I- İSLAM DİNİ’NİN TEMEL REFERANSLARI/KAYNAKLARI İslam/ اﻻﺳﻼم, sözlükte “kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak; teslim etmek, vermek; barış yapmak” anlamlarına gelir. En kısa ifadeyle “Boyun eğmek (inkıyâd) ve itaat etmek, yani teslim olmak” demek olan İslam, “doğruya ve hakka uyma” mânası taşır. Yanlışa ve kötüye boyun eğme şeklinde bir teslimiyet İslâm’a aykırıdır ve isyan olarak nitelendirilir. Kur’ân-ı Kerîm’de İslâm kelimesi sekiz yerde geçmekte, ayrıca çok sayıda âyette aynı kökten fiil ve isimler bulunmaktadır. İnanılması gereken hususların dil ile söylenip kalp ile tasdik edilmesine îmân; bu inanca teslim olarak gündelik hayatta imanlı yaşamaya ise İslam demek mümkündür. Yani İman teorik, İslam ise pratiktir. Nitekim Râgıb el-İsfahânî İslâm’ı, “Kalpteki inancı dil ile ifade edip fiillerle gereğini yerine getirmek suretiyle her hususta Allah’a boyun eğip teslimiyet göstermek1” şeklinde tarif etmiştir. Kur’an’da İslâm, Allah katındaki hak dinin karşılığı ve özel adı olarak belirlenmiş, ondan başka hiçbir dinin Allah tarafından kabul edilmeyeceği vurgulanmıştır ( ُ) إ ِنﱠ اﻟﺪﱢﯾﻦَ ﻋِ ﻨْ َﺪ ﱠﷲ ِ ْاﻹ ِ ﺳ َْﻼم2. İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem’den son Peygamber Hz. Muhammed’e kadar bütün Peygamberlerin getirdiği dinlerin genel ve ortak adı da İslam’dır. Nitekim Hz. İbrahim için Kur’an “hanîf” ve “müslim” vasıflarını kullanır (Âl-i İmrân 3/67). Dolayısıyla İslâm, saf tevhid inancının ve hak dinin genel adıdır3. İslam Şeriati ve İslam Milleti ifadeleri de İslam Dini anlamında kullanılır. İslam Dininin ana kaynakları Kitap/Kur’an ve Sünnettir. Yani nelere ve nasıl inanacağımızı, neleri yapıp neleri yapmayacağımızı biz Kur’an ve Sünnetten öğreniriz. Fakat bazı konuların çözümünü doğrudan Kur’an ve Sünnette hazır bir şekilde bulma imkanımız yoktur. Örneğin borsa veya sigorta gibi hususları doğrudan Kur’an ve Sünnete bakarak çözemeyiz. İşte Kur’an ve Sünnette hükmü bulunmayan hususları da icma ve kıyas yoluyla çözeriz. O halde Kur’an ve Sünnet ana kaynak, 1 Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî ğarîbü’l-Kur’ân, s.423. Âl-i İmrân 3/19, 85. 3 Bkz. DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), XXIII, 1-2. Âyetlerde ve hadislerde İslâm kavramı ile hanîf ve fıtrat kavramları arasında bir anlam ilişkisi kurulduğu görülmektedir (meselâ bk. er-Rûm 30/30; Buhârî, Cenâiz, 79, 80, 93; Müslim, Ķader, 22-25). İslâm âlimleri tarafından genellikle kabul edildiğine göre fıtrat “Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratıcısını tanıma eğilimi, hakkı benimseme yatkınlığı”, Hanîflik de “Allah’ın başlangıçtan itibaren insanlığa bildirdiği, insan tabiatına en uygun olan tevhid dini, Allah tarafından vazedilen aslî din” anlamındadır. Hz. İbrâhim’in yahudi veya hıristiyan değil hanîf-müslim olduğunu belirten âyetle (Âl-i İmrân 3/67) Allah katında dinin hanîf-Müslümanlık (Tirmizî, “Menâķıb”, 32) olduğunu vurgulayan hadisten de Hanîflik’le İslâm’ın eş anlamlı kabul edildiği anlaşılmaktadır. 