Küreselleşme, Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet

KÜRESELLEŞME ÇAGINDA ULUSÖTESİ
GÖÇ VE ULUS-DEVLET
::::::::::::::::::::~~:::::::::::::::::::::::::™=8:8:fü8f8m~8:33
Didem
Damş
Ekim 2006'da Fransa Ulusal Meclisi'nin Ermeni soykırımı
yasa tasarısını kabul etmesinden sonra, Türk parlementerler
Ermeni lobisine misilleme olarak "Türkiye1de kaçak olarak çalı­
şan 70 bin Ermeni'nin sınırdışı edilmesini" teklif ettiler.222 Benzer bir öneri, Mart 2010'da Başbakan Erdoğan tarafından dile
getirildi: Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İsveç'te kabul
edilen soykırımı tanıma kararlarına misilleme olarak Türkiye'de yaşayan "100 bin Ermeni göçmeni göndeririz" dedi223 •
Bu ifadenin pek çok yönden eleştiriye açık olduğu aşikar ama
bu makalede ele alacağımız konular açısından en dikkat çekici
özelliği Türk hükümetinin, topraklarında düzensiz konumda
bulunan yabancıların varlığından haberdar olduğu halde bu duruma göz yumduğunu göstermesi. Haber, küreselleşme kuramcılarının yeni göçler karşısında devletin egemenlik alanının da222 "İktidar ve muhalefetten aynı öneri: Kaçak 70 bin Enneni'ye sınırdışı" Milliyet, 10 Ekim 2006.
223 "Erdoğan: 100 Bin Göçmen Enneni'yi Göndeririz", Bianet, 17 Mart 2010.
http:/ /bianet.org/bianet/dunya/ 120713-erdogan-100-bin-goanenenneniyi- gondeririz
270
1 Küreselleşme ve Demokrasi
rakiığı iddiasını
sorgulamak açısından da zengin bir malzeme
sunuyor. Küreselleşme teorisine katkıda bulunan ana akım
araştırmacılar, özellikle de liberal iktisatçılar küreselleşme dinamiklerinin etkisini arttırmasıyla ulus-devletin çözüldüğünü,
denetim kapasitesinin zayıfladığını iddia etmişlerdir224 • Uluslararası göç konusunda yapılan çalışmalar da, yeni göç hareketleriyle ulusal sınırların kadük kaldığını ve dolayısıyla devletlerin
teritoryal egemenliklerinin gerilediğini öne sürmüşlerdi. Sınır
kontrolü dışında, göçün kültürel açıdan da ciddi bir farklılaşma
yaratarak, etnik homojenlik ve ulusal kimlik fikri üzerine kurulu
toplumlar için istikrar bozucu bir etki yarattığı, dolayısıyla da
devlet egemenliğini aşındıran bir etkisi olduğu öne sürülmüştür
( Castles, 1995 ). Pekiyi, devlet otoritesinin gerçekten göç hareketleri üzerindeki gücünün gerilediğini söylemek mümkün
müdür? Yoksa Türkiye'deki kaçak Ermenistanlı işçiler örneğindeki gibi halihazırdaki durum sadece bir kabuk değiştirme,
çağın ruhuna uygun bir yönetişim modeli uyarlaması mıdır?
Bu makale bir anlamda, bu derleme içinde yer alan bir başka
yazıda, Cemil Yıldızcan'ın bahsettiği "kapitalist devletin rıza ve
zor aygıtlarındaki değişim ve dönüşümüne" göç alanından sunulmuş bir örnek olarak da okunabilir. Küreselleşmenin ulusdevlet üzerindeki güçsüzleştirici etkisine yönelik iddialar bu
yazının ana teması olarak yazı boyunca sık sık gündeme gelecek. Bu tartışmayı detaylandırmak için devletlerin göç hareketleri karşısındaki tutum ve politikalarını inceleyeceğiz. Devletlerin artan ve çeşitlenen göç hareketleri karşısında geliştirdikleri
224 Bu konuda sayılabilecek pek çok isimden birine örnek olarak bkz. Adda,
2008. Aynca devletin güç kaybetmesi iddiasıyla ilgili, bu kitap içinde yer alan
Cemil Yıldızcan'm makalesi de zengin bir malzeme sunuyor.
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 271
yeni yöntemlerden bahsetmeden önce, 1990'lardan itibaren
hacmi ve çeşitliliği artan göç hareketlerindeki gelişmeleri aktaracağız. Daha sonra, küresel göç kapsamında diaspora ve
ulusötesilik (transnationalism) tartışmalarını ele alıp "göçler
çağı"nda ( Castles ve Miller, 2008 ), kişilerin "hareket kapasitesine" bağlı olarak yeni bir toplumsal hiyerarşi yaratıldığını öne
süreceğiz. Sonuç olarak, Türkiye'ye yönelik göç ve sığınma hareketlerinden örneklerle de göstereceğimiz üzere, uluslararası
göç olgusunun devletleri etkisiz bırakmak bir yana, göç denetimi konusunda yeni yöntemler ve yeni araçlar geliştirmeleriyle
sonuçlandığını iddia edeceğiz.
Küreselleşme
ve Yeni Göçler
Küreselleşmenin kuşkusuz
en tipik olgularından biri göç hareketlerindeki artış olmuştur. David Harvey'in (1989) "zamanmekan sıkışması" olarak tarif ettiği küreselleşme, kişilerin göç
niyetini gerçekleştirmelerini kolaylaştıran bazı gelişmeleri de
beraberinde getirmiştir. Marksist bir coğrafyacı olan Harvey,
Postmodernliği.n Durumu adlı kitabında, kapitalizmin gelişimiy­
le mekan ve zamanda yaşanan muazzam değişimleri, özellikle
ulaşım ve iletişimdeki gelişmelerle bağlantılı olarak mekan üzerindeki engellerin kalkması ve dünya haritasının küçülmesi olarak ele alır. Harvey'in teorisinin çıkış noktası, Marx'ın mekanın
zaman tarafından yok edilmesi kavramıdır: Kapitalizm geliştik­
çe mekansal engelleri aşmakta, mekanı kapitalist mantığa göre
yeniden şekillendirmektedir.
Mekanlar arası akışlardaki yoğunlaşma ve hızlanma, öncelikle metaların hareketi için öngörülmüş olsa da, zamanla bu
akışlar insanların dünya üzerindeki hareketliliklerini de arttır-
272
1 Küreselleşme ve Demokrasi
mıştır. Örneğin, iletişim teknolojilerindeki gelişmeler (televiz-
yonun yaygınlaşması, cep telefonları, internet, vs) göç etmemiş
kişilerin dünyanın farklı coğrafyalarına dağılmış akraba ve tanı­
dıklarıyla daha kolay iletişime geçmelerini ve bu araçlarla sağ­
lamlaştırılan ilişkiler sayesinde göç imkanlarının artmasını sağ­
lamıştır. Aynı şekilde ulaşım alanındaki gelişmeler {seyahat
araçlarındaki çeşitlenme, ulaşım ücretlerinde düşme, vs.) göç
planlarının gerçekleştirilmesini mümkün kılmıştır. Kısacası, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesi dünyayı küçültmüş,
insanları birbirine yakınlaştırmış ve göçü kolaylaştırmıştır
{Faist, 2000 ).
Bu gelişmelere paralel olarak, Soğuk Savaş'ın bitmesiyle
dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan ekonomik ve siyasi çözülmeler pek çok kişinin {gönüllü veya gönülsüz) ülkesinden
ayrılmasına neden olmuştur. Birleşmiş Milletler Nüfus Dairesi'nin 2002 yılında yayınladığı bir rapora göre, dünya üzerinde
doğduğu ülke dışında yaşayanların sayısı son 25 yılda iki katına
çıkarak, 175 milyona ulaşmıştır. Kıta bazında değerlendirildi­
ğinde, göçmen nüfusun en büyük kısmı Avrupa'da {56 milyon), Asya'da (50 milyon) ve Kuzey Amerika'da (41 milyon)
yaşamaktadır225 • 1990'lı yıllarda göç hareketlerindeki bu artışla
beraber, sadece insanlar değil, fikirler, mallar, nesneler de giderek artan bir yoğunlukta sınırları aşmaya başlamış ve buna bağlı
olarak, sınırların küreselleşmeyle beraber geçirgen mekanlar
haline gelişi sıkça dile getirilen bir görüş olmuştur. Gerçekten
de dünya çapında ortaya çıkan dolaşım ağı eskisiyle kıyaslana­
mayacak ölçüde ve yoğunlukta bir etki yaratmış, yeni ürünler
225
International Migration 2002, United Nations Population Division yayını. Aynca bkz. http ://www.un.org/ esa/population/unpop.hbn.
