUĞU: 7 HIJYEN: 8 ÇEŞITLILIK: 7 ÜCRET: 15- 20 TL aden Fakültesi’nin iki yıldır beklenen kafesi Gabronit, sonunda kapılarını açtı. Böylece biz de Arıyorum İTÜ Gazetesi olarak, müşterilerine ulaşmak için uzun süredir bekleyen Gabronit Cafe’yi de kampüs içi yemek değerlendirmemize aldık. Bu çiçeği burnunda mekanı keşfetme işi de bana düştü. İşte değerlendirmem: Başlangıç noktası olan MED’den Maden Fakültesi’ne ulaşmam 5 dakika kadar sürdü. Yeni olması dolasıyla hem iç mekanın, hem de müşterilerin görebileceği şekilde tasarlanmış mutfağın temiz olduğunu fark ettim. Henüz çok sayıda masanın bulunmadığı kafenin artı yönlerinden biri de, güzel havalarda tercih edilebilecek olan dış mekan seçeneği... Yemeklerin self servis olması dolayısıyla girdiğim sırada 3 dakika kadar bekledikten sonra yemeğimi almış, masama dönmüştüm. Menümde, günün çorbası, pilav ve sebzeli köfte vardı. İçecek olarak da ayranı tercih ettiğim bu menüye toplamda 10 lira ödedim. Yemekhane yemeklerine alternatif olarak hazırlanan bu günlük yemeklerin dışında oldukça geniş bir ürün çeşitliliği de mevcut. İsterseniz hamburger, makarna ya da ızgara seçenekleriyle de karnınızı doyurabilirsiniz. Üstelik bir ızgara menü ve bir içecek alarak günlük menüyle aynı ücreti, yani 10 lira ödeyerek... Tüm bunların yanında, yediğim yemeklerin lezzeti için çorba ve ana yemeğe tam puan verirken, pilavın yemekhane pilavının yanında solda sıfır kaldığını, doyuruculuk bakımından da oldukça başarılı bir menü olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kafeye geliş, yemek ve MED’e geri dönüş olarak toplam 45 dakika süren bu yemek değerlendirmemden yola çıkarak, Gabronit Kafe’nin yemekhaneye güzel bir alternatif olabileceğini düşünüyorum. Yemekhanede günün menüsünde kötü bir çorba, hindili bir ana yemek ve yanında yemek istemediğiniz sebzeler varsa ve o canım AVM sorunu hala çözülememiş ve siz de 5 liralık öğrenci menüsünden yiyemiyorsanız, Gabronit Kafe’de bir 10 lirayı gönül rahatlığı ile gözden çıkarabilirsiniz. GÖLET SİMMİT GABRONİT Gölet Cafe işletmecisi Fatih Aytek, fiyatlarının genel olarak uygun olduğunu düşündüklerini belirtti. Hatta bazen menülerinde olmamasına rağmen çeşitli ikramlarda bulunduklarını belirtti. Gölet Cafe işletmecisi Fatih Bey, örnek olarak: menülerine öğrenciler doysun diye bir süredir çorba eklediklerini ve bunun için ek bir ücret almadıklarını söyledi. Menülerinin doyuruculuğu ile ilgili “Biz daha doyurucu olsun diye patates püresi veriyoruz.” açıklamalarında bulundu. Menü hazırlarken öğrenci ile sürekli iç içe olduklarını ve öğrencilerin talepleri üzerine menü oluşturduklarını belirtti. Durumu kötü arkadaşların durumunu dile getirdiğimizde “Bize öneri ile gelin, 5-6 liralık uygun bir menü oluşturalım.” şeklinde sıcak bir açıklama geldi. Cafe olarak, öğrenci için her öneriye açık olduklarını belirtti. Fanfan Kafe: Fanfan Cafe diyince herkesin aklına okuldaki belli bir kesimin gittiği kafe geliyor. Kafenin işletmeci Ayça Pars’a biz de tam bu soruyu sorduk. “Hitap ettiğiniz kesim hangisi?” Ayça Hanım bu soruya “Biz aslında bütün İTÜ öğrencilerine hitap ettiğimizi düşünüyorduk; ama gelen eleştirilere bakacak olursak, öyle değilmiş.” diyerek fiyatların yüksek olduğunu kabul etti. Buna gerekçe olarak: kullanılan malzemenin çok kaliteli olduğunu ve o malzemelere göre fiyatların uygun olduğunu belirtti. Çay, kahve fiyatlarının uygun olduğunu belirten işletme sahibi: “Bizim menümüz aslında çok da sanıldığı gibi değil. Tost 4 TL. Herkes yiyebilir. Sahanda yumurta (1 yumurta ile) 5 TL. Fiyatlar uygun.” Açıklamasını yaptı. Dolunay Kafe: Dolunay Cafe ile yaptığımız görüşmede işletme sahibi Adem Gülcü, bize fiyatlarının yüksek değil normal olduğunu ve menülerinin de doyurucu olduğunu belirtti. Biz "Öğrenciler fiyatlarınızı yüksek buluyor." dediğimizde ise bize yemek için kullanılan malzemenin fiyatı, çalışan garsonların maaşı, sandalye ve koltukların rahatlığı ve hatta yerdeki halının bile fiyatından dolayı yiyecek içeceklerin bu fiyatlarda olduğunu söyledi. Ayrıca Adem Bey çay kahve fiyatları