Medeni Usul Hukukunda Durustluk Kurali - KILIC

TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ
HUKUK FAKÜLTESİ
MEDENİ MUHAKEME HUKUKU DERSİ-1
KİTAP İNCELEME ÖDEVİ
KİTABIN ADI: MEDENİ USUL HUKUKUNDA DÜRÜSTÜK KURALI
YAZARIN ADI: DOÇ. DR. RAMAZAN ARSLAN
HAZIRLAYAN: YASEMİN KILIÇ
CANSU ÇAĞLAR
BERKAY ÖZTÜRK
ŞEYHMUS UĞUR
DERSİN ÖĞRETİM ÜYESİ: YRD. DOÇ. DR
CUMHUR RÜZGARESEN
ANKARA 2013
1.KİTABIN ADI
: MEDENİ USUL HUKUKUNDA DÜRÜSTLÜK KURALI
BASIM YERİ VE YILI
: ANKARA , 1989
2.YAZAR TANITILMASI
: DOÇ.DR. RAMAZAN ARSLAN
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1969 yılında birincilikle mezun oldu. 1984-1985
öğretim yılında Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Medeni Usul ve İcra-İflas Hukuku
dersleri verdi. 1994-2000 yılları arasında da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı
görevini yürüttü. 2000-2008 yılları arasında Rektör yardımcılığı da yapmıştır. Halen Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Usul ve İcra-İflâs Hukuku Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi olan Prof. Dr. Ramazan Arslan 2001 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer
tarafından Yükseköğretim Kurulu üyeliğine seçilmiş olup bu görevini 2005 yılında
tamamlamıştır. Ramazan Arslan İngilizce ve Almanca bilmektedir. Ayrıca Başkent
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde de öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir ve Doğu
Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde de icra ve iflas hukuku derslerini vermektedir.
3. KİTABIN KONUSU : Medeni usul hukukunda dürüstlük kuralının etkin bir biçimde
uygulanmasının önemi ve Dürüstlük kuralının Medeni Usul Hukukun da ki yeri ve uygulama
alanı kitabın konusunu oluşturmaktadır.
KİTABIN ÖZETİ
I – KONUNUN TANITIMI
Kitabın konusu genel bir usul kuralı olan dürüstlük kuralıdır. Dürüstlük kuralı ile ilgili
kitapta bu kuralın davada bulunması gereken önemli bir husus olduğu anlatılmış ve tarihsel
gelişimine de değinilmiştir. Bu anlamda dürüstlük kuralının hakların kullanılmasında tüm
hukuk düzenlerinin en eski ortak ilkelerinden biri olduğu belirtilmiştir. Yani dürüstlük kuralı
davada doğruyu söyleme yükümlülüğü anlamına gelir. Bu kural Roma Hukukunda “bona
fides” deyimi ile Kanonik Yargılama Hukukunda ise “Kalumnieneid-Columnieneid”
kavramı ile ifade edilmiştir.
Dürüstlük kuralı genel bir prensip olsa da tüm hukuk sistemlerinde aynı şekilde
düzenlenmemiştir. Şöyle ki: Alman hukukunda bizim hukuk sistemimizdeki gibi dürüstlük
kuralı ,hakların kullanılması ve borçların ödenmesinde uyulması gereken bir yükümlülük
olarak açıkça düzenlenmemiştir. Fransız hukukunda ise yine sözleşmelerin dürüst bir şekilde
yapılmasına ilişkin kurallara yer verilmiştir ve yine bizim hukuk sistemimizdeki gibi açık bir
düzenleme bulunmamaktadır. Hakkın kötüye kullanılması bu anlamda genel olarak haksız
fiillerin bir parçası olarak ele alınmıştır. Avusturya hukukunda da sözleşmelerin yorumunun
tarafların amacına ve dürüst işlemlerin uygulamasına göre yapılması gerektiği belirtilmiştir.
Türk Hukukunda Dürüstlük Kuralı:
Cumhuriyet döneminden önceki Türk Hukuku’nda, dürüstlük kuralı ve hakların kötüye
kullanılması yasağı, bir genel ve temel kural biçiminde düzenlenmemiştir. Fakat, islam
anlayışına göre hak üzere yargı kudsi bir iş sayılıyordu. Bu dönemde, genel olarak dürüstlük
kuralına uygun bazı münferit düzenlemeler yapılmıştır. Buna örnek olarak Mecelle 28 ve 100
üncü maddeleri dürüstlük kuralını ele almaktadır.