2 icma ve kıyas da tali/feri kaynak olmak üzere İslam Dininin dört referansı/kaynağı vardır. Eski dilde “edille-i şer’iyye dörttür” derlerdi. Yani İslam şeriatiyle ilgili her bir hüküm bu dört kaynaktan en az birisine dayanmaktadır. A. KİTAP (KUR’AN) 1. Kur’an’ın Tarihi Allah (cc), yeryüzünde nasıl bir insan ve toplum istediğini bizzat Peygamberleri aracılığıyla bildirmiştir. Biz bu bildirime vahiy diyoruz. İlk vahiy Hz. Adem’e yapılmış ve insanlar vahiy çizgisinden uzaklaştıkça Cenab-ı Hakk yeni bir peygamber göndermek suretiyle müdahalelerde bulunmuştur. Allah’ın insanlığa son müdahalesi ise Hz. Muhammed ve Kur’an vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Kur’an, daha önce vahyedilmiş mukaddes kitapların bir devamıdır ve onlarla aynı temel mesajları taşır. İnanç esasları ve ahlak kuralları bakımından Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar gelen Peygamberler arasında hiçbir fark yoktur4. İlahi Kitaplar arasındaki farklılıklar sadece, indirildikleri toplumların zaman ve mekan açısından farklı olması sebebiyle ibadetlerin şekilleri ve (muamelat) hukuksal alandadır. Mesela hırsızlık bütün ilahi dinlerde kötüdür ve haramdır, fakat hırsıza verilecek ceza Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın ve Hz. Muhammed’in şeriatlerinde farklılık göstermektedir. Ya da bütün ilahi dinlerde ibadet vardır, fakat şekil itibariyle farklılık arz eder. Allah’ın insanlara son sözlü müdahalesi olan Kur’an, 13 yılı Mekke ve 10 yılı da Medine olmak üzere 23 yılda parça parça (bazen bir ayet, bazen de sure olarak) Hz. Muhammed’e Cebrail aracılığıyla indirilmiş/vahyedilmiştir. Yani Allah, ibadetten ahlaka ve sanattan estetiğe varıncaya kadar kıyamete dek insanlığa rol model olacak bir toplumu (Bakara 2/143) Hz. Muhammed’in rehberliğinde ve liderliğinde 610 yılında Mekke’de inşa etmeye başlamış ve bu inşa süreci 632 yılında Medine’de 4 Kur’an’da ismi geçen 25 Peygamber vardır. Tarihi sırasına göre bunlar şu şekildedir: 1. Adem (as), 2. İdris (as), 3. Nuh (as), 4. Hûd (as), 5. Salih (as), 6. İbrahim (as), 7. İsmail (as) (İbrahim ile Hacer’in oğludur), 8. İshak (as) (İbrahim ile Sâre’nin oğlu), 9. Lut (as) (İbrahim Peygamberin Yeğeni, yani kardeşi Haran'ın oğlu), 10. Yakub (as) (İshak Peygamberin oğlu, İbrahim’in torunudur), 11. Yusuf (as) (Yakup Peygamberin oğlu), 12. Eyyub (as) (Lut’un torunudur, yani Eyyûb’un annesi Lut Aleyhisselâmın kızıdır), 13. Şuayb (as) (Lut’un torunudur, yani Şuayb’ın annesi Lut Aleyhisselâmın kızıdır. Ayrıca Şuayb, Mûsâ Aleyhisselâmın kayınpederidir), 14. Musa (as), 15. Harun (as) (Musa ile Harun, anne-baba bir kardeştirler ve Musa bir yaş büyüktür), 16. Zülkifl (as), 17. İlyas (as), 18. Elyesa (as), 19. Yunus (as), 20. Davud (as), 21. Süleyman (as) (Dâvûd’un oğludur), 22. Zekeriyya (as), 23. Yahya (as) (Zekeriyya’nın (oğludur), 24. İsa (as) ve 25. Hz. Muhammed (as). Geniş bilgi için bkz. DİA, XXXIV, 257-262; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi. tamamlanmıştır5. Dolayısıyla Kur’an’ı, yalnızca namaz kılarken ya da kandil-cenaze gibi zamanlarda sevap niyetiyle okunacak bir kitap gibi görmek yerine, bireysel