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 273
ve fikirler de dünyanın farklı coğrafya ve toplumlarında hareket
eder olmuştur.226 Ancak, göç hareketlerindeki bu artış, daha
ileride ele alacağımız üzere, devletlerin son yıllarda sınır denetimlerini sertleştirmesiyle belli bir seviyede kalmıştır.
Batı dünyasında pek çok araştırmacı, son yirmi yılda göçlerle beraber gelişen bu sınırlan aşan dolaşımın ulus-devletin
teritoryal egemenliğini zayıflatan bir olgu olduğunu ifade etmiştir. 1960'lı ve 70'li yıllarda, devletler arasında imzalanan işçi
sözleşmeleriyle biçimlenen Avrupa'ya yönelik göçün aksine,
1990'lı yıllardan itibaren hız kazanan ve içerik değiştiren yeni
göçler, devletin doğrudan kontrolünün dışında, göçmenler gibi
mikro-aktörlerin veya göçmen ağlan gibi devlet-dışı kanalların
aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu hareketlilik "göç alan devletlerin
göç akışları ve içerikleri ve özellikle de süreleri ve topluma eklemlenme biçimleri üzerindeki zayıf denetiminin" işareti olarak
görülmüştür {Badie, 1994: 34). Bunun için verilebilecek çarpı­
cı örneklerden biri Akdeniz havzasında malların ulusötesi akı­
şıyla paralel olarak gelişen enformel ekonomi ağıdır (Tarrius,
2002). Avrupa'daki Kuzey Afrika kökenli göçmenler aracılığıy­
la, kuskus tencerelerinden otomobil yedek parçalarına kadar
çeşitli malların Batı Akdeniz havzasının güney ve kuzeyi arasında dolaşımıyla belirlenen ulusötesi göç ağı, bu akışları nasıl
yöneteceğini bilemeyen, bunun için gerekli beceriye, araçlara
ve esnekliğe sahip olmayan devletin denetimi dışında gerçekleşmektedir. Alain Tarrius'a göre Akdenizde "göçmenkanncalann" ördüğü bu ulusötesi ağ, devletin ekonomi alanın­
daki egemenliğinin çözülmekte olduğunu gösteren bir örnektir.
226
Küresel dolaşımın kültürel sonuçlarıyla ilgili bir analiz için, bu kitap içinde Füsun Ü stel'in makalesine bakınız.
274 1 Küreselleşme ve Demokrasi
Diasporalar ...
Küreselleşmeye
paralel olarak hızı ve yoğunluğu artan göçler
karşısında ulus-devletin güç yitirişi için verilen örneklerden biri
de siyaset alanına aittir. 90'lı yıllarda popülerliği artan diaspora227 kavramı çerçevesinde ele alınan "diaspora politikası" nosyonu, göçmen toplulukların geride bırak.tıklan anayurtlarına
yönelik yürüttükleri siyasi faaliyetleri söz konusu eder. Göçmenlerin hem yerleştikleri ülkelerin, hem de coğrafi ve hukuki
anlamda uzağında kaldıkları eski ülkelerinin siyasetini etkilemeyi hedefleyen siyasi faaliyetleri ulus-devlete karşı bir meydan
okuma olarak değerlendirilmektedir. Avrupa'ya yerleşmiş Kürt
veya Alevi kökenli göçmenlerin Türkiye devletine yönelik hak
arama kampanyaları bu alandan verilebilecek tipik örneklerdir
(Ostergaard-Nielsen, 2002; Wahlbeck, 1998).
227 Diaspora kavramıyla ilgili çok farklı yaklaşımlar olsa da, pek çok yazarın
hemfikir olduğu noktalardan yola çıkarak şöyle bir tanımlama yapabiliriz:
Çoğu zaman büyük bir felaket sonrasında anavatanlarından ayrılmak zorunda
kalıp çeşitli ülkelere dağılmış olan; yerleştikleri ülkelerde azınlık konumunda
kalmalarına rağmen, gündelik: yaşamda sıkça rastlanan "anayurda;J gönderme
yapan semboller veya demek faaliyetleri gibi daha formel çalışmalarla ortak
hafızayı ve kimlik biliçlerini besleyen/kuran/kurgulayan; ayrıldıkları
topraklara yönelik bir "memleket" tahayyülünü "geri dönüş hayali" ile canlı
tutan; ve en önemlisi aralarındaki sosyal, etnik, dini, kültürel bağlar sayesinde
bir birlik ve dayanışma ağını koruyan topluluklara diaspora denmektedir
(Dufoix, 2003). 1990'lı yıllarda diaspora kavramının kullanımı çok
yaygınlaşmış ancak, buna paralel olarak içeriği de boşalmaya başlamıştır. Diaspora türlerini kategorize etmek isteyen Robin Cohen, Global Diasporas adlı
eserinde klasik diaspora tanımına daha yakın olan "kurban diasporalan;Jnm
yanı sıra, "işçi diasporaları", "ticaret diasporaları" ve "emperyal diasporalar"
gibi yeni kategorilerden bahsederek diaspora tanımına daha da gevşek bir
yorum getirmiştir ( Cohen, 1997).
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 275
Daha katı veya daha gevşek diaspora tanımları olsa da, diaspora kavramının içinde en kritik nokta olan anayurtlarından ayrılarak/ ayrılmak zorunda bırakılarak çeşitli yerlere dağılmış bir
grubun geride bıraktıkları yere dair ortak bir aidiyet duygusunu
koruması, hem geride bırakılan hem de yerleşilen devletler açı­
sından ulusal egemenlik ilkesini sorgulayıcı bir unsura dönüş­
mektedir. Bu durum "ulus"un tanımını da bulanıklaştırmakta,
kimin "içeride" kimin "dışarıda" olduğunu belirsizleştirmekte­
dir. Pek çok ülkede seçimlere ülke dışında yaşayanların da işti­
rak edebilmesi, bulundukları yabancı ülkelerde oy verme hakkı
sayesinde anayurtlarının siyasetine dair söz sahibi olabilmeleri
bunun bir örneği sayılabilir. Yaklaşık 10 milyonluk nüfusu olan
Dominik Cumhuriyeti bu açıdan çarpıcı bir örnek olacaktır.
ABD'de sayıları 1,2 milyonu geçen Dominik diasporası iki ülke
arasındaki siyasette ve anayurtlarına yönelik hak arama mücadelelerinde o derece etkili bir aktör haline gelmiştir ki "Yurtdı­
şındaki Dominikliler Konseyi" gibi çeşitli örgütlerin de çabasıy­
la, Dominik Cumhuriyeti'nin gözden geçirilen anayasasında
tanınmışlardır. 1997'de kabul edilip, 2004'te hayata geçirilen
bir yasaya göre, yurtdışında yaşayan Dominikliler çifte vatandaşlık hakkı kazanmış ve Dominik seçimlerinde oy kullanma
haklarını korumuşlardır. Halihazırda meclis düzeyinde temsil
edilen Dominik diasporasının anayasal düzeydeki bu kazanımı
ülke dışındaki Dominiklilerin eski ülkelerindeki siyasi nüfuzunun ne kadar güçlü olduğunu göstermesi açısından dikkat çekici bir örnektir.
1990'1.ardan itibaren daha sık rastlanan bu tür örnekler vatandaşlıkla ilgili tartışmalara da yol açmaktadır. Uluslararası
göçle çoklu kimliklere sahip olan kişilerin içinde yaşadıkları ve
276
1 Küreselleşme ve Demokrasi
bağlantıda oldukları
devletlerle ilişkisi demokrasi çerçevesinde
nasıl kurulabilir? Castles ve Miller, ulus-devlet düzleminde tanımlanan vatandaşlık kavramının göçmenlerin gelişiyle ağır bir
darbe aldığını söyler. "Ulus-devlet prensip olarak sadece tek bir
üyeliğe izin verse de, göçmenler ve onların soylarının birden
fazla devletle ilişkileri söz konusudur. İki devletin vatandaşı
olabilirler veya bir devletin vatandaşı olup başka bir devlette
yaşayabilirler. Böylesi durumlar 'bölünmüş sadakate' yol açabilir ve milliyetçi ideal olan kültürel homojenliğe zarar verir."