Cumhuriyet döneminden sonra, 1926 yılında İsviçre’den iktibas olunan Medeni Kanun
ve Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine, Medeni Kanun’un 2 inci maddesi şöyle
’’Herkes, haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsniyet kaidelerine riayetle mükelleftir’’
düzenlenmiştir. Bu kısımda hakkın kötüye kullanılması yasağı arasında ayrılmaz bir bağlantı
vardır. Hukuk Usul Muhakemeleri Kanunu’ n da davada dürüstlük ve doğruluk ilkesine
geçerli olacağına ilişkin, MK’nun 2 inci maddesi hükmüne benzer bir genel kural
bulunmamakla birlikte, HUMK’ nun bir çok maddesinde dolaylı da olsa, davanın
açılmasından sonuçlanmasına kadar tarafların dürüst davranmaları gerektiğinde, usulü
hakların kötüye kullanılmasının bir yaptırımı olduğuna ilişkin hükümler yer almaktadır.
Dürüstlük Kavramı:
Dürüstlük, sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmama anlamına gelir. Dürüstlük
kuralı ise, bütün hakların kullanılmasında ve borçların yerine getirilmesinde hukuka, bir
toplumda genellikle benimsenen ahlak anlayışına, örf ve adet kurallarına ve doğruluk
ilkelerine uygun davranma diye nitelendiririz. Dürüstlük kuralının tarihsel gelişimi
incelendiğinde, MK’nun 2 inci maddesinde düzenlenen bu kuralın temelinde, her hukuki
ilişkide ilgililerin birbirlerinden beklemeye haklı oldukları hususunda yanıltılmamaları
gerektiğini anlayışının, yani güven düşüncesinin bulunduğu görülür. Bu düşünceye göre, bir
hukuki ilişkide bir taraf diğer tarafça güveninde aldatılmamalı, haklı beklentileri boşa
çıkarılmamalarıdır. Bütün hukuk düzenlerinin ortak bir varlığı olan dürüstlük kuralının
uygulama alanı her hukuk düzeninde aynı olmamıştır.
II- ÖZELLİKLERİ
a-) Objektiflik:
Dürüstlük kuralının bir genel kural olarak düzenlenmiş olması ve konuluş amacı göz
önünde alındığında, kuralın kişiler dışında, objektif nitelikli olduğu görülür. Münferit hukuki
ilişkileri düzenleyen normların, önceden öngörülmeyen yaşam olaylarını çözmede yetersiz
kalmaları halinde, bu normları tamamlama, o kurallarla birlikte uygulanma, hatta o kuralların
önüne geçme özelliklerine sahip, yaratıcı temel kuraldır. Kuşkusuz, dürüstlük kuralı objektif
nitelikte olsa da, bir davranışın bu kurala uygun olup olmadığı takdire bağlıdır.
b-) Dürüstlük Kuralı Hakim Tarafından Görevi Gereği Re’ sen Uygulanır:
Dürüstlük kuralının niteliği gereği olarak ve bir maddi hukuk kuralı olması nedeniyle, MK
m. 2 hükmü, hakim tarafından re’sen uygulanacaktır. MK’nun 2 inci maddesi hükmünün
kamu düzeni ve genel ahlak düşünceleri ile konulmuş emredici nitelikte olduğu ve bu nedenle
re’sen uygulanması gerektiği görüşü yanında, bu genel kurala aykırı davranıldığı iddiasının
teknik anlamada bir itiraz olmadığı ve bir kuralın re’sen uygulanması gereğinin o kuralı kamu
düzenine ilişkin olmasına gerektirmeyeceği gerekçeleri ile dürüstlük kuralının emredici
nitelikte olmadığı da savunulmaktadır. Bunlarla birlikte uyuşmazlığa bakan Hakim ise,
davada uygulayacağı hukuki sebebin genel hukuk ilkeleri ile çelişmesi halinde, yorum veya
kıyas yoluna başvurarak veya dürüstlük genel kuralını uygulayarak dava hakkını doğuran
veya ortadan kaldıran iyi niyeti veya kötü niyeti re’sen dikkate alarak bir karar vermek
zorundadır.
