Startup Alaturka Yeni Girişimin Bizcesi Mehmet Şen 2kere2beseder.com bloglarından derlemeler Bir Arkansas Günlüğü Önsöz Dünya üzerinde büyük bir girişimcilik fırtınası esiyor. Girişimcilik yarışmaları, kamplar, hızlandırma programları, seminerler, eğitimler derken kendimizi bir anda girişimcilik fırtınasının içinde bulduk. İnternet ve mobil teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte yeni dünya düzenindeki yeni pastadan pay almak isteyen gelişmekte olan ülkeler bu işe girince biz de onlarla birlikte kolları çoktan sıvadık. Amerika’daki 2008 krizinden bu yana libarel Ekonomideki etmenler tartışıla dursun, artık herkes Ekonomideki tıkanıklığı gidermek için yeni iş sahaları açma konusunda hem fikir. Bunu da ancak yeni nesil girişimciler yetiştirerek giderebileceklerini düşündüklerinden girişimcilik Üniversite’ler başta olmak üzere Devlet’lerin etkin kurumlarında kendine hızlıca yer bulmuştur. Silikon Vadisi’ndeki çılgın Teknolojik gelişmeler bu süreci tetiklemiş ve tıkanıklığın çözümüne rol model olmuştur. Bir nevi digital devrimcilik diyebileceğimiz bu süreçte acımasız kapitalist düzene karşı ilk defa bu kadar açıktan meydan okunmuş, rayından çıkan Ekonomiyi yerine oturtmak için ilk defa küresel düzeyde girişimcilik bu kadar popüler olmuştur. Her şeyden önce girişimcilik bir akıma dönüşmüş durumdadır. Bir akım oluştuğunda taklitlerini başka ülkelerde de mantar gibi yayıldıklarını görmek bunun ispatıdır. Evet bu bir akımdır ve unutmamalı ki daha önceki akımlar gibi girişimcilik akımı da geçicidir. Zamanı geldiğinde büyük taşlar yerine oturunca, küçük taşlar da sadece arayı dolduracaktır. Fırtınalar yerini sessizliğe bıraktıktan sonra eski heyecan yerini daha profesyonel ve kurumsal yapılara bırakacaktır. 90’lı yıllarda Kişisel Gelişim akımı da böyle olmuştu. Amerika’dan ilk önce Avrupa’ya sonra Türkiye gibi başka ülkelere yayılmıştı. Kişisel Gelişim akımı yerini sertifikalı uzmanlara bırakmış durumda. Sundukları çözüm de halktan ziyade daha çok kurumsal danışmanlık alanlarında devam etmektedir. Girişimcilik akımı da böyle olacak, şu anda gelişmekte olan ülkelerin Yeni Girişim’lere (Startup) verdikleri desteklerin artmasıyla birlikte ihtiyaç duyulan standardı yakalayacak ve bunun dışındaki girişimciler dışarıda kalacaktır. Gençlerin Yeni Girişim’leri büyük oyuncu olmak yerine büyük oyuncular tarafından satın alınmak olacak. Çılgın girişimcilik akımını standartizasyona kavuşturmayı başaran ülkeler Ekonomilerinde yeni girişimciler yetiştirerek yeni istihdam kapıları oluşturabilecek, Ekonomileri rahat nefes alacak ve dışa bağımlılık azalacak. Milyar dolarlık şirketler oluşturarak arkadaki girişimcilere yeni rol modelleriyle motivasyon verecek, dünyayla daha iyi rekabet edebilecektir. Şu andaki dünya üzerindeki akıma aldanarak girişimciliğin yeni bir yenilikmiş gibi sunulması bir pazarlama aldatmacasıdır zira girişimcilik insanlığın tarihinden beri varolan bir husustur ancak belki de hiç bu kadar suyu çıkmamıştır. İnsanların aşırı ilgisi girişimciliğin kendisini bile yeni bir Ekonomi’ye dönüştürmüştür. Bu kitapla birlikte siz de dünyada esen startup girişimcilik fırtınasının içeriğine vakıf olacak ve özellikle Silikon Vadisi gibi dünyanın Teknoloji merkezinin kullandığı modelleri hakkında bilgi sahibi olacaksınız. Bu kitapta siz her şeyden önce Yeni Girişimin Bizcesi’ni görecek ve neden Startup Alaturka dediğimizi daha iyi anlayacaksınız. Bir Arkansas Günlüğü Beş yıldan fazladır Arkansas eyaletindeki yaşamım boyunca dünya gündeminin her türlü yönünü takip etmeye çalışıyorum. 2012 Ocak ayında düşüncelerimi insanlarla paylaşmaya karar verdim. Uzun yıllar kafamda biriken şeyleri paylaşmak istiyordum. 2kere2beseder.com sitesini kurarak blog yazmaya başladım. Girişimcilik, liderlik, sinema, ilişkiler, ve biraz da politika hakkında yazılar yazdım. İki sene sonra yüz altmışın üzerinde blog yazısına ulaşmıştım. Aradan geçen iki sene içinde en çok okunan yazım hiç beklemediğim şekilde Startup Nedir yazısı olmuştu. Nedeni ise çok basitti. Google’da Startup Nedir yazdığınızda ilk olarak benim yazım çıkıyordu. Gerçekten de insanlar startup konusunu merak ediyor, araştırıyor ve blog sayfamdan bana ulaşıyordu. Bu nedenle daha çok kişiye ulaşması için farklı blog yazılarımı da içine katarak startup (yeni girişim) meselesini etraflıca ele alıp kitaplaştırmaya karar verdim. Özellikle Türk Kültürü’nü de işin içine katarak kendi çizgimizde startup fenomenini incelemeye başladım. Bu kitap bloglarımın derlemesi olsa da pek çok konuyu yeni işliyorum. Yani buradaki bütün konuları blog sayfamda bulamayabilirsiniz. Dolayısıyla blog yazılarımı okuduğunuz halde burada farklı konular da okuyacaksınız. Yine de bloglarımı takip edenlerin daha çok istifade edeceğini düşünüyorum. Evet çevremizdeki inanılmaz Teknolojik gelişmeler karşısında sarsılan insanımıza bu işin içeriği hakkında bilgi vermeyi ve bunu yaparken de Türk Kültürü ekseninde meseleleri ele almayı kendime misyon edindim. Bundan dolayı bu kitaba Startup Alaturka dedim. Yani Yeni Girişimin Bizcesi... Bu kitap iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısmı motivasyon ağırlıklı olup startup kültürü hakkında ön bilgi vermektedir. Aynı zamanda ABD kaynaklı başarı hikayelerindeki temel modelleri tartışmaya açar. Silikon Vadisi’ni ve Hollywood dünyasını kopyalamak yerine hangi metafizik temeller üzerinde çalıştıklarını göstermeye çalışır. Birinci kısımdan sonra girişimciliğin temel metafizik dinamiklerini öğrenerek, korkunuzu yenecek ve derin sulara açılmak isteyeceksiniz. İkinci kısımda ise startup teknik olarak ele alınıyor. Her konunun sonu özetlendiği için öğrendiklerinizi pekiştireceksiniz. ABD kaynaklı startup metodlarını daha yakından görme fırsatını yakalayacaksınız. İkinci kısım size startupların (yeni girişim) nelere dikkat etmesi gerektiği hakkında detaylı bilgi sunacaktır. Kitabta anlatılan bütün modeller Alaturka mantığı üzerinden işlendiği için kendinizi bir anda kitapla tartışıyor bulacaksınız. Ülkeler yerini artık güçlü şehirlere bıraktığını görecek, yeniliğin (inovasyonun) hangi şartlar altında fışkırdığına tanıklık edeceksiniz. Bu kitabı okuduktan sonra siz de artık bir startup kurmak isteyecek ve artık Türkiye’nin de kendine özgü startup kültürünü oluşturması gerektiğine ikna olacaksınız. Startup Alaturka ile kendinizin de dev Ekonomiler oluşturabilme ihtimalini görerek heyecanlanacaksınız.Eğer kitap hakkında düşüncelerinizi paylaşmak isterseniz bana 2kere2beseder.com adresinden ulaşabilirsiniz. I. Kısım Mantığı çok abartmayın... Bundan yirmi yıl sonra, yaptıklarından çok yapmadıklarından daha fazla pişmanlık duyacaksın. Bu yüzden, halatlarını söküp at, güvende olduğun limandan ayrıl, yelkenlerini rüzgarla doldur, araştır, hayal et, keşfet. - Mark Twain - Giriş 2012 Ocak ayında Avustralya’da çıkan bir haberde bir hemşirenin ölüm döşeğindeki insanların en büyük pişmanlıklarını kitaplaştırdığını anlatıyordu. Sayısız hastayla görüşen Avustralya’lı hemşire ölümün en son demlerini yaşayanların itiraflarını kaleme almıştı. En büyük beş pişmanlıklarının birinci maddesi şöyleydi. Keşke başkalarının benden beklediği hayatı sürmek yerine düşlerimi gerçekleştirme cesaretim olsaydı. Hemşirenin kısa zaman içinde ahirete göç edecek hastalardan elde ettiği bu feryat bize önemli bir gerçeği haykırıyordu. Onları pişmanlığa iten en büyük neden zamanında insiyatif almak yerine başkalarının hayatını yaşamış olmalarıydı. Ellerine geçen fırsatları değerlendirme cesaretini kendilerinde bulamamışlardı. Siz hayal kurup peşinden koşmazsanız mutlaka başkalarının hayallerini yaşamak zorunda kalırsınız klişesini zihnimize tekrar kazıyordu. Kitap yazmak, kendi işini kurmak, okul açmak, başarılı bir Tenis Raket’i olmak, ünlü bir Piyanist olmak, yurt dışında en iyi okula kabul almak, en iyi labaratuarlarda icatlar yapmak, yeni bir dil öğrenmek, oyuncu olmak, Ressam olmak, iyi bir hatip olmak, Siyaset’e atılıp ülkeyi yönetmeye aday olmak, Yönetmen olmak, sinema oyuncusu olmak, tutkulu bir Televizyon sunucusu olmak, insanların dertlerini çözen başarılı bir Psikolog olmak, dünyayı dolaşmak, şarkıcı olmak, stand-up şovlarla insanları güldürmek, yurt dışında yaşamaya karar vermek, sivil toplum kuruluşlarına katılıp yetimleri, fakirleri gözetmek... Liste böylece uzayıp gider çünkü insanlar hayal etmeyi sever. Yukarıdaki söz konusu güzel hayallerin en az birine herkes hemen hemen sahiptir ancak pek azı peşinden gidebilme cesaretini gösterir. İçindeki çılgın ses bağırdığı halde türlü türlü bahanelerle o kutsal ses bastırılır. Böylece kendi yüreğinin sesini duyamayanlar başka yüreklerin esiri olurlar. Peşinden gidilmeyen, kovalanmayan hayallerin intikamı acı olur. Ölüm döşeğinde bile olsa size kendisini itiraf ettirir. Özellikle başkalarının sizin hayallerini gerçekleştirdiğini gördüğünüzde içiniz daha da burkulur. Hayallerini tutkularıyla birleştirebilen ve ne pahasına olursa olsun peşinden gidenler ise cesaretlerinden ve gayretlerinden dolayı mükafatlandırılırlar. Hayat gerçekten de cesur olanın tarafındadır. Ölüm önce savaştan kaçanların üzerine oklarını isabet ettirir. Sizden istenen ise sadece cesur mangal gibi bir yürektir. Bir şeyi gerçekten de istediğinizde onu gerçekleştirmek için hayat size fırsatlar verir. Hayatta en çok istediğiniz şey ile sınanırsınız. Sabrınız, azminiz, cesaretiniz her şeyiniz sonuna kadar sınanır. Hayallerinizde samimi olup olmadığınız test edilir. İçinizdeki çılgın sese kulak vererek hedeflerinizi sırasıyla gerçekleştirebilmeniz elbette mümkün yalnız bu sesi sizin nasıl yorumladığınız her şeyden çok daha mühimdir. Startup Çılgınlığı Hayaller dedik çünkü şu anda cep telefonları, televizyonlar, uydular, bilgisayarlar hepsi bir hayalle başladı. Hayatımızı derinden şekillendiren tekno şirketlerinin hepsi basit bir hayalle yola koyuldular. Tekno şirketlerinin başlangıç aşamasına startup (yeni girişim) dedikleri için de dünyanın en büyük ilgi odağı oldular. Bu kitapta hepimizin yakından tanıdığı Silikon Vadisi’ndeki başarılı Teknoloji firmalarının hayallerini başlangıç aşamasında hangi modeller üzerinde kurduklarını göreceksiniz. Startup ya da Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim başlangıç aşamasındaki Teknoloji şirketlerine deniyor. Bu kitapta startup firmalarının hangi yöntemleri izlediklerini göreceksiniz. Serendiplik Modeli (Serendipity), Startup (Yeni Girişim), Yalın Girişim (The Lean Startup), Teknoloji Yaşam Döngüsü (Technology Adoptation Lifecycle), Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) gibi son dönemin popüler kavramlarını öğreneceksiniz. Bütün bu kavramları açıklarken Türk kültürünü esas alarak Türkiye’nin bu kavramların neresinde olduğu ile ilgili daha iyi analiz yapabilme kabiliyetine de kavuşacaksınız. Silikon Vadisi’nden çıkan başarılı modelleri öğrenirken Türk Kültürü’ne uyup uymadığını da tartışacağız. Startup Alaturka dememizin amacı da körü körüne Amerika Birleşik Devletleri’nden aldığımız kavramların peşinden gitme alışkanlığımızı değiştirmektir. Başka ülkenin kendi kültür dinamikleriyle oluşturmuş olduğu elbisenin herkese uymadığına şahit olacaksınız. Bununla birlikte başarılı tekno şirketlerin başlangıç aşamasında kullandıkları modelleri öğrenip hakklarını da teslim edeceğiz. Evet şu an startup dünyanın en büyük çılgınlıklarından sayılıyor. 1970’lerden itibaren Amerikalı genç girişimciler kendi hayallerinin peşinden koşarken dünyanın en büyük Teknoloji merkezini de oluşturduklarının farkında değillerdi. Şu an için geldikleri noktayı aşağıdaki tablodan rahatlıkla görebilirsiniz. Tablodan da görüldüğü gibi Amerika’nın büyük Teknoloji şirketlerinin yıllık geliri başka ülkelere tekabül ediyor. Yani Amerika Birleşik Devletleri kendi içinde sayılı büyük şirketleriyle başka ülkelerin yıllık gelirine denk gelir elde ediyor. Bankacılığıyla, çikolatalarıyla, saatleriyle ünlü İsviçre bile ancak bir Apple ediyor. İşte bütün bu işletmeler startup sürecinden geçip kozadan kelebeğe doğru kanatlandılar. Bundan dolayı bu kitapta startuplarla ilgili bütün önemli kavramların izahını da kendimize borç bildik. Şirket Apple Microsoft IBM Samsung Google Oracle Intel Qualcomm Amazon Ebay Yıllık Gelir (milyar $) 427 206 186 156 154 120 117 85 81 48 Şirket vs. Ülke Ülke İsviçre Tayland Portekiz İsrail Mısır Cezayir Peru Kazakistan Bangladeş Küba Ve Şimdi Gerçekten de startup çılgınlığına kayıtsız kalmak artık mümkün değil. Dünyada bu kadar gelişmeler olurken Türkiye gibi başarıya aç bir ülkenin kayıtsız kalması kesinlikle mümkün değil. Amazon siparişleri eve drone’larla (insansız hava aracı) getirmek için son testlerini yapıyor. Facebook dünyada İnternet erişimini yaygınlaştırmak için satellites drone’larını (İnsansız Hava aracı Uydusu) duyurdu. Facebook ile rekabet eden Google başka bir drone firmasını satın aldı. Onlarda gözünü İnternet dronelarına dikmiş durumda. Amaçları ise dünya nüfusunun üçte ikisini İnternet’e eriştirmek. Biz Türk’ler “İstikbal Göklerdir” sözünü sanırım yeni anlıyoruz. Göklere hakim olmak için ille de askeri uçakları göndermek gerekmiyormuş. Facebook, Google Internet Drone Amazon Sipariş Drone Dünyanın mobil çılgınlığı ise zaten malumunuz. Cep telefonsuz bir hayat artık mümkün değil. Google ile Samsung arasındaki amansız rekabeti film izler gibi izliyoruz. Google başkalarıyla rekabet etmeden yerinde duramıyor. Bir yandan da 3D yani üç boyutlu yazıcılarla üretim endüstrisi değişmeye başladı. Artık Boeing Hava şirketinin malzemesinin yüzde kırkı bu fabrikacıklardan üretiliyor. Hem araba hem uçak olarak kullanılabilen araçlar bile startup şirketleri tarafından üretilmeye başlandı. İnsan böbreğinin çalışmayan hali bile olsa 3D yazıcılarla üretilmeye başlanması da geleceğe dair önemli ip uçları barındırıyor. Artık yeni iş alanları, yeni şirketler ve yeni bakış açıları var. Google artık evinizin içine bile girdi. Nest firmasını $3.2 Milyar’a satın alarak kendi uygulamanızdan evinizin termostatını kontrol edebilirsiniz. Twitter, Facebook, LinkedIn, Pinterest, Instagram, Snapchat, Whatsapp gibi sosyal medya çılgınlıklarını ise anlatmaya gerek bile yok. Onlarsız hayat artık mümkün değil. E-Posta’mızı kontrol eder gibi artık onları da kontrol etme ihtiyacı duyuyoruz. Snapchat Facebook’un $3 Milyar’lık teklifini reddecek kadar özgüvene sahip gençlerin varlığını da gösteriyor. Bu gençler büyük teklifi reddede dursun Facebook kısa süre sonra Whatsapp’ı $19 Milyar’a satın alarak bütün herkesi şaşkına çevirmiş durumda. Daha önce de popüler fotoğraf paylaşım uygulaması Instagram Facebook tarafından $1 Milyar’a satın alınmıştı. Böylece Facebook Whatsapp’tan sonra çıtayı iyice yükseltmiş oldu. Artık Özgeçmiş hazırlamak yerine LinkedIn yeterli oluyor. İş dünyasının büyük çoğunluğu LinkedIn’e bağlı. Twitter insanlara sosyal protesto özgürlüğünü vererek dünya toplumlarını şekillendirmeye devam ediyor. Ünlülerin fotoğraflarını anında Instagram’da takip ederek aslında onların egolarını da takip ediyoruz. Ebay ve Amazon geleneksel ticaretteki toptancı kavramını öldüreli zaten çok oluyor. Artık her şey alıcıyla satıcı arasında gerçekleşiyor. Ticaretin dikeyi, yatayı, kulübü derken İnternet’te satın alınmayan şey kalmadı dersek abartmış olmayız. Arabanızı kullanırken radyodaki sevdiğiniz bir şarkıyı detaylı tanımak için Shazam uygulamasını açıp kim olduğuna bakabilirsiniz. Shazam müziğin sesini algılayarak şarkıcının kimliğini, şarkının kendisini bir kaç saniye içinde gösteriyor. Yani gerçek zamanlı uygulamalar ile merakınızı anında giderebilmeniz artık mümkün. Uber uygulaması ile San Francisco’da taksi yerine daha iyi fiyatlarla araba kiralayabilirsiniz. Artık taksi için uzun uzun beklemeye gerek yok çünkü araç paylaşım uygulamsı Uber size kısa zamanda araç getiriyor. Uber’ın klon uygulamaları başka ülkelerde çoktan görücüye çıkmış durumda. Airbnb ile de otel yerine kiralık bir daire kiralamanız mümkün. Onun da klonları piyasayı doldurmuş durumda. Ara katmandaki büyük oyuncular yerini startupların paylaşım modellerine bırakmış durumda. Akıllı telefonlardan bankacılık, oyun, haberleşme, sosyal medya hayatın doğal bir parçası haline geldi. Kimse size akıllı telefonunuz var mı diye sormuyor, neden yok diye soruyor. Eğitim sistemi değişiyor, uzaktan öğrenmeyle insanlar master yapıyor, okul okuyor, ders çalışıyor. Akraba ziyaretimizde selamla başlamak yerine wireless (kablosuz ağ) şifresi soranlar artık normal karşılanıyor. Daha karpuz kesecektik deseniz bile misafirin mazereti evde yetiştirmesi gereken e-postalar oluyor. Evet menfi ve müspet olarak hayatımız çılgın hayalcilerin azminden dolayı değişiyor, şekilleniyor, parlıyor, sönüyor, hızlanıyor. Artık beynimizin en ücra nöronları onların aletlerinden fışkıran içerikle doluyor. Gözlüğümüze (Google Glass), kol saatimize (Samsung Watch) kıyafetimize ve hatta genetiğimize kadar göz dikmişler. Artık bir tercih yapmak zorundayız. Ya koyunların kervanına katılacağız ya da çoban olacağız. Eğer başarabilirsek ana çiftliğin sahibi de olacağız. Çok daha ileri gitmek istiyorsak kendi modellerimizi oluşturacak ve kendi kurallarımızı koyacağız. Ancak her şeyden önce bu kadar gelişme karşısında enaniyeti bir tarafa bırakıp, hali hazırdaki sistemleri, modelleri, yöntemleri öğrenecek ve bunun için de herkesten daha çok sabırlı olacağız. Milyar dolarlar havalarda uçuşurken bütün bu gelişmelere tabii ki sessiz kalamayız. Bütün bu gelişmeler gerçekten de başımızı döndürüyor. İlişkiler, düşünceler değişiyor, insanlar kendisini ifade hürriyetine kavuşuyor. İlişkiler sosyal medyada yara alıyor, kimi paylaştığı tweetten dolayı işten atılıyor, kimi yurt dışına bile sürülüyor. Kısacası her şey değişiyor ve bizim de kendimizi acilen konumlandırmamız gerekiyor. Serendiplik Modeli (Şans Havuzu) Hayaller, hedefler, şirketler, startuplar dedik ve bunların çoğunun Silikon Vadisin’den çıktığını söyledik. Peki bu kadar büyük başarının hiç bir modeli yok mu? Şimdi biz de onlar gibi yatırımcıları, mucitleri, yazılımcıları, girişimcileri bir araya getirirsek ve onlar için binalar yaparsak aynı başarıyı yakalayabilir miyiz? Tabii ki hayır, hem de koskocaman çivili bir HAYIR. Silikon Vadisi’ini inşaat sektörüne denk görenlere ilk olarak yandaki kitabı okumalarını tavsiye ediyoruz. Get Lucky (Şanslı ol veya Şansı Yakala) şu ana kadar okuduğum en iyi kitaplardan diyebilirim. Şansın aslında planlanan bir yolculukta, mucizelerin yakalanabileceğini iddia ediyor ve örneklerle anlatıyor. Adından da anlaşılacağı gibi “Planned Serendipity” yani planlanmış serendiplik (tesadüf, şans) demektir ve sizin farkındalık gücünüzle oluşturmuş olduğunuz tesadüfler zinciridir. Başarı, ilişkiler, buluşlar planlanan bir olgudan ziyade, nedenini bilmeden ve sorgulamadan ancak cesaret ve kararlılık göstererek farkındalığınızla oluşturulmuş tesadüfler havuzunda deneme yanılma yöntemleriyle elde edilen olay sonuçlarıdır diyor kitap. Çok mu karışık oldu? O zaman en basit anlamıyla şöyle diyelim: Şans sizin risk alarak kendi iradenizle oluşturabileceğiniz bir tesadüfler zinciri olabilir. Tesadüf dediğiniz şey zaten zaten rastlantısal başı bozuk olaylar kümesi değildir. Tesadüf İlahi sevkiyatın beşeri adıdır. Bir partide tanıştığınız birisiyle ilişkiye başlamanız, bir trafik kazasında hayat arkadaşınızı bulmanız, arkadaşınızı ziyaretinizde duyduğunuz bir işe başvurup kabul almanız gibi olaylar rastlantı gibi gözükse de sebepler dairesinde sizin cüzi iradenizin de bir sonucudur çünkü partiye gitmeyi siz kendiniz tercih ettiniz, arkadaşınızı ziyarete kendiniz karar verdiniz ve hayırsız gibi gözüken bir trafik kazasında da arabayı siz kendiniz kullanmayı tercih ettiniz. Halk