AKP Yükseköğretimi Sessiz Sedasız Dönüştürme Derdinde! Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulu tarafından 11.06.2014 tarihinde TBMM’ye gönderilen “Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nda yok yok! Ben Yaptım Oldu Diyerek Yasa Tasarısı Hazırlanıyor! Öncelikle belirtmek isteriz ki, söz konusu tasarının adı ve hazırlanma biçimine bakıldığında, yapılmak istenen kimi önemli düzenlemelerin gözlerden kaçırılarak yasalaşmasının ve hızla hayata geçmesinin amaçlandığı görülmektedir. Ayrıca, birbirinden çok farklı düzenlemeleri içeren tasarılar aracılığıyla kamuoyu algısının istenilen yönde yanıltılmaya çalışıldığı da artık çok iyi bilinmektedir. İktidarda olduğu süre boyunca AKP’nin hazırladığı “torba yasalar”, bu gerçeği en açık biçimde ifade etmektedir. Şüphesiz ki bu durum, eleştirel düşüncelerin yok sayılarak “ben yaptım oldu!” mantığının işletilmesinin bir sonucudur! YÖK’ün Sahip Olduğu İktidar Pekiştiriliyor! Tasarının 24. maddesi ile 2547 sayılı Kanunda düzenleme yapılarak doçentlik sınavlarının yürütülmesi görevi Üniversitelerarası Kurul’dan alınarak doğrudan YÖK’e (Yükseköğretim Kurulu’na) verilmesi planlanmaktadır. Bu düzenlemenin gerekçesi ise veritabanı ve personel kaynağı açısından YÖK’ün daha elverişli durumda olması ileri sürülmektedir. Halbuki söylenmeyen gerçek şudur: YÖK, AKP’nin üniversitelere müdahalesi için daha uygun bir araçtır. Bu nedenle 12 Eylül cuntacılarının üniversiteler üzerine yerleştirdiği iktidarın adı olan YÖK’ü, daha etkin kullanma yoluna başvurmaktan vazgeçmemektedir. Doçentlik sınavı ile ilgili olarak jürileri seçmekten, yayın ve araştırmaların değerlendirilmesine kadar çok geniş bir alanda yetkilendirilen YÖK’ün, AKP’nin istekleri doğrultusunda Üniversitelerarası Kurul’dan daha etkili çalışacağı, dolayısıyla var olan kayırma ve ayrımcılığın derinleşeceğine şüphemiz yoktur! Akademik Yükseltmelere İlişkin Genel Görüşümüz: Bu gelişmelerle birlikte ÜAK’ın doçentlik başvuru ve jüri oluşturma sisteminin işlemediği bilinmektedir. Ancak bu sorunun çözümünü YÖK’te aramak abesle iştigaldir. Akademik yükseltmeler, statükocu hiyerarşik bir askeri düzene dönüşmüştür. Akademik çalışma ortamı, hiyerarşik yapılanmadan kurtarılmalı, ast-üst ilişkisi yerine birlikte üretim esas olmalıdır. Akademik unvanlar, hiyerarşik göstergelere dönüştürülmemeli, ticari nüfuz kaynağı olmamalıdır. Çünkü Yardımcı Doçentlik, Doçentlik ve Profesör kadrolarında kişiye özgü uygulamalar ve haksızlıklar ciddi oranda artmıştır. Dolayısıyla bu haksızlıkların ortadan kaldırılması için sübjektif değerlendirmelere açık mülakat sınavlarına son verilmeli ve bilimselliği kabul görmüş çalışmalar ikinci bir değerlendirmeye tabi tutulmamalıdır. Akademik yükseltmeler indeks şartı ve yayın sayısı gibi salt nicel göstergelere göre değil, bilimsel nitelikler esas alınarak nesnel ölçütlere ve bağımsız jürilerin kararlarına göre yapılmalıdır. Bilgi üretimine katkıyı, toplumsal katkıyı esas alan, işin niteliğini dikkate alan bir bilimsel değerleme sistemi oluşturulmalıdır. Ayrıca, her türlü akademik değerlendirme 1 raporları, kamunun ve isteyenin incelemesine açık olmalı