c-) Dürüstlük Kuralı Hukuki İşlemlerin Yorumlanması, Tamamlanması, Yeniden Gözden
Geçirilmesinde ve Değiştirilmesinde Etkilidir
Bir hukuki işlemin tarafları, aralarındaki işlemin koşullarını belirlerken iradelerini açık
seçik belirtmezlerse, yoruma ihtiyaç gösteren terimler kullanırlarsa, bu hukuki ilişkiden bir
uyuşmazlık çıkması durumunda hakim tarafların amacının ne olduğunu araştıracaktır. Hukuki
işlemlerin tamamlanmasında da dürüstlük kuralı uygulanır. Yani, hukuki işlemlerde
boşlukların bulunması halinde, bu boşluklar dürüstlük kuralına uygun bir yorumla
tamamlanabilir. Bir hukuki işlemin, örneğin bir sözleşmenin boşluklarının tamamlanmasında
hakim, dürüstlük kuralını göz önüne alarak, sözleşmenin amacını ve sözleşmede yer alan
ifadelerin
anlamını
araştırır.
Hakim,
tarafların
bu
boşlukları
nasıl
doldurmayı
düşünebileceklerini araştırırken hayatın olağan akışına göre makul, orta zekalı dürüst bir
kimsenin muhtemelen düşüncelerini dikkate alacaktır.
d) Kanun Hükümlerinin Yorumlanması Ve Tamamlanmasında Dürüstlük Kuralına Başvurulur
Kanunlar genel, soyut ve kişilik dışı olduğu için zaman zaman tanıdığı hakkın içeriğini
tamamen belirlemeyebilir. Genellikle de bu kanuni düzenlemenin soyut olmasının bir
sonucudur. Hakim hukuki işlemlerde olduğu gibi bir hak kullanımının sonucu ortaya çıkan
uyuşmazlıklarda da bu hakkın içeriğini belirler ve kanunundan bağımsız olmadan bu hakkın
sınırlarını çizer. Tabi yine hakim bunları yaparken de gerek üçüncü kişilerin gerek tarafların
yararını gözetecek ve dürüstlük kuralı prensibinden ayrılmayacaktır. Ayrıca hakların
içeriğinin belirlenmesinde hakkın tanınma nedeni ve karşı tarafta yaratılmış olan güvenin
korunması gereği de dikkate alınacaktır. Bu anlamda dürüstlük kuralı kanuna karşı hilenin
önlenmesinde başvurulacak en genel kurallardan biridir.
Kısaca, kişiye tanınan hak ve yetkilerin kullanılmasından doğan ihtilafların çözümünde
hakim, dürüstlük kuralından, hakkın amacına uygun kullanılıp kullanılmadığının kontrolünde
bir ölçüt olarak yararlanır. Çünkü dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı,
kanun hükümlerinin katı uygulanmasının ortaya çıkarabileceği adalet anlayışına ve
hakkaniyete aykırı sonuçları engellemek için var olan kurallardır.
III- HÜKÜM VE SONUÇLARI
Dürüstlük kuralının tarihsel kaynağını Türk hukuk sisteminde Medeni Kanunumuzun 2
inci maddesi düzenlemiştir. Dürüstlük kuralı aynı zamanda hakkın kötüye kullanılması
yasağını da kapsar şekilde ifade edilmektedir. Çünkü bir hakkın açık bir biçimde kötüye
kullanılmasını, hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması şeklinde de anlamak
mümkündür. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağını düzenleyen MK 2 inci
maddesi genel kural niteliğinde olduğu için, somut uyuşmazlık hakkında genel bir hukuk
kuralı olmadığı halinde uygulanır. Yani ortaya çıkan hukuki ihtilafın çözümü için öngörülen
özel düzenlemeler varsa ilk olarak bunlar uygulanır olmaması halinde madde ikiye abaşvurulur. Örneğin velayet hakkının kötüye kullanılması halinde medeni kanunda özel bir
düzenleme mevcut olduğu için madde ikiden önce özel düzenleme ile hukuki ihtilafın
çözümlenmesi amaçlanır. Bu hususlardan da anlaşılacağı üzere medeni kanunumuzun 2 inci
maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı ikincil bir hükümdür.
Bir hakkın kötüye kullanılmasından söz edebilmek için mutlaka ortada bir hakkın olması
gerekir. Bir hakka dayanmayan yetkilerin kullanılması veya davranışlarda bulunulması
hukuka aykırı fiil olarak nitelendirilebilir. Ama bunun içinde hakkın açıkça dürüstlük kuralına
aykırı olarak kullanılmış olduğu yargısına ulaşılabilmelidir. Yani bir hak gereği gibi ve
kanundaki sınırları aşılarak, sırf başkasına zarar verecek şekilde kullanılıyorsa bu kuşkusuz
hakkın kötüye kullanılması durumunu teşkil eder.
