“İndirgemeci Bir Eleştiriye Reddiye”, Birikim Dergisi

İndirgemeci Bir Eleştiriye Reddiye
GÜNEY ÇEĞİN
(Birikim Dergisi, Sayı: 201, 2006)
Bourdieu sosyolojisi, Parsonscı tarzda tutarlı bir sistem geliştirme girişimi değildir; büyük
ölçüde tutarlı ancak kademeli olarak gelişen kavramsal bir çerçeve kadar, süregelen motifler ve
tekrarlanan analitik stratejilere sahiptir. Bourdieu sosyolojisi kapalı değildir ve kapanmayı
gerektirmez. Bourdieu’nün teorisi, en temel düzeyde bilginin yaratılmasını -ve böylece çıkarın
biçimlendirdiği bir alana bağlılığı- talep eder. Bu bağlılık, Bourdieu’nün gözlerinde devlete ve
onun işlemsel kategorilerine bile itiraz şansına sahip çok ciddi bir sosyal bilim oyunuyla başlar.
Bu anlamda, gerçekte, yeniden-üretimi ve alanların toplumsal kapanımını açıklayan bir teori,
toplumsal hayatta daha fazla açıklık için mücadelede olası bir silahtır.
[Craig Calhoun]
Frédéric Vandenberghe, Bourdieu sosyolojisinin epistemolojik yapısını soruşturduğu
makalesinde1 Bourdieu’nün sosyoloji çalışmalarını çözümleyecek araştırmacılara ciddi bir
uyarıda bulunur: Çözümleme esnasında “başka yöne takılıp kalmamak” ya da başka bir
deyişle Bourdieu’yü sözgelimi Giddens’ın gözlükleriyle okumamak veya onun çalışmasını
Habermas’la cilveleşme olarak görmemek. Ümit Aydoğmuş’un Birikim’in 199. sayısında
yazdığı “Bourdieu’nün Düşüncesine Giriş” başlıklı kitap eleştirisinin2 , Fransız sosyologun
düşüncesine temel bir girizgâh olarak gördüğü Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar adlı
kitabı, postmodern bir zaviyeden okumuş/yorumlamış olmasının bütün zaaflarını taşıdığı,
sosyolojik geleneğin gündemine biraz vakıf olanlarca hemen görülebilir. Vandenberghe’in
haklı uyarısına
riayet
edersek, Aydoğmuş
‘başka
yöne’, d a h a d o ğ r u s u sosyolojik
paradigmanın kurucu ilkelerinin, uçsuz bucaksız bilgi sosyolojisi ve rasyonalite
1
Frédéric Vandenberghe, “’The Real is Relational’: An Epistemological Analysis of Pierre Bourdieu’s
Generative Structuralism”, Sociological Theory, cilt. 17, no-1, 1999.
2
Ümit Aydoğmuş, “Bourdieu’nün Düşüncesine Giriş”, Birikim 199 (2005).
tartışmalarının atlanıp dışlandığı sıradan bir postmodern gündeme takılıp kalmış, konuya
buradan yaklaştığı için de (yazarın sık sık zikrettiği üzere) son kertede i ndirgemeci bir
yaklaşım sergilemiş.
Lafı evirip çevirmeden meramımıza geçersek, yazarın Bourdieu sosyolojisine ilişkin
yaptığı ilk eleştiri, habitus kuramının bilişselci-davranışçı olmasının kuramın çözümleme
nesnelerindeki eksikliğine işaret ediyor. Bu sözde noksanlık, Bourdieu sosyolojisinin temel
ilgi alanından arzu, fantezi ve tahayyül gibi içiçelikleri olan toplumsal öznellikleri
dışlamasına neden olmuş (s.127):
“Bourdieu’ye yöneltilebilecek en başlıca eleştiri Bourdieu’nün habitus teorisinin bilişselci-davranışçı
bir kavramsallaştırma olması ve yorum gücünün söz konusu teorik mülahazayla sınırlı olmasıdır. Bu
açıdan sosyolojisinin nüfuz alanı, arzu, fantezi ve tahayyül gibi içiçelikleri olan toplumsal öznellikleri
kavramaktan uzaktır.”