ve raporların bir örneği adaya gönderilmelidir. Bu yaklaşım, hem değerlendirmelerde nesnelliği sağlayacaktır, hem de değerlendirme yapan kişileri eğitici bir işlev görecektir. Birbirinin raporlarını okuyanlar, ortak raporlama dili ve etiği oluşturabileceklerdir. Dolayısıyla akademik yayınların değerlendirilmesinde, yayının nerede yayımlandığından çok içeriği; alanına, topluma ve insanlığa katkısı öne çıkmalıdır. Ayrıca YÖK’ün kaldırılması yönündeki toplumsal mutabakata rağmen varlığını sürdürmesi, hatta sahip olduğu merkezi iktidarın “yeniden yapılandırma” çalışmalarıyla daha fazla güçlendirilmek istenmesi kabul edilemezdir. Çünkü cunta kurumu olarak YÖK, toplumsal muhalefetin önemli bir bileşeni olarak gördüğü öğretim elemanlarını ve öğrencileri kontrol altına almak üzere oluşturulmuş, otoriter ve baskıcı yapısı ve zihniyetiyle tüm yükseköğretimi tahrip eden ve üniversitenin tüm bileşenlerinin devlet aklına uygun bir biçimde düşünüp davranmalarını öngören bir ilişkiler sisteminin toplamıdır. Bu merkeziyetçi yapısıyla yükseköğretim sistemi, toplumla organik bağ kuramayan, toplumsal aidiyeti olmayan, yalnızlaşmış, iktidar ve güce tapınan, varlığı koşulsuz “uyum” sağlamak olan insanları yaratmaktadır. Kuşkusuz tüm bu sürecin temel taşıyıcısı olan YÖK yalnızca bir üst kurul değildir; üniversitede resmi ideolojinin yeniden üretilmesini sağlayan, sermayenin çıkarı doğrultusunda yarattığı ilişkiler sisteminin bir toplamı olarak algılanmalıdır. AKP Yapacağını Yaptı! Hukuka Aykırı Biçimde Mütevelli Heyeti Oluşturuluyor! Tasarı incelendiğinde, 35. madde ile “Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi” adıyla yeni bir devlet üniversitesi kurulmak istendiği görülmektedir. Ancak sorun, bu kadar çok üniversiteye bir yenisinin eklenmesinden daha can alıcıdır! Çünkü tasarıdaki haliyle AKP, 2547 sayılı kanunda devlet üniversiteleri için sayılmış olan üniversite yönetim organlarına ek olarak, kurulacak yeni üniversite için mütevelli heyeti düzenlemesi yapmaktadır! 35. madde: “(…) Üniversitenin yönetim organları, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununda öngörülen organlar ile Mütevelli Heyetinden oluşur. Mütevelli Heyeti; Sağlık Bakanı, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı, Rektör, Bakanın seçeceği bir üye ile Yükseköğretim Kurulu tarafından seçilen profesör unvanına sahip bir üye olmak üzere, toplam beş üyeden oluşur. Mütevelli Heyeti başkanı Sağlık Bakanıdır. Bakanın yokluğunda Rektör, Heyete başkanlık eder. (…)” Üstelik 2547 sayılı kanunda üniversitelerin yönetim organları sayılmışken, dolayısıyla bu konu açıkça düzenlenmişken, yukarıdaki hukuka aykırı düzenleme yapılmak istenmektedir. Ancak sultan fermanlarında karşımıza çıkabilecek böylesi bir kanun yapma iradesinin ne demokrasiyle ne de hukukla açıklanabilecek hiçbir yanı yoktur! Ayrıca mütevelli heyeti uygulaması şirket/üniversite modelini getirmekle birlikte, üniversiteyi üniversite bileşenlerinin değil, AKP’nin ve sermayenin tamamıyla yönetmesi anlamına da gelmektedir. Sağlık Bakanlığı bürokratları tarafından doldurulması planlanan Mütevelli Heyetinin tasarının 35. maddesinde Mütevelli düzenlenen görevleri şunlardır: a) Üniversitenin stratejik planını ve bütçe teklifini onaylamak. b) Kamu kurum ve kuruluşları ve gerçek ve özel hukuk tüzel kişileriyle işbirliği yapılmasına ve ortak projeler yürütülmesine karar vermek. c) Yurtiçinde ve yurtdışında Üniversiteye ait birimlerin ve bölümlerin kurulmasını teklif etmek. d) Öğretim üyesi kadrolarına yapılacak atamalara ilişkin Rektör tarafından yapılacak teklifleri karara bağlamak. 