dilinde istemeyi vermeseydi vermeyi istemezdi diye tanımlanan cüzi irade kendi isteğinizin bir sonucudur. Eski dilde tevafuk şimdi de kısmet dedikleri kaderin cüzi irade boyutunda insanın yapabilecekleri sanıldığından da fazla. Bunun ilk şartı şansın ayağınıza kadar gelmesini beklemeyi terketmektir. Sonra da kitapta değişik örneklerle anlatıldığı gibi şansın sadece hazırlıklı olarak beklemek değil aynı zamanda belirsizlik havuzuna kendinizi bilinçli olarak atabilme cesaretini gösterebilmenizdir. Yani şans insanların bildiğinin aksine sizin kendinizin planlayabileceği bir durum olabilir. Planlanmış serendiplik bir bakıma başarının metafizik boyutudur. Başarılı insanların hikayelerine baktığınızda hiç beklemedikleri anda ivme kazandıklarını görürsünüz. Bir telefon, bir insan, bir konferans, bir kitap, bir alet, bir film veya bir çocuk uzun süredir çalıştıkları bir konunun çözümü için ilham verebilir ve sonra da aniden hayatları değişir. Tasavvufçular insan aleminin beş kısımdan kalp, ruh, sır, hafi ve ahfâ’dan oluştuğunu söylerler. İnsanın kendi metafizik boyutu kendisine kılavuzluk yapacak istidadlardan oluşur. Onların dilini anlamak için ise hikmet dili gerekir. Bir şeyin arkasındaki gerçek nedenini görebilme kabiliyeti, olayların anlamını kavrayabilme becerisi, isabetli karar verebilme özelliği gibi insan ruhunun işin içinde olduğu metafizik zekaya hikmet dili denir. Siz hikmet dilinin içinde ilham, içgüdü ve sezgiyi de insan ruhuyla birlikte ele alabilirsiniz Ruhun mekanizmasını tartışacak değiliz ancak şunu söyleyelim ki ruhun merkezi olan kalp değişik fonksiyonlarla donatılmıştır. İnsan sadece beyniyle düşünmez, ruhunu da işin içine katarak karar verir ve ilham, üçgüdü, sezgi gibi ruhsal fonksiyonlarından istifade eder. Unutmayın ki eğer çok ter döktüyseniz ve üzerinize düşen görevleri yerine fazlasıyla getirdiyseniz ruhsal paradigmalar devreye girer. Hızır ancak bir hikmet gereği kapınızı çalar. Çevrenizde meydana gelen olaylar, objeler insanlar kullanılarak size yol gösterilmeye çalışılır. Hayatın işaret dilinden anlayabilmeniz için de hikmet dilinden anlayabilmeniz gerekir. Bazen rüyalarınız bile size yol gösterebilir. Bu meziyetler kişinin inancına, ruhsal hayatına ve çevresine göre oldukça değişkenlik arzeden mevzulardır. Bizi ilgilendiren kısmı ise girişimcilerin dışarıyı aşırı kopyalaması, gereksiz şekilde aşağılık kompleksine girmesi ve kendisine değer vermemesine karşın onları itikad bozukluğundan sakındırmaktır. Bunun için ise girişimcinin ilk önce işaret dilinden anlaması gerekir. Serendiplik işte bu tarz metafiziğin hayata geçtiği ekosistemlerdir. Mesela Silikon Vadisi ve Hollywood gibi ekosistemler iki büyük metafizik ortamdır. Bu ortamlarda işaret diline vakıf başarılı hikayeler bulabilirsiniz. Biz sadece şunu söyleyelim ki bu tarz metafizik ortamlarda ruhlar çarpışır, kıskanır, rekabet eder, etkileşime girer, üzülür, sevinir, özenir ve heyecanlanır. Bundan dolayı kendi modelimize Startup Alaturka diyoruz. Bir Türk startup girişimcinin ruhunu neler heyecana geçirebilir. Gereksiz kıskançlık yerine paylaşımı nasıl öğrenebilir? Çok fazla eleştiri hastalığını nasıl tedavi edebilir? Hayal gücünü zenginleştirmek için hangi sanatları öğrenmelidir? Gündemdeki saçma sapan siyasi kısır tartışmalardan nasıl korunabilir? Nelerden hoşlanır veya hoşlanmaz? Rekabet ederken rakibini takdir etmeyi nasıl öğrenebilir? Kendi ruhsal hayatına nasıl manevi zenginlik katabilir? Egosunu nasıl yönetebilir? Yani kısaca kendisini tanıma yolları nelerdir ve nasıl olmalıdır? -Serendiplik modeli metafizik gerilim modelidir- Startup Alaturka’yı keşfettiğimiz zaman kendi girişimcilik modelimizi de keşfetmiş olacağız. Bu kitapla biz sadece başlangıç yapıyoruz. Yine de işe serendiplik modelini anlamakla başlayabiliriz. Bizim de kendimize yönelik şans havuzları oluşturabilmemiz gerekiyor. Kendi insanımızın ruhunu tetikleyecek şeyleri zamanla anlayıp sistemleştirebilmemiz gerekiyor. Evet ilk önce serendiplik modelini hayata geçirmemiz gerekir çünkü ruh rahat ve risksiz ortamda harekete geçemez. Ruhun harekete geçmesi ve fonksiyonlarını icra etmesi için riskli, çoğulcu, etkileşimli, zengin ve heyecanlı ortamlar gerekir. Ruhun gerilmesi gerekir. Ruh korkacak, acı çekecek, endişe edecek, kızacak, sevinecek, esneyecek, şişecek, coşacak ve hırslanacak ki insan kendi bütün melekelerini de birlikte çalıştırabilsin. İşte planlı serendiplik insanı çoğulculuk ortamlarına sokarak ruhun bu ihtiyacını karşılayor ve kişiyi sonu belirsiz fakat anlamlı bir yolculuğa çıkartıyor. Metafiziğin çalışması için sizin kendinizi bilinçli olarak şans havuzuna bırakıp Kainatın Sahibine güvenmeniz gerekiyor. Mucizeler limanda oluşmaz, denizin tam ortasında fırtınalı zamanlarda oluşur. Totemler yapıp şirke düşmek yerine ruhunuzu Sahibine teslim ederek Onun kararına rıza gösterebilirsiniz. Neden mi? Çünki biz gerçekten de çok belirsiz bir dünyada yaşıyoruz. Karşımıza neyin çıkacağından habersiz zavallı aciz insanlarız. Hiçbirimiz bir saniye sonrasını bilmiyoruz. Konferanslarda, seminerlerde başarılı insanlar size gelecekten bahsetse de inanın onlar da sonrasından habersiz yaşıyorlar. Bakmayın öyle konuştuklarına, onlar da aynen sizin gibi geleceği planlamaktan aciz insanlar. Ancak onları sizden ayıran en önemli yönleri kendilerini zamanında riskli şans havuzuna bırakabilme cesaretini gösterebilmeleridir. Siz acabalarla vakit geçirirken onlar planlarını programlarını yapıp kervan yolda düzülür deyip okyanusun içine balıklama atladılar. İşte Get Lucky kitabında milyar dolarlık şirketlerin planlı şans havuzunu nasıl oluşturdukları anlatılıyor. Dünyayı değiştiren insanların en belirsiz ortamlardan nasıl fışkırdığına şahit oluyorsunuz. Kimler mi? Facebook, Twitter, Google, Pinterest, Microsoft, Apple, Amazon, 3M, Pixar ve daha nice bilindik firmalar farklı niyetlerle yola çıktılar ve farklı sonuçlar yakaladılar. Her şeyin mükemmel olmasını beklemediler. Yolda farklı imkanlarla karşılaştılar ve esneklikleri sayesinde kendi hayallerinin ötesinde mükafatlandırıldılar. Onlar risk almayı seven ve dünyanın dengesini aşırı derecede bozanlardan oluşuyor. Dünyanın en zengin insanları oldular ve herkesin iştahını kabarttılar. Dolayısıyla Risk alanlar her zaman zengin olamadılar fakat dünyanın en büyük ilgi odağı oldular. zengin olanlar hep risk alan insanlardan oluştu. Silikon Vadisi’nin kendisi bile planlı tesadüfler sonucu oluşmuş bir başarı hikayesidir. İşte insanların asıl yanıldığı nokta burasıdır. Silikon Vadisi bir inşaat hikayesi değildir. Farkındalıkla tecrübenin biriktirildiği ve sonrasında neyin geleceğini kendilerinin bile tahmin edemediği delice bir metafizik ortamdır. İnsanlar Silikon Vadisi’ndeki Ekosistemi tanımlarken toplama kampı gibi yatırımcıların, iş adamların, yazılımcıların ve girişimcilerin bir araya getirilip inovasyona dayalı ürün geliştirildiği yer olarak tanımlıyorlar. Ekosistemin tarifi kesinlikle bu değildir. Ekosistem dar bir alanda inovasyon gibi en önemli ruhsal fonksiyonu icra edebilmek için oluşturulmuş bilinçli belirsizlik ortamıdır. Belirsizlik olacak ki endişe, korku, sevinç, mutluluk, rekabet, hırs, kıskançlık, imrenme, övülme, narsistlik gibi müspet ve menfi duygular tetiklensin sonra da yenilikçi ürünler fışkırsın. - Silikon Vadisi Bu harita farklı şirketlerin eklenmesiyle halen genişliyor. Serendiplik modeli sadece Silikon Vadisi’ndeki şirketler için geçerli değildir. Mesela dünyaca ünlü Hollywood’taki oyuncuların yaşadığı hikayeler de tipik bir serendiplik modelidir. Oyuncu adayının Los Angeles’ta bir ajans bulması en büyük belirsizliktir. Zamanını oyunculuk seçmelerine (audition) harcayarak ajans bulmaya çalışır. Bulduğu ajansın kendisine ne zaman hangi filmde rol bulacağı ayrı bir belirsizliktir. Oyuncunun film setinde durumu bile performansına göre her an değişebilir. Bir filmde oynasa bile başka filmlere çağrılma olasılığı tamamen şartlara bağlıdır. Jennifer Lawrence gibi bir oyuncu kısa zamanda Oscar da alabilir, Leonardo Di Caprio gibi yılların oyuncu Oscar’sız eve de dönebilir. Bir film oyuncusunun ortamı o kadar belirsizdir ki kendisini büyük bir azimle ve iradeyle tamamen bir şans havuzuna bırakmıştır. Bu havuzda insanlarla etkileşimde bulunur, çalışır, çabalar ve elinden gelen bütün gayreti gösterir. Bundan dolayı en ilginç hikayeleri Hollywood dünyasından duyarsınız. Onların hikayeleri dünyanın en ilginç ve dinlemeye en değer hikayelerdir. Bununla birlikte yıllarca Los Angeles lokantalarında çalışıp oyunculuk seçmelerini (audition) kovalayan insanlar da mevcut. Onlar da gerekli insan ağını yakalayamadıkları için ve yanlış stratejilerden dolayı geride kaldılar. Yani planlı serendiplik için kendinizi şans havuzuna bırakmanız da yetmiyor. Onun gerektirdiği hareket, esneklik, strateji, kararlılık, çoğulculuk gibi şartlarını da yerine getirmeniz gerekir. Bazen de hayat size uygun olmadığınız bir alanı zorlamanın yersiz olduğunu söylemeye çalışır. Zira Vermezse Mabud neylesin Sultan Mahmud sırrınca her şey Mevla’nın takdirine kalıyor ama bir kapı kapanıyor farklı binlerce kapı açılıyor. Yani ister Silikon Vadisi ister Hollywood, Amerika Birleşik Devletleri kendi metafizik ortamlarını oluşturmayı başarmıştır. Başka ülkelerin aynısını kendi ülkelerinde uygulamaları kesinlikle mümkün değildir. Bunun farkında olan Hindistan ise kendi Bollywood’unu oluşturmuş ve ürettikleri filmlerini tamamen kendi kültürel kodlarıyla hayata geçirmiştir. İsmini kopyalasa da Bollywood’da çekilen filmler tamamen Hint Kültürü eksenlidir. Hint film sektörü yine eskiden olduğu gibi ritme dayalı danslı filmler çekmeye devam etmektedir. Bu kadar serendiplik modeli tartışmasından sonra şimdi de bir kaç örnek verebiliriz. Amazon Eğer siz Amazon’u halen kitap, dvd gibi parakende ürünler satışı yapan bir şirket olarak görüyorsanız bakış açınızı şimdiden değiştirmelisiniz. Amazon şirketi artık bir Teknoloji şirketidir ve bunu da Bulut Teknoloji tabanlı (Cloud based Computing) sistemlerine borçludurlar. Amazon’un CEO’su Jeff Bezos her çalışanından kendi sisteminin başka platformlarla konuşabileceği bir arayüz ister. İnsanlar doğal olarak web servisleri yazmaya başlarlar. Son derece belirsiz olan bu süreç Bulut Teknolojisine kadar uzanır. Jeff Bezos çalışanlarına tanıdığı zaman esnekliği şirketi hayallerinin ötesine taşır. Bugün dünyanın konuştuğu Bulut Teknlojisine sahip şirketlerden biri Amazon’dur. Piyasada Instagram’ın resimlerini Amazon’un Bulut Teknolojisinde depolayarak başladığı bilinmektedir. Bugün Amazon Cloud sistemleri girişimciler için vazgeçilmez bir imkandır. Ayrıca Amazon aynı zamanda bir medya şirketidir. Amazon Prime ve Instan Watch ile Netflix’e kafa tutabilecek film izleme imkanınız vardır. Hem de Sinema’da vizyondan yeni kalkan en son filmleri bile izleyebilirsiniz. İşin ilginç tarafı da kendi rakibi Netflix’in film sunucuları da Amazon tarafından karşılanmaktadır. Amazon şimdi de dronelar (havasız sipariş aracı) üzerinde çalışıyor. Yakın gelecekte siparişlerinizi artık evinize dronelar getirecek ve lojistik alanında yeni bir çığır açılmış olacak. Fedex gibi geleneksel lojistik yöntemlerin bu durumdan etkileneceği aşikar. Ayrıca Amazon proje takımlarını startup kültüründe çalıştırıyor. Bunun sebebi vurguladığımız aynı sebep yani serendiplik. Startuplar da son derece belirsiz ortamlar olduğu için serendiplik modeline en yatkın modeldir hatta ta kendisidir. Girişimcinin göz bebeği gibi kurduğu startupta serendipliğin gerektirdiği doğru metodlar uygulanırsa başarılı olmamak için bir sebep yoktur. 3M Başka ilginç bir örnek ise her gün çalışma masamızda kullandığımız postitlerin hikayesidir. 1960’ların sonlarına doğru 3M şirketindeki bilim adamlarından Dr. Spencer Silver dünyanın en iyi yapışkanını üretmek için laboratuvarda gecesini gündüzüne katıyordu. Ancak en iyi yapışkan yerine hafifçe yapıştırılıp çıkartılabilen bir yapışkan keşfedince hayal kırıklığına uğramıştı. Dr. Spencer Silver kendisine göre başarısız olduğunu düşünse de meslektaşı Art Fry bunun not kağıdı için kullanılabileceğini ileri sürer. Zira Art Fray eskiden klisenin ilahi korosunda kitap sayfalarını işaretleme ihtiyacı duyuyordu çünkü araya koyduğu her kağıt düşüyordu. Kısa zaman sonra ürünü farklı tüketicilere de denettikten sonra aldıkları 90% lık iyi geri bildirimle birlikte ortaya milyon dolarlık farklı bir sektör çıkmıştı. Google Sergey Brin ve Larry Page 1996’da doktora tezinde geliştirdikleri arama algoritmasını üç yüz bin dolara satmak için büyük şirketlerin kapısını çalıyorlardı. Bir sonuç çıkmayınca Sequoia Capital’den aldıkları yatırımla garajda kendi yollarını çizdiler. Ne var ki tam olarak nasıl bir şey çıkacağını kendileri de bilmiyordu. İlk önce PageRank sonra da Matematikte 10 üzeri 100 anlamına gelen Googol ismiyle ilk çıkışlarını yapsalar da sonra Google ismini keşfettiler. Şirketin ne isminde, ne yapısında, ne büyüklüğünde ne de geleceğinde hiç bir fikirleri yoktu sadece inandıkları bir arama motoru algoritmasıyla yola çıkmışlar ve karşılarına çıkan sürprizleri değerlendiriyorlardı. İki yıl boyunca hiç kâr edemediler. Google Adsense gibi şirketin %15 gelirini sağlayan reklam modellerini de yolda keşfetmişlerdi. Şimdi ise Google artık sadece bir arama motoru değil, bütün alanlara nüfus etmeye çalışan, herkesle rekabet etmekten çekinmeyen önemli bir Teknoloji şirketidir. Google aynı zamanda işe yaramayan projelerini bir çırpıda çöpe atabilecek kadar esnek bir şirkettir. Google’ın batan projeleri serendiplik modelinde esnekliğin nasıl olması gerektiği konusunda büyük dersler içerir. 2005’te Facebook ve Twitter gibi şirketler henüz parlamamıştı. Mobilite çılgınlığı tam anlamıyla başlamamıştı. Google İnternet’in ağabeyi olmuş herkes onlardan bahsediyordu. 2005’te San Francisco’da Web Summit konferansına katılan Sergey Brin ve Larry Page’e başarılarını neye borçlu oldukları sorulunca Brin şöyle diyordu. “Başarımıza katkı sağlayan birinci faktör şans idi. Biz sadece yüreğimizi takip ettik ve araştırma alanında bulduğumuz çok faydalı bir şeyi hayata geçirdik” Tabii bu cevaptan program moderatörü ve katılımcılar memnun olmamıştı. Onlar daha şatafatlı bir cevap bekliyordu. Halbuki Brin doğru söylüyordu çünkü onun kastettiği serendiplik havuzuydu. Güçlü bir algoritma ile yola çıkmışlar, yüreklerini ortaya koymuşlar ve sürprizleri yolda keşfetmişlerdi. Pixar Steve Jobs denilince herkesin aklına Apple gelir benim ise Pixar gelir çünkü Pixar’ın hikayesinden daha çok hoşlanırım. Jobs kendi Apple şirketinden atılınca kendine yeni bir misyon biçmiçti. Pixar Animation Studios şirketini kurarak yeni bir çığır açıyordu. Pixar meşhur Animasyon fimleriyle tanınmıştı; Toy Story, Cars, The Incredibles, Finding Nemo, Monsters University gibi Animasyonlar o zamanın CGI teknolojisiyle görücüye çıktığında çok beğenilmişti. Bu hikayelerin yapım aşaması ise tamamen serendiplik ortamıyla ilgiliydi. Pixar’ın ofis ortamı şirket kültüründe serendiplik için önemli bir örnektir. Dolayısıyla Animasyonların kendisine odaklanmaktan ziyade biz girişimcilerin Toy Story üretim ortamını anlamamız daha anlamlıdır. Pixar ilk kurulduğunda üç ayrı binada yazılımcılar, grafikçiler ve yöneticiler olmak üzere dağılmışlardı. Bu durum Steve Jobs’ın hoşuna gitmemişti. Jobs’a göre iyi bir ürün çıkartmak için farklı departmanlarda çalışan insanların birbirleriyle etkileşimi gerekiyordu. Tek bir animasyon filmi üzerinde hep birlikte çalışıyorlardı ama birbirleriyle etkileşime girmek için ofis ortamları bunu sağlamıyordu. Jobs sonra ilginç bir çözüm buldu. İnsanların günlük en çok ihtiyaç duyduğu kahve makinesinden tutun, toplantı salonları ve yemek masalarına kadar hemen her şeyi üç odanın tam ortasına yerleştirtti. Çalışanlar yemek kuyruğunda, kahve molasında, su içerken, yemek yerken birbirleriyle karşılaşıyor ve spontane sohbet etmeye başlamışlardı. Toplantı odaları da burada olduğu için etkileşim daha da arttıyordu. Dolayısıyla bu sosyal ortam kısa zaman içinde şirkette ihtiyaç duyulan sinerjiyi yaratarak beklenen verimi vermeye başladı. Farklı departmanlardan insanlar da olsalar, bir CGI yazılımcısı ile grafikçi daha rahat iletişim kuruyor, yöneticiler tam olarak animasyon filminden ne istediklerini daha rahat aktarıyordu. Sonuç muhteşemdi, çalışmalar, etkileşimler meyvesini vermiş ve ortaya Toy Story animasyon filmi çıkmıştı. Jobs şirket kültüründe serendiplik modelini uygulamış ve tekrar başarılı olmuştu. Animasyon gibi maximum yaratıcılığın gerektirdiği bir alanda fikirler, düşünceler çarpışmalıydı ki ortaya iyi ürünler çıksın. Zira serendiplik spontane yaratılıcığın sistemleştirilmiş versiyonuydu. Steve Jobs’a göre şans her zaman hazırlanmış zihinlerin yanındaydı ve bunun için ruhların ve fikirlerin birbireriyle çarpışması ve etkileşime girmesi gerekiyordu. Özellikle tekil bir projede hep birlikte çalışanlar için merkezi sosyal ortam çok iyi bir çözümdü. Yeri gelmişken değinelim. 