için de, "Buraya bazen müşteriler geliyor ve 1 çay içip saatlerce oturuyor. Bu yüzden çay 2 tl." şeklinde açıklamalarda bulundu. Simmit ve Gabronit Kafe: İşletme sahibi ile röportaj yapamadık. Değerlendirmemiz sonrasında kendilerine doğan söz haklarını değerlendirmek isterlerse, gazete olarak her zaman görüşmeye açık olduğumuzu belirtiyoruz. DOLUNAY FANFAN ARIYORUM ARALIK 2014 12 ÜNİVERSİTENİN TOPLUMDAKİ YERİ: GEREKLİLİKLER VE GERÇEKLER II Planck Enstitüleri adı altında sürdürmektedirler ve faaliyet alanlarını fen ve mühendislik bilimlerinden sosyal bilimlere kadar genişletmişlerdir. Bu kurumlarda Almanya’nın en gözde bilim insanları çalışıyordu ve bu kişilere devlet neredeyse sonsuz bir özgürlük tanımıştı. gitmiş” dedi. Bunun üzerine “Yahu, siz burada aşağılık kompleksine kapılmadan nasıl çalışıyorsunuz?” dedim. Ben bir keresinde Potsdam’da Einstein’ın da bir zamanlar içinde çalıştığını bildiğim Helmholz Merkezini gezerken, Teorik Fizik Enstirıyorum’un 27. sayısında yayımlanan tüsünün yerini sorduydum. Beni gezdirmekte bu yazının ilk kısmında, üniversite olan Alman dostlarım gülmeye başladılar. Bu kavramının kısa bir tarihini verdikten gülmenin nedeni, Teorik Fizik Enstitüsü’nün sonra, araştırma üniversitesinin nasıl ortaya yeri söylenince ortaya çıkçıktığından bahsetmiştim. tı: “Enstitü, Profesör AlBu kurumun yirminci yüzbert Einstein’ın apartman Üniversite kuruyıldaki gelişmesini ise onArada bir Einsdokuzuncu yüzyıldaki eğimunun yirminci dairesiydi. tein ve araştırma arkadaştim kalitesi ve bu kalitenin yüzyıldaki geliş- ları evde toplanır, Bayan bilimsel araştırma olmadan Elsa Einstein’in yaptığı yükseltilemeyeceği kaygımesini, ondokuzuncu kekler ve kahve eşliğinde sı yerine iki değişik faktör tartışmalar yaparyüzyıldaki eğitim kali- bilimsel yönlendirmiştir: Savaşlar lardı.” Enstitü’nün işlevi ve artan nüfus. Bu yazımda tesi ve bu kalitenin bi- bundan ibaretti. Ancak savaşların etkisinden bahseenstitünün, başta genel limsel araştırma olma- bu deceğim. izafiyet teorisi olmak üzedan yükseltilemeyeceği re yaptıkları yirminci yüzBirinci Dünya Savaşı’nda, fiziğine yön veren en kaygısı yerine iki de- yıl savaşan devletleri yakınönemli gelişmeleri tayin dan ilgilendiren gelişmeler, ğişik faktör yönlendir- eden şeylerdi. Helmholz teknik gelişmelerdi ki bunenfes yerleşların başında da patlayıcı miştir: Savaşlar ve ar- Merkezinin kesini gezerken, patikalaimâli, çelik endüstrisi ile tan nüfus. Bu yazımda ra verilen isimler gözüme uçan silâhlar geliyordu. Bu takıldıydı: “Schwarzschild gelişmelerin yapıldığı yersavaşların etkisinden yolu” (Schwarzschild ler genellikle mühendislik çapı kavramını yaratan bahsedeceğim.’’ kurumları ile kimya fakültekişi) “Freundlich” yolu leriydi. Mühendislik fakül(Einstein’in genel izafiyetiteleri yerine mühendislik kurumları demenin testinin planlarını yapan kişi) ve nihayet, min nedeni ise mühendislik araştırmalarının tabii meşhur Einstein Kulesi. Einstein Kulesi önemli ölçüde üniversiteler yanında bireyler içindeki teleskopta bulunan, Zeiss firmasının ve mühendislik şirketleri tarafından yürütül1915’te yaptığı 1,5 metre çapındaki mercek o mesiydi. Almanya’da Krupp şirketi hem ordukadar mükemmel ki, bugünün astronomisiya, hem de donanmaya zırh ve top şeklinde nin ihtiyaçlarına cevap verebilecek gözlemsilâh sağlamakla kalmıyor, bunlar üzerinde lerin yapılmasında kullanılabiliyor. Helmholz yapılan araştırmalara önemli paralar harcımerkezindeki konferansımı verdikten sonra yordu. Havacılıkta ise Zeppelin, Dornier, Heyerbilimleri binasına doğru yürürken birden inkel gibi mühendislik firmaları oluşmuş veya sevgili meslektaşım Prof. Onno Oncken “dur, bunların temellerini atacak bireyler harekete dur” dedi. “Üzerine bastığın taşın ne olduğugeçmişlerdi. nun farkında mısın?” Ayaklarımın altına baktım: Pembe bir konglomera. “Rotliegendes Ancak Almanya bunlarla yetinmedi: Kaiser mi?” diye sordum. Onno güldü, “hayır hayır: Wilhelm Araştırma Enstitüleri adı altında o taş, yerçekimi ivmesinin virgülden sonra bazen üniversitelerin içinde bazen