i Bir Tarihçi Olarak Niğdeli Kadı Ahmed Qadhi Ahmad of Nighda as a Historian Yrd. Doç. Dr. Ali ERTUĞRUL Düzce Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, E-posta: [email protected] olduğu ve geçmiş-hâl-gelecek şeklinde bir bütün oluşturduğu iddiasındadır. Yine “sire, şemâil, ahlâk ve fazilet-i Nebi” ile “Kelam”la ilgili konuları içeren son iki bölümün de bir nevi bu bölümlerin zeyli olduğunu söylemektedir. Ele aldığı bu birbirinden farklı konular sebebiyle tarih, edebiyat, tefsir, hadis, kelam, fıkıh, tasavvuf ve coğrafya gibi alanlarda yazılmış eserler onun kaynakları arasına girmiştir. Bununla birlikte Kadı Ahmed bir tarih eseri yazdığının bilinciyle hareket ederek bu farklı alanlarla ilgili malumatın tarihle irtibatlı yönlerini dikkate almaya çalışmıştır. Ayrıca dönemin diğer tarih yazarlarından farklı olarak o, satır aralarında eserini yazmaktaki amacı, tarih anlayışı ve metodolojisiyle ilgili olarak da bir hayli malumat sunmuştur. Biz, bu makalemizde, Kadı Ahmed’in hayatına kısaca değinecek, ardından bir tarih eseri olarak el-Veledü’ş-Şefîk adlı kitabını ele alacak ve onun üslubu, tarihçiliği ve metodolojisine dair ipuçlarını değerlendirmeye çalışacağız. Ayrıca onun tarihe ve tarih okumanın faydalarına dair görüşlerine de değineceğiz. Abstract Qadhi Ahmad, who was born in Nighda at 685/1286 and died in Nighda at 734/1333, wrote a Persian and concisely Islamic history consisting of five sections named al-Walad al-Shafiq wa al-Hafed al-Khaliq. Qadhi Ahmad claims that the first three sections in his work, namely, the “history of prophets” and “history of Islam” and “physical and falaki geography and Resurrection and the Hereafter incidents” in fact have been connected with each other and constructed a whole shaped as past-present-future. Again, he says that the last two sections including “shapes, course, morality and virtue of Nabi Mohammad” and “Theology” have been a kind of appendix of these sections. Due to these different topics, the works written in such fields as history, literature, tafsir, hadith, theology, jurisprudence, sufism and geography have become his sources. However, Qadhi Ahmad has tried to take into account the aspects connected with the history of datum in these different areas within the respect of awareness of writing a historical work. Moreover, unlike other historical writers of the period, he has presented much information about his purpose, understandings of history and methodology in the hidden lines of his work. In this article, after we will have briefly touched on the lives of Qadhi Ahmad, his book named alWalad al-Shafiq shall be discussed as a historical work and attempted to evaluate the clues about his wording, historiography and methodology. Furthermore, his opinions about the history and the benefits of history reading shall be taken into account. Anahtar Kelimeler: Niğdeli Kadı Ahmed, el-Veledü’şŞefîk, Anadolu Selçukluları, tarih yazımı. 1. Giriş Genel olarak Ortaçağ İslâm tarihi yazarları, geçmişin ve hâlin haberlerini gelecek kuşaklara aktarmak olarak gördükleri işlerini yaparken, takip ettikleri usul, hedef ve gayelerini, tarih anlayışları ve metodolojilerine dair görüşlerini pek dile getirmemişlerdir. Anadolu Selçukluları döneminden bahseden sınırlı sayıdaki yerli tarihî kaynaklar da bu açıdan bir istisna teşkil etmezler. Onların yazarları da muhtemelen zihinlerinde var olan anlayış ve tutumlarını satırlara dökmeye pek yanaşmamışlardır. Farsça muhtasar İslâm tarihi yazıcılığının muahhar bir numunesi olan Niğdeli Kadı Ahmed’in el-Veledü’ş-Şefîk ve’l-Hâfidü’lHalîk adlı eseri ise, belki de yazılış gayesi ve hedefi münasebetiyle dağınık bir vaziyette de olsa bizlere söz konusu hususlarla ilgili bir hayli malumat sunar. Kadı Ahmed, Selçuknâme adlı bir eser daha yazdığını söylüyorsa da bugüne kadar kendisine ait böyle bir kitaba Keywords: Qadhi Ahmad of Nighda, al-Walad al-Shafiq, Anatolid Saljukids, historiography. Özet 685/1286 senesinde Niğde’de dünyaya gelen ve 734/1333 yılında yine Niğde’de vefat etmiş olan Kadı Ahmed, elVeledü’ş-Şefîk ve’l-Hâfidü’l-Halîk adında beş bölümden oluşan Farsça muhtasar bir İslâm tarihi kaleme almıştır. Kadı Ahmed, eserindeki “Peygamberler tarihi”, “İslâm tarihi” ve “fizikî ve felekî coğrafya ile kıyamet ve ahiret ahvali”ne dair ilk üç bölümün, aslında birbiriyle irtibatlı 216 i rastlanamamış olduğundan, onun tarihçiliğini mecburen “Anadolu Selçuklularına Dair Bir Kaynak: Niğdeli Kadı Ahmed’in el-Veledü’ş-Şefîk ve’l-Hâfidü’l-Halîk’ı” adıyla yapmış olduğumuz doktora çalışmamızın da konusu olan eseri üzerinden değerlendirmek durumundayız. Şimdi eserin kapsamı, içeriği, işlevi, faydası, amacı ve hedefiyle ilgili malumatı değerlendirmeye geçmeden önce, yazarının hayatına bir göz atalım. iken, 698/1298 yılında şüpheli bir ölüm neticesi vefat ettiğini bizzat oğlu Kadı Ahmed kaydeder.78 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk ve’l-Hâfidü’l-Halîk ismini taşıyan eserinde, hicrî 700 (m. 1300) yılının başında 15 yaşında olduğunu söyler79; h. 702 yılında da 17 yaşına girdiğini80 dile getirerek bu tarihi tekid eder. Bu durumda kendisinin 685/1286 senesinde dünyaya gelmiş olması gerekir. Muhtemelen ilk eğitimini, Niğde’nin nahiyelerinden olan Malâkopiye (bugün Nevşehir’e bağlı bulunan Derinkuyu)’de Mevlâna Kemâleddin Nekîdî’den almıştır.81 15 yaşında Malâkopiye’den Niğde’ye döndüğünde Hâce Hüdavend Nizâmeddin, Şeyh Muzafferüddin ve Ahmed b. Ali ile mülâki olmuş ve bu sonuncusunun evinde ve daha sonraları da zâviyesinde kalmıştır.82 O, gençlik yıllarının başlangıcından itibaren Mevlâna Necmeddin İsfehânî’nin, Mevlâna Şerefüddin Mavsilî’nin, Nâsırüddin Şirazî’nin, Şeyh Zahîrüddin Yusuf Kayserî’nin, Şeyh Şemseddin’in ve Kutbeddin Ali Heraklî’nin sohbet ve meclislerinde bulunmuştur. 83 Kendilerine izafe olunan sıfatlar dikkate alındığında Mevlâna Şerefüddin Osman b. el-Hasan Nekîdî84 ve Mevlâna İbrahim b. Ahmed b. Muhammed Mavsilî 85’nin de Kadı Ahmed’in eğitim ve öğretiminde önemli bir yeri olduğu görülür. 2. Niğdeli Kadı Ahmed’in Hayatı ve Ailesi 685/1286 yılında Niğde’de dünyaya gelen ve muhtemelen 734/1333 senesinde yine Niğde’de vefat etmiş olan Kadı Ahmed, unvanından da anlaşılacağı üzere uzun müddet kadılık yapmış ve arkasında iki tarih kitabı bırakmıştır. Kendisi gibi kadı olan dedesi Cemâleddin Muhammed b. Hasan Hotenî (ö. 647/1249)’nin nisbesinin de işeret ettiği üzere, Harbendiyye cümlesinden ve Ke‘andiyye Türkmenlerinden olan aile üyeleri Hoten’den Anadolu’ya göç etmişlerdir.74 Dede Cemâleddin Hotenî, Anadolu Selçuklularının hizmetine girerek bir ara Kastamonu havalisinde kadı olarak vazife yapmış ve çok geçmeden de geniş yetkileri bulunan yüksek makamlara erişmiştir.75 Zamanla siyasette de nüfuzlu hale gelen Cemâleddin Hotenî, torunu Kadı Ahmed’in ifadesine göre, 643/1245 yılında vefat eden Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev’in vasiyeti üzerine, Sultan’ın oğulları İzzeddin Keykâvus ve Rükneddin Kılıç Arslan’ın vezirliğini ve atabekliğini üstlenmiş ve devleti ikiye bölerek bunlar arasında taksim etmiştir.76 Kadı Ahmed’in 702/1302 senesinde, 17 yaşındayken, gelecekte Sivas’ta bir beylik kuracak Kadı Burhaneddin Ahmed (ö. 800/1398)’in dedelerinden olan ve evlilik yoluyla kendileriyle akrabalıkları bulunan86 Hüsâmüddin Hüseyin b. Cemâlüddin Habîb Kayserî’nin yanında, muhtemelen Kayseri’deki dârü’l-kazada divitdarlık vazifesiyle işe başladığını biliyoruz. 87 O bu görevden azledildikten sonra babasının mezarının bulunması ve kendi doğum yeri olması cihetiyle Niğde’ye dönmüş ve buraya yerleşmeyi kendisi için uygun görmüştür.88 Muhtemelen bir müddet sonra da Mevlâna Bahâüddin’in tavassutu ile kadı olarak atanmış ve birkaç kez azledilmişse 647/1249’da mezkûr iki kardeş arasında çıkan savaşta katledilen Kadı Cemâleddin Hotenî’den sonra aileyi, Bedreddin İbrahim Hotenî ve Zeyneddin Nûşî adındaki iki oğlu temsil etmişlerdir. Bunlardan amca Bedreddin Hotenî’nin 675/1276 yılı civarında Ermenek vilayetinin emirliğini ve komutanlığını (serleşkerî/sipehdâr) yaptığı bilinmektedir.77 Baba Zeyneddin Nûşî’nin ise 44 yaşında Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 102b. Ayrıca bkz. 127a. 79 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 94b. 80 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 151a. 81 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 117b. 82 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 117b. Ayrıca bkz. v. 289b, 297b. 83 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 118b. Ayrıca bkz. v. 7a, 95a-95b, 119a, 119b, 281a. 84 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 106b. 85 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 95a. 86 Esterâbâdî, Bezm u Rezm, s. 44-45 / Türkçe tercüme: s. 53. 87 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 151a-b, 234a. Ayrıca bkz. v. 95a. 88 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 156a. Ayrıca bkz. v. 5a. Kadı Ahmed Nekîdî, el-Veledü’ş-Şefîk ve’l-Hâfidü’lHalîk, Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Bölümü, No: 4518, v. 17b, 130b, 162b. Ayrıca bkz. v. 2b, 119b, 132b, 149b, 297a. 75 Aziz b. Erdeşir Esterâbâdî, Bezm u Rezm, neşreden: Köprülüzâde Mehmed Fuad Bey, İstanbul 1928, s. 4445 / Türkçeye tercüme: Mürsel Öztürk, Ankara 1990, s. 53; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alaiye fi’l-Umuri’l-Alaiye, tsh. Jale Müttehidîn, Tahran 1390/2011, s. 512-513 (ayrıca bkz. s. 493, 507, 516) / Türkçeye tercüme: Mürsel Öztürk, c. II, Ankara 1996, s. 120-121 (ayrıca bkz. c. II, 100, 115, 124). 76 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 132b, 149a. 77 İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alaiye, s. 591 / Türkçe tercüme: c. II, s. 202-203; Aksarayî, Müsâmeretü’l-Ahbâr ve Müsayeretü’l-Ahyar, neşreden: Osman Turan, Ankara 1944, s. 111 / Türkçeye tercüme: Mürsel Öztürk, Ankara 2000, s. 85-86. Ayrıca bkz. Şikârî, Karamanoğulları Tarihi, nşr. M. Mes‘ud Koman, Konya 1946, s. 33-38. 78 74 217 i de eserini yazdığı 733/1333 senesine kadar bu görevi sürdürmüştür.89 Bir hayli geniş tutulan ve tekellüflü bir dille yazılmış olan bu umumî mukaddimeden sonra birinci bölümün konuları başlar (9a-71b). Konular evvela peygamberler tarihinin ele alınacağı “birinci fasıl” (9a-69b) ve Acem meliklerinin zikredileceği “ikinci fasıl” (69b-71b) olmak üzere ikiye ayrılır. Ardından birinci fasıl da “birinci nev‘” ve “ikinci nev‘” olmak üzere ikiye taksim edilir. Birinci nev‘de Hz. Âdem ile Hz. Muhammed arasında gelmiş bazı peygamberlerin ve önemli şahısların yaşadıkları tarihler tespit edilmeye çalışılır (9a-b). Bir hayli kısa tutulan bu bahisten sonra ikinci nev‘e geçilir (9b-69b). Bölümün ana bünyesini teşkil eden bu ikinci nev‘in “ilk kısmı”nda takriben kırk kadar peygamberin hayatı ele alınır (10a67a). Nev‘in “ikinci kısmı”nda ise otuz kadar Yunan filozofundan teferruata girilmeden bahsedilir ve on yedi kadar İslâm hakîmi de isim olarak zikredilir (67a-69b). Bölümün son kısmını teşkil eden ikinci fasılda da, Hz. Âdem’in oğlu, yeryüzü padişâhı Keyûmers’in devrinden Acem meliklerinin sonuncusu Yezdicerd’in zamanına kadarki İrân, Keyân, Eşkânî ve Sasanî hanedanlarına mensup Acem melikleri Gazzâlî’nin Nasîhatü’l-Mülûk’ü ile müneccimlerin Zîc’ine dayanılarak liste halinde verilir (69b-71b). Anadolu umumî kadılığına, kâdıyü’l-kud’atlığa kadar yükselmiş Cemâleddin Hotenî’nin torunu olan ve kadılıkla ilgili ilk görgü ve bilgilerini “kadı” unvanıyla meşhur bir ailenin yanında alan Kadı Ahmed, evliliğini de yine kadı/fakih sülalesine mensup biriyle gerçekleştirmiştir. Eserinde yer vermiş olduğu şecereye göre hanımı, İmam Ebû Hâmid Muhammed Gazzâlî’nin sekizinci kuşaktan torunu olup Aksaray’daki kadılık mansıbını uhdesinde bulunduran ailenin kızıdır.90 İfadelerinden anlaşıldığı kadarıyla Selçuknâme91 isimli başka bir eserin de yazarı olan Kadı Ahmed, el-Veledü’şŞefîk adlı kitabını yazmak için 733 yılı ortalarında, 48 yaşında iken Nizâmüddin Ahmed b. Ali’nin zâviyesine çekilmiş, burada 6 ay emek sarf ederek bir müsvedde ortaya çıkarmış ve bunu da 13 Zilhicce 733/25 Ağustos 1333 tarihinde temize çekmiştir.92 Ancak el-Veledü’şŞefîk’te 1 Muharrem 734/12 Eylül 1333 gibi bir tarihin yer alması93, müellifin eserini tamamlamasına rağmen bazı hususları araya sıkıştırdığına delalet eder. Kadı Ahmed’le ilgili olarak elimizde başka herhangi bir bilgi bulunmadığından bu tarih aynı zamanda onun muhtemel vefat tarihi olarak da kaydedilebilir.94 el-Veledü’ş-Şefîk’in ikinci bölümü ise Hz. Muhammed’in hicretinden müellifin kendi dönemine kadarki tarihî vukuatı içeren muhtasar bir İslâm tarihi hüviyetindedir (72a-156a). Bölümde ele alınacak konulara işaret eden girizgâh mahiyetindeki bir mukaddimeden (72a) sonra, hicretten Hz. Muhammed’in vefatına kadarki on iki yıl içinde gerçekleşen hadiselere değinilir (72b-74a). Bu esnada Hz. Muhammed’in çocuklarına ve Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in doğumlarına da yer verilir. Hz. Muhammed dönemi olarak isimlendirebileceğimiz bu kısımdan sonra Râşid Halifeler dönemine geçilir (74a-85b). Burada Hz. Hasan da dahil olmak üzere ilk beş halifenin dönemlerindeki önemli hadiselerden bahsedilir. Hicrî 32 senesinde vefat eden Hz. Muhammed’in amcası, meşhur müfessir Abdullah’ın babası Abbas b. Abdülmuttalib vesilesiyle Resûl-i Ekrem’in on iki amcası ve altı halasının ismi sayılır. Yine burada Sahabe ve Tabi‘în’den oluşan Resûl’ün 12 necib ve 10 nakib adamı ile ümmetin havarilerinin yanında Şeyh Muhyiddin Arabî, Hüccetü’lİslâm Ebu Hamid Gazzâlî, Cârullah Zamahşerî ve İmam Fahrüddin Razî’nin isimlerine de yer verilir. 