1968’de üretilen kübik ofisler günümüze kadar format değiştirip geldiyse de halen sosyallik namına bir çözüm sunmuyor. Steve Jobs’ın ofis ortamı ise kendi ihtiyaçlarına uygun üretilmiş bir çözümdü. Bütün ülkelerin halen kübik ofisleri tercih etmesi ise tam bir Amerikanlaşma hikayesidir. Türkiye’nin kendi kültürüne özgün ofis ortamları geliştirebilmesi için ise yenilikçi girişimcilere ihtiyaç var. Bakalım bizi kendi içimize kapatan bu lanet olası kübiklerden kim kurtarack. Niyet Edilmeden Gerçekleşen Buluşlar (Unintentional Inventions) Piyasada serendiplik modelinin farklı isimleri mevcut. Niyet Edilmeden Gerçekleşen Buluşlar (Unintentional Inventions or Discoveries) veya Kazara Buluşlar (Accidental Inventions). Yukarıdaki iki tanım da aslında serendiplik modelinin aynısıdır. Yola farklı bir niyetle çıkıp, yolda beklediğinden çok daha iyi ve farklı buluşlara deniyor. Hayatımızdaki pek çok ürün ve servis aslında kazara gerçekleşen buluşlardır. Hepsinin ortak noktası ise daha önce söylediğimiz gibi mükemmelliyetçilikten uzak durup kervanı yolda düzeltmeleridir. Kazara Buluşlar’da neler yok ki. Aşağıdaki listede kazara yapılan buluşları göreceksiniz. Mısır Gevreği (Corn Flakes) Mikrodalga Fırın (Microwave) Anestezi X-Ray Cihazı Viagra Teflon Penisilin Post-it DVD Internet Facebook Amazon Bulut Dondurma Külahı Coca-Cola Kibrit E-Posta Google Mürekkep Püskürtücü Yazıcı (Ink-Jet Printer) Sertleştirilmiş Plastik Dondurma Külahı Şampanya Cips Kâlp pili Japon Yapıştırıcısı Havai Fişek Kuduz Aşısı SMS Konyak Paslanmaz Çelik Bing Bang Teorisi Rosetta Stone (Yabancı Dil Öğrenme Newton Yerçeki Kanunu Seti) Naylon Vazelin Fosfor Buzlu Dondurma Kahve Oyun Hamuru Yapay Tatlandırıcı Brendi Kauçuk Lastik Ağız Gargarası Sakız Kellik İlacı Sprey Çamaşır Suyu Cırt-cırt Bant -Kazara BuluşlarBu liste aslında daha fazla uzuyor. Şans havuzunda insanların hayatını değiştirecek servisler ve ürünler hayatın artık önemli bir gerçeği. Büyük bir cesaretle serendiplik modelini uygulayanların yolu açık olsun. Serendiplik Modelini Oluşturmak Yeterli mi? Peki Türkiye’de girişimciliğin henüz yeni trend olmaya başladığı bu zaman diliminde serendiplik modelini oluşturmak yeterli olur mu? Onu anladığımızda her şey yoluna girecek mi? Elbette girmeyecek, hiç bir zaman büyük Ekosistemler tekil modellerin üzerinde kurulu değildir. Serendiplik gibi şans havuzlarının oluşturulması zaruridir ancak bazı şeyler de bireyin kendisiyle ilgilidir. Daha doğrusu neredeyse her şey bireyin kendisinde bitmektedir. Amerika Birleşik Devletleri, İsveç, İsviçre, Almanya gibi zengin gelişmiş toplumlara baktığımızda bireysel olarak Türkiye gibi toplumlardan ciddi sosyolojik farklılıklar içerirler. En büyük toplumsal fark güven ve saygı gibi görgü anlayışlarıdır. Yerlere çöp atmamak, bankamatik sırasında gizliliğe saygı duyarak mesafe koymak, alış veriş yaparken mutlaka teşekkürle cevap vermek, trafik kurallarına uymak, kuyruklarda sırasını beklemek, sınavlarda kopya çekmemek, tebessüm etmek, ders hocasının niyetini suistimal etmemek, vergisini zamanında ödemek, yalan söylememek, öfke kontrolü gibi meziyetlerle gelişmiş toplumlar gelişmekte olan toplumlardan daha öndedir. Beş yıllık İsviçre ve yedi yıllık Amerika hayatımdan sonra artık bu farka yüzde yüz eminim. Gelişmiş toplumlar sistemlerini güven ve sıkı takip üzerinden yürütürler. Örneğin Amerika’da her yıl TurboTax veya TaxAct sitesinden insanlar vergilerinin bir bölümünü geri alırlar. Site size ilk önce mali ve sosyal durumlarınızla ilgili sorular sorar ondan sonra da doldurduğunuz diğer formlardan yola çıkarak size ne kadar para verebileceğini hesaplar. Soruları nasıl yanıtladığınız tamamen sizin insifiyatinizdedir. Sistem size son derece güvenir. İsterseniz sistemi yalan cevaplarla kandırıp daha fazla para geri alabilirsiniz ancak bu suistimalin de bir çözümünü bulmuşlar. Sizin formlarınızı bir yıl boyunca takip ederek yanlış formları cezalandırıyorlar. Bir keresinde TaxAct’te doldurduğum yanlış bir form yüzünden daha sonra beş yüz dolar ceza ödemiştim. Şimdi doldururken daha dikkatli dolduruyorum. Gelişmiş toplumlarda vergi gibi meseleler şakaya gelmeyen en ciddi konulardır. Kanunlar gelişmiş ülkelerde sizi dürüstlüğe zorlasa da genel olarak bu tarz toplumların bizden daha dürsüt olduğunu söylemek mümkündür. Bir keresinde yaz tatilinde bir akrabamla birlikte Harput’a çıkıyoruz. Akrabam elindeki pet su şişesini bitirdikten sonra arabanın penceresinden dışarı fırlattı. Ben ses çıkarmadım ama bozulduğumu farkedince bana “Burası Amerika değil Mehmet!” diyerek anında savunmaya geçti. “İyi ya burası senin ülken” desem de nafile. Henüz bireysel sorumluluğun toplumu çok yakından ilgilendirdiğini kavradığımız söylenemez. İsveç’ten bir yatırımcıyla yapılan röportajda İsveç’in nasıl olur da bu kadar az nüfusla dünya çapında bu kadar büyük projeler çıkartabildiğini sorarlar. Yatırımcı şöyle cevap verir: “Bizim kaliteli Üniversite’lerimiz var, zengin iş adamlarımız var, Devletimiz girişimciliğin öneminin farkında ama bizi diğerlerinden asıl ayıran bunlar değil. Bizim en önemli özelliğimiz bizim dürsüt olmamız ve birbirimize güvenmemiz. Biz bir sözleşme imzalayacağımız zaman birbirimize kazık atacağımızı düşünmeyiz, birbirimize son derece güveniriz. Biri söz verdiğinde sözünü mutlaka tutar.” Yukarıdaki ifadeler Türkiye için en azından şu anlık ne kadar uzak kavramlar değil mi? Bu ifadeler Türkiye için kullanılsa kimsenin inanmayacağı son derece aşikar. Aslında biz kendimizi de biliyoruz ama bir türlü yüzleşemiyoruz. Türk toplumu ne yazık ki etik yönünden çok parlak değil. İş yapacağımız zaman birbirimize güvenmiyoruz. Güven toplumu kesinlikle değiliz. Halbuki kendimizle yüzleşsek her şey değişecek. Aynaya biraz baksak ve kendimizi düzeltme yollarını arasak bütün her şey tersine dönecek, talihimiz açılacak. Bir toplum kendini değiştirmeden Allah o toplumu değiştirmezmiş. Bireysel değişime kapalı olduğumuz yetmezmiş gibi bir de bunun üstünü kapatmak için farklı yollar deniyoruz. Örneğin yaptığımız en büyük hatalardan birisi ülke sorunlarını sistemsel boyutta tartışmaktır. Yıllarca memlekette eğitim sistemini defalarca değiştirdik. Hiç bir şey değişmedi, eğitim sistemimiz halen felç ve dünyanın en gerilerindeyiz. İyi de mesela Yabancı Dil eğitimi halen neden yeterli değil? Parlamenter sistem mi olsun yoksa yarı Başkanlık sistemi mi olsun, yoksa tam Başkanlık sistemine mi geçelim diye kendimizi yedik bitirdik. Politikayı onlar mı yönetsin yoksa bunlar mı yönetsin ve daha neler neler. Ülkenin gündemine bakın bir ceviz kabuğunu doldurmayacak tartışmalar yaşanıyor. Televizyonların büyük bir kısmı siyasi ve futbol tartışmalarının yapıldığı açık oturumları işliyorlar. Yorumculuk ve polemik kavgası Türkiye’nin en güzide mesleği olmuş. İşte girişimcilikte de aynı hata yapılıyor. Melek yatırımcı, Risk Sermayeleri (Venture Capitalists), Üniversite ayağı ve girişimcileri bir araya getirdik mi bu iş tamamdır modundayız. Türkiye’nin girişimcilik sistemini yine sistemsel düzeyde tartışıyoruz. Sanki milyon dolarları ortaya döktüğümüzde her şey düzelecekmiş gibi. Ayrıca girişimcilikle ilgili sistemsel bazda konuşmadığımız şey kalmadı. Artık o kadar çok bir araya geliyoruz ki yüzümüz eskimeye başladı. Bence artık networking yapmaya da ihtiyaç kalmadı çünkü herkes birbirini tanıyor zaten. Binaenaleyh, girişimciliğin mana boyutunu ıskalıyoruz. Girişimcilikte mana köklerimizi konuşanı duydunuz mu? Ecdadımızı bize hep asker diye tanıttılar, peki Atalarımız ne tür girişimciliklerde bulundular? Havada uçmayı hayal eden ve dünya tarihinde kanatlarla uçan ilk biz değil miydik? Noldu da hayallerimizden vazgeçtik? Matematiğin, tıpın ve kimyanın temel formüllerini bulan Endülüs Emevi Devleti’ni neden neden kimse konuşmuyor? Bütün buluşları kusura bakmasınlar ama Amerikalı’lara borçlu değil. Eskiler anlayış, seziş ve kavrayış becerisine basiret derler. Basireti bağlanmış sözü de buradan gelir. Yani seçerlik, sorunların hakikatını bilebilme feraseti demek oluyor. Bundan dolayı girişimcilik mevzusunda da körü körüne gitmemek için basiretimizin açılması adına ilk önce doğru soruları sormamız gerekiyor çünkü doğru sorular doğru cevaplar getirir. Asıl Sorulması Gereken Sorular Yanlış sorular yanlış önermeleri beraberinde getirir. YouTube’da İtalyan girişimcilerin birbirlerine sordukları soruları izlemiştim, bizimle birebir örtüşüyordu. Biz niye Silikon Vadisi üretemiyoruz diye tartışıyorlardı. Demek ki dünyanın her yerinde aynı şekilde bir Amerikan aşağılık duygusu var. Onların başarıları karşısında insanlar büyük bir şaşkınlık yaşıyor. Şaşkınlık ta yerini taklitçiliğe ve kendinden uzaklaşmaya götürüyor. Yani bir bakıma zincirleme kaza gibi. Bu yanlış soruların başlıcaları şöyle: Biz de bir Silikon Vadisi kurabilir miyiz, niye az yatırımcımız var, girişimciler neden güzel projeler çıkartamıyorlar, yabancı sermayeyi nasıl çekeriz, melek yatırımcı sayısını nasıl arttırız, girişimcilerimizin yaptığı en büyük on hata hangileridir? Bu tarz sistemsel sorular bizim sorunlarımızı çözmemiz için yeterince yol göstermiyor. Derinlerdeki sorunlarımıza ışık tutmuyor. Artık sormamız gereken soruları bireye indirgememiz gerekiyor. Bireyden sisteme bir yöntem takınmak lazım. Peki bunlar neler mi? O zaman gelin buradan yakın: Kendi insanımızı neler motive eder, doğruluk dürüstlük gibi erdemler girişimcilerimizde gerçekten var mı, yatırımcının risk almak istememisinin sebebi girişimciye duyduğu güvensizlik olabilir mi, Türkiye’de takım oluşturmak neden bu kadar zor, herkesin kendi işini kurmak istemesinde bir tuhaflık yok mu, girişimciler kendi aralarında bilgi paylaşımında neden bu kadar zorlanıyor, rekabet ederken neden her yol mübah görülüyor? Girişimciler gerçekten sevdikleri için mi bu yola atıldılar yoksa Silikon Vadisi’nin rüzgarına kapıldıkları için mi, gerektiğinde başkasını nefsine neden tercih edemiyor, bencilliğin uçsuz bucaksız girdabında neden hep bana hep bana diyor, kendisine neden güvenmiyor, egosunu neden yönetemiyor, kafasını bir fikre taktığında ondan neden vazgeçemiyor, kendi fikrine neden aşık oluyor? Türk girişimcisi projelerin masada değil sahada olması gerekiğini bildiği halde buna cesaret edememesi ilginç değil mi, yoksa bu korku rızık endişesi mi, rızkın Mevla’dan geldiğini bildiği halde yatırımcıyı neden rızık kapısı olarak görüyor, kendi kültürü dünyanın en mütevazi kültürüyken en küçük bir başarıda bu kadar çabuk nasıl şişebiliyor, rakibine kazık atmayı neden mübah görüyor, onun başarısını takdir etmesini neden beceremiyor, yurt dışındaki girişimcilik ortamlarına gittiği halde neden eski alışkanlıklarını bırakamıyor? Türk girişimcisinin en çok zorlandığı ailevi ilişkileri girişimciyi duygusal boyutta ne kadar etkiliyor, yeni bir Türk girişimcisinin akrabalarıyla arasında olması gereken ilişki hakkında neden kimse bir laf etmiyor? Türk girişimcisi neden diğer girişimcileri aşırı derecede kıskanıyor, başkalarının başarısını neden takdir etmekte zorlanıyor, ekmeğin son kırıntısına kadar iktisat etmek Anadolu insanının özelliğiyken Türk girişimcisi neden har vurup harman savuruyor, peki bu acelecilik nereden geliyor, bir hedefe neden kilitlenemiyor, sebat edemiyor, kendi Ataları sabır taşına dönüştüğü halde kendisi neden sabretmesini beceremiyor? İşin başlangıcında küçük ulaşılabilir hedefler koyması gerektiğini bildiği halde neden kendisine dünyayı fethetme misyonu biçiyor, küçük düşünmenin önemini görmezden gelip büyük düşünme tuzağına neden düşüyor, kendisini neden başkasına kanıtlama ihtiyacı hissediyor, yoksa bütün girişimciliği para, şöhret ve şan için mi yapıyor, başka başarı hikayelerinden neden aşırı derece etkilenip hemen ümitsizliğe kapılıyor ve Türk girişimcisi neden her şeyi bu kadar olumsuz düşünüyor? Kendi kültürüne ait Ebru, Seramik, Kaligrafi gibi el sanatlarının hayal gücünü genişleteceğinin neden farkında değil, müzik aleti öğrenmeyi neden angaryadan sayıyor, hayal gücünü zenginleştirmek için başka hangi yöntemlere ihtiyacı var, sosyal yardımlaşma aktivitelerine neden zaman ayırmıyor, yetime fakire sembolik te olsa neden yardım etmiyor, Türk girişimcisinin sosyal sorumluluk hissi hangi düzeyde, yoksa başarılı girişimci olup medyanın kendisi hakkında konuşmasını mı hayal ediyor, takım arkadaşlarına göstermesi gereken esnekliği neden esirgiyor, onların hayatlarına neden zenginlik katmıyor, gaza neden çabuk geliyor ve motivasyonunu neden çabuk kaybediyor? Kısaca Türk girişimcisinin ruhu tam olarak ne hissediyor ve hayattan tam olarak beklentisi nedir? Onu gerilime geçirecek şeyler nelerdir? Neyle mutlu olur, neler kendisini üzer? Kendi kültürel kodlarından nasıl istifade edebilir? Sezgi, basiret, feraset, ilham ve sır gibi önemli değerlerin girişimcilik yolculuğunda neleri değiştirebileceğinin farkında mı, girişimcilik yolculuğunda kader arkadaşını tanımada kalp gözü yeterli derecede açık mı, hayatının en önemli yolculuğunda olayların arkasındaki hikmet perdesini aralayabiliyor mu? Cevaplanması gerçekten de zor sorular. Bunların cevabını henüz tam olarak bilmiyoruz ama en azından doğru soruları sorduğumuzu düşünüyoruz. Henüz girişimciliği ülkemizde konumlandırabilmiş sayılmayız. Bundan dolayı gelecekte rol modelleriyle girişimciliğin mana ufkunu bize gösterebilecek kahramanlara ihtiyacımız var. Biz yine de yukarıdaki sorulardan yola çıkarak girişimcinin en çok sıkıntı çektiği ego ve sabır konusunu ele alıp elimizden geldiğince aydınlatmaya çalışacağız. Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar. Kur’an-Kerim 2:269 Girişimcilikte Ego Faktörü İnsana geçici süreliğine emanet olarak verilen ego (enaniyet, ene, benlik) yanlış kullanıldığında girişimciye ciddi zarar verebiliyor. Doğru anlaşıldığında ise girişimciye hız kazandıran en önemli şeffaf araçlardan birisi haline geliveriyor. Ego pek çok bilim dalı, din ve felsefe tarafından halen tartışılan ve incelenen bir konudur. Ortak kanı ise egonun varlığı ve kullanımına göre getirdiği sonuçlardır. Yani egonun kendisinden ziyade sonuçları daha çok ilgi görüyor. Ego aşırı sahiplenince sahibini dış dünyaya kapattığı, doğru kullanıldığında ise dışarıya açtığı bilindiğinden egonun kullanım tarzı büyük önem arzetmektedir. Egonun yanlış kullanımı girişimcide büyük sorunlara yol açmaktadır. Ego onlara yol gösterebilecekken tam tersine bir yıkım makinesine dönüşebilmektedir. Gerçekten de girişimcinin en çok zorlandığı kısım kendi egosunu yönetmesidir. Ego gerçekten de başarı için doğru yönetilmesi ve konumlandırılması gereken en etkili araçlardan birisidir. Onun için mahiyetinin ve konumlandırılmasının da doğru yapılması gerekir. Ego Nedir? Peki egonun mahiyeti tam olarak nedir? Daha doğrusu onu fiziksel olarak tanımlayabilir miyiz? Başarılı olmadan önce ve sonra ego neden farklılık gösteriyor? Onu doğru yönetmek elimizde mi? Evet bize göre ego insanın içinde Elif gibi dümdüz bir çizgidir. Yani ego eliftir. Ego, enaniyet kendisine karşılaştırma imkanı vermek için emanet edilen bir araçtan ibarettir. Onun kullanılma iradesi insanın kendisine aittir. Eğer insan ne kadar küçük ve aciz bir varlık olduğunu, kainatın ise ne kadar büyük ve ihtişamlı olduğunu anlarsa kendisini ona göre de konumlandırabilir. Milyar dolarlık şirketler de kursa küçüklüğünü kendisine ait olmayan büyüklük ile kıyaslayabildiğinden kendisine hakim olabilecek donanıma kavuşur. İnsan gerçekten de Kainatta çok küçük bir yer işgal eder. Aynı zamanda aciz yaratılan insan ufak bir hastalıkta, ayrılıkta, ölümde ruhen ciddi anlamda sarsılmaktadır. Beş dakika lavobada ihtiyacını karşılayamadığında çatlayabilecek donanıma sahiptir. Trilyonlarca hücresinin içinde gerçekleşen harikulade kimyasal ve biyolojik reaksiyonlarından bihaber bilinçsizce yaşamaktadır. Eliyle ne yeri yarabilir, ne de göğe uzanabilir. Zıpladığında çıkabileceği yükseklik hemen hemen bellidir, ihtiyaçları sınırsızdır. En önemlisi de üçte biri uyku olan ortalama altmış yıllık geçici ömrünü hiç ölmeyecek gibi gafilce yaşamaktadır. Yani kendi ölümü bile olsa unutma hastalığı onun en büyük zaafıdır. Bu kadar küçük ve aciz olduğu halde etrafındaki muhteşem tabiat, okyanuslar, dağlar, gezegenler, yıldızlar ve galaksiler bir o kadar kendisinden büyüktür. Hacim olarak kainatın içinde zerrenin zerresi hükmündedir. Bundan dolayı bu kadar büyüklüğü kendi küçüklüğüyle kıyas yapabilmesi için kendisine ego emaneten verilmiştir. Ta ki kendi küçüklüğüne bakarak karşılaştırma yapsın, bir dürbün gibi etrafı izlesin, kainatın gizemlerini çözsün, bütün bu muhteşemliği gerçek Sahibi’ne atfetsin. Koskoca kainatın büyüklüğünü kavrasın ve kendi küçüklüğünü ve acziyetini ikrar edip enaniyet belasından kurtulsun. İşte küçüklüğünün ve acizliğinin farkına varabilmesi için ego insana emaneten verilmiştir. Evet ego aynen bir Elif gibi insanın içinde ip ince bir çizgidir. Bu çizgiyi kalınlaştırmak, şişirmek veya saç teli kadar inceltmek kendi insiyatifindedir. Acziyetini, sonsuz ihtiyaçlarını görüp kabullendiğinde Elif incelecek, elinde bir dürbün haline gelecek ve kainatı daha rahat seyredebilecektir. Bu dürbün ile farklı alemleri yakınlaştıracak, benliğinden sıyrılarak onları seyre doyamacaktır. Büyüklük taslayıp acziyetini inkar ettiğinde ise ince çizgi zamanla kalınlaşacak, vücudunu kaplayacak, derken benliğini esir alacak insanoğlu bedenen ve ruhen kendi egosuna yenik düşecektir. O kadar şişecek ki kendi ayak ucunu bile göremeyecek hale gelecektir. Elif çok fazla şişip kendisini kaplamasına neden olduğu için uzak mesafeleri görme kabiliyetini yitirecektir. Hayatı kendi gördüğü gibi kabullenecek ve empati gibi yeteneklerden yoksun kalacaktır. Halbuki ego insana kendi cüzi iradesini, ilmini ve sınırlı kudretini kendi dışındaki dünyada kıyas edebilmesi için verilmiştir. Kıyas yapabilsin ki haddini bilsin ve yapabileceklerinin sınırını anlasın. Başarılı olduğunda da küçüklüğünü hatırlayıp kendine hakim olabilsin. Gelelim girişimcilik konumuza. Girişimcilik haddi zatında bir ruhsal yolculuktur ve ego girişimci için en büyük imtihandır. Onu şişirdikçe uzağı göremeyerek dışarıya kapalı hale gelecek, kendi fikrine aşık olacak, kritiğe kapalı olacak, fikrinin eşsiz olduğunu iddia edecektir. Hatta biraz daha ileri giderek fikrinin tamamen özgün olduğu ve şimdiye kadar başkası tarafından kesinlikle düşünelemediğini iddia edecektir. Ne hikmetse şahsen fikrinin dünyanın en iyi ve özgün olduğunu iddia eden çok sayıda Türk girişimcisiyle tanıştım. Fikirlerinin çalınmaması için de paylaşmama reflekslerine de artık çok alıştım. Yine de fikirlerini saklamaları da, açıklayıp başımızı şişirmeleri de ayrı bir dert. Egolu insanlar başkalarını bunaltırlar Böylelerini dışarıda çok görürsünüz. Bu tarz girişimcilerin en kötü yönü de yolunacak bir yatırımcı aramalarıdır. Zavallı yatırımcı hem parasını ona kaptıracak hem de girişimcinin egosunun yol açtığı yıkımı birlikte yaşayacaktır. Bu durum yatırımcı için de geçerlidir. Bu tarz egolu girişimcilerde böyle bir mükemmel fikir için hemen bir yatırımcı gereklidir. Kendisi her zaman mükemmeldir, eleştirilmesine gerek yoktur, onun için yatırımcıyı baştan haketmiştir. Yatırımcıyı bulduğunda çevresine bunu başarı hikayesi olarak gösterecek ve havasından geçilmeyecektir. Proje başarısız olduğunda yaşadıkları en büyük yıkım fikrin tutmaması değil, sürekli takdir beklediği çevresi tarafından tedip edilme duygusudur. Sosyal medyanın da narsistliği tetiklediği bir devirde süper egolu girişimcilerin işi gerçekten de zordur. Şişirilmiş egonun girişimcide yol açtığı tahribat bununla da sınırlı değil tabi ki. Ego kalınlaştırılıp kocaman bir Ben’e dönüştürüldüğü için, yani bütün iyilikleri, harikuladelikleri sadece ama sadece kendisinde görebildiği için bencil muamelesi de görecektir. Sadece kendisi başarılı olmalı, sadece kendisine ödüller verilmeli, TV’ler kendisinden bahsetmeli, onun başarısı herkesin kulağında olmalı. Sosyal medya onu takdir etmelidir. Benliğini doyururken aslında egosunu doyuran biri olduğunu farkına varamayarak zincirleme kazaya uğrayacak ve başkasının başarısını çekememe, aşırı eleştiri, sabırsızlık gibi değişik hastalıklara yakalanacaktır. En kötü hastalığı da ne olacak biliyor musunuz, aşırı derecede hızlı gaza gelecektir. Facebook’un hikayesini duyduğunda hemen onun gibi olmak isteyecek, Silikon Vadisinin baş döndürücü milyon dolar hikayelerinin büyüsüne kendisini fazlasıyla kaptıracaktır. Halbuki kendisini sıfırlayıp Elif gibi düm düz bir çizgi olsaydı kendisine gizemlerin kapıları sonsuza kadar açılacaktı. Elif çizgisi bir yandan kendisine anahtar olup dışarıdaki dünyanın tılsımlarını açacak diğer taraftan da bir dürbün olup her türlü gizemi oturduğu yerden temaşa edebilme imkanı verecektir. Her girişimciden önemli şeyler öğrenecek kendi eksikliklerini kapatabilecektir. Fikrini gerekli insanlara anlatıp şekillendirebilecek, son sözü kendisinin değil dışarıdaki müşterinin, kullanıcının söylediğini herkesten evvel kavrayacaktır. Böyle bir girişimci çok esnek olacak, kulağı ve gözü dışarıda olacak, dışarıya açıldığı için manevra kabiliyetine ulaşacak ve ihtiyaç duyduğunda refleks kasını kullanıp yol kıvrımlarından uçurumlara düşmekten kendisini koruyabilecektir. Gerektiğinde bebek gibi büyüttüğü fikrini baştan sona değiştirebilecek, teyit edilene kadar aktif sabırla bekleyecektir. En önemlisi de başarıya ulaştığında bile CEO’luk makamını hizmet makamı olarak görecek, kendisini tekrar sıfırlayabilecektir. Para, makam onu hiç bir zaman şımartamayacak ve emanetinin hakkını yerine getirmiş olacaktır. Mütevazi girişimci esnek girişimcidir. Ürüne körü körüne aşık olmak yerine üzerindeki hataları kabul eder. Kulağı daima müşteridedir, onun sözü kendisinin ürünü olur. Müşteriyi memnun etmek için onun nazını çeker nabzını yoklar. Şirketin geleceğini kendi egosuna teslim etmez. Gerektiğinde özür dilemesini bilir. En önemli değeri takım arkadaşlarıdır onlara caka yapmaz Onlara verilmesi gereken değeri sonuna kadar verir. Egonun en belalı kısmı ise narsistlik kişilik bozukluklarına kadar varmasıdır. Kendi görüntüsüne aşık olarak tanımlanan narsistler egonun tavanını temsil ederler. Narsisizm özseverlik olarak ta tanımlanır. Kişinin kendisine tapması diyenler de vardır. Egonun aşırı derece depolanması ve nesnelere yönlendirilmesidir. Eskiden ayna narsistlerin en büyük nesnesiyken şimdi de mobil cihazlardır. Gerekli ilgiyi görmek için