ve toplumsal hayatın düzenleyici temel kurallarını ortaya koyan bir Kitap gözüyle okumak gerekir. Yani Kur’an inananlara, sevap kazanmak üzere dirilerine ve ölülerine okusunlar diye değil, onu hayatlarında rehber edinsinler, onunla yepyeni bir kimlik ve kişilik kazansınlar diye gönderilmiştir. Hz. Muhammed, kendisine Allah’ın Cebrail vasıtasıyla değişik zaman ve mekanlarda gönderdiği vahiyleri/bildirimleri, sahabe arasındaki sayıları kırkı bulan vahiy katiplerine yazdırmış, hangi ayetin nereye ve hangi surenin de hangi sırada olması gerektiğini de not ettirmiştir. Deri, düzgün taş veya kemik parçaları gibi değişik materyaller üzerindeki bu ayetler ve sureler, Hz. Peygamberin vefatından sonra ilk Halife Hz. Ebubekir döneminde bir araya getirilerek kitap haline getirilmiştir. Bu amaçla Vahiy Katibi ve hafız olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir komisyon oluşturulmuş ve bu komisyon, her ayetin ve surenin Hz. Peygamberin huzurunda yazıldığına dair en az iki şahitle ispatlanmış olan vahiy parçalarını Hz. Peygamberin daha önceden sıralarını söylediği şekilde iki kapak arasında toplamış, yani bir kitap haline getirmiştir. Asıl Mushaf dediğimiz bu nüsha, Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa’ya emanet edilmiştir. Üçüncü Halife Hz. Osman zamanında ise Kur’an, elde var olan Asıl Mushaf üzerinden çoğaltılarak Mekke, Basra, Kufe, Bahreyn ve Yemen gibi çeşitli merkezlere gönderilmiştir. Böylece lehçe farklılıklarından oluşabilecek kargaşaların da önüne geçilmiş oldu. Hz. Osman zamanında çoğaltılan Mushaflardan bir kaçı Topkapı Sarayında bulunmaktadır. Böylece Kur’an-ı Kerim hem ezberlenmek hem de kitaplaştırılmak suretiyle asırlar boyunca korunarak günümüze kadar gelmiştir. Kur’an’ın indiği dönemde Arapça dilinde hareke ve nokta kullanılmıyordu. Bu yüzden o asıl Mushaf ve Hz. Osman döneminde çoğaltılan Mushaflarda harflerde hareke ve nokta bulunmuyordu, üstelik buna ihtiyaç ta yoktu. Fakat Arap olmayan Müslümanların çoğalması neticesinde harekeleme ve noktalama zarureti ortaya çıkmış ve Kur’an Ebu’l-Esved ed-Düelî (ö.69/688) tarafından harekelenmiş, Nasr b. Asım’ın (ö.89/708) başlayıp Halil b. Ahmed’in (ö.175/791) tamamladığı çalışmayla da 5 Mekke’de toplam 86 sure inmiştir ve bu Mekke’de inen surelere Mekkî denir. Geriye kalan 28 sure ise Medine’de inmiştir ve bunlara Medenî denir. Ayetlerinin bir kısmı Mekke’de ve bir kısmı da Mekke’de inen sureler de vardır. Mekke’de inen ayet ve sureler büyük ekseriyetle iman ve ahlak konularındadır. Oruç, zekat ve hac gibi temel ibadetler ile faiz, hırsızlık, alkol gibi hukuksal alana dair ayetler ise Medine’de inmiştir. noktalanmıştır. Durak işaretlerini ise Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî (ö. 560/1165) yerleştirmiştir6. Kur’an’ın ilk matbaa baskısı 1530 yılında Bındıkiyye’de gerçekleşmiş lakin kilise bunu hemen yok etmiştir. Müslümanlar tarafından ilk baskısı 1787 yılında Rusya’nın Saint-Petersbourg şehrinde Mevlay Osman tarafından gerçekleştirilmiştir. 