Bir kişi kendisine yönelik olarak kötüye kullanılan hakka karşıda dava açma hakkına
sahiptir. Hakkın kötüye kullanılmasından zarara uğrayan kişinin talebi üzerine, mahkemenin;
hakkın kötüye kullanılması ile ortaya çıkan durumun geçerli olmayacağına, hakkın kötüye
kullanımının durdurulmasına ve önlenmesine ,hakkın kötüye kullanımı sonucu ortaya çıkan
maddi durumun ortadan kaldırılmasına, zararın tazminine veya edimlerin denkleştirilmesine
karar vermesi gerekecektir. Hakkın kötüye kullanılması sonucu bu haktan zarar gören kişinin
tespit davası açma hakkı da mevcuttur. Hakkın kötüye kullanılmasından dolayı hukuki
korunma isteminde bulunmaya hakkı olan kişi, yukarıda sayılan biçimde mahkemeden karar
verilmesini talep yerine bu hakları kendisine karşı açılacak davada itiraz ve def’i olarak ileri
sürme hakkına da sahiptir.
IV- BENZER KONULAR İLE İLİŞKİSİ
GERÇEĞİ SÖYLEME YÜKÜMLÜLÜĞÜ
Gerçeği söyleme yükümlülüğünün konusunu iddia ve savunmanın dayandırıldığı vakıalar
ve olgular oluşturur. Bu vakıalar yargılama esnasındaki sözlü ve yargılama dışındaki
beyanların tümünü içerir. Bu yükümlülük tarafa bildiğini doğru ve eksiksiz bildirme, karşı
tarafın dayandığı vakıanın doğru olduğunu bilmesine rağmen karşı çıkıp deliller göstermeye
çalışmaması gerektiğini belirtmektedir. Bu yükümlülükten amaç mahkeme ile taraflar
arasındaki ilişkide güvenin sağlanmasına dayanır.
Gerçeği söyleme yükümlülüğü tarafların yalnızca doğru bildiği delilleri getirebileceği
anlamına gelmemelidir. Yargıtay bazı kararlarında tarafın aleyhine olan vakıaları
bildirmeyebileceği yönünde karar almıştır. Usul Hukuku’nda gerçeği söyleme yükümlülüğü,
yargılamaya egemen olan ilkelerden tasarruf ve taraflarca getirilme ilkesi ile bağlantılı olup
bazı hukukçular, gerçeği söyleme yükümlülüğünün tasarruf ve taraflarca getirilme ilkelerini
sınırlayacağını savunmuştur. Sebebi ise mahkemenin tasarruf ilkesini geçerli kılarak
yanıltılamayacağıdır. Bu konuda aksi görüşte olanlar ise gerçeği söyleme ödevinin ikrar,
kabul, feragat gibi taraf işlemlerinin göz önüne alınmasının söz konusu olmayacağını, zira
kanunun bu işlemler ile ilgili özel kurallar getirdiğini savunmaktadır.
Gerçeği söyleme yükümlülüğüne uyulmamasının bir takım sonuçları vardır. Bunlar;
-Bu yükümlülüğe aykırılık bilinçli olarak gerçeğe uymayan iddiada bulunma veya gerçek
olduğunu bile bile diğer tarafın ileri sürdüğü vakıa hakkında uyuşmazlık yaratma şeklinde
ortaya çıkmışsa dürüstlük kuralına aykırı olan bu tutum, bu yönde yapılan işlem veya beyan
mahkeme tarafından dikkate alınmayacaktır. Buna gerçeği söyleme yükümlülüğünün usulü
etkisi denilir.