onların dıbeşinci haneye kadar ilk ölçüldüğü yeri işaret şında olabilen, tüm işleri temel araştırma yapetmektedir. Herhalde Rotliegendes’den bir taş mak olan kurumlar oluşturuldu. Bu kurumalmak, bunu işaretlemeyi düşünenin hoşuna lar, Almanya’da bugün dahi varlıklarını Max Ancak, Berlin/Potsdam Teorik Fizik Enstitüsü’nün yaptıkları, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş esnasında üniversitelerde bilimin teşkilatlanmasını kökünden değiştirdi. Bir nükleer bombanın yapılmasının E=mc2 formülüyle imkân dahiline girmesi, roket biliminde ve roket yakıtlarında yapılan gelişmeler, uçakların yaptığı muazzam sıçrama, ilk defa Nazi Almanyasında “Grossprojekt” (=büyük proje) kavramını doğurdu ve devlet doğrudan kendi gücünü arttıracak araştırma projeleri etrafında bilim adamlarını toplayarak, tarihte daha önce görülmemiş bir şekilde kesenin ağzını açtı. Hem üniversiteler ve Kaiser Wilhelm Enstitüleri hem de başında Profesör Willi Messerschmidt’in bulunduğu Messerschmidt, Dornier, Heinkel, Junkers gibi uçak firmaları birden büyük imkânlara kavuştular. Ancak bunun yanında Naziler, gene tarihte görülmemiş bir aptallık yaparak ülkelerindeki Yahudi ve solcu bilim adamlarını tasfiyeye başladılar. Bu kişiler ya konsantrasyon kamplarına yollandılar ya da ülke dışına kaçtılar. Bu kişilerin bazıları, bilindiği gibi Türkiye’ye geldi; bazıları da Amerika’ya gitti. Amerika’ya gidenler, karşılarında zengin bir ülke buldular. Bu zengin ama bilimsel geçmişi Avrupa’ya nazaran mütevazı ülke, bilime, bilgiye açtı ve gelen Avrupalı sığınmacılara büyük saygı duyuyordu (Türkiye’dekinin tersine: Türkiye’de sözde üniversite hocaları, Almanlar gitsin diye Beyazıt Meydanında miting yapmakla meşguldüler). Bu sığınmacılar Amerika’ya Humboldt’un araştırma üniversitesi kavramı ile Nazilerin devlet desteğinde gelişen Grossprojekt kavramını öğrettiler. İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması, Pearl Harbor baskını ile ABD’nin savaşın içine çekilmesi ve Almanya’nın dudak uçurtan gücü, Amerika’ya sığınmış Nazi kurbanlarının Amerikalı politikacıları ikaz etmesine yol açtı. Macar Leo Szilard’ın yazdığı bir mektubu imzalayan Alman Einstein, bu mektupla ve diğer bazı konuşmalarıyla Başkan Roosevelt’e Almanya’nın Çekoslovakya’dan uranyum ihracını durdurduğunu, Norveç’te ağır su fabrikalarının kurulduğunu, bunlardan da Üçüncü Reich’ın bir atom bombası peşinde olduğunun anlaşıldığını bildiriyordu. Almanya’da kalan Prof. Dr. A. M. CELÂL ŞENGÖR [email protected] A ‘‘ İTÜ’deki Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü de bu kurumlardan esinlenerek ve İTÜ gerçeklerinin gerekleri düşünülerek kurulmuştur. bilim insanlarının üstün kalitesini vurgulayan Einstein, Hitler’in pek yakında balistik füzelerle beraber bir atom bombasına sahip olmasının büyük bir olasılık olduğunu hatırlatıyordu (Nordhausen’den atılıp New York’u vuracak A9-A10 roketinin gerçekten yapılmış olduğunu hatırlayalım). Bu mektup Amerikalıları harekete geçirdi: Alman Hans Bethe başkanlığında (aslında başta Almanya’da Göttingen’de okumuş Robert Oppenheimer adlı bir Amerikalı müdür vardı, ama beyin Almanlardaydı) meşhur Manhattan Projesi oluşturuldu. Sonunda atom bombasını Almanya’da kalan Almanlardan önce yapan Amerika’daki Almanlar ve onların Amerikalı yardımcıları ve öğrencileri ABD topraklarında ilk Grossprojekt örneğini vermişler, bunun sonuçlarıyla da dünyanın ağzını açık bırakmışlardı. Bu Grossprojekt birden ABD’yi dünyanın rakipsiz lideri yaptı (Bu arada faşist İtalya’dan kaçan Enrico Fermi’nin de ilk atom pilini Chicago Üniversitesi’nde faaliyete geçirdiğini hatırlatayım. İtalya’da üniversitelerin ve bilimin gelişmesi de ileride ele almak istediğim konular arasındadır). Burada Almanların üstünlüğünün bir gelenekten geldiğini okuyucu belki fark etmiştir. Bu gelenek ta Kant ile onsekizinci yüzyıl sonunda başlayan, üniversitede dinsel kavramların baskınlığına yapılan başkaldırı ile hemen ardından Wilhelm von Humbodt’un icat ettiği “araştırma üniversitesi” kurumu ile başlayan bir gelenektir. Bu gelenek