( Castles ve Miller, 2008: 59). Göçle beraber çeşitlenen ve
farklılaşan aidiyet biçimleri, vatandaş olanlar ve olmayanlar
üzerinden tanımlanan bir siyasi model için idaresi zor bir sorun
yaratmaktadır.
Vatandaşlık
nosyonunu kişilerin münhasıran tek bir ulusa
ve tek bir devlete bağlılığı fikri üzerine oturtan ulus-devlet
projesi için, o ulusa mensup ama ulusal sınırlar dışında kalan
kişilerle nasıl ilişki kurulacağı cevaplaması güç bir sorudur.
Soğuk Savaş yıllan boyunca, uluslararası konjonktürün de
kolaylaştırıcı etkisiyle, göçe kaynaklık eden ülkeler diaspora
gruplarına olabildiğince ilgisiz ve mesafeli davranmışlardır. Öte
yandan, bu topluluklara evsahipliği yapan ülkeler de göçle
gelen toplulukları bir tehdit unsuru olarak değerlendirmiş­
lerdir. Kimlik ve siyasi aidiyet arasında birebir örtüşme ilişkisi
öngören bu çerçeve dahilinde, diasporaların yerleştikleri
ülkelerde bir "iç düşman" olarak görülmesi çok yaygın
rastlanan bir durum olmuştur ( Schnapper, 2005). Birinci
Dünya Savaşı yıllarında ABD'deki Alman kökenli göçmenlere
yönelik tavır bu "tehdit" algısının yansımalarına işaret eder.
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 277
Ünlü "eritme potası" (melting pot) politikası228 göçmen gruplara güven duyulmasını sağlamaktan uzaktı. Örneğin 1. Dünya
Savaşı yıllarında, daha önceden ABD'ye yerleşmiş Alman
göçmenlerin anayurtlarına duyabilecekleri sadakat ve kendi
aralarındaki kuvvetli sosyal bağlar bir tehdit unsuru olarak
algılandı. Çifte aidiyete müsamaha gösterilmeyen savaş
yıllarında Alman göçmenler, Alman İmparatorluğu'na bağlı
kalıp, yeterince Amerikalı olmamakla, sabotaj yapma
olasılığıyla suçlandılar; Savaşa karşı çıkan muhalif Almanlar tutuklandılar.
Diyasporik topluluklarda sosyal bağların ve kültürel değer­
lerin ulusal sınırlan aşarak, ulusötesi bir alan oluşturmasının
kültürel sonuçları da vardır. Çok çeşitli coğrafyalara dağılmış
göçmenlerin geniş sosyal ağı sayesinde kültürel ürünler,
modalar ve fikirler de sınırların ötesine geçebilmektedir. Ulusal
sınırların ötesine geçen bu ilişkileri canlı tutan araçlardan biri
de yeni iletişim teknolojileridir. Cep telefonları, internet, uydu
sistemler ve diğer yeni teknolojik araçlar, farklı yerlerdeki göçmenler ve anayurtta kalanlar arasında ulusötesi bir iletişimin
sürdürülmesini mümkün kılmaktadır. Diasporaların kültürel ve
sosyal boyutu ve teknoloji ilişkisi açısından "Düğün TV" ilginç
bir örnek olarak ele alınabilir. 229 Düğünlerin sosyal ve kültürel
yaşamdaki önemini farkeden bir şirket, Alman-ya'daki Türk
göçmenlerin düğünlerinde yaptığı çekimleri uydu üzerinden
naklen veya banttan yayınlama hizmeti sunmaktadır. Böylece,
228 "Eritme potası" fikri, Aınerika'ya gelen göçmenlerin kimliklerinin ortak bir
potada eriyeceği, böylece herkesin ortaya çıkacak yeni "Amerikalılık"
kimliğinde buluşacağını varsayıyordu.
229 http://www.dugun.tv/index.php/hakkimizda.html.
278
1 Küreselleşme ve Demokrasi
Köln'de yapılan bir düğün Maraş'ın köylerinde yaşayan
akrabalar tarafından çanak antenler sayesinde canlı olarak
izlenebilmekte, hatta böylece yeni izdivaçlar için ekrandan
tercih yapılabilmektedir. Uydudan yayınlanan düğün merasimi
sırasında akrabalar ve tanıdıklar kısa mesaj ve telefonla tebrik
mesajlarını düğün sahiplerine iletirken, kilometrelerce uzakta
ve farklı ülkelerde bulunan kişiler arasındaki mesafe de bu teknolojiler sayesinde kısalmaktadır. Artık tüm aile üyeleri, nerede
olurlarsa olsunlar, aynı yer ve zamanı paylaşabilmektedir. Bu
açıdan, söz konusu şirketin küresel göç çağının ruhunu
yakalamış olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.230
... Ve Ulusötesi Ağlar
Küreselleşme
ve göç konusunda 1990'lar başında çok revaçta
olan diaspora kavramı, tahtını 90lann sonundan beri
"ulusötesilik" nosyonuna bırakmış görünüyor. Göç çalışmaları
1980'1ere dek göçmenleri köksüzleşmiş, anayurtlarıyla tüm
bağlan kopmuş kişiler olarak tasvir ettiler. Ancak giderek küreselleşen bir dünyada göçmenlerin ilişki ağlarını inceleyen araş­
tırmacılar 1990'lı yıllardan itibaren bu ağların etkinliği ve
"ulusötesi" boyutu üzerinde durmaya başladılar. Özellikle
ABD'de yapılan çalışmalarda göçmenlerin ulusal sınırların öte230
Çeşitli iletişim araçlarından
faydalanarak yapılan ulusötesi evlilikler sadece küresel çağa has bir olgu değildir. 19001erin başında Yeni Dünya'ya göç etmiş
bekar erkekler tarafından mektup yoluyla sipariş edilen gelinlerin hikayesini
anlatan Gelinler filmi (Yönetmen: Pantelis Voulgaris, 2004) veya İsveç'teki
Kürt mültecilerin 1980'li yıllarda Türkiye'deki köylerinde yapılan düğünlerde
çekilen videoları seyrederek evlenecekleri kızlan seçişlerini ve bunun psikolojik ve sosyal sonuçlarını anlatan Video Gelin romanı (Baksi, 1996) ulusal sınır­
lan aşan izdivaçların tarihinin çok eski olduğunu göstermektedir.
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 279
sine geçen sosyal, siyasi ve ekonomik bağlan ve bunların etkileri üzerinde duruldu (Faist, 2000; Portes v.d., 1999; Portes,
1997; Smith ve Guamizo, 1998). 1992'de NewYork'da yapılan
bir toplantıda ulusötesi göç kavramını ortaya atan Linda Basch
ve meslektaşları "transgöçmenler"den bahsederek, onları
"ekonomik, sosyal, kurumsal, dini ve siyasi alanlarda ulusal sı­
nırların ötesine geçen ilişkiler kuran kişiler" olarak tanımladılar
(Basch v.d., 1994: 7). "Transgöçmenler" gibi, "ulusötesi sosyal
mekanlar" kavramı da göçmenlerin çeşitli coğrafyalar arasında
kurdukları ağların ulus-devletlerin sınırlarını aşan/ aşındıran
öğeler içerdiğine işaret ediyordu.
Ağ araştırmaları, özellikle de ulusötesi ağlar konusunda yapılan incelemeler, günümüz göçlerinin çok yönlü ve girift yapı­
sını kavrayabilmek için önemli bir açılım sağlamaktadır. Göçmenleri "köksüzleşmiş", ayrıldıkları ülkeyle hiçbir bağı kalmamış kişiler olarak gören eski yaklaşımların aksine, ağ-merkezli
bakış açısı göçmenlerin yerel düzeyin ötesinde, ulusal sınırları
aşan ilişkileri de olabileceğine işaret etmektedir. Farklı ülkelerde bulunan kişiler arasında kurulan ulusötesi ağlarla, mallar,
sermaye, bilgi ve düşünce dünya ölçeğinde dolaşmaktadır.
Linda Basch ve meslektaşları ( 1994) bu durumu "ulusötesilik"
(transnationalism) olarak adlandırıp, bu "yeni"231 olguyu göçmenlerin varış ve çıkış ülkelerindeki kişiler, kurumlar ve gruplar
arasında sıkı bir şekilde örülmüş ilişkiler alanı olarak tanımlar­
ken, Alain Tarrius (2002) "hem orada, hem burada olmak"
231
Roger Waldinger'in bu kavrama atfedilen "yenilik" sıfatını sorguladığını,
ulusötesilik kuraıncılannın "şimdi"nin tuzağına düştüklerini, aynı etkinlikte
olmasa da, geçmişte de benzer göçmen ağlan kurulmuş olduğu eleştirisi getirdiğini hatırlatalım (Waldinger, 2006).
