iSTANBUL TicARET ODASı YAYıN •• NO: 1994-1 • TURKIYE'DE •• • BUTÇE ve MALIYE • • POLITIKALARı iSTANBUL TicARET ODASı YAYıN NO: 1994-1 • •• TURKIVE'DE • •• BUTÇE ve MALIVE • • POLITIKALARı PROF. DR. OSMAN Z. ORHAN içiNDEKiLER ÖNSÖZ GiRiş BÖLÜM i 1. 2. 3. 4. 5. Bütçenin Tarihi Gelişimi, ilkeleri ve Fonksiyonları Modern Bütçe Sistemleri Bütçe Türleri Bütçe ve Denetim Bütçe Uygulaması ve Reform Çabaları 7 25 38 49 59 BÖLÜM ii 1. 2. 3. 4. 5. Toplam Ekonomide Kaynaklar - Harcamalar Dengesi Kamu Kesimi Gelir - Gider Dengesi Bütçe Türlerine Göre Kamu Yatırımları Kamu Finansman Politikası Konsolide Bütçe Analizi 5.1. Ekonomik Ayırım 5.2. idari Ayırım 5.3. Fonksiyonel Ayırım 5.4. Vergi Analizi 5.5. Konsolide Bütçe Dengesi ve Açık Finansman Politikası 6. Kamu iktisadi Teşebbüsleri Analizi 6.1. KiT Finansman ve Harcama Dengesi 6.2. Özelleştirme Uygulaması 7. Fon Analizi 7.1. Konsolide Bütçe ve Fon Büyüklükleri ilişkisi 7.2.Kamu Kesimi Gelirleri içinde Fonların Yeri 8. Diğer Kamu Kesimi Analizi 69 83 85 107 128 128 142 146 148 182 208 211 223 237 240 245 260 BÖLÜM iii 1. Değerlendirme ve Öneriler 2. KAYNAKÇA 267 294 .. .. ONSOZ Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik sorunların başında hiç şüphesiz, enflasyonist fiyat artışları gelmektedir. Derece derece açıkları olmakla beraber, kamu kesimi finansman politikaları enflasyonun ortaya oynamaktadır. Gelişmiş kamu kesimi açıklarının koşullarında parasal sağlıklı ve bu zamanlarda sağlıksız bir sağlanmasında ve genişlemeye genişleme, değişik gösterebilmektedir. genişlemenin arkasında uygulanan iktasat kaldığı almış bulunmaktadır. eden parasal farklılıklar kavuşturulması düzeylerde kolayca parasal ise kamu kesimi yatmaktadır. yollardan finanse edilmesi yapıya sınırlı massedecek bir derinlikte finansal açıkların gelişmeye kaynaklık ve bunların açıklarını nedeniyle, enflasyon kronik bir hal ortamlarda ve izlenen bütçe son derecede önemli bir rol enflasyonist etkileri daha piyasaların gelişmemiş olması Enflasyonist bir faktörler etkili bir mali piyasa sistemine sahip olan ülkelerdeki halde, ülkemizde kamu kesim dönüşmesi çıkmasında çeşitli kalıcı rolü açıkları ve Ekonominin istikrarının bir fiyat politikalarının Ülkemiz inkar edilemez. Özellikle kamu kesiminde dengelerin kurulmasına ve sağlıklı bir finasman politikasının izlenmesine özen gösteren büçe ve maliye hususta, son derece önemli sonuçlar Bu nedenle teşekkür politikaları bu doğurmaktadır: araştırmayı gerçekleştirmiş olan Prof. Dr. Osman Z. Orhan'a eder, çalışmanın üyelerimize ve ilgililere faydalı olmasını dileriz. Prof. Dr. ismail Özaslan Genel Sekreter GiRiş Son on-onbeş yıllık dönemde ülkemizde en önemli ekonomik sorun olarak enflasyona vurgu yapılmakta ve bu ekonomik hastalığa kamu kesimi açıklarının neden olduğu yaygın olarak vurgulanmaktadır. Kamu dışı kesimin enflasyona katkısı ya çok küçük olarak telakki edilmekte ya da bilinçli olarak üzerinde durulmamaktadır. Enflasyon gibi ekonomik görünümlü sorunların yanında terör, anarşi gibi siyasal ve sosyal sorunların hem ekonomik, hem de sosyal ve siyasal arkaplanları vardır. Nasıl toplumsal realite karmaşık sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal ilişkilerin karşılıklı etkileşimlerinin ürünüyse; toplumsal sorunların nedenlerinde ve çözümlerinde de bu kompleksite dikkate alınmalıdır. Mevcut sosyal ve ekonomik sorunlar, hükumetierin icra alanını sınırlamakta ve bir kısır döngüye sokmaktadır. Her gelen hükümetin başarısı enflasyon ve terör konularındaki icraatıyla ölçülmektedir. Bu çalışmanın birinci bölümünde, ülkemizde kamu ekonomisinin yasal ve kurumsal görünümü ve işleyişi tarihi bir perspektifle sunulmaktadır. Çalışmanın ikinci bölümünde, toplam ekonomide kaynak-harcama dengesi ile ilgili analize koşut, kamu kesimi için gelir-gider analizi yapılmakta, kamu harcamaları ve gelirleri alt kalemler itibariyle değerlendirilmektedir. Bu bölümdeki nicel analizle, birinci bölümde incelenen yasal ve kurumsal düzenlemelerin işleyişleri berraklaştırılmaktadır. Kamu ekonomisi Konsolide Bütçe, Kamu iktisadi Teşebbüsleri, Bütçe Dışı Fonlar, mahalli idareler ve Döner Sermayeli Kuruluşlar bazında karşılaştırmalı olarak incelenmektedir. Nihayet çalışmanın üçüncü bölümünde çalışma temel bulguları itibariyle özetlenmekte ve gerek bütçe ve maliye politikası, gerekse takip edilen bütüncül yaklaşımın özelliğinden ötürü olarak ekonomik-sosyal sorunlar için öneriler bir bütün sunulmaktadır. 1. Bütçenin Tarihi, Gelişimi, İlkeleri ve Fonksiyonları Bütçe kelimesinin etimolojik aslının Latince "bulge" ve Fransızca "bouge" veya "bougette" kelimelerinden geldiği söylenir. Deri çanta veya torba anlamında kullanılan bukelime İngilizceye önce "bougett" şeklinde geçmiş ve Orta Çağlarda Fransızca'daki anlamlarında kullanılmıştır. Zamanla İngilzcede "budget" şeklini alan kelime, bugünkü anlamında ilk kez ingiltere'de 17. yüzyılda kullanılmaya başlanmış ve oradan bütün Batı dillerine ve ülkemize geçmiştir. (Feyzioğlu 1986, 6). "Bouget" kelimesinin bütçe anlamına gelmesi tarihi olaylann bir sonucudur. Gerçekten İngiltere'de Krallık Veznedarı (Maliye Bakanı), Parlamento'ya Krallığın gelir ve giderlerini gösteren belgelerin içinde bulunduğu bir çanta ile giderdi. İşte bouget kelimesi, zamanla, çanta anlamından ayrılarak devletin gelir ve giderlerine ait belgeler anlamına geldi ve kelime de değişerek şimdiki "budget" şeklinde kullanıldı. (Erginay, 1987, 165). Türkiye'de Tanzimatla yenilik hareketleri başlamış, ancak bunlar daha çok idari ve askeri sahada kalmıştır. Bugünkü merkeziyetçi mali yönetim, o dönemden başlamıştır, denilebilir. Tanzimat Fermanı ile herkesin iktidarına göre vergi alınması, maaş sisteminin getirilmesi arpalık ve aidat usûlleri yerine, padişah hazinesi ile giderlerin devlet hazinesine dönüştürülmesi gibi mali yönetimle ilgili hükümler getirilmekle beraber bütçe hiç sözkonusu edilmemiştir. 1856 Islahat Fermanıyla, yayınlanan Bütçe Nizamnamesi, bütçe konusunda önemli" hükümler getirmiştir. Bu nizamnameyle her yıl devletin bütün gelir ve giderleri saptanarak "muvazene defteri" adıyla hazırlanacak bir defter padişahın iradesine sunulacaktır. Bununla, bütçe tekniği esasları getirilmekle beraber bütçeyi hazırlama, onama yetkisi milleti temsil eden meclis yerine, tayinle ortaya çıkan bir meclise verilmiştir. Bu Nizamname dahi uygulanamamıştır. (Coşkun 1979, 17-18). 1859 yılında düzenlenen Islahatı Maliye Komisyonu, mali ve ekonomik durum hakkında her ne kadar bilgi toplayamamışsa da, toplananlara dayanarak 1863-1864 yılında ilk bütçenin yapılmasını sağlamıştır. Bu bütçe esasen devletin mali durumunu yabancı ülkelere tanıtmak gayesiyle hazırlanmış ve borç alınmasını sağlayacak bir belge olmuştur. Ülkemiz için klasik bütçe anlayışındaki bütçe ilk defa 1876 Anayasası ile getirilmiştir. Fransız Anayasasındaki hükümler esas alınarak benzeri olan vergileri onama ve bütçe hakkına ait hükümler yer almıştır. Bu anayasayla, devletin bütçesi tamamlanmakta; vergilerin yıllık olması; gelir ve giderlerin bölümler itibariyle onanması ilkeleri ve bütçenin yıllık olması ilkelerine yer verilmiştir. Ayrıca, Sayıştay kontrolü ve kesin hesap kanunu esasları kabul edilmiştir. Bütçe, hukuki ve siyasi yapısını bu anayasa ile bulmasına karşın uygulama. Anayasanın diğer hükümlerinde olduğu gibi 1908 yılına kadar yapılamamıştır. Sultan Abdulhamid döneminde yalnızca kesin hesap niteliğinde olan "Sal Muhasebeleri" düzenlemiştir. 1908 II. Meşrutiyet yönetimi Anayasayı tekrar uygulamaya koyarken, bütçe projesini de hazırlayarak Millet Meclisine sunmuş ve Meclis tarafından tetkik edilerek onaylanmıştır. İşte ülkemizde o dönemin esaslarına göre modern bütçe hazırlanması ve uygulanmasının ilk örneği bu bütçe olmuştur. Türkiye'de bütçenin gerçek anlamda huuki, siyasi, ekonomik ve teknik olarak hazırlanıp uygulanması Cumhuriyet dönemi ile başlamıştır. Anayasa ve 1927'de yayınlanan Muhasebe-i Umumiye Kanunu hükümlerine uyulma esası getirilmiştir. (Coşkun 1979, 19). Bize daha önce bütçe kavramı "Muvazenei Umumiye Lahiyası" veya "Muvazene Defteri" adıyla kullanıldı. Cumhuriyet devrinde, 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununda hem Muvazenei Umumiye Kanunu, hem de bütçe terimi yer aldı. Zaman zaman değişmekle beraber 1960 yılında da devlet bütçesi "Muvazenei Umumiye Kanunu Lahiyası" ismiyle Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. Esasen halk dilinde tamamen yerleşmiş bulunan bütçe terimi, 26.5.1927 tarih ve 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunumuzda da benimsenmiştir. 1961 ve 1982 Anayasalarında ise yalnız "bütçe" terimi bulunmaktadır. (Erginay 1987, 165). Bütçe, siyasi ve hukuki niteliği itibariyle büyük önem gösteren ve esası bakımından iktisadi olan bir kurumdur. Gerçekten insanlar için asıl iktisadi sorun, sınırlı olan kaynaklar ile sınırsız ihtiyaçları tatmin etmektir. İhtiyaçlarla bunları karşılayacak kaynakların karşı karşıya gelmesi ortaya sürekli olarak bir "tercih" ve "denkleştirme" sorunu çıkarır. Kaynaklarla ihtiyaçları denkleştirme ve ihtiyaçlar arasında tercihler yapma sorunu her ferdin, her sosyal ünitenin ve her kurumun karşısına çıkan ve halletmesi gereken bir meseledir. Kaynaklar ve gelirlerle ihtiyaçları ve giderleri karşılaştırma ve denkleştirme konusu bilinçli veya bilinçsiz olarak ele alınan ve genellikle gelecekteki bir zaman ölçüsü ile sınırlı olan bir sorundur. İşte, "bütçe kavramı" esas itibariyle bundan başka bir şey değildir. Bu itibarla, ortaya bilinçli olarak siyasi ve hukuki görünümü ile bütçe kurumu çıkmadan da iktisadi bir konu olarak bütçe düşüncesinin varlığı kabul edilebilir. Henüz bütçe kelimesini işitmemiş olanların bile, bu mefhumun ifade ettiği denkleştirme ve tercih işini yaptıkları söylenebilir. İşte, siyasi yapısı ister otokratik, ister demokratik olsun, ister merkezi, ister federal idare halinde bulunsun, her devlet ortak ihtiyaçları karşılamak için kaynak bulmak o ihtiyaçlarla bu kaynakları denkleştirmek, kısaca, bir bütçe düzenlemek zorundadır. (Feyzioğlu 1986,2). Devlet gibi diğer kamu kuruluşları da (Belediye, Köy vb.) kendi varlıklarının gereği olan kamu hizmetlerini görmek üzere geleceğe ilişkin gelir ve giderlerini bir belgede göstermek zorundadırlar. Devlet gelir ve giderlerinin karşılıklı olarak gösterildiği belgeye, bütçe denir. Bu * tanımlardan çıkarılan sonuç, bütçenin devletin gelir kaynaklarıyla giderlerini belirtmesi, bunlar arasında denge kurması ve de bu kaynakların elde edilmesi ve harcamaların yapılmasına belli bir dönem için yetki veren bir yasa olmasıdır. Ancak, bütçenin çağdaş bütçeciliğe giderken geçirdiği aşamalarda mali ve ekonomik koşullar yanında politik ve sosyal gereksinmelerle bazı değişiklikleri yapısına getirdiği bir gerçektir. Çağdaş bütçe artık ekonomik bakımdan devlet ekonomisine yön veren araçlardan biri olmuştur. Bu bakımdan, bütçenin çağdaş ilke ve işlevleri de ele alınarak, bütçe için şu tür tanımlar verilmektedir. Kamu ekonomisinde bütçe, "... topluca ödeme yoluyla sunulacak olan kamu hizmetlerinin ve bunların maliyetlerinin karşılanması yollarının bir listesidir. Başka bir deyişle bütçe, kamu ekonomisi karar birimlerinin (merkezi hükümet, bölgesel idareler, vb.) maliyetlerini göstererek kendi örgütlerine yaptıkları bir sipariş listesidir", tanımıyla bütçenin kamu ekonomisi ile bağlantısı ve kamu ekonomisindeki yeri belirtilmektedir. (Coşkun 1978, 12). Bütçe kamu hizmetlerinin bir sipariş listesidir dedik. Bu listede toplumun temsilcileri (seçilmiş temsilciler, ya da toplum adına karar veren kişi ya da kişiler) hangi kamu hizmetlerinden ne kadar istediklerini belirtirler. Böylece, bütçe belgesi hükümeti ve kamu idaresini iki yönden sınırlar. Yürütme organları (hükümet ve idareler) kendi istedikleri hizmetleri değil, ancak bütçe listesinde yer alan hizmetleri yapabilirler. Ayrıca, her bir hizmetten, ancak ayrılmış olan ödenek tutarının imkan verdiği kadar üretim yapabilirler. Bir hizmet için ayrılmış olan paradan tasarruf ederek bütçede yer almamış bir hizmeti sunmak için, ya da öngörülmüş bir hizmeti daha fazla miktarda sunmak için kullanmazlar. Görülüyor ki, bütçe kamu hizmetlerinin türlerini ve miktarlarını (maliyet olarak) belirtmekte, bunların yapılması için yürütme organını görevlendirmektedir. (Bulutoğlu, 1981, 192-193). Devletin mali alandaki eylemleri ekonomik ve sosyal hayat üzerinde etkisiz kalmazlar; kaldı ki ekonomik ve sosyal hayata yapılan devlet müdahaleleri bilinçli olarak kullanılan mali araçlar aracılığıyla olmaktadır. Bu nedenle, bütçe gelir ve giderleri ile kamu gelir ve giderlerine toplumsal ihtiyaçların saptanması ve karşılıklarının bulunması dışında, ekonomide istikrarın kurulması, ödemeler bilançosunun, kişisel gelir dağılımının dengeleştirilmesi, iktisad ikalkınmanm sağlanması... gibi konularda da önemli fonksiyonlar yüklenmiştir. Böylece, mali kurumlara geleneksel fonksiyonların dışında yeni ve belirli fonksiyonlar yüklenince, devletin mali hayatını düzenleyen bütçenin de çerçevesi değişmiş ve yeni bir yapıya kavuşmuştur. (Türk 1987, 222). Böylece, bütçe çağdaş anlayış içinde ekonomik gelişme, tam çalışma, fiyat istikrarı, ödemeler dengesi gibi ulusal ekonominin gereklerini sağlayan bir araç olma yanında, devletin yapacağı hizmetleri sınıflandırarak, öncelikle yapılması gerekenleri ele alıp, bunların en etkin biçimde yapılmasını sağlayan ve gelir ve gider dengesini ekonomi içinde kurabilen, bunun için hizmet programlarına mali kaynak tahsis eden, geleceğe ait bu mali planı saptarken geçmişteki hizmetlerin etkin biçimde yapıldığı hakkında gerek kamuoyuna gerekse parlamentoya bilgi veren bir hukuki belge, bir araç olmuştur. Bu şekilde ifade edilen bütçe, çağdaş bütçe anlayışının iyi bir örneğini vermektedir. Ülkelerin giderek sosyal ve ekonomik hayata önlemler getirmelerinin gerekli olması, devlet bütçelerinin de sosyo-ekonomik bütçeler olmasını zorunlu kılmıştır. (Coşkun 1978, 13). Bütçe, bilançodan farklı olarak, geçmişi değil, geleceğe ilişkin gelir ve giderleri gösterir. Bilindiği gibi muhasebede bilanço, geçmiş bir devrenin aktif ve pasif sonucunu gösterir. Oysa bütçe geçmiş bir zamanda elde edilmiş gelirleri ve yapılmış giderleri değil, prensip olarak gelecek bir yıl içinde elde edileceği tahmin edilen gelirlerle o yıl içinde yapılması düşünülen giderleri kapsar. Bütçe, plandan da farklıdır; planda genellikle özel ve kamu sektörünü kapsayacak şekilde bütün bir milli ekonominin harcamaları ve bunlar içinde kamu ve özel sektör yatınmlan, tasnifi bir şekilde belirtilir. Özellikle kalkınma planlan 4-5 yıllıktır; amacı, milli ekonominin gelişmesini sağlayacak tedbirleri belirtmektir. Oysa bütçe, prensip olarak, kamu hizmetlerinin karşılanması için gerekli harcamalara izin verir ve bir yıllıktır. (Erginay 1987, 164). Bütçe aynı zamanda toplum yapısı içind ebir hukuksal sistem düzleminde vücut bulur. Dolayısıyla hukuku da dikkate alan genel bir tanıma gidebiliriz. "Hukuki ve teknik terimle bütçe, devlet veya diğer bir kamu kuruluşunun yıllık gider ve gelirlerini gösteren ve bunların uygulanmasına izin ve yetki veren bir kanundur." Şu halde bütçe herşeyden önce bir yasama belgesi, yani bir kanundur. Bu kanun bir yandan devlet veya diğer kamu kuruluşlarının ilgili gider kanunlarına göre yapacakları giderlere izin, öte yandan bu giderlerin karşılığını oluşturan gelirlerin kendi özel gelir kanunları içinde toplanmasına yetki verir; bütçe kanunu gelecek bir yıl için yapılır Öte yandan bütçe, yapısı gereği iktisadi, mali, siyasi, hukuki vb. sonuçlar yaratır; milli gelirlerin bazen % 30'unu aşan bir kısmının bütçe yoluyla devlet sektörüne geçirilmesi ve yine bu miktar gelirin, gider olarak milli iktisada intikal ettirilmesi, ülke iktisat hayatına büyük etkiler yapar. Bütçe yasama organlarında müzakere edilmesi, uygulanmasının kontrolü, siyasi ve hukuki yetkilerin kullanılmasına ve yürütme kuvvetinin hareket şekline imkan hazırlar. Bütün bunlar bütçenin iktisadi, mali, siyasi ve hukuki yön ve görevleri olduğunu gösterir (Erginay 1987, 164). Bugün devletlerin sosyal hayat üzerinde yaptıkları etki ve giriştikleri müdahalede kullanılan araçların en önemlisi bütçedir. Gerçekten bütçe gelir ve gider siyaseti ile bir toplumda sistemli bir şekilde derin değişiklikler yapmak kabildir. Vergilerin şu vey abu mükellef sınıf veya iktisadi sektör için sistemleştirilmesi, giderlerin belirli bir amaca yöneltilmesi, bir topluluğun iktisadi yapısı üzerinde çok kuvvetli etkiler yaratabilir. Bunu anlamak için önce iktisadi liberalizm devrinin bütçe görüşü hakkında kısaca bilgi vermek faydalı olacaktır. İktisadi liberalizm devrinin bütçe anlayışı, "jandarma devlet" anlayışına bağlanmıştır. Jandarma devletin esas görevi, iktisadi kanunların, içinde serbestçe hakim olacakları bir iktisadi kadroyu korumak ve sürdürmekti. O, yalnız iç ve dış güvenliği sağlayacak ve adalet dağıtacaktı. Serbest rekabeti her şekilde koruyacak, bunun iyi biçimde işlenmesini sağlayacak ve fakat kendisi hiçbir müdahalede bulunmayacaktı. Böyle bir doktrinin bütçe bakımdan anlamı, devletin mümkün olduğu kadar pasif kalmasıdır. Çünkü özel iktisat sektörünün kendi dengesini kendisinde bulduğu, otomatik bir mekanizma olan iktisadi kanunların, iktisadi hayata en uygun gelen şekilde işlediği ve dolayısıyla devletin budüzeni korumakla yetinmesi, müdahaleden mutlak şekilde çekinmesi gerektiği söylenirdi. Özet olarak, 19. yüzyıl düşünürlerinin büyük bir kısmı liberal ekonominin determinist görüşleri içinde devleti ve dolayısıyla bütçeyi küçümsemiş ve onu kendi iktisadi hayatı etkileyebilecke fonksiyonel bir araç olarak kabul etmemiştir. (Erginay 1987, 166 - 168) Bütün bu iktisadi realite değişiklikleri karşısında devletin artık seyirci kalması mümkün değildi. Hiç olmazsa sosyal sefaleti önlemeye çalışmalı idi. Böylece devletin iktisadi rolünde yeni bir gelişme aşamasına girildi. Devlet gerçi yine iktisadi mekanizmanın işlemesine karışmıyordu; fakat önüne geçilmez bir olay olarak da kabul edilen buhranlardan doğan sosyal yaralan sarmak, işsizlere ve fakir halk kitlesine yardım etmek artık devletin bir görevi olmuştu. Jean Marchal bu devre devletine koruyucu devlet (Etat Providence) diyor. Devlet evvelce olduğu gibi yine pasif kalmaktadır; yalnız iktisadi hayata seyirci kalmayacak, bu düzenden doğan zararları gidermeye çalışacaktır. Böylece koruyucu devlet de jandarma devlet gibi deterministtir. Ancak jandarma devlet kayıtsız, diğeri merhametlidir. Koruyucu devlette, bütçenin fonksiyon itibariyle önemli bir gelişmeye eriştiği söylenebilir; devlet bütçesi vasıtasıyla bir kısım vatandaşlardan alınan iktisadi kıymetler diğer bir kısım vatandaşlara nakledilmektedir. Zamanımız devleti determinist bir anlayışla hareket etmemektedir. İktisadi hayatın işleyişine birtakım vergi ve bütçe siyasetleriyle etkide bulunmanın mümkün olduğunu kabul etmektedir. Bu nedenle bütçe bir program olarak gözönüne alınmakta; krizlerin ve enflasyonların önlenmesi, iktisadi hayatın devamlı refah devrinde tutulması, sosyal adaletin sağlanması, tam çalışma imkanlarının hazırlanması vb. gerçekleşmesi birer amaç olarak ele alınmaktadır. O kadar ki, bugün, bütün bir devletin milli gelir ve milli gider hesaplarına göre iktisadi hayatın düzenlenmesi demek olan bir milli muhasebe veya milli bütçeden söz edilmektedir. (Erginay 1987, f68). İşte bütçe, yukarıda da belirtildiği gibi, bu anlamda zamanımızın en önemli bir aracı olarak belirtmekte ve bir millet iktisadının merkezi olmaktadır. 1İIIİ gelirin, vergiler vasıtasıyla önemli bir kısmını ele alan ve giderler vasıtasıyla aynı milli geliri etkileyen bütçeler, bu karakterleri iktisadi ve mali bir bünye gösterir. Bu hal, bütçelerin ülke iktisadi hayatında devamlı bir ahenk sağlanmasına imkan verebilir; bütçe gelir ve giderlerinin, iktisadi olayların aldığı yöne göre bir teşvik veya fren görevi görmesi kabildir; buna bütçenin iktisadi-mali görevi denir. Ancak bütçenin böyle bir vasıta olarak kullanılması için, ülkenin milli istihsalini, milli gelirini, istihsal ve kaynaklarını, işgücünü ve ticari durumunu vb. bir çeşit envanter halinde tespit etmek gerekir. Bu çeşit hesaplarda, bir ülkenin geçmiş bir dönem için iktisadi faaliyet tablosu çizilmiş olur; başka bir deyişle geçen bir yıla ait üretim, yatınm, tüketim, işgücünün sonuçları tespit edilir. Daha önce de açıklandığı gibi milli muhasebe ismi verilen bu çeşit hesaplar zamanımızda belli başlı ülkelerde geliştirilmiştir ve bütçe gerekçelerine esas olmuştur. Bu anlamda iktisadi hayatın aldığı yön belirtilir. Çeşitli üretim sektörlerinin durumu milli üretimle tüketim karşılaştırılması, yatırımlar ve işgücünün miktar ve üretimdeki vb. milli muhasebe ve bütçe gerekçelerinde gösterilmiş olur. (Erginay 1987, 172). Bütçe siyasal organ tarafından sipariş edilmiş devlet hizmetlerini göstermekle, devlet faaliyetlerini planlama işlevi görür. Ayrıca, devlet hizmetlerine yapılacak harcamalar konusunda koyduğu sınırlar ve kısıtlamalarla ve her yılın ödeneğini bir önceki yılın faaliyetlerine bakarak değerlendirmekle, yönetimde etkinlik sağlama görevini üstlenir,. Nihayet, harcamaların usulü hakkındaki hükümleri ile masrafçı dairelerin amaçlara uygun harcama yapmasını sağlamaya çalışarak denetleme işlevini görür. (Bulutoğlu 1981, 193). Telafi Edici Bütçeler Teorisini büyük iktisatçı Lord Keynes'in fikirlerinin ışığı altında geliştirilen İngiliz İktisatçı Sir William Beveridge'dir. Bu teoriye göre Ibuhran içinde bulunan ekonomiyi genişleme safhasına sokmak ve tam çalışma safhasına ulaştırmak için devlet özel sektör harcamalarındaki yetersiklikleri gidererek, harcamaları ile durgunluk veya buhran içindeki bir ekonomiyi yeniden normal dengesine kavuşturacaktır. 19301arda moda haline gelen bu teori, zamanımızda devri hareketlerin iktisat ve maliye politikası araçlarıyla geniş ölçüde giderilmeleri karşısında eski önemini kaybetmiştir. Bu teorinin hareket noktası iktisadi hayatta 7 - 10 senelik devrelerde düzenli bir biçimde tekrarlanan buhranlar olmuştur. Devletin mali araçlarla iktisadi hayat üzerinde etkili olabileceği ve devri hareketlerin muntazam bir seyir takip ettiği bilinince pek tabii olarak devlet bütçelerini devri hareketlerle mücadelede etkin bir araç olarak kullanmak fikri ortaya atılmıştır. Bu durum karşısında devlet bütçeleri artık eskiden olduğu gibi iktisadi hayat üzerindeki etkileri gözönünde tutulmaksızın soyut yıllık bütçeler halinde ele alınmaz. Buna mukabil, devlet bütçeleri hazırlanırken iktisadi hayatta devri hareketlerin gelişmeleri yakından izlenir. Birbirini takibeden bütçelerin iktisadi hayat üzerindeki etkileri belirli bir biçimde ortaya konur. Bütçelere yüklenen böyle bir iktisadi fonksiyonun sayesinde devri hareketler hafifler ve bozulan ekonomik dengeyi korumak mümkün olur. Makro ekonomik analizlerde konjonktüre! fonksiyonun aksine, ekonomik kalkınma, gelişm halinde olan ülkeler için önemlidir. Bütçe vasıtasıyla, ekonomik kalkınmayı sağlama ve ekonomik planlamayı gerçekleştirme olanakları elde edilir. Devlet bütçesinin kalkınmaya etkisi genel bütçe içinde yatınm harcamalarının nisbi önemi ile orantılı olarak artmalıdır. (Coşkun 1978, 33). Ekonomi politikasının amacı, kaynaklann tam kullanılması ve ekonominin iç ve dış istikranyla, bir gelişme hızını sağlayabilmesi olduğuna göre, bu hedefe ulaşılırken bölge ve sektörler arasında da dengeli bir gelişimi temin etmek gerekir. Buna karşın tüm ekonomide bazı taleplerin üretim kapasitesini aştığı, bazılarında ise bunlann kullanılamadığı bir gerçektir. Bu tür önlemleri, çağımızda devletler kendi yapılarına göre seçilmiş programlar arasından yapmaktadırlar. Bütçenin siyasi bünyesi, demokratik ülkelere ilişkin olmak üzere, parlamentoların bütçe vasıtasıyla bütün kamu yönetimine hakim olmasında yürütme organını devletin, genel politikası içinde etkiler. Yürütme organının bir yıl için çalışma programı olan bütçenin esasları, görüşme ve onaylama sırasında yasama organı önünde açıklanacaktır. Bunun kabul, değiştirme veya reddi şeklinde meydana gelecek denetimi, yasama kuvvetinin kendi siyasi otoritesinin kullanılmasından başka bir şey değildir. Şu halde bütçe, siyasi bir karakter taşımakta ve yasama kuvvetinin siyasi fonksiyonunun görünmesine neden olmaktadır. Diğer yandan, yasama kuvveti, bütçeyle verdiği izin ve yetkinin nasıl kullanıldığını denetlemek imkanına sahiptir. Böylece bütçenin hukuki ve siyasi görevi yanında, denetim görevi doğmaktadır. (Erginay 1987, 171). Devletin gelir ve giderlerinin idaresi, o devletin hak temsilcilerinden kurulan yasama organının önceden izin ve yetki vermesine bağlandı. İşte buna bütçe hukuku veya bütçe hakkı denir. Zamanımızda uygar devletlerde bütçeler de bu hukuka dayanır. Bütçe devletin belli bir süre içinde yapacağı giderlerin tutan ile bunları karşılayacak gelirlerin kaynaklarını gösterir. Bu kaynak esas itibariyle halkın ödeyeceği vergiler gibi yükümlülükler yoluyla devlete intikal ettireceği milli gelir payıdır. Gelirinden bir kısmını kamu hizmetlerinin görülmesi, hatta devletin bir bütün olarak işlemesinitemin için veren vatandaşların iki noktada söz sahibi olmaya hakları vardır: (Feyzioğlu 1987, 3). (i) Devletin hangi işleri göreceği, yani ortak ihtiyaçlardan hangilerinin devlet eli ile karşılanacağı, kısaca devletin görevlerinin neler olması gerektiği; (ii) Bu görevleri yapabilmesi için, milli gelirden ne miktarının devlet emrine tahsis olunacağı; Bu iki noktanın kararlaştırılmasının siyasi bir sorun oluşturduğu açıktır. Devlet yönetiminin bir şahsın veya belirli bir sınıfın elinde bulunduğu memleketlherde, vatandaşlar bu konularda söz veya rey sahibi olmayacaklardır. Fakat demokratik memleketlerde bütçenin hükümet tarafından hazırlanarak parlamentoya sunulması, millet temsilcilerine bütçe üzerinde tasarruf etmek ve hatta dilerse onu red eylemek hakkını vermektedir. Bu hak ulusal egemenliğin başlıca belirtisidir. Diğer taraftan bütçe projesi, gelir ve giderleri tahmin ederken yürütme organının o mali yılı içerisinde yapacağı işlerle ilgili bir program halini almaktadır. Hükümetteki bütün bakanlar, bütçenin kendi bakanlıklarına ait ödenekler kısmında, üzerlerine aldıkları kamu hizmetleri ile ilgili olarak nasıl bir siyaset izleyeceklerini, buna göre ne kadar ödeneğe ihtiyaçları bulunduğunu belirtirler. Gelir bütçesi kısmında da maliye bakanı, vergi, istikraz gibi gelir kalemlerinin herbiri hakkında hükümetin politikasını açıklar. Yasama organı, işte, bütçeyi görüşüp onaylamak için yaptığı incelemeler ve araştırmalar sırasında gelir ve giderlerin temeli ile ilgili siyasi tasarruflarda bulunmuş olur. Bütçeyi her sene yeni baştan onaylamak, zorunlu olarak kabinenin gelir ve gider politikasını bir daha gözden geçirmek, hükümeti adeta genel bir sorguya çekmek olanağı sağlar. Bütçenin bir kanun olduğuna yukarıda işaret ettik. Bütçe kanunu ile yasama kuvveti gelirlerin toplanması ve giderlerin yapılması konusunda yürütme organına yetki ve izin verir. Yürütme organı bütçe kanunundan aldığı bu izin ve yetkilere göre hukuki bir takım işlem ve tasarruflarda bulunacaktır. (Erginay 1987, 170). Zîra, bütçeye yasa şekli vermek ve millet meclislerinin onayından geçirmekle güdülen asıl pratik amaç, kesenin kordonunu millet temsilcilerinin elinden bulundurmaktır. Bütçeyi bir yasa şeklinde onaylama yetkisinin milleti temsil eden meclislere verilmes,i vergilere ve onları doğuran masraflara millet iradesini hakim kılmak içindir. Öyle ki, bütçe bir yasa şeklinde parlamentodan çıkmakla^hem hukuki işlevini güvence altına almakta, hem de siyasi niteliğinin gerektirdiği siyasi işlevini gerçekleştirmektedir. (Feyzioğlu 1987, 6). Öte yandan bütçe, yürütme organını, hukuki işlemlerin, kanunlar dahilinde yapılmasına zorlar." Bu bakımdan bütçenin ancak izin verdiği bir gider için bir taahhüde girişebileceği, yetki verdiği bir gelirin toplanabileceği ve bunlann dışında bir faaliyet gösterilemeyeceği anlaşılır. Böylece bütçenin hukuki bünye ve görevi idari işlemlerin mevcut kanunlar dahilinde yapılması zorunluluğundan doğmaktadır. (Erginay 1987, 175). Şu noktayı da belirtmek gerekir ki, bütçe prensiplerinin, gerek sayı, gerekse bünyeleri hakkında yazarlar arasında birlik yoktur. Bir kısım yazarların bu prensipleri kendilerine göre ayrı ayrı tasnifler altında inceledikleri ve büneyleri bakımından bazı ayrılıklara yer verdikleri görülmektedir. Öte yandan bazı maliye kitaplannda on kadar bütçe prensibi açıklanmaktadır. Başlıca genellik, birlik, açıklık, doğruluk, samimiyet, denklik, tahsis, yıllık olma, önceden izin alma prensipleri vardır. Pek çok ülkede kabul edilmiş olan bir bütçe ilkesi, gelirlerin ve giderlerin genelliğidir. Bu kurala göre, bütçede gelirler bir ortak havuza akıtılır ve tüm giderler bu ortak havuzdan beslenir. Bu ilke, olumsuz bir biçimde gelirlerin giderlere bağlanamaması ilkesi diye de anılmaktadır. (Bulutoğlu 1981, 194). Biz önemli bulduğumuz genellik, birlik, tahsis ve yıllık olma, samimilik, açıklık prensiplerini incelemekle yetineceğiz. Devlet gelir ve giderleri bütçede iki şekilde gösterilebilir. Gelir ve giderler, ya (i) karşılıklı olarak hasıl olabilecek gider ve gelirlerin mahsubu yapıldıktan sonra safi olarak, (ii) böyle bir mahsup yapılmaksızın, gayrisafi olarak bütçeye yazılır. Gerçekten devlet gelirleri toplanırken, tahsil giderleri bu gelirlerden indirildikten sonra arta kalan miktar bütçeye yazılabileceği gibi bu gider yapılırken, hasıl olabilecek gider ve gelirlere bakılmaksızın bütçeye çevrilmesi usulüne, Gayri Safi Bütçe Usulü denir. Bu anlamda toplanan gelirlerle, bunların gerektirdiği tahsil giderleri, bütçede tam ve ayrı olarak gösterilir. (Erginay 1987, 175). İşte bu ikinci usulün diğer bir ismi de, bütçede genellik prensibidir. Başka bir deyişle gelir ve giderlerin, eksiksiz olarak, yani biriyle diğerini mahsup etmeksizin veya gelir arkasında gider ve gider arkasında gelir gizlenmeksizin bütçeye kaydedilmesi halinde bu prensip vardır. Bu prensip, bünyesi itibariyle, bütün gelir ve giderlerin bütçede gösterilmesini gerektirir. Bu usulün, bütçe gelir ve giderlerinin bütünü hakkında bilgi edinmek ve bunlar arasında karşılaştırma sağlamak bakımından önemli bir faydası vardır. Şüphesiz, bütçe denkliği ve devlet iktisadi planları bakımından da önemi vardır. Bir hizmetin gider yükünü anlamak, bir gelirin tamamını görmek ve hizmetlerin verimini tespit etmek, ancak gayri safi usûlle mümkündür. Örneğin bütün bu noktalara rağmen, hal ve şartların etkisiyle, bir çok bütçe sisteminde istisnai olarak, genellik prensibine aykırı düşen işlemlere yer verilmektedir. Örneğin Türkiye'de devlet bütçesi dahilinde idare edilen döner sermayeli sınai, ticari kuruluş ve idarelerin (darphane, devlet matbaası vb.) döner sermayelerinin safi bakiyesinin bütçeye geçeceği kabul edilmiştir. (Muhasebe-i Umumiye Kanunu Mad. 49) Bunun gibi aynı prensibe aykırı olarak bir çok Fonların bütçe dışı kaynaklarla idare edildiği bilinmektedir. (Erginay 1987, 176). Bazı yazarların ayrı bir bütçe prensibi olarak inceledikleri bir halde belirli gelirlerin belirli giderlere tahsil edilmemesidir. Bunu, genellik prensibinin ayrı bir sonucu olarak incelemekte sakınca görmüyoruz. Bu prensibe göre, belirli bir gelir çeşidi aynı şekilde belirli bir kamu hizmetine ayrılmayacaktır. Örneğin benzinden alınan bir vergi karayollarına tahsis edilemez. Bunun tersine, belirli bir gelirin belirli bir gidere ayrılmasına, gelirlerin tahsisi kaidesi denir. Gelirlerin tahsisi kaidesi, eskiden belirli bir hizmete bağlamak suretiyle gelirleri, kral veya prenslerin keyfi harcamalarından kurtarmak amacını güdüyordu; halen böyle bir durum yoktur. (Erginay 1987, 177). Gelirlerin tahsis edilmemesi prensibi, hazine birliği prensibini meydana getirir. Bunda amaç bütün gelirlerin bir hazinede toplanması ve bütün giderlerin bu hazineden ödenmesidir. Bizde bu prensip de değerini yitirmiştir. Bu prensip bütün devlet gelir ve giderlerinin tek bir bütçede gösterilmesini ifade eder. Bu nedenle, devletin gördüğü bütün hizmetlere (mahalli idareler hariç) ilişkin giderler ve devletin topladığı bütün gelirler, ayrı ayrı bütçelerde değil, tek bir bütçede gösterilecektir. Bunun tersine, yasama organının onayından geçsin geçmesin, devlet bütçesinden başka bir bütçe yapılması halinde birlik prensibi bozulmuş olacaktır. Bütçede birlik ilkesinden anlaşılan devletin bütün gelir ve giderlerinin tek bütçe içinde toplanmasıdır. Devlet bütçesi böylece bir bütçe olarak, devletin tüm gelir ve giderlerinin görülmesine olanak verecektir. Böylece, bütçe denetiminin en iyi biçimde yapılabileceği açıktır. Klasik maliyecilerin özellikle üzerinde durdukları ve çok katı olarak uyguladıkları bu ilke çağdaş maliyeciler tarafından benimsenmeyip, çağdaş gereksinmeler sonucu bu ilkenin yumuşatılması hatta uygulanmaması üzerinde durulmaktadır. Ancak, yine de devletin bütçe hesaplannda bir birliğin doğabilmesi için hesap türleri bütçe hesapları ile ekonomi veya sosyal hesaplar arasında ilişki kurarak belli sonuca ulaşmaya çalışılmaktadır. Yani, yine değişen ve gelişen ekonomik, mali ve sosyal koşullann gereği olan ayrıcalıklar bu bütçe ilkesi için de uygulanmakla beraber birlik ilkesinden tümüyle vazgeçilmesi olası değildir. Ancak bu ilkeye de getirilen ayrıcalıklar vardır. (Coşkun 1978, 36). Bir devlet gelir ve giderlerinin toplu halde görülmesini sağlaması gibi bazı faydalanna karşılık, devlet mekanizmalarının zamanımızda aldığı iktisadi kanşıklık halleri dolayısıyla, bütçede birlik kaidesine uyulması bir çok sakıncalar yaratmaktadır. Bu bakımdan hemen bütün uygar devlet bütçe sistemlerinde bu prensibin pek göze alınmadığına tanık oluyoruz. Gerçekten katma (mülhak), özerk (muhtar) bütçeler ve bütçe dışı hesaplar ve fonlar vardır. Bu nedenle birlik prensibinin bozulması bütçelerin bir gelişmesi sonucudur. Devlet bugün artık iktisadi programlar yapmak ve uygulamak sınai işlere karışmak durumundadır. Bu bakımdan devletin sırf idari hizmetleri ile sınai vb. işleri gibi birbirinden farklı hizmetlerin tek bir bütçede toplanması, bunların bünyelerine uymamaktadır. İşte devletin zamanımızda giriştiği sınai, ticari bankacılık vb. işleri dolayısıyla bunların bünyesine uygun sınai bütçelere yer verilmiştir. Bir kaç senelik iktisadi programlar içinde bazı ülkelerde yatırım bütçeleri yapılmaktadır. Bütün bunlar birlik prensibinden ne derece uzaklaşıldığını gösterir (Erginay 1987, 177). Açıklık ilkesi, bütçe ile ilgili tahminlerin ve bütçe uygulaması sonuçlarının gerek parlamento üyeleri, gerek yükümlüler, yani incelemek isteyen herkes tarafından kolaylıkla anlaşılır şekilde düzenlenmesini gerektirir. Bu ilkenin gerçekleşmesi için, öncelikle gelir ve giderlerin kolay incelenmeye ve iktisadi bir anlam ve sonuç çıkarmaya elverigşli biçimde düzenlenmesi gerekir. Buna rağmen bütçe dökümanlarınınhacmi (tasarıdan kesin hesaba kadar) zamanımızda o kadar büyümüştür ki, açıklık ilkesinin yükümlüler ve kamuoyu açısından gerçekleşebilmesi için, bütçe ile ilgili belgelerin grafikler v.s. ile basitleştirilmiş özetlerinin ayrıca çıkarılması tavsiye edilmektedir. (Feyzioğlu 1987,49). Bütçe uygulaması sonunda gerçekleşen gelir ve giderlerin bütçe tahminleriyle isabetli biçimde, o mali yılın ekonomik koşullanna göre uygunluğu, bütçede samimiyet ilkesinin esas alındığını kanıtlar. Yani bütçenin tahminlerinin gerçekçi olması sonunda bütçede gerçekleşme oranmıtahminlere en yakın olması" bütçede objektif doğruluk, samimiyet ilkesini meydana getirir. (Coşkun 1978, 37). Bütçe ile yapılan tahminlerin, bütçeyi hazırlamakla görevli organın (genel olarak Maliye Bakanının) gerçek görüşlerini yansıtması gerekir. Diğer bir anlatımla, bütçede görünürde bir denklik sağlamak için kasden gelirlerin yüksek, giderlerin noksan gösterilmemesi samimilik ilkesininkesin gereğidir. Bu prensip dalıa önce gördüğümüz gelirlerin tahsisi kaidesiyle karışmaktadır. Buna dikkat etmek gerekir. Gelirlerin tahsisi, isminden de anlaşılacağı üzere gelirlerle ilgilidir. Oysa sadece tahsis ismi altında şimdi inceleyeceğimiz prensip, giderlere ilişkindir. Bundan başka yine yukarıda anlatıldığı üzere bir de gelirlerin tahsis edilmemesi kaidesi vardır. İşte tahsis prensibi, bu ikinci "gelirlerin tahsil edilmemesi kaidesi"nin bir sonucu olarak kamu hizmetlerine bütün gelirlerden ödenmek üzere her hizmet çeşidine belirli bir ödenek ayrılmasıdır. Örneğin, bazı gelirleri toplayan bir dairenin kendi giderlerini topladığı gelirlerden ödemeyip, kendisine bütçe ile aynlan ödenekle yetinmesi gerekir. Diğer bir deyişle bir gelir toplansın veya toplanmasın, devletin herhangi bir idaresi, kendisine bütçe ile ödenek aynimadıkça, devlet adına bir ödemede bulunamaz. (Erginay 1987, 178). Bunun doğal bir sonucu olarak da, bu idare kendisine ayrılan ödenekten fazla bir taahhüde girişemez. Yine bir sonuç olarak, bütçe devresinden evvelki veya sonraki zamanlara ilişkin giderlere de (iktisadi planda olabileceği gibi, özel bir kanuni izin hali dışında) girişemez. Bütün bunlara ek olarak tahsis prensibinin en karakteristik bir noktası da, devlet dairelerinde belirli bir hizmet için ayrılan ödeneğin başka bir hizmet için kullanılmayacağıdır. Tahsis prensibi aşağıdaki çeşitli sonuçlan kapsar: (Erginay 1987, 178-179). (i) Bütçede belirli hizmetler için aynlan ödenek ancak bu hizmetler için kullanılabilir. Amaçları ne olursa olsun, mahiyetleri bakımından birbirine benzeyen ödeneği kapsayan herhangi bir bölümden diğer birime aktarma yapılamaz; (ii) Bütçeden yapılacak giderler, ancak bütçede bulunan miktarlar içinde taahhüt, tahakkuk, emir ve tediye edilebilir. Örneğin bir bölümde on milyar liralık ödenek varsa, bu bölümün gösterdiği hizmet için on bir milyar liralık bir taahhüde girişilemez. Bunun gibi bütçede gösterilmeyen bir hizmet için de ödemede bulunulamaz. Ancak tertibi (yani programı) bütçede bulunan bir hizmet için yetersizliğinden dolayı ayrı bir ödenek alınabilir; buna ek ödenek denir. Aynı şekilde, bütçede tertibi bulunmayan bir hizmet için de ödenek alınabilir, buna da olağanüstü ödenek denir. (İÜ) Bir bütçeden yapılması düşünülen giderler, o bütçe hangi dönemle (mali yıl) ilgili ise, ancak odönemde taahhüt, emir ve tediye edilebilir. Bu nedenle, örneğin 1986 yılı bütçesinde bulunup dasarfedilmeyen bir ödenek, 1987 bütçe yılında kullanılamaz. Bütçede tahsis prensibi de, bütçe kanunlarında yürütme organına verilen yetkiler çerçevesinde anlamını, geniş ölçüde yitirmiştir. Bu prensibe göre bütçe gelir ve giderlerine ilişkin izin ve yetkiler bir yıl için verilir; başka bir deyişle bütçenin geçerliliği bir yıldır. Bütçe gelir tahminleri ve gider miktarları bir yıllıktır. Her yıl gerek gelir, gerekse giderler yasama organı tarafından onaylanır. Bu prensibin bir sonucu olarak da mali yıl sonuna kadar harcanmayan ödenekler iptal edilir. Fakat zamanımız devletlerinde bu prensip önemini kısmen kaybetmiştir. Gerçekten, bir kaç yılı kapsayan giderler de kabul edilmektedir. Özellikle bir kaç yıllık plan ve programlar, yatırım bütçeleri, bu, yıllık olma prensibine aykırı düşmektedir. Bütçe tahminlerini kapsayan bütçe kanununun belli bir dönem için uygulanması ilkesi, budönem bütün ülkelerde bir yıl olarak kabul edilmiştir. Böylece, bütçedeki gelir-gider tahminlerinde doğruluk derecesini artırmak, bütçe denetimini daha kolay ve verimli yapabilmek olanağı sağlanmış olur. Bütçe birliği ilkesinin değeri ve önemi, diğer bütçe ilkeleri ile olan ilişkilerinden ileri gelmektedir. Gerçekten bütçenin denklik, açıklık, samimilik gibi ilkeleri birlik ilkesine bağlı, hatta ona tabi durumdadırlar. Ortada "bir tek bütçe" bulunduğu takdirdedir ki açıklığa kavuşmak, düzeni sağlamak ve özellikle bütçenin denk olup olmadığını, bu denkliğin gerçek ve nihai nitelikte bulunup bulunmadığını kısaca bütçedeki samimiyet ve isabetin derecesini anlamak mümkün olacaktır. (Feyzioğlu) 1981, 51-52). Bütün bunlara ek olarak bütçenin diğer işlevlerinin parçası durumunda bulunan denetleme işlevinin, özellikle parlamento tarafından yapılması gereken denetim görevinin yerine getirilmesi de ancak bütçenin birliği kuralına uymakla mümkün olabilecektir. Genel bütçe devletin normal giderleri ile vergi, harç, şerefiye, emlak gelirleri gibi normal gelirlerini kapsamasına karşın, olağanüstü bütçe her sene tekrarlanmayan ve olağanüstü bir netlik gösteren giderler ile bu tür giderleri finanse etmek amacıyla yapılan istikrazları kavrayacaktır. Genel bütçeden ayrı olağanüstü bir bütçenin düzenlenmesi, başlıca şu düşüncelere dayandınlır: Olağanüstü giderleri normal giderlerden ayırmak ve böylece istikrazla karşılanabilmesini yasal kılmak, bütçe açığının gerçek miktarını ve hazinenin tehlikeli durumunu gizlemek ve Meclis denetiminin etkisini azaltmak, belirli prodüktif ve rantabl giderlerin de istikrazla karşılanmasını sağlamak. Olağandışılık gösteren hizmetler için yapılan harcamaların borçlanma ile karşılanması asıldır. Böylece, fevkalade harcamalar normal harcamalardan ayrılarak borçlanmayı yasal kılmak, bütçe açığının saklanmasını sağlamak, parlamento denetiminden kaçabilmek ve belki de bazı masrafların borçlanmayla karşılanmasını sağlamak düşünceleriyle olağanüstü bütçelere yer verilmiştir. Aynca silahlanma ve alt yapı gibi yatırımların olağanüstü bütçelerle yani borçlanmayla karşılanması bunların finansmanına gelecek nesillerin katkısını da eklemesi bakımından tutarlıdır, denilmektedir. Bunlara karşın, borçlanmanın bütçe için en doğal kaynağı teşkil etmesi, ekonomi bakımından yaradan çok zarar getirir. Ayrıca, bütün ülke ekonomilerinde iç ve dış borçlanmalar o günün ülke koşullarına göre korkulacak bir şey olmadığı gibi, aynı bütçe içinde görülmesi ve de bütçe sınıflandırmasıyla türlü hizmetlere verilen harcamaların yine aynı bütçede yer alması mümkündür. Tüm devlet harcamalarının normal ve olağanüstü olarak ayrılmasına esasen gerek yoktur. (Coşkun 1978, 44) Türkiye'de, Meşrutiyet döneminde çokça görülen olağanüstü bütçe uygulaması bütçe açıklarını gizlemek amacıyla sık sık başvurulan yöntemlerden biri olmuştur. Cumhuriyet döneminde oldukça sınırlı olan olağanüstü bütçeler daha çok ülkenin kalkınma ve savunmasıyla ilgili giderleri kapsamış iseler de, 1944-1945 mali yılından itibaren olağanüstü bütçe yöntemi kaldırılmıştır. Bunun yerine bütün devlet gelir ve giderleri tek bir genel bütçede toplanmakla beraber aynı bütçe içinde normal ve fevkalade giderleri ayıran bir sınıflandırma sistemi yerleştirilmiştir. Son yıllarda ise bütçe terkibinden "adi ve fevkalade giderler" kaldırılmış ve onun yerine "cari giderler, yatınm giderleri ve transfer giderleri" smflandınlması kabul olunmuştur. 2. Modern Bütçe Sistemleri Devletin ekonomik hayatta büyük bir rolü ve sorumluluk hissesi bulunduğu, yirminci yüzyılın kabul ettiği gerçeklerden biridir. İktisat biliminin makro ekonomik analiz yöntemlerine yönelmesi ve bütçenin de genel ekonomi politikasının bir aracı olarak kabul edilmesi, bu gerçeğin doğurduğu bir sonuç olmuştur. İşte, bir ülkenin genel iktisat siyasetinin doğru olarak belirlenmesi için özel sektörle birlikte devletin genel, katma, özerk bütün bütçe türlerini de kapsayan analiz yöntemleri olarak milli muhasebe ve milli bütçe yöntemleri bulunmuş ve özellikle II. Dünya Savaşından beri uygulanmaya başlanmıştır. Milli gelir muhasebesi veya sosyal muhasebe diye de isimlendirilen milli muhasebeyi "bir ekonomik sistemde, üretim, tüketim veya (tasarruf) servete ilave şeklinde oluşan tüm iktisadi işlemleri ve bunların sistematik konsolidasyonunu muazzaf usûle göre tutulan, gelir ve gider hesapları içinde, dengeli olarak ve milli ölçüde gösteren bir sistemdir" diye ifade etmek mümkündür. Milli muhasebede, eğer geçmiş bir dönem zarfındaki milli iktisadi faaliyeti açıklayan tablolar sözkonusu olursa, milli hesaplardan veya asıl anlamıyla milli muhasebeden söz edilebilir. (Feyzioğlu 1987, 181-182). Eğer geleceğin tahminini ve gelecek belli bir dönem süresince milli ekonominin toplam gelir ve giderlerinin oluşacağı toplamın tahmini sözkonusu olursa, butablolann tümüne birden "milli bütçe" veya "milli iktisadi bütçe" denir. Milli bütçe, milli ekonominin gelecek sene için ayrıntılı bir projeksiyonudur. Aslında milli muhasebe kavramı geniş anlamda kullanıldığı takdirde, milli bütçeyi de kavradığı ve her iki kısmı da kapsar şekilde kullanıldığı görülmüş ise de, devlet bütçesi sisteminde olduğu gibi, milli gelir ve milli muhasebe alanında önce milli gelir muhasebesi gelişmiş ve milli bütçe tahminleri ancak daha sonra yapılmaya başlanmıştır. Ne var ki, milli muhasebe ile milli bütçe arasındaki zaman aralığı yıjzyılımızın hızına uyarak, devlet hesaplarında devlet bütçesine intikal edilmesi için geçirilmiş bulunan zamana göre çok kısa olmuştur. Gerçekten 1929-30 buhranından sonra, özellikle II. Dünya Savaşı zorunluluklannın etkisiyle milli gücün ölçülmesi amacıyla 1941 yılında İngiltere'de ilk milli muhasebe tablolarının hazırlandığı görülmektedir. Savaştan sonra, milli muhasebe alanındaki çalışmalar, yavaşlamak şöyle dursun, daha da ilerlemiş ve yayılmıştır. (Feyzioğlu 1987, 82). Millimuhasebe tekniğinin kavramsal ve uygulama alanlarının gelişmesi ve ilerlemesiyle de milli bütçelerin düzenlenmesi olanağına kavuşulmuştur. İşte milli muhasebe ve milli bütçe alanındaki bu gelişmelere dayanılarak, parlamenter ve demokratik hükümet sistemlerine yüzyılın gereklerine uydurmak yolu açılmış, ve parlamento sırf devletin genel ve katma bütçeleriyle bunların kesin hesaplarını onamakta oluşan biçimsel ve etkin olmayan bir denetleme yapmaktan kurtularak, ülke ekonomisini kapsayan etkili ve verimli bir denetleme yapma olanağı yenidensağlanmıştır. Yurdumuzda Anayasa ve "Devlet Planlama Teşkilatı'nın Kurulması Hakkında Kanun" ile milli bütçe ve plan esasları kabul edilmiştir. Anayasa'nın 162'nci maddesine göre, "Bakanlar Kurulu genel ve katma bütçetasarıları ile milli bütçe tahminlerini gösteren raporu, mali yıl başından en az yetmişbeşgün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunar." Bu madded sözü edilen milli bütçe tahminlerini yapmak Devlet Planlama Teşkilatına, kanunu gereğince verilen görevlerdendir. Gerçekten, Planlama Teşkilatı hakkındaki kanunun 2/a maddesinde belirtildiği üzere Planlama Teşkilatı memleketin tabii, beşeri ve iktisadi her türlü kaynak ve imkanlarını tam bir şekilde tespit ederek, takip edilecek iktisadi ve sosyal politikayı ve hedeflerini tayinde hükümete yardımcı olmakla görevlidir. (Erginay 1987, 172-173) 1960 yılında kurulup, faaliyete geçen Devlet Planlama Teşkilatı, şimdiye kadar birçok etüdler yapmış ve Anayasanın 162'nci maddesinde adı geçen milli bütçe tahminlerini gösteren raporları hazırlamıştır. Ayrıca hazırlanmış olan plan hedeflerine göre beşer yıilık dönemleri kavramak üzere kalkmma planlan hazırlanmış ve bu çerçeve içinde planlar her yıl gözden geçirilmiştir. Planlarda, ülkemizde kalkmma hızı tasarruf politikası, yatırım politikası, vasıflı insan yetiştirilmesi, kamu harcamaları ve organizasyon konuları bilimsel bir metod içinde tespit edilmiştir. Buraya kadar verdiğimiz kısa açıklamadan da anlaşılacağı üzere ülkemizde de milli muhasebe, milli bütçe ve planlama esasları ele alınmış ve modern bütçe kurallarına gerekli şekilde yer verilmiştir. Türkiye'de 1969 yılından beri yapılan yıllık ekonomik rapor geçmiş yılın ekonomik durumunu, gelişimin sonucunu değerlendirirken, milli gelir tahmini de gelecek yılın ekonomik bütçesini ortaya koymaktadır. Milli Gelir Tahmin Raporunda kaynaklar ve harcamalar tablosuna yer verilmektedir. Böylece, şeklen de olsa Anayasanın hükmü gereğince milli bütçe yapılmış olmaktadır. Bunun için programın Hedef ve ilkeleriyle yeni strateji ve 5 yıllık planda belirlenen temel sorunlar ve amaçlar ile o yıla ait tüm ekonomi için hedefler tayin edilmekte ve milli bütçe tahmini yapıimaktadır= Bütün bunlardan sonra gerek milli muhasebe, gerek, milli bütçe konularında genel olarak şunları söyleyebiliriz. Bizce milli muhasebe ile milli bütçe arasında birinin geçmiş bir süreye, diğerinin gelecek bir döneme ait olması itibariyle, bir nitelik farkını kabul etmek, ve korumakta yarar vardır. Bu anlayışa göre planlı ekonomilerde yıllık uygulama programları dahil, milli bütçeye en çok yaklaşmakla beraber, yine de her yerde tam anlamı ile ona karşılık olduğu söylenemez. Planın yıllık uygulama programlarının ancak topyekün ve emredici bir planlama sistemine sahip ülkelerde milli bütçe sayılması doğrudur. Fakat, kısmı ve yol gösterici plana sahip ülkelerde ve bu arada Türkiye'de yıllık programlar daha çok kamu sektörü yatırımlarını kapsadıkları için milli bütçenin yerini tutamaz. Ülkemizde tam bir milli muhasebe sistemi de henüz kurulmadığına göre, milli muhasebe ile eş anlamda bile olsa, bir milli bütçe düzenlendiğini kabul etmeye olanak yoktur. (Feyzioğlu 1987, 82) Bu itibarla, dünyada ilk defa "Milli Bütçe"ye bir Anayasa Kurumu niteliğini vererek 1961 tarihli T.C. Anayasasında yer almış, 1982 T.C. Anayasasında da korunmuş olan ve her yıl parlamentoya Milli Bütçe Tahminlerinin sunulmasını gerektiren hükmün son yıllarda bütçe gerçeklerinin başına birkaç sahifelik bir milli gelir ve gider tablosu konulmakla yerine getirilmiş sayılamayacağını önemle belirtmek gerekir. 