1828 yılında ilk taş baskı Tahran’da yapılmış, 1877 yılında ise İstanbul’da basılmıştır. Bu gün elimizde yaygın olarak bulunan Kur’an nüshası, 1923 yılında Kahire’de Kral Fuat’ın emriyle Ezher ulemasının gözetiminde yapılan Âsım kıraatinin Hafs rivayetidir. Kur’an-ı Kerim, bugünkü matbaat sayfasıyla 600 sayfadan (her sayfasın 14 satır vardır), 114 Sureden ve 6236 ayetten oluşmaktadır7. 2. Kur’an’ın Tarifi ve Bağlayıcılığı Kur’an-ı Kerim şöyle tarif edilir. ﺍﳌﱰﻝ ﻋﻠﻰ ﻧﺒﻴﻨﺎﳏﻤﺪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﺑﻮﺍﺳﻄﺔ ﺟﱪﻳﻞ ﻋﻠﻴﻪ،ﻫﻮ ﻛﻼﻡ ﺍﷲ ﺍﳌﺘﻌﺒﺪ، ﺍﳌﻌﺠﺰ ﺑﻠﻔﻈﻪ، ﺍﳌﻜﺘﻮﺏ ﰲ ﺍﳌﺼﺎﺣﻒ، ﺍﳌﻨﻘﻮﻝ ﻋﻨﻪ ﺇﻟﻴﻨﺎ ﺑﺎﻟﺘﻮﺍﺗﺮ،ﺍﻟﺴﻼﻡ .ﺑﺘﻼﻭﺗﻪ Hz. Muhammed’e Cebrail vasıtasıyla indirilen, O’ndan tevatür yoluyla nakledilen, mushaflarda yazılı olan, beşerin benzerini getirmekten aciz kaldığı ve okunmasıyla ibadet edilen ilahi kelamdır.” 6 Hz. Osman döneminde çoğaltılan nüshalar, Kahire, San’a, British Museum, Taşkent ve Topkapı Sarayı kütüphanelerinde bulunmaktadır. Diyanet İşleri eski Başkanlarından Prof Dr. Tayyar Altıkulaç, bu dört nüsha ile bugünkü matbu Kur’an nüshasını karşılaştırmış ve aralarında hiçbir farkın olmadığını ortaya koymuştur. Bu orijinal nüshalardan bir kısmı da TDV tarafından yayımlanmıştır. Kur’an’ın nokta ve harekelenmesiyle ilgili birçok eser yazılmıştır. Bunlar arasında Ed-Dani (444/1053)’nin “El-Muhkem fi Nakti’l-Mesahif” adlı eseri meşhurdur. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın Kur’an Tarihi isimli eseri çok değerlidir. 7 Halk arasında yaygın olan bilgi ise, ayet sayısının 6666 olduğudur ki, bu ifade büyük tefsirci Zamahşerî’ye aittir. Kur’an’da ayet sonu olarak kabul edilen durak işaretlerinin farklı yerlere konması, sure başlarında yer alan besmelelerin ve hurûf-u mukattaa’nın müstakil birer ayet sayılıp sayılmaması gibi sebeplerle Kur’an’daki ayet sayısı farklı olabilmektedir. Yoksa ister el yazması halinde olsun isterse matbu olsun dünyadaki Kur’an nüshaları arasında hiçbir farklılık yoktur, eksiklik veya fazlalık söz konusu değildir. Geniş bilgi için bkz. Nihat Azamat, “Ayet”, DİA, IV, 242-243; Cengiz Yağcı, Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2000, I, 240-241. Kur’an ve Sünnetin aktarımıyla ilgili bir terim olan tevatür, yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan kalabalık toplulukların ve yine kendileri gibi bir topluluktan nakletmeleridir. Kur'ân-ı Kerîm’in hem pek çok tavsiyeleri ve öğütleri hem de hayatın her alanına dair âmir hükümleri ve müslümanları bağladığı hususunda ittifak vardır. Fakat mesela bütün müslümanlar içkiyi ve faizi yasaklayan âyetlerin âmir hükümler gurubuna girdiği hususunda ittifak etmişlerken; örneğin kurban ile ilgili âyetin (Kevser: 108/2) veya borcun yazılması ile ilgili âyetin (el-Bakara: 2/282) âmir hüküm mü, yoksa tavsıye ve teşvik hükmü mü getirdiği hususu tartışma konusu olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm birey ve toplum halinde insanları ilgilendiren hemen her konuda âyetler ihtiva etmektedir. Altı bini aşan âyetlerin en fazla üzerinde durduğu konular: Allah'ın varlık ve birliği, sapık inançların reddi, peygamberlik ve âhiret hayatının isbatı, cennet, cehennem ve âhirete ait hallerin tasviri, iyi davranışlara mükâfat vâdi, kötü davranışlara ceza tehdidi, öğüt, geçmiş toplumların ve milletlerin hayatı ile ilgili bilgiler, Allah'ı hatırlatma, nimetlerini dile getirme, O'nun isim ve sıfatları ile ilgili açıklamalar, O'na nasıl ibâdet edileceği ve nasıl anılacağı gibi hususlardır. Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan ve hüküm ifade eden yani fıkıh ile ilgili âyetlerin sayısı konusunda farklı rakamlar ileri sürülmüş, fakat alimlerin çoğunluğuna göre ferd ve toplum hayatını düzenlemeye yönelik 500 kadar ayetin hükümler içerdiğini ileri sürmüşlerdir. Evlenme-boşanma, ekonomik faaliyetlerin düzenlenmesi, yiyecekiçecekler konusu gibi muamelat denilen, yani bireylerin birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen bu 500 civarındaki ayetin çoğu, Kur'ân-ı Kerîm'in baş taraflarında yer alan ve Medine'de nazil olmuş bulunan otuz civarındaki sûrede bulunmaktadır8. Kur’an ayetlerinin bir kısmı muhkem ve bir kısmı da müteşâbihtir. Anlamı açık olan ve başka bir anlama ihtimali bulunmayan âyetlere muhkem denir. Allah'a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere ve âhiret gününe imanı emreden ayetler gibi. Müteşabih ise, anlamı kapalı olan ve ancak harici bir delil ile anlamı anlaşılabilen ayetlerdir. Allah'ın sıfatları, kıyâmetin durumu, Cennet nimetleri, Cehennem azâbı vs. hakkındaki ayetler ve lafızlar müteşâbihtir. Bir de kullar tarafından hiçbir zaman anlamı tam anlaşılamayan huruf-u mukatta vardır. Elif lâm mîm gibi. 8 Bkz. Hacevî, el-Fikru's-sâmî, I, 25-34. Geniş bilgi için Hayrettin Karaman’ın web sayfasına bakılabilir. http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/tarih/0057.htm Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: “Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan Kitabın anası (temeli) olan bir kısım âyetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik/kayma olanlar fitne çıkarmak ve olmadık te’vilini/yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun te’vilini Allah'tan başkası bilemez. İlimde derinleşenler ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşün(e)mez.” (Âl-i İmrân, 3/7). Kur’an-ı Kerim ile ilgili bazı kavramlara değinmekte de fayda vardır: Meal: Kur'ân âyetlerini başka bir dile aktarmak anlamında kullanılır. Kur'ân'ın kelime ve cümlelerini kelimesi kelimesine, hiçbir anlamını eksik bırakmadan başka bir dile çevirmek mümkün olmadığı için Kur'ân'ın başka dillere çevirisine meâl ismi verilmiştir. Tefsîr: Açıklamak, keşfetmek, izhar etmek (açığa çıkarmak), aydınlatmak ve üzeri kapalı bir şeyi açmak anlamına gelir. Kur’an Tefsiri: Hz. Peygamber, sahabe ve tâbiûn’dan nakledilen bilgiler ışığında ve Arap dilinin kuralları ve inceliklerinden de yararlanarak Kur’an-ı Kerim’in manalarını keşfetmek, ondaki müşkil ve garib (nadir kullanıldığı için pek bilinmeyen) lafızlardan/kelimelerden kastedilen şeyi açıklamak demektir. Zamahşerî, Kurtubî ve İbn Kesir gibi pek çok alimin ciltlerle ifade edilen tefsirleri vardır. Türkçe yazılan ilk tefsir