280
1 Küreselleşme ve Demokrasi
olarak tarif etmektedir. İçi nasıl doldurulursa doldurulsun,
göçmen ağlarının siyasi sınırların ötesine geçen bir erişimi olduğunu ifade eden bu kavram, sosyal bilimlerin uzun süredir
muzdarip olduğu bir sorunu, "metodolojik milliyetçiliği" aş­
mak konusunda da önemli bir imkan sağlamaktadır.
Andreas Wımmer ve Nina Glick Schiller'e göre "metodolojik milliyetçilik" 2. Dünya Savaşı'ndan sonra göç araştırmala­
rında hakim olan ulus-devlet merkezli bakış açısıdır (Wımmer
ve Schiller, 2003). Göçmenlerin ev sahibi Avrupa devletlerindeki entegrasyon sorunlarını vurgulayan bu yaklaşım, "toplumsal parçalanma" tartışmalarına da zemin teşkil etmiştir232 •
Göçmenlerin grup bağlarına sarıldıkları için "cemaatleşerek" ev
sahibi toplumdan ayn durduğu, böylece ''cemaatçi bir içe kapanma" yaşadığını iddia eden bu bakış açısı, ulus-devlet merkezli bir kavrayışı esas almaktadır. Oysa, sosyal ağların ulusötesi
boyutu bu içe kapanmacı yapıdan çok daha karmaşık bir tabloya işaret eder (Durand, 1994). Göçmenlerin köken ülkelerinde
kalan akrabaları ve tanıdıklarıyla kurdukları ilişki kadar, göç ettikleri ülkenin diğer ülkelerle siyasi ilişkileri de göçmenlerin
deneyimlerini biçimlendirir.
"Hareket" ve "dolaşım" nosyonları üzerinde duran ulusötesi
ağlar yaklaşımı, ulus-devletleri birbirinden tamamen kopuk,
değişmez "konteynıriar olarak algılayan metodolojik milliyetçilik bakış açısını aşmamızı da mümkün kılar. Alain Tarrius'un
araştırmaları, göç hareketini çıkış ve varış ülkeleri arasında tek
hat üzerinde ilerleyen bir süreç olarak değerlendiren bu ikinci
232
Göçmenlerin toplumsal uyumu zedelemesi, parçalanmayı tetiklemesi, dolayı­
sıyla ulusal bütünlüğe tehdit oluşturmasıyla ilgili iddialar çerçevesindeki tartışmalara Fransa'dan bir kaç örnek için, bkz. Schnapper, 1994; Tribalat, 1995
ve 1996; Wieviorka, 1996 ve 2001.
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 281
yaklaşıma karşı
örnekler sunması açısından dikkat çekicidir.
Kuzey Afrika kökenlilerin Güney Avrupa'daki ve Afganların
Doğu Avrupa'daki dolaşımını inceleyen Tarrius, "ulusötesi dolaşım alanlan" kavramıyla yerleşikliğe geçilmeyen uzun güzergahlar içeren göç hareketlerinden bahseder (Tarrius, 2002 ve
2007). Küreselleşmeye paralel bir dinamizm içeren bu yeni hareketlilikler, 1960'lı ve 1970'li yılların Avrupa'sında yaşanan
klasik işçi göçünden farklı bir döneme girdiğimizi ve belli bir
ülkede kalıcı yerleşim yerine "ulusötesi göçebelik" olarak tarif
edilebilecek bir dolaşım ağının gelişimine işaret eder.
Pekiyi "metodolojik milliyetçilik"in kıyasıya eleştirildiği bu
yeni küreselleşme çağında devlete ne olmuştur? Arjun
Appadurai'nin (2000) ifadesiyle, bugün "ulus-sonrası çağ"da
olduğumuz söylenebilir mi? Bu yeni küresel göç dolaşımları Ulf
Hannerz'in ( 1996) iddia ettiği gibi ulusal devletleri kadük ve
etkisiz mi bırakmıştır? Kısacası, içeriği çeşitlenen ve hacmi artan göç hareketleri karşısında ulus-devletler gerçekten etkisizleşmekte midir?
Göç Çağında Yeni Hiyerarşiler
Bugün ulus-devletler, her ne kadar küresel hareketlerden kaynaklanan ciddi meydan okumalarla karşı karşıya olsalar da, hala
topraklarına giriş ve çıkışları, içerideki kalış sürelerini ve kalış
koşullarını belirleyen temel yapılar olarak, başat denetleyici233
konumundadırlar. Son yıllarda bazı araştırmacıların da ifade ettiği gibi, devlet yeni göç araştırmalarında gözardı edilmemesi
233
İngilizcede kullarulan ifadesiyle "gate-keeper" göç hareketlerinin yönelimlerini
belirleyici olan giriş ve çıkış denetimlerini yapan bir bekçi olarak tasavvur edilebilir.
282
1 Küreselleşme ve Demokrasi
gereken bir aktör olarak, göç hareketleri karşısında hfila kural
koyucu ve denetleyici rolünü devam ettirmektedir. Bir zamanlar pasaport edinme hakkı gibi uygulamalarla çıkışları engelleyici düzenlemeler yaparak uluslararası dolaşımı belirleyen devletler, bugün daha çok vize politikaları gibi araçlarla girişleri
denetleme politikasını benimsemişlerdir (Hollifield, 2000;
Zolberg, 2001).
Devletler göçle bağlantılı yeni hiyerarşilerin belirlenmesinde de etkili olmaktadır. Yukarıda bahsi geçen, küreselleşmeyle
beraber artan dolaşımlann, herkes ve herşey için aynı kolaylıkta
gerçekleştiğini söylemek zordur. 1990 sonrası göç hareketlerinde ortaya çıkan yeni güzergahlar, göç sebeplerinin çeşitlen­
mesi ve göçün hacminin artışı, kişilerin "hareket kapasitesi"ndeki farklılığa bağlı olarak, dünya çapında yeni hiyerarşiler
doğurmuştur. Sadece basit bir ekonomik refah farkıyla açıkla­
namayacak bu yeni tabakalaşma modelinde, kuşkusuz devletler
de dolaşım ağlarına eklenme kapasitesini belirleyen bir organ
olarak en önemli ayrıştırıcı unsurlardan biri olarak öne çıkmak­
tadır.
Doreen Massey'in ( 1993) "iktidar geometrisi" kavramıyla
geliştirdiği bu yeni eşitsizlikler, yeni göçmen kategorilerindeki
farklılaşmayla beraber düşünülebilir. Bu yeni hiyerarşinin bir
ucunda, uzak mesafe uçak seyahatleri kendisi için son derece
sıradanlaşmış ve buna paralel olarak çalışılan alandan,
sosyalleşilen çevreye, yeme içmeden boş zaman kullanımına
kadar küresel yaşam tarzlarını benimsemiş "hiper-küreselleşmiş
burjuvalar", veya Rem Koolhas'ın ifadesiyle "kinetik elit"den
bahsedilebilir. Diğer yanda ise, değil ülkesi, çoğu zaman yaşa­
dığı bölge dışına dahi çıkma imkanı olmamış, pasaport, vize gibi engelleri sadece ekonomik sebeplerle değil, gerekli kültürel
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 283
ve sosyal sermayeden de mahrum olduğu için aşamayacak "durağanlar" bulunmaktadır. Kısacası, küreselleşme çağında yeni
hiyerarşilerin tanımlanmasında hareketlilik kapasitesi önemli
bir belirleyici olmaktadır.
Bu yeni küresel hiyerarşide bazı grupların daha "hareketli"
bazılarının daha "durağan" olmasına neden olan başlıca faktörlerden biri de devletlerin denetim politikalarıdır. İronik bir şe­
kilde, küreselleşme süreçleriyle beraber dolaşım kapasitesi meselesinin önem kazanması, devletin göç süreçlerindeki etkisini
arttıran bir öğe olmuştur. Devletlerin yeni küresel sahnedeki
rolünü korumaya devam etmesiyle, başka bir ifadeyle küresel
akışları kontrol eden kapılardaki denetleyici gücüyle ilgili olarak, özellikle 11 Eylül sonrası artan güvenlik söylemini ve bununla ilintili olarak göç ve iltica politikalarındaki sertleşmeyi
hatırlamak yeterli olacaktır. Bu değişimde, tek tek devletlerin
müdahalesi kadar uluslararası örgütlerin de önemli bir marifeti
olduğunu belirtmek gerekir. Uluslararası Göç Örgütü veya Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi kuruluşlar
kaçak göçle mücadele, insan ticareti veya sınır denetimi gibi
başlıkları ön plana çıkararak uluslararası insan dolaşımının bir
suç konusu haline getirilmesine ve göçün "suç şebekeleri" ile
bağlantılı olarak tahayyül edilmesine katkıda bulundular. Küreselleşme ve ulusötesilik olarak ifade edilen bu yeni akışları
teritoryal egemenliklerine yönelik bir tehdit olarak algılayan
ulus devletler, bir karşı-strateji olarak güvenlikçi söylemleri pekiştirici uygulamaları benimsediler.