1970'den beri bütçe gerekçelerinden çıkarılıp biraz daha genişletilerek bütçe tasarısıyla birlikte TBMM'ne sunulan "Yıllık Ekonomik Raporlar, her ne kadar İngiltere ve Fransa'dakilerden esinlenerek hazırlanmakta ise de, bu raporları da tam anlamıyla bir milli bütçe olarak kabul etmek mümkün değildir. Klasik maliye, bütçe işlemlerinin daha çok yöntem ve yasalar çerçevesinde yürüyüp yürümediğini araştırmakla yetinmiştir. İşlemlerin sevk ve idare ihtiyaçlarına ve ekonomik etkinliğe elverişliliği açısından ilgisiz kalmıştır. Bu ihtiyacı gidermek amacıyla yeni bir teknik geliştirilmiştir. Bu tekniğe performans bütçe, üretim bütçesi (output budgeting) veya program bütçe gibi değişik isimler verilmektedir. York Üniversitesi Profesörlerinden A.Williams program bütçenin aslında performans bütçenin bir gelişmesi sonucu erişilen bir sistem olduğunu ifade etmektedir. Gerçekten, program bütçe, devlet ve hükümet dairelerinin her düzeyinde ekonomik düşünceyi ve ekonomik sorumluluğu arttıran bir yönetim sistemi yaratarak kamu harcamalarının etkinliğin arttırmak amacını güder. Bu konudaki ilk etüdler, kamu yönetiminde etkinliği arttırmaya yönelen bir seri değişik teknikleri toplamış ve bu teknikleri bütçenin etrafında yer alan planlama ve yönetim sistemi içinde bir düzene sokmuştur. Bu toplama ve düzen içinde sistemin bütününü ifade etmek üzere "program bütçe" denilmiştir. (Feyzioğlu 1987, 84). Program bütçenin, bilimsel kavram olarak bugün maliye literatüründe henüz sınır ve kapsamı kesin olarak belirlenmemiştir. Performans bütçenin gelişmiş bir aşaması olarak kabul edilebilecek bu bütçe sisteminde de devletin yürüttüğü işlevler belirtilecektir. Bu işlevlerin yerine getirilmesi bir plana bağlanacaktır. Planın uygulanması da yeni sistemdeki bütçed yer alacak programlar aracılığı ile gerçekleşecektir. Program bütçe, böylece düzenlendikten sonra, o bütçede yer verilen programların, alt programlara ayrılması ve alt programların da faaliyet şeklinde asıl hizmetlere bölünerek ödenekler verilmesi, sistemin uygulanmaya konulmasının gerektirdiği tamamlayıcı koşullar olacaktır. (Feyzioğlu 1987, 85). Program bütçe, devlet ve hükümet dairelerinin her düzeyinde ekonomik düşünceyi ve ekonomik sorumluluğu arttıran bir yönetim sistemini yaratarak kamu harcamalarının etkinliğini artırmak amacını güder. Bunun için, öncelikle, her dairenin hedefleri programlarda belirtilir. Hedeflere erişebilmesini sağlamak üzere de her program için hedeflere yönelik ödenek verilir. Günümüz maliye yayınlarında geniş yer tutan program bütçenin dayandığı temel, bir yandan kamu ekonomisinin özel ekonomi kurallarına göre düzenlenmesi ve öte yandan tüm ülke ekonomisinin kaynak harcama dengesinin sağlanmasıdır. İlk anlamda ileri sürülen görüş, kamu harcamalarının da özel ekonominin dayandığı serbest piyasa hareketleri arz ve talep ölçülerine göre değerlendirilmesidir. Diğer bir deyişle nasıl özel ekonomide işletmeler, üretimlerini talep eğrisine ve girdi-çıktı oranlanna (etkinlik) göre ayarlıyorlarsa, kamu sektöründe de harcamalar ülke çapında, verimlilik ölçü ve tercihlerine göre belirlenecek kamu hizmetlerine yönelmelidir. Bunun yanında, özel işletmelerin birbirine karşıt durumları yerine tüm ülke ekonomisinin kaynaklar - harcamalar dengesi ve özellikle özel ve kamu ekonomisi sektörlerinin karşılıklı etkilerinin ahenkleştirilmesi amacı vardır. (Erginay 1987, 191-192). Bu bakımlardan Program bütçede gözönüne alınacak noktalar başlıca: a) Her kamu giderinin belirli bir hedefin gerçekleşmesine göre değerlendirilmesi. b) Hizmet - maliyet ilişkisi bakımından hizmetlerin programlara bağlanması, giderlerinin sınıflandırılması ve en az kaynak sarfını sağlayacak usûllerin bulunmasıdır. Bu kısa açıklama Program Bütçenin, devlet idaresi hedeflerinin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak üzere tüm maliyet unsurlarının bütçe tekniği ile düzenlenmesine dayandığını gösterir. Diğer bir deyişle amaç devlet idaresinin her kademesinde ekonomik düşünce ve sorumluluğun gözönüne alınarak, kamu harcamalannın etkinliğini, öncedensaptanan hedeflere göre sağlamaktır. Bunun için her bakanlık ve kamu kuruluşunun hizmetleri programa bağlanır. Yukarıda iki noktaya ilaveten yeni bir takım noktaları da şöylece zikredebiliriz. Program Bütçe uygulaması, ekonomik ve idari rutin işlemlerde genel bir gelişmeye ihtiyaç gösterir. Özellikle, planlamada, bütçelemede, muhasebede raporlann düzenlenmesinde ve işlerin izlenmesinde ve sonuçlandırılmasında gelişmesağlanması gerekmektedir. Muhasebe sistemi fayda-maliyet analizine elverişli olmalıdır. Muhasebe sisteminden çıkan bilgilerin yönetim mekanizmasının çeşitli düzeylerindeki yöneticilere ve müdürlere eriştirilmesi gerekir. Bunun sağlanması ise, raporlama sisteminin geliştirilmesini gerektirir. Şu kadar ki, raporlama sisteminin de iyi ayarlanması ve gereksiz raporlarla akıllann karıştırılıp, idarenin yanlış yola yönlendirilmemesi gerekir. Program bütçe denetim sisteminde de yeni bir anlayışa ihtiyaç gösterir. Program bütçe sisteminin, kontrol ve revizyonunun emniyet denetimi^dışında nihai amacı, kamu yönetiminde etkinliğini geliştirmek ve arttırmaktır. Kamu yönetiminde eîkinliğindenetimi, her dairenin etkinlik ve verimlilik açısından kontrolünü gerektirir. Böyle bir kontrolün amacı da, faaliyetlerin sistematik, ekonomik ve tatminkar bir şekilde yürütülüp yürütülmediğini belirlemektir. (Feyzioğlu 1986, 86).^ Bağlanan büyük ümitlere ve çeşitli ülkelerde uzunca bir deneysel dönemin aşılmış olmasına rağmen, program bütçe tekniklerinin uygulanması Türkiye4de ve başka ülkelerde pek inandırıcı sonuçlar sağlayamamıştır. Türkiye'deki başarısızlık, yeni bir ad altında eski bütçe anlayışının sürdürülmesi formülü diye özetlenebilir. Bu başarısızlığın başlıca sebepleri şunlardır: (Bulutoğlu 1981, 209-210) Önce program bütçenin ne olduğu anlaşılmamıştır. Anlaşılamama m as raf çı dairelerin personelinin yeterince eğitilmemesinden de doğmuş değildir. Eğitecek olanlar da, program bütçenin ne olduğu hakkında yeterince kesin fikirlere ve uygulama reçetelerine sahip olamamıştır. Amerikalı bütçe uzmanı A. Wildawsky bu kavram kargaşasını Amerikan Kongresi önünde şu abartmalı cümleyle ifade etmiştir: "Program bütçenin nasıl yapılacağını hiç kimse bilmiyor." Başarısızlığın ikinci önemli sebebi, üst düzeydeki kavram kargaşasına ilaveten bütçeyi uygulamakla görevli olan devlet memurlarının da yeterince eğitilmemiş olmasıdır. Program bütçe tekniği, sadece Maliye Bakanlığı'ndan değil, bütün masrafçı dairelerde yerleştirilmiş personel bulunmasını gerektirmektedir. Ülkelerin çoğunda, yeter sayıda personel eğitmek mümkün olmamıştır. Üçüncü sebep, program bütçenin tekniklerini geleneksel bütçe usulü içinde oturtmakla karşılaşlan güçlüklerdir. İki bütçe tekniğini bir arada ve her birini kendi amaçlarına göre yürütmek ve birinden diğerine geçiş anahtarını (cross walking) geliştirmek yerine, bir çok ülkede program bütçe doğrudan doğruya geleneksel bütçenin yerine konmuştur. Böylece, geleneksel bütçenin harcama denetimi amaçlarının program bütçe içine yerleştirilmesi, ikincideki etkin seçiş ve etkin üretim tekniği amaçlarına yeterince ağırlık verilememesine sebep olmuştur. Şüphesiz, dördüncü bir sebep olarak, devlet dairelerinin hareketsizliği ve geleneklere bağlılığı da başarısızlıkta büyük rol oynamıştır. Program bütçeye geçme kararı yılların biriktirdiği adaleti ve alışkanlıkları silip götürememektedir. Çoğu hallerde program bütçe yapılacak işleri ön plana almakta başarısız kalınmış ve Maliye Bakanlığı ile masrafçı daireler, ödeneklerin saptanması görüşmelerinde, gene eski usûl pazarlık ve siyasal baskı yöntemi ile hareket etmişlerdir. Beşinci bir başarısızlık sebebi, konuya yaklaşım hatasından doğmuştur. Hükümetler program bütçeye bir sihirli değnek gibi, derhal yapalım heyecanı ile sarılmışlardır. Bunun yerine, bazı uygun bakanlıkları seçip, uzun bir süre içinde yöntemleri geliştirmek, özümlemek ve sonra diğer bakanlıklara yaymaya çalışmak daha başanlı sonuçlar verebilirdi. Siyasal ve idare görevler arasındaki sınırın kesin bir biçimde çizilemeyişi de bir başansızlık etkeni olmuştur. Nihayet, program bütçe tekniğinin birkamu yönetimi reformu olduğu, bununla ilgili başka kurumsal ve yönetsel önlemlerin de birlikte alınması gerektiği gözden kaçmıştır. Özellikle, devlet dairelerinin yasal denetim yanında verim denetimi yapacak bir kurulun bazı dairelerden başlayarak denetim yöntemleri geliştirmesi konusuna önem verilmemiştir. Program bütçenin uygulanıp uygulanmadığı araştıracak eylemli, yani masa başında değil de, devlet dairelerinde inceleme yapan bir denetleme kurulu devreye sokulmamıştır. Performans bütçenin uygulanması ile erişilmek istenen amaç, devlet faaliyetlerinin etkinlik derecesini artırmaktır. Bu itibarla sözü geçen bütçe yönteminin uygulanmasında üzerinde önemle durulan konu, çeşitli dairelerin ihtiyç duydukları ödeneklerin tahsis edilmesinden çok erişilmesi istenen amaçların belirlenmesi ve bunların ne dereceye kadar gerçekleştirilebildiğinin araştırılmasıdır. Bu sayede kamu ekonomisi alanında belirli bir giderin yapılmasından daha fazla çıktı (output) elde etmenin veya belirli bir mal ve hizmet için daha az gider yapmanın sözkonusu olabileceği kabul edilmektedir. Her iki şekilde de, kaynaklardan tasarruf sağlandığı ve kamu üretimi özel üretimden daha az fedakarlık pahasına sağlandığı takdirde milli gelir artacak ve iktisadi refah yükselecektir. Performans bütçenin başlıca özelliği, giderlerin (ücretler, yoksullar vs. şeklinde) kategoriler itibariyle değil de, işlev (fonksuyon), program, iş veya proje itibariyle sınıflandırılmasıdır. Birleşmiş milletlerin, Güney Amerika için 1962'de tertip ettiği "Bütçe tasnifi ve idaresi" çalışma grubu raporunda fonksiyonlar ve ilgili iş ve programlar konusunda şu örnekler verilmektedir. (Feyzioğlu 1987, 83). Fonksiyon : Eğitim, Programlar: İlk, Orta ve Yüksek Eğitim, İşler : Öğretim, Öğretim Malzemesi programındaki işler). Yayını, Araştırma Performans bütçe yöntemi, satın alınan şeyler yerine devletçe yapılan işlere önem vermektedir. Diğer bir deyim ile dikkat, işleri yürütme araçlan yerine (ücret vs.) yapılan ve tamamlanan işlere (inşa olunan karayolunun uzunluğu, yapılan okul) ve hastanelerin sayısı, sulanan arazinin dönümü gibi, yöneltilmiştir. Performans bütçe yönteminin diğer bir özelliği de, tamamlanan işlere ve onların maliyetine ilişkin olanaklar ölçüsünde fazla sayısal bilgi göstermesindedir. Eğer elde olunan sonuç ölçülebilir kavramlarla ifade edilemez ise, tamamlanan işin veya faaliyetin niteliğine ve kapsamma ilişkin (bütçe projesinde vs.) açıklama verilmek suretiyle belirtilmelidir. Performans bütçede hesapların maliyet esasına dayanması gerekir. Bununla beraber, projelerinin bir çoğunda, tam maliyetin bilinmesine ihtiyaç yoktur. Harcama esasına dayanan bilgiler yeterli görülebilir. Maliyetin bilinmesine ihtiyaç yoktur. Harcama esasına dayanan bilgiler yeterli görülebilir. Performans bütçe yöntemi, bilhassa devlet iktisadi teşebbüsleri için tavsiye olunmaktadır. Bunlar ticari bir muhasebe sistemine sahip olduklanndan, maliyetin hesabı için gerekli bilgiler esasen hazır demektir. Performans bütçe sistemine geçiş, maliyet verileriyle uyumlu olarak diğer sayısal bilgilerin temini suretiyle sağlanabilecektir. (Feyzioğlu 1987, 837) Performans bütçe, yasama organına ve yükümlülere, vergilerin sarf edildiği amaç ve projleerle bunlardan elde olunan sonuçlar hakkında klasik bütçenin temin ettiğinden çok daha kolay bilgi sağlar. Diğer bir avantajı da, performans esasına göre bir rapor hazırlanması özellikle projelerle faaliyetler arasında veya bütçe tahminleriyle elde olunan sonuçlar ve bunların maliyeti hakkında karşılaştırmalı bilgi vermesidiry. Bu sistem, özellikle teşkilatın program sorumluluğuna uyumunu sağlamak bakımından organizasyonu ilerletmeyi de özendirir. Bir diğer faydası da performans bütçe yönteminin, uzun dönemli planlama ile bütçe arasındaki gerekli koordinasyonu da sağlama olanağı vermesidir. Şu kadar ki, performans bütçe yöntemini akılcı kararlar alınması için faydalı bilgileri sağlayabileceğinin, fakat asıl kararların alınması yerine geçemeyeceğinin açıkça anlaşılması gerekir. Şu halde program bütçe, devlet yükümlülüklerinin yapılan hizmet açısından değerlendirilerek sınıflandırdığı ve kaynakların ayrımında, faaliyetlerin yürütülmesinde hizmeti esas alan bir bütçe biçimi olup, devlet işlevlerinin ve bu işlevlerin gerektirdiği hizmetlerinin sınıflandırmasının yapılması bu bütçe sisteminin ilk aşamasıdır. Böylece yürütme organının yürütmekte olduğu hizmetlerin ve bu hizmetlere yapılacak harcamaların belirlenmesi özellikle önemlidir. Aynı zamanda hangi hizmete öncelik verileceğini saptayarak kaynakların önceliklere göre dağılımını sağlar. Performans bütçe ise, ana amaç ve hedeflere ulaşmak için belirlenen bu programların maliyetlerinin birim üzerinden hesaplanmasını sağlar. Performans ölçülmesinde fiziki ölçü esastır. Bu iki kavram birbirinden ayrı şeyler olmakla beraber, birbirinitamamlayarak aynı amaca hizmet eden yeni bir sistemin ortaya çıkması sağlanmıştır. Daha sonra geliştirilen PPB sisteminin de esası program ve performans bütçe olup, devletin gelecek yıllara ait planlama işlevi açıkça bu sisteme sokulmuştur. Gerçekte program ve performans bütçede de plan-program ilişkisi vradır, fakat açıklık getirilememiştir. Program ve performans bütçede kullanılan teknikler birim maliyetini belirleyebilmek için yapılır. Halbuki PPB sisteminde amaç daha üst düzeyde, geniş programların maliyetlerini saptayarak, üst karar verme organına daha geniş açıdan yardımcı olunmasını sağlamaktır. Program ve performans bütçe ile daha alt düzeyde karar verme kolaylaştırılmakta ve o düzeyde iş görülmektedir. Fakat şu da gerçektir ki, birim maliyetleri saptanmadan, program maliyetleri elde edilemez. O halde program ve performans bütçe ile PPB sistemi birbirini özellikle bu noktada tamamlamaktadır. (Feyzioğlu 1987, 95-97). En küçük toplum birimi olan aileden başlarsak, bütün toplumlann gereksinimleri sonsuzdur. Devletlerin gereksinimleri ise hergün biraz daha artmaktadır. Son yılların gelişen toplumsal, ekonomik ve mali sorunlan ile bugün çağdaş ülkelerde eğitim, sağlık, kalkınma, işsizlik gibi sorunlar eskiye göre daha çok artmış ve bunlar devletin görevleri arasına girmiştir. Devlet faaliyetlerinin bu derece artışı nedeniyle kamu harcamaları da hızla artarken, bu harcamaları karşılayacak kaynakların sınırlı olması, gereksinimler ve kaynaklar arasında bir denge kurmayı gerektirmektedir. Budenge içinde bulunan döneme ait olduğu gibi gelecek için de gereklidir. Planlama gereği, işte bu sorunlan çözümlemek üzere ortaya çıkmıştır. Ayrıca, gelecek hakkında belirsizlik mevcuttur. Fertler gibi devletler de gelecekleri hakkında karar vermek üzere tahminler, planlar yapmalı ve onları değerlendirmelidirler. Böylece hükümetler geleceğe ait ve bir yılı aşan süre için faaliyetlerini programlamalıdır. Bu faaliyetlerin programlanması gereği, planlamayı zorunlu kılan faktörlerden biridir. Bu gibi gereklerin sonucu olarak ortaya çıkan "planlama" nedir? Şu halde planlama geleceğe dönük olup, var olan kaynakların amaçları en iyi gerçekleştirecek biçimde kullanılmasını, seçenekleri saptayan bir araçtır ve süreklilik gösterir. Planlama ve programlama esas itibariyle birbirinin içine girmiş ve birbirini tamamlayan iki işlemdir. Aynlık, planın, amaçlann saptanmasından programların uygulanmasına giden geniş bir dönemi kapsarken, programlann ise daha dar olup, belirli amaçların gerçekleştirilmesi için gerekli faaliyetlerin vekaynakların bir araya getirilmesi, seçimlik programlarındeğerlendirilmesi ve aralanndan amacı en iyi gerçekleştirecek olanın seçilmesi aşamasını kapsamasıdır. Programlama, sonuç ve fizibilite doğrultusunda daha iferi bir adım ve seçimlik planlar arasından seçileni veya çeşitli planlann elementlerinin toplamını kapsar. Bazı yazarlar ise program ve mali plan kavramını aynı zamanda kullanmaktadırlar. Bir örgütün yıllık bütçesini verirken hedefleri belirten program ve mali plana göre, hizmet programlarını, alt-programlarını ve program elemanlarının belirtilmesini esas alırlar. (Feyzioğlu 1987, 98). Program kelimesi, hükümetin temel amaçlarına ulaşılması için izlenilen ana faaliyet gruplan yani işlevleriyle aynı anlamda kullanılmaktadır. Program, hükümetin işlevlerini alıp, çeşitli programlar halinde sadece program kelimesini ilave ederek yapılırsa PPBS'nin getirmek istediği program kavramını yansıtmaz, sistemde program, geleneksel program anlamından farklı olarak, açıkça belirlenmiş bir amacı gerçekleştirmek üzere, bu amaçla ilgili tüm faaliyetlerin ve kaynakların biraraya getirilmesidir. Programın en önemli niteliği, belirlenmiş amaçlar etrafında inşa edilmesidir. Her program belirli bir hedefin gerçekleşmesi için yapılmalıdır ve program ile amacın sonuçlandırılması gaye olmalıdır. Son hedefin saptanmasında daima ölçülebilen çıktılar elde edilemeyebilir. Onun için bir program yapılırken, amaca ulaşmadan bütün yan ve dış etkenler dikkate alınmalıdır. Program yapısına, ilgili olan bütün faaliyetler katılır. Program yapısının temel hedefleri, satın alınacak şeyler yerine, yapılacak işler olarak belirtilir. Her bir faaliyet, ilgili olduğu program yapısında yerini alır, amaca dönük ve yönetimdeki yeri ile bağlı kalır. Böylece,kamu yönetiminde varolan çeşitli örgütler için ayn ayrı programlar tüm yönetim için yapılabilir Programların saptanmasında esneklik sağlanmalıdır. Program yapısının katı ve sert olmasından kaçınılmalı, gelecekteki yeni değişmeler ve gelişmelerin üzerinde durularak bu değişikliklerin uygulanması olanağı program yapısına yansıtılmalıdır. Program yapısı oluşturulurken, her program gittikçe daralan ve somutlaşan birimlere bölünür. Her birim ise ölçülebilir ve belirli amaçlara yönelir. Programın tümünün gerçekleşmesine yönelen belirli unsurları kapsayan hizmet grupları, alt- program adı verilen bir alt düzeyi; program ve alt programlann uygulanması için benzer türdeki işleri kapsayan birimler (faaliyetler) en alt düzeyi oluştururlar. Bir faaliyetin belirlenmesinde, uygulamayı analiz etmesi, iş birimlerinin saptanması, iş yükü, birim maliyeti, personel sayısı, fayda-maliyet analizleri gibi tekniklerin ve istatistiksel ölçülerin kullanılması gerekir. PBS'nin üçüncü unsuru bütçeleme oluşturur. Amaçlar saptanıp bu amaçlara ulaşacak programlar seçildikten sonra, programların bütçe aracılığıyla uygulanması gerekir. Uygulama ancak var olan mali kaynaklar ayrılıp verilirse, yapılabilir. Bütçeleme kaynakları planlanmış şekilde, mali olanaklar içinde kullanılması olup, plan açıKça amaçları belirlerken diğer taraftan bütçe, bu amaçlara ulaşmak gayesiyle programlar arasında kaynakların tahsisine imkan verir. İşte mali kaynakların temini ve programlara belirli dönemler (yıllık) için ayrılması bütçeleme aşamasında olur. (Feyzioğlu 1987, 99). Bütçe ve planın eş anlamlı şeyler olmadığı bir gerçektir. Plan ve program ile doğrudan doğruya harcamayı gerektiren seçenekler saptanır. Bütçe île bu plan ve programların uygulanabilmesi için kaynaklar sağlanır ve bunlar arasında bir denge kurulur. Plan ve program ile amaçlar belirtilir. Bu amaçlara ulaşacak seçenekler geliştirilir ve bütçe ile programlara tahsisler yapılırken, en az para sarfı ile en çok yararın sağlannması veya o yararı sağlayabilmek için en az parayı harcama olanağını yaratan seçenekler aranır ve seçilir. Geleceğe ait sınırlı kaynakların en etkin şekilde kullanılması, plan ve programlaştırırken, bütçe ile bunların belirli bir süredeki parasal değerlendirmesi yapılır. Başka bir deyişle, plan ve programın gerektirdiği mali yük bütçe ile formüle edilir ve bütçe sınıflaması içine yerleştirilir. Bu sisteme "yeni baştan bütçeleme sistemi" de denilebilir. Ana fikir şudur. Bütçenin hazırlanması ile ilgili diğer sistemlerde, her yeni mali yılın bütçesi, büyük ölçüde bir önceki yıl bütçesindeki ödeneklere bağımlı olarak hazırlanır. Bu bağımlılık bazı yıllarda % 80-90'ı da aşar. İşte "sıfır temelli bütçeleme sistemi" öncelikle bu bağımlılığı ortadan kaldırmak ister. Yeni bir bütçe tasarısı hazırlanırken", cari yıl bütçesinde çeşitli kuruluş ve hizmetler için ayrılan ödenekler hiç yokmuş (veya sıfırmış) gibi hareket edilir. Böylece herhangi bir daire veya hizmete, daha önceki yıllar bütçelerinde yer verildiği için değil de, adeta yeni kuruluyormuş, yani sıfırdan başlıyormuş gibi yeniden değerlendirilmesi yapılarak ödenek ayrılacak veya ayrılmayacaktır. Bu da, daire veya hizmetlerin öncelik sıralamasındaki yerine göre belirlenecektir. Böylece, kaynaklann daha akılcı dağılımı ve daha etkin kullanımının sağlanacağı umulmaktadır. En azından masrafçı dairelerce istenen ek bütçe ödeneklerinin önemli derecede azaltılması yönünde bir etkisi olacağı düşünülmektedir. Herhalde bu sistemle harcamalardaki artış hızında bir azalma görüleceği savunulmaktadır. Ne var ki, diğer bütçeleme sistemleri gibi sıfır temelli bütçeleme sistemi de sanıldığı kadar faydalı sonuçlar verebilmiş değildir. Bu sisteme göre bir bütçenin hazırlanması, klasik sisteme göre çok fazla hatta bir katı zaman ve iş yükü gerektirmektedir. Sıfır temelli bütçeleme sistemi, yöneticilerin programları değerleme yeteneklerini abartmakta, buna karşılık teknik ve politik yönlerini ihmal etmektedir. Bir diğer önemli eksikliği de, bu sistemin sadece giderlerle ilgilenmesi ve bütçenin gelir yönüne ilişkin yeni bir bakış açısı getirmemesidir. (Feyzioğlu 1987, 88). 3. Bütçe Türleri Muhasebe-i Umumiye Kanunu'nun 115'nci maddesine göre "Sarfiyatı hususi varidat ile temin ve muvazenei umumiye haricinde tevdir olunan bütçelere mülhak bütçe denir". Diğer bir deyişle, giderleri özel gelirleriyle karşılanan ve Genel Bütçe dışında idare edilen bütçelere Katma Bütçe denir. Bünyeleri itibariyle devlet bütçesinden farksız olan katma bütçeler, kanunla kurulur. Çeşitli gayeler için ayrı katma bütçeli idareler kurulabilir. Mevcut katma bütçeli idarelerin bir kısmı iktisadi diğer bir kısmı kültürel ve sosyal yapıdadır. Bunlar Muh.Um.Kanununa tabidirler. Fakat, kendi özel kanunlarında ayrı hükümler varsa, bunlar uygulanır. Halen 40 kadar katma bütçeli idare vardır, bu idareler (bir kaç istisna dışında) tüzel kişiliğe sahiptir. Tüzel kişilik bulunması, bu idarenin doğrudan doğruya karar alma ve temsil edilmek yetkisini gösterir. Bundan başka, katma bütçeli idarelerin çoğunun döner sermayeleri vardır. Döner sermayenin safi bakiyeleri bütçeye geçtiği için sermayenin işletilmesi sırasında elde edilen gelirler, bu idarenin giderlerinde kullanılabilir. (Erginay 1987, 192-195). Buna rağmen yurdumuzda katma bütçeler, özel gelirleri bakımından genellikle Hazine yardımı alan kamu daireleri haline gelmiştir. Bu anlamda katma bütçelerimiz kuruluş şekillerine ters düşen bir yönde gelişmişlerdir. Katma bütçeler, kendi idare organları tarafından hazırlanır ve bağlı oldukları bakanın imzasıyla Maliye Bakanlığı'na gönderilir. Maliye Bakanlığımda incelendikten sonra, devlet bütçesi ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderilir. Katma bütçeler de Meclisin onayından geçer ve her biri için ayn bir kanun çıkanlır. Katma bütçelerin iç ayınmı devlet bütçesi gibidir. Uygulama ve denetim esaslan bakımından kanunlardaki bazı özel hükümler dışında, Muhasebe-i Umumiye Kanununa tabidirler. İşlemleri, Sayıştay'ın denetiminden geçer. Genel Müdürleri, bu bütçelerin-ita amirleridir. Kesin hesapları ayrı ayrı kanun konusu olur. Bütçede birlik prensibinden uzaklaşılması, devletin bütün giderlerinin bir arada görülmesini sağlamak amacıyla konsolide (biraraya getirilmiş) hesapların yazılması zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Milli ekonomi içinde kamu sektörünün yerinin topluca ve kesin olarak tespiti bakımından konsolide bütçe hesaplama, genel ve katma bütçelerden başka özerk bütçeler (iktisadi devlet teşekkülleri) ve mahalli idareler bütçeleri de dahil edilmektedir. Konsolide bütçe terimi, daha dar anlamda yalnız genel ve katma bütçeler toplamını ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Nitekim Maliye Bakanlığı konsolide bütçe hesaplannı, bütçe tasarısına ilişkin gerekçelerde göstermektedir. Katma bütçeler gelirlerinin büyük bir kısmını genel bütçeden yapılan mali transfer yardımlarından oluşur. Bu yardımlar katma bütçelerin giderleri karşılığıdır. Genel bütçe gider toplamı, katma bütçeler gider toplamı ile birleştirilirken, yardımların iki kez sayılması halinde bütçeler toplamında aynı miktarlar iki kez gösterilmiş olacaktır. Bunun gözönüne alarak, konsolide gider bütçesi toplamı, katma bütçeler gider toplamının genel bütçe giderlerine eklenip, Hazine yardımının bundan çıkartılması suretiyle bulunur. Öte yandan yukanda belirtilen genel bütçe ile katma bütçeler giderleri bakımından yapılan konsolide devlet giderlerine karşılık konsolide devlet giderleri de tespit edilebilir. Konsolide gelir bütçesi genel bütçe gelirleriyle katma bütçelerin özel gelirlerinin toplanması suretiyle bulunur. Katma bütçeli dairelerin kendi özel gelirleri, genel bütçede ayrıca gösterilmediği için, genel ve katma bütçeler gelirleri toplamının yapılması gerekmektedir. Çeşitli kamu kuruluşları, yapmakta olduklan kamu hizmetleri yanında, özel ekonomi çevresinde bazı sınai, ticari veya zirai faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetler kamu görevi niteliğinde olmayan, özel kişilerin fert olarak yaarlandıkları mal ve hizmet üretim veya ifası şeklinde meydana gelir. Böylece, kamu kuruluşlannın kamu hizmetleri faaliyetlri dışında atıl kapasiteleriyle ürettikleri mal ve eşyayı pazarlamaları halinde elde ettikleri gelirlerin genel bütçe dışında kullanılmasına döner sermaye yoluyla imkan tanımıştır. Ülkemizde özellikle ekonomik gereksinmelerin karşılanabilmesi için çok değişik bütçe türleri geliştirilmiştir. Bunlann büyük bir bölümü gerçekten devletin ekonomik hayata katkısı içinde işletmecilik esaslarına göre daha fazla gelir elde etmek amacıyla yapılmıştır. Ekonomik amaç yanında yönetimden gelen nedenler, toplumsal bazı sorunların çözümlenmesi amaçları, ve katı bürokratik kırtasiyecilikten kurtulma istekleri değişikbütçe tiplerini oluşturmuştur. Böylece, genel bütçeli kuruluşlar yanında katma bütçeli idareleri, özerk bütçeli kuruluşları görmek mümkündür. Ayrıca, döner sermaye esasının getirilmesiyle genel bütçeli kuruluşlara dahi ekonomik nitelik ve yönetim bakımından serbestlik verilebilmektedir. Genel Muhasebe Yasasının 49'ncu maddesi il- "Genel bütçe içinde yönetilen sınai ve ticari kurum ve idarelerin ilk ve madde ve malzeme alım bedelleri ile uzman ve işçi ücretleri döner sermaye adıyla bütçelere konulan ödenekler ile karşılanır ve ödenir. Bu kurum ve idarelerin döner sermaye ödeneklerinden kullanılmayan tutarı yıl sonunda yok edilir; Kullanılan sermayelerden doğan gelir fazlaları da geri yazılır." hükmü getirilmiştir. İşlemleri genel bütçe ve Sayıştayın ön denetimi dışında bulunduğu için bir neviserbest ekonomi piyasasına göre sınai veya ticari faaliyetlerde bulunurlar. Yukardaki 49'ncu madde hükmüne rağmen zaman zaman yatırımlar yaptıkları ve kendi hizmetleri dışında aşırı işlemlere gittikleri görülmüştür. Bu bakımdan bu işletmelerin savurgan olduklan ileri sürülmektedir. (Coşkun 1978, 46). Ancak, döner sermaye işletmeleri gelirlerinin % 15'inin her ay Hazineye yatırılması, her yıl Genel Bütçeye konulan bir hüküm gereğidir. Bu işletmelerin yıl sonu bilanço kararlarının da genel bütçeye gelir yazılacağı yine bütçe kanunlannda hükme bağlanır. Öte yandan bu bilançoların Sayıştaya verilmesi ve böylece Sayıştayın denetiminden geçmesi zoruludur. Döner sermaye işletmelerinin hesapları da ilgili kurumun kesin hesapları arasında gösterilir. Bu işletmeler Devlet İhale Kanununa tabi değildir. Genel Muhasebe Kanununun bütçenin uygulanması sırasında öngörülen işlemlerinin de dışında kalırlar. (Erginay 1987, 196). Türk bütçe sisteminde döner sermayenin sorumlu saymanı yönetim zamanına ilişkin işlemler konusunda Sayıştaya hesap vermek zorundadır. Bu işletmelerin hazırladıkları bilançolar. Maliye Bakanlığı ve Sayıştay aracılığı ile denetlenmektedir. Ayrıca bu bilançolar işletmenin bağlı bulunduğu Bakanlık veya katma bütçeli idarenin kesin hesabı ile birlikte TBMM'nin onayına sunulmaktadır. Bu kuruluşların yönetim ve denetimini güçleştiren başlıca aksaklıklar şunlardır. (i). Döner sermaye hesap sistemleri yeknesak değildir. (ii). Kuruluş yasalannda, Genel Muhasebe Kanunu ile Devlet ihale sistemi dışında ve farklı kurumlar için çelişik hükümler yer almaktyadır. (İÜ). Genel bütçe içinde ya da kamu iktisadi teşebbüsleri aracılığı ile gerçekleştirilebilecek faaliyetler bu işletmelere verilmiştir, (iv). Bazı işletmelerin tüzel kişilikleri yoktur, (v) Elde edilen kararların hazineye dönüşümü gecikmektedir. Türkiye'de Devletin İktisadi faaliyetin 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı "İktisadi Devlet Teşekkülleri ve Kamu İktisadi Kuruluşları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK)" ile yeniden düzenlenmiştir. Kanunun kapsamıha, İktisadi Devlet Teşekkülleri ile Kaniu İktisadi Kuruluşlan ve bunların müesseseleri, bağlı ortaklıkları ve iştirakleri girmektedir. (Mad.1) (Erginay 1987, 200). Kanunun 2 nci maddesinde yapılan tanımlara gör: (Erginay 1987, 201). (i) İktisadi Devlet Teşekkülü: Sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kanunla kurulan Kamu İktisadi Teşebbüsleridir. (ii) Kamu İktisadi Kuruluşu: Sermayesinin tamamı devlete ait ve tekel niteliğindeki mallar ile temel mal ve hizmet üretmek ve pazarlamak üzere kanunla kurulan, kamu hizmeti niteliği ağır basan Kamu İktisadi Teşebbüsleridir, (III) Müessese: Sermayesinintamamı bir İktisadi Devlet Teşekkülüne veya Kamu İktisadi Kuruluşuna ait olup, ona bağlı işletme veya işletmeler topluluğudur. (iv) Bağlı Ortaklık: Sermayesinin % 50'sinden fazlası İktisadi Devlet Teşekkülüne veya Kamu İktisadi Kuruluşuna ait olan işletme veya işletmeler topluluğundan oluşan anonim şirketlerdir. (v) İştirak: İktisadi Devlet Teşe^kküllerinin veya Kamu İktisadi Kuruluşlarının veya bağlı ortaklıklarının, sermayesinin en az % 15'ine, en çok % 50'sine sahip bulunduklan anonim şirketlerdir. (vı) işletme: Müesseselerin ve bağlı ortaklıkların mal ve hizmet üreten fabrika ve diğer birimleridir. Bütün bu kuruluşlarla güdülen amaç, ekonomik gereklere uygun olarak verimlilik ve kararlılık ilkleeri doğrultusunda kendi aralarında ve ulusal ekonomi ile uyum içinde çalışarak sermaye birikimine yardım edilmesi ve bu suretle daha fazla yatırım kaynağı yaratılmasıdır, bu teşekkül ve kuruluşlar, tüzel kişiliğe sahip olup, Genel Muhasebe, Devlet İhale Kanunları ile Sayıştayın denetimine tabi değildirler. Faaliyetleri, genel olarak özel hukuk hükümleri çerçevesinde yürütülür. Türkiye'dekiKamu İktisadi Teşebbüsleri yatırım ve işletme faaliyetlerini kalkınma planı, yıllık bprogram ve bütçeye dayalı olarak yürütür. Teşebbüsler, işletme ve yatırım bütçesi hazırlarlar. Teşebbüslerin işletme bütçesi her hesap dönemi için yıllık genel yatırım ve finansman programındaki hedefler esas alınarak hazırlanır ve yönetim kurulunca onaylanır. Yatınm ve finansman programında değişiklik yapılması halinde bu değişikliğe uygun olarak işletme bütçelerinde de gerekli düzeltmeler yapılır. İşletme bütçeleri. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kaynak-ödeme dengesidir. KİT'lerin kaynak ödeme dengesinin kalemleri Tablo 1'de görülmektedir. (Feyzioğlu 1987, 345). TABL01 KİT KAYNAK - ÖDEME DENGESİ Ödemeler Kaynaklar Kanunu Ödemeler Aktif Artışlar Kar ve Zarar (Kar+Zarar-) Amortisman ve Karşılıkira Aktif Azalışlar - Kasa Banka Azalışı - Avans, Akreditif ve Hisse Senedi - Stoklarda Azalma - Kasa Banka Artışı -Avans Akreditif ve Hisse Senedi - Alacaklar Artışı İştiraklerdeki Sermaye Sabit Kıymet Diğer Aktif Artışları - Alacaklarda azalış Pasif Azalışlar Pasif Artışlar - Maliye ve Gümrük Bakanlığı - Maliye ve Gümrük Bakanlığı KİT - Diğer Kamu Kuruluşları - Merkez Bankası ve Vergi borçları - Diğer Kamu Kurumlan - Devlet Yatırım Bankası - Özel Kişi ve Kuruluşlar - Dış Borç - Diğer Pasif Azalışlan - İzel Kişi ve Kuruluşlar - Diğer Pasif Artışlar Diğer Ödemeler Ödemeler Toplamı Diğer Kaynaklar Kaynaklar Toplamı Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kaynakları toplamı ile ödemeler dengesi arasındaki fark olumsuz, bir başka deyimle kaynaklanan ödemelerin altında ise, kaynak - ödeme açığı ya da işletme açığı ortaya çıkar. Kaynaklar, ödemeleri aşarsa bir kaynak fazlasından söz edilebilir. Kamu İktisadi Teşebbüslerine kanunlarıyla ilgili olarak Bakanlar Kurulunca görev verilebiliri. Bu görevlerden doğan zarar ve mahrum kalınan kar da işletme açığının bir bölümü olarak Hazinece karşılanır. Kesinleşen işletme bütçeleri ve teşekküllerce ilgili bakanlığa ve Yüksek Denetleme Kurulu'na gönderilir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kaynak ödeme açığı ve bu nedenle ortaya çıkan finansman ihtiyacı belirlendikten sonra, bu tutara toplam yatınm tutarı eklenir ve böylece genel finansman ihtiyacı ortaya çıkarılmış olur. Genel Finansman ihtiyacı ile finansman kaynakları arasındaki denge, genel yatırım finansmanı programını ya da bütçesini verir. TABLO : 2 KİT GENEL YATIRIM FİNANSMAN DENGESİ Finansman İhtiyacı Finansman Kaynakları Kaynak-Ödeme Açığı Toplam Yatırım Tutarı Genel Bütçe Yardımları Devlet Yatırım Bankası Dış Proje Kredisi Fonlar Yukarıda belirtilen denge, gerçekte yatırımlar ve bunların finansman kaynakları arasında kurulan dengedir. Ne var ki Türkiye'deki KİT'lerin işletme açığı vermeleri, bu açıkların da finansmanını zorunlu kılmaktadır. Bir başka deyimle, toplam yatırımlar, işletme açıklarının olmaması halinde kaynak fazlası (özkaynaklar) ile finanse edilebilir ve böylece genel bütçe yardımlarına. Devlet Yatırım Bankası kredilerine ve fonlarına gerek kalmaz. Teşebbüsler kalkınma planına göre yapmaları gereken çalışmaları zamanında yaparak, yatınm projelerini hazırlarken şu ilkeleri dikkate alırlar. Projesi hazır olmayan yatırıma başlanamaz. Teşebbüslere kendi imkanlarıyla karşılayamayacağı yatırım görevi verildiği takdirde bu görevlere ilişkin öz kaynak kısmı, devlet bütçesinden sermaye verilir. Devlet Yatırım Bankası proje hazırlıklannda danışmanlık yapar. Hazırlanan projeler takvim yılı başından 7 ay önce ilgili bakanlığa ve Devlet Planlama Teşkilatına gönderilir. İlgili bakanlık projeler üzerinde inceleme yaptıktan sonra bunlan Devlet Planlama Teşkilatına gönderir. Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığının da görüşünü alarak bu projeleri genel yatırım ve finansman programına dahil eder. (Feyzioğlu 1987, 347). Teşebbüslere ait yıllık yatırım ve finansman frogramı takvim yılı başından genel bütçede olduğu gibi en az 75 gün önce Bakanlar Kurulunca karara bağlanır. Bu karara bağlamada işletme açığı ya da kaynak-ödeme fazlası ve yatırım projelerinin yanısıra, finansman imkanları ile teşebbüsün yatırım plan, program ve bütçelere göre yürütürler. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığının bağlı olduğu bakanlıkça tespit edilen esaslara göre hazırlanacak yıllık genel yatınm ve finansman programlan, takvim yılı başından en az 75 gün önce Bakanlar Kurulunca karara bağlanır. Teşekküllerin işletme bütçeleri, her hesap dönemi için yıllık genel yatırım ve finansman programındaki hedefler doğrultusunda hazırlanır ve yönetim kurulunca onaylanır. İlgili bakanlık, gerekli hallerde daha uzun devreler için işletme bütçesi hazırlanmasını isteyebilir. (Erginay 1987, 202). İktisadi Devlet Teşebbüslerinin denetlenmesi kendilerinden ayrı bir organa bırakılmıştır. Bu organ Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu'dur. Yasama denetimi 2.4.1987 tarih ve 3346 Sayılı "Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun" ile tespit edilmiş bulunmaktadır. Bu kanun, Anayasının 165'nci maddesi hükmünün bir gereği olarak çıkarılmıştır. Bu maddeye göre "Sermayesinin yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Devlete ait kamu kuruluş ve ortaklıklarının Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi esasları kanunla düzenlenir". Anılan 3346 Sayılı Kanuna göre Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesini sağlamak üzere bu Meclisçe seçilecek 35 Milletvekilinden oluşan "Türkiye Büyük Millet Meclisi Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu" kurulur. Kamu İktisadi Teşebbüsleri Kamisyonu, Yüksek Denetleme Kurulunun raporlarıyla Başkanlığın göndereceği diğer raporları vb. inceler. Bu raporlar ve diğer ilgili bakanlıkların görüşleri ve denetilen kuruluşların cevapları, en geç ertesi yılın Aralık ayı sonuna kadar TBMM Başkanlığına sunulur. Başkanlık gelen rapor ve eklerini en geç üç gün içinde Komisyona gönderir. (Erginay 1987, 203). Komisyon kendisine gelen raporlar ve ekleri üzerindeki incelemelirini 90 gün içinde tamamlar. İnceleme ve değerlendirme dosyalar üzerinde yapılır. Bu inceleme ve değerlendirme. Komisyonunun tespit edeceği alt komisyonlarca yapılır. Komisyon bu incelemeler üzerindeki görüşmelerden sonra ilgili teşebbüslerin bilanço ve netice hesaplarını ya tasvip edip, ibra kararı verir veya tasvip etmeyerak ilgili kuruluşun ibrasını reddeder. Bundan sonra raporlar bastınlarak TBMM üyelerine dağıtılır. Belirli bir zamanda itiraz edilmeyenler ile itiraz edilip kesinleşen raporlar T.B.M.Meclisinde belirli zaman aralanna göre görüşülür ve sonuçta ya tasvip edilerek ilgil teşebbüsün yönetim kurulunun ibrasına karar verilir veya tasvip edilmeyerek ibra istemi reddedilir. İbra edilmeyen kuruluşların sorumluları hakkında genel hükümlere göre kovuşturma veya işlem yapılması için Meclis karan Başkanlığa ve ilgili adli mercie bildirilir. Adli mercilerin kararları, kuşkusuz mahkûmiyet veya berrat şeklinde ve nihai olarak denetimin sonucu olur. (Erginay 1987, 204). Yerel idarelerin bütçeleri özel bütçedir. Türkiye'de yerel idareler il özel idaresi, belediye ve köylerdir. Kamu tüzel kişileri olan bu idarelerin bütçelerini kendi organları hazırlar. İl Özel İdarelerinin bütçeleri İçişleri Bakanlığınca, belediyelerin bütçeleri en büyük mülki amir ya da İçişişleri Bakanlığınca, köylerin bütçeleri ise kaymakam ya da vali tarafından onaylanarak yürürlüğe girer. Yerel idareler ve genel bütçedin önemli ölçüde yardım alırlar. (Öncel ve diğ.). Belediyelere verilen görevler 1580 sayılı Belediye Kanununda ayrıntılı olarak sayılmıştır. Belediyelere yüklenen geniş kapsamlı hizmetler içinde büyük şehir belediyelerine özel olarak bazı görevler verilmiştir. Belediye bütçesi, belediyenin bir takvim yılına ilişkin gelir ve giderlerini gösteren ve belediye gelirlerinin toplanmasına, hizmetlerin yapılmasına ve harcanmasına izin veren bir tasarruf olarak tanımlanabilir. Belediye bütçesinin hangi ilkelere göre hazırlanacağı, hangi belediye organlarınca nasıl görüşülüp onaylanacağı, nasıl uygulanıp, nasıl denetleneceği 1580 sayılı Yasada, Belediye Muhasebe Tüzüğünde ve Belediyelerin Bütçe ve Muhasebe Usulü Yönetmeliğinde gösterilmiştir. (Batırel 1987, 325-326). Belediye bütçelerinde, Devlet Bütçesinin tam aksi bir işlem sözkonusudur. Önce gelir bütçesi hazırlanır, sonra bütçeye konan tahmini gelirlere bir yıl içinde gerçekleştirilebilecek hizmetlere göre gider bütçesi hazırlanır. Belediyelerin ek kaynak yaratmaları oldukça sınırlıdır. Bu nedenle hizmetleri gelirleriyle sınırlıdır. Belediyelerin en büyük gelirlerini genel bütçe vergi gelirlerinden almış oldukları pay oluşturur. Bunun dışında, Belediye Gelirleri Kanununa göre vergilerden, harçlardan harcamalara katılma paylanndan sağladıkları gelirlere birlikte belediyece yönetilen kurum ve işletme gelirleri, işletme kârları, belediye malları gelirleri, çeşitli gelir ve cezalar, bağış ve yardımlar, borçlanma da belediyeler için gelir kaynaklarıdır. Büyük şehir belediyelerinin kendine özgü bazı gelirleri vardır. Hazırlanan bütçe, Belediye Başkanı tarafından gerekçesiyle birlikte Belediye Encümenine sunulur. Encümenin inceleme ve kabulünden sonra, bütçe. Belediye Başkanı tarafından Belediye Meclisine sunulur. Bütçe mecliste görüşülür ve kabul edilir. Bütçe bir Belediye Meclisi kararıdır. Bütçe mahallin en büyük mülkiye amirinin (Valinin) onayı ile kesinleşir. Belediye Başkanları belediye bütçelerinin ita amirleridir. Belediye muhasebecileri veya hesap işleri müdürleri belediye bütçesinin sorumlu saymanlarıdır. Belediye bütçeleri de idari, yargı ve siyasal denetime tabidir. Köy bütçesi bir takvim yılı için muhtar ve ihtiyar meclisince hazırlanır. İhtiyar meclisi köy işlerini en gerekli olandan başlayarak sıraya koyar. Hangi işlerin köylü tarafından para ile hangilerinin imece yoluyla yapılacağına karar verir. Böylece, bütçenin hazırlık ve kabul aşamaları belirlenmiştir. Köy bütçesi Kaymakam ya da Vali tarafından onaylanınca kesinleşir. Köy bütçesi muhtar hesabını da muhtar hazırlar. Muhtar tarafından hazırlanan kesin hesapları ihtiyar meclisi ve vesayet makamınca denetlenlir. İl Özel İdaresi Bütçesi, il özel idaresine verilen görevlerin sonucu ortaya çıkan giderler ve çeşitli yasalarla kendilerine sağlanan gelirlerin tahmini sonucu ortaya çıkan dengedir. İl Özel İdaresinin gelirleri, devlet vergilerinden alınan paylar, devletin mali yardımlarından ve borçlarından oluşmaktadır. İl özel idarelerinin bütçelerinin hazırlanmasında görüşülüp onaylanmasında, uygulanmasında ve denetiminde mevzuatın ortaya koyduğu uyulması gereken bir süreç vardır. (Batırel 1987, 315). Yürütme organınca hazırlanan genel bütçe tasarısı yasama organı tarafından reddedildiği ya da mali yıl başına yetiştirilemediği takdirde yeni bütçe hazırlanıncaya kadar, yapılıp uygulanan bütçeye geçici bütçe denir. Fon, kısaca, berli bir sosyal veya ekonomik gaye için özel kaynaklardan elde edilerek bir hesapta toplanan ve bu gayeye harcanan paralar olarak tanımlanabilir. Genel bütçe dışı kamu kaynaklarının yürütme organlarınca kulanılması imkanlarını veren döner sermaye işletmelerinden daha önemli bir kaynak da Fonlardır. Her iki müessese klasik bütçe ilkelerinden genellik, birlik, ödeneklerin tahsis edilmemesi, hatta açıklık ilkelerine aykırı bulunmaktadır. Fon uygulamasına gidilmesinin başlıca üç nedeni vardır: Bunlardan birincisi, bütçe uygulama sürecinin gecikmelerinden kurtularak, çabuk yapılması gereken kamu hizmetlerinin varlığıdır. Sözgelimi doğal afetlerin meydana gelmesi ya da savaş halinde harcamaların hızla yapılması ve gerekli hizmetlerin götürülmesi zorunlu olur. Fon kamu yöneticilerinin genel bütçenin uzun ve formalite sürecinden kurtulmasını sağlar. Özellikle projelerin kredilendirilmesi, bütçe dışı bir uygulaması amacıdır. Özellikle projelerin kredilendirilmesi, bütçe dışı bir uygulamayı zorunlu kılmaktadır. Fondan yapılacak ödemelerin gelecek dönemlerde geri alınması (faiz ve anapara olarak) genel bütçenin yıllık olma ilkesini bozucu niteliktedir. Son olarak, yürütme organının yasama organından programlar itibariyle aldığı harcama yetkisini genişletmek ve bu fonlar aracılığı ile ödenek dağıtımında daha etkili olmak amacını güttüğü de belirtilmelidir. Bu tür yedek ödeneklerle yürütme organı, iktisat ve maliye politikasını günün koşullanna göre daha esnek kılma olanağı bulmaktadır. Fon uygulaması ile güdülen amaçlara göre fonlar, sosyal fonlar, ekonomik fonlar ve özel hizmet fonları olarak üç kategoriye ayrılırlar. (Feyzioğlu 1987, 297, Erginay 1987). Fonlar, Türk bütçe uygulamasında genel ve katma bütçelerde olduğu gibi TBMM adına Sayıştay denetimine tabi bulunmaktadır. Sayıştay genel ve katma bütçeli idarelerin sermayesinin yarısı veya yarısından fazlasına katılmak suretiyle fon şeklinde kurulan kurum ve teşebbüslerin denetimini yapma görevini de üstlenmiştir. Fonların gelir, gider ve mal varlıktan Sayıştay denetimine tabi bulunmaktadır. Fonlar Sayıştayın denetim dışı kalabilmesi devletin katılma payının fonun sermayesinin yansından az olmasına bağlıdır. Bu yönden bu fonun ve diğer aynı statüdeki fonların, kaynakları bütçe dışından sağlanmakta olup, gene! bütçe ilkelerine ve Hazine birliğine ters düşmektedir. Bu durum kamu kesiminin tüm kaynakları hakkında, özel sektöre oranla bir mukayese yapmak imkanını ortadan kaldırmaktadır. 4, Bütçe ve Denetim Bütçe ve denetim, birbirinden ayrılmayan^ve birbirini tamamlayan iki ana kavramdır. Denetimsiz bir bütçenin düşünülmesi mümkün değildir. Bir defa parlamento, bütçe tasarısını onaylayarak uygulanmasına yetki verdiği işlemlerin ne şekilde yürütüldüğünü, sonuçlarının ne olduğunu araştırmazsa, başlangıçta böyle bir izin vermiş olmasının bir anlam ve değeri kalmaz. Demek oluyor ki, bütçenin denetimi, önce parlamentonun haklarına uymayı sağlamak, yani bütçenin siyasi işlevinin gerçekleşmesine olanak vermek için gereklidir. (Feyzioğlu 1987, 246). İkinci olarak, bütçenin iktisadi, mali ve hukuki işlevleri de ancak bütçenin denetlenmesiiyle yerine getirilebilir. İşte bu nedenlerle bütçe denetiminin önemi, kuramsal olarak kabul edilmiş ve yasalara da bu denetimin yalnız idari organlarca değil, aynı zamanda yönetimden bağmsız yargı organları ve ülkenin egemenliğini temsil eden parlementolar tarafından bizzat gerçekleştirilmesini emreden hükümler konulmuştur. Anayasının 127. maddesi ve 832. Sayılı yasasının birinci maddelerinde denetleme hizmetlerinden söz edilmektedir. Ancak, denetlemenin ne çeşit bir hizmet olduğu yasalarda belirlenmiş değildir. Denetimin konusu ile ilgili yasalar, yani Anayasa, 832 sayılı Sayıştay yasası ve 1050 sayılı Genel Muhasebe Yasasının çeşitli hükümlerinde belirtildiği gibi, devlet bütçesinin uygulanmasıyla ortaya çıkan, saymanların mal ve para hesaplarıdır. Bütçenin uygulanması dönemindeki bütçe işlemleri gelirlerin toplanması, giderlerin yapılması ve gelir-gider arasındaki yer ve zaman bakımından ahengin sağlanması olan hazine işlemleri olduğuna göre, bütçenin denetlenmesi konusu da, gelirlerin ve giderlerin denetlenmesiyle Hazine işlemlerinin kontrolünü kapsamına almaktadır. Bununla beraber bütçe içindeki gelir ve giderlerin nitelikleri farklıdır. Gelirler için bütçede yer alan rakamlar tamamiyle tahminden ibaret olmasına karşın, giderler için konan ödeneklerde tahmin göstermekle beraber yapılacak harcamaların tavan rakamlarını kısıtlı olarak göstermektedir. (Coşkun 1978, 96.). Yukarıda belirtilen yasalara göre, ülkemizde yapılan denetim hiyerarşik kademeler tarafından ve teftiş kurullarınca yapılan iç denetim, tamamen kanunilik denetimine yöneliktir. Saymanlarca yapılan denetim de kanunilik denetimidir. Saymanlık personelin de nitelik ve nicelik noksanlıkları, hizmetin esasının bilinmemesi ve yalnızca kanunlara uygunluğunun evrak üzerinde denetlenmesi çoğu kez hizmetin aksamasına, gecikmesine neden olmaktadır. Maliye Bakanlığı tarafından yapılan denetim de şekil yönünden yapılan bir denetimdir. (Bütçe ve Mali Kontrol Müdürlüğünce yapılan ön taahhüt denetimi gibi.) Sayıştayca yapılan denetlemenin ne çeşit bir hizmet olduu gerek Anayasa gerek Sayıştay Yasasının ilgili hükümlerinde tanımlanmamakla beraber, bu hizmetin yapılmasında esas yine, kanunilik denetimidir. 832 Sayılı Sayıştay Yasasının 28 ve 38'nci maddelerinde yer alan Sayıştay denetiminin konusu ve kapsamı ve denetime ilişkin 47 ve 55'nci maddeler kanuni denetim yapma olanağını sayıştaya vermektedir. Halbuki, program bütçe sisteminin uygulanmasıyla meydana gelen büyük değişmenin sonuçları olarak diğer mali konularda olduğu gibi denetimde yapılması gerekli değişiklik, bunlardan en önemlisidir. Mali denetimin maddesel dayanağı, bütçelerin uygulanmasıyla ortaya çıkan olgulardır. Bütçe uygulaması ise bütçe modeli ile sıkı ilişki içindedir. Bütçe ne tür bir yapıya ve teknik niteliklere sahip ise, denetimin konusu olan işlemler de bu özelliklere bağlı olarak oluşturulup, denetim de aynı özelliklere göre yapılmaktadır. Program bütçe sistemi ile çok sıkı kaynak ilişkisi gösterilmekte, hizmet ödenekleri bütçeleşmekte e de o kaynağın kullanılmasıyla o hizmetin gerçekleşmesi beklenmektedir. Kanun yapıcı bir yandan kalkınma planını kabul etmiş ve bütçeyi yasalaştırmışsa, bunun doğrultusunda ki denetimle ilgili mali hükümler de elektrik hızıyla yenilenmelidir. (Coşkun 1978, 95). Bu denli hizmet esasına göre sınıflandırılmış, amaç-hizmet-maliyet ilişkilerini içeren program bütçe sisteminin gereği olarak denetim sisteminde de değişiklik gereksinimi görülmekte ve bu değişimin etkin bir bütçe uygulaması için etetkenlik denetimi biçiminde olması gerekmektedir. Maddi ve hukuki denetim elbette devam ederken, ancak bunun ötesinde etkenlik denetimine yer verilmeli, bu tür denetleme yalnızca mali sorumluluğa ait olan klasik mali yargılamanın dışında, eleştiriye ve uyarıya yönelik bir denetim uygulanmalıdır. Etkenlik denetiminin uygulanabilmesi için Sayıştayın bu denetim sistemini kabul edip, buna göre yeniden düzenlemeye gitmesi: muhasebe sisteminin program etkenliklerini gösterebilecek ve maliyet muhasebesi esaslarına yönelmesi; yönetici sorumluluğunun yasalarda belirlenmesi ve etkili bir iletişim sisteminin kurulması gerekmektedir. Böylece, program bütçe sisteminin geliştirilme çabaları yanında etkenlik denetiminin yerleştirilmesi de gereklidir. Sayıştay, görevleri itibariyle mali idare sistemimizde önemli bir durumdadır. Bu nedenle Anayasa tarafından düzenlenen organlar arasında yer almaktadır. TBMM'ne karşı sorumlu olup, Anayasa'da görevi şöylece belirtilmektedir. (Coşkun 1978, 96) Madde 160 "Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını TBMM adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme denetleme ve hükme bağlama ilkesini yapmakla görevlidir." Türkiye'de Sayıştaydan başka bütçenin denetimi: a) Bakanlık Saymanlık Müdürleri, b) Maliye ve Gümrük Bakanlığı, c) Sorumlu Saymanlıklar ve d) Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılır. Şimdi idari denetim, yargı ve yasama denetimi başlıkları altında yurdumuzdaki denetim mekanizmasını inceleyelim. (Erginay 1987, 218-219). İdari aenetim denilince bir yandan Maliye Bakanlığı ve ona bağlı organları ve diğer yandan Sayıştayın bütçenin uygulanması sırasınaa yaptığı denetim anlaşılır. Gelirlerin Denetimi: Bunu dört aşamada ele almak kabildir. Üst memurların, alt memurların işlemlerini denetlemeleri: Örneğin Defterdarlar ve Mal Müdürlerinin kendi emirleri altında bulunan Gelir Müdürü, Gelir Memuru vb. ile gelirlerin kanunlara göre, tarh, tahakkuk ve tahsiline dikkat etmeleri gibi. Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları, Gelir Kontrolörü ve Defterdarlık Kontrol Memurları vergiler konusunda, teftiş ve denetim yapmaya yetkilidirler. Sayıştay da gelirlerin, alacakların ve hakların kanunlara, tüzüklere ve yönetmeliklere ve bütçedeki tertiplerine uygun olarak izlenip, tahsil edilip edilmediğini araştınr (Mad.46). Vergi matrahlarının Takdir Komisyonları tarafından tespit edilmesi halinde, mali idareler dava açarak Danıştaya kadar gidebilirler ki, bu da gelirin bir çeşit denetimi sayılır. Bütçe gelirlerinin denetimi, bir de doğrudan doğruya mükelleflerin beyannamelerinin incelenmesi yolu ile yapılabilir. Vergi Usûlü Kanunu, denetim elemanlarına mükelleflerin işyerlerini, defter, kayıt ve belgeleri üzerinde geniş inceleme ve araşîirma yetkisi vermektedir. Bununla beraber yapılacak denetim sonucunda hazırlanacak rapora, kontrol elemanlarının düzeylerine göre farklı değer vermiştir. Giderlerin Denetimi: Giderlerin bütçenin uygulanması sırasında denetimi, giderlerin taahhüt, tahakkuk ve öaeme zamanlarında olmak üzere başta Maliye Bakanlığı, Bakanlık Saymanlık Müdürleri, Sayıştay ve sorumlu saymanlar tarafından yapılır (Feyzioğlu 1987, 251, Erinay 1987, 219). Taahhütlerin Denetimi: Bu denetim gerek Maliye Bakanlığı, gerekse Sayıştay tarafından yapılır. Maliye Bakanlığı tarafından denetimde bir taraftan Bakanlık Saymanlık Müdürleri ve diğer taraftan Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünce yapılır. Taahhütlerin Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü tarafından denetimine gelince, Muh. Um. K.'nun 63'üncü maddesine göre merkez ve vilayetlerde aktoiunacak sözleşmeler ile müstenidatının birer suretinin 7 gün içinde Mâliye ve Gümrük Bakanlığına gönderilmesi mecburiyeti konulmuştur. Tahakkukun Denetimi: Bu denetim özellikle gider tahakkuk memurları tarafından yapılır. O şekilde ki, bu memurlar giderlerin tahakkukunu yaparken evrakın tamam olup olmadığına, hizmetlerin yapılıp yapılmadığına bakarlar. Örneğin bir kitap parası ödenecektir. Bunun için tahakkuk evrakını hazırlayan memur önce kitabın alınıp alınmadığını tespit edecektir. Ödemelerin Denetimi: Bütçenin uygulanması sırasında yapılan denetimlerden biri de ödeme sırasında sorumlu saymanlar tarafından yapılan denetimdir. Saymanlar ödeme sırasında bu deneıimi yaparlarken esas itibarıyla, giderlerin tertiplere uygunluğuna, müsDit evrakın tamam olmasına (taahhüt ve tahakkuk evrakı, maddi hata bulunmamasına, kanun ve nizamlara uygun olmasına bakar. Aksi takdirde Sayman ödeme yapmaz. (Erginay 1987, 222). Görüldüğü gibi devlet tarafından bir giderin yapılması ve hizmet ve mal karşılığı bedelin ödenebiimesı oldukça uzun, belgeler üzennaeki bir inceleme ve denetimi gerekli kılar. Böyle bir denetimini gerekli olması yanında, özellikle zaman bakımmaan İşlemleri çok uzatıcı, kırtasiyeciliği arttıncı olduğu da gerçektir. Belgeler üzerinde yapılan bu denetim, esasen yalnızca belgelenn şekline ve içeriğine bağlı bir denetimdir. Yoksa, hizmetin yapılması, zamanında ve istenilen biçimde yapılmasına ait bir denetim değildir ve hatta, belki bu ayrıntılara dalmak nedeniyle, zaman bakımından hizmetin aksamasına da neden olabilmektedir. Bu tür denetimin mümkün olduğu kadar kısa sürede sonuç alınmasını sağlayacak biçimde yapılarak, evrak üzerindeki kanuni denetim yanında, hizmetin sonucuna yönelen etkinlik denetimine de yer verilmesi gereklidir. Etkinlik denetiminin uygulanabilmesi için gerekli yasal değişikliklerin Genel Muhasebe K., Sayıştay K. üzerinde özellikle yapılması lazımdır. Program bütçe sisteminin uygulanması, esasen hizmet ve hizmetin etkinliğine, verimine dayanan bu bütçe sisteminin, yine yapılan hizmetin etkinliğinin kontrolüne dayanan denetimi zorunlu kılması kaçınılmazdır. (Coşkun 1987, 102). Hizmetin yapılmasından sorumlu olan yöneticinin yaptığı denetim bu hizmetin gerçekleşmesi için kullanılan kaynaklar ile yapılan hizmetler arasındaki ilişkinin kurularak hizmetin en etkin biçimde gerçekleşmesini sağlayıp sağlayamadığının denetimidir.. Bu denetim yoluyla maddi ve yasal denetim devam ettirilirken, bunun ötesinde hizmetle ilişkili olarak ekonomik denetim, program denetimi de yani hizmetin etkinliğinin denetimi de yapılmalıdır. Etkinlik denetimi ile yalnızca saymanlann mali ve cezai sorumluluğu değil, aynı zamanda o hizmeti yönetenlerin mali ve cezai sorumluluğu da sözkonusu olup, yaptırımlar uygulanmalıdır (Coşkun 1978, 97) Bütçeyi onaylayan yasama organlarının yaptıkları, denetimdir. Türkiye'ye yasama denetimi (Teşri Kontrol) yasama organı tarafından yapılır. Bu denetim esas itibariyle bütçenin uygulanmasından sonra yapılmakla beraber, bütçenin uygulanması sırasında da denetim yapılabilir. Burada bir fark vardır; şöyle ki, devletin diğer organları ve örneğin Maliye Bakanlığı veya Sayıştay kendilerine verilen denetim görelerini bütçenin uygulanması sırasında yapmak zorunluluğunda oldukları halde yasama organı,isterse veya gerek görürse böyle bir denetime başvurabilir. Buna karşılık, bütçenin uygulanmasından sonra kesin hesaplarda yapılacak olan yasama denetimi bir zorunluluktur. Yasama denetimi iki şekilde olur: (Erginay 1987, 225) Uygulama sırasında. Uygulamadan sonra. Meclisin uygulama sırasında yaptığı bütçe denetimi, Bakanlann Anayasadaki sorumluluklarına dayanır. Bu bakımdan yasama organı üyeleri, bütçenin uygulanması sırasında, yani bütçe yılı içinde, bütçenin uygulanma şekli hakkında bazı bilgilerin açıklanmasını herhangi bir Bakandan soru ile isteyebilir. Bu konuda ayrıca gensoru açabilir. Şüphesiz bu nedenle de yasama organında yapılacak olan görüşmelerde bütçenin nasıl uygulanmakta olduğu sorulur ve kanuna aykın haller varsa, bunlann açıklanması istenir ve dolayısıyla bütçe denetlenmiş olur. Bunlardan başka ek ödenek veya olağanüstü ödenek veya herhangi bir vergi veya mali kanun tasarısının yasama organında görüşülmesi halinde de bütçe denetlenebilir. Ayrıca Sayıştay'dan gelen raporlar dolayısıyla da yasama organı bütçenin uygulanma şekli hakkında bilgi edinir. 