Avrupa’da hızla yayılmış, tüm uygar Avrupa ülkelerini etkilemiştir. Ne acıdır ki, bu geleneğin Avrupa’da giremediği tek yer, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Balkanlardır. İstanbul ve Balkan kökenli bir avuç entellektüelin çabaları, ülkedeki genel havanın olumsuzluğu ve ellerindeki imkânların kısıtlılığı nedeniyle, II. Mahmud ve II. Abdülhamid gibi padişahların verdikleri desteğe rağmen, hiçbir kurumsal temel atamamıştır. Bunun çok güzel bir resmini, Bosna-Hersek’te Osmanlı’nın 400 senede yapamadığını Avusturya-Macaristan’ın kırk senede yaptıkları gözler önüne sermektedir. Osmanlılarda ne yazık ki ne bir Kant, ne de bir von Humboldt vardı. Bu kişilerin içinde yetiştikleri ortam da yoktu. Bu ortamı da daha sonraki yazılarımda ele alacağım. Yukarıda anlatılan gelişmelerin Amerikan ve daha sonra Avrupa üniversiteleri üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerini bir sonraki yazımda irdeleyeceğim. ARIYORUM ARALIK 2014 Hep teknik App Teknik FARUK YILMAZ, [email protected] A kıllı telefonlar son 3-4 yıldır hayatımızda büyük bir yer kaplamaya başladı. Özellikle gençlerin, zamanlarının büyük bir kısmını telefonla geçirdiği ise tartışılmaz 13 bir gerçek. Telefonlarımızda geçirdiğimiz zamanı daha verimli hale getirmek için öğrencilerin hayatını kolaylaştıracak mobil uygulamalardan bahsettiğimiz yazımızı sizlerle paylaşıyoruz. Ücretsiz videolu eğitim portalı Yazılı, sesli, dahası görüntülü (Android/IOS/WinPhone) (WinPhone) Khan Academy Bing Translator Khan Academy kâr amacı gütmeyen bir organizasyon. Uygulamanın amacı isteyen herkesin, istediği an, istediği yerde ücretsiz eğitim alabilmesini sağlamak. Uygulamanın amacı Fiz101E’yi BA, Mat281’i BB getirmemize yardımcı olmak. Nasıl mı? Uygulamayı indirip, o hafta vizesi olacak dersi bulup, ister İngilizce ister Türkçe ders videolarını izleyip, fotokopiciden aldığınız çıkmış soruları çözerek... 1500’ü geçkin ders videosunu Türkçeleştiren ekibe de teşekkürü borç biliyoruz. Microsoft’un en başarılılarından olan ve ses çeviri kalitesinde Google Çeviri ile yarışabilen bir uygulama. Kamera özelliğinden de bahsedecek olursak, çevirmek istediğimiz yazıya doğrulttuğumuz zaman diğer uygulamaların aksine kelime kelime değil, kamera açısının görebildiği tüm kelimeleri çevirebilmesi en büyük artısı. Kolay kaynakça oluşturma EasyBib (Android/IOS) Fotoğrafını çek, PDF yapsın Cam Scanner (Android/IOS/WinPhone) EasyBib, ING201 alan üniversite öğrencilerinin ve hatta tez yazan yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin de işini kolaylaştırabilecek güzel bir uygulama. Eğer tez yazıyorsanız kaynakça yazma işini bu uygulamaya bırakabilirsiniz. Tek yapmanız gereken kaynak aldığınız kitabı seçmek ve uygulamanın APA6 standartlarına göre yazdığı kaynakçayı mail adresinize göndermek. Oyunlar eşliğinde dil öğrenme Duolingo (Android/IOS/WinPhone) CamScanner, fotoğrafını çektiğiniz ders notunu PDF dosyası haline getirebilen bir uygulama. Üstelik kullanımı oldukça basit. Her derste ön sırada oturan kızdan defterini istedikten sonra sayfaların fotoğrafını çekiyoruz; CamScanner onu otomatik algılayarak çerçeve içine alıyor. Kenarlarındaki gereksiz alanları kırptıktan sonra rengini ayarlıyor, kısa süre içerisinde o fotoğrafı işleyerek taradıktan sonra PDF dosyası haline getiriyor. Oldukça basit arayüzlü, telefonda oyun oynarken zamanınızı boşa harcamak yerine yeni bir dil öğrenmeyi tercih ettirecek kadar hoş bir dil öğrenme programı. Uygulamamız Google Play’de ‘’2013 En İyilerin En İyisi’’ seçilmiş. Kelime haznenizi geliştirmenize katkıda bulunan program, seviyeler şeklinde düzenlenmiş ve size keyifli bir çalışma sunuyor. Tasarımlarınızı kağıda dökmek için Problemi çözmeden susmaz Paper (IOS) 2012’de En iyi iPad uygulaması olarak Apple Tasarım Ödülünü alan bir uygulama. Taşkışla Ortabahçe’de otururken aklınıza herhangi bir fikir mi geldi? Onu hemen çizgilere, yazılara dökmeniz gerekiyorsa, bu uygulama tam size göre. Diyagramlar, notlar, kabataslak çizim ve dahası…. Alarm Clock Xtreme Free (Android) “Sabah kalkar