2 e) Rektör tarafından gündeme alınması önerilen konularda karar vermek. Mütevelli Heyetlerine İlişkin Genel Görüş ve Önerilerimiz: Eleştirel ve yaratıcı düşünce için, insan, toplum ve doğa yararına bilgi ve hakikat üretimi için her şeyden önce akademik özgürlükler ve kurumsal özerklik garanti edilmelidir. Bunun demokratik katılımcı özyönetim modeli dışında bir garantisi yoktur. Bu model, üniversitenin tüm çalışanlarının ve öğrencilerinin katılımıyla oluşturulacak kurullara dayanmaktadır. Üniversite yöneticileri, ilgili akademik kurulların kararlarını uygulamakla yükümlü olmalıdır. Sorumluluklarını yerine getirmeyen/görevini kötüye kullanan yöneticilerin hesap verecekleri süreçler belirlenmeli, yöneticiyi seçen kurullar, yöneticileri denetleme işlevini de yerine getirmeli ve belirli koşullar oluştuğunda seçtiği kişiyi görevden alma yetkisine sahip olmalıdır. Ancak uzun zamandır devlet üniversitelerinin yönetimine vakıf üniversitelerinde olduğu gibi mütevelli heyeti benzeri bir kurulun getirilmesi planlanmaktadır. Bu kurulun üniversitelerin yönetsel ve mali konularında en yetkili organ olması öngörülmektedir. Daha somut biçimde ifade edecek olursak üniversite konseylerine, rektör ve dekanları seçmek ve atamak, üniversitelerin stratejik planlarını onaylamak, yatırım programlarını ve bütçe tasarısını hazırlamak, öğrenci kontenjanlarını belirlemek, sözleşmeli öğretim elemanlarına ödenecek ücretleri belirlemek, öğrenci ücretlerini artırmak, akademik kadroların fakültelere dağılımına karar vermek gibi görevler verilmesi planlanmaktadır. Sendikaımızın üniversite modeli ise üniversitenin tüm çalışanlarının ve öğrencilerinin katılımıyla oluşturulacak kurullara dayanmaktadır. Eleştirel ve yaratıcı düşünce için, toplum ve doğa yararına bilgi ve hakikat üretimi için her şeyden önce akademik özgürlükler ve kurumsal özerklik garanti edilmelidir. Bunun demokratik katılımcı özyönetim modeli dışında bir garantisi yoktur. Üniversitenin bileşenleri, üniversite çalışanları ve öğrencilerden oluşmaktadır. Üniversitenin yönetim modeli, salt akademisyenlerle sınırlı olmayan, tüm bileşenleri ile birlikte planlanan ve yönetilen kamusal finansmana dayalı ve kamusal denetime açık, demokratik-katılımcı ve özerk bir formda oluşturulmalıdır. Yükseköğretim kurumları nasıl bir eğitim-araştırma ve bilgi üretim sürecini örgütleyeceklerine tüm bileşenlerinin katılımıyla karar vermelidir. Üniversite yöneticileri, ilgili akademik kurulların kararlarını uygulamakla yükümlü olmalıdır. Sorumluluklarını yerine getirmeyen/görevini kötüye kullanan yöneticilerin hesap verecekleri süreçler belirlenmeli, yöneticiyi seçen kurullar, yöneticileri denetleme işlevini de yerine getirmeli ve belirli koşullar oluştuğunda seçtiği kişiyi görevden alma yetkisine sahip olmalıdır. Öğretim Elemanları AKP’nin ve Sermayenin Makbul Gördüğü Bilgiyi Üretmeye Zorlanıyor! Tasarının 25. maddesi ile 2547 sayılı Kanunun 39. maddesinde değişiklik yapılması planlanıyor. 