1982 Anayasasına göre de tek Meclisden oluşan TBMM, 98. ve 99. maddeleri gereğince soru, gensoru, genel görüşme, Meclis araştırması. Meclis soruşturması yolları ile denetleme yapar. İşte bu hükümlere dayanarak Meclis, hükümeti, gerek politikasını yürütürken gerekse devlet işlerini görürken, sürekli gözetimi altında bulunduracaktır. Bütçe ise, hükümetin maliye politikasına ait bir program ve devlet işlerinin yürütülmesi için gerekli mali olanakları sağlayan bir yasa olduğuna göre bütçenin uygulanması, hükümetin mali politikasının ve devletin maliye ile işlerinin gerçekleşmesi ve görülmesi demektir. O halde meclis Anayasanın kendisine verdiği yetki ile, hükümetin diğer işlerini olduğu gibi bütçenin uygulanmasına ilişkin işlemlerini soru, genel görüşme, gensoru ve meclis soruşturması yöntemlerinden biri ile denetleyebilir (Feyzioğlu 1987, 274). Şu kadar ki, bu yollarla denetim yapmak konusunda, Meclisin herhangi bir zorunluluğu yoktur. Bunlar, Milletvekillerinin diledikleri ve gerek gördükleri zamanda faydalanabilecekleri genel denetim yollarıdır. Bu yöntemlerden birisi ile yapılan denetleme, bir bütçe konusunu ilgilendirdiği oranda bir bütçe denetimi olur. Türkiye'de 1961 ve 1982 Anayasalanna göre TBMM'nin yasal olarak görevlendirdiği ve bütçenin uygulanması sırasında yapması gereken başlıca denetleme, Sayıştay raporlarının incelenmesidir. Bu denetim, özel yönetime tabidir ve Meclisin Sayıştay Komisyonu tarafından yapılır. Ancak, Ülkemizde, Meclisin bir de Bütçe Komisyonu aracılığıyla uygulama sırasında da yaptığı denetleme vardır. Şimdi, sırasıyla bu iki Komisyon aracılığıyla gerçekleştirilen bütçe denetlemelerini açıklamasına çalışılacaktır. TBMM'nin bütçe uygulanması sırasında özel bir yöntem ile gerçekleşen denetimlerinin en önemlisi, teknik bir denetleme organı olan Sayıştay'ın yardımı ile yapılmaktadır. Sayıştay, bir taraftan genel ve katma bütçelere ilişkin kesin hesapların incelenmesi ve bu hesaplar hakkında uygunluk bildirimi düzenlemekle görevli olduğu gibi, diğer taraftan gerektiğinde mali işlere ve hesap usulleriyle, gelir tahakkuk sistemlerine ilişkin TBMM'ye rapor sunmakla da görevlidir. Sayıştay kendi yasasına göre gerektiğinde verebileceği raporlardan başka, MUK'un 76. maddesi uyarınca sunacağı 3 aylık raporlarla, hem ihtiyat kaydı ile vize ettiği belgeler, hem de diğer işlemler ve yolsuzluklar hakkında, TBMM'ye bilgi verir (Feyzioğlu 1987, 275). Mali yıl içinde ek ve olağanüstü ödenekler veya aktarmalarla ilgili bütün tasarılar bütçe komisyonuna geldiği zaman Komisyon bütçede değişiklikleri gerektiren bu tasarı ve önerilerin sunulmasının nedenlerini inceleyecektir. Komisyon, hükümetin bu yasa tasarılarını gerekçesinde belirttiği konulann doğru olup olmadığını ya Maliye Bakanı ile ilgili bakandan ya da bunların görevlendirecekleri birinci derecede sorumlu kamu görevlilerinden açıklama istemek veya doğrudan bu bakanlık veya dairelerde inceleme yapmak suretiyle anlamaya çalışacaktır. Bu derinliğine araştırmaları, genellikle bütçe komisyonunun bu iş için görevlendireceği özel sözcüleri yapacak ve bu sözcüler de incelemelerinin sonuçlarını ve kanılannı birer raporla komisyona bildireceklerdir. İşte bütçe komisyonu adına yapılan bu inceleme ve araştırmalar, nitelikleri açısından TBMM'ce Sayıştaydan gelen raporlar üzerinde yapılan denetimlerden pek farklı değildir. Meclis İç Tüzüğünün verdiği yetki ve görevler dolayısıyla yaptığı denetimlerden başka, parlamenıo geleneği bütçe komisyonuna daha geniş bir denetim yapma olanağı sağlamaktadır. Bu gelenek Maliye Bakanının ülkesinin genel mali durumu hakkında ve özellikle bütçe işleri etrafında, sık sık bütçe komisyonuna bilgi vermesi ve açıklama yapması şeklinde belirmektedir. Maliye Bakanının açıklamalarını dinleyen komisyon, kendisini tatmin etmeyen konuların düzeltilmesini isteyebilecektir. Bütçe komisyonunun bu denetlemesi bir bakıma diğer bütün yasama denetimlerinden daha ileri niteliktedir. Zira, Sayıştay raporları daha çok, bütçe işlemlerini, mevcut yasa, tüzük ve kurallara uygun olup olmadığı noktasında denetlemektedir. Halbuki, bütçe komisyonu, yapacağı denetimlerde olayın siyasi yönünü de inceleyip denetleyebilecektir. Yasama denetimine esas olmak üzere Sayıştay'ca hazırlanan uygunluk bildirimi bütçenin uygulanması hakkında yasama organına bilgi veren bir rapordur. Sayıştay bakanlıkların hazırladıklan kesin hesapları ile; Hazine'ce hazırlanan genel hesabı da bakanlıklar kesin hesapları ile karşılaştırarak, uygunluk derecesini tespit eder ve raporunu belirtilen süre içinde Başkanlığa verir. (Sayıştay Kanunu madde 81). Katma bütçeli dairelerin hesapları için de aynı usûl uygulanır. (Madde 82). Anayasanın 164. maddesi ile getirilen yeni bir hükme göre, kesin hesap kanunu tasarısı, yeni yıl bütçe kanunu tasarısıyla birlikte bütçe komisyonu gündemine alınır. Bütçe komisyonu, bütçe kanunu tasarısı ile kesin hesap kanunu tasarısını, genel kurula birlikte sunar. Genel kurul, kesin hesap kanunu tasarısını, yeni yıl bütçe kanun tasarısıyla beraber görüşerek karara bağlar. Yasama organı, kesin hesap kanunu tasarılarını müzakere ve kabul etmek suretiyle hükümeti ibra etmiş olur. Sonuç olarak, kesin hesap kanunu tasarısının TBMM'ce onaylanmasıyla, bütçe hesabı kapanmış ve bütçenin denetimine ait işlemler de tamamlanmış olur. (Erginay 1987, 225, Feyzioğlu 1987, 246). Bütçe uygulamasının ve giderlerin yargısal denetimiyle ilgili olarak ilk düşünülen Sayıştayın yargı denetimidir. Sayıştay, her ne kadar giderlerin idari denetimine katılmakla beraber, asıl görevi yasama organı denetlemesinin esaslarını hazırlamak olan ve yargı denetimi yapan bir organdır. Ancak, Sayıştayın yasal kontrolü, bütçe devresinin kapanmasından sonra yapılan hesaplar ve özellikle saymanların idare hesapları üzerinde olduğundan, bütçe döneminden sonra yapılan yargı denetimidir (Coşkun 1978, 109). Yargı denetimi Sayıştay tarafından devletin mal ve mülküne ilişkin hesapların incelenmesi ve bunlarla ilgili memurların (sorumlu gelir ve gider saymaman) hesaplarının yargılanmasıdır. Gerçekten yargılama başlıca sayman hesapları üzerinden yapılır. Saymanlar, mali yılı izleyen 7 ay içinde idare zamanlarına ilişkin hesaplarını Sayıştaya göndermek zorundadır (MUK Madde 122). Sayıştaya gelen hesaplar önce denetçiler tarafından incelenir. Denetçiler bu incelemeden sonra bir rapor düzenlerler. İnceleme sırasında kanunlara aykın haller veya noksan işlemler görülürse ilgililerin savunması alınarak rapora yazılır ve bu savunmalar hakkında denetçi kendi düşüncesini de belirtir. İncelenmesi biten hesaplann raporlarıyla buna ilişkin ceıvel ve belgeler, birinci Başkanlığa verilir. Başkanlık yargılanmak üzere dosyaları dairelere gönderir (Sayıştay Kanunu Madde 43 ve 50). Bir daireye gelen rapor hakkında, önce daire başkanı tarafından Sayıştay savcısının yazılı düşüncesi alınır. Savcılıktan gelen raporlar daire başkanlığınca, düşünceleri alınmak üzere üyelere verilir. Üyeler, raporlar üzerinde gerekli incelemeleri yaptıktan sonra bunları daire başkanına geri verirler. Bundan sonra hesabın yargılanmasına başlanır. Gerektiğinde savcı da davet edilerek düşüncesi alınır. Yargılanma sonunda başlıca üç türlü karar verilir: Sayıştay Kanununun 6 1 . maddesine göre bu kararlar beraat, zimmet veya tazmin hükmünde olur. Bu hükümler hakkında kanunda kesin ayınmlar yapılmamıştır. Beraat karan, hesaplar düzgün, kanunlara ve kararlara uygun olduğu zaman verilir. (Erginay 1987, 225). Giderlerin bütçenin uygulanması sırasında, yargısal denetlenmesi, devletten bu gider dolayısıyla alacaklı bulunanların yetkili mahkemelere başvurmasıyla da elde edilebilir. Bu durumda yetkili mahkeme, ya idari veya adli bir mahkemedir. Devlet ve devletin organları sözkonusu olduğundan yani bütçe gideri çoğu defa olduğu gibi, yönetimin idari bir faaliyeti sonucu meydana geldiğinden devletten alacaklı olanların başvuracağı yetkili mahkeme idari bir mahkeme olur. Bütçe gelirleriyle ilgili anlaşmazlıklar için itiraz ve temyiz komisyonları gibi özel organlar var olduğu halde, giderler hakkında yapılan yargısal denetim için böyle bir özel organ yoktur. Bu konuda da, idari faaliyetlerden ortaya çıkan anlaşmazılklara karşı başvurulan yetkili organ Danıştay'dır. Giderin taahhüt safhasından başlayarak, ita emrine bağlanma ve hatta ödenme safhalarında idari bir davayı gerekli kılan durum ve anlaşmazlığın çıkması halinde bu giderlerden dolayı devletten alacaklı olan kimse Danıştay'a başvurarak dava açar. Danıştay, bu davanın görülmesi sırasında gider işleminin, bütçeye, yasalara, tüzüklere uygunluğunu araştınr. Böylece gider işlemleri de yargı organı tarafından incelenip denetlenmiş olur. (Coşkun 1978, 109-110). 5. Bütçe Uygulaması ve Reform Çabaları Türkiye'de halen bütçe hükümleri 26.5.1927 tarih ve 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununa dayanmaktadır. Bu kanun Muhasebe-i Umumiye Kanunu Muvakkati ile Fransa, Belçika ve İtalya'nın bütçe hükümlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Yapı olarak sert kurallara dayanmaktadır. Bugüne kadar bazı değişik ve ek kanunlara konu olmuştur. Günün gelişmekte olan iktisadi ve mali koşullarına yeterli derecede cevap verememektedir. Yapıları bakımından bütçeler, başlıca dört dönemde incelenebilir: Bütçenin Hazırlanması, Bütçenin Onaylanması, Bütçenin Uygulanması, Bütçenin Denetimi. Bunlardan ilk iki ve son iki döneminin birbirlerinden ayniması teorik planda kalmaktadır. Çünkü bir yandan bütçenin mecliste görüşülmesi sırasında da hazırlık devam etmekte ve öte yandan bütçenin uygulanması çoğu kez denetimle birlikte olmaktadır. Zamanımızda modern devletlerde bütçeler yürütme organları tarafından hazırlanmaktadır. Bütçelerin yürütme organı tarafından hazırlanması bir ihtiyaç ve zorunluluğun soncudur. Gerçekten bütçeler, yürütme organının bir yıllık programıdır. Kamu hizmetleri ve bunlann yapılması olanaklarını yakından bilen veya bilmesi gereken organ, yürütme organı, yani hükümettir. Hükümet, kendi geniş örgüt ve organlarıyla, ülkenin bütün ihtiyaçlarını değerlendirebilecek en yetkili organdır. Anayasanın 162. maddesine göre, genel ve katma bütçe tasanlan Bakanlar Kurulu tarafından TBMM'ye sunulur. Bu nedenle yurdumuzda da bütçeler hükümet tarafından hazırlanmaktadır, önce gider bütçesi hazırlanır. Bunu başlıca üç aşamada inceleyebiliriz: Bakanlıkların hazırlık aşaması. Maliye Bakanlığı'nın inceleme aşaması. Bakanlar Kurulu'nun inceleme aşaması. (Erginay 1987, 180-181). 1050 Sayılı MUK'un değişik 34. maddesine göre "bakanlıklardan her biri kendi bütçesini hazırlayarak Haziran ayı sonuna kadar Maliye Bakanlığına gönderir. Maliye Bakanı da kendi Bakanlığının gider bütçesi ile gelir bütçesini hazırlayıp, ötekilerle birleştirerek devletin yıllık genel bütçe tasarısını meydana getirir. Bu tasarı, Bakanlar Kurulunca incelenip onaylandıktan sonra en geç 15 Ekim'e kadar TBMM'ye sunulur. Bakanlıklar veya daha genel bir deyimle, gider dairelerinin kendi bütçelerini kendilerinin hazırlamaları tamamen akla uygun bir esasa dayanmaktadır. Çünkü bir gider dairesinin bütçesinin kendi görev ve amaçlarına göre hazırlanmasında o dairenin en yetkili durumda olduğu açıktır. Bilindiği gibi her bakanlık bir takım genel müdürlükler, şubeler ve bütün bunlara bağlı küçüklü büyüklü kuruluşlardan ve ülkeye dağılmış örgütlerden kuruludur. Bir bakanlığın ihtiyacı demek, bütün bu örgüt ve kuruluşların ihtiyacı demektir. Bu nedenle ileride bütçeye karşılığı konulmak üzere bu örgütler, yıl içinde ortaya çıkan hallere göre, ihtiyaçlarını saptayarak merkeze bildirirler. Merkez daireleri ile bunlan toplayarak bütçenin hazırlanması sırasında gözönünde bulundururlar. Şüphesiz, sözkonusu her bir ihtiyaç karşılığının bütçeye geçirilmesi zorunluluğu yoktur. Bunlar prensip olarak önem sırasına göre, bütçeye konulurlar; kamu ihtiyaçlarının önem sırasına göre bütçede yer almasına "bütçenin rasyonel şekilde hazırlanması" denir. Gerçekten, kamu ihtiyaçları hemen hemen sonsuz olduğu halde, bunlan karşılayacak gelirler sınırlıdır; bu durum karşısında binbir kamu ihtiyacı arasında bir seçim yapmak ve bir kısmından vazgeçmek veya bunları ertelemek gerekebilir. İşte, bütçe hazırlanırken, bu konularda bakanlık ileri gelenleri ile bakan ve Maliye Bakanlığı arasında uzun inceleme ve görüşmeler 'yapılır. Bu arada taşra örgütünün ihtiyaçlarına ek olarak merkez örgütü ihtiyaçları ve özellikle kanunlarla öngörülen giderleri gözönünde bulundurmak, bütçeyi hazırlayan dairenin görevidir. Ancak, uygulamada izlenen usûl biraz değişiktir. (Erginay 1987, 182-183). Gerçekten, genel ve katma bütçelerin hazırlanmasına, her yıl Mayıs ayında Maliye Bakanlığının hazırladığı Başbakanlığın onayladığı "bütçe çağrısı" ile başlanır. Bu çağrıda, devlet kuruluşlarının kendi bütçelerini hazırlamaları sırasında gözönüne almaları gereken yöntemler belirtilmiştir. Öte yandan, Maliye Bakanlığı ayrıca bir "bütçe hazırlama rehberi" hazırlayarak ilgili bütün kuruluşlara gönderir. Bu rehberde hazırlanacak bütçe esaslarına ve tekniğine göre yapılacak işlemler gösterilir. Bütün bu hazırlıklar, program bütçe esasları yönünde maliyetlerin hesaplanması, hizmet programlarının sınıflandırılması, harcama kalemlerinin ve program gereçlerinin düzenlenmesi vb. şekilleri noktalarında toplanır. İşte bakanlıklar ve gider daireleri, bütçelerini gerek Çağrı, gerekse Rehberin gözönünde bulundurulmasıyla hazırlamış olurlar. Ancak, DPT'ce genel plan ve yıllık programlara göre hazırlanan yatırım bütçesi, yukarıdaki hazırlıklar sırasında ön esaslar olarak gözönünde bulundurulur. 1973 yılına kadar bütçelere konulan ödenekler her bakanlık veya dairenin belirli hizmetlerine göre ayrılmaktaydı.Bu şekil tüm devlet bütçesi bakımından çeşitli hizmet gruplarının görülmesine imkan vermiyordu. Bununla birlikte fonksiyonel bütçe anlamında çeşitli hizmet gruplannın toplam giderleri bütçe gerekçelerinde gösterilmekteydi. Yurdumuzda 1973 yılında idarenin gerçekleştirmek istediği ve kalkınma planlarına uygun düşecek bir seri programlar olarak Program Bütçe usulüne geçilmiştir. Bakanlıklarda hazırlanan bütçeler Haziran ayı sonunda, yani mali yılbaşı 1 Ocak olduğuna göre, bu tarihten 6 ay önce Maliye Bakanlığı'na gönderilir. Bu bütçelere, ilgili bakanlıklara bağlı katma bütçeler de eklenir. Örneğin Üniversite bütçeleri Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi ile gönderilir. Maliye ve Gümrük Bakanlığında toplanan bütün gider bütçeleri, bu Bakanlığın Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünde incelenir. Bu inceleme sırasında maddi hata olup olmadığı, gider kanunları ile öngörülen ödeneklerin konulup konulmadığı, bunların yetip yetmeyecekleri, önceki bütçeye göre fazla ödenek istenmişse bunun nedenleri vb. araştırılır. Bütçenin gerekçesi ve yıllık iktisadi rapor. Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nca hazırlanır. Şu hale göre bu Bakanlığın gider bütçesi de dahil ofmak üzere yurdumuzda genel bütçenin gider tahminleri Maliye Bakanlığında toplanmaktadır. Bunun büyük önemi vardır; çünkü böylece devletin bütün gider toplamını görmek ve bunları karşılayacak gelirlerde denge kurmak olanağı ortaya çıkar. (Erginay 1987, 184). Gelir bütçesini Maliye Bakanlığı hazırlar. Gelir bütçesinin hazırlanması demek, devletin çeşitli vergi, harç, resim vb. kaynaklarından elde edeceğini tahmin ettiği gelir miktarını tesbit etmesi demektir. Yapısı bakımından giderlerden farklı olduğu için gelir tahminleri başka usûllere göre yapılır. Yurdumuzdaki şekli anlatmadan önce gelir tahmini usûlleri hakkında kısaca bilgi verelim. Gelir tahminlerinde başlıca iki usûl vardır: Otomatik usûl, doğrudan doğruya takdir usulü. Otomatik usûl kişisel takdir ve tahmine yer verilmeksizin, eski yıllar gelir rakamlarının bazı tertiplere göre yeni bütçede aynen gösterilmesi usulüdür (Erginay 1987, 184). Bu usûle göre yeni yıl bütçesinin gelir rakamları, yeni yıla göre bir önceki yılda elde edilen kesin gelir rakamlandır. Örneğin 1988 yılı bütçe gelirlerini tespit etmek'istersek,bu tespit işini 1987 yılında yaptığımıza göre, elimizde 1986 yılının son ve kesin rakamları vardır. Şu halde 1986 mali yılında ne kadar gelir toplandığı bilinmektedir. İşte bu rakamları aynen 1988 yılı bütçesine gelir tahmini olarak yazdığımız zaman, otomatik temele dayanan bir önceki yıl usûlünü uygulamış oluruz. Şüphesiz 1986 yılından sonra yeni vergiler konmuş veya mevcut vergi oranlarında bir arttırma yapılmışsa, bu nokta gözönünde bulundurulur. Bu usûlde geçmiş birkaç yılın kesin gelir rakamlarının ortalaması alınarak yeni bütçeye yazılır. Örneğin 1988 yılı gelir rakamlarını tespit etmek için, bu yıldan önceki gelir sonuçlan alınmış olan ûç veya beş yıla ilişkin gelir rakamları ûç veya beşe bölünerek bulunan rakam, yeni yıl bütçesine aynen yazılır. Şüphesiz, yine vergi kanunlarındaki yeni değişiklikler gözönünde bulundurulur (Erginay 1987, 185). Bu usûlde bir önceki yıl kesin gelir rakamları daha önceki, örneğin 5 yılın kesin gelirlerinin artış miktarları ortalamasına göre arttırılır ve böylece bulunan rakam, yeni yıl bütçesinin gelir tahminlerini oluşturur. Otomatik usûllerin tersine, takdir usulünde eski yıllar rakamlarından yararlanılmakla beraber, bunlara bağlı kalmaksızın, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar, uluslararası ticaret ve ilişkiler gözönünde bulundurularak rakamlar doğrudan doğruya tesbit edilir. Yurdumuzda gelir tahminleri, prensip olarak, doğrudan doğruya takdir usulüne göre Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğünce yapılır. Ancak geçen yıllar bütçe kesin gelir sonuçlanndan yararlanılır. Gider bütçeleri ile gelir bütçesi böylece hazırlandıktan sonra Maliye Bakanlığı'na düşen en önemli görev gider ve gelir tutarlannı karşılaştırarak genel bütçenin denkliğini kurmaktır. Bütçe eğer denk değilse, yani normal gelir tahminleri, gider tutanndan azsa, ya geliri arttırmak veya giderleri kısmak suretiyle bir denklik kurmak gerekir. Geliri her zaman arttırmak kolay değildir; çünkü vergilere sık sık zam yapmak veya yeni vergiler koymak, hükümet politikasına ve ülke ekonomisine uygun düşmeyebilir. Bu nedenle çoğu kez giderlerin indirilmesine çalışılır (Erginay 1987, 186). Bakanlar Kurulu Bütçeyi, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmasından önce inceler. Bakanlar Kurulu ilk önce, bütçe denkliğini araştınr. Bu bakımdan gereği halinde, bütün giderlerden indirim yapılmasına veya bir kısım büyük giderlerin ertelenmesine karar verilir. Maliye Bakanı ile öteki bakanlar arasında çıkmış olan anlaşmazlıkla da burada bir hal şekline bağlanır. Şüphesiz Bakanlar Kurulu yeni vergiler konulmasını veya borçlanmaya başvurulmasını da kararlaştırabilir. İşte bu şekilde hazırlanmış olan devlet bütçesi tasarısı, bütün ekleriyle en geç Ekim ayı ortasına kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulur. Her yıl Ekim ayı ortasında Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulması gereken bütçe tasarısı, bir kitap halinde katma bütçe tasarılarından oluşur. İç ayırımlan itibariyle devlet bütçesiyle katma bütçeler arasında fark yoktur. Bu bakımdan biz yalnız devlet bütçesi tasansmın içindekileri anlatmakla yetineceğiz. Devlet bütçesi tasarısı üç kısma ayrılmıştır: a) Gerekçe, b) Bütçe kanunu metni, c) Bakanlık veya daire gider bütçesiyle cetveller. Bunları kısaca görelim: Gerekçe: Yurdumuzda bütçe gerekçeleri, son birkaç yıldan beri iki kitap halindedir. Birincisi "Bütçe Gerekçesi" adı altında, Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nca hazırlanır. İkinci kitap "Yıllık Ekonomik Rapor" adıyla. Maliye ve Gümrük Bakanlığı Tetkik Kurulunca hazırlanır. Bütçe gerekçesi ile yıllık ekonomik rapor, yurdumuzda her yıl ülkenin mali ve ekonomik durumunu gösteren ve bu bakımdan yasama organını aydınlatan çok önemli birer vesikadır. Bütçe Kanunu Metni: Bütçe Kanunu metni genellikle 60 kadar maddeden oluşur. Bütçe Kanunu, ilgili mali yılda yapılacak harcamalar için yürütme organına izin ve bunlan karşılamak üzere alıncak gelirlerin toplanmasına yetki verir. Bu kanunun uygulanma müddeti bir yıldır. (Erginay 1987, 188). Bütçe cetvelleri, A'dan başlamak üzere harf sırasına göre sıralanmış olup, her biri belirli bazı işlemler hakkında kurallar koyarlar. Bütçe Kanununun giderlere ilişkin 1'inci maddesi aşağıdaki şekilde düzenlenmektedir: "Genel Bütçeye giren dairelerin harcamaları için, (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzer ( ) liralık ödenek verilmiştir". Yurdumuzda yeni program bütçe sisteminde A l , A2 ve A3 cetvellerine karşılık olan cari, yatırım, sermaye teşkili ve transfer harcamalan ayınmı kaldırılmıştır. Bunların yerine bütün giderler için tek (A) Cetveli konulmuştur. (A) cetvelinde sırasıyla Yasama Organı, Devlet Bakanlığı, Sayıştay'a... ve bütün Bakanlıklara tek tek ayrılan toplam ödenek miktarları gösterilmektedir. (Erginay 1987, 189). Bütçe Kanununun gelire ilişkin 2 nci maddesi ise aşağıdaki şekildedir: "Genel Bütçeni gelirleri bağlı (B) işaretli cetvelde gösterildiği üzere (....) lira olarak tahmin edilmiştir". Madde sözü edilen (B) cetvelinde, gelirler kod sistemine göre düzenlenmiş olup başlıca Vergi Gelirleri, Vergi Dışı Normal Gelirler ve Özel Gelirler ve Fonlar türleri olarak tüm kamu gelirleri tahminleri yer almaktadır. Muhasebe-i Umumiye Kanunu'nun 30'uncu maddesinin (c) bendine göre Bütçe Kanununun 3'ncü madde, "Bütçe açığı varsa, ne suretle kapatılacağını gösterir". Bu nedenle genel bütçenin normal gelirleri, giderlerini karşılamadığı zaman bütçe kanununda o yılın bütçe açığı belirtilir. Burada sözü edilen bütçe açığının karşıtı, bütçe denkliğidir. Bu konuda kısaca bilgi vermek faydalı olacaktır. Bütçenin denk olması demek, kamu giderlerinin normal kamu glirleriyle karşılanması demektir. Bu nedenle gelirlerin karşılanmasında vergiler, harçlar vb. normal gelirler yanında istikraz (borçlanma) gelirleri gibi olağanüstü gelirlrin bulunması halinde bütçe açıktır. Bütçenin yürütülüp uygulanmasında görevli organlara bunları da birkaç grupta incelemek mümkündür. Giderlerin Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nmkine ek olarak idarenin ve dairelerin pek çok elemanı rol oynamaktadır. Bunları görevleri açısından üç gruba ayırmak gerekir. İta amirleri, memurlan ve saymanlar. gelince, ifasında. masrafçı yetki ve tahakkuk İta amirleri, giderlerin yapılmasına yeni bütçe ödenekleri ile verilen harcama yetkisini kullanmaya yetkili olan üst derece memurlarıdır. Birinci derecede ita amirleri bakanlardır. Diğer bir deyimle bütçe ödenekleri, bakanlara belli iş ve hizmetleri görmeleri için verilen sarf yetkilerini ifade eder. İkinci derecede ita amirleri, bakanların ödenek dağıtım belgeleri (tediye emirleri) ile kendilerine masraf yapma yetkisi verilen merkez veya taşradaki valiler vs. üst derece amirlerdir. Tahakkuk memurları ise, masrafçı dairelerin bir hizmet ifa edilmesi veya bir mal teslim alınması üzerine devlet zimmetinde doğan bir borcun miktannı belirleyen ve devletin borçlu olduğunu ita amirine kabul ettiren memurlardır. Saymanlara gelince, taahhüt edilmiş tahakkuk etmiş ve ita emrine sağlanmış bu giderin istihkak sahibine ödenmesini yaptıran devlet gelirlerinin toplanmasını sağlayan devletin para, mal vs. memalikini muhafaza eden ve bunlarla ilgili tüm hesaplan tutarak Sayıştaya idare hesabı veren memurlardır. Yaptıkları esas işe göre de, gider, gelir veya ayniyat saymanı unvanı ve sıfatını taşırlar. (Feyzioğlu 1987, 65). İta amirleri ile tahakkuk memurlarının diğer bakanlıklara bağlı olmalarına karşılık, sorumlu saymanlar mutlaka Maliye ve Gümrük Bakanlığına (Muhasebat Genel Müdürlüğüne) bağlıdırlar. Bu sayede gider ve gelir bütçelerinin uygulanmasında yeknesaklık sağlamak olanağı doğar. Gelirlerin toplanması ile ilgili teşkilat ve görevliler esas itibanyla Maliye ve Gümrük Bakanlığına bağlıdır. Bunun tek denebilecek istisnasını oluşturan Gümrük ve Tekel de yeni hükümetin kurulmasından bu yana "Maliye ve Gümrük Bakanlığı" unvanı altında birleştirilmiştir. Gelirleri toplama görev ve yetkisi, merkezde Gelirler Genel Müdürlüğüne, taşrada ise, illerde gelir müdürlükleri ile vergi dairelerine, ilçelerde gelir memurlukları ile vergi dairelerine aittir. Vergi, harç ve benzeri yükümlülükleri asıl tahsil eden kuruluşlar, vergi daireleridir. Beyannameye dayanan vergilerde mükellefin kendiliğinden beyan ettiği vergi borcunu bizzat veya banka ve posta ile ödemesi esas ise de, vergi dairelerinin, beyannameli olsun olmasın her türlü vergi, harç ve diğer yükümlülüklerden doğan borcunu vadesinde ödemeyen mükellefler aleyhine cebri icra yoluna gitme, haciz ve gerektiğinde iflas isteme yetkileri vardır. Bütçenin yürütülmesi süresince gelir ve giderler arasında yer ve zaman bakımından uyum sağlanması anlamındaki bu işlemleri yerine getirmek görev ve yetkisi de esas itibariyle Maliye ve Gümrük Bakanlığına ait idi. Ne var ki, son defa yapılan değişikliklerle bu görev ve yetki Başbakanlığa bağlı "Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığına" verilmiştir. (Feyzioğlu 1987, 66). Yakın zamanlara kadar, Türkiye'de geleneksel bütçe (örgüt bütçesi) uygulanmıştır. Kamu hizmetlerinde amaçlara ve bunları gerçekleştirmek için saptanmış faaliyetlere ödenek vermek değil, devlet dairelerinin ihtiyaçlarının karşılanmaya, harcamaları da yasalara uygun olarak yapmaya önem verilmiştir. Maliye Bakanlığı'nda 1969'da bir Bütçe Reform Grubu kurularak program bütçe teknikleri üzeride çalışmalara başlanmış, 1971'e kadar bazı dairelerin bütçeleri, geleneksel bütçe yanısıra, deneysel olarak program bütçe yöntemine göre hazırlanmıştır. Program bütçe çalışmalarında, her devlet dairesi yürüttüğü hizmetleri sınıflandırarak bir takım programlara ayırmıştır. Programlar yapılan faaliyetlere göre tanımlanmıştır. İkinci aşamada, sınıflaması yapılmış olan programların gerekçeleri (program analizi) yazılarak, programların maliyet ve önemi açıklanmış, yani bir çeşit fayda/maliyet tahlili yapılmıştır (Bulutoğlu 1981, 212). Program bütçe 1973'de bütün bakanlıklara yayılarak, zorunlu tek bütçeleme yöntemi haline getirilmiştir. Ancak, diğer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de uygulama başarılı olamamıştır. Sadece, eskiden geleneksel bütçede yapılan işler, yeni isim altında yapılmaya başlanmıştır. Devlet hizmetlerinde etkinliğin sağlarımasında rolü büyük olan program analizleri ise, çoğu dairelerde, zamanla boşlanmış, bir formalite haline getirilmiştir. Oysa program analizirinin gittikçe geliştirilmesi ve devlet hizmetlerinin uç ürünlerinin (end product) gittikçe daha iyi ölçülmesine dayandırılması, ödenek tahsislerinde de bu ölçüm sonuçlarının dikkate alınması program bütçenin başarı şartıdır. Program bütçe çalışmalannın başanlı olmasında, masrafçı dairelerin Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü'nden ödenek alırken, iş bütçesi ilkelerine göre çalışarak verimi artırmış veya arttıramamış olmalarının hiçbir etkisinin görülmeyişinin rolü büyüktür. Nihayet, bütçeyi son şeklini veren TBMM Bütçe ve Plan Karma Komisyonu'nun çalışmalarında program bütçeye önem vermemiş bu teknikleri kulanmaya özendirici bir davranış içinde olmamıştır. Eğer komisyon bir kaç dairenin ödeneğini, program bütçe ölçülerine göre verimsiz oldukları için kesmiş olsaydı, bunun devlet dairelerinin konuyu ciddiye almalannı sağlayacak büyük bir ibret etkisi olurdu. Türkiye'de masrafçı dairelerin cari bütçeleri Maliye Bakanlığı'nın Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü'nde, yatırım bütçeleri de Devlet Planlama Teşkilatı'nda onaylanır. Yatırımların onayının fayda/maliyet incelemesi sonuçlarına dayandıniması ilkesi Devlet Planlama Teşkilatı'nm kuruluşu (1960) ile genelleşmiştir. Bundan önce de, bazı yatırımcı kuruluşlar, kuruluş yasalarının emri ile, yatınmlarda net verim (geri dönüş) aramaktaydı (örneğin Devlet Su İşleri). Fayda/maliyet çözümlemelerinin cari harcamalar için de zorunlu hale getirilmesi, program bütçe uygulamasının amacı olduğu halde, bugüne kadar gerçekleştirilememiştir. Masrafçı dairelerin bütçelerinin bağlanmasında bakanlıklar Maliye Bakanlığı ve DPT ile ihtilaf içinde kalırlarsa, konu kabinede ve en sonunda Başbakan'ın kararı ile çözümlenir. Bununla beraber, çoğu kez çözümlenmemiş ihtilaflar Maliye ve DPT'nin önerdiği şekil ile tasanya girer ve masrafçı daireler bir de TBMM'nde Bütçe ve Plan Karma Komisyonu üyeleri nezdinde kulis yaparak sonuç almaya çalışırlar. Birçok masrafçı dairelerin bu yöntemden sonuç alabilmeleri, bütçenin tutarlılığının yara almasına, teknik çalışmaların ciddiyetinin azalmasına sebep olmaktadır. Komisyon üyelerinin, teknik verimlilik hesaplarının bir kenara bırakılarak, kısa görüşlü siyasal yatırımlara ağırlık vermeleri ve ona göre bütçede değişiklik yapmaları, bütçenin hazırlanması sürecinin ciddiyetini daha önceki aşamalarda da azaltmaktadır. (Bulutoğlu 1981, 231) Program bütçe "reform"una rağmen, bütçenin kamu ekonomisinde hizmet üretimi planlayan bir siyasal ve teknik belge olarak değerinin azalmasının bir kaç sebebi daha var. Son yıllarda enflasyon program maliyetlerinin tahmini belirsizleşmiştir, TBMM'nin onayladığı bütçe ile yapılabilecek iş miktarı (özellikle yatırımlarda) yıl içinde sürekli azalmıştır. Onaylanan ödenek, bu ödeneğin yıl içindeki ilavelerle ulaştığı miktar, fiilen gerçekleşen harcama ve bu harcamalardan ödenebilen kısım arasındaki farklar giderek açılmıştır. Öyle ki, TBMM'nin bir siyasal talimat olarak bütçeyi onaylamış olmasının pratik önemi gittikçe aşınmıştır. BÖLÜM II 1. Toplam Ekonomide Kaynaklar-Harcamalar Dengesi 1980TI yıllarda uygulanan ekonomi politikalarının temel karakteristikleri şöyle özetlenebilir. Esnek döviz kuru düzenlemesi, ithalat ve ihracat rejimlerini serbestleştirme, altın ve döviz piyasalarının açılması, hisse senedi piyasasının açılması. Merkez Bankasının açık piyasa işlemlerine başlaması, yap-işlet-devret modelinin ekonominin yatınm ihtiyaçlarını karşılamak için getirilmesi, finansal leasing uygulamasının başlatılması, çalışanları tasarrufa teşvik edici projelerin uygulamaya konması, Toplu Konut, Kamu Ortaklığı ve Savunma Sanayii Destekleme Fonlannın kurularak, altyapı yatırımlarını gerçekleştirmeleri, Yabancı Sermayeli Teşvik Kanununun yabancı sermayeye uygun atmosferi hazırlamak için çıkarılması ve dış ticareti geliştirecek serbest bölge uygulamalarının başlatılması (Öner (DPT 1991), 321). Türkiye'de uyum programının halen var olan bir özelliği iki yeni enstrümanla ilgilidir: Kamu hizmetlerinin GOS'nin satışı ve dolaylı vergilerle finanse edilen bir çok bütçe dışı fonun kurulması. Bu fonlar; altyapı yatınmlan ve mesken alanında özellikle faydalı olmuştur. İkinci olarak; kamu finansmanını desentralize edilmesi ve mahalli idarelerin mali özerkliğini güçlendirmek için kamu yatırım programlarının gerçekleştirilmesi (Tigrel (DPT 1991), 163). Kaynaklar ve harcamalar yönünden ekonominin genel dengesi incelendiğinde; 1980 - 1992 aralığında dış açığın gelişiminde dalgalanmalar yaşandığı görülür. Sözkonusu dönemde ortalama dış açık oranı % 1.7 iken, standart kapsamı 2.3'tür. Sabit sermaye yatırımlarının kamu ve özel kesim itibariyle gelişimine bakıldığında sözkonusu dönemde kamu yatınmiannm gelişiminde bir istikrar gözlenirken, özel kesim sabit sermaye yatırımlarında, çok küçük dalgalanmalar gözlenmesine rağmen, artış eğilimi dönemin sonuna kadar devam etmiştir. 1981'de % 7.9 olan sözkonusu oran 1992'de % 11.6 olarak gerçekleşmiştir. Stok değişiminde kamu ve özel kesim açısından, anlamlı farklılıklar mevcuttur. Kamu kesimi stok değişiminde dönem boyunca artış ve azalışlar birbirini dengelerken, özel kesim stok değişmesi sürekli artış kaydetmiştir. Toplam yatırımların gelişiminde, kamu sektörünün dalgalanmalar göstererek 1982 - 1992 aralığında çan eğrisi çizerek, 1982'de % 9.5, 1987'6e % 13.3 ve 1992'de % 8.0 olarak gerçekleşmiştir. Özel kesim toplam yatırımlarının gelişimi ise sürekli artışlar kaydederek 1982'de % 8.1, 1987'de % 12.1 ve 1992'de % 13.1 olarak gerçekleşmiştir. Toplam tüketimin kamu ve özel sektör bakımından gelişimi incelendiğinde; kamu tüketimimiz arada küçük dalgalanmalar göstererek sürekli artışlar kaydetmiştir. 1982 - 1988 aralığında % 9 civarında seyreden oran 1989'dan itibaren süratli bir yükseliş trendine girmiştir. 1992'de kamu tüketimimiz GSMH'ya oranı % 16,7'dır. Özel tüketimin GSMH'ya oranında dönem boyunca, kamu tüketimindeki gelişmeye koşut düşüşler yaşanmıştır. 1980 - 1986 yılları arasında ortalama % 70 seviyesinde seyreden oran, 1987'den itibaren sürekli düşüşler kaydederek, 1992'de % 63.3 olarak gerçekleşmiştir. Ekonominin kaynaklar - harcamalar dengesinde, göz çarpan önemli değişmeler şöyle özetlenebilir: Toplam kaynakların GSMH'ya oranı 1980 - 1992'nin ikinci aralığında düşüşler yaşanmıştır. Toplam sabit sermaye yatırımları oldukça basık bir çan eğrisi çizmiştir. Sabit sermaye yatırımlarındaki gelişmeye paralel olarak aynı eğilim ptoplam yatırımlarda da görülmektedir. Ancak toplam yatırımlar içinde kamu kesiminin payı azalış eğilimi gösterirken, özel yatırımlarında sürekli artışlar olmaktadır. Toplam tüketim cephesinde kesim payındaki önemli artışlann yanında özel kesimin payında da önemli azalışlar meydana gelmiştir. (Tablo 1.1. a,b). Kkonomido Y ı J. 1 a r Ac ı k (1 ) 1 9^0 Knynnklar - Hnrcnmnlnr Dengesi (GSMH = 1 0 0 ) Topl . Kay. S. Ser. Yatır. 105.8 19.7 10.4 9.3 2.2 0.7 .1 . 5 2 . 9 1 .7 1 .2 Kamu SSY Özel SSY Toplam Stok D e ğ ş . (1) 1 9nı 3.2 103.2 19.0 11.0 7.9 1982 1.7 101.7 18.0 9.9 8.0 1 983 3.7 103.7 18.8 10.5 8.3 1. 1 198^1 2.8 102. 8 17.9 9.7 8.2 198 5 1 .9 101.9 20.0 11.6 1 98G 2.6 102.6 23. 1 13.3 1. 4 12.9 11.2 1987 101.4 24 . 1 1988 -2. 1 97.9 24 . 1 198 9 -1.2 98 .'8 1 '^OO -1.7 101.7 1 991 2.4 99.8 .1 9 n 2 1. 1 (1 ) ıiİr.'İo Kaynak : I H ' T 101.1 Özel S.D. - 0 . 'l O. 1 -0.5 1.5 1.4 0.0 1 .4 8.4 0.1 -0.2 1.0 9.8 1.3 0.1 1 .2 1.3 0.4 0.9 11.5 12.6 -0.1 -0.5 0.4 * 22.4 10.2 12.3 -0.1 -0.3 0.2 21.2 9.6 11.6 1 .7 1.0 0.7 22.6 10.4 12.2 -0.4 0.2 -0.6 21 . 6 10.0 11.6 -0.5 -2.0 1.5 cl^'Vı ş m o l e r l / Ğ S M İ İ 'BÜyUmfîsIn^ verilerinden -0.3 Kamu S.D, derlendi. İcaLİcıl a r m ı " o O 1 1 I OJ 1 ı-n I ro LO I H \0 I <^ I O O C î CO I o I CC' CO ft O C CC' (T) CO 00 1 I 00 ! 00 CO I I 00 I oI o CC- o ^ I 2 ^ u 5 c I r—i O o G O". o 1 ! H 4-) >- o c c: r\' r-i I cr, cr. oI CC'. D ^• B >^ c CD G C 0 B o r—! C i-t—. a -u; c c c: c C. I c: c a. ez c o c GSMH'yı, harcamaların alt kalemlerinin katkısı ve sektörlerin payları ve paylarındaki gelişim bakımından inceleyerek ülkemizin global ekonomik gelişmesini ve yapısal değişim eğilimleri gösterip göstermediğini de tespit etmek mümkün olabilecektir. 1984 - 1992 aralığında tüketimin GSMH büyümesine katkısı yıllık ortalama % 4.5'tir. Bu ortalamaya ait standart sapma 2.7'dir. Görüldüğü gibi dalgalanma marjı oldukça yüksektir. Tüketimin GSMH'ya katkısında periyod içinde bir yükselme veya düşme trendi gözlenmemektedir. Yatırımın GSMH'ya katkısı söz konusu dönemde yıllık ortalama % 1.1 düzeyindedir. Bu kalemin katkısında büyük dalgalanmalar gerçekleşmiştir. Yatırım, 1988, 1989 ve 1991 yıllannda sırasıyla -%1.6, -% 0.6 ve -% 4.1 oranlannda, GSMH'ya negatif katkıda bulunmuştur. Yatınmın GSMH'ya ortalama katkısına ait standart sapma rakamı negatif katkılarından dolayı 3.1 olarak yüksek düzeyde gerçekleşmiştir. Dış açıklann GSMHş'ya katkısı 1986 (-%3.2), 1989 (-%0.6), 1990 (-% 6.5) ve 1992 (-%2.2)'de negatiftir. Ancak dış açık kaleminin katkısı da diğer iki kalemde olduğu gibi sürekli bir azalış veya artış trendine sahip değildir. Dış açık kaleminin GSMH'ya ortalama katkısına ait standart sapma rakamı 2.9'dur. (Grafik 1.1). Tüketim, yatırım ve dış açık kalemlerinin GSMH'ya katkılannın gelişimi ile enflasyon oranlannın gelişimi arasında bir paralellik bulunmaktadır. Yine enflasyon oranının düzeyi ile GSMH büyüme oranı düzeyi arasında ters bir ilişki mevcuttur. 1984 - 1986 aralığında GSMH zımni deflatörü düşerken, büyüme oranı yükseliş kaydetmiştir. 1986 - 1989 aralığında deflator yükselme kaydederken, büyüme oranı düşüş kaydetmiştir. 1989 - 1994'da zımni deflator düşerken büyüme oranı % 9.2 olarak gerçekleşmiştir. 1990 - 1991 aralığında zımni deflator yükselirken, büyüme oranı düşüş kaydetmiş ve % 0.3 olarak gerçekleşmiştir. 1992 - 1993 aralığında da büyüme yükselirken, zımni deflator düşmüştür. Ancak enflasyon oranında CO er < LU !< i LU CO LU I Z) '"1 ; i >CÛ lilıi. CO CvJ i CD o id' O d o o d o CO V O) ^ ^ ^ h CO o s O) h Tl- ^ o 00 o 00 ^ -^ H- ^ ü 3 !< H Q uu 2 >-i:)NQLU h o < o < Û Grafik 1.2 GSMH ZIMNİ DEFLATORU Y Ü Z D E DEĞİŞME 84 85 86 87 88 — 1992 KAYNAK:DPT ylll tahmin 89 90 91 DEFLATOR 1993 ylll program hedefidir. 92 93 büyümedeki gelişmenin tam aksi yönünde gelişmeler olmasma rağmen, enflasyonla periyod içinde topyekün bir yükselme trendi vardır. (Grafik 1.2.). GSMH zımni deflatörüyle ilişkilendirilen büyüme oranının gelişimi toptan eşya, tüketici fiyatları ve reel kur endeksindeki değişmeler ile de ilişkilendirilebilir (Grafik 1.3., 4). GSMH'nın tarım, sanayi ve hizmetler sektörleri bakımından büyüme hızları ile, GSMH'nın bileşik büyüme hızı arasında alt kalemler bazında değişik güçlülükte ilişkiler mevcuttur. Yatınmlardaki değişmenin GSMH'daki değişme ile olan paralelliği, tarım ve hizmetler sektörlerindeki değişmelerin GSMH'daki değişmelerle olan paralelliğinden daha fazladır. Aksi yönlerdeki hareketlerde sanayi sektörünün payı belirleyici olmaktadır. (Grafik 1.5). Toplam ekonomi içinde bankacılık kaynaklan, kamu kesimi menkul kıymetleri ve özel kesim menkul kıymetlerine ait getiri oranlarındaki gelişmeleri inceleyerek, zımni deflator, toptan eşya ve tüketici fiyatları, döviz kurunda meydana gelen değişmeler gibi kriterler ile karşılaştırıp, finansal piyasaların reel piyasalarla, fiyatlar bağlamında ilişki düzeyini ortaya koymak mümkün olabilecektir. 1980-1991 aralığını kapsayan dönemde finansal tasarruf araçlarının getiri oranlarındaki gelişimine bakıldığında, 1980'den önce devlet politikası gereği denetim altında tutulan faiz oranlannın, aslında 1980'den sonra da enflasyon politikasıyla denetim altında tutulduğu görülür. Ekonomik karar birimlerinin sağlıklı karar verebilmeleri için belirsizlik ortamının sınırlı olması gerekmektedir. Getiri oranlarının gelişimi 1990-1991 aralığında hayli dalgalanmalar göstermiştir. Dolayısıyla, temkinli tasarrufçu için finansal tasarruf araçları süreğen bir güvenli yatırım aracı olamamıştır. Ancak döviz mevduatı bu Grafik 1.3 TOPTAN EŞYA VE TÜKETİCİ FİYAT ENDEKSİ 12 AYLIK YÜZDE DEĞİŞME YÜZDE 84 85 86 87 88 89 90 1992 ylll tahmin 1993 ylll program hedefidir. — TEFE -^TÜKETİCİ 1992 ylll ocak-eylul KAYNAK:DIE İtibariyledir. 91 92 93 Grafik 1.4 REEL EFEKTİF KUR ENDEKSİ 1984-100 YÜZDE P4.6 80 60 H 40 20 84 ı ı ı ı ı ı ı 85 86 87 88 89 90 91 — REEL KUR ENDEKSİ 1992 ylll eylül «onu İtibariyledir. KAYNAK:DPT 92 cc < CL CO O) O) T— H C\i CD DC LU —i N X LU LU ıS N X : s >- Q^ . V/. '/>•//////////////. ZD CQ < O) _J UJ d : o I cDty,..,;,,,-: ^ o CD cj) CD CD CO CD d LO CO CD CO (D V / y //, O ö lo q >-r>NQUJ O o d Q L U O — COSLU 00 d 00 q 00 CO q q CD d 00 d CO q CD c\i d T— CO o Cvj CD CO 00 CO //////, •//, •//, •////// q q O a> CD CVJ > n i CO CO d CD CO :^ lo CO LU CO CD O) CO CO CD 1— < UJ CD q o CO d 6 o CO d cr LU -J hLU < CO durumdan, bukalemin getirişinde de büyük dalgalanmalar olmasına rağmen, hariçtir. Dövizin uluslararası karakterli olması ve görece istikrar taşınması ile faiz getirişinin yanında nominal değer artışı da sağlaması bunun esas nedenidir. Getiri oranları tablosu incelendiğinde, enflasyon oranındaki dalgalanmalar dahil, getiri oranlarına ait standart sapmaların hayli yüksek olduğu görülür. Sözkonusu zaman diliminde ortalama net reel pozitif getiri sağlayan tek finansal tasarruf aracı döviz mevduatıdır. Özel sektör tahvilleri de net reel pozitif getirili olarak gözükmesine rağmen, dikkate alınmayan vergi gideri düşüldüğünde, çok düşük bir pozitif getiriye sahip olmaktadır. (Tablo 1.2. a,b. Toprak 1992,191). 1980 yılında vadeli mevduata ait % 61.4'lük negatif reel getiri dikkate alınmadığında, 1981 - 1991 zaman diliminde vadeli mevduatın net reef getirişi % 2.2'dir. Gerek vadeli mevduatın faiz oranı, gerekse özel kesim borçlanma araçlarının faiz oranları kamu borçlanma kağıtları faiz oranlarından hissedilir derecede yüksektir. Kamunun kaynak kullanımındaki bu ağırlığı, esasen "group principle" olgusu nedeniyle büyük şirketleri, küçük ve orta ölçekli işletmeleri etkilediği ölçüde etkilememektedir. Kamu ağırlığının maliyet itişli bu etkisi ekonomik birimlerini . finansman biçimlerini de yönlendirmektedir. Oto finansmanının yaygınlığı bir ölçüde kaynak kullanımında kamu ağırlığının büyüklüğü ile açıklanabilir. Ancak 1980 - 1991 zaman aralığında, getiri oranlarındaki büyük sapmalara rağmen, finansal varlık talebinde önemli artışlar olmuştur. Burada faiz yanılgısı (interest illusion)'dan bahsetmek mümkündür. % 80'lere varan faiz oranları, tasarruf erbabını, öteki şartları yeterince değerlendirmeden cezbedebilmektedir. 1980 - 1991 aralığında finansal varlıkların stok değerlerinde meydana gelen değişmelere bakıldığında, vadesiz mevduat hariç, ortalama olarak diğer bütün varlıklann enflasyon oranının üstünde arttığı görülür (Tablo 1.2. a, b. Toprak 1992, 191). rH o H Ti > O) o d) OJ O l a.) -o p.; > 0) •H .—1 (D 'Ü -H El o > ;3 Ti (1) (U > a) N -H U) (D Ti fi 6 > o Fİ M-) M Q T—t II T—I II • a U ' o 00 o Tablo 1.2.b Finansal Oranları Tasarruf Araçlarının Yıl GSMH Zımni Defi. Kamu Kesimi Borçlanma Araç. Nominal Nominal ve Reel Getiri Özel Kesim Borçlanma Araç. Nominal Reel - Reel 1980 93/4 - 1981 42 .1 - - 1982 2 8 .1 - - 46.7 18.5 1983 26.4 - - 48.2 21.8 1984 49.1 43.0 -6.1 52.4 3.3 1985 51.7 50. 6 -1.1 55. 5 3.8 1986 35. 0 50.5 15.5 55.4 20.4 1987 34.8 4 6.2 11.4 53.8 19.0 1988 71.9 60.8 -11.1 74.9 3.0 1989 74.0 57.0 -17.0 72 . 1 1990 55.5 51 . 1 -4 .4 61.6 6.1 1991 56.9 50.8 -6.1 77.3 .20.4 Ort. = S.Sp.= 51 . 6 21.3 -2.4 10.9 , - - -1.9 11.4 9.3 Not 1)1985 y ı l m a kadar döviz getirişine faiz geliri dahil değiİdi r. 2)Getiriler 12 aylık ortalama alınarak hesaplanmıştır. 3)Getirilerden vergi gideri düşUlmemiştir. 4) Kamu borçlanma kağıtlarında 1986 y ı l m a kadar, getiri oranları sadece tahvile aittir. 5)Özel kesim borçlanma kağıtlarında 1987 yılına kadar, getiri oranları sadece tahvile aittir. 6)Enflasyonu temsilen GSMH zımni deflatörU kullanılmıştır. özellikle vadeli mevduat ve döviz mevduatının gelişimi çarpıcı nitelik arzetmektedir. Buna karşılık sözkonusu iki kalemin standart sapmaları da, diğer finansal varlıklara göre en yüksek değeri taşımaktadır. Döviz mevduatı artışı 1988, 1989 ve 1990'da görece düşük oranlarda artış kaydetmiştir. Hisse senedi kalemindeki artış ise, mülkiyet kağıdının niteliği dolayısıyla yüksek gözükmektedir (Tablo 1.2. a,b, Toprak 1992, 191). 1985 yılına kadar döviz mevduatı getirişine faizin dahil edilmediği gözönüne alındığında, döviz mevduatının 1980 - 1989 yılları arasında reel getiri istikrarı en yüksek finansal araç olduğu görülür. 1988, 1989 ve 1990 yıllarında TL'nin aşırı değerlenmesi nedeniyle, döviz mevduatı sahipleri büyük miktarda reel getiri kaybına uğramışlardır. Sözkonusu yıllardaki aşırı değerleme döviz mevduatı getirişine ait standart sapmayı yükseltmiştir. 2. Kamu Kesimi Gelir - Gider Dengesi Birinci Dünya Savaşıyla birlikte kamu harcamalannın çeşitlendiği, genişlediği ve bütçe açıklarının önem kazanmaya başladığı yeni bir dönem açlıdı. II. Dünya Savaşı sıralannda ve savaş sonrası dönemde de devlet müdahalesinin artması ve mali kavramlarda ortaya çıkan değişmeler. Klasiklerin bütçede denklik ilkesini yoğun bir şekilde tartışılmasını beraberinde getirmişti. Sonuçta, modern maliyecilerin de etkisiyle "bütçede denklik" yerine "ekonomide denklik" daha fazla önem kazanıyor. Gerçekten günümüzdeki uygulamalara bakıldığında hükümetlerin bütçe hazırlık çalışmalarında önce ekonomideki makro büyüklükleri belirledikleri genel ekonomik dengeyi oluşturdukları ve bu çerçevede bütçe büyüklüklerini ve dengesini araştırdıkları görülmektedir (Tüğen 1991, 15-16). 1980 - 1992 döneminde kamu kesiminin gelir ve harcamalarının GSMH'ya oranla büyüklükleri incelendiğinde; devletin toplam ekonomideki kaynaklar üzerinde meydana getirmesi muhtemel baskının da ipuçları elde edilebilecektir. Sözkonusu dönemde toplam kamu gelirlerinin GSMH'ya oranı yıllık ortalama olarak % 25.6'dır. Bu oran arada küçük dalgalanmalar gösterse de artış eğilimini sürdürmektedir. Toplam harcamaların GSMH'ya oranı 1980 - 1992 aralığında yıllık ortalama % 33.3'tür. Bu oranda da zaman içinde küçük dalgalanmalar meydana gelse de artış eğilimini devam ettirmektedir. Toplam harcamalardaki bu artışta en önemli katkı cari harcamalardaki artıştan gelmektedir. 1984'de GSMH'nın % 9'u olan cari harcama payı 1992'de % 16.7 olmuştur. İkinci sıradaki katkı faiz ödemelerinden gelmektedir. SSY/GSMH oranı 1980 - 1992 aralığında dalgalanmalar göstererek oldukça ağır bir tempoyla azalış trendini sürdürmektedir. (Tablo 2.1, Grafik 2.1, 4,5). Kamu kesimi borçlanma gereğinin 1980 - 1992 aralığında yıllık ortalama olarak GSMH'ya oranı % 7.7'dir. KKGB 1980 - 1992 aralığında, 198"f - 1989 alt dönemine ortalama % 2- % 2.5'luk bir dalgalanma marjına sahiptir. Ancak 1990'dan itibaren dalgalanma miktan da yükselmiştir. KKGB de sözkonusu dönemde arada dalgalanmalar gösterse de yükselme trendini devam ettirmektedir. (Grafik 2.2). Kamu kesimi borçlanma gereği işletmeci KİT, konsolide bütçe ve diğer kamu başlıklannda toplanıp her birinin payı incelendiğinde; 1990 yılına kadar "diğer kamu"nun borçlanma gereğine katkısının, bu gereği azaltıcı yönde olduğu ancak 1990'dan itibaren borçlanma gereğini artıncı yönde olduğu görülür. Nitekim 1991'de toplam borçlanma gereğinin % 6'sı ve 1992'de yine aynı kalemin % 17'si "diğer kamu" açıklarından kaynaklanmaktadır. (Grafik 2.3). Hükümetlerin bütçe dengesi sağlayarak kamu borçlanma gereğini ortadan kaldırması gelirleri arttırması veya giderleri azaltması veya her iki önlemi de beraber uygulaması ile olur. Vergi gelirlerinin arttıniması ve devlet harcamalarının kısıtlanması hükümetlerin vereceği siyasi bir karardır. Ülkemiz uzun yıllardır bu yönde olumlu adım atamamıştır. Bu açıdan siyasi iradenin bu eksikliğini veri alarak, kamunun borçlanma politikalarını değerlendireceğiz. Türkiye'de kamu borçlarının boyutu GSMH'ya göre yüksek olmakla birlikte, bazı OECD ülkeleriyle benzer düzeydedir. Bu OECD ülkeleri İtalya, Belçika ve Yunanistan'dır. Avrupa Topluluğu üyesi olan bu üç ülkede kamu borçlarının boyutu Türkiye ile benzer düzeyde olmasına rağmen enflasyon oranı bu ülkelerde Türkiye'ye göre çok düşüktür. Örneğin Yunanistan'da kamu açıklarının Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'ya oranı Türkiye'den yüksektir. İtalya oranı ise Türkiye'ye yakındır. Bu ülkelerin hepsini açıkları Maastricht ölçütü olan % 3'ün çok üstündedir (Tablo 2.2). GSMH içinde kamu harcamalannın payı yıllar itibariyle OECD Avrupa ülkelerinde 1987'de % 37.9, 1988'de % 37.9, 1989'da % 37.8 olarak gerçekleşmiştir. OECD Toplam ülkelerinde ise 1987'de % 36,5, 1988'de % 37.4 ve 1989'da % 37.5 olarak gerçekleşmiştir. 3. Bütçe Türlerine Göre Kamu yatırımlan Kamu kesimi sabit sermaye yatırımları bütçe türlerine göre analiz edildiğinde, 1980 sonrası izlenen makro ekonomik politikaların etkileri de açıkça görülmektedir. Nitekim kamu iktisadi teşebbüslerinin toplam kamu yatınmları içindeki payı 1980 - 1992 aralığında sıarekli azalış kaydetmiştir. 1980'de kamu kesimi toplam sabit sermaye yatırımlarının % 58.5'i KİT yatırımı iken, 1992'de sözkonusu oran % 28'dir. KİT'lerin ekonomiye yatırımlar yönünden Tablo 2.1 Kamu Gelirleri ve (GSMH Y ü z d e s i ) Yıl Harcamaları Toplam Toplam Gelir. Cari Dengesi Kam.Kesi. Borç. Gereği Harcamalar Sab.Ser. Diğer Toplam 33.1 10.5 1980 22 . 6 12.3 11.1 9.7 1981 24.3 10.6 12.8 5.8 29.2 4.9 1982* 20.1 9.0 9.5 5.9 24.4 4,3 198 3 23.1 10.2 10.1 8.8 29.1 6.0 198 4 22 . 5 9.0 9.7 10.3 29.0 6.5 1985 24 . 8 8.5 11.6 9.2 29.3 4.6 1986 29.6 8.9 13.3 12 . 1 34 .3 4.7 1987 29.1 9.0 12.8 14.8 36.6 7 . 8 1988 28.8 8.6 11.4 14.7 34.7 6.2 1989 28 . 3 11.3 10.1 14 . 0 35.4 7 . 1 1 990 27 . 9 14.0 9.7 14.7 38.4 10.5 1 991 25.4 15.9 10.5 13.5 39.9 14 . 4 1992-*^* 26.6 16.7 8.0 14.5 39.2 : Konsolide bütçe on aylıktı r. Gerçekleşme tahmini Kaynak:DPT verilerinden derlendi ve hesaplandı. Tablo 12 . 6 2.2 Kamu Açığının GSYÎH'ya Oranı (%) Ülkeler 1991 İtalya Belci ka Yunanistan Maastricht ölçdtü 1989 1990 -10.9 -10.2 -5.8 -6.4 -18 . 6 -16.1 -10.2 -7 . 6 1992 -10.4 -6.8 -17.6 -13.8 -3.0 -3.0 -7 . 1 Türki ye -10.5 -14 . 4 -12.6 K '1 y n a k : •]'OBB 1 'J 9 2 f.k on om ı k a po ı:u, 10 9 1 1 ^ O) O) CVJ ^ o , •.\\ \ CD O) A'. 