çalışırım.” diyerek alarmı erteleye erteleye ertesi güne geçenlerden misiniz? Bu uygulama sabah alarm çalınca uyandığınızdan emin olmak için size matematik problemleri soruyor ve siz bunları çözmeden susmuyor. Ayılmadan çözebilene ise, uyku bedava! ARIYORUM ARALIK 2014 14 DALAI LAMA EMİR ÜSTÜNIŞIK [email protected] HELEN KELLER ECMEL SERRA PÜSKÜLLÜ [email protected] Helen Keller, Amerikalı ve oldukça başarılı bir pedagog ve yazardır. Onu özel yapansa tamamıyla hayranlık ve saygı duyulacak yaşam öyküsü… ABD’nin Alabama Eyaleti Tuscumbia şehrinde 1880’de doğan Helen Keller, 2 yaşına kadar gayet sağlıklı bir bebekti. Ancak 2 yaşını doldurmaya birkaç ay kala geçirdiği ateşli hastalık, onun tüm hayatını değiştirdi. Hastalığı atlatmıştı ama hastalıkla beraber Helen’in tüm görme ve işitme yetileri de gitmişti. Helen, yaşamının birkaç yılında kendince ailesiyle iletişimini sağlayacak işaretler geliştirmişti ancak daha fazlası gerekliydi. İnsanlarla iletişim kuramadıkça hırçınlığı artıyordu. Bu da, etrafındakilerin, onun zihinsel faaliyetlerini kaybettiğine inancını güçlendiriyordu. Empati kurmak önemlidir, ancak bu küçük ve hırçın kızın yaşadıkları için empati kurmak hiç de kolay değildi; anlatamıyor, anlaşamıyordu. Aile, Doktor Graham Bell’e, evet telefonun babası olan Graham Bell’e, Helen’in eğitimi için başvurduğunda Helen, 7 yaşına gelmiş ve hırçınlıklarıyla başa çıkılamaz hale gelmişti. Graham Bell o zamanlar Boston’da sağır ve dilsiz çocuklara okuma yazma öğretmeleri için öğretmen yetiştiren bir okulun başındaydı. Neticede, Bell’in önerisiyle Helen için Boston’daki Perkins Okulu’ndan bir öğretmen çağırıldı. Bu kişi o zamanlar 20lerinde olan Anne Mansfield Sullivan’dı. Yıllar sonra kendi hayat hikâyesini anlattığı “The Story of My Life” adlı kitabında Helen, “Hayatımın hatırladığım en önemli günü, öğretmenim Anne Mansfield Sullivan’ın bana gelişidir.” diyecekti. “Sabah, öğretmenim geldikten sonra odasına girmeme izin verdi ve bana bir bebek verdi. Perkins Okulu’ndaki kör bir çocuk bunu yollamış ve Laura Bringman onu giydirmişti ama bunu sonradan öğrenecektim. Bir süre onunla oynadıktan sonra, öğretmenim elime “d-o-l-l” kelimesini heceledi. Bu parmak oyunu hoşuma gitmişti ve taklit etmeye çalıştım. Nihayet harfleri doğru yaptığımda çocuksu bir sevinç ve gurur duymuştum. Merdivenlerden aşağı anneme koştum ve elimi kaldırıp “doll” kelimesini yaptım. Bir kelimeyi hecelediğimi ya da kelime diye bir şeyin olduğunu bilmiyordum. Sadece parmaklarımı maymun gibi taklit ediyordum. Takip eden günlerde bu anlaşılmayan yolla bir sürü kelimeyi hecelemeyi öğrenmiştim. Öğretmenimin benimle olduğu birkaç hafta içinde, her şeyin bir adı olduğunu öğrendim.” Helen Keller hastalıktan öncesiyle arasında bağ kuran tek sözcükten, “su”dan hareketle, aslında her şeyin bir adı olduğunu öğrenmişti. Braille alfabesini öğrendikten sonra okumaya ve yazmaya başlamıştı. Hatta bunlarla yetinmeyip diğer insanlar gibi konuşabilmeyi istedi ve sağırlar okuluna gitti. Tam anlamıyla olmasa da sesini kontrol edebilmeyi öğrendi. Eğitime önem veren Keller, 1900 senesinde Radclif- fe Koleji’ne gitti. Tüm eğitim hayatı boyunca Anne Sullivan onun yanındaydı. Tüm derslere birlikte girdiler ve Annivan, dersleri Helen’e heceledi ve daha sonra çalışabilmesi için Braille alfabesi ile yazıya geçirdi. Sonuç olarak, Helen burayı da tüm diğer “normal” öğrenciler gibi başarıyla ve 4 senede bitirdi. Bu tarihte bir ilkti. Lhamo Thondup, nam-ı diğer Tenzin Gyatso, 14. Dalai Lama’dır. Dalai Lama, Budizm öğretisinin başöğretmeni olduğu gibi, Budistlerin de ruhani liderliğini yapmaktadır. 