Dikkat edilecek olursa bugün post-modernizm (kısmen de post- marksizm) yandaşları arasında
sıklıkla karşılaşmaya alıştığımız bu tepki/refleks, Aydoğmuş’un eleştirisinde de boy vermiş.
Çetrefilli metinlerle hemhal olmayı seven entelektüellerin ilgisine mazhar olan kuramda
postmodernizm tartışmasının dar bir platformda ve fantezi düzeyinde kalmaktan çıkıp, önemli
ölçüde popüler-kültür alanlarına sızarak ve halkın doğrudan temas ettiği kültürel pratik v e
ürünlerin perspektiflerini üst-belirleyerek “vulgerleşme”ye başlaması, bu kurgunun fikri
zeminde tahribat yaratıcı etkisinin giderek artmasına neden oluyor. Bu bağlamda burada
üzerinde durulması gereken temel husus, zımni rölâtivist bilgikuramsal ön-varsayımların
felsefenin mi, sosyolojinin mi gündemi/sorunu olduğunun tespitidir. Elbette ki, felsefede her
türlü soruşturmanın önü sonuna kadar açıktır. Fakat bilimler adı verilen alanlarda nihilist ve
anarşist varsayımlar veya edebi muhayyilenin varsayımları, belki sosyal-tarihsel bir
çözümlemenin konusu olabilir. Fakat bilimlerin bu gündemden yola çıkarak kendini
temellendirmesi veya bunlara sahip çıkıp felsefe yahut edebiyattaki alanların mantığıyla
paralel davranması sadece kısa süreli entelektüel tatminler sağlayabilir. Bu açıdan bilimin ve
burada sosyolojinin postmodernist rölativizmden kalkılarak, üstelik de her tartışmanın bu
bilim geleneği içinde göndermede bulunduğu gerçeği atlanarak tartışılması, günümüzün moda
yaklaşımlarıyla uyumlu olsa da ciddi bir bilimsel meşgalenin içinde yer bulabilmesi zor
olduğu kadar gereksizdir. Burada pozitivizmi yeniden davetten bahsetmiyoruz. Realist bilimin
zorunlu ciddiyetidir sorun. O halde ilk olarak bu temelsiz eleştiriye odaklanalım.
1. Peki habitus teorisi, gerçekten salt bilişsel ve davranışçı mıdır?
Boetius ve Thomas Aquinas’ın habitus olarak çevirdiği kadim Aristotelesçi heksis
kavramının Fransız etnograf- felsefecinin özelinde ne türden bir anlambilimsel muhtevaya
kavuştuğuna fazla girmeden, Bourdieucü habitus kuramına tatmin edici bir açılım getirmekle
başlayalım işe. Çoğu eleştirmene göre Bourdieu sosyolojisinin teorik sentezinin kavramsal
odağı olan habitus, belirli türde zeminler ve koşullardaki toplumsal deneyimlerinin bir sonucu
olarak faillerin (agents) bilincinde taşıdığı (sınıf, dil, etnisite, toplumsal cinsiyet gibi) uzun
ömürlü yatkınlıklar setini anlatır. Belirli sosyal ortamlar ve koşullardaki tecrübelerimiz, bizim
dünyaya ve bu koşullarda edindiğimiz bilgi ve kaynaklara yaklaşımımızı ve bunlara dönük
stratejilerimizi etkiler. Habitus, failin pratiklerinin daha genel değişkenlerini oluştursa da,
insanlar aynı zamanda yaratıcı varlıklar olarak anlaşılmalıdır. Özel durumlarda, insanlar,
gündelik hayatın daimi bir özelliği olan beklenmedik durumlarla başa çıkabilmek için
(habitusla ilgili) temel kaynaklar ‘bulmak’ zorundadırlar. Habitus insanların etkinliği
mümkün kılmak için kullandıkları kaynakları temsil eder, ancak aynı zamanda eylem
potansiyelini de sınırlar. Bu yüzden, bireylerin yaratıcılıklarının onların yapısal kaynaklarına
yeniden dâhil olduğu temel mekanizmadır habitus.