1 \ \ vx ^ \ 1 > \ .vi\İ>ia\.v\V\ \\\ \\v\\\ Oa\ CO CO <^ 0> to çr5 in CO o < < < •v \ vv 'o \ V \\ \ \\ \ v\ -'n'V V \\ >^ \ >\ \\ v"' . \ \ .\\\ \ \ \ cr> CD V ;\ \\ \\ \ \ \V IN \\\-. \ \ . \\ \ •.'. > \ \ \ \ \ \ \\V\\ \ \ \\ \ \ v > \\ \\ V t ^ •.»..M-vNV.V^^-'-^^ ox < CD 00 O) CO CO CD r- ^ (J) CD CO CD TlO CO O) T— 00 CD O O 6 id o 6 q id T - 9 ^ o> CD id CO CO CD CO CD o 00 ID O CD ^ ^ O ?i C9 ^ ^ CD CO ^ Cd $2 lO CD CO ;i CO CD CO" cs. O N. xj; OJ 0> OJ i 'M o 6 < - I Û. > - 3 N Q L U I o. ^ ^ 1 tdi ^ -> CO o O) ^ !;:: oi _ OC >N O < ^ < 1- Ü CO 2: 01 CO O) o -r- o O) 0> CO , CM t TO A> O) Ol 't cn o s ^ <^ y> j O LJÜ ^. ^* <o oi i CC UJ o 10 < 2 : < o a: O ^ CO 0 0 O) <7) s! n! CO CO O) '^J- ^ Tf 04 TO ^ ^ r 0:1 LU 3 q 16 q d o 16 o 6 O OD ş^l m î ^ -J CO Q ! UJ M ^, ! >-DNDUJ CL<>- K C5 Ol I (D û: O I<S < O ^ uu c>* r j O K I i 1 t^ i j i LLI : CO O) CM ' CD «O O O w ^ ; • . . cc o •^•î C Û '«t OD UJ ^. o •H «+O U < V <^ I <0 CM K «o T ^ ^ O q d o O 6 3 3 < 2 - UJ O o UJ p: ^ =^ >-Z)NQLJÜ ÛL<>- lU u ı ' _ ; O j 2 — CÛ ^ Q ^ ^ j Grafik 2.4 KAMU KESİMİ GELIR-HARCAMA DENGESİ GSMH'YA ORANLAR 50 3 8 . 4 ^ ^ 3 9 . 2 38.8 40 30 20 10 1984198519861987198819891990199119921993 Not: 1992 ylll tahmin ,1993 program hedefidir. BEİ KAMU GELİRLERİ KAMU HARCAMALARI Kamu Gellr.Ort.-%26.9 Kamu H a r c . 0 r t . - % 3 6 . 2 KAYNAK:MALIYE BAKANLIĞI Grafik 2.5 KAMU KESİMİ BORÇLANMA GEREĞİ GSMH'YA ORANLAR 16 14.4 / 14 71 12.6 12 10.5 9 10 7.8 8 7.1 6.5 6.2 /~~7I 6 4.6 4.7 /—A 4 O 19841985 19861987198819891990 1991 1992 1993 Not: 1992 ylll tahmin ,1993 program hedefidir. BORÇLANMA GEREĞİ Borçlanma Gereği KAYNAK:MALIYE BAKANLIĞI ortalama8İ"8.2 yaptıkları katkı düşerken kamu açıklarına yaptıkları eklemenin büyümesi KİT sorununun boyutlarını daha da büyütmektedir. Sözkonusu dönemde KİT'lerin toplam kamu yatırımları içindeki payı yıllık ortalama % 45.5 olup, bu ortalamaya ait standart sapma 9.4'tür (Tablo 3.1). Konsolide bütçe sabit sermaye yatınmlannm kamu toplamı içindeki payının gelişimi 1981 - 1992 aralığında ters çan eğrisi çizmiştir. 1981'de % 39.1 olan sözkonusu oran 1988'de % 27.4 ve 1992'de % 38.3 olarak gerçekleşmiştir. 1980 - 1992 döneminde konsolide bütçe yatınmlannm payı yıllık ortalam 9 34.2 ve bu ortalamaya ait standart sapma 4.5'tir. İller Bankası'nm 1980 - 1992 döneminde kamu yatırımlan içindeki payı, dönemin ilk yansında yıllık ortalama % 3.3 civarındayken, dönemin ikinci yarısında (1988 1992) yıllık ortalama % 2.7 civannda gerçekleşmiştir. Sözkonusu dönemde yatınm payı artan kamu alt kesimlerinden birisi de mahalli idarelerdir. 1981-1988 aralığında sürekli artarak % 1.4'ten % 12.8'e çıkan mahalli idarelerin kamu yatırımlan içindeki payı 1989 - 1992 aralığında % 9 civannda gerçekleşmiştir. Bütün dönem için mahalli idarelerin kamu yatırımlarındaki payı yıllık ortalama % 7.1 ve standart sapması da 3.9'dur. 1980 - 1992 aralığında döner sermayeli kuruluşların kamu yatırımları içindeki payı görece istikrarlı olmuştur. 1980 - 1986 arasında % 1.4 civannda seyreden oran, 1987 - 1992 aralığında yıllık ortalama % 2.4 oranında seyretmiştir. Bütçe dışı fonlann kamu yatınmlanndaki payı, 1991 yılına kadar sürekli artışlar kaydetmiş 1992 yılında ise 1991 yılı seviyesine yakın düzeyde gerçekleşmiştir. 1984'te % 0.2 olan sözkonusu oran 1992'ye gelindiğinde % 20.4 olmuştur. Fon yatınmlannm toplam içindeki payı 1984 - 1992 aralığında yıllık ortalama % 11.6 ve standart sapma da 7.8'dir. (Tablo 3.1). Riit-ro T T i r l n r i Y I .1. 1. a r tt:ibnriylp Kons . Hut-CO Kamn Yntirimi n n Tiler KÎT Banka . (Cnri Mahal 1.1 1 da re. Fiy.) Dön.Ser. K\irl$ . Fonlar _ Toplam 170 3A. G 282 58 . 5 16 3.3 12 2 . !> 5 1 .1 •i 31 0 3n. 1 412 52 . 0 25 3.3 11 1 .4 9 1 .2 A1 0 -10.8 53 G 53.4 34 3. A 15 1 . 4 10 1.0 _ V, 1005 1 00 475 3n . H 628 51 . 2 30 3.2 68 5.5 16 1 .3 _ V, 1126 100 TL 691 38. n 923 51 . 9 45 2 . 5 83 A. 1 32 1 . 8 3 0.2 1777 1 00 mR."-, TL 1030 31 . 8 1721 53.2 97 3.0 207 6. 42 1 .3 1 39 4 .3 3236 100 l^BG TL 1 62'1 31 .0 2474 4 6.3 181 3.5 521 10.0 94 1 . 8 38 9 7.4 52 3 3 100 inR7 TL 229r, 3 (1. 7 33^1 4^.7 234 3. 1 955 12.8 165 2 .2 489 5.5 7480 1 00 198R 31^1 27.4 5174 4 5.2 314 2 . 7 1459 12.8 31 1 2 . 7 1052 9.2 11451 1 00 50 67 2 0.2 6 997 40.3 433 2.5 1253 7.2 504 2.9 3101 17.9 17355 100 inno TL 8 0 02 30. 7 1 0035 37.7 792 2.7 2166 9.8 717 2.7 52 7 9 16.9 27891 1 00 inni TL 1714 6 3'] . 0 1 34 61 2 9. 5 1261 2 . 7 4 37 4 9.3 1102 2 . n 9859 21 . 7 47030 100 19^2 2 97 60 38 . 3 21740 28 . 0 2225 2 .9 6688 8.6 14 02 1.2 15888 20 . 4 77712 1 00 3.0 0.3 7.1 3.9 1 .9 0.7 11.6 7 .8 1 HRO TT. inn4 TL V, ]999 TL TL Ort. St . S p . - 3^ . 2 4. 5 45.5 9.4 K,v/tvTk : Y i ] 1 1 k pr oq rami a rdnri derlendi. 4 85 1 00 7 67 1 00 Kamu yatırımları içinde alt yapı yatırımlarının payı 1984 - 1992 aralığında yıllık ortalama % 8.5'tir. Altyapı yatırımlarının kamu yatırımlarındaki payı bu dönemde sürekli yükselerek; 1984'te % 7.2'den 1992 % 8.4'e çıkmıştır. Bu dönemde altyapı yatınmlarının payı basık bir çan eğrisi biçimi almıştır. (Grafik 3.1). Toplam sabit sermaye yatınmlan içinde 1984 - 1992 döneminde tanmın payı % 10.6'dan % 6.6'ya gerileyerek % 4.0'a kadar bir düşüş yaşamıştır. Diğer gerileme kaydeden sektörler ve payları şöyledir: Madencilik % 5.5'ten % 2.2'ye imalat % 23.1'den % 17.4'e, enerji % 13.3'ten % 9.3'e gerilemiştir. Artış kaydeden sektörler ise ulaştırma-haberleşme, turizm, konut ve sağlık sektörleridir. Eğitim sektörünün 1984-1991 döneminde sabit sermaye yatırımları içindeki payında dalgalanmalar olmuş", bu sektörün p a y ı ' % 2.1 ile % 3.4 arasında değerler almıştır. Ulaştırma-haberleşme sektörünün payı sözkonusu zaman diliminde % 21.7'den % 23.4'e, konutun payı % 14.4'ten % 23.5'e, sağlık sektörünün payı % 0.9'dan % 2.2'ye çıkmıştır. Dolayısıyla en büyük gerilemeyi imalat, enerji, tarım sektörleri yaşarken en büyük ilerlemeyi ulaştırma - haberleşme, konut ve turizm sektörleri yaşamıştır. (Tablo 3.2). Kamu ve özel sektörün ekonomik kesimler itibariyle sabit sermaye yatırımlarının yıllara göre gelişimine bakıldığında 1984 - 1992 döneminde şu gelişmeler meydana gelmiştir: Kamunun tarıma tahsis ettiği sabit sermaye yatırımı (SSY) payının, toplam Kamu SSY içinde % 9.6'dan % 11.3'e arttığı, arada dalgalanmalar da vardır, görülür Madencilikte kamunun SSY kaynaklanndan ayırdığı pay, sözkonusu zaman diliminde sürekli azalarak 1984'te % 9.1 iken, 1991'de % 3.5 olmuştur. İmalat sanayiinde de benzer bir düşüş yaşanmış, bu sektörün payı % 14.0'dan % 5.1'e düşmüştür. Enerji sektöründe kamunun SSY kaynaklarından tahsis ettiği payda büyük dalgalanmalar olmuş, hatta 1989'da % 30'a ulaşan bu oran 1991'd % 17.0'a gerilemiştir. Ulaştırma sektörünün payı sürekli artış göstererek % 25'ten % 37'ye çıkmıştır. Turizm yatırımlarında kamunun payı % 9'dan % 1.5'e çıkmıştır. Konutta da benzer ufak dalgalanmalar meydana gelerek, payı 1991'de % 2.1 olmuştur. Kamu SSY'de eğitim ve sağlığa bu zaman diliminde daha yüksek paylar ayrılmıştır. Eğitimin payı % 3.7'Den % 6.5'e, sağlığın payı % 1.5'ten % 2.5'e çıkmıştır. Özel kesime gelince; Kamunun aksine tarım sektörünün özel SSY'den aldığı payda önemli düşüşler yaşanmıştır. ÖSSY içinde tanmm payı 1984 - 1991 zaman diliminde % 11.8'den % 4.5'e düşmüştür. ÖSSY içindeki payları görece deişmeyen sektörler; madencilik ve enerji olmuştur. İmalat sanayiinde 1984'te % 33.8 olan pay, 1991'de % 26.4'e inmiştir. Ulaştırma sektöründe pay % 18'den % 13.7'ye gerilemiştir. Turizm sektörünün ÖSSY içindeki payı sürekli artış göstererek % 0.9'dan % 6.1'e varan artış kaydetmiştir. ÖSSY içinde en yüksek büyümeyi ve en yüksek payı konut sektörü almaktadır. Sağlık sektörünün ÖSSY içindeki payı sözkonusu zaman diliminde % 0.2'den % 1.5'e çıkmıştır. (Tablo 3.3). 1990 - 1992 döneminde konsolide bütçe, KİT, İller Bankası, Mahli İdareler, döner sermayeli kuruluşlar ve fonların-ekonomik sektörler itibariyle yatırımlarının dağılımı incelendiğinde, kamu alt sektörleri itibariyle ekonomik sektörlere yapılan yatırımlardaki gelişmeler de görülebilecektir. Konsolide bütçe yatırımlarında, tarım,, madencilik, ulaştırma, turizm ve diğer hizmetlerin paylan 1990'daki seviyelerine, 1991'de % 1 ila % 2 puanlık artışlar kaydettikten sonra geri dönmüşlerdir. Enerji ve konut sektörleri ise 1990'daki seviyelerini, 1991'de % 1 ila % 2.5'iik düşüşler kaydettikten sonra 1992'de aşmışlardır. (Tablo 3.4). (D CC < 1 00 CO 00 C) CT) 00 ^ CO T-^ CD CVJ oc> ^ CVJ o O) ^ o i CVJ 6 i CC o p 00 ^ '' ' '•^////yy/^^,v//yZ<^^ ^^^[/^^^^^ S- •••• CO CD ^ T - 00 i Osi ! I CO o evi CO CJ) CVJ CD i 00 0^) I CO CVJ < ıq evi i o cd X CO s: 5 O LU - J >- =3 N Q UJ < Û CL O Grafik 3.1.b S.S.YATIRIMLARININ KESİMLER İTİBARİYLE DAĞILIMI YÜZDE 60 -T 6S^-çj^ 56.6 40 H 30 20- 10 o 84 I I \ I 1 ^ 85 86 87 88 89 90 1 9 9 2 ylll tahmin 1993 ylll program KAMU KAYNAK:DPT hedefidir. ÖZEL P- 91 92 93 • Fi (U I •H T İ (l) ^. Q 'X •H O (Ti 00 H nj 4-5 :0 4-1 d» CO c o N •H -rH E-" ( / > (D r—I aî 0) 4-) (M (i) 1 d) (M D O (M (U Q 4) M fO <U O LO 0) 00 00 00 (D LO LO O CM 00 o o o O -H O 00 H LiO 00 m o LO LO LO CVJ LO CvJ 00 00 o o o Fi H H -P LO LO fÖ >H o (D 0) >ı 00 o o o o O 03 Fİ 00 M (U 00 00 o 4J -H UO 00 00 CsJ 00 00 CsJ o Fİ o o o m CO CD 00 rH ^ o r-l CD o 00 00 C\J LO o o o o O •H fd ro «.o a.) o > ı CD c\j a, rH 0) c N -H O U CPs o CTı LO LO CD 4J co rn rH M (D CD 3tn N -H -H el o o o (D (D r H > v< o EH ••O f£İ m (D CD 00 D 4-J -H fd CO Q rH o j5 Lnı^T-T-p'-^roîpooLOT-;-^ (^Jc^ioc^jgö•^-"oLriLocDCT)^-• p o (^jc^iocDT^T-"c^icoır3^o6^£j CO CD -T— in cvj p p LO CO c\j LricvTooJcd-i—"t—-t—'vj-LOoor^ CSJ T - CVJ T- -r- c\j -^r CM p r-- cvj_^ cq un CO cq p 'çNJcsTo'^c^T-'-ı-^^LriLnoor^ r-r^r^cvi'^cjîojcoı^poop -• — cö od cd CO CvJ ıncocDcocDı—coınco'^rr^co pCOCSjr^OCMCDCOCOOOLDCO E COr--.p'^"^CVJ-r-;-ı--:T-I^jT—-ı--^ •^oic\iuric)6"^Lri"^'^cö"<p cDcvjco^-coocjiooı^LncNJ 5 pcNjr^cocD"^pr^t^c\j'=T Oı-^ LTJo r^cvir^-^co OCX3COLOOO^COCOCViOg)Tcd CO T - e s i c\i -I—T3--p-T-a)r^P'Nrcvj T-^ T-^ T-^ evi CO in l^-ı— " ^ C O L O C O C O L O t ^ . _ CO c\j r-~-ı—-I—CvJCMOcor^co CVJ CO CO — C\J CO -I— o E .il o E Q CO ill Kamu İktisati Teşebbüslerinin yatınmlarm gelişimi sektörlerinin toplam ekonomik incelendiğinde; KİT yatırımları sektörler tarım, enerji içindeki itibariyle ve payı imalat düşerken, madencilik, ulaştırma ve diğer hizmetlerin payı artmıştır. (Tablo 3.5). 1990 - 1992 aralığında, İller Bankası yatınmlan içinde imalat ve diğer hizmetlerin payı sabit kalırken, turizm yatınmlannın payı düşüş kaydetmiştir. (Tablo 3.6). Mahalli idarelerin yatınmlan içinde tarım, imalat, enerji ve konut sektörlerinin payı aynı düzeyde kalırken, ulaştırma ve turizmin payı düşmüş, eğitim, sağlık ve diğer hizmetlerin paylan artış kaydetmiştir. (Tablo 3.7). Yine 1990 - 1992 aralığında döner sermayeli kuruluşlann yatınmlan içinde, tanm ve konutun payı düşerken, imalat, turizm eğitim, sağlık ve diğer hizmetlerinin payı artış kaydetmiş, ulaştırma sektörünün payı kalmıştır. (Tablo 3.8). Fonlann yatınmlan ise aynı düzeyde içinde, 1990 - 1992 döneminde, imalat, enerji, ulaştırma, turizm ve diğer hizmetlerin payı artarken, konut ve eğitimin payı düşmüş ve sağlığın payı aynı düzeyde kalmıştır. (Tablo 3.9). r ^ c v i i n c M o q o q q - r - ; ' * . '"^ ojcoöo^cjödococo T-coo^cDuoqqq-r-T--ı(^i(X)CJ)aD^^öc>öococo inot-T-r^qqq-r-;'^'^ coa)CT)Koödc>döoJCM T-cou^u:^ı^qqq•«-;oqoq coı^dcvi-'d^ddöö-r-:-!-^ T - CO CO Cû c\ı in d -r^ eri evi CO ' T - 5 T - CD < > o T- o cvi ^ q q d CO CD CD d CO T - T - o in Q LU cq q ın T - in ın CD d ın CD T - T - ^ :^ CC LU CD m CD -«^f CD evi ın CD cö ^ co CD -r- 0 0 j T-^ ın L ) 00 c cu ın q q 00 d d CO ın CD CD < CO LU ıno-^tT-cooo-r-ı^cjîîn^ CC C\JN.T--r-CD OJOOOO CD 0 0 c>d q 1 ^ r--r-^ evi d K ojcjîcoo^ooT-ınh-r^o cor-.cDO'^t "^f^t^r < Cû CC LU -J CC Tt 00 T- ^ I in (D 0 0 - I - CNJ CD "3 . CD CD CT) C7) CJ o o o T - 0 0 CVİ CO CO 'Î;!- Cü CVJ CD Cg LU CO T-^ ^ l6 cncDinr^cMooooooooo ^ CO ın CD CO ^ o cvı -rT- CO E CÜ < E 9 ^ LU < oc z:.b,o,S~ oo < < § z -j 3 • 0>o <'.^ b O LU 3 I - ^ LU c/D C/D ;^ E ' O) £ : O cn : o 2 :OCL ; ^cvT q q ^ Q q - R - i O o o - ^ O ) ! / ) ÖÖT-^dö-r-^ddcDr^'cM CD q q L n q o L n q q q q o o ö d d d d - J d ö d c r i c M r ^ q q i o q o o o o o o o o o o o d d d d d d d d d o d c v j d q q i n q q c o o o o ( M o c M ddddd-ı-^dddrocNJd CO < z: < CD OC CT) • LU ın LO CO < -J LO ' (D ' CD ' CO CD OJ ' ' 00 ' ' c6 E CD 1 O) ' 06 ' CD ' up CD ' 0 ' LO >• LJJ ' <^ LO CÜ CO 10 LO ' q LO c\i CD CO od eg r-• ' 1-; q d c\j 00 CD CÜ in • LO ^ CD CO d oJ 00 CO < LU CO < o o i in - o o o ^o o o r ^ o ho> . CO LJJ -J >: cc < CO a: T - T - 'CD _| 'x < Q JO OOCDOOOOOOCDLOTT - LU CO Ü < Q - J LJJ Q LJJ cc CÛ cc X - CO ^9 3^ UJ CO 1 - 3 CDOooı-ıcoLOCviNı^-^toır) OîOco-T-ooojır-ın'vfT-Lnco ödödoJf^cöı^T-cDcöc^ CO "^r - O O T - C X D C M p O O ' ^ l ^ ' * . C\l -cDT-^öc\ir^coı^-r-^Lricoaı -o-«-'«-r--cDT-o:)-r-;C\jinr^ -cDT-^d'^ı^cöcD-r^;^cöo UJ -J LU < Q ' oo<j)T—cDCDtDor^Lncn CM 00 r CD i CC XX DD do oç) CD CD (D c < X < o CO < ' oa3CD(Mı-r^Lnc7)"^r^ eri r-^ CD d cö-«^ d CO o cM-r-ınLncDLnıncDCDCD .1 T-cvjoocor^cMC\JC\jq < > >CO ' O O C T î C M t M - r - ^ C O ' ^ I ^ C p ^ coiOT-^cd-'^'^dcococD CD cDOJCDoor^LnoT-co-i- UJ ir LU CO CÛ cDOOoır)incD;^ın^^co CD < CO LU -_J CD T- CO T--«^rto o CD Tr^cococo-n-ooco^ -r-OLrtCDCDCOh-Ln^-LOCDOT CD lO CDCOOOCDOOCO^ T - Tl- Cvl LO o (M 00 > < Q CÛ cc LU Fr O < LnocoLncD-^r^cDooooLOco ^ ^ o CM CM iD 1 - r > co CO -r- CO CD T - 3 g, üS < "S LU _J LU CC < ^ :^ LU CO Q ^ ı_ E «ili CÛ LU 3 I - LU c/3 CO mı COOı-OOOCOCOCD^'^ ırıoh-oCT)ooocD<Ma)cr) c\idödo6r^dcMaDoc)o6 OJ CM (M LOoooT^H-ıN^COLOIN ddödcModöcD-r-^R^R-.' CnOOOı-LOCMCDCDOOCO c o d ö d d c D d ^ c o c D c d LU ^ T - -r- er LU (f) GC LLı z: O O LO O O Î l O Q O OD LO CJ CDCT)OD OD CU O 1 ^ LO R-. Q OJ ı nCT)o a> Cvj CM CM CD -"^f ODCT)CD CM CM ' T - C3Î O CD LO IT) CÜ 1 '00 I 'OOOÎ'^CDCMCOCO eri T- ' Ln^'cö-.-^r^cr)Oî OOCDCMC3ÎCDCÛ LU >• < cd LO CO COCT)CD 1^ ^ ^ ^ ' 1 - CM ' • CC UJ CO < CO LU _J T i - o c o o o o r ^ r ^ o c o c o TCD CD CD CO CM CM CTÎ -r- T LO CD CM CM >: c D o o o L o o o - r - L N I N I N T-rCMtCvICnCMCM CO 1— T CO CO T - T - GC < CÛ CC ^ y i R-.OOO'ttcDLocomcMCM CO CD o CO CO 00 -IT - CM -«t GC i5 O ^ oc m İ3 ^ _J CD - o LLJ < I - E a? Q_ </>'-'^ û:i E N CO O N ö: CÛ < f i . 1 UJ il ^ LLII C/) Û . ^ C/D P >ocl S E S 00 0 0 qqo.^.^cDcoa)incDoqoq oo,>joOç^cD'^qr^cor^cq ÖÖı-odcDCİLricDCVİCJ^C) Tqq.^cD(>jCvjqqıncr)aîq öÖT-odcoT-^r^r^-r-ööö ööc?ör^cDÖT-o6c\iööo < CC CNoo^^'^'^'^ı^^d ) 00 •) CO L r 1 gc >• lO CO CO o cN<^!^2"^^cMi^co COLOCDİrcOh-OOCT) r^cDLnVcvjcocMco-ı- LU < CD CO 0 0 ^ CO ^ CM . LOl— C O l O ı l O U O - ı - T - CC LU CO CÛ < CO LU -J > CC < CC LU _l CC LU CO ın o To CD CO CM to g 1 ^ CO CM 2 g OOCMCO-ı-T-T-'i^CD-r-'^r-. . . . _ ) CO CO CD o OOT-T-CD-i-OOCDrJ-COCOT- ^ ^ o ^ OO-ı-00C0T-C0CDT-C7)Cn OOT-'^COT-CD'^I— cocoo CC LU CC ~ *^ CD H E a? Q_ <^-C^ E Cû < 5iLu<a:z:.!=>o,f^-c:C/3 Ş Z ^ 0'C5 b 3 LU o H ^ UJ C/) o C/D 3 Û$^CM 4. Kamu Finansman Politikası Özellikle 1980'li yılların başlannda bir çok ülkede arz yanlı ekonomik yaklaşımın tavsiyeleri doğrultusunda bazı ülkelerde vergi oranlarında indirimler yapılarak toplam hasılanın, uyarıcı etkilerin semeresi sonucunda artırılması hedeflenmiş ancak ülkelerin hemen hepsinde vergi gelirleri azalmıştır. Bu azalışa kamu harcamalarındaki değişme eşlik etmeyince bütçe açıklarının boyutları iyice büyümüştür. Vergi sisteminin otomatik istikrar sağlayıcı niteliğinde olmasının yanında Wagner Yasası ve kamu harcamaları içinde gelirlere yönelik tedbirler doğrultusunda tedbirler alınmaması bu açıklann büyümesinde etkili olmuştur. top^am kamu harcamaları ve toplam Ülkemizde faiz servisinin vergi gelirlerine -oranı incelendiğinde 1980 - 1991 periyodunda her iki oranda da önemli yükselişler olduğu görülür (Tablo A, Grafik A). 1980'de % 1.9 olan faiz servisi / kamu harcamaları oranı sürekli olarak artarak 1991'de % 11.8 olarak gerçekleşmiştir, yine 1980'de % 2.8 olan faiz servisi / vergi gelirleri oranı da sözkonusu periyot içinde sürekli artış göstererek 1991'de % 17.9 olmuştur. Faiz giderlerinin özellikle 1984'den sonraki yüksek oranlı artışı hazine nakit hareketlerini olumsuz yönde etkiler duruma gelmiştir (Evgin 1992, 48). Grafik A FAİZ SERVİSİNDE GELİŞİM YÜZDE o 80 3.4 81 I i 82 83 —1 84 1 85 FAİZ SERV./KAMU HAR. KAYNAK:DPT.HDTM 1 86 1 87 1 88 1 1 89 90 - + - FAİZ SER./VERGI GEL. 91 Tablo A Faiz Servisinde Gelişim % Yıl Faiz Serv. / Faiz Serv. / Kamu Vergi Gelirleri Harcamaları 1980 1.9 2.8 1981 2.7 3.4 1982 2.1 2.5 1983 3.0 4.1 1984 4.1 6.5 1985 4.8 6.6 1986 7.7 10.9 1987 10.3 14.8 1988 11.6 17.5 1989 12.4 18.8 1990 11.9 18.0 1991 11.8 19.7 Kaynak: HDTM, DPT Kamu açıklarının karşılama yollan olarak, iç borçlanma, dış borçlanma ve merkez bankası kaynaklarının gelişimi incelenecektir. 1980 - 1992 aralığında iç borçlanma / GSMH oranındaki gelişim incelendiğinde; sözkonusu oranın dönem boyunca önemli artışlar kaydettiği görijlür. İç borç / GSMH oranı dönem boyunca oldukça yayılı bir çan eğrisi çizmiştir. Söz konusu oran, 1980'de % 9, 1987'de % 29 ve 1992'de % 23 olarak gerçekleşmiştir. Dış Borç / GSMH oranı 1980 - 1992 aralığında, iç borç oranını gelişiminde olduğu gibi, büyük yükselişler kaydetmiştir. Dönem boyunca, dış borç / GSMH serisi bir çan eğrisi çizerek, 1980'de % 24, 1987'de % 59 ve 1992'de % 49 olarak gerçekleşmiştir. GSMH'ya İç borç ve dış borç toplamlarının oranındaki gelişim, alt kalemlerdeki gelişmeye koşut değişimler yaşanmıştır. Sözkonusu oran, 1980'de % 40, 1987'de % 88 ve 1992'de % 72 olarak gerçekleşmiştir. Dönem boyunca dış borçların yaklaşık % 80 kamu kesimi dış borçlarından oluşmaktadır. (Tablo 4.1). GSMH, iç borç ve dış borç rakamlan yıllık ortalama döviz kurları ile dolara çevrildiğinden her bir serideki sapmalar da gerek TL'nin Dolar karşısındaki dalgalanışının, gerekse Dolann dış piyasalardaki dalgalanışının etkisini taşımaktadır. Bu yüzden serilerin ardarda gelen rakamlarının, bazı yıllardaki büyük dalgalanmalan bu etkiler çerçevesinde düşünülmelidir. (Tablo 4.1). 1980 - 1991 aralığını kapsayan zaman diliminde krediler cari fiyatlarla 1621.6 milyar TL'den 120826.0 milyar TL'ye çıkarak 74 kat •artmıştır. Sözkonusu zaman aralığında mevduat bankaları- kredileri 109 kat, Merkez Bankası kredileri 29 kat, kalkınma bankaları kredileri ise 81 kat artış kaydetmiştir. (Tablo 4.27. Bu kurumların toplam krediler içindeki paylarına bakıldığında, yıllar itibariyle kalkınma yatırım bankalarının paylarında önemli bir değişme görülmezken, mevduat bankaları ve Merkez Bankası'nm paylarında önemli değişmeler olduğu gözlenmektedir. Mevduat bankalarının toplam kredilerdeki payı 1980 - 1991 aralığında % 49'dan % 72'ye çıkmış, Merkez Bankasının payı ise % 40'tan % 17'ye düşmüştür (Tablo 4.3). Kredi açan sektörler, mevduat bankaları, merkez bankası ve kalkınma ve yatırım bankalan olarak sınıflandırıldığında; kredi açılan sektörel kesimler ve bunların toplam krediler içindeki paylarında şu değişmeler gözlenmektedir: Mevduat bankalır toplam kredileri içinde 1980 - 1991 aralığında en büyük payı özel teşebbüs ve hanehalkı sektörü almıştır (1980: % 81.1, 1985: % 87.3, 1991: % 86.7). Bunu kamu idareleri ve girişimleri izlemektedir (1980: % 18.9, 1985: % 12.5, 1991: % 11.5). Diğer mali kuruluşlar ile kalkınma ve yatırım bankalarının payları ise beraber mütalaa edildiğinde dahi oldukça düşük kalmaktadır (1980: % O, 1985: % 3, 1991: % 1.6). (Tablo 4.4). c L> c r< ^1 CO I I a cc ^ i CO ^ I \ ir; CD ft cs; CÛ e: LO u I CC' O': \ •H^ o L> O bo CO cn: CC O oj i I u n:. H r-H i N o, I r-l ft. -H C3 ex -UJ > ^ o c c/> ^ D O e I H CT, no I I O Ov o c CC' CC UD CO CC cr. o L> o CCr^, ^ c lO 1 CN-. r-. :r c c CC c c, i C. Tablo 4.2 Kredi A ç a n K u r u m l a r ve P a y l a r ı (Cari F i y a t l a r l a M i l y a r T L ) 1 n^^o Toplam Kalk.Yatır. Bankaları Merkez [bankası Mevduat B a n k a 1 a rı Yıl lar 655.1 177.0 1621.6 7 513.5 19 5 5 5 6 7 .9 12 0 9 . 6 64 6.0 1 nqo 6564 8 . 2 8294.4 6933 . 6 1 0' > 1 8 6 520.5 1 08R8 . 2 8 0 0 7 6.2 ]20826.0 14 4 1 7 . 3 Kdynak:TCMB l't'M y ı l ı K a s ı m a y ı i t i b a r i y 1 ed i u . l^.anka 1 a I a r a s ı v e ciı-ler: m a l ı ku r u l vış 1. a ra ra s ı Tablo kteciıleL" haııç. 4.3 Kredi Açan Kurumlar Payları (V,) Toplam Kalk.Yatır. B alpaka l a n Merkez Bankası Mevdua t B a n k a 1 arı Y111 a r ve 100.0 10.9 1 n f\ 0 48.9 40.4 ] R5 74 . 1 17.3 8 . 6 100 . 0 1 nnn Rl. 2 10.3 8.5 100 . 0 1 '^^n 7 1 . 6 l6 . 5 11.9 100.0 'F. T A B L O Tablo I^'CKMV L U Y ; , c 4 > 1 A N D ı 4.4 Kredi Dig.Mal i Kamu i r i ş i m . Kuruiş . 1 . 4 1 5 . 0 85 1 <)'){) 7 . 5 10.1 R . 5 3 . n V' , Kc\ T ı I .SIM 1 i M< T ' - N A Y 1 - 17.5 4 . n 1 '»n] Sektörel Kesimler ve (Mevduat B a n k a l a r ı ) (7 1 HMO Y 1. I I Açılan Kamu İdare. Yı 1 lar M . 1 1.1 B A HF.S<ıP 1 . ı N D ı \ Y 1 E D 1. . 1 i" . r^ayları Kalk.Yatır. B a n k a la rı - V> Özel Teşeb. ve Hanehalk Toplam 81.1. 1n0. 0 0 . 0 0 . 3 87.3 1 00 . 0 0.2 0 . 7 R4 . 0 10 0.0 0 . 3 1 . 3 R6 . 7 1 0 0.0 Merkez Bankası toplam kredilerinin kesimsel dağılımına bakıldığında, kamu idareleri ve girişimlerinin 1980 - 1991 aralığında paylannda önemli artışlar olmuş, buna karşılık mevduat bankaları ile diğer mali kuruluşlann paylarında önemli düşüşler olmuştur. Kamu idareleri ve girişimlerinin Merkez Bankası kredilerindeki payı 1980 1991 diliminde % 56 ile % 81.7 arasında değerler almıştır (1980: % 56, 1985 % 71.5, 1991: % 81.7). Mevduat Bankahlarının Merkez Bankası toplam kredileri içindeki payı yıllar itibariyle önemli düşüşler kaydetmemekle beraber, 1990 - 1991 arasında % 50 oranında düşmüştür. (1980: % 36.6, 1985: % 25.6, 1990: % 29.4, 1991: % 15.0). Diğer mali kuruluşların payı 1980 - 1991 aralığında büyük dalgalanmalar göstermiş ve sözkonusu zaman diliminde % 56 oranında düşüş kaydetmiştir (1980 : % 7.4, 1985: % 3.8, 1990: % 9.0, 1 9 9 1 : % 3.3). (Tablo 4.5). Kalkınma ve yatınm bankaları kredilerinin dağılımına bakıldığında, 1980 - 1991 aralığında kamu ve özel girişimlerin payları karşılaştırıldığında; önemli değişmeler olduğu gözlenmektedir. Kamu idarelerinin payı ve bu zaman diliminde % 0.6'dan % 7.2'y.e ulaşmıştır. Kamu girişimlerinin payı ise % 69'dan % 5'e düşmüştür (1980: % 68.5, 1985: % 51.2, 1991: % 4.8). Mevduat bankalannm payıda ise önemli artışlar olmuştur. (1980: % 4, 1991: % 30). En önemli değişme özel teşebbüs ve hanehalkı kesimindeki artışta olmuştur. 1980 - 1990 aralığında sözkonusu kesimin payı % 100'ün üzerinde bir artış göstermiştir. (1980: 27.4, 1985: % 48.8, 1991: % 58.0) (Tablo 4.6). Mevduat Bankaları kredileri vade yapısının yıllar itibariyle ekonomik sektörlere dağılımındaki gelişmeler incelendiğinde 1986 1991 aralığında, inşaat sektörü hariç, tüm sektörlerde uzun vadeden kısa vadeye doğru bir değişme gözlenmektedir. Tanm kesimine açılan kredilerin 1986 yılında % 73'ü kısa vadeli, % 2ts\ uzun Tablo Kredi 4.5 Açılan }/[c.r^<='y Sektörel 27 20.8 198 5 61 . 1 1990 1991^ Tablo yılı Payları (?0 6.6 3 .2 Toplam Dig.Mali Kurulş. Mevd. Banka. Kamu Giriş. 19R0 *:1991 ve , Kamu İdare. Yıl Kesimler Rankası 7 . 4 100.0 9.4 25.6 3.8 100.0 42.8 18.9 29.4 9.0 100 . 0 55.2 26.5 15.0 3.3 100.0 kasım ayı itibariyledir. 4.6 Kredi Açılan Sektörel Kesimler K;^ 1 k 1 nma v e Y a 1 1 r ı m D a n k a 1 a i' ı (?0 Toplam Özel Teş. ve Hanehal. 4.0 68 . 5 0.06 19R0 Payları Mevd. Banka. Kamu Giriş. İNamu İdare. Yıl ve 27 . 4 100.n 48.8 100.0 19 8 5 _ 51 .2 - 1 _ 1 1 . 0 28 . 0 61 . 0 100.0 4.8 30 . 0 58.0 100. 90 7.2 1991 Kaynak-.TCMB v e r i l e r i n d e n Tablo 1991^ Bankalar.! Tarım Y 1.1 1990 hesaplandı. 4.7 Movrluai 1 98 6 0 Kredilerinin Sanayi Süresel inşaat Ticaret Dağılımı Turizm {%) Esna f Sana t k. Dag1 1 1 1amayan 60 K U 7 3 84 8 6 2 3 47 1 27 16 14 77 53 99 40 K U 8 3 8 6 90 26 77 8 86 1 7 14 10 74 23 92 14 81 88 92 1 4 60 13 87 ] 12 8 8 6 40 87 13 K IJ * : I d" ' y 1 Tl 1.15; 1 lu a y 1 1 t .1 ha r ı y 1 ed ] K r / ı ı a k : l'CMfî v e r ı ler. .1 n d e n h e s . a j A a n d ı . r. vadeliyken, bu oranlar 1991 yılında sırasıyla % 81 ve % 19 olmuştur. Sanayi sektöründe açılan kredilerin 1986 yılında % 84'ü kısa vadeli iken, bu oran 1991'de % 88'e çıkmış ve uzun vadeli kredi payı % 16'dan % 12'ye düşmüştür. Benzer gelişmeler ticaret, turizm ve esnaf ve sanatkar kesimlerine açılan kredilerde de gözlenmektedir. İnşaat sektöründe 1986 - 1991 aralığında, uzun vadeli kredilerin payı % 77'den % 86'ya çıkmış, kısa vadelilerin payı ise % 23'ten % 14'e düşmüştür. Görüldüğü gibi mevduatın vade yapısındaki elişmelerle kredilerin vade mekanizmasının yapısındaki gelişmeler arasında, faiz oranı maliyetlere etkisi dolayısıyla, tam bir paralellik bulunmaktadır. (Tablo 4.7). (Toprak 1992, 118- 121). İç borç stokunun GSMH'ya oranına bakıldığında, yıllar itibariyle önemli dalgalanmalar geçirdiği görülür. 1980'de GSMH'nın % 13.5'i civarında olan iç borç stoku, 1987'de "^o 22.5 seviyesine ulaşmıştır. Ancak bu tarihten sonra sözkonusu oran sürekli azalarak 1991 sonunda % 14.3 seviyesine düşmüştür. Ancak,borçlanmanın vade yapısındaki kısalma bu düşüşte önemli bir etkendir. 1980'den sonra iç borçlanma çeşitli finansal araçların plasmanıyla yürütülmektedir. Ampirik bir çalışmanın (Berksoy ve Doğruel 1990) bulgularına göre kamu kesimi son yıllarda giderek artan bir faiz maliyetiyle borçlanmaktadır. Kamu kesiminin finansal piyasalara girerek ilave fon talebi yaratması, fon maliyeti (faizi)'ni yükselten etkiye sahiptir. Faizin bu nedenle yükselmesi ise özel kesimin dışlandığının (Financial crowding out) bir göstergesi sayılmaktadır. (Tablo 4.8). İç borç stokunun özel sektör kredi stokuna oranının gelişiminde yıllar itibariyle büyük dalgalanmalar olmakla birlikte 1981 - 1991 aralığında sözkonusu oran bir çan eğrisi çizmiştir. Bu oran 1981'de % 81, 1984'te % 147 ve 1991'de % 94 olmuştur. (Tablo 4.8). Özel sektörün bankacılık ve sermaye piyasası kaynaklarını kullanımındaki gelişmeler incelendiğinde finansal dışlanma konusunda Tablo îr- 4.8 Rorv- .si-nknnda iç B o r ç /GSMH Yıl Stoku (Yıllar İ t i b a r i y l e i ç Bor'Ç S t o k u /Özel Sektör Krecii S t o k u %) özel Sektör Kredilerinde Cari Artış - 13.5 105 1981 12.3 81 79 ] 98 2 12 .5 77 41 198 3 22 . 5 136 35 198 4 20.4 147 35 19 8 5 19.4 135 64 198 6 20.2 117 74 1987 22.5 124 55 1 988 21 .2 142 44 1 98 9 17 .9 125 67 1990 14.5 96 77 1 9 91 -—=— 14.3 94 62 ] 9 L Gelişmeler R 0 K a y na k : T op ra k 191* 3 a , göstergelerde anlamlı değişmeler olduğu görülür. 1980 - 1991 aralığında özel sektör kredilerinin GSMH'ya ve bankacılık sistemi aktif toplamına oranındaki gelişmeye bakıldığında, özel sektöre açılan kredilerin her iki gösterge bakımından da paralel olarak azaldığı görülür. Özel sektör kredilerinin bankacılık aktif toplamına oranı 1980'de % 44 iken, 1984'e kadar sürekli azalma kaydetmiş, 1985'ten itibaren yükselmeye başlamış ve arada dalgalanmalar göstererek, ancak 1991 sonunda % 31 seviyesine düşmüştür. Aynı dönemde aktif toplamının GSMH'ya oranındaki gelişime bakıldığında, sürekli bir artış olmuş, 1980'de % 30 civarında seyreden oran, 1987'de % 56'ya çıkmış, 1991'de % 49 civarında gerçekleşmiştir. Yine özel sektör kredilerinin GSMH'ya oranındaki gelişime bakıldığında, yukarıdaki gelişime paralel menfi bir gelişmenin burada da sözkonusu olduğu görülür. Özel sektör kredileri stoku 'GSMH oranı 1980 - 1991 aralığında bir çan eğrisi çizmiştir. 1980'de % 12.9 olan oran, 1987'de % 18.2, 1991'de % 15.2 civarında seyretmiştir. Özel kesim kredi stokundaki cari gelişmeler incelendiğinde; 1984, 1988, 1989 ve 1990 yıllarında, önceki yıla göre reel olarak azalma olduğu, 1991'de ise reel olarak sabit olduğu görülür. Kamu ağırlığının bankacılık sektörü kaynaklarında sahip olduğu payın bir göstergesi de kamu borçlanma kağıtlannın özel sektör kredilerine oranıdır. Yine bu doğrultuda bankacılık menkul değerler cüzdanının 1980 - 1991 aralığında gösterdiği gelişmelere göz atmak gerekir. Özel sektör hisse senedi ve borçlanma senetlerinin, bankacılık menkul değerler cüzdanındaki kamu kağıtlarına oranı ihmal edilebilir bir büyüklükte olduğundan, menkul değerler cüzdanı kamu kağıtlarından müteşekkil varsayıldığında, 1980 - 1991 zaman diliminde menkul değerler cüzdanının (stok) bankacılık sistemi aktif toplamına oranında büyük artışlar olduğu görülür. 1980'de % 3.5 olan bu oran sürekli bir artış göstererek 1991'de % 11.4 olmuştur. Bankacılık kesimi menkul değerler cüzdanının (stok) özel sektör Tablo 4.9 Özel Kesim Kredi Stoku ve Bankacılık Kesimi Menkul Değerler Cüzdanı Stokunda Gelişmeler Yıllar Menkul Değ.CUzd. Stoku / Bank.Kes. Aktif Topl. Menk.Değer. CUzda.Stoku / Özel Sekt. Kredi Stoku 1980 3.5 8. 1 1981 3.6 8.4 ] 982 4.2 10.5 198 3 3.2 8.4 1984 6.8 21.1 1985 9.7 28.2 ] 986 8.8 25. 4 1987 9.8 30.1 1988 10.1 35.2 1989 11.3 37.9 1990 10.1 30.0 11.4 36.2 1991 Kaynak:Toprak 1993b, kredilerine (stok) oranına bakıldığında, 1980 - 1991 aralığında % 500'lük bir artış kaydettiği görülür. 1980'de % 8.1 olan oran, 1991'de % 36.2'ye çıkmıştır. (Tablo 4.9). 1980'den sonra iç borçlanmanın kaynaklarında özel kesimden mevduat bankalarına doğru bir yoğunlaşma olmuştur. 1980'de iç borçlanmada bankacılık kesiminin payı % 14 civarındayken, bu oran 1991'de % 88 civarındadır. (Berksoy ve Doğruel 1990, 36, HDTM). Bu artışta esas olarak bankaların mevduatlarının % 30 kadarını kamu kağıtlarıyla tutma zorunluluğu amil olmuştur. Bunun yanında kamu kağıtlarının yüksek getirili ve risksiz olması da bu artışı teşvik etmiştir. Sözkonusu zaman diliminde kredilerin vade yapısındaki gelişim incelendiğinde, kredilerin giderek kısa vadeli hale geldiği görülür. 1990'da toplam krediler içinde kısa vadelinin oranı % 84 iken, bu oran 1991'de % 76 olmuştur (Toprak 1992, 111-117). Vade yapısındaki bu kısalmada esas unsur kamunun kısa vadeli yüksek faiz oranlarıyla iç borçlanmaya gitmesidir. İç borçlanmanın vade yapısına bakıldığında özellikle 1991'de ve 1992'de borçlanmanın 1 ay ve 3 ay vadeli hazine bonolannda yoğunlaştığı görülür. Tahvilde ise 1989 ve 1990 yıllan hariç, ağırlık 1 yıl vadelidir. (Tablo 4.10). Ekonomide kamu kesiminin bankacılık kaynaklarının kullanımında yarattığı dışlama etkisinin yanında, ayrıca ekonomik sektörlerin de bankacılık kaynaklannı gözlenmektedir. 1980'de kullanmada ticaret birbirlerini sektörünün mevduat dışladıkları bankaları kredilerinden aldığı pay % 17 iken, 1991'de bu oran % 52.6 olmuştur. Bu zaman zarfında dışlanan sektörler; tarım (1980: % 18.5 1991: % 14.4) ve sanayi (1980: % 35.9, 1991 % 13.4) sektörlerdir. Aldığı kredi payında büyük bir artış kaydeden bir diğer sektör inşaat sektörüdür (1980:% 2.3, 1 9 9 1 : % 9.9). Kalkınma ve yatınm bankalan o oo f^ O CsJ 00 1 rH CNJ rH O rH LO C\J rH KD O m O O) TH CO çn 00 rH 1 CTı LO rH rH rH CO CO CO C\J rH KD OvJ vx> CO LO rH rH rH ,H • CO • CO rH ,H ^ o o O CT> a^ r-H TH O r- 00 O CO o rH rH C^J • rH O rH CO LO rH LO • • LO TH a) 0^ rH O) LO CPi LO cn CO 1 CO CNJ TH CO CO o CO r -f CvJ rH LO CO • CPl • CTı • CD (XI ^-^ CP> 1 CM C\l • en 1 rH • rH CO CN C\J 00 • LO • LO • rH roo CP. r-H CD O 00 1 1 • « > rH o o o 00 * • CO CvJ rH • (D 00 O CO LO H M r: r- û) H H M (D > (X) CTi fd CD ^-^ H ^ H r-H rH C> O O CO L> (d 4-H >i CD r-i r-l > > T1 LO > rH fd rH rH >1 H rH rH -H H > lO 1 > •H Q fd r-H >1 >1 Q fd (d fd O rH CO 03 > fd o CTı m E-ı fd rH O o H >^ kredilerinin dağılımında sözkonusu dönem boyunca imalat sanayi % 73- % 86 arasında bir paya sahip olurken, 1985'ten sonra turizm sektörünün payında da önemli artışlar olmuştur. (1991: % 11.9) . Merkez Bankası kredilerinin dağılımı incelendiğinde, 1980 - 1991 aralığında, tarım, sanayi ve ihracat sektörleri kredilerinin büyük ölçüde düştüğü, Hazine borçlanması payının değişmediği görülür. Hazine'nin payı: 1980: % 29, 1991: % 55, destekleme alımlarının payı: 1 9 8 0 : % 23, 1 9 9 1 : % 27 olmuştur (Toprak 1992, 118-127). Ülkemizde finansal sektördeki kollektif yatırım kuruluşu olan. Menkul Kıymet Yatırım Fonlarının portföy yapısına bakıldığında, kamu borçlanma araçlannın 1987 - 1991 aralığında giderek büyüyen bir paya sahip olduğu görülür (Toprak 1992, 149). kamu borçlanma araçlannın payı 1987'de % 35 iken, 1991'de % 75 olmuştur. Oranlardaki bu artış, güven, risk, yüksek getiri ve likidite yeteneği unsurlan nedeniyledir. Hisse senedi kaleminin fon portföyündeki payı ise oldukça düşük düzeydedir (1987: % 0.46, 1991: % 2.51). Bankacılık kaynaklarında özel sektörün dışlanmasına koşut özel sektörün incelendiğinde, sermaye piyasası kaynaklarında da özel kesimin ana kullanıcı olmadığı görülür. sektörün, ihraç ettiği menkul kıymetler Ancak ihraç menkul ettiği kıymetler menkul stok olarak kıymetlerin incelenirse, büyük oranda özel hisse senetlerinden oluşması yüzünden, payının yüksek olduğu izlenimi verebilir. Ancak yıllar itibariyle menkul kıymet ihraç izinlerine bakıldığında özel kesim ihraç payının % 10 -%20 civarında olduğu görülür. (Toprak, 128). 1992 - 1991 aralığını kapsayan dönemde ihraç edilen menkul kıymetlerin ortalama % 90'ını kamu sektörü ihraç etmiştir. Yani bu kesimdeki kaynakların % 90'ına kamu kesimi el koymuştur. (Tablo 4.11). Kamu kesimi menkul kıymet ihraç izinlerine bakıldığında, devlet borçlanmasında giderek kısa vadelilik özelliğinin ağır bastığı görülmektedir. 1980'de devlet tahvilinin toplam ihraç izinlerine oranı % 45 iken, bu oran 1991'de % 26"ya düşmüştür. Hazine bonosunun payı 1988'de % 55 iken, 1991'de % 26'ya düşmüştür. Hazine bonosunun payı 1988'de % 55 iken, 1991'de % 71'e yükselmiştir. 1980 - 1991 aralığında kamu kesimi menkul kıymet ihraç izinleri sürekli bir artış kaydetmiştir. (1982 - 1983 aralığı hariç). Bu artışta devlet tahvili ve hazine bonosunun rolü aşağı yukan aynı önem düzeyindedir (Toprak 1992, 130). Kamu menkul kıymetleri borçlanma araçlarından oluşurken, özel kesim menkul kıymetleri borçlanma araçlarının yanında hisse senetlerini de kapsamaktadır. Hisse senteleri de bir kere ihraç edilince, borçlanma araçları gibi belirli bir vade sonunda itfa edilip ortadan kalkmadığı için, stok değerler olarak düşünüldüğünde yanlış yorumlamamak bakımından bu hususun gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Özel kesimin sermaye piyasasından finansman şekli 1980 başlannda tahvil ağırlık iken (yüzde 58), bu durum 1991'e kadar hisse senedi haline değişmeye devam etmiştik. 1991'de özel kesim finansmanından hisse senedi aracının payı yüzde 66'dır. Kamu kesiminin finansman şekli de tahvilden bonoya doğru bir gelişme göstermiştir. Menkul kıymet stoklannda kamu kesrmi 1980'de yüzde 72'lik bir paya sahipken, 1991'de yüzde 56.5'lik bir paya sahiptir. Özel kesimin payındaki artış esas itibariyle hisse senedinin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Yoksa, menkul kıymetler piyasası kaynaklarının kullanımında kesim paylannı bulmak için, menkul kıymet ihtiyaçları dikkate alınmalıdır. Bu durumda sözkonusu dönemde kamu kesimi payının yüzde 80 ile yüzde 90 civarında seyrettiği görülür. (Tablo 4.12). Tablo 4.11 Kesimlere Yıl Göre îhraç Kamu Kesimi F^dilen M e n k u l Özel Kesim Deqerler {%) Toplam 19R2 83 . 7 16.3 100 .1 9 8 3 79.4 20. 6 100 1984 83.6 16.4 100 1985 91 . 4 1 986 8 . 6 100 9.8 100 1 987 89.3 10.7 100 1 9RR 8 5.5 14 . 5 1 00 1 989 8 5.0 15.0 100 1 990* 73.5 2 6.5 100 1991 8 9.3 10.7 100 1992** 95.2 4 . 8 100 Kaynak:Toprak 199 3b, *:Hısse senedi için pazar de^eri,borçlanma araçları için de ihraç değeri almciığı ve bunlar da sı rası yla; nominal ve satış değerinin çok üstünde oldukları İ ç m özel sektörün payı yüksek çıkmaktadır.Sözkonusu satış ve nominal tutarlara göre bir hesapta özel sektörün payı '^ol9.4'e düşmektedir. Ancak yanilqiya yol açacak bu durum 1 9 8 8 ' e kadar önernsetuueyecek bir düzeydedir. **:Nisan sonu itibariyle. iç ve dış borçlanma haricinde kamu açıklarının enflasyon yoluyla sağlanan ve vergiye benzeyen bir gelirle karşılanması, enflasyon vergisi olgusu ile açıklanmaktadır. Vito Tanzi, enflasyonun gelişen ijlkelerde, gelişmiş ülkelerden farklı olarak hükümetin vergi gelirlerini reel olarak azaltıcı yönde etkide bulunduğunu ileri sürmüştür. Diğer bir deyişle mali açığın parasallaştırılması, bir tarftan enflasyon vergisi kanalıyla hükümete reel olarak gelir sağlarken, diğer taraftan vergi gelirlerini reel olarak azaltmaktadır. Enflasyonun vergi gelirleri üzerindeki bu olumsuz etkisi Tanzi etkisi olarak anılmaktadır, bu etkinin boyutlarını belirleyen faktörler vergi toplanmasında görülen ortalama gecikme ve enflasyon oranıdır. Belirli bir enflasyon oranında vergi toplamadaki gecikmelerin uzaması, hükümetin reel vergi gelirlerini azaltacaktır. Benzer bir şekilde belirli bir gecikme veri alındığında, enflasyonun yükselmesi reel vergi gelirlerinin azalmasıyla sonuçlanacaktır. Dolayısıyla bu tartışmada işgücü ve mal piyasalarındaki ücret ve fiyat düzenlemeleri optimal vergi oranı (Laffer etkisi) gibi değişkenler ceteris paribus'tur. Parasallaştırmadan elde edilen gelir türleri senyoraj ve enflasyon vergisidir. Büyüyen bir ekonomide halkın muamele saikiyle talep edeceği reel para miktarı artacağı için hükümet enflasyonist bir baskıya yol açmaksızın piyasadaki para arzını artırabilir. Diğer bir deyişle; eğer para stokundaki artış reel büyüme sonucu halkın reel para talebinde görülecek artıştan büyük değilse, hükümet enflasyonist baskıya neden olmaksızın para basmak suretiyle reel gelir elde edebilir. Hükümetin para basma hakkı sayesinde elde ettiği bu gelir senyoraj geliridir. Senyoraj gelirinin büyüklüğü büyüme hızı tarafından belirlenir. Reel para talebi enflasyon oranının da bir fonksiyonu olduğu için, enflasyon oranındaki bir düşme reel para talebini artıracak ve senyoraj geliri yine artacaktır (HDTM 1991, 200-204). Tablo 4.12 Menkul Kıymetler Stoklcirı Yıl Kamu Kesimi ( ?,) Toplam Özel Kesim 1980 71.9 28.1 100 1 981 66. 1 33.9 100 1982 52 . 9 4 7.1 100 198 3 5 6.8 4 3.2 100 198 4 55. 4 44.6 100 198 5 73.3 2 6.7 100 198 6 77 . 0 23.0 100 1987 71 . 9 28 . 1 100 198 8 68 . 6 31 . 4 100 1989 66.1 33.9 100 1990 61 . 3 38.7 100 1991 56.5 43.5 100 Kaynak:Toprak 1993b,32 Parasallaştırma kanalıyla elde edilecek ikinci tür gelir enflasyon vergisidir. Halkın nominal para talebini artırmasının nedeni, enflasyon etkisini telafi etmek çabasıyla açıklanabilir. Reel para talebi genellikle gelirin ve faizin kararlı bir fonksiyonudur. Belirli bir gelir düzeyi ve faiz oranı karşısında halk eğer elinde belirli bir reel para stoku bulundurmak istiyorsa, elindeki nominal parayı enflasyon oranında artırmak zorundadır. Aksi halde, enflasyon mevcut nominal para stokunun reel değerini arzu edilen düzeyin altına düşürecektir. Dolayısıyla hükümetin enflasyon vergisi (İT) kanalıyla elde edeceği gelir, enflasyon oranı (P) ile reel para talebinin çarpımına eşittir. Çünkü para stokunun değer aşmışının önlenmesi ancak, para stokunun enflasyon oranında artırılmasıyla mümkündür (IT=P*M). Geleneksel vergilere benzetilirse, enflasyon vergi oranına, para talebi ise vergi tabanına karşılık gelir. Sabit bir reel para talebi düzeyinde, belirli bir enflasyon oranının hükümete para basmak yoluyla belirli bir reel gelir elde etme olanağı vermektedir. Bu yolla, halk harcamalarını gelirine denk düşecek düzeyin altına indirmek zorunda bırakıldığı için, bu olay enflasyon vergisi olarak adlandırılmaktadır. Yani, gelirin bir kısmı nominal para stokunu artırmak amacıyla kullanılmak zorunda olduğu için, halk gelirinden daha az harcamak ve aradaki farkı hükümete aktarmak zorunda bırakılmaktadır. (HDTM 1991, 204-205). Enflasyon nominal geliri artırır ve insanların daha yüksek bir vergi dilimine girmesine neden olur. Eğer vergiler de artan oranlı ise bu olay hükümetin daha fazla reel vergi geliri elde etmesi sonucunu verecektir. Bu, vergilerin nominal gelir esnekliğinin 1'den büyük olduğu anlamına gelmektedir. Buun olmasının diğer bir koşulu da vergi toplamadaki gecikmelerin kısa olmasıdır. Ancak gelişen ülkelerde vergi esnekliğinin 1 düzeyinde ve daha düşük düzeyde olmasıyla vergi toplamada gecikmelerin uzun oluşu, hükümetin enflasyon vergisi gelirini düşürür. Bir çok durumda reel vergi gelirlerinde ortaya çıkan bu kayıp, enflasyonist süreci besleyen önemli faktörlerden birisi olmaktadır. Vergi sisteminin normal gelire göre esnekliği karşısında iki husus önem kazanmaktadır: Birincisi, vergi esnekliği kavramı, sistem içinde yerleşik olan özelliklerle ilgilidir, yani herhangi bir politika değişikliği nedeniyle vergi gelirlerinde ortaya çıkacak değişikliği kapsamaz. İkincisi, vergi esnekliği; belirli bir dönemde toplanan vergileri, bu vergileri doğuran yükümlülüğün meydana geldiği dönemdeki gelirle ilişkilendiren bir kavramdır. Burada sözkonusu olan gelir, verginin toplandığı zamanki gelir değil, vergi yükümlülüğünün geldiği zamandaki gelirdir. Bu ikinci nokta, vergi meydana toplamada gecikmeler olması nedeniyle ortaya çıkan bir karışıklıktır. Yüksek enflasyon ortamında ve uzun gecikmeler sözkonusuyken; toplanan vergilerin, vergi yükümlülüğünün yaratıldığı dönemdeki gelir ile ya da verginin toplandığı dönemdeki gelir ile ilişkilendirilmesine bağlı farklı rakamlara ulaşılır (HDTM 1991, 206-220). HDTM (1991)'de ampirik verilere dayanılarak para talebi fonksiyonu, enflasyon oranı ve vergi toplamada gecikmeleri dikkate alarak yapılan bir çalışmada şu sonuçlara ulaşılmıştır: Türkiye'de enflasyon vergi gelirini maksimize edecek enflasyon oranı % 84.5'tir. Bu enflasyon oranı hükümete maksimum enflasyon vergisi gelirini sağlamakla birlikte, aynı zamanda normal vergi gelirlerinde, Tanzi etkisi nedeniyle bir azalmaya yol açacaktır. Tanzi etkisi hipotezi pek çok ülke için yapılan çalışmalarla doğrulanmıştır. Ancak, farklı enflasyon oranları ve gecikmeler nedeniyle sonuçlar da birbirinden düzeysel olarak her ülke için farklılık arzetmektedir. Vergi gelirlerinin % 86'sını oluşturan GV, KV ve KDV vergisi gelirlerini temsilen alınmış ve gecikme süreleri tartılı ortalamaya göre hesaplanmıştır. Buna göre her üç vergi geliri grubuna ait gecikmelerin ağırlıklı ortalaması 4.8 aydır. Bu rakam 1989 içindir. Yine 1989'da yıllık enflasyon oranı % 69.6 olmuştur. Bu oranın 1989'daki parasal tabanla çarpılması hükümetin milli gelirin % 6.7'sine eşit bir enflasyon vergisi geliri elde ettiğini ortaya koyacaktır. Ancak, olay bu kadarla bitmiyor. Yıllık % 69.6 (aylık % 4.5) oranındaki bir enflasyonun normal vergi gelirlerinde yol açacağı kayıp hesaplanabilir. Ortalama gecikme 4.8 ay olduğuna göre aylık % 4.8 oranındaki bir enflasyon, 1 TL'lik reel vergi gelirinin 0.81 TL'ye düşmesine yani % 191uk bir reel vergi kaybına neden olacaktır. 1989'da vergi geliri / milli gelir oranı % 20.6 olduğuna göre bu kayıp milli gelirin % 3.9'una eşit demektir. Özetle; 1989'da enflasyon hükümete milli gelirin % 6.7'sine eşit bir gelir sağlamış ancak, bu enflasyon aynı zamanda, normal vergi gelirlrinde milli gelirin % 3.9 büyüklüğünde bir azalmaya da yol açmıştır. Dolayısıyla parasallaştırmadan elde -edilen net gelir miHi gelirin % 2.8'ine (% 6.7-% 3.9) eşittir. Farklı oranlarda enflasyon ve değişik gecikmeler için vergi gelirinin bugünkü gerçek değerini gösteren tablodan yararlanılarak yapılan hesaplamaya göre, türkiye için bulunan hükümetin enflasyon vergisini maksimize eden enflasyon oranı olan % 84.5 değeri 4.8 aylık gecikmeyle birlikte dikkate alınınca, 1 TL'lik reel vergi gelirinin bugünkü değeri 0.78 TL'ye inmektedir. Yani % 22'lik bir vergi kaybı sözkonusudur. Reel vergi gelirlerindeki bu azalış milli gelirin % 4.5'ine tekabül etmektedir. Parasallaştırmadan elde edilecek gelirin yanında, Tanzi etkisinin de dikkate alınarak para politikasını uygulamak bu nedenle zorunlu olmaktadır (HDTM 1991,221-228). 5. Konsolide Bütçe Analizi 5.1. Ekonomik Ayınm Konsolide bütçe harcamaları, bilindiği gibi ekonomik kritere göre cari, transfer ve yatırım harcamaları kalemlerinde mütalaa edilmektedir. "Personel harcamalan" ve "diğer cari" harcamaları cari harcamaları oluşturmakta; harcamaları da bulunmaktadır. 1986'dan yine Transfer itibaren ana Milli "diğer Savunma cari" harcamalar harcamalan para taksit Bakanlığı kaleminin ödemeleri diğer cari kapsamında kapsamından, hariç tutulunca, karşılaştırma yapmak bakımından transfer harcamalannı alt kalemler bakımından incelemek, çok anlamlı olmayacaktır. Yatırım harcamalan kalemi personel giderleri, hizmet alımlan, tüketim malları ve malzeme alımlan, makina teçhizat ve taşıt alımlan, yapı tesis büyük onarımlan ve diğer başlıklan altında incelenecektir. (Tablo 5.1.1,2). Konsolide bütçeyle ilgili analizlerde aksi belirtilmedikçe, kullanılan rakamlar gerçekleşmiş rakamlardır. Cari harcamalann 1980 - 1992 aralığındaki gelişimine bakıldığında; 1980'de konsolide bütçe harcamalan içindeki payı % 48.4 iken, sözkonusu oran 1983'te % 40.7 olarak gerçekleşmiş ve 9 puanlık bir düşüş yaşanmıştır. Cari harcamaların payı 1988'e kadar azalmaya devam etmiş 1988'de % 34.8 olarak gerçekleşmiştir. 1989'dan itibaren, sözkonusu harcama kaleminin payı sürekli artış göstererek, 1991'de % 45.7 olarak gerçekleşmiştir. Cari harcamalar içinde değerlendirilen alt kalemlerdeki gelişim incelendiğinde; 1980 - 1991 aralığında toplam cari harcamalar içinde personel harcamalarının payı ortalama % 66.3 ve standart saptaması 8.1 olarak gerçekleşmiştir. Personel harcamalannın cari harcamalar içindeki payı 1987'ye kadar istikrar göstermiş ve % 60 civarında seyretmiştir. Ancak 1987 yılından itibaren personel harcamalarının cari harcamalar içindeki payı sürekli yükselerek 1991'de % 81 oranına ulaşmıştır. Personel harcamalarının konsolide bütçe harcamalan içindeki payının gelişimi incelendiğinde, cari harcama toplamının konsolide harcama toplamına olan oranının gelişimindeki eğilim, personel harcamalarının cari harcamlardaki ağırlığı nedeniyle, CsJ Cvj CTs C-: CM CM —r MD CO ro cr. ^ U CJ CC >0^ O C/^ -H H Q ^ CO- G\ rH O G •H -H -rH S-t 5^ a; lD on CN Csj rH CO lO CO rH 1-H rH o ro CT) CC' CO UO cr. CO fO fO fö n: o cn u u d) •H H CO S Q \ H u 1—1 ^ a CD O fO u (D ro r-i 00 ^ , MO CO MO 5- 00 Csj m CM o rH ro — , 1 CO lO • CQ en • O (b ^ Cvl lD CM CM CM ro ro CM CO CM CM CM ro ro \D C CC m:^ CM CO CM ro CM CM ro r> ro CO uo CM l> S 'C •H r-H ro If) c c • (t o C E-» c B • H PO 00 OD Csi C CM C CNJ CM CO ro CO c <r CT'. ro cr. ro \ c a :C c r—1 • ID ^ P^, m c\; CC CM CM c c CO CM rH 00 T-^ CM 0 ft E r•r-i. < 03 CÛ c CO iT) CM PO CC OC' UO ro ro ro CC' CCCC cr-. cr. CO CM cr CC CT- c cr. cr. lT; 0 U in o C C »—I c o CD r-! uo CM CC cr. CC CT': oc CC- c CO CC I ^ II II ^ 00 C 00 • a S? T in §00 ^ S CT) CO O CVJ o CT> C£) O OD LO Ol >- CC Q •< ip 00 CO CD CVİ 1-^ CT) CD CVJ CVI CD il' CO O i n CO CJ) cn CO CVJ T— in CO r— iliH t 1-00 CD CO burada da görülür. 1980 - 1991 aralığında personel harcamaları konsolide bütçe harcamalarının ortalama % 28.3'ünü oluşturmaktadır. Ancak bu ortalamanın standart sapması orana göre hayli yüksektir (s=5.7). Diğer cari harcamalar kaleminin cari harcamalardaki payı önemli dalgalanmalar göstererek azalmış, gerekse zaman bünyesinde içinde, mütalaa gerek edilen mutlak " Milli olarak Savunma Bakanlığı diğer cari harcamaları" kaleminin payıda yine diğer cari harcamalar toplamına oranla düşüş kaydetmiştir. "Diğer cari" kaleminin toplam cari harcamalardaki payı 1980 - 1991 aralığının ilk yarısında % 40'larda seyretmiş, ancak sözkonusu dönemin ikinci yarısında sürekli azalış göstererek gerçekleşmiştir. toplam cari meydana "Milli Savunma harcamalar gelmiştir. Bakanlığı diğer cari" içindeki 1980 - 1991 yılında % payında önemli 1991 aralığında cari 19 olarak kaleminin dalgalanmalar harcamaların ortalama olarak % 19.8'ini teşkil eden "MSB diğer cari" kalemi özellikle 1987'den itibaren hızlı bir düşüş trendine girmiş ve bu kalemin cari harcamalar içindeki payı 1991'de % 11 olarak gerçekleşmiştir (Tablo 5.1.1.). Transfer harcamalarının konsolide bütçe harcamaları içindeki payı yıllar itibariyle dalgalanmalar göstermiş ancak % 40'lar düzeyinde seyreden eğilimini korumuştur. 1980 - 1991 aralığında transfer harcamalarının konsolide bütçe harcamalarına oranla payı bir çan eğrisi çizmiştir. En yüksek değerine 1988'de % 48.6 olarak ulaşmıştır. Ancak 1986'dan itibaren ana para geri ödemeleri transfer harcamalanna dahil edilmemiştir. Sözkonusu kalemin de dikkate alınmasıyla transfer harcamalarının konsolide bütçedeki payı göründüğünden daha yüksek çıkacaktır. (Tablo 5.1.1.). Yatırım harcamalarının konsolide bütçe harcamaları içindeki pay 1980 - 1991 periyodunda cari ve transfer harcamaları kalemlerine göre daha küçük dalgalanmalar göstermiştir. Sözkonusu dönemde konsolide bütçe harcamalarının ortalama olarak % 18.1'ini yatınm harcamaları oluşturmuştur. Bu ortalamaya ait standart sapma 2.7'dir. 1980 - 1986 aralığında sürekli 1991'de % 14.4 olarak gerçekleşmiştir. Yatınm harcamalan kaleminin alt kalemleri incelendiğinde, alt kalemler arasında göreli büyüklüklerde önemli değişmeler olduğu gözlenmektedir. 1985 - 1992 periyodunda personel giderlerinin payı, dönem başında % 11.5 iken, sürekli artış kaydederek, dönem sonunda % 31.1'e yükselmiştir. Hizmet alımlannın yatırım harcamalarındaki payı % 1.3 civarında seyretmiştir. Tüketim malları ve malzeme alımlannın payı da hizmet alımlan kalemine paralel gelişme göstermiş % 4 civannda gerçekleşmiştir. Makina teçhizat ve taşıt alımları kaleminin payı küçük dalgalanmalar göstermiş ve yıllık ortalama % 6.8 oranında gerçekleşmiş, bu ortalamaya ait standart sapma da 8 civarında olmuştur. Yatırım harcamaları içinde "diğerleri" başlığı altındaki harcamalarda büyük dalgalanmalar olmuş; sözkonusu kalemin payı 1985'de % 7.8, 1989'da % 19.4 ve 1992'de % 2.9 olmuştur. Görüldüğü gibi personel giderlerinin payındaki artış hemen her kalemdeki azalıştan kaynaklanmaktadır. (Tablo 5.1.2,3). Konsolide bütçe harcamaları ile alt kalemleri olan cari, transfer ve yatınm harcamalannın GSMH ile ilişkilendirilerek ulusal ekonomi içinde konsolide bütçenin alt kalemler itibariyle ve mutlak büyüklük olarak ağırlığını görmek, bütçeden kaynaklanan çeşitli ekonomik istikrarsızlıklara açıklama getirme bakımından yararlı olacaktır. 1980 -1991 aralığında konsolide bütçe / GSMH oranı yıllık ortalama olarak % 23.6 oranında gerçekleşmiş, bu ortalamaya ait standart sapma da 2.5 olmuştur. Sözkonusu oranda bir istikrar sözkonusu olmakla birlikte, ters çan eğrisi özelliği göstermektedir. Sözkonusu oran 1980'de % 24.4, 1986'da % 21.1 ve 1991'de % 29.1 gerçekleşmiştir. (Tablo 5.1.4). olarak <â5 CC LU _l LU T- CO ir- LU )^ LU ^ < ol CC - J T- 1— CO T- CO <LiJ>: ^CCCL İ L U m 5 X < LU CC _j S O? § S? CO LO • UO >cc LU < ox ho m LU CO OO CO LO CVI ^ C\J ^ CO CO g 9 o OVJ -r- T- — t OO CO LO OJ T- s CO O •r- p .E -o •.o j= 03 'S i 03 İl ^ = £^ H- O Cari harcamaların GSMH'ya oranında da 1980 - 1991 periyodunda, konsolide bütçenin sergilediği trende paralel bir gelişme sözkonusudur. Bu dönemde cari harcamalar / GSMH oranı yıllık ortalama % 9.6 gerçekleşmiştir. olmuş Yatırım ve ve standart transfer sapma da 2.0 harcamalarında olarak da cari harcamalara benzer gelişmeler gözlenmektedir. Her üç alt kalemde de ana kalem olan konsolide bütçe harcamalarının gösterdiği ters çan özelliği gözlenmektedir. (Tablo 5.1.4). Yine ekonomik ayırıma göre, cari (personel ve diğer cari), transfer ve yatırım harcamalarının yıllar itibariyle gösterdikleri nominal gelişmeler dikkate alındığında, GSMH zımni deflatörüyle mukayese ederek reel gelişmeler konusunda bir sonuca varmak mümkündür. Personel harcamalarının 1980 - 1992 zaman aralığında yıllık ortalama artış hızı nominal olarak % 62.5'tir ve bu ortalamaya ait standart sapma da 36.8'dir. Bir bütün olarak konsolide bütçenin yine bu dönemde yıllık nominal artış hızı % 57.5 ve bu ortalamaya ait standart sapma da 22.3'tür. 1980 - 1991 zaman diliminde GSMH zımni deflatörü yıllık ortalama % 51.6 ve standart sapması 21.3'tür. Görüldüğü gibi personel harcamalanndaki devasa artışlar, yaklaşık 11 puanlık fark, konsolide bütçeyi de bir bütün olarak etkilemektedir. Konsolide bütçenin yaklaşık yarısını cari harcamalar ve cari harcamaların da yaklaşık 2/3'sini personel harcamaları oluşturunca, yatrım ve transfer harcamalannın gelişmeleri bir ölçüde cari harcama gelişmelerince etki altına alınmaktadır (Tablo 5.1.5, 6). Personel harcamalan niteliğinden dolayı, harcamanın yıllar giderinin konsolide bütçedeki konsolide itibariyle bütçeden nominal işçi gelişimini belirleyici başına izlemek yapılan yararlı olacaktır. İşçilik olarak cari işçilik, yatınm işçiliği ve transfer işçiliği Tablo 5.1.4 Konsolide Bütçe Harcamaları GSMH İlişkisi (Gerçekleşme) Yıllar Cari Har. /GSMH Kon.Bütçe /GSMH Yatır.Har. /GSMH Trans.Har. /GSMH 1 900 24 . 