sürekli selfie çekerler. Plan ve hedeflerine ulaşmadıklarında ve yeterli ilgiyi görmediklerinde erirler, çökerler. Empatiden yoksun çağımızın en belalı kişilik bozukluklarından biridir narsisizm. Psikolog’lara göre selfie’nin aşırı derecede kullanımı tipik bir narsistlik hastalığıdır Aşırı kıskançlık, kendini aşırı beğenme ve haklı görme, övgüyle beslenme, eleştirilere karşı aşırı duyarlılık, küstahlık, başkasını çekememezlik, umursamazlık ve başarı için her yolu mübah görme gibi son derece tehlikeli özelliklere sahip narsistlik günümüzün en büyük hastalığıdır. Bundan dolayı pek çok Psikolog ve Psikyatrist günümüzü “Narsistlik Çağı” olarak nitelendirir. Sosyal medya ve mobilitenin patlamasıyla narsistlik daha da yaygınlaşmıştır. Ego şu sıralar narsistlikle birlikte altın çağını yaşamaktadır. İnsanın kendisini istediği kadar ifade edebileceği alet adevat icat edildiği için narsistlik te büyük ölçüde birlikte tetiklenmiştir. Ne yazık ki başarılı narsistler takım arkadaşları için en büyük imtihandır. Narsistler ezmekten hoşlanan tiplerdir. İnsanları her zaman küçük gören zihin yapıları olduğu için tahammülü zor insanlardır. Ne ilginçtir ki girişimcilik seminerlerinde bu tarz kişilik sorunları es geçilmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi girişimcilik sistemsel olarak işlendiği için daha sonra kaçınılmaz karakter çatışmaları yaşanmaktadır. Özellikle narsist bir girişimciyse o zaman partnerine, yatırımcısına Allah sabır versin diyoruz. Belki de narsistlerle olan imtihan dünyanın en büyük imtihanlarından biridir diyebiliriz. İşte ego böyle bir şey, insanı narsist yapıp zıvanadan da çıkarır, melek yapıp göklere de çıkartabilir. İnsanın tamamen kendi kullanımına göre arştan ferşe kadar değişkenlik arzeder. Ego belki de girişimcinin önündeki en büyük engeldir. Bu engeli aştığında girişimciliğin belki en zor kısmını da aşmış demektir. Egodan sıyrılan benlik ilerideki muhtemel hataların önüne geçerek zamanı gelir şirketteki herkesi bile kurtarabilir. Egosuna hakim insanlar toplantıyı, kollektif şuuru ve istişareyi kendilerinden önde tutarlar. Topluca alınan kararlara mutlaka riayet ederler. Bütün herkesi bağlayan kararların kişisel egolara kurban gitmeyecek kadar önemli olduğunun farkındadırlar. Önemli projelere başkoymuş ve Türkiye başta olmak üzere dünyayı değiştirmeyi kendine gaye edinmiş değerli Türk girişimcisi, ilk önce yatırımcıdan, Silikon Vadisinden, fikirden başlamak yerine kendinden başlayabilirsin. Narsistlik gibi insanlara son derece zarar verecek hastalıklar yerine mütevaziliğinle herkese örnek olabilirsin. Egonu elif gibi incelterek müşterini, takım arkadaşlarını ve yatırımcını daha yakından tanıyabilirsin. Empatini geliştirebilir, insanların hayatına renk katabilirsin. Benlik duygularından sıyrılıp elindeki ip ince dürbünle evrenin gizemli noktalarını izleyebilir, Kainatın tılsımlı bilmecelerini çözebilirsin. Unutma ki Elif gibi dimdik ol dememişler boşu boşuna, bu işin ortası yok zira. 14 Ekim 2012’de Felix Baumgartner 39 bin metreden (stratosfer) dünyaya atlayarak rekor kırmıştı. Bir kapsül içinde yükseldikten sonra kendisini boşluğa bırakmış ve bütün dünyanın ilgisini çekmişti. Felix aslında en çok mütevaziliğiyle tanınır. Bazen ne kadar küçük olduğunuzu anlamak için gerçekten çok yükseğe çıkmanız gerek. Zenith Felix Baumgartner Sabrın Gücü Girişimcilerin yaptığı en büyük hatalardan biri de bir projede yeterince sebat edemeyişleridir. Silikon Vadisi’ndeki başarı hikayeleriyle gaza gelip kısa zamanda köşe olmanın hayalleriyle yaşayanlar hep hüsrana uğramıştır. Sabır her girişimcinin ihtiyaç duyduğu en büyük değerdir. Aşılmaz görülen yollar sabırla aşılmış, bitmek bilmeyen çileler sabırla bitmiş ve başarı sabırla yakalanmıştır. Zamanın sessiz çıldırtıcılığına karşı hep sabır yardımcı olmuştur. Sabrın değeri büyük çilelerden sonra anlaşılmış ve çilekeş ruhlar sabrın yakıcı atmosferinden sonra saflaşmıştır. Arapça’da kabz ve bast denen insanın iki türlü ruh hali vardır. Bunlar sabrın iki mihenk noktasını oluşturur. Kabz ruhunuzun türlü türlü nedenlerden dolayı daralması ve sıkışması olurken, bast hali de son derece ferahlık, genişlik, sevinç ve sürur halini ifade eder. Kabz ve bast insanların en büyük iki imtihanıdır. Ancak (her iki halde de) sabır gösterip iyi ameller işleyenler müstesnadır. İşte onlara bir mağfiret ve büyük bir mükafat vardır. (Kuran-ı Kerim,11:11) Ayeti Kerime’deki iki halde sabır göstermekten bahsediyor. Bast halinde sabır size ilginç gelebilir ancak insanların sadece kabz halinde sabretmelerini beklemek yanlıştır. Bast halinde de şükür tavsiye edilerek sabır göstermeniz beklenir. Hatta bast halindeki sabrın kabz halinden çok daha çetin bir imtihan olduğu söylenir. İnsan başarıya ulaştığında takınması gerekli tavır mütevazilik, şükür ve alçakgönüllülük olduğundan bast sabrın en zor yanını oluşturur. Sabrın kabz ve bast halleri günümüz dünyasında pek az bilinen ve uygulanan bir değerdir. Daha çok dış kaynaklı başarı hikayeleri Türk girişimcilerin itikat anlayışlarını bozduğu için onlar da bir an önce başarılı olup aynen Amerikalı girişimciler gibi popüler olma arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Bu durum onların sabır gücünü dağıtmakta ve başarısızlığa yol açmaktadır. Ayrıca Türkiye’de yeterince rol modeli olmadığı için başarıyı bile taklit etmek normal karşılanır olmuştur. Bu tarz itikadi sorunları aşmamız için sabrın önemini girişimcilere her fırsatta anlatmamız gerekir. Tekrar edelim, kabz hali kavram olarak ruhen tutukluluk, içe kapanma ve içinizin daralması demektir. Bu durum genellikle sosyal hayatınızda sürekli ters giden bir şeyler olduğunda meydana gelir. Ne yaparsanız yapın bir şeyler sürekli ters gider. Sıkıntılar üst üste birikir, çileler yerini göz yaşlarına emanet eder, ruh sürekli kaygı ve endişeyle yanıp tutuşur öyle ki insana bu sıkıntılı durumun hiç bitmeyeceğini sanır. Sıkıntılar ve zorluklar o kadar birikir ki bir gün gelir kabz hali üzerinizden kaldırılır ve sonunda beklediğiniz patlama meydana gelir. Birden her şey yoluna girmeye başlar. Hem istediğiniz hedeflere teker teker ulaşırsınız hem de beklediğinizin üzerinde ödüllendirilirsiniz. Pek çok başarılı olmuş sanatçı, showmen, futbolcu, siyasetçi ve iş adamlarının hayatlarını incelediğinizde kabz halini derinden derine yaşadığını görürsünüz. Kabz halinin ne kadar sürdüğü ise tamamen kişiye, olayların önemine göre değişkenlik arzeder. Biz şimdilik girişimcilerin ilk olarak en çok zorlandığı kabz halini örneklerle ele alalım. Beyazıt Öztürk Beyazıt Öztürk radyo programcılığı ile başlayan hayat serüveninde bize yaşadığı türlü türlü sıkıntıları anlatırken aslında bir nevi kabz halini tasvir ediyordu. Halbuki “r” harfini çıkaramadığı için ilk radyo programlarını sunma hakkı verilmemişti kendisine. Ancak sebat ederek radyo programlarını değişik kanallarda sunmaya başladı ve İstanbul’a geldiğinde bir taraftan radyo programlarına devam etti diğer taraftan da Kanal 6’da tv programlarına başladı. Bu uzun ve yorucu günlerinde biz onu tam olarak tanımıyorduk ancak daha sonra yılların en başarılı “Beyaz Show” programı gize gösterdi ki o da kabz halini yaşamış. Kabz halindeki birikiminin büyük payı vardı başarısında. Beyaz bütün sıkıntılara sabretmiş, kabz halinin dolmasını beklemiş ve sonunda büyük bir patlamayla başarıyı yakalamıştır. Hakan Şükür Kabz halini yaşayan tipik örneklerden biri de Hakan Şükür idi. 1996 yılının sezonu başladığında bir türlü gol atamıyordu ve Fatih Terim onu sürekli ilk 11 de oynattığı için de hem Hakan Şükür hem de Fatih Terim çok eleştiriliyordu. Hakan Şükür gerçekten çok zor günler geçiriyordu. Ben bir Galatasaraylı taraftar olarak o zaman çok sıkılmıştım ve olanlara bir türlü anlam veremiyordum. Ancak Hakan Şükür’ün kabz hali sona erince goller birbiri adına gelmeye başladı. Galatasaray’ın 8-1 mağlup ettiği Altay maçında Hakan Şükür ligdeki 100. golünü atarak “Kral” lakabıyla anılmaya başlandı. Kral Milli Takım’a yaptığı katkılarıyla daha sonra da kendinden hep söz ettirecekti. Hakan Şükür’ün yaşamış olduğu bu patlama anının öncesindeki yaşadığı kabz hali ve göstermiş olduğu sabrın mükafatına hepimiz şahit olmuştuk. Joanne K Rowling Beni derinden etkileyen hikayelerden birisi de Harry Potter kitabının yazarı Joanne Rowling’in hayatıdır. Bundan dolayı onun sabırla dolu hayat hikayesine biraz daha detaylı değinmek istiyorum. Şu an J.K. Rowling olarak bilinen yazar küçüklüğünde fantastik hikayeler yazarak kız kardeşine kendi ağzıyla okurmuş. Hikaye merakı hiç bitmemiş ve daha sonra esinleneceği romanlar okumaya devam etmiş. 1990’da Manchester’dan London’a gittiği bir seyehatta Harry Potter karakteri ve bu karakterin çevresindeki karakterlerleri ilham yoluyla aldığını anlatan Rowling bu sıralarda en çok sevdiği annesini kaybetmiş. Kendisinin anlattığına göre annesinin ölümü kendisini o kadar derinden etkilemiş ki Harry karakterinin detayları konusunda annesinin ölümünden gelen kaybı ona ilham olmuş. 1992’de Portekiz’e İngilizce öğretmeni olarak gitmiş ve orada Portekiz bir televizyon habercisiyle evlilik yapmış. Kısa zaman içinde Jessica isminde kızları olmasına rağmen 1993’te eşinden ayrılmış ve kızıyla birlikte İskoçya’daki kız kardeşinin yanına taşınmış. Bu sıralar o kadar bunalımdaymış ki intihara bile teşebbüs etmiş. Bir taraftan klinik depresyon tedavisi gören J.K. Rowling 3. kitabındaki ruh kabzedici yaratık (“Dementors”) fikrini bu depresyonda edinmiş. Bir taraftan işsiz olan yazar Harry Potter kitabını yazmayı hiç ihmal etmemiş ve çoğu zaman oluşturduğu karakterleri bunalımlı yıllarındaki ruh halinden yola çıkarak yazmış. Yazılarını yanında taşıdığı eski daktilo makinesiyle dışarıda cafelerde yazmış. Harry Potter’ın ilk romanını Edinburgh’taki meşhur The Elephant House cafesinde yazmış. Bir yandan tek başına kızına bakmak zorunda kalmış diğer taraftan da bütün enerjisini romanına ayırmış. Sonunda 1995’te “Harry Potter and the Philosopher’s Stone” ismindeki ilk Harry Potter’ın romanını bitirmiş ve tam 12 yayın evine sunmuş ama hepsinden red cevabı almış. 1 sene sonra £1500 karşılığında London’daki Bloomsbury yayın evinin editörü Barry Cunningham yeşil ışık yakmış ve kitap ilk defa basılmış. Kitabın kabul edilme nedeni ise daha ilginçmiş. Bloomsbury’nin başkanı ilk bölümünü sekiz yaşındaki kızı Alice Newton’a okutmuş ve kızının beğendiğini gören başkan kitabın basılmasını kabul etmiş. Bloomsbury yayın evi yine de J.K.Rowling’e günlük bir iş bulması gerektiğini, çocuk kitaplarının çok tutmadığı için çok ümitvar olmamasını öğütlemiş. Zaten Bloomsbury yayın evi kitabın sadece 1000 kopyasını basarak 500’ünü kütüphanelere göndermiş. Beş ay sonra kitap Nestlé firması tarafından farkedilmiş ve Nestlé Smarties Book Prize ismiyle ilk ödülünü almış. Daha sonra İngiltere’de yılın en başarılı kitabı ödülüne layık görülünce Amerika’daki Scholastic yayın evi de kitaba talip olarak “Harry Potter and the Sorcerer’s Stone” adıyla Amerika’da basılmış. Kitabın Amerika’da basımı ile birlikte o kadar çok geniş çocuk kitlesine ulaşılmış ve beğenilmiş ki J.K Rowling elde ettiği sonuca kendisi bile inanmakta zorlanmış. Kitap Hollywood’un ilgisi çekince yeni bir “teenager” (ergen) endüstrisinin doğumuna da beraberinde getirmiş. Gerçekten de ABD’deki ergen Ekonomisi Harry Potter ile tam kıvamını bulmuş ve ondan sonra birbiri ardına ergen roman ve filmleri gün yüzüne çıkmış (Twilight, Hannah Montana, Justin Bieber, Hunger Games, Divergent gibi). Bir kitap bu kadar başarılı olur da Hollywood rahat durur mu hiç. Warner Bros. Pictures kolları sıvayarak Harry Potter’ın ilk filmini 16 Kasım 2001’de “Harry Potter and the Sorcerer’s Stone” adıyla hayranlarının karşısına çıkardı. İlk haftada sadece Amerika’da $90 milyon ulaşıldığında Amerika gençlik kültürünün format değiştirdiğinin sinyallerini de vermişti. Harry Potter serisi hiç durmadı bundan sonra peş peşe filmleri yapılmaya devam edildi. Rowling artık kitap yazarken filminin de çekileceğini hesaba katarak yazmaya başlamış. Benim gibi yetişkinler filmi izlemese bile Harry Potter karakterini oynayan Daniel Radcliffe hafızalarımızdaki gözlüklü haliyle iyice yer etmişti. Harry Potter’ın küçük oyuncuları gözümüzün önünde büyüdü. Onları şimdi görünce ne kadar çabuk büyüdü demeden kendimizi alamıyoruz. Rowling daha sonra Harry Potter kitap serilerine devam ederek tarihteki gelmiş geçmiş en çok satan kitap rekoruna da ulaşmıştı. J.K. Rowling’in şu anda yaklaşık 1 milyar dolar serveti mevcut ve İngiltere’de en zengin kadınlar listesinde yer alıyor. Kitapları şimdiye kadar piyasada $15 milyar değer yarattı. 2011 yılına gelindiğinde 450 milyon kopyayla ve 67 dilde tercüme edilmesiyle tarihte bir rekor kırmıştı. J.K. Rowling her türlü bunalımı yaşasa da ve hayatın zorluklarıyla karşı karşıya kalsa da yazmaktan hiç geri durmamış.tı Kitabı pek çok yayın evi tarafından reddedildiğinde bile mücadelesine devam ederek hakkettiği yeri falasıyla kazandı. Ben yazarın kabz halindeki göstermiş olduğu sabrın onu çok ileriye taşıdığını düşünüyorum. Pek çok başarılı insanın acıklı hikayesinin arkasında hep kabz halini göreceksiniz. Gerçekten de bir yerde çok büyük başarı varsa, orada büyük bir dram da vardır. Yukarıdaki gibi yüzlerce örnek gösterilebilir. Sonunda hepsi sabrederek bir patlama yapmış kimisi ulusal çapta kimisi de bütün dünyada yankı uyandırmış. Sabır göstermenin ruhsal bir zorluğu vardır. Çok büyük bir hedefe odaklanmışsanız eğer muhtemelen kabz halini yaşayacaksınızdır. En büyük sabır imtihanını kabz halinde vereceksiniz ve istedikleriniz konusunda test edileceksiniz. Ancak sonunda yaşadığınız ruhsal zorluklar, acılar birikecek ve bir gün meyvesini verecek, kabz hali sona erecek ve siz müthiş bir patlama yaparak istediğiniz genişliğe ulaşabileceksiniz. Onlar ulaştılar, siz de ulaşabilirsiniz. Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme... İŞTE ORASI KADERİNİN DEĞİŞECEĞİ ‘NOKTADIR’ Mevlana Celaleddin Rumi İnsanları Yanıltan Başarı Hikayeleri Peki şöyle bir soru akla gelebilir. Bütün başarı hikayeleri kabz denilen ruh halinden mi geçiyor. Hayır, kabz hali genel bir durumdur ve piyasadaki bazı başarı hikayeleri kabz halinden daha çok kısmet ve nasip yörüngeli olabilir. Kısmet faktörünü anlamayan pek çok girişimci çok feci şekilde yanılabilmektedir. Kısmet faktörüyle başarılı olmuş insanlar bir limana hiç bir zorlukla gelmeden direkt olarak gemiye binen insanlara benziyorlar. Kabz haline maruz kalanlar da limana gelebilmek için ormanları, dağları, bayırları aşmak zorunda kalanlar oluyor. Kısmet aslında kismet olarak İngilizce’de de aynı anlamı olan bir kelime. Yalnız onlar bizim kadar kullanmıyor bu kelimeyi. Kismet sözcüğünü Amerikalı’lardan ilk defa Brad Pitt’in oynadığı The Curious Case of Benjamin Button filminde duymuştum. Orada Kader konusunu işlerken direkt olarak ne anlama geldiğini söylüyordu. Onun dışında yedi yıllık Amerikan serüvenimde hiç kimseden duymadım. Bizim kendi kültürümüzde ise Kader Kısmet sözcükleri halkın en çok kullandığı kavramlardan. Yine de başka tanımlamalarla da olsa insanlar her kültürde kısmet ve nasibin farkına varıyorlar. Yalnız son zamanlarda girişimcilik ekosisteminde kısmeti farkına varmadan ilginç bir şekilde tanımlayanlar da var. “Doğru zamanda doğru yerde” diyerek girişimcilik seminerlerinde kendilerinin bir türlü şanslı olduğunu ifade eden girişimciler görürsünüz. Halbuki kısmeti tanımladıklarının farkında değiller. Aslında bakarsanız bütün her şey kısmet eksenlidir. Bizim burada kastettiğimiz kabz haline maruz kalmadan limandan ayrılan doğuştan yetenekli kısmetli girişimcilerdir. Siz bunlara ballı kaymaklı girişimciler de diyebilirsiniz. Bizim kültürümüzde Yürü Ya Kulum şeklinde de tabir edilirler. En tipik örneği Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’tür. Kabz halini yaşamadan ürünleri hızlıca tutmuş, geliştirici, yatırımcı dertleri çok olmamış ilginç bir kısmet hikayesidir. Zuckerberg’ün girişimcilik özelliklerine baktığınızda gerçekten de başlangıçta aldığı her kararda isabetlilik görürsünüz. Sanki bir yerlerden daha önce öğrenmiş de ona göre karar veriyor. Gerekli liyakati daha önceden ısmarlama olarak öğrenmiş gibi. Facebook’un hikayesi bundan dolayı pek çok girişimcinin yanılmasına sebep olmuştur. İçinde kısmet faktörünü hesap edemeyen girişimciler aynen onun gibi bir sosyal network yaparak köşeyi dönebileceklerini sandılar. Dolayısıyla pek çok hayalperest ve şöhretperest girişimcinin yanılıp batmasına sebep oldu. Aslında iyi de oldu, piyasadaki sahte kurnaz girişimcilerin elenmesine vesile oldu. Başka bir örnek te Steve Jobs’ın hikayesidir. Kendisi fakirlik gibi sorunlar yaşasa da San Francisco’da iyi arkadaş çevresi olan birisiydi. Üvey annesinin yanında klasik Amerikan evinde yaşıyordu. Külüstür de olsa arabası vardı. Amerikalı’ların fakirlik edebiyatı bizim Anadolu’daki peynir ekmekle karınlarını doyuran insanların önüne geçmeyeceği için onun hikayesi sizi sakın yanıltmasın. Steve Jobs’a devam etmeden önce şunu vurgulayalım. Kısmetli girişimcilerin hikayelerine baktığınızda ruh ikizlerine rahatlıkla ulaştıklarını görürsünüz. Kader ruh ikizlerini bir şekilde buluşturuyor. Bu durum nasipli girişimcilerde daha da belirgin. Takım oluşturabilme gibi her girişimcinin zorlandığı şeyleri onlar tereyağından kıl çeker gibi hallediyorlar. Başkaları gibi günlerce aramaktansa bir yerde kazara tanışıyorlar. Bazen en samimi okul arkadaşı bazen de en eski iş arkadaşları olabiliyor. Bir telefon, bir görüşme derken hemen birlikte yola koyuluyorlar. Bill Gates en başta Paul Allen ile yolculuğuna çıkmış, Steve Jobs Steve Wozniak ile tanışmış, Mark Zuckerberg her ne kadar etik dışı davranıp bazı takım arkadaşlarını satsa da kendisini tamamlayan Dustin Moskovitz ile yola koyulmuştur. YouTube’ın kurucusu Chad Hurley yakın arkadaşı Steve Chen’le video paylaşım furyasını patlatmış. Instagram’ın kurucusu Kevin Systrom ise Mike Krieger ile milyar dolarlık başarı hikayesine adım atmıştır. Bu gençler bizim gibi deli dana gibi takım arkadaşı arama zahmetine girmemiştir. Dolayısıyla Jobs’ın kaderi de Steve Wozniak ile değişmiştir. Steve Jobs Steve Wozniak ile evin garajında işe başladıktan kısa süre sonra takımını genişletebilmiştir. Günümüzde ise takım kurmak her şeyden zor. Günümüzde garaj hikayeleri artık yerini bulut teknolojilerine bıraktığı halde takım kurmak halen daha zor. Dolayısıyla Steve Jobs gibi Silikon Vadisi mucitlerinin takım oluşturabilmesi pek çok insanın farkına varamadığı önemli bir kısmet örneğidir. Genç Applı şirketinin kısa zaman sonra da ürünleri tutunca, bir sene içinde yatırım bulup yollarına hızla devam etmişlerdir. Popülist şekilde Apple hikayesini size dramatik olarak lanse etseler de Apple Silikon Vadisi’nde hızlıca ekip kurabilme sonrasında da yatırım bulup yoluna gidebilme imkanına kısa zamanda sahip bir şirketti. Steve Jobs işten atılıp Pixar’ı kurduğunda bile hayallerini gerçekleştirmek için milyon dolarları vardı. Her zengin hayalini gerçekleştirseydi zaten Jobs bu kadar popüler olmazdı. Onlara ballı kısmetli derken hafife aldığımız için söylemiyoruz, bilakis başkalarının hata yaparak öğrendiği şeylerin onlarda doğuştan olduğunu ve hayatta liyakatlerine uygun yönlendirildiklerini söylemeye çalışıyoruz. Jobs’ın Pixar hikayesine daha önce değindiğimiz için burada sadece şunu söyleyelim; Pixar bence Jobs’ın en iyi hikayesidir. Orada da takım oluşturabilme, doğru insanları doğru zamanda bulabilme kısmetleri görürsünüz. Bazı insanlar doğuştan liyakat sahibi olur bazıları da hatalarla öğrenir ama sonuç hiç bir zaman değişmez. Kaderin size yol vermesi gerekir. Steve Jobs ünlü mezuniyet konuşmasında değindiği noktaları birleştirmekle (connecting the dots) aslında Kaderin onu nasıl sevk ettiğini itiraf ediyordu. Gerçekten de Steve Jobs’ın bütün hikayesine baktığınızda sanki o da girişimciliğin en ince sırlarını doğuştan öğrenmiş gibi. Siz bu kısmetli hikayelerin içine Bill Gates’i de katabilirsiniz. O da doğru zamanda doğru yerde olanlardan ve daha niceleri. Kısmetli hikayeler içinde sadece Silikon Vadisi hikayeleri yok elbet. Hollywood ve Müzik endüstrisinde de durum farklı değil. İstisna olarak görülen kısmetli başarı hikayeleri hayatın her alanında mevcut. Bunları farkına varmakta yarar var. Müzik endüstrisinde de en tipik örnek Taylor Swift’tir. O da kısmetli başarı hikayesine sahip. 