- Dava sonucunda verilen hükmü etkilemesi: Dürüstlük kuralına aykırı düşen hileli
davranışlarla gerçeği söyleme hükümlülüğüne rağmen gerçekte var olan vakıaların bilerek
gizlenmesi veya sahte vakıalara dayanılmış suretiyle, hükmün bu şekilde davranan taraf
lehine verilmesine sebep olunmuş ise bu hüküm yargılamanın yenilenmesi yoluyla iptal
edilebilecektir. Taraflardan biri davada hileli davranışta bulunursa mahkeme, bilinçli olarak
ileri sürülen gerçeğe aykırı iddia doğrultusunda karar almışsa yargılamanın yenilenmesi
sebebini oluşturan bu fiil ve işlemler nedeniyle zarara uğrayan tarafın tazminat açıp
açmayacağı konusunda doktrinde iki ayrı görüşün bulunduğu görülmektedir. Bazı hukukçular
kesin hükmün etkisi ile ters düşme söz konusu olmadığı takdirde bilinçli olarak gerçeğe aykırı
vakıa ve delillere dayandırılmış dava yüzünden zarar gören bu zararın tazmini için dava
açabilmelidir. Bazı hukukçular da gerçeği söyleme yükümlülüğünün çiğnendiği davanın
konusu ne olursa olsun tazminat davasının temelinde farklı bir öğe, yani gerçeği söyleme
yükümlülüğünün çiğnenmiş olması olayı var olduğunu, bu nedenle aynı dava ikinci kez
mahkemeye sunulmuş değildir.
- Davada hileli davranışın suç sayılması görüşü:
Usul hilesine başvurması halinde Türk Ceza Kanunu’nda bunun suç olduğu hakkında bir
hüküm bulunmamaktadır. Doktrinde bu konuda da iki görüş hakimdir. Bir görüşe göre davada
yalan beyan veya hileli davranışta bulunarak hakimin hataya düşürülüp lehe hüküm elde
etmenin yargılama yolu ile dolandırıcılık olarak değerlendirilirken diğer görüş ise; eğer
taraflar yalancı şahit veya dayandığı vakıalar hakimi hataya düşürmüş ise bu hareketler ayrı
birer suç teşkil ettiğini ve ait olduğu hükümlere göre cezalandırılması gerektiğini savunur.
DÜRÜSTLÜK KURALININ İCRA VE İFLAS HUKUKUNDAKİ YERİ
Dürüstlük genel kuralı İcra ve İflas hukukunda da geçerlidir. Diğer hukuk dallarında
olduğu gibi, bu hukuk dalında da dürüstlük kuralının sınırlandırıcı ve düzeltici işlevine ihtiyaç
duyulacaktır. Nitekim, HUMK maddeleri gibi İİK da dürüstlük kuralının bu alanda
uygulanacağı ile ilgili genel bir hüküm bulunmasa da, iyiniyetli işlem ve davranışlara verdiği
önem vurgulanmıştır. Dürüstlük kuralına aykırı işlemlerin yaptırımları düzenlenmiştir.
Yargıtay da icra ve iflas hukuku kurallarının alacaklı ve borçluya tanıdığı yetki ve
olanakların dürüstlük kurallarına uygun kullanılacağı yönünde kararlar vermiştir.
İcra Ve İflas Kanununda Yer Alan Bazı Hükümler
a-) İtirazın Hükümden Düşürülmesinde
Devletin cebri icra kanalı ile alacağına kavuşmak isteyen alacaklı yanında borçlunun da
dürüstlük kurallarına uygun hareket etmesi gerekir. Bu kurallara aykırı olarak takip yapmanın
veya takibe karşı koymanın korunamayacağı İcra ve İflas Kanunun pek çok hükmünde
vurgulanmıştır. Buna göre, genel haciz yolu ile takipte ödeme emrine süresi içinde yapılan
itiraz takibi durduracaktır. Ödeme emrine itiraz etme yetkisinin dürüstlük kuralına uygun
kullanılıp kullanılmadığına bakılmaksızın bu sonucun ortaya çıkacağını Kanun öngörmüştür.
İtiraz ile duran takibin yürütülebilmesi için, alacaklının istemi ile itirazın hükümden
düşürülmesi gerekir. Bunun yollarından biride itirazın iptali davasıdır. Genel mahkemede
itiraz eden borçlunun haksızlığına karar verilecek olursa borçlu, alacaklının takibi haksız ve
kötü niyetli görülürse alacaklı, talep edilmiş olması halinde, red veya hükmolunan meblağın
b-) Menfi Tespit Davasında
İcra ve İflas Kanununda, borçlu lehine alacaklının tazminat ödemesine karar verilebilmesi
için, borçlunun açtığı menfi tespit davasını kazanması, bu davada tazminat talep etmiş olması
ve alacaklının haksız ve kötü niyetle takip yapmış olduğunun ortaya çıkması gerekir. Bu
hüküm ile, haksız ve kötü niyetle hareket eden alacaklının bu hareketinin korunmayacağı,
haksız takibe uğrayanın takip konusu alacağın yüzde kırkından az olmayan bir tazminat
ödemesi gerektiğini belirtmektedir.