4 11.8 4.3 8.3 1981 24 . 9 11.1 4.7 7.4 1982 20.2 10.9 4.9 6.2 198 3 25.2 9.2 4.1 9.3 198 4 23.3 8, 0 3.7 8.8 198 5 23.4 7.5 4.0 7.9 1986 21 . 1 7.8 4.5 8.9 1987 21.9 7.7 4.1 10.0 1988 21.3 7.4 3.5 10.4 1989 22.8 9.7 3.4 9.6 1990 23 . 6 11.6 3.4 8.7 1991 29.1 13.3 4.1 11.6 Ort. S.Sp.= 23.6 2. 5 4.1 0.5 8.9 1.4 Kaynak:DPT ve Maliye Bakanlığı 9.6 2.0 o CÛ 00 CD CO i r i CD CD CJ <M ^ 1- Cü Q_ in ^ 00 -r- CD CD o (X) CD l < LO c\i i r i CO ^ CD CO O" oJ CT> r-." CD < 1- T- 00 -r- CVJ 00 T- -r1- T- TlO CVİ 00 ^ m 00 CVİ CD od CM -vt^ ^ " T- -T- CM (7) <D CT) -"^f o o 0 0 CD cd cd od cJ K CÖ cd CD co ^ ^ LO iri r-. o co o iri iri c d 1-^ T- -I- t;î- CVI CC 00 ° < co ın CVİ co co 00 i r i cd CO •r-^ CD evi T-^ -r-«et-' CD CM T- T- ' LU < o< T- T- (DO < CC - <LO X 00 LO lO 00 Oî 1 ^ o c o -.- CD r-- CD 1- co od ö oJ co CVJ Cvl OJ CVJ co T- LO CD cd T-^ CO Cü c o tc o To- lo co m OJ ^ CD CTÎ CM CD CD CM -«Nf CD CD İS ^ ^ ın 0';=;! LJJ CD q co o co CD T-" CD OJ CM CM CVİ O r-. iri T- CD CO 00 00 CD cJ co CM CD cD "«^f r-. Tr-.' cd r>. CD oc T- o 0 0 o co ^ LO 00 Tl- ^ o co o CVİ CD co 1- •,- co T- -«^ r-. cvj co oJ CD CD CD CO co co CNj 00 o OJ o co lO co -I—CD1-CDco I - CVİ < o CC < X CD co ^ ın - E3 ^ ^ ^ ^ ^ C/D Q- Q >- I- o co CD co CD co ^ OJ co ^ îo ı n oo C3î oo CO C\i CO 1- o6 -U <M OO OO OO CD CO CT) T-: CNİ CO CO C\j T— 1— CO o 8 CO o oo o CO ^ CJ> R-: CT) "^R CT) CT) CO T— CO evi o CVI S § 5^ o o O o ^ B o R>- CO IN O OO s C3 evi iri CJ CD o TCO CVJ CD LO CO OO CD CD m CVJ CD 1 - o cvj •<:r -U s -.- T- CVJ CD h-; i n o § o? C5 T - l o oo CO CD 'd- CO CVJ CVJ CVJ o oo CD T-" C>J E oo CVJ i5 eri CC CO < E ili < o o < ü ^ < ^ ^ Ç LU I T-; CD i n ssss ^ m oo o ssss E CO s J C) ^ ^ O 2? S 1-ICO CVJ CD i n CO LU C/) Z O CO o un 2" CO IRI CVJ CO O cvj CD OT E oo CD CD CO m CO 8 CVJ I I oo -U od •03 ^ C= 03 T-; CO iri CVJ T- 1 - -«^ o o. 03 o. )cn ^ oo CO o CD s CVJ CO s İ l • i l - o T- CO CO f a l o 1- o o T- o j CO T- ın 03 ^ CO i2 CO" i s l i CLÛ>-I- i I- C = oo o CT) O) ^ E 2 O ı-CMCO^LO "cD 03 I dikkate alınmıştır. Transfer giderleri içinde personel giderleri ayınmı 1991 yılından itibaren yapıldığı için yorumlamada cari ve yatınm işçilikleri üzerinde durulacaktır. 1984-1992 aralığında gerek yatırım, gerekse cari işçilik harcamalarındaki artış yıllık ortalama % 80 civarındadır. Ancak, yatınm işçiliğinde standart sapma 61.8 iken, cari işçilikte 48.1'dir. Dolayısıyla yatırım işçiliğinde son yıllarda yapılan yüksek oranlı zamanlarla bu iki tür işçilik arasındaki artış farkları dengelenmiş ve aynı nominal yıllık artışlara rağmen yatırım işçiliği ücreti alanlar diğerlerine nazaran daha dezavantajlı durumundadırlar. ABD Doları cinsinden işçi başına yıllık harcama ile Türkiye'de kişi başına milli gelir rakamlan karşılaştınidığında önemli ipuçları elde edilebilir. 1984 - 1992 aralığında Dolar cinsinden işçi başına yıllık ortalama harcama 5467 $ iken, fert başına milli gelir dolar cinsinden yıllık ortalama 1458$ dir. (Tablo 5.1.7). 1992 yılında kamu kuruluşlannın toplam 361.051 adet işçi kadrosf bulunmaktadır. 361.015 işçi kadrosunun; 209.588'i sürekli işçi kadrosu 151.427'si geçici işçi pozisyonudur. Kamu kuruluşlarının elinde bulunan kadrolann % 67.7 oranında bir payla toplam 244.470 adeti konsolide bütçeye aittir. Bu kadroların 179.686'sı sürekli işçi, 64.784'ü geçici işçiler içindir. İşçi kadrolarının yaklaşık % 45'inin yatınm hizmetlerine tahsis edildiği kabul edilmektedir. (Tablo 5.1.8). Konsolide bütçeye dahil kuruluşlarca kullanılan 244.470 adet işçi kadrosu için konulmuştur. 1992 yılında bütçeye 17.922 milyar lira ödenek 1993 yılında işçi ücretleri için konsolide bütçeden 34.113 milyar liralık ödenek ayrılmıştır (Tablo 5.1.8). CO E .2 cc LD CD CO T-^ Si < o cc < n: İ l < • _ ! > - LU <CD •< OCÛ (7>"iz: Si cu LU O I— :=D OD LU Q '_J O CO Si o 1— LO CD ^ S O ro 1^ s İt SJ î E İİ i I ^ c= o 2 s •: cc o o o i CO CD il fİ İ i3 Tablo 5,1.1 [ . îşçi . . Kadroları Bütçe Türü (ADET) Sürekli îşçi Kadroları Geçici îşçi Kadroları Toplam Genel Bütçeli Kuruluşlar 72710 15129 87839 Katma Bütçeli Kuruluşlar 106976 49655 156631 Konsolide Toplamı 179686 64784 244470 17664 6976 24640 Bütçe Özel Bütçeli Kuruluşlar Genel Döner Bütçe Sermaye 3471 2061 5532 Katma Döner Bütçe Sermaye 5016 75422 80438 Döner Sermaye Toplamı 8487 77483 85970 Genel Bütçe Fon 3716 333 4049 Katma Bütçe Fon 35 1851 1886 3751 2184 5935 Genel Toplam 209588 1.9.İ992 tarihi itibariyledir. KaynakrMaliye Bakanlığı 151427 361015 Fonlar Toplamı Konsolide bütçeden işçi başına yapılan harcamanın dolar bazında yıllar itibariyle gelişimine bakıldığında işçi başına harcamanın 1984 yılındaki 2.611 $ dan 4.6 kat artarak 1991 yılında 11.979 $"a yükseldiği, aynı dönemde fert başına GSMH'nın 1984 yılındaki 1.026 $ dan 1.8 kat artarak 1991 yılında 1.996 $'a ulaştığı görülmektedir. (Tablo 5.1.7). 1992 yılında işçi başına harcama rakamının başlangıç rakamı olmasından kaynaklanmaktadır. Yıl içinde yapılan ilaveler nedeniyle 1992 yılı harcama rakamının daha yüksek olacağı söylenebilir. 5.2. İdari Ayırım Konsolide paylarını bütçe kapsamındaki incelemek, Türkiye'de kurumların toplam içindeki kaynakların başlıca tüketici kurumlannı tespit etmek ve çeşitli ekonomik istikrarsızlık sorunlarına çare aranırken doğru adresi tespit etmek açısından gerekli olmaktadır. 1980 - 1991 aralığını kapsayan zaman diliminde genel bütçedeki çeşitli kurumların konsolide bütçe harcamalarındaki paylann gelişimi incelendiğinde; Diyanet İşleri Başkanlığı, İç İşleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık* Bakanlığı paylarının sürekli artış kaydettiği. Milli Savunma Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Tarım Bakanlığı ve Sanayi Bakanlığı paylannın düşüş kaydettiği görülür. Tabloda sadece konsolide bütçeden % 0.5'in üzerinde paya sahip kurumlara ilişkin veriler bulunmaktadır. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün kurulması, Hazine'nin Maliye Bakanlığından ayrılmasıyla, ilgili bakanlıklann bütçedeki paylannda azalma olduğu görülmektedir. Hazine Yardımlarının 1980 - 1991 aralığındaki gelişimi incelendiğinde; 1980'de konsolide bütçenin % 11.9'unu oluşturan Hazine katkısının arada ufak dalgalanmalar göstererek, 1991'de% 16'ya vardığı görülür (Tablo 5.2.1). Katma bütçeli kuruluşların konsolide bütçe toplamı ve katma bütçe toplamı içindeki payların gelişimine bakıldığında, belli başlı kuruluşlar bakımından, genel bütçedeki kuruluşlara ilişkin gelişmeye paralel gelişme burada da gözlenmektedir. Karayolları Genel Müdürlüğü'nün payı 1981 yılında konsolide bütçede % 5.4, katma bütçede % 34.5 iken, bu oranlar 1991 yılında sırasıyla % 3.2 ve % 17.4 olarak gerçekleşmiştir. DSİ Genel Müdürlüğü'nün konsolide ve katmadaki payında dalgalanmalar meydana gelmiş ve sözkonusu dönemde bir çan eğrisi çizmiştir. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün 1985 yılından itibaren bütçesi yapılmaya başlanmış ve bu tarihten itibaren bütçedeki payı sürekli artmıştır. 1985'te genel bütçeden % 2.8, katma bütçeden % 16.4'lük pay alınırken; 1991'de genel bütçeden % 4.6 ve katma bütçeden % 25'lik pay almıştır. (Tablo-5.2.2.). Konsolide bütçe yatırım ödenek ve harcamalarının itibariyle dağılımının incelenmesiyle; yatırımların kuruluşlar ekonomik kalkınmadaki önemine binaen, kuruluşlar bazında meydana gelen gelişmeleri ve ödenek - harcama rakamlarındaki bağlamda değerlendirmek mümkün olacaktır. farklılığı Önceki belirtilen katma bütçeli başlıca harcamacı kuruluşların harcamalarındaki gelişme de kendi toplam bu satırlarda yatırım harcamalarındaki gelişmelere paralellik arzetmektedir. DSİ'nin konsolide bütçe yatırım harcamalarından aldığı pay 1983 1991 aralığında bir çan eğrisi çizmiştir. Bu kuruluşun payı 1984'te % 29.5, 1988'de % 39.3 ve 1991'de % 33.9 olarak gerçekleşmiştir. Karayollan Genel Müdürlüğünün payında anılan dönemde ters çan eğrisi özelliği gözlenmektedir. Bu kuruluşun konsolide bütçe yatırım harcamalarındaki payı 1983'te % 16, 1988'de % 11.6 ve 1991'de % 13.9 olarak gerçekleşmiştir. Köy hizmetlerinin yatırım harcamalarından aldığı pay bu dönemde sürekli artış göstermiştir. Arada küçük dalgalanmalar göstererek 1983'te % 12.7 ve 1991 'de % (Ti ^ I Tl o n3 I LO o :^ o -H '—" OJ rH 4J 0) V N •H >, •H rH (D O 00 0) 0) •o C\J o (/) c o LO CNj 00 H M I 00 -H rH I 00 CM o 00 00 00 LO LO 00 00 Ch 00 00 00 T3 rH Fi 03 U V-^ 03 o .H d) rH 03 C\i I (D 4-) H C\J •M > d) CM T3 •H rH I cr» LO 1 LO o CO (D C O Q rH LO (Tİ 00 00 i LO I oo i 00 I oo! LO 00 LO CM CM o o 00 CM I •H H M 00 d) > CM V a H >tn 0) L> 4-J ::::3 m 03 CxJ c o rH O d) -O -H rH ^ I ^ I LO o 00 ^ I LO O cn cn ^I 00 i 00 cn CM 00 00 V) ^-^ CQ c 0 (D u >1 H rH 03 LO o o 03 E ^ H rH CO cn I C\J 00 OO cn r-H r-\ I OO CO cn I ıf^ CO CO I 00 I cn CO cn CO cn CO cn oo cn rH o cn cn cn i cn I? M c6 I ^ ÖN:: 20 olmuştur. ödeneklerinden göstermiştir, Bayındırlık aldığı 1983 - pay 1991 ve İskan zaman Bakanlığı'nın içinde döneminde büyük bu yatırım dalgalanmalar bakanlığın yatırım ödeneklerinden aldığı pay yıllık ortalama % 6.7'dir. Ancak bu ortalamaya ait standart sapma da 6.8'dir. Sözkonusu bakanlığın payı 1984'te % 20.3, 1986'da % 0.7, 1991'de % 5.5 olmuştur. Görüldüğü gibi büyük bir istikrarsızlık sözkonusudur. Sağlık bakanlığının yatırım ödeneklrinden aldığı payda da sözkonusu dönemde istikrar gözlenmiştir. Ancak 1989'dan itibaren artan pay 1991'de % 0.9'a gerilemiştir. Eğitim sektörümüzün yatırım ödeneklerinden aldığı pay, dönem içinde küçük dalgalanmalar göstererek ufak çaplı artış eğilimini sürdürmüştür. 1983'te % 11 olan pay, 1991'de % 13.1 olarak gerçekleşmiştir. Üniversitelerin eğitim sektörünün payından aldığı kısım ise 1983'te % 38.0, 1988'de % 30.5 ve 1991'de % 45.5 olmuştur. (Tablo 5.2.3). 5.3 Fonksiyonel Ayırım Konsolide bütçe yatırımlarının sektörlere dağılımına bakıldığında; tanm, eğitim, madencilik, enerji, ulaştırma turizm ve sağlık sektörlerinin payları dalgalanmalar göstermekle beraber aşağı veya yukan doğru sürekli bir trend göstermemiş, hemen hemen aynı düzeylerde kalmışlardır. Düzenli bir azalış gösteren tek sektör konut sektörüdür. Bu sektörün konsolide bütçe yatırımlarından aldığı pay, 1980 - 1991 periyodunun ilk yarısında ortalama olarak % 5 civarındayken, sözkonusu dönemin ikinci yarısında yıllık ortalama olarak % 1.3 oranında gerçekleşmiştir. Konsolide bütçe yatırım toplamının kamu kesimi sabit sermaye yatırımına ve toplam sabit sermaye yatırımına oranındaki gelişmelere de yukarıdaki sektörler bazında tespit edilen istikrar gözlenmektedir. Konsolide bütçe yatırım toplamının kamu sabit sermaye yatırım toplamına oranına ± s? i CQ LO LO CO CO T- ± CO CO CO •t— CD CO CM T- CO < < CO -«^ LO o6 CO CO gco^ o =d cd csj CM uo o CM T- CO CD r^' CD LJJ LU ^ _ 2 . ^ CO i m cc CO cd crJ CD LO CD •>:}• T- CO h - 00 1 - T- ^ CO r-: T- 1— CD r cn CO =d cd o o o cn >- VJ LO LO CD CM ^ CT) t2 o LO CO cq CO CO iq CD '^r • I - -cr CD CO OO CM CCJ CM TCM s CO co' CO CO -rr T-^ CO o ^ CD r-o OO CM CO CD r-" t-^ T- 1 - CO CM CD CD -• r-^ cxD OO T - CO o od CM LO ''T CD T-; CD LO LO 1-^ CM LO CM CD T-' OO -r- OO its D CO LO CM ara:- •I- CO LO s - T - CO CM C T- 'a- s CO CO D CO lO î aj CO J: CO CO CO CO ^ CD CM CO CM CO T— CO =d od ± is CD CM CD CD CD CO CD §5 I"' OO -«^ Ş CO od T- CO r-I ^ LİJ< > Q OO cn CD CO CD CD CM LO CD CM CO ••- CO . C\J O T-^ CO CD CM of < = J oq CO c3 CO CD CO LO h ^ o CO T- CD CM T- D -r- uq cq T-; CD CO cd T- CO ± — r to cd -rg CD CT) S ^ *^ i er co CO ır> <^ ^^ iri LO CD LO CO CO o r-. OO CO c\i ^ CD CO T- CD CD CD h-. 1 - cq CD ^5T^- CO o T- CO oq oq CD CD cd cm" CM I- 'O CD ^ cd CM co r-. o OO r-. CD CM r^" OO CD CD oq § C*3 CO CM E LO CD CO LU _J CM - CM CO h- a : CO CNJ LO CD • I - OO OO o CO LO CM Lo cq LO CD CM CD od CD CM CM T- :d cd 0 = ) LU TCD CD CM LO T- ± CO CM CD CD LO CO OO -.cr CD CM CO T- 9 LO CD CO T- -r- CD T- C CD LO CD T - CM LO =d od O LO cd cri LO CM ^ OO CO CO CO 30)00 O :i3^ CQ :d C O OO CD O •r^ CÖ odCM cd CD •r- CD O CO o E =^ S C^ CD 2 ± ı i 3 CM CQ >> r— SU cn 3 ö c a? niâSç^ >sSco« ^â5o> •^^^ ^^fc '^^fe M.'^ay> — lu CCsSc ^=0 Q_ h- .^i 'Ş>;^ O ÛC I- •< - CvJ•CQ : >< bakıldığında; dönem içinde aşağı doğru esnemiş bir yay görünümü arzetmektedir. 1981'de % 42.1 olan oran 1987'de % 30.6 ve 1992'de % 38.3 olarak gerçekleşmiştir. Aynı özellik, konsolide bütçe yatırım toplamının ekonomideki toplam sabit sermaye yatınmlanna oranının gelişimi incelendiğinde de görülür. 1981'de % 26 olan sözkonusu oran, 1988'de % 13,0 ve 1992'de % 17.8 olmuştur. Konsolide bütçe payının dalgalanmasında, KİT'lerin ve FON'ların paylarında meydana gelen değişmeler etkili olmuştur. (Tablo 5.3.1). o o H fi .-^ r^ O O o o rH r-^ (0 • • u Q ro a.) T) M a ro O •M. r! .t ı LO CO cn ro CNJ CM m CN ro LO LO cn LO LO o o CNJ LO lO PO o cn rH LO (D L> LO Cv) CM 4J ra CM CM o (D Tl -r-l ^< ro LO CN ın CM t" O cn CM (1) rH LO > 1 a) -H H <ü V c\j -rH (V Ü H d d LO CO CM )rT> O CN CnJ cn CM H rö H H U (D d) CN >H CO 00 a» o ın CNJ r-^ C\J CvJ CM ro E-« <D O. H M d) o a > 1 -H O txs " CNJ f-\ vo cn S) (TL C3^ ,-H o cn cn 5.4. Vergi Gelirleri Analizi 1980'li yıllara davranışlar gelinceye üzerindeki kadar, etkisinin vergi yapısının minimize edilmesi ekonomik fikri çoğu hükümetlere oldukça yabancı olmuştur. Hükümetler, tüketim ya da yatırım kalıbını değiştirmek için genellikle vergi sistemini isteyerek kullanmışlardır. Fakat vergi kaymalarının karmaşıklığı ve büyüklüğü, hükümetleri artan ekstra gelirlerin marjinal maliyetlerinin sistemine hükümetin müdahalesinin sağlayacağı marjinal vergi sosyal faydayla kıyaslanamayacak kadar ağır kayıplar ya da haddinden fazla marjinal aşın yük getirebileceğine inandırmıştır. Verginin ekonomik davranışlar üzerindeki etkisini yok etmek için, ekonomik olarak daha adil ve marjinal oranların daha düşük olduğu bir vergi sistemine ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Bu amaçla yapılması planlanan vergi reformunun üç temel özelliği olmalıdır: (i) Gelir vergisi tabanının genişletilmesi yoluyla gelir vergisi oranlarının düşürülmesi, marjinal oranların sayısında bir azalma ve standart orana göre en üst vergi oranının düşürülmesi (Bazı ülkelerde de gelir ve sosyal güvenlik vergilerini getirme çalışmalan vergisi tabanının genişletilmesi ve yapılmıştır); (ii) Tüketim rasyonelleştirilmesi, genel harcama vergisine doğru dönüş; (ili) Kurumlar vergisi sisteminde daha fazla eşitlik ve tabanın genişletilmesi eğilimi (Genellikle hane halkının vergilendirilmesinden kurumların yönelme ve/veya vergisiyle birleştirilmesi). kişisel gelir vergilendirilmesine kurumlar vergisinin Gelir vergisi konusunda yapılan reformlar şöyle özetlenebilir: 1980'lerde kişisel gelir vergisi konusunda yapılan reformlarla dünya ülkelerinin büyük bir kısmında marjinal gelir vergisi oranı azalmıştır. En üst marjinal gelir vergisi oranı genelde % 50 civarında belirlenmiş, ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Portekiz ve İzlanda'da % 30-%40'lara kadar indirilmiştir. ABD'de vergi reformu yasası ile vergi sisteminde varolan muafiyet ve istisnaların büyük bir kısmı kaldırılmış, vergi yükünün önemli bir kısmı kurum gelirlerine transfer edilmiş ve gelir vergisi oranına eşit bir oranla sermaye kazançları vergiye tabi tutulmuştur. İngiltere'de kişisel gelir vergisi oranı % 35-%83'ten % 25-%40'a indirilmiştir. AT ülkelerinde ise bu reformlar fazla önemli düzeylerde gerçekleşmemiştir. Almanya'da artan oranlı yapının hala isteniyor olması nedeniyle vergi reformu sonraya bırakılmış, ancak 1986-1988 vergi indirimi kanunu uyarınca en üst marjinal vergi oranının 1990'dan itibaren % 56'dan % 53'e indirilmesi öngörülmüştür. Fakat politik nedenlerle vergi tabanının genişlemesinin kolay olmadığı görülmüştür. İtalya'da toplam vergi-içinde gelir vergisi-oranı, bütçe açığının kontrolü ve enflasyonun çözümlenmesindeki başarısızlıklar nedeniyle uzun dönemde artış eğilimi göstermiştir. Bu eğilimi tersine çevirmek için vergi oran şedülü yeniden düzenlenmiş, çoğu marjinal oranlar da ilk olarak % 1-%3 puan azalma yapılmıştır. En üst oran % 62'den % 60'a indirilmiştir. Daha sonra en üst oran 1989'dan itibaren % 50 olarak belirlenmiştir. Kurumlar vergisi konusundaki reformlar şöyle özetlenebilir: Çoğu ülkede, vergiden sonra değişik kaynaklar arasındaki verimlilik oranı büyük farklılıklar göstermektedir. Avustralya, Belçika, Kanada, Finlandiya, Hollanda, İngiltere ve ABD'de kabul edilen ya da önerilen reformlar genellikle özel istisnaları kaldırarak, yasal kurumlar vergisi oranını düşürerek ve vergi yükünü kişisel gelir vergisinden kurumlar sektörüne kaydırarak vergi sonrası veriminin düzeyini korumasını amaçlamıştır. ABD'deki vergi reformu yasası; yatırım indirimini kaldırarak, ticari mülke yatırımı teşvik eden vergi korumalarını iptal ederek ve en üst oranını % 46'dan % 34'e düşürerek daha sabit oranlar uygulamaya yönelmiştir. İngiltere'de 1984'te başlayan kurumlar vergisi konusundaki reform, bugün tamamen yürürlüğe girmiş durumdadır. Bu reformla, vergi oranı % 52'den % 35'e düşürülmüş, sabit kıymetlerin çabuk istisnalann ve genişletilmiştir. aşınması stok dolayısıyla indiriminin Almanya ve bu konuda kaldınimasıyla Fransa'da sağlanan vergi kurumlar matrahı vergisi oranı düşürülmüş, Hollanda'da yatınm indirimi kaldırılmış, kurumlar vergisi oranı ile işçi sosyal güvenlik yardımları düşürülmüştür. Dolaylı vergiler konusunda yapılan reformlar şöyle özetlenebilir: Gelir vergisi yükünün azaltılması ihtiyacıyla çoğu ülkede; özellikle Danimarka, İspanya, Portekiz, Türkiye, Yeni Zelanda, İngiltere ve Kanada'da genel tüketim vergilerine daha fazla güven duyulmaya başlanmıştır. Bu nedenle geliri sadece harcandığı zaman vergilendiren tek oranlı bir harcama vergisi tercih edilmiştir. Bazı ülkelerde yeni tüketim vergileri konulmuş, bazılarında da taban genişletilmiş ve oran sayısı azaltılmıştır. İspanya, Portekiz ve Yunanistan Ortak Pazarla birleşme için katma değer vergisini uygulamaya koymuşlardır. AT'ye üye ülkeler arasında oranlar çok büyük farklılıklar göstermekte ve ticarette bozulmayı engellemek için, sınır kontrolleri kaldınlmış, oranlann 1992'den itibaren çoğu mal ve hizmetler için % 14-%20; yiyecek, ısınma ve aydınlanma içinse daha düşük % 4 - % 9 arasında uyumlu hale getirilmesi önerilmiştir. Fransa'nın 1989 bütçesinde Ortak Pazar KDV uyum programının başansı doğrultusunda bir adım sayılacak oran dilimi sayısı beşten üçe indirilmesi önerisine yer verilmiştir. Türkiye'de de gelir vergisine olan bağımlılığın azaltılması için 1985'te KDV uygulanmaya başlanmıştır. Buraya kadar açıklanan çalışmalar sonucunda özetle aşağıdaki gelişmeler kaydedilmiştir: Kamu harcamalannın GSMH'ye oranı düşmüştür. Kamu kesimi büyümesinin ortalamadan daha fazla olmasına neden olan bazı faktörler kontrol edilmiştir. Kamu kesimi işlemlerine daha fazla etkinlik uygulanmış, ve bu işlemler daha sıkı kontrol edilmeye başlanmıştır. Vergi yükünün henüz düşmemiş olmasına rağmen vergi reformlarıyla daha adil, daha etkin sisteme doğru ilerleme kaydedilmiştir. Ancak kişisel vergi oranları bazı ülkelerde hala yüksektir. Vergi harcamalarını elimine ederek vergi tabanının genişletilmesi ve dolaylı vergilerle ilgili çalışmalar henüz tamamlanmamıştır. Çeşitli ülkelerde şu ana kadar genel tüketim vergisinin getirilmesinin mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır. Şirket vergi rejimlerinin uluslararası uyumu henüz tam olarak sağlanamamıştır. Gelişmekte olan ülkelerde vergi reformu nedenleri şöyle özetlenebilir: Vergi reform deneyimlerinin analizi gelişmekte olan ülkelerde vergi yapısının şu özelliklere sahip olduklarını göstermiştir: - Karmaşık-yönetmek ve uymak zordur. -Esneksizlik-büyümeye ve ekonomik faaliyetlerin değişen yapısına cevap vermemektedir. -Etkinsizlik-genellikle göreli olarak küçük bir gelir artışı sağlarken beraberinde ciddi ekonomik çarpıklıkları da getirmektedir. -Eşitsizlik-benzer koşullarda bulunan birey ve işletmelere farklı işlemlerde bulunmaktadır. -Adil olmayan-vergi yönetimi ve denetim seçici ve sisteme yenilenlere yöneliktir (Froot 1991, 22). Merkezi ve yerel yönetimlerin ulusal hasıladan vergi resim ve harçlarla aldıkları pay vergi yükü olarak adlandırılır ve vergi yükü toplumun kamu giderlerini karşılama yükümlülük ve gayretinin bir göstergesi olarak da önem taşımaktadır. Vergi gelirleri kapsamına merkezi ve yerel yönetimlerce alınan vergi, resim ve harçlar; merkezi yönetim vergi hasılatından yerel yönetimlere ayrılan paylar ve kamu kesimi genel dengesine dahil bulunan fonların vergi niteliğindeki gelirleri girmektedir (Maliye Bakanlığı 1990 Yıllık Ekonomik Rapor, 1990, 75). 1980 - 1991 aralığında vergi yükü yıllık ortalama olarak 15.7 düzeyinde gerçekleşmiş ve ortalamaya ilişkin standart sapma da 1.6 olmuştur. OECD ülkelrinin aynı dönemde vergi yükü ortalaması yıllık.% 28 civarında gerçekleşmiştir. ABD'ye Japonya'da vergi yükü % 20 civarındayken. Kanada ve İngiltere'de sırasıyla % 29 ve % 32 civarında olmaktadır (Tablo 5.4.1). Vergi gelirlerinin GSMH'daki değişmelere karşı duyarlılığını ifade eden vergi esnekliği, vergi gelirleri yıllık artış hızının GSMH yıllık artış hızına bölünmesiyle elde edilir. Ülkemizde 1980 - 1991 aralığında vergi esnekliği ortalama olarak 1 civarında olup, standart sapması da .3'tür. (Tablo 5.4.1). Gelirler + kurumlar vergileri toplamının esnekliği de toplam vergi esnekliğinden anlamlı bir farklılık arzetmemektedir. Vergi gelirleri toplamından mahalli idare vergi ve payları ile fonlann vergi nitelikli gelirleri hariç tutularak hesaplanan vergi yükü ve vergi esnekliğine ilişkin grafikler aşağıda sunulmuştur (Grafik 5.4.1,2). Toplam vergi gelirleri içinde vasıtalı vergilerin payı 1980 - 1991 aralığında basık bir çan eğrisi çizmiştir. Dönem başında % 37.3 olan oran, 1988'de % 50.3 ve 1991'de %47.7z olarak gerçekleşmiştir. Dalgalanma değişmelerden daha çok dış kaynaklanmaktadır. ticaretten alınan vergilerdeki Dış ticaret vergileri dönemin başında toplam vergi gelirlrinin % 9.8'sını ve 1991'de % 16.3'ünü oluşturmuştur. Dönemin ilk yarısında toplam vergi gelirlerinin % 60 civanndaki bölümünü teşkil eden dolaysız vergi toplamının payı dönemin ikinci yarısında % 50 civarında gerçekleşmiştir. Buradaki dalgalanmada servetten alınan vergiden ziyade, gelirden alınan vergideki dalgalanmalar etkili olmuştur. (Tablo 5.4.2). Tablo 5.4.1 GSMII, V e r q l nolirlori. ve Verrji GSMİİ (1) Yıl Artış Vergi Gelir. Yilkü (Cari Artış Fiy. M i l y a r Vergi Y ü k ü il) (2/1) T],) Esneklik 1 980 4 4 35 101 . 6 750 84 . 9 16.9 0.8 1 9R1 6554 47.8 1 1 90 58 . 7 18.2 1 .2 1982 8735 - 33.3 1522 27.9 17.4 0.8 27.1 16.7 0.8 22.6 12.9 0.4 1983 11552 32.2 1935 1984 18375 59. 1 2372 198 5 27797 51.3 3829 61 .4 13.8 1 .2 1986 39370 41.6 5972 56. 0 15.2 1. 3 1987 58 5 6 5 48.7 9051 51 . 5 15.4 1 .0 1988 100582 71 .7 1 4232 57 . 2 14.1 0.8 1989 170412 69. 4 25550 7 9.5 15.0 1. 1 1990 287254 68 . 6 45400 77 . 7 15.8 1. 1 1991 453207 57.8 78643 73.2 17.3 1.3 Ort. = 15.7 1. 6 Not: Vergi cjelirleri. Genel Bütçeye qelen miktarlar olup. Mahalli İdarelere ve Fonlara ayrılan payları kapsamamaktadır. Kaynak:Maliye Bakanlığı 0.98 0.27 1 Tablo 5.4.2. Genel Bütçe Yıl Vergi Toplam Vergi Geliri Gelirleri Vasıtasız Gelirden 1980 100 61.8 1981 100 62.7 Tahsilatının Vergiler Yüzde Dağılımı Vasıtalı Vergiler Servetten Toplam 0.9 62.7 27.5 9.8 37.3 64.5 25.9 9.6 35.5 Halve Hizmetlerden Toplam Dış T i c a retten 1 . 8 1982 100 58.7 1983 100 56.6 1.7 60.4 24.5 10.4 34.9 58. 6 26.9 12.3 39.2 2.0 1984 100 56.5 1.7 58 .2 25.4 15.6 41.0 198 5 100 46.3 1 . 4 47.7 28.7 19.4 48.1 1986 100 51 . 1 0.9 52.0 31.0 19.6 47 . 6 1987 100 48 . 9 0.7 49.6 30.6 19.6 50.2 1988 100 48 . 6 1.0 49.6 31.5 18.8 50.3 1989 100 52.7 0.7 53.4 29.9 16.6 46.5 1990 100 51 .2 0.9 52.1 30.1 17.7 47 . 8 İl991 100 51.4 0.9 52.3 31.4 16.3 47.7 KaynakıMaliye Bakanlığı verilerinden derlendi. Not:1982 yılından sonra kaldırılan vergi artıkları,vasıtalı ve vasıtasız vergiler içinde değerlendirilmediğinden toplamları lOO'U vermemektedir. Grafik 5.4.1 VERGİ YUKU YÜZDE 20 18.2 16.9 15 ^ 10 H 5H 80 81 82 83 84 85 86 87 88 Y I L L A R (1980-1Ö91) H TOPLAM VERGİ Y U K U N o t : V » r g i gerirl«ri M a h a l l i İ d a r e l e r * ve F o n l a r a a y r l l a n p a y l a r ! kapa anı a n ak tad ir. K a y n a k ı M a l i y e Bakanligi 89 90 91 Grafik 5.4.2 VERGİ ESNEKLİĞİ 80 81 82 83 84 85 86 87 88 YILLAR (1980-1991) VERGİ ESNEKLİĞİ 89 90 91 cc ^. ^. d 9 22 OJ CO CD d o CM d $2 ^ d co ^. cd t ; CM CD o> LU —1 T- (3 a> a> CC p• oo o ^^/^ (V t-^^'.V Q o -s l9ü o o o c6 CO o 00 CD LU ü c6 r-: î;2 00 O) LU I ^, 9 !İ2 — 00 00 lO 3 CD r ' A ' ' \ ' V ' - * ^ ^ ^V/-^".v CO O) 1— 00 CD CM CD lO o d LO OvJ O O CO O) O d 6 >-Z)NDUJ CX) CM O) O ^. LO 00 CD O 00 O) 00 N _ CO _J ^ < < < H P _l CO CO ^ < < O Qı.O > > H Konsolide bütçe vergi gelirlerinin GSMH içindeki payına bakıldığında, toplam vergi gelirlerinin GSMH'ya oranındaki artışa paralel gelişmenin hem vasıtalı, hem de vasıtasız vergilere ait oranlarda da mevcut olduğu gözlenmektedir. Konsolide bütçe vasıtalı ve vasıtasız vergi gelirlerinin GSMH'ya oranları 1984'de sırasıyla, % 5.4 ve % 7.5 iken, sözkonusu oranlar 1992'de sırasıyla; % 9.0 ve % 9.3 olarak gerçekleşmiştir. (Grafik 5.4.3.). Bir ekonomide uygulanan vergi sistemi iki önemli nedene bağlı olarak kaynak dağılımı üzerinde etkide bulunur; (i) Faktör piyasasında etkisi; (ii) Mal ve hizmet piyasasında etkisi. Faktör piyasasında vergiler faktör fiyatlarını bozarak üretim faktörü istihdamında göreli dengesizliklere yol açabilir. İşgücü üzerinden ve makina ve teçhizat üzerinden alınan vergilerdeki farklılığın ve teşviklerin burada önemli etkisi olabilir. Örneğin, işgücü üzerinden alınan vergilerin diğer üretim faktörlerininkilerine oranla daha yüksekse, bunun mal ve hizmet talebine de önemli etkisi olur. Dolayısıyla vergilerin gelir dağılımı üzerinde bu bağlamda önemli etkisi vardır. Farklılaştırılmış KDV oranlarnın düşük ve lüks mallara düşük ve yüksek oranlarda uygulanması siyasi tercih olarak gelir dağılımını adil kılmaya yönelik tedbirler olarak düşünülebilir. Vergilerin mal ve hizmet piyasasına olan etkisi, aşırı yük olarak adlandınlan etkiye bağlı olarak üretim düzeyini düşürerek arzı kısıcı etki olarak ortaya çıkar. Aşırı yük etkisinin hafifletilmesi bir yandan yüksek vergi oranlarından kaçınmak, diğer yandan vergilerin olabildiğince yaygın uygulanması koşullarına bağlıdır. Türk vergi sisteminin özellikle GV ve KV'nin istisna ve muafiyet hükümleri bu bağlamda gözden geçirilerek gereksiz aşırılıklardan kaçınılmalıdır. Vergilerin ekonomik bağlamda anlamlı uygulanmaları, sosyal adalet ve vergi adaleti mantığına da uymaktadır. Eşit gelir elde edenden eşit, yüksek gelir elde edenden yüksek vergi alınması diğer bir deyişle yatay ve dikey vergi adaletinin sağlanması, yukarıda açıklanan ekonomik olumluluklann da gerçekleşmesi bakımından önemlidir (Batırel 1989, 66). Türkiye'de, ilk başta kanunilik ilkesi anayasa kuralı olarak mevcuttur. Ancak Bakanlar Kuruluna özellikle oranlar ile ilgili verilen yetki yelpazesi oldukça geniş olarak kullanılmaktadır. İlk bakışta bir mali sistem görünüşü vardır; ancak Fonlar, SSK ve Emekli sandığı primleri ile meslek teşekkülleri aidatları sistem dışında kalmaktadır. Vergi sistemi fikri tevkifatlar olayında bozulmakta, örnek olarak KV'den müstesna kazançlar diğer tarafta GV tevkifatına tabi tutulmaktadır. Vergi güvenlik önlemi olarak hayat standardı esası geliri varsayıma indirgemekte, adeta bir servet vergisi veya meslek vergisi halini »almaktadır. Teoride- prensip olarak kabul edilen peşin vergi, yeni işe başlamada hayat standardı esası ile birleşmekte, böylece hiç mevcut olmayan gelirden vergi alınabilmektedir. KDV'de aynı anda çok farklı oranlar uygulanmaktadır. Hukuki düzenlemelerde tedvin tekniğine özen gösterilmektedir. değişen hukuki düzenlemeler tamirat Sık sık mahiyetindedir. Hukuki metinlerin ifadesine özen gösterilmemektedir. Gecikme zammı ve gecikme faizi uygulaması ceza mahiyetine dönüşebilmektedir. Vergi davalarının kaybedilmesi halinde ödenen yüksek gecikme faizi, vergilemede hak arama yolunu caydırıcı mahiyet almaktadır. Zaman aşımında, belge düzeninde ve işe başlama bildirimlerinde olduğu gibi temel hukuki normlardan sapma sözkonusu olabilmektedir. Gerek vergi yönetim, gerekse mükellef kesim sık sık değişen çetrefilli hukuki düzenlemelere ayak uydurmakta zorluk çekmektedir. Hukuki düzenlemeler, idari kesimin tekelinde hazırlanmakta ilgili diğer çevrelerde tartışılmamaktadır. Ücretlerin düşüklüğü kaliteli personel sorunu yaratmaktadır. Defterdarlıklarca verilecek muktezalar arasında norm ve uygulama farkları olmasından endişe edilmektedir. (Batırel 1989, 67-68). Vergi gelirlerinin GSMH içindeki payında 1980 sonrası gerilemeler vardır. Ancak 1990'dan itibaren bir yükselme sözkonusudur. Vergi gelirleri artış hızı ve GSMH artış hızı ilişkisini belirleyen regresyon denkleminin 1967-1987 arası için çözümüyle; Y=10.6+0.73(x), R2=0.7 bulunmuştur (Batırel 1989, 68). Alternatif vergi yaklaşımları iki temel kategoriye ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi, geniş tabanlı ve artan oranlı gelir vergisi + KDV yaklaşımı; ikincisi, dar tabanlı ve nisbeten düz oranlı gelir vergilemesi, buna karşılık artan oranlı tüketim vergilemesi (lüks tüketim) yaklaşımıdır. İkinci yaklaşımda gelir vergisinin hiç uygulanmaması da savunulmaktadır. Buna karşılık bir net servet vergisi uygulaması zorunluluğu vardır. Vergi teşvikleri ancak birinci yaklaşımda ve gelir vergisinin gerçekten geniş tabanlı ve artan oranlı olması halinde verilebilir. Günümüzde gelişmiş ülkeler, geniş tabanlı, ancak artan oranlı olmayan bir tüketim vergisi alternatifine doğru bir reform çabası içindedirler. OECD ülkelerinin büyük çoğunluğunda bu eğilim gözlenmektedir. Ancak bir ülkede gelir bölüşümü ve vergi adaletsizliği endişesinden bağımsız olarak arz yönlü iktisat temelli bir reform hareketi içindedirler. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise gerçek gelir ve özellikle yatay vergi adaleti ilkelerine dayalı bir reform stratejisi benimsemesi zorunludur (Batırel 1989, 69). Türkiye'de konsolide bütçe, mahalli idareler ve Fonların vergi yükleri incelendiğinde OECD ülkelerinin ortalama vergi yükü rakamına oranla hayli düşük bir oran elde edilmektedir. 1980 - 1991 aralığında konsolide bütçe vergi yükü yıllık ortalama 9 15.7, 1984-1992 aralığında Fon vergi yükü yıllık ortalama % 2.9 ve 1981-1992 aralığında mahalli idarelerin vergi yükü yıllık ortalama % 2.4 civanndadır. Toplam vergi yükü yıllık ortalama % 21 dolayındadır. OECD ülkelerinde ise toplam vergi yükü yıllık ortalama % 35-% 40 dolayındadır. Bizdeki düşük vergi yükü GV ile KDV üzerine dayalı durmaktadır. GV ve KDV'nin toplam vergi gelirleri içindeki toplam payı 1985-1991 aralığında yıllık ortalama % 66.4'tür. GV'nin 1980 - 1991 aralığında toplam vergi gelirlri içindeki payı yıllık ortalama % 41.5 düzeyinde iken, KV'nin payı aynı dönemde yıllık ortalama % 11.9 düzeyindedir. KV, 1980 - 1991 aralığında KDV ile arabağımlı bir gelişme göstermeksizin bir çan eğrisi çizmiştir. 1981'de%11 olan K V / T o p l a m Vergi Gelirleri oranı 1 9 8 6 ' d a % 1 6 v e 1992'de % 7 olarak gerçekleşmiştir. (GV + KDV) / Toplam Vergi Hasılatı 1985 - 1991 aralığında ortalama olarak % 65 seviyesinde seyretmiştir. Türkiye'de KDV hasılatı GV hasılatının 1988-1991 aralığında yıllık ortalama % 79 kadarıdır (Tablo B). Türkiye'de dar tabanlı (narrow-based) gelir vergisi yaklaşımı, geniş tabanlı (broad-based bir tüketim vergilemesi sözkonusudur. Servet vergilemesi fiilen yoktur. Vergi dışı bırakılan (kalan değil) büyük bir kesimi olan bir gelir vergilemesi ile ihracat dışında fiilen bütün mal ve hizmet tüketimini kapsayan KDV uygulanmaktadır. Gelir vergilemesi içinde KV'nin payı 1986'ya kadar artış kaydetmiş, 1987'de itibaren düşüş trendine girmiş ve toplam vergi gelirleri içinde KV'nin payı 1992'de %7 olarak gerçekleşmiştir. Kişisel gelir vergisinin hem tabanı dardır, hem de anan oranlılığı zayıftır. Vergilenmeyen kazançlar lüks tüketime ya da özellikle menkul ve gayri menkul servete dönüştüğünde de vergi alınacak tutanaklar (tax handles) yoktur. Türkiye'de 1980 sonrası sisteme yerleştirilen çeşitli düzenlemelerle vergi adaletsizliği körüklenmiş, ağırlık verilen segresif bir KDV ve olmayan bir servet vergilemesi ile zaten bozulan gelir bölüşümü vergileme yoluyla daha da bozuk hale gelmiştir (Batırel 1989,69). Türk vergi sistemi, dar tabanlı GV ve KV ile geniş tabanlı bir KDV'ye dayalıdır. Bu yaklaşımın vergi adaletini ve vergileme yoluyla adaleti bozmaktadır. Bu yaklaşımın vergi adaletini ve vergileme yoluyla adaleti bozmaktadır. Bu yaklaşımın düzeltilmesi için belirli H H H d) > rH H o H CM 00 £ CM LO lO H CvJ H 00 00 Cv! 00 00. O o o o 00 o 00 00 LO 00 00 OD H CM CM CM CM H H (U > U d) >tn (D Q ın 00 CM o B 4J 00 lD cn CC ve CM VD 00 00 00 OM VD CM 00 CM CM OC' CO LO 00 00 00 oo û -H I •H c/>| CD •M CC H > •M 00 H H cr. 00 o CO cn LO lO 00 00 o CM o o •o oc^ o cr o CC 00 I (D un un r- > CM C VO 00 CD O CM o £ d) > H S-J fl3 H rH a ^ H a M CM 00 oo CM 00 cn o a-, CC CM cn I CM o LO o o 00 CO CC lD lO CO CM H O (D 0) H > O o r—I rH O. O o 00 CsJ 00 00 Oj a-, 00 I CCcr-. 00 (T. 00 a-. OC' CC (J) o 00 cr, cr, cr, CM cr. f < sınırlamalar çerçevesinde iki tür reform gerçekleştirilebilir: Bunlardan birincisi gelir vergilemesinde taban genişletilmesi, vergi teşviklerinin sübvansiyonlar haline dönüştürülerek şeffaf hale getirilmesi; İkincisi, dar tabanlı gelir vergisinin regresif etkisini giderecek bir dolaysız vergileme ya da lüks tüketim vergilemesidir. İzlenmesi gereken yöntem çağdaş vergi yaklaşımıdır. Bu yaklaşım bütün bireylerin gelirlerini beyana zorlandığı, gelir -servet karşılaştırması yapan geniş tabanlı bir gelir vergisiyle KDV'ye dayalı bir tüketim verilemesini içerir (Batırel 1989, 70). 1980 programı doğrultusunda, etkinlik kazançları ve bölüşüm nedenlerinden dolayı vergi oranları düşürülmüştür. Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisinin ıslahında sermaye birFkimini ve tasarruf artışını geliştirme hedefleri de vardı. Bu bağlamda bazı menkul kıymetler ya vergiden muaf 1981-1985 tutuldu aralığjnda veya Gelir düşük Vergisi vergilemeye oranları tabi devamlı tutuldu. olarak düşürülmüştür. 1986'da oranların yanısıra vergi dilimleri de gözden geçirilmiştir. Oranların düşürülmesi bütün vergi mükellefleri üzerindeki vergi yükünü düşürmüştür. En yüksek marjinal vergi oranı %75'ten %50'ye ve en düşük marjinal vergi oranı %40'tan %25'e indirilmiştir. Bu uygulamaya ek olarak gelir dilimleri yükseltildi ve ücret ve maaşlar üzerindeki vergi yükünü düşürmeyi amaçlayan belli bir limite kadar vergi indirimi temel mal ve hizmetlerin satınalınmasında uygulanmaya başlandı (Tigrel (DPT 1991), 158, 159, Öner (DPT 1991), 323). Şirket gelirleri 1981'de bütün özel teşebbüs firmalan için %50 oranında konsolide edilmiştir. Takibeden yıl KİT'ler dahil genel oran %40 olarak değiştirildi. 1986'da şirket gelir vergisi (Kurumlar Vergisi) %46'ya yükseltildi. Yine bu yıl, kar payı geliri kişisel gelir vergisinden muaf tutulmaya başlanmıştır. 1985'te KDV uygulaması başlayarak dolaylı vergilerin yapısı önemli ölçüde değişmiştir. KDV, ferdi ve şirket gelirlerini kontrolde KDV modern bir tüketim vergisi işlevi görmektedir. Finansal kesimde de, finansal muamele ve gelirler üzerindeki stopaj vergilerinde önemli indirimler gerçekleştirilmiştir. Faiz geliri üzerindeki stopaj vergisi % 25'ten % 10'a, bankacılık ve sigortacılık muameleleri vergisi de % 25'ten % 5'e indirilmiştir (Tigrel (DPT 1991), 159). Vergi toplamada gecikmeleri önlemek için GV ve KV'de peşin ödeme uygulaması 1986'da getirilmiştir. 1980 sonrası mali sistemde alınan diğer önlemler ve yapılan yenilikler şöyle sıralanabilir: KDV uygulaması ile beraber yazar kasa kullanımının getirilmesi, vergi dairelerinin bilgisayarla çalışır hale getirilmesi (Halen vergi gelirlerinin % 78'i bu tür dairelerce toplanmaktadır), yabancı yatırımcıların daha önceden elde edilmiş mal ve hisselerinin tekrar satışından doğan döviz kuru farkı kazançlarından muaf tutulması, ihracatı teşvik ve döviz kazandırıcı faaliyetler için genelde muafiyet şeklindeki teşviklerin uygulanması, ülkeden sermaye kaçışına yol açtığı için oto-kontrol mekanizması aracı olarak kullanılan servet beyanı uygulamasının kaldırılması, dış ticaret uygulamasının yasal ve yönetsel önlemler ışığında gözden geçirilmesi ile ithal sermaye mallarına uygulanan gümrüklerin düşürülmesi ve dış ticarette fon uygulamasının getirilmesi ile dış ve iç ticaret mallan dengesizlikleri fiyatlannın düzeltmek harmonize için edilmesi, müteşebbislerin ve bölgelerarası işçilerin gelir vergilerinde özel indirim yapılması, 1991'den itibaren de kalkınmada öncelikli yörelerdeki tutulması, yine işçilerin daha düşük vergi oranlarına Doğu ve Güney Doğu'da Olağanüstü tabi Hal kapsamındaki bölgelerde çalışan devlet memurlarına ek parasal katkılar sağlanması, şirketlerin halka açılmaları için düşük vergi oranlarıyla teşvik edilmesi, kalkınmada öncelikli yörelerde faaliyet gösterecek şirketlere vergi kolaylıkları sağlanması. Muhasebecilik, mali müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik ile ilgili mevzuat geliştirilmesi ile daha sağlıklı muhasebe sistemi gerçekleştirmek ve gelir idaresini standardı vergi esasının gerçekleştirilmesi kaçırma GV'ye (Öner ve kaçınmadan getirilerek (DPT adil 1991), korunma, vergileme 322-324). hayat ilkesinin Yine 1980 sonrasında iç borçlanma stratejisi değiştirilmiş, Hazine kamu ve özel şirketlerden borçlanma yerine doğrudan bankalardan ödünç almaya başlamıştır. Devlet memur maaşları yılda iki kez berilenmeye başlanmış ve bu yolla enflasyona karşı korunmaları düşünülmüştür. Merkez Bankasından enflasyona katkıları alınan kısa nedeniyle, vadeli avans kısıtlanmış kullanımlan, ancak sonradan gevşetilmiştir (Öner (DPT 1991), 325). Bir ülkede özel kesimden kamu kesimine vergiler yoluyla ne ölçüde kaynak aktarılabileceği, vergileme kapasitesi ile ilişkilidir. Kapitalist yapılı bir ekonomide bu kapasite GSMH'ya ulaşmadan çok önce, teşebbüs gücü kaybolur, ikame etkileriyl ekonomik gerileme başlar. Ancak otokratik, militarist yönetimli kapasitesi Vergileme yükseltilebilir. ülkelerde kapasitesi refah vergileme düzeyiyle yakından ilişkilidir. Kişi başına ulusal geliri 5000 $ olan bir ülke ile 15000 $ olan bir ülkede sözkonusu kapasitenin ikinci ülkede daha yüksek olma ihtimali vardır; çünkü gelirin % 50'si de alınsa hiç olmazsa zaruri ihtiyaçlar için yeterli satınalma gücü halen bulunmaktadır. OECD ülkelerinde vergi yükü ortalama % 35-%40 oranındayken Türkiye gibi ülkelerde % 15-%20 düzeylerinde seyretmesi bu bakımdan anlaşılır olmaktadır. Vergilerin etkileri başlıca iki alanda değerlendirilebilir. Birincisi, özel kesim kaynaklarını kamuya aktararak özel harcamaları kısması yani dışlama etkisi; ikincisi ise, verginin fiyatlara yansıması yoluyla gelir dağılımını etkilemesidir. Bu iki alanda da verginin artan orantılığı, vergi matrahının yaygınlığı ve vergi tahsilatındaki hız gibi olgular önemli hale gelmektedir. Ülkemizde matrahın yaygın olmayışı, vergi tahsilatında gecikmeler nedeniyle peşin vergi uygulamasının başlatılması ve nerede ise tek düze KDV uygulaması dikkate alındığında, vergicilik olgusunun gerek teorik, gerekse pratik bazda yeterince realize edilemediği ortaya çıkmaktadır 1990,21,22). Ülkemizde aynca enflasyonun likit (HÜİİBF kaynaklann değerlerini eritme özelliğinden doğan enflasyon vergisi geniş kitleler üzerinde ciddi bir yük oluşturmaktadır. GSMH'nın yüzdesi olarak enflasyon vergisi düzeyindedir. 1970-1989 1970-1980 aralığında döneminde yıllık ortalama enflasyonun % 3.6 yüksekliğine rağmen vergi mevzuatında gerekli uyumlaştırmalar yapılmadığı için tüm vergiler değişen ölçülerde enflasyonun bozucu etkilerine maruz kalmıştır (HÜİİBF 1990, 26). Gelir Vergisi mükelleflerinin yükü artarken harcamalardan alınan vergilerin payı düşmüştür. Daha sonra KDV'nin uygulanması, 1981'de GV'nin gözden geçirilmesi, KDV'nin ikame ettiği değerini yitirmiş vergilerin kaldırılması enflasyon tahribatını kısmen telafi etmiştir. Enflasyonun oldukça yüksek seyrettiği ülkemizde, vergi esnekliği de tabiatıyla etkilenmektedir. Öyle ki, doğrusal bir ilişkiye sahip olan vergi geliri artışı /GSMH artışı oranındaki değişkenler, enflasyonun yüksekliği nedeniyle gecikmeler ile uyum sağlamaya çalışmaktadır (Şenatalar (HÜİİBF 1990), 38). Ülkemizde vergi gelirlerinde üç noktada büyük kayıplar olmaktadır: Birincisi, sınai mal ihracatından doğan % 20'lerden her bugün % 15'lere kadar indirilen istisnadır. İkincisi, yatırım teşviklerinden doğan yatırım indirimi uygulamasıdır. Üçüncüsü ise yeniden değerlemedir (Tufan (HÜİİBF 1990), 43,46). Türk vergi sistemi AT ve OECD ülkelerinin vergi sistemleriyle karşılaştırıldığında başlıca şu noktalar tesbit edilmektedir: OECD ve AT ülkelerinde GV matrahının ilk diliminin vergi oranı giderek düşürülürken Türkiye'de yükseltilmiştir (1975: % 10, 1985: % 30, 1986: % 25). Ancak bugünlerde bu dilime ait vergi oranının düşürülmesi için çalışmalar yapılmaktadır (Şener (HÜİİBF 1990) 66, 67). G.V'nin toplam vergi gelirleri içindeki payında Batı ülkeleri arasında bir standart yoktur ve sözkonusu oran Danimarka ve Finlandiya gibi ülkelerde toplam vergi gelirlerinin % 50'sini oluştururken AT ülkelerinde ortalama % 28 civarındadır. Ülkemizde ise GV/ Toplam Vergi % 35-%40 oranındadır. Gelir Vergisinin GSMH'ye oranına bakıldığında,-genelde sözkonusu-oranın yükseldiği görülür. Bu oranın OECD ortalaması % 11.7, AT ortalaması % 11.6 ve Türkiye'deki büyüklüğü ise % 6.3'tür (1984). Ülkemizde sözkonusu oranın büyüklüğü 1980'de % 9.4 ve 1991'de % 7.4 civarındadır. Kurumlar Vergisi gelirinin toplam vergi gelirleri içindeki payında AT ortalaması % 5.4 iken, Türkiye ortalaması 1992'de % 7'dir. KV'nin GSMH'ya oranında AT ortalaması % 2.9, OECD ortalaması % 2.9 iken Türkiye'deki oran 1991'de % 1.57'dir. Sosyal güvenlik vergilerinin toplam vergi gelirleri içindeki payı AT ülkelerinde ortalama % 34 ve OECD ülkelerinde ortalama % 30 iken, ülkemizde % 5 civarındadır. Doğrudan vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payında AT ve OECD ortalaması % 60-% 70 civarında iken, sözkonusu oran Türkiye'de % 40-%50 civarında seyretmektedir. Burada en önemli faktör sosyal güvenlik vergilerinin Türkiye'de çok düşük olmasıdır. Dolaylı vergilerin payındaki yüksekliğin en önemli nedenlerinden birisi de. Fonların vergi niteliğindeki gelirlerinin % 90'ını dolaylı vergilerin oluşturmasıdır. (Şener 1991, 70-75). Tüketim vergilerinin toplam vergi gelirleri içindeki payında AT ortalaması % 23.6 ve OECD ortalaması % 28.6 iken, sözkonusu oran Türkiye'de % 45.3 civarındadır. ABD, Japonya ve İsviçre gibi ülkelerde % 16-%19 oranındadır. Bu durum, sözkonusu ülkelerde KDV'nin olmayışından kaynaklanmaktadır. Ülkemizde uzun yıllardan beri vergi teşvikleri (istisna, muafiyet ve indirimler) ile sermaye birikiminin sağlanacağı görüşü savunulagelmektedir. Uygulama da bu doğrultuda geliştirilmiş olup, ayrıca vergiden kaçınma ve vergi kapsamı dışında kalma yaygınlaşmıştır. Devlet bir yandan bu nedenlerle vergi gelirlerini artıramazken, yatırımlarını öte yandan realize çorap etmeye çamaşır kaynak üretmekten ayıramamış ve altyapı dolayısıyla yatırımların zorunlu ön koşulu gerçekleşmediği için özel teşebbüs gücünün pratiği de gelişmemiştir. Vergilemede adaletin göstergesi olan doğrudan vergilerin toplam vergilerdeki payının yüksekliği Türkiye'de son yıllarda giderek düşmektedir. Sözkonusu oran AT ülkelerinde ortalama % 63 iken, Türkiye'de % 45-% 50 arasındadır. Tüketim vergilerinin toplam vergi gelirleri içindeki yüksekliği ise vergi adaletsizliğinin düzeyini gösterir. Çünkü, gelir arttıkça tüketim vergisinin gerçek oranının giderek azalması ya da azalan oranlı tarifeye uygun olarak alınması düşük gelir grupları aleyhine bir ayırım yapmaktadır. Tüketim vergilerinin toplam vergi gelirlerine oranı AT ülkelerinde ortalama oranındadır. % 30 Vergilemede civarındayken, adaletsizliğin bir Türkiye'de ölçütü de, % 45 gelir dilimlerinden ilkine uygulanan vergi oranıdır. Birçok AT ülkesinde ilk dilim vergilendirilmez. Hatta ABD'de en az geçim düzeyine eşit gelir elde edemeyenlere aradaki fark kadar negatif gelir vergisi ödenir. Ülkemizde ise zaman içinde yükseltilen birinci dilime ait vergi oranının düşürülmesi çalışmaları sürmektedir. Türk vergi sisteminin karşılaştığı temel sorunlardan birisi de devletin bütçe açığını reel vergi gelirleriyle kapatma yerine tahvil ihraç ederek borçlanmaya başvurmasından kaynaklanmaktadır. [Şener 1990, 79). Devlet bu suretle, tahvil satarak bazı vergi mükelleflerinin ödeyecekleri vergi alacağından vazgeçmektedir. Sonuçta ise bazı mükellefler, özellikle Kurumlar Vergisi mükellefi olan bankalar vergi yüklerini % 10'a kadar indirebilmişlerdir. Böyle bir politikanın olumsuz etkisi ise enflasyon oranının artması ve gelir dağılımının bozulması biçimlerinde topluma yansımaktadır. Reform ilkeleri yönünden aşağıdaki düzenlemelerin de en önemli katkısı olabilecektir (Şener HÜ 1990, 82,83): GV ve KV'nin birleştirilmesiyle vergi teşvik istisnalanna ilişkin karmaşık yapı basitleştirilebilir. Vergi, gelirin tasarruflar dışında kalan tüketilen yıllık tutarı üzerinden artan oranlı bir tarifeye göre alındığından, düşük gelirliler için muhtemel olumsuz etkileri minimize edebilecektir.- Genel bir tüketim vergisi uygulamasında eğitim, sağlık ve temel gıda maddeleriyle ilgili harcamalar vergilendirilmediğinden, düşük gelirli mükelleflerin durumu iyileştirilirken, verginin oranı yüksek gelirliler için daha da dikleştirilmîş olur. Batı'da olduğu gibi turistlerin Türkiye'de satınaldıklan bazı mallarla ilgili olarak ödedikleri KDV'nin kendilerine sonradan geri ödenmesi uygulaması getirilerek malların değerinin yaklaşık % 5 % 10'u gibi sembolik rakamlarla fatura edilmesi önlenmeli ve böylece vergilendirilmeyen halı, kilim, oyuncak v.d. rezervler de kolayca yakalanarak gelir ve tüketim vergileri hasılatının artması sağlanmalıdır. Tasarruf gelirleri pozitif reel olmadıkça vergilendirilmemelidir. Ancak finansal piyasalarda oluşan kaynaktan kamu egemenliğinin de bertaraf edilmesi gerekir ki amaçlanan süreç işlesin. Aksi takdirde artan kamu harcamaları, artan kamu borçları ve bu nedenle yükselen faizler ile Merkez nedeniyle Bankası kaynaklarından sağlanan yükselen kaçınılmazdır. enflasyon kısır döngüsüne finansman girilmesi Enflasyon olgusu kendi başına ekonomik hayatta belirsizliklere yol açtığı için enflasyon vergisi gibi vergiler etkin ve adil olmayacaktır. Yapılması gereken, enflasyonun düşürülmesidir. Enflasyonun servet ve gelir değerleri üzerindeki etkileri vergi ödeme gücünü ciddi olarak etkilemektedir. Enflasyon, sadece mal piyasasında parasal satınalma gücünü reel satınalma gücüne dönüştüren bir faktör olarak değil, fakat aynı zamanda faktör piyasasında faktör fiyatlarını ve özellikle bu arada faiz haddini etkileyerek bireylerarası servet kaymalarına ve gelirin zamanlararası yeniden dağılımına da yol açar (Önder (HÜİİBF 1990), 161). Vergilerin yansıması sonucunda nihai yerleşme ile genellikle bireylerin gelirlerini oluşturan birinci faktör, yani bireylerin sahip oldukları veriler etkilenmektedir. Buna, vergilerin birincil etkileri denir (Önder (HÜİİBF 1990), 162). Daha çok gelir vergisiyle ortaya çıkan bu sonuç bireylerin akım halindeki gelirlerini ve / veya stok haldeki servetlerini etkiler. Vergiler oturdukları aşamada, bireylerin zevk ve tercihlerini etkileyerek, piyasaya arzedilen faktör bileşimleri ve kanallarını değiştirebilir. İşte ancak böyle bir ikincil etki sonucunda, vergilerin nihai yük dağılımı hakkında gerçek fikir shibi olunabilir. Vergileri ilk görüntüleri ile değil, fakat yansıma ve yerleşim aşamalarında, gelirin kaynağında ya da gelirin kullanımındaki yüklerle değerlendirmek gerekir. Örneğin bir mal üzerine salınan bir vergi, piyasa fiyatını artırdığı derecede bu malı kullananların gelirlerini kullanım yönünden etkileyecektir. Buna karşılık, verginin geriye yansıtılmış bölümü ise, üretim faktörü sahiplerini, gelirin oluşumu yönünden etkileyecektir. Benzer şekilde, bir gelir vergisi de, sadece yükümlüyü, gelirin kaynağı açısından etkilemekle kalmaz, fakat verginin ileriye yansıtılması derecesinde bir kısım tüketicileri de gelirin kullanımı açısından etkiler. Gelir vergisiyle genel varsayım, bu verginin vergiden sonraki geliri vergi kadar azalttığı şeklindedir. Dolaylı vergilerle ilgili araştırmalarda sıkça kullanılan genel varsayım da, verginin piyasa fiyatlarını vergi kadar artırdığı şeklindedir. Milli gelir hesaplamalarında da, piyasa fiyatlarıyla ulaşılan milli gelirin, faktör fiyatlarıyla vergilerin milli çıkarılması gelir aynı değerine mantığa indirgenmesinde, dayanmakla dolaylı beraber, bu varsayımda, talebin sıfır ya da arzın sonsuz esnekliğe sahip olduğu bir yapıya dayanmaktadır. Ancak yukarıdaki birinci varsayıma çeşitli düzeylerde eleştiriler yapılmaktadır (Önder (HÜİİBF 1990), 162-166). TC'nin kuruluşundan itibaren, 1925'te aşann kaldırılmasından sonra genel bir vasıtasız vergi sistemi oluşturulamamıştır. Aslında TC tarihinin hiçbir döneminde seçmen çoğunluğu vergi mükellefi olmamıştır. 