14 yaşında ergen çağında şarkı bestelemeye başlayan sanatçı Sony Music’in dikkatini çekiyor ve işe alınıyor. 16 yaşında yani 2006’da kendi bestelediği “Our Song” County Music kategorisinde bir ilke imza atarak ilk büyük çıkışını yakalıyor. Kendi besteleyip kendi söylediği için 2008 Grammy ödülüne layık görülüyor. Sonradan kendisinin besteleyip söylediği şarkılarla çıkışını sürdürmeye devam ediyor. 2013’de 200 albüm arasından 274 hafta boyunca son 57 yılın en en çok beğenilen ilk 12 şarkı arasına girmeyi başarıyor. Taylor Swift şu anda dünyanın en yetenekli genç şarkıcılarından biri olarak gösteriliyor. Taylor’ın hikayesi o kadar ilginç ki besteleme kabiliyeti, tanıştığı önemli insanlar, sesi, güzelliği sanki eksiksiz her şey yerli yerinde ve zamanında verilmiş gibi. Taylor Swift gibi ünlü şarkıcı olma hayalleri kuran o kadar çok genç Amerikalı var ki tariflere sığmaz. Keşke birileri onlara biraz da kısmetle ilgili gerçekleri söyleseydi. Yine Müzik endüstrisinden en tipik örneklerinden biri Justin Bieber’ın hikayesidir. Justin Bieber için herşey YouTube da kendi koyduğu şarkısıyla başladı. 2008’de 1981 doğumlu genç menejer ve yetenek avcısı olarak bilinen Scooter Braun (Talent Manager) tarafından YouTube’da keşfedilen Justin Atlanta’ya davet edildi ve aralarında imzalanan sıkı sözleşmeden sonra 2009 yılında One Time şarkısıyla ilk önce Kanada’da en çok dinlenen ilk 10 şarkı arasına girmeyi başardı sonra da kısa zaman içinde Amerika’da popüler oldu. Justin Bieber şimdi artık dünyaca tanınan ergen müzik ekonomisinin en popülist yıldızı. Yeri gelmişken söyleyelim menejer Scooter Braun aynı zamanda Gangnam Style’ı meşhur eden kişidir. Dolayısıyla kısmetli insanların önemli insanlarla nasıl tanıştığı gerçekten de incelenmeye değerdir. Kim derdi ki YouTube’ta dünyanın en yetenekli menejeri tarafından keşfedilecek, sonra da dünyanın en ünlü genç şarkıcısı olacak. Bazı insanlar işte doğuştan liyakat sahibi oldukları için İlahi Kudretle turnikeye önceden giriyorlar. Onların kendilerini yükselten insanlarla tanışması da İlahi sevkin bir sonucudur. Biz menejer, yatırımcı arayıp ikna etmek için kendimizi yırtarken onlara bu insanlar kendileri ulaşıyor. Tabii kısmetli insanların imtihanları daha ağır. Kabz dönemini tam anlamıyla geçirmedikleri için işin şükür boyutunu bilemiyorlar. Yani onlar direkt olarak bast (genişlik) ruh halini yaşamaya başlıyorlar. Para, şöhret, ün, yatırımcı, menejer, şirket derken bir anda ivme yakalayıp dünyanın en büyük ilgi odağı haline geliyorlar. Bundan dolayı bu tarz kısmetli insanların hikayelerini yanlış yorumlayan genç idealistler onlar gibi bir an önce başarılı olmak için çırpınıyorlar. Bazıları ümitlerini kaybedip geriye dönüyor, kimisi de kabz dönemini geçirdiklerinin farkında olmayıp çabuk pes ediyor. Her ne olursa olsun, insanların başarı ile mutluluğu ilişkilendirmeleri belki de yapılan en büyük hatalardan. Dolayısıyla insanlara her iki halde de başarılı insanları örnek verirken çok dikkatli olmakta fayda var. Amerika’nın şaşaalı başarı hikayeleri kimilerini baştan çıkartabiliyor. Genellikle itikad anlayışı zayıf olan insanlar bunlardan çok etkileniyorlar. Özellikle ergen yaştakilerin ruhları fantaziyle, şan, şöhretle fazlasıyla yıkanıyor. Biz yetişkinler bile çok etkilenebiliyoruz. Bütün Mesele Doğru İnsanı ve Doğru İş Modelini Bulmaktır Serendiplik konusunu işlerken yeterli mi diye sorduk. Bireye indergeyerek ego, sabır ve kısmet mevzularını ele aldık. İlahi tesadüflere yer açmadan mucizelerin oluşmadığını beyan ettik. Dolayısıyla serendiplikle ilgili özetle şunu diyebiliriz ki serendiplikten beklenen asıl nihai amaç doğru insanı ve doğru iş modelini bulmaktır. Yani bütün mesele budur. İster kabz halinden sonra isterse kısmetli girişimci sınıfında olun farketmez amaç doğru insanlara ve modellere ulaşabilmektir. Her ne kadar da şans gibi gözükse de deneme yanılma yöntemleri, fikirlerin çarpışması, hareketlilik, etkileşim derken belirsizlik havuzunda doğru insanlarla doğru ürünü ortaya çıkarmak ve onu doğru model üzerinde inşa etmek en büyük hedeftir. Bundan dolayı yetenekli ve yaratıcı insanların bol olduğu riskli ortamlar doğru iş modelini bulmak için önemli ortamlardır. Çoğulculuk bundan dolayı hayati öneme sahiptir. Bu sebeple çok farklı insan kümelerinin birbirleriyle etkileşiminden çıkacak sinerjiyle insana yol gösteren pek çok fırsat yakalanabilir. Bazen mutfakta bile bunu yaşarsınız. Ne yemek yapacağınızı bilmemenize rağmen dolaptaki malzemelere bakıp bir tahminde bulunursunuz. Öyle olur ki sebzeleri karıştırıp yola koyulursunuz ve hangi yemeği yaptığınızı bile bilmezsiniz. Bundan dolayı ne kadar çok farklı malzeme çeşitliliği olursa şansınızı o oranda arttırırsınız. Yemeğin içine ruhunuzu da kattınız mı onun lezzetine kendiniz bile şaşırırsınız. Amerikalı çiftçi arkadaşım bahçesinden topladığı değişik mantarları katarak bize çorba yapmıştı. Mantar çorbası dese de kullandığı değişik yöntemler yemeği oldukça farklı kılmıştı. Bekar evlerinde patatesin her türlü yemeğini yapmak adettendir. Aslında o sırada hangi malzeme varsa patatesle karıştırılır ve yemeğin ismi bile bilinmez. Bundan dolayı Allah patatesi bekarlar için yaratmış esprisi meşhur olmuştur. Ayrıca istediğiniz kadar evde yemek malzemesi olsun, ancak doğru insanın pişirmesiyle yemek hayat bulur. Yemek onun ruhundan üflenen tuzla lezzetleşir. Serendiplik hayatımızın her alanında var aslında. Festivallerde, partilerde, kokteylerde, sinemada beklemediğimiz insanlarla tanışırız sonra hayatımız birden bire değişiverir. Tanıştığınız insanlar eşiniz olur, sevgiliniz olur, arkadaşınız olur, işiniz olur. Doğru iş modellerini, doğu insanları bu tarz şans havuzlarında rastgele bulursunuz. Tesadüf ve rastlantı desek te aslında bunlar da hayatınızdaki planın bir parçasıdır. Bazen kimileri size lütuf olur kimileri de en büyük imtihanınız olur. Elif Şakak’ın deyimiyle kimileri gelince, kimileri gidince size huzur verir. Buradaki asıl önemli nokta doğru insanı bulmadan önce sizin doğru insan olmanızdır. Liyakat sahibi olmaya bakın ki Kader sizi doğru insanlarla eşleştirsin. Sonra da kendinizi şans havuzlarına bırakabilirsiniz. İnsan genelde kendi frekansındaki insanlarla tanışır. Sonrası ise Allah Kerim, eğer yeterince sebat ediyorsanız mükafatını alırsınız. Kısmetli girişimcilerin bile çok çalışmaktan başka çareleri yok. İnsana çalıştığından başkası yok. Başarılı insanlar da çok çalıştılar ve en önemlisi hayallerinden hiç vazgeçmediler. Onları başkalarından farklı kılan sebat anlayışlarını yakından tanımak isterseniz birinci kısmın sonunda anlattığımız inatçı başarı hikayelerini okuyabilirsiniz. Onlar Hiç Vazgeçmediler Beyazıt Öztürk peltek dilinden dolayı radyo programından çıkartılmıştı. Beyaz şu anda 10 seneden fazladır Beyaz Şov TV programını sunuyor ve sayısız standup’ları var. Peltek dili onu hayallerinden vazgeçirememişti. Michael Jordan okulun Basketbol takımına alınmadığında odasına gidip hüngür hüngür ağlamıştı. Ancak hayalleri üzüntüsünden daha büyüktü, hiç vazgeçmemişti, bir sonraki seneye kadar daha sıkı çalışıp okulun takımına girmeyi başarmıştı. Sonradan aldığı burslarla birlikte kademe kademe kendini geliştirmesi kendisine Basketbol’da ben de varım dedirtmişti. Michael Jordan hayallerinden hiç vazgeçmemişti ve dünyanın en ünlü ve başarılı basketbolcusu olmuştu. Harry Potter kitabının yazarı Joanne Rowling boşanıp depresyona girmiş ve kitabı 12 yayınevi tarafından reddedilmişti. Ne yayınevleri ne de çok ilaçlarla atlatmaya çalıştığı ağır depresyonu kendisini romanlarını yazmaktan alıkoymuştu. Onun ilacı vazgeçememekti. Joanne Rowling’te şu an dünyada romanı en çok satılanlardan biri olarak dünya rekorunu kırdı ve aynı zamanda Amerika’da başta olmak üzere bütün dünyada Ergenlik Ekonomisini başlatan kişi oldu. Kentucky Fried Chicken’ın kurucusu Harland David Sanders kızarmış tavuk formülünü kabul ettirene kadar 3000‘nin üzerinde geri çevrilmişti. Bu kadar red cevabından sonra halen ilk satışını yapamamıştı. 50 yaşında yaşadığı derin hayal kırıklıkları onu yine de durduramamıştı. Şimdi onun kızarmış tavuklarını hepimiz severek yiyoruz. Finlandıyalı oyun şirketi Rovio Entertainment 51. oyunlarını bitirdiklerinde asla pes etmemişlerdi, 52. oyunlarında Angry Birds mobil oyununu geliştirerek dünya çapında en çok satılan oyunun mucidi olarak tarihe geçtiler. Oyun o kadar çok tutuldu ki, Hollywood animasyon filmini yapmak için kolları çoktan sıvadı. Bill Clinton Üniversite’nin ilk yıllarında Öğrencilik Temsilciliği için yarıştığı ilk seçimini kaybetmişti çünkü okul arkadaşları onun çok “politik” olduğuna karar vermişti. İlk önce Arkansas Valisi, sonra da Amerikan Başkan’ı seçilene kadar benimsediği politik duruşundan hiç ödün vermemişti. Mimar Sinan profesyonel kariyerine başladığında 50 yaşındaydı. Yaşım geçti dememiş, hayalinin ve arzularının peşinden koşmaya devam ediyordu. Şu an halen Selimiye Camisinin sırlarını çözmeye çalışıyoruz. Geride müthiş mimari eserler bırakacak ve yüzyıllar boyunca kendisinden söz ettirecek bir üne kavuşmuştu. Zurich Polytechnic Üniversitesi’sinin başvurusunu reddettiği kişi Albert Einstein idi. Onlara göre bu kişi bu Üniversite’ye layık değildi. Gerçekten de o zamanlar Matematik’i zayıf olan Einstein bildiği yoldan hiç geri dönmedi. Bir yandan Matematik’teki açığını kapatırken, diğer taraftan da Fizik’in yeni kurallarını keşfediyordu. Henry Ford’a daha hızlı at arabaları istediğini söyleyen insanlar onu dev otomotiv sektörünün mucidi olmaya ittiklerini hesaplayamamışlardı. Banka’ya kredi için başvurduğunda kredisini reddeden banka memuru ona araba gibi bir şeyin ancak geçici bir moda olabileceğini söylemişti. Henry Ford odadan ayrılırken ona “bir gün bu yollarda at arabası kalmayacak, tüm ulaşım otomobille sağlanacak” derken sadece banka memuruna değil bütün dünyaya kendi vizyonundan zerre kadar vazgeçmeyeceğini haykırıyordu. Thomas Edison 1868 de bir atölye kurdu ancak yaptığı elektrikli kayıt aygıtının patentini satamayınca bir yıl sonra parasız ve borçlu olarak Boston’dan New York ‘a gitmek zorunda kaldı. Kışları Florida’da geçiren Edison Henry Ford ile orada tanışmıştı. İki önemli büyük endüstrinin mucitlerini kader buluşturmuştu ve iyi arkadaş olmuşlardı. Edison evlerimizi ve iş yerlerimizi aydınlatacak ampul ün buluşundan önce tam 1000 (bin) kere başarısız olmuştu. Ancak o da en yakın dostu Henry Ford gibi hayallerinden hiç vazgeçmemişti. Brad Pitt genç lise delikanlısıyken Dallas dizisinde oynadığını biliyor muydunuz? YouTube‘tan izleyebilirsiniz. Peki kariyerine Hollywood sokaklarında tavuk kostümlerini giyerek başladığını duydunuz mu? Evet Brad Pitt egoyu bir tarafa bırakmış Hollywood’un en dibinden yukarıya doğru adım adım tırmanıyordu. Çocuk yaşta Wushu Uzak Doğu sporunu öğrenen Jet Li, fakir bir ailenin çocuğuydu. Aynı zamanda iki yaşında babasını kaybetmişti. Evde et bile yiyemeyecek kadar fakir olan Li ailesi binbir zorluklar çekmesine rağmen Jet Li Wushu hayalinden hiç vazgeçmemişti. Kendisini dövüş sanatlarına o kadar kaptırmıştı ki sayısız madalyalarla yirmili yaşlara giriyordu. Daha önce on bir yaşında bir şampiyonada başarılı olan Jet Li Amerika’ya seyahet ödülü kazanmıştı. Yalnız bir sorun vardı İngilizce bilmiyordu. Günlük dört saat sıkı İngilizce çalışarak bu sorununu kısa zamanda giderdi. Yirmili yaşlarda oyunculuğa soyunan Li Çin’de ilk filmi Shaolin Tapınağı ile Sinema dünyasına adım attı. O sıralar eşinden boşandığı için zor günler geçiriyordu. Yine de hiç bir şey kendisini hayalinden vazgeçiremedi. Sonunda Hollywood’a adım atmayı başarıp dünyanın en büyük film yıldızlarından biri oldu. Evet bana çok başarılı birisini gösterin, ben size orada derin bir dram göstereyim. Hepsinin acıklı, zorlu hikayeleri var ama onları diğerlerinden farklı kılan sabır, inat ve sebat duygusuydu. Eksiklikleri varsa onu giderme yollarını araştırdılar. Fakirlik, boşanma, reddedilmeyi onlar kadar bilebilir miyiz bilmiyorum ama bu insanlar hayatlarının en zor demlerinde bile hiç bir zaman durmadılar, çileyi çıra yapıp yaktılar, yükseldiler, sürekli çalışıp daha iyisine talip oldular. Onlar fikir saplantısında değildiler, sadece ne istediklerini iyi bildikleri için delice tutkularının peşinden koştular. Yeteneklerinin farkındaydılar, başkalarının kendilerini övmeleri veya yermeleri önemli değildi. Onlar kendilerini iyi biliyordu zaten. Heves ile tutkuyu birbirinden ayırabilmişlerdi. Yaş, reddedilme korkusu, hayal kırıklığı, ego, depresyon, peltek dil hiç bir engel hayallerinden daha önemli değildi. Onlar hiç vazgeçmediler, lütfen sen de vazgeçme! II. Kısım Startup dedikleri... Yapılmış küçük işler, planlanmış büyük işlerden çok daha iyidir. - Peter Marshall - Startup Nedir? Dünyada inanılmaz bir girişimcilik rüzgarı esiyor. Kuluçka merkezleri, konferanslar, yarışmalar, hızlandırma programları, seminerler, yatırımcılar, yarışmalar derken Türkiye de bu kervana katılmış bulunuyor. Bu kadar hızlı gelişmelere kayıtsız kalmamız elbette mümkün değil. Ne var ki işin henüz kavram boyutundayız. Startup kelimesinin Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim olarak geçse de bunun henüz tam bir resmiyeti yok. Computer çağının başlangıcında da durum böyleydi. Yeni çağın başladığını farkeden Türk Dil Kurumu Computer yerine Bilgisayar sözcüğünü kullanarak önemli bir ilke imza atmıştı. Şimdi de yeni bir girişimcilik çağı başlıyor ve “startup” gibi kavramları yerli yerine acilen oturtmamız gerekiyor. Şu an hali hazırda Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim tanımlamalarından daha iyisi bulunmuyor. Bu belirsizliken dolayı biz bu kitapta bütün dünyanın en çok kullandığı startup kelimesini tercih edeceğiz. Zaman zaman Yeni Girişim’de diyeceğiz. Şu anda girişimcilik ekosisteminde startup kelimesi en popüler sözcüklerden. Yeni bir girişime başlamış şirketler için kullanılıyor. Başlangıç aşamasındaki bu girişimler daha çok tekno-şirketler oluyor. Yine de startup hızlı büyüme odaklı bütün şirket tipleri için geçerli bir kavram. Teknoloji ağırlıklı şirketler daha hızlı büyümeye elverişli olduğu için ilk olarak insanın aklına bu tarz şirketler geliyor. Bunun haricindeki şirket yapıları normal girişim sayılıyor. Dolayısıyla startup dendiğinde hızlı büyüme odaklı, biraz popülist, kullanıcı ve müşteri odaklı, kısa zamanda küçük kitleden büyük kitleye ulaşmayı hedefleyen başlangıç aşamasındaki şirket türleri kastediliyor. Yani startup şirket türü yapısal nitelikle kendisini normal bir girişimden farklılaştıran özelleştirilmiş bir kavramdır diyebiliriz. Piyasada startup denildiğinde genelde bıyığı yeni terlemiş terü taze genç dinamik bir tekno şirket akla geliyor. Facebook, Twitter, Instagram, YouTube, Airbnb, Whatsapp, Uber piyasada en çok bilinen popülist örneklerden. Yine de durum öyle gözüktüğü gibi iç açıcı değil. Startup şirketlerin binlercesi değişik sebeplerden dolayı batıyor. Piyasada bu durum startup girişimcileri için bir çelişki sayılıyor. Büyük ihtimalle batabilecek bir şirket türüne gönül vermek platonik aşk olarak tanımlanıyor. Startup şirketin kendini piyasaya kabul ettirmesi, milyar dolarlık dev kurumsal bir şirkete dönüşmesi de mümkün. Bundan dolayı startup girişimcileri hayallerinden vazgeçemiyorlar ve oldukça belirsiz bir maceraya atılıyorlar. Maceralarında startup dinamiklerini bilmeyen toy girişimciler başarısız olduklarında geriye acıklı hikayeleri kalıyor. Bundan dolayı startup hikayelerinin acıklı yönleri mutlu sonlardan çok daha fazla oluyor. Startup normal şirket tipinden yapısal olarak son derece farklı dinamikler arzediyor. Startup büyük pazarı hedefleyen ve “pivot” denilen bir döngü eşiği üzerinde, iş planı yerine iş modelini benimseyen ve iki üç genç amatör girişimci tarafından başlatılan sonu belirsiz bir tekno şirket türüdür. Heyecanlı genç ekip pivot döngüsündeki ilk müşterileriyle veya servis kullanıcılarıyla etkileşime geçerek iş modelini ispatlamaya çalışır. Pivot döngüsündeki amaç prototipini hayata geçirerek modelin çalışırlığını ispatlamaya çalışmaktır. Bu dönemde genellikle ürünü veya servisi müşteri veya kullanıcı şekillendirir. Kullanıcıdan ürüne doğru akışı metriklerle iyi kontrol eden girişimciler pivot döngüsünden çıkarak startup iş modelini, fikrini ispatlamış ve artık geniş kitleye açılabilme hakkına sahip olmuş demektir. Pivot döngüsündeki yaklaşım biçimine Yalın Girişim (The Lean Startup) denir. Yalın Girişimi daha sonra etraflıca ele alacağız. Yalın Girişim’de amaç pazardan ürüne doğru pivot döngüsünü kırıp dışarı çıkabilmektir. Bundan sonra startup elinden geldiğince hitap ettiği büyük pazarda müşteri kitlesini katlayarak hızlı bir büyüme hızını yakalamaya çalışacaktır. İki üç kişilik şirkete kısa zamanda personel alımı yapılacak, takımlar oluşturulacak ve kurumsallığın gerektirdiği muhasebe, insan kaynakları, hukuki prosedürler gibi departmanlar oluşturulacaktır. Bütün bu süreç bir sene gibi kısa bir zamanda gerçekleşebilir. Yine de tam anlamıyla kurumsallaşmak zaman alacaktır. Startup’larda normal girişimlerin aksine iş planı yoktur. Müşteriyle veya kullanıcıyla direkt olarak etkileşime geçilecek minimum ürün geliştirilir (MVP-Minimum Viable Product). Onlardan geri dönecek bildirime göre ürün geliştirilmeye devam edilir. Dolayısıyla startup son derece belirsiz koşullardan oluşur. Şirkette görev olarak herkes her şeyi yapar. Geleneksel iş yöntemlerinin aksine kuralları olmayan gerilla yöntemlerini benimseyen ve bunun için bazen etik kurallarının dışına çıkmayı göze alabilen gözü kara şirket türüdür. Yalnız şu var ki startup aynen aşk gibi geçicidir. Bundan dolayı kısa zamanda bir yatırımcı bulup evlilik yapmayı hedefler. İhtiyaç duyduğu yatırımı şirketinde kullanarak büyüme hızına göre daha fazla yatırım alma peşinde olur. Ancak bu yatırım sürecini sadece araç olarak görür. Yatırımı başarı veya amaç olarak gören pek çok startup şirketinin öldüğü tespit edilmiştir. Başarılı startup girişimcilerin hikayeleri başka girişimcilerin iştihasını kabartmaktadır. Acaba ben de bir startup şirket kurup zengin, popüler olabilir miyim rüyalarına kapılan girişimci bulmak artık sıradandır. Tutkularının peşinden gitmek yerine mutlaka bir startup kurup zenginlik rüyaları beslemek sosyal bir etkilenme hastalığı olarak tanımlanıyor. Kendine yabancılaşmanın başka türü olan bu tür durumlar toplumda mutsuz insanlar da yaratıyor. Dolayısıyla startuplar artık gerçekten de çağımızın en popülist alanlarından. Ashton Kutcher ve Lady Gaga gibi Amerika’lı ünlülerin bile startup şirketlerine büyük yatırımlar yaptığını düşünecek olursanız, startuplar yıldızlardan bile daha popüler diyebiliriz. Bundan dolayı başarılı startupların kendilerini kontrol edememeleri de aslında doğal sayılıyor. Ne var ki girişimciden asıl beklenen tabii ki farklı. Başkalarına mütevaziliğiyle, doğallığıyla ve güçlü karakteriyle örnek olabilecek girişimcilere su gibi ihtiyaç var. Bütün bunları daha önce ele aldığımız için şu an es geçiyoruz. Silikon Vadisi’nden fışkıran bu dev şirketlerin başlangıç aşamasında elbette ortak noktaları mevcut. Rahatlıkla yatırımcı bulabilme, takım için gerekli yetenekleri bulabilme gibi ekosistemin bütün nimetlerinden istifade edebiliyorlar. Ne var ki bütün bu süreçler yıllar süren bir birikimle oluşmuştu. Bundan dolayı başka ülkelerin acaba biz de bir Silikon Vadisi oluşturabilir miyiz argümanı son derece yanlıştır. Silikon Vadisi karşılaştırması yapmak yerine onun niteliklerini ve modellerini öğrenmek bizim için en azından şu anda daha akıllıcadır. Bundan dolayı bu kitapta bir taraftan bu modelleri öğrenirken diğer taraftan da bize uymayan yönlerini de tartışmaya açacağız. Bu kitapta Türk kültürünün son derece farklılık arzettiğini görecek ve neden Startup Alaturka dediğimizi daha iyi anlayacaksınız. Özet • Startup’ın Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim olarak kullanılsa da Türk Dil Kurumu tarafından henüz literatüre konulmamıştır • Startup büyük pazarları hedefleyen küçük bir ekiple kısa zamanda büyüme potansiyeli gösterebilen şirket türüdür • Startup pivot döngüsünü aşmayı amaçlar, aştıktan sonra da büyüme hızını yakalar • Startup geçicidir, sonsuza kadar startup olmaz, bir an önce kurumsallaşması gerekir, yoksa ölür • Startup girişimcilerinin başarılı hikayelerden etkilenmesi doğaldır ama asıl gaye ve olması gereken onların başkalarına rol olabilme hüviyetini taşımalarıdır. • Silikon Vadisi karşılaştırması çok yanıltıcıdır. Bunun yerine en azından kavramsal olarak Startup Alaturka’yı öneriyoruz. Girişimcilik Startup Demek Değildir “Girişim” kelimesi “startup” yerine kesinlikle geçmez. Bir bakkal, manav, lokanta da girişimdir ama hitap ettiği dar kitle ve ulaşabileceği büyüklük belli olduğundan startup değildirler. Startup piyasadaki küçük bir sorunu çözerek kullanıcı veya müşteriyi kendine bağımlı hale getirir. Müşterinin ihtiyacını karşılamayan bir startup pivot döngüsü içinde kalarak ölebilir. En azından ya aspirinle müşterinin acısı azaltılmalı ya da vitaminle kullanıcı tecrübesini zenginleştirme yolları aranmalıdır. Bundan dolayı startup’ların küçük net bir sorunu çözmeleri tavsiye edilir. Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Doç Dr. Ali Şahin Örnek’in dediği gibi müşteri kuş gibi hassas bir varlıktır. Aşağıda gördüğü küçük bir su birikintisine konar. Sevmedi mi uçar gider. Onu ürkütmemek, tek çeşit yemle bile olsa doyurmak ve mutlu ayrılmasını sağlamak gerekir. Öyle ki oradan her uçtuğunda aşağıda kendisine yönelik bir şeylerin olduğunu bilsin ve tekrar konsun. Müşterinin veya kullanıcının ihtiyacını düzgün karşılayan startup zamanla kendi kültürünü oluşturarak dev bir ekonomiye dönüşür. İlk önce kardan adam yapmakla başlamak yerine kar topunu yuvarlayarak işe başlar. Startup her zaman küçük başlar ve tekil basit bir soruna odaklanır. Her ne kadar büyük pazarı hedeflese de ilk süreçte kısıtlı bir kitlenin sorununu çözmekle işe başlar. Pek çok startup başlangıç aşamasında büyük pazarlara hitap etmeye çalıştığı için batmıştır. Startup kar topu gibi aşağıya yuvarlandıkça kendiliğinden büyüyen pazar dinamiğine sahiptir. Ortada hiç bir şey yokken direkt olarak büyük pazarlara ürün geliştirmek çocuksu bir girişimci örneğidir. Bundan dolayı Google Plus büyük pazarın en küçük çocuğudur. Bununla birlikte startup ille de tekno şirket demek te değildir. Eğer lokal küçük işletmeler “Franchising” modelini benimseyip kısa zamanda ülke çapında zincirler oluşturabilirlerse onlar da başlangıç aşamasında startup sayılırlar. Yani dar kitleyle başlayıp büyük pazarlara talip, hızlı büyüme potansiyeline sahip başlangıç aşamasındaki şirketler de startup sayılırlar. Franchising demişken, biz Türklerin artık “başka şubemiz yoktur“ mantığından çıkıp, Franchising modeline geçiş yapmamız gerekiyor. Yurt dışına gelen Türk’ler bile değişmemekte halen direniyor. Bir lokanta açıyor, yirmi yıl aynı yerde kalıyor. Amerika gibi Franchising Fast Food modellerinin vatanında Türk’ler halen aynı kalıyorsa bu durum modern ekonomiyi, markalaşmayı ve onun gerektirdiği kavramları tam benimsemeyişlerinin göstergesidir. Ayrıca bilinenin aksine startup büyük firmaların da kullanabileceği kültür türüdür. Her ne kadar startup için başlangıç aşamasındaki büyüme odaklı tekno şirket türü desek te meşhur Amazon gibi dev firmalar kendi proje takımlarını startup kültüründe çalıştırmaktadır. Yani startup yeri geldiğinde bir kültürel durum olabilir. Startupta takım üyeleri daha samimi ve insiyatif odaklı oldukları için startup kültürü başka büyük firmaların tercih ettiği önemli bir şirket kültürüdür. Türkiye’nin artık startup’lara ihtiyacı var, girişimlere değil. Türk insanının da artık startup mentalitesine kavuşması gerekiyor. Bundan dolayı Türk girişimcisi yetiştirirken startup’ın yukarıda bahsedilen kavramları esas alınmalıdır. İster yeni tekno şirket kurun ya da bir fast food zinciri, startup mantığı her ikisinde de geçerlidir. Özet • Her girişim startup demek değildir • Startup sayılması için büyük pazara talip olmalı ve hızlı büyüyebilmelidir • Startup her şeye rağmen başlangıç aşamasında dar bir kullanıcı kitlesinin sorununu çözmelidir. • Startup daha çok tekno şirketler için geçerli model olsa da hızlı büyüyen bir lokanta zinciri de startup sayılır • Startup aynı zamanda dev şirketlerin tercih ettiği bir şirket kültürüdür. • Normal girişimciden ziyade Türk startup girişimcilerine ihtiyacımız var Türk Startup’ların Sorunları Peki Türkiye’de startup kültürü oluşturabilmek gerçekten mümkün mü? Milyar dolarlık startupları bir gün biz de görebilecek miyiz? Bütün dünyaya örnek olabilecek startuplarımız dünya medyası tarafından konuşulacak mı? Biz de parmağımızla bir Türk startupını gururla işaret edebilecek miyiz? Aslında bu soruların cevabını kitabın birinci kısmında vermiştik. Biz yine de şu an için Türk startupların sorunlarını çevresel ve bireysel olarak iki ana listede sıralamak mümkündür. Türk Girişim Ekosistemindeki Sorunlar • Startup’ların gelişmiş şehirlere özgün olması, Türk Startup’larının (Yeni Tekno Girişimler) daha çok İstanbul, Ankara ve İzmir’e hapsolunmaları • Startup (Yeni Tekno Girişim) kültürünün Üniversite ve İş dünyasında henüz tam karşılığının olmaması • KOSGEB vb. TeknoPark şirketlerinin Startup şirket modeline uyumsuzluğu • TeknoPark’taki imkanlardan daha çok belli seviyeye gelmiş şirketlerin istifade etmesi • Melek Yatırımcı sayısının azlığı • VC’lerin (Risk Sermaye Şirketleri) azlığı • Ülkedeki Siyasi belirsizlikler ve aşırı gündem yoğunluğu • Ülkenin Finansal yapısının zayıflığı, düşük Ekonomik göstergeler • Yerli başarı girişimci modellerin azlığı • Amerika’daki Geek kültürünün yanlış algılanması • Girişimcilik ve Liderlik eğitimlerinin birlikte ele alınmaması, Liderlik eğitimlerinin girişimcilikte neredeyse hiç işlenmemesi • Girişimcilik programlarının Psikoloji (Davranış Bilimleri) ile ele alınmaması • İnsan Kaynakları Sorunu, Uygulama Geliştirici (Developer) bulabilmenin zorluğu, Uygulama Geliştiricileri şirkette tutamama, çalışan sadakatsizliği • Yetersiz sayıdaki Hızlandırıcı (Accelerator) programları, varolan hızlandırıcı programlarına ise sınırlı sayıdaki Üniversite’lerin destek vermesi • Dışarıdaki Startup Kültürünün aşırı referans alınması, filtreden geçirilmeden Türk Kültürü’nde uygulanmaya konulması • Türk Startup şirketlerinde Yenilikçilik (İnnovasyon) sorunu, Silikon Vadisi’ndeki başarı hikayelerini aşırı taklit, hayal gücüne inanmama, roman okumama, sanatla uğraşmama • Devlet’te Startup şirketinin karşılığı olmaması. (Amerika’da C-Corp türünde Startup şirket türleri gibi) • Startup’ın (Yeni Tekno Girişim) ne olduğunu henüz bilmeyen yüzlerce Türk Devlet Adamının mevcudiyeti. Girişimcilerdeki Sorunlar • Girişimcilerdeki İngilizce sorunu • Girişimcilerdeki ego faktörü, ben her şeyi ben bilirim havaları, fikir paylaşım eksikliği, aşırı özgüven ya da fazla özgüvensizlik, başka girişimcileri küçümseme hastalığı • Fikrin çalınma korkusu, fikre aşık olma, takım kurmak yerine bireysel tercihler • Takım üyelerinin birbirine güven sorunu • Rekabetteki etiklik, dürüstlük eksikliği • Takım üyeleri arasındaki dünya görüş farklılıkları • İlk yatırımda bunu yedi düvele duyurma hevesi, erkenden ilgi odağı olma hastalığı, şöhret tutkusu • Etkisiz zaman yönetimi • Tutku yerine hevesçi yaklaşım • Yatırımcının desteğiyle girişimin tutacağına olan inanç • Rızık meselesindeki itikat bozukluğu • Pazarlamayı çok öne almak, organik büyümeye inanmamak • Yalın Girişim metodlarını gereksiz görme, pazardan kullanıcı/müşteri geri bildirimine göre tasarlamama, hayalperestlik dürtüsü • Silikon Vadisi’ndeki girişimlerinden aşırı etkilenme • Geleceğe aşırı odaklanarak şimdiyi kaçırma ve girişiminde anlam oluşturamama (vizyon-misyon dengesizliği) • Yatırımcıları gerektiğinden fazla yerme veya büyütme • Yanlış pazar hedefleri, Türk pazarına aşırı odaklanma, küresel hedefler oluşturamama, küresel entegrasyon sorunu Yukarıdaki çevresel ve bireysel sorunları etraflıca tartışmak münkün. Bu sorunlarımızı gidermek elbette zaman alacaktır. Şimdilik temel modelleri öğrenmek yeterli olacaktır. Yalın Girişim (The Lean Startup) Dünyada startup fırtınası devam ederken yeni modeller de kendini göstermeye başladı. Bunlardan en önemlileri Yalın Girişim (The Lean Startup) olarak karşımıza çıkıyor. Bu kavramın bütün dünyada bu kadar çok etki yapacağını kimse öngörememişti. Yalın Girişim (The Lean Startup) dünyada o kadar büyük yankı getirdi ki artık büyük bir akıma dönüşmüş durumda. Bizzat Eric Ries tarafından geliştirilen Yalın Girişim (The Lean Startup) özetle en az sermaye ile son derece belirsiz koşullarda ürünün veya hizmetin son kullanıcıya ulaştırılması olarak tanımlayabiliriz. Yani yeni özellikler eklemek yerine en az maliyetle üretilen ürün üzerinden müşterinin geri dönüşümüne göre ürünün şekillenmesi, test edilmesi ve ölçeklendirilmesidir. Yalın Girişim müşterinin ihtiyacını karşılamak için (MVP = Minimum Viable Product) en yalın ve sade ürünle bir an önce kullanıcılarından geri dönüşüm alma esasına dayanır. En ilginç tarafı ise çözüm yerine probleme odaklanmak gerekliliğidir. Genelde girişimcinin en büyük hatası problemi bildiğini varsayarak çözüme çok erken odaklanmasıdır. Halbuki kullanıcının talepleri doğrultusunda problemi anlamaya çalışsa kafasındaki problemden çok farklı bir problemle karşılaşacaktır. Yalın Girişim geleneksel modellerin aksine insan odaklıdır ve kullanıcıdan ürüne doğru onun sorunlarını anlamaya çalışır. Yalın Girişim‘de iş planı yerine iş modeli esastır. İş planı üzerinde zaman kaybetmek yerine doğru iş modelini bulmak için “early adapters” dedikleri “erken benimseyenler” ile küçük ama sisteme hızlı adapte olabilen kitleyi hedefler. Asıl amaç ürünün geliştirilmesinden ziyade kullanıcı taleplerine göre sistemin ve platformun oluşturulmasıdır. Kullanıcı deneyimlerini esas alan Yalın Girişim Kur-Ölç-Öğren (Build, Measure, Learn) döngüsü üzerinde çalışır. İlk önce fikir geliştirilerek ürüne dönüştürülür, sonra ürün kullanıcıya sunularak verisel metrikler elde edilir. En sonunda da kullanıcı deneyiminden elde eilden veriler değerlendirilerek döngünün kırılıp kırılmadığı tespit edilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu döngüye kısaca “pivot” denir. Pivot döngüsündeki verimlilik ile eş zamanlı olarak ürün ve kullanıcı geliştirmedeki hızlılık oranına “çeviklik” (Agility) denir. Yani mümkün olduğunda erken hata yapmak ve buna hızlıca cevap vermek oldukça iyi bir şeydir. Bu hataları ölçümleyip, ders çıkartmak ve bunun doğrusunu yaparak kullanıcı talebini hızlıca karşılamak gereklidir. Kur (Build)-Ölç (Measure)-Learn (Öğren) Pivot döngüsünü aşmak demek zaten doğru modeli bulmak ve gözle görülür kullanıcı artışıyla birlikte sistemin rayına oturması demektir. Yatırımcılar artık genelde bu döngüyü kırıp takımıyla birlikte işini büyütmeye başlayan girişimcilere yatırım yaparlar. Dolayısıyla Yalın Girişim bir startup ekibinin olmazsa olmazlarındandır. Sadece ürüne aşırı derecede odaklanarak geliştirilen hizmetler piyasaya çıktığında tuzla buz olabilme riski taşırlar. Müşteriyle ilk temasın bir an önce olması, geri dönüşüme göre ürünün verya servisin en erkenden şekillendirilmesi gerekir. Özet • Yalın girişimde pivot döngüsüne odaklanılır ve müşteriyle ilk temas için MVP denilen en sade ürün veya hizmet geliştirilir • Pivot döngüsünde erken benimseyen (early adapters) kullanıcılar ile döngü kırılmaya çalışılır • Kur-Ölç-Öğren (Build-Measure-Learn) ile pivot döngüsünde kullanıcı deneyimi ölçeklenir • Startup girişimcisi ürüne aşırı odaklanmak yerine bir an önce müşteriyle temas etmenin yollarını aramalıdır Yalın Girişimde Küçük ve Sade Düşünmenin Önemi Startup girişimcilerinin yalın girişimi uygularken yaptıkları en büyük hatalardan biri büyük düşünme hastalığıdır. Projesini çok büyük kitleye endeksleyerek dünyaları fethetme hastalığına kapılırlar. Özellikle kendilerini piyasanın büyük oyuncularıyla karşılaştırarak ümitsizliğe kapılırlar. Fark yaratmak adına ürünlerine yüzlerce özellik eklerler. Girişim modelinin adı Yalın Girişim ama olur size Karışık Girişim. Gerçekten de yurt dışında kaldığım süre zarfında kendim dahil Türk arkadaşlarımı Amerikalı arkadaşlarımla karşılaştırdığımda düşünce sistematiğimizin ne kadar farklı olduğunu bizzat gördüm. Siz ister kültür farkı deyin, isterseniz eğitim sistemi deyin şöyle bir gerçek var: Türk’ler bir problemin çözümünü çok karışık düşünüyor. Master yıllarımda sunum için biz slaytları doldurup her şeyi açıklamaya çalışırken aynı sınıftaki Amerikalı arkadaşlarım bir kaç slaytla sunumu özetleyebiliyordu. Startup girişimcileri için de durum farklı değil. Bir probleme odaklanma biçimini yakalamak için küçük düşünmek gerekir. Problemin kendisine odaklanılmayan girişimlerin çoğu batmıştır. Küçük düşünmek beraberinde odaklanmaya imkan verir ve başarının ilk anahtarını elinize teslim eder. Küçük düşünmek probleme sade ve yalın çözümler bulabilme imkanı da verir. Küçük düşünmek bir projenin, ürünün, sanatın ilk önemli adımıdır. Google bir arama algoritmasıyla başlamıştı, Facebook okul arkadaşlarını bağlantıya dönüştürme derdindeydi, Instagram fotoğrafları filtrelemeyle yola koyulmuştu, Twitter durum güncellemesiyle gündeme gelmişti. Amazon kitap satışıyla başlamıştı. Microsoft MSDOS gibi sadece komutlarla çalışan en basit işletim sistemleriyle piyasaya çıkmıştı. Şimdi hepsi milyar dolarlık devler oluverdiler. Bir probleme aşırı derecede odaklanarak kullanıcılarını ve müşterilerini memnun ettiler. Ayrıca Yalın Girişimin sadece startup girişimlerine mahsus olduğu ön kabülü son derece talihsiz bir değerlendirmedir. Yalın Girişim startuplar için elbette elzemdir ancak büyük İşletmelerin de Yalın Girişimi uygulamaları gerekir. Bunun en bilindik örneği Apple firmasıdır. Tek dokunuşla gelen en önemli tasarım harikası akıllı mobil cihazları dünyanın kucağına itmiştir. iPhone, iPad gibi inovasyonlar Nokia gibi devlerin batmasına sebep olmuştur öyle ki Microsoft Nokia’yı $7.2 milyar dolara satın almıştır. Halbuki Nokia bir zamanlar ne kadar büyüktü. Piyasanın büyük çoğunluğunu elinde bulunduruyordu. Nokia’nın batış hikayesi inovasyon eksikliğini göstermek adına okul derslerinde işlenmesi gereken ibretlik bir hikayedir. Nokia gibi daha nice büyük şirket inovasyon eksikliğinden batmıştır. Dolayısıyla Yalın Girişim yeniliğin (inovasyon) en ilk şartıdır. Ortaya sade, sindirilebilir bir ürün çıkacak ki insanlar hazmetsin, sonra tekrar kullanmayı göze alsın. Yapılan yüzlerce araştırma göstermiştir ki kullanıcılar tekil şeylere odaklanmaktan daha çok hoşlanıyorlar. Kendilerini adım adım yönlendiren basit uygulamaları seviyorlar. Özellikle milyonlarca mobil uygulamanın olduğu şu devirde sadelik en büyük rekabet avantajıdır. Fark yaratmak için deli dana gibi yeni özellikler eklemek gerekmez. Yeri gelmişken önemli bir konuya da değinmek istiyorum. Örnek verirken sürekli Facebook, Instagram, Twitter vs. örnekler verdiğimiz halde startup girişimcilerine bu tarz projeleri tavsiye etmiyoruz. Bu tarz genel uygulamalar yerine girişimlerini dikeye kaydırmalarını tavsiye ediyoruz. Mesela Medikal alanda sayısız ihtiyaçlar tespit etmek mümkün. Sağlık sektörünün ihtiyacını giderecek yeni nesil projelerin ben büyük gelecek vaat ettiğini düşünüyorum. Aynı şekilde eğitim, telekomunikasyon ve tekstil alanlarında ciddi boşluklar var. Buralara odaklanıp başkalarının göremediği ama sizin farkına varabileceğiniz imkanlar mevcut. Ayrıca mobilite sadece cep telefonu demek değildir. Mobilite sizin birlikte taşıdığınız her şey demektir. Yani gözlüğünüz, kıyafetiniz, çantanız, kol saatiniz, gömleğiniz, kolyeniz, kitabınız, hatta tamamen size ait olan saçınız, deriniz kısacası her taşınabilirlik mobilitedir. Büyük firmalar insanların genetiğine kadar göz dikseler de piyasada herkese yer var. Microsoft İnternet’in önemini göremeyince Google yerini doldurdu, Google sosyal medyayı hafife alınca Facebook çıktı, Facebook şeffaflığı önemsemeyince Twitter çıktı, Nokia yeniliği kaçırınca Apple ve Samsung onları darmadağın etti, Google video alanında kendi ürününü tutturamayınca YouTube firmasını satın aldı, Facebook iletişimi kendinden ibaret sanınca Whatsapp’i satın almak zorunda kaldı, Netflix sadece ben varım kibrine bürününce Hulu, Amazon piyasayı doldurdu, i-Tunes 99 centle tekil şarkı satmayı yeterli görünce Spotify, Pandora, Shazam çıktı ve Apple firmasını köşeye sıkıştırdı, geleneksel oteller binalarını yeterli görünce Airbnb herkesin evini otele çevirerek onları zor durumda bıraktı, şehir taksileri insanları çok bekletince yerini Uber gibi uygulamalara bıraktı. Amazon e-kitap (e-book) digital yayıncılığı ön plana çıkartarak geleneksel yayıncılığa büyük darbe vurdu. Bu devirde büyük küçük farketmez, bütün işletmeler yenilik (inovason) eksikliğinden dolayı piyasan da silinebilir, aynı şekilde yenilikle büyük oyuncuları yerinden de edebilir. Artık piyasada herkese yer var yeter ki Yalın Girişim’de problemleri daraltarak küçük düşünsün sonra da sade çözümlerle fark yaratmayı bilsin. Özet • Yalın Girişim’de küçük ve sade düşünmek sizi diğerlerinden farklı kılar • Özellik ekleme yerine ana probleme odaklanmak ve sade çözümler üretmek gerekir. • Türk girişimcileri halen çok karışık düşünüyor ama bunu aşmak elbette mümkün • Yalın Girişimi sadece startuplar için değil büyük firmaların da tercih etmesi gerekir • Nice büyük firmalar yeniliği sadelikte görmediği için batmıştır • Artık bir Facebook yapmak yerine farklı sektörlerin dikeylerine odaklanmak lazım. • Mobilite kendi üzerinizde taşıdığınız her şeydir. • Piyasada herkese yer var, size de yer var yeter ki ürününüzü sadelikle tasarlayın Yalın Girişim Türkiye’ye Uyar mı? Hiç unutmuyorum, 2005 yılında Google YouTube sitesini $1.6 milyara satın aldığında Türk forumlarında Türkiye’den bir YouTube çıkar mı tartışması başlamıştı. Daha sonra Facebook, Twitter, Groupon, Instagram gibi Bilişim’de çığır açan firmalar da eklenince aynı tartışma farklı boylamlarda devam etmişti. Gerçekten de Silikon Vadi’sindeki firmalar dünyada önemli girişimcilik fırtınasının başlamasında öncü rol oynadılar. Ne zaman Amerika Birleşik Devletleri’nde bir fırtına çıksa acaba bizden de çıkar mı tartışmasını yapmaktan kendimizi alamıyoruz. Bu kadar girişimcilik fırtınasından sonra aynı vadiden Yalın Girişim (The Lean Startup) modeli de çıkınca dayanamadık ve olduğu gibi sahiplendik. Evet bu sefer işin kaynağını bulmuş gibiydik, madem startup’lardan milyar dolarlık şirketler fışkırıyordu o zaman bu başarının arkasında elbette iyi bir model olmalıydı. Eric Ries’ın önemli tecrübeleriyle sistemleştirdiği The Lean Startup (Yalın Girişim) modeli başarılı startupların nasıl çıktığı ile ilgili önemli yöntemler ihtiva ediyordu. Hemen Yalın Girişim ile ilgili her şeyi öğrenmeye başladık, seminerlerini verdik, kitabını okuduk, kurucularını Türkiye’ye davet ettik, bundan böyle bu modeli uygularsak artık bizden de çok başarılı startuplar çıkacaktı. Gerçekten böyle miydi? Silikon Vadisi’nde çıkan bir model bütün ülkelere uyar mıydı? Yoksa yine oyuna mı geliyorduk? Amerika’nın pazarlama tuzağına bir kez daha mı düşüyorduk? Kanımca sorgusuz sualsizce Yalın Girişim’i alıp kabul etmek ileride muhtemel sıkıntılara yol açacaktır. Bu sefer de başka bir ülkede dikilen bir kıyafet bize uymayacaktır. Uymuş gibi gözükecek ama üzerimizde oldukça sırıtacaktır. Tekrar edecek olursak Yalın Girişim kısaca en basit prototip ürünü geliştirdikten sonra müşteriden ürüne doğru bir geliştirme evresinden oluşur. Pivot denen bu evrede doğru iş modelini bulabilmeyi öngörür. Pivot dönemini geçtiğinizde de size startup fikrinizde başarıyı vaadeder. Yalın Girişim gerçekten de o kadar faydalıdır ki girişimcinin ileride yapacağı muhtemel hatalardan alıkoyar. Girişimcinin ürüne aşık olma gibi hatalarını yüzüne vurarak onu müşteriye odaklar. Pazardan ürüne doğru onun daha sağlıklı yöntemler izlemesini sağlar. Pivot döngüsünü nasıl aşacağını gösterir. Eric Ries’ın Yalın Girişim (The Lean Startup) kitabından her girişimci istifade edebilir. Buraya kadar sorun yok. Yalın Girişim’in Kurucusu Eric Ries Ancak asıl sorun bundan sonra başlıyor. Yalın Girişim’deki en büyük sorun pivot döneminde hitap edilen kitleyi erken benimseyenler (early adapters) olarak tanımlamasında yatıyor. Yalın Girişim’de küçük bir kitle de olsa ürünü veya hizmeti hemen benimseyecek bir kitleden bahsediliyor. Bu kitlenin geri dönüşümüne göre ürünü şekillendirmek amaçlanıyor. İyi güzel de asıl can alıcı soru şu: Erken Benimseyenler (Early Adopters) tam olarak kimler oluyor? Bu soruyu cevaplamadan önce şunu belirtelim. Silikon Vadisinin bizi heyecanlandıran startup şirketlerinin Amerika Birleşik Devlet’lerinin gelişmiş şehirlerinden fışkırmaları tesadüf değildir. İyice baktığınızda erken benimseyenlere de burada ulaştıklarını görürsünüz. Daha doğrusu insanların yeniliğe açık olduğu, yeni şeyleri denemekten zevk alan, liberal ve açık görüşlü insanların yaşadığı ortamlar erken benimseyen kullanıcı tiplerini yakalamak için önemli etkenler. Dolayısıyla iyi startup şirketleri güçlü şehirlerden çıkıyor. Yalın Girişim gibi metodlar da bu tarz şehirlerde daha fazla uygulanabilir oluyor. Aşağıda dünyada Startup kültürünün en yaygın olduğu şehirleri göreceksiniz. 