Dünya çapında, özellikle malların ve düşüncelerin akışında
gözlenen hızlanmaya rağmen, dünyada göçmen nüfusun hala
ciddi bir azınlık olarak kalması da devletlerin sıkı sınır denetim-
284 1 Küreselleşme ve Demokrasi
leri gibi göç politikaları ile ilişkilendirilebilir. Örneğin 1995'te,
dünyada mülteciler dahil toplam 130 milyon kişi doğdukları
ülkenin dışında yaşarken, bunlar dünya nüfusunun sadece
%2,l'ini oluşturmaktaydı. Günümüzde ülkesi dışında yaşayan­
ların sayısı ciddi oranda artmış olsa da, dünya nüfusu içindeki
oranlarında dikkat çekici bir değişiklik görülmez. Dünyanın bazı bölgelerinde savaşlar, yoksulluk ve çevre felaketleri en temel
ihtiyaçların bile karşılanmasını imkansız kılmışken veya ülkeler
arasındaki ekonomik dengesizlikler ve yaşam standardı farkı bu
kadar yüksekken, neden bu kadar az kişinin göç ettiği ciddi bir
soru işareti olarak önemini korumaktadır. 1997 yılında yaptık­
ları bir araştırmayla bu soruya cevap arayan Grete Brochmann
ve Thomas Hammar ( 1999) diğer faktörlerden daha çok, hedef ülkelerin göç ve iltica politikalarının önemli bir belirleyici
olduğuna işaret etmişlerdir. Son on yılda daha da sertleşen vize
politikaları, sığınma başvurularında yüksek ret oranlan ve iltica
sürecinin dışsallaştırılması - AB ülkelerine yapılan sığınma taleplerinin, Libya gibi ülkelerde kurulan ofislerde değerlendi­
rilmeye başlanması - gibi örnekler insan dolaşımını kısıtlayıcı
devlet denetimi kaynaklı faktörler arasında sayılabilir.
Devletin sınırları ve kendi topraklarındaki "yabancılar"ı denetleme işlevi bugün değişen göç hareketleriyle yeni bir şekil
almaktadır. Ulus-devlet açık veya gizli, görünür veya görünmez, formel veya enformel müdahalelerle uluslarası göçle ilgili
alanlarda, belki artık tek aktör değildir, ama "fazlasıyla" güçlü
bir şekilde mevcuttur. Ortaya çıkan tablo eskiye göre çok daha
karmaşık ve katmanlı olsa da, farklı disiplinlerden araştırmacıla­
rın yaptıkları çalışmalar, küresel neoliberalizm çağında devletin
dönüşümüne dair ipuçları sunmaktadır (Öncü ve Weyland,
2007). Bir kamu hizmeti olması gereken vize işlemlerinin, son
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
yıllarda
1 285
devredilmesi, diğer bir deyişle bu alandaki "taşeronlaşma" bunun ilginç örneklerinden biridir234 •
Postfordist dönemde devletin dönüşümünde gelinen son noktalardan birine işaret eden bu gelişme, vize başvuru sürecinin
kolaylaştırılması gayesiyle işlemlerin bir kısmının özel sektöre
devredilebildiğini göstermektedir. Son karar yetkisi hala konsolosluk görevlilerinde olsa da, bir ülkeye kimin girip kimin girmeyeceği gibi ulusal egemenlik. kavramıyla ilintili sürecin bir
kısmının taşeron şirketlere bırakılması dikkat çekici bir geliş­
medir. Mısır, Türkiye gibi çevre ülkelerde, Batı Avrupa ülkelerinin konsolosluklarının artık vize başvurularıyla doğrudan
muhatap olmaması, başvuranlarla yüzyüze görüşme işini bu
aracı özel şirketlere bırakması, devlet mantığının neoliberal
mantıkla el ele gidebildiğinin de bir işareti olmaktadır.
özel
şirketlere
Değişen Koşullar,
Yeni Politikalar: Türkiye' den
Örnekler
Bu bölümde, devletin uluslarası göçler alanında hala çok önemli bir aktör olduğu iddiasını Türkiye'deki yapılmış bazı saha
araştırmalarından örnekler vererek ispatlamaya çalışacağım. Bu
alandaki önemli çalışmalardan biri Mine Eder'in Toplum ve Bilim dergisinde yayınlanan "Moldovyalı yeni göçmenler üzerinden Türkiye'deki neoliberal devleti yeniden düşünmek" adlı
makalesidir (Eder, 2007). Türkiye'de özellik.le ev içi hizmetlerinde çalışan Moldavyalı göçmenler örneğinden yola çıkarak
234
Türkiye'deki İngiltere ve Fransa elçiliklerinin vize işlemlerini yürütmek üzere
ticari kuruluş statüsündeki özel aracı şirketlerle yaptıklan anlaşmalar devletlerin neoliberal çağın ruhuna uygun olarak kamu hizmeti olması gereken işlem­
leri bile özelleştirebildiğini göstermesi açısından çarpıcıdır.
286 1 Küreselleşme ve Demokrasi
devletin neoliberal dünya ekonomisine eklemlenme sürecindeki dönüşümüne değinen bu çalışma, devleti tanımlama şekliyle
Türkiye'deki göç yazınına önemli bir katkıda bulunmaktadır.
Mine Eder devleti monolitik ve sabit bir yapı olarak görmeyip
"sürekli olarak kendi sınırlarını yeniden tanımlayan ve yeniden
üreten bir iktidar alanı" olarak tarif ederken, devletin "şiddet
uygulayabildiği ve bu şiddeti kurumsal bir yapının içine yerleş­
tirebildiği için öncelikli bir konuma sahip bir iktidar alanı" olduğunu söyler ( agm: 130).
Türkiye'de bulunan yabancı göçmenlerin önemli bir kesiminin çalışma izni olmadan çalışmakta olduğu ve bunların özellikle ev işi hizmetlerinde istihdam edildiği biliniyor (Akalın,
2007; Parla, 2007). Mine Eder, Moldavyalı kadın göçmenler
örneğini incelerken, çoğunlukla bakım sektöründe çalışan bu
geçici işçi akışının, "devletle pek bir ilgisi yok gibi görünmesine" rağmen bunun aslında "devletin tanımladığı göz yumma
alanı içinde mümkün olduğunu" söyler: "Sınır geçmekten pasaport kontrolüne, çalışma izinlerinden oturma müsaadelerine
dek devlet ya da devletin iktidarını kullananlar bu göç sürecinin
her aşamasında son derece belirleyici bir rol oynamaktadır"
( agm: 135). Devletin göçmenlere yönelik iktidar pratiklerinde
bir tutarlılık olmadığını, devlet ve devlet-dışı alanlar arasındaki
çizginin giderek bulanıklaştığını vurgulayan Eder, bu durumu
neoliberal küreselleşme çağında devletin dönüşümü olarak
açıklar: "Bu anlamıyla neoliberal devletin çok daha kriminel,
kanundışı ve kayıtdışı hale gelmesi hiç de tesadüfi değildir."