c-) İstihkak Davasında
Borçlu elinde bulunan bir malın haczedilmesi üzerine üçüncü kişinin istihkak iddiasında
bulunması üzerine alacaklı veya borçlu üçüncü kişinin istihkak iddiasına itiraz ederlerse,
üçüncü kişi tetkik merciinin takibin ertelenmesi veya devamına ilişkin kararının kendisine
tefhim veya tebliğinden itibaren yedi gün içinde istihkak davası açabilecektir. İstihkak davası
hakkının kötüye kullanıldığını kabul etmek için ciddi sebepler bulunduğu taktirde, tetkik
merci hakkın kötüye kullanılması suretiyle takibi geciktirmeye izin vermeyecek ve takibin
devamına karar verecektir.
d-) Kambiyo Senetlerine Özgü Takip
Kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte borçlu, takibin dayandırıldığı kambiyo
senedindeki imzasına itiraz etmek isterse bu itirazını bir dilekçe ile tetkik merciine
bildirecektir. Bu itiraz, satıştan başka icra takip işlemlerinin yapılmasını önlemeyecektir.
Tetkik merci inceleme sonucunda borçlunun itirazının kabulüne karar verirse, yani kambiyo
senedinde ki imza borçluya ait değil ve alacaklının ağır kusuru mevcutsa takip alacaklısını
takip konusu alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkum edecektir. Yine bu hükümde
kanunun dürüstlük kuralına aykırı bir takibi kabul etmediğini göstermektedir.
e-) İptal Davasında
İptal nedenlerinin birçoğu genellikler borçlunun dürüstlük kuralına uymayan, tasarruflarda
bulunmasıdır. Yani dürüst olmayan hukuki işlemlerle borçlunun alacaklılarına zarar
vermesine Kanun izin vermemektedir.
V- TARTIŞMALI NOKTALARI
Alman hukukunda 18 ve 19 yüzyıldaki alman devletlerinde yürürlükte bulunan medeni
usule ilişkin kanunlarda doğruyu söyleme yükümlülüğüne ilişkin hükümler bulunmasına
rağmen bugün yürürlükte bulunan alman medeni usul kanununun taslağında bu yönde bir
hüküm yer almamıştır. Bu durum yoğun tartışmalara konu olmuştur. Bununla beraber 20.
yüzyılın başından itibaren usulün amacının gerçeği araştırmak olduğu görüşü ile çıkılmaya
başlandığı görülmektedir. Sonuç olarak usul ve yetkinin kullanılmasında dürüstlük kurallarına
uyulup uyulmamasının zorunlu olup olmadığı veya hakkın kötüye kullanıldığının ileri sürülüp
sürülmeyeceği konusundaki tartışmalar eski yıllardan beri devam etmektedir. Ancak
günümüzde büyük ölçüde sona ermiştir. Usulü yetkilerin davada kullanılması veya usulü
olanaklara başvurulmasının dürüstlük kurallarına uygun olması gerektiği konusunda görüş
birliğinin olduğu söylenebilir. Usule uygun yapılmış olsa bile bu hukuki işlemler hakim
tarafından hukuki sonuç doğurmadıkları veya dinlenebilir olmadıkları gerekçesiyle
reddedilmelidir. Özellikle tarafın usul işlemini sırf davayı geciktirmek amacı ile yaptığının
anlaşılması halinde bu usul işleminin reddine karar verilmelidir. Bir başka hususta, usul
yetkilerinin kullanılmasında dürüstlük kurallarının sınırlandırıcı etkileridir. Ancak bununla
ilgili bir görüş sınırlandırıcı etkisinin nasıl ve ne oranda olacağı belirlenirken, açıklamaların
somut olaylara dayandırılmasının zorunlu olduğu görüşü hakimdir. Çünkü bu konunun bir
genel kuralla düzenlenmesinin güçlüğü hatta olanaksızlığı söz konusudur. Medeni usul
hukukunun maddi hukukun tamamlayıcısı olduğu görüşü, bu görüşe göre hak ve
yükümlülükleri belirleyen özel hukuk ile bu hakların tespit ve gerçekleştirmesini sağlayan
usul hukuku bir birlik oluştururlar. Özel hukuk ile bu hukuk dalının düzenlediği hakları
koruyan hukukun hedefi aynıdır. Her iki hukuk dalı aynı konunun farklı yönlerini düzenler
konuya bu yönden bakılırsa dava hakkı maddi hukukun tanıdığı yetkinin medeni usul hukuku
ve özel hukukun içinde saklıdır. Bir başka deyişle bir dava hakkından söz edilebilmesi için
mutlaka sübjektif bir hakkın mevcut olması gerekir; sübjektif haktan soyutlanmış bir dava
hakkı olmaz. Medeni usul hukuku ile özel hukuk ilişkisi konusundaki diğer görüş ise sübjektif
hak kavramının hakkın elde edilebilme yollarını kapsadığı görüşünü doğru bulmamaktadır.