14. Dalai Lama dini ve politik özgürlüğün yaşayan bir sembolüdür. Hayattaki en büyük amacın ayığımız mutlu olmak olduğuhanidir nu söyleyen Dalai Lama, hayatımızın teşrife kapalıydı. ve varoluşumuUzun bir aradan sonzun umuda bağlı olduğuna inanır. ra denize açılmaya ha- K zır. Dalga, vapur ve martı “Eğer gerçekten öğrenmeye hevesseslerinin ahenk ile oluşliysek, düşmanlarımızı en iyi öğturduğu senfoniye kulak retmenlerimiz olarak görmelivereceğimiz bu yolculuğuyiz.” muzda bizlere birbirinden Kolejde hayat 13. Dalai Lama’ya hikâyesini anlattığı ait olan ve olmaözel iki misafirimiz eşlik “The Story of My Life” yan çeşitli kutkitabını yazarak büsal emanetler ediyor: Hayat felsefesiyle inyük bir ilgi çekti. Kitave oyuncaklar bı 50 ayrı dile çevrildi. Lhamo’nun önüsanlara adeta bir yol gösKörlük, sağırlık, sosyal ne konduğunda olaylar ve kadın hakları terici olan Dalai Lama ve henüz 2 yaşındakonusunda kitaplar yazdır. Bir önceki Damaya devam etti. engellere meydan okuyan lai Lama’nın eşyalarını doğru seçerken aydınlatıcı yaşam öyHayatını oldukça aktif heyecanlı bir şekilde geçiren Keller, özürlüler “Bu benim! Bu beküsüyle Helen Keller. ve kadınların hakları için nim!” diye bağırdığı mücadele etti. 1921’de hala söylenir. Böylece TenKeyifli bir yolculuk aktif olan Amerikan Körler zin, 13. Dalai Lama’nın Vakfı’nın kuruluşuna katıldı. reenkarnasyonu olarak olması dileğiyle, 1936 yılında Anne Sullivan’ın kabul edilir ve Dalai Lama ölümüyle bundan sonraki yaunvanını alır. Tibet’in başiyi okumalar.. şamını tamamen vakıflara adadı. Amerikan Körler Vakfı ve Amerikan Denizaşırı Körler Teşkilatı’nda danışmanlık yaptı.1946-1957 yılları arasında 35 ülkede konferanslar verdi ve geniş kitlelere seslendi. Helen Keller 1968 yılında yani 88 yaşında Vesborg’da kendi evinde hayata veda etti. Washington ulusal katedralinden, on binler tarafından saygıyla uğurlandı. kenti Lhasa’ya getirilen Tenzin, burada birçok başarılı öğretmenden Budizm felsefesini öğrenir. Öğretmenleri arasında “Tibet’te Yedi Yıl” kitabının yazarı olarak tanıdığımız Avustralyalı dağcı Heinrich Harrer da vardır. 11 yaşında tanıştığı Heinrich Harrer, Tenzin’e diğer öğretmenlerinden farklı olarak dış dünyayla ile ilgili bilgi verir. Dostluk- ları Heinrich’in ölümüne kadar devam eder. “Merhamet duygusal bir tepki değildir; mantık üzerine kurulmuş sıkı bir bağlılıktır. Bu yüzden, başkalarına karşı merhametimiz, onlar bize kötü davrandıklarında bile değişmemelidir. Başkalarına karşı olan sorumluluk duygumuz, onların problemlerine fiilen yardım etme arzusunu doğurur.” 15 yaşında Tibet’in devlet başkanı olarak atanan Tenzin, genç yaşına rağmen Tibet’in en önemli politik yöneticisi olmuştur. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Tibet’i işgal etme teşebbüslerine rağmen Çin hükümetine karşı 9 yıl boyunca barışçıl ve şiddet karşıtı bir politika izlemiştir. İşgallerin şiddetinin artması ve Çin ordusunun yaşadığı şehir Lhasa’yı kuşatma altına alması üzerine, Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA yardımıyla yaklaşık 80.000 Tibetliyle beraber Hindistan’a kaçırılır. Tibet kültür mirasını, dinini, tarihini ve eğitimini devam ettirmek suretiyle Dharamshala’daki Sürgündeki Tibet Hükümeti’ni kurar. Bu bölge sık sık “Little Lhasa” adıyla anılır. Dalai Lama, Tibetlilerin haklarını savunmak adına uzun yıllar Birleşmiş Milletler’de aktif rol oynamıştır. Tibet’in özgürlüğü için mücadelesi ve barışçıl sonuç için gayretlerinden ötürü (aynı zamanda Mamatha Ghandi’nin anısını kısmen mükafatlandırmak için) 1989 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülür. 29 Mayıs 2011 yılında Merkezi Tibet Yönetimi’nden emekli olan Dalai Lama, şu anda nükleer silahsız bir dünya için avukatlık yapmakta ve Nükleer Çağı Barış Kuruluşu’nun danışman birliğinde görev almaktadır. “Ne zaman mümkünse nazik olun. Her zaman mümkündür.” 14. Dalai Lama’nın üç ana sorumluluğu vardır: basit insani değerleri yükseltme, dinler arası ahengi teşvik etme ve Tibet halkının refahı... İlk sorumluluğu: merhamet, bağışlama, tahammül, hoşnutluk ve öz disiplin gibi insani değerleri yükseltmektir. İkinci sorumluluğu: dinler arası ahengi teşvik etmek ve dünya çapındaki büyük dinlerin gelenekleri arasındaki anlayış ortamını sağlamaktır. Felsefi farklılıklarına rağmen bütün büyük dinlerin, aynı derecede “iyi insan” yaratma potansiyeline sahip olduğunu söyler. “Dalai Lama” unvanını taşıyan Tenzin Gyatso’nun üçüncü sorumluluğu ise barış ve şiddet karşıtı bir kültür olan Tibet’in