(agm: 141)
Son yıllarda devletin, Türkiye'deki göçmenler arasında kuş­
kusuz en önemli grup olan Türk kökenliler, ya da daha yaygın
ifade ile "soydaşlar"a yönelik tavrı da benzer bir tutarsızlık,
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
kayıtdışılık veya keyfilik
1 287
ile tanımlanabilir. Türkiye'deki soydaş
gruplarından biri olan Batı Trakyalılar üzerine önemli saptamalarda bulunan Jeanne Hersant'ın çalışmaları Türkiye devletinin
değişen politikalarını göstermesi açısından önemli ipuçları sunar (Hersant, 2007 ve 2008). Osmanlı İmparatorluğu dağılır­
ken Türkiye topraklan dışında kalmış diğer "Türk soylu gruplar" gibi, Batı Trakyalıların ülkeye kabul edilip edilmeyeceği
veya bunun hangi statüde olacağı ulus-devlet projesinin bir
parçası olarak biçimlenmiştir. Batı Trakyalıların göçüne sadece
2. Dünya Savaşı sırasında ve 1954-61 yıllan arasında resmi olarak izin verilmiş olsa da, Yunanistan'da 1990'lann sonuna kadar
devam eden Türk-Müslüman azınlık üzerindeki baskılardan
dolayı, bu grup "başka yollarla" -çoğu zaman kaçak olarakTürkiye'ye gelmeye devam etmiştir. 2000 nüfus sayımında Yunanistan doğumluların 60 bin civarında olması da, bu grubun
büyüklüğünü yaklaşık olarak tahmin etmemizi mümkün kıl­
maktadır. Hersant'ın ifadesiyle, "hem soydaş, hem de istenmeyen" olarak görülen Batı Trakyalıların, Yunanistan'dan Türkiye'ye göçü çoğu zaman resmi göç kanallarının dışında gerçekleşmiş gibi görünse de, aslında her iki devlet de bu sürece deği­
şik şekillerde müdahil olmaktadır. Türk ve Yunan hükümetlerinin bu grubun "idare"sinde benimsediği yöntemler, iki ülkenin ulusal siyasetlerine paralel olarak tanımladıkları öncelikler
ve ihtiyaçlar çerçevesinde biçimlenmektedir.
Türkiye'nin Batı Trakyalılara yönelik politikası, Hersant'ın
işaret ettiği üzere çelişkili bir ikilik üzerine kuruludur. Bir yandan Sovyet Bloğunun dağılmasıyla önemli bir açılım alanı olarak görülen "Türk dünyası" söyleminin parçası olarak, Yunanistan' daki mevcudiyetlerini devam ettirmeleri için Türkiye'ye ka-
288
1 Küreselleşme ve Demokrasi
lıcı yerleşimlerini caydırmaya
yönelik politikalar benimsenmiş,
diğer yandan "Türk soyundan geldikleri" için 1990 sonrası ü1keye gelen diğer (Türk soylu olmayan) yabancılara göre daha
ayrıcalıklı bir statüde olmalarını sağlayacak bazı örtük politikalar uygulanmıştır. Çalışmak için yaşlı ve yeterli eğitim seviyesinde olmayan Batı Trakyalıların haymatlos (vatansız) statüde
tutulması Türk soylulara yönelik sözde misafirperver politikaların duruma göre geçersizleşebildiğini göstermesi açısından
dikkat çekicidir. Ancak Batı Trakyalı göçmenlerin devlet politikaları karşısında tamamen güçsüz ve pasif kaldığını düşünmek
de yanlış olur. Batı Trakyalılar, hem Yunanistan'ın AB'ye girmesiyle kazandıkları AB vatandaşlığı, hem de Türk soyluluğun
getirdiği imkanlarla dernekleşme gibi yöntemlerle hak arayışla­
rını yürütebilmişlerdir.
1990 sonrası göç hareketlerinde düzensizleşmeden bahsederken, bunun göçmenlerin statüsü kadar, uygulanan politikalarda da "belirsizlik" ve "eğretilik"in hakim olması olarak gerçekleştiğini unutmamak gerekir. Göç ve sığınma ile ilgili yasal
düzenlemeler AB sürecinde gözden geçiriliyor olsa da, uygulamada, geniş bir manevra alanını mümkün kılan ifadelerde
ciddi bir değişiklik yapılmadığı görülmektedir. Örneğin, Türkiye'ye gelen göçmenlerin, özellikle de "Türk soyu ve kültüründen" olanların ikamet ve vatandaşlığa geçişini düzenleyen temel hukuki metinlerden biri olan 1934 İskan Kanunu 2006 yı­
lında yenilenmiştir. Tıpkı ilk versiyonunda olduğu gibi, Türk
soylulara bazı ayrıcalıklar tanınmış olmasına rağmen, soydaşla­
rın ülkeye kabulü ve ikametinde gözlenen uygulamalar yazılı ve
resmi olmayan kabuller çerçevesinde pratikteki iç ve dış politika ihtiyaçlarına göre biçimlenmiştir (Danış ve Parla, 2009).
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 289
Ulus-devlet projesi kapsamında, bir "makbullük hiyerarşisi"
içinde Türkiye'ye iskanı kabul ve teşvik edilen Türk ve/veya
Müslüman soylu gruplara yönelik bakış açısı son dönemdeki
konjonktüre! değişikliklerle beraber yeniden şekillenmiştir.
Danış ve Parla'nın (2009) tespit ettiği üzere, son dönemde,
Türkiye'ye yönelik göçün sayıca artışı ve çeşitlenmesi, bu politikalarda da bir değişim yaratmış ve bir dönemler Türk soyluların ayrıcalıklı bir konum edinmesini sağlayan "soydaş"lık bağı
geri plana atılır olmuştur. Bunda temel olarak iki faktörün rol
oynadığı söylenebilir. Birincisi, 1990'1arın ortasından itibaren
ülkedeki göçmen sayısının artışı karşısında hükümetin göçü
kontrol etmeye ve kalıcılaşmasını engellemeye çalışması, ikincisi ise, soydaşların bulundukları ülkelerde Türkiye'nin çıkarına
çalışan bir tür lobi grubu olarak değerlendirilmek istenmesidir.
Bu anlamda, Bulgaristan'da Haklar ve Özgürlükler Hareketi'nin (HÖH) Türkiyeli üst düzey siyasetçiler tarafından takdir
edilmesi ve diğer soydaş gruplara örnek gösterilmesi hatırlana­
bilir (Baklacıoğlu-Özgür, 2006). Böylece devlet, soydaşların
1934 İskan Kanunu sayesinde sahip oldukları Türkiye'ye göç
etme ve yerleşme hakkını giderek uygulamaz olmuş ve bu yüzden çoğu soydaş ikamet izni bile edinemez olmuştur. "Nafile
soydaşlık" ifadesinden de anlaşılacağı üzere "yeni gelenler vatandaşlık bir yana, ikamet bile edinmekte zorlanmakta; yasal
statüleri düzensizleşirken, diğer düzensiz "yabancı" göçmenler
gibi, yaşam koşulları da eğretileşmektedir". (Danış ve Parla,
2009: 155). 1990'1ı yıllara kadar kolaylıkla yasal ikamet izni ve
hatta vatandaşlık hakkı alabilen Türk soylular, son on yılda yasalarda bir değişiklik olmamasına rağmen, dış ve iç siyaset ön-
290
1 Küreselleşme ve Demokrasi
celiklerindeki
değişikliklerden dolayı
bu haklardan mahrum
kalmaktadır.
Göçmenlerin statüsü kadar, göç politikalarının da enformelleşmesi, Mine Eder'in ifadesiyle "neoliberal devletin çok daha
kriminel, kanundışı ve kayıtdışı hale gelmesi" Meriç sınırında
yakalanan, çoğu Afrika ve Ortadoğu kökenli, "istenmeyen" yabancılara yönelik Türk ve Yunan hükümetlerinin tavrında da
görülebilir. Bu göçmenler iki ülkenin güvenlik güçleri tarafın­
dan uluslararası anlaşmalara aykırı bir şekilde sınırdışı edilmektedir. 2006 yılında Türk gazetelerinde çıkan bir habere göre,
Yunan yetkililer karasularında yakaladıkları göçmenlerin
sınırdışı işlemlerini gizlice yapmayı tercih etmektedir: 'Yunan
sahil güvenlik botlarının, 1 Ocak 2004 tarihinden bugüne [Eylül 2006'ya] kadar, yaklaşık S.800 kaçak göçmeni Türk karasularına bırakıp kaçtığı öğrenildi" {vurgu yazara ait).235 Aynı "yasadışı sınırdışı etme" suçlaması, bu sefer Türk yetkililere yönelik olarak, Yunan basınında da yer almaktadır. Göçmenlere karşı devletlerin "kaçak" veya "enformel" yöntemler benimseyebildiğini gösteren bu haberler, yeni göçlerde "eğreti" konumların sadece göçmenlere ait olmadığının bir işareti olarak okunabilir.
Sadece düzensiz statüde tutmak değil, bazen "yasallaştır­
mak"236 da ilgili devletlerin siyasi tercihlerinin bir yansıması
olabilir. Örneğin, Türk soylu göçmenlerin vatandaşlığını korudukları ülkelerdeki genel seçimlere katılarak, bu parlamentolarda temsil edilebilmeleri için seçim dönemlerinde Türkiye'de
"'Kaçak' bırakan Yunan botuna suçüstü" Radikal, 20.9.2006.