1990 yılı itibariyle 30 milyon civarında olan seçmen sayısı içerisinde GV mükellefi olanlar; 5 milyon, ücretliler, 1.1 milyon götürü vergi mükellefleri ve 1.7 milyon gerçek usûlde vergi verenler olmak üzere toplam 7.8 milyon kişidir. Aslında bu sayının içinde çifte sayım da mevcuttur; gayri menkul geliri elde eden bir ücretlinin ayrıca beyanname beyanname vermesi gibi hükümse bu durumun ile düzeltilmesi çalışmaları yapılmaktadır). tek Bu sayı ayıklanırsa bir hayli düşer. Dolayısıyla, GV mükelleflerinin seçmen toplamına oranı % 25 civarındadır. Resmi vergi yükü istatistiklerinde üç farklı vergi yükü hesabı mevcuttur: İlki, Konsolide Bütçe vergi yükü; ikincisi, Konsolide Bütçe+Mahalli İdareler+Fonlar vergi yükü; üçüncüsü Konsolide Bütçe-ı-Mahalli İdareler+Fonlar+Parafiskalite vergi yükü. Son yıllarda Türk bütçe ve hazine sisteminde görülen parçalanma ya da dağılmaya paralel olarak bu üç resmi toplam vergi yükü kavramı veya bunun esas alındığı vergi gelirleri yetersiz kalmaktadır. Vergi elirleri arasında görünmeyen ve aynı nitelikte olan ilk vergi kalemi mecburi askerliktir. Batıda ücretli askerlik dolayısıyla asker emeği vergilerle finanse edilirken, Türkiye'de bu verginin ayni olarak tahsili vergi yükünün düşük çıkmasına yol açmaktadır. Eğer 800 binin üzerinde olan askere, asker ailelerine yardım miktan olan 382 bin TL maaş verilseydi 1990 yılı itibariyle 800000*12*382000= 3.7 trilyon TL ödemede bulunmak gerekecekti. Dolayısıyla 3.7 trilyon TL'lik vergi ayni olarak tahsil edildiğinden hesaplarda görülmemektedir. OECD ülkelerinden farklı olarak Türkiye'de önemli bir KİT sektörü mevcuttur. KİT'lerin gayri safi ticaret fazlaları, yani toplam varidatlannm işletme maliyetlerini aşan kısmı, ekonomik etkileri bakımından vasıtalı vergi niteliğindedir. Özellikle demokratik döneme geçildikten sonra hükümetler TBMM onayına, yani yasalaştırmaya gerek duymayan ve seçmen nezdinde yeni vergiler kadar tepki doğurmayan bu zam yolunu tercih edegelmektedirler. İşte bu nedenle telefon hizmeti veya elektrik tüketimi Türkiye'de ABD'den daha pahalıdır. açıklarının Yine OECD emisyon ile ülkelerinden finanse farklı olarak edilmesidir. Batıda bütçe bütçe açığı-emisyon ilişkisinde, genellikle açık finansmanı karşılıksız ve faizsiz bir hazine borçlanması şeklindedir. Ülkemizde sözkonusu edilen. Konsolide Bütçe açığının emisyona ve dolayısıyla enflasyon vergisine yol açmamasıdır. Özetlemek gerekirse; Friedman'a göre, emisyon fiyat artışlanna sebep olmazsa, karşılıksı ve faizsiz bir kamu borçlanması, aksi halde nakit balanslar üzerinden alınan bir vergidir. Gerek KİT zamlan (yani KİT faktör gelirlerinin artırılabilmesi) ile döner sermayeli kuruluşların fiyat artışları, gerekse bütçe açıklarının doğurduğu emisyon, sürekli fiyat artışlarına yol açacak karakterde olduğundan Türkiye'de enflasyon, sonuçları ekonomik olmakla birlikte siyasal yönü ağır basan bir olgudur. Açık vergi gelirleri yukarıda zikredilen örtülü vergi gelirleriyle toplanıp gerçek vergi yüküne ulaşmada Akalın'ın (HÜİİBF 1990), 169-180) yaptığı hesaplarında şöyledir: Vergi Yükleri Yıl 1. Konsolide Bütçe vergi yükü 1987 % 15.5 1988 % 14.8 2. Kon.Bütç.+Mah.İdar.+Fon vergi yükü 3. Kons. Büt.+Mah.İda.+Fonlar % 20.7 % 19.7 +Parafiskalite vergi yükü 4. Gerçek vergi yükü % 23.8 % 36.0 % 22.6 % 32.6 (1) Askerlik hizmeti, KİT faktör geliri, Kons. Bütçe açığı / emisyon dahil). Burada vurgulanması gereken iki nokta vardır: Birincisi, altyapı yatırımlarını devlet eliyle yapmaya, sosyal refah devletinin bütün sorumluluklarını yüklenmeye ve sanayisini KİT'ler eliyle kurmay çalışan bir ekonomide % 13-% 15'lik ve hatta % 20'lik vergi yükleri gerçekçi gelmemektedir. Bir başka deyişle, OECD ülkelerinden farklı olarak, kalkınmayı da üstlenmiş bir devletin vergi yükünün bu kadar düşük çıkması, üzerine düşünülmesi gereken bir husustur. Ancak devletin kaynaklar üzerindeki hakimiyeti dolayısıyla GSMH'daki payı dikkate alınınca vergi yükünün düşüklüğü bir nebze açıklığa kavuşmaktadır. İkincisi, Fonların tamamı ve döner sermayeler de bu gerçek vergi gelirlerine katılacak olursa, devlet gelirinin en az 1/3'ünün belki de yarısına yakınının Konsolide Bütçe dışına kaydığı ancak 2/3'ünün TBMM'nin denetiminden geçtiği, geri kalanın ise hükümetin insiyatifinde olduğu anlaşılmaktadır. Mevcut vergi sistemi, vergi mükellefleri arasında ayırım yaparak, tasarruf sahiplerini vergilendirirken, yatırımları vergiden muaf tutmalıdır. Dolayısıyla kaynak tahsisinde etkinsizlik teşvgik edilmektedir. Vergiye direnci artıran ve vergi hasılatını düşüren nominal yüksek artan oranlı tarife yerine , efektif müterakkiyeti pozitif, fakat nominal müterakkiyet yelpazesi daraltılmış bir GV uygulaması önerilebilir (% 5 ile % 25 arasında). Ayrıca ciddi bir asgari geçim müessesesi GV'nin genelleştirilmesinin tepkisi yumuşatılabilir. getirilerek Yani tarifesi daraltılmış ve asgari geçimle güçlendirilmiş, genel bir gelir vergisi tercih edilebilir. Bu bağlamda KDV'nin ve KV'nin tek oranlı ve genel, fakat tepkiye yol açmayacak bir oran ile salınmalan bu vergilerin hasılatını artırdığı gibi, ekonominin arz esnekliği ve aşırı yük konusundaki olumsuz etkilerini azaltacaktır= Örneğin KDV için % 5, KV için % 20 gibi. Kişi başına milli gelirin düşük olduğu ülkemizde vergi yükünün düşük olduğu söylenemez. Aslında enflasyonu hızlandıran nedenlerden birisi de vergi yükünü artırma çabalandır (Akalın (HÜİİBF 1990), 179). Yapılması gereken, yükün artırılması değil, dağılımının adil kılınmasıdır. Çünkü vergi artırmaya yönelik gayretlerin Lafter etkisine yol açmaları muhtemeldir. Kalkınma çabalarını sürdürmekte olan ülkemizde katı ve eski bütçe ve hazine disiplinine uymanın güçlüğüyle, bütçe ve hazine disiplininde büyük dağılmalar olduğu yukarıda da ifade edildi. Dolayısıyla ülkemiz koşullarına uygun Konsolide Bütçe, Fonlar, KİT'ler, döner sermayeli kuruluşlar, parafiskalite kurumları (ve hatta mahalli idarelerin vergi gelirleri) kapsanarak bir devlet bütçesi kavramına gidilerek, bütçe ve hazine disiplininin sağlanması gerekmektedir (Akalın HÜİİBF 1990), 180). Ancak Meclisi ve Sayıştay'ın denetiminde olsa da vergi gelirlerinin % 78'inin toplandığı bilgisayarlı vergi dairelerinin teçhizi sözkonusu Fonlarla mümkün olabilmiştir. Bu da, mevcut sistemin ancak dışına çıkılarak modernizasyonun sağlanabileceği kanısını uyandırmaktadır. OECD ülkeleri içerisinde en düşük vergi toplama maliyeti Türkiye'dedir. Türkiye'de her 100 TL 1.7 TL'ye toplanmaktadır. OECD içinde Türkiye'den sonra en düşük maliyet birim başına 2.5 dolayındadır. Kaldı ki, sözkonusu ülke idarelerin hemen hepsi altyapı yatırımlarını tamamlamış ve maliyetlerinin büyük bölümü personel giderlerinden oluşurken, ülkemizde personel giderlerinin büyüklüğü yatırım giderlerinin çok altındadır. Ülkemizde vergi gelirlerinin % 80'i 10 büyük ilde toplanırken % 4'ü KÖY'den (31 il) toplanmaktadır. Son yıllarda vergi gelirlerinin belli bölümleri belediyelere il özel idarelerine ve fonlara aktarılmaktadır. Bu oran takriben % 17 civanndadır. :% 80'lik bölüm ise Bütçeye gelir olarak kaydedilmektedir (Tufan (HÜİİBF 1990), 224-226). Bütçe gelir büyüklüklerinde yanlış yorumlamalara yol açacak bazı uygulamalar mevcuttur. Kamu kesiminin gelir vergisi veya diğer bir takım kesintileri, bütçenin gider kısmında yer alır ve aynı zamanda gelir kısmında da yer alır. O halde bu reel bir kaynak değildir. Yine KİT'lerin kararları vergi, zararları da harcamadır. Ancak bunun bir de aksi durumu vardır. KİT'ler piyasa fiyatının altında bir değerle mal satışı yaparlarsa, bunu o zaman vergi yükünden düşmelidir. Çünkü yine özel kesime bir transfer sözkonusu olmaktadır. Nihayet, devlet özel kesimle alışveriş yapmaktadır, yani özel kesimden mal ve hizmet almaktadır. Yapılan ihalelerde bir takım alımlarda eğer budevlet kesimine geçen mal ve hizmetlerin değeri bu kendine ödenen paralardan daha düşükse yani devlet bir nevi yütülüyorsa, bu durumda bunun da vergi yükünden düşülmesi gerekir. Dolayısıyla geniş anlamda, ekonomik anlamda bir vergi yükü analizi daha doğrusu reel kamu gelirleri analizi yapılmak isteniyorsa, yukarıdaki unsurların dikkate alınması gerekir. Yani gölge fiyatları hesaplanıp cari fiyatlarla aralanndaki fark bulunmalıdır. Bunun sonucunda şöyle bir ihtimal ortaya çıkabilir. Artılar eksileri götürebilir ve sonuçta yine resmi vergi yükü rakamıyla kalınabilir. Hatta eksiler daha fazlaysa, mevcut rakamın altına dahi inilebilir (Ocakçıoğlu (HÜİİBF 1990) 228-229). 5.5 Konsolide Bütçe Dengesi ve Açık Finansman Politikası Ülkemizde konsolide yüksek bütçe enflasyonun açığı ve KİT en büyük açığının iki nedeni olarak olduğu yaygın olarak söylenegelmektedir. Kamu kesimi borçlanma gereği GSMH'nın % 12.6'sıdır (1991). Konsolide bütçe borçlanma gereği 1980 - 1990 periyodunda ulaşmıştır. sürekli yükselerek Dolayısıyla konsolide 1991'de bütçe, GSMH'nın gelir ve % 7.1'ine giderlennin gelişimlerini inceleyerek, gelir tahsilinde etkinlik ile gider kısıtlamasında etkinlik olgularını ortaya koymak, öneri oluşturmada da ışık tutucu olacaktır. 1980 - 1991 diliminde konsolide bütçe, gider - gelir ve açıklarına ilişkin rakamların GSMH ile ilişkilerine bakıldığında; dönem başında geçerli olan özelliklerin dönem sonlarına kadar istatistiki olarak anlamlılık arzedecek düzeyde değişmediği, ancak 1991 yılında gider-gelir farkının önemli ölçüde arttığı görülmektedir, sözkonusu periyotta konsolide bütçe giderinin GSMH'ya oranı yıllık ortalama % 23.6'dır. Bu ortalamaya ait standart sapma da 2.5'tir. Gider serisi anılan dönemlerde ufak çaplı dalgalanmalar göstermiş ancak 1991'de % 5.3 puanlık bir artışla büyük bir dalgalanma göstermiştir. Gelir serisinin GSHM'ya oranında da belirli bir istikrar sözkonusu olmakla beraber, seri aşağı doğru basılı bir yay görünümü arzetmektedir. Bu dönemde gelirlerin GSMH'ya oranı yıllık ortalama % 20.3'tür Bu ortalamanın standart sapması da 2.2'dir. Konsolide bütçe açığının GSMH'ya oranındaki gelişim de tabiatıyla gider ve gelir kalemlerinin etkileşimlerinin sonucu olarak, bu kalemlerdeki gelişmelere bağlı gelişmeler arzetmektedir. 1980 - 1991 aralığında açık / GSMH oranı yıllık ortalama % 3.3.'tür. Bu ortalamaya ait standart sapma 1.6'dır. Açık rakamındaki en büyük değişmeler 1981 (- % 1.5), 1984 (% 2.8), 1987 (-% 4.0) ve 1991 (-% 7.3) de meydana gelmiştir. (Tablo 5.5.1.a,b). Konsolide bütçe açığına genel bütçe ve katma bütçe yönünden bakıldığında; açıktaki büyük payın katma açığı bütçeden kaynaklandığı görülür. Öyle ki, genel bütçe açığının 1980 - 1991 aralığında GSMH'ya oranının yıllık ortalamsı % 1.2'dir. Bu ortalamaya ait standart sapma da 0.0'dır. Ortalamanın sıfır olması kesin bir ölçü değildir, ancak eğilimi ortaya koyma bakımından bir önemi vardır. Katma bütçe açığının GSMH'ya oranı dikkate alındığında; sözkonusu dönemde ortalama olarak toplam açığın hemen tamamının katma bütçe açığından kaynaklandığı görülür. Katma bütçe açığının GSMH'ya oranının yıllık ortalaması, 1980-1991 periyodunda, % 3.3 iken, bu ortalamaya ait standart sapma da 0,6'dır. Görüldüğü gibi standart sapmanın düşük olması aslında, katma bütçe açığının artış ve süreklilik olarak sahip olduğu ısrarı göstermektedir. (Tablo 5.5.1.a,b, Grafik 5.5.2). Konsolide bütçe gelir ve giderlerindeki yıllık ortalama gelişmeler ve bu gelişmelerin gösterdiği dalgalanmalan, GSMH zımni deflatörü ve GSMH gibi kalemlerle ilişkilendirerek reel gelişmeler hakkında tespit yapmak gelir ve harcamalar yönünden ilgili kuruluşlann etkinliğini ortaya çıkaracak ipuçları elde etmek mümkün olacaktır. Konsolide bütçe giderlerinin 1980 - 1991 aralığında yıllık ortalama büyüme hızı % 58, bu ortalamaya ait standart sapma da 24.6'dır. Dönem içinde gider artış hızında bir istikrar gözükmemiştir. Standart sapmanın yüksekliğinden bu durumu daha kolay anlamak mümkündür. Gelirlerdeki gelişmenin seyrine bakıldığında giderlerdekine benzer değişimin burada da meydana geldiği görülmektedir. Ancak gerek ortalama, gerekse standart sapma yönünden gelir artışları gider artışlarından daha düşük kalmıştır. 1980 - 1991 periyodunda giderlerin ortalama nominal artış hızıyla gelirlerin ortalama nominal bir artış hızı arasında birinci lehine yıllık % 3'lük bir fark mevcuttur. (Tablo 5.5.2). Grafİk5.5.1 K O N S O L İ D E B U T C E GELİR V E GİDERLERİNİN GSMH İÇİNDEKİ PAYI YÜZDE 84 85 86 87 88 89 90 91 92 I 9 9 3 ' t e Fonlar harlc:Gel!r/GSMH.9426.e Glcler/eSMH-%30.0 — GELIR GIDER 1992 ylll tahmin 1993 ylll program hedefidir. 93 Tablo 5.5.1.a Konsolide Bütçe Dengesi GSMH (4) Açık (3) G e l ir (2) Gider (1) Yıl (Gerçekleşme) (eski) 1980 1147552 988227 159325 4435153 1981 1632962 1536448 96514 6553596 1982 1764855 1622165 142730 8735010 1983 2914818 2695633 219185 11551860 1984 4278255 3769963 508292 1 8 3 7 4 8 4 0 11 1985 6493304 5980148 513156 2 7 7 9 6 7 5 7 11 8 3 1 1 4 21 7153602 1157819 3 9 3 6 9 5 0 5 11 1 987 12790981 10444630 2346351 58564782 1988 21446013 17587327 3R58686 100582185 38871230 31368631 7502599 170412370 68354397 56572566 11781831 287254233 132400881 99084246 33316635 454838000 | 19RG 1 1 1 9 9 01 9 R 9 Kaynak:Maliye Bakanlığı, UVT 1991 Tablo 5.5.1.b Konsolide Bütçe Dengesi İD Gelir /GSMH Açık /GSMH Gider /GSMH Y 11 22.3 2 5.9 198 0 Ge.Büt. Açığı/GSMH (M -0.5 -3.4 Ka.Büt.Açığı /GSMH(**) -3.1 1 lorn 24.9 23.4 -1.5 2.1 -3 . 6 1 982 20 . 2 18 . 6 -1.6 1.1 -2.7 198 3 .2 5.2 23.3 -1.9 1 084 23.3 20.5 -2.8 198 5 23 . 4 21.5 -1 .9 1 . 4 -3.2 198 6 21.1 18.2 -2.9 0.4 -3.3 1 987 21. R 17.8 -4.0. -0.7 -3.3 0RR 21 . 3 17.5 -3.8 -0.9 -2 . 9 1 9R^ 22 . R 18.4 -4 . 4 -1.2 -3.2 1 990 23.8 19.7 -4.1 -0.4 -3.7 1 'V)l 29. 1 21 . 8 -7 . 3 -2.2 -4.7 Ort . = 2 3 . (3 20.3 2.2 3.3 1 . 6 1.2 0.0 3.3 0.6 .2 . (•) (• İM H 1 ıı,..• ı JMHT-^TTi-rr ı YI .11 m ı -j'^ l i f i İMk.U.ll-'|\ V. t.,4 1 i V • r i 1 •M i7i'l.>r< ıİMi 1 .-n I' 1 1.0 -0.1 -2.9 -2.7 Tablo 5.5.2 Konsolide Bütçe Gelişmeleri Yıllık Artış Oranları {%) Yıl 1980 Ko.BUt. Gider (*) 81.2 Ko.Düt. Gelir (**) 72.5 Ko.Düt. Açık 164 . 8 1981 42 . 3 55. 5 1982 8.1 5.6 47.9 1983 65.2 66.3 51.9 1984 46.8 39.7 134 . 4 1985 51.8 58 . 6 1986 28.0 19.6 125. 6 1987 53.9 46.0 102.7 1988 67.7 68.4 64 . 5 1989 81.3 78.4 94 .4 1990 75.8 80.3 57.0 1991 93.7 75.2 182.8 Ort. = S.Sp.= 58.0 24 . 6 55.5 23.8 (**)Hazine Y a r d ı m ı g e l i r i h a r i ç KaynakrMaliye Bakanlığı verilerinden derlendi. -39.4 1. 0 82.3 65. 1 Konsolide bütçe içinde genel bütçenin egemen konumuna binaen genel bütçe gelirlenndeki gelişmelenn ele alınması daha bir önem kazanmaktadır. Genel bütçe gelirlerinin 1980 - 1991 aralığında ortalama olarak % 79.8'ini vergi gelirleri oluşturmaktadır. Bu ortalamaya ilişkin standart sapma da 8.3'tür. Standart sapmanın, konsolide bütçeyle ilişkili ortalamalara ait standart sapma büyüklükleri dikkate alındığında, bu denli düşük olması esasen vergi dışı gelirlerin yukarı doğru esnekliklerinin zayıflığını göstermektedir. (Tablo 5.5.4.a,b). Vergi gelirlerinin 1980 - 1991 aralığında yıllık ortalama artış hızı % 56.7, bu ortalamaya ait standart sapma da 22.4'tür. Vergi gelirleri dışındaki gelir türleri olan vergi dışı normal gelirler ve özel gelir ve fonların genel bütçe gelirleri içindeki payı 1980 - 1991 aralığında, yıllık ortalama % 20 civarındadır. Son iki gelir kaleminin anılan dönemdeki gelişimine bakıldığında, çok büyük dalgalanmalar geçirdikleri görülmektedir. Bir yıldan diğerine bir kaç binlik artışlar ve azalışlar medana gelmektedir. (Tablo 5.5.3). Katma bütçeli idarelerin gelirleri bileşenlerine göre incelendiğinde; öz gelir, özel kanun geliri ve hazine yardımı olarak üç kategoriden oluşan gelirlerin zaman içinde çok büyük sapmalar gösterdiği görülür. Öz gelir katma bütçe gelirlerinin 1980'de % 9.1, 1985'te 11.3 ve 1991'de % 2.8'ini oluşturacak sivri bir çan eğrisi çizmiştir. Özel kanun gelirlerindeki dalgalanma çok daha büyük olmuştur. 1980'de katma bütçe gelirlerinin sadece % 4'ünü oluşturan özel kanun gelirleri 1986'da % 19.9'unu ve 1991'de ise % 8.4'ünü oluşturmuştur. Özel kanun gelirlerinin çizdiği çanın grafiği ise çok daha sivri kubbeli olmuştur. Hazine yardımının katma bütçe gelirleri içindeki payı, diğer iki kalem payının gelişmesine koşut olarak aşağıya esnemiş bir yay görünümü vermektedir. Katma bütçe gelirlerinin 1980'de % 90.5'ini oluşturan hazine yardımı, 1986'da % 72.2'sini ve 1991'de % 88.8'ini oluşturmuştur. (Tablo 5.5.4. a,b). Tablo 5.5.3 Genel Bütçe Gelir Tahfi ilatmda Gelişmeler (Yıllık Artı.ş Olarak) {'l) Yıl Ge.Bütçe Toplamı Vergi Geliri Ver.Uışı Nor.Gel. Özel Gelir ve F'on. 1980 73.2 84 . 9 53.2 93.2 1981 55. 1 58.7 -2.3 157.7 1982 5.3 9.6 -18.8 -59.4 1 983 65. 6 48.3 177.1 77 .7 1 984 40.2 22 . 6 -8 . 9 8 9 5.0 198 5 55. 8 61.4 58.7 -53 . 8 1 98 6 15.2 5 6. 0 24 . 8 -71 .5 1 987 49.2 51 . 6 3 6.6 -70.3 1988 69.9 57.2 62.3 4 697.7 1989 79 . 7 7 9.5 98 . 5 49.2 1990 82 . 3 77 . 7 75.0 159. 0 1 991 7 5.0 73.2 -8.2 181 . 5 Ort. = S.Sp.= hesaplandı. 56.7 22 . 4 5.5.4.0 Tablo Konsolide Bütçe Gelirlerinin ( G e r ç e k l e ş m e ) (?>) Yıllar Vergi Ka.BUt. Gideri/ Ko.BUL. Gideri Ko.Hli. Geliri GelıLi / Ge.Büt. To.Gel. Dağılımı /Ko.BU. Gide r i Ko.BÜ. To.Gol. Vergi Geliri /GSMH 19R0 77 76 86 13 17 ] 981 79 78 94 16 18 ] 982 82 80 92 15 15 1983 73 72 ^3 14 17 1 98^ 64 63 88 13 13 1985 68 6^ 92 17 14. 190 6 90 84 86 22 1 5 1987 ^2 87 82 20 16 1988 85 81 82 17 14 1 989 85 82 81 17 15 19^0 82 80 83 18 16 81* 79 75 18 17 1 991 86 79.8 5. 9 8. 3 Kk ()dt.'iiekli Kaynak: Mİ iye Bakanlu^ı verilerinden he.^^.aplandı. Ort. = Tablo 5.5.4.b Katma Bütçe Gelirlerinin [bileşimi (V,) (Gf^-çekleşme) ÖZ Gelir Yıl özel Kanun Gel i n Hazine Yardımı 1980 9. 1 0.^ 90. 5 1 9« 1 9.A 0.6 90 . 0 0.7 88 . 5 10.8 1982 0.7 81 . 9 198/î 11.5 1 .2 87.3 1 985 11.3 9.3 79 . 4 198 3 1 98 6 7. 9 19.9 72.2 1 987 7.0 ]5.0 78 . 0 1 988 6.5 15.6 77 . 9 1 9R9 5.2 17.5 82.3 1 9^.0 3.8 9.1 1 91 l'ayı.Mk 8 . 'I 2. 8 : M 1 1 y'.' B.ikr-jıI h esapi and 1. . 1 1 <j 1 V»; t i l o L 1 M d " I l 87 . 1 Tahsil edilen vergi gelirlerinin GSMH'ya oranında 1980 - 1991 aralığında ters çan eğrisi gözlenmektedir. 1981'de GSMH'nın % 18.2'sini oluşturan vergi gelirleri 1986'da % 15.2'sini ve 1991'de % 17.3'ünü oluşturmuştur. GSMH'ya olan oranındaki gelişmeler dikkate alınınca, vergi gelirlerinin de sözkonusu dönemde ciddi dalgalanmalar gösterdiği anlaşılmaktadır. Vergi elirlerinin konsolide bijtçe gelirleri toplamına oranında da önemli sapmalar meydana gelmiştir. 1980'de konsolide bütçe gelirlerinin % 75.9'unu oluşturan vergi gelirleri 1985'te % 64'ünü ve 1991'de % 79.4'ünü oluşturmuştur. (Tablo 5.5.4.a,b). Konsolide bütçe gelirlerinin konsolide bütçe giderlenni karşılama oranının 1980 - 1991 aralığındaki gelişimde, sözkonusu oranın yıllık olarak % 86.1'lik bir ortalamaya ve 5.9'luk bir standart sapmaya sahip olduğu görülür. Gelirlerin giderleri karşılama oranı bazı yıllar % 94'e yükselirken (1981), bazı yıllar da % 74.8'e kadar düşmektedir. (1991). Katma bütçenin konsolide bütçe içindeki seviyesi, konsolide bütçe açıklannm hemen tamamının katma bütçeden kaynaklandığı gözönüne alındığında, büyük önem arzetmektedir. 1980 - 1991 aralığında, dönemin ilk yarısında ortalama olarak yıllık % 14 düzeyinde olan oran, dönemin ikinci yansında % 18.5 düzeyine ulaşmıştır. Konsolide bütçe açıklarını oluşturmada genel bütçenin de 1980 - 1991 döneminin ikinci yarısında etkili olduğu gözönüne alındığında, her iki bütçe türündeki esaslı açık artışın konsolide açıkların yükselmesinde kümülatif etkide bulundukları görülür (Tablo 5.5.4. a,b). Konsolide bütçe harcamalan içinde 1984 - 1992 aralığında yatınm harcamalarının payı düzeyini harcamalarında sürekli ve korurken, istikrarlı artışlar personel ve faiz meydana gelmiştir. Nitekim 1984'te toplam konsolide bütçe harcamalarına oranı % 4.9 olan personel harcamalarının sözkonusu oranı 1992'de % 11.8'dir (Grafik 5.5.2). :2 C/) o < p o d oc < <o < O X CC < UJ CO o < < O CÛ D: < ILI # in 9 o o .un < CL (/) o X , r. q ı6 00 q d CO q q CNJ 6 CVJ o q 6 T— ••,^,•••,..,7 q O O "^vz/^r q d OC < X 2: O LL < Q 2: >-=)NQlJU CO CD G> Gnfik 5,5.3 KAMUDA REEL ÜCRET 1984-100 YÜZDE 200 150 100 4 50 H REEL ÜCRET Tablo 5.5.5 Memur Maaşlarında Yıl (TL/AY) Gelişmeler Net Maaşta Nominal İşgücü Maliyetinde Artış Nominal Reel(2)' Artış Reel(2) 1980 - - - - 1981 42.8 8.3 0.3 -23,9 1982 37.9 8.1 44.6 13.4 1983 26.5 -3.1 19.5 -9.0 1984 33.0 -10.4 27.1 -14.3 1985 44.1 -0.6 35.3 -6.7 1986 36.8 1.6 35.4 0.6 1987 44.3 3.9 45.9 5.1 1988 59.9 -8.8 65,9 -5.4 1989 107.4 22.3 141.5 42.3 1990 84.4 15.0 96,9 22.8 1991 79.1 7.9 73.8 4.7 1992 96.5 15.2 90,9 12.0 58 27 5 10 56 39 4 18 Ort. = S.Sp.= I 1 Not D A i l e Yardımı, Olağanüstü Hal Tazminatı, Kalkınmada Öncelikli yörelerde ödenen ek tazminat,en yüksek devlet memuru aylığı üzerinden ödenen maktu fazla çalışma ücretleri ve Gelir İdaresi Geliştirme Fonundan yapılan ödemeler dahil değil,Lojman Tazminatı dahildir. Tüm sınıfların ağırlıklı ortalaması alınmıştır. 2) Bir önceki yıla göre reel gelişimi göstermektedir.Reel artışların hesaplanmasında DİE Kentsel Yerler Tüketici Fiyatları Endeksi dikkate alınmış ve 1990 yılından itibaren 1987=100 bazlı endeks kullanılmıştır. Kaynak:DPT 1 1980 1992 aralığında memur maaşlarındaki gelişim incelendiğinde, maaş yükselişiyle işgücü maliyet yükselişi arasında nominal olarak % 2'lik bir farkın mevcut olduğu görülür. Sözkonusu dönemde net maaşın yıllık ortalama artışı % 58 iken, işgücü maliyetinin nominal artışı yıllık ortalama % 56'dır. (Tablo 5.5.5, Grafik 5.5.3). Yine 1984'te konsolide bütçe harcamalarına oranı %2.4 olan faiz harcamalannın sözkonusu oranı 1992'de %6.0'ıdır. (Grafik 5.5.2,4) Faiz ödemelerinin bütçe gelirine olan oranı 1984 - 1992 periyodunda büyük artışlar kaydetmiştir. Dönem başında %15.7 olan sözkonusu oran, dönem sonunda %27.1 olarak gerçekleşmiştir. (Grafik 5.5.5.) Konsolide bütçe açığı, nakit açığı ve nakit açığının 1980 -1982 aralığında, finansman yollannda meydana gelen değişmeler incelendiğinde; merkez Bankası katkısının zaman içinde giderek azaldığı görülmektedir. Ancak, zaman içinde sözkonusu oranda büyük dalgalanmalar olmuştur. Dış borçlanmadan temin edilen nakit açığı kısmında da zaman içinde büyük dalgalanmalar olmuş ve sözkonusu dönemin ikinci yarısında sıfır düzeyinde seyretmiştir. Nakit açığının finansmanında 1980 - 1992 aralığında iç borçlanmanın payı önemli artışlar kaydetmiştir. Nakit açığının 1980 - 1985 döneminde yıllık ortalama % 52'si iç borçlanma ile karşılanırken, 1986 - 1991 aralığında sözkonusu açığın yıllık ortalama % 77'si iç borçlanma ile karşılanmıştır. (Tablo 5.5.6, Grafik 5.5.6,). Nitekim iç borç servisinin bütçe gelirlerine oranındaki gelişimi incelendiğinde; sözkonusu oranın önemli ölçüde arttığı görülür. 1985'te % 16 olan sözkonusu oran, 1988'de % 54.5 ve 1992'de % 61.1 olarak gerçekleşmiştir. (Grafik 5.5.7). İç borçlanmanın vade yapısında kısa vadeye doğru önemli bir kayma olmuştur. 1984'da kısa vadeli iç borçlanmanın payı % 58.5 iken, 1991'de % 74.9 olmuştur. (Tablo 4.10 ve Tablo 5.5.9). 2ö o O) ^ OL (Mz z o -22 - 2 „ CO o» o < I K <N o ^ I \ s\\\ \ \ \\N \ \\ \ \\\'\\ \\\\\\\ \V\\\ V.\ \j LU o I - m K ' lO «o K lO LU .••\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\vAu\\\\\\) 9 o «o in jo vn ef> w o' iW ^ ' o r î cn 00 « o o _v o c O w\v\-\\\\\\A\\\"\\\\\ı o O d CNJ I o q (D 1^ . lO q C6 - oUI oUI Qo o 2 i ^ > - Z ) N Q l U a.<>- N N N Grafik 5.5.6 NAKIT AÇıĞıNıN FINANSMANı GSMH'NıN ORANı OLARAK Yüzde I I I I I 80 81 82 83 84 ' 85 86 87 88 Finansman AraclarI Kaynak-.Tablo DİĞ Boro lo Boro Merkez Bankaöi Diğer 6.6.6 89 90 91 Grafik 5.5.7 ıC BORÇ SERVISININ BUTCE GELIRLERINE ORANı YÜZDE 84 85 86 — 87 88 89 90 91 IC BOR.SER./BUT.GEL. 1992 ylll tahmin 1993 ylll program hedefidir. KAYNAK:DPT 92 93 r: (D ın • ^ ^ 1 CvJ 00 1 00 i I LO o l co fl3 03 o > j cQ o CM LO (D ro «T) I I (NJ I ro H Ch 03 rH I o ro 1 LO cn ro ro cn ro ro ro LO ro o a o 4J OD cn M (D ı Q C D O o o I o •H 03 ro (O M • 03 c o O o o u r: 0 03 -H a) cnj i r: i-O H ::ı: o H e) >^ o I o 00 00 rH O O o3 03 I O o ı ı l > ro ı o ro CNJ I o LO CvJ I i CM o O ! o ı ı ı ro rH ı ı LO i I ı ı ro ! I CNJI LO ^ î O a) H CO cn c\j co cn ro cn I î ^ I co 1 ı ı I oo cn 00 ı 00 I ı lO co cn ı 00 CVJ ı ı I ro (^ f-0 cn ro ı cn •o ^() ro CN I CD i o cn m m CM ro Q ru 1 O 4J lO LO H 4-J O 00 O- O o r cn Ov) 1 ro 1 ı I I ı ı I ı ro cn ^ I ro ı ı OvJ cn ro ı 00 cn o 00 00 00 00 ! cn cnl cn CD cn I cn ı cn cn Tablo 5.5.7 Türkiye^tç Yıl Borç Ortalama Ay 6 3 Faiz Ay Oranları 9 (Dönemlik Ay 1 %) Yıl 1987 10.7 22.6 34.5 1988 13.9 29.0 44.5 62.4 1989 12.5 26.4 42.4 58.3 1990 11.9 24 .5 37.1 52.0 1991 17.1 34.5 53.3 72.1 18 . 6 37.0 Kaynak:Hazine Aylık Göstergeleri 55.0 75.4 1992 Tablo 5.5.1 T ü r k i y e ' d e îç B o r ç (Yıllık Ortalama) Yıl 1987 1988 3 Ay 6 50.3 l.1 Ortalama Ay 9 Faiz Oranları Ay 1 Yıl 50.3 48.3 66.3 63.2 62.4 47.0 198 9 59.8 60. 1 60.0 58.3 1990 56.9 55.0 52.1 52.0 1991 88.0 80.9 7 6.5 72.1 1992 97 . 8 79.0 75.4 87. 6 Kaynak : {{azine Aylık Göstergeleri 47.0 Tablo 5.5.9 Borç Stokunun Vade Yapısı Vade 1991 1990 (%) 1992 1 yıl 11. 8 19.4 25,9 2 yıl 32 .2 14.4 3.1 3 yıl 21.0 13.4 4.4 4 yıl 4.7 2.7 0.6 5 yıl 4.6 4.5 3.2 Diğer 3.2 3.0 24.6 77.5 57.5 61.9 3 ay 6.4 14 .0 23.4 6 ay 9.2 17.3 7.0 9 ay 6.9 10.1 4.7 - 1.2 3.0 22.5 42.5 38 .1 100 100 100 Tahvil Toplamı Diğer Bono Toplamı Genel Toplam Türkiye'de iç borç ortalama faiz oranları Tablo 5.5.7 ve Tablo 5.5.8'de 1987 yılından itibaren yıllar itibariyle verilmektedir. Tablo 5.5.8'den de çok açık bir şekilde görülebilecei gibi Türkiye'de yıllık faiz eğrisi 1991 yılından itibaren açıklanması mümkün olmayacak bir eğime ulaşmıştır. Bu Türkiye'de ekonomik istikrarsızlığın boyutunu göstermesi açısından çok önemlidir. 1991 yılına kadar üç aylık devlet bonoları ile yıllık tahvil faizleri arasında fark 5 puan iken, bu fark 1991'de 9 15.93'e, 1992'de ise % 22.41'e yükselmiştir. Özellikle 1992 programında enflasyonun 1991'den daha düşük olacağı belirtilmişken, nominal ve reel faizlerin devlet taafından yüksek tutulması, açıklanması kolay olmayan bir ekonomi politikası yanlışlığıdır. Ayrıca hükümet uygulamalannın programlardan farklı olması dolayısıyla hükümet programları inandıncılıklannı kaybetmektedir. Türkiye'de borçlanmanın vadesi çok kısadır. Tablo 5.5.9'da görüleceği gibi borç stokunun 1992 yılında % 64'ü bir yıl ve bir yıldan kısa vadelidir. Bu oran 1991 yılı için % 61.9'da kalmıştır. Yukarıda tablolardan görüleceği üzere Türkiye'de devlet çok yüksek reel faizle kısa vadeli borçlanmıştır. Bu borçlanmanın iki zararlı etkisi olmuştur: - Devlet bir borç kısır döngüsü içine girerek, borç yükünün, bütçe açığının yanısıra, yanlış borçlanma politikası yüzünden daha da artmasına yol açmıştır. Örneğin 1992 yılında devlet borçlanmasını, % 35.2 bir reel faiz yerine %: 5'lik bir reel faiz yapsaydı 24 trilyon, eğer % 10'luk bir reel faizle yapsaydı 16.5 trilyona yakın bir tasarruf sağlayabilecekti. Butasarruf 1992 bütçe açığının üçte biri ile yarısı arasında değişmektedir. Yani bütçe açığının yansına yakın kısmı Hazine'nin yanlış borçlanma politikasından kaynaklanmıştır. - Devletin yüksek faizle borçlanması diğer faiz oranlarının da yükselmesine yol açarak yatırımların yavaşlamasına yol açmıştır. Böylece büyüme oranının da potansiyel büyüme oranının altında kalmasıyla sonuçlanmıştır. 1993 yılı başında Hazine'nin borçlanma politikasında faizleri düşürme ve vadeleri uzatma konusunda attığı adımlar bu sefer Merkez Bankası'nm rezerv politikasıyla çelişmeye başlamıştır. Bu da Türkiye'nin 1988 yılı sonundan beri izlediği rezerv politikalarının yüksek maliyetini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Merkez Bankası sıcak para olarak tanımlanan kısa dönemli sermaye girişlerinin faiz oranlarına çok hassas olduğunu belirterek, faizlerin daha büyük ölçülerde düşmesinin kısa dönemli sermaye ve döviz sorununa yol açacağını hatırlatmıştır. Türkiye'nin çok pahalı olan rezerv politikasının bir kez daha gözden geçirilme gereği ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin rezerv sorununun kısa dönem için çözümünde yardımcı olan yüksek faiz politikaları, orta ve uzun dönemde rezerv sorununun sağlıklı çözümü olan geçirecek yatırımların ihracat ve artmasını ihracat engelleyici potansiyelini bir unsur harekete olmuştur. İhracatın artmasını sağlayacak toplam sabit sermaye yatırımları son beş senenin üçünde negatif olarak gerçekleşmiştir. Dünyada hiçbir ülkenin döviz rezervi sorununu % 30'lara varan dolar cinsinden reel faiz oranlarıyla çözmeye gücü ve niyeti olmadığı gibi, yüksek faiz politikalan döviz rezerv sorununu en pahalı şekilde erteleme yoludur. Türkiye rezerv sorununu ihracatını, turizm gelirlerini ve doğrudan sermaye yatırımlarını arttırarak çözmenin yollarını bulmalıdır. Bunun için de borçlanma ve rezerv politikaları "ekonominin orta ve uzun dönemli gelişmesini gözetecek şekilde gözden geçirilmelidir. (TOBB, 1993- 109-11). 6. Kamu İktisadi Teşebbüsleri Analizi Cumhuriyetin ilanından 1920'li yılların sonlarına kadar ülkemizin geçirdiği başarısız liberal ekonomi deneyimi nedeniyle devletçilik uygulamaları başlamıştır. İzmir İktisat Kongresi sonrasında bir yandan özel kesimi destekleyici uygulamalar gerçekleştirilirken, bir yandan da devletin doğrudan yapacağı iktisadi faaliyetlerin düzenlenmesine başlanılmıştır. Bu amaçla 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. 1930'lu yıllann başlarından itibaren Devlet Sanayi Ofisi (1932), Sümerbank (1933), Etibank (1935), Ziraat Bankası, Denizbank, Devlet Zirai İşletmeleri gibi ekonomik örgütler kurulmuş savaş yıllarından sonra 1950 - 1960 aralığında, EBK, TDÇİ, SEKA, TCDD, PTT, DMO, TC. Turizm Bankası, TPAO gibi yeni devlet teşekkülleri kurulmuş ve bu eğilim 1960 - 1983 arasında da devam etmiştir. (YDK KİT 1991 Raporu 8,9). Zaman içinde ayakkabıdan kurşun kaleme, sigara ve içkiden demir-çelik ürünlerine kadar devlet hemen her alana el atmıştır. Devletin bu ^-şekilde gelişmesi ve gerek personel istihdamında ehliyet ve liyakat kriterlerini gözönüne almaması, gerekse özel sektörle rekabet edecek esneklikte iktisadi kuruluşlarını yenileyememesi zaman içinde, kamu iktisadi teşebbüslerini ülkenin kamburu ve ekonomik istikrarsızlıkların başlıca sebebi olmalarına yol açmıştır. özelleştirme, Türkiye'nin serbestleşme politikalarının en önemli ayaklarından birisidir. Ulusal prodüktif varlıkların % 50'sinden fazlası kamu sektörünün denetimi altındadır. Özel teşebbüs firmalarıyla karşılaştınidığında KİT'ler etkinsiz kalmaktadır. KİT'lerin hemen hepsi aynı sorunlara sahiptir: Eskimiş teknolojiler, düşük kapasite kullanım oranları, artan gecikmiş alacak miktarları, kalifiye işçi kıtlığı, aşırı istihdam, karar vermede hükümet müdahalesi nedeniyle kar amacının ön planda olmaması, pazarlama ve dağıtım sorunları, yönetimin sık sık değişmesi ve yetersiz satışlar (Özuygur 1991 2969, Tigrel 1991, 160), 1983'te KİT'lere ilişkin yasal çerçeve değiştirilmiş; piyasa ilkelerine göre işleyen teşebbüslerle, kamu monopolü veya kamu mal ve hizmeti üreten teşebbüsler arasında ayırım yapılmıştır. Birincilere (İDT) daha büyük bir otonomi verilmiştir. 1985'te KİT'lere bahşedilen vergi muafiyetleri, KİT'lerin özel sektörle eşit koşullarda olması ve ekonomik etkinliklerini artırmak amacıyla kaldırılmıştır. Yine 1985'te KİT'lere yeni personel alımında ve yönetsel uygulamalarını iyileştirmede esneklik tanıyan yeni bir personel rejimi getirilmiştir (Tigrel (DPT 1991), 160, 161). Türkiye 1980'lerde başlıca görünüm alanları olarak İngiltere ve ABD'de cereyan eden Neo-Liberalizm rüzgarlarından etkilenmiş, özelleştirme çalışmalarında da bu yönlendirilmeye Özelleştirmenin dayandığı gerekçeler başlamıştır. olarak; KİT'lerin bütçe ve toplam ekonomi üzerindeki yükünün azaltılması ve bu yolla kaynak kullanımında özel sektörün, kamu talebinin azalmasına paralel olarak rahatlaması ileri sürülmüştür. Özelleştirmeyle, kısa vadede mevcut kaynakların özel teşebbüs sermayedar / yöneticileri tarafından daha iyi kullanılarak üretim etkinliğinin sağlanacağı; uzun vadede ise, özelleştirilen fabrikaların piyasa talebindeki değişmelere ve göreli fiyatlara uyum sağlaması ile tahsis etkinliğinin sağlanacağı düşünülmüştür. Özelleştirme uygulamasıyla geniş halk kitlelerine satılacak hisse senetleriyle formel piyasalarda işlem görmeyen, yastık altında tutulan veya enflasyondan gayrimenkul, dayanıklı kaynakların, ulusal yönlendirilmesinin tüketim ekonomi sağlanması korunmak için malları ve döviz olarak içinde daha prodüktif düşünülmüştür. altın, tutulan alanlara (Kjelistrom (DPT 1991), 256). 1986'da Başbakanın başkanlık ettiği bakanlıklararası Yüksek Planlama Kurulu, özelleştirmede hedef gruplar olarak işçileri, mahalli küçük ölçekli yatırımcılan, dış ülkelerdeki Türk işçilerini ve İMKB'deki yatırımcıları sıralamış, ancak yabancılan grup hedefler arasında saymamıştır. Bu yaklaşımda popülist bir vurgu vardır. Halk kesiminin büyük bir kısmına hisse senedi satışının çocukluk çağındaki sermaye piyasasını da geliştireceği düşünülmüştür. devlet kapitalizminin özel teşebbüs Bu transformasyonla kapitalizmine arzulanmıştır. (Kjelistrom (DPT 1991), 257, 258). dönüşmesi 6.1. KİT Finansman ve Harcama Dengesi 1980 - 1991 aralığında toplam kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH'ya göre gelişimine bakıldığında; borçlanma gereğinin hemen tamamının aynı oranda KİT ve konsolide bütçe açıklanndan kaynaklandığı görülmektedir. KİT harcamalan 1986 - 1992 aralığında yıllık ortalama olarak % 54 oranında artış kaydetmiştir. Harcama artışlan alt kalemler itibariyle düşünüldüğünde; en büyük payın maaş ve ücretlerdeki yükselmede olduğu görülür. Anılan dönemde sözkonusu kalemdeki yıllık ortalama artış oranı % 79'dur. Bu ortalamaya ait standart sapma 377'dir. Görüldüğü gibi standart sapma rakamı oldukça yüksektir. Özellikle 1989, 1990 ve 1991'de yıllık ortalama % 112'lik artışlar yapılmıştır. Bunun sebebi büyük bir ihtimalle, özelleştirme kapsamına alınacak KOİ'ye devredilen KİT'lerin ortak bilançodan çıkarılmasıdır. Mal ve hizmet alımlarının gelişiminde büyük oranlı dengesizlikler meydana gelmiştir. Örneğin, 1991 yılında bir önceki yıla göre % 1 'lik artış meydana gelmiştir. 1986 - 1992 aralığında mal ve hizmet alımlarında yıllık ortalama % 48'lik artış meydana gelmiştir. Amortisman ve karışıklıklar kaleminde yıllık ortalama artış 9 85 iken, bu ortalamaya ait sapma 60'dır. Özellikle 1988 ve 1991 yıllarında yüksek oranlı amortisman ve karşılıklar ayrılmıştır {% 137 ve % 138). Harcamaları oluşturan alt kalemlerin toplamı harcamalar içinde yıllar itibariyle gelişmelerin burada da yaşandığı görülür. Mal ve hizmet alımlarının payı 1991'den itibaren büyük bir oranlı düşüş yaşanmıştır. Bu düşüş 1992'de de telafi edilmemiştir. Bu düşüş nedeniyle gerek ücretlerin, gerekse amortisman ve karşılıkların toplam harcamalar içindeki payları da büyük oranda artmıştır. Ancak bu artışta sözkonusu kalemlerin nominal olarak artışları da ikinci etken olarak önemlidir. (Tablo 6.1.1.a,b). Tablo 6.1.1.a K Î T G o l ir vo Marcnmalarıncla Toplam Harcama Yıl M a a ş ve Ücret. 33 198 6 Yıllar İtibariyle Gelişmeler 7\mort. ve K a r ş . Mal-Hiz. Alımı Toplam Gelir () N e t K/Z /To.Geli r 32 25 169 30 6 38 46 6 3 1 907 47 58 47 1 9R8 6-S 52 58 137 60 1 98 9 77 143 74 41 73 1 40 72 -2 1 990 77 100 78 1991 28 92 1 138 4 -25 1 992 53 74 50 32 58 -21 48 27 85 60 49 23 5A 79 Ort. 37 20 ? id t. : (yö ı e V 7, ri r n r. 1 a r ı 11 a ı i. ç L ı L Kaynak:DPT verilerinden hesaplandı. Tablo KÎT Yıl . 6.1.l.b Harcamalarının Maaş ve Ocret. Bileşimi Mal ve Hizmet Alımı (%) Amor tisman Toplam Harcama ] 98 6 11 79 10 100 1 ^R7 12 79 9 100 1 9Rfl 1 1 76 13 100 1 9n9 15 75 10 100 1 990 17 75 8 100 1991 25 59 16 100 1^92 28 58 14 100 Kaynak: DPT verilerinden lıesaplandı. 1 1 Toplam gelirlerdeki artışın gelişimi incelendiğinde, aynı dönemin enflasyon oranının ortalamasına göre yaklaşık 2.6 puan civarında daha düşük bir gelişme kaydettiği görülür. 1986 - 1992 aralığında tüketici fiyatlan yıllık ortalama % 60 oranında artış kaydetmiştir. KİT'lerin kar rakamlarının gelirleri oranlarına bakıldığında; dönemin başından sonuna kadar giderek artan oranlarda kâr düşüşü ve zarar artışıyla karşılaşıldığı görülür. mal-hizmet alımlarındaki Bunun esas nedenlerinden düşüş ve dolayısıyla satış birisi hasılatı artışındaki düşüş ise diğer nedeni de ücretlerdeki, amortisman ve karşılıklardaki yükseliştir. Ancak bu nedenlerin arkasında KİT yatırımlarının büyük oranda düşüşü dolayısıyla azalan rekabet gücü yatmaktadır. KİT sabit sermaye yatırımlarının yıllık ortalama artış hızı 1986 - 1992 döneminde % 44'tür. Enflasyon oranının ortalama % 60 olduğu gözönüne alınırsa, düşüşün büyüklüğü daha kolay anlaşılabilir. % 44'lük ortalamaya ait standart sapma rakamı da 11'dir. Bu da yatırımların yıldan yıla önemli dalgalanmalar yaşadığını göstermektedir. (Tablo 6.1.1.a,b). işletmeci KİT'lerin finansman yollarındaki gelişmelere 1986 - 1992 aralığı için göz atıldığında; finansmanın zaman içinde bazı sapmalar olsa da ağırlıkla bütçe transferlerinden ve dış kredilerden sağlandığı görülür. KİT finansman gereğinin 1986 - 1990 aralığında yaklaşık ortalama % 60'ı dış kredilerden, % 35'i ise bütçeden karşılanmıştır. Ancak 1991 ve 1992'de KİT finansman gereğinin sırasıyla % 82 ve % 69'u bütçeden temin edilirken; yine sırasıyla % 11'i ve % 31'i dış proje kredilerinden temin edilmiştir. Temini gerekli finansmanın anılan dönemde gelişimi incelendiğinde, çok büyük dalgalanmaların vuku bulduğu dikkati çekmektedir. Bir yıldan diğerine 3 katına varan değişmeler meydana gelmiştir (Tablo 6.1.2.). Tablo 6.1.2 İşletmeci KÎT Finansmanında Yıllar itibariyle Gelişmeler (%) Yıl Tem.Ger. Finans. Art.Oranı Bütçe Payı Dış Proje Kredi. Diğer Toplam 1986 16 12 65 23 100 1987 28 30 65 5 100 1988 80 38 60 1989 19 38 49 13 100 1990 30 30 56 14 100 1991 256 82 11 100 69 31 100 1992 Kaynak:DPT -7 verilerinden hesaplandı. 100 işletmeci KİT'lerin personel giderleri ve üretiıjı değerleri ile ilgili veriler incelendiğinde; üretim değerinin yıllar itibariyle gelişimi ile personel giderinin gelişimi arasında anlamlı farklılık olduğu ve farkın giderek büyüdüğü görülmektedir. 1985 - 1992 periyodunda personel giderleri yıllık ortalama olarak % 74.3 oranında artarken; standart sapması da 35 gibi yüksek bir rakam olmuştur. Özellikle 1989'dan itibaren yüksek tutulan ücret zamları yükselişte etkili olmuştur. Üretim değerinin aynı dönemdeki yıllık ortalama artış hızı ise, % 55.7'dir. Bu ortalamaya ait standart sapma 20'dir. Personel gideri kalemi üretim değeri kalemine- oranlandığında; dönem başından dönem sonuna kadar, sözkonusu oranın arttığı görülür. 1985'te % 19.3 olan oran 1992'de % 51.4 olmuştur (Tablo 6.1.3). İşletmeci KİT istihdam giderinin mal ve hizmet satış maliyetine oranı grafik 11'de gösterilmektedir. Bütün KİT'ler dikkate alındığında sözkonusu oranda 1984 - 1992 aralığında sürekli artışlar olduğu gözlenirken; 7 büyük KİT'e ait istihdam gideri/mal ve hizmet satış maliyeti oranı dikkate alındığında 1984'ten 1988'e kadar ufak çaplı azalmalar olduğu görülür. Sözkonusu oran, 1984'te % 28.3 iken, 1988'de % 22 olarak gerçekleşmiştir. Ancak 1989'dan itibaren oranda sürekli yükselmeler meydana gelmiştir. (Grafik 6.1.1.2.a,b). İşletmeci Kİt faiz giderlerinin mal ve hizmet satış maliyetine oranı zaman içinde dalgalanmalar göstererek sürekli artışlar kaydetmiştir. 1984'te % 2.2 olan oran, 1991'de % 13.9 ve 1992'de % 8.6 olarak gerçekleşmiştir. (Grafik 6.1.3). İşletmeci KİT kar ve zararın GSMH içindeki payında zaman içinde azalış yönünde bir istikrar gözlenmektedir. 1984'te GSMH'nın % 4.4'ü kadar olan kar rakamı, 1992'de GSMH'nun -% 2.1'i kadar zarara dönüşmüştür. (Grafik 6.1.4.) 7 büyük KİT için sözkonusu orana bakıldığında; zarara geçme yılının bütün KİT ortalamasına göre daha erken olduğu görülür. Bütün işletmeci KİT'lerde zarar 1990'da başlarken, 7 büyük işletmeci KİT'de 1988'de başlamaktadır. Zarann yaklaşık % 80'i 7 büyük KİT'e aittir. (Grafik 6.1.5). rH Ti •H g -H O -H M • 4-) (U W (U 'tn M M (D (U -.D Û PL. ,H CM o m lO (T» 00 cr> cn rH O CM TH TH O 01 00 TH o CO LO CM CM cn o LO LO n 01 LO LT) TH lO \ 1 1 CD o <^ CNJ •rH H ti •H 0) -H d) o 00 OJ LO 0) 0) •H M O) rH (M C\J S-t Ch cn ro Cl ^, 0) LO CO o LO (ü Q LO LO LO rH rH m cn 01 LO CM ,H 00 Lil cn CM LU cn C7^ CM LO cn LD cn CsJ 01 -a < > H o CO 00 ^ 4 H 1 1 o — •H 4-> d) M İD > rH O rH >^ -H M LO cn 00 cn n Ol m uı 01 o 01 o o ^ 00 cn 01 00 ıH TH 00 00 rH o lO 01 00 cn o LO rH rH cn rH rH . M , .H ^ 4-J ^ ü> H o rH O F^^H <X) (D ^ rH o Ol rH 01 o CNJ 00 rH o 01 00 00 ^ ^ ^ (< OJ (D U X CM d) H CO o o o 1 >ı cr> 00 1 00 rH o rH CVJ CM 1 1 1 o M (D -H o rH ^ a LO Ul CvJ 00 00 \D yo KO O 00 LO (D rQ o s -H Ol u> 0) m d) H d rH d rH d) rH -H 05 -H 03 (J -H M -H M rH d TJ -H H -H H 1^ . 'H 0) 4J M 4J M d) rH d> M -H (ü cn 03 •H E^. o M 4J M d) 1-^ C/^ O EH -H cn 1 > M uy g 1 0) V) rH -H -H UH M O d) > rH L > H d) P:^ .H 1 5H - H d) +H rH -H E-t M W 0) Ol > uy, cn CM o LD >-. H H >ı <ü 4-J rH > ocn -H cn • M rH CO' M H (L) ^ dO m • (D -H U •H CM o O CM cn LO VD LO LO rLO LO ^ y d) rH rH d) x5 N :0 03 a H (DM H rH H OrH o CU c; N a 03 03 :0 03 E-t T5 T3 03 a 03 H TJ H d) X5 ^ C ^ C ^ -1 rH 03 H 03 H 03 d) H in r-^ ^ <-\ rH — o CO >-< 01 (N ^' CO l-O vo CO CO 00 (T* cy^ cn cn E-< Ol û o- .. co co cn >ı >ı Ol H Q, rH a rH 03 03 >ı 03 >ı 03 ^ LO ^ U) M M Md) "— ^ ro CM ^ 0 1 H 00 E-t CTı H Jh cn 0 1 -fH cn 4 H cn -IH d) ^ CM ^ H rH ^ 01 ' CM LO oo 1 " CO (J> o cn cn o cn cn rH cn cn o 03 c >1 03 — y Grafik 6.1.1 ISLETMECI KıT ISTIHDAM GIDERININ MAL VE HIZMET MALIYETINE YÜZDE — ISTIH.GI./MAL H.S.M. 1992 ylll tahmin 1993 ylll program hedefidir. ORANı Grofik 6.1.2.a 7 B U Y U K KIT ISTIHDAM GIDERININ VE H I Z M E T SATIS MALIYETINE MAL ORANı YÜZDE T 84 85 r 1 86 88 — 1 89 r 90 7 BUYUK KIT 1992 ylll tahmin 1993 ylll program hedefidir. KAYNAK:DPT 92 93 Grofik 6.1.2.b 7 BUYUK KıT FAIZ GIDERLERININ VE H I Z M E T SATIS MALIYETINE MAL ORANı YÜZDE 84 85 1992 86 87 88 89 ylll tahmin 1993 ylll program hedefidir. — 7 BUYUK KIT 92 93 Grafik 6.1.3 I S L E T M E C I K ı T FAIZ G I D E R L E R I N I N M A L V E H I Z M E T SATIS MALIYETINE YÜZDE — FAİZ GID./MAL H.S.M. 1992 ylll tahmin 1993 ylll program hadefldlr. ORANı Grafik 6.1.4 ISLETMECI KıT KAR-ZARARıNıN G S M H I Ç I N D E K I PAYı YÜZDE 1 84 1 85 1 86 1 87 1 88 89 1 90 1 r 91 92 93 DONEM KAR ZARARI TRİLYON TL 0.8 1.3 1.1 1.2 — 1.1 1.1 -0.9 -17.7 -16.6 DONEM K-Z/GSMH 1992 ylll tahmin 1993 ylll program hedefidir. -19.7 Grafik 6.1.5 7 BUYUK ISLETMECI KAR - ZARAR /GSMH YÜZDE — 1 9 9 2 y l l l t a h m i n 1993 KıT 7 BUYUK KIT ylll program hedefidir. 6.2 Özelleştirme Uygulaması Yukarıdaki satırlarda sermaye maliyetlerine KİT'lerin yatırım, personel, ilişkin açıklamalardan üretim anlaşılacağı ve üzere; sorunun çözümünde iki temel yöntem vardır. İlki mevcut kurumlann ve personelin ıslahı ve serbest piyasaya ayak uyduracak şekilde reorganize edilmesi, ikincisi ise, bu kurumların elden çıkarılması, yani özelleştirilmesidir. Gerek her alanda uluslararası rekabetin geçerli olduğu globalleşen dünya ekonomisi koşullarında, gerekse gıda ürünlerinden lüks tüketim mallarına kadar tüm ürünlerin ithalatının serbest bırakıldığı Türkiye koşullarında bugün bu kuruluşların rekabet edebilme şansları kalmamıştır. Pazar disiplininden yoksun olarak faaliyet gösteren bu kuruluşlar, kaynaklarını rasyonel ve verimli biçimde kullanamadıkları gibi, üretim kalitesi yönünden de tüketicinin isteklerine' yeterince cevap vermekten uzak kalmışlardır. Bugün bir çok KİT'in istenen verimlilik ve rekabet gücüne kavuşabilmesi için çok büyük yeni yatırımlara ihtiyacı vardır ve bu yatınmlarm, 2-3 yıl gibi kısa bir süre içinde, sağlam finansman kaynakları ile gerçekleştirilmesi zorunludur. Oysa 1991 yılında kaynak-ödeme dengesi 1.7 trilyon trilyon TL'lik yatırım harcaması ile birlikte temini gerekli finansman ihtiyacı 14.9 trilyon TL düzeyine ulaşmış ve gerekli finansmanın % 82'si bütçeden karşılanmıştır. 1992 yılında ise sözkonusu kuruluşların kaynak-ödeme dengesi 7.3 trilyon TL fazla vermesine karşın temini gerekli finansman tutarının, 21.1 trilyon TL düzeyindeki yatırım harcamaları nedeniyle 13.8 trilyon TL düzeyinde kesinleşmesi beklenmektedir. Bu tutarın % 70'e yakın bölümü bütçeden yapılan transferler yoluyla karşılanacaktır. Yine 1992 yılında toplam kamu yatırımlarının yalnızca % 10'u da eğitim ve sağlıl< alanındal<i yatırımlara yönelmiştir. Bu oran, kamunun madencilik ve imalat sanayi yatırımları için ayırdığı paraya hemen hemen eşittir. Asıl olarak KİT'lerin faaliyet göstermesi beklenen enerji ve ulaştırma gibi alanlarda KİT'ler dışındaki kamu kuruluşlannın yaptıkları yatırım harcamaları ise, bu sektördeki toplam kamu yatınmlannın % 30'u düzeyindedir. Öte yandan, özelleştirme programı kapsamına alınan kuruluşlar dışında,Türkiye'de faaliyet österen KİT'ler, 1990 yılı faaliyetlerini toplam 920 milyar TL zararla kapatırken, bu rakam 1991 yılında 17.6 trilyon TL düzeyine yükselmiştir. 1993 yılı programında yer alan verilere göre sözkonusu kuruluşların toplam faaliyet zararının 1992 yılı için 16.5 trilyon TL düzeyine düşeceği, 1993 yılında ise 19.7 trilyon TL olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. İdari sorunları da içeren bütün olumsuzluklar, bu kuruluşları mali açıdan güç durumda bırakmakta ve bugün pek çok KİT ancak bütçe desteği ile ayakta durabilmektedir. Pek çok KİT'in işletme faaliyetleri sonucu doğan zararları, bütçe transferi biçiminde,sermaye, görev zararı ve sübvansiyon olarak Hazine'den karşılanmaktadır. Oysa devlet, KİT açıklarını kapatmak için değil, asli fonksiyonu olan altyapı, sağlık, eğitim ve savunma gibi alanlara kaynak aktarmak, toplumsal refahı en üst düzeye çıkarmak için vardır. Türkiye halen, nüfusunun yarısından fazlası geçimini tanmdan sağlayan bir ülkedir. Bugün bu kesimin gayri safi yurt içi hasıladan aldığı pay ise yalnızca % 16'lar düzeyinde bulunmaktadır. Doğaldır ki, tanmsal üretime destek vermek ve bu suretle milli gelir dağılımındaki adaletsizlikleri en aza indirmek amacı ile kurulan KİT'lerin, ekonomik olmasa da, tarım kesimi istenen rantabiliteye ulaşıncaya ve milli gelir dağılımındaki dengesizlikler ortadan kalkıncaya kadar bu kesime destek vermek amacıyla işlevlerini sürdürmeleri gerekmektedir. Yine aynı biçimde, enerji, petrokimya ve ulaştırma alanlarında stratejik önemi haiz bazı devlet işletmelerinin tümü ile yerli veya yabancı özel sektöre devri düşünülemez. Ancak bunlardan yatırım ve finansman ihtiyacı içinde bulunan bazı devlet işletmeleri için kamu ile yerli-yabancı özel sektör işbirliğine gidilmesi sözkonusu olabilir. (KOİ Başkanlığı, Basın ve Halkla İlişk.Bir.Mayıs 1993). Özelleştirme ile devletin, asli görevleri olan, savunma, sağlık, altyapı, adalet sistemi, eğitim gibi alanlarda yoğunlaşma sağlanması ve bu program yoluyla sermaye, piyasalanna yönelmeyen, gerek yeraltı piyasalarında, gerekse informel piyasalarda işlem gören yerli ve yabancı tasarrufların bu piyasalara yöneltilmesinin sağlanması hedeflenmektedir. Yine kamu açıkları nedeniyle özel sektörün kaynak kullanımında dışlanmaya maruz kalması da ancak, devletin bu denli gereksiz genişlemeden kurtulmasıyla mümkün olacaktır. 1986 - 1991 Dönemi Uygulamaları: Özelleştirme uygulamalannın başlatıldığı 1986 yılından 1991 yılı sonuna kadar geçen geçen dönemde; -21 şirketteki KOİ paylarının blok satışından 402 milyar 314 milyon T L (153.4 Milyon $). -20 şirketteki KOİ paylannın halka arzından 1 trilyon 58 milyar TL (391.4 milyon $) ve - 2 şirketteki KOİ paylarının da blok satış+halka arz kombinasyonu ile satıştan 106 milyar 55 milyon TL (35.5 milyon $) olmak üzere, toplam 1 trilyon 566 milyar 613 milyon TL (580.3 milyon $) özelleştirme geliri elde edilmiştir. Aynı dönemde, İMKB'da yapılan 786.4 milyar TL'lık (281.9 milyon $) hisse senedi artış geliri, 20.8 milyar TL'lik (25.8 milyon $) temettü geliri ile birlikte 1986 - 1991 yılı toplam özelleştirme hasılatı 3 trilyon 634 milyar TL (1 milyar 294 milyon $) düzeyinde gerçekleşmiştir. 1992 Yılı uygulamalan: 1992 yılı içinde, 18 şirketteki kamu hisseleri blok satış yoluyla özelleştirilmiş ve bu uygulamalardan 3 trilyon 105 milyar TL (410.3 milyon $) gelir elde edilmiştir. Aynı dönemde, İMKB'de yapılan 73.2 milyar TL'lik (12.6 milyon $) hisse senedi satışı geliri e bir trilyon 16 milyar TL'lk (148 milyon $) temettü geliri ile birlikte 1992 yılı toplam özelleştirme hasılatı, 4 trilyon 194 milyar TL (571 milyon $) düzeyinde gerçekleşmiştir. 1992 yılı içinde gerçekleşen özelleştirme hasılatı, yıl başında belirlenen 5 trilyon 500 milyar TL'lik özelleştirme gelir hedefinin % 76.3'üne tekabül etmektedir. 1992 yılının en önemli özelleştirme uygulaması, Mayıs-Haziran aylan içerisinde satışa sunulan 11 çimento fabrikasından 6 tanesinin (Çorum, Denizli, Gaziantep, İskenderun, Sivas ve Trabzon Çimento Fabrikaları) blok satışı olmuştur. Toplam 281.246.897 ABD Dolan bedelle blok satışı gerçekleştirilen 6 çimento fabrikasından 5 tanesinin (yalnızca öğütme tesisi olan İskenderun çimento hariç) kurulu klinker kapasitesi ton başına ortalama satış fiyatı 114.4. ABD Dolarıdır. Her bir fabrika için satış bedelinin % 50'si sözleşme imza tarihinde peşin alınmış olup, geri kalan miktarlar 2 yıl içinde libor+2 faiz ilavesi ile tahsil edilecektir. 1993 yılı uygulamalan: Kamu Ortaklığı İdaresi'nin 1993 yılı için bütçelenmiş resmi özelleştirme gelir hedefi, özelleştirme portföyünde bulunan ve 1993 yılı içinde satışı planlanan şirket hisselerine yönelik olarak 15 trilyon TL olarak belirlenmiştir. Bu rakam, geçtiğimiz günlerde revize edilerek 25 trilyon TL düzeyine çıkarılmıştır. Bu miktarın yaklaşık % 15'inin temettü gelirlerinden sağlanması beklenmektedir. KOİ portföyünde bulunan şirketlerden bazılarının yurtdışındaki yatırımcılara satış, blok satış ve halka arz uygulamalarının devamı ile portföyde bulunan örneğin Petrol Ofisi, TÜPRAŞ'ın Kırıkkale ve Aliağa Rafinerileri'nin yanısıra, portföye dahil edilecek olan TEK, Türkiye Gübre ÇİTOSAN Sanayii, Denizcilik İşletmeleri gibi kuruluşların da özelleştirme tamamlanması ile 1993 revize hedefine ve tersaneler ile işlemlerinin kısmen ulaşma imkanı yakalanabilecektir. 1993 yılında bugüne kadar 9 şirketteki kamu payı blok satış yoluyla özelleştirilmiş, bu şirketlerden NETAŞ'ta ayrıca halka arz işlemi gerçekleştirilmiştir. SEK ve YEM A.Ş.'deki bazı varlık ve tesislerin satışı da dahil 1993 yılı özelleştirme hasılatı, temettü gelirleri ve satış sözleşmesi imza aşamasında olan 1 şirketle birlikte toplam 3.6 trilyon TL. (376 milyon $) düzeyine ulaşmıştır. 1993 yılında, SEK A.Ş. ve Yem San. A.