Bourdieu’ye göre failler ‘sürekli, aktarılabilir yatkınlıklar sistemi’ 3 olarak tanımlanabilecek bir habitus aracılığıyla ‘le sens du jeu’ adı verilen rahat bir yer duygusu
içindedirler. Craig Caulhon’un habitusun anlamı üzerine yaptığı açıklamaya değinirsek,
habitus “yapılaşmış doğaçlamayı mümkün kılan somutlaşmış duyarlılık”tır. 4 Tıpkı cazcıların
kurallara bağlı kalmaksızın b i rlikte çalarken geliştirdikleri duygu ve bütünlüğü andıran
habitus hareketler, yüz ifadeleri, duruş, vb.nde tecessüm eder. Dilsel edimlere indirgenemeyen
ya da matematiksel olarak ifade edilemeyen habitus kavramı, özne/nesne ikiliklerini ortadan
kaldırarak, sosyal gerçekliğin pratik toplumsal ilişkiler çerçevesinde anlaşılmasını sağlar. Bu
etrafta habitus, faillere belirli durumlarda nasıl davranacakları konusunda güçlü pragmatik,
sözel olmayan bir sosyal yetkinlik duygusu kazandırır. Bourdieu bu noktada açıkça, (i)
etkinliğin dışsal bağlamı, (ii) dolaysız durumsal koşullar ve (iii) onlar arasında bir kanal
olarak habitus ayrımı yapar.
Toplumsal fenomenolojiden, Heidegger, Wittgeinstein ve Goffman’dan, insanların
gündelik hayatın girift mantığına pratik hâkimiyetlerini öğrenen Bourdieu, bu pratik
hâkimiyetin bilinçli müdahale veya teorik bilgiye indirgenmemesi gerektiğini ısrarla vurgular.
Ne de insanların pratik anlayışları bilinçdışı alanla karıştırılmalıdır. Bunun için de iki yüz
yıllık söz ve eylem yapılarını açıklamaya hasredilmiş felsefi-bilimsel bir literatürün
3
4
Pierrre Bourdieu, Outline of a Theory of Practice (New York, Cambridge University Pres, 1977), s. 72.
Craig Caulhon, Critical Social Theory, s. 304.
birikimlerinden çıkarsanan ve birbirlerine sürekli göndermelerle gelişen bu geleneğinin açık
diyalogundan haberdar olarak düşünebilmeliyiz.
İnsanlar,
sözel
olarak
ifade
etmeden
de
gündelik pratikleri
içinde
nasıl
konumlanacaklarını bilirler. Zira onların pratik hâkimiyeti, üzerinde düşünmeden sorgusuz
kabullenmeyi anlatan doxa’ya veya ‘doxa deneyimi’ne dayanır. Bourdieu’nün pratik anlayış
ve doxa düşüncesi büyük ilgi gören ve yaygın biçimde yanlış kullanılan habitus kavramında
doruğuna çıkar. Bu yüzden habitus bir ‘oyun duygusu’ veya (insanların sonsuz sayıda
durumlarla başa çıkmak için sonsuz sayıda strateji geliştirmelerini sağlayan) bir ‘pratik
anlayış’(lar) dizisi tedarik eder. Daha açık bir ifadeyle bireyler, k e n d i habituslarının
düşüncesiz âletleri veya araçları değillerdir. O, pratiği belirleyen bir katı kurallar
topluluğundan ziyade, bireylerin stratejiler geliştirmelerini, yeni durumlara ayak
uydurmalarını ve yeni pratikler geliştirmelerini mümkün kılan gevşek bir kılavuzlar
topluluğudur.