236 Ülkede düzensiz konumda bulunan, ikamet ve çalışma için resmi izni olmayan yabancılara bu yasal hakların verilmesi.
235
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 291
ikamet izni verilmekte, diğer bir deyişle yasallaştırılmak.tadır.
Aynı şekilde, bu dernekler aracılığıyla özel otobüs seferleri gibi
ulaşım imkanları sağlanarak seçimlere katılımları teşvik edilmektedir. Örneğin, işgal sonrası 2005 yılında Irak'ta yapılan ve
ülke dışındaki Iraklıların da katılabildiği genel seçimler için çok
sayıda Iraklı Türkmene ikamet izni verilmiştir. Bulgaristan'daki
seçim dönemlerinde de, Bulgaristan kökenli soydaşların
HÖH'e oy verebilmesi için Türkiye'deki Balkan dernekleri
Bulgaristan'a otobüs turları düzenlemiştir (Danış ve Parla,
2009).
Batı Trakya'dan gelenlerin kabulü sırasında icat edilen idari
kategorilerden biri olan "ıskatlı" terimi de, devletin göçü yönetim modelleri konusunda ipuçları sunmaktadır. Iskatlı terimi
vatandaşlıktan düşmüş, vatandaşlık haklarını kaybetmiş Türk
soyluların Türkiye'de ikametini kolaylaştırmak için yaratılmış­
tır. İçişleri Bakanlığı'nın özellikle Batı Trakyalılar için kullandı­
ğı bu idari kategori, Hersant'ın ifadesiyle, "Türk yetkililerin Batı Trakya' dan gelen göçü yönetirken başvurduğu hileler veya
bazen yasallık sınırlarında dolaşan hukuki önlemler" konusunda bir örnek teşkil etmektedir (Hersant, 2008). İçişleri Bakanlığı'nın kullandığı ıskatlı terimi, Yunan vatandaşlık yasasının 19.
maddesi uyarınca vatandaşlıktan düşürülen Batı Trakyalı kişile­
re has bir uygulama olmasıyla da dikkat çekicidir. Batı Trakyalı­
lar arasında haymatlos (vatansız) olanlar Birleşmiş Milletler korumasından faydalanabilirken, ıskatlılar bu tür bir uluslarası statüden de mahrum kalmakta, böylece Batı Trakyalılar arasında
292 1 Küreselleşme ve Demokrasi
konumda kalan kişiler olmaktadırlar.237 Batı
Trakyalıların hukuki statüsünde sürmekte olan bu belirsizlik,
daha geniş bir açıdan bakıldığında net bir mesaja işaret etmektedir. 1970 ve 1980'1erde Batı Trakya'dan Türk.iye'ye yönelik
yoğun göçün sebep olduğu Yunanistan'da Türk nüfusun azalması endişesine karşı Türk devleti, bu göçmenlere vatandaşlık
vermeyerek, ileride geri dönmelerini kolaylaştıracak bir kapıyı
açık tutmaya çalışmaktadır. Yani devlet aslında Batı Trakyalıları
-son yıllarda diğer başka Türk kökenli grupları, mesela Irak
Türkmenlerini olduğu gibi- bilerek ve isteyerek düzensiz bir
statüde bırakmakta ve bu tarz bir muğlaklığın kendisine sağla­
dığı geniş manevra alanının imkanlarından faydalanmaktadır.
Bir kısmı "vatansız" statüde olmasına rağmen, oy verme ve
memurluk dışında neredeyse tüm vatandaşlık haklarından faydalanabilen238 Batı Trakya Türklerinin aksi bir örnek olarak
Türk.iye'de tipik transit göçmen/mülteci gruplardan biri olan
Iraklı Hrıstiyanların durumunu incelemek anlamlı olacaktır. Bu
iki örneğin karşılaştırılması 1990 sonrası uygulamalardaki deği­
şim kadar, göçmen-devlet ilişkisi açısından da küreselleşme süreçlerinin etkileri üzerine çarpıcı ipuçları sunmaktadır.
Türk.iye 1991 'den beri Irak'tan gelen göçün önemli geçiş
noktalarından biri haline gelmiştir. 1991 Körfez Savaşı'nda
yaklaşık yarım milyon Iraklının Türk.iye sınırına kaçışı ve Türk
topraklarına sığınmasından sonra bu göç küçüle ama sistematik
en
237
korumasız
Türk devleti bu gruptaki kişilerin Avrupa mahkemeleri aracılığıyla bir gün tekrar Yunan vatandaşlığını kazanabilme ihtimaline karşı, bu eğreti statüyü
önemli bir siyasi araç olarak korumak.tadır.
238
Bu durum Thomas Hammar'ın "yasal ve sürekli oturum statüsüne sahip yabancı vatandaşları" tanımlamak. için kullandığı "denizen" kavramına da denk
düşmektedir (Hammar, 1990: 15-23).
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 293
bir şekilde devam etmiştir. Son yirmi yıldır, Irak'tan gelen nüfusun büyük bir kesimi, özellikle de Iraklı Kürt ve Hrıstiyan
gruplar için Türkiye bir geçiş koridoru, Batı'ya ulaşabilmek için
bir atlama tahtası olmuştur. Bu kişilerin Türkiye'de kalıcı olmadığını bilen ve bu geçiciliği çeşitli mekanizmalarla destekleyen yetkililer göçün hacmi ve içeriğinden haberdar oldukları
sürece duruma göz yumma yolunu tercih etmiş görünmektedirler. Diğer bir deyişle, devlet Iraklıların transit göçüne karşı
"bilinçli bir görmezden gelme politikası" uygulamaktadır (Danış, 2009). Bu durum, kısmen, yukarıda aktarılan Mine Eder'in
bahsettiği "göz yumma politikası" ile benzerlikler taşımaktadır.
Bu "bilinçli görmezden gelme" durumunun sağladığı geniş
manevra alanını örneklemek için İstanbul' da Iraklı sığınmacı ve
göçmenlere hizmet sunan az sayıdaki sivil toplum kuruluşla­
rından biri olan Caritas'tan bahsedilebilir. Dünya çapında yaygın bir Katolik yardım kuruluşu olan Caritas'ın İstanbul' daki
ofisi yoksulluk, doğal afetler, iltica gibi durumlarla bağlantılı
olarak yardıma muhtaç kişilere destek sunmaktadır. Ancak bu
ofis mültecilere destek konusunda 1990'lı yıllardan beri faaliyette olmasına rağmen mülteci destek programı resmi bir statüye sahip değildir239 • Bu gayrı-resmi duruma rağmen, Türk
yetkililerin de bilgisi dahilinde Iraklıların, Kanada, Avustralya,
ABD gibi ülkelerin göç ve iltica bürolarına yaptıkları başvuru­
larda aracı rolü oynamakta, bürokratik süreci kolaylaştırmakta­
dır. Iraklıların durumunu "transit" bir göç ve geçici bir durum
olarak değerlendiren Türk yetkililer duruma "müsamaha gös-
239
Türkiye'de bu alanda faal olan uluslararası örgütler arasında sadece ICMC
(Intemational Catholic Migration Commission - Uluslararası Katolik.
Muhacerat Komisyonu) devlet tarafından resmi olarak tanınmaktadır.
294 1 Küreselleşme ve Demokrasi
termekte" ancak Caritas'a ve Iraklılara resmi bir statü tanıma­
yarak yeni göçler çağında azaldığı söylenen egemenliğini yeni
denetim biçimleriyle korumaktadır. Tüm bunlar söz konusu
göçmen grubun ve ilgili kurumun eğreti bir konumda kalmasıy­
la sonuçlanmaktadıi2'4°.