Ş.'nin satılamayan tesis, iştirak ve varlıklann satışı hakkında KOYK kararı alınmış ve bu doğrultuda blok satış ilanları çıkmaya başlamıştır. Bunun yanısıra, 1993 yılı uygulamalarının devamı olarak KUMAŞ, TELTAŞ ve Adıyaman Çimento için ilana çıkmış olup, TESTAŞ, KÖYTAŞ ve ORÜS ilk aşamasına gelmiş bulunmaktadır. (KOİ, Basın veHalklaİliş. Bir. May. 1993) Kamu Ortaklığı İdaresi yaklaşık 7 yıllık özelleştirme tecrübesine dayanarak, özelleştirme bütünleştirilmesi, uygulamalanyla uygulamada karşılaşılan ilgili mevzuatın sorunlann giderilmesi amacıyla yeni hükümler getirilmesi ve KOİ'nin kuruluş ve görevlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin bir dizi mevzuat çalışması yapmıştır. Başbakanlık makamına sunulmuş bulunan ve özelleştirme mevzuatının yeniden düzenlenmesine ilişkin konu taslağı ile; * Özelleştirme uygulamaları ile ilgili olarak çeşitli tarihlerde yürürlüğe giren kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde yer alan hükümler tek metin halinde toplanması, * Özelleştirme uygulamalarının çeşitli aşamalarında farklı kurulların (Bakanlar Kurulu, Yüksek Planlama Kurulu, Kamu Ortaklığı Yüksek Kurulu) yetki sahibi olmasının uygulamada yarattığı zorlukların giderilebilmesi bakımından yetkiler tek bir kurul'a (Kamu Ortaklığı Yüksek Kurulu) verilmesi, * Başbakanlığa kanunlarındaki İdaresi'nin bağlı diğer düzenlemeye teşkilat yapısı kurum paralel ve ve kuruluşların olarak personel kuruluş Kamu Ortaklığı rejiminin yeniden düzenlenmesi, * Özelleştirilecek kuruluşların kapsamının genişletilmesi ve 32.91 Sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine ek olarak KİT statüsünde olmayıp, hisselerinin tamamı kamuya ait anonim şirketlerin ve bunların varlık ve iştirakleri ile Hazine'ye ait varlık özelleştirilmesine ilişkin hükümler getirilmesi, ve kamu paylarının * özelleştirme yöntemleri belirlenerek bunların uygulanmasna yönelik aynntıların çıkanlacak yönetmelikle düzenlenmesi ve ayrıca KOYK'un özelleştirme yöntemini belirleme yetkisinin KOİ'ye devredilebilmesi, * Kapsamındaki kuruluşların özelleştirilmesine ilişkin kararlann uygulanması hususunda, bu kuruluşlann yönetim kurullannın KOYK tarafından yetkilendirilebilmesine ilişkin hükümler getirilmiştir. (KOİ, BHİB, May. 1993) Ayrıca; * Özelleştirme kapsamına alınan kuruluşların ana sözleşmelerinin KOYK tarafından onaylanmasına kadar eski statülerinin devam edeceği hususu düzenlenmiştir. * Özelleştirme uygulamalan sırasında ve özelleştirme sonrasında alıcılara, KOYK tarafından belirlenecek esaslar çerçevesinde teşvikler tanınabileceği öngörülmüştür. Özelleştirme arttırımlarında kapsamındaki getirilecek kuruluşların, aynı sermayeni kuruluş ve KOYK'un sermaye onayladığı miktarının Türk Ticaret Kanunu'nda öngörülen şartlar aranmaksızın şirket sermayesine katılabileceğine dair hüküm düzenlenmiştir. * Özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşlarda kamu payı % 50'nin altına düşünceye kadar bunların Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu tarafından denetleneceği hükme bağlanmıştır. * Özelleştirme kapsamındaki kuruluşlardan mali durumlan zayıf olanlann durumlannın iyileştirilmesi ve bu suretle özelleştirme uygulamalarına hız ve verimlilik kazandırılması amacıyla bir "Borç Tasfiye Fonu" açılması, bu hesabın KOYK kararları doğrultusunda 225 KOİ ile İş ve İşçi Bulma Kurumu arasında düzenlenecek protokolle belirlenecek usûl ve esaslar çerçevesinde İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü vasıtasıyla gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. * Özelleştirme kapsamındaki kuruluşlarda 657 sayılı Kanun'a tabi olarak çalışan personel ile 399 Sayılı KHK'ye tabi sözleşmeli personelin statüsü ile ilgili yeni düzenlemeler getirilmiştir. Özelleştirme kapsamındaki kuruluşların kullanım ve tasarruflarında olup, mülkiyeti Hazine'ye ya da diğer kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan gayrimenkullerin, özelleştirme kapsamındaki kuruluşla birlikte özelleştirilebilmelerini sağlamak amacıyla doğabilecek hukuki sorunların çözümü için özelleştirilecek kuruluşa devrine ilişkin hükümler getirilmiştir. * Ayn bir mevzuat çalışması, 506 sayılı Kanun'un Sosyal Yardım Zammı başlıklı bölümünün değiştirilmesi amacıyla yapılmış olup, bu düzenlemeler Sosyal yaptığı düzenlemelerle yasal Sigortalar Kurumu birleştirilmek Genel Müdürlüğü'nün üzere ilgili kuruma gönderilmiştir. Bu düzenleme ile "SSK tarafından hak sahiplerine ödenen sosyal yardım zamlarının kamu kurumlarınca SSK'ya ödeneceğini" hüküm altına alan 506 sayılı Kanun'un ek 24. maddesi, ilgili kurumun özelleştirilmesi halinde izlenecek usulü açıklığa kavuşturacak biçimde değiştirilmiş olacaktır. * Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanan, "Rekabetin Korunması Hakkında Kanun Tasarısı" üzerinde İdaremizin yaptığı çalışmalar tamamlanarak ilgili bakanlığa iletilmiştir. Özelleştirilen kuruluşun tekel durumunda olması ve özelleştirilen kuruluşların belli sermayedarların eline geçmesi halleri ile ilgili olarak, sözkonusu kanun tasarısı ilgilendirmektedir. özelleştirme uygulamalarını doğrudan 3417 sayılı Tasarrufların "Çalışanların Tasarrufa Değerlendirilmesine Dair Teşvik Kanun" Edilmesi ve çerçevesinde Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı'nda, her ay itibariyle biriken paranın bir bölümünün ayrılarak ayrı bir hesapta toplanması ve bu hesapta birikecek meblağın, menkul kıymetlerin alım ve satımı yoluyla değerlendirilmesi hususunda Yüksek Planlama Kurulu'ndan karar istihsali için Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı'na yazı yazılmıştır. Bu miktarın, özelleştirme kapsamındaki karlı ve büyük KİT'lere, özellikle performansı iyi şirketlere ait sağlam ve getirişi yüksek hisse senetlerine yatırılması suretiyle sermayenin tabana yayılması, sermaye piyasalarına derinlik kazandırılması ve en önemlisi tasarruf sahiplerinin gelirlerinin sabit getirili kıymetlere bağlı olmaktan kurtarılarak daha yüksek oranda nemalandırılması söz konusu olabilecektir. (KOİ, BHİB, Mayıs 1993). Aşağıdaki tablolarda, özelleştirme programı kapsamına alınan kamu iktisadi teşebbüsleri, blok satış yoluyla özelleştirilen kuruluşlar halka arz yoluyla özelleştirilen kuruluşlar ve yarım kalmış tesislerden satış işlemi gerçekleştirilenler ve defter değeri üzerinden devredilenler ile ilgili veriler detaylı olarak sunulmuştur. Veriler kamu Ortaklığı İdaresinden temin edilmiştir. (Tablo 6.2.1,2,3,4,5). s . _ j O ^ C O O < N . O T - C M , C 0 o I - ^ co o ^ cö 8SS8 § S; S8İ^S ,Ş . .S , 0 0 0 0 0 0 0 KT'^tMCO • . , 1 - C D O O C O < < < -I < < uy c/ko _l z> CC Z < z -I < < z < co D. < <5: ,§5,1 O s- Ilı I i ?l! | 5 LU lifi <• l-'^oo B-J o w p .>-•> 'îlı-d^llll|; .C0WaH-l-l-l-HH3. mmmtmMâ r^u^cooc3îLor^cooı^T—T—-^ooooLoooc\ıoco^ı^ıocor^T-c\ı coocDqc\jOT-T-qoq'«:r^coqqoqoqor^c\j < CXD CO oCJÎ o o cn o 1^ 00 (3) CD o o _ o o coo o 00 00 CO dcdcJCD un o CO cn CD Cü o (X) o I^OÎ-^OCOt—OOOOLOLOCMOOOOOOOOOOOC\lCOCDr^aDr^COC\J-ı-CO •~ o o o cü CD od LO od CO CD LO CD 1^ o cn o CO •^T-T-hlo^rt-r-o q q q O o î CO'«t O iT) CO CO CM o î 00 CO cn o T- o -«t 00 o LO -«^l- LD CO cn Cû ın r^cöcM-r-: : ) o d r - : CD CO^ COCOIOt-^ T-"od O J ^ I ^ T - ^ C D C D - r ^ lO co T-TCOCMCVjlT-TCD T- ^ cocno CT) f3 ^ II o CO LO cn cj co o o LO q LO r-. r-CD cu CD evi o cn cn OJ o LO C\l lO Sevi CM CM-vf Siocdt-^ ^ cn o CvJ LO !^ LO cd CD ^ LO LO o LO LO CM "5 o _ı — I— M 3 JSîSîSîS!^îSîSSSîSSS5?2î22?5?"^"^'^ cc •^1 cmcmcmcmcvicmcmcvicviojcmcmcmcvjcmcmcmcocococo i ^^CgCMCÎCMCMCMCM^^^L ^.ic:;C::;:^3::!:::-ocMLoıo!f)io!oıpıp ^S^^ocM^^o5^^^^o5o5a)o5îocooŞoîi^ooo Z 3 arcı I c/3 0 0 0 LU LJUZ_J LU N OocOOniLiJx^^x^irc o LJ- LL ^ İT Z LU tu "'S-i S - i ^ LU III 1 İli I Ills I Ci-bî < c/3 cEcroc <<^< )0 C/)^<l3 2 o —J o >^ Jilt 0 0 0 0 0 =>q<^|ı^)qcoQqqqcocococJ)COoooQOOcgoocoo•.-coc7)coot^QQQ \< ^^2îv^$SDiS^SS°22H2^2?9°2?2?^oocJocT)T-r<cdoîC3CDcd'^^ •Ş _-.-= .2? •T-T-TtLOCO'^CvJOOT-T;fCO'«tT-CnC3îCnC3îCOCOCOT-^LOT-CM'>^COO^T-COCO^CnT-ı-T^ CD o Cû occ-i<0 2 ^ jS D o CO o o o o o o o o o CO CO LO o LO N. _ ^ . ^9<^<^<^«^^qqqCD^<^<^'^<^O-^C00>C0OI^QQQQ^OC0o "^"^2îy^!^S59°22!5"«^oo<^<^c>t»ooo)cj)r^coc3îocDco'^coıOOTooooocD-r^oo ı-ı-^lOC0^CM00T-'^CO-;fı-C7îCna)CJîCOC0C0-r-T;f^-r-CVl^C0Oîı-COCO^O>T-T^ LJü^^pO CO 2C/3C/3 2 : 3 LU 2 C/3 O C/D < Z < C/)<DC CCDC"- CL Z) ^ LU ^ o9= DC < i J u O LU < ^ Q O = = > DC < CC c g c q c / d c û : ^ < Z ) < o u j ^<cûCL(n<\-00 I f Î E î o o I § 1 CC LU 0.> LU O < < < 1|İ55| i ilişil İPiİP ^ Milli T- CM co T CM ouSocdoLncor^-r-^cocvJuScncrJr^cvJ a : > o o : ) c o L O C D c o ( > j c D r ^ c D a : ) 0 - » — " ^ o o t — O-ı— COOsir^I^cqa5T--;Cr)T—;r^CJDOSJCJ)CD-ı-; COCOAICXDR^UDR^ oi> l o c^J U D lo CO c o T — LO T — Tc\ı T— isi co CD cd CO oo ay, "cB M E CC ^ cr —1 < o o o o o o o LO o o o c d CO LO OO C Û c o OD CO o OO L O o o o 05 LO CD L O -.— O O C75 0 5 1 C D CZJ C O C O> L O C\J < CO CC LO LO ^ LO cjj T- o o o o CZ) o C5o LO o H-- L O o C\J CO T ^ CO LO OD C^Sİ CO CO o o LO CNJ 1— OO C7D o o o o LO r--. CD co o o o o o o o o o o o o o CD c o CD c d CD o LO o o o o LO C\J CT5 T-_ o o o o o o L O O D C\J 0 5 'VT C D C\J C M CX) 0 5 C\J -I— •T - O O CJ5 CD OD ( CD LOTCM co ^ o o o o o CZ3 CD c d o o CD c q oJ C7) CO O cz> O Q LO LO L O C>SJ ;§ c\3 o LO Ö5 < OD ez 05 CD LO CM 05 ZD UÜ _J "cc - i < CC < O O O O O O O O O O O t — T-T-3— 3-3-3COCT3CJ5C75CDC75CTD05CT)CY505CJ5C75CT5C73C7JCJ3 CDCJ)CDC75CJ5CJ5CT5C75CY5CDCJ)CDCDCNCJ)CDC75 E O < "I— m < >- o >- CC < < Ç § o co »- O C O C O O O L O C O C O C O C O L O C O C O O t — C O C N J L O 's- ooîoocoovjoo-ı—co^LQ"r-;T-;^LQCQCDOQ C\JO«JLOCDCDR^T-^CNJLD-r-^l^r^CDCMT-^^CD CM T - T — CO CM T--!— CO =^ ^ e "05 lî 05 .E 05 E fes 5 LU < ! <Q < ^ — O L O C M C D C M I ^ I ^ T — C O < ) C O CM CM CM O C 0 C 0 L O " ^ C T 5 0 0 C \ J C M < ) 00 O O CO h- O O T — C -O C -O C-> _j V JO ^ ^, O •C O• O O O C O ^ C 7 5 C 7 5 C J 5 C 3 5 C O O ^ ^ T - C O - ı — C J Î C O ' ^ ^ O C M C M ' V R - R - O O C M •I— O -1— c\3 C\3 1 g;^ G- o < CC CD co =^ < -S8 "cBıO CT3 Cii5 B=.LO COCO CO CD 0 CO < < CD LU < < O LU < CD T3 " O C15 CD o a > _ j s>ûCx<ci3<Q.tt: O — J CCCC o I = i -12 co . i Ş lî c^ -£= -S E z: cn îo2 CO jz: co« < LU o ^ < n i Q Q-=.t=:ZD UJ CD Cı. COO CO C\3 CD P CC— O 00 o a> o CD d c\i « 8 0CM0 §^ G) CO oö cr < O o O CD o IT) CM CM o §§ Cfi CM O O O CT) LT) Cû T-^ O CD cn CD ^ -i- CO aS CD CD CO 1O) CO CO CM cn 00 o 0 0 1-' CO 0 0 00 r^' 0 0 CM CM CM CvJ ^ Cvl CD 1- CO T- O CD CT) -r^ CD O Cvl ay o CD CO CO LT) O s. O. o o CD O o oo"o" N \n CO Ln CO CD m cr> CO 0 0 X §s §§ o" O o o § 00 Oi Ö ZD o o o ^ CM o r< LO ^ CO CM 5 o o CD O" O IT) O LO ^"oo" CM CO ^ " uri" o CM o _J CC CD 00 CM r^" ^ CD CM O CD CD CD o CO o o LT) CD 00 -sf IT) LO CM CO CO CD CD m T- CO CM LO ^ -r^ o -sT 00 o 1^ cJ o o LO O o o CD O CD CD CD -r- o 00 o CO CD tCO CD CM CM -.00 00 LO CM 'sT LO Cvl 00 lO 00 00 q IT) CM i n CO 00 I D in IT) CD LO 0 0 CM CO LU =! "cc CO ^ 'h- IS LU T- CO a> It _J _J LU N I^ < O < CC < -J < -J > < 6. o CO < N < Co O 8 'cn h- 'cr LU -J LLI 1^ < E < LU —I E -J O CD N 2^ O o CO < İl =f o >• N LU Q UJ -VCD Co E CO _ca £ CO 2 iil ^ sil o o r-. 00 CT) LO CO I CM O TCM r-" T- 0 0 sCD CD CO LO LO CM LO 1- CO IT) od CM O LO LO p CM < ÛÛ + N CC < o o CD CD ai od Gi ^ < ILJJ < X < o o o CT) CO o o cd CM CM 00 crj 1 ^ CT)0 0 LO o CD LO od -r^ O) LO o CO CM LO ^ CM o o o o CT) CT) ^ CM ^ -D — CD 0 0 îp- " i 5 ; ?2 :e O — OJ O CO CO CO cr "cr o5 CD •TT "cÜ < t: "tÖ 0-9 c o < o > Cü X UL m LL ' • o < h- < " C O > < C O _ I < C Ö ' N ^ l u ^ ^ coO=5 cöOlu c o o < o a 3 < c o o X C Û ^ X C Q Q - X C Û İ - C Û X ^ X C Û ' •— ' ' => ' ' LU ' ' LU ' ' • — ' ' z o 2 o •S O-^t^-srt^CMOOCO.M Lf5 CD T-; 3 UJ ° ^ LTİ c o c o oo" c o c x » c \ J h - c o c o c \ J c o cn r^co-ı—co-ı—CO'^CO-QJ 03 co" «D OCJ -r-^ E LU Qcocor^i—•^r^r^co CÛ co CTT T-^ co •s LU - J > . • — O O C O O C O ı — COh-.ü mp! oocvicöcdcdc3-r^i5 r^cj)LOT-coLOT-ooa> ----o o o o o o o o to g cvi LO CD CQ >, 1-^ co o un CD cn c o od -I— LU o CC LU CD E Q a: LU M •— r ^ r ^ L o c D c o r ^ c D C -I— oo oo oo o o oo oo oo ç :=) c/> •= oo oo c ÖSS f a : "E LU )CD LU Q 5 cr LU co tz a: 2^ <-i.^ ÛC LU _J CO co LU hCO" _^ E n ? t=i^<n-iP — — C 3 - j ^ îO" :0 * ^ "cd !0 Q3 03 i „ V.- "co p cr CD .\ LU Q LU i E 1ö > ^ >< ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ LU h" CO" < ii illllii ^1 ^ - S ^'^ • 03 ^ W s - 1« l i f i sil — ~ >. m 03 .-t^ J iît Ji*: ^ •£ c= c o £= as co > - n3 CO cC > ı cr 03 03 •e c - e î^-es ^i*:: E 03 CT3 03 Q3 E ^ E S,E^ = uu :_> .-3 CÖ ••=> ==3 03 CO EE EE^v^ 3 :=3 :I3 03 LU D CO CO CO H - CO H - S CO CO CO I—CO I—CO 1— 15 7. Fon Analizi Fon, belirli bir amacın veya birbirine yakın amaçlar grubunun gerçekleştirilmesi için belirli kaynakların toplandığı ve harcandığı, bütçe bağlantılı veya bütünüyle bütçe dışı kamusal nitelikli özel bir hesaptır. Bu tanım, ayrı harcama usûlleri olmayan ve bütçe yasasına göre işleyen "bütçe içi fonları" dışarıda bırakmaktadır; bununla birlikte bütçe içinde işletilen bu tür hesaplara "fon" denilmemesini de önermemektedir. Ancak bu tür fonlar bu çalışmanın kapsamı dışında tutulmaktadır. Esasen bunlann 1980'ler Türkiye'sinde önemi kalmamıştır. (Oyan ve diğ., 1991, 8) Toplam fon sayısı, 28'i üniversite araştırma fonu olmak üzere 107 adettir. 1993 yılında fonların 62'si bütçeye alınmış, 67.9 trilyon TL'lik c\j co O 00 LO CM < CO O) CC LU Q • 1^ LO CD CÛ od C\J• O) ^" d c\i o5 ^ "o LU LO r-. T-; C3) LU IQ Z CM T- cJ eri CD cd f< cü CM d LO CO ^ CD CM T- CM ^ CM g CD ö o LU -J oc H Z) UJ o Ü i£ z : o m < O z Z) Z) O o: LU Q < < CC 3 CM < < o o LL ^ LU H- > O -ı LU O h- m 3 û h- LU UJ O m b Û lJ < ZD _l CL O o ÜC (D >< Q Q CC c/D a: >• < < CO LU co O CD co CC UJ £ U- LL > H CO LU Q 3 d < co < GC < CC < LU > d a: LU LU — LU — CL • p û O < o z: < CL CÛ cg fon geliri bütçeye kaydedilmiştir. Kapsam dışında kalan üniversite fonları ile diğer fonlardan bütçeye 3.9 trilyon TL.'lik transfer öngörülmüştür. 1993 yılında fon harcamalan için bütçeden ayrılan transfer ödeneği 30 milyon TL'dır. Kamu kesimi genel dengesine giren 12 fon toplam gelir-gider ve açıkları Tablo 7.1'de sunulmuştur. (Tablo 7.1). Öte yandan, tanımda belirtilmemekle birlikte, burada ve genel olarak Türkiye uygulamasında kasdedilen kamu özel fonları, devletin merkezi kamusal kurum ve kuruluşlarının belirli amaçlı kullanımlarına merkezi olarak tahsis edilmiş bulunan fonlardır. Başka deyişle, yerel yönetimlerin, yarı kamusal kurumların, kamu bağlantısı zayıf olan idarelerin uluslararası nitelikli anlaşmalann oluşturduğu fonlar buradaki tanım içine alınmamaktadır. Bunlar farklı kategorilerdeki fonlar olarak düşünülmelidir. Örnek olarak, yerel yönetimlere merkezi olarak kaynak tahsis eden Belediyeler Fonu, İl Özel İdareleri Fonu ve Mahalli İdareler Fonu Merkezi kamu özel fonu tanımına tamamen uygun olmakta, buna karşılık Belediye Ekmek Fırını Tesis ve İşletme Fonu veya Belediye Tanzim Satışları Fonu gibi fonlar ademi merkezi nitelikte özgül fonlar kategorisine girmektedir. Aynı bağlamda, Bağ-Kur, Sağlık Sigortası Fonu veya Bağ-Kur İşletme ve Tesis Kredisi Fonu gibi fonlar merkezi niteliği zayıf fonlar olarak kapsam dışında kalmaktadır. Bunların dışında, herbir kamusal yada özel bankacılık kuruluşunun bünyesinde birden çok oluşturulabilen Menkul Kıymetler Yatırım Fonu veya İhracatçı Birliklerin Birliklerarası Ortak Fon gibi fonları da farklı nitelikte olup buradaki Kamu Özel Fonu tanımının dışındadır. Nihayet, uluslararası anlaşmalarla oluşturulan Türk Alman Özel Kredi Fonu I ve II, Hollanda Fonu, Devlet Muhasebesini Geliştirme Fonu, Teknik İşbirliği Fonu, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu gibi çok sayıdaki fon da kapsam dışında tutulmaktadır. Örnek verilerin bu tür fonların kapsanmamasının nedeni sadece farklı kategoride olmaları değil, aynı zamanda bunların sayılannm yüzlerle ifade edilebilecek boyutlarda olmasıdır. Bu fonlann en bilinen birkaç tanesinin kapsama alınması, anlamsız olması yanında inceleme nesnesinin net kesin bir tanımını da imkansız kılacaktır. (Oyan ve diğ. 1991, 8,9). 7.1. Ko. nsolide Bütçe ve Fon Büyüklükleri İlişkisi Yürütmenin faaliyetlerinin yasama tarafından denetlenmesinin bir aracı olan bütçenin, bu işlevini sağlıklı olarak yerine getirmesi için süreli, genellik, birlik, doğruluk, gibi ilkelere sahip olması gerekmektedir. Fon gelir ve giderlerinin konsolide bütçe gelir ve giderlerine oranı 1984-1992 aralığında basık bir çan eğrisi çizmiştir. Fon dengesi 1984 - 1992 periyodunun ilk beş yılında ortalama yıllık olarak yarım trilyonluk fazla verirken; 1989 yılından itibaren önemli ölçüde açık vermeye başlamıştır. Fon açıklanndaki artış yıllık olarak 1989 - 1992 aralığında % 108'lik artışlar gerçekleştirmiştir. (Grafik 7.1.1). Fon sistemi ile konsolide bütçe (bundan böyle kısaca bütçe) sisteminin Bütçesinin karşılaştırmalı kamu kaynaklanmaktadır. olarak maliyesinin Bilindiği gibi, ele alınması merkezinde bütçe, gereği, Devlet bulunmasından yürütmenin icraatının parlamento tarafından denetlenmesinin aracıdır. Tarihsel bir süreç içinde oluşan bütçenin bu özelliği,toplumun dolaylı siyasal mekanizmalarla da olsa, kamu gelir ve gider sistemleri üzerinde söz sahibi olması olgusunu içerir. Toplum adına yürütmeyi etkili bir biçimde denetleyebilmenin yöntemi ise, parlamento adına hükümete belirli bütçe kurallannın dayatılmasıdır. Adına bütçe ilkeleri denilen bu kurallar olmaksızın yani bütçe gelir ve giderlerini oylamanın süreli (yıllık) olması, tek bir merkezi bütçe olması (bütçe birliği) belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilememesi (genellik) ve ortak gelir Grafik 7.1.1 FON GELIR VE GIDERLERININ BUTCE GELIR VE GIDERLERINE ORANı YÜZDE VE TRİLYON TL -10.1 FON G E L I R . / B U T C . G E L . - t - FON GIDER./BUTC.GID. FON DENGE(TRILY.TL) 1992 ylll tahmin 1993 ylll program hedefidir. havuzundan yapılacak sağlanmaksızın, giderlerin parlamentonun ödneklere ayrılarak yürütmeyi etkin oylanması bir biçimde denetlemesinden söz edilememektedir. Uygulamada yürütme organı yasama organının bütçe sürecine katılımını çeşitli yollardan sınırlama düzeneklerini bulmuştur. Ancak bunlarla da yetinilmemiş, katma bütçeler, döner sermayeler ve kamu özel fonlarıyla bütçe birliğinin dışına taşma eğilimleri güçlendirilmiştir. Türkiye açısından kamu özel fonlarının bütçeye kıyasla hangi büyüklükleri temsil eder duruma geldiğinin incelenmesi bu nednlerle büyük önem taşımaktadır. Fon sisteminin oluşturulması ve fonlarla bütçe arasında çift yönlü nakit akımlarının giderek yoğunlaşması ve karmaşıklaşması, kamu özel fonları bütçe karşılaştırılmasını nazik bir konuma sokmaktadır. Fonların bütçe kaynaklarını kemirme özellikleri bilinmektedir. Ancak bu daha çok belirli bir bütçe gelirlerinin veya bütçe sistemleri ile tahsil edilebilecek nitelikteki kamu gelirlerinin bütçe dışı fonlara tahsis edilmesi, dolayısıyla bu tür gelirlerin bütçeyle bağlantısının koparılmasıyla gerçekleştirilmektedir. Bu nedenle fonların bütçeyle olan bağlantıları zayıflamakta ve sanki bütünüyle kendi özgün gelirlerini oluşturdukları izlenimini vermektedir. Öte yandan, 1988 yılından itibaren fonlardan bütçeye doğru ters yönde bir nakit akımı başlamıştır. Fon gelirlerinin 1988 ve 1989 mali yıllarında yüzde 30'unun, 1990 mali yılında yüzde 50'sinin ve 1991 için yüzde 60'ının bütçeye aktarılması ve bütçeye gelir kaydedilmesi Bütçe Kanunlarıyla hükme bağlanmıştır. 1991'de bazı fonlarda aktarmanın. Bakanlar Kurulu kararı ile yüzde 100'e kadar çıkabileceği de belirlenmiştir. Buna karşılık, Bütçe Uygulama Talimatlarıyla bir çok fon bu uygulamanın dışında tutulmakta (1990 mali yılı için bunların sayısı 27'dir ve aralarında DFİF, KKDF ve Dış Krediler Kur Farkı Fonu gibi çok önemli olanlan da bulunmaktadır), bazıları için daha düşük oranlar tesbit edilmekte (örneğin 1990 için AFİF ve SYDTF gelirlerinin yüzde 10'u; GİGF, KDV Fonu vb'nin yüzde 15'i), bazı fonların bazı gelir türleri muaf tutulmakta veya daha düşük bir aktarma oranına bağlanmaktadır. Öte yandan, bazı fon idareleri bütçeye fonlarından gelir aktarma konusunda direnç göstermektedir. Maliye ve Gümrük Bakanlığı, tüm fonlara ve bunların çok çeşitli gelir kaynaklarının tam bir envanterine sahip olmadığı için, direnç olsun olmasın, aktarma mekanizmasının işlemesi bazı durumlarda idarelerin düzgün çalışmasına ve iyi niyetine bağlı kalabilmekte ve sonuçta kamu otoritesinin zaafına dönüşebilmektedir. Sayılan bu nedenler yüzünden 1988 - 1990 arasındaki uygulama döneminde fonlardan bütçeye yapılan aktarmalar toplam fon gelirlerinin yüzde 10'u ile yüzde 13'ü arasında değişen bir büyüklüğü aşamamıştır. (Oyan ve diğ. 1991, 26,27). Oyan ve diğerlerinin (1991 s.27-29) yaptıkları bir çalışmanın bulgularına göre, 1984 - 1990 aralığında, bütün fonlara ait gelirlerin dikkate alınmasıyla; fon gelir toplamının konsolide bütçe gelir toplamına oranı anılan dönemin, son yılında ilk yıla oranla % 160 dolayında artış kaydetmiştir. Sözkonusu oran 1984'te % 22.1 iken, 1990'da % 56.9 olarak gerçekleşmiştir„ (Tablo 7.1.1). Her iki fon grubu için ortak olan sonuç fonların 1984 sonrasındaki önem artışının, 1987 yılı dışında, kesintisiz oluşudur. Büyük sıçramalar ise 1985, 1986, 1988 ve 1989 yıllarında gerçekleşmiştir. 1987 yılının özelliği, en büyük fon olma durumunu koruyan Kamu Ortaklığı Fonu'nun bu yıl içinde çok büyük tutarlarda dışve iç borçlanmalara başvurması ve bunun DPT'nin yeni serisindeki anlayışa göre düzenlenen fon kaynakları içerisinde gösterilmesidir. Nitekim T.C. Merkez Bankasında hesabı tutulan önemli 25 fona ilişkin global kaynak büyüklüğünün 1987 yılı için 7.081 milyar TL gözükmesi (gerçi bu tutar içinde bir önceki yıldan devreden kaynaklar tH (D 00 OO 00 rH OO LO rH ,H CM CM o LO m rH UO ° o O u : 0 O 00 cn ro rH CN CM \ rH "«^ LO o ro ro rH ro ro o CD ro CM rH 00 rH ro 00 CM LO •H (ü CT* 0) o < u cr> m O 00 r- 00 OO rH cnCM 00 ro rH 00 ro ro CQ 0) T 5 .-i O . M . rH O o LO ^ rH o OO CM 0) o 00 tH o rH tH cn CM ro m LJO r- cn 00 LO VD LO 00 ro yjD ^ LO 00 • ^ 00 O lO tH rH rH rH 00 ^ tH LO 00 co O CM LO m -H JÜ -H . ^ O M — 0) Oo (D—K Ut— o (Tİ CM o l VD m ro o <X) ,H o : p o HU. o C\] CM OO ^ CM OO >ı cn rH c: (D O M 1^ -H O d • O Q U-ı <X> 00 VD O CM 00 CM OO CM rH 0 H - >^ CM CvJ ro 00 CTı LO LO cn o 00 cn rcn r00 tH — C\] rH .H — LO - CN] —CM (D o >u OO CT» CO •H ^ E H H I I r~ co u -ü u îtnH d cr> H -a 0 H «H O 0) 0 H > M H 0) (0 VD H M ^ fd 4:: 00 CTt H H . -Ö H M 0 d H M-l H HM LO M d H 00 m OJ (D H CT) 0 H T5 (U H H fO tJ» .V ğ 00 I I <D U 00 rH rH rH CNJ LO — 0) o LO rH 00 4J cr> H 1 cn H -H 4J CM H II o 00 00 rH C O c: fÖ H H CU • fd M >^ (U H (U H >ı M 0) û) 0 00 CTt 00 00 00 cn 00 cn o cn cr> 1- M II H fö cr> :0 ^ >ı-P H 4-) 00 H • CO da yer almaktadır) bu yıl için tabloda sunulan rakamların fonların kullanıldığı gerçek kaynaklan yanında oldukça düşük kaldığına işaret etmektedir. Gerçekte aynı sorun fonların önemli ölçüde finansman açığı verdiği öteki yıllar için de sözkonusudur. 1989'dan itibaren kalıcılaşmış gibi görünen bu eğilim nedeniyle fonların düzenli anlaşılmaktadır. sisteminin buna kaynaklarının Bir bütün rağmen ötesinde olarak kaynak açık vermeye bütçeye kaynak tükettikleri başlayan aktarmak fon zorunda bırakılması, parlamento ve kamuoyu önünde açıkça tartışılan bütçe açıklarının bir ölçüde perdelenmek isteniyor olmasıyla açıklanabilir. Fonlardan bütçeye aktarma düzeneğinin getirilmsi, fon sistemi aracılığıyla bütçe dışına kaçışın ne denli büyük boyutlara ulaştığını görmeye engel değildir. Bütçenin yüzde 60'ı düzeyine erişen fon sisteminin, tüm merkezileşme eğilimlerine rağmen, kamu ekonomisinin tek merkezli ve eş güdümlü yönetimi önünde ciddi bir sorun olarak önemi büyümektedir. 7.2 Kamu Kesimi Gelirleri İçinde Fonların Yeri Grafik 7.1.1 ve Tablo 7.1.1'den açıkça görüldüğü gibi fon gelirlerinin toplam konsolide bütçe gelirlerine oranında zaman içinde çok büyük artışlar meydana gelmiş; ortalama olarak gelir bakımından bütçe gelirinin 1/3; bütçe giderinin ise 1/4 kadarını fonlara ait büyüklükler oluşturmuştur. Kamu kesimi toplam geliri, KKGD'ne giren 6 ayrı nitelikli kamu kurum ve kuruluşunun konsolide gelirlerini içermektedir. Farklı nitelikteki bütçelere sahip olan bu kurum ve kuruluşlar, Genel ve Katma Bütçeli İdareler, Özerk Bütçeli KİT'ler, Özel Bütçeli Mahalli İdareler, özelliği olan bütçelere sahip Kamu Özel Fonları, Sosyal Güvenlik Kuruluşları ve Döner Sermayelerdir. Bunlardan Sosyal Güvenlik Kuruluşlannın KKGD'de ayrı olarak gösterilmeye başlanması 1987 yılından itibarendir. Fonlar için ise bilindiği gibi, 1984 sonrasındadır. KKGD tablosu transferlerini ilgili kuruluşlar hesaba katarak arasındaki netleştirdiği cari ve serm.aye için burada yer alan konsolide bütçe ve fon gelirleri değerleri yukarıda Tablo 7.1'de verilenlerden bir ölçüde farklı olacaktır. Tablo 7.2.1.'de tamamen bu tablodan üretilmiş değerlere göre kamu kesimi toplam gelirlerinin kurumlara göre dağılımı verilmektedir. (Oyan ve diğ. 1991, 29). Fon sisteminin maliye sistemi içindeki büyüklüğünde meydana gelen artış, vergi yükü yanında fon yükünün de önemli hale gelmesine ilgili yol açmıştır. Önceki satırlarda vergi yüküyle analizlerde açıklandığı gibi 1980 - 1991 aralığında yıllık ortalama vergi yükü 15.7'dir. Kamu kesimi genel dengesine (KKGD) giren 12 fonun yükü 1980 - 1991 aralığında sürekli artışlar kaydetmiş ve 1990'da % 6.6'ya ulaşmıştır. Tüm fonlar dikkate alındığında 1990 yılı için sözkonusu oran % 11.3 olmaktadır. Fon toplam gelirleri içinde fon vergi gelirlerinin payı (12 fon için ) 1984 - 1990 aralığında % 50 civarında seyretmiş ancak yükselme eğilimini korumuştur. (Tablo 7.2.2). Fon sisteminin ekonomi ve maliye sistemi içindeki etkileri ve önerilebilecek tedbirler şu şekilde özetlenebilir. (Oyan ve diğ. 1991, 74-77). Önceki satırlarda da açıklandığı gibi 1989'dan itibaren fon dengesi açık vermeye başlamıştır. Açığın tamamı iç ve dış borçlanmadan karşılanmıştır. Açığın meydana gelmesinde fon kaynak ve ödemeleri bakımından şu gelişmeler meydana gelmiştir: 1988 - 1992 aralığında fon kaynaklarının GSMH'ya oranının gelişiminde bir istikrar OO CTk • • 00 rH rH T-H • •H o •H • O • • O o O rH lf> -H <D O C • O o cr» rH H 00 LO 00 • ^ H rH H • • rH rH rH o LO C\J 00 00 LO LO LO TH • O o o O rH rö Q Q) :0 O o\ OD îH rH rH rH o H H O o O XJ o rH rH H M (D H H OO CX) CT> -H H H d) rH M •H ı 00 00 • • • (D rH 1 00 • o 00 :0 O • o O rH •H H • O (D 00 H V rH M rH OO CT» rH • E-» CT» -M cr> a N:: rH H rH E ^ o jd 0) -H -H -U H -H M O CTJ [D (D (D 0) L> rH [O' (D >1 —' H o •fH O rH m rH • • P o rH > H o 00 (D cn •IH o LO :0 Q (D H H tO' H H 'O d) M > 0) 4-) C H m M (D >y fd Oo; HH o• • rH H (D g fd fd PQ - (D . OJ fd U O M (U ^ 0) N rU _ _ >, — ^ Tablo 7.2.2 Fon Yükünün Gelişimi Yıl KKGD'ye Giren 12 Fonun Yükü {%) Tüm Fonların Yükü Kon.Büt. Vergi YUkU Fon vergi Geliri/ Fon Top. Geliri (12 Fon) 1981 - 1.3 18.2 - 1984 1.1 3.4 12.9 38.5 1985 2.3 5.8 13.8 56.9 1986 6.1 8.1 15.2 49.6 1987 4.8 7.3 15.4 59.4 1988 5.6 8.2 14.1 59.3 1989 5.7 9.8 15.0 59.3 1990(a) 6.6 11.3 15.9 (b)57.4 (b)1989 ortasından itibaren hesaba katılarak türetilen rasyolar özellik alan Akaryakıt İstikrar Fonunun bu yeni niteliği hesaba katıldığında bulunan oran 62.5'tir. KaynakrOyan ve diğ. 1991,32 gözlenmiş seyretmiştir. ve sözkonusu Fon oran ödemelerinde ortalama ise % 6.2 civarında bir yükselme 1989'da ani olmuştur. Artışın ağırlıklı kısmı sermaye transferleri ödemeleri ile sabit sermaye yatırımları ödemelerindeki yükselişten kaynaklanmıştır. Nitekim takibeden yıllarda da sözkonusu iki kalemin payındaki ağırlıklı artış devam etmiştir. (Tablo 7.2.3. a.1,2,3). Kamu Ortaklığı Fonu kaynak ve kullanımları ile ilgili veriler. Tablo 7.2.3. b'de sunulmuştur. Yeni fonlann oluşturulmaya devam edildiği ve çeşitli kamu birimlerinin adeta bir yanşma halinde "kendilerinin" olacak bir kamu özel fonu tasarısı peşinde koştukları bir dönemde, fon sistemi üzerine yapılmış bir araştırmanın sonuçlan önem taşımaktadır. Bu sonuçlar arasında belki fon sisteminin geleceği üzerinde geliştirilmiş önerilerin de bulunması gerekir. Ancak kamu maliyesinin güçlü bir enstrümanı olarak işlev gören fon sisteminin tasfiyesi ya da daraltılması her şeyden önce politik bir karardır. Bu tür kararlar da uygun bir politik ekonomik konjonktürü gerektirir. Çalışmanın sonunda bu yönde yapılabilecek olan yegane öneri, kamu maliyesi sisteminin bugünkü görüntüsünden kurtanlması ve disipline edilmesi olacaktır. Bu çerçeve içinde kalınarak formüle edilebilecek sınırlı öneriler esasen çalışma boyunca genellikle örtülü olarak dile getirilmiş veya "mefhumun muhalifi" olarak ortaya çıkmıştır. Bunlann neler olduğunu topluca değerlendirmek bir sonuç yazısı için daha uygun düşecektir. (i) 1980 öncesinin Türkiye'sinde bu fonlara başvurulmakla birlikte, bunların kamu maliyesinin ayrı bir alt sistemi haline getirilmesi 1980'li yıllann, özellikle de 1984 sonrasının eseri olacaktır. ro oo 03 ,—1 M 03 LO o o c\j Q. O 00 cn rH VJO o rH oo rH CNJ Ch o îH cn ro co rH 00 O > 1 rH -H o :^ CD 03 rH M 03 rH -P 03 03 tH m • 00 o OJ tH tH O LO LO C\J KO LO V-ı 03 a) • C/} [ H M o > 1 o o •H C\J LO fH 00 LO C\J LO ro (J\ LO o o rH LO LO cn 03 CTı rg ÖP •H U XJ 03 03 M U H rH H H H CNJ rH M • :0 M 4J - H r-^ 03 Cx. ıH CN 00 o rH C\J LO vo cn ro lO (O o 00 00 ro >1 t/1 B m H 03 e; 4.J M O) H r-l H Q O • r-- rH rH oo »H r- 00 CvJ c\j C\J tH o LO C3 ro rH ro •rH M H . CD O (V >^ H LO r-H H • o3 nH • • •H M D^-H M rH CD 03 O ro ch rH VD tH rH oo LO rH tH 00 00 LO cn CTı rH ıH rH LO cn cn LO rH o C\J OvJ ro a) tn d) > C O Uı 1) (D > 1 r- El 03 •¥ O o (\^ tu rH H OO m co o^ ».o oo fH co oo Ch OO OO o^ o^ ıH rH O cn cn rH rH cn cn r-{ C\J cn cn rH d :0 -O :j (D (D H H CU Q d) .. CNJ I ro OO CNj I LO I CTı LO o -H rV • o 3tr> -M 0) o o~j O o CN CvJ r-LO 00 CT> co CN CN 00 00 00 rH -P 00 (D H CO >H -H 00 00 i 00 CNJ ; ^4 Jh (D 00 i CJ CN 00 o 00 00 00 CT» CT» d 00 I LO LO 00 CN CD LO 00 00 LOJ o o 00 00 00 I CN i I CN I LO 00 rö M CN •H CN LO O LO C\J • C/D 00 00 LO 00 co LO UO LO LiO 00 CN I I CN LO CN C\J H o o o CNJ ^ i o o 00 LiO CN -H CD CN 00 ; CTi 00 Q mI M LO 00 00 CN I o -H 00 c^ O 00 CN I 00 00 o 00 0) H o > Q iz; •H • tJ> (D }H (U - H •H M > o LO CT» I 0>i CD CD cn C\J O' 0) cn rH CN (D 00 00 I Jh T5 fd - H u o KD ^ o CTi C\J OvJ 1 d) O (Tİ CN 00 1^ \M Q O LiO o 00 00 CTi i CD I 00 00 I CTi 00 I 00 CT» o 00 C3^| CTı CD OJ .. CD CTı M fü (D C Lnr^OOOR^-^ı—OOCO OîO-r-ooLnr^R^R^CT) OR^CVJCP^T-oîLOCO LTİCrJ CVJI— T—ı— t—-I— CNJ LO r~«- OO CO CO C\J ıN 1— CO OQ CVJ S 2 §j 'sT OO o o cn OJ o CM CNJ C\J ı n CO o LO CVJ CO C:; 55 -VF 'VT- CD C\J o -.U^CVJGO, CT) 1 ^ Ln t— OO o o 3— CVJ T CJî tri CO o CO CD CO CVJ OVJ OOoS^OT ' CO CT5 CO o S Î2 C D § § m to o CO T - 1-. CD EVI O o CVJ 1— OO S? Ş CO 00 T-^ CVJ ıN CC < ^ CO CD 1-^ o LU > > -ST -r- CVJ CVJ CVJ cr> 00 cr» Ln CVJ 00 00 '•çr o T- CVJ ^ CO CO CO CD T— CO ^ LO CO CVJ ' LO o •S O Cvl ı N f— -r-: 1-^ ıN 00 ıN iri LO to CD T- -rCD CVJ CO r-. CO r-^ LO ı N ocnoLnco"=rococo •senevi-»—R^-r-T-ıN-r^ CVL o 00 T- 1 - ^ CO LO CVJ cvl LO CO CO CVJ 3 Z O < CVJ 5^ • LL —ı CJ> T- CJ) LO 00 cn ' LO fT- cc O < İt -sil -D o C!3 CC 3 •.ID.!±: U J < _ J ^ Q m ÜJ E '-s *^ 9 0 ° p a: £ LUQ.Q S ıN 00 o çr c e m (/> 1 c EH M fd >ı rH •H -p d) ro • W CT3 o d) CN] LO Cs] CM 00 00 1 ro ın ro 1 1 1 TH *z KD 00 m o 00 CN] rH rH O rH rH rH 1 1 1 LO ın ın 00 1 c fu U O 0 ••-t CQ 1 1 1 1 rH O rH ın o 00 00 rH tH 00 fd O fd rH -P fd O O LO 00 o CNİ O CN] <J\ (J^ 00 00 rH ın ro ro 00 fd C O- •H ir> H 1 VÛ U ro rH ro CN] rH (T^ Cs] rH 0 > 1 -H a^ o 1X4 rH __i -H H fd rH CSl rH IT) rH ro ın 00 1 r~l O 1 ro 00 1 1 u 00 CD ^ CN] m rH fO CD rH CN] CT^ ro (M ın rH VD LO Cs] rH rH o CNI ro o 00 ro ın ro rH rH 0, (D o T3 H O ro VD fd 0^ ro o rH 00 00 CN] -H (M ın o 00 rH 00 rH o rH fd fD ıH 00 rH 00 CM ^ fÜ o; El rH 0) M o p 1 0 EH (D 0) o O VÛ o ro C\J H C H ^ m 00 00 00 cn H >^ 00 rH rH 00 00 CTı rH a\ 00 O) rH o <J) rH rH ••c CM cr> rH rH İH (T3 a; c (ii) 1984 öncesi ile sonrası arasındaki farklılık sadece fon sayılarının dağılımı bakımından değil, fonlann 1984 sonrasında adeta küçük hazineler ölçek ve niteliğinde oluşturulması ve bunların temsil ettiği sistemin önceki dönemlerle karşılaştırılamayacak denli büyük bir ağırlığa sahip olması bakımındandır. (İÜ) Fon sistemi 1984 sonrası Türkiye'sinde kamu maliyesinin kurumları içinde ayrı bir kategori olarak yer almaya başladığının resmi tescili, önemli sayılan fonlann 1984 yılından itibaren kamu kesimi genel dengesi (KKGD) tablolarına alınmaya başlamasıdır. Ancak yıllar itibariyle sayılan arttınlan "genel denge içi" fon kapsamı 1988'den itibaren dondurulmuş ve böylece "kapsanan" fonların tüm fonların tesli ettiği değer içindeki payı hız-la erozyona uğramaya başlamıştır, bu durum kamu ekonomisinin saydamlığına, fon ekonomisinin kendine özgü "olağan" kapalılığı dışında ek bir darbe vurmuştur. (iv) Farklı kamu kurumlarının gerek kapsama aldıkları fonların ve bunların sayılarının farklı oluşu, gerekse belirli bir fon tanımında birleşilememiş bulunması fon kargaşasını büyütmüştür. Fonlarla ilgili doğru kavramların her zaman yerli yerinde kullanılamaması, fon mevzuatına boğulan bir ülkede yaşanan sorunların belki küçük ama önemsiz olmayan bir boyutunu oluşturmuştur. (v) Fon tanımının "resmen" dışında bırakılan ancak fon sisteminin önemli bir alt kategorisini oluşturmakta istidadında olan "gizli" fonlara artan ölçüde başvurulması, II. ANAP Hükümeti döneminin ayırdedici özelliklerinden birisini temsil etmeye başlamıştır. Sayıları 14'ü bulan bu tür fonların KKGD'ne giren fonların kaynak toplamının yarısından fazlasını toplar duruma kanıtlarından biridir. gelmeleri bu gelişmenin en güçlü (vi) 1980'li yılların ikinci yarısında fon sisteminin nitelik değiştirmesinin ayrı bir göstergesi, devlet tüzel kişiliği dışında bir kamu tüzel kişiliğine sahip olan fon ve fon idarelerinin hızla çoğalmasıdır. 1984'e gelene kadar sayıları 4 olan bunların sadece 1 tanesi 1980 öncesinden gelmektedir. Bu tür fonlara 1984 sonrasında 13 yeni fon eklenmiştir. Yalnızca 4 tanesi KKGD'de yer alan bu tür fonların temsil ettiği değer, 1989'dan itibaren KKGD'de yer alan fonların değerini aşmıştır. (vii) Fon sistemi yalnızca farklı kamu tüzel kişilikleri olarak değil özel mevzuatları, özel harcama usûlleri geleneksel denetim süreçlerinin ve temel mali yasaların dışına çıkmalarıyla da 1980'lerde ayrı bir fon mali hukukunun öğesini oluşturmaya başlamıştır. Bu arada Resmi Gazetede yayınlananlara göre ikibuçuk günde bir temposuyla oynanan fon mevzuatı, sistemi iyice karmaşıklaştırmış ve sağlıklı olarak izlenmesi uygulamacılar açısından dahi olanaksızlaşmıştır. (viii) Fon sistemi 1980'li yıllarda ekonomik istikrar ve ekonominin yeniden yapılandırılması programıyla uyum içinde olmuş, hatta bir başka açıdan, bu programların işlerliğinin sağlanmasının önemli mali araçlarından birisini oluşturmuştur. (ix) 1980'li on yılın önemli eğilimlerinden birisi ekonomik ve mali hukuki sistemin giderek merkezileştirilmesi olmuş, fon sistemi de bu amaç doğultusunda şekillendirilmiştir. Bunun önemli bir göstergesi, doğrudan doğruya Başbakanlığın ve ona bağlı kurumlarının yönetimindeki fonları temsil ettiği değerin toplam fon kaynakları içinde yüzde 90'ı aşan bir ağırlığa ulaşmasıdır. (x) Kamu çıkarmanın maliyesinin kaynaklarını merkezi bütçe dışına ve bütçe ilkelerini aşındırmanın tercihli araçları olan kamu özel fonları, konsolide bütçe büyüklüğüne kıyasla dönem sonunda (1990 yılında) yüzde 60'a varan bir öneme erişmişlerdir. (xi) Ulusal gelire oranla fonların temsil ettiği mali yük ise 1980'li yıllarda gittikçe artarak 1990'da yüzde 11'lik bir öneme ulaşmıştır. Konsolide vergi yükünün yüzde 15 sınırında dolaştığı bir ülkede bu inanılması güç bir oran olmaktadır. Eriştiği bu önem dolayısıyla diğer mali yük büyüklüklerini de derinden etkileyen fon yükünün, hiçbir batılı ülke maliye sistemiyle kıyası kabil olmadığı ve bunun AT ile olası bir mali uyumlaştırma programı önünde ciddi bir engel oluşturması beklenebilir. (xii) Fon sisteminin kamu gelirleri sistemine ilave kaynak yaratma potansiyeli, temsil ettiği ağırlıkla bağdaştırılamayacak denli düşük kalmıştır. Bunun dolaylı kanıtlarından birisi doğrudan doğruya farklı yük kavramının çıkanlabilmektedir. seyrinden Konsolide bütçe ve vergi karşılaştırılmasından yükü, bütün vergi düzenlemelerine rağmen, 1984 sonrasında 1977 - 1983 dönemi yıllık ortalamasının 3-4 puan altına düşmüştür ki bunun son sisteminin bütçe kaynaklarını tüketmesiyle yüksek bir bağıntısı bulunmaktadır. Toplam vergi yükünün (TVY) gelişme seyrine bakıldığında ise, 1986 sonrasında 1977-1983 dönemi ortalamasının 3-4 puan aşıldığı görülmektedir. Bu gelişmede fonlann katkısı olmakla birlikte,TVY'nün esasen düşük, gelir artışlarının ise sürekli olduğu bir ekonomide 15 yılda 3-4 puan artışlar sağlamak son derece olağandır. Fonlann kaynaklarının büyük bir bölümü de kamu gelir sisteminin geleneksel mekanizmalarıyla toplanabilecek türdendir. (xiii) Fonların mali yüklere katkısının ölçülü bir değerlendirmeye tabi tutulmasını öngören son saptamaya rağmen, 1980'lerin ikinci yansında kamu kesiminin aşın bir genişleme içine girmesinde, diğer etkenler yanında, fonların oynadığı rolü de önemsememek gerekir. Kamu kesiminin gelişmesini en iyi tanımlayan gösterge "kamu harcamaları yükü" olmaktadır. GSMH'nın payı olarak hesaplanan bu yükün dönem sonundaki ağırlığı yüzde 40'ın üzerine çıkmıştır. Ancak "reel" olarak tanımlanan kamu cari ve yatırım harcamalarının toplam kamu harcamaları içindeki payı-transfer harcamaları lehine-giderek gerilediği için, bu büyümenin borç faizi ödemelerinden kaynaklanan köksüz bir genişleme olduğu ortaya çıkmaktadır. (xiv) Kamu maliyesi için taze kaynak yaratmada yetersiz olan fon sisteminin, mali sektör açısından özellikle 1985 sonrasında tam tersi bir anlam ve önem taşıdığına tanık olunmaktadır. Fon sistem ile mali sistem arasında tam bir kenetlenmenin ortaya çıkmış bulunması, fon sisteminin olası bir daraltılma sürecine sokulmasının en çok mali sistemi olumsuz etkileyeceğini göstermektedir. (xv) Fonların özellikle fon adını almayan bölümünün, istihdam maliyetini tırmandırıcı etkileri 1987 yılı sonrasının önemli gündem maddelerini oluşturan sorunlar arasında sayılmaktadır. Mali araçların ekonomik sosyal etkilerini unutarak sadece mali etkilerini düşünecek bir mali sıkışıklık içine girdiği anlaşılan kamu ekonomisi yönetiminin, kaynak ve gelir dağılımını çarpıtan, ihracata açılma programını olumsuz etkileyen geçirmesinde yarar bu tür olduğu, mekanizmaları geniş bir çevrelerin daha talebi gözden haline gelmektedir. (xvi) Fonlann gelirin yeniden dağılımı üzerindeki olumsuz etkileri "istihdam fonlarıyla" sınırlı kalmamaktadır; fon sisteminin global etkisi gelir bölüşümünü bozucu yönde çalışmaktadır. Toplu Konut Fonu ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu gibi sosyal amaç taşıyan fonlar dahi, kaynak kullanımlarına değil de gelirlerin bileşimine bakıldığında oluşturdukları yükleri çok eşitsiz dağıtıcı özellikler taşıdıkları anlaşılmaktadır. Somut gösterge olarak fon kaynaklarının üçte ikilik bir bölümünün vergisel nitelikte olduğu bunun da yüzde 90'ını aşan bir bölümünün tersine artan oranlı etkiler taşıyan dolaylı vergilerden meydana geldiği kaydedilebilir. Toplu Konut Fonu gibi bir fonun kaynaklarının yüzde 90'ın üzerindeki bir kısmının dolaylı vergi sayılması ise aynca kayda değerdir. (xvii) Ekonomik-mali-sosyal-hukuksal ve yönetsel açılardan önemli sorunlarla yüklü fon sisteminin kamu maliyesi içinde yarattığı kargaşayı büyüten bir özelliği de, kamu özel fonları arası, merkezi bütçe ile fonlar arası ve fonlarla çeşitli kamu kurumları arasında giderek çarpıklaşan transfer mekanizmasının merkezinde oluşudur. Kamu ekonomisini izlenemez duruma getiren bu uygulama.ayrıca fon sistemine egemen olmayı da önemli ölçüde güçleştirmektedir. 1988'den itibaren fon kaynaklarının büyüyen oranlarda aktarılması ise, fon sisteminin denetim altına bütçeye alınması veya daraltılması amacını taşımaktan ziyade -fon sistemi bütün hukuki "altyapısı" ile ayakta dururken böyle bir niyet zaten gerçekçi olamazkaynağa sıkışan kazanmasıyla konsolide açıklanabilir. bütçenin Nitekim sorunlarının fon sisteminin öncelik bazı olumsuzluklarına ve aşırı genişletilmesine ekonominin yönetiminden sorumlu üst düzey bürokrasiden dahi aykırı sesler çıkmasına rağmen sistemin daraltılması yönünde hiçbir adım atılmamakta, tam tersine, yeni fon taslaklarının yaşama sürecine sokulduğuna dair somut işaretler alınmaktadır. (xviii) Fonlar, Türkiye bakımından, dış ticaret ilişkilerine müdahale, dış rekabet ve iç pazann korunması açısından da önemli politika araçları olarak kullanılmaktadır. İthalattaki fon kesintileri bu bağlamda temel bir işlev yüklenmiş görünmektedir. AT'dan yöneltilen itirazlar da esas olarak bunoktada toplanmaktadır. Türkiye'de ise, uygulama, dış ve iç politik kullanıma yönelik olarak farklı standartlarla savunulur gözükmektedir. Eğer bazı kesimlerce fonların, dış ticarette korunma oranlannın dramatik düşüşlerinin etkisini hafifletmek gibi olumlu işlevleri öne çıkarılıyorsa, bu sistemi getirenle gümrük rejimini hızla libere edenin aynı siyasal yönetim olduğu da değerlendirmeye alınmalı ve uygulaması keyfiliğe açık bir sistemin bu yapısıyla tercih edilmesini gerektirecek ne gibi üstünlükleri olduğu da sorgulanmalıdır. Eğer koruma gerekliyse -ki bu çalışmanın yazarları Türkiye'nin korumacılık dalgasının yaygınlaştığı bir dünyanın dışında kalamayacağını düşünmektedirler (Oyan ve diğ. 1991). Bunun amaç ve sınırları belirsiz bir sistemle yürütülmesini savunmak için bir neden bulunmamaktadır. (xix) 1984 sonrasındaki süreçte gümrük vergilerinin revizyonu ve dolayısıyla ithalatın libere edilmesi girişimlerinin fon sisteminin geçici bir süpab olarak devreye sokulduğu genellikle bilinmektedir. Fonlar bu anlamda Türk ekonomisinin dışa açılması sürecinde etkin mali araçlar olarak kullanılmıştır denilebilir. Ancak daha az bilinen veya atlanan bir olgu, ithalatta fon kesintilerinin yürürlüğe giriş tarihinin gümrük vergilerinin düşürülmesini öncelemesidir. İthalat üzerindeki miktar kısıtlamalan (kotalar) 1981 yılında kaldırılmış ancak gümrük vergileri 1980 yılından başlayarak indirime konu olmuştur. Bununla birlikte ithalatta fon kesintilerinin uygulamaya konulusu 1982 yılında başlatılmıştır. Gümrük vergisi revizyonunun yapılmadığı bir yılda ithalatta vergi eş değerinde fon kesintisi konulması ve bu yıldaki koruma oranının -çalışmanın ampirik araştırma bulgularına göreönceki yılın üzerine çıkması "liberalizasyon" söyleminin gündemde olduğu bir dönem olması bakımından mali amacın ekonomik amaca tercih edilmiş olabileceğini düşündürmektedir. Ancak ithalatı hiç yapılmayan bazı ürünlerin de fon kesintisi kapsamına alınmış olması bu sonucu da tartışmalı kılmakta ve uygulamanın yeterli hazırlık yapılmadan başlatılmış olabileceğini de akla getirmektedir. Nitekim izleyen yıllarda koruma düzeyleri giderek düşürülmektedir. (xx) 1984 yılında gümrük vergisi indirimlerini telafi amaçlı yaygın fon kesintileri ürünler başlatılmaktadır, açısından gözlenmektedir) bu Bu yıl (çalışmanın kapsamına da fon genişleme kesintilerinde izleyen yıllann alınan bir düşüş ithalat rejimi kararlarında sürekli yeniden düzenlemelere konu olmaktadır. Bu arada 1988 sonrasında gerek At ile yapılan Katma Protokole uyum sürecinin yeniden başlatılması gerekse dış ticaretin libere edilmesi konusunda daha radikal bir anlayışın benimsenmesi nedenleri ile fon kesintilerinde daha önemli indirimler gündeme alınmıştır. Bununla birlikte fon sisteminin 1984 sonrasının dışa açılma programında oynadığı rol başlangıç döneminde (1982-1983) kıyaslanamayacak denli önemli ve farklı bir niteliktedir. Sadece sayısal açıdan bakıldığında ise,- 1980 - 1983 döneminde ithalat ve dış ticaretle bağlantısı kurulan kamu özel fonu sayısı 4 iken, bu sayı 1984 sonrasında 10'a çıkmaktadır. Bu durum AT'nun da sürekli itirazlanna neden olmuştur. (Oyan ve diğ. 1991, 74-77). 8. Diğer Kamu Kesimi Analizi Konsolide bütçe, KİT'ler ve fonların dışında kalan kamu kesimi olarak; yerel yönetimler ve döner sermayeli kuruluşlar toplamı alınıp, söz konusu borçlanma rakamın 1980 - gereğine katkısı 1982 periyodunda incelendiğinde; kamu kesimi ülkemizde kamu kesiminden mütevellit enflasyonun merkezi niteliğinin mi yoksa mahalli niteliğinin mi ağır bastığı konusunda bir ipucu elde edilebilir. Mahalli idareler ve döner sermayeli kuruluşların gelir ve harcama rakamlan DPT'nin tablonun incelenmesi, kuruluşlann açık kendi yaymlannda mahalli düzeylerinin idareler dahi ve oldukça çelişkilidir. döner düşük Ancak sermayeli olduğunu göstermektedir. (Tablo 8.1,2). Buradan kamu kesimi açıklannm hemen tamamının konsolide bütçe, KİT ve Fon açıklanndan oluştuğu sonucuna vanlabilir. Tablo 8.1'de olduğu gibi Tablo 8.3'de de negatif sayılar "açık"ları göstermekte, pozitif sayılar da gelirlerin giderlerden fazlalığını göstermektedir. 1980 - 1992 aralığında yıllık ortalama olarak mahalli idarelerin ve döner sermayeli kuruluşların kamu kesimi borçlanma gereği içindeki payı % 1'in altındadır. (-%0.8). Ancak bu ortalamaya ait sapma 6 birim gibi yüksek bir değerdir. Bu da gelir ve harcamalardaki büyijk çapta dalgalanmaları göstermektedir. (Tablo 8.3). Tablo 8.1 Diğer Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (GSMH'nın Oranı Olarak) Yıl Mahalli İdareler Dön.Serm. Kuruluş. Toplam 1980 -0.3 -0.6 -1.0 1981 0.3 -0.1 0.2 1982 0.0 -0.2 -0.2 1983 0.0 -0.6 -0.6 1984 0.1 0.4 0.5 1985 0.1 0.5 0.6 198 6 -0.3 0.4 0.1 1987 -0.6 0.7 0.1 1988 -0.5 0.3 -0.2 1989 -0.3 0.2 -0.1 1990 -0.3 0.8 0.5 1991 -0.4 -0.2 -0.6 1992 -0.3 -0.2 -0.5 Kaynak:DPT Tablo 8.2 M a h a l l i İdareler Gelir ve GSMH İçindeki Paylar (%) 1987 Harcamaları 1988 1989 1990 1991 1992^ GELİRLER Vergiler 3.2 3.1 2.7 3.2 3.5 3.5 2.2 2.1 2.1 2.4 2.6 2 . 6 Vasıtasız 0.9 0.9 1.0 1.0 1.2 1.2 Vasıtalı 1.1 1.1 l.Ö 1.1 1.3 1.3 Servet 0.2 0.2 0.1 0.2 0.1 0.1 Vergi Dışı Normal Gelirler 0.7 0.7 0.3 0.5 0,5 0.5 Faktör Gelirleri 0.3 0.3 0.2 0.3 0.4 0.3 Transf. 0.0 0.0 0.0 0.0 0.0 0.0 3.1 3.6 2.9 3.5 4.1 3. î 1.2 1.2 1.3 1.8 2.1 1. 9 Harcama. 2.0 1.! 1.0 1.0 1.2 1.2 Sermaye 2.0 0.9 1.0 1.2 1.2 Değişimi 0.0 0.0 0.1 0.0 0.0 0.0 0.3 0.4 0.6 0.5 0.7 0.7 0.2 0.2 0.1 0.1 0.1 0.1 GELÎR-GİDER FARKI -0.6 -0.5 -0.2 -0.3 Not i)GSMH serisi DİE eski serisidir. 2)Belediyeler,İl Özel İdareleri,İller Bankası ve SuKanalizasyon İdarelerini kapsamaktadır. *:Tahmin Kaynak:DPT -0.6 -0.4 Sermaye HARCAMALAR Cari Giderler Yatırım Sabit Stok Cari Transfer. Kamulaştırma ve S.Değer Artışı Tablo 8.3 Diğer Kamu Kesiminin Kamu Kesimi Borçlanma Gereğindeki Payları (%) Yıl Mahalli İdareler Döner Sermayeli Kuruluşlar Toplam 1980 -3.4 -5.5 -8.9' 1981 0.1 -1.0 -0.9 1982 0.8 -3.8 -3.0 1983 -0.6 -9.9 -10.5 1984 1.4 5.5 6.9 1985 2.3 8.9 11.2 1986 -4.7 5.1 0.4 1987 -6.3 7.9 1.6 1988 -6.4 4.6 1989, -3.9 6.6 2.7 1990 -2.7 3.9 1.2 1991 -4.0 -1.6 -5.6 1992 -3.2 -2.5 -5.7 Ort. = S.Sp.= Kaynak:DPT -1.8 -0.8 6 1. Değerlendirme ve Öneriler Ekonominin kaynal^lar - harcamalar dengesinde, göze çarpan önemli değişmeler şöyle özetlenebilir: Toplam kaynaklann GSMH'ya oranı 1980-1992'nin ikinci aralığında düşüşler yaşamıştır. Toplam sabit sermaye yatırımları oldukça basık bir çan eğrisi çizmmiştir. Sabit sermaye yatırımlarındaki gelişmeye paralel olarak aynı eğilim toplam yatırımlarda da görülmektedir. Ancak toplam yatınmlar içinde kamu kesiminin payı azalış eğilimi gösterirken, özel kesim yatırımlannda sürekli artışlar olmaktadır. Toplam tüketim cephesinde kamunun payındaki önemli artışların yanında özel kesimin payında da önemli azalışlar meydana gelmiştir. 1984 - 1992 aralığında tüketimin GSMH büyümesine katkısı yıllık ortalama % 4.5'tir. Görüldüğü Bu ortalamaya ait standart sapma gibi dalgalanma marjı oldukça yüksektir. 2.7'dir. Tüketimin GSMH'ya katkısında periyod içinde bir yükselme veya düşme trenid gözlenmemektedir. Yatırımın GSMH'ya katkısı sözkonusu dönemde yıllık ortalama % 1.1 düzeyindedir. Bu kalemin katkısında büyük dalgalanmalar gerçekleşmiştir. Yatırım, 1988, 1989 ve 1991 yıllanndasırasıyla -% 1.6, -% 0.6 ve -% 4.1 oranlarında, GSMH'ya negatif katkıda bulunmuştur. Yatınmın GSMH'ya ortalama katkısına ait standart sapma rakamı negatif katkılardan dolayı 3.1 olarak yüksek düzeyde gerçekleşmiştir. Dış açıkların GSMH'ya katkısı 1984 - 1992 aralığında yıllık ortalama - %0.4 düzeyindedir. Dış açığın GSMH'ya katkısı 1986 (-%3.2), 1989 (-%0.6), 1990 (-%6.5) ve 1992 (-% 2.2)'de negatiftir. Ancak dış açık kaleminin katkısı da diğer iki kalemde olduğu gibi sürekli bir azalış veya artış trendine sahip değildir. Dış açık kaleminin GSMH'ya ortalama katkısına ait standart sapma rakamı 2.9'dur. Tüketim, yatırım ve dış açık kalemlerinin GSMH'ya katkılannın gelişimi ile enflasyon oranlarının gelişimi arasında bir paralellik bulunmaktadır. Yine enflasyon oranının düzeyi ile GSMH büyüme oranı düzeyi arasında ters bir ilişki mevcuttur. 1984 - 1986 aralığında GSMH zımni deflatörü düşerken, büyüme oranı yükseliş kaydetmiştir. 1986 - 1989 aralığında deflator yükselme kaydederken, büyüme oranı düşüş kaydetmiştir. 1989 - 1990'da zımni deflator düşerken büyüme oranı düşüş kaydetmiştir. 1989 - 1990 - 1991 aralığında zımni deflator yükselirken, büyüme oranı düşüş kaydetmiş ve % 0.3 olarak gerçekleşmiştir. 1992 - 1993 aralığında da büyüme oranı- % 9.2 olarak gerçekleşmiştir. 1989 - 1991 aralığında zımni deflator yükselirken, büyüme oranı düşüş kaydetmiş ve % 0.3 olarak gerçekleşmiştir. 1992 - 1993 aralığında da büyüme yükselirken, zımni deflator düşmüştür. Ancak enflasyon oranında, büyümedeki gelişmenin tam aksi yönünde gelişmeler olmasına rağmen, enflasyonda periyod içinde topyekün bir yükselme trendi vardır. GSMH ızmin deflatörüyle ilişkilendirilen büyüme oranının gelişimi toptan eşya, tüketici fiyatları ve reel kur endeksindeki değişmeler ile de ilişkilendirilebilir. GSMH'nın tarım, sanayi ve hizmetler sektörleri bakımından büyüme hızları ile, GSMH'nın bileşik büyüme hızı arasında alt kalemler bazında değişik güçlülükte ilişkiler mevcuttur. Yatınmlardaki değişmenin GSMH'daki değişme olanağı ile paralelliği, tarım ve hizmetler sektöründeki değişmelerin GSMH'daki değişmelerle olan paralelliğinden daha fazladır. Aksi yönlerdeki hareketlerde sanayi sektörünün payı belirleyici olmaktadır. Ekonomik karar birimlerinin sağlıklı karar verebilmeleri için belirsizlik ortamının sınırlı olnrıası gerekmektedir. Getiri oranlarının gelişimi 1980 - 1991 aralığında hayli dalgalanmalar göstermiştir. Dolayısıyla, temkinli tasarrufçu için finansal tasarruf araçları süreğen bir güvenli yatırım aracı olamamıştır. Ancak döviz mevduatı bu durumdan, bu kalemin getirişinde de büyük dalgalanmalar olmasına rağmen, hariçtir. Dövizin uluslararası karakterli olması ve görece istikrar taşıması ile faiz getirişinin yanında nominal değer artışı da sağlaması bunun esas nedenidir. Getiri oranları incelendiğinde, enflasyon oranındaki dalgalanmalar dahil, getiri oranlanna ait standart sapmalann hayli yüksek olduğu görülür. 1980 - 1992 döneminde kamu kesiminin gelir ve harcamalannın GSMH'ya oranla ekonomideki büyüklükleri kaynaklar üzerinde incelendiğinde; meydana devletin getirmesi toplam muhtemel baskının da ipuçlan elde edilebilecektir. 1980 - 1992 döneminde toplam kaum gelirlerinin GSMH'ya oranı yıllık ortalama olarak % 25.6'dır. Bu oran arada küçük dalgalanmalar gösterse de artış eğilimini sürdürmektedir. Toplam harcamaların GSMH'ya oranı 1980 - 1992 aralığında yıllık ortalama % 33.3'tür. Bu oranda da zaman içinde küçük dalgalanmalar meydana gelse de artış eğilimini devam ettirmektedir. Toplam harcamalardaki bu artışta en önemli katkı cari harcamalardaki artıştan gelmektedir. 1984'de GSMH'nın % 9'u olan cari harcama payı 1992'de % 16.7 olmuştur. İkinci sıradaki katkı faiz ödemelerinden gelmektedir. Sabit sermaye Yatınmlan / GSMH oranı 1980 - 1992 aralığında dalgalanmalar göstererek oldukça ağır bir tempoyla azalış trendini sürdürmektedir. Kamu kesimi borçlanma gereğinin 1980 - 1992 aralığında yıllık ortalama olarak GSMH'ya oranı % 7.7'dir. KKGB 1980 - 1992 aralığında; 1981 - 1989 alt döneminde ortalama % 2 - % 2.5'luk bir dalgalanma marjına sahiptir. Ancak 1990'dan itibaren dalgalanma miktarı da yükselmiştir. KKGB'de sözkonusu dönemde arada dalgalanmalar gösterse de yükselme trendini devam ettirmektedir. Kamu kesimi borçlanma gereği işletmeci KİT, konsolide bütçe ve diğer kamu başlıklarında toplanıp her birinin payı incelendiğinde; 1990 yılına kadar "diğer kamu"nun borçlanma gereğini artırıcı yönde olduğu görülür. Nitekim 1991'de toplam borçlanma gereğinin % 6'sı ve 1992'de yine aynı kalemin % 17'si "diğer kamu" açıklarından kaynaklanmaktadır. Kamu kesimi sabit sermaye yatırımları bütçe türlerine göre analiz edildiğinde, etkileri 1980 sonrası de açıkça izlenen makro ekonomik görülmektedir. Nitekim politikalann kamu iktisadi teşebbüslerinin toplam kamu yatınmlan içindeki payı 1980 - 1992 aralığında sürekli azalış kaydetmiştir. 