Yani bu görüş sahipleri maddi hukuk kurallarından kişiler lehine hukuki durumların değişik
biçimlerde ortaya çıktığı bir vakıadır ve sübjektif hak sahibine kanun tarafından serbestçe
yararlanabilme yetkileri verilir.
C-ESERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
1.İçerik Bakımından Değerlendirme
Medeni Usul Hukukunda Dürüstlük Kuralı Kitabı içerik olarak, usul hukukunun genel
kurallarından biri olan dürüstlük kuralını, kapsamlı bir şekilde incelemiştir. Dürüstlük
kuralının, dava sürecinde son derece gerekli ve uygulanması gereken bir husus olduğu
vurgulanmıştır. Bu kuralın usul hukukundaki önemini anlatmış aynı zamanda Yargıtay Kararı
örneklerine de yer vermiştir. Ayrıca Alman, Fransız ve Avusturya hukuk sistemlerinde bu
temel prensip olan dürüstlük kuralının ne şekilde düzenlendiği anlatılmıştır. Dürüstlük
kuralının nasıl uygulanıp uygulanmayacağı konusundaki tartışmalara da yer verilmiş ve yazar
bunların yanı sıra kendi düşüncesini de okuyucu ile paylaşmıştır.
2.Dil Bakımından Değerlendirme
Kitap 1989 yılında basılmasına rağmen, dil oldukça sade ve pürüzsüz şekilde
kullanılmıştır. Kitap yazıldığı zaman ki Hukuk Muhakemeleri Kanunu baz alınarak kaleme
alınmış olsa da , kullanılan dil HUMK ‘nın dilinden bağımsız, anlaşılır şekilde öne
sürülmüştür. Ayrıca bu eser öğretici nitelikte olduğu için dil göndergesel işlevinde
kullanılmıştır. Yazar okuyucuya kitabın konusu hakkında vereceği bilgileri anlaşılır ama uzun
cümleler ile aktarmıştır. Buna karşılık her ne kadar uzun cümleler kullanılmış olsa da
karmaşık ve gereksiz ifadelerden kaçınılmıştır. Anlatılmak istenen net şekilde okuyucuya
aktarılmıştır.
3.Şekil Bakımından Değerlendirme
Dürüstlük kuralı da diğer hukuk kuralları gibi anayasanın öngördüğü ya da anayasaya
uygun hukuk kurallarının müsaade ettiği usullere göre, kanunlar da yer almış bir husustur. Bu
kural kitapta, kuralın bağlantılı olduğu konular ile ilgili başlıklar altında ve ilk olarak bu
kuralın tarihi sürecinden başlanarak anlatılmıştır .Medeni Kanunun 2 inci maddesindeki
düzenlenme amacına, gerekçelerine kısaca değinilmiştir. Yazar konuya eser sonuna kadar
vakıf kalmış , kendine özgü prensipleri ile konuları öğretici metin prosedürüne uygun olarak
ortaya koymuştur.
4.Yararlanılan Kaynaklar Bakımından Değerlendirme
Yazar kitapta birçok kaynaktan yararlanmıştır. Çoğu kez yabancı hukuk sistemlerinde ki
kanunlarla karşılaştırmalar yapmış ve başka hukuk sistemleri hakkında da fazlaca bilgi
vermiştir. Bunun dışında yine bir çok yabancı kaynaktan yararlanmıştır. Ayrıca Türk Hukuk
sisteminde ki bir çok kanundan alıntılar yapmış ve konuya daha hakim hale gelinmiştir. Türk
Ceza Kanunu, Türk Ticaret Kanunu Şerhi, Türk Borçlar Kanunu gibi diğer kanunlardaki
kanun hükümlerinden yararlanarak konuyu daha anlaşılır şekilde izah etmiştir. Zaten kitabın
kaynakça bölümüne bakıldığında oldukça fazla kaynaktan yararlanıldığı görülecektir.