Bu bağlamda habitus kuramı, özne/bilinç felsefesine düşmeden yapısalcı perspektiften
kopuş, böylece toplumsal gerçekliğin inşalarının pratik bir işlemcisi olarak faili, kendi
hakikati içinde, bilinç felsefesi içinde kaybolmaktan kurtarma niyetiyle tasarlanmıştır.
Birazdan göstereceğimiz üzere, alan (champ) kavramı da onun tamamlayıcısıdır. Bourdieu’ye
göre kültürel konularda içkin (veya ‘totolojik’) bir anlam yorumu sunan formel çözümleme
(sözgelimi, semiyotik, arkeoloji, gramatoloji, post- modernizm) ve anlamı doğrudan toplum
biçimleriyle ilişkilendiren bir dışsal okuma sunan indirgemeci çözümleme (örneğin,
Marksizm) arasındaki karşıtlık, dış etkiler veya kısıtlamaların (örneğin, ekonomik ve siyasal
faktörlerin) üreticinin toplumsal konumları ile onun bu konumlar alanının yapısı ve işleyişi
içinde ifade edilen ve ilkesi bu yapı ve işleyiş içinde yatan tutumları arasında yer alan özel
kültürel alanın (edebiyat, sanat, bilim, vb.nin) yapısıyla dolayımlandığı ve ‘kırılmaya
uğradıkları’ gösterilerek aşılabilir, soyutlama semalarında süzülerek değil.
2. Peki Bourdieu son kertede işlevselci ve şekilsel bir perspektife mi sahiptir?
Ümit Aydoğmuş’un ikinci indirgemesi ise ilkiyle bağlantılı, ama yorumun aşırılığı
yüzünden daha da vahim bir çıkarıma sebebiyet vermiş. Yazara göre Bourdieu faillerin
fiiliyatının alanlar dâhilinde fark yaratma işlevine vurgu yaparken, beğenilerin, nesnelerin,
konumların, rollerin, pratiklerinin toplumsal ‘anlamına’ ilişkin tartışmaları es geçiyor(muş).
Bu yüzden de
“…nesneleri işlev dâhilinde tanımlama, nesnenin anlamının önemsizleşmesinden ziyade, çünkü anlam
verili olmaktan ziyade bir mücadele alanıdır, belirli bir toplumsal grup tarafından diğer gruplarla ilişki
içinde üretilen verili toplumsal anlamının blok halinde alınıp yeterince problem edilmemesine yol
açmaktadır. Son kertede işlevselci (functionalist) ve şekilsel (formalist) denilebilecek bu bakış açısı,
herhangi bir sosyal üretimin ve pratiğin anlamını böylesi bir eleştirellik sürecinden geçirmemekle,
pratiğin anlamının üretiminin -verili, kutsal, evrensel vs. olsun olmasın- belirli grupların tekelinde
olduğunu bir kez daha ikrar etmektedir” (s. 128).
Burada Bourdieu’nün işlevselci sosyolojinin değişkenleriyle düşündüğünü söylemek, en hafif
anlamıyla bilgi sosyolojisi alanındaki karşıtlıkları sıradan bir tartışmaya indirgemekle beraber
Bourdieu’nün araştırma tasarımı sürecinde neden bir toplumsal uzay (social space) inşa
ettiğini de sorunsallaştırmamaktır. Bourdieu’nün çoğu araştırmasına zerk ettiği bu meşakkatli
inşa, toplumsal konumlarla yatkınlıklar, alanlarla habitus arasındaki diyalektiğe ilişkin
bilimsel önermelerin üzerinde yükseldiği arka planı oluşturur. Emrah Göker’in güzel bir
biçimde ifade ettiği üzere
“Burada Bourdieu sosyolojisinin anomie’nin, rastlantısallıkların veya düzensizliklerin hüküm sürdüğü
toplumsallıklardan ziyade b i r ihtimaller ve gizilgüçler mekânı olan toplumsal uzayın koordinatlarını
düzenleyen ilkelere ve yapısal etkilere odaklandığı söylenebilir. “Alan” bu bakımdan incelenen
toplumsal uzayın üstüne bina edilen bir kavram/nesnedir, bu özel “arena” içinde tarihleri eyleyicileri
önceleyen toplumsal konumlarla (positions) eyleyicilerin bu konumları bilinçli veya bilinç-dışı idrâk
edişlerine, bununla ilintili inanç ve pratiklerine tekabül eden konum-almalar (position-takings) karşılıklı
bir ilişki içindedir.” 5
Bu meyanda konuyu Aydoğmuş’un yorumuna odaklanarak açarsak, onun eleştirirken
göndermede bulunduğu La Distinctions’ın en temel tezi, muhtelif toplumsal grupların
sergiledikleri estetik duyuların ve onlarla ilişkili hayat tarzlarının kendilerini birbirleriyle
karşıtlık içinde tanımladıklarıdır. Her şeyden önce beğeni, ötekinin beğenisini dışlamaktır.