3. Bir Tarih Eseri Olarak el-Veledü’ş-Şefîk Niğdeli Kadı Ahmed, Arapça eserlerden tercüme ile oluşturduğunu belirttiği95 kitabına Arapça bir mukaddime (1b-2a) ile başlar. Bu mukaddimeden, onun eserine, “elVeledü’ş-Şefîk ve’l-Hâfidü’l-Halîk” (Şefkatli Çocuk ve Ahlaklı Torun) ismini vermeyi uygun bulduğunu ve onu; peygamberler tarihi (1b-71b), İslâm tarihi (72a-156a), fizikî ve felekî coğrafya ile kıyamet ve âhiret ahvaline dâir bahisler (157b-198b), Hz. Muhammed’in sireti, şemaili, ahlakı ve fazileti (201b-256a) ve kelam ile ilgili meseleler (257b-298a) olmak üzere beş cilde/bölüme ayırdığını anlamaktayız. Bu Arapça mukaddimeden sonra gelen Farsça mukaddime (2b-9a) vasıtasıyla da, onun kitabını dönemin İlhanlı sultanı Ebu Sa‘îd Bahadır Han’a ve veziri Giyasüddin (vezir Reşidüddin Fazlullah’ın oğlu)’e ithaf ettiğini ve nasıl bir tarih anlayışına sahip olduğunu çıkartmamız mümkündür. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 297a-b. Ayrıca bkz. v. 5a. 93 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 56a. 94 Niğdeli Kadı Ahmed’e ve ailesine dair daha fazla bilgi için bkz. Ali Ertuğrul, Anadolu Selçukluları Devrinde Yazılan Bir Kaynak: Niğdeli Kadı Ahmed’in elVeledü'ş-Şefik ve’l-Hafidü’l-Halik’ı, D.E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora tezi), İzmir 2009, c. I, s. 72-96. 95 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 1b. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 71a, 71b, 114a, 130b. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 95b, 132b. Ayrıca bkz. Ali Ertuğrul, “İmam Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin Anadolu’daki Torunları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, XVI/2, Sivas 2012, s. 677682. 91 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 140b, 141a. Kadı Ahmed’in yazdığını söylediği Selçuknâme adlı esere bugüne kadar tesadüf edilemediği gibi, Selçuklu tarihini bahis mevzuu eden sonraki bir kaynakta da böyle bir esere herhangi bir atıf söz konusu değildir. 92 89 90 218 i “Ehl-i Beyt-i Nübüvvet’in dışında kalan kimseler için hilafet sürdüler değil, emirlik yaptılar demek gerek”tiği96 kanaatinde olan Kadı Ahmed, “halife isimli on iki Benî Ümeyye emiri”nden söz ettiği Emevîler döneminde hicrî 41 ile 132 yılları arasındaki önemli hadiselerden de bahseder (85b-99a). Bu esnada Muaviye dönemi anlatılırken İrem şehriyle ilgili kıssaya, Hz. Aişe’nin h. 58’deki vefatı vesilesiyle Hz. Muhammed’in hanımlarına, Abdülmelik b. Mervan dönemindeki İbn Zübeyr hareketine, hicrî 100. yıl münasebetiyle din müceddidlerine ve tarih fenniyle alakalı olduğu düşüncesiyle de kıraat-i seb‘a imamları ve râvilerine de değinir. Bunlardan din müceddidleriyle ilgili kısımda, halifelerden, Hanefî, Şafi‘î, Malikî ve Hanbelî fakihlerden, hadisçilerden, kelamcılardan, zâhidlerden, kâri’lerden ve de İmamiye’den birer isim zikredilir. Bu isimler 700. yıl da dahil olmak üzere her yüzyılın başında bir defa daha verilir. Bu arada Kadı Ahmed’in, Ömer b. Abdülaziz’i Emevî halifeleri silsilesine dâhil etmediğini, onu ayrıca ele aldığını da belirtmek gerekir. arasındaki muhtelif halifeler, melikler, sultanlar, atabekler ve mütegallibeler zamanında cereyan etmiş önemli hadiselerin tarih itibariyle zikrine tahsis edilmiştir (152a156a). el-Veledü’ş-Şefîk’in üçüncü bölümü, fizikî ve felekî coğrafya ile kıyâmet ve ahiret ahvâliyle ilgilidir (157b198b). Girizgâh mahiyetindeki mukaddimeden sonra (157b), fizikî coğrafya konuları işlenmeye başlanır (158a165a). Burada iklimler, denizler, adalar, dağlar, nehirler, ma‘mûr ve çorak yerler, ovalar, kırlar, çöller ve ana yollar; önemli şehirler, mekânların nâdirlikleri, beldelerin faydalı ve zararlı yönleri, büyük şehirlerin (emsâr) kendilerine mahsus vasıfları gibi konular ele alınır. Felekî coğrafya bahsinde ise, güneş, ay ve gezegenlerin yörüngeleri, burçlar, felekler, yıldızların düzeni ve faydaları, ışık saçan iki unsur olarak ay ve güneş, arş, kürsî, levh, kalem, Tuba ağacı, Beytü’l-Ma‘mûr ve Sidretü’l-Müntehâ gibi mülk ve melekût âlemine dair konular işlenir (165a-173a). Bundan sonra müellif, “Tetimmetü’l-Ezmine” ismini verdiği kıyâmet ve ahiret ahvâliyle ilgili bahse geçiş yapar (173a198b). “Birinci Fer‘” ve “İkinci Fer‘” olarak ikiye ayırdığı bu kısmın ilk fer‘inde, Hz. Muhammed’in peygamberliğinden İsa b. Meryem’in nüzûlüne kadar ortaya çıkacak olan kıyamet alâmetleri üzerinde durulur (173b-179b). Ardından gelen ikinci fer‘ de ikiye ayrılır. Bunun birinci kısmında ölüm ve ölüm sonrasındaki berzâh âlemi (179b-184a), ikinci kısmında ise kıyâmetin kopması ve sonrasındaki ahiret hayatı (184a-198b) ile ilgili konulara değinilir. Kadı Ahmed, Abbasîler dönemini (99a-138a) ise üç kısımda ele alır. Hicrî 132 ile 363 yıllarına tekabül eden Ebu’l-Abbas Saffâh ile el-Mutî‘ Lillah arasındaki ilk 23 halife, ilk kısmın konusunu oluşturur (99a-116a). Halifelerden bahsedilirken yine her yüzyılın başındaki din müceddidleri de sayılır. Kuşeyrî’nin Risâle’sindeki 81 tasavvuf şeyhi de vefat tarihlerine göre “tabakât-ı meşâyîhten” denilerek yeri geldikçe zikredilir. Ayrıca bu kısımda Hallâc-ı Mansûr için de özel bir bahis açılmıştır. Abbasîler bahsinin ikinci kısmında ise, Büveyhî, Hamdanî, Ihşidî, Fatımî, Muvahhidî ve Mirdasî hanedanları, hâkimiyet müddetleri, meşhur kimseleri ve bunların hayat hikâyeleri bakımından ele alınarak işlenir (116a-129b). Bu esnada müellif Evhadî tarikatinin şeyhler silsilesine de yer verir. Abbasîlere tahsis edilen üçüncü kısım ise, hicrî 363 ile 656 yılları arasındaki 24. Abbasî halifesi Abdülkerin Tâi‘ ile son halife el-Musta‘sım Billâh dönemlerini kapsar (129b-138a). Burada da yeri geldikçe her yüzyılın başındaki din müceddidleri sayılır. Ayrıca Sünniler katında muteber kabul edilen hadis kitapları ve müelliflerinden de söz edilir. Hz. Muhammed’in sîreti, şemâili, ahlâkı ve fazileti ile ilgili olan ve bizzat müellif tarafından “hatime”, “hâtemü’lezkâr” ya da “Muhammediyyât”, “nebeviyyât”, “siyer” ve “ahbar-ı nebi” gibi isimlerle98 anılan dördüncü bölümün (201b-256a) derin bir tasavvufu tesir altında yazıldığı görülmektedir. Hz. Muhammed’in şahsiyetinin bizzat ve yakinen müşahede ediliyormuşçasına en ince ayrıntısına kadar anlatıldığı bu bölüm de diğerleri gibi girizgâh mahiyetindeki bir mukaddime ile başlar (201b-202a). Âlemin yaratılmasının sebebi olarak görülen nur-ı Muhammedî’nin nesiller yoluyla Hz. Muhammed’e intikali, Hz. Muhammed’in doğumu ve vahyin nüzûlüne kadarki hayatı, ilk vahyin gelişi, isra ve mirac hadisesi, Hz. Muhammed’in bazı melik ve sultanlara İslâm’a davet mektupları göndermesi ve onun doğruluğuna delâlet eden âyet ve mucizelerle ilgili bahisler sîret-i Nebî içine dâhil edilebilir (202a-226b). Yemeği, elbisesi, yüzüğü, binekleri, oturması, kalkması ve insanlarla münasebeti gibi âdab-ı muaşerete tekabül eden yönleri (226b-231a) ile hilye-i şerîfi (231a-232b/1) de şemâil bahsinin konuları arasında görülebilir. Hz. Muhammed’in affetmesi, kızması, cömertliği, mertliği, tevazuu ve ahlakının vasıfları ile ilgili hususları da ahlak-ı Nebî içinde değerlendirmek Bu şekilde Abbasîler bahsine son verildikten sonra “Âl-i Cenkishan” olarak isimlendirilen İlhanlı sultanları zikredilmeye başlanır (138a-139b). Ardından Samanî hükümdarları sayılır (140a-b). Zaman zaman muhtelif sebeplerle atıflarda bulunulursa da Gaznelîler için müstakil bir başlık açılmaz. Büyük Selçuklulara (141a-146a) ve Anadolu Selçuklularına (146a-152a) tahsis edilen kısımlar ise, diğer hanedanlara göre nispeten daha geniş tutulmuştur. Müellif, bu son iki bahsi, bizzat kendisi tarafından Niğdeli Şemseddin Dündar Bey b. Hamza adına yazılan “Selçuknâme” isimli eserden ihtisar ettiğini söyler.97 Bölümün son konusu ise, hicrî 344 ile 620 seneleri 96 97 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 90a. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 140b, 141a. 98 219 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5a, 201b-202a. Ayrıca bkz. v. 9a, 90b, 202a, 216b, 222a, 226b, 231b, 247b, 249a, 249b, 250a, 252b, 254b, 263a, 265b, 281a, 282b. i mümkündür (232b/1-241a). Son olarak da Hz. Muhammed’in faziletine işaret eden şu konular göze çarpar: Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Muhammed’in çeşitli uzuvlarına yapılan atıflar, Allah Ta‘âlâ’nın ona ihsan buyurduğu şeyler, diğer peygamberlerden üstünlükleri, nübüvvetini tasdik eden mucizevî halleri ve güzel ahlakını yansıtan tutumları (241a-256a). hanedanları ve muhtelif şahıs ve devletleri zaman sırasına göre ele alırken, diğer taraftan müceddid, muhaddis, mutasavvıf ve kârî tabakalarına, nakîblerin, necîblerin, hayır sâhiplerinin ve önemli devlet adamlarının vefayât haberlerine tarih ve konu bağlamında aralarda yer vermektedir. Kitâbü’l-büldân, kitâbü’l-mesâlik ve’l-memâlik ya da sûretü’l-arz isimli coğrafya kitaplarının konularını oluşturan fizikî ve felekî coğrafyayla ilgili üçüncü bölümün ilk kısmı da, Kadı Ahmed’e göre tarihle ilgili konuları tamamlamak bakımından yerinde bir tercih olmuştur. Ancak daha ilginci, bölümün ikinci kısmında “tetimmetü’lezmine” başlığı altında işlenen kıyamet alâmetleri, ölüm ve berzah âlemi ile âhiret hayatına müteallik bahislerin de tarihle ilgili ve tarihin bir şubesi olarak görülmesidir. Ona göre, tetimmetü’l-ezmine (zamanların tamamlanması), yani gaybî işlere dair sahih haberlerin mütalaa edilmesiyle oluşturulan “müstakbelin tarihi”, konusunu kıssaların oluşturduğu birinci bölümle ve rivayetlere dayalı tarihsel bilginin yer aldığı ikinci bölümle, yani mazi ve hâlin tarihiyle yekpâre bir bütün oluşturmaktadır. Böylece tarih, coğrafya ve geleceğe, yani âhiret hayatına dair konular birbiri ardı sıra bir bütünün parçaları olarak ele alınmış olmaktadır.101 el-Veledü’ş-Şefîk’in beşinci ve son bölümü (v. 257b-298a) ise Usuli’d-Din de denilen Kelâm konularına tahsis edilmiş, meseleler ekseriyetle müellifin de mensup bulunduğu Sünnî görüş99 çerçevesinde ele alınmıştır. Buna göre girizgâh mahiyetindeki mukaddimeden (257b-258a) sonra on asıl halinde itikadın kaidelerine değinilir (258a263b). Bunun akabinde “... hakkında söz” şeklinde şu bahisler ele alınır: Velilerin kerameti, ta‘dil ve tecviz, imamet ve halkın imama tabi olmasının zorunluluğu, Hulefâ-i Râşidîn’in imameti, istita‘at, kulların fiillerinin yaratılması, dünyanın hâdis olması, tevlîdin ibtali, takat gösterilemeyecek şeyin teklif edilmesi, irade edilenlerin umumileştirilmesi, aslahın nefyi, rızıklar, eceller, kaza ve kader, hidayet ve delalet, ehl-i kıblenin tekfir edilmesi, büyük günah sahipleri, iman ve İslâm, imanın hakikati, taklidi iman ve bazı hususlara iman etmenin zorunlu olması (263b-283a). Bu konulardan sonra da, müellifin ifadesine göre metnin yazılmasından sonra çeşitli kitaplardan derlenen100 ve bir kısmı bir cümle veya bir satır tutan “muhtelif meseleler”e değinilir (283a-293a). Usûl-i din kısmına son vermek üzere kaleme alınan bahisten/sonuçtan (293a-b) sonra, ayrıca bir de kitap için bir netice yazılmıştır (293b-298a). Burada yer alan “temhîd” başlığı altında eserin niçin yazıldığı ve hangi kaygılarla hareket edildiği izah edilmiş, “tembîh” başlığında da eserin kimlere ithaf edildiği açıklanmıştır. Eserin yazıldığı yer ve tarih ile istifade edilen kaynaklar, müellifin ferağ kaydında belirtilmiş, ayrıca müstensih tarafından da bir kitabet kaydı düşülmüştür. Siyer yazarlarının konusunu oluşturan Hz. Muhammed’in doğumu, çocukluğu ve büyümesi, nübüvveti, risâleti, mucizeleri, gazveleri, fetihleri ve makâm ve dereceleriyle ilgili dördüncü bölüm ise, Peygamber kıssalarıyla ilgili birinci bölümde ve hicretle başlayan ikinci bölümde değinilmeyen konuları içerir. Kadı Ahmed’e göre bölüm, esas itibariyle Allah’ın rahmetini ve Resûlünün şefaatini celp etmek niyetiyle ve de Resûlün sözlerini zikretmekten zevk alması ve gönlünde yeri bulunması hasebiyle 102 teşkil edilmiştir. Son olarak beşinci bölüm de Kadı Ahmed’in bir dostunun yanıltıcı fakîhâne sorular ile sefîhâne karışımlar getirmesi üzerine, tetimmetü’l-ezmine ile son bulan kıssa ve tarih fenlerine, Usûlüddin (Kelâm) konularını ve Şer‘-i mübîn’le ilgili çeşitli meseleleri içeren ikinci bir zeyl 103 yazma gereği duyulması bakımından oluşturulmuştur. Bu da, müellife göre, kıssalar, tarihler, melikler, sultanlar, vezirler, kelamcılar, tefsirciler, hadisçiler ve dünya ile bağlantılı olan ve dünyayı imar etmiş diğer kimselerle ilgili konulardan ve mebde’ (başlangıç) ve me‘âd (son) ile ilgili bahislerden oluşan bir kitap için güzel ve uygun bir son104 olmuştur. Böylece eserini, her biri birbiriyle bağlantılı beş müstakil cilde/bölüme ayırdığını iddia eden Kadı Ahmed, birinci bölümde Âdem-i Safâ’dan Muhammed-i Mustafâ’ya kadar gelen nebîlerin ve resûllerin kıssalarına yer vererek, Yunan filozofları ile irfân sâhibi İslâm hakîmlerini ve tıpçılarını zikrederek ve dört sınıftan müteşekkil Acem meliklerinden söz ederek, kendi ifadesiyle evvel veya kadim ya da önceki sıfatını taşıyan zaman dilimini ele almış olmaktadır. Âhir, muahhar ya da sonraki sıfatını taşıyan zaman dilimine, yani ikinci bölüme Hicrî takvimin başlangıcı ile geçiş yapmakta; bir taraftan Hz. Muhammed’in Medine dönemini, Râşid halifeleri, Emevî ve Abbasî halifeleri ile Abbasîler döneminde ve sonrasında ortaya çıkan çeşitli el-Veledü’ş-Şefîk’te işlenen bu birbirinden farklı ancak iddiaya göre birbiriyle irtibatlı konular aynı zamanda bir kaynak çeşitliliğini de ortaya çıkarmıştır. Bu durum bizzat Uluslararası 13. Yüzyılda Felsefe Sempozyumu Bildirileri, Ankara 2014, s. 784-788. 