D- YAZARIN VARDIGI SONUÇ
Dürüstlük kuralı objektif nitelikte olsa da bir davranışın bu kurala uygun olup olmadığı
takdire bağlıdır, bu da hakimin takdiri olacaktır. Yani hakim değerlendirilmesi söz konusu
olan davranışın dürüstlük kuralına uygun olup olmadığına karar verirken toplumun genel
anlayış ve değer yargılarını dikkate alacaktır kullanılan hakkın tanınması ve korunmasındaki
amacı gözetecektir. Toplum düzeninin ve huzurunun devamı için hak sahibinin hakkını
kullanırken başkalarının haklarına saygılı olmakla da yükümlü olduğunu göz ardı
etmeyecektir. Kişiye tanınan hak ve yetkilerin kullanılmasından doğan uyuşmazlıkların
çözümünde hakim dürüstlük kuralından hakkın amacına uygun kullanılıp kullanılmadığının
kontrolünde bir ölçüt olarak yararlanılır, çünkü dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması
yasağı kanun hükümlerinin katı uygulanmasının ortaya çıkarabileceği adalet anlayışına ve
hakkaniyetine aykırı yaşam ihtiyaçlarına ve ahlaka uygun olmayan sonuçları önleyecek
nitelikte genel kuraldır. Özetle belirtmek gerekirse özel hukuk ile medeni usul hukuku bir
bütünlük ayrılmazlık özelliği göstermezler. Yani medeni usul hukukunun özel hukukun bir
parçası olduğu söylenemez ancak bu iki hukuk dalı arasındaki sıkı bağlantıda göz ardı
edilemez. Özellikle bir kimsenin maddi hukuktan doğan veya usulü haklarını kullanırken
dürüstlük kurallarına uygun davranması gerektiği konusunda usul hukuku ile özel hukuk
birbirlerinden ayrılmayacak bir birlik içerisindedirler.
E- OKUYUCUNUN VARDIĞI SONUÇ
Açıklamalar ışığı altında dürüstlük kurallarının temelde belli bir toplumdaki kamusal
vicdanın yarattığı değer yargıları olduğunu ve bu yönleriyle, hukuk düzeni içinde korunan
genel etik ilkeleri ifade ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun içindir ki hukuk
düzenlerinde “hiç kimsenin kendi kusuruyla ve kastıyla hak elde edememesi” (nemo auditur
kuralı) gibi genel ahlâka aykırı davranışları yasaklayan ilkeler hep dürüstlük kuralları temel
olmuştur. Dolayısıyla somut meseleler hakkında hukuk düzeni içinde özel ve pozitif bir kural
bulunmadığı noktalarda dürüstlük kuralları uygulama alanı bulmaktadır. İçerikleri kanun
koyucu tarafından kesin ve net olarak ortaya konulmayan bu kurallar, değişken, belirsiz ve
bireylerin dışında oluşan genel hükümlerdir. Değişkenlik kuralların zamana ve mekâna göre
farklılaşabilmeleri; buna karşılık belirsizlik ise her ayrı meseleye uygun somutlaştırılma
ihtiyacını ifade eder. Somutlaştırmayı sağlayacak olan hâkimin belirlemesi gereken ise
dürüstlük kurallarının korudukları hukuki menfaatler ve değerlerdir. Bu anlamda kuralların
aslında içeriğindeki ahlâki (dolayısıyla etik) ve sosyolojik değerlere dolaylı da olsa bir
göndermede bulunduğunu ifade etmek yanlış olmaz. Kaldı ki zaten taraflar arasındaki güven
ilişkisini kuran da kuralların temelindeki bu ahlaki değerlerdir. Üstelik hukuk dışı bu değerler
için de dahi hukuk düzeninin temel eğilimleri ve anayasal ilkeler belirleyici olarak esas
alınmak zorundadır ve bir yerde dürüstlük kurallarına söz konusu ahlâki rengi veren de
temelindeki aynı güven duygusudur. Bu anlamda dürüstlük kuralları, hukuki bir mesele
(quaestio iuris) olarak, aydınlatılmak ve çözülmek üzere hâkimin önündedir (jura novit curia)
ve kuralların hakim tarafından re’sen dikkate alınması gerekir.