2547 sayılı Kanunun “Yurt içi ve yurt dışında görevlendirme” başlıklı 39. maddesinin ilgili bölümü şöyle; “Öğretim elemanlarının kurumlarından yolluk almaksızın yurt içinde ve dışında kongre, konferans, seminer ve benzeri bilimsel toplantılarla, bilim ve meslekleri ile ilgili diğer toplantılara katılmalarına, araştırma ve inceleme gezileri yapmalarına, araştırma ve 3 incelemenin gerektirdiği yerde bulunmalarına, bir haftaya kadar dekan, enstitü ve yüksek okul müdürleri, onbeş güne kadar rektörler izin verebilirler.” Yapılmak istenen düzenlemeye göre bu maddedeki “araştırma ve inceleme gezileri yapmalarına, araştırma ve incelemenin gerektirdiği yerde bulunmalarına” ibaresi çıkarılmak isteniyor. Yerine ise “Yükseköğretim Kurulu’nun, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın görüşünü alarak belirleyeceği öncelikli alanlarda araştırma yapmalarına” ifadesi getiriliyor. Düzenlemenin gerekçesi ise hayli komik! Bu düzenleme ile öğretim elemanlarının yurt dışı görevlendirmelerinde ülke kaynaklarının daha verimli kullanılması için belirlenen öncelikli alanlara yönlendirmenin amaçlandığı ifade ediliyor! Halbuki yapılmak istenen çok açık! Daha önce YÖK’ün yasa tasarısı taslaklarında düzenlediği önemli konulardan birinin basitleştirilmiş bir haliyle karşı karşıya olduğumuzu söylemek mümkündür. Şöyle ki, söz konusu tasarı taslaklarında “bilgi lisanslama ofisi”, “teknoloji transfer ofisi” gibi birimler kurulması öngörülüyordu. Buradaki temel amaç, bilgi üretme süreçlerine yukarıdan gerçekleştirilen müdahale ile “ticari değeri olan” ve “muhafazakar” politikaların ihtiyaç duyduğu bilginin üretilmesi için üniversitelerin seferber edilmesidir. Bilginin Üretimi, Ulaşılabilirliği ve Paylaşımına İlişkin Görüş ve Önerilerimiz: İçinde bulunduğumuz toplumsal, siyasal ve ekonomik ilişkiler sistemi; üniversitenin işlevlerini her geçen gün dönüştürerek üniversiteleri, muktedirlerin hakikat olarak gördüğünü topluma sunmak için araçsallaştırdıkları bir kuruma indirgemekte ve üniversitelerin varlık nedenini ortadan kaldırmaktadır. Sendikamız akademik, idari, teknik personel ve tüm yardımcı hizmetlerde hangi statüde olursa olsun üniversitede çalışanlar ile öğrencilerden oluşan topluluğu üniversite bileşenleri olarak tanımlar ve tüm bileşenlerin katılımıyla oluşturulacak kurulları esas alan demokratik özyönetim ve özdenetime dayalı bir üniversite modelini benimser. Üniversiteler, bilme arzusunun önünde engellerin olmadığı, bilimsel gerçeklik ile hakikatin çarpıtılmadan herkese karşı ileri sürülebilir ve savunulabilir olduğu, elde edilen bilginin toplumla özgürce paylaşıldığı yerlerdir. Aynı zamanda üniversiteler, öğrenme ikliminin örgütlenmesinde ve bilginin üretilmesinde öznelerin eşitliğini, kolektif çalışmayı, paylaşımı ve dayanışmayı esas alan; farklılıkların her birinin eşitliğini, toplumsal güç dengeleri bakımından azınlıkta