İzmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni DIYAL o G Revista Digital de los Judios Turkanos de İzmir (036) Kasım-Aralık 2014 Dürüstlük (036) Kasım-Aralık 2014 Barış -2- DIYALoG İÇİNDEKİLER 003 - Merhaba 097 - 004 - Başkandan 098 - 006 - HABERLER 101 - 040 - İÇİMİZDEN 105 - 045 - Karataş Eczanesi’nin Hüznü – Yaşar Ürek 051 - Dış Basından Tercüme 121 - 062 - Aramızdan Ayrılanlar 129 - 063 - RABİ HAYİM PALAÇİ - Moti Katan 065 071 072 075 077 082 084 085 087 090 Adalet SEKSION EN LADINO 133 - Haberes de la Comunidad de Izmir 135 - El Kantoniko de Rachel - R.A.Bortnick 136 - Yehuda ke dize? – Yehuda Hatsvi 143 - D’aki D’aya - Eliz Gatenyo 147 - Shimon Kapitan d’Estambol – Shimon Geron 150 - Gad Nassi 152 - Albert Contente mos Konta 154 - Coya Delevi 158 - Kantoniko de Buenos Aires - Graciela Tevah de Ryba 161 - Edmond i sus Emisyones – Edmond Cohen 163 - Prof. Dr. Moshe de Liba Robert Cohen PARA KE NO SE OLVIDE De la Prensa Mondial BİZDEN BİRİ Alber Kaya - Sarit Bonfil Leon Hakim’i Anıyoruz – Daniel Levi KÖŞE YAZILARI BAŞYAZI - Rafael Algranati Derinlik Mi-draş İtzhak – Rav İsak Alaluf Perspektif – Rafael Algranati Uzak Yakın - Selim Amado Çağrışımlar - Avram Ventura One Minute - Avram Aji Yansımalar - Raşel Rakella Asal Açı - David Enriquez Yaşam Koçunuz – Violet Alalof Bir Başka Deyişle - Nisim Sigura 165 - Galatalı Küçük bir Kız - Coya Delevi 169 - Washington’dan Mektup – Altan Gabbay 173 - Metin’ce – Metin Delevi 180 - İz Düşümü – Lina Filiba GENÇ GÖRÜŞ 183 - Yaşam Notları - Şela Habif BİLİYOR MUYUZ? 185 - Asara BeTevet Orucu – Nazlı Doenyas 188 - Dini Takvim – Nazlı Doenyas BİZİM KÜRSÜ 190 - Süleyman Doğu – Kabala Üzerine Dersler (036) Kasım-Aralık 2014 Merhaba DIYALoG -3- DIYALoG Yayın Ekibi olarak cemaatimizdeki tüm gelişmeleri yakınen takip etmek ve sizleri doğru bilgilendirebilmek için çalışmalarımızı özenle sürdürüyoruz. Bültenimiz DIYALoG’un sütunları, başta Cemaat Vakfı olmak üzere tüm kurumlarımızın ve cemaatimizin küçükten büyüğe her bireyinin hizmetindedir ve kullanımlarına açıktır. Yurt içinde ve Ladino (Judeo‐Espanyol) bölümü sayesinde yurt dışında çok geniş bir okur kitlesine rahatlıkla ulaşabilen bültenimiz, vakıf ve kurumlarımızın yurt dışına yapmak istedikleri duyurularda etkin bir iletişim aracıdır. Yayınlanan her sayı ile birlikte okur sayısı artış gösteren bültenimiz DIYALoG’a anılarınızla, öykülerinizle, yazılarınız ve mesajlarınızla verdiğiniz katkıların devamını diler, hepinize teşekkür ederim. Sevgi ve Saygıyla, Yayın Yönetmeninden Değerli Okurlarım, Yahudi âleminin birbirinden önemli bayramlarını ve cemaatimizdeki birçok mutlu olayı kapsayan Eylül‐Ekim aylarını geride bıraktık. Bilindiği gibi Ağustos ayının ortalarından itibaren cemaatimizde son yıllarda görülmeyen bir sıklıkla düğünler, nişanlar, Bar ve Bat Mistva’lar ve benzeri mutlu olaylar yaşadık. Ancak geçtiğimiz günlerde İzmir’in yetiştirdiği en değerli din adamlarından Hahambaşımız Nesim Barmaymon’un vefatı hepimizi derinden üzdü. Allah rahmet eylesin!. Toprağı bol, mekanı cennet olsun!.. 25 Eylül’de kutladığımız Roş‐Aşana bayramımız ile birlikte İzmir’e tayin edilen yeni ve genç Rav’ımız Berti Derofe görevine başladı. Kendisine başarılar diliyoruz. (036) Kasım-Aralık 2014 Başkandan DIYALoG -4- görevde bulunmuş, bilgisi ile İzmir dışında da takdir edilmiş, bilgisine başvurulmuştur. Eğitim aldığı ve beraber çalıştığı tüm hahamları, ravları altalta sıralarsanız yirminci yüzyılda Cemaatimize hizmet etmiş tüm din adamlarımızın bir listesine ulaşırsınız. Hepsinin ruhları şad olsun. Ravımızı Sara Pardo ‘İzmir Yahudileri’ adlı kitabında Sarit Bonfil de DIYALoG’da yaptığı bir şöyleşide, ‐verdiği son röportaj diyebiliriz‐ onu ölümsüzleştirdiler. Her ikisine de minnet borçluyuz. Yaptığı söyleşide, Sarit’e, Cemaatimizde Mahazike Tora’nın yeniden kurulması ve çalışması gerektiğini söylemişti. Tesadüfe bakın ki sonsuzluğa göçmeden bir gün önce Rav Berti Derofe ve Din Komitemiz ile bu çalışmalara başlandı. Artık her Cumartesi saat 10:30 ile 13:00 arasında Talmud Tora dersleri ve çalışmaları yapılıyor. Böylece bu isteğini, vasiyetini yerine getirmiş olduk. Vakfımızın çalışmaları içersinde en önemli adımı, çok eksiği olmasına rağmen, elektronik posta sistemi ile bir iletişim ortamı kurarak attığımıza inanıyorum. Bu mail gurubumuza dâhil olmayan Sami Azar Büyüklerim, Küçüklerim, Sevgili Kardeşlerim, Geçtiğimiz Ekim ayı içinde Roş Haşana, Kipur, Sukot bayramlarımızı huzur ve mutlulukla idrak ettik, Tora okumamızı Simha Tora ile keyifle, şarkılarla, danslarla tamamlayıp, Bereşit’ten yeniden başladık. Sağlıklı, huzurlu, bereketli yeni bir yıl diliyorum hepimize… Ancak 5775 yılının ilk günlerinde Cemaatimiz artık epey azalmış olan çınarlarından birini daha kaybetti. Ravımız, İzmir Hahambaşımız Haham ve Ribi Nesim Barmaymon’u ebediyete yolcu ettik. Acımız sonsuz… İzmir kökenli, 1922 İzmir doğumlu, son Ravımız… 1949’dan beri Cemaatimizin Din işlerinde her görevi başarı ile sırtlamış, tamamlamış ve yerine gelene teslim etmiştir. Hazan, şohet, mohel, Bet Din’de sofer, Rav, Bet Din üyeliği… Aklınıza gelebilecek her (036) Kasım-Aralık 2014 -5- DIYALoG daha çok kardeşimiz olduğunu biliyorum. Lütfen bize bir şekilde ulaşın, mail adresinizi verin birbirimize dokunabilelim. İzmir Sefarad Kültür Mirası Derneği yurt dışından bulduğu fonlarla Etz Hayim Sinagogumuzun çökerek yok olmamasını sağlamıştır. Koruma ve yenileme için gerekli plan ve projeleri de tamamlamak üzeredirler. Ayrıca Parohet projesini son aşamasına getirmişlerdir. Hastane binamızda bulunan eski kitaplarımız için fon bulmak üzere çalışmalara başlamışlardır. Tabii bütün bu projelerin temelinde Dina Eliezer, Sara Pardo ve arkadaşlarının kitap ve dini tekstilleri çürümeye, ölüme terk edildikleri yerlerden gün ışığına çıkarmaları yatmaktadır. Hepsine şükran borçluyuz. Bir dahaki DIYALoG’da görüşmek üzere, hoşça ve sevgiyle kalın… Sami Azar İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanı Zor iş, zamanında yapmamız gereken fakat yapmadığımız kolay işlerin birikmesiyle meydana gelir. (036) Kasım-Aralık 2014 İsrail Başbakanı Netanyahu’nun BM’deki 69’ncu Yılı Toplantısındaki Konuşması -6- DIYALoG Hastürk Başbakan Netanyahu Birleşmiş Milletler Genel Konseyinin 24 – 30 Eylül 2014 tarihleri arası yapılan 69.uncu yılı oturumu çerçevesinde konuştu. Salona alkışlarla giren Netanyahu’nun tamamen dolu olmayan bir salonda yaptığı konuşması birkaç kez alkışlarla kesildi. Netanyahu konuşmasında İŞİD, Hamas, İran ve bölgede barışın sağlanmasına değindi. HABERLER Konuşmasının orijinalini aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz. http://webtv.un.org/watch/israel‐general‐debate‐69th‐ session/3812088094001 Konuşmasının Türkçe tercümesi aşağıdaki gibidir. Değerli Delegeler, Buraya Yeruşalayimden halkım adına konuşmak için geldim. Karşılaştığımız tehlikeler ve fırsatlardan bahsetmeye geldim. Bu kürsüden ülkeme ve onu koruyan cesur askerlere atılan iftiraları gözler önüne sermeye geldim. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Militan İslam her tarafta aynı -7- anda ellerinde bulunan topraklardan çok daha fazlasında uygulamak istedikleri fanatik bir ideolojileri var. İŞİD’in kendini halife ilan başkanı eden Ebu Bekir El Bağdadi iki ay önce bakın ne diyor? “Müslümanların dünyanın her tarafında hükümran olacakları gün yakın. Müslümanlar dünyaya terörün ne demek olduğunu öğretecekler ve demokrasi putunu kıracaklar.” Hamas’ın başı Halid Meşal’in söylediklerine de bakalım: İslam için aynı şeyleri istiyor: “Batıya şunu diyoruz: Allah’ın izniyle sizi yeneceğiz. Yarın ümmetimiz tahta oturacak.” Hamasın kuruluş belgesi çok açık. İlk gaye İsrail’i imha etmek. Fakat asıl gaye aynı İŞİD Halifeliğini kurmak. 11 Eylülde binlerce Amerikalı öldüğünde Hamas’lıların Gazze sokaklarındaki sevinç gösterilerinin nedeni buydu. Liderlerinin “kutsal savaşçı” dedikleri Usame Bin Laden’in ABD tarafından öldürülmesini kınamalarının da nedeni buydu. Kısacası gayelerine bakarsak göreceğiz: Hamas İSİS’dir, İSİS de Hamas. Ortak yönleri, tüm İslami Bayanlar baylar, İsrail halkı barış istiyor. Fakat istediğimiz, dünyanın istediği barış tehlikede. Nereye bakarsak bakalım Militan İslam ilerliyor. Tehlike militan değil. Tehlike İslam değil. Militan İslam. Genellikle ilk kurbanları diğer Müslümanlardır ve kimseye merhamet etmezler: Hıristiyanlar, Yezidiler, Kürtler, Yahudiler bütün inanç veya etnik grupları tehdid ederler. Ve dünyada her tarafta süratle ilerliyorlar. Amerikalılar “tüm politikalar yereldir” derler. Militan İslam için politika küresel. Çünkü gayeleri dünyaya hükmetmek. Bu sözlerim kimine abartılı olarak görünebilir çünkü tehdit hala yöresel. Aynen başlangıçta vücudun belirli bir yerinde olan kanser gibi. Fakat tedavi edilmezse kanser yayılır. Dünyanın barışını ve güvenliğini korumamız için çok geç kalmadan bu kanseri kesip atmamız lazımdır. Gene hafta buradaki temsilcilerin çoğu hakkıyla İŞİD ile mücadele çağrısı yapan ABD Cumhurbaşkanını alkışladılar. Fakat birkaç hafta önce, İŞİD’e karşı mücadeleyi destekleyen bu ülkeler İsrailin Hamasla mücadelesine karşı çıktılar. Herhalde Hamas ve İŞİD in aynı zehirli ağacın dalları olduğunu anlamıyorlar. İŞİD ve Hamas’ın şu (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG -8- inanıyorlar. Tek anlaşamadıkları nokta, aralarından hangisinin bu üstün inancın en üstünü olacağı. Cidden tek anlaşamadıkları nokta bu. Dolayısıyla bizim cevap vermemiz gereken soru militan İslam’ın bu hırsını gerçekleştirmeye gücü olup olmayacağı sorusu. Bu, bir ülkede çok yakında gerçekleşebilir: İran İslam devletinde. İran 35 senedir İran, kurucusu Ayetullah Humeyni tarafından belirlenen amaca ulaşmak için durmadan çalışıyor. “Devrimimiz tüm dünyada “la ilahe illallah” yankıları duyulana kadar dünyanın her tarafına götüreceğiz” demişti. O zamandan beri rejimin zalim koruyucuları “devrim muhafızları” aynen bunu yaptılar. Şimdiki komutanları Muhammed Ali Jafri “İmam devrimimizi sadece bu ülkeye sınırlamadı. Bizim görevimiz dünyayı bir İslami hükümete hazırlamaktır” diyor. İran Cumhurbaşkanı Ruhani geçen hafta bu kürsüden “terörün küreselleşmesi”nden yakındı ve timsah gözyaşları döktü. Bu sahtekârlık yerine belki de Devrim Muhafızları komutanıyla konuşması daha yararlı olurdu. Ondan İran’ın militanların da paylaştıklarıdır: Nijerya’da Boko Haram, Somali’de El Şibab, Lübnan’da Hizbullah, Suriye’de Al Nusra, Yemen Libya Filipinler’de Hindistan’da ve diğer ülkelerdeki El Kaide. Bazıları köktendinci Şii, diğerleri köktendinci Sünni. Bazılar 7.ci yüzyıl ortaçağ öncesi halifelik ilan etmek istiyor; diğerleri 9 uncu yüzyıldaki bir İmamın tekrar canlanacağını bekliyorlar. Dünyada değişik yerlerde çatışırlar. Kurbanları da değişiktir. Hatta üstünlük savaşında birbirlerini de öldürürler. Fakat onları birleştiren fanatik ideolojileridir. Her tarafta radikal İslam’ın hüküm sürdüğü, hürriyet ve hoşgörü olmayan, kadınların esir olduğu, Hıristiyanların imha edildiği ve azınlıkların boyun eğdiği ‐müslüman ol veya öl‐ denildiği gitgide büyüyen bölgeler yaratmak. Bunlar için, dindaşları Müslümanlar dahil herkes kafir olabilir. Bayanlar ve Baylar, Radikal İslam’ın dünyaya hâkim olma fikri çılgınlık gibi görünüyor. 80 yıl önce yükselen diğer bir gücün de böyle bir gayesi vardı. Naziler üstün bir ırka inanırlardı. Militan İslam, üstün bir inanca (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG dünyadaki terör operasyonlarına son vermesini isteyebilirdi. İran’ın terörü sadece 2011 yılında, 5 kıtada de 20 küsur ülkede faaliyet gösterdi. İran Cumhurbaşkanının terörden yakınması herhalde tarihin en büyük iki yüzlülüklerinden biri. Bazıları İran terörünün sadece Ortadoğu’da olduğunu ve bunların aşırılar tarafından yapıldığını söylüyorlar. Geçen seneki seçimleri göstererek İran’da bazı değişiklikler olduğunu iddia ediyorlar. İran’ın yumuşak konuşan Cumhurbaşkanının sadece tonun değil konuşmasını içeriğini de değiştirdiğini düşünüyorlar. Ruhani ve Zarif’in İslam devriminden vaz geçip batıyla anlaşmak istediği kanaatindeler. Acaba doğru mu? -9- İranın nükleer bomba geliştirme yolundaki engelleri kaldırmak ve nükleer bir güç olmak. Dünyanın en tehlikeli yerindeki en tehlikeli rejimin elinde en tehlikeli silah olacak. Buna izin vermemiz bizi en tehlikeli tehditle karşı karşıya bırakır. Ellerinde kitle imha silahları olan İslami militanlarla savaşmak, ciplerde kalaşnikoflu İslami militanlarla savaşmaya benzemez. Geçen sene buradaki herkeste Suriye’deki kimyevi silahların teröristlerin eline düşeceği kaygısı vardı. Başkan Obama sayesinde bu gerçekleşmedi. İslam Devleti İŞİD’in elinde kimyevi silahlar olsa ne kadar daha tehlikeli olurdu düşünün. Şimdi de İran İslami Cumhuriyetin elinde nükleer silah olduğunu düşünün. İŞİD’in ağır su imal edecek santrifüjler, kıtalar arası roketler geliştirmesine razı olur muydunuz? Tabii ki hayır. O zaman İran’ın da bunları yapmasını izin vermemelisiniz. İran nükleer bombaya erişince bütün gülümsemeler, nezaket birden bire kaybolacak ve yerine Ayetullahlar hakiki suratların gösterip dünyaya fanatizmi yayacaklar. İran’ın askeri nükleer tesisleri tamamen yıkılmalıdır. Dışişleri bakanı Zarif’in birkaç sene önce yayınladığı kitabına bir göz atalım: “Batıyla temelde bir sorunumuz var. Özellikle Amerika ile. Bu sorun bizim olma nedenimizden ve davamızdan ileri geliyor. Örneğin çoğunluğu müslüman olan Malezyanın neden bu sorunu yok? Çünkü Malezya uluslararası ortamı değiştirmek istemiyor.” İşte sizin ılımlı İranınız. İranın sempatik laflarına kanmayın. Bu lafların sadece tek bir amacı var. Yaptırımları kaldırıp (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Yanlış anlamayın. İŞİD’e karşı savaşı kazanmalıyız. Fakat İŞİD’i yenip İranı nükleer bombanın eşiğinde bırakmak muharebeyi kazanıp savaşı kaybetmek gibidir. Hamas Bayanlar ve Baylar, Militan İslam’a karşı savaş bölünmez. Militan İslam bir tarafta başarılı olduğunda diğer yörelerde kuvvetlenir. Bir yerde yenilgiye uğradığında diğer bölgelerde de düşüşe geçer. Dolayısıyla İsrail’in Hamas’a karşı savaşı sadece İsrail’in değil sizin de savaşınızdır. İsrail’in Hamas’a karşı savaşı beliki de sizi kendi ülkenizde yarın yapacağınız bir savaşın bir parçasıdır. Geçtiğimiz yaz 50 gün içinde Hamas İsrail’e, çoğunun İran’dan geldiği on binlerce roket attı. Sizin ülkenizdeki şehirlere on binlerce roket düştüğünü düşünün. Sizin vatandaşlarınızın günlerce sığınaklara gitmek için birkaç saniyesi olduğunu düşünün. Siz, şehirlerinize böyle saldırılmasına müsaade etmezdiniz. Teröristlerin sınırlarınızın altından vatandaşlarınıza saldırma amaçlı onlarca tünel kazmasına da izin - 10 - vermezdiniz. İsrail kendisini hakkıyla roket saldırılarına ve terör tünellerine karşı korudu. Fakat İsrail’in karşısında propaganda savaşı da var. Dünyanın sempatisini kazanmak için Hamas sivilleri canlı kalkan olarak kullandı. Okulları, hatta BM okullarını, evleri, camileri, hatta hastaneleri bile cephanelik ve roket üssü olarak kullandı. İsrail bunları cerrahi bir şekilde vurduğunda, Filistinliler maalesef ‐fakat kasıt olmadan‐ öldürüldüler. Korkunç resimleri hepimiz gördük. Fakat bunu yanında İsrail kasten sivilleri vuruyor gibi temelsiz suçlamalarla da karşı karşıya kaldık. Bunu kesinlikle reddediyorum. Her sivil ölüm bizi derinden üzer. Gerçek şu: İsrail sivillere en az zarar vermek için elinden geleni yaptı. Hamas ise gerek İsrailli gerek Filistinli sivillere en çok zarar vermek için elinden geleni yaptı. İsrail broşürler, kısa mesajlar telefonlarla, Filistin televizyonunda Arapça bildirilerle sivil halkı tehlikeden korumak için ikaz etti. Tarihte hiçbir ülke veya ordu düşmanın sivil halkına zarar vermemek için bu kadar çaba sarf etmedi. Filistinli sivillerin hayatına bu kadar önem verilmesi, İsrailli sivillerin gece gündüz (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 11 - konuştuğunda buna karşı konuşup bunu kınaman gerekirdi. İsrail’in çocukları sığınaklara koşarken ve Demir Kubbe Hamas’ın roketlerini vururken İsrail ile Hamas arasındaki en önemli ahlaki fark daha bariz olamazdı: İsrail roketlerini çocukları korumak için kullanırken, Hamas çocuklarını roketlerini korumak için kullanması. Hamas’ın değil İsrail’in savaş suçlarını araştırmaya karar veren İnsan Hakları Konseyi, en önemli ilkesi olan suçsuzu koruma ilkesini unuttu. Yaptıkları savaş kanunlarını alt üst etmektir. Sivil halkı korumak için tarihte görülmemiş önlemleri alan İsrail kınanıyor. Hem siviller saldırıp, hem sivillerin arkasına saklanarak iki kere savaş suçu işleyen Hamas ise aklanıyor. Böylece İnsan Hakları Konseyi dünyadaki tüm teröristlere önemli bir mesaj gönderiyor: Sivilleri canlı kalkan olarak kullanın. Tekrar tekrar kullanın. Neden mi? Faydalı oluyor. Teröristlere canlı kalkan kullanmayı meşru kılan İnsan Hakları Konseyi artık Terör Hakları konseyi olmuştur! Ve bunun da sonuçlarını göreceğiz. Bu sadece bizim değerlerimiz bizim çıkarlarımız değil, sizin de. bombalanmasının yanında daha bir önem kazanıyor. Hamasın bu alçak savaşına karşı İsrail’in vatandaşlarından oluşan ordusu, çocuklarımız ve kızlarımız dünyanın en yüksek ahlaki standartlarında savaştılar. İsrail askerleri kınama değil, saygın insanların hayranlığını hak ederler. Hamas ne yaptı? Roketlerini evlerin yakınlarına koyup, halkına İsrail’in uyarılarını kaale almamalarını söyledi. Bu taleplerini yerine getirmeyenlere ders olsun diye de Gazze’de protesto eden Filistinlileri de öldürdüler. Daha da alçakça, Hamas roketlerini Filistinli çocukların yaşadığı ve oynadığı yerlere de yerleştirdiler. Size bir resim göstereyim. France 24 TV’nin çektiği resimde iki roket rampasının yanında oynayan üç çocuk görünüyor. Hamas bunun gibi yüzlerce yere roketler yerleştirdi. Bayanlar ve baylar bu bir savaş suçudur. Mahmut Abbas’a şunu diyorum: Bu savaş suçunu senin hükümetine ortak olan Hamas işledi ve bundan sen sorumlusun. Geçen hafta bu kürsüden (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 12 - ülkesi soy ayırımı iftirasıyla, soykırımla suçlanıyor. Soykırımla! Hangi dünyada soykırımda düşmanın sivil halkına bombalanan bölgeden uzaklaştırmaları için haber verilir? Veya binlerce roket saldırısı altında olduğumuzda tonlarca insani yardım gönderilir? Yaralılarına yardım için bir sahra hastanesi kurulur? Herhalde bu, birisinin holokosta iftiralarla dolu bir doktora tezi yazdığı dünya olmalı. Aynı kişi, kurulacak Filistin’in Yahudilerden arıtılmış olacağını da söylüyor: “Judenrein”. Utanmadan bu kürsüden İsrail’i soykırım ve etnik temizlikle suçluyor. Geçmişte, Yahudilere karşı iğrenç yalanlar birçok Yahudi’nin öldürüldüğü pogromların habercisi olmuşlardı. Fakat artık değil! Bugün biz, Yahudi halkı kendimizi koruyabiliyoruz. Kendimizi savaş alanında düşmana karşı koruyacağız, yalanlarını dünyanın gözlerinin önüne sereceğiz. Gururla dik duracağız ve başımızı eğmeyeceğiz. Filistinle Barış Bayanlar ve Baylar, bütün sorunların yanı sıra, elimizde ciddi bir fırsatın geçtiğini de görüyorum. Onlarca yıldır İsrail’i düşman gören Arap ülkeleri İnsan Hakları Konseyi Dünyanın çetin bir bölgesinde yaşıyoruz. Politik muhalifler İran’da asılıyor genç kızlar Nijerya’da kitlece kaçırılıyor, yüzbinlerce insan Libya ve Irakta katlediliyor. Bütün bunlara rağmen, İnsan Hakları Konseyinin kararlarının yarısı sadece bir ülkeye, İsrail’e odaklanıyor. Ortadoğu’daki tek demokrasi, her şeyin parlamentoda serbestçe tartışıldığı, insan haklarının bağımsız mahkemeler tarafından korunduğu, kadın, eşcinsel ve azınlıkların hür bir toplumda yaşayabildikleri İsrail’e. Artık manasını kaybetmiş “İnsan Hakları Konseyi”nin İsrail’e karşı taraflı tutumu dünyanın en eski önyargılarından birisinin tekrar ortaya çıkmasıdır. Avrupa’da kitleler Yahudilerin gazlanmasını istiyor, liderleri İsrail’i Nazilerle karşılaştırıyor. Bunların nedeni İsrail’in politikaları değil. Bunların nedeni rahatsız beyinler. Bu rahatsızlığın bir adı var: Antisemitizm. İleri toplumlarda İsrail eleştirisi kisvesi altında ilerliyor. Asırlar boyu Yahudiler kan iftirasıyla şeytanlaştırıldılar. Tanrıyı, peygamberleri katletmekle suçlandılar. Günümüzde ise Yahudi (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 13 - radikal İslami grubun kurulması. Bu iki tecrübemiz topraklardan çekileceğimiz zaman gereken güvenlik taleplerimizi arttırıyor. Güvenlik endişemiz bugün daha da büyük: Etrafınıza bakın: Devletler yıkılıyor, militan İslamcı gruplar da boşluğu dolduruyorlar. İsrail çekileceği toprakları Gazze ve Lübnan’daki gibi militan İslami grupların doldurmasına izin veremez. Bu, İŞİD ve benzerlerinin halkımızın %80 inin birkaç kilometre yakınına gelmesi demek olur: 1967 sınırı ile Tel Aviv mesafesi buradan Times Square’e kadar olan mesafedir (3 km kadar). İsrail’in her zaman kendi başına bütün olabilecek tehlikelere karşı kendini koruyabilmesi ilkesinde her zaman ısrarcı olacağım. Ve her şeye rağmen bazıları İsrail’in güvenlik sorunlarını ciddiye almıyorlar. Ben bundan vaz geçmeyeceğim. Çünkü İsrail başbakanı olarak Yahudi halkının ve ülkesinin geleceğinden sorumluyum ve bu sorumluluktan feragat etmeyeceğim. Komşularımızdan gelecek yeni bir yaklaşımla olan tüm güçlüklere rağmen barış yolunda ilerleyebiliriz. İsrail’de imkânsızı becerme alışkanlığımız vardır. gitgide beraberce aynı tehlikelerle karşı karşıya olduğumuz görüyorlar: Nükleer bir İran ve gitgide kuvvetlenen militan İslam. Yapmamız gereken bu ortak çıkarlarımızı bölgemizi daha güvenli, barışlı zengin bir Ortadoğu haline getirebilmek. Beraberce su, tarım, taşıma, sağlık, enerji ve daha birçok projeleri gerçekleştirebiliriz. Bu girişim İsrail ile Filistin arasında bir barışa da yardımcı olur. Senelerce tersi düşünüldü. Fakat bu günlerde, Arap dünyasıyla İsrail arasında geniş bir yaklaşma Filistin ile barışı kolaylaştırabilir. Bu barışa erişmek için sadece Yeruşalayim ve Ramallah’a değil, Kahire, Amman, Abu Dabi Riyad ve diğer başkentlere de bakmalıyız. Politik, maddi ve diğer vazgeçilmez destek verebilecek tüm Arap ülkelerle çalışmalıyız. Tarihi bir ödün vermeye hazırım. İsrail’in yabancı bir toprağı işgal ettiğinden değil. İsrailliler İsrail’de işgalci değiller. Tarih, arkeoloji ve mantık bu topraklarda 3,000 senelik bir geçmişimiz olduğunu gösterir. Barışı, halkım için daha iyi bir gelecek yaratmak için istiyorum. Fakat samimi bir barış olmalı. Birbirini tanıyan, karşılıklı kaya gibi sağlam güvenlik anlaşmaları olan bir barış. Nedeni de şu: İsrail Lübnan ve Gazze’den çekildi. Sonuç: Sınırlarımızda bize on binlerce roket atmış olan iki (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Sadece insanımızın zekâsıyla, çok az tabii kaynaklara rağmen çölü, mümbit toprak haline getirdik. İsrail’i dünyanın teknoloji ve yaratıcılık merkezi yaptık. Barış, İsrail’in gerçek gücünü ortaya koyacak, yapabileceklerini gösterecektir. Sadece kendi için değil, sade Filistinliler için değil bölgedeki tüm halkların yararına. Fakat eski barış kalıplarından vaz geçmeliyiz. Yeni gerçekler, Arap komşularımızın yeni rollerini ve sorumluluklarını da görüşmeliyiz. Bayanlar ve Baylar, Yeni bir Ortadoğu var. Yeni tehlikeler gibi yeni fırsatlar da var. İsrail, Arap komşuları ve dünya milletleriyle bu tehlikelere karşı durmaya ve bu fırsatlardan yararlanmaya hazırdır. Militan İslam’ı yenmeli, İran’ın nükleer güç olmasını önlemeli ve Arap ülkelerinin Filistinlilerle yapılacak bir barıştaki vazgeçilmez rollerini de görmeliyiz. Bütün söylediklerim mantıksız görünebilir fakat gerçektir. Ve gerçekler her zaman, özellikle Birleşmiş Milletler’de söylenmelidir. Büyük barışçı peygamber İsaiah 3,000 yıl önce şu gerçeği dile getirmiş: - 14 - “Adaletin ışığı parlamadıkça ve kurtuluşumuz yanar bir meşale gibi olmadıkça Sion için susmayacağım. Yeruşalayim için durmadan çalışacağım.” Bayanlar ve Baylar, Ortak geleceğimizi güvenlik altına almak için adalet ve dürüstlük meşalesini yakalım. Teşekkür ederim. (036) Kasım-Aralık 2014 - 15 - DIYALoG Linet Şaul’un Budapeşte’deki Konseri Şalom Gazetesinden “SALOM TURKEY” Başarılı Şalom Ekibi geçtiğimiz günlerde bir yeniliğe daha imza attı. Linet Şaul 7 Eylül günü Budapeşte'nin Újpest sinagogunda bir konser verdi. Handel'in Ester orotoryosundan arya ve düetleri mezzo‐soprano Judit Rajk ile beraber ibranice olarak seslendiren sanatçı programında bazı Sefarad şarkılarına da yer verdi. Handel'in Ester orotoryosu, Amsterdamlı bir Haham tarafından ibraniceye çevrilmiş fakat günümüze kadar ibranice olarak çok az seslendirilmişti. Sefarad şarkılarının orkestra eşliğinde seslendirilmesi ise Budapeşte seyircisi tarafından çok beğeni topladı. Şalom Gazetesi ve web sitesinde yayınlanan bazı haber ve yazıların İngilizce tercümelerinin yer alacağı “Salom Turkey” Ekim ayı başında yayın hayatına başladı. Şalom’un web sitesinin ana sayfasının üst tarafındaki ikonu tıklayarak ulaşılan “Salom Turkey” büyük ilgi görmekte. Şalom ekibini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. (036) Kasım-Aralık 2014 - 16 - DIYALoG Türk Vatandaşlığı Yahudilerden Gizlenmelerini Talep Ediyor ve sonrasında Türkiyeli Yahudilere yönelik ilgi de artıyordu. Fakat buna rağmen Türkiyeli Yahudiler, haklarında en az bilgi sahibi olunan gayrimüslim toplumlar arasında. Koç Üniversitesi Yayınları’ndan bu ay yayınlanan ‘Yirmi Birinci Yüzyılda Türkiye’deki Yahudiler: Hoşgörünün Öteki Yüzü’ kitabıyla Hebrew University of Jerusalem’den Marcy Brink‐Danan, Türkiyeli Yahudilerin özellikle 1992’den sonra yaşadıklarına odaklanıyor. AGOS Emre Can Dağlıoğlu [email protected] Koç Üniversitesi Yayınları’ndan Temmuz ayında yayınlanan ‘Yirmi Birinci Yüzyılda Türkiye’deki Yahudiler: Hoşgörünün Öteki Yüzü’ kitabıyla Hebrew University of Jerusalem’den Marcy Brink‐Danan, Türkiyeli Yahudilerin özellikle 1992’den sonra yaşadıklarına odaklanıyor. Brink‐Danan’la Türkiyeli Yahudilerin kimliğini, İsrail’e bakışlarını ve medyadaki temsillerini konuştuk. Türk Yahudi kimliği nasıl kuruluyor? Bu kimliğin önemli bir etmeni, kendi dışında kalan ulusal kolektivitenin kendilerini nasıl isimlendirdiği. Çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçişin etkilerinin ‘öz’ Türk kimliğine olumlu bir sosyal değer atfetmesi sebebiyle isimlendirme de bu yeni birlikte yepyeni bir sembolik ağırlık oluşturmuş. Türk Yahudi kimliğinin isimlendirilmesi üzerine daha önce de çok yazmıştım, 2000’lerin başında Brink‐Danan’la Türkiyeli Yahudilerin kimliğini, İsrail’e bakışlarını ve medyadaki temsillerini konuştuk. Türkiye, özellikle 1990’lardan itibaren çok kültürlü geçmişiyle yeniden tanışırken, Osmanlı’ya gelişlerinin 500. yılının kutlamaları vesilesiyle 1992 (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Türkiye’de yaptığım saha çalışması sırasında beni çarpan konu da bu oldu. Yahudilerin bu bölgede 500 yıllık bir geçmişi olmasına, Türkiye vatandaşı olmalarına ve Türkçe konuşmalarına rağmen, Müslüman Türklerle gündelik temaslarında genellikle ‘yabancı’ olarak sınıflandırılıyorlar. Herhangi bir yerde Yahudi arkadaşlarım kendilerini tanıtırken, nereden geldiklerini, Türk olup olmadıklarını, nasıl böyle güzel Türkçe konuştuklarını açıklamak zorunda kalıyorlardı. - 17 - yüzde 42’ye ulaştı. 1990’dan 2001’e kadar geçen süre zarfında, bu oran neredeyse ikiye katlanmış oldu. Türkiye, belki de bu kadar Yahudi’nin bu kadar Müslüman’la evlendiği dünyadaki tek ülkedir. Şunu da belirtmek gerekir ki, birbirleriyle evlenen Yahudiler ve Müslümanlar genelde dini pratiklerini uygulamayan seküler insanlar. Türkiye’deki Yahudiler kendilerini ‘Türk’ kimliğiyle ne kadar özdeşleştiriyor sizce? Elli yıl önce, Türkiyeli akademisyenler Türk kimliğini bir yerden kazandırırken, bir yerden kaybettiren bir denge üzerine kurmuşlar. Türkiyeli bir gayrimüslim Türk vatandaşı kabul edilirken, asla Türk olamayacağı ileri sürülmüş. 2002‐2003 yıllarında Türkiye’de yaptığım etnografik çalışmada, bunun bazen doğru olduğunu, bazen de olmadığını gördüm. Türkiyeli Yahudiler, elbette ki kendilerini Türk olarak görüyorlar. Kitap Türkçeye çevrilirken de bu konuda zorluk yaşadık. Çevirmenimiz kitabın ismini ‘Türkiyeli Yahudiler’ diye çevirmek isterken, ben ‘Türk Yahudileri’ kalmasında ısrarcı oldum. Yayınevinin editörleri, Türkiyeli Rumlar örneğini vererek ‘Türkiyeli’ sıfatını Türklüğü milliyetçileştirmemek için tercih ettiklerini söylediler. Fakat Yahudiler, Türk ulusal projesinin Bir diğer önemli etmen de Yahudi toplumunun tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplum içi evliliğe atfettiği önem. Birçok bölgede bu, azınlıkların ortak hayatta kalma stratejisidir zaten, fakat bu, dışarıdan elitist bir pratik olarak algılanıyor. Hâlbuki bu, çoğunluk dini ve kültürü içinde kaybolmamak için devam ettirilen bir gelenek. Yine de Yahudilerin Müslüman Türklerin çalıştıkları ve eğlendikleri yerlerde çalıştıkları ve eğlendikleri gerçeğinin altını çizmek çok önemli. Aynı barlara gidiyorlar, aynı Filmleri izliyorlar, aynı kıyafetleri giyiyorlar, arkadaşları gibi Türkçe konuşuyorlar ve giderek artan oranda Müslümanlarla evleniyorlar. 1960’larda karma evliliğe çok nadir rastlanırken, 90’lar boyunca Yahudiler ile Müslüman arasındaki evlilik oranı (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG her zaman büyük destekçileri ve ilk savunucuları oldular. Türkiye’deki Yahudiler, genellikle 1934 Trakya Pogromları, Varlık Vergisi ve 6‐7 Eylül gibi yaşadıkları felaketler konusunda sessizdirler. Bu meşum hatıraları konuşmaktan neden kaçınıyorlar sizce? Türk Yahudileri, Osmanlı’nın son dönemindeki Cumhuriyetçi tutumları dolayısıyla Türk hegemonyasıyla paradoksal bir ilişki kuruyorlar. Yahudilerin sadık tavrına rağmen, Cumhuriyet’in ilk yılları, azınlık dillerinin yasaklayan ve yıkıcı pogromların, gerçekleştiren bir yabancı düşmanlığına sahne oldu. Bu yıllar boyunca, Türk olmak ve yeterince Türk kabul edilmemek korkusu, İstanbul’daki Yahudiler ve diğer azınlıklar arasında, etnik azınlık dilleri yerine Türkçe konuşmak, isimleri ‘Türkleştirmek’ ve kamusal alanda farklı olduklarını belli eden her şeyi geri plana çekmek gibi çok sayıda imha edici sosyal pratiğin gerçekleşmesine neden oldu. Başlarından azınlıkların ekonomik ve sembolik varlığına kast eden bir vergi geçti. Bu süreç, 90’lara kadar devam etti ve bu süre zarfında Yahudiler, hayatta kalmak - 18 - için ‘düşük profilli’ kalmayı öğrendiler. Daha da önemlisi, 1980’lerin sonundan itibaren Türkiye’deki AB politikalarını Yahudiler hükümetin desteklediler. Bu sebeple, Türkiye’nin ‘iyi azınlıklar’ı rolünü kamusal alanda üstlendiler. Genel olarak Ermeniler ve Rumlara kıyasla, Yahudiler, Osmanlı’nın kendilerini kabul etmesi ve diğer tarihsel dönemlerde, Türk hoşgörüsü mitini güçlendirici iddialar öne sürebilirler. Bu Avrupa halkları için çok önemli olmasa da, Yahudiler için kötü tarihsel anıları silmek veya en azından vurgulamamak anlamına geliyor. Türkiye’deki Yahudilerin hafızasında Türkiye’deki nüfuslarını erimesine yol açan bir olay olarak kazıdıkları bir şey var mı? Yahudilerin Türkiye’den kötü anıları olduğu için göç ettiklerini düşünmüyorum. Bu yanlış bir niteleme olur. Türkiye’yi terk etmeyi düşünen çoğu Yahudi, kendilerini Türk hissetmelerinden ve burada yaşamaya devam edebileceklerini düşünmelerinden ötürü bunu biraz zorla yapıyorlar. Siyasi ve demografik gerçekliklerden endişe ediyorlar. Kitapta yer almayan bir makalemde, Türkiye’den göç eden Yahudi kadınların karmaşık (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG duygularını konu etmiştim. Özellikle şunun altını çizmeliyim ki, her zaman başka bir seçenekleri olmadığını düşünüyorlar. Eğer Yahudi hayatına devam etmek istiyorlarsa, Yahudi bir erkekle evlenmek istiyorlarsa, bunu başka yerde denemek zorunda olduklarını hissediyorlar. - 19 - Türk Yahudileri, Türkiye‐İsrail ilişkilerinden ve Türkiye’deki medyanın bu konuyu ele alma şeklinden nasıl etkileniyorlar? 2010’daki Mavi Marmara baskınının ardından Başbakan Erdoğan, İsrail’in tavrını mahkûm ederken, ancak bu durumun Türk Yahudilerine karşı antisemit eylemlere izin verilmeyeceğini ifade eden bir konuşma yapmıştı. Fakat neden yabancı bir ülkenin eyleminden dolayı Türk Yahudileri cezalandırılacaktı ki? Erdoğan, bu konuşmasıyla Türk Yahudileri ile İsrail arasında görünürde doğal ve mantıklı bir ilişkiyi güçlendirmişti. Bu konuşma, 2009’da bir Türk kulübünde gördüğüm bir karikatürü aklıma getirdi. Karikatürün üzerinde, ‘Köpekler girebilir, Yahudiler ve Ermeniler giremez’ yazıyordu. Bu iki örnekten anlıyoruz ki, İsrail dışında yaşayan Yahudiler, geçmişte de bugün de paradoksal bir durum içindeler. Diaspora Yahudileri, İsrail’e dair ne hissederlerse hissetsinler, İsrail’de yaşamadıkları için siyonist ilkelere tabi değiller. Aynı zamanda, İsrail’e göç etmeyip Diaspora’da yaşamayı sürdürdükleri için ‘anavatan’ın çekiminden daha güçlü bir bağla yaşadıkları yere bağlılar. Bu sebeple, Türkiye medyasının kötü şöhrete sahip olduğu Yahudi ve Türkiye’deki Yahudilerin İsrail’e bakış açıları nasıl? Hiç gitmemiş bile olsalar, İsrail’le ‘muhayyel memleket’ bağı kuruyorlar mı? Baştan şunu söyleyeyim, Türkiye’deki Yahudilerin çoğu İsrail’e gidip geliyorlar ve orada yaşayan akrabaları var. ‘Muhayyel memleket’ kavramını ancak orada yaşamadıkları için kullanabiliriz. Türk Yahudileri ile İsrailliler arasındaki ilişki, İsrail’in kurulmasından sonra büyük bir göç yaşandığı düşünüldüğünde şaşırtıcı olmayacaktır. Sonuçta, şu anda yüz bin Türk Yahudisi İsrail’de yaşıyor. Yine de Türk Yahudiler, İsrail hakkındaki bilgilerini genellikle kamusal alanda açık etmezler. Antisemitizm ve Türk Yahudileri ile İsrail arasındaki karmaşık ilişki, belki de İslamcı ve solcuların İsrail’i algılama biçimleri, Ladinoda ‘düşük profilli’ anlamına gelen kayadez olarak sürdürülmesine yol açar. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG İsrail kimliklerini bir araya getirme meselesi, tam anlamıyla talihsizlik. Bunu Yıldız Tilbe’nin Hitler’i övmesinde ve Ankara Belediye Başkanı’nın onu desteklemesinde tekrar gördük. Bunun Türk Yahudilerinin yaşadıkları, askerlik hizmetlerini yaptıkları, çalıştıkları, evlendikleri kendi ülkelerinden şüphe duymalarına sebep olacak kadar onları üzdüğünü düşünmek zor olmasa gerek. - 20 - Türkiye’deki Yahudilerinin hayatına yönelik büyük bir ilgi vardı, fakat o günden bu yana, bu anlamda çok şey değişti elbette ki. Kozmopolitlik kapalı kapılar ardında Kitabınızda kozmopolit yapının Türkiye’nin tanıtımında sıklıkla kullanılması ile Yahudi toplumunun kimliğini açıkça ifade edememesi arasındaki çelişkiden bahsediyorsunuz. Ne tür bir çelişki bu? Kitapta ‘mutlu rüya yılı’ olarak tanımladığınız 1992’den sonra, Yahudi kimliğinde bir değişim tespit ettiniz mi? Türkiye’deki Yahudilerin kozmopolitliği kapalı kapılar ardında sürdürdüğünü gördüm, fakat şunu biliyoruz ki, vatandaşlık modelleri, Yahudilerden ve diğer gayrimüslimlerden görünür olmamasını istiyor. Silmek, Türk Yahudileri tarafından Türkler içinde asimile olmak için çalışılmış bir strateji. Yahudilerin uzun süreli asimilasyon çalışmalarına rağmen, Türk milliyetçileri, solcuları ve İslamcıları halen kozmopolitliği bir tehlike olarak görüyor. Avrupa Kültür Başkentliği kapsamında, gündelik hayatta çoğunluktaki insanların hoş göreceğinin çok daha ötesindeki farklılıkları takdir etmekte sorun yaşanmıyor. Bence en büyük değişim, şaşırtıcı olmayacak biçimde AKP’nin yükselişinin ardından gerçekleşti. Yahudiler ve diğer Türkler, AKP’nin Türk egemenliğinin eski biçimini reddedişini kabul etmekte ciddi anlamda zorlandılar. Gezi olaylarından bu yana, bütün ülke Türklüğün ne anlama geldiğine karar vermeye yönelik çaba harcamış gibi görünüyordu. Avrupa’nın küresel siyasi ve ekonomik sistemde giderek belirginleşen zayıflığının da büyük etkisi var. Türkiye artık AB’ye katılma konusunda çok çok daha az ilgili ve bu durum, herkes gibi Yahudileri de çok yakından ilgilendiriyor. 1992’de, Yahudilerin Osmanlı’ya gelmelerinin 500. yılının kutlamaları çerçevesinde, (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Paris’teki Université d’été 2013’e Türkiyeden Katılan - 21 - Türkiye’den katılan Fani Ender, Karen Sarhon ve Metin Delevi’nin büyük ilgi gören sunumlarının videosu internette yayınlanarak tüm araştırmacı ve ilgililerin bilgisine sunuldu. “Les Juifs Turcs Aujourd’hui” başlığı altında Türkiye Yahudilerinin tanıtımını ve güncel durumlarını katılımcılara görsel sunumlar eşliğinde büyük bir başarı ile sunan Fani Ender, Karen Sarhon ve Metin Delevi, aynı zamanda Türkiye’deki Yahudilerin bugünkü durumunu tarihe not düşmüş oldular. Karen Gerson’un Judeo‐Espanyol, Fani Ender ve Metin Delevi’nin Fransızca dilinde sundukları konuşmaları salonu dolduran katılımcılar tarafından çok beğenildi. “Les Juifs Turcs Aujourd’hui” başlığı ile yayınlanan 90 dakikalık bu değerli sunuma: Fani Ender, Karen Sarhon ve Metin Delevi’nin Sunumları Yayınlandı http://www.akadem.org/sommaire/colloques/universite ‐d‐ete‐judeo‐espagnole‐2013/les‐juifs‐turcs‐aujourd‐hui‐ 27‐08‐2013‐53852_4494.php adresinden ulaşabilirsiniz. Aki Estamos ve Alliance Israélite Universelle tarafından 2013 yılında ikincisi düzenlenen “Université d’été Judéo‐Espagnole 2013”e (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG ‘Mesleklerinde İlk Türk Yahudi Kadınlar’ - 22 - öğrencilerinin ve sergide yer alan başarılı kadınların çoğunun da bulunduğu 400’e yakın konuk tarafından ziyaret edildi. Sergisinde İzmirli Kadınlar Sarit Bonfil - İzmir Uzun uğraş ve araştırmalar sonucu sergiye imza atan Naim Güleryüz “Bu serginini amacı, cesaret ve sebatlarıyla mesleklerinde ilk Türk Yahudi kadını olma başarısına ulaşanları onurlandırmak, artık aramızda olmayanları rahmetle anmak ve tümünü anımsamaktır. Mesleklerinde ilk olan kadınlarının kısa öyküleri, Türk halkının ilgisini yakından çekecek, Türkiye Yahudilerinin ülkelerine olan hizmetlerine ışık tutacak” dedi. 36 kadının etkileyici başarı öyküsünün sunulduğu sergide İzmirli kadınlar da yer aldı. Bodrum doğumlu, eğitim hayatına İzmir’de başlayan, bir gök cismine ismi verilen gökbilimci Prof.Dr. Janet Akyüz Mattei, İzmir doğumlu kardeşi Prof. Dr. Rejin Akyüz Kebudi (Çocuk Onkolojisi), Prof. Dr. Eti Akyüz Levi (Mimarlık‐Restorasyon), Prof. Dr. Sonia Pardo Amado (Deneysel Psikoloji), Şair Ester Morguez Algranati, Yabancı Özel Okullarda Türk Müdür Başyardımcısı Anet Nahum Gomel ve yaşamını İzmir’de sürdüren Opera Sanatçısı Linet Alevi Şaul mesleklerinin öncüleri olan Yahudi kadınlar olarak tanıtıldılar. 26 Ekim Pazar günü düzenlenen Yahudi Kültürü Avrupa Günü Etkinlikleri kapsamında, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nde küratörlüğünü araştırmacı yazar Naim Avigdor Güleryüz’ün yaptığı ‘Mesleklerinde İlk Türk Yahudi Kadınlar’ konulu sergi açılışı gerçekleşti. Sergi ve müze aralarında Dışişleri Bakanlığı İstanbul Temsilcisi Büyükelçi Ü. Kenan İpek’in, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sanat Tarihi Öğretmeni Dr. Aziz Doğanay ve (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Türkiye'de Kim Nasıl Zengin Oldu? - 23 - Mobil gibi firmaların temsilciliğini yapmaya başlarken; Hacı Ömer Sabancı, Adana'da pamuk ticareti ile uğraşmaktaydı. Doç. Dr. Sait Yılmaz - Ulusal Kanal Yaşar grubunun kurucusu Durmuş Yaşar, 1927 yılında Rodos'tan İzmir'e gelerek başladığı boya ve gemicilik malzemesi ticaretini sürdürüyordu. 1914’deki Rum ve 1915’deki Ermeni tehciri ile Anadolu’daki belli başlı aileler yabancılardan kalan mülke kolay yoldan konmuşlardı. Çukurova grubunun kurucuları Eliyeşil ve Karamehmet aileleri ise Tarsus bölgesinde büyük toprak sahipleriydi. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki özel sermaye, dönme ya da Selanik’den göç edenler (Bezmen, Titiz, Yalman vb.) tarafından oluşturuldu. Ancak, Çukurova grubu, 1887'de Rum azınlıklar tarafından kurulan bir iplik fabrikasını 1925 yılında ele geçirerek erken bir tarihte sanayici kimliği de kazanacaktı. Sonraları Türkiye'de öne çıkan büyük sermaye gruplarının bazılarının kökenleri Cumhuriyetin ilk yıllarına dek uzanmaktadır. Adana'da Fransız işgalinin 1921'de sona ermesinin ardından Ermeni Aristidis Simyonoğlu’nun bez fabrikası, Kayseri milletvekili Nuh Naci Yazgan tarafından (Kadir Has'ın babası) Nuri Has ve diğer iki ortakla beraber devralınarak Milli Mensucat Fabrikası'na dönüştürülmüştü. İş Bankası bu dönemde en hızlı gelişimi sergilemiş ve sonraki dönemlerde de büyümesini sürdürmüştü. Bunun dışında Koç, Sabancı, Çukurova gibi büyük grupların kurucuları 1920'lerde iş dünyasında henüz ilk adımlarını atıyorlardı. Türkiye’de özel sektörün gelişmesinin önünde en büyük engellerden biri olarak yabancıların, özellikle Yahudilerin ticaretteki hâkim rolleri görülmekte idi. Vehbi Koç kendi adına ilk şirketini kurup İstanbul'dan Ankara'ya mal getirip satmaya ve Ford, (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 24 - Cumhuriyetin başlarında bazı ithal malların satılmasında ve devlet ihalelerinde Yahudi ailelerin çok büyük avantajları olmuştu. 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi, Yahudilerin dışlanmasına yönelikti ve İstanbul’da sermayenin değişimini başlattı. Vergisi'ni ödemekte zorluk çeken azınlıkların çoğunun mülkleri haczedildi ya da bizzat kendileri tarafından satışa çıkarılarak düşük fiyatla el değiştirdi. Kısacası, Varlık Vergisi uygulamada gayrimüslimlerden Müslüman‐Türk kapitalistlere sermaye aktarımı anlamına geldi. Türkiye’deki Yahudi iş adamları arasında Üzeyir Garih, JakKamhi, İshak Alaton ve Bursa’da öldürülen ünlü tefeci Malki en çok tanınanlardır. Bunların dışında Hazar Türkü Museviler ve Karatay Türkü Museviler orta sınıf iş adamları idi. Karatay Türkü iş adamları bugünkü Karaköy’ü kuranlar olup, sayıları 30’a kadar inmiştir. Selanik dönmesi (Sabatay) olarak bilinenler ise daha çok tekstil dünyasında hâkim yer edinmişken, daha sonra bu üstünlüklerini kaybettiler. 1954 yılında Galata’da Üzeyir Garih ile İshak Alaton’un beş bin lira sermaye ile kurdukları Alarko Holding’in bugünkü gücüne ulaşmasında, 1958’de dönemin başbakanı Adnan Menderes’in kendilerine Ankara’da kurulacak olan bir para matbaasının havalandırma tertibatının ihalesini vermesinin önemli rolü oldu. Koç ve Sabancı’nın ismini duyulması İkinci Dünya Savaşı sonrasında başladı. Türkiye’de zengin kesimin oluşmasında en önemli etkenlerden biri hükümet ihaleleri olagelmiştir. Koç’un CHP iktidarı döneminde Numune Hastanesi ihalesini alması ilk örneği teşkil etmektedir. 1946 yılında ABD’den General Electrics ile anlaşarak Türkiye’de ampul fabrikasını kurması Koç ailesi için dönüm noktası oldu. Koç, daha sonra Amerikalılarla traktör ve otomotiv işine girdi. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Sabancı ise 1950’lerde Demokrat Parti’nin zengin ettiği ailedir. Elektrifikasyon ve elektrik malzemelerinin satışı ile piyasaya giren Burla Biraderlerin de gerek devletten aldıkları ihalelerle ve gerekse Türk işadamlarıyla yürüttükleri ortak çalışmalarla kısa zamanda büyük güce ulaştılar. Sabancı, Koç’a göre daha milli projelerle çalışırken, yurt dışına özellikle otomotiv sektörü (Toyota vb.) ile açıldı. Vehbi Koç’un arkasındaki ‘gizli kahraman’ olarak bilinen Bernar Nahum da Koç Grubu’na Burla Biraderler’den 1944 yılında transfer edildi. Aydın Doğan, Koç’un bayisi ve koruması altındadır. Yabancılarla ortaklık yabancı devletin korumasından faydalanmak demekti. - 25 - de Koç’un özellikle yurtdışı ilişkilerinin arkasında hep Bernar Nahum’un uluslararası seviyede güçlü bağlantıları yatıyordu. Bu zorunluluğun diğer yüzü ise yabancılara tamamen pazarı kaptırmak yerine pay sahibi olabilmekti. Elektrik ampulü, taşıt lastikleri, buzdolabı, çamaşır makinesi, Anadol otomobili üretimi gibi başlangıçta çok zor gibi görünen sektörlere girilmesinde Nahum’un hayal gücünün ve uygulama üstünlüğünün payı büyüktü. Daha sonra Türkiye’ye Arap sermayesi (Karamehmet, Ercan Holding, Çiftçiler vb.) gelmeye başladı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında önemli fiyat artışları ve savaş dönemi yoklukları ticari birikimin hızlanmasına vesile oldu, genellikle devlet kadroları ile yakın ilişki içinde birçok yeni tüccar ortaya çıktı. Koç grubu, bu dönemde Oliver (traktör), U.S.Rubber (oto lastiği) ve Siemens (elektrikli cihazlar) firmalarının temsilciliklerini almış, Ford bayiliğini Anadolu'nun çeşitli bölgelerini kapsayacak şekilde genişletmiş, yurtiçinde yeni ticaret şirketleri oluşturmuş, ayrıca ilk yurtdışı ticaret şirketini ABD'de 1945 yılında kurmuştu. Yabancı dil bilmeyen Koç, Türkiye’deki Yahudiler üzerinden yabancılarla ilişkiyi tercih etti. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Hacı Ömer Sabancı, 1948‐49'da Adana'nın önde gelen tüccarlarından Alber Diyap'la birlikte pamuk ihracatına başlarken; Borusan grubuna ait İstikbal Ticaret bu yıllarda demir‐çelik ithalatı ve kuru meyve ihracatı, Çukurova grubu ise Caterpillar iş makinelerinin ve çeşitli tarım araçlarının temsilciliğini yapmaktaydı. - 26 - Numan Kıraç, İkinci Dünya Savaşı'nın bitimiyle Amerika'nın başlattığı Marshall yardımlarının dağıtımında görev aldı. Mehmet Barlas'ın babası Cemil Sait Barlas'la beraber kime hangi yardım dağıtılacaklarına karar veriyorlardı. İlk büyük yardım paketi içinde Türk çiftçisini pulluktan ve kara sabandan kurtaracak traktörler ithal edildi. 1940'lı yıllarda atölye ölçeğinde imalata başlayan Akkök (iplik ve dokuma), Eczacıbaşı (ilaç ve seramik fincan), Yaşar (boya), Ülker (bisküvi) gibi gruplar, 1950'li yıllarda bu faaliyetlerini tipik olarak TSKB kredileri ile fabrika ölçeğine taşıdılar. Türk Traktör'ün Türk sermayedarı Vehbi Koç oldu. 1955 yılında yaşanan 6‐7 Eylül olayları da Rum ve Ermeni mallarına el konulması da belirli bir zengin kesim yarattı. Erdoğan Demirören, Beyoğlu’ndaki Rum menkullerini ele geçirenlerin başında idi. Savaşı izleyen yıllarda, özel girişimin öncülüğünde hızlı bir banka kurma çabası vardır. Ziraat Bankası ve iş Bankası dışında kalan dört büyük banka bu dönemde kuruldular. Yapı ve Kredi Bankası (1944), Garanti Bankası (1946), Akbank (1948) gibi sonraları Türkiye bankacılık sektöründe ilk sıraları alacak olan bankalar birkaç yıl içinde faaliyete geçtiler. 1949 yılında Sanayi ve Kalkınma Bankası’nın (TSKB) kurulması ile ABD istediği kişiye istediği kadar kredi vermek ve Türk ekonomisine yön vermek için vasıta edindi. Bu krediler bugünün zenginlerini oluşturdu. 30'lu yılların başında Atatürk tarafından yüksek ziraat tahsili yapmak için yurtdışına gönderilen Ali (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 27 - TÜSİAD'ın 'dışa açılma' talebi 1970'lerin ikinci yarısında şekil kazanmaya başladı. Bundan sonra iktidarla işbirliği yapan aileler İnönü ve Menderes zamanında ihaleler alarak zengin oldular. 1960’larda ise ABD’de çıkarılan PL 480 kanunu ile buğday, süt tozu, tavuk gibi ihtiyaç fazlası Amerikan menşeli mallar Türkiye gibi ülkelere gönderildi. Bunların karşılığında oluşturulan fon ile İstanbul’dan İzmit’e kadar kurulan fabrikalar finanse edildi. Böylece ABD, Türkiye’nin bugünkü zengin kesimini ve sermaye dağılımını, kendi deyimiyle kalkınmasını sağladı. 12 Mart muhtırasından üç hafta sonra, 2 Nisan 1971 günü imzalanan bir protokol ile kurulan TÜSİAD, açıkça finans kapitalin örgütüdür. Derneğin ilk kurucuları İstanbul ve İzmir'in büyük sermaye gruplarının (Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Sapmaz, Tekfen, Bodur, Boyner, İzmir'den Yaşar, Özakat, Özsaruhan) temsilcileriydi. 1978 yılına gelindiğinde TÜSİAD, AET'ye tam üyelik için harekete geçilmesini ve ekonomide yapısal bir değişimi öneriyordu. 1978 yılında bir heyetle ABD'ye ziyaret gerçekleştiren TÜSİAD, bu ülkede IMF, Dünya Bankası ve finans çevreleriyle görüşecek; görüşmeleri izleyen günlerde kapsamlı bir istikrar programının uygulamaya konması için Ecevit hükümetine baskı yapmaya başlayacaktı. 24 Ocak Kararları ile ilan edilen ve 12 Eylül darbesi ile uygulanma olanağı bulan politikaların özelliği, TÜSİAD tarafından açıklanan 'dışa açılma' ve buna eşlik edecek düzenlemelere yönelik önerilerin karşılık bulmuş olmasıydı. Nitekim 12 Eylül’ün ilk icraatı her türlü sendikal faaliyeti ve grevleri yasaklamak oldu. TÜSİAD'ın dışa açılma yönündeki talepleri 24 Ocak 1980 kararlarında karşılık buldu. 24 Ocak 1980’deki odak değişikliği ile Türkiye’de kapitalizm, kendisini güdecek iktisadi liberalizme teslim edildi. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 28 - Türkiye'de genellikle TÜSİAD çevresinde yer alan büyük sermaye gruplarının 1990'lardan itibaren belirli bir rekabetle karşılaştıkları, 1990'ların ikinci yarısında kısmi bir güç kaybı yaşadıkları, ancak 2000'li yıllarda hem uluslararası ölçekte hem de ülke içinde bir dizi hamle ile konumlarını sağlamlaştırmaya yöneldikleri söylenebilir. Yalnızca üç grup (Koç, Sabancı, İş Bankası) İMKB'deki toplam sermayenin 1988'de yüzde 43'ünü, 1991’de yüzde 45'ini, 1994'te yüzde 27'sini, 1998'de yüzde 34'ünü elinde tutmaktaydı. 2001 yılına gelindiğinde, İMKB'de işlem gören şirketlerin toplam sermayesinin yüzde 57'si, 5 büyük gruba ait 55 şirketin elindeydi. 1980'lerden itibaren, özellikle Anadolu kentlerinde büyüme arzusundaki sermayeler için açık olan bir yol, 'İslami sermaye' denilen kesim içinde yer almak biçiminde ortaya çıktı. Türkiye’deki büyük sermaye biri 1980'li yılların başında, diğeri ise son yıllarında olmak üzere iki büyük tasfiye dalgası yaşadı. 1980'li yıllarda ayakta kalabilen (çoğu banka sahibi olan) büyük sermaye grupları, zor duruma düşen işletmeleri ele geçirerek büyümelerini hızlandırdılar. Bunda önemli bir neden, küçük işletmelerin kredi sisteminden dışlanmış olmalarıydı. Alternatif olarak, 1980'lerde 'özel finans kurumları' (faizsiz bankacılık) adı altında başlayan sistemde, genelde İslami cemaatlerle bağlantılı Anadolu Finans, İhlas Finans (Işıkçılar cemaati), Asya‐ Finans (BankAsya, Fethullah Gülen cemaati) gibi kuruluşlar ve Al Baraka, Faysal Finans, Kuveyt Evkaf gibi Arap sermayeli firmalar bulunmaktaydı. Özellikle 2001 krizi sonrasına Derviş‐IMF iktidarı ile özelleştirmenin önü iyice açıldı. Daha önceleri fazla karşılaşılmayan 'ele geçirme' olgusu 1980'lerde çarpıcı bir artış sergiledi. Toprak, Zorlu, Ciner, Çalık, İhlas gibi gruplar 1980 sonrasında pek çok kez hukuk sistemi ile olan sorunlarını bir şekilde aşarak büyümüştür. Holding formu, çok sayıda şirketi bir merkezden yönetmek ve bir 'iç sermaye piyasası' oluşturmak için elverişli bir kurumsal biçim olarak yaygınlık kazandı. Kemal Derviş, 2001'de IMF'ten aldığı 40 milyar doları batacak bankalara verdi. (036) Kasım-Aralık 2014 - 29 - DIYALoG Aynı yılın Ağustos ayında Üzeyir Garih ortadan kaldırılıyordu. Özelleştirmeler ile sadece milli sermaye değil, egemenliğe de darbe vuruldu. Garih, inanılmaz bir tehditle karşı karşıyaydı. Pek çok fabrika Türkiye’de gibi gözükse de mülkiyeti yabancılara aittir. Sermaye kendini koruma aracı olarak medya vasıtası edinmeyi de bir sigorta aracı olarak görmeye devam etse de, Türkiye’deki baskılar medyayı da içine almakta, gündemi karartmaktadır. 2007 yılından itibaren AKP’nin yeşil sermayeye yer açmak için başlattığı tasfiye harekâtı büyük sermaye grupları ile aralarında kırılmaya neden oldu. Türkiye ekonomisinde uzun yıllardır hâkim konumda bulunan büyük gruplar (özellikle TÜSİAD çevresi) yavaş yavaş'devre dışı' kaldı; bunların yerini ise AKP tarafından kollanan 'yandaş' sermayeler ve MÜSİAD almaya başladı. Bir yandan özellikle medya sahibi 'eski' gruplar üzerindeki sıkı maliye denetimleri ve kesilen cezalar, bir yandan da kamu ihaleleri ve özelleştirmeler yoluyla yandaşlara aktarılan rantlar, büyük sermaye içindeki çekişmeyi özetlemektedir. İstenilen parayı vermesi mümkün değildi. Ortağı İshak Alaton ise Erdoğan, Başbakan olduktan sonra gizli kabinesinde yer aldı. Erdoğan’ın beynini yönlendiren ilk beş kişiden birisi arasındaydı. 2003 yılından sonra ‘özelleştirme’adı altında cumhuriyetin 80 yıllık kazanımlarının küresel sermayeye satılması, ‘Levanten burjuvazi’ ve bir kısım ‘sonradan görme’varlık sahiplerinin şirketlerini, bankalarını, arazi, mesken ve arsalarını yabancılara satmaları ile Türkiye’deki sermaye hareketleri içinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının payı hızla arttı. Borç niteliğinde Türkiye’ye gelen yabancı sermaye 2003’ten sonra rekor düzeyde yükseldi. Bugün Türkiye’de 15.000 Avrupalı yatırımcı şirket bulunmakta ve borsasının %60’ı yabancıların elindedir. (036) Kasım-Aralık 2014 - 30 - DIYALoG İSRAİL AKP, kendi 'organik burjuvazisini' yaratmak için uğraşmakta ve TOKİ ihaleleri, yerel yönetimler gibi kanallar aracılığıyla bu grubu beslemektedir. Bununla birlikte, AKP'nin neo‐liberal politikalarından TÜSİAD çevresindeki büyük sermaye de nemalanmaya devam etmektedir. Türkiye ekonomisinde büyük sermaye gruplarının belirgin ağırlığı devam etmektedir. Son yıllarda Türkiye’de bir yandan yeşil sermaye içinde MÜSİAD (Çalık, Emine Erdoğan vb. ) ile TUSCON (Gülen cemaati) arasında rekabet başladı. Bu rekabete son zamanlarda Başbakan ve hükümet üyelerinin sık sık toplantılarına katıldığı diğer bir yeşil sermaye kuruluşu olan TÜMSİAD katıldı. En Eğitimli Dördüncü Ülke Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından, üye ülkelerin eğitim standartlarını, gelişmelerini inceleyen “Bir Bakışta Eğitim 2014” yıllık raporu yayımlandı. İsrail bu rapora göre en eğitimli ilk 10 ülke arasında 4. sırada yer alıyor. İsrail’de yetişkinlerin %46’ya yakını yüksekokul derecesine sahip. Buna karşılık, OECD ülkelerindeki ortalama %24 ile karşılaştırıldığında, İsrail’de 25‐64 yaşındakilerin sadece % 15 lise eğitimi almamış. İsrail’de yüksekokul öğrenimi gören 55‐64 yaşındakilerin oranı (%47), OECD ülkeleri ortalamasının (%25) neredeyse iki katı kadar fazla. OECD ülkelerinde erken çocuk eğitim oranı %70 iken, İsrail’de 3 yaşından itibaren çocuk eğitimi oranı %86 oranında. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG İsrail, eğitim kurumları harcamaları Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) yüzdesi olarak, OECD ülkeleri arasında 6. sırada. OECD ülkeleri genelindeki eğitim politikalarının ve reformlarının karşılaştırmalı analiz verilerine göre günümüzde daha fazla insan, daha yüksek eğitime erişim imkanına sahip oluyor. 2012 yılında gelişmiş ülkelerdeki 3 yetişkinden biri üniversite eğitimi aldı. 2000 yılında önemli bir artış ile bu oran 5 kişiden biri gibi bir orana zaten yükselmişti. Yükseköğretim harcamalarının yüksek oranlarda olduğu ülkeler, en eğitimli nüfusa sahip olma eğilimindeler. En eğitimli ülkelerin altısında yüksek öğrenim harcamaları 13.957$ olan OECD ortalamasından daha yüksek oldu. ABD kişi başına ayırdığı ortalama 26.021$ ile dünyada eğitime en çok bütçe ayıran ülke konumunda. Eğitime yatırımın önemine rağmen, istisnalar var. Kore ve Rusya Federasyonu’nun eğitime yatırımları OECD ortalamasından çok daha düşük. Bu ülkelerde 2011 yılında öğrenci başına yüksek öğretime 10.000 dolardan az harcandı. Ancak halen en eğitimli nüfusa sahip ülkeler arasında yer almaktalar. - 31 - Yüksek öğretimin nüfusa oranı yüzdesi ile en eğitimli 10 ülkesi: 1. Rusya Federasyonu, %53.5 2. Kanada, %52.6 3. Japonya, %46.6 4. İsrail, %46.4 5. ABD, %43.1 6. Kore, %41.7 7. Avustralya, %41.3 8. İngiltere, %41.0 9. Yeni Zellanda, %40.6 10. İrlanda, % 39.7 (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Sara Pardo’ya - 32 - bugüne kadar yaptığı gönüllü çalışmalar ve çeşitli dernek ve kuruluşlardan aldığı ödüller aktarıldı. 2000 yılında profesyonel turist rehberliğini bırakarak kent tarihi ve kültürü üzerine araştırmalar yapmaya ağırlık veren Sara Pardo, düzenlediği geziler, yurt içinde ve dışında verdiği konferanslar, İzmir Büyükşehir Belediyesinden Tarihe Saygı ödülü alan Sevgili İzmir Beni Tanı: Dünden Yarınlara İzmir Yahudileri (2008) adlı kitabı, çocuklara tarihi ve kültürel değerleri aşılamak için çizgi roman tarzında hazırladığı Efes Arının Gizemi (2009) ve Öykülerin İzinde Smyrna’dan İzmir’e (2014)adlı kitapları, antik sinagogların restorasyonu ve tanıtılmasına yaptığı katkılarla İzmir’in turizm potansiyelinin artmasında oynadığı rol, çeşitli sivil toplum kuruluşları ile okullar yararına yaptığı gönüllü yardım ve hizmetler dolayısıyla ödüle layık görüldü. Tülay Aktaş İzmir Gönüllüleri Ödülü Sarit Bonfil - İzmir İzmirli gönüllüler, 18'incisi düzenlenen Tülay Aktaş İzmir Gönüllü Kuruluşlar Güçbirliği Karşılıksız Hizmet Ödül Töreni'nde ödüllerini aldı.Şehir gönüllüsü merhum Tülay Aktaş’ın ölümünün ardından İzmir'de 300'e yakın sivil toplum kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu birliğin ödül töreninde İzmir Gönüllüleri ödülünü Sara Pardo ve Yümniye Akbulut aldı. Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi'nde yapılan törene Tülay Aktaş’ın eşi İzmir eski Valisi ve İçişleri eski Bakanı Kutlu Aktaş da katıldı. Törende Devlet eski Bakanı Işılay Saygın, siyasi yaşamında İzmir ve Türkiye'ye yaptığı katkıların yanı sıra, sivil toplum kuruluşlarında gösterdiği öncülük ve liderlik vasıfları nedeniyle Ömür Boyu Gönüllülük Ödülü’ne layık görüldü. İzmir sevdalısı olarak anılan Sara Pardo ödülü alkışlar eşliğinde CHP milletvekili Prof. Dr. Hülya Güven ve İzmir eski Valisi ve İçişleri eski Bakanı Kutlu Aktaş’ın elinden aldı. Törende İzmir Gönüllüleri ödülünü alan Sara Pardo’nun CV’si ekrana yansıtılarak okundu. 2010’da yılın turist rehberi seçilen Pardo’nun (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Türkiye'de İlginç Analiz Bildiğimiz Yahudi Milleti 19.yy Boyunca Nasıl Ortaya Çıktı - 33 - ‐ Sonuç olarak 1825‐1930 arası 100 kusur yıllık bir dönem içinde dünya Yahudi nüfusu 3 milyondan 16 milyona artarak 5'ten fazlaya katlandı, gerek sayı ve gerek sosyal/kültürel yapı açısından geniş bir transformasyondan geçti; üstelik bu büyüme yarım milyon'dan fazla Yahudi'nin gerek progromlar, gerek hastalık salgınları sonucu telef olmasına rağmen gerçekleşti... Yusuf Besalel’in katkıları ile 1932 yılında, yani tam Nazi kasırgası öncesi, Berlin'den bir Yahudi demografi uzmanı tarafından yayınlanan ilginç araştırmaya göre: ‐ Nüfus patlamasının izahı: 1825‐1930 döneminde Yahudi aileler eskisi gibi yüksek sayıda çocuk yapmaya devam etti, fakat tıbbi/hijiyenik gelişmeler sonucu çocuk ölüm oranlarında büyük bir düşüş yeraldı... ‐ Sanayi devrimi, şehirleşme, teknolojik/tıbbi buluşlar gibi anahtar gelişmelerin tam eşiğinde, 1825 yılına baktığımız zaman, dünya Yahudi nüfusunun sadece 3 milyon civarı seyrettiğini görüyoruz... ‐ Gayri‐Yahudi Avrupa toplumlarına baktığımız zaman, Yahudilerden daha yüksek bir doğum oranına rağmen, aynı 100 kusur yıllık dönem içinde, Yahudi'lerdeki 5 misli yerine sadece 3.5 misli bir nüfus büyümesi görüyoruz; bunun da izahı Yahudiler arasında tıbbi/hijiyenik açıdan nisbeten daha iyi bakıma dayanıyor (Yahudiler arasında çok daha düşük alkol ve tütün bağımlıkları dahil olmak üzere)... ‐ Bu nüfusun ezici çoğunluğu Doğu Avrupa'da "shtetle" denilen ufak Yahudi kasabalarında, Balkanlar/Ortadoğu'da ise geleneksel Yahudi mahallelerinde, kendi dünyasında yaşıyordu... ‐ Bu nüfus, (a) 1825‐1880 arası, yani 2 kuşaklık bir dönemde, ikiden fazlaya katlandı ve (b)1880‐1930 arası, ikinci bir 2 kuşaklık dönemde tekrar ikiden fazlaya katlandı... ‐ 1930'dan sonrası dönemde ise, bir yandan şehirleşme ve kadınların iş gücüne katılması gibi (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 34 - ‐ Yahudiler arasında laik/milliyetçi özgürlük akımlarını temsil eden Siyonizm hareketinin de aynı süreç sonucu geliştiğini görüyoruz. 1880'lerde filizlenen Hovevey Tsiyon hareketi bir süre içinde Siyonist Kongreleri'ne önayak oluyor, sonra da İsrail’de yerleşim ve bağımsız devlet kurmak girişimleri halinde dalbudak sarıyordu... ‐ Öte yandan 1933'ten başlayarak, Naziler'in Almanya'da yükselişi ile 1940‐45 arası yukardaki 16 milyon nüfusun üçte birinden fazlasının Nazi soykırımı sonucu imha edilmesi gibi akıl almaz bir felakete şahit oluyoruz... süreçler, öte yandan tıbbi/hijiyenik ilerlemeler etkisinde, "düşük çocuk ölüm oranıyla birlikte az çocuk doğurmak" bazında yeni bir nüfus dengesine girildiğini görüyoruz. Örneğin Osmanlı/Türk Yahudileri bağlamında, geleneksel getto'larda (Hasköy, Balat, vs) doğan 1900‐1925 doğumlu kuşak arasında 4‐7 kardeş; 1925'ten günümüze kadar, çoğunlukla geleneksel getto'lar dışında doğan (Şişhane, Şişli, vs) kuşaklar arasında ise tek çocuk veya 2 kardeş görüyoruz... ‐ Sosyal yapı açısından trasformasyona gelince: 1825 yılında geniş çoğunlukla ufak kırsal kasabalarda kendine kapalı getto'larda yaşayan, genellikle "heder" ilkokul tahsilli, kendi dilini konuşan (Yiddish, Ladino, vs), esnaf veya işçi, dindar ağırlıklı, fakir bir proleter Yahudi toplumuna karşılık; 1930 yılına baktığımızda, geniş çoğunluğu büyük şehirlerde yaşayan, lise veya üniversite mezunu, yaşadığı ülkenin dilini konuşan, özel meslek veya tüccar sınıfına ait, laik ağırlıklı, burjuva bir toplum görüyoruz. O kadar ki, 1930 yılında dünya Yahudilerinin üçte biri, Batı dünyasının en büyük 15 metropolünde yaşıyor ve bu kentlerin ticari, profesyonel ve kültürel hayatının temelini oluşturuyordu... (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Antisemitizm: Türkiye’de Yahudi Düşmanlığını Neden hiç Kimse Umursamıyor? - 35 - gelinen ama bu toprakların içine işlemiş anti ‐Semitizm eğilimini akademisyen Corry Guttstadt ile konuşmaya karar verdim. Türkolog tarihçi Guttstadt, ‘Türkiye, Yahudiler ve Holokost’ kitabının yazarı ve konunun üstadı. Türklerin ‘Bizde ırkçılık yoktur’ argümanı Nazi döneminde Almanya’dan kaçan Yahudileri ülkeye kabul etmesine dayanır. O dönemde tam olarak ne olmuştu, Türkiye gerçekten ‘ırkçı olmadığı için’ mi Yahudileri kabul etmişti? Bahsedilen dönem, yani 1930 – 40’lı yıllar, aslında tam Türk milliyetçiliğinin ırkçılığa kaydığı bir dönemdir. Türk ‘ırkının’ üstünlüğü iddiaları, ‘nüfus mühendisliği’, gayri Türk nüfusa yapılan tehditler, Türk tarih tezi, güneş – dil teorisi… Nazi Almanyası’ndan kaçarak Türkiye’ye gelen Yahudilere gelince… Bu kişiler, Nazilerin iktidara gelmesinden sonra Yahudi veya muhalif oldukları için işlerinden kovulan bilim insanları, uzmanlar ve sanatçılardı. Türkiye bu insanları, üniversite reformu ve ülkenin kalkındırılmasında belli alanlarda uzmanlara ihtiyaç duyduğu için kabul etti. Sayıları da çok düşüktü. Eş, çocuk ve Radikal Ezgi Başaran POSTED BY KEHABER Akademisyen Corry Guttstadt Radikal gazetesinden Ezgin Başaran’a, Türkiye’de Antisemitizmin yaygın olduğunu vurgularken, “Asıl endişe verici olgu, pek kimsenin bu sorunu fark etmemesi ve karşı çıkmamasıdır” diyor. Türkolog tarihçi Guttstadt, Türkiye, Yahudiler ve Holokost kitabının yazarı ve konunun üstadı. Röportajdan alıntılar: Yoğun gündemimizde arada kaynamış olabilir fakat geçen hafta yazar Roni Margulies, Taraf’taki köşesinde taze bir anti‐Semitizm örneği sundu. Uludağ Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesi dergisinde Dinler Tarihi hocası Yrd. Doç. Süleyman Sayar Yahudileri şöyle tarif ediyordu: “Gerek Mısır, gerek Babil, Yunan, Roma ve hatta İslâm hâkimiyeti dönemlerinde düşmanla işbirliği yaparak yaşadıkları ülkeyi çökertmeye çalışmışlar, ama her seferinde başarısızlığa uğramışlardır.” Bu vesileyle çoğunlukla görmezden (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 36 - olmadığını anlayamıyordu. Çözüm olarak Alman Başkonsolosluğu’ndan, Yahudilerin pasaportlarına ‘gizli bir işaret’ konulmasını istemişti. Ağustos 1938’de apaçık Yahudileri hedef alan 2/9498 No’lu gizli bir kararname çıkarıldı. Bu kararnameye göre kendi ülkelerinde kısıtlamalara tabi tutulan yabancı ülke Yahudilerinin ‘bugünkü dinleri ne olursa olsun’, Türkiye’ye girmeleri yasaklandı. Türkiye’de yaygın ama yanlış bir iddia, bu politikanın Nazi Almanyası’nın etkisi, hatta baskısının sonucu olarak gösterilmesidir. Bunun anokronik bir izahı şöyle: Türkiye’nin bu politikaya başladığı veya bunu yoğunlaştırdığı dönemde, yani 1937 – 1938’de Nazilerin politikası, henüz Yahudileri öldürmek değil, onları Almanya’dan kovmaktan ibaretti ve Yahudilerin Türkiye’ye ve başka ülkelere kaçmaları Nazilerin işine geliyordu. Dolayısıyla, Türkiye’nin sözünü ettiğimiz bu politikası kendi ‘öz’ politikasıydı. [...] 1950‐60’lı yıllarda anti ‐Semitizmin Türkiye’de artık apaçık ortaya çıkıp yayıldığı dönemdir. Bunun bir örneği olarak Necip Fazıl Kısakürek tarafından çıkarılan Büyük Doğu dergisini ve taraftarlarını sayabiliriz. Hem Batı ve ‘Batılılaşmayı ahlaksızlığın’ arkasında, hem komünizmin felaketlerinin akrabaları ile toplam 550‐600 kişi eder. Ayrıca sayılarını tam olarak bilmediğimiz yaklaşık 300 Yahudi de, mülteci olarak gelip, çocuk bakıcılığı gibi geçici işlerde geçimlerini sağlamaya çalışmıştır. Almanya’dan kaçan toplam 400 bin Yahudi göz önüne alındığında, Türkiye’ye gelen kişi, bu sayının yalnızca ‘binde biri’nden biraz fazladır. Yahudilerin sığındıkları ülkelere ilişkin istatistiklere baktığımızda, Türkiye’nin bu istatistiklerde hiç yer almadığını görürüz. Türkiye’nin bu Yahudileri Almanya’dan kaçmak zorunda kaldıkları için kabul ettiği iddiası da aslında yanlıştır. Aksini söylemek daha doğru olur: Türkiye, uzmanlara ihtiyaç duyduğu için bu insanları Yahudi olmalarına rağmen ülkeye kabul etmiştir. Bu bilim insanlarının çoğunun Yahudi olduğu Türkiye’de zaten pek söylenmemiştir. Kucak açmaktan öte fayda ilişkisi var diyorsunuz… Evet. Zaten 1937’den itibaren Türk makamları, ‘ünlü olmayan’ yani profesör veya uzman olarak çağrılmamış Yahudi mültecileri ülkeden kovmaya başlamış ve girişlerini engellemek için çeşitli tedbirler almıştır: Temmuz 1938’de Türkiye, Alman pasaportlarında din hanesi olmadığı için Türkiye’ye giriş yapmak isteyen birinin Yahudi olup (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG ‘azmettirici’ olarak ve asıl düşman olarak Yahudileri gösteren bu acayip teoriler, anti – Semitizmin tam tipik bir versiyonudur. Necmettin Erbakan da MilliGörüş hareketinde Yahudileri ve masonları dünyanın ve kapitalizmin bütün olumsuzluklarından sorumlu tutuyordu. 90’lı yıllarda Türkiye’nin siyasi yapılanması yeniden biçimlendi. Sol ve demokrat‐liberal çevrelerde Kemalizm eleştirisi ön plana çıkınca yepyeni cepheler kuruldu. İslami kesimin en bariz anti – Semitleriyle ortak platformlar kuruldu. Abdurrahman Dilipak veya Mehmet Şevki Eygi gibi adamlara şimdi ‘İslami düşünür’ olarak hitap ediliyordu. [...] Dikkate değer bir olgu da şu: Avrupa’da ırkçı anti‐Semitizm aslında, Yahudilerin asimile oldukları an, yani çoğunluk toplumundan azınlık olarak kolayca fark edilememeye başladıklarında ortaya çıkmasıdır. Bir anti‐Semit için Yahudi olarak fark edilmeyen Yahudi en tehlikeli Yahudidir. Bence Türkiye’de ‘dönmelere’ karşı beslenen ve inanılmaz yaygın olan dönme‐ fobisi bunun çok çarpıcı bir örneğidir. Peki ya Filistin’deki durum? Bu da o değişkenlerden biri değil mi? - 37 - Türkiye’deki solcular ve İslamcılar tarafından ikide bir öne sürülen ‘Filistin dayanışması’ bana çok samimi gelmiyor. Birincisi, Türk toplumunda Araplara karşı duyulan aşağılayıcı görüşler oldukça yaygın. İkincisi; bugün zaman zaman Yahudilere – İsrail’e karşı getirilen “Vatan hainleri, biz sizi misafir ettik, siz de Osmanlı topraklarından pay koparttınız” suçlaması, eskiden İngiliz ve Fransızların desteğiyle Osmanlı’dan kopan Araplara yapılıyordu. Sizce Türkiye’de, İsrail’in politikalarına karşı olmakla anti‐Semit olmak arasındaki eşik hangi durumlarda geçiliyor? Gazze savaşı, Dökme Kurşun Harekâtı veya Mavi Marmara gibi olaylarda hemen hemen bütün Türkiye basınında bu oldu. Sağdan sola İslamcıdan ulusalcıya sayısız örnek vermek mümkün. Bir protesto mitinginde taşınan ‘Hitler haklıymış. Yahudiler her ülkede aynı, onlar insan olmaz’ pankartı bunun en korkunç örneğidir. Makul veya sert bir eleştiriyle anti‐Semitizm arasındaki çizgiyi hangi kıstaslar belirliyor? (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 38 - bağlamamak gerek. Bilinen ‘Siz öldürmeyi iyi biliyorsunuz’ sözü bunun bir örneğidir. Türkiye devleti, Kürtlere karşı veya Aleviler, Ermeniler gibi başka gruplara uyguladığı politikadan ötürü defalarca çeşitli uluslararası kurum ve platformlarda eleştirildi ve eleştiriliyor. Ama hiçbir yabancı siyaset adamı bir Türkiye temsilcisine ‘Siz öldürmeyi iyi biliyorsunuz’ demedi ve demez de. ’Gazze Şeridi büyük bir toplama kampıdır’, veya ‘İsrail Nazi yöntemleri uyguluyor’ gibi ibareler Türkiye’de hemen hemen her kesimden duyulabilir. Böyle suçlamalar hem Nazi zulmünü ve soykırımı inanılmaz biçimde banalize ediyor hem de İsrail’in meşruluğunu hedef alıyor, çünkü Holokost İsrail‘in kuruluş sebeplerinin biridir. İsrail devletinin politikalarını bütün Yahudilere, özellikle de Türkiye’deki Yahudilere mal etmek kabul edilemez. Türkiye’deki Yahudi cemaatinin tüm bunlara suskun kalmasının sebebi korku mu? Araştırmalarda halkın yüzde 70’inin Yahudileri komşu olarak istemediği ortaya çıkıyorsa ve politikacılar da onları ikide bir ‘500 yıl önce ülkeye gelen misafir’ olarak adlandırırıyorsa ve bunu ifade ederken aslında onlardan minnettar olmalarının İsrail’in var olma hakkını inkâr etmek eleştiri sınırlarını aşar. İsrail Birleşmiş Milletler‘in onayıyla kurulan bir devlettir. İnsan, ulus ve ulus devlet fikrine karşı çıkabilir. Ama İsrail‘i diğer ulus devletlerden ayrı tutup ortadan kaldırılmasını talep edip amaçlamak anti‐Semitizmdir. Ulus devletlerin çoğu savaşlarda, topraklarında bulunan başka etnik grupları ezerek veya sürerek ortaya çıkmıştır. Türk ulus devleti, Ermenileri katlederek, Rumları kovarak kurulmuştur. Bunu en sert şekilde eleştirenler bile, Türkiye’nin ortadan kaldırılmasını talep etmez. İkinci kıstas: Siyonizmi bir ulusal ideoloji olarak değil, dünya hâkimiyetini amaçlayan bir plan olarak algılamak. Uluslar, ortaya çıkınca kendi var olma haklarını belirlemek ve ötekilerden ayırmak için genelikle birtakım muğlak, dine, kültüre veya ortak tarih gibi öğelere dayanarak bir ulusal ideoloji geliştiriyorlar. Bu bütün ulusal ideolojiler için geçerlidir. Türk ulusal ideolojisi ‘Siyonizm’den ne daha makul ne de daha abestir. İsrail devletinin Filistin halkına uyguladığı şiddeti sonuna kadar eleştirebiliriz ama öyle değil mi? Elbette ama bunu özel bir Yahudi meşrebe (036) Kasım-Aralık 2014 - 39 - DIYALoG beklendiği mesajını vermek istiyorsa… Zaten, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bugünkü Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan ve nüfusunun 120 bin ile 150 bin arasında olduğu tahmin edilen Yahudilerin çoğunluğu bugün Türkiye’yi terk etti. Bugün 20 binden az Yahudi yaşıyor Türkiye’de. Türk Müslüman nüfusu aynı sürede 13 milyondan 78 milyona çıktı. Bence sorgulanması gereken, Türkiye’nin demokratlarının her yana sinmiş ağır anti‐Semitizm karşısında neden o kadar suskun ve kayıtsız kaldığıdır. Anti‐Semitizm Yahudilerin sorunu değildir, toplumun tamamının sorunudur. İslamcılar tamam da, ulusalcı cephenin de bu konuda pek parlak olduğu söylenemez değil mi? Tabii ki. Bugün Türkiye’nin siyasi kariyerine, antisemit bir tiyatro örgütlenmesiyle başlamış bir başbakanı var. Karşı tarafta ‘laik‐milliyetçi’ yani ulusalcı denilen çevrelerin de en fazla kullandıkları motif yine ‘anti‐ Semit komplo’ teorileri. İslamcılar Osmanlı ve Abdülhamid’i deviren Jöntürklerin arkasında, Türk milliyetçileri Kürtlerin arkasında ve Kürtler de kendilerini ezen Kemalistlerin arkasında Yahudileri gösterir. Konu böyle vahim olmasaydı bu absürd komplo teorilerine gülünebilirdi. Anti – Semitizmin aydın kesimde de görmezden gelindiğini düşünüyor musunuz? Aynen öyle. Tehlikeli olan, sadece anti – Semitizmin yaygın olması değil. Asıl endişe verici olgu, kimsenin bu sorunu fark etmemesi, karşı çıkmaması. Aydınların kulakları anti – Semitizmi duymuyor. Başka topluluklara yönelik saldırılara en azından muhalif kesim tepki gösterir. Hrant Dink’in öldürülmesi, Sivas ve Maraş katliamları demokrat kesimin belleğinde, oysa sinagoglara yapılan vahim saldırılar unutulmuş gibi. Anti‐ Semitizm konusunda Türkiye toplumunda herhangi bir duyarlılık yok. http://kehaber.org/2012/08/20/6830/ (036) Kasım-Aralık 2014 - 40 - DIYALoG Janine Çikurel İzmir Uluslararası Yemek Festivalindeydi İzmir'in Angelican Kilisesi'nde düzenlediği Uluslararası Yemek Festivali ve Yarışmasına Janine Çikurel Panama adına katıldı ve Panama'nın yöresel yemeklerinden çeşitler hazırladı. İÇİMİZDEN Beki Şikar (036) Kasım-Aralık 2014 - 41 - DIYALoG Julyet Hazan Karma Sergide Eserlerini Sergiledi Dalya Ventura Bat- Mitsva Ödüllü seramik sanatçımız Jülyet Hazan, 16 Eylül ‐ 7 Ekim tarihlerinde Resim ve Heykel Müzesinde, çalıştığı Tüzüm Kızılcam Atölyesinin “Algının Deneysel Dönüşümü” temalı karma sergisinde dört yıllık seramik eserlerini sergiledi. Sergi 10 Ekim ve 30 Ekim tarihleri arasında Güzelbahçe Kültür Merkezinde tekrar sanatseverlerle buluştu. Başarılarının devamını diliyoruz. Keti & David Ventura'nın kızları Dalya Bat‐ Mitsvasını 20 Eylül'de ailesi, akrabaları ve yakın arkadaşları ile çoşkuyla kutladı. Mazal Tov!.. (036) Kasım-Aralık 2014 - 42 - DIYALoG Liga’da Sukot Kutlamaları Mila & Deyvi Evlendiler Ester ve Nesim Telyas'ın kızları Mila ile Rozi ve Avram Sevinti'nin oğulları Deyvi, 28 Eylül'de İzmir Karataş Beth ‐ İsrael Sinagogunda evlendiler. Genç çifti ve aileleri kutluyor, mutluluklar diliyoruz. 14 Ekim Salı Günü Liga'da KHD Yaşam Gönüllerinin de verdiği destekle Sukot Bayramı öğle saatlerinde kutlandı. Akşamüzeri okullarından dönen Sunday School öğrencileri Suka’nın altında Sukot Bayramını öğretmenleri ile kutladı... (036) Kasım-Aralık 2014 - 43 - DIYALoG Sabi Jimi’nin 50.nci Yaş Günü Teri & Vitali Evlendiler Sabi Jimi eşi Katya'nın hazırladığı süpriz bir parti ile 50 inci yaş gününü ailesi ve yakın arkadaşları ile birlikte kutladı. Soli & Eliyezer Baron'un kızları Teri ile Doroti & Sami Bega'nın oğulları Vitali, 7 Eylül 2014 tarihinde İzmir Karataş Beth İsrael Sinagogunda evlendiler. Genç çifti ve ailelerini kutlar, mutluluklar dileriz... Sağlıklı ve güzel nice mutlu yaşlar diliyoruz... (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Jo Kohen’den yeni bir Mekân Meyhane Piero Restoran, Cafe konusunda İzmir'e farklı mekânlar kazandıran Jo Kohen, şimdi de Alsancak Kıbrıs Şehitleri Muzaffer İzgü Sokakta eski bir Rum evini restore edip, “Meyhane Piero” adında çok keyifli yeni bir mekân açtı. Hayırlı olmasını dileriz... - 44 - (036) Kasım-Aralık 2014 - 45 - DIYALoG Karataş Eczanesi'nin Hüznü Yaşar Ürük İzmir şehri, tarihi içinde nice efsane aşka tanıklık etmiş, nice sevdaların yatağı olmuştur. Bu gün sizlere aktaracağım sevda öyküsü de çok özel. Üstelik ne bir efsaneye ne de şarkılara filmlere konu olmamış bir aşk. Ama oyun yazarları ya da senaristler bu sevdayı bilebilselerdi mutlaka senaryolarına konu yaparlardı. Karataş, günümüz İzmir'inde şehrin doğu ‐ batısı arasında gidip gelenler için genellikle bir durak adı ya da araya sıkışmış bir semttir. O semtin İzmir'in KONUK YAZAR Yaşar Ürük (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG geçmişinde ne kadar önemli olduğunu, kimlerin gelip geçtiğini ya da nelerin yaşandığını bilemezler. Oysa Karataş, bu şehri İzmir yapan güzelliklerden biridir. Karataş, çok renkli tablo misali olan İzmir'in önemli motiflerindendir. İyi bir Karataşlı olan, değerli dostum Abdülkadir Hazman bu semtle ilgili bir çalışmanın içinde... Umarım ve dilerim tamamına erdirip, bize bir Karataş kitabı kazandırır... Her zaman söylerim, memur bir ailenin çocuğu olarak, uzun yıllar kira evlerinde İzmir'in dört köşesini dolaştık durduk. Bu semtlerden biri de Karataş'tı. Karataş'ı çocukluk ve gençliğimin üç ayrı evresinde yaşadım. Bunların ilkinde oldukça küçük yaşımda, henüz ilkokula başlamadığım bir dönemde Hasanbey Kliniği'nin karşısına denk gelen evde, ikincisinde ilkokul döneminde Beth İsrael Sinagogu'nun yanında yer alan Albayrak ailesine ait 11 odalı konak yavrusu evde, üçüncüsünde ise opera eğitimi gördüğüm dönemde, eski adı Katipzade olan 337. Sokak'ta yaşadım. Çocukluk döneminde semtin sembol olmuş işyerlerinden biri, kırk merdivenlerin başladığı - 46 - noktaya yakın bir yerde olan Karataş Eczanesi'ydi. Ahşap donanımlı, eski usul görünümlü bu eczane Mithatpaşa Caddesi'nden bir kaç basamaklı dar bir merdivenli çıkılan yüksek bir zemine sahip olduğu için, göze daha heybetli, yüksek mertebede görünürdü... Bir gün Karataşlılar, eczanenin kepenklerini artık açmadığını gördüler... Bunun ne anlama geldiğinin çok da ayrımında değildim... Bir kaç ay sonra, eczanenin karşısına denk gelen, denize kıyısı olan bir arsadaki ilaç şişeleri dikkatimi çekti... Hemen tümü kahverengi renkli, küçük cam şişelerdi... Üstlerinde Karataş Eczanesi yazan yapıştırma etiketler vardı. Bu gün, onların o eczanede özel olarak hazırlanan karışımlar olduğunu düşünebiliyorum... İşte o arsada oynarken fark ettiğim şişeleri, ertesi gün babama sordum... "Bohor'un şişeleri..." diyen babamın hüzünlendiğini anımsıyorum... Sözünün gerisini getirmedi... Ve o gün aklıma takılan "O eczaneye ne oldu?" sorusu yıllarca içimde gizemini korudu... Yıllar geçip de İzmir araştırmalarına başladığımda, İzmir'deki eczanelerle ilgili minik minik notları yakaladıkça bir kenarda biriktiriyordum... Derken (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG 1982 yılı sonunda İzmir Devlet Tiyatrosu'nda Haldun Taner'in "Fazilet Eczanesi" adlı oyununu oynamaya başladık. Orada yılların eczanesini rant için yıkıp yok etmeye çalışan bir müteahhidi canlandırıyordum... Kendisi de Karataşlı olan değerli sanatçı Türker Tekin'in müthiş bir oyunla canlandırdığı Eczacı Saadettin'in kimliğinde "eczane" kavramıyla bir kez daha buluşmamın getirdiği duyguyla, çocukluk anılarımdaki Karataş Eczanesi'nin kapalı kepenklerinin gizemi bir kez daha gündeme geldi. Bu kez rastlantılara bırakmadan olayı araştırmaya başladım... Kah dönemin gazetelerindeki bölük pörçük haber kırıntıları, kah o dönemleri yaşamış eski Karataşlılar’ın anlattıklarıyla parçalar birbirini tamamlamaya başladı ve o büyülü sevdanın zaman içinde kaybolmuş sıcaklığını yakalamayı başardım. Ama art arda gelen araştırmalarda ve benzer çalışmalarda toparladığım öyküden bu güne kadar hiç söz etmedim. Kısmet bu zamanaymış... *** - 47 - Karataş Eczanesi sahibi Bohor Habif Efendi, Cumhuriyet'in ilanından kısa zaman sonra yaşadığı Edirne'den İzmir'e göç eder. İzmir'de tanıdık hiç kimsesi ve parası olmayan Bohor, Yahudilerin gözde semti Karataş'a yerleşir. Özü sözü doğru, karşısındakilere güven veren bir kişidir. Karataş'ta edindiği yeni dostların da yardımıyla kısa zaman sonra Karataş Eczanesi'ni açarak çalışmaya başlar. Bohor Habif, tatlı dili, hastalara gösterdiği ilgi, ilaçların kullanılışı ile ilgili olarak titiz önerileri ve başarılı karışımları ile Karataşlıların sevgi ve güvenini kazanır. Bu arada eczaneyi açmak için aldığı borçları öder. Birkaç yıl geçmeden de eczaneyi üzerindeki ev ile birlikte satın alır. Aradan birkaç yıl geçer. Bu arada Bohor Habif Efendi çıkan kanun sonucu Özdoru soyadını alır. Bu arada yaşı kırkı geçmesine karşın hala bekârdır ve gönlüne göre bir gelin adayı bulamamıştır. İşte bu sırada İzmir'deki yakınlarını ziyarete gelen Tunuslu Matmazel Klar ile tanışırlar. Habif Bey, otuzlu yaşlardaki boyu posu ve endamı yerinde olan, Kuzey Afrika ırkının özelliklerini taşıyan esmer güzeli bir kadın olan Klar'dan çok hoşlanır. Şakaklarına kır düşmüş Mösyö Bohor'un olgun (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 48 - insan çocuk sahibi olamaz. Bu nedenle sevdalarını sadece birbirleriyle paylaşırlar. Bu hal karı‐koca yaşlanıncaya kadar sürüp gider. kibar tavırları da Matmazel Klar'ın yüreğine heyecan verir. Sonunda hayatlarını birleştirmeye karar verirler ve Beth İsrael Havrası'nda düğünleri yapılır. Karataş Eczanesi'nin içinden geçilen evleri, birbirlerini kumrular misali seven bu iki insan için gerçek bir muhabbet yuvası olur. Birbirlerini delice sevmektedirler. Birisinin en küçük bir rahatsızlığı, diğerini son derece telaşlandırmakta ve pervaneler gibi birbirlerinin çevresinde dönmektedirler. Sevgili karısının elini sıcak sudan soğuk suya değdirmeyen Bohor Efendi, bu nedenle eczanede kalfa olarak sürekli iki kız çalıştırır. Bunlar ham eczane müşterilerine hizmet etmekte, hem de madamın mutfak işlerini görmekte ve ortalığı temizlemektedirler. Madam Klar'a ise yalnızca saçlarını kremleyip taramak, giyinip süslenmek ve sevgili kocasıyla karşılıklı sohbet etmek ya da misafir ağırlamak kalmaktadır. Bu arada akşamları genellikle sinema ya da gazinoya gitmektedirler. Ne yazık ki onca sevgiye karşılık birbirine böylesine düşkün olan bu iki Yıllar yılları kovalar ve Mösyö Habif 80, Madam Klar da 60 yaşlarını aşarlar. Bu benim çocuk dünyamda onları hatırladığım dönemdir. İki sevdalı gene birbirlerinden ayrılmamaktadırlar, ama zamanın getirdiği tahribat nedeniyle Madam Klar şeker, kalp ve ülser hastasıdır. Mösyö Habif ise egzama dökmektedir. Buna rağmen Klar kocası için hala süslenmeyi ihmal etmemekte ve kulaklarına iri halkalı küpeler takarken, manikür ve makyajı da yapmaktadır. Bu arada sıcak yaz akşamları Karataş açıkhava sinemasının sürekli müşterisiydiler. Evlerinde olduğu gibi sinemada da herkesten uzak, yan yana, diz dize film izlemektedirler. Bir bayram öncesi Mösyö Habif egzamalarını tedavi ettirmek için uzunca bir zaman Karataş Musevi Hastanesi'nde yatmak zorunda kalır. Birbirlerinden ilk kez ayrılmaktadırlar. Bu ayrılık sırasında Mösyö Habif ölümü ilk kez ciddi ciddi düşünür. Artık iyice yaşlanmış ve gücü kuvveti azalmıştır. Hayata veda edeceği an belki de çok yakındır. Oysa sevgili karısı (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 49 - uyandırmadan aşağıya eczaneye iner. Ecza dolaplarının yanına gelince gözleri kararıp, başı döner ve kendini kaybeder. Birkaç saat sonra, eczanenin kepenklerini açık görüp ilaç almak isteyen bir müşteri, kapının camından içeriye baktığında Madam Klar'ı hareketsiz yatar görür. Kapıyı açmak isterse de başaramaz ve komşulara haber verir. Birlikte kapıya yüklenirler. Gürültüye uyanan Mösyö Habif aşağıya indiği zaman sevgili karısının cansız bedeni ile karşılaşır. Oksijen çadırında belki kurtarılabilir düşüncesiyle Madamı hastaneye kaldırırlarsa da, her şey bitmiştir. Madam Klar, ertesi gün Mösyö Habif'in gözyaşları arasında toprağa verilir. Yalnızlığıyla baş başa kalan Mösyö Habif olanlara inanmamaktadır. Üst kattaki odasından eczaneye inmemekte ve sürekli olarak karısının adını sayıklamaktadır. Artık kendisini iyi hissetmemektedir. Bir an önce karısına kavuşacağı günü beklemektedir. Ama bakıma da muhtaçtır. Ablasından sonra eczanede 10 yıldır sadakatle hizmet eden kalfa kızı çağırır: Klar kendisinden gençtir ve daha uzun bir zaman yaşayabilir. Hastaneden çıkmadan kararını verir. Tüm servetini karısının üzerine geçirecek ve hayata veda ettikten sonra da ilaçlarla birlikte eczane ve evlerini Musevi Hastanesi'ne bağışlayacaktır. Hastaneden taburcu olduktan sonra, karısının karşı çıkmasına rağmen kararını uygular. Tapulu mallarının tümünü Madam Klar'ın üzerine geçirir. Ama hayat kime ne sürpriz sunacağını önceden asla belirtmez. Birkaç hafta sonra yere düşen bir anahtarı almak için eğildiği sırada, geçirdiği baş dönmesiyle Madam Klar sendeleyerek yere yıkılır. Derhal hastaneye kaldırılır. Başına buz tedavisi uygularla ve kısa zaman sonra iyileşerek taburcu olur. Kendisini çok iyi hissetmektedir. Bu nedenle eczanenin nöbetçi olduğu gece hem kocasına yardım eder hem de birbirlerine yeni kavuşmuş sevdalılar gibi sabaha kadar söyleşirler. Ertesi gün hafta tatili olduğu için erken kalkmalarına da gerek yoktur. Ancak Madam Klar sabah erken saatlerde kendisi kötü hisseder ve ilaç almak için kocasını (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG ‐ "Kızım, benim bir ayağım çukurda. Karımın ardından her halde çok yaşamam. Ablan da sen de bana çok hizmet ettiniz, Allah sizden razı olsun. Son günlerimde beni yalnız bırakmayacağını biliyorum. Malımı mülkümü karımın üzerine yapmıştım. Sana bağışlayacak bir malım yok. Ama kabul edersen, hizmetlerin için sana on bin lira vereceğim. Ölümümden sonra buradaki mobilya da senin olmalı" der. Ancak tok gözlü kalfa kız bunu kabul etmez. "Sizi baba gibi severim. Hiçbir şey bağışlamasanız da, Tanrı geçinden versin, hayatınızın sonuna kadar yanınızda çalışıp hizmetinizi seve seve görürüm" diye cevap verir. Ama Mösyö Habif çok yaşamaz ve birkaç gün sonra hayata veda eder. Havra'nın siyah uzun arabası, onu sevgili Klar'ının yanına götürür. - 50 - eczacılar Karataş Eczanesi'ni biliyorlar mı dersiniz? Bohor Efendi’yi tanıyorlar mıdır? Ya da çok sevgili eşi Klar'ı? Ya eczane ve ev ne oldu acaba? Çocukları olmadığı için Klar'ın İzmir'deki yakınları mı aldı yoksa Bohor Habif Özdoru düşündüğü gibi onları Karataş Hastanesi'ne bağışlamayı başarabildi mi? Sevdalılara selam olsun... *** Karataş Eczanesi artık anılarımın yarım yüzyıl ötelerinde kaldı... Günümüz İzmir'inde eczane sayısı bin beş yüzü geçmiş durumda. Her eczane ortalama iki bin iki yüz hasta düşüyor... İzmirli (036) Kasım-Aralık 2014 - 51 - DIYALoG Foreign Affairs - Council on Foreign Relations tarafından yayınlanmaktadır. Lübnan’da Yahudi Canlanması DIŞ BASINDAN TERCÜME Lina Filiba Güç durumdaki azınlık geçmişini restore ediyor Adam Rasmi 14 Ekim, 2014 Beyrut’un en eski sinagogu Magen Avraham şehir merkezindeki Wadi‐Abu‐Jamil semtinde restore edilmekte. (Reuters) (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Aslen Halep’ten Suriyeli bir Yahudi olan Miriam Mizrahi Guindi 1946’da Mexico City’den Beyrut’a dönmüştü. Zaten hamile olduğundan eşi Elias’ın “memleketi” Lübnan’ın başkentinde doğuracaktı. Miriam üç kez şehre dönmüş ve altı çocuğundan en küçüğünü dünyaya getirmek için her gelişinde beş veya altı ay geçirdiği Beyrut’a geri gelmişti. Birçok Lübnan ve Suriyeli Yahudi göçmen gibi Miriam ve Elias terketmiş oldukları memleketlerine güçlü bağlılıklarını sürdürüyorlardı. Her ikisi de gençliklerinden beri İbranice ve Fransızca konuşuyorlardı fakat Arapça onların tercih ettikleri ana dilleri idi. Çift daha iyi ekonomik fırsatlar için Amerika kıtasına uzun yıllar önce göç etmiş olmalarına rağmen çoğu diğer Lübnan Yahudileri daha sonraki yıllarda memleketlerini güvensizlik ve ayrımcılık olasılığı korkusuyla terkedeceklerdi. 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra Yahudilerin topluca terk ettikleri diğer Arap ülkelerinin aksine Lübnan kendi Yahudi toplumunun 1950’lerde geliştiğini gördü. Fakat 1958 yılı yazında Lübnan’lı Hıristiyanlar ile Müslümanlar - 52 - arasındaki çatışmalar ülkenin ve bölgenin istikrarsızlığına dikkatleri çekti. Takibeden yirmi yıl içinde peşpeşe yer alan Arap İsrail savaşları bunu ayrıca doğruladı: bir zamanlar 12.000 nüfuslu bir cemaat iken 1970 yılına kadar gelindiğinde nüfus 2.000 kişinin altına düşmüştü. Geride kalanlar için durum kısa sürede kötüleşti. 