Bundan dolayı da, kültürel bir pratik, toplumsal anlamını ve toplumsal farklılık ve mesafeyi
gösterme kabiliyetini kendine mündemiç özelliklerden değil, bir nesneler ve pratikler sistemi
içindeki konumundan alır. Böylece örneğin tüketimin toplumsal mantığını ifşa etmek isteyen
bir sosyolog -Bourdieucü araştırma zanaatı çerçevesinde- belirli bir pratikle belirli bir sınıfsal
kategori (örneğin, golf oynama ve yüksek sosyal statü) arasında doğrudan bir ilişki kurmaya
değil, aksine iki ilişkiler seti (hayat tarzları uzayı ve farklı grupların işgal ettikleri toplumsal
konumlar uzayı) arasındaki mevcut yapısal tekabüliyetleri ortaya koymaya çalışır. Bourdieu
çoğu çalışmasında bu toplumsal konumlar uzayının, dağılımları gelişmiş toplumlardaki temel
bölünme ve çatışma çizgilerine temel oluşturan iki karşıtlığı tanımlayan v e örtüşen iki
farklılaşma ilkesine, yani ekonomik sermaye ve kültürel sermayeye göre örgütlendiğini ortaya
koyar. Ancak sadece toplumsal konumları, beğenileri ve onların karşılıklı ilişkilerini içeren
5
Emrah Göker, “Araştırma Tasarımı Açısından Pierre Bourdieu’nün Sanat Sosyolojisi”, Ocak ve Zanaat: Pierre
Bourdieu Sosyolojisi, (Der.: Çeğin, Göker, Arlı, Tatlıcan), İletişim Yayınlarından çıkacak.
bir toplumsal konum haritası çizmekle yetinmez. Gruplar arasında hayat tarzları uzayı
içindeki rekabetin sınıf mücadelesinin gizli ancak temel bir boyutu olduğunu da gösterir. Zira
kendi yaşama sanatını dayatmak, aynı zamanda, temel sermaye dağılımından ziyade
bireylerin yatkınlıklarına kök salmış görünen toplumsal uzay ayrımları yaparak, eşitsizliği
meşrulaştıran dünya görüşleri ilkelerini dayatmaktır. Sınıfları özellikle ekonomik alana,
üretim ilişkileri içindeki konumlarına göre tanımlayan Marksist teoriye karşı, Bourdieu,
sınıfların toplumsal uzayda paylaşılan konum içinde ve tüketim alanında gerçekleşen v e
paylaşılan yatkınlıklar bağlamında ortaya çıktıklarını öne sürer. Toplumsal sınıflamalar
sınıfların temel inşasına girdikleri ölçüde sembolik egemenlik araçlarıdırlar ve onlar sınıflar
(ve sınıfsal fraksiyonlar) arasında yaşanan mücadelenin temel bir payandasını oluştururlar.6
Hocası Bachelard gibi, özler ve görünüşler ayrımını kullanmayan Bourdieu, Marx’ın
“bilim her zaman gizli olanın bilgisine ulaşmayı amaçlar” düşüncesini paylaştığından şu tarz
bir bilim anlayışına sahiptir ve doğrusu bunu iyi kavramak gerekir: Bilim, gizli olanı ifşa
etmek amacıyla içinde yaşadığımız toplumsal dünyanın (“yorumlanan gerçekliklerin gizli
ilkelerine ulaşmak için” toplumsal uzayın) ‘analojik modeller’ini inşa etmelidir. Olgusal
ilişkiler arasındaki yapısal ilişkiler uzayının ideal-tip bir modelinin inşası, farklı toplumsal
formları aynı (matematiksel) işlevin birçok farklı gerçekleşiminde olduğu gibi ele almamızı
sağlar. Bu perspektifte, ‘gerçek’, Bachelard’ın söylediği
ve
Bourdieu’nün sıklıkla
yinelemekten zevk aldığı gibi ‘mümkün olanın bir örneği’ olarak ortaya çıkar.