2014’e ait bir rapor henüz yok ancak Beijing (Çin), İstanbul(Türkiye), Barcelona(İspanya), Amsterdam(Hollanda), Stockholm(İsveç), Denver(ABD), Austin(ABD) gibi şehirler bu listeye girmeye aday şehirler olarak anılıyor. Silikon Vadisi Tel Aviv ABD Israil Los Angeles Seattle New York City Boston London Toronto ABD ABD ABD ABD İngiltere Kanada Vancouver Kanada Chicago ABD Paris Fransa Sydney Avustralya Sao Paolo Brezilya Moskova Rusya Berlin Almanya Waterloo Kanada Singapore Singapur Melbourne Avustralya Bangalore Hindistan Santiago Şile Startup Genome 2012 Infografik Raporu Türkiye’de Yalın Girişimi konuşabilmek için ilk önce başta İstanbul olmak üzere startup kültürünün yerleşmesi gerekiyor. Startup kültürü olmadan Yalın Girişim metodlarından bahsetmenin çok hükmü kalmıyor. Türkiye’deki yetersiz sayıdaki yatırımcılar, amatör girişimciler, Üniversite’lerin yetersiz girişimcilik vizyonu, ülkenin yetersiz Finansal Sistemi ve Siyasi sorunlar yüzünden İstanbul’da Startup kültürünün yerleşmesi zaman alacağa benziyor. Ancak şöyle bir gerçek var ki insanlar ülke yerine artık güçlü şehirler seçmeye başladı. Gelişmiş şehirler cazibe merkezi olunca bütün ülkeyi etkileyen öneme sahip. Startup kültürü için de İstanbul güçlü şehir adaylarından. Ancak startup kültürünün yerleştiğini söylemek için henüz çok erken. Henüz dünyaca ünlü startup şirketlerimizin olmayışı da bunun kanıtıdır. Ne zaman İsveç’in Skype, Spotify veya SoundCloud gibi dünyaca kendini herkese kabul ettiren şirketleri çıkar işte o zaman örneklerden yola çıkarak yorum yapabiliriz. Evet artık başarılı Türk startup şirketlerinin çıkması gerekiyor. Eğer Türkiye İsveç gibi bunu başarabilirse tahminlerin ötesinde farklı dev yeni ekonomiler oluşturulabilir ve İstanbul saygınlığını sadece Turizm’den değil aynı zamanda Teknolojisiyle de pekiştirebilir. İstediğiniz kadar startup organizasyonları yapın, seminerler düzenleyin, konferanslara katılın eninde sonunda yurt dışından değerlendirirken elde sonuç var mı diye bakarlar. Bundan dolayı acilen Türk gençlerine rol model olabilecek girişimcilere ve startup şirketlerine ihtiyaç var. İstanbul Startup Kültürü sayesinde yenilikçi dev Ekonomiler oluşturmak mümkün İstanbul’u Finans merkezi yapma vizyonu yarıda kaldı. Güzelim şehiri ikiden bölerek kanal yapma rüyaları da politik söylemlerden öteye gitmedi. İstanbul için çok şey düşünüldü ama beton projelerinden öteye hiç gidilemedi. İstanbul için ihtiyaç duyulan ise katma değerli, yenilikçi tekno-şirketlerle dünyayı değiştirmek olmalıydı. Henüz geç te değil. Şehir dediğin sadece turist çekmez, öğrenci de çeker, iş adamı da çeker, işçi de çeker, sporcu da çeker. Turist bir ay kalıp gider ama öğrenci en az bir sene, işçi iki sene işveren de daha fazla kalabilir. Startup kültürü dünyanın her tarafından kalifiye insan çekebilir. Ne var ki Türkiye’nin en güçlü şehri İstanbul buna tam hazır değil. Ayrıca ülkenin ve gelişmiş şehirlerinin oluşturmuş olduğu kültürler birbirinden farklılık arzettiği için startup kültürleri de ülkeden ülkeye büyük farklılıklar arzediyor. Startup Weekend organizatörüyle konuştuğumda bana Çin’deki girişimcileri heyecanlandırmakta zorlandığını söylemişti. İki günlük haftasonu etkinliği olan Startup Weekend’ler dünyanın her yerinde düzenleniyor ama yakaladıkları heyecan, sinerji ve ürünler de oldukça farklılık arzediyor. Bu elbette son derece normal bir durum. Amerika’daki Startup Weekend ile Çin’deki veya Türkiye’dekiler arasında uçurumlar olması elbette doğal. Pazarlar farklı, insanlar, kültürler farklı olduğu için ürün veya servislerin lokalde takılıp kalma riskleri büyük oluyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin güçlü şehir adayları Bilişim Teknolojilerini çok yaygın kullansa da Erken Benimseyenler sınıfına giremeyebiliyor. Erken Benimseyenler sorununu daha sonra detaylı olarak inceleyeceğiz. Şimdilik sadece biraz değinelim. Yalın Girişim’in bahsettiği erken benimseyen kullanıcı tiplerini her yerde kolayca bulmak mümkün değil. Yani bunun cevabını Yalın Girişim metodolojisi bize tam olarak veremiyor, veremez de çünkü dediğimiz gibi her ülkenin kültürüne göre bu çok değişkenlik arzediyor. Mesela Türkiye’de gerçekten de erken benimseyen kitle bulabilir misiniz? Türk’lerin Twitter’a 2 sene, Facebook’a 3 sene, WhatsApp’a 2 sene ve Instagram’a da 1 yıl sonra katıldığını düşünecek olursanız İnternet alanında Türk’lerin “erken benimseyenler” olduğunu söyleyebilmeniz gerçekten mümkün mü? Silikon Vadisi’nde yeni Amerikalı arkadaşlar edindikten sonra erken benimseyenlerin kimler olduğu hakkında daha iyi kanaate sahip olmuştum. Gerçekten de Silikon Vadisi’ndeki erken benimseyenler hangi yeni site veya mobil uygulama çıkarsa hemen deniyorlar, yeni şeyleri denemekten oldukça zevk alıyorlar, içini dışını didik didik ediyorlar. Bunun Türkiye’de böyle olmadığını çok iyi biliyoruz. Böyle bir kitlenin Türkiye’de hazır kıta beklediğini ve bundan dolayı Yalın Girişim’in Türkiye’ye uyduğunu söylemek şimdilik çok iddialı olur. Bunun bence tek bir istisnası olabilir o da Yalın Girişim modelini mobil projelerde uygulamak. Türkiye’nin mobil çılgınlığını anlatmaya gerek yok. Ben Türk Bilişimi’nin mobil teknolojilerden yükseleceğini öngörüyorum. Mobil uygulamalar Türkiye’de Yalın Girişim’den büyük projeler çıkarmak adına istisna bir alan olarak duruyor. İsveç’ten nasıl Skype, Spotify ve SoundCloud gibi müzik uygulamaları çıkıp kendisini bütün dünyaya kabul ettirdiyse bunun bir gün Türkiye için de geçerli olacağını öngörüyorum. Türkiye’nin bağrından da önemli Startup şirketleri çıkıp dünyaya kendisini kabul ettirecektir. Türkiye’deki erken benimseyenleri yeterince tartıştık ancak büyük tabloyu henüz görmedik. Elbette erken benimseyenler tek kullanıcı tipi değil. Ürüne veya servise uyum sürecinde farklı kullanıcı tipleri de mevcut. İsterseniz gelin şimdi etraflıca Teknoloji Adaptasyon Yaşam Döngüsü’ne (Technology Adoptation Lifecycle) göz atalım. Bu döngü bize kullanıcıların uyum sürecindeki özellikleri ve kategorileri hakkında detaylı bilgi verecektir. Özet • Türkiye’de Yalın Girişim metodolojisi ile büyük projeler mobil teknolojilerden çıkabilir yine de erken benimseyen kullanıcı tipinin Türkiye’de yeterli olduğunu söylemek şu an için çok iddialı olur. • Türkiye’nin yoğunlaştırılmış İstanbul Startup vizyonuna ihtiyacı var. İstanbul geleceğin Teknoloji şehirlerinden olmaya aday şehirdir. • Türkiye’den henüz dünya çapında Startup şirketi çıkmadı. Rol modeli olabilecek girişimcilere ve startuplara su gibi ihtiyaç var. Teknoloji Adaptasyon Yaşam Döngüsü - Yenilikçiler (Innovators) : Bu kullanıcılar pazarın sadece 2%’sini oluştururlar. Sırf Teknoloji olduğu için yeni şeyleri denemek isterler. Yeni bir platforum, ürün veya servis çıktığında denemeden yaşayamazlar. Bir sonraki erken benimseyenler için önemli referanslar oluştururlar. Yenilikçiler Teknoloji Heveslileri (Technology Enthusiasts) olarak ta adlandırılırlar. - Erken Benimseyenler (Early Adopters) : En can alıcı kullanıcı tipleridir ve pazarın 15%’ini oluştururlar. Vizyonerler olarak ta adlandırılırlar. Bu kullanıcılar yeni çıkan ürünleri denemekten haz alan, bunun için zaman harcamayı göze alan, farklı duyguları tatmak için ürünü denemekten çekinmeyenlerdir. Ürünü sevdiklerinde reklamını yapmayı kendilerine borç bilirler. Ancak tatmin etmesi yine de zor kullanıcılardır. Ürün veya servise ilk ivmeyi verdikleri için hayati öneme sahiptirler. Her şeye rağmen ürünün daha iyi olması için sırf gönüllü olarak ürün veya servisi test etmekten çekinmeyen kullanıcılardır. Startup girişimcilerin bulmakta en çok zorlandığı kullanıcı tipleridir. Pek çok startup firması başlangıç aşamasında bu erken benimseyenleri bulamadığı için batmıştır. Erken benimseyenlerin ana akım pazara (mainstream market) akması için The Chasm denilen boşluğu atlaması gerekir. Chasm (boşluk, kanyon) boşluğunu geçmek demek startup’ın en büyük uyum sorununu aşması ve ihtiyaç duyduğu ilk ana akım pazar kullanıcılarına ulaşması demektir. Chasm kullanıcıların adaptasyon sürecindeki en kritik eşik olarak bilinir. İşte erken benimseyenlerin startuplarda en çok zorladığı kısım tam olarak burasıdır. Teknoloji Adaptasyon Yaşam Döngüsü Crossing the Chasm (Boşluğu Geçmek) kavramı ilk defa 1991 yılında Geoffrey Moore tarafından kitap haline getirilmiştir. 12 den fazla baskı ve 300 000’den fazla satış yapan kitap dünyada çok büyük ilgi görmüştür. Crossing the Chasm (Boşluğu Geçmek) artık Vizyoner (Erken Benimseyenler) ve Pragmatist (Erken Çoğunlukçular) kullanıcıların arasındaki geçiş olarak tanımlanır. Burayı atlatan girişimler ana akım pazara girmiş sayılırlar. Erken Çoğunlukcular (Early Majority): Pragmatistler olarak ta adlandırılan bu kullanıcılar pazarın 34%’ünü oluştururlar. Girişimin ilk ana akım pazarla tanıştığı yerdir. Bu kullanıcılar vizyonlerlerin aksine menfaat endekslidirler. Ürünü almak için yeterli paraları vardır. Nitelikten önce niceliğe önem verirler. Vizyonerler ürünün duygusal boyutunda yaşarken Pragmatistler için her şey sayıdır ve bunun için imkanları varsa pazarlık yapmaktan çekinmezler. Huysuz müşteri gibi gözükseler de verisel olarak girişimi pazarda şekillendiren önemli kullanıcı grubudurlar. Gerekirse sevmedikleri ürünleri veya servisleri için dava açarlar. Teknolojiye çok hızlıca uyum sağlayan ve girişimi profesyonelliğe zorlayan ilk gerçek pazar kullanıcılarıdırlar. Bu kullanıcıları memnun eden girişimler gerçekten de pazarda kendine yer bulurlar ve yine aynı kullanıcılar tarafından mükafatlandırılırlar. Geciken Çoğunlukçular (Late Majority): Muhafazakâr kullanıcı olarak bilinen geciken çoğunluk adından anlaşıldığı üzere teknolojiye çok sonra adapte olan ve hatırı sayılı süre için servisi veya ürünü kullananlardır. Pazarın 34%’ünü oluşturan bu kullanıcılar üründeki değişiklikleri çok sevmezler. Ürün veya servis artık işleyiş olarak rayına oturmuştur. Muhafazakârlar iyice şekillenmiş olan ürünü veya servisi kullanmaktan zevk alırlar. Ürünün vermiş olduğu hizmetten doyum alan Geciken Çoğunlukçular üründe olacak büyük değişikliklere ciddi tepkiler verirler. Muhafazakârlar kullanıcı alışkanlıklarının değiştirilmesinden hiç hoşnut olmazlar. Türk kullanıcılarının en çok yer aldığı grup türüdür. Erken Çoğunlukçulardan (Pragmatistler) etkilenerek ürünü kullanmaya başlarlar. Sonra da ürünü veya servisi sahiplenerek uzun süre kullanırlar. Tembeller (Laggards): Pazarın 15%’ini oluşturan Tembeller Teknolojiye en son adapte olan gruptur. Şüpheciler olarak ta anılan bu kullanıcılar ürünün fiyatına, özelliklerine, kendisine son derece hassastırlar. En ufak bir değişiklikte Teknolojiyi kullanmaktan vazgeçebilirler. Bu kullanıcıları memnun etmek oldukça zordur, yine de herkesten etkilendikleri için ürünü kullanmaya devam edebilirler. Özet • Teknolojiye uyum sürecinde Yenilikçiler, Erken Benimseyenler, Erken Çoğunlukçular, Geciken Çoğunlukçular ve Tembeller olmak üzere 5 ana kullanıcı grubu vardır • Erken Benimseyenler grubu en önemlisidir. Ürünü sırf sevdiği için ilk ivmeyi kazandıran gruptur • Erken Benimseyenler’de The Chasm denilen Boşluk vardır. Bütün mesele Erken Benimseyenlerde bu boşluğu atlatarak ana akım pazara geçiş yapmasıdır • Ana akım pazar Erken Çoğunlukçular, Geciken Çoğunlukçular ve Tembellerden oluşur • Türk kullanıcıların çoğu Geciken Çoğunlukçu grubunda yer alırlar. Teknolojiye sonradan adapte olarak onu hayatının önemli bir parçası haline getirirler. Dünyadan Örnekler Yalın Girişim modeliyle başarılı olan yeni girişimlerin İnternet altyapısının ve eğitim sisteminin güçlü olduğu ülkelerden çıkması tesadüf değil. Sadece 9 milyonluk nüfusa sahip İsveç’ten Spotify, Soundcloud, Skype, Linux, MySQL, Ericsson, Ikea, Volvo gibi ünlü marka ve şirketlerin çıkması bunun ispatıdır. Gerçekten de İsveç’i iyi araştırdığınızda göreceksiniz ki çevresindeki aynı nüfusa sahip Norveç, Danimarka gibi diğer İskandinav ülkelerinden çok daha fazla yenilikçi girişimcilik yönleri var. İsveç’in kendisini diğer ülkelerden farklılaştırmasının en büyük nedeni İnternet ve Eğitim sistemlerinin güçlü alt yapıları yanında mutlaka uluslararası kitleye odaklanma tercihleri de yatmaktadır. Bunun yanı sıra toplumun son derece dürüst olması, insanların birbirine güvenmesi, verilen sözlerin zamanında yerine getirilmesi gibi etik değerlere riayet etmeleri başarılı olmalarında başka önemli etkenler. Bunun başka bir örneği de 8 milyonluk nüfusa sahip İsrail. Çevresindeki Arap ülkeleriyle kavgalı olan İsrail de küresel hedeflere odaklanmaktan başka çare göremiyor. Amerika’daki lobi gücüyle birlikte bu zorunluluk pazar tercihini iyice pekiştiriyor. İşin en ilginç tarafı da milyar dolarlık şirketler çıkartan Amerika’lıların aslında herkesin bildiğinin aksine yerel hedefler koyması. Evet yanlış duymadınız, Amerikalı’lar aslında Uluslararası hedef koyma ihtiyacı duymuyorlar. Dev Ekonomileri, 300 milyonluk İnternet toplumuna sahip olmaları ve İngilizce’nin zaten Anglo Sakson ırkı tarafından dünyaya kabul ettirilmesi gibi nedenlerden dolayı Uluslararası pazara açılmak zaten kendiliğinden oluyor. Sizi temin ederim Amerika’lı girişimcilerin çoğu İsveç veya İsrail’in aksine işin başında sadece yerel pazarı hedefliyorlar. Yani anlayacağınız bütün ülkelerin şartları farklı ama ortak yönleri eğitimli toplumu, gelişmiş yargısı, güven toplumu, güçlü İnternet alt yapıları ve dolaylı veya dolaysız olarak Uluslararası pazara açılmaları gibi nedenlerdir. İsveç bilinçli, İsrail ise zorunlu bir seçim yapıyor, Amerika’nın seçim yapmasına bile ihtiyaç kalmıyor. Peki biz Türk’ler ne yapıyoruz? Bir kere Türkiye’de İnternet altyapısı istenen düzeyde değil. Diğer taraftan küresel projelerin ihtiyaç duyduğu iyi İngilizce dil bilgimiz yok. Başarılı İnternet sitelerimizin isimleri için bile halen zor Türkçe isimler seçiyoruz. İstediğiniz kadar yemeksepeti veya çiçeksepeti deyin, iyi paralar kazanın bu zor Türkçe isimlerle vizyonunuzu en fazla bölgesel olarak gerçekleştirebilirsiniz. Türkçe zor isimlerinin yabancıların aklında kalması mümkün değil. Beri taraftan küresel bir hedef koymak çoğu kimsenin aklına bile gelmiyor. Ayrıca Türkiye’de Türkçe’den tutun, kültürüne kadar çok değişik unsurlar mevcut. Lokal ihtiyaçları iyice anlayıp ona göre çözümler üretmek gerekiyor. Dolayısıyla Türk Startup şirketleri MENA (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) bölgesini hedefliyor ancak bu elbette yeterli değil. MENA bölgesini hedef seçmemiz tamamen bir zorunluluktan ibaret. Yerli Türk dizilerinin Orta Doğu’da tutması bile ortak kültürel gibi nedenlerden dolayıdır. Yani rastlantısal ve zorunlu bir tercihten kaynaklanıyor. MENA bölgesindeki ülkeler sırasıyla şunlardan oluşuyor; İsrail, Mısır, Türkiye, Ürdün, Lübnan, Fas, Tunus, Cezayir, İran, Yemen, Suriye, Irak, Sudi Arabistan, Katar, Umman, B.A.E, Kuveyt, Bahreyn ve Libya. MENA bölgesi politik sorunlarla boğuşsa da son zamanlarda Türk dizileri, filmleri ve mobil oyunları yok satıyor. Genç nüfusun MENA bölgesinde artması da bizim böyle bir modele iten en önemli nedenlerden biridir. Türkiye Stateji Araştırmalar Enstitüsü‘ne göre bölgenin nüfusu 2015 yılında 420.2 milyon, 2050 yılında ise 636.2 milyon olarak öngörülmektedir. 