102 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5a, 201b, 202a, 257b. 103 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 257b. Ayrıca bkz. v. 9a. 104 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 2a, 9a, 257b-258a, 293a-b. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 120a, 268b, 284a. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 283a. 101 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 8a, 72a, 157b, 173a, 257b. Ayrıca bkz. Ali Ertuğrul, “Gelecek Tarihin Konusu Olabilir mi ya da Gelecek Tarih İlminin Kapsamına Nasıl Girebilir? -Niğdeli Kadı Ahmed’in elVeledü’ş-Şefîk’inde Tarihin Kapsamı ve Hedefi-”, 99 100 220 i Kadı Ahmed tarafından mukaddimede herhangi bir eser ismine atıfta bulunulmaksızın şöylece ifade edilmiştir: hastalıklardan, kinlerden, parlaklıklardan ve parıldamalardan kurtaran hususları ve lambalar gibi olan nasihatleri tercüme ettim.105 Mevzu ile alakalı olmak kaydıyla gıpta edilen kitaplar ve hoşa giden hâşiyeler tarafından zabt olunmuş tarihleri, sanat erbâbının ve müstesna incilerin ilginç ve ibretli sîretlerine ve kıssalarına mahsus tefsirleri, Sübhânî kelâmın te’villerindeki gariplikleri, Nebî-yi Mekkî-yi Medenî adına ortalıkta dolaşmakta olan çığlıklardaki acayiplikleri, nesir halindeki hikmetli sözleri, kayıt altındaki veciz ifadeleri, nakiblerin iltikat ettiklerini, ediblerin beğendiklerini, belâgat ve fesahât sahiplerinin seçtiklerini, nasihat veren zümrelerin şerh ettiklerini, te’liflerde bulunanların madenlerini, seleflere dâir yazanların defterlerini, hakkında şüphe vârid olduğu için değil, kendisinden sakınıldığı için sınırlı olarak kaydedilen hüzünlü şeyleri, her duyan kimsenin içinde var olanı methettiği rumuzlu hususları, harplerin ve gazaların, kutlamaların ve yemekli toplantıların düstûrlarını, halifelerin ve meliklerin meclislerinde sevilerek dinlenilen şeyleri, sülûk erbâbını şüphelerden, vakıalardan, varlıklardan, Anlaşıldığı kadarıyla tarih, edebiyat, tefsir, hadis, kelam, fıkıh, tasavvuf ve coğrafya gibi alanlarla ilgili olarak muhakkık ve müfessirler, muhaddisler, tarihçiler, siyer ehli, edebiyatçılar, müneccimler ve kıssa anlatıcıları tarafından106 kaleme alınmış olması gereken bu kaynaklardan bazısı Kadı Ahmed tarafından el-Veledü’şŞefîk’in sonunda: “ilimlerin kanunlarını, zevkli fenleri, hakikat mahsulü tefsirleri, sahih hadisleri, sarih kıssaları ve dinî bahisleri içeren bu kitap, sıhhatine ve sağlamlığına ittifakla itimad edilen âfâktaki muteber yüz kitaptan tercih olunan şu eserlerin yardımıyla yazılmıştır.”107 denilerek liste halinde verilmiştir. Bir kısmı gayet meşhur olan ve alanının klasikleri arasında yer alan bu eserlerin hâricinde başka bazı kaynakların daha kullanıldığı, metin içinde zaman zaman yapılan atıflardan108 da anlaşılmaktadır. Yine Arapça yazılmış muhtelif kitapların Farsçaya tercüme edilmesiyle109 oluşturulan bu malumat yığınına bizzat Kadı Ahmed tarafından da bir hayli ilaveler 110 yapıldığı aşikârdır. Bu ilaveler, Tabtûkîler, İskender, Ashâb-ı Kehf ve Melik Dikyanus’un mezarı gibi bazı hususlarda bizzat Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 2b. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 36b, 39b, 40a, 49b, 52a, 52b, 55a, 59b, 68b, 70a, 71a, 102a, 173a, 217a, 266a. 107 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 297b-298a. “İlimlerin kanunlarını, zevkli [fenleri], hakikat mahsulü tefsirleri, sahih hadisleri, sarih kıssaları, dinî kısımları içeren bu kitabın yazılması, sıhhatine ve metânetine ittifakla itimad edilen ufuklardaki muteber yüz kitabtan tercih olunan Ebû Zeyd el-Belhî’nin el-Bed’i, eşŞihâbî’nin et-Târîh’i, es-Sa‘lebî’nin ‘Arâyisü’lMecâlis’i, el-İmam el-Müctehid Mevlanâ Fahruddîn erRazî’nin et-Tefsîrü’l-Kebîr’i, ez-Zemahşerî’nin elKeşşâf’ı, [İbnü’l-Esîr’e ait] Câmi‘u’l-Usûl fî-Ekâvili’rResûl, Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Kûtu’l-Kulûb’u, elÜstâd Ebû Kasım Kuşeyrî’nin Risâle’si, el-Allâme esSa‘îd Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin İhyâ’sı, el-İmam elMüceddid Dinüllah Tâcüddin’in Hakâyikü’l-‘Ârifîn’i, ez-Zîcü’n-Nücûmî, et-Taksîmü’l-‘İllî, et-Tetmîmü’l‘Amelî, ‘Akâyidü’l-‘Ukûd, es-Sâbûnî’nin Usûl’ü ve dahi İnzimâmü’l-Âlemîn, Nuhabu’l-Milel ve’n-Nihal, [el-Âbî’ye ait] Nesrü’d-Dürr, Ebû Mansûr elMâturidî’nin Elfâzü’l-Küfr’ü, ed-Debûsî’nin Münâzarât’ı, el-Mübâhasâtü’ş-Şettâ, el-Müellif elKudsî tarafından te’lif olunan Furû‘u’l-Fıkh, Teşrîhü’tTıbb ile tek tek zikri uzun sürecek olan diğer kitaplar gibi muhtelif eserlerin özlerinin çıkarılıp hülasa edilmesinden oluşmuştur.” 108 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 9a (Tarih-i Taberî), 210a (İbn Abdirabbih, el-Ikdu’l-Ferîd) , 70a, 71a (Gazzâlî, Nasîhatü’l-Mülûk) , 125a (Aksarayî, Müsâmeretü’l-Ahbâr) , 140b, 141a (Niğdeli Kadı Ahmed, Selçûknâme) , 10b (Düreydî, Maksûre) , 111b (Şiblî, Divân) , 67a (İbn Arabî, Fusûsu’l-Hikem) , 9b (Saʻlebî, Tefsir), 271b (Semʻânî, Tefsir) , 278b-279a (Ebû Hanife, el-Âlim ve’l-Müteallim), 169a (İbâne) , 290a (İbn Sina, Risâle-i Hudûd) . Listelenen ve atıf yapılan bu iki grup kaynağın dışında, el-Veledü’ş-Şefîk’te, bahis konusu meseleye dair daha fazla malumat elde etmek için bakılması tavsiye olunan veya müellifin elinin altında bulunduğu ve okuduğu anlaşılan ya da sadece varlığına işaret edilmekle yetinilen başka bazı kitapların da isimleri geçmektedir. Bkz. v. 120b, 141a (Utbî, Kitâbü’l-Yeminî) , 139a (Kütüb-i Cengishan Nâme) , 9b, 68b, 162a, 164a (Batlamyus, Mecisti) , 112b (Buhturî, Divan) , 121b, 123a, 152a (Mütenebbî, Divan), 121b, 122a, 140b, 273a (İbn Nübâte, Divan), 69b (Bediüzzaman Hemedanî, Makâmât), 153a, 153b (Harirî, Makâmât) , 184a (Saʻdî, Hüsniyyât), 184a (Hümâm-ı Tebrizî, Divan) , 15b (Mevlâna Bahâüddin, Divan), 117b (Menâkıb-ı Şeyh Ebû Saʻîd) , 148b, 264b (İbn Arabî, Fütühât) , 15a (Ebu’l-Kâsım İsfehanî, ez-Zerîʻa), 15a (Nasîrüddin Tusî), 121a (Abdî Hadimî Şihabî, Tefsir-i Makalât) , 121b (Fakih-i Semerkandî, Hizânetü’l-Fıkh ve Uyûnü’l-Mesâil) , 121b (Kudurî, Kitâbü’l-Kudurî) , 284b (İmam Merginanî, el-Hidâye). 109 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 1b. Ayrıca bkz. v. 2b, 10b, 14a, 15a, 59b, 184a, 218a, 219a, 283a. Her ne kadar Kadı Ahmed eserini Arapça kitaplardan Farsçaya tercüme yoluyla oluşturduğunu söylüyorsa da, onun, az da olsa Farsça bazı kaynaklara müracaat ettiği anlaşılmaktadır. Bkz. v. 1b, 59b, 70a, 71a, 125a. Yine kullanılan kaynakların detaylı bir analizi için bu çalışmanın “Kaynakları Bakımından el-Veledü’ş-Şefîk ve’l-Hâfidü’l-Halîk” kısmına bakınız. 110 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 10b. Ayrıca bkz. v. 3a, 117b. 105 106 221 i kendi görüş ve fikirleri olurken, bazı konularda ise görme ve işitme yoluyla elde ettiği, canlı kaynaklardan derlediği bilgiler111 olabilmektedir. nâzil olmasının sebebi gibi Peygamberin vücûduyla sûret ve mana bakımından yekvücut olmak olduğunun altını çizmiş; bunun dışındaki diğer maksatların tâlî olduğunun bilinmesini istediğini121 bilhassa vurgulamıştır. Bu hedefi ve kum taneleri adedince olan diğer faydaları cihetiyle kitabının, âhirette yarar sağlayacak güzel bir amel ve Allah indinde değerli bir azık; kendisinden sonra gelecek kimseler için de sıkıntıyı gideren, şifa veren, kin ve nefreti izâle eden bir hayır olduğunu122 belirtmiştir. Böylece Kadı Ahmed’in ele aldığı konuları ve kullandığı kaynakları ortaya koyduktan sonra genel bir değerlendirme yapacak olursak, onun, eserini, klasik İslâm tarihinin kaynakları arasında yer alan Kur’ân-ı Kerim ve Kitab-ı Mukaddes ile hadis kitapları, umumî mahiyetteki mufassal ya da muhtasar tarih eserleri, tabakât ve terâcim kitapları, neseb, vefeyât, kıssa, siyer-meğazî ve fütûh eserleri, şemail, delâilü’n-nübüvve, fiten ve melahim kitapları, edebiyat ve coğrafya eserleri ve mezhepler tarihi kitaplarındaki malumata ilave olarak tefsir, kelam, fıkıh, tasavvuf, tıp ve felsefe eserlerindeki ilgili hususları, bilgi sahibi kimselerin kalemleriyle zabt ettiklerini 112, öncekilerden ve dönemindeki kimselerden duyduğu hususları113 bir araya getirerek telif ettiğini söylememiz mümkün hâle gelir. Bu uhrevî hedefinin yanında daha özel bir sebep, bir baba olarak oğlu Kemâl Hatîb’in tahsiline katkıda bulunmak ve büyük oğlu Muhammed’in ıslah olmasını sağlamak123, yani eserin isminde de dışa vurduğu üzere (el-Veledü’ş-Şefîk ve’l-Hâfidü’l-Halîk, yani Şefkatli Çocuk ve Ahlaklı Torun) çocuklarının ahlaklı ve ilme meraklı kişiler olarak yetişmesine kitap yazmak gibi farklı bir yolla hizmet etmek124 istemesidir. Bunun için hâl-i hâzırdakinden daha dar kapsamlı ve tarih eksenli sâde bir eser kaleme almaya niyet etmiş; ancak bir kere başlayınca Hakk Te‘âlâ’nın lütfuyla “lisanın çözülmesi, beyânın cezbi ve parmak uçlarının sürati neticesi”125 kendini yazmaktan alamayarak yukarıda da görüldüğü üzere muhtelif konulardan oluşan hacimli ve üslûbu ağır bir eser vücuda getirmiştir. el-Veledü’ş-Şefîk’in başlangıcında var olan talim-terbiyeye dair bu endişe, muhtemelen müellifinin yukarıda belirttiğimiz üslubuna da yansımış; kabul görmüş mevcut bilgi birikiminin muhtasar olarak sağlıklı bir şekilde aktarılmasını, konuların ansiklopedik ve didaktik bir tarzda ancak mesaj yüklü bir şekilde kaleme alınmasını doğurmuştur. 4. Bir Tarihçi Olarak Niğdeli Kadı Ahmed Tarih ilmine karşı nefsinde uyanan ilgi ve heves neticesi âşık ya da susamış bir kişi gibi kıvranıp dururken, bizzat Hak Teʻâlâ’nın yönlendirmesi114 ve yapmış olduğu istihare ve istişareler115 üzerine bir tarih kitabı yazmaya karar veren Niğdeli Kadı Ahmed, gelip geçmiş kimselerin haberlerini, “bana cevâmi‘u’l-kelîm (özlü söz söyleme gücü) verildi” ve “kelâm bana gayet kısa tutuldu” diyen Hz. Muhammed’in üslûbu gibi, îcazlık (kısalık) kalıbıyla ve i‘câzlık (eşsizlik) sanatıyla, ihtisâr şivesine uygun olarak kısa cüzler hâlinde, açık ve seçik bir tarzda116, devşirmek (iltikadî)117 ve birbiriyle uyumlu olarak ardarda getirmek (telfîkî) 118 sûretiyle kaleme almaya çalışmıştır. Pek çok yerde atıfta bulunduğu ve kendisine müstakil bir bölüm tahsis ettiği Hz. Muhammed vesilesiyle de eserini ağır (kaba) olmaktan uzak bir ağırlıkla süslemiş119 ve böylece hem onun şefaatine hem de Allah’ın rahmetine müstahak olmak 120 istemiştir. Ancak böyle bir üslubun ortaya çıkmasında dönemin hâkim tarih yazım tarzının da tesiri bulunmuş olabileceğini göz ardı etmemek gerekir. Zira Moğollar döneminde gelişme kaydeden fennî nesrin önemli bir özelliği, sıfatlar ve yan cümlelerle desteklenmiş uzun uzun cümleler oluşturmak, abartılı ve gösterişli dua cümleleri kurmak, satır aralarında ve bilhassa da paragraf sonlarında bağlama uygun düşen Arapça âyet, hadis, hikmetli sözler ve darb-ı meseller kullanmak ve şiirlere yer vermek; bu vesileyle de metinde anlatılan hadiseyle ilgili siyasî, idarî, içtimaî ve Kadı Ahmed, muhtemelen geleneğin de tesiriyle eserini yazmaktaki asıl maksadın, kâinatın hedefi ve Kur’ân’ın Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 2b, 116a, 152a, 258a, 283a. 118 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 155b, 297a. Ayrıca bkz. v. 117a-b, 120b. 119 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 4b. 120 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 1b, 201b-202a. 121 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5a. Ayrıca bkz. v. 72a, 201b. 122 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 1b. Ayrıca bkz. v. 159a. 123 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 55b-56a, 297a. Ayrıca bkz. v. 133b, 136a/h, 296b, 297b. 124 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 1b. Ayrıca bkz. v. 2b, 4b. 125 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 297b. Ayrıca bkz. v. 2b-3a, 4b, 173a, 201b, 202a, 296b. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 21b, 59a, 59b-60a, 63b, 64b-65a, 68b-69a. Ayrıca bkz. 94b-96a, 102b, 106b, 107b, 114a, 117b, 118a-119b, 121b, 130b, 135a, 138b-139a, 141a, 147a-b, 148b-151a, 152a, 152b, 153a, 154a, 156a, 173b, 176b, 177a, 178b, 190a, 214b, 233a/1, 233b, 234a-b, 238b, 245a, 247a, 248b, 271b, 281a, 281b, 283b, 286b, 289a, 289b, 296b-297b. 112 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 80a, 102a-b. 113 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 3a. 114 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 2b. 115 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 4b. Ayrıca bkz. v. 7a, 141a, 173a. 116 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 4b. Ayrıca bkz. v. 5a, 7a, 7b, 9b, 16a, 35b, 43b, 96a, 116a, 121a, 122b, 139a, 140a, 141a, 157b, 159a, 173a, 186a, 216b, 217a. 117 111 222 i ahlakî mesajlar vermek ve hayatla ilgili tavsiyelerde bulunmak idi. Belki de bunun tabii bir neticesi olarak nasihat edebiyatının yöntemi ve malzemesi devşirilip tarihe uyarlanmış; böylece tarih-nasihat içerikli melez kitaplar ortaya çıkmaya başlamıştı. Artık tarihçinin ana ilgisi, eserinde verdiği habere yoğunlaşmak kadar, belki de daha fazla olarak nesre odaklanıp kendi sanat gücünü ve maharetini ortaya koymak ve bu şekilde okuyucuya aynı zamanda edebî bir eser lezzeti sunmak olmuştu. 126 Kadı Ahmed’in yaşadığı dönemdeki fennî nesrin bu nitelikleri anlaşıldığı kadarıyla onun eserini de etkisi altına almış; şiirlere çok fazla müracaat etmemişse de, sıfatlar ve yan cümlelerle destekli uzun cümleler, abartılı medhiyeler, Arapça âyet, hadis, hikmetli sözler ve darb-ı meseller ısrarla vurguladığı muhtasar üslubuna rağmen metnin içindeki yerlerini almışlardır. vaziyetini ve yaklaşımını ortaya koymuştur. Mesela: “Tarihçiler İbrahim’i halifeler zümresi içinde zikretmezler”127, “tarihçiler tarafından bilinmeyen bir yaşta”128, “tarihçiler vefatına dâir muayyen bir tarih vermemişlerdir”129, “bizce meçhul bir tarihte vefat etti”130, “elimizdeki kitaplarda vefat tarihi mevcut değildir”131, “ben de nüshadan bu şekilde alarak yazdım”132 ve “bu zayıf müellifin mütalaası bir sonuca ulaşamadı”133 gibi kısa ve doğrudan ifadelerini bu bağlamda okumak mümkündür. Yine sadece bilinmeyen ve eksik bırakılan hususlara değil, ehline malum olduğundan dolayı veya defalarca vurguladığı tarih fenninin ve muhtasar üslûbunun sınırları içinde kalma hassasiyetine istinaden ya da kendince geçerli olan bir mahzura binaen derinliğine işleme lüzumu duymadığı bahislere de aşağıdakilere benzer ifadelerle işaret etmiştir: İfade etmeye çalıştığımız bu niyet, hedef ve üslupla yola koyulan Kadı Ahmed’in, eserini, birbirinden farklı, ancak kendi iddiasına göre her biri birbiriyle irtibatlı beş müstakil cilde/bölüme ayırdığına yukarıda temas etmiş idik. Yine ele aldığı farklı konulara binaen ortaya çıkan kaynak çeşitliliğine de işaret etmiş; bir kısmı alanının klasikleri arasında yer alan bir kısmı da günümüze ulaşmayan bu kaynakların büyük bir bölümünün el-Veledü’ş-Şefîk’in sonundaki kitabet kaydında zikredildiğini, diğerlerinin de metin içinde yapılan atıflar yoluyla tespit edilebildiğini belirtmiş idik. “Tarihçilere gizli değildir”134, “tefsir âlimlerine gizli değildir”135, “gerçek âlimlere gizli değildir”136, “âşikar olan bir iş için delil getirmeye çok fazla ihtiyaç yoktur”137, “tarih fenninin havzasının hâricindedir”138, “tarih fenni ile alakası yoktur”139, “tarih fenninin imkân elverdiği ölçüde”140, “tarih nevi‘i için bu kadar kâfidir”141, “numûne kabilinden bu kadar yeterlidir”142, “şerhi bâbımızla/konumuzla alakalı değildir”143, “baki kalanlar malumdur”144, “bunların tafsilâtı ciltlere sığmaz”145, “bu mu‘ciz kitabın sınırlarını aşar”146, “bu pişmiş fende bir hamlık, düşüklük ve kabalık zuhûra gelmesin istedik”147, “bu muhtasar kitabın bu tür şeyleri zikretmeye tahammülü yoktur”148, “bu muhtasarın amacı tarihle ilgili cümleleri ihata etmektir”149, “lüzumlu görülen bir maslahat icabı ekserisi tahrir olunmayan”150, “başka türlü bu hususların tedvini mümkün olamazdı.”151 Kullandığı kaynakları ve ele aldığı konuları yanında Kadı Ahmed, bazen, eserlerine baş vurmuş olduğu tarihçiler ya da diğer ilim sahipleriyle ilgili kendi şahsî kanaatlerini de okuyucularıyla paylaşmış; söz konusu kimselerin konuyla ilgili tercihlerini ve bilgi eksikliklerini, kapalı olarak geçtikleri yerleri, elindeki kitap ya da nüshalardaki durumu ve rivayetler arasındaki çelişkiler karşısında kendi Safâ, Tarih-i Edebiyat der İran, c. III/2, s. 1104-1109; Şemisa, Sebk-şinâsî-yi Nesr, s. 76-77, 81. Ayrıca Kadı Ahmed’in tarih fenninin içeriğiyle ilgili tanımı için bkz. el-Veledü’ş-Şefîk, v. 6b-7a. 127 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 98b. Ayrıca bkz. v. 112a, 138b, 149b. 128 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 72b. Ayrıca bkz. v. 114b. 129 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 109b. Ayrıca bkz. v. 92b, 112b. 130 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 115b; Ayrıca bkz. v. 88a, 92b, 97b, 106a, 113b, 114a, 114b. 131 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 113b. Ayrıca bkz. v. 92b, 106a, 111b, 112b, 139b. 132 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 112b. Ayrıca bkz. v. 125a, 127a, 131a, 153a, 171a, 241a. 133 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 37a, 67a. Ayrıca bkz. v. 53a, 55a-b, 59b-60a, 68b-69a, 70a, 70b, 71a, 92b, 147a, 148a, 149a. 134 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 53b. 135 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 67a. 136 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 49a. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 138b. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 35b. Ayrıca bkz. v. 25b, 43b, 58b. 139 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 62b. Ayrıca bkz. v. 47b. 140 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 49a. 141 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 41a, 50b. 142 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 43b. 143 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 57a, 68a. Ayrıca bkz. v. 78b, 99b, 149a, 266a. 144 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 68a. 145 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 75a. 146 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 43b. 147 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 149b. 148 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 104a, 108b-109a. Ayrıca bkz. v. 116b, 68b. 149 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 122b. 150 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 44a. Ayrıca bkz. v. 47b, 122b, 149b. 151 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 35b. 126 137 138 223 i Kadı Ahmed, eserinde dile getirdiğine göre, ele aldığı hususlarda gerçeği arama lüzûmundan ancak zorunlu hallerde sarf-ı nazar etmiş; tertip ettiği fasılları müşkil lafızlardan, gereksiz izahlardan ve şiir ve emsallerin dahlinden uzak tutmaya ve konuları kuşatıcı ve soruşturucu bir tarzda beyân etmeye özen göstermiştir. 152 Tarihî bir meseleyi yazarken ilgili hiçbir hususun dışarıda kalmamasına çalışmış153, ancak yine de kitabın hacmini genişletmemek adına her bâbtan, ayların daha parlak olanının dikkat çekmesi gibi daha meşhur olan mevzulara yer vermek durumunda kalmıştır.154 Yine zaman zaman avdet ve ric‘at âdetine binaen155 de “bu kitapta, yukarıda zikredilmiş olan”156 ya da “bu kitabın sonraki sayfalarında zikredilecek olan”157 gibi ifadeler kullanarak geriye ve ileriye atıflar yapmış; birbirinin içine geçmiş bulunduğundan dolayı tekrar bahsetmek durumunda kaldığı veya bir sebebe binaen değin(e)meden geçtiği ya da tozunu almak kabilinden değindiği konulara 158 işaret etmiştir. Kâri’ler tabakatı gibi tarih fenniyle doğrudan alakalı olduğunu düşündüğü hususları da kitabı kolay kılıp karışıklığa meydan vermeden, çok fazla uzatıp okuyucuyu bıktırmadan, hatırlatma kabilinden, ilgili olduğu kadarıyla vermeye dikkat etmiştir.159 Ayrıca kendini sırf bir nakilci olmaktan kurtarmak, taklit yolunu takip eden biri olmaktan çıkartmak ve de okuyucunun kitaba itimat etmesini sağlamak160 niyetiyle de ele aldığı kişi, hadise ve meseleler hakkında bazen kendi şahsî fikir ve mütalaalarını söylemeyi ihmal etmemiştir. neticesi gerçekleşebilecek ve Hak Ta‘âlâ’nın fazlıyla açıklanabilecek bir durumdur. Filozofların mezhebine uyularak Müslüman Arapların, kendilerinden kat be-kat güçlü tâifelere saldırıp onları yenmeleri akıl yoluyla kavranmaya kalkılırsa, âlet, teçhizat ve sayı gibi var olan akla uygun sebepler onların aleyhine olduğuna göre, bu mümkün olamayacaktır. Bunun için imana dayalı bir tefekkür gerekmektedir.162 Yine yapmış oldukları cihad ve gazaları anlatmaktan başka sahabe arasında vâki olan harpler, darpler ve kaçıp kovalamalara dair duyduğu haberlerden ve okuduğu eserlerden hiç bir şeyi zikretmemek gerektiğiyle ilgili kaygısını da, selefin sünneti olan edebe sığınmak olarak açıklamıştır. Zira bir iç çatışma görüntüsü veren bu durumu hayra yormaktan başka getirilecek her türlü yorum ve tenkidin, Müslümanların birliğine hizmet etmediği gibi var olan kini ve nefreti daha da derinleştirmiş olduğu tarihen de sâbittir. Bu bakımdan Ehl-i Sünnetin mevcut tarihsel tecrübeyi de dikkate alarak artık tartışmayı kesmeyi ve söz konusu elim hadiselerin üstünü örtmeyi teklifine, Kadı Ahmed de katılmakta ve Hz. Muhammed’in dostları olan sahabeyi bu hususla değil faziletleriyle öne çıkartmayı teklif etmektedir. Zira Hz. Muhammed onları överek gökteki yol gösterici yıldızlara benzetmiş ve mü’minleri onlara muhabbet duymaya teşvik etmiştir.163 Bazen de onun şahsî fikir ve kanaatleri, geçmişteki bir hadiseyi kendi zamanı ya da etrafı ile irtibatlandırmak ve böylece konuyla ilgili alınması gereken dersi satır arasına sıkıştırarak mesaj vermek şeklinde tezahür etmiştir. Mesela Kârûn’un Hz. Musa’nın arkasından yapmakta olduğu gıybet, “bu dönemdeki nâkısların İslâm âlimleri hakkında söyledikleri hezeyanlar şivesince”164 tarzındaki bir yan cümleyle, dönemler arasında benzerlik kurmanın vasıtası haline gelmiştir. İskender’in inşa ettirmiş olduğu seddi anlatırken, Niğdeli bazı kethüdaların geçmişteki büyüklerin anlattıklarının tersini söylemeleri 165 ise bir yakınma olarak yerini almıştır. Hicrî 700. senenin müceddidlerini sayarken de içinde yaşadığı zamandan ve mekandan şikayet166 en üst seviyesine varmıştır. Abbasî halifesi er-Razî Billah döneminde vücut bulmaya başlayan Bu durum zaman zaman geçmişteki bir hadisenin sonraki vaziyetine dair malumat sunmak ya da hadiseyle ilgili kendi kanaatini belirtmek şeklinde ortaya çıkmıştır. Mesela Beytü’l-Makdis’in Buhtnassar tarafından tahrip edilmesinden ya da Kabe’nin Haccâc tarafından yıkılıp tamir ettirilmesinden bahsederken, yapının sonraki durumuna dair kısa bir tarihçesini de araya sıkıştırmıştır. 161 Acem mülkü ve Mısır beldeleri ile diğer iklimlerin Hicaz’ın âletsiz ve teçhizatsız, az sayıdaki çıplak ve aç askerleri tarafından fethedilmesi ise, her ne kadar sahih nakillerle rivayet olunuyorsa da ona göre akıl ölçüleriyle kavranabilecek bir şey değildir. Bu ancak ilahî teshîr Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5b. Ayrıca bkz. 5a, 65a. 161 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 49a, 55a, 90b-91a. Ayrıca bkz. v. 40a, 52a-b, 53a, 61a, 63b, 70b, 169a, 210a. 162 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 78a. Ayrıca bkz. v. 75a, 76a. 163 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 266b-267a. Ayrıca bkz. v. 218b, 266a. 164 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 35b. Ayrıca bkz. v. 21b, 22b, 61a, 106b, 126a, 127a, 129a, 130b, 135a. 165 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 59a. Ayrıca bkz. v. 22b, 64b, 65a, 68b-69a. 166 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 95b. Ayrıca bkz. v. 6a, 22b, 40a, 49b, 55b, 162b, 176b, 178b, 190a-b, 233a/1, 233b, 238b, 246b, 247a, 263a, 281b, 283b, 286b, 289a. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5a. Ayrıca bkz. 173a, 217a 153 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 4b. Ayrıca bkz. v. 70a, 97b. 154 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 39b. Ayrıca bkz. v. 35b, 117a. 155 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 7b. 156 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 35a, 37a, 50a, 218a. Ayrıca bkz. v. 41b, 97b, 121a, 129b, 138b, 147b. 157 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 34a, 34b, 37a, 50a. Ayrıca bkz. v. 35a, 80a, 97b, 121b, 125a, 138b, 140b, 148a, 149a, 217a. 158 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 43b, 47b, 80a, 117ab, 121a, 139a. Ayrıca bkz. v. 8a, 19a, 44a, 49a, 50b, 57a, 58b, 59a, 62b, 68a, 68b, 78b, 94a, 100a, 120b, 122b, 125a, 130a, 130b, 138b, 147b, 149a, 151a. 159 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 97b. 160 152 224 i mahalli hanedanların halifeyi avuçlarının içine alarak ona Irak ve Sevâd’ın dışında bir yer bırakmamalarını ise, talebesi Celâl Mahmûd’un Niğde’deki bütün kazâî mansıbları uhdesine alıp kendisini işlevsiz duruma düşürmesine benzeterek açıklamayı tercih etmiş ve kendisini Abbasî halifelerine benzettiği için Allah’a hamd etmeyi unutmamıştır.167 Üçüncü Alâeddin Keykubad’ın 698 senesinde Selçuklu tahtına oturmasını anlatırken birden bire aynı yıl vefat eden babasından bahsetmeye başlamasını da, bu sene sebebiyle içinde beliren hüznün, Selçuklu hanedanına karşı ailece beslemiş oldukları muhabbet ve minnet duygusunun ve canları pahasına onlara hizmet etmek aşkında olduklarının bilinmesini istemekle168 açıklamıştır. dolu muhtelif sıfatlarla birlikte kaydederek vazifesini yerine getirmiştir.174 Abdülmelik b. Mervân döneminde Hicaz, Irak ve Horasan halkı ile Şam’ın dışındaki diğer beldelerde yaşayanların biatını almayı başararak Emevîleri Şam’la sınırlayan Abdullah İbn Zübeyr’in Kabe’de Haccâc tarafından muhasara edilip öldürülmesi esnasındaki hadiseleri de, gayet yanık ve yakıcı olması hasebiyle ve oldukça uzun olması sebebiyle175 yazması mümkün olamamıştır. Emevîlerden Velid b. Yezîd’in yazmış olduğu şiirlerindeki mazmûnların onun zındıklığına ve dinsizliğine delil teşkil edecek mahiyette olduğunu söylemiş; bunları zikretmenin günah olması bir yana te’lifin tadını da silip götüreceğini176 iddia etmiştir. Yine Hz. Davud’un kumandanlarından Oriya’nın karısına tutulması ve neticede hata ettiğini anlayarak tövbe etmesiyle ilgili kıssayı da numûne kabilinden üç cümle ile hatırlatmış; bunun ötesine geçip kıssayı anlatacak kimsenin, 160 celde/sopa vurulmayı hak edeceği ihtarında bulunmuştur. 177 Görüldüğü kadarıyla yanlış anlaşılmak, söz konusu kimseleri itham ediyor görünmek ve “kendisinden sonra gelecek kimseler için sıkıntıyı gideren, şifa veren, kin ve nefreti izâle eden bir hayır”178 olarak düşündüğü kitabını kendince hoş olmayan hususlarla doldurmak istememiştir. Ancak tarihe not düşmek ve kişilerin ve hadiselerin unutulmasına mani olarak onları kalıcı kılmak veya kayıt yoluyla şereflendirerek şereflenmek gerektiğinin de farkındadır.179 Kadı Ahmed, bazı durumlarda, verdiği bilgilerin ve naklettiği rivayetlerin sağlamlığını da sorgulamış 169; hatta herhangi bir şüphe ve tahmine yer vermemek ve mütevatir rivayetlere dayanmak bakımından bir tarihçi olarak kendisinin şerʻî hususlarda fetva veren fakihten daha hassas olduğunu170 belirtmiştir. Yine tarihçiler ile benzer konuları anlatan kıssacılar arasında kesin bir ayırım yapmış; tarihçilerin verdikleri bilgilere itimat ederken, ikincileri zaman zaman hezeyan içinde olmak, bühtanda bulunmak, herze yemek ve sözü gereksiz yere uzatmakla itham etmiştir.171 Konuşmalarında kıssalardan istifade eden vâizler de sözü uzatmak ve bazı hususlarda gaflet içinde olmak172 bakımından Kadı Ahmed’in tenkitlerinden nasiplerini almışlardır. Kadı Ahmed’in bazı inanç, kanaat ve düşüncelerin tesiri altında bulunduğunu da belirtmek gerekir. Satırlarına da yansıdığı kadarıyla o, İslâm tarihindeki bazı müspet ya da menfi hadisler ve şahıslarla ilgili olarak zaman zaman kendi kanaatini belirtmekten çekinmemiş ve sahip olduğu inancı da dışa vuran tutumunu açıkça dile getirmiştir. Ehli Sünnet’in Hanefî-Maturidî koluna mensup biri olarak180 Kadı Ahmed, Ehl-i Beyt-i Nübüvvet’e karşı olan sevgisini de saklamamış ve bunun neticesi olarak bazı tasvir ve tariflerde bulunmuştur. Mesela ona göre Ehl-i Beyt-i Nübüvvet’in dışında kalan kimseler için “hilâfet sürdüler” değil, “emirlik yaptılar” demek gerekir ve “Emevî halifeleri” yerine “Emevî emirleri” ifadesi ve “Mervânîlerin ve Benî Ümeyye’nin hilâfet isimli emirliği” başlığı kullanılmalıdır.181 Aynı şekilde Abdülmelik b. Mervân döneminde Emevî iktidarına karşı ayaklanarak Bununla birlikte Kadı Ahmed’in bizzat kendisi de bilgi sahibi olduğu halde bazı hadiselerin üzerini bilerek örtmüş; bunlarla ilgili bahsi derinleştirmek hoş olmayan bazı şeyleri ortaya dökeceğinden takip ettiği muhtasar üslubu gerekçe göstererek bu hususlara temas edip geçmeyi tercih etmiştir.173 Onun dinî hassasiyeti ve ahlakî kaygıları nedeniyle ya da pek iç açıcı bir manzara arz etmemesi yönüyle dile getirmediği bu hususlardan biri Memlük sultanı Rükneddin Baybars Sâlihî’yle ilgilidir. O, Baybars’ın Kayseri’ye gelme sebebini ve bu sırada meydana gelen diğer hoş olmayan hususları zikretmeyi, takip ettiği yöntemi gerekçe göstererek uygun bulmamıştır. Ancak onun ismini anmadan geçmek de istemediğinden, eserine ve kendisine şeref katacağını söyleyerek adını övgü Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 114a. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 150b-151a. 169 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 52a, 68b, 70a, 70b, 71a, 148a. 170 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5a, 65a. Ayrıca bkz. 7a, 173a, 217a. 171 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 80a, 89b. Ayrıca bkz. v. 7a, 10a, 52a, 53b, 139a-b, 263b, 266a. 172 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 43b, 222a, 263b. 173 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 102b, 122b, 148b, 149b, 154a, 190a-b, 233b. Ayrıca bkz. v. 43b, 97b, 104a, 108a, 108b, 114a, 141a, 233a/1, 283b. 174 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 149b. 175 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 90b. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 98a. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 43b-44a. Ayrıca bkz. v. 263b. 178 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 1b. 179 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 102a-b, 148b-149a, 149b. Ayrıca bkz. v. 94b, 97b, 106b, 116a, 121a-b, 122b, 233a/1. 180 Kadı Ahmed’in dinî anlayışı ve tutumu için bkz. Ali Ertuğrul, Anadolu Selçukluları Devrinde Yazılan Bir Kaynak: Niğdeli Kadı Ahmed’in el-Veledü'ş-Şefik ve’lHafidü’l-Halik’ı, c. I, s. 96-105. 181 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 85b-86a, 89b, 90a, 98a, 99a. Ayrıca bkz. 1b, 5a, 7b, 72a, 92b. 167 176 168 177 225 i Şam’ın dışındaki yerleri kendine bağlayıp dokuz yıl halifelik yapan Abdullah b. ez-Zübeyr’in hilafeti için de “emirlik” demek lazımdır.182 Buna karşın onun, “Abbasî halifeleri” ifadesini kullanmış olması 183, bu hanedan mensuplarını Hz. Muhammed’in amcası Abbas cihetiyle 184 Ehl-i Beyt’in içine dâhil ettiğini gösterir. önce azle, sonra da katle maruz kaldığını söylemeleridir. Nitekim musannıfların bu iddiası tarihsel tecrübeye de uygun düşmektedir.191 Kadı Ahmed, türlü uğraşlarına ve talebeler gibi koşuşturmasına rağmen bilgi elde edemediği hususları açık yüreklilikle dile getirip acziyetini itiraf etmiştir192. Bir şekilde aradığı bilgiye ulaştığında, bunu büyük bir sevinçle ifade etmiş ve kendi mümtaz mevkiini de vurgulayarak: Bu durum Ehl-i Beyt’le irtibatı bulunmayan hanedanlara karşı genel bir tavrı imiş gibi gözükse de, onun başta Ehl-i Beyt-i Nübüvvet’in düşmanı ve şakî ilan ettiği 185 Yezid b. Mu‘âviye olmak üzere Emevî idarecilerinden pek hazzettiği söylenemez. Onun ifadesiyle onuncu Emevî emiri Velid b. Yezîd, kötü itikadlı, mülhid görüşlü, şarab içen ve hiciv söyleyen biri olması hasebiyle selefi Yezid b. Mu‘âviye’ye benzemekteydi.186 Yine Mu‘âviye b. Ebî Süfyan da Ehl-i Beyt’in evini tahrip etmek, hakkı olmayan bir iddianın peşine düşmek itibariyle yanlış yapmıştı. 187 Bununla birlikte Kadı Ahmed’in Emevîlere karşı bu menfi bakışı, Ömer b. Abdülaziz söz konusu olduğunda birden bire değişmekte; hatta onu Emevî halifeleri silkine dahil etmeyerek “halife” olarak zikretmeyi tercih etmektedir. Bu halife, iki yıllık iktidarı esnasındaki icraatları ve Ehl-i Beyt’e karşı yaklaşımı sebebiyle onun takdirlerini kazanmaktadır. Ömer b. Abdülaziz’in anne tarafından nesep itibariyle Hz. Ömer’e dayanıyor olması da Kadı Ahmed’in onu Emevî ailesinden ayırıp farklı bir yere oturtmasına imkan vermektedir.188 On birinci Emevî emiri Yezid b. Velid ise, iktidarında uygulamaya koyduğu ekonomik tedbirleri cihetiyle değilse de, takva, zühd ve beğenilir bir ahlaka sahip olmak bakımından Kadı Ahmed’in takdirlerine mazhar olmakta ve seleflerinden Ömer b. Abdülaziz’e benzetilmektedir.189 Bu eserin ilk müsveddesini bitirdikten sonra, Abbasî halifelerinden geri kalan isimlerle ilgili malumat elde edebilmek için on yıl sürecek uzun bir sefere çıkmaya razı idim. Ancak on gün geçmedi ki, Hakk Te‘âlâ, Musta‘sım’ın nihayetine kadar Abbasîlerin geri kalanlarıyla ilgili tarihleri benim rızkım kıldı. Anladım ki, ben altın ve gümüşle değil, uhrevî hatlarla işlenmişim. Divan ehlinin en faziletlisi, onların en kabiliyetli, en takvalı ve en ustası, merhûm, mağfûr Hâce Kerimüddin Kûtvâl-i Aksaray’ın ruhu şad olsun. Zira onun eseri olan nüsha, delalete duçâr olmuş bu mü’minin tam ihtiyaç duyduğu yerin ortasına oturdu. Vicdanda yüce bir saray inşa etmek için bir kerpiç eksikti, nâkıs olan bu nişan, “yaratılmışların en faziletlisi, varlığıyla nebileri tekmil ederek kemâle erdirendir” darb-ı meseli gibi nâzil oldu.193 diyebilmiştir. Bu şekilde kendi bilgi hazinesine katkıda bulunmuş kimseleri ve eserleri de zaman zaman zikrederek194 şükran ve minnet hislerini açığa vurmaktan çekinmemiş, bilakis bunu bir vazife olarak addetmiştir. Kadı Ahmed’in Emevîlere karşı bu menfi tutumu, sayılar üzerinden bâtınî yorumlar yapmak istediğinde ise birden bire değişir. O, Kadir sûresindeki “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır” âyetinin, kendi hesaplarına göre de bin ay süren Emevî iktidarını işaret ettiğini söyler. İbn Abbâs’ın dışındaki râvilerin de bu fikirde olduğunu; ancak İbn Abbas’ın, bu âyetin Şemsun peygamberin bin aylık cihadını kıskanan sahabeyi taltif ve teskin etmek amacıyla nâzil olduğuna dair kanaat belirttiğini ifade eder. Müfesssirlerin sultanı sayılması cihetiyle de İbn Abbas’ın bu iddiasının da dikkate alınması gerektiğini söyler. 190 Yine Kadı Ahmed’e göre, tarihçiler, bazı hadiseler üzerinde düşünüp zamanla ondaki sırrı keşfetmişlerdir. Mesela bunlardan biri Abbasîlerden her altıncı halifenin Kadı Ahmed, zaman zaman bilgi eksikliklerine binaen tarihte bazı benzerlikler ve aynileştirmeler kurulabileceğini; mutlak cehâletle kanaat edip az okuyan, meslek sâhiplerini taklid etmekten hoşlanan, yiyip yiyip çene çalan, himmetsiz, sermayesiz, câhil ve alçak kimselerin, daha az çaba sarf etmeye meyilli olduklarından ve birkaç eksik satır okumakla yetinmeyi seçtiklerinden dolayı kendileri gibi başkalarını da hataya sevk edebileceklerini söyler. Ona göre daha ziyade nebilerin ve meliklerin isimlerinde görülen bu farklı zaman ve mekanlara ait hususları birleştirme tehlikesini, ancak rahatını bozup zahmete katlanarak kitapları okumakla ve âlimlerle birlikte olmakla aşabilmek mümkündür 195. Yine 182 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 90b. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 99a, 129b. Ayrıca bkz. 1b, 5a, 7b, 72a, 92b, 116b, 117a, 130b. 184 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 6b, 137b, 138a. Ayrıca bkz. 77b, 78a, 85a, 122a, 131b-132a, 136b-137a. 185 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 96b, 98a. 186 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 98a. 187 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 86a-b, 87a. Ayrıca bkz. v. 80b, 88a, 89b. 188 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 92b. Ayrıca bkz. v. 90a, 93b, 98a, 98b, 107b, 190a-b. 189 183 190 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 98a. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 65b-66a, 99a. 191 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 139b-140a. 192 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 94a, 94b. Ayrıca bkz. v. 125a, 147b, 149a. 193 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 125a. 194 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 94b, 117b, 125a, 139a, 271b. Ayrıca bkz. v. 117a, 118b, 119b, 120b, 121a. 195 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 55a-b. Ayrıca bkz. v. 7a, 42b, 53a, 60a, 70a, 94b, 121a, 154a, 154b, 226b. 226 i karışıklıktan uzak sâlim ve parlak bir zihne ve doğru bir tabiata sahip olmak, talebeler gibi koşuşturmak, temyiz (ayırdetme) kabiliyeti bulunmak ve tenkitlere açık olmak da hataya düşme ihtimalini azaltacaktır. 