olanın çoğunluk olabilme hakkını güvence altına alan yerler olmak durumundadır. Bu nedenle eğitim hakkı, bilimsel özgürlük, kurumsal özerklik, eşitlikçi-özgürlükçüdemokratik özyönetim ve özdenetim, güvenceli çalışma, kamusal finansman ilkeleri hayata geçirilmeden özgürce bilgi üretmek mümkün değildir. Dolayısıyla üniversitelerin demokratik ilkeler etrafında yeniden örgütlenmeleri iç işleyişlerinin demokratikleşmesi ve bilimsel bilginin ulaşılabilir ve paylaşılabilir hale gelmesi için gereklidir. Bu nedenledir ki, • Öğrencisinden çalışanına kurumun içerisinde yer alanların iktidarla kurdukları ilişki açısından “özgürlüğü”, • “Öğrenenin”den, “öğreten”ine kadar, herkesin bilginin üretiminin ortak özneleri olmaları açısından “eşitliği”, • Bir üretken güç olarak bilgiyi ve bilgi üretimini denetlemeyi değil, onu üreten güçlerin geliştirilmesini ve çeşitlenmesini temel alan, • Özgürlüğü, kendisini oluşturanlar için isteyen bir üniversite oluşturulması gerekmektedir. 4 Vakıf Üniversitelerinde Akademik Özgürlüğü Kaldıran Tahakküm İlişkilerine Bir Yenisi Daha Ekleniyor! Vakıf Üniversiteleri Üzerindeki YÖK Baskısı Artırılıyor! İktidarda olduğu süre boyunca üniversite sayılarını artırmakla övünen AKP, şirketleştirilmiş üniversite anlamına gelen vakıf üniversiteleri üzerindeki baskı gücünü artırmak istiyor! Her ne kadar konunun, “dün kaç üniversiteniz vardı, bugün kaç?” sorusunu yönelttikleri ve yıllarca suç ortaklığı yaptıkları “cemaatle” bir bağlantısı olsa da düzenleme yasalaştığı taktirde asıl olarak güvencesiz ve esnek istihdamın vakıf üniversitelerinde daha acımasız işleyeceği gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki 2547 sayılı kanunun ek:11. maddesinde düzenlenen YÖK’ün vakıf üniversiteleri üzerindeki yetkileri genişletilmektedir. Ek: 11 maddede,“Vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumlarında, beklenen eğitim – öğretim düzeyinin yetersizliğinin Yükseköğretim Kurulunca tespit edilmesi ve durumun düzeltilmesi için gerekli uyarı ve önerilerin sonuçsuz kalması halinde bu kurumun faaliyeti Yükseköğretim Kurulunca durdurulur.” ifadesi yer almaktadır. Yapılan düzenleme ile bu maddeye şu paragraflar eklenmek istenmektedir: “Eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütmekle birlikte mali borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğu tespit edilen vakıf yükseköğretim kurumları hakkında, verilen süre içerisinde mali durumun düzeltilememesi halinde Yükseköğretim Kurulu gerekli tedbirleri alır. Vakıf yükseköğretim kurumlarının denetimi ve bu denetim sınucu ilgili yükseköğretim kurumu hakkında yol gösterici, düzeltici, kısıtlayıcı veya faaliyet iznini kaldırıcı önlemlerin alınmasına ilişkin usul ve esaslar Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkarılan yönetmelikle düzenlenir.” Düzenlemenin gerekçesinde, vakıf yükseköğretim kurumlarının olası ekonomik kriz karşısında eğitim hizmetini yürütememekten dolayı ani bir faaliyetten men kararı ile karşı karşıya kalmalarının engellenmek istendiği belirtilmiştir. Bu gerekçe ise hayli ironiktir. Çünkü yükseköğretim hizmeti, piyasa kurallarından bağışık kılınması gereken, dolayısıyla