1975 – 1990’da iç savaş sırasında Beyrut’un tarihi Yahudi semti kendini birbirleriyle çarpışan Doğu ile Batı Bayrut’u ayıran fay hattı üzerinde buldu. Mahalle düzenli çatışmalar ve havan atışları gördü, 1982’de ise İsrail Savunma Kuvvetleri’nin Filistin Kurtuluş Ordusu savaşçılarının bölgeyi terketmeleri için yaptıkları saldırı sonucu sinagogun çatısında kocaman bir delik açıldı ve yapı yıkıntı halinde terkedildi. Sürekli devam eden çatışmalar geride kalan neredeyse tüm Yahudi toplumunun ülkelerini terketmeleri gerektiğine inandırdı. Bugün 200’den az Yahudi Lübnan’da yaşamaktadır. Ancak bazı Lübnan’lılar bu eğilimin tersine döneceğini umut ediyorlar ve ihtiyatlı iyimserlik için nedenler de var. Beyrut şehir merkezinin lüks (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 53 - yakından ilgilenen Sünni kökenli Hariri ailesi tarafından kurulmuş olan gayrimenkul firması Solidere SAL, kendi ibadet yerlerini restore etmekte olan diğer dini gruplara verdikleri gibi sinagog için de 150.000$ bağışta bulundu. Restorasyonun toplam maliyeti, 4 ‐ 5 milyon dolar arasında. Önemli olan, Lübnan’ın başlıca siyasi partileri bu imar çabalarına destek veren söylemlerde bulunmuş olmaları. Hatta 1980’lerden beri İsrail ile çatışmalar ve savaşlarla mücadele eden Şii milis‐ partisi Hizbullah bile Lübnanlı Yahudileri memnuniyetle karşıladıklarını söyledi. Parlamento üyesi ve 8 Mart koalisyonu üyesi Ghassan Moukheiber’in açıkladığı gibi “Sinagog, Yahudilikle Siyonizm arasında yapılması gereken ayrımın altını çiziyor.” Magen Avraham Sinagogu’nun restorasyonu Lübnan’da mezhepsel gerilimlerin arttığı ve tüm kesimlerin endişeli olduğu bir zamana denk geliyor. Bölgedeki devletleri ayıran sınırların meşruiyetini ve dini çoğulculuğun bütün şekillerini inkâr eden ama yoğun korunan bir alanında dinlerin bir arada var olabilecekleri sembolü yeni bir yaşam kazanma eşiğinde. Magen Avraham Sinagogu, başkentte ayakta kalan son Yahudi dini tapınağı, otuz yıllık harabelik döneminden sonra yeniden açılmaya hazırlanıyor. Sinagogun neredeyse tamamlanmış restorasyonu geçtiğimiz Ağustos ayı sonlarında Facebook sayfasında ilan edildikten sonra bu haber onlarca “like” ve olumlu yorum yağmuru ile karşılanmıştı. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden bir profesör “Ben cemaatin yakında toplanabileceğini ümit ediyorum. Ülkemizin erişebileceği tüm uzlaşmaya ihtiyacı var. En iyi dileklerimle,” yorumunu eklemişti. Facebook duyurusu yılların çalışmasını sonlandırıyordu. 2008 yılında Lübnan’ın Yahudi Cemaati Konseyi lideri İzak Arazi sinagogu restore etme projesini başlatmıştı. Aralarında önde gelen banker aile Safra’lar da olmak üzere, Lübnan Yahudi diyasporası bağış kampanyasını yönettiler. Yahudi olmayan Lübnan’lılar da katkıda bulundular. Politika ile (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG radikal grup İŞİD (İrak ve Şam İslam Devleti) yakın zamanda Arap dünyasının en çoğulcu devleti olan Lübnan’ın içine yayılmakta. Ağustos ayında İŞİD kuzeydoğuda Sünni sınır kasabası Arsal’ı istila etti ve buna karşılık Lübnan ordusu grubu dışarı itmek için bölgeye saldırdı. Takibeden çatışmalarda 35 subayı kaçırdılar ve ikisinin başını keserek idam ettiler. Magen Avraham’ın yeniden açılması dinlerin bir arada var olabilmesinin vurgulanması açısından çok ihtiyaç duyulan bir hatırlatma. Sembolizması Lübnan’ın küçük Yahudi nüfusunun istikrarsız statüsünü aşmakta. Moukheiber “Eğer Daesh (İŞİD) kafaları kesiyor iken Lübnan sinagogları restore ediyorsa... bu hafife alınacak bir şey değildir” dedi. Miriam ve Elias’ın torunu Charly Zarur da onun görüşlerini tekrarladı. “Sinagogun açılışı herşeyden önce Lübnan’ın Müslüman, Hıristiyan ve Yahudileri arasında kardeşlik ruhunun yeniden canlandırılması açısından önemlidir” dedi. - 54 - Yahudi cemaati Lübnan tarihinin uzun soluklu bir parçası olmasına rağmen ve Yahudiler resmen ulusal anayasada tanınan 18 mezhepten biri olmasına rağmen bu son onyıllarda kollektif bilinçten eksik kalmıştır. Nitekim Lübnan nüfusunun büyük çoğunluğunun 1975 yılı sonrasında doğmuş olduğu düşünüldüğünde çok az sayıda Lübnanlı Hıristiyan ve Müslüman Yahudilerle birlikte yaşama anılarına sahip. Bazı Lübnanlılar sinagogun açılmasının kendi ülkelerinin çoğulculuk anlayışını geliştireceğini savunmaktalar. Moukheiber “Bu Lübnan’da yaşayan çeşitli topluluklar ile ilgilenirken burada sadece Müslüman ve Hıristiyanlar olmadığını... Hıristiyanlar, Müslümanlar Yahudiler ve diğerleri olduğunu herkese ve hatta yasa koyucularına hatırlatacaktır.” dedi. Fakat Zarur, Arazi’nin iddialarına karşılık sinagogun açılışının Yahudi cemaatinin canlanmasının ve geçmiş dönemlerdeki gücüne geri dönebileceği beklentisinin gerçekçi olmayacağı konusunda uyardı. “Eğer bir noktada İsrail ile Lübnan yeniden ilişki kurarlarsa bu mümkün olabilir. Ancak o zaman.” (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 55 - önerisi sunmuş ise de bu hiç bir zaman kanunlaşmadı. Yahudi cemaati toplum tarafından atanmış olan – geleneksel köy lideri ‐ resmi bir muhtara sahiptir fakat o bile Yahudi değil. Son Yahudi muhtar 1978 yılında Lübnan’ı terketti ve bugün Bassem al‐Hout adında bir Müslüman bu görevi sürdürmektedir. Görevi babasından miras kalmış olan Hout Lübnanlı Yahudilerin arasında büyüdü ve cemaatten geride kalanlar için doğum, evlilik ve ölümle ilgili resmi işlemleri yapar. Gizlilik ve düşük profilli yaşam tercihlerinden dolayı belirli bireyler hakkında yorum yapmaktan kaçındı. Yasal yönetim bir tarafta, Yahudi varlığının devam edebilmesi için işleyen bir sinagog ya da toplanılabilecek mekân olmalıdır. Magen Avraham sinagogu onyıllardır yıkık durduktan sonra fiziksel olarak restore edilebilir fakat ülkede duaları yönetebilecek hiç bir haham kalmadı. (Son hahambaşı Yakup Chreim 1978’de Lübnan’ı terk etti) Ayrıca tüm diğer Lübnanlılar gibi sinagoga girmek isteyen cemaat üyeleri, girebilmek için zahmetli Lübnan’ın farklı yerlerinde dağınık olarak ‐ Bhamdoun, Deir al Qamar, Sayda ve Tripoli’de dört sinagog daha var ve tümü sahipsiz veya yıllardır yıkık durumda. Bunların herhangi birinin yakında açılabileceği olasılığı çok düşüktür. Ayrıca, Lübnan’ın geride kalan Yahudi cemaati fertleri genellikle ayrımcılık ve düşmanlığı önleme amacıyla isimlerini ve dinlerini gizleyerek görünmeden yaşamaya alıştılar. Lübnan hükümeti de Lübnan Yahudilerine ulaşmayı nadiren öncelik haline getirmiştir. Parlamentonun altı Hıristiyan mezhep ve Yahudi cemaatini kapsayan azınlık ilişkileri konusunda görevli üyesi Nabil de Freige 2011 yılında tek bir Lübnanlı Yahudi temsilci bulamadığını kabul etmişti. Cemaat diğer vatandaşlarla aynı haklara sahip olsa da resmi kayıtlarda “Ta’ifiya al Israiliya – İsrailli cemaat” olarak adlandırılmakta. Terim 1948 yılında İsrail devletinin kuruluşundan öncesine dayanır ve Fransız Mandası döneminden kalmadır. 2009 yılında dönemin İçişleri Bakanı Ziyad Baroud Yahudilerin haklarını onaylayan ve onların açık olarak İsrail’lilerden – işgalci varlığın vatandaşları ‐ konumundan ayrışmasını sağlayacak bir yasa (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 56 - Zarur, “İspanya gibi 500 yıl önce sınır dışı etmiş oldukları Yahudilere vatandaşlık sunmakta olan ülkeler varsa, Lübnan’ın da benzer şekilde gelecekte kollarını açabileceği umudu olabilir” dedi. “Belki de bizim geri gelmemiz için sadece bir nesil gerekli” diye espri yaptı. “Ama ne zaman olursa olsun o zamana kadar Magen Avraham’ın restorasyonu ve nihayet açılıyor olması sembolik bir jest olarak yeterli olacaktır” dedi. güvenlik önlemleri ile karşı karşıya kalacak. Katledilmiş olan, 14 Mart’a bağlı “Gelecek Hareketi”nin başkanı Refik Hariri’nin oğlu Saad Hariri, Magen Avraham sinagogunun hemen yanında ikamet ediyor. Silahlı memurlar ve çelik barikatlar bu mekâna girişleri çevrelemekte ve sadece özel izine sahip olanların geçmesine izin veriliyor. Ancak Lübnan Yahudileri Lübnan’ın halen göreceli hoşgörü olan bir yer olduğunu vurguluyorlar. Her yıl yaklaşık 2.000 Lübnanlı Yahudi göçmen ve onların soyundan gelenler ülkeye girip çıkıyor ve Beyrut’ta yaşamları ile ilgili sıcak anılarını hatırlıyorlar. Zarur’un belirttiği gibi idari konularda ve Lübnan’ın küçük Yahudi nüfusunun ihtiyaçları konusunda siyasi hassasiyetlere rağmen Lübnanlı Yahudiler asırlar boyunca Müslümanlar ve Hıristiyanlar ile bir arada yaşadılar. Kendi ailesi ve – bir çok Levanten Yahudi gibi – bugün Suriye ve Lübnan devletlerinin topraklarını oluşturan bölge onlar İspanyol engizisyonundan 1492’de kaçıp bu topraklara geldiklerinde onlara güvenli bir sığınak sunmuştu. Kaynak: http://www.foreignaffairs.com/articles/142184/adam‐ rasmi/lebanons‐jewish‐revival (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG İsrail Halkı, Sen Kimsin? - 57 - insanlar da artan bir şekilde birbirinden uzaklaşan ve nefret eden halde gelişiyorlar. Bu sürdürülemez ve kolayca tutuşup alev alabilecek durum, insanlığın geleceği hakkında bir karar alınmasını gerektirmekte. Ancak, biz Yahudi Milletinin, bu senaryonun bir parçası haline nasıl geldiğimizi anlamak için, tüm bunların başladığı yere geri gitmemiz gerekir. İsrail halkı bundan 4000 yıl kadar önce antik Babil’de ortaya çıkmıştır. Babil, halkının kendini birbirine bağlı ve birleşmiş hissettiği, gelişmekte olan bir medeniyetti. Tora’da geçen kelimeler ile, “Tüm dünya tek bir dilden ve sesten oluşmaktaydı” (Bereşit,11:1) Fakat beraberlikleri gelişip, güçlendikçe aynı şekilde egoları da büyüdü. Bunu kötüye kullanmaya başladılar ve en sonunda birbirlerinden nefret etmeye başladılar. Böylece, Babilliler kendilerini birbirlerine bağlı hissederlerken, şiddetli bir şekilde kuvvetlenen egoları da, birbirlerine karşı artan bir şekilde yabancılaşmalarını sağladı. İki arada bir derede kalan Babilliler, bu durumlarına bir çözüm aramaya başladılar. Yazar: Michael Laitman Yahudiler, bir kez daha zulme ve acılara maruz bırakılmışlardır. Ben de bir Yahudi olarak, bu sürekli devam eden ıstırapların amacının ne olduğu konusunda sıkça kafa yormuşumdur. Bazıları, 2. Dünya Savaşı’ndaki vahşet uygulamalarının günümüz zamanında düşünülemeyeceğine inanıyorlar. Ancak, görüyoruz ki, Holokost öncesi düşünce yapısı aniden ve ne kadar kolay, yeniden ortaya çıkabiliyor ve “Hitler haklıydı” bağrışmaları hem sıklıkla hem de açık bir şekilde duyulmaya başlanabiliyor. Fakat bir umut var. Bu akışı tersine çevirebiliriz ve bunun için gerekli olan tek şey büyük resmin farkına varmamız. ŞU ANDA NEREDEYİZ ve BURAYA NEREDEN GELDİK? İnsanlık şu anda bir dönüm noktasında. Globalizasyon, bizleri birbirine bağlı hale getirirken, (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG KRİZE İKİ ÇÖZÜM ÖNERİSİ - 58 - Sadece şimdi, 4000 yıl kadar sonra, kimin yolunun doğru olduğunu artık değerlendirmeye başlayabiliriz. İSRAİL TOPLUMUNUN TEMELİ Çözüm arayışı, iki aykırı düşüncenin şekillenmesine yol açtı. İlki, Babil Kralı, Nimrod tarafından ortaya atıldı, doğal ve içgüdüseldi: Dağılmak. Kral Nimrod, insanlar birbirlerinden uzaktalarsa, kavga etmezler görüşünü savundu. İkinci çözüm, ünlü Babilli bilge Avraham (Hz. İbrahim) tarafından önerildi. İnsan toplumunun Doğa’nın kanununa göre, birleşmeleri ve bir olmalarının kaderlerinde olduğunu savundu ve bu yüzden gelişmekte olan egolarına rağmen, bunun üstünde Babillileri birleştirmek için mücadele etti. Özünde, İbrahim’in metodu insanları egolarının üzerinde birleştirme şeklindeydi. Metodunu yaşadığı halk arasında anlatmaya başlayınca, “binlerce ve on binlercesi onun etrafında birleştiler ve “… bu öğretiyi onların kalplerine ekti” diye yazar Maymonides (Mişne Tora, I. Bölüm). İnsanların geri kalanları Nimrod’un yolunu seçtiler: Dağılmak, geçimsiz komşuların, birbirlerinin yollarından uzak durmaya çalışmaları gibi. Bu dağılmış insanlar, yavaş yavaş, günümüzde “insan toplumu” olarak bildiğimiz hale geldiler. Nimrod, İbrahim ve öğrencilerini, Babil’den dışarı çıkmaya zorladı ve onlar da, daha sonra “İsrail toprakları” olarak bilinecek olan yere taşındılar. “Komşunu, kendin gibi sev” öğretisi ile uyumlu olacak şekilde, birlik ve bağlılık üzerinde çalıştılar, egolarının üzerlerinde birleştiler ve bu sayede de “birliğin gücünü” keşfettiler. Doğa’nın gizli gücünü. Her madde, birbirine zıt iki güçten oluşur; bağlanma ve ayrılma ‐ki bu onları bir dengede tutar. Fakat insan toplumu, sadece negatif olan egonun gücünü kullanarak gelişmektedir. Doğa’nın planına göre, bizlerin bu negatif gücü bilinçli bir şekilde pozitif güç olan birlik ile dengelememiz gerekmektedir. İbrahim, bu dengeyi sağlayan bilgeliği keşfetti ve günümüzde bu bilgeliğe “Kabala Bilgeliği” diyoruz. İSRAİL, DİREKT YARADAN’A DOĞRU DEMEKTİR İbrahim’in öğrencileri, Yaşar El’e (doğrudan Allah’a – Yaradan’a) ulaşma arzularından sonra kendilerini (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Ysrael (İsrail) olarak adlandırdılar. Bu, Doğa’nın birlik olma gücünü keşfetmek ve böylece aralarında bulunan egoyu dengelemek istedikleri anlamına gelmekteydi. Aralarındaki birlik sayesinde, kendilerini birleşme gücüne, üst güç olan gerçekliğin gücünün köküne dalmış bir şekilde buldular. - 59 - Ancak, yaklaşık olarak 2000 yıl kadar önce, egoları öyle bir yoğunluğa ulaştı ki, aralarındaki birliği daha fazla koruyamaz hale geldiler. Aralarında nedensiz bir nefret ve bencillik patlak verdi ve bu da aralarındaki sürgüne neden oldu. Aslında, İsrail’in sürgünü, fiziksel İsrail topraklarından olan sürgünden daha da fazlasıdır; bu, birlikten sürülmenin kendisidir. İsrail Ulusu içerisindeki yabancılaşma, onların diğer uluslararasında dağılmalarına neden oldu. Bu keşiflerine ek olarak, İsrail, aynı zamanda insanlığın gelişim sürecinde, diğer Babillilerin de, (Nimrod’un tavsiyesini dinleyerek, dünyaya dağılmış olan ve günümüz insanlığını oluşturanların) birliği başarmaları gerektiğini öğrendiler. Günümüze geri dönecek olursak; insanlık da şu anda, antik Babillilerin yaşamış oldukları koşullara benzer bir durumda: Yabancılaşmanın yanında bağımlılık. Çünkü, bizler içinde yaşadığımız bu global köyde tamamen birbirimize bağımlıyız. Nimrod’un yollarımızı ayırma çözümü artık uygulanabilir durumda değil. Şimdi, Hz. İbrahim’in metodunu kullanmamız gerekmektedir. Bu nedenle, daha önce İbrahim’in yöntemini uygulayarak birlik olan Yahudi milleti, aralarındaki bu bağı tekrar alevlendirmeli ve tüm insanlığa bağ kurmanın, birlik olmanın metodunu öğretmelidir. Ve ta ki bunu kendi isteğimizle gerçekleştirene kadar, dünyadaki diğer uluslar bizi zorla bunu yapmaya mecbur bırakacaklar. Birlik sayesinde şekillenen İsrail halkı ile, ayrışma sayesinde şekillenen insanlığın geri kalanı arasındaki bu tezatlık günümüzde bile hâlâ hissedilmektedir. SÜRGÜN Avraam’ın öğrencileri, İsrail halkı, birçok içsel mücadeleler deneyimlediler. Fakat, 2000 yıllık bir süre için, aralarındaki birlik galip geldi ve bu birlik onları bir arada tutan anahtar unsur olmuştu. Gerçekten de yaşadıkları çatışmalar sadece aralarındaki sevgiyi daha da güçlendirecek kadardı. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 60 - diğer uluslararasında İsrail nefreti tekrar başlamaktadır. Ve bu yüzden, anti‐semitizm sayesinde, dünyadaki uluslar bizleri bağlantının metodunu açığa çıkarmamıza kışkırtmaktadırlar. Kabalist Kook, İsrail’in ilk Hahambaşısı, bu gerçeği sözleri ile işaret etmiştir: “Amalek, Hitler ve benzerleri, bizleri kurtuluş sayesinde uyandırmışlardır” (Raiah’ın Denemeleri, 1.Cilt) (Orjinal adı: Essays of the Raiah) Ancak, İsrail halkı dünyanın mutluluğunun anahtarını ellerinde tuttuğunun ve de anti‐ semitizmin kaynağının, Yahudilerin içlerinde taşıdıkları bağ kurma metodu olduğunun, mutluluğa giden anahtar olduğunun, Kabala Bilgeliği olduğunun ancak bunun da herkese ifşa olmadığının farkında değildir. BİLGELİĞİN ZORUNLU İFŞASI Aynı konuda, Ford Motor Şirketi’nin kurucusu ve antisemit olarak bilinen Henry Ford’un, Uluslararası Yahudi; Dünya’nın en önemli problemi, kitabındaki sözlerini de okumak oldukça ilginçtir: “Toplumun, ona (Yahudi) karşı büyük bir talebi vardır ki … onun üstünden o antik kehaneti … yerine getirmeye başlar … dünyadaki tüm uluslar kutsanmış olacaktır.” ANTİ‐SEMİTİZM’İN KÖKLERİ Başarılı bir insan toplumu inşa etmek için, binlerce yıl Nimrod’un metodunu uyguladıktan sonra, dünyadaki uluslar, problemlerinin çözümünün ne teknolojik ne de ekonomik ya da askeri olmadığını anlamaya başlıyorlar. Bilinçaltlarında, çözümün birlikte, İsrail halkında mevcut olan bağ kurma metodunda yattığını hissediyorlar ve bu yüzden Yahudilere bağımlı olduklarını fark etmeye başlıyorlar. Bu, onların, Yahudilerin dünyanın mutluluğunun anahtarını ellerinde bulundurduklarına inanmalarına ve dünyada yer alan bütün problemler için Yahudileri suçlamalarına neden oluyor. Dünya, birbirine zıt, bağ kurmanın global gücü ile egonun ayırıcı gücünün baskısı altında inlerken, bizler de antik Babil’in çöküşünden önce var olan koşula doğru düşüyoruz. Fakat bizler günümüzde, egolarımızı yatıştırmak için birbirimizden ayrılamayız. Tek seçeneğimiz, aramızda kuracağımız bağımız ve birliğimiz üzerine Gerçekten de, İsrail halkı, diğerlerini sevmeye dair ahlaki değerlerinin doruklarından düştüğünde, (036) Kasım-Aralık 2014 - 61 - DIYALoG çalışmaktır. Bizler, egomuzun negatif gücünü dengeleyecek olan pozitif gücü dünyamıza eklemek zorundayız. İbrahim’i takip eden, antik Babillilerin soyundan gelen İsrail halkı, bağ kurma bilgeliğini, yani Kabala bilgeliğini uygulamak zorundadırlar. Tüm insanlığa bir örnek olmak zorundadırlar ve “bu yüzden tüm uluslara Işık olacaklardır” Doğa’nın kanunları, hepimizin birlik koşulunu başaracağımızı bizlere dikte etmektedir. Ancak, bu sonuca ulaşmak için iki yolumuz var: 1) dünyanın savaşlardan acılar çekeceği, felaketlerin, belaların, doğal afetlerin olacağı yol ya da 2) egonun aşama aşama dengeleneceği, İbrahim’in öğrencilerinin arasında tohumlarını ekmiş olduğu yol. Bizim tavsiye ettiğimiz yol, ikincisidir. BİRLİK ÇÖZÜMDÜR metodunu tüm insanlık ile paylaşmak adına bir zorunluluktur. Zohar Kitabı’nın tefsiri olan Sulam (Merdiven) kitabının yazarı, Yehuda Aşlag’a göre, “Tüm dünyanın ve kendisinin niteliklerini yeterli hale getirmek İsrail’in sorumluluğu üzerindedir … diğerlerini sevmenin yüce görevini kendi üzerlerine alana kadar gelişmek, Yaradılışın amacına olan merdivendir.” Eğer bunu başarabilirsek, antisemitizmin kökünü kurutmak dahil, dünyanın tüm problemlerine çözümler bulmuş olacağız. http://www.michaellaitman.com/tr/israil‐halki‐ sen‐kimsin/ Zohar Kitabı’nda şöyle yazılıdır: “Her şey sevginin üzerinde durur” (VaEtchanan Peraşası). “Komşunu kendin gibi sev,” Tora’nın büyük bir öğretisidir; bu aynı zamanda Kabala bilgeliğinin insanlığa sunmuş olduğu değişimin de özüdür. Yahudi Milletinin kendi aralarında birlik olması, Hz. İbrahim’in (036) Kasım-Aralık 2014 - 62 - DIYALoG UtÜÉâ{ WtçtÇ [txÅxà MORİS HAZAN 22 EYLÜL 2014 MOİZ MESERİ 10 EKİM 2014 JOZEF DANON 19 EKİM 2014 REBİ NESİM BARMAYMON 27 EKİM 2014 (036) Kasım-Aralık 2014 - 63 - DIYALoG Yazdığı Kitaplar (Devam) Çevresindeki herkes, Rabi Hayim Palaçi’nin çalışma ve üretme becerisini tabiatüstü bir güç olarak görüyorlardı. Gerçekten de güçlü inancı ve üstün zekâsı tüm yazılarındabelirgin bir şekilde ön plana çıkmıştır. Rabi Hayim Palaçi, önüne çıkan her engeli aşarak kitaplarını baskıya hazırlardı. Yazılanları kontrol etmek, kitabın önsözünü hazırlamak, kapağının nasıl olacağını tasarlamak kendi eli ile tamamladığı işlerdi. Onun içindir ki vefatından sonra basılan kitaplarında bile “z.a.l.” kelimesi geçmemektedir. Rabi Hayim Palaçi, Tora ile ilgili edebi yazılara 1804 yılında henüz 16 yaşında iken başlamıştı. Bunu yangından kurtarılabilen “Peulat Tsadik Lehayim” kitabında yazmaktadır. “Tora ve Hayim” kitabını henüz 16 yaşındayken yazdığı saptanmıştır. 22 yaşına geldiğinde evli ve çocuk sahibi bir aile reisiydi. Gününü Yeşivada Tora öğrenmekle geçirirdi. O günlerde önemli bir karar aldı. “Mistvat Rabenu Agaon Rabi Hayim Palaçi Z.T.L. Moti Katan 2011 (036) Kasım-Aralık 2014 - 64 - DIYALoG verilmesini ister, ısrarla ödeme yapmak isteyenle kitap değişimine girerdi. Rabi Hayim yalnız kendi kitaplarına değil, piyasaya çıkan her kitap için sevinir ve yazarının kazanabilmesi için onları para ile almaya gayret ederdi. Bibliografi konusunda eşsiz bir becerisi ve istem dışı refleksleri vardı. Yaşadığı devri ve teknolojik imkansızlıkları düşünürsek bu becerisinin önemini daha iyi anlayabiliriz. Örneğin Sefer Tora konusunda yazdığı gelenekler “Pirşe a Tora” kitabında, 53 farklı kitaptan alıntılar yapmış, ayrıca Rambamın Mişne Tora kitabında yaptığı 64 alıntıyı kitabına dahil etmiştir. “Ubaharta Bahayim” kitabında 43, ikinci Agadat Pesah kitabında 46, kitaptan bilgi aktarımları yapmıştır. Yangondan sonra evinde olan büyük bir kütüphaneye rağmen, Yeşivasında da bir kütüphane kurulmasına öncülük etmiş, Bet‐İlel’de buna bir oda ayırmış, her gelen dindaşının ve Talmid Haham’ın istediği kitabı bulabilmesini sağlamıştı. Ase” (yapılması gereken görev) gereği bir Sefer Tora yazdırmaya karar verdi. O zamanlar Sefer Tora yazdırmak geleneklere göre her Yahudi erkeğin yapması gereken bir görevdi. Bugün ise bunu yapabilmek hem çok zorlu hem de çok pahalı bir çalışmadır. Rabi Hayim, bu önemli görev için İzmirin en iyi Sefer Tora yazan birisi ile anlaşmış, ona evinde bir oda ayırmış ve onun rahat edebilmesi için herşeyi yaparak yıllarca sürecek olan Sefer Tora yazımını, rahat ve kutsal bir ortamda tamamlayabilmesi için gerekli her imkanı sağlamıştı. Çalıştığı yıllar boyunca her ihtiyacını karşılamış ve hak ettiği ücreti fazlası ile ödemişti. En büyük sevinci, kitaplarından birinin basımdan çıkması ile yaşardı. Yeni basılmış kitabının ciltlenmiş bir örneği kendisine ulaştığında, hemen bir seudat‐mitsva düzenler, talmide hahamlara, şehrin ileri gelenlerine, öğrencilerine, arkadaşlarına ve yakın çevresine ziyafet çekerdi. Bu seudat‐ mitsva için kendine yeni elbiseler diktirir, hepsi için Berahat Şeeheyanu ile Tanrı’nın adı ile kendini onurlandırırdı. Kitaplarını hiçbir zaman para ile satmaz ve sattırmazdı. Onların, her isteyene parasız Gelecek Sayıda: Yazdığı Kitaplar (Devam) (036) Kasım-Aralık 2014 - 65 - DIYALoG Haberes de la Komunidad de İzmir Rachel Amado Bortnick Artikolo Transmetido por Sami Azar En el 24 del Djunio 2014, un artikolo en turko SEKSION EN LADINO (http://egedesonsoz.com/haber/‐Tunel‐de‐soz‐%20Musevileri n‐Bahri‐Baba‐bizim‐/872262) transmetio lo ke disho Sami Azar, prezidente de la komunidad djudia de Izmir, en un enkontro sovre el avenir de la rejion entorno del park Bahribaba (konstruido en 1915 en el lugar ande avia un grande viejo semeterio djudio) ande se estava kavakando la tierra para azer un tunel muevo. Bazandome en este artikolo vos transmeto yo lo ke me parese importante de saver para todos los sefaradis, sovre todo Izmirlis, en kualkera parte del mundo. La komunita djudia de Izmir va tomar pasos legales para apropriarsen de esta rejion. La ekskavasion para el tunel kito enmedyo 300 (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG kadavras i 27 tumbas del viejo semeterio djudio, lo ke prova ke este tereno apartiene a los djudios. Esto es koza ke todo el puevlo lo save. - 66 - sus immobles fue el espanto (miedo) i insegurida ke sentian los djudios del pais en los anyos pasados. En 1936 el governo turko avia kitado la “ley de fondasiones”, ke demando ke las komunidades minoritarias (non‐muslumanas) sometan lista de sus propriedades. Ma en los anyos antes de la Segunda Gerra, avia pujado el antisemitismo del pais, uvo los pogromes de Trakia, I la ovligasion de avlar en turko. Los dirijentes de la komunidad entonse preferaron kedar kayados, tomar profil basho, para no atirar la atension del publiko. Tenian tambien el problem ke munchos dokumentos legales se avian desparesido en el grande fuego (insendio) de 1925. I depsues, kuando ya perkuraron de azer la demanda, no pudieron apatronarsen porke tenian los dokumentos menesterozos. Es ultimamente, despues de serka 70 anyos, ke la komunidad djudia gano el estado ofisial de Fondasion (Vakif), i parvino obtener titolos de propriedad (tapus) de 13 edifisios i un tereno ke apartenian istorikamente a dicha komunidad. (El tereno es en Urla, afuera de Izmir. Los edifisios son lo mas sinagogas o otros sentros relijiozos.) La komundad va luchar para obtener los tapus de otros mas lugares ke legalmente apartienen a eya. El no tener tapus durante 70 anyos kavzo la ruina I desparesion de munchas fraguas, lo mas sinagogas antiguas. Diez anyos antes, el Ministerio de Kultura i Turismo kijo restorar la ermoza sinagoga Hevra en el sentro de la sivdad. Ma por no poder mostrar un tapu, no se pudo azer i la kehila se derroko enteramente. Finalmente el anyo pasado se izo un trokamiento en la Ley de Fondasiones, I la komunidad pudo obtener siertos tapus. El projekto Izmir: La Munisipalidad de Izmir tiene projetos de restorar lugares istorikos en la sivdad, entre eyos munchos edifisios djudios. Sovre esto, Sami Azar disho lo sigyente: “Muestros edifisios se topan en los mijores sitios de la sivdad. No existe otro lugar en el mundo ande 4‐5 sinagogas estan una allado de la otra. Mezmo las de Praga (Republika Cheka) tienen distansia de 150‐200 La razon prinsipal ke la komunidad no perkuro por munchos anyos de apropriarse legalmente de (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG metros entre eyas. Las muestras son en el stilo de arkitektura espanyola de los anyos 1600s. …En Amsterdam ay una sinagoga ke atira un milyon de vizitante kada anyo. …Tenemos unos kuantos projetos djuntos kon la munisipalidad. Pensamos adjuntar 5 sinagogas para azer un Sentro de Kultura Judia. Posiblemente la una va kedar komo sinagoga, komo la de Praga, mezmo si se uza para orasiones solo 2‐3 vezes al anyo. Otras partes pueden ser salon de ekspozision, o Sentro de Investigasion Judaiko… Lo ke mos podemos imajinar se puede realizar.” - 67 - emosionantes. Kada una es una ovra istorika. Tambien los restos del simiterio de Bahribaba fueron transferados aki. La kaza de Sabetay Sevi: Sabetay Sevi, el mashiah falso, aze parte de la istoria de de Izmir. Nasio i kresio aki, i su kaza, la sinagoga ande iva, estan aki, I dainda egzisten sus kreyentes ‐ aun ke es konsiderado “tabu” entre los djudios. La munisipalidad pensa tener un muzeo a su memoria, probablemente en su kaza restorada. La komunidad se esta achikando, ma no podemos desharla depedrer. Asegun Azar, “En el presipio del siglo 20 en Izmir bivian unos 40‐50 mil judios. Oy skedaron apenas 1400. En los ultimos 10 anyos uvo 380 muertes I 37 nasimientos. Aparte de esto, mansevos se van a estudiar afuera del pais I no aboltan, o se pasan a bivir en Estambol. La edad mediana de los djudios de Izmir puja kada anyo. Entonses, ke se va azer muestra erensia kultural? No podemos desparesermos. Si podemos restorar muestros monumentos, vamos a reushir a kedar en vida mozotros I muestra kultura.” El Sr. Azar adjusto ke todo esto va kostar munchas paras (muncho dinero.) Algunas fraguas estan en estado de ruina. La komunidad no tiene la kapabilidad material de azerlo sin ayudo. Mezmo el UNESCO se puede enteresar. “Mozotros estamos aziendo los planos I aprontando los projetos. Kuando tomamos los permisos, wera mas fasil topar los fondos.” El semeterio de Gürçesme: Este (konosido en Izmir komo “el semeterio viejo”) tiene grande empotansia en la istoria djudia de Izmir. Aki estan enterrados hahamim (rabinos) famozos en el mundo. Las tombas tienen inskripsiones ermozas i (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Kualo es ke reklama el livro “Yo Esto Reklamando!”? - 68 - Aki vos akodrare siertos faktos sovre Moshe Liba. El nasio en Romania en 1931, i despues de la gerra estuvo en los kampos de refujiados en Kipros antes de poder azer aliya (imigrar) a Israel. Es poligloto I multi‐talentuozo. Tiene publikado 72 livros (!) de poezia, istoria, teatro, kritika literaria i mas. Fue ofisier en la armada, jurnalisto, profesor, i ambasador Israeli.. I si esto no abasta, el es pintor I eskultor tambien! En DIYALoG No.35, p.72, avia la emosionante poezia “La Profesia de la Nona Liba,” i despues, en la p.84, avia el anonso del livro Yo esto Reklamando! kon informasion sovre su remarkable autor, Moshe Liba. Ma el fakto es ke la poezia “La Profesia de la Nona Liba” es tomada del livro “Yo Esto Reklamando!” I kualo es ke “reklama” el autor en este livro? Lo ke el vido, supo, sintio, penso, i paso en la Shoa (el Holokausto) en su paiz natal, Romania ‐ memorias I emosiones ke kedaron en las onduras de su persona durante tantos anyos de su vida. En la primera poezia del livro, tambien titolada Yo esto Reklamando! Moshe Liba eksplika ke el no kijo akuzar a dingunos (komo Emile Zola, en su famoza letra J’accuse), solo reklamar la memoria de akeyos keridos ke se deperdieron o sufrieron en Romania, para ke dingunos “… no podran mas niegar el Olokosto.” Este ultimo livro de poezias, en primero lo eskrivio en ivrit, i lo publiko en Israel kon el nombre “Ani Tovea” (Yo Esto Reklamando) en 2011. Zelda Ovadia traduizo siertas de las poezias al ladino i las publiko en Aki Yerushalayim. Moshe Liba avla ladino I melda A.Y.), le agrado muncho, le demando a Zelda de traduizir el livro entero al ladino. Ansi, despues de largos i duros lavoros de Zelda en kolaborasion kon Moshe, finalmente oganyo se publiko “Yo Esto Reklamando” en ladino. Entre mientres Moshe publiko el livro en lingua romana, i agora lo esta preparando en inglez, traduksiones por el mezmo. Tambien, el pago todo el gaste de publikarlos los livros en todas las linguas, I a su gaste los manda a personas, institusiones I librerias por el mundo entero. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Kon esta ovra, Moshe Liba dediko su talento ekstraordinario en el arte de poezia, I todo su poder material i moral, a la prezervasion de la memoria de la Shoa. Zelda Ovadia, kon su grande maestreria de las linguas ebreo I ladino, I su proprio talento poetiko, fue la perfekta traduktora. Tengo admirasion sin limito por todos los dos. La istoria de la Shoa en Romania es muy poka konosida. Por esto solo, la ovra “Yo Esto Reklamando”, en kualker lingua, es una emportante kontribusion al konosimiento de este grande dezastre en la istoria umana. Ma, mas de esto, la forma de poezia da un konosimiento personal, permete al lektor de partajar las emosiones I pensamientos del autor en frente de los akontesimientos trajikos, o del komporto sorprendente de vezinos i kompatriotas. Yo esto Reklamando! es tan yeno de emosion ke no se puede meldar todo en una. Kada poezia ke tomamos en mano mos pinta kon sus biervos imajenes inolvidables. Esto, no deshar olvidar, es lo ke dezeava el poeta. - 69 - Aki un egzemplo mas de las poezias del livro : SOVREBIVIR EN MOGILEV En el geto de Mogilev sin komida sin agua sin morada, luchimos para alkansar el dia de amanyana. Muestro orizente se redusio de anyos a dias i de dias a oras de vida. Kon muestra entrada al geto de Mogilev, kedimos de bivir. Empesimos la lucha para sovrebivir. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Tradision i Trokamientos En el DIYALoG anterior (No. 35) vimos las fotos de tres bodas (mashalla!) ke tuvieron lugar en la komunidad de Izmir, kon la alegria de kada una saltando asta muestros korasones I aziendomos sorreir de kontentes. Bueno ke pasen los muevos kazados, I ke tengan todo bueno en sus muevas vidas. Si vos akodrash, en el mezmo numero se topava mi eskrito nostaljiko sovre las bodas de Izmir ke tienen lugar en Bet Israel, i mi traduksion del ermozo eskrito de Moshe Levi sovre ela sinyifikasion spiritual de kada paso de la seremonia. Ma de las tres bodas anunsadas, solo la una (de Polin I Leon) tuvo lugar en Bet Israel. Las otras dos (Sara I Rami; Melis I Eyal) se izieron “al ayre libre” (en açik hava) en oteles. Personalmente veygo grande valor I ermozura en la tradision de bodas en Bet Israel. Ma vide tambien tradision I ermozura en todas las tres bodas. I muncha alegria. Ke seygan vidas yenas de alegria para todos. - 70 - (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 71 - Ma lo ke es siguro, es ke kada uno ke melda este, o kualker eskrito en djudeoespanyol/ladino, o ke le agrada avlar, sintir i kantar en esta lingua, apartiene a un grupo muy elite, muy distingido, muy chiko, i muy emportante! Es el grupo ke mantiene en vida la lingua istorika de muestra kultura djudia sefaradi. Una partida de este grupo distingido, lo mas miembros de Ladinokomunita, se reunieron en Miami i salieron endjuntos en un kruzero de 8 dias en la Karib. En el vapor grande Carnival Breeze, kada dia mos reunimos para avlar, kantar, kontar, djugar i ver filmos en ladino. Todos los pasajeros ke mos sentian kerian saver kuala es esta lingua “diferente” ke avlamos! A si! me olvidi: tambien vijitimos las islas de Grand Turk, Curaçao, i Aruba, i La Romana en la Republika Dominikana. Ma no antes de sintir a Selim Amado kontarmos un poko de la istoria de los sefaradis en el Karib – en ladino, siguro. El Kantoniko de Rachel Rachel Amado Bortnick El Grupo mas “ELITE” del Mundo Kual es el grupo mas distingido, mas espesial, mas ekstraordinaryo en el mundo? Los ganadores del premio Nobel? El grupo MENSA de djenios ke tienen intelijensia supernormal? Si, puede ser. (036) Kasım-Aralık 2014 Yehuda ke dize? DIYALoG - 72 - en el mundo. La lingua, ke oy uzamaos a yamarla "ladino". Antes unas kuantas dekadas, la yamavamos simplemente "espanyol", o "spanyolit" o, a vezes, "judeoespanyol". Yehuda Hatsvi Judio, Avlas JudeoEspanyol? En todo kavzo, esta es la lingua ke los expulsados de Espania, en todo el espasio del Imperio Otomano, avlavan entre eyos, en kaza i en la kaye, eskrivian i meldavan livros i jurnales. En los primeros dias de Novembre 2014, empesare a giar, sDk, un kurso de 10 enkontros de lisiones en muestra lingua: el judeoespanyol. El kurso va tomar lugar en "Psagot", uno de los sentros komunitarios en la sivdad de Holon (Israel), ma dayinda no se kuanta djente vendran a eskuchar a mi konferensia introduktora (aun ke es gratis, debaldes) i kuantos desidiran ke vale la pena (i el eskolaje) i se rejistiran. El titolo del kurso al kual invito a los muestros a partisipar, es "Ladino kon tempo i kon pasatiempo". Espero ke si no por el amor del ladino i su kultura, vendran por el pasatiempo. De toda manera, propozo aki darvos unos kuantos paragrafos de mi konferensia, mensionada arriva. Oy avlaremos sovre una de las mas dulses linguas No es una lingua tan antigua. Mas o menos tiene algunos 500 anyos. Muestros padres ke bivian en Espania, desde los tiempos ke era ayinda una provinsia romana, yamada Hispania, avlavan en varyos dialektos i lenguajes de los varyos trivos i puevlos ke bivian en la peninsula iberica. Los judyos ke moravan en Catalunia, en el norte del pais, avlavan catalan. En la rejion de Aragon, pasava el aragones. En el territorio de Castilia, se avlava naturalmente el casteliano. En el oeste de la peninsula, ke oy es la parte de Portugal, se avlava en la lingua yamada Gayego. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 73 - De la otra parte, lo mas de muestros padres, (los ke vinieron a bivir en Erets Yisrael), estavan muy ansiozos por integrarsen en la sosiedad jeneral, ansi ke desharon de lado la lingua i la kultura sefaradita ke trusheron kon eyos de los paizes de orijen. Dunke, podemos imajinramos la difikultad ke enkontraron muestros padres en los primeros anyos de las komunidades judias en el Imperio Otomano: los judyos venidos de Catalunia fraguaron sus sinagoga yamada "El ka'hal Catalan"; los venidos de Aragon se adjuntavan el "la ke'hila de Aragon", etc, etc. Oy en dia, mos travamos la oreja kon regreto, i dizimos: "Aman, ke pekado!". Estos faktos mos dan a saver, ke en el prinsipio egzistiya entre los judyos una meskla de lenguas (aunke semejantes). Afilu los ritos de las orasiones eran un poko diferentes uno del otro. Los judyos, durante todas las jenereasiones, eran poliglotas (savientes de muchas lenguas). El konosimiento del judeoespanyol mos aprovechara en si, ma tambien tendra un buen efekto para estudiar mijor kualkier otra lingua romana. Es posivle, ke en akea epoka nasio la dicha: "Judios semos, i no mos entendemos". Eventualmente, el konosimiento mutual del ebreo les ayudo mucho, i por sierto ayudo tambien el inkreivle talento natural de muestra djente para dominar varyos idiomas. Indemas, no mos olvidemos ke muchos de los sivdadinos de Espania (i los judios en partikolar) savian bien el lenguaje kasteliano, ke era la lengua del governo espanyol. Todos estos faktores an servido a muestros ansestores a krear una kultura omojenea i un idioma komun. Ansi, kon el tiempo, kada rejion kontribuyo biervos, dichas i pronunsiasion, ke en total formaron la muestra lingua de oy. Ladino (judeoespanyol ) sera el temel i la baza. *** Egziste un termino internasional yamado "Lingua Franca". Este termino sinyifika una lingua ke no es la lingua materna, pero sirve komo un "puente" entre los avlantes de los diferentes idiomas. Jeneralmente, sera esta una lingua de alguna nasion dominante en la rejion o en la kultura mondial. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG El termino es en italiano i en su orijinal sinyifikasion (en boka de los arabos) tratava a dezir ke es "la lingua de los evropeos". En varyas epokas i en varios lugares en el mundo, se avlavan diferentes "lenguas francas": * El grego i el latin en el Imperio Romano * El ebreo ke sirvio komo lingua franca entre los judios, espesialmente en el Edad Media * El arabo en la epoka del kalifato islamiko sirvio komo la lingua del komersio, la kultura i la sensia. * El ruso, el idioma ke konektava a todas las nasiones en los tiempos de la Union Sovietika. * El franses. komo la lengua de la diplomasia entre los siglos 17‐19. I dayinda es la lingua ofisial de la Union Evropea, en la UNO, i mas. Oy (todos lo savemos). El ingles es la lingua franca en los negosios, en la internet, diplomasia, i lo ke no? - 74 - Ma, yene, un kavzo divertiente: el ingles es el idioma de komunikasion entre pilotos; i na, en kavzo (el Dio ke no mos de) de alguna estrechura, la esklamasion de ayudos (sokorro !) es: Mayday, mayday, mayday! El "Mayday" mos sona tal vez komo puro ingles, ma en realidad es una distorsion de la yamada en franses: "venez m'aider" ("venid ayudarme"!!). Afilu los lenguajes se ayudan mutualmente... Asta sierto punto, si pensamos bien, el ladino sirve tambien komo una "lingua franca" entre los judios sefaradim, ke oy en dia estan muy despersados en la mayoria de paises del mundo. Livros en ladino, periodikos komo El amaneser, Aki Yerushalayim, i DIYALoG, o sirkolos de korespondensia, en la internet, komo Ladinokomunita, enreziyan el atadijo de judyos kon todas partes del puevlo, i kon la lengua mutual. Emosionante! (036) Kasım-Aralık 2014 D’aki – D’aya DIYALoG - 75 - alegriyas superfisyales. Alegriyas kurtas… No son profondas. No tienen dingun buto. I lo mas emportante es ke no sierve para dingun otro. “La Felisidad” paresyendo mizma koza ke la “Alegriya” tiene una chika nüans guadrada en si mizmo. La felisidad tiene un alkanso i una reuşita. La felisidad viene despues de un lavoro duro, de una disiplina personal. Es una satisfaksyon personal. Para tener una felisidad kompleta, kale topar una mission. Kuando esta mission se eskapa kon sukseso, akel tiempo la persona se aze feliz, i se glorifika de su reushita. Vos kero kontar una konsejika para darvos un ekzemplo: En una sivdad ermoza, aviya un Rey. Todo lo ke pensava era azer buendad a su puevlo i sirvirlos para ke bivan kon repozo i konforte. Este rey iso fraguar una karretera (otoyol) para su puevlo. El diya de la inaugurasyon, kijo azer un konkurso. El envito a todos sus sujetos ke keren partisipar. El tema de el konkurso era: “Ken traversara la karretera de la mijor manera”. El ken iva ganar, iva resivir una kasha yena de oro. Eliz Gatenyo Kualo es La Felisidad? “El ken no fue testigo de la alegriya, en el lugar de “Sakar‐Agua” es ke no supo asta akel tiempo lo ke es la felisidad .” eskrive en el Talmud. Estas semanas estamos fiestando las fiestas una detras de otra. Ya vinimos a Simha Tora… En el tiempo de el Beit Amikdaş, en Sukot, aziyan una “Seremoniya de Sakar Agua”. Trayiyan aguas a el Templo, de la fuente de Gihon. Esto era komo un festival. La jente baylava i kantava i aviya muncha alegriya i felisidad. Todos estavan orozos de partisipar a esta seremoniya. En mizmo tiempo esto era komo una bendisyon divina para ke ayga luvias “en su tiempo” i en su” karar”. Esto ke vos konti es una alegriya komo otras ke tenemos en la vida. Pariduras, kazamiento, reushita en las eskolas, renkontrar personas ke no vemos desde muncho tiempo i mas i mas… Estas son (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 76 - las piedras. Esta kasha te apartiene, tenela por favor…” El diya de el konkurso, muncha jente vino para partisipar. Ken vino kon su oto luksiozo, ken vino kon sus fustanes karos i ermozos, ken vino kon un sestiko de piknik para pasar un diya agreavle. Aviya unos ke vistiyan kalsados karos, ortopedikos para pueder korrer sin kansarsen. Todos viajaron de una punta a la otra de esta karretera. De la demanianika asta la tadre pasaron un diya muy agreavle. Kuando se eskapo el konkurso, el rey vino i les demando si les plazyo i si estuvieron kontente de el diya ke pasaron. Todos se kesharon ke serka de la fin de la karretera aviya un grande monton de piedras i derrokiyos ke estavan blokando el kamino i los impido de pueder pasar. Ya se aviya echo denoche kuando un viajador, se aserko de la linya final, kon muncho akavido se aserko de el rey. Ya se viya ke estava muy kansado i estava entero yeno de polvo. En su mano teniya una kasha bien pezgada. Entrego la kasha a el rey i le disho. ”Muy estimado sinyor Rey, ekskuzame ke kedi tadre, me detuve serka la fin de la karretera por ke aviya munchas piedras ke blokavan el kamino. Las kiti de en medyo de el kamino i las meti al bodre, para ke los ke vana pasar, no tengan dingun miedo. I en alimpyando topi esta kasha ke estava debasho de Respondyo el Rey: “No!.. Esta kasha no me apartiene a mi, si non ke a ti!.. Tu sos el patron de esta kasha.” “O no!” disho el ombre… “Yo no tengo tenido una moneda semejante en mi vida…” “Si!” Disho el rey, “Tu meresites este oro, por ke ganates mi konkurso… Ken es ke pasa bueno el kamino? Akel ke aze el kamino mijor para los ke vienen por detras.” A la pena i a la satisfaksyon de el ombre se le ajusto una grande felisidad. En mijorando un kamino para los ke vienen despues de mozotros i en ayudando a otros, puedemos alkansar a la felisidad verdadera. En lo ke koryes detras de la felisidad para ti mizmo, no la puedes alkansar. Ma kuando es ke azes kozas para otros, obtienes la satisfaksyon i la verdadera felisidad. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 77 - Asi fue ke la poblasion Judia empezo a subirse. La Communidad Judia konstruio una Sinagoga de 40 personas en una kaie ke hoy en dia se yama "Synagogue Street". Segun el kostumbre lokal, los Judios puedian viajar en el "Rickshaw/Hagala tirada por un hombre" en dia de Shabbat. La poblasion Judia prinsipalmente venia de Baghdad i habian otras communidades en la region. La Communidad Nueva inkluia tambien a los Sefaradim de la Persia i a los Ashkenazim viniendo del Este de la Europa buskando tener mas libertad i oportunidad de haser echo. Unos se fueron a Malaysia i despues a Singapore kuando se vido ke en Malaysia no habian oportunidades. La Communidad de la Synagoga Orthodoxa era chika, ma se tenian unos kon los otros. Tenian un lien fuerte religioso aparteniendo a los mismos origines por anios de assosiasion. Shimon Kapitan d’Estambol Shimon Geron Los Judios De Singapore En 1819 el Sultan de"Johore" dio permission a"Sir Stamford Raffles" ke era un businessman i uno assosiado kon "East Indian Company" a estableser un puesto de commersio. En el tiempo Singapore era una aldea de peskadores en el lodo de la Peninsula de Malay. Los Judios de Baghdad vieron ke habian oportunidades ayi i inmigraron a Singapore para krear un Sentro de Commersio en "Changi Alley". En 1824 el Sultan dio 200 Miglias kuadradas a la Grande Britania i en 1830 segun lo ke esta eskrito en la historia, habian ayi 9 commersantes Judios. En 1840 los rikos Sefaradim de la famiya de "Sassoon" krearon unos interesos de commersio. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG LAS SYNAGOGAS DE "NAGHAIN ABOTH i HESSED" En 1879 habian en la Communidad 172 miembros.116 eran hombres i 56 mujeres. Kon el aumento de la poblasion, la Synagoga de 40 personas no les konvenia mas. El 4 April 1878 se konstruio la Synagoga "Maghain Aboth" en Waterloo Street. Tenia un piso solamente. Metieron ayi una galleria arriba para las mujeres. Mismo hoy esta Synagoga akomoda a los Sefaradim i Ashkenazim. "Menasseh Meyer" el mas riko Judio en Asia, kontribuio fondos para konstruir una synagoga nueva. El vino a Singapore kuando tenia 15 anios. Era pobre ma ambisioso. Por finir se hizo duenio de la mitad de las kasas de Singapore. Tenia un commersio de immuebles i en Opium ke basho la ley Britannika era permetido. La Reina de Inglaterra lo hizo un Caballero por haber elevado el nivel kultural de la sivdad. En 1904 teniendo un argumento kon uno de la Synagoga de Maghain Aboth se vido forzado a - 78 - krear su propria Synagoga de Hessed. Para tener un MINYAN empleo gente. En 1920 el Minyan hizo una huelga/grev, reklamando mas grande salarios. Esta Synagoga se topaba en su propriedad bien luxuosa en "Oxley Rise". Tenia una architectura maraviyosa. En el tiempo habian 500 Judios en Singapore. La Communidad yego kaji a 600 en 1911. Despues en 1931 yego a 832.Se topo ke habia en Singapore tambien Arabos. Los 2 grupos eran los mas grandes duenios de la sivdad. LA SEGUNDA GUERRA I HOY En 1939,en la noche de la guerra habian 1000 Judios en Singapore. La mayoria fueron internados por los Japonesos. Tenian ke metersen bandas en sus brazos i medalliones kon las palabras "Judio". Los hizieron lavorar en las tierras. Despues de la guerra munchos de fueron a la Australia, Inglaterra, los Estados Unidos i Israel. El Ex‐Presidente de la Communidad Judia"David Marshall" se kedo en Singapore. Nasio en 1908 viniendo de una famiya Persa/Baghdadania. Estudio leyes en Inglaterra antes ke entre en la (036) Kasım-Aralık 2014 - 79 - DIYALoG Armada Britannika komo voluntario, indo a Singapore. Kuando Singapore se hizo parsialmente independente Marshall fue echo el Chef Minister. Ma kuando Britannia nego a Singapore de ser kompletamente independente, Marshall demissiono. Singapore es el kliente el mas grande de Israel. En 1965 Una Delegasion Militar enkabezada por el General "Yaakov Elazari" habia venido ayi en sekreto para konstruir las ramas differentes de la armada. La delegasion konsistia de 6 offisiales divididos en 2 grupos. Uno enkabezado por Elazari kreo los Ministerios de Defensa i Seguridad Interna. El otro enkabezado por el General "Yehuda Golan"kreo la infrastruktura militar. Tomaron el model de la Tsava Hagana kon una armada i sus reservistos. Los offisiales servieron komo instruktores del entrenamiento. La kooperasion se va mas leshos kon los expertos technikos i kon los konsejeros. *** Despues Singapore formo un union kon Malaysia en 1963. Se retiro del union 2 anios despues. Una vez ke Singapore gano su independensia total Marshall servio komo embassador en unos kuantos paises. Hoy Singapore tiene 80% de Chinos, 5% de Indianos i 15% de Malayanos. La poblasion Judia konta 300 personas. No existe el Anti‐Semitismo ayi i las Synagogas kontinuan a funksionar. El Pesadillo de las Kriaturas de los Sobreviventes del Holokosto Singapore tiene buenas relasiones kon Israel. Firmaron un Akuerdo de Commersio en 1968. En 1969 krearon relasiones diplomatikas. En 2004 fue revelado ke la Armada de Singapore siendo la mas fuerte en la Asia del Sud Este, fue kreada i entrenada por los militares Israelianos sobre la demanda del Primer Ministro "Lee Kuan Yew". A sus 18 anios "Leora Light" me disho ke estaba luchando kon problemas mentales. Yo no supe komo responder. Era una hija intelligente de (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG natura buena i kalliente komo persona. Era mi amiga intima. En la Eskuela de Mount Scopus College resibia las mas altas markas. - 80 - la Trauma se puedia heritar? Komo sobrevivientes los viktimes del Holokosto sufrian de un "Post Traumatic Stress/Lo ke viene despues del evenemento". Eya kreia ke si este sentimiento se pasaba de generasion en generasion puedia ser algo muy potente. Es una kosa ke se ve en kaji kada famiya. Leora estaba desillusionada al ver ke este aspekto no era adresado en la Communidad. Era un fakto akseptado ke los abuelos habian sobrevivido en saliendo de una tragedia inimajinable. Ma esto entrenaba en mismo tiempo sus effektos mentales. Las experiensias ke tuvieron no puedian ser effazadas i asi mostraban sus karas mismo en la vida de kada dia, anios despues. Esto se transmetia mismo a sus famiyas nuevas. Esta muchacha hoy tiene 23 anios i habla de sus experiensias de manera habierta. Sufria de la depression i de anxiedad i le tomo un tiempo para konkerirlos. Eya habla de su lucha i entiende el mal ke tiene. Es un estado de multi facadas i muy komplex. Eya me disho ke komo kriatura era emosinala. Yoraba i se peleaba kon otros. Kuando mira atras dise ke las experiensias de sus abuelos i abuelas durante la Segunda Guerra eran responsable por esto. Una abuela fue prisoniera en Belgen Belsen. Eya le kontaba sus historias i se metia a yorar. Sufria de frustrasion, dolor i niervos. Fue humiliada i negada de sus derechos humanos. Habia perdido toda su famiya. Estas historias ke Leora las oia desde su chikez tuvo un effekto negativo sobre eya. No se sentia en seguridad, veia al mundo komo un lugar hostile i komo konsekuensia todo esto kontribuio a su depression i anxiedad. Leora kreye ke las Eskuelas Judias ke exposan a las kriaturas as estas experiensias, deben entender sus implikasiones. Leora en medio de su sufrimiento eskribio una historia bien kreativa. Eskribio sobre una chika a kien le hizieron experimentos medikales en Auschwitz. Eya fue rekonosida por su lavoro. Ma al fin de esto eya no kijo irse a la assemblea para ke no sea exposada a una attension exsesiva. Estos signos no fueron detektados por los profesores. Tampoko por los parientes. Ninguno lo sabia ke habia una edukasion mental. Una vez ke Leora se demandaba ke effekto puedia tener el Holokosto sobre las generasiones siguientes. Es ke (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Leora fue diagnostikada kon una anxiedad severa, el espanto de ser excluida kon la stigma atada a esto,la forzo a kedarse silensiosa. Le daba verguenza la stigma. Ir a ver el psychiatro era un sekreto bien guardado. Tenia espanto ke uno de la eskuela la iva ver. Leora tuvo un otro rekuerdo. Se habia ido en viaje a Israel kon la eskuela. Tenia ke ser una aventura de explorasiones para munchos. Eya tenia espanto. Penso ke en pasando por la seguridad en el aeropuerto ke seria kestionada por los medikamentos kontra la depression. Tenia ensima bastante para ke dure 8 semanas. Tenia tambien espanto ke los otros lo ivan a saber. Por finir se paso bueno i estaba kontenta de irse al ULPAN. En este viaje eya se sentio siempre muy kanzada. Dormia por horas del effekto de las medisinas. Luchando kon esta situasion eya no supo ande puedia tornarse. Sus simptomes partieron por un tiempo kuando tenia 16 anios. Despues se tornaron atras kon mas venganza al yegar al fin de sus estudios. Fue en su momento el mas preto ke Leora gano su konfienza i inspirasion. Vino kon la Historia del Holokosto i la Historia Judia. Las experiensias de sus abuelos eran el "Catharsis". Eya - 81 - se disho "Siento ke la lucha del Pueblo Judio esta eskrita en nueestra historia i tradision. Esto me rekomforta. Hay esperanza en esta historia i en nuestra lucha. Kisas el sobrevivir me dio dolor, ma fue esto ke me sano tambien." Hoy Leora esta hasiendo estudios para ser profesora. Kiere enseniar a las kriaturas la salud mental. Kaji la mitad de los adultos a un sierto momento son affektados por hazinuras mentales. Se mira a esto komo una stigma. Hay una falta de la edukasion nesesaria. 60% de los Australianos lo sienten si hay un miembro de la famiya o un amigo sufriendo de esta hazinura. El effekto del Holokosto mismo despues de 70 anios no se paso. Hay unos ke se sienten kulpables por estar en vida. Munchos ven la assistensia mental komo una hazinura. Hoy siendo el dia de "World Mental Health" tenemos la opportunidad de korejir los yerros ke fueron echos. Los ke sufren tienen menester del soporte de la famiya i de la Communidad. Pueden ser kavzos livianos o severos. Temporarios o Prolongados. Lo ke los toka mas es sentirsen solos i isolados. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Gad Nassi - 82 - Kuando el Rey David kijo fraguar el Templo, imploro del Dio de amostrarle su lugar. En esto, un andjelo aparesio en su suenyo, estandose en el lugar ande el Templo devia de ser fraguado. Portanto, el andjelo ordeno de no fraguarlo, porke David se avia profanado kon la sangre umana vertida en sus kombates. El andjelo le ordeno de transmeter esta tarea a su ijo Shelomo, i de aparejar el material komo oro, plata, kovre, piedras i tavla de sedro i de sipreso, para la fragua. David se sometio i kuando vino el tiempo de Shelomo para fraguar el Templo, todo este material ya estava pronto. Entonses, el Rey Shelomo konvoko a todos – el riko komo el prove, los prenses i los saserdotes – i se adreso a eyos: "Puevlo de Israel, fraguaremos un Templo en Yerushalayim en la onor de Dio. Este Templo sera el altar santo de todo el puevlo, i todos devesh de partisipar a su fragua. Por esto, vash a travar al sorte para desidar la pared ke kada grupo va fraguar." Israel El Templo i la Pared de los Yoros Kuando kreo el mundo, el Dio ya avia antisipado ke el Templo iva ser fraguado, destruido i fraguado de muevo. Fina ke el Dio revelo a Yakov, en su shuenyo en Bet El, la vizion del Templo fraguado, destruido i fraguado de muevo, dinguno no supo este sekreto. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 83 - A la fin, el Templo fue fraguado. Era tan ermozo ke nada en el mundo puedia rivalizar kon su esplendor. Era la djoya de la korona de Yerushalayim. I mas despues, kuando los proves vijitavan el Templo, sus padres les dizian: Shelomo aparejo kuatro sortes. Una para la pared del Norte, otra para la del Sud, una otra para la del Este, i la dalkavo para el Oeste. Despues, demando de kada grupo de eskojer una de estos. Entonses, rezulto ke los prenses fraguaran la pared del Norte, komo las kolonas i las eskaleras; los saserdotes, la pared del Sud kon la Kanopia i sus kortinas; i los merkaderes, la pared del Este ansi ke abasteran la azeyte para la Luz Eternal. A los proves les kayo de fraguar la pared del Oeste – konosida komo la Pared de los Yoros – i teshar las kortinas del Templo. De mizmo, les fue demandado de arogar para ke el Templo sea enteramente fraguado. En segito, empeso su fragua. "Estas viendo esta piedra en la pared? La pozi kon mis manos." I las madres a sus ijas: "Estas viendo esta kortina ermoza? So yo ke la teshi kon mis manos." Despues de munchos anyos, kuando el Templo fue derokado, solo la Pared del Oeste fue salvada, porke los andjelos avian etalado sus alas para protejarla, i porke esta pared fraguada por los proves, era la la mas valutoza koza en los ojos del Dio. Los merkaderes tomaron las djoyas de sus mujeres i las vendieron para pagar a los ovreros ke fraguavaran la pared, i en kurto tiempo la pared fue fraguada. De mizmo, los prenses i los saserdotes toparon los remedios para fraguar sus paredes. Ma, para los proves esto turo muncho mas tiempo, porke eyos devian de fraguarla kon sus manos. Vinieron kada diya i lavoraron, i todo este tiempo tenian sus korasones yenos de alegria, porke sus amor por el Dio no konosia limitos. Mizmo de muestros diyas, esta pared esta siempre en pies. Kada demanyana se ven las gotas de la rozada enriva de sus piedras, i se kree ke la Pared esta yorando las noches por el Templo ke fue derokado. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 84 - Me akodro de el vendedor de yoğurt ke pasava kada tadre kon sous dos paylas balansadas en sous ombros. Este ombre echava sou grito YOGORTCUUU (en Turko: el vendedor de yogort). Albert Contente mos Konta New York / USA El Vendedor De Yogurt Mi grandmama ya saliya kon su plato en la mano para comprar el yoğurt de el diya porke la berendjena i la kalavasa ya estava frita i se teniya de komer kon yoğurt la noche. Si enkavzo el Yogurtcu tadrava, sintiya mi grandmama ke diziya “el Mazal Basho ya tadro esta noche se va comer la berendjena i la kalavasa sin yoğurt.” Finalmente kuando ya aparesiya, mi grandmama diziya en espanyol debasho de sou mousho para ke no entienda el yoğurtçu “Onde kedates Negranyada, ya mos dezesperimos”. I kon boz fuerte esta vez le diziya en Turko “Dame medio kilo de yoğurt”. I el yoğurtçu metiya sous dos paylas de yoğurt enbasho i le kortava el yoğurt duro en no dandole la kaymaka (creamy section en Inglez). Mi grandmama echava su grito “dame de la kaymaka ma mouncho”. Esta kaymaka aunkontado ke era tapada siempre egzistiya polvo de la kaye ensim ama dingunos no se enteresavan de el polvo ni de Cholesterol. (036) Kasım-Aralık 2014 Coya Delevi DIYALoG - 85 - Es una tupi (topaç) kon kuatro fachas. En kada facha ay una de las kuatro letras del alfabe ebraiko, ke son: Nun, Gimmel, Heh i Shin. Kualo es la sinyifikasyon de aboltar esta tupi?... En aboltandola en un ritmo rapido, las kuatro fachas i par konsekuensa las 4 letras se estan enkontrando en un mizmo punto. İ, dunke, referandomos a las letras ke sitimos, nombramos: Nes Gadol Haya Sham”, fraza ke sinyifika “Milagro (Nes) grande akontesyo ayi”. Esto para azermos akodrar la maraviya de Hanuka. Entervalo me paso a la mano un teksto en inglez, bastante largo, intitulado “The Secret of the Dreidel”. Es un teksto de manadero “Kabalistik” i devo konfesar, tuve difikultad de entenderlo kompletamente. Dunke lo meldi dos vezes i tomi notisyas para pueder tresladar este teksto en simplifikandolo un poko. Komo savemos, todo uzo djudio tyene una vanda spirituala, tradisyonala o relijyoza. Tambien i esta tradisyon de Hanuka tyene un “simbolizmo” profundo ke se esta eksplikando a traverso las linyas del artikolo. Va prevar de azer un chiko rezume a kavza de muestro espasyo limitado.... İstanbul Una Tradisyon de HANUKA El “DREİDEL” i su Sekreto Asta antes 6‐7 anyos, yo no konosiya ni esta tradisyon, ni el byervo “Dreidel”. Lo sinti por primera vez, de muestra kerida amiga Rachel Bortnick. Eya dizyendo: “Vine a los Estados Unidos en un Hanuka i ize konosensya kon el djugo del“dreidel”. Yo kuryoza komo syempre(!) kije ambezarme mas sovre esto. Porke, reelmente, no me estava akodrando aver sintido alguna koza sovre esta tradisyon, tanto ke dishe de mi para mi: ay safek ke seriya un uzo Ashkenaz? ...İ ansi el “dreidel” kedo en un kanton de mi memorya, kon este “safek” un largo tyempo. Oy en diya no se si es ansi o no, ma a lo menos ya konosko lo ke sinyifika esta tradisyon de djugar “dreidel” durante el Festival de Hanuka. Bueno, kualo es “Dreidel”? (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 86 - la personalidad, se topa un sinken, de dimension mas profunda: es muestra “konsiensa” ke reflekta la buendad i la integridad del Kriador... İ aki, por terminar kero dar la versyon “Kabalistika” de lo ke reprezenta las 4 letras ebraikas en las fachas del “Dreidel”: NUN por “Nefesh” (identitad, ego)‐ GİMMEL por “Guf” (puerpo)‐ SHİN por “ Shehel” (razonamiento) i HEH por “Hakol” (todo esto i mas). En Hanuka selebrando el milagro, la viktorya del Puevlo Djudio sovre el yugo del Hellenizmo, tenemos la misyon de asender muestra flama interyora simbolizada kon las Kandelas de la “Menora”.. HAG HANUKA SAMEAH. Konsernando las kuatro letras, Nun, Gimmel, Heh i Shin, el teksto ke meldi esta dando una versyon diferente. La filozofiya i mistisismo djudio ensenya ke el umano es “manipulado” o, mas egzaktamente, dirijido por los kuatro “komponentes” (faktores) esensyal ke kompozan su personalidad. Estos son: el “Ego”, los”Menesteres del Puerpo”, el “Razonamiento” i la “İmpulsyon” de Destruir”. El ombre tyene ambisyones de poder i dominasyon. Este ego si es eksesivo puede danyar a los ke se topan sovre su kamino. Tambien tenemos interminavles demandas, egzijensas de muestro puerpo i mizmo sombayimientos ke mos pueden echar al fondo de un abimo. Todos devemos posedar la kapachidad de razonar, djuzgar para alkansar a la realidad. El razonamiento sin una klaridad moral puede devenir danjorozo. İ enfin, el umano syente en su “subkonsiensa” una impulsyon de destruir, (orozamente no syempre eksteryorizada). Portanto mal kontrolada, esta impulsyon puede provokar sufriensas a otros inosentes. Debasho estos kuatro komponentes de (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 87 - En los ultimos anyos tuve deseos de vishitar Turkia i pisar Izmir, pudiendo fraguar este esfuenyo ke agora a vagar a vagar, vo a kontarvos i partajar kon vosotros un pokitiko. Era un esfuenyo viajar kon Leon mi marido ( ke en ganeden esté i su alma repoze en pas), ke no pudo ser por ampezar kon su hazinura preta, ama deshó dicho ke lo aga djunto a mi ermana. Desde ke ampezamos los aparejos, muestro meoio estava metido en visitar Izmir, sitio de muestras famiyas ansina ke ansina metimos en el dolash Izmir. Ayegamos a Estambul desde Buenos Aires kedandonos el diya entero solas, kansas del viaje desidimos dolashear tomamos un taksi para ir al Gran Bazar…. kuando estamos entrando vide el primo magazin kon lokum de tantos i tantos savores tresalidas ver este no en fotos, una mujer guía turistika mos demanda si semos de la Italia, mientras mi ermana le aresponde ke no, yo meldo su kredensial…. Mizrahi, dishe no puede ser enkontrar una de las muestras!, le demando si es sefaradi kon grande sorpresa i ojos abiertos me dize Kantoniko de Buenos Aires Graciela Tevah de Ryba Viaje a Turkia (Primera Parte) Tuve sintido de boka de mis avuelos, biervos ke no mankavan de sus bokas ansina komo Izmir i Turkia, kuando engrandesí ampezé a entender kualo dizian i aynda agora muncho más. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG ke si, mos pusimos a avlar en djudesmo, dizir refranes i más, la kasualidá era grande a pokas oras de estar en Turkía enkontrar alguien de los muestros. Ampezamos a kaminar por el Gran Bazar ama no estabamos en un filmo, eramos mosotras etchando el ojo en kada magazin kon su merkansía, nunka tuve vido tantos ojos djuntos de kada boy, en kopas, en kucharikas, en vasos, imanes i más. Komo akontese kon las djentes ke tuve avlado kuando desidimos salir para tornar al otel…. por ande salimos(?) kaminamos i kaminamos tantas kalejas adientro, asta ke a la fin vimos la salida i tomar un taksi para tornar al otel, a la fin subimos a uno, pishín mos dize ke vamos en otra direksión, dishimos no importa ansina asentadas en el taksi se mos fadó dar un dolash grande por Estambul. Asigún la programa al siguiente dya tomamos el avión para ir a Izmir, ayegamos kon fuertes luvias al otel, komo avia akodrado tomí el telefón i avlí kon Rafael Algranati , el pishín vino asta el otel mos abrasamos kon alegría de poder vernos las karas i pasar unas oras djuntos , despúes de kasi un - 88 - anyo ke mos aviamos enkontrado en Buenos Aires kon su sinyora Susan kuando viajaron kon un grupo djentes de Izmir y Estambul….. la alegría estava en muestras karas. Dos ermanas amigas, Elsa i Liliana Cohen ke mos kriamos djuntas porke muestros padres eran mui amigos, viajaron kon mosotras, ….estaban tresalidas de sintir avlar a Rafael, eyas no sintían muestra dulse lingua desde azia anyos , mi ermana kon la sonrisa de oreja a oreja de sintir a Rafael (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG kon mi, gozamos muncho del enkontro i mas sintir ke al dya enviniente estava en programa visitar las sinagogas en Karatash ande nasieron i se kriaron mis avuelos , bis nonos i papús la alegría era mui grande . - 89 - Antes de deshar a Rafael tomí el kompromiso de eskrivir de mi viaje ….komo tuve dicho ayegamos kon gran luvia ke de a poko a poko eskapó, despúes del enkontro kon Rafael i komo el disho salió el sol, tomimos las chantas, makiná de fotos i salimos a las kalejas ….el otel estaba en el “kodrón” a la bodre de la mar, mientres estavamos komiendo las lagrimas se mos kayan de emosión i alegría de ver esa mar tantas veses nomvrada por mis avuelos, maraviyada de ver la mar, el kodron yeno de djentes, los kafes i más fue muy esmoviante. A kontinuar.. Kero dizirles ke antes de viajar estuve en kontakto kon Rafael Algranati i Eme Alaluf para aprontar todo en Izmir, unikó sitio ke no estava programado por el operador turistiko. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 90 - Lafayette Paris (10°). Metro Poissonnière o Gare du Nord. Vos kombido de venir munchos. Ke no se espanten los ke no saven byen avlar... la vedra, malorozamente, es ke agora no ay ni uno ke sepa avlar komo avlavan muestros keridos defuntos; ama no embarasa, azemos lo ke puedemos, i los ke no pueden salir ni un byervo oyen a los otros, i esto solo ya les abasta para achilearles la alma i moverles el korason. Oy pensi de djustamente avlarvos de esta manya ke tengo yo, i ke tenesh vozotros ke me eskuchesh, esta manya de kerer mantener una lingua ke dinguno no avla mas, una lingua ke, ya lo savemos desde muncho tyempo, es kondenada a muerte kual ke sea muestra lucha para ke no afite. Deke esta lucha ke ya savemos pedrida? No son solo yo i vozotros, keridos oyentes, semos miles de sefaradim espartidos en el mundo entero ke luchamos endjuntos, sin dinguna aftaha, para mantener una lingua ke muestros ijos ya no avlan mas. Deke esta lucha? El djudeo‐espanyol ya no sirve mas para darmos a entender. Todos tenemos una lingua maternal ke ya no es mas el djudeo‐espanyol Edmond i sus Emisyones Edmond Cohen / Paris Luchadores para Muestra Lingua Saludos a todos los oyentes de la emisyon Muestra lingua, la emisyon en djudeo‐espanyol fundada por el profesor Haïm‐Vidal Sephiha i prezentada agora por vuestro servidor Edmond Cohen, kon Philippe en la kabina. Vos akodro ke agora “Radio J” tyene un sityo internet. Agora mis emisyones se pueden oir en el mundo entero indose sovre “Radio J” kon internet (http://www.radioj.fr/node/145 ) sea en direkto, sea kuando se kyere: mis emisyones son enrejistradas a mi nombre. Tengo tambyen de anunsyarvos ke los atelyes de konversasyon de la asosyasyon Vidas Largas van a empesar por de muevo, i ke el primer atelye de este muevo anyo se tendra el martes ke vyene 4 de Novyembre, de las dos i un kuarto asta las kuatro i medya‐sinko, en el Centre Communautaire, 119 rue (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 91 - Primera repuesta: si el djudeo‐espanyol no es mi lingua, fue la lingua de mi famiya entera ke no tengo mas, padre, mismo madre afillu ke era lehliya, nono i nona, tiyos i tiyas, todo un mundo ke se fue i ke kyero guadrar; i lo ke es de mi es lo mismo de vozotros. Los rekodros de su chikes i de su manseves azen parte de la vida del ser umano i por esto son apresyados komo un tezoro mas valutozo ke la para, ke va i ke vyene. Akodrarse de su madre, no es solo akodrarse de su kara, es tambyen akodrarse de su boz i de lo ke diziya, i lo diziya en su lingua, esta lingua sin la kuala no es posivle de pensar a su madre. Despues de salir de los kampos de la muerte, el profesor Sephiha se ambezo ke su padre se aviya muerto en Dachau. En kuanto a su madre, sovrebivyo solo sinko anyos a la salida de Ravensbruck, i en 1950, de injenyor kimiko ke era, el profesor Sephiha desho todo para konsagrarse al estudyo de esta lingua bendicha ke avlavan sus padre i madre. Guadrar la lingua para guadrar sus rekodro. Penso ke fue unos de los primeros, i puede ser mismo el primero, de la jenerasyon de los nasidos afuera del Imperyo osmanli, a tomar konsyensa de la adjile ke aviya de no deshar morir –para mi el franses, para otros el ingles, el turko, el ebreo‐ i kuando keremos darmos a entender en djudeo‐espanyol mos se teshe la boka, bushkamos en los diksyonaryos, lo mas del tyempo no topamos el byervo porke la lingua es prove... Ademas la lingua de los djudyos en vedra no es el espanyol, afillu si lo yamamos djudyo, es el ebreo. De otra parte, la lingua del pais ande nasi i bivi no es tampoko el espanyol, es el franses... deke este atadijo para lo ke yamamos muestra lingua i ke en vedra no lo es? Kuryozo, no? Indimas kuryozo ke del tyempo ande todos los sefaradim avlavan espanyol, no teniyan fuerte atadijo para esta lingua, lingua despresyada i konsiderada komo basha por munchos (salvo el hahambashi Bejarano) i ke no teniya el prestijyo del franses... un jargon, eskriviya en franses Moïse Franco en su livro Histoire des Israélites de l'Empire Ottoman. Estavamos en 1897...I agora, en 2014, estamos enamorados de este despresyado jargon. Komo puede ser? La repuesta, no la tengo, ama puede ser tengo yene un empesijo de repuesta. I mismo aprovare dos repuestas en djunto. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 92 - No me kyero apezgar oy sovre los gazeteros, syendo ke ya ize en 2013 (el 3 de junyo) una emisyon intitolada Gazetas i Sefarad, ande ya avli de, sino todas, a lo manko todas las gazetas sea en papel sea en internet ke konosko en el mundo entero, i ande se eskrive, sea enteramente komo Aki Yerushalayim o El Amaneser, sea por parte komo, por egzempo, Shalom o Los Muestros o eSefarad, en djudeo‐espanyol. Tambyen avli, en esta misma emisyon, de emisyones de radyo inkluyendo la ke estash oyendo agora, i de foros sovre internet komo Ladinokomunita o Sefaradimuestro. No me kyero apezgar, komo dishe, ama yene tengo de avlarvos, sino de las gazetas mismas syendo ke ya lo ize, ama de los ke, en estas gazetas, radyos i foros, mantyenen muestra lingua. Por siguro me vo olvidar djente ke meresiya de ser nombrada i demando pedron de antes a todos los ke no vo nombrar. Ke sepan ke si no los nombro, no es maksus, es solo flakeza de meoyo. Esto dicho, avlando de las gazetas eskritas, sea sovre papel, sea sovre internet, komo no nombrar la lingua despues de la muerte de los avlantes, ke sea por modo de la shoa, o de manera mas naturala por modo de la vejes. La sigunda repuesta me parese venir detras de la primera, afillu su importansya: kale tener un interes por una lingua, kual ke sea, ke se esta muryendo, para sino salvarla, a lo manko muy presto guadrarla i konservarla en una forma de muzeo‐biblioteka. Guadrar los romanses, las kantikas, los refranes, todo lo ke es solo oral i ke va dezapareser muy presto si no es kolektado i guadrado. I mismo lo ke es vedra del oral lo es tambyen del eskrito. No kale kreer ke lo ke es gravado sovre el marmol es para syempre. Kale akodrarse de lo ke afito a las tombas del semeteryo de Selanik, i de tantos, tantos otros semetaryos espartidos en el mundo muzulmano (o kristyano, en Evropa del Este por egzemplo). Los eskritos eyos tambyen pueden dezapareser si no son konservados kon amor. Los sefaradim ke se renden kuenta ke el tyempo djuga kontra eyos son agora munchos en el mundo entero, i es de eyos ke kyero avlar oy. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 93 - puede ir a eskuchar sovre internet, en kualkyer lugar del mundo ke sea (salvo puede ser Kol Israel en djudeo‐espanyol ke yo no pude aferrar, ama kreo ke es la kulpa de mi komputadera). Moshe Shaul, Stella Ovadia o Avner Perez ke lavoran (entre otros) por Aki Yerushalayim, el Rav Yeuda Adoni, Coya Delevi, Klara Peraya, Dora Niyego, Esti Saul ke lavoran (entre otros) por Shalom, Karen Gerson Sarhon, Gad Nassi, Moshe Grosman, Rivka Abiry, Herman Fisse, ke lavoran (entre otros) por El Amaneser, Albert de Vidas por Erensia Sefardi, de Moïse Rahmani (i munchos otros) por Los Muestros, Marcelo i Liliana Benveniste por eSefarad, Rafael Algranati por DIYALoG... Por lo ke es de las gazetas por radyo, komo no nombrar Matilda Barnatan i su ija Rahel, por Radio Sefarad (aki las nombro komo gazeteras, mas leshos las vo nombrar por sus poeziya), komo no avlar de los ke lavoran en Buenos Aires por los Javeres del kurtijo, entre los kuales Graciela Tevah de Ryba, komo no avlar de los ke lavoran en Israel por Kol Israel en djudeo‐espanyol (radyo fundada por Isaac Levy, i despues su muerte kontinuada por Moshe Shaul). I yo? I yo tambyen ago parte de los ke lavoran por una radyo en djudeo‐espanyol, aki radyo J. Lo ago kada djueves desde mueve anyos, antes de mi lo izo el profesor Sephiha durante 25 anyos. Aki esto avlando de las radyos ke kada uno I por lo ke es de los foros, komo no nombrar Rachel Bortnick, ke fundo Ladinokomunita, ama tambyen sus moderadores Yehuda Hatsvi, Guler Orgun, Moshe Gormez (kon un penseryo para Rosina Karako‐Smeraldi, ke mos desho la buena vida) i tambyen kada uno de sus partisipantes. Ofisyalmente son 1.500, en vedra los ke vyenen regularmente sovre el foro no son mas, asigun mi, de unos 150, ama sin eyos el foro no seriya un foro. De la misma manera, kale nombrar Sharope Blanko (ansina se aze yamar, i bueno eskojo, porke no konosko mijor dulse) ke fundo Sefaradimuestro, i sus partisipantes, ke munchas vezes son los mismos ke vyenen en Ladinokomunita, ama no todos. Estos todos ke nombri (i los ke me olvidi de nombrar) son djente ke luchan kadal diya para el mantenimyento de muestra lingua, i obtyenen rezultados. Muestra lingua dainda bive en la boka de muncha djente ke no la avlariya mas sin estos todos ke nombri. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Ama no ay solo los gazeteros. Kale nombrar tambyen los universitaryos, los kapos de asosyasyones, los eskrivanos, i entre eyos los poetas, los kantadores i muzikologos, i de manera mas jeneral todos, sefaradim o no, djudyos o no, ke luchan para mantener muestra lingua. Empesaremos por los universitaryos, i por el primero entre eyos, ke es por siguro el profesor Haïm‐Vidal Sephiha. El fue el primero ke echo en 1977 un grito basho la forma de su livro L'agonie des judéo‐espagnols (la agoniya de los djudeo‐ espanyoles). El titolo avla de los djudeo‐espanyoles i no de sus lingua, ama en vedra no son los djudeo‐ espanyoles ke estan agonizando, es sus kultura djudeo‐espanyola, i por empesar sus lingua. Antes de este livro, ke konosyo munchas edisyones i una traduksyon en kasteyano (por Martine Lemoine), el profesor aviya eskrito en 1973 una tezis fundamentala sovre el ladino, estudyando kada byervo de la traduksyon en ladino de Devarim, tal ke fue eskrita en 1547 en Konstantinopla (en karakteres ebreos) i en 1553 en Ferrara (esta vez en karakteres latinos, o, por ser mas presizo, gotikos). - 94 - Meldandando esta suma, se ve pishin la diferensya entre el ladino i la lingua avlada, syendo ke el ladino es una traduksyon del ebreo palavra por palavra, i por esto es una lingua espesifika ke no es ni espanyol, porke su sintaksis es la del ebreo, ni ebreo, porke su vokabularyo es el del espanyol, ama no kualkyer espanyol, i esto es la sigunda diferensya entre la lingua avlada i el ladino, porke el ladino tyene un vokabularyo espesifiko i arkaiko, diferente del vokabularyo del djudeo‐espanyol avlado. Kuando se avla, se dize mozotros no untamos. En ladino se dize non nos entinientes. Ni es la misma sintaksis, ni es el mismo vokabularyo. Por esto es ke yamar ladino a la lingua avlada es un yerro. I no es porke munchos azen este yerro ke keda de ser un yerro. Por siguro, el profesor Sephiha (agora retirado afillu si kontinua sus lavoros) no es orozamente el solo universitaryo ke se interesa al ladino. Agora mismo ay en Madrid, por egzemplo, una ekspozisyon de Biblias en ladino (en haliz ladino) organizada por Uriel Macias Kapon. I, orozamente, el profesor Sephiha no es tampoko el solo universitaryo ke se interesa al djudeo‐ (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG espanyol avlado. Son munchos en el mundo entero. No los konosko kada uno porke no so linguisto, ama puedo yene nombrar a Michael Halevy en Hamburg, Marie‐Christine Varol en Paris, Pilar Romeu en Espanya, i a dos mansevos ke tuve el plazer de enkontrar en Paris, Devin Naar ke lavora en la Universidad de Seattle, o Bryan Kirschen en la de Los Angeles. No se si son dainda de este mundo, ama no puedo kedarme sin nombrar a los profesores espanyoles David Gonzalo Maeso i Pascual Pascual Recuero, ke izyeron una trasliterasyon en karakteres latinos de varyos livros del Meam Loez, komo Bereshit. Los lavores de estos todos son de muy alto nivel, ama desdel empesijo el profesor Sephiha kijo aserkarse de la djente ordinarya i no kedarse en una torre de marfil. Por esto fundo la asosyasyon Vidas Largas en los anyos setenta, kon varyas aktividades inkluyendo kursos, ama tambyen atelyes de konversasyon ande vyenen todos, afillu, komo lo dishe al empesijo de mi emisyon, djente ke no save avlar, i ke vyene solo para el plazer de oir a otros avlar...o aprovar de avlar. Esta asosyasyon tuvo ijikas en Lyon o Marseille, i despues de eya - 95 - nasyo en 1998, yene en Fransya, otra asosyasyon yamada Aki Estamos, agora dirijida por Jenny Laneurie. Esta asosyasyon tambyen lucha para el mantenimyento de muestra lingua, i no solo organiza una universita d'enverano, ama tambyen tyene varyas aktividades, ke sean liguistikas kon Marie‐Christine Varol, muzikales kon Marlene Samoun, de kozina, ets. Lo ke esto kontando por la Fransya vale tambyen para los otros paizes. Munchas son las aktividades en el mundo para mantener i guadrar muestra lingua. I al lado de las asosyasyones, ay por siguro los individuales ke eskriven o kantan en djudeo‐ espanyol. Por los ke eskriven, kyero avlar de los ke eskriven afuera de las gazetas ke ya dishe. Pokos son los livros (kuando digo livros, kyero avlar de proza; avlare mas despues de la poeziya) eskritos en djudeo‐espanyol, ama yene ay syertos. No puedo tanto avlar del roman En torno de la Torre Blanka, porke malorozamente su autor, (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Enrique Saporta y Beja, mos desho la buena vida, i no kyero avlar de los ke no son mas, porke sino los vente minutos ke tengo no abastariyan. Tendriya de avlar del Meam Loez i de toda la literatura de los siglos 19 i 20. Komo livros en djudeo‐espanyol, munchos an sido eskritos por Matilda Koen Sarano, ke bive en Israel. A parte de un diksyonaryo ebreo‐djudeo‐espanyol, djudeo‐espanyol‐ebreo, a eskrito una grande kantidad de livros de kuentos del folklor djudeo‐ espanyol, ama tambyen ovras de teatro, kompilasyon de kantikas, ets. Agora no me vyenen al tino otros autores de livros en djudeo‐espanyol, ama se pueden bushkar sea en la bibliografiya ke parese kada semana sovre eSefarad i kada mes en El Amaneser. A parte de la proza, ay la poeziya, i aki tengo de nombrar munchos i munchas autores de poeziya en djudeo‐espanyol. Empesare, afillu si no bive mas, por la muy grande Clarisse Nicoidski, ke eskrivyo poeziyas maraviyozas. Orozamente, ay munchos otros poetas a kyen dezeamos ke bivan asta syen i vente: Haïm‐Vitali Sadacca, Henriette Asseo, - 96 - Matilda i Rahel Barnatan, Lina Albukrek, Shimon Geron, i tantos otros. I para eskapar, otrun byervo sovre la kansyon. A parte de muzikologas komo Judith Cohen o Jessica Ruda, ay un alay de kantadores, en vedra lo mas kantaderas, ke se pueden oir en el mundo entero. La lista es muy muy larga. Despues de un penseryo por Judy Frenkel, ke malorozamente mos desho, vo nombrar los Pasharos sefaradis, kijo dizir Karen Gerson Sarhon i Izzet Bana, ama tambyenYeoram Gaon, Flory Jagoda, Marlene Samoun, Sandra Bessis, Yasmine Levy, Claire Zalamansky, i tantos otros i otras. Ama ya vino el tyenpo de desharvos, i vos digo al djueves ke vyene, si kyere el Dyo! (036) Kasım-Aralık 2014 - 97 - DIYALoG de la kreatura en la pared Prof.Dr. Moshe de Liba porke se apresuraron todos los soldados YO ESTO REKLAMANDO a violar la djoven madre. Despues, se amanziaron de eya Haim la mataron kuchiyada. De toda la djoven famiya En el primer kazal el nombre Haim de la otra parte del rio solamente, kedo. ayi entraron primeramente ‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐ tiraron los soldados romanos a Hayim, el djoven, Haim Zukerman‐Herşcu, de bendicha memoria, era el ermano de mi mujer arrevataron al bebe de manos de su mujer, la djovena, golpearon la kavesa (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 98 - Quando atornimos en muestro kazal, a la liberasion, teniya ocho anios, i las manos vaziyas, sin livro ni jugete. A leskola, jugavamos a las bilyas kon kuechkos de seresas, i los guesizikos eran de plastro. Los ninios yevavan dainda kundurias kon suelo de lenio, i pantalones kortos, porke no era kolai de topar ropas nuevas, en Marsilya. Muestros premeros jugetes fueron kozas diversas, deshadas por la gerra. Kaskos de soldados, viejos kaskos fransezes de 1940, kaskos almanes, kaskos amerikanos. Mos gustava mucho de jugar a la gerra kon estos kaskos. Los kaskos fransezes mos iyan muy bien a la kaveza, ma los amerikanos eran siempre demaziado grandes, porke los soldados echavan la parte de fierro, ma se guadravan la parte liviana, mas estrecha. Para yevar un kasko amerikano, se deviya de meter debasho muestra vieja boyna de lana preta. Este « beret » ke yevavan todos los eskolaryos de Fransia, en los inviernos frios de las aniadas pretas, i ke estavan desparesiendo kon la paz ke aserkava. No se topavan otros kaskos, los Italianos se kedaron mas a l’Este, en Nizza, i los Inglezes no se amostraron en el Sud de Fransia. Robert Cohen Fransia 1944 Juegos kon Kaskos (036) Kasım-Aralık 2014 - 99 - DIYALoG En este tiempo empesi a dezeyar de tener UN kasko de kada paes bellijerante, kuatro alleatos, i tres de l’Akso (meti vente anios a los topar todos, lo mas difisil vino de los mas leshos (Russia, Japone). La grande sorpreza mos vino de los kaskos almanes. No topimos nunka un kasko ke mos iya a la kavesa. El puevlo de los Sobraombres paresiya tener chika kaveza, i chiko meoyo. Kuando topavamos un kasko alman, se deviya arrankar todo el kuero adientre, para azerse un poko mas de lugar. Ansina aziyan todos los ninios, i io mas ke los otros, siendo ke ya teniya un kudja boy de kaveza, 59 o 60, a ocho anios ! Un diya, en saliendo de eskola, troki a un amigo un muy ermozo kasko alman, assolutamente intakto, kon el kuero, la jugularia, i mizmo el insinieto del akila kon ojo negro. Ma no me kaviya sobra la kaveza, i le arranki toda la garnitura adientro. Lo pude meter, fierro sobra kaveyos, i tomi el kamino de la kaza, kaminando orgoloziamente kon este trofeo enemigo. Ma en kamino, el espanto me ielo el korason. En mi kamino, aviya DOS ALMANES, dainda en uniformo vedre. Eran prijonieres de gerra, empiegados a barreyer las kayes, i arekojer las ojas muertas de los arvoles, kon eskovas i arabaika de mano. Ke iyan pensar, ke iyan dezir, estos ombres vedres, en me mirando pasar kun un kasko a eyos ? Kon el korason tamborinando, me meti a korer ! Deviya pasar en un lugariko estrecho, tra arvole i arabaika. Un Alman me vido venir, i se kito atras por ke pueda pasar. Korriya tanto presto ke el ayre chuflava, en el kasko, por los burakitos de aerasion. Los terrivles askieres no me disheron nada. Ma denpues, konti mi eroika karga a mis amigos. No me kijeron kreyer.« Verdad ? Pasates delantre dos almanes kon este kasko sobra la kaveza ? I si te aviyan peleyado ? » « No teniyan intereso. » Dishe kon mucha fuersa. (036) Kasım-Aralık 2014 - 100 - DIYALoG El Papagayo Sefardi El Papagayo de Madam Roza Un sinior entra en un magazen onde se vende pasharos, i pregunta el presio de un magnifiko papagayo de todas la kolores. Aviya en Salonik, en el barrio Vardar, la kaza onde morava siniora Roza. Esta vieja siniora aveya pasado su vida en resiviendo diversos siniores ke pagavan muy karo para kedar una orika en su kama. Era una institusion, el padre le mandava su ijo para lo despyertar, I un diya, Madam Roza se murio ! En la kaye judiya, todos los mushteris, pasados i resentes se adjuntaron para dar kavod a esta mujer, ke aviya estado sana i onesta, malgrado su echo. Komo aviya deshado poko paras, izieron una vendida kon enkaresimiento de todo lo ke teniya en kaza, para pagar su kever. I muchos ombres merkaron, komo souvenir, una bavajada de esta vieja amiga tanto kerida. Ansina se fueron la kama, los mobles, las vestimientas, i todo lo ke aviya en la kuzina. I vino el torno del papagayo de Mada Roza, este pasharo ke aviya visto tantas kozas. Todos los viejos amigos lo kieriyan merkar. El presio empeso a pujar, siempre mas. «Mil i kinientos !» «Dos mil !» «Tres mil» «Sinko mil !» « Lo vendo dies mil dollares, sinior ! » « Dies mil dollares ! Es una lokura ! Nunka pagare un presio demaziado karo ! » « Si, sinior, ma este papagayo, no solamente avla, ma de mas, avla kaji todas las lenguas. Lo puedesh aprovar, si konosesh lenguas ajenas ! » « Chamozeh, vamos a ver ! Di me, koko, ata medaber ivrit ? » « Ken, adoni, ani medaber ivrit, ve gam aramit ! » « Koko, ‘yr r’den yyidysh ? « Byshlyym’s h’r » « Koko, avlas ladino ? » « Seguro, sinior, ke lo avlo ! » « Di me, Koko, avlas ivrit, yiddisch, i ladino… no estas un poko jidio ? » A este punto, el papagayo maneyo sus alas i se mitio a gridar : « AYDE ! DIES MIL DE MAS, I ME METO DESNUDA ! » « Eh, ke te parese, haver ? Kon la nariz ke tengo ! » (036) Kasım-Aralık 2014 - 101 - DIYALoG En el Tiempo de la Gerra Dr. Stela Astrukova En el tiempo del Olokausto se destruyeron munchos destinos. Krios kedaron sin parientes, parientes sin los krios. Famiyas estuvieron separadas, 6,000 000 de djidios pedrieron su vida en los kampos de konsentrasion. Para este tiempo todos ke estamos aki ya savemos muncho i kada uno paso la tragedia suya. PARA KE NO SE OLVİDE Yo vos vo kontar lokve paso la famiya muestra en akel tiempo. Kompozision I redaksion: Viktoria Atanasova Benatov Ordenador: Leon Kachas: Albert Benatov Fotos: Dime Krastev, Moni Franses, Sami Kohen Mi papu i mi padre eran merkaderes. Tenian una butika, onde vendian diferentes boyas para kolorar vestidos de lana, de algodon, para boyadiar kazas, paderes i ventanas. Mi vava i mi madre eran duenyas de kaza. Eramos una famiya buena i onesta. Kvando salio la Ley de la proteksion de la nasion, mi papu i mi padre kalian vender la butika a un bulgaro, amostrado del Komisariato de las kuestiones de los djidios. El bulgaro “merko” la butika kon todos los artikulos sin dar un santim. Mi papu no pudo soportar esta koza i se murio. Dos mezes despues de el se murio i mi vava. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Kedimos solo yo kon mi padre i mi madre. Despues ke le tomaron la butika mi padre kedo sin echo. Kada dia el se iva a la plaza publika para topar algun lavoro. Ma los bulgaros kvando vian el shaday ki yevavamos todos los djidios, se spantavan de tomarlo por lavorador. Para poder kitar paras para el pan, mi madre ke savia kuzir, ampeso a kuzir en una kaza. Ansina en grande mizeria, vendiendo de vez en kvando kozas de kaza vino el mes de mayo de 1943. Al kavo del mes empisimos a resivir las notisias del Komisariato, en tres dias partir para la sivdad eskrita en la notisia i ke podemos tomar solo esto lokve podemos yevar en la mano. - 102 - pan. Munchos kazalinos de los kazales serka de Sofia venian kon arabas, las inchavan de kozas, las yevavan i se tornavan de muevo i de muevo para yevar lokve podieron aferar porke lokve no podimos vender kedo en las kayes i en los kurtijos. Me akodro ke antes de partir mi madre repartio la djoia ke teniamos – kozas de oro, i las kuzio en los vestidos de kada uno. A mi mi kuzio en el manto de invierno unos kvantos orejales i un anio i me disho: ‐“ Mira ija mia, estas kozas las vaz a vender solo kvando kedas sin pan, o primi ke te salves la vida. Kon este manto yo pasi por la polisia i la prizion sinko vezes, , ma no los toparon”. Despues de la liberasion de 9 IX 1944 yo di los orejales a la una inyeta i el anio a la otra. No vo kontar aki por la demonstrasion de 24 de mayo 1943. Esto es otra lesion. La famiya mia kalia ir a la sivdad Gorna Djumaya (oy Blagoevgrad). Durante estos tres dias kada famiya primia aparejar lokve va tomar kon si i para tener algun levo vender las otras kozas. Empesimos kon esto: kada famiya kito en la kaye todos los muebles, kamas, kolchas, kushines, chinis, kucharas i todo lokve vos podesh imajinar. La zona de Sofia de los djidios se izo un merkado de kozas viejas. Kon lagrimas en los ojos vendimos todo ke era arekojido kon muncho gusto. Todo se fue por santimos. Me akodro ke yo vendi un kolchon yeno kon pura lana por 5 levas, kvanto valia entonses un El 29 de mayo 1943 la famiya mia kon munchas otras famiyas mos enkargaron a un tren kon vagones de kargo, uno al lado de otro, sin poder menearmos. Voyajimos la noche entera, al otro dia entero (la distancia es solo 150 km) i arivimos a la otra noche‐ a media noche muertos de kansansio. Ma los djidios de Gorna Djumaya mos aresivieron kon brasos aviertos. Kada famiya ke bivia en la (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG sivdad aresivio en su kaza kvanto pudo de mozos. La famiya moestra kayo en la kaza de Merkado Moreno. La kaza era de dos kamaretas i kuzina. La famiya suya era de sinko personas. Eyos se arekojeron en la kuzina. En kada kamareta avia dos famiyas. La famiya moestra kedo en el antre (vestibulo) komo sardelas. Tuvimos mazal ke la kaza tenia una grande terasa. La una famiya fue esta de Anjel Vagenshtain. El padre suyo era tenekedji i kon los otros ombres kon tavlas azieron en la terasa un chiko banyo. En la sivdad en kada kyushe avia fuentes kon agua minerala. Ansina podimos lavarmos i lavar la ropa. - 103 - metia suyas kuras i yo ampesi ver de muevo. Los ojos me se sanaron. Kuando mi madre le kijo pagar, el no kijo tomar ni un levo i disho ke de djente ke estan entre la vida i la muerte no puede tomar un santim. Despues ke se me kuraron los ojos, tres mansevas tomimos desision i ampesimos a arrekojer todos los krios djudios de la sivdad en la eskola. La una era yo, la otra Reni Eshkenazi i la tresera Roza. Los krios venian kon grande plazer i gusto por modo ke en kaza no tenian onde menearse. Mozos les ambezavamos kantikas, les meldavamos konsejas, los yevavamos a ekskurziones. Despues del 15 de septiembre ampesimos ambezarlos komo en eskola. Es savido ke el djidio no puede bivir sin ambezarse. Ansina el dia en la eskola ambezavan los krios, a la tadre todos los mansevos mos arrekojiamos en la sinagoga onde los mas savidos meldavan lesiones a temas diferentes‐ filosofia, literatura.... I no solo esto. Todos los de ‐RMS (Union de los mansevos lavoradores) i komunistos mos arekojiamos para ampesar a ayudar a los partizanos i ayudar kon todas fuersas la gerra kontra el fashismo. El organizador era Anjel Vagenshtain, ma en los primeros dias del mes disiembre de 1943 estuvimos aprizionados. Al otro dia los djidios local avrieron en la eskola djudia una meza (komedor) onde mos davan a komer unas kvantas semanas asta ke se skaparon las paras ke avian arekojido entre eyos. Yo arivi a Gorna Djumaya kaji siega de la suziedad durante el kamino. De esto ke no podimos dormir munchas noches los dos ojos me se serraron por modo ke se enflamaron muncho. No estuvi viendo nada. Entonses mi madre me yevo onde un mediko. D‐r Haidukov me miro, lavo los ojos, metio suya kura i me disho ke venga al otro dia ine. Una semana entera yo iva kada dia i kada dia me (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Lokve pasi en la polisia i en la prision no puedo kontarvos. No tengo fuersas de pasar de muevo estos dias. Solo kero dezir ke en todos los lugares se topa buena djente. Para esta buena djente kero kontar. - 104 - – me disho la una de las mujeres, ya te vamos a dar i para eyas.” Tomaron un grande pan, lo kortaron en medio, lo incheron kon manteka i kashkaval i me lo enkasharon dentro del manto. Ansina kon el pan dentro del manto devi lavar la eskalera, para no azer danyo a esta djente buena. Despues de 9 IX 1944 bushki muncho a estas personas buenas, para darles las grasias, ma no los pudi topar. Al kavo del mes febrero de 1944 todas las personas del proseso mos trusheron de la polisia de Gorna Djumaya en el V departamento de Sofia. Ninguno de los parientes muestros no entendieron onde estavamos i ke no komiamos i beviamos nada. La puerta de la kamareta onde estuvimos enserrados se avrio i un polisia me afero del kueyo i me travo afuera i ampeso a gritar :‐ “ Vamos, tu, la djudia, va a la kuzina, toma una chanaka (un kubo) i spondja las eskaleras de la polisia.” Travando me del kueyo el me yevo a la kuzina. Komo estuvi muerta de frio ayi me paresio ke es “ gan edem”. En la kuzina avia tres mujeres – gizanderas. La una de eyas me inkasho en la mano un kanton de pan blanko untado bueno kon manteka i kezo, incho una kopa (vazo) kon chay kon muncho asukar i me disho:‐ “Vamos ija mia, koma i beva antes ke venga alguno.” Ampesi a komer presto, muerta de ambre. Ma enduna me akodri ke endjuntos kon mi ay otras dos ijikas i dishi ke no puedo mas komer i lokve keda lo vo yevar a las amigas mias. “Esto es para ti” Sali de la prizion de la sivdad de Pleven el 7 IX 1944. Entonses mansevos de la sivdad forsaron la puerta de la prizion i mozos todos salimos liberos. Me torni primero en Gorna Djumaya onde estavan mis parientes. Estava muy flaka, hazina de sarna, yena de piojos i muy, muy suzia. Anyo entero no me podia lavar, ma estuvi gustoza i alegre ke en Bulgaria no ay mas germanos i fashismo. Despues de dos semanas tornimos a Sofia. Topimos la kaza muestra vazia, sin un trapo, kon ventanas arompidas i paderes destruidas de los bombardeos, ma estavamos bivos todos los tres i todos muestros parientes i amigos. Para esto se prime dar las grasias a todos ke tienen parte en la salvasion muestra. En el DIYALoG siguiente: AKI NASI, AKI ME VO A MURIR (036) Kasım-Aralık 2014 - 105 - DIYALoG Lebanon's Jewish Revival An Embattled Minority Restores Its Past By Adam Rasmi OCTOBER 14, 2014 Maghen Abraham, Beirut's oldest synagogue, undergoes renovation in Wadi Abu‐Jamil district in downtown Beirut (Courtesy Reuters) Miriam Mizrahi Guindi, a Syrian Jew originally from Aleppo, set sail from Mexico City to Beirut in 1946. Already pregnant, she would soon give birth in her husband Elias’ hometown, the Lebanese capital. Miriam returned to the city on three occasions to deliver the youngest of her six children, spending five or so months there each time. Like many émigré Lebanese and Syrian Jews, Miriam and Elias maintained a strong attachment to the region despite having left their homeland. Both spoke French and Hebrew since their youth, but Arabic was their native and preferred tongue. DE LA PRENSA MONDIAL Lina Filiba (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Although the pair immigrated early on to the Americas for better economic opportunities, most other Lebanese Jews would also leave in later years, fearing insecurity or the possibility of discrimination. Unlike the majority of Arab states, from which Jews left en masse after the founding of the state of Israel in 1948, Lebanon saw its Jewish community grow through most of the 1950s. But in the summer of 1958, clashes between Lebanese Christians and Muslims highlighted the instability of the country and region. The series of Arab‐ Israeli wars in the two decades following offered further confirmation: by 1970, a community that had once numbered over 12,000 had dwindled to fewer than 2,000. For those who remained, things soon got worse. During the 1975–1990 civil war, Beirut’s historic Jewish quarter found itself along a fault line that divided warring East and West Beirut. The neighborhood saw regular clashes and mortar fire; in 1982, the Israel Defense Forces shelled the synagogue, leaving a gaping hole in the roof and the structure in disrepair as part of a campaign in the area against fighters from the Palestine Liberation Organization. The persistent clashes - 106 - convinced almost all of the Jewish community’s remaining members to leave the country. Fewer than 200 Lebanese Jews still live in Lebanon today. But some Lebanese are now hoping this trend can be reversed ‐‐ and there is cause for cautious optimism. In a posh but heavily guarded area of downtown Beirut, a symbol of religious coexistence seems poised to gain new life. The Maghen Abraham Synagogue, the only Jewish religious temple left in the capital, is set to reopen after over three decades of ruin. When the synagogue’s near‐ complete restoration was announced on its Facebook page in late August, the post was showered with “Likes” and positive comments. “I hope the community will be able to congregate soon. Our country needs all the reconciliation it can achieve. Wish you all the best,” posted one Lebanese commenter, a professor at the American University of Beirut. The Facebook announcement capped years of work. It was in 2008 that Isaac Arazi, the leader of Lebanon’s Jewish Community Council, first initiated a project to restore the synagogue. The Lebanese Jewish diaspora ‐‐ including the Safras, a (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 107 - and is opposed to all forms of religious pluralism, has recently made inroads into Lebanon, the Arab world’s most diverse country. In August, ISIS overran the northeastern Sunni border town of Arsal; in response, the Lebanese army attacked the area in order to push out the group. Thirty‐five officers were kidnapped in the ensuing clashes, and ISIS has since beheaded two. The reopening of Maghen Abraham is thus a much‐needed reminder of religious coexistence. The symbolism transcends the precarious status of Lebanon’s small Jewish population. “When you have Daesh [ISIS] cutting off heads, Lebanon is fixing synagogues. . . . This is not something to be understated,” said Moukheiber. Charly Zarur, the grandson of Miriam and Elias, echoed his views. He said the reopening of the synagogue is above all about reviving the spirit of brotherhood among Lebanon’s Muslims, Christians, and Jews. Although the Jewish community is a long‐standing part of Lebanon’s history ‐‐ Judaism is one of 18 sects officially recognized in the national constitution ‐‐ it has been missing from the collective consciousness in recent decades. Indeed, prominent banking family ‐‐ led the fundraising drive. Non‐Jewish Lebanese also made contributions. Solidere SAL, a real estate firm set up by the Hariris, a Sunni family prominently involved in politics, pledged $150,000, an amount it also offered to other religious groups restoring places of worship in the area. In total, the restoration cost between $4 million and $5 million. Crucially, all of Lebanon’s major political parties offered rhetorical support to the reconstruction efforts. Even Hezbollah, the Shiite party‐cum‐ militia, which has fought a series of skirmishes and wars with Israel since the 1980s, has said it welcomes Lebanese Jews. As Ghassan Moukheiber, a member of parliament with the March 8 coalition, explained, “The synagogue underlines the distinction that must be made between Judaism and Zionism.” Maghen Abraham’s restoration comes at a time when Lebanon has seen an uptick in sectarian tensions that have worried people from all sects. The Islamic State of Iraq and al‐Sham (ISIS), an extremist group that denies the legitimacy of present‐day borders separating states in the region (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG given that most of the Lebanese population was born after 1975, few Lebanese Christians or Muslims today even have memories of coexistence with Jews. Some Lebanese have argued that the opening of the synagogue might widen their understanding of the country’s pluralism. “It will remind everyone, including legislators, that when dealing with various communities living in Lebanon, there are not only Christians and Muslims . . . but Christians, Muslims, Jews, and others,” said Moukheiber. But Zarur also cautioned that, contrary to the claims made by Arazi, it’s unrealistic to expect the opening of the synagogue to inspire a revival of the Jewish community to its former strength: “If at some point Israel and Lebanon establish relations, it is possible. But not until then.” Although there are four other synagogues scattered across Lebanon ‐‐ in Bhamdoun, Deir al Qamar, Sidon, and Tripoli ‐‐ all are derelict or have been closed for decades. There is little prospect that any will open anytime soon. Moreover, those in Lebanon’s existing Jewish community have become accustomed to keeping a low profile, often concealing their names and religion in order to avoid ostracism or hostility. - 108 - The Lebanese government has also rarely made it a priority to reach out to Lebanese Jews. Nabil de Freige, the member of parliament elected to the one seat earmarked for “minorities” ‐‐ which includes six Christian sects and the Jewish community ‐‐ conceded in a 2011 interview that he was unable to locate a single Lebanese Jewish representative. The community is afforded similar rights as other citizens but in official records is referred to as the Ta’ifiya al Israiliya ‐‐ the Israeli community. The term predates the founding of the state of Israel in 1948 and is a holdover from the French mandate period. Hoping to make clear the distinction between Lebanese Jews and Israelis, then Minister of Interior Ziyad Baroud proposed a draft law in 2009 to affirm their rights and distinguish them from the “subjects of an occupying entity.” The proposal never became law. The Jewish community does have an official mukhtar ‐‐ a traditional village leader appointed by the community ‐‐ but even he is not a member of the Jewish faith. The last Jewish mukhtar left Lebanon in 1978, and a Muslim by the name of Bassem al‐Hout now holds the post. Hout, who inherited the job from his father, grew up among (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 109 - place of relative tolerance. About 2,000 Lebanese Jewish émigrés and their descendants enter and exit the country yearly, and they recall fond memories of life in Beirut. As Zarur pointed out, despite the administrative issues and political sensitivities related to addressing the needs of Lebanon’s tiny Jewish population, Lebanese Jews have coexisted with Muslims and Christians for centuries. In the case of his family ‐‐ and like many Levantine Jews ‐‐ the lands that now make up the states of Lebanon and Syria long ago offered them safe haven after the Spanish Inquisition expelled all Jews from that country in 1492. What is more, Zarur added, if countries such as Spain can offer a path to citizenship for the descendants of Jews expelled over 500 years ago, then there is still hope that Lebanon might similarly open its arms in the future. “Maybe a generation is all it will take for us to return,” he joked. But until then, the restoration of Maghen Abraham, no matter when it finally reopens, will have to suffice as a symbolic gesture. Lebanese Jews and handles the legal aspects of births, marriages, and deaths for what remains of the community. He declined to comment on specific individuals, upholding their privacy and decision to maintain a low profile. Legal administration aside, there must be a functioning synagogue or gathering place for a Jewish presence to endure. The physical condition of Maghen Abraham may be nearly restored after decades of disrepair, but there are no rabbis available to officiate services in the country. (The last chief rabbi, Yakoub Chreim, left Lebanon in 1978.) Moreover, members of the community ‐‐ like all other Lebanese ‐‐ who wish to enter the synagogue will face onerous security measures. The residence of Saad Hariri, head of the March 14–affiliated Future Movement and son of slain former Prime Minister Rafiq Hariri, is adjacent to Maghen Abraham. Armed officers and steel barricades surround the entry points to the site; only those who possess special permits are allowed to pass. Yet Lebanese Jews still emphasize that Lebanon is a http://www.foreignaffairs.com/articles/142184/adam‐ rasmi/lebanons‐jewish‐revival (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Exclusive Exposure - 110 - company will serve in this capacity in an Olympic event. The deal value is estimated at 2.2. Billion dollars. ISDS' operations regarding the Olympic Games will range from consulting to supplying systems. "The challenge is great", says Ron Shafran, Vice President of the company, to IsraelDefense. "As seen in the media around the world, the security in Brazil is a challenge but we are already with teams in Israel as well as in Brazil and Europe. "All teams are working on preparing the sector, from constructing a security concept to constructing the technological systems to be installed in the facilities of the competitions and all the logistical facilities, located in Rio and in four other regions throughout Brazil. "The games begin on August 5, 2016 and will continue until December 2016, that including the Special Olympics", added Ron Shafran. According to Shafran, this is a rare opportunity to provide a platform for Israeli companies to take part in securing the games. "We very much want to take this platform and integrate Israeli and Israeli Company Selected as the Security Coordinator of Rio 2016 Olympics ISDS Company was chosen to be the integrator of all security aspects of the 2016 Olympic Games in Brazil, as part of a deal worth about 2.2 Billion dollars. "It will be a technology hotbed of Israeli security solutions", said Ron Shafran from ISDS. Unprecedented Israeli achievement: ISDS was selected to manage and coordinate the security of the Rio 2016 Olympics. It is the first time an Israeli (036) Kasım-Aralık 2014 - 111 - DIYALoG Jews Spent Centuries in Antakya, Turkey. Now, There's Only 17 Left. international technologies that address the specific issues – from intelligence to perimeter security, crowd control and so forth. It will be a technology hotbed of Israeli security solutions. "We will emphasize on small companies with big solutions, in order to give them the platform to present their capabilities and serve as a showcase to the world, facing a very significant customer it is hard to enter to". ISDS' company name appears on the official website of the Rio 2016 Olympics as one of the sponsors of the event, along with the names of multinational companies such as Symantec, EMC and more. An extensive interview on the subject, with ISDS CEO Leo Glaser and Ron Shafran will be published in the upcoming issue of IsraelDefense magazine, to be published in November. 2,300-Year-Old Community Grapples With Refugee Influx The Jewish Daily Forward By Michael Kaplan Saul Cenudioglu remembers when his synagogue was full and when Muslims and Christians of this diverse Turkish city joined with Jews to celebrate marriages and births. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 112 - Islamic State, whose forces advanced closer to the Turkish border. But it is not the war that has driven away Antakya’s Jews. The exodus started back in the 1970s, when a wave of domestic political violence swept across Turkey, creating an intolerable environment for the country’s minorities. Thousands of Jews across Turkey fled to the country’s economic and cultural center, Istanbul, or overseas to find a better life. Antakya’s Jewish community never quite recovered. Forty years ago there were several hundred Jews in Antakya. Today there are just 17 left. The youngest is about 60. I met Cenudioglu, a 75‐year‐old with a snowy head of hair, at the entrance to the city’s only synagogue. A Star of David is inscribed on the facade of the modest structure, which blends comfortably in the neighborhood it has sat in for the past 250 years, just across the street from a mosque and a Catholic church. “I’m afraid in 15 or 20 years, people in Antakya might be saying, ‘Did you know there used to be Jews in this city?’” Cenudioglu said. Antakya sits just 20 miles from the border with Syria, nestled in the fertile and lush mountainous region of Turkey’s southern Hatay province. The city of more than 200,000 has always been known across Turkey for its natural beauty and for its fresh fruit. In recent years, though, with war on its doorstep and an influx of 30,000 Syrian refugees, the province has taken on a reputation as a hub for war‐hardened fighters and an important lifeline for the Free Syrian Army. It has also become a popular crossing point for foreign jihadis seeking battle in Syria. I visited Antakya in late September to find out whether spillover from the war has affected the fading, 2,300‐year‐old Jewish community and whether Cenudioglu, who has led the community for the past 13 years, fears for the community’s safety. The day I arrived, the U.S.‐led coalition began airstrikes against the militant Sunni group (036) Kasım-Aralık 2014 - 113 - DIYALoG Cenudioglu made a point of calling the mayor’s personal cell phone in the middle of our discussion to thank him for his generosity. The door opens to an empty, small cobblestone courtyard with a few sparse trees and a plain stone building where the men gather to pray each week. An elderly Muslim neighbor, with a scruffy, gray‐ trimmed beard and a white skullcap, stepped in to offer us Turkish tea. “In Antakya, hospitality is very common,” Cenudioglu said through a translator. “Everyone here is supporting us.” As the Jewish community has dwindled, Jews have become something of a novelty in this area, protected and supported by neighbors and by the local government. Earlier this year, Antakya’s mayor, Lutfu Savas, granted Cenudioglu’s request for two unused apartments to be used as guesthouses, free of charge, for visitors on the Sabbath. “We don’t get any support from America, Europe, Israel or even Istanbul,” Cenudioglu said. “But the local government has an interest in minorities, so they help us when we need it.” Dwindling Numbers: Saul Cenudioglu (left) has led the 2,300‐year‐old Jewish community for the past 13 years. MICHAEL KAPLAN Elected officials are not the only Turks who help the Jewish community. After the two guesthouses were renovated, Cenudioglu called the remodeling company and learned that the priest of the church across the street had already paid the bill. According to Cenudioglu, the two meet for coffee regularly, along with a local Imam. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Jews have been an important part of the fabric of Antakya since pre‐Christian times, when the city was known as Antioch. The city was also a hub for early converts to Judaism and for Christian proselytizers. As depicted in the Christian New Testament, the Jewish‐born Apostles Paul and Peter were among the early Christian leaders to visit the community — a mixed assemblage of Jews and PAGANS whose members were the first to identify themselves as Christians, a new faith, wholly separate from Judaism. Strong relations between Jews and their neighbors go back for as long as Cenudioglu can remember, to a time when Jews played an important role in the local economy, selling fabrics and clothing. Jews studied in Turkish schools, sold their goods in Turkish markets and shared in festivities with their Muslim and Christian neighbors. At times, the Jews’ preferred trade as merchants brought them into conflict with merchants in neighboring towns in the Hatay province who viewed the Jewish community as economic competition. In some cases, towns held their bazaars on only Fridays and Saturdays, knowing - 114 - that Jews would not be able to sell their goods on those days. Cenudioglu stressed, though, that the tensions were never anti‐Semitic — it was simply business. Cultural, ethnic and religious diversity is part of the fabric of this region. Hatay, a panhandle wedged between Syria and the Mediterranean, is hailed across Turkey for its multiculturalism and tolerance. The province was part of Syria until Turkey officially annexed it through a referendum in 1939, and its population remains a microcosm of Syria — a mosaic of Christians, Jews, Sunnis, Alawites and Alevis. The province is an anomaly of sorts in a country that is three‐quarters Sunni Muslim and more than 99% Muslim. Much of the population — including Antakya’s Jews — is fluent in Arabic, and the city has a reputation for being a bit more Syrian than it is Turkish. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 115 - sectarian conflict. In May of that year, in a town about an hour outside Antakya, more than 50 people were killed in twin explosions spaced 15 minutes apart. The attack was initially believed to be the work of pro‐Assad forces operating out of Southern Turkey. It marked the first case of Syria‐related violence carried out on Turkish soil, adding to the growing sectarian tension in the area. Since then, community leaders have worked to quell tensions, and it seems as though they have been successful. Most people in Antakya I spoke to believe that the worst is behind them. But according to some, political tensions have turned the city into an unfriendly place for its minorities. “People are afraid because no one knows what tomorrow will bring,” Tamer Yazar, a local journalist, wrote in an email to the Forward. In the tense environment, anti‐Semitism has reared its head. Shops selling kunefe, a sweet and cheesy pastry most popular across the Arab world, sit on just about every street corner. Until war broke out in Syria, Aleppo was just a three‐hour bus ride away and a more popular vacation destination than Istanbul. The Jewish community of Antakya retained close relations with Jews in Aleppo, with whom they shared cultural and ethnic ties until that community shrank following the establishment of Israel. Today, Antakya’s diversity has become a double‐ edged sword. The city’s Alawites largely support their co‐ religionist, the Syrian leader Bashar al‐Assad, for what they perceive as his protection of minorities. The Turkish government and public broadly back the Syrian opposition. In 2012, as Alawites began staging protests against military intervention in Syria, it seemed as though the region was on the brink of a full‐fledged (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 116 - We met on a Friday, and he was far more concerned with the immediate task of finding a minyan ‐the 10 men needed for a quorum for prayer in traditional Judaism‐ for the following day than he was about the war. Throughout our discussion, Cenudioglu periodically pulled out his old, gray Nokia phone to see who planned to attend the next day’s Sabbath services. With only eight Jewish men left in Antakya, Cenudioglu has to coordinate with Jews in Istanbul to bring together a minyan. Rabbi Mardo Razon often flies in from Istanbul to lead services. Cenudioglu looked to me, counting on his fingers how many Jews were planning to show up, and asked whether I would be willing to join Saturday’s service. I agreed. The following day, 10 men, myself included, and one elderly woman sat scattered across the wooden benches that line the perimeter of the synagogue’s Last year, “The Statue of Tolerance” was erected in one of the city’s main squares, with two hands raised toward the sky. In one hand was a globe; in the other was a crescent, a cross and a Star of David. The statue was meant to celebrate diversity. But according to the Guardian newspaper, vandals repeatedly defaced the Star of David. The religious symbols were promptly removed and replaced with an olive branch. Yazar attributed anti‐Semitic sentiment to the tense political environment and to widespread opposition to Israel. Asked whether the community has ever been attacked or the synagogue vandalized, Cenudioglu said: “No, no, no. Antakya’s a peaceful place. They talk about this in the media, but I haven’t seen it here.” Cenudioglu spoke of the conflict in Syria as though it were a world away, even as it inches closer and closer to the Hatay border. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 117 - there’s not much for the youth here anymore.” His own son moved away decades ago to Istanbul. Both of his daughters have immigrated to Israel. “What can we do? It’s their life, and they can choose how to live it,” Cenudioglu said. sanctuary. The floor is made of marble, and a rich blue curtain with golden inscriptions covers the ark. The rabbi stood at the podium at the center of the room, hastily reading prayers from a tattered prayer book. Some of the men talked on their phones; others followed along, holding Hebrew prayer books, or stared off. Then, when one of the seven worn Torah scrolls was carried from the ark, the room sparked to life. Everyone rushed to gather around the Torah bearer, eager to touch the 500‐year‐old blue‐caped scroll. I wondered what the scene would have looked like when the Torah was paraded around the synagogue back when the men now gathered around me were children. Though Cenudioglu assured me that the war was not affecting Jewish life in Antakya, he was not upbeat about the future. The previous day, Cenudioglu had told me: “Our lives haven’t really changed much since the war began… people go to Istanbul to find spouses; Contact Michael Kaplan at [email protected] http://forward.com/articles/207856/jews‐spent‐centuries‐in‐ antakya‐turkey‐now‐theres/?p=all#ixzz3HojWYpGD (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG The Turkish Jewish Community is a Part of History and the Future of Turkey and They Must Be Protected - 118 - In all of this, the place of the Turkish Jewish community is one which is protected by the State and where representatives that I met with, said that they have good relations with the Turkish government. Whilst the relationship between Turkey and Israel has been strained by events such as Gaza and the Mavi Marmara, it seems that the Government of Turkey and in particular, the President and the Prime Minister, have taken a strong and much welcomed position of being vocal on the importance of protecting local Jewish communities and distinguishing them from the foreign policy of Israel, over which they have no influence whatsoever. These channels through which the Turkish Jewish community can engage with those in power also means that it provides a small but much needed sense of security to members of the community. Totalling about 18,000 people, the Turkish Jewish community has shrunk slowly over time. It is the second largest Jewish community in a Muslim majority country and comes second to Iran. When the Republic of Turkey was formed, the community totalled about 82,000 residents and some have left for other European countries, the United States The Board od Deputees of Breitish Jews By Fiyaz Mughal, Director of TELL MAMA My recent visit to the Chief Rabbis office in the heart of Istanbul was one of the highlights of what makes Istanbul unique and so special to me. The Aya Sofia, the history of the Ottomans, the Bosphorus and the influence of Turkish culture in the Middle East all make up the fabric of a country which inspires and lifts the soul for any visitor to this magical location. Allied to this is the kindness of the Turkish people who have been accepting of other faiths and cultures and more recently, by taking in hundreds of thousands of Syrian refugees who have fled the obscenities of war in Syria. In fact, one of the most striking things which I found in Istanbul, was the number of traders and workers who are Syrian and where Arabic can regularly be heard on street corners as the capital once again becomes a melting point of cultures. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 119 - As the Director of the TELL MAMA project in the UK, (which counters anti‐Muslim bigotry), it is clear to me that community education work allied to the development and implementation of laws that tackle hate, intolerance and bigotry are key to challenging such behaviour. Also, the recording and monitoring of cases on anti‐Semitism and anti‐ Muslim hate are essential in providing facts and figures that can shape policies and ensure that the voices of victims are heard. Which is one of the reasons that the Turkish Jewish community are investing in the recording of anti‐Semitic incidents in Istanbul. As I sat with representatives, it was clear that documenting such cases is one of the most powerful ways of highlighting the depth and level of the problem, though it should be noted, that much like in the UK, most cases involved abuse and not extreme physical violence. Moreover, it was clear that in areas beyond the heart of Istanbul, where there was less chance of mixing and engagement with members of the Turkish Jewish community, anti‐Semitic discourse and street based abuse can be found. Yet, according to community representatives, one of the areas that was mentioned which needs and Israel. Yet, it is when events such as Gaza take place, that the local Turkish Jewish community feel that they are regarded as being ‘outsiders’ by some press journalists and by members of the public. Antisemitic discourse during attacks on Gaza have also become louder and have been heard above the background noise of news reporting on events in the Middle East. Representatives whom I met with, told me that some people using social media were involved in promoting anti‐Semitic discourse, though most of the street based and on‐line anti‐Semitism which the community felt, came from members of the public. Even though there was no wave of physical attacks, it nonetheless made the community feel threatened. This, representatives said, can only be changed through general education work to promote a better understanding and ongoing respect for each other as equal citizens, and whilst Turkey in general is a welcoming place, they believed that each Gaza crisis had created a small barrier to relations between them, as Turkish Jews, and their fellow citizens. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 120 - Let’s hope that it can show other countries in the region how important minority communities are by retaining its Jewish community. Success on this score is measurable by seeing whether the population increases. tightening up are the country’s laws against hate crimes and intolerance and bigotry. The development and implementation of such laws, representatives believed, could create some resilience against anti‐Semitism though they were again keen to stress the strong communication channels that they have with Government officials at various levels. Lastly, just before I left, a member of the community said something that struck me and which I have reflected on quite a few times. He said, “We as Jews were hated in Europe because of the perception that we killed Christ, that we were Christ’s murderers. That hatred was turned against us again and again. Today, in Europe, Muslims are also suffering bigotry, attacks and intolerance and this is probably because they fear Muslims and Islam. In both cases, he said, Europe needs education in order to protect its minority communities.” As I left, I could not help feeling that in that room, there was a part of Turkey that should always be preserved and protected. Turkey is a social, financial and cultural powerhouse in the Levant. Multi‐lingual media engagement in English, Arabic, Hebrew and Urdu, Mainstream press engagement targeting digital, print and audio sources in order to maximise exposure for campaigns, Developing focus group interviews with relevant stakeholder groups from a range of diverse communities, Creating and disseminating regular media bulletins in English, Arabic, Hebrew and Urdu, Mobile engagement through SMS messaging in countries such as Pakistan and North Africa; these can access hard to reach rural communities for health promotional activities or in emergency disaster relief programmes. Web‐site content development and management, as well as branding services. If you are looking for a pro‐active media management service for your organisation and for your promotional needs, don't hesitate to get in touch in with us for an initial discussion. http://www.bod.org.uk/live/content.php?Item_ID=130&Blog_ID=1297 (036) Kasım-Aralık 2014 Operasyonel Mükemmelliğe Odaklanmış Bir Profesyonel Yönetici - 121 - DIYALoG ALBER KAYA BİZDEN BİRİ Sarit Bonfil (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Çok uluslu bir şirkette kariyer basamaklarının en üstüne yükselmek birçok kişinin hayalini süslese de pek az kişinin o pozisyonlara gelebildiği bir gerçek. İzmir’de başlayıp yurt dışında sürdürdüğü kariyerine Tetra Pak’tan emekli olduktan sonra yine İzmir’de kendi kurduğu şirkette devam eden Alber Kaya, ender yeteneklere sahip bir Profesyonel Yönetici. Başarısının somut göstergesi ise sihirli elleriyle değdiği, yöneticilik ya da danışmanlık yaptığı şirketlerin hepsinin JIPM (Japon Verimli Yönetim Enstitüsü)’in dünyaca kabul edilen en üst standardı olan “Operasyonel Mükemmellik” ödülü almasını sağlaması. Alber Kaya, mesleğinin incelikleri, zorlukları ve yaşadığı deneyimler hakkında yönelttiğimiz soruları DIYALoG okurları için yanıtladı. *** - 122 - alışkanlığımı bu okullardan aldım diyebilirim. Üniversite eğitimi için Fransızcadan İngilizceye geçiş yaparak, bugün Boğaziçi Üniversitesi olan Robert Kolej’e, Kimya Mühendisliği Bölümünde devam ettim. Orada da, sağlam bir mühendislik temeli alarak, California Üniversitesinde Master Yaptım. 1987 yılında katıldığınız İsveç kökenli Tetra Pak Grubu’nun gıda sektöründeki yerine değinerek firmayı kısaca tanıtır mısınız? Tetra Pak’taki kariyerinizin dönüm noktaları sayılabilecek basamaklar hangileriydi? Profesyonel Yöneticilik yaşamıma 1978 yılında İzmir’de Eczacıbaşı Grubunun Petaş Plastik fabrikasında başladım. 1987 yılında fabrikanın Tetra Pak tarafından satın alınmasıyla kendimi bu grubun içinde buldum. Tetra Pak, uzun ömürlü sıvı gıda ambalajı sistemleri üreten ve pazarlayan çok uluslu dev bir şirkettir ve kendi konusunda dünya lideri konumundadır. Kökeni İsveç’tir. Tetra Pak, benim profesyonel kariyerimde en önemli dönüm noktası oldu. İzmir’de Üretim Müdürü olarak başladığım Eğitim hayatınızdan kısaca söz eder misiniz? Başarılı bir profesyonel yönetici olmanızda aldığınız eğitimin katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz? 1947 yılı İzmir doğumluyum. Orta Öğrenimimi İzmir Saint Joseph ortaokulunda, Liseyi Kadıköy Saint Joseph Lisesinde yaptım. Biliyorsunuz, Saint Joseph, Fen Bilimleri eğitiminde her zaman öncü olmuştur. Fizik, Kimya ve Matematik konularına olan merakımı, Fransızcayı ve sistemli çalışma (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG bu şirkette, yıllar içinde yükselerek sırasıyla Pakistan Fabrika Müdürlüğü, İzmir Fabrika Müdürlüğü, İtalya ve Güney Avrupa Tedarik Zinciri Müdürlüğü görevlerinde bulundum. 1987’den, emekli olduğum 2010 yılına kadar geçen zaman zarfında neredeyse her milletten ve çok çeşitli kültürlerden gelen insanlarla tanışıp onlarla birlikte çalışma imkânım oldu. 1997‐2000 yılları arasında Tetra Pak fabrika müdürü olarak görev yaptığınız Pakistan’ın Lahor kentindeki deneyiminiz hakkında neler söyleyebilirsiniz? Ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Pakistan’da iş kabul edip etmemek gerçekten hem benim için hem de benden fazla eşim Jessie ve oğlum Seli için zor bir karar idi. Ancak, çok uluslu şirketlerde yükselmenin yolu farklı ülkelerde görev yapmaktan geçiyor. Bu konuda eşim ve oğlumun özverisine çok şey borçluyum. Şimdi geriye baktığımda, Lahor’da geçirdiğimiz 3,5 yılın, hayatımızın en güzel yıllarından olduğunu söyleyebilirim. Pakistanlılar, farklı dinden olduğumuzu - 123 - bilmelerine rağmen, bize karşı her zaman çok yakın ve candan davrandılar. Oğlum Seli, Lahor Amerikan Kolejinde çok güzel arkadaşlıklar edindi. Kızım Aylin ise, Amerika’da okuyor olmasına rağmen, ilk günlerimizde bizimle birlikte olarak bize büyük destek verdi. Lahor’da, bizim gibi expat olarak yaşayan her milletten çok yakın arkadaşlarımız oldu. Onlarla olan bağlarımız, aradan bunca yıl geçmesine rağmen halen aynen devam ediyor. Bu arada, hayatımızda hiç düşünemeyeceğimiz deneyimler de yaşadık. Örneğin, eşimle birlikte Golf sporu ile orada tanıştık. Bir diğer deneyim de, (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG köpeğimiz Daisy oldu. Dönüş zamanı geldiğinde, her ikisini de terketmek çok zorumuza gitti. Uzmanlık alanınıza giren ve işletmelerin hedeflediği TPM (Toplam Üretken Yönetim) terimini açıklar mısınız? TPM, dünyanın önde gelen iş mükemmelliği modeli. Burada amaç, modelin şirket üst yönetimi tarafından belirlenmesi ve tüm çalışanlara “işimizi düne göre daha iyi yapıyoruz, ama en iyiyi yapabilmek için sürekli iyileştirme yani, Japonca deyimi ile KAİZEN yapıyoruz” felsefesinin yerleştirilmesi. - 124 - şirketlerin, JIPM’in dünyaca kabul edilen en üst göstergesi olan Operasyonel Mükemmellik ödülünü almasını sağladım. Ekibinizin uyumlu çalışması ve motivasyonunun artması için nasıl bir yol izlersiniz? Performans Yönetimi ve Motivasyon üzerinde çok kafa yorduğum, çok okuduğum bir konu. Şu kadar ki, en sonuncusu İzmir Sanayi Odasında olmak üzere, bu konuda birçok eğitim verdim. Yaklaşık 15 yıldır bu konuda hem teorik hem de uygulamalı çalışmalar yaptım ve şu anda danışmanlık verdiğim şirketlerde aynı faaliyetlere devam etmekteyim. Halen TPM konusunda en yetkili kurum olan JIPM (Japon Verimli Yönetim Enstitüsü) ile ve dolayısıyla bu konunun Guru’ları ile yakın çalışma içindeyim. Performans yönetiminin hem teorik hem de pratik yönleri var. Motivasyon ile ilgili Abraham Maslow ve Frederic Herzberg gibi önemli profesörlerin konu ile ilgili bilimsel çalışmaları var. Bu çalışmalarda, çalışanların motivasyonunu arttırıcı faktörler sıralanmaktadır: örneğin, çalışanlarınıza net ve anlaşılır hedefler verip, bu hedefler doğrultusunda nasıl yol aldıklarına dair geri bildirim vermek, yeni sorumluluklar yüklemek, takdir ve daha üst bir pozisyona terfi gibi. Modeli uyguladığım tüm şirketlerde büyük verimlilik artışı, kalitede iyileşme ve çalışanların motivasyonunda büyük artış sağladım diyebilirim. Gerek yönettiğim, gerekse Danışmanlığını yaptığım (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Ancak bunun yanında, konunun kitaplarda pek yazılı olmayan pratik yönleri de var. Onun başında, çalışanınıza değer verdiğinizi hissettirip onu yönlendirmek, kendilerine samimiyet ve anlayışla yaklaşmak, dürüst ve güvenilir olmayı sayabilirim. Diyebilirim ki, tüm profesyonel kariyerimde, motivasyonun hem teorik hem de pratik yönlerini yoğunlukla uyguladım. Tetra Pak’ın en üst kademesinde çok iyi bir motivatör olarak gösterildim. Nitekim, altımda çalışan pek çok kişi, zaman içinde çok üst pozisyonlara gelmeyi başardılar. Yurt dışı görevleri özel yaşamınızı nasıl etkiledi? Birkaç yılda bir ülke ve şehir değiştirmek tabii ki kolay değil. Asıl zorluk eşim Jessie için oluşuyordu. Düşünün ki, üç dört yılda bir sıfırdan ev kurmak, alışveriş edilecek yerleri keşfetmek, yeni sosyal çevre edinmek gerekiyor. Bu konuda Jessie, insan ilişkilerindeki olağanüstü yeteneğiyle hem bunların üstesinden geldi, hem de, daha önce de söylediğim gibi, her yaşadığımız yerde çok güzel dostluklar edindik. Neredeyse hepsiyle ilişkimiz hala devam eder. - 125 - Bu konuyla ilgili olarak bir gözlemimizi sizinle paylaşmama izin verin. Bizler, içinden çıktığımız toplumun kültür birikiminin, buna ister Türk kökenli Yahudi kültürü deyin, ister Akdeniz kültürü deyin, ne kadar geniş bir kapsamı olduğunun pek farkında değiliz. Halbuki, kültürümüz, hem batıya hem de doğuya açık olması nedeniyle, hem her tür insanla yakın ilişki kurmamıza, hem de her tür ortama rahatlıkla uyum sağlamamıza çok yardımcı oluyor. Yurt dışında görevde olduğunuz yıllarda mutlaka birçok ilginç olay yaşamışsınızdır. Bir anınızı bizimle paylaşır mısınız? (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 126 - eklerseniz zorluğun boyutu daha iyi anlaşılır sanırım. Bölgede bulunduğum süre içinde, yenilik yaratamayıp maliyetlerini kontrol almamış birçok işletmenin yok olduğunu yakından gördüm. “Bir insanın hayatına dokunmaktan, yaşamında olumlu bir fark yaratmak”tan bahsederiz. İşletmeler için de aynı kavramdan bahsedilebilir mi sizce? Profesyonel bir yöneticinin başarılı sayılması için hangi kriterlere bakılır? Tabii ki bahsedebiliriz. İyi liderlik gösteren bir yönetici işletmesine mutlaka olumlu bir yön ve bir vizyon verir. Ancak, tüm çalışanları aynı hedefe yönlendirmek ve motive etmek çok gayret ve beceri ister. Burada, liderlik vasıflarını özellikle vurgulamak isterim. Lider, kısa, orta ve uzun vadeyi iyi okuyabilen ve bunlara dönük yol haritaları oluşturup uygulayabilen kişidir. Profesyonel bir yöneticinin başarılı sayılması, genelde şirketinin performansı ile orantılıdır. Sadece kendi gayreti ile başarılı olmak her zaman mümkün olmayabilir. Çünkü sizin performansınızı etkileyen, dış faktörleri de unutmamak gerekir. Tabii ki bu süre zarfında çok ilginç hem iş hayatında hem de özel hayatımızda çok ilginç anılarımız oldu. Örneğin, Pakistan’dan ayrılmadan önce şirketin çalışanları, Jessie ile bana inanılmaz bir veda töreni düzenledi. Eskiden İngiliz krallarının karşılanıp uğurlandığı bir askeri bando ile ve kırmızı halı ile karşılandık. Çok güzel bir gece oldu. Gecenin sonunda çalışanlarımın sevgi gösterisini ve bizi kapıya kadar geçirmelerini hiç unutamam. Tetra Pak’ın Güney Avrupa ülkelerindeki tedarik zincirini yönettiğiniz 2007‐2010 yıllarında sizi en çok zorlayan neydi? Avrupa aslında çok büyük ancak doyuma ulaşmış bir pazar. Dolayısıyla yıllar içinde büyümüyor. Büyüyen pazarlarda iş yapmaya alışmış kişiler için doyuma ulaşmış pazarlarda iş yapmak çok farklıdır. Büyüyen pazarda tamamen verimliliğe, her zaman daha fazlasını üretmeye ve satmaya odaklanırsınız. Avrupa’da büyük bir rekabet söz konusu. Ancak sürekli yeni ürünleri piyasaya sürerek durumunuzu muhafaza edebilirsiniz. Buna bir de Avrupa’daki sanayi maliyetlerinin çok yüksek olmasını (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Özellikle “doğru zamanda doğru yerde bulunmak” bir yöneticinin başarısında önemli bir etken teşkil eder. - 127 - İş ortamında insan ilişkileri ve iletişim benim öteden beri çok önem verdiğim konular. Sadece bozuk ilişkiler veya buna bağlı iletişim eksikliğinin şirketlerde yarattığı zararı tahmin edemezsiniz. Bu sorun sadece Türkiye’de değil, dünyanın diğer yerlerinde de farklı değil. İnsan ilişkileri, Avrupa ülkelerinde daha rahat gibi görünse bile, iletişim eksikliği bu ülkelerde de sorun. Zaten birçok büyük şirket bu konuya çok önem veriyor ve bununla ilgili eğitimlere büyük kaynaklar ayırıyorlar 2010’da emekli olduktan sonra serbest danışmanlık hizmeti vermektesiniz. Yakın gelecekte üretim ve işletim sistemlerinde bir değişim olacağını düşünüyor musunuz? Tetra Pak’tan emekli olduktan sonra kendi firmamı kurup yurt içinde ve dışında birçok şirkete Yönetim Danışmanlığı vermeye başladım. Konum gereği daha fazla TPM, üretim prosesleri ve çalışanların motivasyonu üzerinde çalışıyorum. Zaten insan ile üretim süreçlerini birbirinden ayırmak mümkün değil. Bugün teknoloji hem çok gelişti hem de, internet ve dijital yaşam sayesinde, kolay ulaşılır oldu. İş ortamındaki insan ilişkileri açısından Türkiye ile diğer ülkeler arasında ne gibi farklar gözlemlediniz? (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Önümüzdeki yıllarda rekabetin daha çok insan kaynaklarına kayacağını söylemek mümkün. Teknolojinin yanında, şirketler iyi eğitilmiş iş gücünü cezbetmek ve daha da zoru, bu kaynakları elde tutmak konusunda çok rekabet yaşayacaklar. Geçmiş yıllarda Cemaatimize ne gibi katkılarınız oldu? Yurt dışı görevleriniz sırasında oradaki Yahudi cemaatleri ile temas kurma olanağı buldunuz mu? 1990’lı yıllarda, saygıdeğer büyüğüm merhum Jozef Özel’in teşvikiyle Talmud Tora yönetim kurulunda yer aldım. O dönemde, çok düşük sınıf mevcutları ve kısıtlı bütçe ile kaliteli eğitimi sürdürebilmenin zorluklarını yakından yaşadım. Daha sonra, gene saygıdeğer Moris Bencuya’nın ricası üzerine İzmir’de Kisba sistemini kurup hayata geçirdim. O dönemde bana destek veren ilk Kisba grubunu şükranla anıyorum. 1997 yılında yurt dışına gittiğimden bu görevi devretmek zorunda kaldım. Uzun yıllar İzmir dışında olmama rağmen, cemaat ve onun sorunları her zaman yakından takip ettiğim bir konu oldu. - 128 - Modena’da yaşadığımız 5 yılda, Jessie ve ben, oradaki Yahudi Cemaati ile çok yakın olduk. Cemaatin aktif mevcudu, size şimdi komik gelebilir, ancak 40 kişi kadardı. Düşünün ki, bizim katılımımızla %5 bir büyüme kaydettiler (!). Cemaat, daha ziyade yaşlı nüfustan oluşuyor. Modena’nın merkezinde çok görkemli bir sinagogu var. Cumartesi ve bayram günleri neredeyse tüm cemaati orada görmek mümkün. Dediğim gibi, bizi hemen aralarına kattılar ve onlarla bugün bile devam eden güzel bir ilişkimiz oluştu. *** Alber Kaya’nın mesleki başarısında bilgi ve beceri kadar kişilik özelliklerinin ve insan ilişkilerindeki hünerin çok önemli rolü var. Tüm vasıf ve erdemlerinin yanında sevgili eşi Jessie’nin ona verdiği desteğin Alber Kaya’yı gerek kariyer gerekse özel yaşamında takdir edilen, sevgi ve saygı duyulan bir konuma taşıdığı şüphesiz. Bilmeyenler için küçük bir not: bir önceki İzmir Yahudi Cemaati Başkanı Jak Kaya ve erken yitirdiğimiz Prof.Dr. İzak Kaya, Alber Kaya’nın değerli ağabeyleridir. (036) Kasım-Aralık 2014 Leon Abi - 129 - DIYALoG LEON HAKİM’i ANIYORUZ Daniel Levi Ne zamandan beri tanıyorum? Nasıl karşılaştık? Hatırlamıyorum. Sanki belirsiz bir sonsuzluktan beri tanışıyor gibiydik. Onunla her karşılaştığımda iki şey gözüme çarpardı. 1. Ailesi: Annesi, Babası, Eşi, Çocukları, Gelini, Damadı ve Torunları (036) Kasım-Aralık 2014 - 130 - DIYALoG 2. Algazi Sinagogu ve bu Sinagog ile özdeşleştirdiğim HaRibi Mordehay Sason (Rav İzak Haleva’nın kayınpederi ve Eşi Rabanit Rejin Haleva’nın babası), Arditi ve Levi ailesi ile tabii ki 19. Yüz yıldan bize hala ışığını göndermekte olan Rav Hayim Palaçi ve ailesi. Ailesi ile beraber olduğunda veya Sinagog’una ilgi gösterildiğinde yüzü bir başka güler ve mutlu olurdu. (27.10.2014 – 3 Heşva 5775) ölümünün 2. Yılında anacağımız sevgili Leon abi’miz ile ilgili bana anlattıklarının bir kısmını sizlerle paylaşmak isterim. Leon Hakim 1938 yılında Izmir’de “Por Izmir” diye anılan Izmir’in köklü ailelerinin yaşadığı tarihi bölgelerde doğdu. Izmir’de Yahudiler “Por Izmir” Çankaya, Mezarlıkbaşı, Tilkilik hatta Bedava Bahçe’ye kadar giden bölge ; “Por Göztepe i Karataş” veya “La Cadde” diye tabir edilen Mithat Paşa caddesi boyunca; “Por la Montanya” Mithat Paşa Caddesi ve Asansör üstü sonraları da Alsancak bölgesinde otururlardı. Ayrıca Karşıyaka, Bornova gibi yerlerde de oturanlar da vardı. Sonraları Milas, Tire, Bodrum gibi çevre yörelerden gelenler oldu. Everyman’s Judaica ansiklopedisine göre 1971’de Izmir’de 4.000 Yahudi yaşarmış. Dolayısı ile herkesi tanımak ve hatırlamak mümkün değil. Sanıyorum Babaannemin vefatı sonrası Baba ve Amcalarım sürekli bulundukları bizim Çarşı dediğimiz Kemeraltı bölgesindeki Sinagog’lara yakınlık dolaysı ile gitmeye başlayınca Leon Abi ile ailemizin tanışıklığı dostluğa dönüştü. Ama esas yakınlığımız, ağırlıkla Izmir Yahudilerinin tarihine ait bilgileri benimle paylaştığı son 20 yılda oluştu. O zamanlardan beri Sinagog’a gidenlerimiz o kadar azalıyor ki, gidenler aile gibi yakınlaşır oldular. Paylaştıklarından bir kısmını sizlere sunuyorum: ‐ Kendisi Izmir Saint Joseph mezunu ‐ Rav Itshak Haleva ve arkadaşları Israel’e Yeşiva’ya gider iken ona da ayni imkân sağlanmış ama gitmemiş veya gidememiş. ‐ Buna karşılık Hocası Rav Mordehay Sason’un da yanından ayrılmayarak, onunla beraber tüm dualarda Hazan olarak bulunmuş. Sürebildiği sürece de bölgesindeki tüm Yeşiva ve Tikun (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG faaliyetlerine katılmış. (Prof. Avram Galanti’ye göre 1948’de Izmir’de 3 Yeşiva varmış… Asansör Bet Israel Sinagogu içinde Midrash LaRabanim Yeşivası, Kollel (Cemaat) Yeşivası ve Eskenazi Yeşivası. Kollel ve Eskenazi Yeşivaları Kemeraltı bölgesinde Sinagogların yoğun bulunduğu bölgede idi. - 131 - Tora okuması sonrası başta Vali, Belediye Başkanı, Müftü, Hristyan Cemaatlerinin Dini Liderleri, Yabancı devletlerin konsolosları vs… bu Sinagogda kabul eder, Tüm Yahudi Cemaatinin bayramlarının kutlanması ile igili töreni burada yaparmış. Bu törenden sonra Hahambaşı bizzat kendisi Musaf duasını okurmuş. Son İzmir ziyaretlerinin birinde Onursal Başkan Bensiyon Pinto’ya konuyu anlattığımda ”bu tören devam ediyor mu?” diye sordu. Ben de “Maalesef devam etmiyor” deyince “Bu Protokolu bulunuz. İlgililere hatırlatınız ve Tekrar canlandırınız” demiş idi. Ona göre kendimizi tanıtmak ve ilgili mercilerce bilinir olmak çok önemli idi…. ‐ Algazi Sinagogu 18. Yüzyılda Algazi ailesi tarafından iki katlı olarak inşa edilmiş ve her iki katta da 2 ayrı Sinagog faaliyet göstermiştir. Üst katta “El Kahal de Arriva” Zemin kat ise “El Kahal de Abaşo” diye anılmıştır. ‐ “El Kahal de Abaşo” ayni zamanda “Asara Batlanim” diye anilir. O zamanlar Haham/Hazan sayısı o kadar çokmuş ki hepsine iş verilemiyordu. İşsiz ( Batal) Hahamlardan 10 kişilik bir grubun sürekli bütün gün orada bulunması sağlandı ve özellikle Midraş (Meldado‐Anma) yapmak isteyenlere kumbaraya atılan bir bağış karşılığında hizmet verdi. Kahal de Abaşo kullanılmaz hale gelince Şalom Sinagogu yanındaki odaya taşındılar. ‐ Kahal de Arriva’nin tarihinde Dünyaca tanınan İzmirli Hahambaşılar Hayim ve Avraam Palaçi’nin yerleri çok farklı. Önemli bir değişim döneminde Cemaatimizi öyle bir yönetmişler ki, Kahal de Arriva Cemaati bir vefa örneği olarak vefatlarından sonra oturdukları Rav koltukları örtülmüş ve bu güne kadar da böyle olagelmiştir. ‐ Talmud Tora Okulu 1846‐47’de Hevra Sinagogunda bulunan “Hevrat Talmud Tora – Talmud Tora Derneği” tarafından o zamanki başkan Abraham Henriques inisyatifi ile Mohilev (bugünkü Beyaz Rusya ‐ Belarus)’den gelen Rav ‐ Kahal de Arriva ise Bet Israel Sinagog’u açılıncaya kadar hep Merkez Sinagog’u idi. Izmir Hahambaşı’sı oraya giderdi. Kippur Sabah duasında Izmir Hahambaşısı tüm Sinagogları ziyaret ettikten sonra Kahal de Arriva’ya gelirdi. Hahambaşı burada (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 132 - için üzülürüm. Kimbilir dolu dolu yaşadığı yaşamına ait daha ne birikimleri vardı!!! Tesellim, gecikmeli de olsa ardından bu yazıyı yazabilmiş olmaktır. Eminim bulunduğu yerde bizleri izliyor ve iyiliğimiz için dua ediyordur… Özellikle çok genç yaşta yaşam mücadelesi veren sevgili oğlu Yehiel Refael Hakim’in bir an önce iyileşerek aramıza dönmesi için…. Arie HaKohen Rapaport tarafından kurulmuştur. Yeri bugünkü Hevra Sinagogu karşı binalarının arkasındaki avluda idi. Bu arada Alliance, Izmir’de 1860’lardan sonra Keçeciler 1308 sokak bölgesinde bir okul daha kurdu. Alliance faaliyetlerinin durdurulması ile Izmir Musevi Cemaatine bağlı çalışan Keçeciler İlkokulu haline dönüştü. 2. Dünya savaşı sonrası bu iki okul birleşerek önce Musevi Yetim İlk Okulu ( Talmud Tora) sonradan Musevi Ilk Okulu oldu. ‐ Gülümseten anı: 19 yüzyılda bir gün bir kişiyi Hahambaşı Rav Hayim Palaçi’ye şikayet ederler. Gevrek (Simit) yemektedir. Gerekçe, Gevrek üretiminde kullanılan pekmez’in Kaşer olmaması nedeni ile Kaşerut ihlali… Hahambaşı, Bet‐Din’de kişiyi usulünce yargıladıktan sonra bir ihtar cezası verir ve suçlu hariç herkesin dışarı çıkmasını ister. Yalnız kalınca kişiye der ki : “Ah be Kardeşim, bir halt edeceksen minyan ile beraber olması mı gerekirdi?...” Leon Abi, erken sayılabilecek bir yaşında bizleri bıraktı ve gitti. Arkasında ise işte böyle bir hoş seda bıraktı. Bugün kendisi ile neden daha çok konuşamadığım (036) Kasım-Aralık 2014 - 133 - DIYALoG Başyazı RAFAEL ALGRANATİ / İzmir İzmir’in Acı Kaybı Değerli Okurlarım, İzmir Yahudileri, yeri asla doldurulamayacak olan çok değerli Hahambaşısını, çok yönlü din adamı Rav Nesim Barmaymon’u kaybetmenin derin acısını yaşıyor. KÖŞE YAZILARI Rav Barmaymon’un en önemli özelliklerinden biri İzmir’de doğmuş, İzmir yeşivalarında yetişmiş, İzmirli Rav’lardan ve İzmirli din adamlarından eğitim almış ve İzmir’de kalarak, içinden geldiği ve sımsıkı bağlı olduğu İzmir Cemaatine çok yönlü hizmetlerinin yanısıra İzmir Hahambaşısı sıfatı ile hizmet edebilmiş olmasıydı. Rebi Nesim Barmaymon, yaşamı boyunca; eğitim aldığı saygı ile andığımız Rabi Meir Mazliah, Rabi Yisthak Gerşon, Rabi Avraam Modai, Rabi Gabriel Deboton, Rabi Davit Eskenazi, Rabi Elazar Levi, Rabi Moreno de Sigura gibi İzmirli değerli din adamlarını kendine örnek almıştır. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 134 - Kendimi bildim bileli tanıdığım, Bar‐Mitsvam öncesi bana İbranice okuma yazma ve peraşamı öğretmek için kendini paralayan, evliliğimde benim, yıllar sonra da çocuklarımın ketubalarını yazan, iki erkek evladımı sünnet eden, babamın cenazesi başında unutamayacağım bir konuşma yapan, anne ve babamın mezar taşlarını yazan, belleğimdeki dini bilgi kırıntılarının büyük bir çoğunluğunu borçlu olduğum hocam Rebi Nesim’i çok arayacağım. Onunla olan bir anımı paylaşmak isterim. Genelde her soruma cevap veren ve ilgi duyduğum konularda beni sürekli eğiten Rebi Nesim’e, tartışılmaya oldukça açık bir geleneğimizin nedenini belki yirmi kere sormuş ancak cevap alamamıştım. Nihayet ortamın da müsait olduğu bir keresinde sorumu iki saate yakın cevaplamış, cevabından doğan her yeni sorumu sabırla, beynime kazıdığım anlam dolu cümlelerle açıklamıştı. Doyamadığım o görüşmenin sonunda bunları neden daha önce anlatmadığını sorduğumda ise gülümsemiş ve “Tartışmak için değil, öğrenmek için sorduğuna emin olmak istedim” diye cevap vermişti. Yaşamı boyunca kendisini eğiten değerli hocaları gibi her türlü bağnazlıktan tümü ile uzak kalmış, Tora’yı derin bilgisi ve Tanrı’nın kendisine bahşettiği zekâsı ile yorumlayarak, kadın, erkek, çocuk ayırımı yapmadan cemaatinin tüm bireylerine yakın ve sevgi dolu olmuştur. İzmir gibi, tüm dünyaya din adamları ihraç etmiş bir şehirde başarılı olabilmenin zorluklarını yenmeyi bilmiş, derin bilgisi ve yüreğindeki insan sevgisi ile örnek bir din adamı olmuştur. İzmir’in tarihten gelen “kendine has” gelenek ve değerlerini özümseyerek bunları korumak için görev süresi boyunca büyük çaba sarfetmiştir. Toprağı bol, mekanı cennet, ruhu şad olsun!.. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Derinlik - 135 - gece elinde fenerle bahçede duran filozof görünüşlü bir adam vardı. Adam tek eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden sanki bir yanıt bekliyormuşçasına duruyordu. Tabloyu inceleyen bir sanat eleştrimeni Hunt’a döndü ve: “Güzel bir tablo doğrusu, ama anlamını bir türlü kavrayamadım” dedi. “Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da!..” Hunt gülümsedi. “Adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki” dedi ve tablosunun anlamını açıkladı. “Bu kapı insan kalbini simgeliyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışarıda kol olması gerekmiyor.” “O kapı size içeriden açılmamışsa giremezsiniz!..” DIYALoG Kapı 19.ncu yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holmann Hunt’ın bir bahçeyi anlatan tablosu Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyordu. Hunt’ın “Evrenin Işığı” adını verdiği bu tabloda, (036) Kasım-Aralık 2014 Mi-draş İtzhak DIYALoG - 136 - Bu açıklamalardan sonra Midraş Agada’nın neler söylediğine bakacağız: Bu kaynağa göre şimdilik Kohen görevini icra eden Şem ileride Avram’ın neslinden Kohenler’in çıkacağını öğretir. Nitekim Avraam, Yitshak ve Yaakov’un ardından Yaakov’un üçüncü oğlu Levi’dir ve bu kabileden gelen Aaron da ilk Kohen Gadol olarak mizbeah’a ekmek ve şarap takdimeleri getirecektir. Bir anlamda Şem burada bir peygambersel vizyonu Avram ile paylaşmaktadır. Pasuğun daha da derinine inmeden bir detayı daha paylaşmak gerekir. Rabilere göre burada Şalem olarak geçen yer aslında Yeruşalayim’den başka bir yer değildir. Akedat Yitshak sonrasında Avraam burayı “yerae” olarak adlandırmıştır. Midraş bu yerin isminin bu iki büyük isim tarafından uygun görülen isimlerin kombinasyonu sonucunda “Yeruşalayim” olduğunu söyler. TaNaH’ta sadece beş yerde Yeruşalayim fazladan “yud” harfi ile yazılır. Diğer yerlerde “Yeruşalim” olarak yazılır ama bildiğimiz gibi okunur. Bunun nedenlerini araştıran Rabilerden biri fazladan eklenen “yud” harfinin Tanrı’nın dört harfli isminden geldiğini ve Tanrı’nın bu ismi varlığını konuşlandırdığı şehrin Rav İSAK ALALUF Ekmek ve Şarap Küçük çaplı dünya savaşının sonunda Lot’u kurtaran Avram’ı Şalem kralı Malki Tsedek karşılar ve aşağıdaki pasuk Tora’da yer alır: “Umalki tsedek meleh şalem otsi lehem vayayin veu aya Kohen leEl elyon – Şalem kralı olan Malki tsedek ekmek ve şarap çıkardı ve Ulu Tanrı’nın Kohen’iydi.” Bu pasuğu anlamak için öncelikle Raşi’nin ne dediğine bakalım: Raşi burada Malkitsedek adlı kralın aslen Noah’ın oğlu olan Şem olduğunu iddia eder. Şem bu hesaba göre kendisinden sonraki dokuzuncu nesil olan Avram ile tanışabilmiştir. Avram’a sunulan ekmek ve şarap için ise Raşi savaştan dönenlere bu ikramın yapıldığını ve Avram’ın savaşta Şem’in nesillerinden bazı kişileri öldürmek zorunda kalmasına rağmen Şem’in bu konuda Avram’ın haklılığını kabul ettiğini öğretmektedir. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 137 - yargıdan önce gelmiş ve şehrin adı Yeruşalayim olmuştur. ismine vermek istediğini öğretir. Rabenu Behaye ise Yeruşalayim sözcüğünün çoğul olduğunu ve iki Yeruşalayim’den söz ettiğini bildirir. Bunlar yerdeki hepimizin bildiği Yeruşalayim ile göksel olan Yeruşalayim şehridir. Bu gün yeryüzündeki şehir esas konumunda değildir. Politik çatışmaların odağı olmanın dışında Bet Amikdaş’ın olmaması, bizlerin Galut’ta bulunması şehri olması gereken konumdan uzaklaştırmıştır. Maşiah’ın günlerinde bu iki şehir de olması gereken konuma mutlaka gelecektir. “Ki mitsiyon tetse Tora udvar Ad.. miruşalayim – Tora Tsiyon’dan Tanrı’nın sözü ise Yeruşalayim’den çıkar” cümleri bizlere büyük bir etik öğreti sunar. Talmide Hahamim ve bizler eğer Tsiyon’dan çıkan Tora’yı sahiplenmek istiyorsak bunu ancak barış içinde olursak yapabiliriz. Eğer buradaki beraha’yı istiyorsak aramızda mutlaka Ş.alom olmak zorundadır. “En kli mahazik braha kmo Şa.lom – Ş.alom gibi bereket tutan bir kap yoktur” diyen bilginlerimiz “Talmide Hahamim marbim a.lom baolam ‐ bilgeler dünyaya barışı getirirler” demektedir. Bunu da “udvar Ad – Tanrı’nın sözünden” öğrenmek gerekir. Tanrı iki büyük bilge arasında barışı tesis etmek için her ikisinin de verdiği ismi kombine etmiş ve şehrin adını böyle vermiştir. Bizler de Tanrı’nın bu yaptığından ders alıp da gereğini yaparsak, bilgeler arasında barışı sağlarsak o zaman Tsiyon’dan gelen beraha’ya sahip olabiliriz. Bunun içindir ki Yeruşalayim “barış şehri” olarak kabul edilir. Şem ve Avram bu isimleri verirken neye göre vermişlerdir sorusuna biraz daha derinlerden yanıt verelim. Şem yargısal gücü temsil eder ve çok daha serttir. Verdiği isim olan Şalem orada bulunan herşeyin kusursuz olması gerektiğini ifade eder. Eğer Tanrı’nın Şehina’sı burada barınacaksa burada yaşayan ve olan her şey ve herkes mutlaka “şalem” kusursuz olmak zorundadır. Halbuki Avraam tarafından daha sonra verilen isim olan “Yare” daha çok “hesed” merhamet ile verilmiştir. Avraam Tanrı’nın bizim içinde bulunduğumuz “duruma bakmasını geçmişi hatırlamasını, güzel şeyleri görmesini” ve buna göre karar vermesini istemektedir. Nitekim hesed Girişimizi yaptıktan sonra ekmek ve şarap ile ilgili pasuğumuza dönelim. Rabi Şlomo Kluger bilgelerin karşılaşmaları durumunda herkesin birbirinden bir (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 138 - “içmek” iyidir. Açıklama yapan bilgeler kırk yaşına kadar ekmek yemenin, kırk yaşından sonra ise şarap içmenin iyi olduğunu anlatmaktadırlar. Gemara böyle şeyler anlatınca altında mutlaka bir ders vardır. Baale musar burada bize ilginç bir şey öğretir. Taze ekmek arzulanan ekmektir. Bayat ekmek pek de istenen bir şey değildir. Halbuki taze şarap, henüz fermente olmayan şarap istenmez. Şarabın eskisi, yıllanmışı makbuldür. Şimdi; kırk yaşına gelene kadar “yetser ara” öğrenmememiz için elinden geleni yapar. Daha öğrenecek çok vakit olduğunu, emekliliğimizde öğrenebileceğimizi hayatımızı yaşamamız gerektiğini söyler durur. Burada Gemara, dersi ekmekten almamızı, taze iken öğrenmemizi geç kalmamamızı ister ve salık verir. Kırk yaşından önce zaman geçirme değil, öğrenme zamanıdır. Bu zamanda öğrenenler hafızada daha iyi bir yer tutar. Kırk yaşından sonra ise “yetser ara” başka bir yol dener. Artık yeteri kadar öğrendiğimizi, daha ne kadar öğrenmek zorunda olduğumuzu, rahatça birkaç yıl geçirmeyi hak ettiğimizi söyler. Gemara burada da bize şaraptan ders almamız gerektiğini ve yıllanmış olsak da makbul bir şekilde öğrenmeye devam etmemiz gerektiğini öğretir. şeyler öğrendiklerini öğretir. Her tsadik karşısındakinin kuvvetli tarafını görür ve o kuvvetli tarafı kendinde de bulundurmaya gayret eder. Böylelikle bilgeler birbirlerine öğretmek yerine birbirlerinden öğrenmeyi tercih ederler. Şem Tanrı’ya ibadet eden bir kişidir ve bir yeşiva sahibidir. Öğrenim evinde insanlara Tanrı ibadetini ve yolunu göstermektedir ki Yitshak, Yaakov gibi atalar bu öğrenim evinde öğrenmişlerdir. Yani “Şem Tora” sahibidir. Avram ise özellikle “ahnasat orhim” yani misafirperver olmak konusunda bir ekoldür yani kendisinde “hesed” özelliği vardır. Şem Avram ile karşılaştığında onun bu özelliğini öğrenir ve karşılaşmada ikramda bulunmak için ekmek ve şarap hazırlar. Görüldüğü gibi Avram da Şem’den öğrenir ve gelecekte oğlu ve torununun o öğrenim evine gitmesini sağlar. İşte bu iki büyük tsadik birbirlerinin kuvvetli taraflarını öğrenmişler ve hayatlarına tatbik etmişlerdir. Gemara Masehet Şabat 152’de yer alan bir öğretiye bakalım. İnsanın hayatında iki aşama vardır. Doğumundan kırk yaşına gelene kadar birinci aşama, kırk yaşından yaşamının sonuna kadar ise ikinci aşama. Gemara devam eder; kırk yaşına kadar “yemek” iyidir. Kırk yaşından sonra ise (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 139 - Gelenek, hatta alaha, Şabat günü ekmek ve şarap kullanmayı gerektirir. Burada çok önemli bir öğretiyi bilmek gerekir. Şabat ve bayramlar Yisrael’e Tora ile ilgilenmeleri için verilmiştir. O halde burada ekmek genç olanlara günü boşa geçirmemeyi, şarap da kırk yaşın üstündekilere daha öğrenecek çok şey olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Pasuk “et akeves ehad taase baboker veet akeves aşeni taase ben aarbaim – bir kuzuyu sabah diğerini de öğleden sonra getir” demektedir. Bu pasuktaki sabah getirilen kurban yaşamın sabahına yani erken yaşlara benzetilir. Korbanını erkenden getir. Buradaki deraşa yani midraşik anlam Teşuva yapmak için yaşlanmayı bekleme demektedir. Gençlik geçip kırka gelince korban getirmekten vaz geçme. Bunu nasıl yapacaksın sorusuna pasuk cevap verir: “Keminhat aboker – sabah sunusu gibi yani ekmek” Uhnisko yani şarap.” Taase – yap” Bunlardan öğrenmek gerekir bu da Tanrı tarafından kabul edilecektir. Yaşlansan da Tora öğrenebilirsin eski şarap makbuldür. Gençken de ekmek gibi taze iken öğrenmek lazımdır. Burada pasuk iki teşuva aşamasını ve nereden öğrendiğini anlatır. Şem zamanın en büyük Tora otoritesidir. Avram’dan dokuz nesil daha yaşlıdır. İnanılmaz bir tecrübeye sahiptir. Bir bilge potansiyel bir öğrenci gördüğü zaman ona hemen öğüt ve musar yani etik öğretir. Pasuk “otsi lehem veyayin – ekmek ve şarap çıkardı” derken aslında burada Şem’in ekmek ve şarap ile ilgili etik öğretiyi Avram ile paylaştığını öğreniyoruz. Biraz daha ileri bir tarihe gidelim. Yosef Mısır’dan babasını almak üzere ona bir kervan gönderirken pasuk “ulaviv şalah kazot asara hamorim nosim mituv Mitsrayim – babasına Mısır’ın en iyi şeylerinin yüklü olduğu on eşek gönderdi” derken bilgeler “mituv Mitsrayim – Mısır’ın iyi şeyleri” sözüne takılırlar. Raşi bunun aslında yıllanmış şarap olduğuna dikkat çeker. Peraşayı okumaya devam edersek burada da şöyle bir öğreti vardır: “Veeser atonot nosot bar valehem – buğday ve ekmek yüklü on katır.” Basitçe anlamı ile burada Yosef aslında babasına ruhani anlamda öğrenimini terk etmediğini, ekmek ve şarabın mesajını unutmadığını ve yanlış yollara girmediğini söylemektedir. Bunun üzerine Yaakov da ruhani olarak oğlunun yaşadığına inanır. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 140 - “Maase avot siman labanim” kuralı gereği biz hala günümüzde bu günahın “tikun”uu yapmak için gayret göstermekteyiz. Avram gayet rahat bir ortamda yerinde oturmaktadır. Lot’un esir düştüğünü öğrenince sadece üçyüz on sekiz kişi ile dokuz krala karşı savaşmaya gider. Hayatını Lot için tehlikeye atar. Hani Lot da hayatını fedaya değecek bir adam da değildir doğrusu. Buna rağmen Avram onu kurtarmak için çaba gösterir. Çünkü Avram, Lot’un içinde çok derinlerde önemli birini görür. Bu önemli kişi David Ameleh’in ta kendisidir. Lot Moav’ın babasıdır. Moav Rut’un, Rut David’in, David de Maşiah’ın atasıdır. Avram Maşiah’ın gelmesi ve Adam’ın günahını tamir etmesi için David’in gelmesinin zorunlu olduğunun bilincindedir. Bu yüzden de Lot’u kurtarır. Böylece David gelebilir. Adam’ın gilgulu olarak gelen David, Adam’ın işlediği günahı tamir edecek kişilerden bir tanesidir. O da ne gariptir ki Lot’ta saklıdır. Bu yüzden tikun dediğimiz olaya hizmet etmek için Avram Lot’u kurtarmıştır. Adam günah işledikten sonra Midraş’a göre gelecek nesillere bakar ve David’in sadece üç saat Niye Avraam bu kadar özeldir? Bizim üç atamız vardır ve Bene Yisrael bunlardan meydana gelmiştir. Aynı zaman diliminde yaşayan Şem, Noah ve Ever gibi büyük tsadikler olmasına, Yeruşalayim ismini Şem gibi birinin vermesine rağmen Bene Yisrael’in oluşması için Avraam seçilir. Kesef Mişne adlı kaynak bunun nedenini Avraam’ın kendisi öğrendiği gibi başkalarına da öğrettiğine dikkat çeker. Avraam misafirperverlik yolu ile Tanrı’nın birliğini başkalarına öğretmiştir. Şem ve Ever ise sadece öğrenmek isteyenlere yardım etmişlerdir. Bu da Avraam’ı diğerlerine göre daha özel kılmaktadır. Ari Zal ise daha farklı bir görüş sunar. Adam Arişon yaptığı yanlışla dünyanın dengelerini alt üst etmiş, ebedi yaşamaya hakkı olan insanların ölümle tanışmalarına neden olmuştur. Aynı zamanda birçok olumsuzluğu da bu dünyaya getirmiştir. Avraam dışında hiç kimse bu günahın tamiri ile ilgilenmemiştir. Bunu nasıl yaptığı belli değildir ama Avraam bu günahın tamiri için çok fazla çaba harcamıştır. Onun bıraktığı yerden Yitshak, onun bıraktığı yerden de Yaakov bu “Tikun”u yapmaya devam etmişlerdir. Her üç atamız da kendi dönemlerinde Adam Arişon gibi davranmışlardır. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 141 - sunar. Rabi Meir bunun üzüm ve dolayısıyla şarap olduğunu iddia eder. Nitekim tufan sonrasında Noah üzüm bağı dikmiş, şarabını içmiş ve sarhoş olmuştur. Tanrı Noah’a aldığı derslerin sonunda bunu mu yapabiliyor diye yüklenmiş ve Noah burada düşüş yaşamıştır. Rabi Yeuda ise meyvenin buğday ve dolayısıyla da ekmek olduğunu iddia eder. Ben İş Hay, Bereşit peraşasında şöyle bir açıklama yapar. Adam elbette ki o ağacın meyvasından yiyecektir ama bunu “erev Şabat” yani erkenden yapmıştır. Eğer Şabat günü yeseydi ekmek ve şarap örneği benzeri bir tikun’a sebep olacak ve dengeler değişmeyecekti. İşte bu yüzden bizler Şabat akşamı bu iki öğeyi masamızda bulundurmak zorundayızdır. Böylelikle de biz “beklediğimizi” ve bu günahın tikun’unu yapmaya hazır olduğumuzu söyleriz. Hasidler ekmeği şaraba banarak yerler. Evin erkeği Şabat Kiduş okumadan önce Şabat mumlarına bakar. Şabat mumları heskes tarafından yakılabilir ama asıl mitsva evin hanımının bunu yakmasıdır. Menora erkek tarafından yakılırken bu mumların kadınlar tarafından yakılmasının nedeni ne olabilir sorusuna Gemara ilginç bir cevap verir. Dünyanın ışığının sönmesinden sorumlu olan yaşayacağını görür. Tanrı kendisine bin yıl yaşam vermişken yaşamının yetmiş yılını David’e armağan eder. David Adam’ın son yetmiş yılını yaşayan kişidir. Buradaki amaç David’in Adam’ın günahından sonra bunu düzeltmesidir. Gemara’ya göre bir gecede David yaşamı boyunca altmış nefesten daha fazla uyumamıştır. Buna at uykusu denir. Çünkü altmış nefesten fazla uyuyan bir kişi ölümü tatmış olur. Bunu da dünyaya getiren Adam’dır. David az uyuyarak bunu engelleyebilmiştir. David yaşamında Adam’ın günahından çok fazla şeyi de tamir edebilmiştir. Bu yüzden David “hay vekayam” olarak bilinir. Tanrı Adam’a “yediğin gün ölürsün” derken aslında doğar doğmaz ölecek olan David’den söz eder. o zaman Adam ona yetmiş yılını verir. Çünkü nasıl Adam bu dünyaya ölümü getirdiyse David’in soyundan gelecek olan Maşiah zamanında “tehiyat ametim – ölülerin dirilişi” olacaktır. Adam isminin harfleri de zaten “Adam – David – Maşiah” şeklinde sıralanmaktadır. Adam günah işler ve yasak meyveyi yer. Gemara bu meyvenin ne olduğu hakkında farklı görüşler (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 142 - Avraam’ın kendisi için değil Klal Yisrael için bir savaştır. Bu savaş Maşiah’ın bir anlamda kaynaklarından biri olan Lot’u kurtarmayı öngörür. Tanrı bunu yukarıdaki pasukta Avraam ile paylaşır. “Mead – çok” sözcüğü aynı zamanda “Maşiah – Adam – David” sözcüklerinin ilk harfleriyle yazılır. Pasuğumuza dönersek Yeruşalayim’in ilk kralı Malkitsedek’in neden bunu yaptığını anlayabiliriz. Malkitsedek sahip olduğu keduşa ile gelecekte bu şehrin kutsallığını anlayabilmiştir. Bu şehirde otuz üç yıl krallık yapacak David’i ve tabii ki Bet Amikdaş’ı inşa edecek Şlomo’yu görebilmiştir. Maşiah’ın da o şehirdeki varlığını hissedebilmiştir. Avraam’ın doğru yaptığını, tikun ile ilgilendiğinin olumlu olduğunu ona gösterebilmek için karşılamaya çıktığında tikun için hepimizin Şabat kullandığı iki öğe sunmuştur. Şarap ve ekmek!.. Pasuktan çıkan ders de budur. kadın günahın işlendiği saatte bunu tamir etmek için Şabat mumlarını yakmaktadır. Kadın Adam’a o meyveyi erev Şabat yedirir ve dünyanın ışığının sönmesine neden olur. Artık o bunu yeniden yakmak için Şabat mumlarını yakmaktadır. Kiduş söyleme zamanında erkek Şabat günü yemesi gereken ama erken yediği için ceza alan meyvelerden birini şarabı içmek üzere iken mumlara bakar. Kadının günahın işlendiği saatte tikun için o mumları yaktığını görür ve gönül rahatlığı ile yine tikun için Kiduş okur ve şarabı içer. İşte Şabat masasında yaratılışı, ilk Şabat gününü hatta yanlışı ve düzeltmek için çabayı da görebilmek mümkündür. Avraam Lot’u kurtarmak için girdiği savaşı kazandıktan sonra korkuya kapılır. Bu korku Tanrı’nın Avraam’a vermeyi vadettiği birçok kazancın bu mucizevi savaş nedeniyle yok olup gitmesi düşüncesinden kaynaklanır. Neticede mucizevi bir savaştır ve bunun için birçok zehutun kullanılması gerekir. Mucizeler sahip olacağımız kazançtan kullanılır. Tanrı bu konuda Avraam’ı rahatlatır: “Al tira anohi magen lah sehareha arbe meod – korkma ben seni koruyacağım kazancın çok büyük.” Burada girişilen savaş (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 143 - Geçtiğimiz günlerde sosyal medyadaki bir yazışma grubunda, değerli bir dostum, altında “Yomtov” ‐ Rabi Yeuda Prero ve Rabi Şalom Shwadron” imzaları bulunan “Müthiş bir hikaye – Güzel bir ders” başlığı ile bir öykü yayınladı. İznini alarak bu güzel öyküyü sizlerle paylaşmak istedim. Kendisine teşekkür ederim. Perspektif RAFAEL ALGRANATİ / İzmir Müthiş Bir Hikâye, Güzel Bir Ders!. Bu akşam, Yahudi kavminin en önemli bayramlarından biri olan “Roş‐Aşana” (Yıl‐Başı) başlıyor. On gün sonra ise yılın en kutsal günü olan Yom Kipur (Kefaret günü) var. Bu iki önemli bayram arasındaki on gün, Yahudi inancına göre Tanrı’nın kullarına en yakın olduğu, günahlarını doğrudan kendisine itiraf etmek, özür dilemek ve tövbe etmek isteyen kullarını huzuruna kabul ettiği, yargılarında son derece şefkatli ve merhametli olduğu yılın kutsal günleri olarak kabul edilirler. Bu kutsal günlerin bir ay öncesinden başlayarak Yahudiler bir arınma dönemine girerler. Kendilerine dönerek iç muhasebelerini yaparlar ve ruhsal olarak bu önemli günlere hazırlanırlar. Bu süreçte sinagoglarda özel dualar düzenlenir, din adamları her fırsatta konuşmalar yaparak ve mesajlar yayınlayarak bireylerin bu özel günlere hazırlamalarını teşvik etmeye çalışırlar. “Tek oğlu olan bir adam varmış. Oğlu, adamın yaşamındaki en büyük sevinç kaynağıymış. Bir gün denizaşırı bir ülkeye taşınmaya karar vermiş. Gittiği yerde evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmış. Yaşlı adam, çok sevdiği oğlu ile arasına okyanusların girmesine son derece üzülüyormuş. Evlat özlemi ile yanıp tutuşan baba, oğlu, gelini ve torunlarını görmeyi çok istiyormuş. Oğluna sürekli mektuplar yazarak ailesi ile birlikte ziyaretine gelmesini rica ediyor, ancak oğlu bu davetleri her defasında bir bahane ile geçiştiriyormuş. Böyle bir ziyareti yakın zamanda gerçekleştirebilmesinin mümkün olmadığını bildiren cevaplar gönderiyormuş. Her geçen gün babanın oğluna olan hasreti artıyormuş. Bir gün oğluna bir mektup yazarak, bu uzun yolculuğu yapmaya göze aldığını ve en kısa (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 144 - yerine, mutlaka geçerli bir sebebi olduğunu, belki de kendisini karşılamak için giriştiği bir sürü gereksiz hazırlıkları tamamlamaya çalışırken limana yetişemediğini düşünmüş. Hafifçe gülümsemiş!... Daha fazla zaman kaybetmemek için hemen tren istasyonuna koşmuş. Oğlunun yaşadığı kasabaya giden treni kaçırmak istemiyormuş. Yolculuk boyunca oğlunun kendisini mutlaka istasyonda karşılayacağını düşünmüş. Her kilometrede heyecanı artıyormuş. Tren durur durmaz koşarak dışarı çıkmış. Oğlunu görmek için bir saniye daha gecikmek istemiyormuş!... Ama... Oğlunu istasyonda da görememenin verdiği hayal kırıklığı, bir öncekinden çok daha ağırmış. Bu kez oğlunun hazırlıklarla meşgul olma olasılığı da yokmuş. Birden içini bir endişe kaplamış: “Ya oğluna bir şey olduysa?” “Ya gelirken başına bir kaza geldiyse?” Evet; mutlaka bir terslik vardı!.. Endişe ve sıkıntı dolu bir halde yoldan geçen bir arabayı durdurup şoföre oğlunun adresini vermiş. Yol boyunca sakinleşerek kendisini evde bekleyen sıcak karşılamayı hayal etmeye başlamış. zamanda onları ziyarete gideceğini bildirmiş. Yaşlı baba mektubunu postalar postalamaz hemen hazırlıklara girişmiş. Yola çıkış günü yaklaştıkça babanın heyecanı da gittikçe artıyormuş. Sonunda beklenen gün gelmiş. Adam oğlu, gelini ve torunları için aldığı hediyeler ve erzak paketleriyle yüklü bir halde, seyahatini gerçekleştireceği gemiye binmiş. Uzun yolculuk günleri boyunca baba sürekli olarak kısa bir süre sonra oğlunun yanında olacağını düşünmeden edemiyor, sabırsızlıkla sık sık güverteye çıkarak karanın görünüp görünmediğine bakıyormuş. Bir sabah yine güverteye çıkmış. Sonunda kıyı çizgisi görebilmişti. Oğlunu görmesine artık çok kısa bir zaman kalmıştı. Kalbi inanılmaz bir hızla çarpıyordu!.. Gemi limana girerken güverteden gözleri ile karşılamaya gelen kalabalığı taradı. Oğlunu görebilmeyi umuyordu. Ancak onu görememişti. Oğlunu gemiden indikten sonra iskelede aramaktan başka yapacak bir şeyi kalmamıştı. Böylesine uzun ve yorucu yolculuktan sonra oğlunu iskelede bulamayan yaşlı adam son derece üzgünmüş. Üzüntüsüne rağmen oğlunu suçlamak (036) Kasım-Aralık 2014 - 145 - DIYALoG Eve ulaştığında tüm perdelerin tamamen kapalı olduğunu ve sadece bir odadan çok zayıf bir ışığın sızdığını görmüş. Endişe bir kez daha adamın bedenini sarmış. Acaba herkes sağlıklı mıydı? Kötü bir şeyler mi olmuştu?.. Kapıyı çalarken elleri titriyormuş. geleceğini ümit ettim. Ama bu olmadı; ben onu ziyarete gelmek zorunda kaldım. Limanda beni ailesiyle birlikte karşılayacağı konusunda en ufak bir şüphem bile yoktu; ama bunu da yapmadı. Belki onu engelleyen bir sebep vardır diye düşündüm; ama istasyona mutlaka gelecekti. Gelmedi. Sonunda onun evine geldim, ama bulduğum kapkaranlık bir evdi. Kapıyı çaldım; ama tüm bunlar sadece, oğlumun beni içeri alma konusunda bile çok tembel olduğunu öğrenmek içinmiş! Tüm bunlardan sonra onu otelde bekleyecek miyim? Bunu elbette yapmayacağım!” diye düşünmüş. Bulduğu ilk arabaya binerek trene yetişmiş ve limana vardığında kalkmak üzere olan gemiye atlayarak geri dönüş yoluna koyulmuş. Oğlunu bir kez bile göremeden!. Oğlu, suçluluğunun etkisiyle kabus gibi geçen bir geceden sonra sabah erkenden kalkmış. Yüreği, bir önceki gece babasına karşı tutumundan dolayı vicdan azabı ve pişmanlıkla doluymuş. Hemen giyinip, babasını bulmak, elini öpmek, ondan özür dilemek için otele koşmuş. Ancak oraya hiç gitmediğini öğrenince yıkılmış. Hissettiği yoğun acı ve pişmanlığı sözcüklerle anlatmak mümkün değilmiş. Yaşlı baba kapıyı birinci tıklayışında bir cevap alamamış. İkinci bir kez biraz daha güçlü vurmuş. Yine ses yokmuş. Üçüncü vuruşundan birkaç saniye sonra uzaktan ancak duyulan bir “Kim o?” sesi gelmiş. Baba, bu sesi hemen tanımış. Çoktandır özlemini duyduğu oğluymuş bu! Oğluyla arasındaki tek engelin kapı olduğunu düşündükçe mutluluğu da giderek artıyormuş. Hemen cevap vermiş: “Benim; seni görmek için çok uzaklardan gelen baban! Lütfen kapıyı aç”. Kısa süren bir sessizlikten sonra içeriden tekrar oğlunun sesi gelmiş. “Baba; yatmak için soyundum. Yatağıma yattım ve şimdi kapıya gelmek benim için biraz zor. Bu gecelik karşı otelde yatsan nasıl olur? Sabah ilk işim seni oradan almak olacak!..” Bu sözleri duyan yaşlı adam cevap bile verememiş. Çok öfkelenmiş. Kendi kendine “Yıllar boyu oğlumu görebilmeyi arzuladım. Beni onurlandırıp ziyaretime (036) Kasım-Aralık 2014 - 146 - DIYALoG aksine ‐ bizler en azından bunu yapabilelim ve sonrasında pişmanlık veya vicdan azabı duymayalım. *** Siz değerli okurlarımın bayramını kutluyor, yeni yılın sizlere, ailelerinize, cemaatimize ve tüm insanlığa sağlık, mutluluk ve barış getirmesini diliyorum. * * * Tanrı, tüm yıl boyunca bizlerin Teşuva (tövbe) yapmasını, tüm içtenliğimizle kendisine dönmemizi bekler. Buna pek hevesli olmadığımızı ve Teşuva için sabırsızlanmadığımızı da bilir. Bu yüzden yılın bu döneminde “O” bizlere yaklaşır. Bu günler Ulu Tanrı’nın merhamet ve bağışlama günleridir. Bizler için Teşuva’yı (tövbeyi) ve onun kabulünü kolaylaştırdığı günlerdir. Tanrı bizlere sadece Elul ayı ile Roş Aşana’yı değil, “On Teşuva Günü”nü de vermiştir. Ancak ne yazık ki birçoğumuz bize sunduğu bu fırsatları değerlendirmeyiz. Tanrı bize gelir, ama biz O’na kapıyı bile açmaya yanaşmayız. Bu fırsatların her birini tek tek tepmemiz, elbette “Göklerdeki Babamız”a sıkıntı ve ıstırap verir; tıpkı ayağına kadar gelen yaşlı babasına kapıyı açmayan evladın neden olduğu ıstırap gibi. Yom Kipur’da Tanrı artık kapımıza kadar gelmiş ve ona sertçe vurmaktadır. Yüreklerimizin kapılarını açıp onu içeri almamızı son derece arzulamaktadır. Umut ve temenni edilir ki, ‐öyküdeki oğulun (036) Kasım-Aralık 2014 Uzak Yakın DIYALoG - 147 - karşımızda duruyor. Susmanın, görmezden gelmenin daha da kötü olduğu kuşkusuz. Dachau kampı 1935’te hazırdı, üzerinde durulmadı. 4 yıl sonra ne işe yaradı? Maalesef biliyoruz. 2013’de, bir haberde Norveç’in son kalan 819 Yahudisinin ülkeyi terketmeğe hazırlandığı söylendi. Gerçi bu gerçekleşmedi fakat ülkede çoğalan Müslüman sayısıyla dehşetli artan antisemitizm bu küçük toplumu açıkça tehdit etti ve ediyor. 