3. Peki Bourdieu neden dümeni nesnelciliğe kırar?
Yine Aydoğmuş yazısında, Bourdieu’nün son kertede neden nesnelciliğe kaydığına
pek değinmemiş; zira bu ‘dümen kırma’ işlemi net bir biçimde anlaşılmazsa Bourdieu’nün
teorik mülahazalarını ‘sınırlı’ ve eksik görmek son derece kolaydır. Durkheim’in “Toplumsal
olguları şeyler olarak alın” ilkesini benimseyen Bourdieu, nesnel yapılar içindeki nesnel
toplumsal konumların bireysel, mesleki, sınıfsal, vb. habitusları belirlemesini vurgularken,
nesnel yapıların, Durkheim’in öne sürdüğü gibi, bireylerin karşılıklı eylemleri dışında, onların
iradeleri, istek, arzu ve beklentilerinden bağımsız nesnel bir gerçekliğe sahip olmadığını öne
sürer. Bourdieu, yapısalcı ve inşacı yaklaşımları bir arada kullansa da, analiz sürecinde
öncelikli olarak nesnel yapıları (konumlardan oluşan alanlar), etkileşimler ve temsilleri
kısıtlayan yapıların dağılımını ortaya koyar. Bu sosyal gerçekliği yapılandıran tarihsel
gerçekliğin ne türden belirleyiciler aracılığıyla eylemi belirleyip sınırlandırdığını belirleme
6
Loϊc Wacquant, ‘Pierre Bourdieu’, Key Sociological Thinkers, (ed.) Rob Stones (Macmillan, 1998), s. 225.
amacını taşır. Bunun ardından faillerin dolaysız tecrübelerini inceler. Böylece faillerin
eylemlerini içeriden yapılandıran temsiller, eğilim ve algı kategorileri açığa çıkarılmış olur.
Bourdieu her iki çözümleme adımını zaruri bulsa da bunlar arasında bir eşdeğerlilik olmadığı
konusunda nettir. Bourdieu sosyolojisi uzmanı Wacquant’a göre, Bourdieu’de epistemolojik
öncelik, öznelci anlama yerine nesnelci kopuşa verilmiştir (örneğin Bourdieu önceliği
nesnelci kopuş yerine öznelci anlamaya verseydi Aydoğmuş’un yaklaşımı ne olurdu,
düşünelim!). Durkheimci ‘sosyolojik yöntem’in ilk ilkesinin uygulanması, söz konusu
durumda ön-kavramlandırmanın sistematik reddi, dünyanın pratik kavranışının öznel bakış
açısıyla çözümlenmesinden önce gelmelidir. Bununla beraber Bourdieu, etkinliğin dışsal
bağlamı, toplumsal pratiklerin durumsal koşulları ve bu ikisi arasında arabulucu rol oynayan
habitus arasında açık bir ayrım yaptığı için, farklı toplumsal gerçeklik düzeyleri olarak makro
ve mikro ayrımını kabul eder.