196 Bununla birlikte Hızır-İlyas197, Lokman198, İskender-Zülkarneyn199, 200 201 202 Nemrud , Danyâl , Buhtnassar ve Feridun203’la ilgili hususlarda olduğu gibi daha fazla tetkik ile rivayetlerin arasını tefrik etmenin bazen mümkün olamayabileceği; çözmeye çalıştığı meseleye bir düğümün de bizzat kendisi tarafından atılabileceği204 gerçeğini de itiraf etmekten çekinmez. Daha önceki müelliflerin de karıştırmış olduğu bu tür hallerde mevcut durumla ilgili olarak okuyucuyu bilgilendirip meseleyi çözmeye çalışmaktan uzak durmak ve acziyetini ikrar edip Allah’ın rahmetine sığınmak 205 en doğrusu gibi gözükmektedir. tuttuğunu söylüyorsa da, sıfat ve yan cümlelerle destekli uzun cümleler kurmak, abartılı dua ifadeleri kullanmak ve Arapça âyet, hadis ve hikmetli sözlerden istifade etmek bakımından dönemin hâkim yazım tarzı olan fennî nesre yaklaştığı da bir gerçektir. 5. Niğdeli Kadı Ahmed’e Göre Tarih ve Tarih Okumanın Faydaları Tarih ilmini, “ilimlerin padişahı”, diğerlerini ise “reʻâyâ” (halk) gibi gören211 ve onu “ilimlerin en şereflisi ve en beliği”212 olarak kabul eden Kadı Ahmed, bu büyük ve şerefli ilmin zamanında itibarını kaybettiğini 213 fark etmiş ve üstâdı Şemseddin’e de danışarak214 kendini geçmişi aktararak fikretmeyi mümkün kılan215 ve hâli zabtederek unutulmaktan koruyan216 tarih fennini mütalaa etmeye adamıştır. Bu ilgi ve alakası neticesinde, bir gün kendini bu fennin fasıllarını tertip ederken bulmuş217; kendi ifadesiyle, uzun bir hazırlık evresinden sonra uygun bir üslup ve sağlam bir bakış açısıyla tefsir, hadis, tarih, kıssa, siyer ve edebiyat gibi alanlara ait pek çok kitabtan tarihle ilgili malumatı218 devşirerek gizli şeyleri ortaya çıkartmaya ve hüner sâhibi olmayan kimselere iyilikte bulunmaya 219 matuf muhtasar bir tarih eseri kaleme almıştır. Böylece Kadı Ahmed, her ne kadar meseleler üzerindeki gaybet/gizlilik perdesini kaldırmak ve okuyucunun bilmek isteyebileceği hususları türlü zorluklarına rağmen açık kılmak206 gayreti içinde olduğunu söylüyorsa da, bazı konuların türlü nedenlerle bunun dışında kalabileceğini ifade etmiş olur. Yine o, defaatle vurguladığı muhtasar üslûbu gereği, ele aldığı bahisleri derinliğine tetkikler yapıp apaçık hâle getirecek tarzda uzun uzun yazmayı lüzûmlu görmemiş207; tarih fenni bakımından zarûri olduğu kadarıyla, gerektiği kadar, yani faydası az olanları terk ederek menfaati çok olanları öne çıkartarak, çok fazla uzatmadan, kısaca ve işaret etme yoluyla işlemeyi208 yeterli bulmuştur. Kendi ifadesiyle, mütehassıs bir dalgıç edasıyla geçmiş hazine sâhiplerinin hazinelerinden payına düşeni almak istemiş209; muhtelif kaynaklardan toparladığı malumatı kendi maksatları ve hedefleri çerçevesinde yeni bir terkibe tâbi tutmuştur210. Bunu yaparken eserini müşkil lafızlardan, gereksiz uzatmalardan, şiir ve emsallerin dahlinden, rivayetlerin senetlerini zikretmekten uzak Yazmış olduğu bu kitabı başlangıçta mazi ve hâlin tarihi olan kıssa ve tarih fenlerine220 mahsus kılmak istemiş; ancak yapmış olduğu istişareler neticesinde 221 eserine bir kaç bölüm daha eklemek durumunda kalmıştır. Niğdeli bir arkadaşı, ondan, zamanımızdan önceki zaman dilimine tekabül eden ve yapılmış iyilik ve kötülüklere dair haberleri şimdiki zamana bildirme yoluyla ulaşan “mazi” ile içinde bulunduğumuz zamana tekabül eden ve muâsırların fiillerinden bizzat gördüğümüz ve işittiğimiz şeyleri Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 39b, 94a, 94b, 121a, 125a. Ayrıca bkz. v. 2b, 95b. Kadı Ahmed’in, kendi yazarlık gücünü tarif ederken tevazu gereği kullandığı “câhil, zâhil (unutkan), müstekîd (kayıtlı/sınırlı), kalemi zayıf, lisanı kusurlu, sermayesi kıt, sanatı kesat, yaratıcılığı az, oturmayı seven” gibi tahkirâmiz ifadelerini de kişiyi hataya sevk eden sıfatlar olarak anlamak mümkündür. Bkz. v. 9b/h, 25a, 85b, 94b, 119b, 159a, 172b, 296b. 197 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 42b. Ayrıca bkz. v. 35b-36b, 41a-42b. 198 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 53a. Ayrıca bkz. v. 55a-b. 199 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 6a, 60a, 68b, 69a, 70b. 200 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 70a-b. Ayrıca bkz. v. 53a. 201 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 53a. 202 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 55a. Ayrıca bkz. v. 70b. 203 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 55a, 70a. 204 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 68b-69a, 70b. Ayrıca bkz. v. 70a. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 37a, 55a, 68b, 69a, 70a, 70b. Ayrıca bkz. v. 94a, 94b. 206 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 155b. 207 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5a. Ayrıca bkz. v. 35b. 208 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 7b, 9b. 209 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 4b. Ayrıca bkz. v. 35b. 210 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 117a. Ayrıca bkz. v. 96a, 120b, 130b, 136a/h, 157b. 211 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 7a. 212 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 6b. 213 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5a. 214 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 7a. 215 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 202a. 216 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 148b. 217 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 2b. 218 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 214b. 219 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5b, 155b. 220 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 8a, 72a, 257b. 221 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 173a. Ayrıca bkz. v. 5a, 201b-202a. 196 205 227 i sonrakilere ve gelecek devirlere bildirme yoluyla ulaşan “hâl”in yanında, üçüncü bir zaman dilimini, yani “müstakbel”in tarihini de yazmasını istemiş ve ileri sürdüğü delillerle de onu ikna etmişti. pişman etmeyecek nesneyi seçmeyi” bilmelidir. Zira tarih kitapları, bir taraftan geçip-gitmiş kişileri ve devletleri önümüze serip kendi varlığımız üzerine tefekküre dalmamıza sebebiyet verirken, diğer taraftan da bizlerde rivayetler ve hadiseler arasında “mukayeseler yaparak doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti” geliştirir. Buna mukabil kıssalara kulak verip rivayet edilen malumatı benzerleriyle kıyaslayıp sorgulamaksızın kabul eden kimseler, temyiz kabiliyetini geliştirmedikleri için yanlış yapmaya, hatta küfre düşmeye açık haldedirler. Mesela Hz. Hamza ile ilgili halk arasında yayılmış olan gerçek dışı iddialar ve bühtanlar bu nevidendir. Zıddı zıdda kıyas etme prensibiyle içinden çıkılabilecek bu gibi durumlardan biri bile yalanlanmaya kalksa, câhil halk yalanlayanı katletmeye yeltenir. Görüldüğü kadarıyla halk, şahın durumu ve ihsanı, imanlı kişilerin hâli hakkında da dâima kısa okuyanlara (kıssahan) kulak vermekte ve bu kimselerin anlattıkları her şeyi doğru kabul ederek onları tasdik etmektedirler. Oysa aklî ve naklî olarak muhal olup şeriatın güzelliğine aykırı düşen bazı şeyleri tasdik eden kişi kâfir olur. Tarih bilen kişi ise, “doğru ile yalanın arasını kolaylıkla temyiz etmeyi” bilir ve bu temyiz kabiliyetinin bereketiyle de küfürden kurtulur. Ancak ona göre, geleceğin tarihi, kişinin ya da bir bütün olarak insanlığın bu dünyadaki son nefesine kadar geçireceği zaman dilimi değil, kendi dönemine kadar ortaya çıkmış ve kıyamete kadar da ortaya çıkacak olan kıyamet âlametleri ile ölüm, berzah âlemi, kıyametin kopması ve herkesin lâyık olduğu iki yerden birine gidinceye kadarki ahiret hayatı olarak anlaşılmalıydı. Böyle bir bölüm yazıldığı takdirde ise, bu mazi ve hâlin tarihine ait olan önceki iki bölümle bir bütün oluşturacak ve temimmetü’l-ezmine vücut bulacak, yani zamanlar tamamlanarak arada bir boşluk bırakılmayacaktı. Böylece diğer tarihçiler gibi mazi ve hâli anlatarak ikilemenin sınırlı menfaatleri yerine, mazi, hâl ve müstakbel bir bütün olarak ele alınarak üçleme yapmanın mutluluğuna erişilecek ve okuyucu kapsamlı bir kitapla muhatap kılınacaktı. Göründüğü kadarıyla Kadı Ahmed, “O evveldir ve âhirdir, zâhirdir ve bâtındır” âyetine (Hadîd Sûresi, 57/3) atıfla, önceki tarihçilerin evvel ve zâhir olanı görünür kılma çabalarına, o âhir ve bâtın olanı, yani gelecek ve görünmez olanı da sahih haberlerin eşliğinde ortaya koyarak ilavede bulunduğu iddiasındadır.222 Diğer taraftan tarih fenni, attar dükkânının muhtelif kokular içermesi gibi “şer‘iyyâtı, ma‘kûlâtı, tefsirleri ve hadisleri” içerdiğinden ve zamanların üstatları da kendi remizli hazinelerinin tamamını buraya döktüklerinden, ilimlerin padişahı ve en şereflisi, nazım ve nesri içeren fenlerin en beliği hâline gelmiştir. Bu bakımdan okuyucunun ruhu, tarih kitaplarındaki metinleri okurken heyecana gelip galeyana duçâr olur ve beşerî kudret dâhilinde böyle güzellik abidesi gibi bir belâgatin bir insan tarafından nasıl tasavvur edilebildiğine meftun ve hayran kalır. Beşerî çabaların vermiş olduğu bu şaşırmışlık hâlinden kurtulduktan sonra, Kur’an-ı Kerîm’den bir ayeti ve Nebevî hadisten bir satırı düşünerek okuduğunda, “beşerî sözlerin ilahî olanlarla hiçbir benzerliği bulunmadığını” ve onların seviyesine hiçbir zaman erişemeyeceğini anlar ve “onun benzerini getiremezler” (İsrâ Sûresi, 17/88) ayetinin kastettiği hususu bizatihi tecrübe etmiş olur. Böylece bu metinler dolaylı yoldan “tahkikî imana” kapı aralarlar. Tarihin kapsamına dair bu yaklaşımı yanında Kadı Ahmed, tarih fenninin şerʻî ve aklî yönlerine dair yirmi madde halinde dile getirdiği hususlar223 ile eserinin muhtelif yerlerinde dışa vurduğu kanaatleriyle 224 de tarih okumanın faydaları, hedef ve gayesine dair bir hayli malumat sunar. Bir kısmı birbirine yakın gerekçeleri içeren bu yirmi delili ve ilgili diğer hususları, yeni bir tertibe ve yorumlamaya tabi tutarak şu şekilde sıralamak mümkündür: Kadı Ahmed’e göre, her şeyden önce tarih fenninin aslî vazifesi, “yılların sayısını ve [vakitlerin] hesabını bilmeniz için” âyetinde (Yunus Sûresi, 10/5) dile getirildiği gibi “günleri, ayları ve yılları tespit” ve beyan ederek dünya işlerini ve âhirete müteallik şerʻî hususları belirlemede insanlara fayda sağlamasıdır. Bu niteliğiyle tarih fenni, borçları ödeme zamanı, tespit edilmiş olan rehin müddeti, boşanmış kadınların serbest kalma vakti, orucun, ibadetlerin, bayramların ve âdetlerin zamanı, sabilerin buluğa erme vakti gibi vakitli işlerin zamanını tespite ve bilmeye imkân sağlar. “And olsun, Yusuf ve kardeşlerinin kıssalarında soranlar için ibretler vardır” (Yusuf Sûresi, 12/7) ve “Elbette onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır” (Yusuf Sûresi, 12/111) ayetleriyle “geçmişlerin kıssalarında faydalar bulunduğu” belirtilmiştir. Ancak Hz. Âdem’in devrinden Hz. Muhammed’in dönemine kadar geçen altı bin küsur yıllık zaman zarfıyla ilgili olarak tarihlerde kaydedilmiş olan bütün kıssalar, hikmetli ve Tarih kitapları, aranılan her şeyin bulunabildiği büyük şehir pazarları gibi “her nevi şeyi” içlerinde barındırırlar. Haberleri mütalaa etmek üzere bu pazara girildiği vakit, akıllı kimse öncekilerin güzel işleri arasından beğendiği şeyleri ve kendisini “aldanmış duruma düşürmeyecek ve 222 Daha geniş bilgi için bkz. Ali Ertuğrul, “Gelecek Tarihin Konusu Olabilir mi ya da Gelecek Tarih İlminin Kapsamına Nasıl Girebilir? -Niğdeli Kadı Ahmed’in elVeledü’ş-Şefîk’inde Tarihin Kapsamı ve Hedefi-”, s. 787. Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5b-7a. Ayrıca bkz. v. 10a-b. 224 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 116a, 173a. Ayrıca bkz. 5a, 69b, 72a, 114a, 115b, 128b, 140b, 155b, 182b, 193a, 198b, 201b, 233a/1, 238b, 257b-258a, 281b, 288a-b, 293a-b. 223 228 i güzel sözler, meseller ve öncekilerin yaşayışlarına dâir hususlar “bir cilde sığacak” mahiyettedir. Oysa bu kıssalardan farklı olarak tarihli olarak zikredilmiş ve tarih adıyla isimlendirilmiş olan Hz. Muhammed’in ümmetiyle ilgili 100 yıllık bir tarih bile, öncekilerin binlerce yıllık tarihinden daha fazla yer kaplamaktadır. Yine müfessirler ve muhaddisler de, Hz. Muhammed’in ileride vuku bulacağını söylediği ve vefatından sonra da ortaya çıkan fitneler, vakıalar, hadiseler ve olaylardan tarih fenninin kayıtları sayesinde haberdar olmuşlardır. Bu şekilde tarih fenni, bilhassa da İslam tarihi hacmi, “kayıttaki sağlamlılığı, Hz. Muhammed’in mucizeleriyle ilgili delilleri içermesi ve onun ümmetine mahsus kelâmı ihata etmesi” itibariyle, diğer ilimlerin üzerindedir ve bir mü’min için göz ardı edilemeyecek bir ilim dalıdır. dünyadaki beşerî tecrübeye muttali olacaklar, birbiri peşi sıra gelen devletlerin değişim ve dönüşüm sebeplerini öğrenecekler ve kendilerini bekleyen tehlikelerin farkına varacaklardır. Söz konusu kimseler tarih kitaplarındaki bu hakikatlerden “ibret alıp” mevcut durumlarını idrak ettikleri takdirde, adaletli davranmaya yönelebilirler ve bu sayede hem iktidarlarının devamını hem de halkın asayişini sağlayabilirlerdi. Böyle bir bilinç hâli gerçekleşmediğinde bile, melikler ve sultanlar tarih okumakla meşgul oldukları süre içerisinde “nefislerini şeytana tabi kılmaktan” alıkoyacaklar, bir an bile olsa kötülük işlemekten uzaklaşmış olacaklardı. Yine bilhassa idareciler, tarih okuyarak, kültürel bakımdan katletmeye ve yağmacılık yapmaya meyilli kabile ve topluklara mensup kimselerin emirliklere ve orduya alınmasıyla halifelerin katle maruz kaldıklarını ve mallarının yağma edildiğini gördüklerinde, “kötü nesepli ve tecrübesiz kimselerin” huzurlarına varmasına müsaade etmeyecekler; bu şekilde “işlerin kötüleşip” çığırından çıkmasına imkân tanımamış olacaklardır. Bununla birlikte “Bir kavim kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah onların durumlarını değiştirmez” (Raʻd Sûresi, 13/11) âyetinde de ifade edildiği gibi memleketin zevâlinin idarecilerin değişmesi ile değil halkın âsayişi ile irtibatlı olduğu da unutulmamalıdır. Tarih bilen kişi “ömrü hesaplamayı” da bileceğinden, onu nasıl geçirdiği hususunda daima uyanık olacak; her gün âhirete bir menzil daha yakınlaştığını bilerek kabrin karanlığından korkacaktır. Yine bir kimse tarihleri okuduğu vakit, “ömrün kısa bir satırdan ibaret olduğu” anlayacak ve uzun bir hayat yaşayacakmış gibi bir vehme kapılmaktan kendini koruyacaktır. Farkına vardığı bu hususlar da onu, dünyevî istekler peşinde koşmaktan ve ansızın azıksız bir şekilde ecele yakalanmaktan alıkoyacak; içinde bulunduğu hal ve zamanı boş ve aşağılık işlerle uğraşarak tüketmek yerine, hem bu dünya hem de ahiret için faydalı işler peşinde koşarak geçirmek için gayret göstermeye sevk edecektir. Böylece zaman geçip giderken, vaktini suskun, hareketsiz ve bedbaht biri olarak sarf etmeyecek; yetmiş yaşına geldiğinde köhnemiş bir ihtiyar değil, âlim biri olarak anılacaktır. Gönlünü bağladığı berzah âlemi gerçekleştiğinde de, münker ve nekirin sorularını cevaplamaya mecali olacak ve kabir hayatının sıkıntılarından kurtulacaktır. Siyasî ve toplumsal hayatın merkezi konumunda olan idarecilerin, tarih okuduklarında öğrenecekleri bir başka husus da, kendilerine ve idarelerine karşı en büyük tehlikenin bizzat en yakın akrabalarından ve adamlarından kaynaklandığı ve buna binaen “hiç kimseye itimat etmemeleri” ve devamlı “teyakkuz halinde” bulunmaları gerektiğidir. Zira bu kimseler geçmişteki herhangi bir fitneye göz attıklarında ya da geçmişteki halifelerin ve meliklerin pek çoğunun ölüm sebebini araştırdıklarında, kadın, çocuk, anne veya babaların, vezirler ve hizmetçiler sınıfından kimselerin söz konusu menfi hadiseler üzerinde tesiri ya da parmağı olduğunu göreceklerdir. Bu şekilde geçmişte yazılmış üzerinde herhangi bir şüphe bulunmayan kitapları okuyarak bir taraftan okuyucunun kendine çeki-düzen vermesi ve beğenilir huylar elde etmesi mümkün iken, diğer taraftan söz konusu kitaplarda “isimleri geçen şahısların nasıl anılacakları” da ortaya çıkmış olur. Bir kişi, geçip gitmiş bir şahsın uzun ömrünün onun için hâsıl ettiği şeyleri mütalaa ettiğinde, şayet bu kişi dünyada lâyıkıyla ikâmet ettiyse, onun ömrü mütalaa eden için Hakk Ta‘âlâ’nın tevfîkiyle bir “misal” olacaktır. Eğer bu kişi dünyada lâyıkıyla ikâmet etmediyse, onun ömrünün beyhude geçmiş bir hayat olarak kimse için bir anlamı olmayacaktır. Bu şekilde her amel sahibinin haberi tarih kitaplarından okunduğunda, haber verilen amelin yansıması hayır ise hayır olarak, şer ise şer olarak okuyucu tarafından algılanacak ve okuyucuda hakkında söz edilene layık bir kanaat oluşacaktır. Buna karşın sıradan insanlar tarih kitaplarını okuduklarında, halifelerin ve meliklerin, Peygamberin vârisleri olmaları yönüyle İslâm âlimlerine hürmet ettiklerini, onlara ihtiyaç duyduklarını ve danıştıklarını görecekler ve bu sayede hem onların ümmetin seçkinleri olduklarını anlayacaklar hem de ilim sahibi olmanın kişiyi taşıdığı konumu müşahede ederek içlerinde “ilim tahsil etmek” arzusu uyanacak ve bu yola düşüp saʻy ü gayret göstereceklerdir. Tarih kitaplarında isimleri geçen halifeler ve hükümdarların mensup oldukları hanedanlara da bir insan gibi “muayyen bir müddet” takdir edildiği; bu sürenin dolmasıyla nesillerinden geride bir eser kalmadığı ortadadır. Oysa arzu ve emellerinin peşinden koşan bu emir sahipleri, kıyamete kadar yeryüzünde yaşayanların ekserisini kendi neslinden gelen kimselerin oluşturacağını zannetmekte idiler. Kendileri gibi ailelerinin ve iktidarlarının da “fani” olduğunu göremediler. Oysa melikler, tarih kitaplarından her hanedana bahşedilen devletin ömrünün aşağı yukarı yüz küsûr ile iki yüz küsûr İnsanların tabiî olarak “geçmişe ait haberleri dinlemekten hoşlandıkları”, tabiî lezzetlerden istifade etmeye imkân veren mal, servet ve nimet sahibi olmaları yönüyle melik ve sultanların ise buna daha meyilli oldukları ortadadır. Ancak tarih kitapları ve onlardaki hakikatler farklı sınıflar üzerinde farklı tesirler bırakırlar. Mesela iktidar gücünü kullanan kimseler, tarih kitaplarını okuduklarında, 229 i arasında değiştiğini ve ardından bu devletin inkıraz bulduğunu okumuş olsalardı, kendileri gibi isimlerinin, iktidarlarının ve ailelerinin de silinip gideceğini anlayacaklar ve Allah’ın vaadi onları yakalamadan önce hem bu dünyada hem de ahirette kendilerine faydası dokunacak hayırlı işler peşinde koşturacaklardı. mucizeleriyle ilgili en iyi delillerden biridir.” gibi ifadeleri göze çarpmaktadır. Tarih fenninin, tarihçiliğin ve tarih okumanın aynı zamanda şerʻî/dinî alanla irtibatlı olduğunu açıkça dışa vuran bu ifadelerle Kadı Ahmed’in, zamanında itibar kaybettiğini söylediği tarih fennine ve tarihçiye yeniden irtifa kazandırarak sönükleşmiş bulunan alana yönelik ilgi ve alakayı canlandırmak; sıradan bir tarih okuyucusuna da yapmış olduğu işin dünyevî faydaları yanında, belki de daha fazla olarak hâl-i hazırdaki dinî hayatına ve anlayışına katkı sağlayan ve uhrevî mükâfatları bulunan bir faaliyet olduğunu hissettirmek istediği açıktır. Böylece o, bu yaklaşımıyla, bir taraftan tarih fennine ve tarihçiye itibar ve değer kazandırmaya çalışırken diğer taraftan da yazmak ve okumak suretiyle yapılmakta olan işi ilahî/uhrevî olanla irtibatlı kılmış olmaktadır. Tarih kitaplarının önemli işlevlerinden biri de geçmiştekilerin isimlerini ve eserlerini kaydedip onların hikâyesini gelecek kuşaklara aktarmasıdır. Bilindiği üzere meliklerin ve zenginlerin büyük binalara, kasırlara, kalelere ve hisarlara büyülenmiş ve çılgına dönmüş gibi büyük paralar sarf etmeleri, “adlarının bâki kalması” niyetine matuftur. Cenâb-ı Hakk’ın geçmiş peygamberlerin ve milletlerin kıssalarını Kur’ân’da hikâye etmesinin hikmetlerinden biri de, onların zikrini ve eserlerini ihya etmek istemesidir. Nitekim Hz. İbrahim, “sonraki nesiller arasında hayır ile anılmamı sağla” (Şuara Sûresi, 26/84) diyerek bu hususu arzulamış; “öne sürdükleri işleri ve bıraktıkları eserleri yazarız” (Yasin Sûresi, 36/12) âyetinde ise bu arzunun varlığına dikkat çekilmiştir. Bu şekilde iyilik yapmış olan kimsenin yâdının da iyi olarak kaldığı, kıyamet gününden önce vaktini geçireceği mahalle mükâfatlandırılmış olduğu ve bu dünyada dillerin onu şereflice zikretmekten hoşnut kaldığı ortaya çıkmış olur. Buna göre insanların ihsanda bulunan kimse hakkında dile getirdikleri övgüler, âcil sevâbı olarak bu kimseye bahşedilen dünyevî bir karşılık olmaktadır. Bunların vâsıl olması, âhiret nimetlerinden de bir şey eksiltmeyecektir. Kadı Ahmed’in tarih tasavvurunu ve tarih okumanın faydaları, hedefi ve gayesini yansıtan bu görüşlerinin yanında, hükümetin ve mülkün intikaline dair dile getirdiği hususlar da dinî ve dünyevî iktidarın tabiatı, ayrışması, gerekliliği ve işlevleri; iktidarın kaynağı, değişimi ve etkileri bakımından kendinin ya da döneminin anlayışını yansıtması yönüyle dikkate değerdirler. Görüldüğü kadarıyla Kadı Ahmed, kaynak olarak kullandığı İmam Ebû Hâmid Muhammed Gazzalî’nin Nasihatü’l-Mülûk isimli eserinden de istifadeyle225 dinî otorite ile siyasî otorite arasındaki ayrımı Hz. Âdem’e kadar götürür. Hz. Adem’in şahsında bir arada bulunan bu iki güç/erk, Hak Teala’nın işaretiyle bizzat Hz. Âdem tarafından ikiye ayrılmış; o peygamberliği oğlu Şis/Şit’e havale ederken, diğer oğlu ya da Şis’in oğlu olan Keyûmers’e de memleket işlerini tanzim etmeyi miras olarak bırakmıştır. Bu şekilde Hz. Âdem, kendisine vahyedilen otuz sayfadaki dinî hükümleri oğlu Şis vasıtasıyla muhafaza altına almış oluyordu. Ancak burada ilginç olan siyasî iradenin lüzumu ve faydasına dair Kadı Ahmed’in ileri sürdüğü gerekçelerdir. Ona göre halkı uyumlu hale getiren, karışıklığı giderip düzeni tesis eden meliklerdir. Bu sebeple Hz. Âdem de memleket işlerini Keyumers’e teslim etmiş; o da siyaset ve şevketi ile beldeleri muhafaza ederek ve insanları refaha erdirerek cihandakilerin ikinci bânîsi olma şerefini kazanmıştır. Ondan sonra da şehinşahlığın/saltanatın işleyişi heybetli görünmek ve şevket izhar etmek suretiyle olmuştur. Bu şekilde meliklerin ve sultanların sağladığı emniyet, istikrar ve huzur ortamı ile zayıflar ve miskinler, zâlimlerin eziyetlerinden korunmuşlar; meliklere ve sultanlara sığınarak onların yardım ve ikramlarından nasiplenmişlerdir.226 Birbiri peşi sıra gelen devletlerin değişim ve dönüşüm sebeplerini anlamaya yönelik istekler de fâzıl âlimlerin, azametli meliklerin ve büyük vezirlerin tarih fennine eğilmelerine, onunla meşgul olmalarına ve ona katkıda bulunmalarına yol açmıştır. Bir şeyi tanımak için nasıl ehlinden sormak gerekiyorsa, “dünyadaki beşerî tecrübeyi” de tarihleri tanıyarak anlamak mümkündür. O halde tarihleri mütalaa etmek faydalarla doludur. Kadı Ahmed’in “tarih fenninin şerʻî ve aklî yönlerine dair yirmi delil” diyerek sıraladığı, bizim de yeni bir terkibe tabi tutarak verdiğimiz bu kanaatleri ve tespitleri arasında zaman zaman: “Tarih bilen kişi ise, doğru ile yalanın arasını kolaylıkla temyiz etmeyi bilir ve bu temyiz kabiliyetinin bereketiyle de küfürden kurtulur.”, “Tarih ilmi, istisnası olmayan bir yeminle, nübüvvetin delilleriyle ilgili kısımları içermesi cihetiyle ondan bir cüzdür.”, “Hz. Muhammed’in ümmetine mahsus kelâmı ihata etmek, bu tarih fenninden başka bir şeyle mümkün değildir.”, “Ümmilerin Nebîsinin büyüklüğü hususundaki itikatları bir kat daha artar.”, “Muhammed Mustafa’nın pâk dininin bütün zevâl bulma sebeplerinden arındığı kesin olarak malum olur.”, “Bu vesile ile Kur’ân-ı Mecîd’e tahkîkî iman getirirler.”, “Bu durum, Allah resûlü Muhammed’in Hakiki manada mutlak mülkün Allah’a ait olduğunu 227 ve yine bu mülkün onun tarafından dilediğine verilebileceğini228 ilgili ayetlere atıf yaparak hatırlatan ve Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 128b, 140b. Ayrıca bkz. Mâide Sûresi, 5/120; Fâtır Sûresi, 35/13; Zuhruf Sûresi, 43/85; Mülk Sûresi, 67/1. 228 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 115b. Ayrıca bkz. Âli İmran Sûresi, 3/26; Bakara Sûresi, 2/247. Muhammed Gazzâlî, Nasîhatü’l-Mülûk, tsh. Celâleddin Hümâyî, Tahran 1367, s. 84-89. Gazzâlî, ayrıca din ile devletin, “bir anneden doğmuş iki kardeş (ikiz kardeş)” olduğunu söyler. Bkz. s. 106. 