olan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı eseriyle Diyanet İşleri Başkanlığının yayımladığı Kur’an Yolu adlı tefsir kitapları gayet faydalıdır. Tefsir ilminin metodolojisiyle ilgili ise İsmail Cerrahoğlu ve Muhsin Demirci’nin Tefsir Usulü isimli kitapları okunabilir. B. SÜNNET Sözlükte “izlenen yol, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek” mânalarındaki sünnet kelimesinin terim/kavram olarak anlamı ise kısaca “Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerinin/onayları” şeklinde tarif edilir. İslam Dininin ikinci anakaynağı, bir başka ifadeyle şer‘î delillerin ikincisidir. Bundan sonraki konferanslar tamamen Sünnet ve hadis merkezli düşünüldüğünden şimdilik sadece farklı bir Sünnet tanımını vererek konuyu kapatmak istiyoruz. Bizim de benimsediğimiz bu tarife göre Sünnet: “Hz. Peygamberin, toplumu her alanda yönlendirip yönetmede Kur’an başta olmak üzere esas aldığı prensipler bütününün oluşturduğu bir zihniyet ve dünya görüşüdür” C. İCMA Toplamak, birleştirmek ve bir konuda fikir birliği etmek demek olan icma, herhangi bir asırda yaşayan İslâm âlimlerinin tamamının dinî bir meselenin hükmü üzerinde Kitâb ve Sünnet'ten bir delile dayanmak suretiyle ittifak etmeleridir. Yâni bir âyet veya hadisin belli bir hükmü ifade ettiği, başka bir anlama gelmediği hususunda dönemin müctehidlerinin fikir ve görüş birliğine varmalarıdır. İcma, İslâm fıkhının Kur’an ve Sünnet’ten sonra üçüncü kaynağıdır. Bir anlamda icma, toplumsal irade ve kollektif şuur demektir. İcmâın İslam Dininde bağlayıcı bir delil olması, Kur’anın ve Sünnetin şûrayı emretmesine, Müslümanların mutlaka alimlere uymasını emreden dini naslara, ümmetin dinî konularda yanlış üzerinde ittifak etmeyeceklerini haber veren hadîslere9 ve "mü'minlerin yolundan ayrılmayı kınayan" âyete (Nisâ: 4/115) dayanmaktadır10. İcma ile esas maksat, belirli bir hüküm koymak veya bir şeyin hükmünü belirlemek değil, Kur’an ve Sünnetle belirlenen hükümlerin kollektif bir uygulamaya dönüşmesi için ortak bir irade sergilemektir. Mesela Ramazan orucu Kitap ve Sünnetle sabittir ve farzdır. Ramazan orucunun farz oluşu hususunda bütün İslam alimleri müttefiktirler. O halde Ramazan orucu, Kitap, Sünnet ve icma ile farzdır denilir. D. KIYAS VE İSTİDLÂL Sözlükte kıyâs “ölçme, takdir ve eşitlik” anlamlarına gelen kıyas, bilinenden hareketle bilinmeyene ulaşmayı ifade eden bir terimdir. İslam’ın hüküm elde etme kaynaklarından birisi olan kıyas ise, “hakkında açık hüküm bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak özelliğe veya benzerliğe dayanarak hükmü açıkça 9 “Benim Ümmetim delâlet/sapıklık üzere ittifak edemez.”, "Allah (c.c.) ümmetimi bir dalâlet üzerinde toplamaz". "Allah´ın eli (yardımı) cemaatle beraberdir.", "Ümmetimden bir zümre Hakk üzere (Hakka) yardımcı olarak devam edecektir. Onlara muhalefet eden onlara zarar veremez. Allah´ın emri gelinceye kadar böyle devam edecektir", "Kim cemaatten bir karış ayrılır ve o halde ölürse ancak cahiliye ölümü ile ölmüş olur.", "Şeytan tek kişi ile beraberdir. îki kişiden uzaktır." O halde mmmet toptan bir