Bu bağlamda Bourdieu’de nesnel yapılar (arzu, fantezi gibi yarı bilimsel kavramları
edebi bir huşuyla kutsayan postmodernlerin sevmediği nesnel yapı ve egemenlik ilişkileri
analizleri), etkinlik içinde çözülme eğilimi sergilerler, zira kendilerini üreten fiili pratikler
dışında var olamazlar. Bu durum, sosyal sistemleri pratikte fiili içerimleriyle ilgili durumların
ötesinde dayanıklı olan ve etkilere sahip tahakküm kalıpları olarak anlamayı zorlaştırır. Bu
yüzden, toplumsal cinsiyet, sınıf, güç ve organizasyon gibi farklı kapsamda ve çeşitlilikteki
etkinlikle farklı yakınlık düzeylerinde var olan ve pratikte farklı etkiler üreten etki alanları,
düzleşmiş toplumsal bir alana sığışma eğilimindedir. Faillik ve yapı özleri itibariyle habitus
aracılığıyla ilişkilenir ve pratikte ifade edilir. Bu yüzden, yapıların eylem üzerindeki ve
eylemin de yapılar üzerindeki göreli etkisini farklı tarihsel ve somut koşullarda açmak zordur.
3. Sorular ve Sonsöz yerine
Aydoğmuş’un Bourdieu sosyolojisine dönük eleştirisinde karanlıkta kalmış, bir
anlamda kestirip atılmış birkaç (eleştirel olduğu söylenen) temanın da -Aydoğmuş’un cevap
vereceği temennisiyle- muhakkak açılması gerekiyor. Bourdieu, Aydoğmuş’un dediği gibi
sembolik tahakkümün belli bir alandaki tarihini, elitlerin perspektifinden yazarak, “iktidarın
tarihini yazmak” şeklinde bir tavır gösteriyor v e - yanlış anlamadıysam- bunun da ötesine
geçemiyorsa, sözgelimi bir öğrenciler kuşağı ve profesörlerce yaşanan, akademik üretim
alanının artık beklentileri karşılayamamasıyla sonuçlanan, bir ‘yapısal sınıfsal düşüşün’ ve
kolektif intibaksızlığın akademik alandan kültürel alana ve oradan da siyasal alana aniden
sıçrayan bir dizi yerel anlaşmazlığı nasıl tetiklediğini gösteren ve Bourdieu’nün
düşünümsellik (reflexivity) buyruğunun somut bir uygulaması olan Homo Academicus’u veya
anket verilerinin tablo ve faktör analizlerini, tarihsel eğilimlerin arşiv açıklamalarını, söylem
ve belge analizini, alan görüşmelerini ve etnografik tasvirleri, evrenselin tarihsel ilerlemesiyle
ilgili cüsseli bir modelle birleştirdiği State Nobility (Devlet Soyluluğu) adlı çalışmayı veya
alanların düşünceyi nasıl yapılandırdığını ve en soyut felsefenin bile toplumsal güçle ilgili
sorunlardan bağımsız olamayacağını Heidegger üzerinden gösterdiği çalışması The Political
Ontology of Martin Heidegger adlı eseri nasıl okuyacağız? Bourdieu’nün “söylemsel
kapanma çabası” (s.128) içinde olmasından kastedilen nedir? Bourdieu’nün sosyal analizinin
gerçek/maddi ve gerçek/maddi olmayan ayrımının Marx’ınkinden bile sorunlu bir maddeci
zemine sebebiyet verdiğini iddia ederken Aydoğmuş neden sosyalbilimsel bir temellendirme
içerisine girmemiştir?
Netice itibariyle b u tarz kuramsal çarpıtmalar, Bourdieu’nün saf felsefe ya da saf
ampirisizm yapmadan, toplumsal gerçekliği teferruatlı bir alan işçiliğinden kalkarak kavramış
bir düşüncenin sosyolojideki belki en yetkin ustası olduğu gerçeğin i v e cari eleştiri
gündeminin kavramsal öğelerinin Bourdieu’nün eleştirisi için yeterli olmadığını bize
hatırlatır.