226 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 69b-70a, 72a. 227 225 230 i bu şekilde değişimin ve dönüşümün aslında ilahî irade ve takdir neticesinde olduğunu ima eden Kadı Ahmed, bu intikalin zâhiren miras bırakmak, bağışlamak, kuvvet kazanmak ve güç kullanmak gibi muhtelif yollarla229 gerçekleştiğine de işaret eder. Abbasîler devrinde mahalli hanedanların ortaya çıkıp baskın/gâlip hale gelmelerini, beldeleri taksim ederek ve kulları itaatleri altına alarak şöhret ve şevket kazanmalarını, “[İyi veya kötü] günleri insanlar arasında böyle döndürür dururuz” âyetini (Âl-i İmran, 3/140) bilen biri olarak kudretin el değiştirmesiyle devletlerin yer değiştirerek iktidarın deverân etmesi230 bağlamında tabii karşılar. “Bir kavim kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah onların durumlarını değiştirmez” âyetine (Raʻd Sûresi, 13/11) atıfla da değişim ve dönüşüm üzerindeki asıl etkinin, idarecilerin değişmesiyle değil halkın asayiş ve durumuyla alakalı olduğunu söyler. Siyasî ve idarî alandaki bu değişim ve dönüşümün/çözülmenin ise, aşağı yukarı 100 ila 200 yıl arasında bir gerçekleştiğini; “Onun zatından başka her şey helak olacaktır” (Kasas, 28/88) âyetinin de bir yansıması olan bu inkıraz ve zeval bulma halinden hiç bir devlet ve hanedanın muaf olmadığını; ancak zamanına kadar varlığını korumasını bilen Abbasî devletinin Muhammed Mustafa’nın pâk dininin vârisi olması hasebiyle bir istisna teşkil ettiğini söyler.231 6. Sonuç Selçuklu-İlhanlı dönemi Anadolu’sunda kadılık mesleğine mensup bir aile içinde yetişen ve Niğde, Aksaray ve Kayseri gibi şehirlerdeki kadılık mansıbını elinde tutan ailelerle irtibatı bulunan Kadı Ahmed, çocuğunun eğitimine katkıda bulunmak niyetiyle “el-Veledü’ş-Şefîk ve’l-Hâfidü’l-Halîk” (Şefkatli Çocuk ve Ahlaklı Torun) adlı beş bölümden oluşan hacimli (1b-298a) bir kitap kaleme almıştır. Peygamber kıssaları, Acem melikleri ve Yunan filozofları tarihi; İslâm tarihi; fizikî ve felekî coğrafya ile kıyamet ve âhiret ahvaline dâir bahisler; Hz. Muhammed’in sîreti, şemâili, ahlakı ve fazileti; kelam ile ilgili meseleler şeklinde kabaca tasnif edebileceğimiz bu bölümler, Kadı Ahmed’in zihninde var olan ve eserinin muhtelif yerlerinde işaretleri görülen belli bir plan ve tarih anlayışı çerçevesinde birbiriyle bağlantılı ve de tarihle irtibatlıdırlar. Öyle görünüyor ki bu konu çeşitliliği aynı zamanda bir kaynak çeşitliliğine de yol açmış ve klasik İslâm tarihçilerinin kaynakları arasında yer alan Kur’ân-ı Kerim ve Kitab-ı Mukaddes ile hadis kitapları, umumî mahiyetteki mufassal ya da muhtasar tarih eserleri, tabakât ve terâcim kitapları, neseb, vefeyât, kıssa, siyer-meğazî ve fütûh eserleri, şemail, delâilü’n-nübüvve, fiten ve melahim kitapları, edebiyat ve coğrafya eserleri ve mezhepler tarihi kitapları el-Veledü’ş-Şefîk’in yazımında kaynak olarak kullanılmıştır. Ayrıca tefsir, kelam, fıkıh, tasavvuf, tıp ve felsefe eserlerindeki ilgili hususlardan da tarih fenninin sınırları içinde kalınarak istifade edildiği açıktır. Böylece Kadı Ahmed, güç, kuvvet, miras ve bağışlama yollarından biriyle elde edilen iktidarın devamının şöhret ve şevket kazanmakla olduğunu; bunun da fakirlere, şâirlere ve meddâhlara bağışlarda bulunmak ve raʻiyyetin/halkın refahını temin etmekle mümkün olacağını dile getirmiş olur. İktidar gücünü kullanan melik ve sultanlara da, aynı zamanda karışıklığa meydan vermeden halkı uyum içinde tutmak, asayişi temin ederek zayıf ve miskinleri zâlimlerin eziyetlerinden korumak ve bu tür kimselerin korkusuzca varabilecekleri bir sığınak olmak vazifelerini yükler. Hz. Âdem’den Keyûmers’e intikal eden memleket işlerine nezaret etme görevini mevcut melik ve sultanlar yerine getiremediğinde ise, tarihsel tecrübe bunun –İbn Haldun’un ifadesiyle asabiyet sahibi– birileri tarafından üstlenildiğini göstermiştir. Aynı zamanda bir kırılma ve buhran anına da işaret eden bu değişim sürecinde, iktidar merkezinin değişmesiyle birlikte mülkün/emlakin de el değiştirdiği ve yeni merkeze yakın yerlerin cazibe alanı haline geldiği dikkatinden kaçmamıştır.232 Ayrıca dinamizmini kaybetmiş ve ifsat olmuş bir iktidarın yerini daima daha iyisinin alacağına ve mülkün rızaya ve hukuka uygun olarak el değiştireceğine dair mutabık kalınmış bir işleyiş bulunmadığının da farkındadır.233 Metnin içinde ve sonunda isimleri verilen ve bir kısmı alanının “klasik”i olan bu kaynaklardan aktarılan malumatın, el-Veledü’ş-Şefîk metninin büyük kısmını oluşturduğu yapılan karşılaştırmalarda ortaya çıkmaktadır. Görüldüğü kadarıyla Kadı Ahmed’in pek çok kez vurguladığı muhtasar uslübu da meselelerin ansiklopedik tarzda ele alınmasıyla sonuçlanmıştır. Bununla birlikte onun bazen bir yan cümleye veya pragraf sonuna sıkıştırdığı kendi kanaatini ortaya koyan ara cümleleri bazen de konu dışına çıkarak bir pragraf halinde sunduğu kendisiyle ya da dönemiyle ilgili nakilleri, bir taraftan kendisini ve zamanını tanımamıza imkan verirken diğer taraftan da onun uslübunu, hedefini ve tarihçiliğini ortaya koyacak ipuçlarını içerirler. Nitekim onun nakledilen ya da işitilen bir haberi sorgulamaksızın kabul etmemek, rivayetlerin sağlam ya da eksik yönlerini araştırmak, konuları belli bir tarihî perspektife göre ele alıp sıralamak, ilgili hususları dışarıda bırakmamak, ilgisiz hususlara ise girmemek, bir tarihçiyi hataya sevk edebilecek âmillerin farkında olmak gibi tarih metodolojisiyle ilgili prensipleri hem dile getirmesi hem de bunlara uygun hareket etmeye çalışması bu bakımdan dikkat çekicidir. Ancak yine de onun eserini te’lif etmekteki asıl gayesinin, ferdî ve Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 69b, 114a, 115b, 140b. 230 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 5a. 231 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 6b. Ayrıca bkz. 116a. 232 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 116a-b. 229 233 231 Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefîk, v. 155b. Ayrıca bkz. 115b, 116a-b, 123a, 124b, 127a, 128a, 129a, 130a, 130b-131a, 134a-b, 135a, 135b, 136b, 138a, 140a, 140b, 141a-b, 142a, 143b, 144a, 145a-b, 146a, 146b147a. i kamusal alanla ilgili değer yargılarının, dinî inançlarının, ahlakî kaygılarının ve de muhtasar üslubunun kendisini zaman zaman etki altına alıp yönlendirdiğini unutmamak gerekir. bakış tarzını yansıtan bu tarih tasavvuru ile Kadı Ahmed, aslında dünün bir sebeplilik dairesinde değilse de ibret almak ve tecrübelerden istifade etmek bakımından bugünkü hayatımızı şekillendirdiğine; bugün yapmakta olduğumuz işlerin de gelecekteki hayatımızı belirleyeceğini bilmekten hareketle yine bugünkü hayatımıza çeki düzen verdiğine vurgu yapmış olur. Yani geçmişe ve geleceğe yapacağımız çift yönlü yolculukla elde edeceğimiz tarihî, tecrübî, dinî ve ahlakî bilgiler, netice itibariyle bugünkü yaşantımızı gözden geçirip şekillendirmemize imkan tanıyacaktır. Aslında onun vurgulanması gereken ayırt edici özelliği belki de bu yaklaşım tarzıdır. Zira bu münasebetle o, eserinde üçüncü tekil kalıbını kullanmaktan ziyade mütekellim sığasıyla konuşmayı tercih ederek kendi şahsı, inançları ve hâlet-i ruhiyesi, etrafı ve döneminin havası üzerine sözler sarf etmek bakımından diğer muhtasar İslâm tarihçilerine göre çok daha öznel olmuştur. Bu durum da Kadı Ahmed’i, muhtasar yazan diğer İslâm tarihçilerinden ayırdığı gibi eserine de mevcut Selçuknâmelerdeki malumatı destekleyici ve takviye edici bir hüviyet kazandırmıştır. Böylece Kadı Ahmed, bu fani dünyada kalıcı olmak ve unutulmamak yönündeki insanî duygu ile baki olan âhiretteki cezadan kaçınmak ya da mükâfata nâil olmak yönündeki imanî hassasiyeti aynı pota içinde eritmiş olur. Geçmiş her türlü tecrübeyi ve malumatı içeren tarih kitaplarındaki kayıtlardan da beslenen bu anlayış, Kadı Ahmed’e göre bir taraftan sevaba/hayra dönük işleri harekete geçirirken diğer taraftan da toplumun istifadesine dönük binalar inşa etmek, yollar yapmak, kuyular açmak, eser telif etmek ya da telif edilmesine katkıda bulunmak gibi kalıcı işlerin ortaya çıkmasına vesile olacaktır. Yine böyle bir anlayış neticesinde bizatihi kıymetli olmayan, ancak başkalarına hizmet vesilesi ile değer kazanan emaneten verilmiş geçici varlıklar, imtihan konusu haline dönüşerek geleceği/âhiret hayatını belirleyen birer araç durumuna gelmekte; “hâl”en idrak edilmekte olan dünya hayatının sağlık gibi genel, mal ve mevki gibi özel geçici nimetleri, imtihan konusu olarak kişinin bir başka zamandaki durumunu belirlediğinden, değersiz konumlarını birden bire değiştirerek kurtuluş vesilesi halini almaktadır. Kadı Ahmed’in tarih fennine ve tarih okumanın faydalarına dair dile getirdiği hususların da dikkate değer bir bakış açısını yansıttığı ortadadır. Onun yukarıda da ifade ettiğimiz birbirinden farklı konuları birbiriyle irtibatlı görmesi ve tarih fenninin kapsamını geçmiş, hâl ve gelecek şeklinde belirlemesi, bir yönüyle “tarih niçin okunur ve tarih okumanın faydası nedir?” sorusuna verdiği cevapla ve bir yönüyle de tarih fennini dinî/ahlakî alanla ilgili kılmasıyla alakalı olmalıdır. Anlaşıldığı kadarıyla ona göre geçmiş tarih yazarları tarafından mazi ve hâl olmak üzere iki zaman dilimine münhasır kılınan tarih, tarihe ismini yazdırmış hayırlı ve hayırsız kimseleri ve onların bu şekilde anılmasına yol açan iyi ve kötü işlerini bugüne aktarmak yoluyla bizlere, kalıcı ve iyi işler peşinde koşmamız ve bu sayede ardımızda iyi bir isim bırakmamız gerektiğini hatırlatır. Onun geçmiş nebilerin ve velilerin Kur’ân-ı Kerim’de zikredilmesi ve böylece eserlerinin ihya edilmesi ile meliklerin ve zenginlerin büyük binalara, kasırlara, kalelere ve hisarlara çılgınca büyük paralar sarf etmesinin bir yönüyle bu amaca, yani adlarının bâki kalması niyetine hizmet ettiğini söylemesi de bu açıdan dikkat çekicidir. Yine tarih, türlü şaşaa ve debdebesine rağmen kimsenin kalıcı olmadığı ve bir gün silinip gittiği gerçeğini bizlere öğreterek hâli idrak etmekte olan ve ölmeyecekmiş gibi yaşayan biz fânilerin de bir gün geçmiştekiler gibi nihaî akıbete düçar olacağımızı gösterir. Bu şekilde nice şahısları, fiilleri ve hadiseleri bizlerin önüne sererek onlardan ibret almamız için bize bir imkân sunar; bizi sarsıp kendimize getirir; geçmişten hisse alıp hâlimizi düzeltmek ve geleceğimizi kurgulamak için bize bir fırsat verir. Kadı Ahmed’in hassasiyetle vurguladığı bu dünya hayatının gelip-geçiciliğine yönelik bu fanilik anlayışı yine tarihin önümüze bırakmış olduğu verilerden kendine destek bulur. Görüldüğü kadarıyla o, faniliğe yapmış olduğu bu vurguyla, bir taraftan kişilere ve bilhassa da emir sahiplerine ellerindeki imkânların gelip-geçici olduğunu hatırlatıp onları ve imkânlarını değersiz hâle getirir. Diğer taraftan da bu fani imkânları kalıcı ve hayırlı olan şeyleri hâsıl etmek için kullanmalarını tavsiye ederek onlara geride iyi bir isim bırakmak, hayırla anılmak ve nihaî akıbet olan âhiretteki hesabı kolaylıkla verebilmek gerektiğini hissettirir. Ayrıca âhiret denilen nihaî menzilde karşılaşılabilecek durumlar sahih naslarla bildirildiğine göre, kişinin bugününe çeki-düzen vermesi ve o günler için hazırlanmak niyetiyle sevap kazanmaya dönük iyi işler yapması gerekecektir. Bir ferdin bu dünyada karşılaşacağı son olan “ölüm” ile insanlığın bu dünyadaki sonu olan “kıyamet” ve buna bağlı olarak gelişecek olan “ahiret” hayatından kimsenin kaçması mümkün olmadığına göre, muhatap kalınacak olan bu “son”a ve bu sondan önceki alâmetlere ve sonraki süreçlere dair bilgi vermek de, Kadı Ahmed’e göre geçmiş ve hâle dair verilen bilgilerle aynı amaca hizmet edecektir, yani her ikisi de içerdikleri malumat, ikaz ve işaretlerle insanın bugünkü hayatını tanzime yönelik dinî ve ahlakî bir öğüt niteliği taşıyacaktır. Köklerini Kur’an-ı Kerim’den ve hadislerden alan ve netice olarak bir müslümanın hayata Son olarak tarih kitaplarının bize her alanda çok sayıda iyikötü örnek tipler sunması ve bunların akıbetleriyle ilgili olarak bizleri bilgilendirmesi bir başka açıdan daha önemlidir. Bu şekilde bizler bu birbirine benzer şekilde tekrarlanan ve sonuçlanan vakʻalardan hareketle bir takım genel prensiplere ulaşabilir ve hayatımızda karşılaşabileceğimiz benzeri durumları, sıkıntıları ve tehlikeleri bu prensiplerin ve tecrübelerin ışığında aşabilir; 232 i nihaî akıbetle yüzleşmeden önce de gerekli tedbirlerimizi alabiliriz. Kaynakça Aksarayî (1944). Müsâmeretü’l-Ahbâr ve Müsayeretü’lAhyar. Neşreden: Osman Turan, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay. Aksarayî (2000). Müsâmeretü’l-Ahbâr ve Müsayeretü’lAhyar. Türkçeye tercüme: Mürsel Öztürk, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay. Aziz b. Erdeşir Esterâbâdî (1928). Bezm u Rezm. Neşreden: Köprülüzâde Mehmed Fuad Bey, İstanbul: İstanbul Ün. Türkiyat Enstitüsü Neşriyatı. Aziz b. Erdeşir Esterâbâdî (1990). Bezm u Rezm. Türkçeye tercüme: Mürsel Öztürk, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Ertuğrul, A. (2009), Anadolu Selçukluları Devrinde Yazılan Bir Kaynak: Niğdeli Kadı Ahmed’in el-Veledü'şŞefik ve’l-Hafidü’l-Halik’i. Dokuz Eylül Ün. Sosyal Bilimler Enst., C. I-II, İzmir: Yayınlanmamış doktora tezi. Ertuğrul, A. (2014). Gelecek Tarihin Konusu Olabilir mi ya da Gelecek Tarih İlminin Kapsamına Nasıl Girebilir? Niğdeli Kadı Ahmed’in el-Veledü’ş-Şefîk’inde Tarihin Kapsamı ve Hedefi-. Uluslararası 13. Yüzyılda Felsefe Sempozyumu Bildirileri. Demirkol, M.-Kala, M.E. (Ed). Ankara: Yıldırım Beyazıt Ün. İnsan ve Toplum Bil. Fak. Yay, 781-796. Ertuğrul, A. (2012). İmam Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin Anadolu’daki Torunları. Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, XVI/2, 667-688. Gazzâlî, M. (1367). Nasîhatü’l-Mülûk. Tsh. Celâleddin Hümâyî, Tahran: Müessese-i Neşr-i Hümâ. İbn Bîbî (1390/2011). el-Evâmirü’l-Alaiye fi’l-Umuri’lAlaiye. Tsh. Jale Müttehidîn, Tahran: Pejuheşgâh-ı Ulûm-ı İnsanî ve Mütalaât-ı Ferhengî. İbn Bîbî (1996). el-Evâmirü’l-Alaiye fi’l-Umuri’l-Alaiye. Türkçeye tercüme: Mürsel Öztürk, c. I-II, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Kadı Ahmed Nekîdî (733/1333). el-Veledü’ş-Şefîk ve’lHâfidü’l-Halîk. Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Bölümü, No: 4518. Safâ, Z. (1366), Tarih-i Edebiyat der İran. C. I-V (toplam 8 cilt), Tahran: İntişarât-ı Firdevs. Şemisa, S. (1383). Sebk-şinâsî-yi Nesr. Tahran: Neşr-i Mitra. Şikârî (1946). Karamanoğulları Tarihi. Nşr. M. Mes‘ud Koman, Konya: Yeni Kitab Basımevi. 233
© Copyright 2024 Paperzz