kar-zarar hesabı güdülmeden örgütlenmesi gereken bir kamu hizmetidir. Ancak birer şirket gibi işletilen, piyasa dolayımıyla tanımlanmış tahakküm ilişkilerine mahkum edilen vakıf üniversitelerinin sayısı yine bu gerekçeyi yazan AKP döneminde artırılmıştır. Dolayısıyla vakıf üniversitelerinin ekonomik krizler karşısındaki kırılganlığı, ilk elde bu üniversitelerin kar-zarar mantığına mahkum edildiklerinin açık bir ifadesidir. Ayrıca, söz konusu gerekçe plansız yükseköğretim politikalarının ve bu politikaların olası sonuçlarının kabulü anlamına da gelmektedir. Bunlarla birlikte, yapılmak istenen düzenleme YÖK’e vakıf üniversiteleri üzerinde ciddi yetkiler sunmakta, YÖK’ü adeta büyük şirketlerin yöneticisi “CEO” konumuna getirmektedir. Yol gösterici, düzeltici ve kısıtlayıcı önlemler ise vakıf üniversiteleri üzerindeki sermaye ve AKP tahakkümünün cisimleşmiş halleridir. Sermayenin ve siyasal iktidarın üzerinde tahakkümü olan bir kuruma üniversite denemeyeceği, bu kurumda özgürce bilim yapılamayacağı ortadadır. Konuya İlişkin Sendikamızın Görüş ve Önerileri: Güvencesiz ve esnek istihdamın, piyasanın mantığı doğrultusunda biçimlendirilen eğitim ve araştırma faaliyetlerini sorgulamadan hayata geçirilmesinde elzemdir. Aynı zamanda bu durum ideolojik bir denetim işlevi de görmektedir. Güvencesiz çalışmanın yaygınlaşmasıyla bilimsel çalışmanın en önemli unsuru olan akademik özgürlük ipotek altına alınmakta, özgür düşüncenin olmazsa olmazı olan bireysel özgürlükler yerini piyasa dolayımıyla tanımlanmış tahakküm ilişkilerine bırakmaktadır. Yukarıda ifade edilen düzenleme ile bu tahakküm 5 ilişkileri içerisinde YÖK’ün yerini güçlendireceğine ve üniversitenin varlık nedenini kar zarar dengesine ve itaat ilişkisine indirgeyeceğine şüphemiz yoktur. Vakıf üniversitesi adı altında giderek yaygınlaşan şirket tipi üniversitelerde, esnek ve güvencesiz istihdamın etkisi üniversitenin her alanında yoğun biçimde görülmektedir. Özellikle araştırma görevlileri ağır sömürü koşullarında çalışmaktadır. Vakıf üniversitelerinde çalışan araştırma görevlileri iş güvencesinin yokluğu nedeniyle adeta kölelik koşullarında istihdam edilmektedir. Pek çok araştırma görevlisi “burslu lisansüstü öğrenci” statüsünde “yaşam destek bursu” adı altında verilen ücretlerle sigortasız çalıştırılmaktadır. Güvencesiz “iş gücü” üzerinden kar etmek vakıf üniversitelerinde gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır. Üniversite, akademinin en alt basamağında çalışan genç bilim insanlarına yeri geldiği zaman öğrenci, yeri geldiği zaman çalışan muamelesi yapıp, bu muğlak yapıda her türlü angaryaya maruz bırakarak emeklerini değersiz kılan, haklarını hiçe sayan bir düzene zemin hazırlamaktadır. Bu haksız uygulamalara karşı direnmek ve dayanışmak için bir araya gelerek “Asistan Dayanışması” oluşturan araştırma görevlileri ise üniversite yönetimleri tarafından tehlike olarak görülmekte, işten atma ile cezalandırılmaktadır. Kaldı ki sendikalı olan öğretim elemanlarının ve işçilerin, sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten atıldığı çokça örneği hatırlamak önem taşımaktadır. 6
© Copyright 2024 Paperzz