hata ve dalâlet üzerinde ittifak etmeyeceğine göre onun temsilcisi olan âlimlerden de böyle bir ittifak olmaz. Bkz. Buhârî, “Fiten”, 2, 11; Müslim, “İmâre”, 13, 170; İbn Mâce, “Fiten”, 8; Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1, “Ǿİlim”, 10; Tirmizî, “Fiten”, 7, 27. Bu husustaki hadisler tek tek mütevâtir olmamakla birlikte aynı anlamı taşıyan çok sayıdaki hadisin mütevâtir sünnet gücünde olduğu ve bir kaynağın ispatı için yeterli sayılacağı kabul edilmiştir. Bu hadislerin birleştiği iki nokta, İslâm ümmeti içinde daima doğru üzerinde bulunacak bir grubun var olacağı, dolayısıyla bu ümmetin hata ve dalâlet üzerine birleşmeyeceği ve cemaatten (topluluk) ayrılmamanın gerekliliği esaslarıdır. 10 İcma’ın Kur’an’dan diğer delilleri ise şu ayetlerdir: el-Bakara 2/143, 257; Âl-i İmrân 3/103, 110; enNisâ 4/59, 83; el-‘râf 7/181; et-Tevbe 9/16, 115, 119, 122; el-Hac 22/78; Lokmân 31/15; el-Ahzâb 33/43; eş-Şûrâ 42/10. belirtilen meseleye göre belirlemek” anlamına gelir. Mesela Kur’an-ı Kerim’de hamr yani şarap haram kılınmıştır. Haram kılınma gerekçesi ise sarhoşluk verici olmasıdır. Bira ya da şampanya veya votka da sarhoşluk vericidir, öyleyse bunlar da haramdır. Bütün hükümlerin bir illeti ve bir de hikmeti vardır. Mesela yolculuğa çıkıldığında namazlar kısaltılarak kılınır. Bu kısaltma hükmünün illeti yolculuğa çıkmış olmak, hikmeti ise meşakkattir. İslamdaki bütün hükümler illetlere dayanır, hüküm illet üzerine bina edilir, çünkü hikmet her zaman bilinmez, sübjektiftir ve zamanla değişebilir. Nitekim az önce yolculukta namazların kısaltılmasındaki hikmetin meşakkat olduğu ifade edilmişti. Pekala geçmişte yaya yapılan ve eziyetli bir iş olan yolculuğun bugün itibariyle araba veya uçaklarla yapıldığı, uzun mesafelerin kısaldığı, dolayısıyla yolculukta meşakkatin en aza indiği veya kalktığını söylemek mümkündür. Şayet yolculukta namazların kısaltılması hükmü hikmete dayansaydı bugün bu hüküm ortadan kalkabilirdi. Oysa hüküm illet üzerine oturtulduğundan hikmetini tam olarak anlamasak da illet var olduğu sürece, yani yolculuğa her çıkıldığında namazlar kısaltılacaktır. Kıyas genel anlamda, Kitâb ve Sünnet'te hükmü yer almayan bir meseleyi, Kur’an ve hadisleri araştırarak o mesele ile aralarında illet benzerliği bulunan bir hükmü tespit etmek ve bu hükmü, aynı gerekçeye sahip bulunan ve Kitâb ve Sünnet'te hükmü yer almayan o meseleye de taşıma içtihadıdır. Hz. Peygamber (s.a.) bizzat sağlığında sahabenin ictihadına izin vermiş ve ashâbına ictihad eğitimi yaptırmıştır. Bu ictihad eğitiminin içerisinde kıyas ictihadına da izin vermiş ve bunun örnekleri o asırda ortaya çıkmıştır. Şüphesiz içtihat kıyasla sınırlı değildir. İstishab, istihsan, istislah, mesalih-i mürsele, sedd-i zerâî, şer’u men kablenâ gibi başka ictihad çeşitleri de vardır. Gerek Kur’an-ı Kerim’den ve hadislerden gerekse içtihat yöntemiyle dini hüküm elde etmek için her şeyden önce Arapça dilinin bütün hususiyetlerini, dini nassların nüzül ve vurud sebeblerini ve fıkıh usulü kurallarını çok iyi bilmek gerekir.
© Copyright 2024 Paperzz