Budist kültürünü muhafaza etmektir. Dalai Lama’ya göre mutluluk ne demek? “Ben genelde mutluluğu daha çok tatmin anlamında betimlerim. Mutluluk illa da bir zevk tecrübesi değildir. Derin tatmin getirebilecek doğal bir tecrübedir. Mutluluk, huzurla yakından alakalıdır. Bu huzur öncelikle iyi kalplilikten gelir ve başkalarına karşı hastalıklı düşünceleri ve güvensizliği azaltır.” Çağımızın en büyük problemi “yalnızlık” hakkında Dalai Lama ne düşünüyor? “Biz sosyal hayvanlarız. Bu yüzden arkadaşlık esastır ve arkadaşlık güven duygusuyla beraber gelir. Korku ve güven birbiriyle ters konseptlerdir. Büyük şehirlerde bir sürü insan ben merkezcil bir hal takınır ve sevgiden habersizlerdir. Bununla beraber çok fazla rekabet duygusu ve ardından kıskançlık gelir. Kıskançlık güvensizliği getirir. Güvensizlik hayal kırıklığını ve korkuyu getirir; böylece aniden yalnızlık duygusu etrafı sarar . Yani yalnızlık çevrenin getirdiği bir duygu değil, sizin aklınızın yarattığı bir şeydir. Hala umut vardır. Bir ant için ve hayatınızla ilgili daha derin bir amaç arayın. Yeni bir insan yaratın: aynı beden, ama yeni bir insan.” ARIYORUM ARALIK 2014 15 KİTAPLARIN BEYAZPERDEYE FANTASTİK FİLMLER HAKKINDA ‘‘FANTASTİK’’ YOLCULUĞU Dracula ZEYNEP DELİBALLI [email protected] F antastik edebiyatın sinemadaki ilk örneklerinden biri Bram Stoker’ın aynı adlı eserinden uyarlanan Drakula filmidir. Bram Stoker, vampirler ve Drakula hakkındaki bilgilerini İngiliz gezgin Emily Gerard tarafından yazılan “Ormanın Ötesindeki Topraklar” isimli gezi kitabından almıştır. Aslında kitabın adını “Kont Vampir” koymak isteyen Stoker, Gerard’ın 3. Vlad, Romanya ve Transilvanya hakkındaki notlarını okuduktan sonra romanın adını “Drakula” olarak değiştirmiştir. Romanın sinemaya ilk uyarlanması olan Nosferatu - Bir Dehşet Senfonisi’ni, Alman dışavurumcu Friedrich Wilhelm Murnau illlegal yolla yapmıştır. Murnau daha sonra Stoker’ın karısının gazabına uğramış ve filmin tüm kopyaları Stoker’ın karısı tarafından toplatılmaya çalışılmıştır. Daha sonra kitaptan çok etkilenen ve filmin büyük bir gişe getireceğini fark eden Universal’ın kurucusu Carl Laemmle’nin oğlu olan yapımcı Carl Laemmle, Alman yapımı filmin aksine bu yapımı tüm izinleri alarak çekmeye karar vermiş ve kitabı sinemaya uyarlamıştır. Film çok büyük bir gişe başarısı kazanmış ve aynı yıl içinde bir de Frankenstein filmini gösterime Spider-Man The Hulk 18. YÜZYIL FRANSA’SINDA ORTAYA ÇIKAN VE ARDINDAN TÜM DÜNYAYA YAYILAN BIR EDEBI TÜR OLAN “FANTASTIK” KELIME ANLAMIYLA GERÇEKTE OLMAYAN, HAYALI DEMEKTIR. FANTASTIK EDEBI TÜRLER DE TAMAMEN BU ANLAMI KAPSAYIP OKURLARINA HAYALI BIR DÜNYA SUNAR, ONLARI GERÇEKTE OLMAYAN VARLIKLARLA TANIŞTIRIR, BU DÜNYAYLA ALAKASI OLMAYAN DOĞAÜSTÜ OLAYLARIN IÇINE ÇEKIP ZATEN GÜNDELIK HAYATIN MONOTONLUĞUNDA BOĞULMUŞ BIRÇOK OKURUNU ÇOĞUNLUKLA MUTLU EDER VE KISA BIR SÜRELIĞINE DE OLSA FARKLI ALEMLERE GÖTÜRÜR. BU NEDENLE KURULUŞ AMACI INSANLARA EĞLENCELI, IZLENECEK ESERLER SUNMAK OLAN SINEMANIN DA FANTASTIK EDEBIYATA EL ATIP ESERLERI SINEMAYA UYARLAMASI KAÇINILMAZ OLMUŞTUR. House of Frankenstein sokan Universal, hem iyi bir başarı yakalamış hem de herkesin takdirini kazanmıştır. Bu filmden sonra dünyanın çeşitli ülkelerinde Drakula kitabının sinema uyarlaması yapılmaya başlamıştır. Ülkemizde de film, Ali Rıza Seyfi’nin Bram Stoker’ın romanından uyarladığı “Kazıklı Voyvoda” adlı romandan uyarlanmıştır. Zamanın şartlarına göre film ustaca çekilmiş; sanat çevrelerinin büyük beğenisini kazanmıştır. Küçük bir anektot: o zamanlar ülkemizde buhar makinesi olmadığından, mezarlık sahnelerinde, beş adamın yerde sigara içmesi ve dumanını kameraya doğru üflemesi sağlanarak filme istenilen gizem verilmeye çalışılmıştır. Sinemada fantastik ya da bilimkurgunun ilk ürünleri deyince insanların aklına ilk olarak “Yıl- dız Savaşları” gelmektedir. Fakat “Yıldız Savaşları”, George Lucas tarafından tasarlanmış; öncelikle filmleriyle tanınmış; sonraki yıllarda çizgi roman, bilgisayar ve konsol oyunları, televizyon yapımları vb. dallarda ününü geliştirmiş kurgusal evren ve markadır. 