1980'de kamu kesimi toplam sabit sermaye yatırımlannı n % 58.5'i KİT yatırımı iken, 1992'de sözkonusu oran % 28'dir. KİT'lerin ekonomiye yatırımlar yönünden yaptıkları katkı düşerken kamu açıklarına yaptıkları eklemenin de büyümesi KİT sorununun boyutlarını daha da büyütmektedir. Sözkonusu dönemd KİT'lerin toplam kamu yatırımları içindeki payı yıllık ortalama % 45.5 olup, bu ortalamaya ait standart sapma 94.'dür. Konsolide bütçe sabit sermaye yatınmlannm kamu toplamı içindeki payının gelişimi 1981 - 1992 aralığında trs çan eğrisi çizmiştir. 1981'de % 39.1 olan sözkonusu oran 1988'de % 27.4 ve 1992'de % 38.3 olarak gerçekleşmiştir. 1980 - 1992 döneminde konsolide bütçe yatınmlannm payı yıllık ortalama % 34.2 ve bu ortalamaya ait standart sapma 4.5'tir. İller Bankası'nm 1980 - 1992 döneminde kamu yatırımlan içindeki payı, dönemin ilk yansında yıllık ortalama % 3.3 civanndayken, dönemin ikinci yarısında (1988 1992)yıllık ortalama % 2.7 civannda gerçekleşmiştir. Sözkonusu dönemde yatınm payı artan kamu alt kesimlerinden birisi de mahalli idarelerdir. 1981 - 1988 aralımda sürekli artarak % 1.4'ten % 12.8'e çıkan mahalli idarelerin kamu yatınmlan içindeki payı 1989 - 1992 aralığında % 9 civannda gerçekleşmiştir. Bütün dönem için mahalli idarelerin kamu yatırımlarındaki payı yıllık ortalama % 7.1 ve standart sapması da 3.9'dur. 1980 - 1992 aralığında döner sermayeli kuruluşlann kamu yatırımları içindeki payı görece istikrarlı olmuştur. 1980 - 1986 arasında % 1.4 civarında seyreden oran, 1987 - 1992 aralığında yıllık ortalama % 2.4 oranında seyretmiştir. Bütçe dışı fonların kamu yatırımlarındaki payı, 1991 yılına kadar sürekli yükselişler kaydetmiş, 1992 yılında ise 1991 yılı seviyesine yakın düzeyde gerçekleşmiştir. 1984'te % 0.2 olan sözkonusu oran 1992'ye gelindiğinde % 20.4 olmuştur. Fon yatırımlarının toplam içindeki payı 1984 - 1992 aralığında yıllık ortalama % 11.6 ve standart sapma da 7.8'dir. Kamu yatınmlan içinde alt yapı yatırımlannın payı 1984 - 1992 aralığında yıllık ortalama % 8.5'dir. Altyapı yatırımlannın kamu yatırımlarındaki payı bu dönemde sürekli yükselerek; 1984'te % 7.2'den 1992 % 8.4'e çıkmıştır. Bu dönemde altyapı yatınmlannın payı basık bir çan eğrisi biçimi almıştır. Toplam sabit sermaye yatınmlan içinde 1984 - 1992 döneminde tanmın payı % 10.6'dan % 6.6'ya gerileyerek % 4.0'a kadar bir düşüş yaşamıştır. Diğer gerileme kaydeden sektörler ve payları şöyledir : Madencilik % 5.5'ten % 2.2'ye, imalat % 23.1'den % 17.4'e, enerji % 13.3'den % 9.3'e gerilemiştir. Artış kaydeden sektörlr ise ulaştırma-haberleşme, sektörünün payı sözkonusu zaman diliminde % 21.7'den % 23.4'e, konutun payı % 14.4'ten % 23.5'e, sağlık sektörünün payı % 0.9'dan % 2.2'ye çıkmıştır. Dolayısıyla en büyük gerilemeyi imalat, enerji, tarım sektörleri yaşarken, en büyük ilerlemyi ulaştırma - haberleşme, konut ve turizm sektörleri yaşamıştır. Kamu ve özel sektörün ekonomik kesimler itibariyle sabit sermaye yatınmlannın yıllara göre gelişimine bakıldığında 1984 - 1992 döneminde şu gelişmeler meydana gelmiştir: Kamunun tarıma tahsis ettiği sabit sermaye yatırımı (SSY) payının, toplam Kamu SSY içinde % 9.6'dan % 11.3'e arttığı, arada dalgalanmalar da vardır, görülür. Madencilikte kamunun SSY kaynaklarından ayırdığı pay, sözkonusu zaman diliminde sürekli azalarak 1984'te % 9.1 iken, 1991'de % 3.5 olmuştur. İmalat sanayiinde de benzer bir düşüş yaşanmış, bu sektörün payı % 14.0'dan % 5.1'e düşmüştür. Enerji sektöründe, kamunun SSY kaynaklarından tahsis ettiği payda büyük dalgalanmalar olmuş, hatta 1989'da % 30'a ulaşan bu oran 1991'de % 17.0'a gerilemiştir. Ulaştırma sektörünün payı göstererek % 25.'ten % 37'ye çıkmıştır. Turizm sürekli artış yatırımlannda kamunun payı % 0.9'dan % 1.5'e çıkmıştır. Konutta da benzer ufak dalgalanmalar meydana gelrek, payı-1991'de % 2.1 olmuştur. Kamu SSY'de eğitim ve sağlığa bu zaman diliminde daha yüksek paylar aynimıştır. Eğitimin payı % 3.7'den % 6.5'e, sağlığın payı % 1.5'ten %2.5'e çıkmıştır. Özel kesime elince; Kamunun aksine tarım sektörünün özel SSY'den aldığı payda önemli düşüşler yaşanmıştır. ÖSSY içinde tanmın payı 1984 - 1991 zaman diliminde % 11.8'den % 4.5'e düşmüştür. ÖSSY içindeki payları görece değişmeyen sektörler; madencilik ve enerji olmuştur. İmalat sanayiinde 1984'te % 33.8 olan pay, 1991'de % 26.4' inmiştir. Ulaştırma sektöründe pay % 18."den % 13.7'ye gerilemiştir. Turizm sektörünün ÖSSY içindeki payı sürekli artış göstererek % 0.9'dan % 6.1'e varan artış kaydetmiştir. ÖSSY içinde en yüksek büyümeyi ve en yüksek payı konut sektörü almaktadır. Sağlık sektörünün ÖSSY içindeki payı sözkonusu zaman diliminde % 0.2'den % 1.5'e çıkmıştır. Özellikle 1980'li yıllann başlarında bir çok ülkede arz yanlı ekonomik yaklaşımın tavsiyeleri doğrultusunda vergi oranlannda indirimler yapılarak toplam hasılanın, uyarıcı etkilerin semeresi sonucunda artırılması hedeflenmiş ancak ülkelerin hemen hepsinde vergi gelirleri azalmıştır. Bu azalışa kamu harcamalarındaki değişme eşlik etmeyince bütçe açıklarının boyutları iyice büyümüştür. Vergi sisteminin otomatik istikrar sağlayıcı nitelikte olmasının yanında, Wagner Yasası ve kamu harcamaları içinde gerilere yönelik tedbirler doğrultusunda tedbirler alınmaması bu açıkların büyümesinde etkili olmuştur. Ülkemizde faiz servisinin toplam kamu harcamaları ve toplam vergi gelirlerine oranı incelendiğinde, 1980 - 1991 periyodunda her iki oranda da önemli yükselişler olduğu görülür. 1980'de % 1.9 olan faiz servisi/kamu harcamaları oranı sürekli artarak 1991'de % 11.8 olarak gerçekleşmiştir. Yine 1980'de % 2.8 olan faiz servisi /- vergi gelirleri oranı da sözkonusu periyot içinde sürekli artış göstererek 1991'de % 17.9 olmuştur. Faiz giderlerinin özellikle 1984'ten sonraki yüksek oranlı yükselişi hazine nakit hareketlerini olumsuz yönde etkiler duruma gelmiştir. 1980 - 1992 aralığında iç borçlanma / GSMH oranındaki gelişim incelendiğinde; sözkonusu oranın dönem boyunca önemli artışlar kaydettiği görülür. İç borç / GSMH oranı dönem boyunca oldukça yayılı bir çan eğrisi çizmiştir. Sözkonusu oran, 1980'de % 9, 1987'de % 29 ve 1992'de % 23 olarak gerçekleşmiştir. Dış borç / GSMH oranı 1980 - 1992 aralığında, iç borç oranının gelişiminde olduğu gibi, büyük yükselişler kaydetmiştir. Dönem boyunca, dış borç / GSMH serisi bir çan eğrisi çizerek, 1980'de % 24, 1987'de % 59 ve1992'de % 49 olarak gerçekleşmiştir. İç borç ve dış borç toplamlarının GSMH'ya oranındaki gelişim, alt kalemlerdeki gelişmeye koşut değişimler yaşamıştır. Sözkonusu oran, 1980'de % 40, 1987'de % 88 ve 1992'd % 72 olarak gerçekleşmiştir. Dönem boyunca dış borçların yaklaşık % 80 kamu kesimi dış borçlarından oluşmaktadır. GSMH, iç borç ve dış borç rakamları yıllık ortalama döviz kurları ile Dolara çevrildiğinden her bir serideki sapmalar da gerek TL'nin Dolar karşısındaki dalgalanışının, gerekse Doların dış piyasalardaki dalgalanışının etkisini taşımaktadır. Bu yüzden serilerin ardarda gelen rakamlarının bazı yıllarda büyük dalgalanmaları, bu etkiler çerçevesinde düşünülmelidir. Kredi açan sektörler, mevduat bankaları, merkez bankası ve kalkınma ve yatırım bankaları olarak sınıflandırıldığında; kredi açılan sektörel kesimler ve bunların toplam krediler içindeki paylarında şu değişmeler gözlenmektedir: Mevduat bankaları toplam kredileri içinde 1980 - 1991 aralığında en büyük payı özel teşebbüs ve hanehalkı sektörü almıştır (1980: % 81.1, 1985: % 87.3, 1991: % 86.7). Bunu kamu idareleri ve girişimleri izlemektedir (1980: % 18.9, 1985: % 12.5, 1991: % 11.5). Diğer mali kuruluşlar ile kalkınma ve yatırım bankalarının payları ise beraber mütalaa edildiğinde dahi oldukça düşük kalmaktadır. (1980:% O, 1985:% 3, 1 9 9 1 : % 1.6). 1980'den sonra iç borçlanmanın kaynaklarında özel kesimden mevduat bankalanna dğru bir yoğunlaşma olmuştur. 1980'de iç borçlanma ve bankacılık kesiminin payı % 14 civanndayken, bu oran 1991'de % 88 civarındadır. Bu artışta esas olarak bankaların mevduatlarının % 30 kadarını kamu kağıtlarıyla tutma zorunluluğu amil olmuştur. Bunun yanında kamu kağıtlarının yüksek getirili ve risksiz olması da bu artışı teşvik etmiştir. Ekonomide kamu kesiminin bankacılık kaynaklannın kullanımında yarattığı dışlama etkisinin yanında, ayrıca ekonomik sektörlerin de bankacılık kaynaklan gözlenmektedir. kullanmada 1980'de ticaret birbirlerini sektörünün dışladıkları mevduat bankaları kredilerinden aldığı pay %17 iken, 1991'de bu oran %18.5 1991: %9.9). Kalkınma ve yatırım bankaları kredilerinin dağılımında sözkonusu dönem boyunca imalat sanayi %73- %86 arasında bir paya sahip olurken, 1985'ten sonra turizm sektörünün payında da önemli artışlar olmuştur (1991: %11.9). Merkez Bankası kredilerinin dağılımı incelendiğinde, 1980-1991 aralığında, tanm, sanayi ve ihracat sektörleri kredilerinin büyük ölçüde düştüğü. Hazine borçlanması payının değişmediği görülür. Hazine'nin payı: 1980: % 29, 1991: % 55, destekleme alımlannın payı : 1980: % 23, 1991: % 27 olmuştur. 1982-1991 aralığını kapsayan dönemde ihraç edilen menkul kıymetlerin ortalama % 90'ını kamu sektörü ihraç etmiştir. Yani bu kesimdeki kaynakların % 904ına kamu kesimi el koymuştur. Kamu kesimi menkul kıymet borçlanmasında giderek ihraç izinlerine kısa vadelilik bakıldığında, özelliğinin ağır devlet bastığı görülmektedir. 1980'de devlet tahvilinin toplam ihraç izinlerine oranı % 45 iken, bu oran 1991'de % 26'ya düşmüştür. Hazine bonosunun payı 1988'de % 55 iken, 1991'de % 71'e yükselmiştir. 1980 - 1991 aralığında kamu kesimi menkul kıymet ihraç izinleri sürekli bir artış kaydetmiştir. (1982-1983 aralığı hariç). Bu artışta devlet tahvili ve hazine bonosunun rolü aşağı yukan aynı önem düzeyindedir. Konsolide bütçe harcamaları, bilindiği gibi ekonomik kritere göre cari, transfer ve yatırım harcamaları kalemlerinde mütaala edilmektedir. "Personel harcamalan" ve "diğer cari" harcamaları cari harcamaları oluşturmakta; harcamaları" bulunmaktadır. 1986'dan da "dier Transfer itibaren karşılaştırma yine ana yapmak "Milli Savunma cari" harcamaları para taksit bakımından Bakanlığı harcamalar kaleminin ödemeleri transfer diğer cari kapsamında kapsamından, hariç tutulunca, harcamalarının alt kalemler bakımından incemek, çok anlamlı olmayacaktır. Yatınm harcamaları kalemi personel giderleri, hizmet alımları, tüketim malları ve malzeme alımları, makina teçhizat ve taşıt alımları, yapı tesis büyük onarımları ve diğerleri başlıkları altında incelenmektedir. Cari harcamaların 1980'de konsolide bütçe harcamaları içindeki payı % 48.4 iken, sözkonusu oran 1983'te % 40.7 olarak gerçekleşmiş ve 9 puanlık bir düşüş yaşamıştır. Cari harcamalann payı 1988'e kadar azalmaya devam etmiş 1988'de % 34.8 olarak gerçekleşmiştir. 1989'dan itibaren, sözkonusu harcama kaleminin payı sürekli artış göstererek 1991'de % 45.7 olarak gerçekleşmiştir. Cari harcamalar içinde değrlendirilen alt kalemlerdeki gelişim incelendiğinde; 1980 - 1991 aralığında toplam cari harcamalar içinde personel harcamalarının payı ortalama % 66.3 ve standart sapması 8.1 olarak gerçekleşmiştir. Personel harcamahların cari harcamalar içindeki payı 1987'ye kadar istikrar göstermiş ve % 60 civarında seyretmiştir. Ancak 1987 yılından itibaren personel harcamalannın cari harcamalar içindeki-payı sürekli yükselerek 1991'de % 81 oranına ulaşmıştır. Personel harcamalarının konsolide bütçe harcamaları içindeki payının gelişimi incelendiğinde, cari harcama toplamının konsolide harcama toplamına olan oranının gelişimindeki eğilim, personel harcamalannın cari harcamalardaki ağırlığı nedeniyle, burada da görülür. 1980 - 1991 aralığında, personel harcamalan konsolide bütçe harcamalannın ortalama % 28.3'ünü oluşturmaktadır. Ancak bu ortalamanın standart sapması orana göre hayli yüksektir (S= 5.7). "Milli Savunma harcamalar Bakanlığı içindeki diğer payında cari" önemli kaleminin toplam dalgalanmalar cari meydana gelmiştik. 1980 - 1991 aralığında cari harcamaların ortalama olarak% 19.8'ini teşkil eden "MSB diğer cari" kalemi özellikle 1987'den itibaren hızlı bir düşüş trendine girmiş ve bu kalemin cari harcamalar içindeki payı 1991'de% 11 olarak gerçekleşmiştir. Transfer harcamalarının konsolide bütçe harcamalan içindeki payı yıllar itibariyle dalgalanmalar göstermiş ancak % 40'lar düzeyinde seyreden eğilimini korumuştur. 1980 - 1991 aralığında transfer harcamalarının konsolide bütçe harcamalarına oranla payı bir çan eğrisi çizmiştir. En yüksek değerine 1988'de % 48.6 olarak ulaşmıştır. Ancak 1986'dan itibaren ana para geri ödemeleri transfer harcamalanna dahil edilmemiştir. Sözkonusu kalemin de dikkate alınmasıyla transfer harcamalannın konsolide bütçedeki payı göründüğünden daha yüksek çıkacaktır. Yatırım harcamalarının konsolide bütçe harcamaları içindeki payı 1980 - 1991 periyodunda cari ve transfer harcamalan kalemlerine göre daha küçük dalgalanmalar göstermiştir. Sözkonusu dönemde konsolide bütçe harcamalarının ortalama olarak % 18.1'ini yatırım harcamaları oluşturmuştur. Yatınm harcamaları kaleminin alî kalemleri incelendiğinde, alî kalemler arasında göreli büyüklerde önemli değişmeler olduğu gözlenmektedir. 1985 - 1992 periyodunda personel giderlerinin payı, dönem başında % 11.5 iken, sürekli artış kaydederek, alımlarının dönem yatınm sonunda % 31.1'e harcamalarındaki payı yükselmiştir. % 1.3 Hizmet civarında seyretmiştir. Tüketim mallan ve malzeme alımlarının payı da hizmet alımları kalemine paralel gelişme göstermiş ve % 4 civannda gerçekleşmiştir. Makina teçhizat ve taşıt alımları kaleminin payı küçük dalgalanmalar göstermiş ve yıllık ortalama % 6.8 oranında gerçekleşmiştir. Yapı tesis büyük onanmlan kaleminin 1985 ~ 1992 aralığında, yatırım harcamaları içindeki payı yıllık ortalama olarak % 52„9 oranında gerçekleşmiş, bu ortalamaya ait standart sapma da 8 civarında olmuştur. Konsolide bütçe harcamaları ile alt kalemleri olan cari, transfer ve yatınm harcamalannın GSMH ile ilişkilendiriierek ulusal ekonomi içinde konsolide bütçenin alt kalemler itibariyle ve mutlak büyüklük olarak ağırlığını görmek, bütçeden kaynaklanan çeşitli ekonomik istikrarsızlıklara açıklama getirm bakımdan yararlı olacaktır. 1980 1991 aralığında konsolide bütçe/(GSMH oranı yıllık ortalama olarak % 23.6 oranında gerçekleşmiş, bu ortalamaya ait standart sapma da 2.5 olmuştur. Sözkonusu oranda bir istikrar sözkonusu olmakla birlikte, ters çan eğrisi özelliği göstermktedir. Sözkonusu 1980'de % 24.4, 1986'da % 21.1 ve 1991'de % 29.1 oran olarak gerçekleşmiştir. Cari harcamaların periyodunda, GSMH'ya konsolide oranında da 1980 bütçenin sergilendiği trende - 1991 paralel bir gelişme sözkonusudur. Bu dönemde cari harcamalar /GSMH oranı yıllık ortalama olarak % 9.6 olmuş ve standart sapma da 2.0 olarak gerçekleşmiştir. Yatınm ve transfer harcamalarında da cari harcamalara benzer gelişmeler gözlenmektedir. Her üç alt kalemde de ana kalem olan konsolide bütçe harcamalarının gösterdiği ters çan özelliği gözlenmektedir. Personel harcamalarının 1980 - 1992 zaman aralığında yıllık ortalama artış hızı nominal olarak % 62.5'tir ve bu ortalamaya ait standart sapma da 36.8'dir. Bir bütün olarak konsolide bütçenin yine bu dönemde yıllık nominal artış hızı % 57.5 ve bu ortalamaya ait standart sapma da 22.3'tür 1980 - 1991 zaman diliminde GSMH zımni deflatörü yıllık ortalama % 51.6 ve standart sapması da 21.3'tür. Görüldüğü gibi personel harcamalarındaki devasa artışlar, yaklaşık 11 puanlık fark, konsolid bütçeyi de bir bütün olarak etkilemektedir. Konsolide bütçenin yaklaşık yansını cari harcamalar ve cari harcamaların da yaklaşık 2/3'sini personel harcamaları oluşturunca; yatırım ve transfer harcamalarının gelişmeleri bir ölçüde cari harcama gelişmelerince etki altına alınmaktadır. Personel harcamaları giderinin konsolide bütçedeki niteliğinden dolayı, harcamanın yıllar konsolide itibariyle bütçeden nominal işçi gelişimini belirleyici başına izlemek yapılan yararlı olacaktır. İşçilik olarak cari işçilik, yatırım işçiliiği ve transfer işçiliğidikkate alınmıştır. Transfer giderleri içinde personel giderleri ayınmı 1991 yılından itibaren itibaren yapıldığı için yorumlamada cari ve yatırım işçilikleri üzerinde durulacaktır. 1984 - 1992 aralığında gerek yatırım, gerekse cari işçilik harcamalarındaki artış yıllık ortalama % 80 civarındadır. 1992 yılında kamu kuruluşlarının toplam 361.015 adet işçi kadrosu bulunmaktadır. 361.015 işçi kadrosunun; 209.588'i sürekli işçi kadrosu, 151.427'si geçici işçi pozisyonudur. Kamu kuruluşlarının elinde bulunan kadroların % 67.7 oranında bir payla toplam 244.470 adeti konsolide bütçeye aittir. Bu kadroların 179.686'sı sürekli işçi, 64.784'ü geçici işçiler içindir. İşçi kadrolarının yaklaşık % 45'inin yatırım hizmetlerine tahsis edildiği kabul edilmektedir. Konsolide paylannı bütçe kapsamındaki incelemek, Türkiye'de kurumların toplam içindeki kaynaklann başlıca tüketici kurumlarını tespit etmk ve çeşitli ekonomik istikrarsızlık sorunlarına çare aranırken, doğru adresi tespit etmek açısından gerekli olmaktadır. 1980 - 1991 aralığını kapsayan zaman dilimine genel bütçedeki çeşitli kurumların konsolide bütçe harcamalarındaki paylarının gelişimi incelendiğinde; Diyanet İşleri Başkanlığı, İç İşleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık bakanlığının paylarının sürekli artış kaydettiği. Milli Savunma Bakanlığı paylarının düşüş kaydettiği görülür. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün kurulması, Hazine'nin Maliye Bakanlığı'ndan ayrılmasıyla, ilgili bakanlıkların bütçedeki paylarında azalma olduğu görülmektedir. Hazine yardımlarının 1980 - 1991 bütçenin aralığındaki % 11.9'unu gelişimi incelendiğinde; oluşturan Hazine 1980'de katkısının konsolide arada ufak dalgalanmalar göstererek, 1 9 9 r d e % 16'ya vardığı görülür. Katma bütçeli kuruluşların konsolide bütçe toplamı ve katma bütçe toplamı içindeki paylarının gelişimine bakıldığında, belli başlı kuruluşlar bakımından, genel bütçedeki kuruluşlara ilişkin gelişmeye paralel gelişme burada da gözetlenmektedir. Karayolları Genel Müdürlüğü'nün payı 1981 yıhrıda konsolide bütçede % 5.4, katma bütçede % 34.5 iken, bu oranlar 1991 yılında sırasıyla % 3.2 ve % 17.4 olarak gerçekleşmiştir. DSİ Genel Müdürlüğü'nün 1985 yılından itibaren bütçesi yapılmaya başlanmış ve bu tarihten itibaren bütçedeki payı sürekli artmıştır. 1985'te genel bütçeden % 2.8, katma bütçeden % 251ik pay almıştır. Konsolide bütçe yatırımlarının sektörlere dağılımına bakıldığında; tarım, eğitim, madencilik, enerji, ulaştırma, turizm ve sağlık sektörlerinin payları dalgalanmalar göstermekler beraber aşağı veya yukarı doğru sürekli bir trend göstermemiş, hemen hemen aynı düzeylerde kalmışlardır. Düzenli bir azalış gösteren tek sektör konut sektörüdür. Bu sektörün konsolide bütçe yatırımlarından aldığı pay, İ980 - İ991 periyodunun ilk yarısında ortalama olarak %5 civarındayken, sözkonusu dönemin ikinci yarısında yıllık ortalama olarak %1=3 oranında gerçekleşmiştir. toplamının kamu kesirni sabit Konsolide sermaye bütçe yatırımına yatırım oranındaki gelişmelerde de yukarıda sektörler bazında tespit edilen istikrar gözlenmektedir. Konsolide bütçe yatırım toplanmın kamu sabit sermaye yatırım toplamına oranına bakıldığında; dönem içinde aşağı doğru esnemiş bir yay görünümü arzetmektedir. 1981'de %26 olan sözkonusu oran, 1988'de % 143.0 ve 1992'de %17.8 olmuştur. Konsolide bütçe payının dalgalanmasında, KİT'lerin ve FON'ların paylarında meydana gelen değişmeler etkili olmuştur. Vergi gelirlerinin GSMH'daki değişmelere karşı duyarlılığını ifade eden vergi esnekliği, vergi gelirleri yıllık artış hızının GSMH yıllık artış hızına bölünmesiyle elde edilir. Ülkemizde 1980 - 1991 aralığında vergi esnekliği ortalama olarak 1 civarında olup, standart sapması da 0.3'tür. (Tablo 5.4.1). esnekliği de toplam Gelirler vergi + kurumları esnekliğinden vergileri anlamlı toplamının bir farklılık arzetmemektedir. Toplam vergi gelirleri içinde vasıtalı vergilerin payı 1980 - 1991 aralığında basık bir çan eğrisi çizmiştir. Dönem başında %37.3 olan oran, 1988'de %50.3 ve 1991'de %47.7 olarak gerçekleşmiştir. Dalgalanma daha çok dış ticaretten değişmelerden kaynaklanmaktadır alınan vergilerdeki Dış ticaret vergileri dönemin başında toplam vergi gelirlerinin %9.8'sın! ve 199rde %16.3'ünü oluşturmuştur. Dönemin ilk yarısında toplam vergi gelirlerinin %60 civarındaki bölümünü teşkil eden dolaysız vergi toplamının payı döneminikinci yarısında %50 civarında gerçekleşmiştir. Buradaki dalgalanmada sevetten olman vergiden ziyade gelerden alınan vergideki dalgalanmalar etkili olmuştur. Konsolide bütçe vergi gelirlerinin GSMH içindeki payına bakıldığında, toplam vergi gelirlerinin GSMH'ya oranındaki artışa paralel gelişmenin hem vasıtalı, hem de vasıtasız vergilere ait oranlarda da mevcut olduğu gözlenmektedir. Konsolide bütçe vasıtalı ve vasıtasız vergi gelirlerinin GSMH'ya oranları 1984'te sırasıyla; %5.4 ve %7.5 iken, sözkonusu oranlar 1992'de sırasıyla; %9.0 ve %9.3 olarak gerçekleşmiştir. Alternatif vergi yaklaşımları iki teme! kategioriye ayrılmaktardır.Bunlardan birincisi, geniş tabanlı ve artan oranlı gelir vergisi + KDV yaklaşımı; ikincisi, dar tabanlı ve nisbeten düz oranlı gelir vergilemesi, buna karşılık artan oranlı tüketim vergilemiş (lüks tüketim) yaklaşımıdır. İkinci yaklesımda gelir vergisinin hiç uygulanmaması da savunulmaktadır. Buna karşılık bir net servet vergisi uygulaması zorunluluğu vardır. Vergi teşvikleri ancak birinci yaklaşımda ve gelir vergisinin gerçekten geniş tabanlı ve artan oranlı olması halinde verilebiliri. Günümüzde gelişmiş ülkeler, geniş tabanlı, ancak artan oranlı olmayan bir tüketim vergisi alternatifine doğru bir reform çabası içindedirler. OECD ülkelerinin büyük çoğunluğunda bu eğilim gözlenmektedir. Ancak bir ülkede gelir bölüşümü ve vergi adaletsizliği endişesinden bağımsız olarak arz yönlü iktisat temelli bir reform hareketi içindedirler. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise gerçek gelir ve özellikle yatay vergi adaleti ilkelerine dayalı bir reform stratejisi benimsenmesi zorunludur. Türkiye'de konsolide bütçe, mahali idareler ve Fonların vergi yükleri incelendiğinde OECD ülkelerinin ortalama vergi yükü rakamına oranla hayli düşük bir oran elde edilmektedir. 1980 - 1992 aralığında Fon vergi yükü yıllık ortalama %2.9 ve aralığında mahalli idarelerin vergi yükü yıllık 1987-1992 ortalama %2.4 civanndadır. Toplam vergi yükü yıllık ortalama %21 dolayındadır. OECD ülkelerinde ise toplam vergi yükü yıllık ortalama %35-%40 dolayındadır. Bizdeki düşük vergi yükü GV ile KDV üzerine dayalı durmaktadır. GV ve KDV'nin toplam vergi gelirleri içindeki toplam payı 1985-1991 1980-1991 aralığında yıllık aralığında toplam vergi ortalama gelirleri %66.4'tür. içindeki GV'nin payı yıllık ortalama %41.5 düzeyinde iken, KV'nin payı aynı dönemde yıllık ortalama %11.9 düzeyindedir. KV, 1980-1991 aralığında KDV ile arabağımlı bir gelişme göstermeksizin bir çan eğrisi çizmiştir. 1981'de %11 olan KV / Toplam Vergi Gelirleri oranı 1986'da %16 ve 1992'de %7 olarak gerçekleşmiştir. GV+KDV)/Toplam Vergi Hasılatı 1985-1991 aralığında ortalama olarak %65 seviyesinde seyretmiştir. Türkiye'de KDV hasılatı / GV hasılatı oranı 1986-1991 aralığında yıllık ortalama %79'dur. Türkiye'de dar tabanlı (narrow-based) gelir vergis yaklaşımı, geniş tabanlı (broad-based) bir tüketim vergilemesi sözkonusudur. Servet vergilemesi fiilen yoktur. Vergi dışı bırakılan (kalan değil) büyük bir kesimi olan bir gelir vergilemesi ile ihracat dışında fiilen bütün mal ve hizmet tüketimini kapsayan KDV uygulanmaktadır. Gelir vergilemesi içinde KV'nin payı 1986'ya kadar artış kaydetmiş, 1987'den itibaren düşüş trendine girmiş ve toplam vergi gelirleri içinde KV'nin payı 1992'de %7 olarak gerçekleşmiştir, kişisel gelir vergisinin hem tabanı dardır, hem de artan oranlılığı zayıftır. Vergilenmeyen kazançlar lüks tüketime ya da özellikle menkul ve gayri menkul servete dönüştüğünde de vergi alınacak tutanaklar (tax handles) yoktur. Türkiye'de 1980 sonrası sisteme yerleştirilen çeşitli düzenlemelerle vergi adaletsizliği körüklenmiş, ağırlık verilen regresif bir KDV ve olmayan bir servet verglemesi ile zaten bozulan gelir bölüşümü vergileme yoluyla daha da bozuk hale gelmiştir. Bir ülkede özel kesimden kamu kesimine vergiler yoluyla ne ölçüde kaynak aktarılabileceği, vergileme kapasitesi ile ilişkilidir. Kapitalist yapılı bir ekonomide bu kapasite GSMH'ya ulaşmadan çok önce, teşebbüs gücü kaybolur, ikame etkileriyle ekonomik gerileme başlar. Ancak kapasitesi otokratik, militarist yönetimli yükseltilebilir. Vergileme ülkelerde kapasitesi refah vergileme düzeyiyle yakından ilişkilidir. Kişi başına ulusal geliri 5000$ olan bir ülke ile 15000$ olan bir ülkede sözkonusu kapasitenin ikinci ülkede daha yüksek olma ihtimali vardır; çünkü gelirin %50'si de alınsa hiç olmazsa zaruri ihtiyaçlar için yeterli satınalma gücü halen bulunmaktadır. OECD ülkelerinde vergi yükü ortalama %35,%40 oranındayken Türkiye gibi olkelerde %15-%20 düzeylerinde seyretmesi bu bakımdan anlaşılır olmaktadır. Sosyal güvenlik pirimleri toplam vergi gelirleri içindeki payı AT ülkelerinde ortalama %34 ve OECD ülkelerinde ortalanma %30 iken, ülkemizde %5 civarındadır. Doğrudan vergi gelirleri içindeki payında AT ve OECD ortalaması %60-%70 civarında iken, sözkonusu oran Türkiye'de %40-%50 civarında seyretmektedir. Burada en önemli faktör sosyal güvenlik primlerinin Türkiye'de çok düşük olmasıdır. Dolaylı vğergilerin payındaki yüksekliğin en önemli nedenlerinden birisi de, Fonlann vergi niteliğindeki gelirlirinin %90'ını dolaylı vergilerin oluşturmasıdır. Tüketim vergilerinin toplam vergi gelirleri içindeki payında AT ortalaması %23.6 ve OECD ortalaması %28.6 iken, sözkonusu oran Türkiye'de %45.3 civarındadır. ABD, Japonya ve İsviçre gibi ülkelerde %16-%19 oranındadır. Bu durum, sözkonusu ülkelerde KDV'nin olmayışından kaynaklanmaktadır. Ülkemizde uzun yıllardan beri vergi teşvikleri (istisna, muafiyet ve indirimler) ile sermaye birikiminin- sağlanacağı görüşü savunulagelmektedir. Uygulama da bu doğrultuda geliştirilmiş olup, ayrıca vergiden kaçınma ve vergi kapsamı dışında kalma yaygınlaşmıştır. Devlet bir yandan bu nedenlerle vergi gelirlerini artıramazken, öte yandan imalat ve hizmet sektörlerindeki faaliyet nedeniyle altyapı yatırımlarını realize etmeye kaynak ay ıramam ış ve dolayısıyla yatınmlann zorunlu ön koşulu gerçekleşmediği için özel teşebbüs gücünün pratiği de gelişmemiştir. Vergilemede adaletin göstergesi olan doğrudan vergilerin toplam vergilerdeki payının yüksekliği Türkiye'de son yılarda giderek düşmektedir. Tüketim vergilerinin toplam adaletsizliğinin vergi düzeyini gelirleri gösterir. içindeki yüksekliği Çünkü, gelir ise arttıkça vergi tüketim vergisinin gerçek oranının giderek azalması ya da azalan oranlı tarifeye uygun olarak alınması düşük gelir gruplan aleyhine bir ayırım yapmaktadır. Vergilemede adaletsizliğin bir ölçütü de, gelir dilimlerinden ilkine uygulanan vergi oranıdır. Bir çok AT ülkesinde ilk dilim vergilendirilmez. Hatta ABD'de en az geçim düzeyine eşit gelir elde edemeyenlere aradaki fark kadar negatif gelir vergisi ödenir. Ülkemizde ise zaman içinde yükseltilen birinci dilime ait vergi oranının düşürülmesi çalışmalan sürmektedir. Türk vergi sisteminin karşılaştığı temel sorunlardan birisi de devletin bütçe açığını reel vergi gelirleriyle kapatma yerine tahvil ihraç ederek Devlet bu borçlanmaya suretle, başvurmasından tahvil satarak bazı kaynaklanmaktadır. vergi mükelleflerinin ödeyecekleri vergi alacağından vazgeçmektedir. Sonuçta ise bazı mükellefler, özellikle Kurumlar Vergisi mükellefi olan bankalar vergi yüklerini % 10'a kadar indirebilmektedirler. Böyle bir politikanın olumsuz etkisi ise enflasyon oranının artması ve gelir dağılımının bozulması biçimlerinde topluma yansımaktadır. Reform ilkeleri yönünden aşağıdaki düzenlemelerin de önemli katkısı olabilecektir. GV ve KV'nin birleştirilmesiyle vergi teşvik ve istisnalarına ilişkin karmaşık yapı basitleştirilebilir. Tahvil-hisse senedi geliri, tarım kazancı, ticari kazanç, piyango kazancı gibi her türlü gelir unsuru toplanarak artan oranlı bir vergi tarifesine tabi tutulmalıdır. Vergi, gelirin tasarruflar dışında kalan tüketilen yıllık tutarı üzerinden artan oranlı bir tarifeye göre alındığından, düşük gelirliler için muhtemel olumsuz etkileri minimize edebilecektir. Genel bir tüketim vergisi uygulamasında eğitim, sağlık ve temel gıda maddeleriyle ilgili harcamalar vergilendirilmediğinden, düşük gelirli mükelleflerin durumu iyileştirilirken, verginin oranı yüksek gelirliler için daha da dikleştirilmiş olur. İhracatı teşvik amacıyla, Batı'da olduğu gibi turistlerin Türkiye'de satınaldıkları bazı mallarla ilgili olarak ödedikleri KDV'nin kendilerine sonradan geri ödenmesi uygulaması getirilerek mallann değerlerinin yaklaşık %5-10'u gibi sembolik rakamlarla fatura edilmesi önlenmeli ve böylece vergilendirilmeyen halı, kilim, uyuncak v.d. rezervler de kolayca yakalanarak sağlanmalıdır. gelir ve Tasarruf tüketim gelirleri vergileri pozitif hasılatının reel artması olmadıkça vergilendirilmemelidir. Ancak finansal piyasalarda oluşan kaynaktan kamu egemenliğinin de bertaraf edilmesi gerekir ki amaçlanan süreç işlesin. Aksi takdirde artan kamu harcamaları, artan kamu borçları ve bu nedenle yükselen faizler ile Merkez Bankası kaynaklarından sağlanan finansman nedeniyle yükselen enflasyon kısır dögüsüne girilmesi kaçınılmızdır. Enflasyon olgusu kendi başına ekonomik hayatta belirsizliklere yol açtığı için enflasyon vergisi gibi vergiler etkin ve adil olmayacaktır. Yapılması gereken, enflasyonun düşürülmesidir. Enflasyonun servet ve gelir değerleri üzerindeki etkileri vergi ödeme gücünü ciddi olarak etkilemektedir. Enflasyon, sadece mal piyasasında parasal satınalma gücünü reel satınalma gücüne dönüştüren bir faktör olarak deği, fakat aynı zamanda faktör piyasasanda faktör fiyatlarını ve özellikle bu arada faiz haddini etkileyerek bireylerarası servet kaymalarına ve gelirin zamanlararası yeniden dağılımına da yol açar. Vergilerin yansıması sonucunda nihai yerleşme ile genellikle bireylerin gelirlerini oluşturan birinci faktör yani bireylerin sahip oldukları veriler etkilenmektedir. Buna, vergilerin birincil etkileri denir. Ülkemizde vergi gelirlerinin % 80'i 10 büyük ilde toplanırken % 4'ü Kalkınmada Öncelikli Yörelerden (31 il) toplanmaktadır. Son yıllarda vergi gelirlerinin belli bölümleri belediyelere, il özel idarelerine ve fonlara aktarılmaktadır. Bu oran takriben % 17 civarındadır. % 80'lik bölüm ise Bütçeye gelir olarak kaydedilmektedir. Konsolide bütçe açığına genel bütçe ve katma bütçe açığı yönünden bakıldığında; açıktaki büyük payın katma bütçeden kaynaklandığı görülür. Öyle ki, genel bütçe açığının 1980 - 1991 aralığında GSMH'ya oranının yıllık ortalaması % 1.2'dir. Bu ortalamaya ait standart sapma da 0.0'dır. Ortalamanın sıfır olması kesin bir ölçü değildir, ancak eğilimi önemi vardır. Katma bütçe ortaya koyma bakımından bir açığının GSMH'ya oranı dikkate alındığında; sözkonusu dönemde ortalama olarak toplam açığın hemen tamammm katma bütçe açığmdan kaynaklandığı görülür. Katma bütçe açığının GSMH'ya oranının yıllık ortalaması, 1980 1991 periyodunda, % 3.3 iken, bu ortalamaya ait standart sapma da 0.6'dır. Görüldüğü gibi standart sapmanın düşük olması aslında, katma bütçe açığının artış ve süreklilik olarak sahip olduğu ısrarı göstermektedir. Katma bütçeli idarelerin gelirleri bileşenlerine göre incelendiğinde; öz gelir, özel kanun geliri ve hazine yardımı alarak üç kategoriden oluşan gelirlerin zaman içinde çok büyük sapmalar gösterdiği görülür. Öz gelir katma bütçe gelirlerinin 1980'de % 9.1, 1985'te 11.3 ve 1991'de % 2.8'ini oluşturarak sivri bir çan eğrisi çizmiştir. Özel kanun gelirlerindeki dalgalanma çok daha büyük olmuştur. 1980'de katma bütçe gelirlerinin sadece % 4'ünü oluşturan özel kanun gelirleri 1986'da % 19.9'unu ve 1991'de ise % 8.4'ünü oluşturmuştur. Özel kanun gelirlerinin çizdiği çanın grafiği ise çok daha sivri kubbeli olmuştur. Hazine yardımının katma bütçe gelirleri içindeki payı, diğer iki kalem payının gelişmesine koşut olarak aşağıya esnemiş bir yay görünümü vermektedir. Katma bütçe gelirlerinin 1980'de % 90.5'ini oluşturan hazine yardımı, 1986'da % 72.2'sini ve 1991'de % 88.8'ini oluşturmuştur. Tahsil edilen vergi gelirlerinin GSMH'ya oranında 1980 - 1991 aralığında ters çan eğrisi özelliği gözlenmektedir. 1981'de GSMH'nın % 18.2'sini oluşturan vergi gelirin 1986'da % 15.2'sini ve 1991'de % 17.3'ünü oluşturmuştur. GSMH'ya olan oranındaki gelişmeler dikkate alınınca; vergi gelirlerinin de sözkonusu dönemde ciddi dalgalanmalar gösterdiği anlaşılmaktadır. Vergi gelirlerinin konsolide bütçe gelirleri toplamına oranında da önmli sapmalar meydana gelmiştir. 1980'de konsolide bütçe gelirlerinin % 75.9'unu oluşturan vergi gelirleri 1985'te % 64'ünü ve 1992'de % 79.1'ini oluşturmuştur. Konsolide bütçe gelirlerinin konsolide bütçe giderlerini karşılama oranının 1980 - 1991 aralığındaki gelişimde, sözkonusu oranın yıllık olarak % 86.1'lik bir ortalamaya ve 5.9'luk bir standart sapmaya sahip olduğu görülür. Gelirlerin giderleri karşılama oranı bazı yıllar % 94'e yükselirken (1981), bazı yıllar da % 74.8'e kadar düşmektedir. (1991). Katma bütçenin konsolide bütçe içindeki seviyesi, konsolide bütçe açıklarının hemen tamamının katma bütçeden kaynaklandığı gözönüne alındığında, büyük önem arzetmektedir. 1980 - 1991 aralığında, dönemin ilk yansında ortalama olarak yıllık % 14 düzeyinde olan oran, dönemin ikinci yansında % 18.5 düzeyine ulaşmıştır. Konsolide bütçe açıklannı oluşturmada genel bütçenin de 1980 - 1991 döneminin ikinci yansında etkili olduğu gözönüne alındığında, her iki bütçe türündeki esaslı açık artışın konsolide açıklarının yükselmesinde kümülatif etkide bulundukları görülmektedir. 1980 - 1992 aralığında memur maaşlanndaki gelişim incelendiğinde, maaş yükselişiyle işgücü maliyeti yükselişi arasında nominal olarak % 2'lik bir farkın mevcut olduğu görülür. Sözkonusu dönemde net maaşın yıllık ortalama artışı % 58 iken, işgücü maliyetinin nominal artışı yıllık ortalama % 56'dır. Yine 1984'te konsolide bütçe harcamalarına oranı % 2.4 olan faiz harcamalarının sözkonusu oranı 1992'de % 6.0'dır. Faiz ödemelerinin bütçe gelirine olan oranı 1984 - 1992 periyodunda büyük artışlar kaydedilmiştir. Dönem başında % 15.7 olan sözkonusu oran, dönem sonunda % 27.1 olarak gerçekleşmiştir. Konsolide bütçe açığı, nakit açığı ve nakit açığının 1980 - 1992 aralığında finansman yollannda meydana gelen değişmeler incelendiğinde; Merkez Bankası katkısının zaman içinde giderek azaldığı görülmektedir. Ancak zaman içinde sözkonusu oranda büyük dalgalanmalar olmuştur. Dış borçlanmadan temin edilen nakit açığı kısmında da zaman içinde büyük dalgalanmalar olmuş ve sözkonusu dönemin ikinci yarısında sıfır düzeyinde seyretmiştir. Nakit açığının finansmanında 1980 - 1992 aralığında iç borçlanmanın payı önemli artışlar kaydetmiştir. Nakit açığının 1980 - 1985 döneminde yıllık ortalama % 52'si iç borçlanma ile karşılanırken, 1986 - 1991 aralığında sözkonusu açığın yıllık ortalama % 77'si iç borçlanma ile karşılanmıştır. Nitekim iç borç servisinin bütçe gelirlerine oranındaki gelişimi incelendiğinde; sözkonusu oranın önemli ölçüde arttığı görülür. 1985'te % 16 olan sözkonusu oran, 1988'de % 54.5 ve 1992'de % 61.1 olarak gerçekleşmiştir. İç borçlanmanın vade yapısında kısa vadeye doğru önemli bir kayma olmuştur. 1986'da kısa vadeli iç borçlanmanın payı % 58.5 iken, 1991'de % 74.9 olmuştur. Türkiye'de borçlanmanın vadesi çok kısadır. Borç stokunun 1992 yılında % 64'ü bir yıl ve bir yıldan kısa vadelidir. Bu oran 1991 yılı için % 61.9'da kalmıştır. Devlet bir borç kısır döngüsü içine girerek borç yükünün, bütçe yüzünden açığının yanısıra, yanlış borçlanma politikası daha da artmasına yol açmıştır. Örneğin 1992 yılında devlet borçlanmasını, % 35.2 bir reel faiz yerine % 5'lik bir reel faiz ile yapsaydı 24 trilyon, eğer % 10'luk reel faizle yapsaydı 16.5 trilyona yakın bir tasarruf sağlayabilecekti. Bu tasarruf 1992 bütçe açığının üçte biri ile yarısı arasında değişmektedir. Yani bütçe açığının yarısın yakın kısmı Hazine'nin kaynaklanmıştır. Devletin yanlış yüksek borçlanma faizle politikasından borçlanması diğer faiz oranlarının da yükselmesine yol açarak yatırımların yavaşlamasına yol açmıştır. Böylece büyüme oranının da potansiyel büyüme oranının altında kalmasıyla sonuçlanmıştır. 1993 yılı başında Hazine'nin borçlanma politikasında faizleri düşürme ve vadeleri uzatma konusunda attığı adımlar bu sefer Merkez Bankası'nm rezerv politikasıyla çelişmeye başlamıştır. Bu da Türkiye'nin 1988 yılı sonundan beri izlediği rezerv politikalarının yüksek maliyetini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Merkez Bankası sıcak para olarak tanımlanan kısa dönemli sermaye girişlerinin faiz oranlarına çok hassas olduğunu belirterek faizlerin daha büyük ölçülerde düşmesinin kısa dönemli sermaye ve döviz sorununa yol açacağını hatırlatmıştır. Türkiye'nin çok pahalı olan rezerv politikasının bir kez daha gözden geçirilme gereği ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin rezerv sorununun kısa dönem için çözümünde yardımcı olan yüksek faiz politikaları, orta ve uzun dönemde rezerv sorununun sağlıklı çözümü olan geçirecek yatırımların ihracat ve ihracat artmasını potansiyelini engelleyici bir harekete unsur olmuştur. İhracatın artmasını sağlayacak toplam sabit sermaye yatırımları son beş senenin üçünde negatif olarak gerçekleşmiştir. Dünyada hiçbir ülkenin döviz rezervi sorununu % 30'lara varan dolar cinsinden reel faiz oranlarıyla çözmeye gücü ve niyeti olmadığı gibi, yüksek faiz politikaları döviz rezerv sorununu en pahalı şekilde erteleme yoludur. Türkiye rezerv sorununu ihracatını, turizm gelirlerini ve doğrudan sermaye yatırımlarını arttırarak çözmenin yollarını bulmalıdır. Bunun için de borçlanma ve rezerv politikaları ekonominin orta ve uzun dönemli gelişmesini gözetecek şekilde gözden geçirilmelidir. 1980 - 1991 aralığında toplam kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH'ya göre gelişimine bakıldığında; borçlanma gereğinin hemen tamamının aynı oranda KİT ve konsolide bütçe açıklarından kaynaklandığı görülmektedir. KİT harcamaları 1986 - 1992 aralığında yıllık ortalama olarak % 54 oranında artış kaydetmiştir. Harcama artışları alt kalemler itibariyle düşünüldüğünde; en büyük payın maaş ve ücretlerdeki sözkonusu yükselmede olduğu görülür. Anılan dönemde kalemdeki yıllık ortalama artış oranı % 79'dur. Bu ortalamaya ait standart sapma 377'dir. Görüldüğü gibi standart sapma rakamı oldukça yüksektir. Özellikle 1989, 1990 ve 1991'de yıllık ortalama % 112'lik artışlar yapılmıştır. Mal ve hizmet alımlarının gelişiminde büyük oranlı dengesizlikler meydana gelmiştir. Örneğin 1991 yılında bir önceki yıla göre % 1'lik artış meydana gelmiştir. 1986 - 1992 aralığında mal ve hizmet alımlarında yıllık ortalama % 48'lik artış meydana gelmiştir. Amortisman ve karşılıklar kaleminde yıllık ortalama artış % 85 iken, bu ortalamaya ait sapma 60'dır. Özellikle 1988 ve 1991 yıllannda yüksek oranlı amortisman ve karşılıklar ayrılmıştır (% 137 ve % 138). Harcamalan oluşturan alt kalemlerin toplamının harcamalar içinde yıllar itibariyle gelişimleri incelendiğinde yukarıdaki satırlarda anlatılanlara paralel gelişmelerin burada da yaşandığı görülür. Mal ve hizmet alımlarının payı 1991'den itibaren büyük oranlı bir düşüş yaşamıştır. Bu düşüş 1992'de de telafi edilmemiştir. Bu düşüş nedeniyle gerek ücretlerin, gerekse amortisman ve karşılıkların toplam harcamalar içindeki payları da büyük oranda artmşıtır. Ancak bu artışta sözkonusu kalemlerin nominal olarak artışları da ikinci etken olarak önemlidir. Bütün KİT'ler dikkate alındığında; KİT istihdam giderinin mal ve hizmet satış maliyetine oranında 1984-1992 aralığında sürekli artışlar olduğu gözlenirken; 7 büyük KİT'e ait istihdam gideri/mal ve hizmet satış maliyeti oranı dikkate alındığında 1984'ten 1988'e kadar ufak çaplı azalmalar olduğu görülür. Sözkonusu oran, 1984'te % 28.3 iken 1988'de % 22 olarak gerçekleşmiştir. Ancak 1989'dan itibaren oranda sürekli yükselmeler meydana gelmiştir. İşletmeci KİT faiz giderlerinin mal ve hizmet satış maliyetine oranı zaman içinde dalgalanmalar göstererek sürekli artışlar kaydetmiştir. 1984'te % 2.2 olan oran, 1991'de % 13.9 ve 1992'de % 8.6 olarak gerçekleşmiştir. İşletmeci KİT kar ve zararının GSMH içindeki payında zaman içinde azalış yönünde bir istikrar gözlenmektedir. 1984'te GSMH'nın % 4.4'ü kadar olan kar rakamım, 1992'de GSMH'nın -% 2.1'i kadar zarara dönüşmüştür. 7 büyük KİT için sözkonusu orana bakıldığında; zarara geçme yılının bütün Kİt ortalamasına göre daha erken olduğu görülür. Bütün işletmeci KİT'lerde zarar 1990'da başlarken, 7 büyük işletmeci KİT'te 1988'de başlamaktadır. Zararın yaklaşık % 80'i 7 büyük KİT'e aittir. Bugün bir çok KİT'in istenen kavuşabilmesi için çok büyük verimlilik ve rekabet gücüne yeni yatırımlara ihtiyacı vardır ve bu yatırımların, 2-3 yıl gibi kısa bir süre içinde, sağlam finansman kaynakları ile gerçekleştirilmesi zorunludru. Oysa 1991 yılında kaynak-ödeme dengesi 1.7 trilyon TL açık veren işletmeci KİT'lerin, 13.1 trilyon TL'lik yatırım harcaması ile birlikte temini gerekli finansman ihtiyacı 14.9 trilyon TL düzeyine ulaşmış ve finansmanın % 82'si Bütçeden karşılanmıştır. 1992 yılında ise sözkonusu kuruluşlann kaynak-ödeme dengesi 7.3 trilyon TL fazla vermesine karşın temini gerekli finansman tutarının, 21.1 trilyon TL düzeyindeki yatırım harcamaları nedeniyle 13.8 trilyon TL düzeyinde kesinleşmesi beklenmektedir. Bu tutann % 70'e yakın bölümü Bütçeden yapılan transferler yoluyla karşılanacaktır. Toplam Fon sayısı, 28'i üniversite araştırma fonu olmak üzere 107 adettir. 1993 yılında fonların 62'si bütçeye alınmış, 67.9 trilyon TL'lik fon geliri bütçeye gelir kaydedilmiştir. Kapsam dışında kalan üniversite fonları ile diğer fonlardan bütçeye 3.9 trilyon TL'lik transfer öngörülmüştür. 1993 yılında fon harcamaları için bütçeden ayrılan transfer ödeneği 30 trilyon TL.'dır. Fon gelir ve giderlerinin konsolide bütçe gelir ve giderlerine oranı 1984-1992 aralığında basık bir çan eğrisi çizmiştir. Fon dengesi 1984-1992 periyodunu ilk beş yılında ortalama yıllık olarak yarım trilyonluk fazla verirken; 1989 yılından itibaren önemli ölçüde açık vermeye başlamıştır. Fon açıklarındaki artış yıllık olarak 1989 - 1992 aralığında % 108'lik artışlar gerçekleştirmiştir. Fon gelirlerinin toplam konsolide bütçe gelirlerine oranında zaman içinde çok büyük artışlar meydana elmiş; ortalama olarak gelir bakımından bütçe gelirinin 1/3; bütçe giderinin ise 1/4 kadarını fonlara ait büyüklükler oluşturmuştur. 1989'dan itibaren fon dengesi açık vermeye başlamıştır. Açığın tamamı iç ve dış borçlanmadan karşılanmıştır. Açığın meydana gelmesinde fon kaynak ve ödemeleri bakımından şu gelişmeler meydana gelmiştir: 1988 - 1992 aralığında fon kaynaklarının GSMH'ya oranının gelişiminde bir istikrar gözlenmiş ve sözkonusu oran ortalama % 6.2 civarında seyretmiştir. Fon ödemelerinde ise 1989'da ani bir yükselme olmuştur. Artışın ağırlıklı kısmı sermaye transferleri ödemeleri ile sabit sermaye yatırımları ödemelerindeki yükselişten kaynaklanmıştır. Nitekim takibeden yıllarda da sözkonusu iki kalemin payındaki ağırlıklı artış devam etmiştir. Bugün, 1930'ların ekonomik anlayışları, kamu kesimine tevdi edilen görevlerin boyutlarına ilişkin düşünceler, ülkemiz için artık büyük kayıplara neden olmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşunun ilk devrelerinde, devletin herşeye hakim olma ve devamlı kontrol etme, belirli kalıpları sosyal ve siyasal hayata her ne şekilde olursa olsun uygulama isteği ve bu arzuların gerçekleşmesi için gereken büyük ölçekteki yasal ve kurumsal düzenlemeler, kamu kesiminin bugün ulaştığı derin ataletin esas sebebidir. Kamu, bir yandan kontrolü ekonomik altında prodüktif tutmakta, politikaları öte kaynakların yandan yarısından -fazlasını siyasi uygujayamamaktadır. irade Ülkede arzuladığı bir yandan seçilmiş meclis bulunmakta, diğer yandan Bütçe dışı uygulamalar nedeniyle denetim yetkisi bu meclisten alınmaktadır. Kamu, bir yandan dışa açılmış bir ekonomik yapıyla dış ekonomilerle rekabet etmeye çalışmakta, diğer yandan kamu kuruluşları hayır kurumları gibi faaliyet göstermekte ve özel sektörde görece daha az kazananlara işverenlik yaparak nitelikli personelinin verimini de düşürmektedir. Bu sorunları çözmek, herşeyden önce siyasi niteliklidir. Bireyler, ysal ve kurumsal sınırlamalar ister olsun, ister olmasın her bir durumda rasyonel davranışlar gösterirler. Kamu yönetiminin esas işlevi ve görevi artık toplumun sosyal, siyasi ve ekonomik boyutlarla şekillendirilmesi değil, sözkonusu alanlarda halkın tercihlerini gerçekleştirmesi için hizmet etme oduğu bilinci yerleşmeli düzenlenmelidir. ve bütçe politikaları bu açıdan ele alınarak 2. KAYNAKÇA MAKALELER Derdiyokjürkmen, Derdiyokjürkmen, Dornbusch,Rodiğer, Evgin,Tülay, Froot,Kenneth ve Maurice Obtfeeith, Gezer;Asım, Kurtuluş,Erciş, Morgil,Orhan, Orhaner,Emine, Tigrel,Ali, Toprak,Metin, Toprak,Metin Tüğen,Kamil, Türk,İsmail, Uluğbay,Hikmet, Yahyaoğlu,Güran, "Türkiye'nin Laffer Eğrisi", Maliye Yazıları Dergisi", Sayı: 112, Mart-Nisan 1993,s:26-39 "Türkiye'de kamu Maliyesinin Yapısı 1980-1989", Maliye Yazılan, Ekim-Aralık 1992,8:24-54 "External Debt, Budget Deficit And Disequilibrium Exchange Rates", international Debt and Developing Countries, World Bank, 1985 "İÇ Borçlarımız", HDT Dergisi, Mart 1992, s:41-50 "Gelişmekte Olan Ülkelerde Vergi Reformu", Çev:Sami kızıcı, Vergi Dünyası, Aralık 1991,s:21-26 "Vergi Gelirlerinin Artırılmasına Yönelik Yasal ve İdari Tedbirler, Vergi Sorunları Dergisi,Sayı :60,1992,s:27-36 "Gelişmekte Olan Ülkelerde Devlet Bütçeleri", Maliye Yazıları, Haziran 1991, s:7-20 "1993 Yılı Konsolide Devlet Bütçesi", Yeni Forum, Şubat 1993,s:45-46 "Türkiye'de Kamu Sektörünün Büyüklüğü", Verimlilik Dergisi, Gilt:20,Sayı:4, 1991, s:7-16 "Bütçede Birlik İlkesinin Temini Şart", Finans Dünyası, Ocak 1992,s:60-66 "Finansal Sistem Kaynaklarının Kullanımında Kamu Kesiminin Ağırlığı ve Özel Sektörün Dışlanması", Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Mart 1993a,s:42-50 "1980 Sonrası Ekonomide Yapısal değişme ve Finansal Derinleşme", İktisat, İşletme ve Finans Dergisi,Şubat 1993b,s:18-32 "Bütçe Açıkları, Finansmanı ve Sonuçlan", Maliye Yazıları, Temmuz-Ağustos 1991, s:14,29 "Cumhuriyet Dönemi Maliye Politikalarında Aşamalar", Yeni Forum, Şubat 1993,s:29-37 "Ekonominin Evletlikleri veya KİT'ler", HDT Dergisi, Mart 1992,s:68-81 "Hazine Bonoları-Deviet Tahvilleri", Maliye Yazılan, Ocak-Mart 1992,s:13-32 Yıldırım, Turan, KİTAPLAR Akpınar,Süleyman, Avarbach,Alan J., Batırel,Ömer Faruk ve diğ., Bayır,Ahmet, and Oth. (Ed.), Buchanan,James M. and Oth.(Ed.), Bulutoğlu,Kenan, BÜMKO, BÜMKO, BÜMKO, BÜMKO, BÜMKO, BÜMKO, BÜMKO, Türkiye'de Devletin Ekonomiye Müdahalesi, Maliye Yazıları Dergisi, Ocak-Şubat 1991 s:12-32 Bütçelerde Özel Gelir - Özel Ödenek Uygulamalan, BÜMKO Y.,Ankara 1993 Dynamic Fiscal Folicy, Cambridge Press, 1987 Türk Vergi Gelirlerini Artırma Yolları, Alternatifler ve Beklentiler, JTOP Y., İstanbul 1989 Bütçe Mevzuatında ve Bütçelerde Gelişmeler (Osmanlıdan Cumhuriyete),Maliye Bakanlığı BÜMKO Y., Ankara 1993Blejer,l. Measurment of Fiscal Impact: Methodolojical lssues,IMF,JUNE 1988 The Political Economy of budget Deficits, Oxford,Basic Balackwel, 1987 Kamu Ekonomisine Giriş,Filiz Kitabevi, 3.Baskı, ist, 1981 Sağlık Hizmetleri (1980-1993), Maliye Bak. BÜMKO Y.,Ankara 1993 EKONOMİK VE SOSYAL HİZMETLER (1980-1993), BÜMKO Y.,Ankara 1993 Yatınm Hizmetleri (1980-1993), BÜMKO Y.,Ankara 1993 Savunma ve Güvenlik Hizmetleri (1980-1993), BÜMKO Y.,Ankara 1993 Genel ve Adalet Hizmetleri (1980-1993), BÜMKO Y.,Ankara 1993 Fonlar Mevzuatı ve Konsolide Bütçe ile İlişkileri, BÜMKO Y.,Ankara 1993 Aylar İtibariyle Gider ve Gelir Gerçekleşmeleri (1957,1993), BÜMKO Y., ANKARA 1993 BÜMKO, Bütçe Gider ve Gelir Gerçekleşmeleri (1924-1991), BÜMKO Y.,Ankara 1992 Cavanna,Henry, Public Sector Deficits in OECD Countries, Causes, Consequences and Remedies, MacMilian Press, 1988 Coşkun,Gülay, N.Bedii Feyzioğlu ve Ö.Faruk Batıral, Coşkun,Gülay, Çiller,tansu ve Mehmet Kaytaz, Çiller,Tansu ve Mehmet Kaytaz, Devlet Bütçesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1986 Kamu Mali Yönetimi, TODAİE Y.,Ankara 1978 KİT'lerin Ekonomideki Maliyet Artırıcı Ektileri, İTO Y.,İstanbul 1988 Kamu Kesimi Açıkları ve Enflasyon, İTO Y j s t a b u l 1989 DİE, Türkiye Ekonomisi İstatistik ve Yorumlar, Aylık Periyodik DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı,Periyodik DPT, Temel Ekonomik Göstergeler, Aylık Periyodik,Ankara DPT, GenerEkonomik Hedefler, 16 Ekim 1992 DPT, Genel Ekonomik Hedefler ve Yatırımlar, 16 Ekim 1992 DPT, 1980'den 1990'a Marko Ekonomik Poltikalar DPT Y.,1990 Refort of the International Symposium on Turkey's Experience in Developing a Market Economy,Ankara 1991 Uluslararası Ekonomik Göstergeler, Şubat 1993,Aylık Periyodik DPT, DPT, Emil,Ferhat ve Selim Çakır, Govenment Domentic debt Management in Turkey:Debt Instrumunts and Selling Techniques, HDTM Y., 1991 Erginay, Akif, Kamu Maliyesi, Turhan Kitabevi Y., 12.Baskı,Ankara 1987 Erol,Ahmet, Ekonomik Etkileri Bakamından İç Borçlar, Maliye Bakanlığı Y., Ankara 1992 Ertuğrul,Ahmet, Kamu açıkları, Para Stoku ve Enflasyon, Yapı Kredi Y.,1982 Helpman, Elhanan and Others (Ed.), HDTM, Economic Effect of the Government Budget, MIT Press, 1988 Başlıca Ekonomik Göstergeler, HDTM, HDTM, Aylık Periyodik Hazine Aylık Göstergeleri 1980'den 1990'a Türkiye Ekonomisi Politikaları ve Uygulama Semineri, Ankara 1991 HÜİİBF, İTO, İTO, Naliye Eğitimi Sempozyumu, Hacet. Üni. İİBF Y., 1990 Ekonomik Rapor, Yıllık Periyodik Dünyada ve Türkiye'de Piyasa Ekonomisine Geçiş ve Yapısal Uyum (Bildiriler), istanbul 1989 KIRBAŞ,SADIR, KOİ, DEVLET MAHLLARI,BİRLİK Y.,ANKARA 1985 Türkiye'de Özelleştirme,Basın ve Halkla ilişkiler Birimi, Ankara Mayıs 1993 Vergi Yasıpı ve Gelişimi,İÜ İktisat Fakültesi Y.,İst. 1982 Mali Yıl Bütçe Gerekçeleri, Periyodik Yıllık Ekonomik Rapor, Periyodik Türkiye'de Fon Sisteminin Kamu Kesimi içindeki Yeri ve Ekonomik Etkileri, TOBB Y.,Ankara 1991 Korkmaz,İsfender, Maliye bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Oyan,Oğuz ve diğ. Öncel,Mualla ve Nami Çağan, Prest,A.R., SPK, Şahin, Selahattin TCMB, TCMB, TOBB, TOBB, Toprak, Metin, Türel, Aziz, Türk, İsmail, Uluatam, Özhan, YDK, Türkiye'de Katma Bütçe Uygulaması, İncelenmesi-Değerlendirilmesi ve Katma Bütçeli kuruluşlardan Bir Örnek, Maliye Bakanlığı Y.,Ankara 1991 Public Finance in Developing countries Weidenfeld and Nicolson Press,London 1985 Yıllık Rapor,Periyodik Kamu Harcamalan 1993 Yılı Rehberi, Malye Bakanlığı Bümko Y., Ankara 1993 Yıllık Rapor, Periyodik Üç Aylık Rapor, Periyodik Ekonomik Rapor, Yıllık Periyodik 1988 Yılında Mali Politikalar ve 4 Şubat Kararları TOBB Y., Ankara 1989 Finansal Sistemin Ekonomik Kalkınmadaki Yeri (Türk Finansal Sistemi Örneği), ist. Üni., SBE, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 1992 Devlet Borçları, Maliye Bakanlığı Y., Ankara 1992 Maliye Politikası, S Y. 6. Baskı, Ankara 1985 Kamu Maliyesi, S. Y., İkinci Baskı, Ankara Kamu iktisadi Teşebbüsleri Genel Raporu, Yıllık Periyodik, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Y., Ankara
© Copyright 2024 Paperzz