819 Yahudinin Norveç’ten ayrılması gerçekleşseydi Norveç Avrupa’nın ilk ‘’Judenrein’, yani Yahudilerden arınmış ülkesi olacak, Hitler’in yapamadığını İslam topluluğu başarmış olacaktı. Norveç Yahudi cemaatinin başkanı Anne Sender’in dediği gibi ‘’Birçok Müslüman göçmen antisemitizmi kendi ülkelerinden getirdiler ve maalesef kimse onları durduracak söz söylemiyor’’. İkinci Dünya savaşında olanlardan sonra antisemitizmin kıtada yeniden başgöstermemesi beklenirken, kıta ülkelerini adeta ‘’istila’’ eden Müslüman göçmenler Antisemitizmi buralara SELİM AMADO / Israel Bitmeyen Antisemitizm 5774 yılı (2013‐2014) yılının Türkiye Yahudileri için iyi olmadığını, antisemitizmin arttığını sadece CHP Bursa Milletvekili Doç. Dr. Aykan Aydemir söylemedi. Türkiye antisemitik tutum sıralamasında % 69 ile İran’dan da ilerde, 17.ci sırada. İran % 58. Dünya Antisemitizm oranı ortalaması % 26. (https://www.youtube.com/watch?v=qL37BQDtnn o#t=29) Elbet durum çok endişe verici. Antisemitizm, yani Yahudi düşmanlığı, Avrupada pek çok ülkede tehlikeli boyutlara ulaşmakta. Aşağıda okuyacağınız rapor son derece kötümser. İstatistikler bir yana, durum gerçekten bu kadar mı kötü? Biraz abartı olduğunu kabul etsek dahi olan bitenler üzerinde durmamak hataların büyüğü olacaktır, çünkü yakın tarih feci sonuçlarıyla (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG yeniden taşıdılar. Zaten yaratılışında Yahudi düşmanlığı olan Avrupalılarda bu hisler ortaya çıkmakta gecikmedi. Göçmen Müslümanlar, yaşamaya geldikleri Avrupa ülkelerinde kendi kültürlerini ve düşmanlıklarını terketmeden vazgeçmiyorlar. Bunların Yahudi düşmanlığının İsrail‐Filistin kavgasıyla ilgisi yoktur. Ülkelerini bu yüzden bırakıp Avrupaya gitmediler. Kendi ülkelerindeki kötü şartlardan dolayı bunu yaptılar. (Kopp Exclusıv) adlı haber ajansı, Avrupa’daki bu gelişmeyi ele almakta. Fransa’da Yahudilerin taciz edilmediği tek gün olmuyor. Basın her zaman bunu vermiyor. 2012’nin ilk beş ayında 268 kere Yahudilere hücum edilmiş. Geçenlerde Fransa Başbakanı Paris’te büyük Sinagog’da yarım saatlik bir konuşma yapıp Yahudileri teskin etmeğe çalıştı. “Yahudiler olmadan Fransa tarihi yazılmaz” dedi. Buna rağmen gerçek, Fransanın bugün en antisemit ülke olduğudur. Sosyalist Başkan Hollande bu mevzuda fazla şey yapmıyor, çünkü Fransanın Müslüman milyonları verecekleri oylarla onu iktidarda tutacak güçte. - 148 - Durum İtalya’da pek farklı değil. Her Yahudi hayatından korkuyor, güvenlik kuvvetlerinin muhafazası altında yayaşayabiliyor. İngiltere’de son 6 yıldır Yahudiler ülkeyi terkediyorlar. 1990’da 340000 olan İngiltere Yahudileri bugün 240000’in altında. Müslüman göçmenler hayatlarını cehenneme çeviriyorlar ve onları kovuyorlar. Antwerp Yahudilerinde de öyle. Avrupa Birliği ileri gelenlerinden Fritz Bolkestein Hollanda vatandaşı Fas kökenlilerin antisemit olduklarını ve Yahudilerin ülkeyi kendi arzularıyla terkederlerse iyi olacağını açıkça söyleyebiliyor. Hatta bunların ABD veya İsrail’e göç edebileceklerini de ilave ediyor. Bu yetmiyormuş gibi, Sosyal Demokrat politikacılar, Müslüman nümayişçilere katılarak Yahudileri yakmağa yarayacak gaz fırınları inşa edilmesini savundular. Almanca konuşan ülkelerde bu mevzudan bahsedilmemeğe çalışılıyor. Basın genellikle Müslümanların sakin ve namuslu kişiler olduğu ve aşırı sağla ilgileri olmadığını söylüyor. (036) Kasım-Aralık 2014 - 149 - DIYALoG Türkler İslamcı basının tesiriyle Yahudileri dünya ve Türkiye problemlerinin sebebi olarak görmekte. İslamcı basının Filistin İsrail kavgasından dolayı Hahambaşının özür dilemesini istemesi, Gazze’de İsrail’in bombaladığı binaları Türkiye ile İsrail arasında ticaret yapanların ödemesi ve de “Gazze katliamını” inkar etmenin suç sayılması gibi konulardaki yazılar, bizzat Türk Hükumetini de müşkül mevkide bırakmakta. Hiçbir düşünce ve sorumluluk olmadan kalkıp, dünyada ve Türkiye’de olan antisemitizmden dolayı Yahudilerin ülkelerinden kitlesel göç etmelerini tavsiye etmek, antisemitlere galibiyetlerini tattırmaktır. Her ülkenin Yahudisi o ülkenin yerlisi ve sadık vatandaşıdır. Avrupa’yı bugün dolduran Müslüman milyonlar, vardıkları ülkelerin yabancısıdırlar. Gerçi ‘’Tarih tekerrürden ibarettir’’ fakat Nazi soykırımının yeniden olmaması için çok yeni bir faktör oluşmuştur, o da İsrail Devletidir. Tacizleri önlemek ülke yöneticilerinin görevidir. Norveç’te bir sinagoga üye ve Cemaat oluşturan 800 kadar Yahudinin dışında, cemaate üye olmayan, kendilerini Yahudi olarak tanımlamayan 100 kadar Yahudi var. Bunların çoğu Norveç halkı arasında asimile olmuşlar, ‘’ben herkes gibi Norveçliyim’’ diyorlar. Benzer durum Hollanda’da da var. Sadece 20000 kişi Yahudiliklerini gizlemiyor. Yahudi kökenli binlerce kişi ise hala devam eden Nazi işgali ve Holokost korkusuyla, şimdi de sertlik ve şiddet uygulayan Müslümanlardan çekinerek Yahudiliklerini gizlemekteler. İskandinav ve Avrupa ülkelerinin çoğu bu yönde ilerlerken sadece Finlandiya ırkçılığa karşı bariz bir mücadele vermekte. Büyük çoğunluk sessiz kalınca Yahudilerin Avrupada katliyle biten tarih tekerrür ediyor. Türkiye’de durum bu kadar vahim sayılmaz. Son yıllarda Türkiye’de köylerden büyük şehirlere akım olmuş, ülkede Yahudi sayısı iki büyük şehirde 60 yıl içinde 150000’den 15000’e düşmüştür. Sonuç, Yahudi komşusu olanların sayısının çok az olması.. Yüzyıllarca beraberce yaşadığımız Müslüman (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Çağrışımlar - 150 - hayretten gözleri açılmış bir durumda yapılanları izliyor. Lekeli pantolon, gösterişli ve kısa süren bir çabadan sonra temizlenmiş görünüyor. Sonra da kimi sırtını dönüp gidiyor, kimi de, istenen parayı ödeyerek o ilaçtan alıyor. O an, aklımdan geçenler şöyle: Nerdeyse bir gözbağcılıkla satılmaya çalışılan bu ilaç mıdır mucize olan, yoksa lekeyi oluşturan maddeler mi sahte?.. Bende ikinci olasılık daha ağır basıyor. Böyle bir mucize ilaç, ayağa mı düşecekti yoksa?.. Bu ilacın ne olduğu bir yana... Aslında çoğumuzun belirli zamanlarda iyi bir leke çıkarıcısına gereksinmemiz oluyor. Kendi payıma, olmadık bir anda giysilerimde sırıtan bir leke, günümü berbat etmek için yeterlidir. Ne pahasına olursa olsun, o lekeden kurtulmak için çaba harcarım. Önce kendi olanaklarımla temizlemeye çalışır, başarılı olamazsam en kısa zamanda giysilerimi değiştirmek için bir çare ararım. Bu arada, geçen AVRAM VENTURA / İzmir Leke Üstüne Kemeraltı'nın göbeğinde insanlar toplanmış, bir işportacının gösterisini izliyorlar: Adam eline lacivert renkli mürekkep şişesini alıyor, pantolonuna umursamazlıkla damlatıyor. Yanına bir miktar yağ döküyor. Daha ne olduğunu bilmediğim birkaç renk boyayı üstüne sürüyor. Sonra da bağıra çağıra satmaya çalıştığı leke sökücü ilacı eline alıp çevresindeki insanlara gösteriyor: ‐Çağın mucize ilacı! Bütün lekeleri söküp atıyor! İnanmazsan gel dene! Kimse giysisini lekelemeyi göze alamadığı için, yalnızca adamın gösterisini izliyorlar. Adam insanların heyecanını dağıtmadan, bir bez parçasına bu ilaçtan damlatarak, onu, bir tabloya benzettiği pantolonuna birkaç kez sürtüyor. Çevresinde bir halka oluşturmuş insanlar, (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG süre uzadıkça; sanki herkes bakıyor, gözleriyle yargılıyor, gülüyor gibi gelir bana... olabilir; ellerimiz, ayaklarımız, gözlerimiz, kulaklarımız, yüreğimiz... Bunların bulaştırabileceği lekeleri silecek ilaçları, ömrümüz boyunca bulamayabiliriz. Bir İngiliz atasözü şöyle: "En pis leke, en temiz yüzlerdeki lekedir." "Başkalarını lekelemekle kendini temize çıkaramazsın." der bir Alman atasözü. Bu konuda söylemediklerimiz, söylediklerimizden daha çok. Çevremize baktığımızda, kitle iletişim araçlarını izlediğimizde, bu konunun eksik kalan parçalarını her gün tamamlayabiliriz. Her şeye karşın en güç iş nedir bilir misiniz?.. Çoğunluğun lekeli dolaştığı bir toplumda saflığını korumak! Sanırım sorun, lekeyi görmekte. Yoksa bir ömür boyu, giysileri değişik lekelerle bezenmiş, ortada dolaşan insanlar da yok değil. Görünen ya da görünmeyen yerlerinde taşıdıkları bu lekeler ‐ alışkanlıktan olsa gerek‐ onları nedense tedirgin etmiyor. Leke, pisliktir bir bakıma. Sıçrayan ister çamur olsun, ister yağ, isterse başka bir şey... Sonuçta yalnız bulaştığı yerin görüntüsünü değil, lekeyi taşıyan insanı da etkiler. Lekelerin görüneni vardır, görünmeyeni vardır... Temizlenince vardır... çıkanları vardır, - 151 - çıkmayanları Görünen lekeler, sürekli gözümüze batar sanki. Hele yağ lekeleri... Temizlemeye çalıştıkça daha çok yayılır, daha çok korur kalıcılığını... Öyle lekeler de vardır ki, göze görünmez, boyutları bilinmez ama paslı bir bıçak gibi için için işler içimize. Organlarımızın her biri lekelenmemize neden (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG One Minute - 152 - muyuz? “İşletme körlüğü” denen bir hastalığa mı kapıldık. 6‐7 Eylül 1955 olayları, Trakya tehciri tekrarlanabilir mi? İmralı ile, PKK ile Kandil ile, HADEP ile, Parlamentodaki kürt temsilciler ile “Çözüm Süreci” adı altında, “Demokratikleşme Paketi” adı altında yapılanlar yeterli görülmemiş, maalesef eski PKK terörü tekrar hortlamıştır. Yüzlerce okulun yakılıp yıkılması, inşaatlardaki iş makinelerinin tahrip edilmesi, emniyet ve askeri güçlere saldırılar dengelerin çok kötü bozulduğunun bir göstergesi… Freni boşalmış bir araba misali Türkiye istemeden de olsa Ortadoğu’nun bataklığına saplandı. Kuzey Irak ve Suriye’deki Kürt yapılanma mücadelesi Türkiye’deki dengeleri de bozmuştur. Maazallah radikal İslamcı IŞİD egemen olursa Türkiye ile dörtyüz kilometrelik bir sınırı olacak. Mevcut hükümetin gerekli adımları atmakta çok çok geç kalması ve ağır kanlı davranması, yurtdışı politikalarını iyi belirleyememesi, bu kaos ortamını yaratmıştır. Hamasi seçim nutukları atarak bir yere AVRAM AJİ / İzmir Körlük Geçen Eylül ayında “Lozizmirlis” yahoo gurubundaki linki verilen “TO ALL JEWS IN TURKEY” yazını okudunuz mu? “LEAVE WHILE YOU CAN BEFORE THE SECOND HOLO‐CAUST HAPPENS.” Sadece başlığı bile tüyler ürpertici. Hürriyet yazarı Burak Bekdil’in yazısına dayanarak kaleme alınmış yazı biz Türkiye Yahudilerine, ikinci bir holokst yaşanmadan önce ülkeyi terk etmemizi tavsiye ediyor. İstanbul cemaat başkanı Ishak İbrahimzadeh’in ROSH HASHANA mesajında, antisemitizmin yaşamakta olduğumuz dönemde, Türkiye tarihinde görülmediği kadar yüksek bir seviyeye ulaştığını söyledi. Bu haberler ziyadesiyle iç karartıcı… Yavaş gelişen olaylar nedeniyle acaba gerçekleri göremiyor (036) Kasım-Aralık 2014 - 153 - DIYALoG varılamayacağı aşikârdı. İki milyona yaklaşan Suriyeli mültecinin ne olacağı da belli değil. Aslında dünyada örnek alınacak o kadar çok benzer ülkeler var ki? Belçika’da iki, İsviçre’de üç, İngilterede sekiz ayrı resmi dil mevcut. Kim derdi ki İskoçya, Büyük Britanya’dan ayrılmayı referanduma götürecek? Her ne kadar yarıyı “az” geçen bir topluluk “ayrılmaya” hayır demiş olsa da, hatırı sayılır bir topluluk mevcut siyasi yönetimden hoşnut olmadığını ortaya koydu. İngiltere parlamentosu, İskoçya’nın taleplerinin sürratle hayata geçirileceğine dair ışık yaktı. Türkiye’de mevcut yönetimin davranış biçimi, kendisini detekleyen yüzde elli civarındaki kesime yönelik olması ve diğer yarıya da “düşman” gözüyle bakması normal midir? Annem “kuando se eskurese munço es para amaneser” (Gece çok karardığında, tan sökmek üzeredir) der. Türkiye’deki mevcut tablo bundan daha iç karartıcı olamaz. Daha uyanık olmamız ve gelişmeleri çok daha yakından takip etmemiz gerekiyor. İnşallah kısa zamanda sıkıntılara bir çözüm bulunur, siyasi ve ekonomik problemler giderilir. Beşyüz yıldır yaşadığımız bu topraklarda daha huzurlu bir ortama kavuşuruz. Işıklar sönmüşse eğer, ay ışığını seyret. Dibi yosun tutan denizlerle ilgilenme, sen dağları seyret. Yenik düşüyorsan özlemlerine aldırma sakın... Sen kalbindeki o uçsuz bucaksız sevgiyi hisset. (036) Kasım-Aralık 2014 Yansımalar DIYALoG - 154 - içindeyiz. Köşe yazarlarından tutun da ekonomistlerin, toplum bilimcilerin anlamaya ve yorumlamaya çalışmaları da biz halkı aydınlatmada yetersiz kalıyor. Açıkçası okuyup anlamaya çalışsam da işin içinden çıkamıyorum. İki silahlı güç arasında kalan halklar... Komplolar, suikastlar, sokak gösterileri, polisin izlediği Tomalı yürüyüşler… Politikayı çözememek onun karmaşıklığından kaynaklanıyor. Politika çıkar ilişkilerine dayandığından, kimin çıkarı ne zaman nerede eseceği belli olmuyor. Politik gündem o kadar çok, öylesine dumanlı ve yoğun ki, yanıtlamak, yanıt bulmak güçleşiyor. Kuşkusuz politikanın bizi zehirlediği bu günlerden geriye bir kara tortu kalacak. Ekim ayı bitmek üzere; hava yağışsız ama artık sertleşti ve kasvetli. Yapraklar dökülüyor. Bir süre sonra kent yaşamı başlayacak. Tüm iş yerleri çalışacak insanlarla dolacak. Sürekli çalışan fabrikalarda işçiler vardiya değiştirecek. İstasyonlarda otobüsler, metrolar, trenler dolup kalkacak. Gökyüzünde uçaklar dünyanın belirli RAŞEL RAKELLA ASAL / İzmir Ah, Evet, Müzik Şu günlerde dünya zor bir süreçten geçiyor. Ortadoğu ülkesi olduğumuzdan bizler de bir kaos ortamının içinde buluyoruz kendimizi. Ne yazık ki, bir gerilim içinde, asla huzur vermeyen, bizi köşeye kıstıran, kovalayan, köle eden bir teslimiyet (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 155 - Voca People vokal sesleri modern beat‐box ile harmanlayan; diller, kültürler hatta gezegenler arası köprü kuran dinamik, galaksiler arası müzikal bu tiyatro grubu. Sloganları: "Hayat müziktir ve müzik hayattır". Bu müzik denilen şey, aslında enerji. Enerjinin ta kendisi. Onlara göre her şeyin başlangıcının kendi müziği vardır. Çünkü kâinattaki en güçlü enerjinin müzik olduğuna, inanıyorlar. Onlara göre müzik, doğayı çevreleyen tüm elementlerde ve her canlıda bulunuyor. Müzik en güçlü duyguları yaratabilir, canlılara umut ve mutluluk verir. Bu yüzden onlar “Hayat müziktir, müzik hayattır” diyorlar. Müzikte armoni en önemlisidir onlara göre. Zira alt ve üst tonlarıyla birlikte sesin kendisi bir akordur zaten. Akor devam etmek ister. Devam ettirirsen, bir diğerine aktarırsan, onu oluşturan her öğe, sese dönüşür. Önce tek sesle, sonra çoksesle; akor da, çoksesli şarkının bir sonucu; kısaca bağımsız seslerin üst üste örülmesi. Sesler hiç aralıksız bir biçimde birbirine sımsıkı bağlanıyor; öyle ki, burada melodi ve eşlik arasında bir ilişkiden değil, sürekli birbiriyle yer değiştiren ana ve yan seslerden söz edebilirsiniz ancak. Bu öylesine ince bir işçilik ki bu dokunun göze batmamasını ülkelerine doğru göklerde yol alacak. Gemilere, arabalara eşyalar yüklenecek. İstasyonlara yolcular binecek. Kimi mutlu, kimi acılı, kimi sevgi ile geçirdiği gecenin aşkı ile uyanacak. Kimi öfke ile. Kimi kendine güne nasıl başlayacağını soracak. Hayatın bitmeyen koşuşturmacasından, zamanın dinmeyen uğultusundan sıyrılıp da içine kaçtığımız, kendimize küçük alanlar yarattığımız dünyalar içinde sanatın önemi tartışılmaz. Sanat bana yitip giden anların içinde şunların olduğunu anlatır: Görebilmenin ne kadar inanılmaz, yıkıldıkça yeniden ayağa kalkabilmenin ne kadar mucizevî olduğunu. Bu koca evrende bu sorularla boğuşan yalnız biz miyiz? Koca evrende yalnız mıyız? Pek çok insanın aklından en az bir kere geçen bu soruya yanıt arayan bir İsrailli müzik grubundan, Voca People’dan söz etmek istiyorum. 70. yılını kutlayan Yapı Kredi’nin ana sponsorluğunda düzenlenen “Good Music In Town Konserleri” kapsamında 15 Ekim’de İstanbul’da sanatseverlerle bir araya geliyor. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG sağlamak, göze çarpmadan yalın bir şekilde bu sesleri harmanlamak, tüy kadar hafif bir akıcılılıkla bütünleşiyor. İşte sanat budur diyorsunuz. Lior Kalfon and Shai Fishman’ın müzik direktörlüklerinin rehberliğinde ve onların yaratıcı yeteneklerinin ışığında, beyaz makyajları, beyaz takım elbiseleri altında, kıpkırmızı dudaklı Voca People üyeleri, bizleri diller, kültürler arasında köprü kurdukları, galaksiler arası müzikal bir tiyatroya davet ediyorlar. Şarkıdan şarkıya, izlekten izleğe, ülkelerden ülkelere, bildiğimiz ve bilmediğimiz kentlere götüren bu grubun You Tube videoları 55 milyondan fazla izlendi. Kadınlı erkekli grup üyelerinin tamamı, müzik dünyasının dışından geliyor. Eğer özel vokal yetenekleriniz varsa, Voca People’ın bir parçası olabilirsiniz. Bu yüzden bazı müzik eleştirmenlerince grup “vokal akrobatlar” olarak tanımlanıyor. - 156 - Bu çok özel müzik, ansızın, bir aydınlanma anının ürünüymüşçesine dile getirilmiş hissine kapılıyorsunuz; o kadar spontane ki! Onları izlerken insanın kendini yeniden keşfetmeye, kendini hiç yoktan yeniden yaratmaya muktedir olduğu inancı pekişiyor. Dile gelen yüce insanlık ve kardeşlik duyguları ruhunuzu dolduruyor. Müziğin hayatın bir armağanı, insan varlığındaki zenginliğin bir işareti olduğunu anlıyorsunuz. Bize yükselişler ve aydınlanmalar sunuyor; bütün sorumluluklarımızdan, zincirlerimizden kurtulma deneyimleri yaşatıyor; özgürlük, güven, kudret ve üstünlük hissini yaşatıyor. Bütün bu sesler nasıl bir araya getirilmiş, nasıl ortaya konmuş, nasıl olup da bir besteye dönüşmüştü. Ah, evet, müzik, hayata aitti, müzik hayatımıza çok güçlü bir itici güç olarak girmişti; hayatı bilen, müziği bilirdi. Hayat ve müzik aynı dönüşümdü, biri ötekinin varlığını şart kılıyordu, biri ötekinden doğmaydı, biri ötekinden filizlenerek çiçek açmıştı; müzik hayattı, varlıktı. Youtube’dan onları izlediğim zaman boyunca, her şeyden önce, sonu hiç gelmeyecek bir tartışmaya yoğunlaştım: Sanatın ve sanatçının kimliği, amacı, Müzik eleştirmenleri onları “dünyanın ötesinden” olarak nitelendiriyor. O kadar alışılmadık, özel bir olay ki, benzeri bir daha yaşanmayacak bir müzik şöleninde geziniyorsunuz. Galiba işin özünde, her “şey”in biricik olduğu gibi, yaptıkları müziğin biricikliğinden kaynaklanıyor. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 157 - Öyle ya, masmavi gökyüzü, yaprak yüklü ağaçlar, çocukların gözlerinde umut, güneşin sıcaklığı varken hayat nasıl da yaşanır olmaz! Er ya da geç... Ama bir gün mutlaka... Halka giden yolu, başka bir ifadeyle söylemem gerekirse, insana giden yolu bulmamız gerekiyor. Öyle değil mi? Unutmamalı ki, sanatın olduğu yerde umut da vardır. Hepinize içten sevgi ve selamlar… Dostlukla, umutla daima... kendini ifade etme biçimi… Yaptıkları show akışı boyunca bu sorgulama, müzikten yola çıkarak sanatın geneline yayıldı. “Sanat neyi değiştirebilir” sorusuna odaklaştı. Böyle bir müzikal show üzerine düşünmek, ister istemez insanın yaşadığı dünya ve kendisi hakkında da düşünmesine neden oluyor. Farkında olmadan değişiyoruz; fikrimiz, dilimiz, bakışımız, iç dünyamız, hissettiklerimiz ve bunu ifade biçimlerimiz de değişiyor. Sanat, ucu bucağı olmayan yaratıcılığın en özgür alanı kuşkusuz. Sanat neye hizmet eder diye sorulduğunda “insana” diye cevap veririz hepimiz. Yeryüzünü daha yaşanılır kılmak, hayatla baş edebilme gücü kazanmak sanatın ana damarlarında hiç tükenmeyecek olan iki kaynaktır. Sanat zekâdır, akıldır, ruhtur. Sanatçı kendini toplum ve topluluk karşısında görevli hissedendir. Halka inen, kitlelerin ihtiyacını karşılayan bir sanat. Sanatın da amacı bu. Diyeceğim, hayatın bütün çelişkili dinamiklerini bir arada yaşıyoruz... Bu çelişkilerden bir gün güzelliklerin doğacağına inanıyorum... http://www.hit‐muzik.com/dinle.php?id=QIaVPHRU1kE http://www.hit‐muzik.com/dinle.php?id=ABDztVyTkro (036) Kasım-Aralık 2014 Açı DIYALoG - 158 - Bu çalışmadan elde ettiğim bazı tespitleri, acı bir gerçeğe işaret ediyor olsalar bile, sizlerle paylaşmayı bir aydınlatma görevi olarak kabul ettim. Çalışmamın temel amacı, tahminlere dayalı olarak sıkça dile getirilen, İzmir Yahudi toplumunun yaşlanmakta olan bir toplum olduğu iddiasını, bu kez gerçek verilere dayanarak, çok net bir şekilde gözler önüne sermektir. İç karartıcı ve rahatsız edici olmakla birlikte, çıkan sonuçların, bir farkındalık yaratarak, cemaat fertlerimizin toplumsal hayatımıza katkılarında daha katılımcı bir yaklaşım sergilemelerinde yardımcı olacağını ümit ederim. Sözünü ettiğim araştırma verilerinden çıkan ilk sonuç cemaatimizin 1467 fertten oluştuğudur. İkinci sonuç ise demografik yapısını yansıtan aşağıdaki tablodur: 01‐10 yaş diliminde 90 kişi (%6) 11‐15 yaş diliminde 40 kişi (%3) 16‐20 yaş diliminde 47 kişi (%3) 21‐30 yaş diliminde 130 kişi (%9) 31‐40 yaş grubunda 145 kişi (%10) DAVID ENRIQUEZ / İzmir Acı ve Gerçek Son yazımda bir istatistiğe yer verdiğim bu köşede, bu kez, nesnesi doğrudan İzmir Yahudi toplumu olan, farklı bir istatistiği gündeme getirmeyi düşündüm. Yazımda değineceğim istatistikî bilgiler, Karataş Hastanesini İdare Derneği’nin İzmir’de “Evde Bakım” uygulaması ile ilgili olarak 70 yaş üzeri cemaat mensuplarının tespiti için başlattığı bir çalışmanın daha sonra İzmir Musevi Cemaati Vakfı tarafından toplumumuzun diğer fertlerine de uygulanması ile İzmir Yahudi toplumumuzun yapısının belirlenmesine yönelik bir araştırmadan elde edilmiştir. Konuya girmeden önce, araştırma verilerini talebim üzerine tarafıma iletmeyi kabul eden ve sağlayan İzmir Musevi Cemaati Vakfına bu vesileyle teşekkürlerimi sunmak isterim. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG 41‐50 yaş grubunda 178 kişi (%12) 51‐60 yaş grubunda 237 kişi (%16) 61‐70 yaş grubunda 268 kişi (%19) 71‐80 yaş grubunda 205 kişi (%13) 81 yaş ve üstünde 129 kişi (%9) - 159 - Hiç şüphesiz, 01‐20 yaş aralığında olan gençlerimizin 25 yıl içerisinde İstanbul veya yurt dışına göçünü, 75‐80 yaş dilimi altında ölümleri, siyasi gerginliklerin, antisemit yaklaşımların ve nefret söylemlerinin devamı halinde 21‐50 yaş dilimleri arasındaki mensuplarımızdan da göç edebilecekleri dikkate alırsak bu sürelerin daha da kısalacağı kaçınılmaz bir gerçektir. Bu süreç içerisinde ise ‐doğal olarak‐ giderek yaşlanan, geriatrik sorunlarla boğuşan bir cemaatle karşı karşıya kalacağız. Kuşkusuz, aynen yaşlanan bir bedende olduğu gibi, çok yakın gelecekte cemaatimizin yapısında da bu yaşlanmaya paralel doğal bir takım olumsuzluklar baş gösterecektir. Bu olumsuzluklardan en önemlisi, cemaatimizin dinamizminde oluşacak ciddi bir düşüşün yaşanması olacaktır. Bu düşüş sonucu, maddi ve insani kaynaklarında önemli erozyona uğramış, güçten düşmüş, kaynak yoksunu ve kendi kendine yetmez durumda bir cemaat tablosu ortaya çıkacaktır. Söz konusu veriler ışığında bunu öngörebilmek özel bir sezgiyi gerektirmemektedir. Yukarıdaki tablodan yola çıkarak yapılabilecek çıkarımlardan özellikle bir tanesi üzerinde durmak isterim: İzmir Yahudi toplumunun yaşam süresi. Tabloyu söz konusu açıdan incelediğimizde, eğer göç olmaz ve yaşam ortalamasının 75‐80 yaş aralığında olacağını varsayarsak aşağıdaki sonuçlar karşımıza çıkmaktadır: Yaklaşık 50 yıl sonra cemaatimiz %90 oranında küçülecektir. Daha yakın bir gelecekte, sadece 25 yıl sonra, cemaatimizin %60 ına yakınını yitirmiş olacağız, (51‐60 yaş diliminin en azından yarısı, 61‐70, 71‐80 ve 81 ve üstü dilimlerinin hemen hemen tamamı), (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 160 - Bu nedenle, acı ve rahatsız edici olduğu kadar gerçek olan bu geleceksiz geleceğe hazırlıklı olmalıyız. Bu bağlamda cemaat kurumlarımız ve İzmir Yahudi cemaati fertleri olarak rasyonel ve gerçeklere dayalı her türlü önlemi şimdiden düşünebilmeli ve alabilmeliyiz. Sancısız bir geçiş yaşayabilmemiz umuduyla herkese sağlıklı günler dilerim. Yakın gelecekte gençlerin kalmayacağı bir toplumda, yarının yaşlıları, günümüzün 30‐50 yaşları içerisinde bulunan genç kuşağımıza, bu tablonun bir parçası olacakları bilinci içerisinde burada önemli görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Bunun yanı sıra kurumlarımızın da, cemaatimizi bekleyen bu olumsuz tablo karşısında, gerçekçi ve rasyonel stratejiler benimsemeleri gerekecektir. Zaman, hepimizin dayanışması, yardımlaşması, yaşlılara yönelik ciddi çalışma ve programların hazırlanması ile bu geçiş sürecinin ve sonrasının olabildiğince sıkıntısız geçirilebilmesi ve yönetilebilmesinin zamanıdır. Bu toplumsal bilincin, cemaat kurumlarında aktif görev almaktan, cemaat faaliyetlerine maddi ve manevi katkıda bulunmaya kadar uzanabilecek bir dizi faaliyetlere çok gecikmeden dönüştürülebilmesi hepimizin toplumsal menfaatine olacaktır. Hayat günlük keşmekeş içerisinde öylesine çabuk geçmektedir ki geçtiğini fark ettiğimizde çoğunlukla çok geç kalınmış olunmaktadır. (036) Kasım-Aralık 2014 - 161 - DIYALoG Yaşam Koçunuz Oysaki his öyle midir? O bana aittir. “Ne hissediyorsun” sorusunda o anda içime dönüp bakmak vardır. Bedenimi, ruhumu yoklamak vardır. İçimde neler oluyor gözlemlemek vardır. Düşündüklerimi gerçekleştirip yine de iyi hissetmeyebilirim. Çünkü içimde bir şey benim için doğrusunun o olmadığını biliyordur. O yüzden iyi hissetmiyorumdur. VİOLET ALALOF / İzmir İyi Hisset!.. Bizim koçlukta en çok sorduğumuz sorulardan bir tanesi “ne hissediyorsun?”dur… Ne düşünüyorsun diye pek sormayız. Çünkü zaten yeterince düşündüklerimiz üstüne bir dünya kurarız. Bir şeylerin tam olmadığını hissetsek de düşündüklerimizi yerine getirmeye çalışırız. . İyi de düşündüklerimizin içinde neler var? Onlar sadece bize mi ait? Orada anamın, babamın, öğretmenlerimin, komşumun, toplumun, dünyanın düşündükleri de yok mu? Hepsi bana mı ait zannediyorum? Doğduğum günden beri bana aktarılanlar yok mu benim zannettiğim? Bana inandırılan inançlar yok mu inanmadığım? Bana söylenilen tavsiyeler yok mu uymak istemediğim? Ve sürekli bunları içimde duymak yok mu benim zannettiğim? Ne düşündüğüne çok odaklanmak ne hissettiğini bile anlamamanı sağlayabilir. İlk zamanlar hislerle bağ kurmak çok da kolay olmayabilir. Kendinize mümkün olduğunca “şu anda ne hissediyorum?” sorusunu sordukça kendinizle bağınızı kuvvetlendirirsiniz. Ruhun bizle konuşma şekli hislerdedir. Bir şeyi düşünürken bana iyi hisler vermiyorsa “yolun bu değil, düşüncelerine dikkat et!” demesidir. Başka bir şeyi düşünürken iyi hissediyorsam, içim açılıyorsa “işte bu , yürü git!..” demesidir. Ve bence bu dünyada esas işimiz “İYİ HİSSETMEK!” … Evet, evet yanlış duymadınız… İyi hissetmek o kadar geniş bir tanım ki… İyi hissedenin içinde barış vardır. İçsel çatışmaları (036) Kasım-Aralık 2014 - 162 - DIYALoG çözmüştür. İçindeki savaşı sona erdiren, kimseyle savaşmaz. İyi hisseden etrafına da iyi hissetmeyi bulaştırır. İnsanlar arının bala üşüşmesi gibi onunla olmak ister. Onun yanında olmak insanın kendini iyi hissetmesini sağlar. Para ve insan arasındaki İyi hisseden başkalarına daha çok yardım eder. Bunu istediği için yapar. İçinden sevincini, parasını, zamanını, bilgisini paylaşma isteği gelir. İyi hissetmek çok yüksek bir enerjidir. İyi hisseden bir kişi iyi hissetmeyen 1000 kişiyi dengeler. Aydınlıktır. karşılıklı ilişki şöyledir: İnsan paranın sahtesini yapar, para da insanın. İyi hissetmek sorun ne olursa olsun daha çabuk netleşmemizi ve çözüme gitmemizi sağlar. Benjamin Franklin Herkesin iyi hissetmek için yapacağı şeyler farklıdır. Bana kendimi ne iyi hissettirir ? sorusuna vereceğiniz cevapları hayatınızda daha çok uygulayın. Dünyamız iyi hissetmek istiyor! Daha çok iyi hisseden bireylere ihtiyacımız var… Bu bizim görevimiz … (036) Kasım-Aralık 2014 Bir Başka Deyişle - 163 - DIYALoG Bu görevleri hepimiz az ya da çok bir şekilde yerine getirmek için olabildiğince gayret gösteririz. Getirmek sorumluluğumuzdur çünkü. Ödevini yapmayan öğrencinin ya da çalışıp para kazanmayan bir aile babasının başına gelecekleri herkes bilir. Bu tür sorumluluklar, istemeden de olsa, yerine getirilmeyince hayatımızın zorlaşması ve hatta yaşanamaz hale gelmesi bir noktada kaçınılmazdır. Peki, bunların yanı sıra çevremize, dostlarımıza, arkadaşlarımıza, bizi sevenlere hatta yaşadığımız dünyaya karşı olan sorumluluklarımız, çevremize göstermemiz gereken ve altı çizilmesi gereken son derece önemli bir saygı türü olarak da tanımlanabilir... Bu bağlamda, 'kendisiyle yüzleşme', 'empati kurma' duygusunun gelişmediği bireylerde bencillik ve vurdumduymazlık da fazlası ile görülür. Bu durumda ömrünü geçirdiği dünyanın sadece kendisine sunduğu nimetler ve yaşam alanı ön plana çıkar. NİSİM SİGURA / İzmir Sorumluluk Duygusu ve Düşündürdükleri Değerli okurlar; Sorumluluk duygusu genel olarak sadece bireyin üzerine düşen görevleri yerine getirmesi olarak algılansa da aslında anlamı daha geniştir. Sorumluluk sahibi olmak ise epeyce fazla özen gerektirir.Çocukluğumuzdan bu yana hayatımızda sürekli yerine getirmemiz istenen çoğu zaman da kaçınılmaz görev ve vazifelerimiz vardır.. Yaşımıza ve yeteneklerimize göre değişen bu görevler, neredeyse çocukken oyuncaklarımızı toplamaktan başlar okulda ödevlerimizi yapmaya, evlenip yuva kurunca da aile geçindirmeye kadar gider.. (036) Kasım-Aralık 2014 - 164 - DIYALoG Başka bir deyişle de, "Hepimiz, yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.." diye düşünmek olası sorun ve sıkıntıları doğmasına engel teşkil edecek en doğru davranış ve düşünce şekli olacaktır. Bu ayki kısa yazımı Oscar Wilde'ın çok sevdiğim bir sözü ile bitirmek istiyorum; "Düşen bir çığda hiç bir kar tanesi, kendisini olup bitenden sorumlu tutmaz.." Saygılarımla Oysa gelecek kuşaklar, yan yana yaşadığımız komşularımız, çevremizdeki insanlara karşı hal ve hareketlerimiz de bizim sorumluluk alanımızdadır. En basitinden küçük bir çocuğa verilen söz bile artık bizim sorumluluğumuzdur ve tutulması gerekir.. Çok küçük yaşlarda gelişmeye başlayan sorumluluk bilincini, birçok alandaki sorumluluklarımızı içine alacak şekilde benimseyip geliştirmemiz gerekir. Öncelikle kendimizden başlayarak kendimize karşı olan sorumluluklarımızı dikkate almalı, sonrasında aile, toplum, çevre ve dünya olarak genişletmeliyiz. Unutmayalım ki, evimize aldığımız bir saksı çiçek bile artık bizim sorumluluğumuzdur. Sonuç olarak şu düşünce etrafında birleşebilirsek sanıyorum hepimiz almamız gereken en doğru mesajı almış olabiliriz: "Bir insana güç veren şey, üstlenmiş olduğu görev/görevleri tamamlayana dek hiç bir şekilde onları sorumsuzluk duygusu ile unutup farklı davranışlar içinde yol almamasıdır.." (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 165 - kadın portresine takıldı. Bu yüzde kendini ona çeken, nedeninini anlayamadığı, açıklayamadığı gizemli bir güç var gibiydi... “Bu yüz bana hiç de yabancı gelmiyor!” diye mırıldandı kendi kendine Bayan Schiff ve... baygın yere yığıldı... Anında, Bayan Spitzer’in çağırdığı ambülansla hastaneye götürüldü. Yaşlı kadının kendine geldiğinde ilk yaptığı duvardaki resmin kime ait olduğunu sormak oldu... Galatalı Küçük Bir Kız COYA DELEVİ / İstanbul Soykırım’ın Karanlığında Bir “IŞIK” (Bir Hanuka Öyküsü) Bayan Hannah Schiff’in çaldığı kapıyı, güler yüzlü genç bir kadın açıp, konuğu oldukça sade döşenmiş bir salona aldı. Evin hanımı olan genç Bayan Spitzer’in, evliliğinin dokuzuncu yılında beşizleri olmuştu... Zaten kıt kanaat geçinmekte olan aile, bebeklerinin doğumuyla maddi sıkıntı içine girmişlerdi. Nitekim Bayan Schiff de o gün, başında kendisinin bulunduğu hayırsever bir grubun çabalarıyle toplanan yardımları getirmak için gelmişti... Yaşlı kadın, sevgiyle, beşiklerinde uyumakta olan beş masuma baktı, içini çekti... Tam bu sırada gözü, duvara asılmış, şık bir çerçeve içindeki bir “O, geçen yıl yitirdiğim annem”, diye cevapladı genç Bayan Spitzer. Bunun üzerine, az da olsa heyecanını yenmiş olan Bayan Schiff, ilginç öyküsünü anlatmaya başladı: Bergen‐Belsen Toplama Kampına gönderildiğimde on beş yaşlarımdaydım. Aynı yaşta, aşağı, yukarı yetmiş kadar genç kızla bir barakaya yerleştirilmiştik. Yaşam koşullarının getirdiği zorluklar ve zorunluluklardan dolayı, kızların hemen, hemen hepsi inançlarını yitirmişti. Ben ise, dört arkadaşımla birlikte, ısrarla, inatla dinimize bağlılığımızı korumaya çalışıyorduk. Bunun içindir ki, “Hanuka”Bayramı geldiğinde, kesinlikle bir “Menora” yakmamız gerektiği hususunda birleştik... Evet ama, nasıl? Neyle?.. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 166 - Yaptığımız plana göre, fabrikada çalışan kızlardan birinin bize sağlayacağı “yağ” karşılığında, ona günlük “ekmek” hakkımızı verecektik... İki küçük çakıl taşıyla da, kaba yün üniformalarımızdan kopardığımız liflerden hazırlayacağımız “fitilleri” yakacaktık... Asıl sorun, yağı koyacağımız çanak görevini yapacak “kap”ları bulmaktı... Soyulmuş patates kabuklarının bu görevi görebileceğini düşündük. Var olan koşullarda, mutfaktaki çöp bidonlarından en kolay edinebileceğimiz şeylerdi bunlar... “Çabuk Hanna ordan çık!”... Nasıl çıkabilirdim ki, yalnızca iki patates kabuğuyla!?.. Kendimden geçmişçesine, çılgıncasına, çöpleri sağa, sola dağıtmaya başladım... HALT!... “ Başımı kaldırdığımda, tüfeğini bana doğrultmuş, zalimce sırıtan Nazi subayını gördüm... Yanında da, korkularından tir tir titreyen zavallı dört arkadaşımı.. Tam gece yarısı, nöbetçi değişimi esnasında, beş dakikalık bir süre boyunca mutfak boş kalırdı. İçimizden biri içeri girecek, diğerleri de, tehlikeli bir durumda uyarmak için dışarda bekleyecekti... Öyle yaptık, ben girer girmez çöpleri karıştırmaya başladım. Kalbimin çılgınca vuruşları yanında, açlıktan guruldayan midemin sesini de duyabiliyordum... Öyle ki, hiç düşünmeden, çöplerin arasında bulduğum yemek artıklarını tereddüt etmeden ağzıma attım... Bu arada iki güzel patates kabuğu da bulmuştum... Aramayı sürdürüyordum ki, Sarale’nin sesini duydum, ama aldırmadım: “Yarın beşiniz, bu büyük hırsızlığın cezası olarak, tüm kampın gözü önünde asılacaksınız,” dedikten sonra adam uzaklaştı. Gittikçe daha tehditkâr görünen koyu karanlıkta, barakamıza dönüp, değerli “Hanukiya”’mızın etrafına oturduk. Beşimiz de, geçmişte ailelerimizle beraber kutladığımız “Hanuka” Bayramlarını andık... O muhteşem gümüş “Menora”ları, oynadığımız oyunları anımsadık... En çok da, ailelerimizin bizlere sağladıkları birlik ve güven duygularını hatırladık... Hatırladıkça da, saatlerce ağladık, ağladık... (036) Kasım-Aralık 2014 - 167 - DIYALoG Ve o gece, ikinci kez, ormanın derinliklerine girip, Shaina’nın kapısını çaldık, hiç bir cevap alamadık. Rahel’in, ağaçlar arasından süzülen zayıf bir ışık görmesi üzerine, o tarafa yöneldik ve... inanılmaz bir manzarayla karşılaştık... Shaina, gümüşten “gerçek” bir “Menora”nın önünde, elinde Sidur’la dua ediyordu... Gerçek bir “Hanukiya” ve bizleri heyecanlandıran Shaina’nın sesi!.. Bir ara nerede olduğumuzu unuttuk, ne ölüm, ne de kan gördük... Yalnızca, zafere koşan “Makkabe”ler, cesur kardeşler vardı orada... Umutsuzluk değil, kahramanlık gördük... Aniden, bizim farkımıza varan Shaina, korkunç bir öfkeyle bağırmaya ve bizi casuslukla suçlamaya başladı. Bununla yetinmeyip, görevlileri çağırıp bizi onlara teslim etmekle de tehdit etti.. Onu sakinleştirmenin, istediğimizin sadece biraz yardım olduğunu anlatmanın olanaksızlığı karşısında, oradan uzaklaştık... Artık kötü kaderimizi kabullenmekten başka bir seçeneğimiz olmadığını idrak etmiş, tam anlamıyla çökmüş bir haldeydik... Gecenin kalan bölümünü, bizler gibi Yahudi olan bu acımasız kızı lanetlemek ve sürekli ağlamakla geçirdik... Bir kaç saat içinde kavuşacağımız yakınlarımızı düşünerek ağladık... Rivke, kurşuna dizilerek ölen anne, babasına, ben de, henüz küçücük bir bebekken, bu vahşi barbarların katlettikleri kardeşime kavuşacaktık.. O kargaşaya, büyük korkumuza rağmen saklamayı başardığımız “Menora”mızı yakabildik... Alevi ancak yarım saniye aydınlattı ama, bu bile, hüzünlü yüreklerimize bir umut “Işığı”vermeye yetti... Kampımızda, ormanın kenarındaki bir barakada tek başına, bizlerden ayrı yaşayan Shaina’dan yardım istemeye karar verdik. O da biz yaşta, Yahudi bir kızdı ama altı yabancı dil bilmesi ona ayrıcalık(!) tanınmasına neden olmuştu... Almanların verdiği radyodan öğrendiği haberleri, “Müttefik” ordularına ait bilgileri tercüme ediyor, yani bir tür “ajan”lık yapıyordu. Aslında o bir piyondu ve bunu yapmaya zorlandığını bilmemize rağmen, Shaina’nın aleyhimize casusluk yaptığından ve icabında bizleri ele vereceğinden de emindik. Kısacası, kampın tüm kızları ondan nefret ediyor, ona güvenmiyordu. Bize bu ümitsiz durumumuzda da yardım etmeyeceğini düşünüyorduk ama, beşimizin zaten kaybedecek neyimiz vardı ki?... (036) Kasım-Aralık 2014 - 168 - DIYALoG Ertesi gün, bütün Kamp sakinleri, meydanda, bizim asılmamıza tanık olmak için toplanmıştı. Görevliler, boynumuza geçirilen ipin düğümlerini sıkıştırmak üzereydi ki, elinde radyosu bize doğru koşan ve “STOP” diye bağıran Shaina göründü. Gülümsüyor ve sürekli şu sözleri yineliyordu: “Beş Can için beş Can...” Ancak şimdi ancak bu sözlerin ne anlama geldiğini biliyorum. Tanrı, Shaina’nın kurtardığı beş Can’ın ödülü olarak, onun kızını, yani beni, beş harika yavruya hayat vermek için seçti...” O inanılmaz anla ilgili anımsadığım tek şey, Gestapo subayının büyük bir hiddetle bizi çözdüğü ve kuvvetli, “son” bir tekmeyle beraber, beşimizi barakamıza yollaması oldu... Kısa bir süre sonra tamamen özgürlüğümüze kavuştuk. Yoğun araştırmalara karşın, hiç bir zaman Shaina’nın izine rastlayamadık. Ona minnetimizi ifade etme şansını bulamadık... Ve bugün evinizde o resmi, ölüme o denli yaklaştığım günü anımsatan, annenizin resmini gördüm ve bilincimi yitirdim... Giveret Spitzer, Tanrı beni, Shaina’nın kızına yardım etmem için seçti! Bir mucize bu!... “ P‐S‐ Kahramanlarının bir bölümünün hayatta olduğu bu gerçek öyküyü naklederken, esas kimliklerinin deşifre edilmemesi gayesiyle, isimleri değiştirilmiştir. C.D. “Evet. Bn. Schiff, inanılmaz bir rastlantı bu!.” diye cevapladı genç anne ve devam etti: “Ama bende “Puzzle”in diğer eksik parçaları var... Annem, birkaç kez rüyamda, bana göründü... (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 169 - mikrodevreler için tasarladığı arama motorlarından bahsetmekte. Faydalanabilecek miyiz acaba? Yoksa teknoloji ilerleyip bellek kapasitesi yükseldikçe tembeleşmeye mi yüz tutacağız? Bir zamanlar uzun şiirler ezberleyip, sınıf geçebilmek için anlamakta zorluk çektiğimiz sayfalar dolusu dersleri hafızlamamış mıydık? Şimdi hepsi açılıp önümüze serildiğinde daha akıllı davranmamız mümkün mü? Charles Darwin geriye dönüp baktığında problemleri görüp anlamanın, problemleri çözümlemekten daha zor olduğunu ifade etmiş(1). Sokrat’ın da, Einstein’ın da ifade etmiş oldukları gibi, yeni bir şeyler öğrendikçe ne kadar az bildiğimizi ve daha çok şey öğrenmemiz gerektiğinin farkına varıyoruz, yani öğrenme hevesimiz artıyor. Beş ülkenin başkent adlarını sayabilen biri bütün başkentleri bildiğini zannedebilir, fakat 50 ülkenin başkentlerini gezip dolaşmış, öğrenebilmiş bir seyyah geriye kalanları yeterince bilemediğinin farkındadır, onlar hakkında da bilgi edinmeye merakı vardır. Internet arama motorlarıyla Wikipedia parmaklarımızın ucunda diye aklımızda fazla bilgi tutmanın hiçbir anlamı kalmadı gibilerden hislere Washington’dan Mektup ALTAN GABAY / Washington DC Hafızanın Evrimi Çocukluğumuzdan bir yeri, bir yemeği veya bir şarkıyı hatırlamakta zorluk çektiğimizde bir büyüğümüze bir dostumuza sorabiliriz. Bir köşede, kenarda sakladığımız fotograflar, notlar arasında arayarak, veya bir kütüphaneye giderek hafızamızı tazelememiz mümkün olabilir. Aynı zamanda cebimizde taşıdığımız bir telefondan bazen birkaç tuşa basarak herhangi bir yerin tarihine bakmamız, özlediğimiz yemeğin çeşitli tariflerini okuyup, aklımıza takılmış nağmeyi sesli, sözlü bir ekrandan izlememiz de kolaylaşmış bulunuyor, hatta bulduklarımızı derhal tutup etrafa yaymamız kolaylaşmış bulunuyor. Fakat hergün konuştuğumuz yakınlarımızın telefon numaralarını hatırlayamadığımız oluyor, telefonumuza numaraları nasıl olsa kayıtlı diye kendi hafızamıza eklemeye gerek bile duymuyoruz. Google kurucularından Larry Page önümüzdeki bağlanabilecek yıllarda insan beynine (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG kapılmak mümkün, fakat bir yerde Pasteur dendiğinde, eğer 19. yüzyıl Fransız hekiminden bahsedildiğini anlayamıyorsak imdat Wikipedia diyene kadar anlatılmaya çalışılanın çoğunu kaçıracağımız gayet muhtemeldir. Örneğin karşımıza “89C1326A40793” gibi 13 haneye sığdırılmış somut bir şifreyi harfiyen hatırlamamız gerekiyorsa, bir yere yazabiliriz, hafızamız bu tip bilgiyi ezberlemeye müsait olmayabilir, rakamların neyi temsil ettiği hakkında herhangi bir hatıramız yok. Halbuki “korkma sönmez” de tam 13 hanelik bilgi içermekte, hatırlamakta zorluk çekmiyoruz, İstiklâl marşından başka bir şey anımsatması zor, hatta marşın bütün sözleri hazır ezberimizde olabilir. Google Glass(2) vari teknolojilerle hafızamızı güçlendirme imkânı başka türlü ilginç problemler arzetmekte. Dara Horn(3) un ABD’de 2013 yılının en iyi kitapları arasında seçilmiş Şaşkınlar Rehberi(4) adlı romanı okuyucuyu Orta Çağın ünlü Yahudi bilgini Musa bin Meymun(5) un felsefesi ile bir bağ kurabilmeye yönlendiriyor. Bilim ile gelenekselleşmiş kuramlar arasında süregelen çeliskinin evrimine bakmamızı kolaylaştırıyor. - 170 - İslam ve Yahudi medeniyetlerinin Altın Çağı olarak bildiğimiz İspanya Endülüs Emevi Devleti devresi, Avrupa’da Helen kültürünün unutulmaya yüz tuttuğu karanlık bir devir. RaMBaM’ın eski Aristo(6) mantığı ile kendi Yahudi teolojisini bağdaştırma gayretleri elbette devrinin İbn Rüşd, Al‐Farabi, Gazali gibi Müslüman bilgelerinden ayrı düşünülemez, Avrupa’da Rönesans devri öncesi karanlık bir devir mevzubahis. Dana Horn romanının zamane kahramanı ise, insanın bütün hayatını kaydedebilen bir yazılım gerçekleştirmiş yüksek başarılar örneği gencecik Josie Ashkenazi. Ablası Judith Askenazi’nin hayatı ise hepten başarısızlık örnekleri ile dolu. Çocukluk günlerinden beri iki kızkardeş arasında gelişmiş kıskançlık ve rekabet Tevrat’tan Joseph ile kardeşleri arasındaki kıskançlıklarla birbirlerine karşı planladıkları tuzakları anımsatıyor(7). Josie’nin programının adı da zaten Genizah(8), hani kutsal yazıtlar, patron‐kiracı kontratları, aşk mektupları, vergi makbuzları, bakkal hesaplarına varana kadar, (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 171 - mesela Siri(9) ye bir soru sorduğumuzda, yazılım sorumluları “bilmem sen ne dersin?” gibilerden bir cevapla iPhone kullanıcılarını tatmin edemeyeceklerini bilirler elbet, bir soru sorduğumuzda önümüze tam istediğimiz tipten hazır bir cevap bulup çıkarabilirlerse her pazarlamaya çalıştıklarına daha yakın ilgi duyacağımızı tahmin etmeleri de pek zor değil. Bilgisayarlarla sorularımıza hep daha iyi cevaplar bulunup hazırlanabilir. Önemli soruları sorabilmek ise gene hep insanlara kalıyor. Mantığa ve sağlam bilgilere dayalı zekice sorular sorabilmek toplumun her seviyesinde geliştirilmesi faydası bulunan kültürel bir alışkanlıktır. Bazı üniversite öğrencilerinin bile internetten toparladıkları hazır cevapları kendi tezleriymiş gibilerden sunmaya çalıştıkları günümüz ortamında, zor soruları, hatta cevabını bilemeyeceğimiz soruları düşünüp sorabilmek çok daha büyük önem kazanmış bulunuyor. Paris’in Nazi işgali yıllarında Flaman bir anne ve Yahudi bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiş Patrick Modiano’nun 2014 yılı Nobel Edebiyat ödülünü kazandığı açıklanalı beri, şimdiye kadar Fransa dışında adı pek duyulmamış yazar üzerine atmaya kıyamadığımız veya çöpe atılması günah sayılan belgelerin depolanması için sağlanmış bir kolaylık. Fakat bu Genizah programı tam günümüz teknolojileri için tasarlanmış bir program, hani cepte taşınabilen ve insanın her hareketini kaydedebilecek kapasitede telefonlara uygun bir app. Josie’nin hikâyesi Tahrir meydanı, Arap baharı olayları sonrası bir geleceğe bağlanıyor. Judith kardeşinin Genizah programının reklamcılığını üstleniyor, Josie’yi İskenderiye Kütüphanesinde bir danışmanlık işi için Mısır’a gitmeye ikna ediyor. Fakat Mısır’a vardığında Josie kaçırılmış, işkenceye uğramış, ablası Judith yaptıklarına, söylediklerine pişman, vicdan azabı çekiyor ama elbet hikâye orada bitmiyor, iç içe örülmüş öyküler arasında Josie esir düştüğünde RaMBaM’ın eski kitabını bulup Ortaçağın bilgesi ile felsefi bir tartışma başlatıyor. Kitabı okuma fırsatım olmadı, kitap hakkında hali hazırda yazılıp söylenenler bile bir hayli ilgi toplamış, oralardan öğrenebildiklerimi aktarıyorum. Yeni teknolojiler tembelleşip kendi düşünme kabiliyetimizi yitirmemize sebep değil. Teknolojiyi nasıl, hangi amaçlarla kullandığımıza dikkat edebilmek gerek. Internette arama motorlarına, (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 172 - (1) Looking back, I think it was more difficult to see what the problems were than to solve them. ‐ Charles Darwin (letter to Charles Lyell, September 30, 1859) (2) http://en.wikipedia.org/wiki/Google_Glass (3) http://darahorn.com/ (4) http://www.amazon.com/A‐Guide‐Perplexed‐ Novel/dp/0393064891 (5) http://en.wikipedia.org/wiki/Maimonides (6) http://en.wikipedia.org/wiki/Aristotle (7) http://en.wikipedia.org/wiki/Coat_of_many_colors (8) http://en.wikipedia.org/wiki/Genizah (9) http://en.wikipedia.org/wiki/Siri (10) http://www.vox.com/2014/10/9/6952633/this‐passage‐ perfectly‐captures‐nobel‐laureate‐patrick‐modianos The following passage from his 1997 classic Dora Bruder is a perfect example of the themes that occupy much of Modiano's writing and thought — memory, loss, recovery, time. It takes a long time for the light to resurface what was erased. Traces remain in the books, and it is ignored where they are hidden and what guards watch over them and if these guardians consent to show you. Or maybe they have simply forgotten that such records existed. her gün yeni bir şeyler söylenip yazıldığını görebiliyoruz. Sefarad bir soyadı taşıyan ve büyük bir Sefarad ailesinin http://www.themo dianos.gr/ torunlarından olduğunu anladığımız yazarın Nazi işgalinin yarattığı psikozlar sonrası tecrit ve kimlik ile ilgili ifade edebildiği suallerinin Nobel ödülüne layık bulunmuş olması, Pablo Picasso’nun “bilgisayarlar faydasız, sadece cevap verebilirler” dediğinde neyi kastetmiş olduğunu anlamamızı kolaylaştırıyor. “Silinmiş olanların ışıkla meydana çıkarılması uzun zaman alır. Kitaplarda izleri kalmıştır, fakat saklandıkları yerlerde görmemezlikten gelinirler, kimi gardiyanlar tarafından gözetilir gizlenirler, size gösterme rızaları yoksa. Veya sadece böyle bir kayıtları bulunduğunu unutmuş olabilirler.” (10) Patrick Modiano, (1997) Dora Bruder kitabından tercüme (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 173 - “Geçenlerde Üniversite Tiyatro Bölümü öğrencilerine bu isimden bahsettim. Durakladılar, aralarından biri ‘Kim bu Sarah Bernhardt?’ diye sordu. İçimden ağlamak geldi. ‘Kim bu Sarah Bernhardt?’ Zamanında dünyanın 8. harikası olarak tanıtılan, düşüşe geçtiği dönemlerde bile Fransa’da Jeanne d’Arc’tan sonra en meşhur, en tanınmış şahsiyet olarak nitelenen, yaşadığı dönemde, dünyanın her şehrinde krallar ve savaş kahramanlarından daha fazla, günümüzde yaşasaydı Elvis Presley ve Beatles’ları bile kıskandıracak heyecan ve coşkuyla karşılanan, imparatorların, kralların önünde diz çöktükleri, erkeklerin üstünde yürüsün diye ceketlerini yere halı yaptıkları kusursuz, ilahi Sarah Bernhardt…” Cornelia Otis Skinner 1967 yılında yayınladığı ‘Madame Sarah’ kitabının önsözünde Sarah Bernhardt’tan böyle bahsediyordu. Sevenleri tarafından ‘İlahi Sarah’ olarak adlandırılan Sarah Bernhardt ilk uluslararası tiyatro yıldızı, tiyatro divası ve işletmecisi olarak tanınır. Bernhardt, Avrupa, ABD, Kanada, Güney Amerika, Metince METİN DELEVİ / İstanbul Sahnelerin Divası Sarah Bernhardt (1844 – 1923) (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Avustralya ve Ortadoğu’da gösterime giren 125 oyunda yaklaşık 70 değişik rolü üstlendi, Racine (Phedre), Victorien Sardou (La Tosca), Victor Hugo (Hernani, Ruy Blas) ve Alexandre Dumas’nın (Kamelyalı Kadın) birçok oyununda unutulmaz roller aldı. Sarah Bernhardt, Henriette Rosine Bernard olarak Julie Bernard (annesinin adı değişik biyografilerde Judith veya Youle olarak da geçmektedir) adlı Hollanda asıllı bir Yahudi anneden 23 Ekim 1844’te Paris’te doğdu. (Anne Julie’nin babasının göz doktoru Maurice Bernard, annesi Jeannette Hart’ın da Hollanda’nın köklü Yahudi ailelerinden olduğu belirlenmiştir) Sarah Julie’nin üç gayri‐meşru kızından en büyüğüdür. Sarah’ın babasının kimliği çok net değil. En muhtemel baba adayının sonradan donanma subayı olan Morel adlı bir genç talebe olduğu söylendi. Sarah 13 yaşındayken dayısı Edouard Bernard kızı nüfusuna geçirdi. Çocukluğunu Versailles yakınlarında bir rahibe okulunda geçirdi. Hatta bir ara aldığı eğitimden etkilenerek rahibe olmaya karar verdi. - 174 - 16 yaşında iken annesinin sevgilisi olan Napoleon III’ün üvey kardeşi Charles Duc de Morny, Sarah için tiyatroda kariyerin yolunu açtı. İki yıl boyunca Paris’te konservatuarda tiyatro eğitimi aldı. O dönemde Yahudi aktris Rachel ideal oyuncu olarak görülüyordu. Sarah da stil olarak Rachel’den esinlenmekteydi. Ancak hem Rachel’in hem Sarah’ın ortak bir kaderleri vardı: Yahudi (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG olmaları nedeniyle dönemin klasik antisemitizmi için kolay hedef oluyorlardı. Yahudi olmaları yüzünden birçok antisemitik kitaba konu bile olmuşlardı (Les Memoirs de Sarah Barnum gibi). - 175 - Ancak yaşlı bir aktrisle münakaşı sonrası onu tokatlaması nedeniyle tiyatrodan kovuldu. Paris’teki diğer tiyatrolarda kendisine ufak roller verilmesi üzerine Brüksel’e taşındı. Burada 1864’de Prince Henry ile olan ilişkisinden Maurice adlı tek çocuğu dünyaya geldi. 1868 yılında Alexandre Dumas’nın Kean piyesinde oynadığı oyunla şöhreti yakaladı. Bu oyundan sonra ölümüne kadar hep başrollerde oynadı. 1869 yılında François Coppee’nin ‘Le Passant’ oyununda ilk kez erkek rolünde oynadı. Bu rolünden sonra oynadığı diğer erkek rolleriyle “tüm zamanların en iyi erkek rolü oynayan kadın oyuncu” ünvanını kazandı. Fransa‐Prusya Savaşı esnasında tiyatroya ara verip askerler için bir sahra hastanesi kurdu ve askerlere moral vermek üzere sahneye çıktı. 1871 Fransa – Prusya Savaşı’ndan sonra Sarah Bernhardt “Alman Casusu ve Yahudi” suçlamalarına karşı kendini savunmak zorunda kalmıştı. Biyografilerinde okuduğumuz gibi “Yahudiyim ama Alman asla” sözlerini gururla söylemişti. Bu suçlamalarla ilgili bir haber yapan Le Figaro gazetesine yazdığı mektupta “Belirli bir 1862 yılında Comedie Française Tiyatrosu’nda Racine’in Iphigenie oyununda ilk rolünü aldı. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 176 - Maddi kaynakları sağlamlaşan Sarah Bernhardt, kendisine Paris’in merkezinde çok büyük bir ev inşa ettirdi. Evi 19. yy.‘da revaçta olan Salon adı verilen sanatçıların toplandığı bir mekân haline dönüştü. George Sand, Pierre Loti ve Victor Hugo müdavimlerinden birkaçıydı. 1879 yılında Sarah ilk kez Londra’da sahneye çıktı. İlk uluslararası sahneye çıkışı büyük bir zafer oldu. Bu başarı üzerine Comedie Française’den istifa edip kendi tiyatrosunu kurdu. Bu arada Avrupa ve ABD‘de uzun bir turneye çıktı. Bu turne uluslararası şöhretini perçinledi ve büyük bir maddi gelir sağladı. 1882 yılında ilk ve tek evliliğini Aristides Damala ile yaptı. Düğünü turneye çıktığı Londra’da yapıldı. Avrupa turnesi esnasında, İtalya Kralı Umberto, İspanya Kralı Alfonso XII, Avusturya İmparatoru Franz Joseph ve Rusya Çarı Alexander III oynadığı oyundan, güzelliğinden ve cazibesinden etkilenerek kendisini kraliyet mücevherleriyle ödüllendirdiler. Böylece Sarah “önünde krallara diz çöktüren kadın” ünvanını bu turne esnasında kazandı. şivem varsa Alman olmamdan değildir. Ben Yahudi ırkına mensup bir kadınım, bu şivem de, sözüm ona medeni ülkelerin bize reva gördüğü mecburi göçebeliğin bir sonucudur” demişti. Victor Hugo yazdığı piyeste Sarah’ın oyununu seyredince ondan oyunlarının değişmez başrol aktrisi olmasını istedi. Sarah Brüksel’de şöhretin zirvesine çıkınca Comedie Française kendisini geri dönmesi için yalvarırcasına ikna etti. Sarah Bernhardt artık kendisine özgü bir stil geliştirmişti; kendisine özgü yumuşak sesiyle romantik rollerin değişmezi olmuştu, kendisine “La voix d’or” (Altın ses) sıfatı takılmıştı, sahnedeki pozları, duruşları tam anlamıyla tablolara model olacak güzellikteydi. 1876 yılında annesi vefat etti. Aynı yıl gazetelerde “baştan çıkartan kadın Sarah” başlığıyla çıkan bir haber skandala yol açtı. Sarah’ın onurunu korumak isteyenler bu yazıyı yazan gazetecileri düelloya davet ettiler, Sarah’ın araya girmesiyle bu olay tatlıya bağlandı. Ancak bu haberin doğruluk payı da vardı. Şöhretten sarhoş olan Sarah sevgiliden sevgiliye koşmaya başlamıştı. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Fransa’ya dönüşünde maddi durumuna güvenerek oğlu Maurice adına bir tiyatro satın aldı. Ancak bu satınalma onun tiyatro işletmecisi olarak ilk felaketi oldu. Kısa sürede tiyatroyu elden çıkararak Paris Porte‐Saint Martin’de 1800 kişilik büyük bir tiyatro kiraladı. Tiyatro’nun ilk oyunu olan Sarah’ın başrol oynadığı “Kamelyalı Kadın” başarı üzerine başarı kazandı. - 177 - 1889 yılında “Jeanne d’Arc’ın Davası” ndaki oyunuyla sanatını bir daha ispatladı: 45 yaşındayken 19 yaşında bir genç kız rolünü mükkemel bir şekilde oynuyordu. 1884 yılında işletmeci‐yönetici Felix Duguesnel, oyun yazarı Sardou ve oyuncu Sarah Bernhardt üçlü bir ortaklık kurdular. Bu üçlünün ortak gayretiyle ortaya çıkan Theodora oyunu iki yıl içinde Paris’te 300 kez Londra’da 100 kez sahnelendi. 1886 yılı sonunda Brezilya’dan başlamak üzere 9 ay sürecek Güney ve Kuzey Amerika turuna çıktı. Dönüşünde Sarah Bernhardt artık o dönemde ender görülen milyonerlerden biriydi. 1891 yılında Oscar Wilde’ın kendisi için özel olarak Fransızca yazdığı Salome oyunu için Londra’ya gitti. Ancak maliye ile ilgili sorunları nedeniyle Lord Chamberlain Sarah’ın çalışma iznini iptal etti. 1892 yılında Porte Saint‐Martin tiyatrosunu satıp yerine daha ufak ama çok amaçlı kullanılabilecek Aynı yıl oğlu Maurice Polonya Kraliyet ailesinden Prenses Jablonowska ile evlendi. 1889 yılında Sarah’ın kocası Damalı aşırı doz uyuşturucudan öldü, Sarah Bernhardt bundan sonra bir daha hiç bir resmi evlilik yapmadı. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Theatre de la Renaissance’ı satın aldı. Peşinden 6 ay sürecek dünya turuna çıktı. Dönüşünde en zengin aktris ünvanını almıştı: mal varlığı 3.5 milyon altın Franc’a çıkmıştı. Ancak bir dizi talihsiz oyundan sonra tiyatrosunun borcu da 2 milyon altın Franc’a çıkmıştı. - 178 - Başarısız işletme deneyimlerini tekrar yaşamamak için 1899 yılında Paris Chatelet bölgesindeki Theatre des Nations’u Paris Belediye’sinden çok düşük bedelle 25 yıllığına kiraladı. Kiraladığı tiyatroyu yeniledi. Fuayesini sergi alanına dönüştürdü. “Küçük Louvre’um” diye adlandırdığı bu bölümde birçok ressamın eserleri yanında kendisinin de çeşitli rollerdeki resim ve fotoğraflarını da sergiledi. Tiyatronun açılışından hemen sonra peş peşe erkek rolleri üstlendiği Hamlet ve Aiglon oyunları sergilendi. Büyük Paris Sergisi’nin açıldığı döneme çakıştırılan bu oyunlar gişe rekorları kırdı: oyunlar 250şer kez oynandı. 1903 yılında sergilenen “Enkizisyon’a karşı direnen Çingene kızı” rolünü üstlendiği “Sorciere – Büyücü” oyunu aynı başarıyı devam ettirdi. 1905 yılında yeni bir Amerika turuna çıktı. Rio de Janeiro’da oynarken sahnede bir kaza geçirdi. Sağ bacağını kötü bir şekilde kırdı. Kötü tedavi edilen bacak kangrene dönüşecek ve 10 yıl sonra sağ bacağının kesilmesine neden olacaktı. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG 1906 yılında aynı turnenin devamında Kansas City, Missouri ve Dallas’ta kurulan devasa çadır sahnelerde binlerce kişinin önünde sahneye çıktı. 1910 yılında A.B.D. turnesini yineledi. Bu turne esnasında ve sonraki yıllarda bir kaç sessiz filmde rol aldı. 1912 yılında çevirdiği “Ingiltere Kraliçesi Elizabeth” ile bu sanat dalında da başarılı olabileceğini kanıtladı. 1914 yılında Fransız devletinin “Legion d’Honneur” madalayası ile onurlandırıldı. Savaş esansında propaganda filmleri çevirdi, sınır boylarındaki askerleri ziyaret edip moral gösterileri sahneledi. 70. doğum gününde 18 ay sürecek son A.B.D. turnesine çıktı. Burada tiyatro ile birlikte A.B.D. ordusunun Müteffik orduları yanında savaşa girmesi için ikna konuşmaları yaptı. Geri dönüşünde artık sahnede çok rahat değildi. Yaşı, yorgunluğu ve takma bacağına rağmen “Altın Sesi” tiyatroya seyirci toplamaya yetiyordu. 1922 yılında Marie Curie’nin laboratuarına yardım toplamak amacıyla sahneye çıktı. 1923 Mart’ında 79 - 179 - yaşındayken Hollywood’dan film teklifi aldı. Ancak ömrü bu teklifi cevaplandırmaya yetmedi. 26 Mart 1923 tarihinde üremiden vefat etti. Çevresinde Yahudiliği ile ilgili kimse kalmadığından cenaze töreni bir kilisede yapıldı ve ünlü Pere‐Lachaise mezarlığına defnedildi. Ölümünden hemen sonra Theatre des Nations adı Theatre Sarah Bernhardt olarak değiştirilmiştir. Sarah Bernhardt tiyatroculuğu yanında yazarlığı ile de tanındı. Birçok roman, şiir kitabı ve tiyatro piyesleri yayınladı. Taş plak teknolojisinin çıkmasıyla birçok piyesi plaklara kaydettirdi ve böylece “Altın Sesi” günümüze dek gelebildi. Kaynaklar : Encyclopedia Judaica Ma Double Vie – Sarah Bernhardt Jewish Women Encyclopedia Wikipedia – Sarah Bernhardt Answers.com – Sarah Bernhardt The Curious life of Sarah Bernhardt – who2.com www.jewish‐theatre.com ‐ Speaking Volumes – The Art of High Drama (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 180 - Sosyal medya hastalık mı yoksa hastalık belirtisi mi? Niye insanlar tanımadıkları kadınları veya farklı dinden, ırktan veya LGBT gibi özelliklere sahip kişileri kolaylıkla ağıza alınmayacak ifadeler ve tehditlerle rahatsız ederler? Normal gündelik yaşamlarında karşılarına çıksak göstermeyecekleri davranışlarla sanal ortamda tehdit ve suç unsuru olurlar? Özellikle de bu dönemlerde “trol” ifadesi dilimize sanal ortamlardan kaynaklı yeni kazanım mı acaba? Balıkçılar balık tutmak için denize ağ atarlar ve tekne hareket halinde iken ağı yavaşça toparlarken hem ağlarına yakalanan balıkları hem de içine başka ne girmişse toplarlar. Bu sırada su bulanır pislik yüzeye çıkar. Çağımız sanal trolleri de en hafif ifade ile yazıları ile etrafı kirletip bulandırıyor ve ajite ediyorlar. Facebook, Twitter ve diğer kullandığımız sosyal medyada kişisel hesaplarımız sadece arkadaşlarımıza değil genel topluma açık olmuş olsaydı karşılaşabileceğimiz nahoş mesajlar ve durumların ne olabileceği konusunda yeterince bilgi sahibiyiz. Malesef özellikle biz kadınlar hedef olabilmekteyiz. Kendimizi koruyacak ve risk İz Düşümü LİNA FİLİBA / İstanbul Sanal Ortamlar, Çarpık Davranışlar Çağımızın bizlere sunduğu sanal imkânlardan olabildiğince faydalanan ve bundan büyük zevk alan bir fert olarak ara sıra bazı bazı bu son derece zengin ve eğlenceli olabilecek ortamın bizlere zararı yok mu diye düşündüğüm olur. Acaba internet çağı öncesindeki bizler daha önceleri nasılsak bu dönemde de aynı mıyız? Yoksa davranış ve yaklaşımlarımızda bozulma var mı? Peki ya karşımıza çıkan kişilerin genelde bizlere ve özelde biz kadınlara davranışları ne durumda? Acaba televizyon nasıl savaşın gaddarlığını oturma odalarımıza getirdi ise internet de kadınlara yönelik şiddeti mi cesaretlendiriyor? Ya akla hayale gelmeyecek sahtekarlıklar, dikkatsiz anımızda ufacık bir yanlış adımla karşılaşabileceklerimiz..... (036) Kasım-Aralık 2014 - 181 - DIYALoG almayacak kadar bilgili, dikkatli ve bilinçliyiz bununla birlikte yurt dışı kaynaklı konu ile ilgili yazıları okuduğumuzda da yerleşik kurum ve sistemlerin bizleri kötü niyetli davranışlardan koruyabilecek yapıda olmadığını gösteriyor. Diğer taraftan sanal ortamın kullanıcıları aptallaştırabildiği gerçeği de unutulmamalı. Internette aptalca davranış ifadesinin İnglizcesini google edince yarım saniye içinde 17 milyon sonuç çıktı. Dikkat çekici, değil mi? Bu kez de “google bizi aptallaştırıyor mu” ifadesini arayınca benzer sürede 53 milyon sonuç çıktı. İşin aslı, bizi aptallaştıran google değil. Okuma alışkanlıklarımız sanal dünya ile zaman geçirmeye başladıkça değişti ve internet ortamında okuduklarımızı derine girmeksizin kitap okuduğumuz gibi okumuyor hızla göz gezdiriyoruz. Eğer temel davranış modeli olarak sadece göz gezdiriyor ve bakınıyor olmasaydık, Amerikanın ücra köşesindeki ufacık bir kasabada, adamın biri “crowdfunding” bağış toplama sayfalarından birine verdiği “anneme elmalı pasta yapmak istiyorum ama param yok lütfen destek” ilanına karşılık bir miydi? iki günde 49.000$ toplayabilir İnanmayacaksınız ama bu gerçek bir olay. Bir elmalı pasta yapmanın maliyeti ne? Acıyıp para desteği verenler daha önce ne kadar toplanmış olduğunu gördükleri halde para vermeye devam ettiklerine göre ya okumuyorlar ya da cidden düşünce yetilerini kaybetmiş olmalılar diye düşünmemek mümkün mü? Hala arada bir annesine elmalı pasta yapmak için internet ortamında 49.000$ toplamış efsanevi adam aklıma gelir, ama daha da ötesinde bu paraları düşünmeden ödeyen insanları düşünürüm. İnternet kesinlikle yargı yeteneğimizi de erozyona uğratıyor. Belki de eski yargılarımızı, alışkanlıklarımızı unutup yenilerini kazanıyoruz. Sosyal medya kullanma alışkanlığımız olmadığı dönemde pişirdiğimiz keklerin, boyadığımız resimlerin, yediğimiz yemeklerin resimlerini çekip arkadaşlarımızla buluştuğumuzda bunları çantamızdan çıkartıp herkese gösteriyor muyduk? Veya sokağa çıkıp tanımadığımız kişilere? (036) Kasım-Aralık 2014 - 182 - DIYALoG Şüphesiz özel yaşam eskisi gibi değil artık. Bizler de zevklerimizi, heyecanlarımızı yaşadıklarımızı dostlarımızla paylaşma zevkini yaşamak istiyoruz. Ama acaba onlar istiyorlar mı? Nedense internetin yaşamlarımıza kattığı nimetlerden bunca faydalanırken ve öğrenip zevk alırken, diğer taraftan karşımıza çıkabilen kendimizi sakınmamız gereken unsurlar bunca artmışken, yargı yeteneğimizi kaybetmeme adına durup düşünmek gerek sanırım. Aydınlık ve güzel günler.... Mutlu insanlar; herşeyin en iyisine sahip olanlar değil, sahip olduklarını kaybetmeyecek kadar çok sevenlerdir. Charles Bukowski (036) Kasım-Aralık 2014 - 183 - DIYALoG Yaşam Notları ŞELA HABİF / İzmir Yeni Bir Yol Benim koçluk yolculuğum dört sene evvel katıldığım bir grup çalışmasıyla başladı. Kendime ne katarım düşüncesiyle girdiğim bu yol bambaşka duraklar çıkardı karşıma… Lise yıllarımdan itibaren kişisel gelişim hep ilgi alanım içindeydi. Ancak bu konuda okuduğum tüm kitaplar veya katıldığım seminerler bakış açımı genişletmeye katkı sağlamış olsa da bende kalan çoğu yaklaşım yaşam içinde karşılığını bulamayabiliyordu. Koçlukla birlikte o güne kadar havada asılı kalmış tüm öğretiler, felsefi yaklaşımlar, farkındalıklar yere basmaya ve bir değişim yaratmaya başladı. Neler mi değişti? En başta kendimle gerçek anlamda ilişki kurmaya başladım. Değerlerimi, ihtiyaçlarımı, inançlarımı, GENÇ GÖRÜŞ (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 184 - Yaşadığım her anı, öğrenmeye ve gelişmeye adamayı seçtim. Bana ayna olan çoğu ilişkim bu amacıma en büyük katkıyı sağlamayı sürdürmekte… Sözünü ettiğim grup çalışmasının ardından bir adım ileri giderek koç olmaya karar verdim. Bu eğitimi en başta kendim ve ailem için almış olsam da sistemin ne kadar etkili olduğunu görmek beni başkalarıyla paylaşmaya itti. Dört senedir yaptığım bireysel görüşmeler beni oldukça geliştirirken, gelen kişilerden aldığım geri bildirimler koçluk mesleğini yapmam konusunda cesaretlendirdi. Birilerinin yaşamına dokunmak; kendi cevaplarını ve içlerindeki gücü fark etmelerini sağlamak, gerçek hedeflerini bulmalarını ve ona ulaştıklarını görmek, onların hikâyeleriyle gelişmek benim için çok değerli ve anlamlı. Şimdilik seçtiğim yol bu işi yapmaktan geçiyorsa da her geçen gün yeni yolculuklara gebe… Kim bilir bir sonraki durakta ne çıkacak karşıma? güçlü ve zayıf yanlarımı teker teker masaya yatırdım. Bazılarına sahip çıkarken diğerlerini yeniden inşa ettim. Beni sınırlayan, yaşamımı zorlaştıran kurallarımı gözden geçirdim, bazılarını esnettim. Duygularım, düşüncelerim ve bedenimle olan ilişkim güçlendikçe neyi neden yaptığımın çok daha farkında olarak yaşamaya başladım. Fark ettim ki her türlü öfke, kıskançlık veya korku karşılanmamış ihtiyaçların dışavurumu. Sınırlarımı net çizdikçe başkalarının da benim alanıma saygı duyduklarını gördüm. Kendimi her yönümle kabul ettiğimde başkalarına karşı da çok daha yargısız ve hoşgörülü olmaya başladım. Başkalarını değiştirmek yerine onlarla olan ilişkimi, olmasını istediğim gibi değiştirdim. Sorunların yaşanan olaylardan çok onları algılayış şeklimizden kaynaklandığını fark ettikçe yaşamdan zevk alma yeteneğim yükseldi. En önemli sorumluluğumun kendime karşı olduğunu hissetmek, beni aşağı çeken duygu ve düşüncelerden uzak kalmamı sağladı. (036) Kasım-Aralık 2014 - 185 - DIYALoG Nazlı Doenyas İstanbul Asara Betevet Orucu I.Bet Amikdaş'ın yıkılışına giden acı olaylar zincirinin başladığı Tevet ayının onuncu günü, hahamlar tarafından önemli bir oruç günü olarak kabul edilir. Bu yıl 1 Ocak Perşembe günü tutulacak olan Asara BeTevet ‐ 10 Tevet orucu, Perşembe gün doğmadan başlayıp, aynı günün akşamı yıldızların çıkmasıyla son bulacaktır. Asara Be'Tevet‐10 Tevet günü ne oldu M.Ö 588 yılının 10 Tevet günü, Babil Kralı Nebukadnezar, Yeruşalayim'i kuşatmaya başlar. Üç yıl sonra, 17 Tamuz'da (Şiva Asar Be'Tamuz) Yeruşalayim'in surlarında gedik açmayı başarır. Bundan üç hafta sonra, 9 Av'da (Tişa Be'Av), Tanrı'nın Kutsal Varlığı'nın yeryüzünde ikamet BİLİYOR MUYUZ? (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 186 - barış, bereket ve Tanrı ile direkt bağlantıda olmanın ayrıcalıklı mutluluğunu yaşamışlardı. 300 yıl sonra, Yahudiler Tora’dan ve kendi atalarının yollarından ayrılmaya başladılar. Talmud, I.Bet Amikdaş’ın yıkılış sebebinin putperestlik, cinsel ahlaksızlık ve cinayet olduğunu belirtir. Bu günahlar Tanrı’ya karşı insanın kendisine karşı ve kişinin başka bir insana karşı işlediği suçlardır. Bu üç günahın çoğalma sebebi ise tensel zevklere düşkünlük, arzularının esiri olmak, kendini her şeyin ve herkesin önüne koymaktı. Kişi, sadece “kendi” iyiliğinin, mutluluğunun ve çıkarlarının peşindeydi. Tanrı onları uyarmak ve O’nun yoluna dönmelerini sağlamak için sürekli peygamberler yolladı. Fakat Yahudiler, yaşam biçimlerini değiştirmeyi reddetti ve Tanrı tarafından gönderilen peygamberleri yalan felaket habercileri diye alaya aldılar. 10 Tevet’teki kuşatma, Yahudiler’in gerçekleri “görmelerini” sağlama amaçlı bir uyarıydı.Bu aşamada, geriye dönüş şansı vardı.Yahudiler, kuşatma başladıktan sonra bile teşuva yapabilir, ettiği yer olan Kutsal Tapınak Bet Amikdaş yıkılır. Bu yıkılış, Israel'in Yehuda Krallığının sonu, Yahudi halkının Babil sürgününün de başlangıcı olur. 10 Tevet, Yahudiler'in kaderine acı bir şekilde damga vuran bu olayların start aldığı gündür. Asara Betevet, 10 Tevet, yani kuşatmanın başladığı tarihte, ne büyük bir hasar meydana gelir, ne de bir Yahudi hayatını kaybeder. O halde neden bu gün bu kadar trajik bir önem taşır Kuşatma, aslında Yahudileri uyandırmak, Tanrı yoluna dönmeleri için bir mesaj niteliğindeydi ve bu aşamada geriye dönüş halen mümkündü. Yahudiler Tora ve mitzvalara bağlı kaldıkları sürece, Tanrı’nın Kutsal Varlığı “Şehina”yı barındıran Bet Amikdaş, sonsuza kadar dimdik ayakta duracaktı. Bet Amikdaş kurulduğu zamanlarda, Yahudiler Tora ve mitzvalara gereken değeri verdikleri ve hayatlarını bu doğrultuda sürdürdükleri için inançlarını devam ettirebilmiş, bunun sonucunda (036) Kasım-Aralık 2014 - 187 - DIYALoG kısıtlama yoktur. Yıkanmak, orucu bozmayacak şekilde dişleri fırçalamak, deri ayakkabı giymek, iş yapmak serbesttir. Yom Kipur dışındaki oruç günleri, Şabat’a denk gelince, Şabat günü oruç tutulamayacağından, oruç ya daha önceki Perşembeye ya da Şabat sonrasına alınır. Ama “küçük” bir oruç diye bilinen Asara Be’Tevet, Şabat gününe gelse bile yine o günde tutulur. Genelde bir oruç günü Şabat’a gelirse, Kutsal Şabat günü oruç tutmak yasak olduğu için, bu oruç Şabat sonrasına ertelenir. Bunun tek istisnası, Tora’ya dayanarak, Şabat gününe gelse bile tutulacak olan Yom Kipur’dur. Büyük din bilginleri‐geonim’e göre, aynı şey Asara Betevet orucu için de geçerlidir. Bu oruç, Cuma gününe rastlasa bile ertelenmez. Pasukta (Ezekiel 24:1) “Beetsem Ayom Aze”‐Tam Olarak Bu Günde”dediği, için, Cuma gününe rastlaması durumunda bile, Şabat akşamı Arvit’ten çıkana kadar bu oruç tutulur. Tanrı yoluna dönüp Tora ve mitzvalar doğrultusunda yaşamak için ilk adımları atabilirdi.Fakat Yahudiler ne peygamberlerin, ne de kuşatmanın uyarı mesajlarını dikkate almayarak yaşam biçimlerini değiştirmediler. Bu şekilde kuşatma,Kral Şlomo’nun yaptığı I.Bet Amikdaş’ın yıkılışı ile sonuçlandı. Asara Be’Tevet orucu Asara Betevet, hepimizin tutması gereken bir oruç günüdür. Hastalar, hamile ve süt veren kadınlar ve oruç tutmakta zorlanan kişiler bu orucu tutmaktan muaftır. Fakat onlar da, bu günde güzel ve keyifli yemekler yememeli, sadece vücutlarının gereksinimini karşılayacak kadar ve basit şekilde yemelidirler. Asara Betevet orucu; Ester, Şiva Asar Betamuz ve Gedayla oruçları gibi alot aşahar gün doğumuyla (bu sene 1 Ocak Perşembe sabahı ‐ gün doğumuyla ) başlar. Asara Betevet, Ester, Şiva Asar Betamuz ve Gedayla oruçlarında, yemek içmek dışında başka fiziksel (036) Kasım-Aralık 2014 - 188 - DIYALoG Yahudi takviminin hesap ayarlamalarına göre, Asara Betevet hiçbir zaman Cumartesi gününe gelmez, ama gelseydi, yine tam olarak o günde tutulacaktı. Asara Be’Tevet’in günümüzdeki ‘ek’ anlamı 1948 yılında İsrail Hahambaşılığı, Asara Betevet’e “Yom ha‐Kaddish ha‐Klali” anlamını ekledi. II. Dünya Savaşı’nda Nazi Soykırımı’nda hayatını kaybeden, ölüm tarihleri bilinmeyen ve kurtulan yakınları da olmadığından kendileri için Kadiş Duası’nı okuyacak kimsesi olmayan Yahudiler için, genel Kadiş söyleme günü olarak ilan edildi.Bu günün seçilmesinin sebebi de, bir yoruma göre; Yahudiler’in başına gelen ilk ulusal felaketin anıldığı günde, en sonuncu felaketin de anılması gerektiğidir. Dini Takvim Nazlı Doenyas 1 Kasım 2014 (8 Heşvan 5775) 31 Aralık 2014 (9 Tevet 5775) 16 Aralık Salı akşamı ‐ HANUKA 1.Akşam Yıldızlar çıktıktan sonra, bütün ev halkı Hanukiya’nın etrafına toplanır. Kandiller yakılmadan: 1. Vii Noam 2. Leadlik Ner hanuka 3. Şeasa Nisim Laavotenu Ve sadece kandillerin yakıldığı ilk gece ek olarak: Şeeheyanu berahası söylenir. Kandiller yakıldıktan sonra: 1. Anerot Alalu 2. Mizmor Şir Hanukat pizmonları (nakaratlı dinsel şiir) söylenir. Önemli Not: Yazıda kısa bir özet olarak verilmiş olan bilgiler, okuyucuya konu hakkında fikir vermek amacıyla; El Gid Para El Pratikante (Gözlem); Yahudilik Ansiklopedisi (Gözlem) kitaplarından ve www.chabad.org; myjewishlearning.com;www.torahmitzion..org; www.ou.org; www.aish.com; sitelerinden derlenerek hazırlanmıştır. Cemaatlerin farklı gelenekleri ve uygulamaları olabildiği için özel günler ve uygulamalar hakkında en doğru ve detaylı bilgiler için, cemaatin kendi Rabi’lerine başvurması gerekir. (036) Kasım-Aralık 2014 - 189 - DIYALoG Hanuka şerefine mumlar Şabat hariç her gece yıldızlar çıktıktan sonra yakılır. Yahudi halkının Babil sürgününün de başlangıcı olur. 10 Tevet, Yahudiler'in kaderine acı bir şekilde damga vuran bu olayların start aldığı gündür. Pasukta (Ezekiel 24:1) “Beetsem Ayom Aze‐Tam Olarak Bu Günde” denildiği için, Cuma gününe rastlaması durumunda bile oruç tam olarak o günde tutulur. Bu yıl 1 Ocak Perşembe günü tutulacak olan Asara Be'Tevet‐10 Tevet orucu, Perşembe sabahı gün doğmadan başlayıp, aynı günün akşamı Arvit duası bitimiyle son bulur. *Cuma akşamüstü gün batmadan; önce Hanuka mumları, daha sonra Şabat mumları yakılır. *Cumartesi akşamı ‐Hanukiya Şabat çıkışından sonra yakılır. **Hanukiya yakma kuralları hakkında detaylı bilgi : http://www.sevivon.com/index.php?option=com_content&tas k=view&id=2669&Itemid=204#Content 1 Ocak Perşembe‐ 10 Tevet ASARA BETEVET ORUCU I.Bet Amikdaş'ın yıkılışına giden acı olaylar zincirinin başladığı Tevet ayının onuncu günü, hahamlar tarafından önemli bir oruç günü olarak kabul edilir. M.Ö 588 yılının 10 Tevet günü; Babil Kralı Nebukadnezar; Yeruşalayim'i kuşatmaya başlar. Üç yıl sonra, 17 Tamuz'da (Şiva Asar Be'Tamuz) Yeruşalayim'in surlarında gedik açmayı başarır. Bundan üç hafta sonra, 9 Av'da (Tişa Be'Av), Tanrı'nın Kutsal Varlığı'nın yeryüzünde ikamet ettiği yer olan Kutsal Tapınak Bet Amikdaş yıkılır. Bu yıkılış, Israel’in Yehuda Krallığı'nın sonu, (036) Kasım-Aralık 2014 - 190 - DIYALoG Süleyman Doğu İzmir Kabala Üzerine Dersler ‐IV‐ Kabala, teosofik bir sistemdir. Tanrı’nın doğasını ve bizim Tanrı ile olan ilişkimizi tanımlayarak herşeyi içeren bir yaratılış vizyonu sağlayan, Tora(h)ın mistik, geleneksel İbranî yorumudur. Tanrı’yı yücelterek bu dünyadan ayrıldığımız taktirde ruhumuzun çekebileceği sıkıntıların azalabileceği inanç halini yansıtır. “Lilmod Ulelamed” öğrenme ve öğretmek olgusu üzerine inşaa edilmiştir. Ve “Ruah Akodeş” (Kutsiyet Ruhu)nun elde edilmesi amaçlanmıştır. Ele alınan temel kavram, “Emunat Ayihud” (Tek Tanrı İnancı) ve “Yihudo Şel Olam” (Tanrı’nın Bir ve Tek Oluşu) dur. BİZİM KÜRSÜ Kabala, Tanrı’nın Emirleri’ni, Tora(h)da ifade edildiği şekliyle (613 Mitsvot/Emir) üzerinden hareketle tanımlamıştır. Bu emirlerin 248’i “Mitsvat Ase” (Yap), 365’i “Mitsvat Lo Taase” (Yapma) şeklindedir. Temeli “Sözlü Tora(h)” geleneğine dayanır. Midraş (Tanhuma/Noah 3)de, (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Sözlü Tora(h) karanlığı aydınlatıcı bir ışık olarak adlandırılmıştır. Kişinin içinde sınırsız bir yaşam ve üretim gücü taşıdığı hususundan yola çıkılarak, “Adam Kamon” hedef olarak benimsenmiştir. Adam Kamon, kişinin bir manevî dünya yaratmasında tüm gerçeği bir araya getiren beş kelimeden – “Asiah”(eylem), “Briyah”(yaradılış), “Yetzirah”(oluşum), “Atzilut”(çıkış) dan biri olmak üzere kabul görmüştür. Bu yüzden, Tora(h) öğrenimi özgürlüğün temeli addedilmiştir. Asıl amaç ise, kişinin kendini mümkün olduğu kadar geliştirip, yakınındakileri de bu gelişmeyi ortak etmektir. Yeryüzünü mükemmelleştirme gücümüz kendimizi tanıma ve değiştirme gücünden geçmektedir. İnsan kendi istek ve arzusu, çabası ile yaratılışını tamamlasın; ruhsal bir varlık haline dönüşsün diye. Bu husus, insanın başlangıçta ruhsal bir varlık olarak yaratılmadığının, meleklerden farklı bir konumda olduğunun da delilidir. Bu yüzden olsa gerek, Rosh Aşana/Şa’na Tova Hashem’in ‘insan yapalım’ dediği gün olarak öne çıkmıştır. - 191 - Kabalist yoruma göre, daha önce Adam ve Avinu Avraam gösterilenlerden olmuştur. Kabala'ya göre, Tora(h) kendini ifade edebilecek bir vücud (hayim) olmadığı zaman, ruhun anlamsız olduğunu öğretir. Zorlukları bir sınav olarak, sevinç ile karşılamamız gerektiğini anlatırken bize acı ve ıstırap hakkındaki en zor soruları Hashem’e sorma cesareti ve hakkını da verir. Kabalist düşünce ve oluşturduğu ekol, Hashem’e sorular sorduğumuzda bizi huzura kavuşturan hali, O'na olan inancımıza bağlar. Bir yahudiyi teselli eden de bu ikilemdir. Fiziksel anlamda yaşanılan kayıplara karşılık ruhun hiçbir zaman ölmediği bilgi ve inancı ile elde edilen rahatlık karşısında ruhumuzu eylemlerimiz ile yükseltebileceğimiz kutsal bir konuma yöneliriz. Bunun anahtarı Tora(h) ve misvaları(kutsal emirleri) ile “Maasim Tovim” (iyi edimlerin) icrasından geçmektedir. Bu, içimizdeki hakikatlerin, Tanrısal verginin ve kutsallığın hayata geçirilmesidir. İşte Kabala'da vurgulanan “pnimi” (içtenlik) tanımı, iç disipline mukayet olunarak ruhun geliştirilmesi adına yapılan fedekarlıktır. Daha fazla bilgilenilerek mantığımızı, akıl ve hikmet ile sezgilerimizi kullanmak suretiyle iç huzuru elde etmemizdir. Judaizmin geleneğinde hayat çelişkili anlamlar taşır, ama “Torat Hayim” [Hayat Tora(h)sı] daima öne çıkar. Yine de insana verilen ilk kitap Tora(h) değildir. “Sefer Yezira(h) (Oluşumun Kitabı)dır. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Kabala ekolünün geleneğine göre, rabinik öğretinin kaynağı üçtür. Bunlar; 1. Moşe Rabenu elinden teslim alınan kanunlar ( ki bu kanunlar türetilme prensiplerini'de içerir.) Moşe, ‘sudan çıkartılan, dışarı çıkartan’; Kipti dilinde ise ‘çocuk’ demektir ve Babil devletinin kurucusu Sargon gibi aynı doğum mitini taşır. 2. Mantık kurallarına dayanılarak sonradan türetilen kanunlar, 3. Tora(h)/Devarim Kitabı'nın 17:11. mitsvasından yola çıkılarak hahamlar eliyle Kanunlaştırılan Kurallar'dır. Bilinmesi gereken bir husus ise, son 2000 yıldır bu konuda hiçbir yeni kuralın vaaz edilmemiş olduğu gerçeğidir. Bunun nedeni, “Sanhedrin” (Rabinik Yüksek Yargı Mercii) nin olmamasına, II.Beit HaMikdash’ın yıkılmasıyla bu geleneğin ortadan kalkmış olmasına bağlanır. Buna rağmen günümüzde “Bet Din”; Tora(h)/Talmud ve Tora(h)/Kabala ekolünün, kısacası Judaizmin geleneklerinden hareketle, Tanrı'ya kızmak veya O'nu sorgulamanın serbest olduğunu hükmetmiştir. Yani Tanrı'ya öfke ile yaklaşmak, Kendi'sinin ve yarattığı evrenin şimdi olduğundan daha iyi ve daha adaletli olmasını talep etmek hakkını açık - 192 - tutmuştur. Zira evreni yaratmağa karar verdiğinde ilk yaratıkları harfler olmuştur. Daha sonra İbrani alfabesindeki “Alef” ve “Bet” harflerini kullanarak yaşamın diğer parçalarını inşaa etmeğe koyulmuştur. Tora(h), bize acı ve ıstırap hakkındaki en zor soruları Tanrı'ya sorma cesareti ve hakkını verir ama cevap beklememiz için değil. Nedeni, verilecek herhangi bir cevap bir haklı gösterme sebebi olarak kullanılabilir anlayışında gizlidir. Daha açık bir deyişle, I.Beit HaMikdash'ı ortadan kaldıran Babil Kralı Nabukadnezar'a Tanrı “hizmetkarım” diye hitap ederken, diğer yandan yahudileri Nabukadnezar'dan intikam alması için Tanrı'ya “tefila” (dua) eder buluruz. Kabala'dan yola çıkarak bu paradoks din felsefesinde “theodicy 1 olarak adlandırılan alanı yaratmıştır. I. Beit HaMikdash'ın yıkılmasına yol açan sebep neydi? İşçilerin tembelliği ve bunun ile de yetinilmeyerek Mabedi korumakla görevli Yahuda Kralı Menaşe'nin “Kodeş Kodeşi” (Kutsalların Kutsalı) olan bölümün içine bir 1Theodicy; En yüksek iyliğin husule gelebilmesi için fenalığın zarurî olduğunu iddia ederek Tanrı'nın tedbirlerini haklı çıkaran felsefi akım; M.Ö. 722 senesinde Kuzey Yisra’el Krallığı çökünce Yahvist ve Elohist kaynaklar bir araya gelmiştir. (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 193 - put koymasıydı. Talmud/Yeruşalmi’de değinilen bu husus karşısında Tanrı, Bene‐ Yisra'el'i düşmanları eliyle cezalandırarak sert yargı niteliğini ortaya koymuştur. {Kur'an diliyle 'El‐ Müntakım' Allah'ın sıfatlarından (Esma‐i Hüsna) olup, düşmanlarından öç ve intikam alan, suçluları cezalandıran} demektir. Kabala, herbir yahudiyi “avaryanim” [ ( kurallarını) ihlal edenler] addettiği için birbirlerine duyacakları ihtiyaçlar ölçüsünde kendi kusurlarını bulup düzeltmeleri açısından bir fırsat, zarurî bir ihtiyaç tellaki etmiştir. Tanrı, Bene‐Yisra'el'in umutsuzluğun en alt noktasına inmesine izin vermeyeceği bilinciyle, sevgi ve şefkat ile, dayanacağı bir desteği uzatan dost eli olacağı hususu hatıralara kazınmıştır. İman, şefkat ve ümit temel versiyon olarak kabul edilmiştir. Bu husus İncil'de, “Şimdi kalıcı olan iman, umut ve sevgi'dir. Bunların üçü. İçlerinden en üstünüyse sevgidir.” şekline izah edilmiştir. 2 Bir anlamda “Kurtuluşun sırrı hatıralarda gizlidir” 3 ifadesine sığınılmıştır. Kabala, “Yizkor”‐ hatırlama‐yı hep önde tutmuştur. Mitsrayim(Mısır)dan başlayıp son kurtuluş ile sona erecek bir göçün hatırası bir yahudiyi yahudi yaptığı için. Ruhlar hep ölümsüz tutulmuştur. Bizler bu dünyadan göçenleri hatırlayarak içimizde ( kalbimizde) yaşamalarına izin verelim diye. Arada bir geçmişe bağlanmak toleré edilmiştir, ileriye daha güvenli gidebilmemiz için. İncil ise bu bağlılığı, “çünkü nasıl tümü Adam'a bağlılık yüzünden öldüyse, tümü de Mesih'e bağlılık yüzünden yaşama getirilecektir (hayata döndürülecektir)” demiştir.4 O halde İsa'nın “ Öldüğü ölüm, sadece günaha karşı ölümdür. Şimdi yaşadığı hayat ise Tanrı için.” 5 Bunun açılımı, Mesih İsa bağlılığında Tanrı karşısında diri olmaktır. Bu inanç hali, bir Judeo için her bireyin kendi suçu için ceza çekeceğini savunan (Tesniye 24:16) Kabalist öğretiye aykırıdır. Tora(h)/Talmud'ta değinilen, “ Biz bizzat görmesek dahi, bizleri temsil eden melekler herşeyi gördü.” ifadesini Haham Raşi, her insanı cennette temsil eden bir meleği (bir ruh muhatabı) bulunduğu şeklinde açıklar. 2 Korintoslulara I. Mektup 13,14 3Baal Şem Tov'dan 4 Korintoslulara I. Mektup 15 5 Romalılara Mektup 6 (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG Bir mitsva'yı yerine getiren yanında yer alacak bir melek de yaratmış olur. Bu melek, o kişi için hem bu hayatta hem de ruhu ölümsüzlüğe kavuştuğunda iddia makamı Satan (Şeytan'a) karşı savunma avukatıdır. Tora(h)/Talmud, Şabat mitsvasını yerine getiren her kişiye iki meleğin eşlik ettiğini söylemesi bundandır.6 Bu yüzden yahudiler Şabat'ı egemen bir kraliçe olarak tanıdı.7 Tora(h)da; Adam ve Havva'nın “Gan Eden”(Aden Cenneti) kapısında girişi tutan iki melekle karşılaştığı anlatılır. Ben Adam, insan olmanın ve insan kalmanın önemini öğretir. Kabala’ya göre, gelecek alemde (cennette) ebedî olarak manevî varlıklarını sürdürecek olanlar, ruhları ölümsüzlüğe hak kazanmış olanlardır ki, bunlar yaşarken hak ve adaletten ayrılmayanlardır. O halde bu dünyada melekler kimi zaman insan kılığına girerken kimi zamanda melek kılığına girmiş bir insan olabilir. Şimdi yüksek katınızda sormama müsaade ediniz! Bizim herbirimiz kimin/ kimlerin meleğiyiz? Biz vermeğe dayandığımız ve paylaştığımız zaman kendi şefkat meleklerimizi yaratırız. Bu yüzden kendi ayak izlerimizi bu dünyada kendimiz - 194 - bırakmaya mecburuz. Herbirimiz, hayatımızda bizimde bir meleğimiz olsun istiyorsak, bunun gereklilik ve yeterlilik şartı, öncelikle herbirimizin hayatındaki melekleri biz olmaktan geçmektedir. Talmud'un sesine kulak veriniz: Tanrı'nın tüm insanlığı tek bir insandan yaratmasının nedeni kimsenin gelip, “Benim babam senin babandan daha üstündür” davası gütmemesi içindir. Kabala, Şabat mitsvasına riayet etmek suretiyle, düşünerek, durarak, dinlenerek ve Tanrı'nın yarattıklarının iyi olduğunu görerek bir yahudinin Tanrı'ya benzeyebileceğini açıklar. Bu husus Adam ile bağlantılı anlatılmıştır. Tanrı görüntüsünden yaratılmış olmamızın hikmeti, akıl sahibi olmamız ve ölümsüz olan tek şey kendi istek ve çabası ile ruh bir varlık haline dönüşebilme becerisinde yatmaktadır. O halde başkalarına benzeyebiliriz ama onlar gibi görünmemiz şart değildir. Tanah’ın ‘insanın inatçı bir ‘katır’ veya Hazreti Mevlana’nın ifadesiyle, ‘El Aks‐ül Müstevi’ ‐insan hayvandır‐ ifadesinin açılımı budur. Talmud/Bavli’ye(Niddah24b;Shabbat151b;BabaBatra 73a‐b;Erubin100‐b;İncil/Yeşeya34:14) göre, “Lilith”, Adam’ın ilk eşidir. Aynı zaman diliminde ve aynı anda yaratılmıştır.Bundan dolayı, Adam’ın 6 Tora(h)/Talmud‐Şabat 119 b 7 Yisra'el Başbakanı Menahem Begin'in 1982 yılında Keneset'te yaptığı tarihi konuşmadan (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 195 - yolun başlangıçıdır. Başkan Barack Obama’nın Roş Aşana (5775) nedeniyle verdiği video konferans görüşmesinde; ‘Dünyanın onarılmaya ihtiyacı var.’ demesi bundandır. Bu yüzden “Amida duası” nın sonundaki barış kutsamasında “Barehenu Avinu Kulanu Keehad” (Tanrı'nın bizi hepimizi biriz gibi kutsamasını) isteriz. Avinu Avraam, Hashem’in lütfu ile ve Adam, Kendisinden bir parça olduğu için “Amida”(ayakta) ibadet etme şerefine ermiştir. Yani Tanrımız Hashem, Avinu Avraam'ı tesviyede eşitlemiştir. kendisine eşit olduğunu ileri sürerek, tabii olmayı red etmiştir. Haliyle Tanrı’ya da isyan etmiş ve cennetten uzaklaştırıldığına inanılır. Havva ikinci eş olarak bu olay üzerine yaratılmıştır. Bilinen nedenlerden ötürü her ikisi de cennetten uzaklaştırıldıklarında çocukları dünyaya gelmiştir. “Lilith” kıskanç, kötü cin haline gelerek, Adam ve Havva’nın neslinden doğan her yeni bebek için düşman kesilmiştir. Tora(h)/Bereşit Kitabı’nda, Tanrı’nın Adam’ın kaburga kemiklerinden birini alıp bir kadın şeklinde inşaa ettiğini ve adını da “İşa” (Havva) koyduğunun yazılması, Yaratılış Bölümü’nün ikinci kısmında Havva’nın Adam’ın ikinci eşi, birinci kısmında da ilk eşi “Lilith”adından bahsedilmesi ve savunulması bundandır. Havva –ki Kur’an’da adı ‘zevce (eş) olarak geçmektedir‐, Tora(h) da yaşayan herşeyin annesi anlamına gelir. Dünya yedinci günde dinlenmeyi seçen Tanrı tarafından tamamlanmamış bir halde bırakılmıştır. O’nun görüntüsünden yaratılan insanoğlu, Tanrı’yı taklit etmek suretiyle görevini tamamlasın diye. Kabala’da geçen ‘TİKUN OLAM’ ifadesi, dünyayı onarmaktır ki, bu insanlığın görevidir ve mükemmele giden Tanrı, Kendi üzerine düşen görevi mutlaka yerine getireceğini vaad etmiştir. Bene‐Yisra'el, Tanrı'nın üzerlerindeki ölü toprağını kaldırmak için kapılarını ısrarla çaldığını ve sizi seviyorum dediğini bilir. “Yisra'el Neşama” (Yahudilik Ruhu) demektir. Bu ruh hali gerçek ve hakikatî kucaklamaktır ve kaynağı birlikte Tora(h)/Talmud, Tora(h)/ Kabala'dır. Gelişme yeteneğimiz ve kararlı tutumumuz ‘zihronot’‐ hatırlama/geçmişimiz‐ ile yüzleşebilme cesareti verdiği ölçüde Hashem’in affına mazhar kılınırız. Bir Yahudi için ‘Keduşat Ayom’da okuduğumuz Malhuyot’‐ Krallık/ bugün‐ demektir; günümüzde Medina‐ (036) Kasım-Aralık 2014 DIYALoG - 196 - zikrimiz karşısında Tanrı'nın bize özel olarak zatı ile zikretmesidir. Kur'an'ın Bakara 8 *Suresinin 2/152. ayetinde aynen ifade edildiği şekliyle, “ Siz beni zikredin; ben de sizi zikredeyim” den geçmektedir. Yisra’el’in barıştan yana olması zayıf olduğu anlamına gelmez. Siyonizm, hür dünyada birilerinden nefret edenlerin varlığı artık kabul edilmemesi gereken bir durum oluşturduğunu bilmektir. Başkalarının bilmek istedikleri bir hususu dostlarına dahi asla söylememekten geçtiğinin farkında olma halidir. Ihtişamın zaferini görmektir. ‘Mikveh Yisra’el’‐Yisra’el’in Ümidi‐dir. Kısacası, gerçektir. ‘Emet’ –Gerçek‐, kararlılıktır; geleceğimizdir, karşılıksız verebilmektir; insan ruhunu gerçekten tatmin eden tek eylemdir. Şefkatin dışa yansımış olan hali, yani sevgi'dir. Siyonizm; var olanı fark etmemiz ve yeni keşiflere çıkmamızı kolaylaştırmak, farkındalığımızın farkına varmak, bir bütünün içinde aslında farklı olmadığımızı görebilmek için var olduğumuzu haykırmaktır. Bugünkü özgürlüğün bedelidir. Kabala, “ahlâk Tora(h)dan önce gelir” derken aslında ahlâkı güzel olmayanın hakikatî bulamayacağını vurgular. Haliyle, hakikatî arayan O'nu bulamayacağını; ancak O'nu bulanların arayacağını ifade eder. Kalbin, maksada vasıl olmak için eşyanın manalarını anlamaya yönelmek; tefekkür, derin düşünceye dalmak gerektiğini söyler. Bu bizim gizli ve açık Kabala'da “Neşama” (ruh) niçin öne çıkmıştır? Haham Schneur Zalman bunu şöyle açıklamıştır: “Her ruh, Tanrı'nın bir parçasıdır. Ruhun mükemmelliği, Hayim (Yaşayan) Tanrı'dan gelmektedir.” Amaç, Tanrı'nın yarattıklarının ruhanî anlamda yücelerek mükemmelleşmesidir. Hiç birimizin diğerinden daha fazla Tanrı'ya hizmet etme yeteneği yoktur. Sadece kayıtsız ve şartsız sevdiğimizde daha kolay affederiz; tıp ki Tanrı gibi. Şimdi yüksek müsaadelerinizle sormak istiyorum: Kendimizi Tizku Leşanim Rabot. O'nun ile tamamladığımızı hissediyor muyuz? Savri Maranan! Lehayim! Baruh Ata AD. Elo‐enu Meleh Aolam Bane Peri Agefen (Amen). ‐Hashem çok senelere nasip etsin.‐ * Bakara, Arapça’da dişi sığır demektir. Yahudilerin “ Altın Buzağı” yapmaları ve tapınmaları hadisesinden dolayı bu ad ile anılır.
© Copyright 2024 Paperzz