25-64 yaş çalışabilir nüfusun ise 116.7 milyondan 2050 yılında 326.5 milyona çıkacağı tahmin edilmektedir. Bundan dolayı MENA modeli Türkiye’nin son zamanlarda yeni keşfetmiş olduğu önemli bölgesel bir modeldir. Artık yatırımcılar ve iş adamları MENA bölgesi denildiğinde kayıtsız kalmıyorlar. Özel sektör kendi dinamikleriyle bu bölgeyi keşfetmeye çalışıyor. Yine de küresel pazarları da keşfetmek hepimizin dileği. Zor olsa da imkansız değil. Özet • Her ülkenin kendisine göre girişim ekosistemi mevcuttur • Kendi ekosistemimizi ihtiyaçlarımıza göre kendimiz oluşturmalıyız • Türkiye zorunlu ya da rastlantısal pazar tercihi yapıyor • Şu an zorunlu olarak MENA bölgesel modelini tercih ediyoruz • Küresel pazarı keşfeden henüz bir Türk startup şirketi yok Steve Jobs’ın Ardından Steve Jobs‘ın öldüğü aynı ay bilgisayar dünyasının önemli bir ismi Dennis Ritchie de vefat etmişti. Dennis Ritchie günümüzde kullandığımız işletim sistemlerinin temelini oluşturan “C” programlama dilinin mucididir. Bilgisayar dünyasının atalarından kabul edilir. Dennis Ritche - C Programlama Dilinin Mucidi Steve Jobs’un ölümünün medyatik oluşu ve Dennis Ritchie’nin de hiç anılmayışı beraberinde ciddi bir tartışma başlattı. Önemli bloglarda Dennis Ritchie’nin göz ardı edildiği, o olmasaydı Steve Jobs’ın da olamayacağı ve kendisine haksızlık yapıldığı ifade edildi. Dennis Ritchie’nin yaptığı icatlar anlatılarak Steve Jobs’tan daha üstün olduğu ispatlanmaya çalışıldı. Tartışmalar o kadar büyüdü ki, sosyal medyada Steve Jobs ve Dennis Ritchie karşılaştırmalı resimler paylaşıldı. Özellikle bilgisayar dünyasındaki programcılar ve bilişimciler Dennis Ritchie’nin daha çok anılması gerektiğini iddia ederek medyayı ikiyüzlükle suçladı. Bana göre kendi sahasında iki dev insanı karşılaştırmak ikisine de haksızlık etmek anlamına gelir. Sanırım buradaki kafa karışıklığını mucit¥ilikçi kavramlarını açıklayarak giderebiliriz. Mucit (inventor, creator) bir şeyi sıfırdan keşfeden, başka insanların hiç düşünmediği bir alet, ürün, algoritma veya formülü icat edene denirken, yenilikçi (innovator, developer) var olan bir aleti, fikri, ürünü değiştirerek son kullanıcıya ulaştıran demektir. Mucit ve yenilikçi‘nin görev tanımları son derece nettir. Mucit işin mutfağında çalışırken, yenilikçi sahada top koşturan girişimcidir. Mucit yeni bir şey icat etmek için ter dökerken yenilikçi var olan üzerinden eski köye yeni adet getirmek peşindedir. İkisi de aslında birbirini tamamlamaktadır. Steve Jobs ile Dennis Ritchie’nin karşılaştırmasında işte bu hata yapılmaktadır. Steve Jobs ve Bill Gates gibi yenilikçiler olmasaydı biz son kullanıcılar Dennis Ritchie’nin icatlarından istifade edemeyebilirdik. Dennis Ritchie gibi mucitler olmasaydı yenilikçilerin üzerinde inovasyon yapabileceği bir ürün olmazdı. Yenilikçi halkın düzeyine inen kişi olduğu için şöhret, şan ve şeref bu insanlara atfedilir. Halkın önünde olduğu için medya tarafından yenilikçiler ön plana çıkartılır. Bu konumda mucit doğal olarak genelde fakir veya orta düzeyde bir servete sahip olurken yenilikçi çok zengin olabilir ve bu gücünü medyaya ve insanlara kabul ettirebilir. Yenilikçi özellikle inovasyon yaptığı ürünü halkın düzeyine indirmek zorundadır. Bu konuda ciddi sıkıntılar, kayıplar ve riskler yaşayabilir. Mucit ise labaratuarında veya ofisinde bir iş üzerinde zaman harcadığı için halktan kopuktur, riski daha azdır ve zaten onun öyle bir derdi de yoktur, daha doğrusu olmak ta zorunda da değildir. Bu iki gurup ta son derece saygın insanlardan oluşur. Mucit yeni bir şey oluşturmak için araştırma yapıp ter dökerken, yenilikçi son kullanıcının yani halkın dilinden anlamak zorundadır. Ben mucit¥ilikçi karşılaştırmasını James Bond filmlerine benzetiyorum. Filmin başında James Bond bir labaratuara girer ve yanında bir mucitin yardımıyla kullanacağı silahları, ajan aletlerini ve özellikle sofistike bir şekilde donatılmış arabasını tanımaya çalışır. Şu düğme ne işe yarar gibi bir klasik mizah sahneyi eklemeyi ihmal etmeyen Bond filmlerinde biz izleyiciler olarak ileriki sahnelerde bu silahları ve arabayı baştan tanımış oluruz. Burada biz James Bond’u düşmanlarla mücadele eden bir kahraman gibi görürken ona mücadelesi için hayati önemdeki alet adevatı sağlayan muciti es geçeriz. Halbuki burada işin gizli kahramanlarından biri de mucittir. Hayat işte ne yazık ki hep böyledir. Bir lokantada biz yemeğe ve iş yerinin sahibine odaklanırken mutfaktaki ahçıyı hiç akıl etmeyiz. Bence en iyisi bu gizli kahramanları yenilikçilerle karşılaştırmayı bırakıp, bu iki gurubu aynen James Bond filmlerindeki gibi bir arada çalışmalarını sağlayabilecek ortamları hazırlamak olacaktır. Her ne kadar ikisi birlikte çalışsa da biz yine de işin doğası gereği yenilikçiyi hep tek kahraman olarak göreceğiz. Hem mucit hem de yenilikçiye sonsuz saygı duyan birisi olarak bu sefer sadece Dennis Ritchie ve onun gibi gizli kahramanları saygıyla anıyor ve bize yaptıkları katkılarının mükafatını diğer alemde almalarını diliyorum. Dennis Ritchie gibi kahramanları model almak yerine sırf para ve şöhret uğruna yenilikçi olmak isteyenlerin kulakları çınlasın. Özet • Mucit Kâşif olurken Yenilikçi Girişimcidir • Mucit ve Girişimcinin birlikte çalışabileceği ortamlar çoğu zaman çok iyi sonuçlar verir • Girişimci popülist olduğu için ön planda gözükür ama bu Kâşif ’in önemini azaltmaz • Bu sefer Steve Jobs yerine Bilgisayar alanında sayısız icatlar yapan Dennis Ritchie’yi anıyoruz Girişimciler için James Bond Modeli James Bond filmlerini hepimiz biliriz. Hollywood otuz yıldır farklı oyuncularla durmadan benzer senaryoları kullanıyor. Aslında James Bond’un en sevdiğim yönü bizim gibi girişimci gençlere dersler içermesidir. İlk öncelikle James Bond devletin istihbarat birimine bağlı bir ajandır. Böyle olunca ithiyaç duyduğu alet, adevat ne varsa kendisine temin edilir. Çok sıkı bir eğitimden de geçirildikten sonra görevini ifa etmeden hemen önce çılgın bir bilim adamının labaratuarını ziyaret eder. Klasik senaryoda kendisine oradaki en son nesil silahlarını, aletlerini, arabasını tanıtan bilim adamı eşlik eder. Çoğu zaman bu ikili arasındaki bu diyalog mizah içerir ve seyirciyi eğlendirir. Genelde James Bond’a gerekli aleti temin eden çok zeki gözlüklü bir mühendistir. Daha önceden bahsettiğimiz mucit-girişimci modelini oynayan bu iki zevat aslında birbirini tamamlayan karakterlerdir. Yine de seyircinin gözünde doğal olarak her zaman James Bond kahramandır. Filmin ileriki sahnelerinde James Bond’un ne tür silahları kullanacağını bildiğimiz halde nasıl kullanacığını merak ederiz. Derken James Bond sahaya çıkar, risk alır, meceraya atılır ve kötü adamların peşinden ne pahasına olursa olsun kovalamaca başlar. Filmde bizi asıl heyecanlandıran James Bond’un sahada nasıl mücadele ettiğidir. Her türlü tehlikeyi korkusuzca aştığından onun kahramanlığına kilitlenir ve filmden zevk alırız. James Bond macerasında kendisine verilen sofistike silahları da kullanarak filmin başıyla sonu arasında bir bütünlük kurulur. 007 özel ajan James Bond aslında bir girişimcidir. Kimlerle mücadele edeceğini bilir ama ne gibi tehlikelere maruz kalacağını sahada öğrenir. Her türlü arabası, silahı, bilgisayarı olmasına rağmen asıl güvendiği şey kendi yüreğidir. Kimi zaman yüksek binalarda düşmanını kovalar, kimi zaman elindeki silah istediği gibi çalışmaz, kendisi bir çaresini bulur, kimi zaman da çalıştığı takım arkadaşlarını bile kaybedebilir. Yine de yılmaz, görevine devam eder. Gerektiğinde dövüşür ve kaslarını çalıştırmayı da ihmal etmez. Yani kendisine verilen bütün aletleri bir araç olarak kullanır ama onlara tamamen güvenmez. Gerçekten güvendiği şey korkusuz yüreğidir. Hemen sahaya çıkan bir aptal hiç değildir. Sahaya çıkmadan önce gerekli yetenekleri kazanarak çıkar. Kendisini yetiştirmeden sahaya çıktığında nasıl avlanacağını çok iyi bilir. Kafasında tek bir şey vardır o da görevi. Yaralandığı da olur, bir kadınla imtihan edildiği de olur, dayak yediği de olur ama hiç birine takılmayarak bir şekilde mücadelesine devam eder. James Bond günümüz girişimcileri için çok tipik bir modeldir. Risk sermaye şirketleri, melek yatırımcılar, startup weekendler, boot campler, devlet yardımları, Üniversite imkanları derken girişimciler asıl zaman geçirmeleri gereken sahayı ihmal ettiklerinden dolayı James Bond modelini hatırlamakta fayda var. Genç girişimcilerin başarının sahada kazanılması gereken bir mücadele olduğunu unutmamalıdır. Aslında girişimcilik zaten hep sahada kazanılan bir serüvendi. Hiç bir zaman sadece masa başında çalışılarak kazanılamadı. Masada veya labaratuarda üretilen ürünler, aletler hedefine ulaşmak için bir araç olmaktan öteye hiç geçmedi. Bundan dolayı girişimci için müşteri geri bildirimi her şeyden daha önemliydi. Girişime başlarken bile bu en önemli kriterdi. Bundan dolayı müşteri veya kullanıcı geri bildirimi ve ihtiyaçlarıyla başlamayan her türlü girişim müşteriyle ilk temasta tuz buz oldu. Evet sahada yüreğine güvenen girişimciler her zaman aynen James Bond gibi daha başarılı oluyordu ve bu kural hiç değişmedi. Günümüzde sadece teknolojinin iletişim imkanlarının gelişmesiyle format değiştirdi o kadar. Bebek gibi büyüttüğü girişimini müşteriyle bir an önce test etmeyen, kullanıcının geri dönüşümüne göre tasarlanmayan her girişim tarihe karıştı. Bundan dolayı sahada sıcak temasla yüreğini ortaya koyan girişimciler dünyayı değiştiren insanlar oldular. Diğerleri yenilikçilikten kaçıp masa başına razı oldular, sadece dışarıdan kopyala yapıştırla işin biteceğini sandılar. Sırf bu insanlardan dolayı girişimciliğin gerçekten ne olduğu ile ilgili modeller birden bire türeyiverdi. Siz deyin Yalın Girişim ben diyeyim James Bond modeli. Özet • Girişimcilik James Bond gibi sahada kazanılması gereken bir serüvendir • Aynen James Bond gibi girişimci de teknik donanıma ihtiyaç duyar ve bunun için mutlaka bir teknik ekibe sahip olmalıdır • Girişimci gerekli hazırlığını yaptıktan sonra sahada yüreğini ortaya koyarak mutlaka risk almalıdır • Girişimcilerin asıl zaman geçirmesi gereken yer sahanın kendisidir • Gemiler limanda beklemek için yoktur, denize açılmak içindir Büyütme Korsanı (Growth Hacker) Silikon Vadisi’nin başını çektiği büyük İnternet ve mobil çağ çılgınlığı bütün hızıyla devam ederken karşımıza yeni kavramlar da beraberinde çıkıyor. İlk önce Lean Startup (Yalın Girişim) metodojileri çıkmıştı. Yalın Girişim’i daha önce elimizden geldiği kadar açıklamaya çalıştık. Uygulama Geliştirici Büyütme Korsanı Pazarlamacı Şimdi de Growth Hacker kavramı yükselen trend olmaya başladı. Bütün girişimcilik makalelerinde, bloglarda ve haberlerde Growth Hacking veya Growth Hacker kavramlarını görmeye başladık. Aslında bu kavramlar son derece yeni olduğu için Türkçe karşılığını kendimiz vermek zorunda kalıyoruz. Growth Hacking için Büyütme Korsanlığı, Growth Hacker için ise Büyütme Korsanı diyoruz. Peki bu kavram nasıl oldu da bir anda bu kadar popüler oldu. Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) 2010 yılında Sean Ellis tarafından ortaya atıldı. Facebook, Twitter, LinkedIn, Airbnb, Instagram gibi son derece başarılı İnternet ve Mobil şirketlerini inceleyen Ellis bu şirketlerin Büyütme Korsanları (Growth Hacker) tarafından ivme kazandığını iddia etti. İki yıl boyunca bu kavram çok önemsenmedi ta ki ünlü blogçu Andrew Chew 2012’de bu kavramı kendi blogunda iyice deşinceye kadar. Andrew Chen Silikon Vadisindeki başarılı sosyal medya şirketlerini Büyütme Korsanlığı yönünden tekrar ele alınca bu kavram dünyada birden bire yayılmaya başladı. Şu anda dünya çapında konuşulan kavram olan Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) o kadar tutuldu ki Singapore’da ders kitaplarına çoktan girmiş bile. Peki Growth Hacker Nedir? İnsanları bu kadar heyecanlandıran yeni popüler kavram “Growth Hacker” tam olarak nedir? Ürün veya servis ilk fırından çıktıktan sonra gerekli kullanıcı kitlesini yakalaması için genelde klasik metodlar kullanılır. Landing Sayfaları, E-Posta pazarlama, Facebook ve Twitter gibi sosyal medya araçlarıyla kitlesel pazarlama için en çok bilindik yöntemlerdir. Ne var ki bu yöntemler genelde teknik olmayan insanlar tarafından kullanılıyor ve çoğu zaman pek çok startup (yeni girişim) hüsranla sonuçlanıyor. İstedikleri kullanıcı kitlesini yakalayamadıkları gibi yatırımcının parasını da yakan yüzlerce startup hikayesi ile sonlanıyor. İşte Büyütme Korsanları bu kısımda devreye giriyor. Büyütme Korsanları kitlesel pazarlama ve sürdürülebilirlik sorununa merhem olan yeni nesil pazarlama korsanları olarak karşımıza çıkıyor. Klasik pazarlamacıların askine hem teknik hem de pazarlama yeteneklerine sahip insanlar olarak tanımlanıyor. Yani grafikten de görüldüğü gibi teknik bilgi ile pazarlama arasında duran acayip yaratıklardır. Yaptıkları şey ise kimsenin göremediği bilgi (data) ve metriklere ulaşarak, bunları yorumlayıp ürün üzerinde esnek değişiklikler yapabilen, gerekli büyük kullanıcı kitlesini yakalayarak bu kitleyi aynı platformda tutmayı başarabilen insanlara Büyütme Korsanı yani “Growth Hacker” denir. Kısacası eldeki verileri doğru ölçümleme yöntemleriyle deneysel olarak küçük kullanıcı grubu üzerinde teyit ettikten sonra bunu geniş kullanıcı kitlesine de pazarlayabilen insanlardır da diyebiliriz. Growth Hacking için verilen en tipik örnekler hepimizin aşina olduğu büyük İnternet ve Mobil firmalarıdır. Airbnb, Twitter ve Facebook bilindik en başarılı örneklerden. Google+ ise Büyütme Korsanlığı’nın başarısız örneklerinden kabul ediliyor. Şimdi bunların üzerinden sırasıyla geçelim. Airbnb Growth Hacking için en çok verilen tipik örnek Airbnb örneğidir. Airbnb bildiğiniz gibi otel yerine daire kiralayabileceğiniz paylaşım sitesidir. Airbnb Craiglist entegrasyonu ile kiralık evlerini kullanıcılar ve ev sahipleriyle hızlıca buluşturabilmiştir. Aslında Craiglist’in bununla ilgili herhangi bir API’si (Arayüz Kodu) yoktur ancak Airbnb kimsenin ruhu bile duymadan Craiglist’in linklerini kullanarak kendi siteleri üzerinden nasıl içerik gönderebileceklerini kendi uğraşları sonunda keşfetmiştir. Bu tuhaf Craiglist entegrasyonu ile Airbnb kısa zamanda en başta New York’ta geniş kitle tarafından duyulmuş sonra da başka şehirlere sıçrayarak daha geniş kitleye yayılabilmiştir. Airbnb örneği teknik yöntemler ile pazarlama taktiklerinin buluşabildiği çok klasik bir “Growth Hacking” örneğidir çünkü sadece pazarlama tecrübesine sahip bir insanın üstesinden gelemeyeceği teknik bir arayüz keşfedilmiş ve bunun sonuncuda da Airbnb geniş kitleye ulaşmıştır. Başka bir deyişle şeytan detaylarda gizlidir deyiminin ne kadar doğru olduğunu gösteren önemli örnektir. Andrew Chen’e göre Airbnb geleneksel pazarlama yöntemlerinden API pazarlama yöntemlerine geçişin ilk bilindik örneğidir. Twitter Growth Hacking için verilen başka tipik örnek ise herkesin bildiği malum kuş sitesi Twitter’dır. Herkes Twitter’ın geleneksel medya reklamlarıyla (radyo,tv) geniş kitleye ulaştığını ve bugünkü durumu onlara borçlu olduğunu düşünür. Ben de öyle düşünüyordum, hatta Twitter’ı arabamda radyoda ilk nasıl duyduğumu hatırlıyorum. Twitter’ın geleneksel medyada çılgınca reklamı yapılıyordu. Ancak işin aslı son derece farklılık arzediyordu. Twitter gerçekten de medya vasıtasıyla geniş kullanıcı kitlesine ulaşmıştı. Daha doğrusu üye sayısı patlamıştı. Sorun şu ki bu kitle belli bir süre sonra meraktan girdiği bu platformu artık kullanmıyordu. Twitter milyon üyelerin olduğu sosyal medya mezarlığına dönüşüyordu. Twitter’ın önünde iki seçenek vardı. Ya medya reklam pazarlamasına devam edecekti ya da kullanıcıların gerçek talepleriyle yüzleşecekti. Sonunda kullanıcıların ilk girişindeki bilgilerini incelediler. Twitter’a ilk girdikleri anda kullanıcıların yeterli sayıda takipçisi olmadığı için sıkılarak platformu terkettiğini anladılar. Yaptıkları ölçüme göre ilk Twitter’a giren kişinin en az 5-10 arasında takipçisi olmalıydı. Hemen değişikliğe gidip ilk kullanıcılar için varsayılan 5-10 takipçi özelliğini eklediler. Bu formülü küçük bir kitle üzerinde denedikten sonra geniş kitleye açtılar. Bundan böyle insanlar Twitter’a girdiklerinde okuyabilecekleri ve oyalanabilecekleri yeterli sayıda tweet ile karşılaştılar. Twitter’ın Growth Hacking modelinde biz çok önemli bir şeyi öğreniyoruz. Siz istediğiniz kadar geniş kitleye ulaşın, bu kitlenin orada sürdürülebilir bir ekosistemde tutulabilmesi de ayrı bir mesele. Yani Twitter örneğinden Growth Hacking’in sadece büyüme stratejisi olmadığını anlıyoruz. Kullanıcı büyümesini sağlamak kadar onların orada zaman geçirbilmesini sağlamak ta Growth Hacker’ların görevi olduğunu anlıyoruz. Facebook Başka klasik bir örnek te hepimizin sinema filminden bildiğimiz Facebook’un hikayesidir. Genelde Facebook Üniversite’lerin teker teker entegre edilmesiyle bilinir. Ancak şu var ki Facebook’taki kullanıcıların itici gücü fotoğraflar olmuştur. Facebook ilk çıktığında fotoğrafsız bir platformdu. Fotoğraf ekleme özelliğini ekleyince Facebook kurucularının da beklemediği şekilde ilgi artmış, başka sınıf, departman ve okuldaki insanlar görsel olarak merak edilmiş ve sonunda her yerde mantar gibi yayılmıştır. Yani Facebook’un yayılmasında fotoğraf özelliği çok önemli verisel bir etken olmuştur. Sadece fotoğraf değil, başka veriler de analiz edilerek kullanıcıların bütün giriş çıkışları incelenmiştir. Bunun için Facebook’un gerçek hikayesi aslında tamamen ölçümleme üzerine kuruludur diyebiliriz. Facebook’un kurucularından Dustin Moskovitz‘in söylediğine göre Silikon Vadisinde’ki eve taşındıklarında bir milyon kullanıcıları varmış. Bu kullanıcıların hangi sayfada ne kadar süre harcadıklarını tespit ederek onların ilgi alanlarını keşfetmişler. Sayfa başı ziyaret kalma süresi gibi veriler hangi sayfanın daha önemli olduğu hakkında gerçek veri sunmuş. Dolayısıyla Facebook’un ilk geliştiricileri de bu sayfalara daha çok önem vermiş. Özellikle profil sayfası bu önemli sayfaların başında gelmiş. Dustin’e göre filmdeki gibi partiler yerine zamanlarının çoğunu kod geliştirerek ve verilerini analiz ederek geçirmişler. Senede ise sadece bir partiye katılıp eğlenmişler. Google+ Google Plus ise Growth Hacking yaklaşımını benimsemeyip çuvallayan örneklerden. Growth Hacking’in nasıl olmaması gerektiği hakkında bize kayda değer ip uçları sunan dev şirket. Zaten Google Plus (Google+) ‘ın şu andaki içler acısı hali bunu açıkça gösteriyor. Hollywood filmlerinde milyonların olduğu hayalet kasabaları andırıyor. Şu an Growth Hacking metodolijisine en çok ihtiyaç duyan şirket Google’dır diyebiliriz. Acilen iyi bir Büyütme Korsanı’nı işe alıp sorunlarına çözüm bulmaları gerekiyor. Deli dana gibi özellik ekleyeceklerine biraz da kullanıcıları dinleseler ve bizim Google+’ı neden kullanmak istediğimize bir kulak verseler daha makbule geçecek. Google kadar kullanıcı verisi elinde olan başka bir şirket yok. Bundan dolayı bunu başarmamaları için bir neden de yok. Şahsen Google+’ın arayüzünü, hızını ve teknik özelliklerini oldukça beğeniyorum. Diğer sitelerden bu yönleriyle üstünlükleri var ama kullanıcıyı orada tutmak ayrı bir mesele. Google+’da Çevreler (Circles) mantığını Bağlantı (Connection) mantığı üzerinden yapmaları bana göre yaptıkları en büyük hata. Çevreler’i tutku çemberi olarak tanınmlayıp insanları ortak ilgi alanlarında bir araya getirselerdi şahsen ben Google+’ı kullanırdım. Yine de Google Plus’ta tam olarak kullanıcıların talepleri neler bunu bilmiyoruz. Kendileri ellerindeki verileri kullanarak buna çözüm bulmak zorundalar. Google+’ı ancak iyi bir Büyütme Korsanı (Growth Hacker) kurtarabilir. Growth Hacking Başarının Tarifi Değildir! Growth Hacking konusunda en çok yanlış bilinen konu ise firmanın başarısını tamamen Growth Hacking’e bağlamak varsayımıdır. Yani Growth Hacking yaptıkları için şimdiki duruma geldiler önermesi son derece eksik bir değerlendirmedir. Biz burada bir yaklaşım biçiminin tarifini yapıyoruz başarının değil. Bir firmanın başarı kriterleri çok boyutludur ve pek çok faktöre birden bağlıdır. Başarıyı tamamen Growth Hacking’e indirgemek çok insafsız bir değerlendirme olacaktır. Ancak kanımca başarısız olma sebepleri arasında Growth Hacking’i en başa koymamızda bir mahsur yoktur. Evet bütün bu örneklerden sonra Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) için şu tanımlamayı yapabiliriz. Growth Hacking verisel metriklere dayanarak südürülebilir pazarlama motoru oluşturabilmektir. Özet • Teknik yöntemlerle verisel kaynaklara dayanarak kullanıcı alışkanlık formülünü ortaya çıkartan • Bu veriyi ilk önce küçük bir kullanıcı kitlesiyle bütünleştiren • Daha sonra da geniş kitleye yayarak platformun sürdürülebilirliğini sağlayan pazarlama motoruna Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) denir. Bu yeteneğe sahip kişiye de Büyütme Korsanı denir. Büyütme Korsanı’nın Vasıfları • Obsessif ve sabırlı; Körü körüne ürüne odaklanmak yerine uzun vadede ürünü kitleye odaklamaya çalışan azimli, sebatlı, sessiz, çalışkan mahluk • Öğrenmeye açık, yaratıcı, esnek; Ürünü hiç bir zaman yeterli görmeyen, yeni yöntemlerini teknik becerileriyle birleştirebilen • İçgüdüsel, sezgisel, ruhsal; pazarlama stratejileri için kalbinin sesini dinleyen, sistem sürdürebilirliğini ruhsal nöronlarıyla koklayabilen ve içgüdülerine verilerden sonra güvenen • Gerçekçi, gerillacı; Hedef odaklı ve hedefine ulaşmak için etik yöntemlerin dışına çıkmayı göze alabilecek kadar gözü kara cesur savaşçı
© Copyright 2024 Paperzz