2000’lere kadar fantastik romanlar ve çizgi romanlardan sinemaya uyarlamalar yapılsa da, bunlar pek ses getirmemiştir. Ancak 2000’lerden sonra, özellikle “Yüzüklerin Efendisi”nin sinemaya uyarlanmasıyla, fantastik romanların sinemaya aktarılmasında büyük bir patlama yaşanmıştır. “Fantastik Sinemanın Altın Çağı” olarak adlandırılan bu dönem, J. J. R. Tolkien’in üç kitaplık Yüzüklerin Efendisi serisi ve J. K. Rowling’in yedi kitaptan oluşan Harry Potter serisinin 2001 yılında sinemaya uyarlanması ve daha ilk filmleriyle birer fenomene dönüşmesi ile İLGİNÇ BİLGİLER The Lord of the Rings başlamış ve tür birden bire zirveye çıkmıştır. Yüzüklerin Efendisi serisi, fantastiğin yanında tarihi - epik filmleri seven kitleye de hitap ederken Harry Potter, çocuk ve gençleri sinema salonlarına çekmeyi başarmıştır. İki film de görselliğiyle ve kullandığı yüksek teknolojiyle inandırıcılığını seyircinin gözünde sağlamayı başarmıştır. Yüzüklerin Efendisi, ilk filmi Yüzük Kardeşliği ile dünya çapında 871 milyon dolar, Harry Potter ise Felsefe Taşı ile 974 milyon dolar gibi çok yüksek rakamlara ulaşmış; serilerin devam filmleriyle de başarı kat kat artınca Hollywood’un fantastiğe yönelmesi kaçınılmaz olmuştur. Fantastik çizgi romanların sinemaya uyarlanması da 2002 yılında “Spider-Man” filmiyle başlayıp devam etmiştir. Öncelerde çok daha basit türlerde yapılan ve pek fazla üzerinde durulmayan çizgi roman uyarlamaları “Spider-Man”in büyük başarısından sonra büyük patlama yapmış; devamında da Hulk, Fantastic Four, X-Men serileri gibi filmlerin yapılmasına katkı sağlamıştır. Fantastik edebiyattan uyarlamaların bu denli artarak devam etmesi, sinemanın artık tamamen bir eğlence sektörüne dönüşmesiyle paralel… Artık günümüz dünyasında, gündelik hayatta iş ve ev arasına sıkışan insanlar genel olarak sinemaya boş zamanlarında stres atmak, eğlenceli filmler izleyip kendilerini birkaç saat de olsa mutlu etmek istiyorlar. Kötü sonla biten fantastik film yok denecek kadar az olduğundan fantastik uyarlamalar bu isteklerini tamamen karşılıyor. Bu ilgi devam ettikçe fantastik kitap uyarlamaları artarak devam edeceğe benziyor. S everus Snape’i canlandırması için Alan Rick man bizzat yazar Rowling tarafından seçildi. Yazar, rolü hakk ıyla canlandırması için, Snape’in son kitaba kadar açık lanmayan hayatı ve geçmişi hakkında Rick man’a özel tüyolar verdi. ‘‘Y üzük lerin Efendisi’’ filminde “Gandalf ” rolünü canlandıran Ian McKellen, “Dumbledore” rolünü reddetti. Gerekçesini şu sözlerle anlattı: “Bir efsaneyle yaşamak zaten benim için yeterince bela oldu. İki tanesiyle birden başa çıkamam.’’ R uh Emiciler, yazar J.K. Rowling’in 20’li yaşlarındaki depresyonlu günlerinin ürünüydü. J .K. Rowling, annesinin ölümünü yaşamasaydı, belk i de Harry Potter serisinin hiç yazılmamış olacağını söyledi. J .K. Rowling uzunca bir süre serinin son kelimesini “Yara izi.” yapmayı düşündü fakat sonunda “Her şey yolundaydı.” yaptı. 16 arıYORUM ARIYORUM ARALIK 2014 istanbul teknik üniversitesi basın yayın kulübü yirmi sekizinci sayı, aralık iki bin on dört süreli yayın ISSN: 1305 - 4785 itü gazetesi EVOLUTION OF MUSICALS İTÜ Müzikal Topluluğu, bu yılki gösterilerine ‘Evolution of Musicals’ adını vererek kronolojik bir müzikal akışla İTÜ’lülerle buluştu. G österide Lüküs Hayat’tan Cats’e, Sefiller’den Notre Dame’a, Damdaki Kemancı’dan Sister Act’a, Hisseli Harikalar Kumpanyası’ndan Singing in the Rain’e kadar gösteri ve beyazperdenin ünlü müzikallerinden kesitler sahnelendi. İTÜ Müzikali’nin ‘‘Sound of Music ile Alp dağlarında dolaşırken kendinizi El Hubb ile bir anda hamamda bulabilir, Grease ile gençlik ateşini hissederken Notre Dame’da umutsuz bir aşkın şahidi olabilirsiniz.’’ diyerek davet ettikleri müzikal gösterisi, Maçka Mustafa Kemal Amfisi’nde iki ayrı gün sahnelendi. BİZE KATILIN Bu gazetenin yapımında, dağıtımında, yazımında, etkinliklerinde, kısaca bir kulübün işlerliğinin her aşamasında bulunmak ve bir şeyler üretmek isterseniz bekleriz. [email protected]
© Copyright 2024 Paperzz