Bu örnekte dikkat çekici noktalardan biri de, sınıraşan göçler konusunda devlet-dışı bir aktörün küresel sahnede kendine
yer edinme çabasıdır. Dünya ölçeğinde göçlerdeki hareketlenme, yeni aktörlerin ortaya çıkışını, ya da daha doğrusu eski aktörlerin yeni roller üstlenmesini beraberinde getirmiştir. Göç
alanındaki devlet dışı aktörler arasında en dikkat çekici olanlardan biri kilise örgütleridir ( Casanova, 1997). Özellikle çeşitli
Katolik Kilise örgütleri, 19. yüzyıldakine benzer şekilde, ama
ondan çok daha etkin ve yaygın bir yapıda, göçmen ve mültecilere yönelik insani yardım çalışmaları yapmakta ve hak arama
mücadeleleri yürütmektedir. Son yıllarda, Avrupa Birliği ülkelerinin göçmen ve mültecilere karşı katı politikalarını uluslararası arenada en sert eleştirenlerden biri Vatikan olmuştur. 2006
240
Yeni tarz denetim yöntemleri açısından bir diğer örnek olarak aile birleşimi yoluyla göçü mümkün kılan sponsorluk programlarına yapılan müdahaleden
bahsedilebilir. 2003'teki ABD işgalinden sonra, Irak.'ın artık barış ve demokrasi yolunda ilerlediğini öne süren politikadan dolayı, ülke dışına kaçan Iraklı­
ların sığınma başvurulan 2007 yılına kadar askıya alınmıştı. Bu dönemde, iltica başvurulan dondurulmuş olan Iraklıların Batı ülkelerine yerleşebilmek için
kullandıkları yöntemlerden biri Kanada ve Avustralya elçiliklerinin uyguladığı
"sponsorluk'' programlan oldu (Danış, 2007). Bu iki ülkede akrabaları olanlar, onların kefil olması sayesinde, Türkiye'deki elçilikler aracılığıyla aile birleşimi yöntemini kullanıyorlardı. Bu kanalın Türkiye'ye göç için bir pull faktörü
haline geleceğini düşünen Türk yetkililer Kanada elçiliğine baskı yaparak,
Türkiye'deki temsilciliklerinde Iraklılar başta olmak üzere bazı gruplar için bu
programın sonlandırılmasını talep ettiler.
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 295
yılında, Vatikan'ın
Cenevre'deki BM gözlemcisi olan Mgr.
Silvano Tomasi'nin Avrupa kıyılarında hayatlarını kaybeden sı­
ğınmacılar için harekete geçmek ve insani çözümler bulmak gerektiği yönünde çıkışı çarpıcıdır. 241 Amerika' da da Katolik Kilisesi, hükümetin 2006 başında gündeme getirdiği göçmen karşı­
tı yasa tasarısına sert bir dille karşı çıkmıştır. Yasal statüde olmayan göçmenlere yardım edilmesini bir suç olarak tanımlayan
bu yasa önerisine karşı kiliseler ülke çapında örgütlenen göçmenlere öncülük etmiş ve din adamları göçmen haklan mücadelesinin sözcülerinden biri olmuştur242 • Göç yazınında son
zamanlarda önem kazanmaya başlayan bu konu göçmenler
üzerinden din-devlet ilişkilerinin de yeniden düşünülmesini gerektirmiştir.
İlk bölümde belirtildiği üzere, göç hareketleri teritoryal
egemenlik tanımını da tartışmaya açmaktadır. Ulusal sınırlar
içinde bulunan ama vatandaş olmayan yabancılarla ilgili meseleler nasıl düzenlenecektir? Özellikle yasadışı konumda bulunan, bu yüzden bulunduğu ülkedeki sosyal ve diğer hak ve
hizmetlere erişimi olmayan göçmenlerin sorunlarıyla kim ilgilenecektir? Bazı Avrupalı araştırmacılar göçmenler için sözcülük rolü üstlenerek kendine yeni bir rol edinen kilise örgütlerinin ulus-devletin egemenlik iddiasına karşı alternatif güç odağına dönüşebileceklerini iddia etmektedir. Türkiye' deki Caritas
«Le Saint-Siege plaide la cause des immigres et demandeurs d,asile a
roNU », 9.10.2006
http:/ /www.zenit.org/french/visualizza.phtml?sid=96207 (erişim Ekim
2006)
242
"hnmigration Reform and the Catholic Church" Migration Infonnation,
241
Mayıs2006,
http:/ /www.migrationinfonnation.org/Feature/ display.cfm?id=395
296
1 Küreselleşme ve Demokrasi
örneğinin yakından
incelenmesi bu egemenlik. tartışmaları açı­
sından aksi yönde bulgular sunmaktadır. Caritas'ın çalışmaları,
göçmen ve mültecilere yönelik çok az sayıda sivil toplum kuruluşu bulunan Türkiye'de sosyal hizmet açısından önemli bir
boşluğu doldurmaktadır. Ancak Caritas tüm ulusötesi özelliklerine rağmen, hala devletin sınırlarını belirlediği bir yapı içinde
hareket etmektedir. Bu da kurumun Avrupa ve Ortadoğu'daki
diğer örneklerine kıyasla Türkiye'deki faaliyetlerinin çok daha
kısıtlı olmasıyla sonuçlanmıştır. Örneğin Fas, Ürdün ve Lübnan' da da şubeleri bulunan Caritas, bu ülkelerde çok daha faal
olabilirken Türkiye'de göçmenlere yönelik çalışmalarını sınırlı
tutmaktadır.
Türkiye'deki örneklerde, devletin göç ve sığınma hareketlerine ve bu alanda çalışan uluslararası örgüt ve sivil toplum kuruluşlarına karşı engelleyici ve kısıtlayıcı bir politika benimsediği
görülse de, başka ülkelerde aksi durumların söz konusu olduğu
durumlar da görülmektedir. Bazı devletler, girişine engel olmadığı/ olamadığı göçü, ülke içinde benimsediği politikalarla kendi lehine değerlendirme yoluna gitmektedir. 1991 Körfez Savaşı'ndan beri devam eden, ama özellikle 2003 sonrasında yeni
bir ivme kazanan Irak göçünün önemli hedef ve geçiş ülkelerinden biri olan Ürdün bu duruma iyi bir örnek teşkil eder. Yarım milyon civarı Iraklının yaşadığı Ürdün bu göç hareketi karşısında Türkiye'den farklı bir politika benimsemiştir. Türk devleti, öncelikle bu göçü sınırlama ve kalıcı yerleşime izin vermeme, mültecileri en kısa sürede başka ülkeye gönderme politik.ası benimsemiş, kendi sınırlan içinde faaliyet gösteren yabancı yardım kuruluşlarının çalışmalarını da ulusal egemenlik.
hakkının ihlali iddiasıyla sınırlamıştır. Ürdün ise uluslararası
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
yardımı
kendi
ihtiyaçları doğrultusunda
1 297
yönlendirme yoluna
gitmiştir.
2003 sonrası 4 milyondan fazla insanın yerinden olduğu
Irak'ta, yurtdışına çıkanların çok önemli bir kesimi Ürdün'e sı­
ğınmıştı243. Nisan 2007'de Cenevre'de düzenlenen BM toplantısında, Ürdün, ülkede bulunan 750 bin Iraklının, yıllık 1,6 milyar dolarlık bir masrafa yol açtığını iddia ederek uluslararası
topluluğu bu "yükü" paylaşmaya davet etti ( Chatelard, 2008 ).
Ürdün'ün ısrarları sonucu, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin ihtiyaç sahibi Iraklılar için ayırdığı bütçenin
en az %20'sinin yoksul Ürdünlüleri kapsaması şartı kondu.
2007'den beri Ürdün, ülkede bulunan Iraklı sığınmacılar için
verilen bu uluslararası fonlar sayesinde eğitim ve sağlık altyapı­
sını geliştirdi. Geraldine Chatelard'a göre, bu fonlar Ürdünlüler
için önemli bir kaynak yaratırken, bu hizmetlerden faydalanan
Iraklıların sayısı çok düşük kalmış, okullara kayıt olan Iraklı öğ­
rencilerin sayısı 20 bini, çeşitli uluslararası sivil toplum kuruluş­
larının yardım programlarından faydalanan Iraklıların sayısı ise
60 bini aşmamıştır. Ürdün hükümeti, çeşitli platformlarda
"Iraklıların akını"ndan kaynaklanan güvenlik ve terör gibi kaygılarını ifade etmeye devam etse de, en çok bu sığınmacıların
sebep olduğu "maddi külfete" vurgu yapmıştır. Chatelard'ın
ifadesiyle "Iraklı mülteciler için 'külfet paylaşımı' olarak sunulan mevcut yardım çerçevesi, Ürdün'ün Iraklılara adil bir yardım dağıtımı yapmasını veya daha geniş haklar vermesini özellikle de ikamet ve çalışma izni hakkı - mümkün kılan bağ-
243
Ürdün'deki Iraklıların sayısıyla ilgili farklı iddialar olsa da, en ılımlı taluninlerde
bile, 2003 sonrasındaki göçlerle her 10 kişiden en az l'inin Iraklı olduğu bir
tablodan söz edilmektedir ( Chatelard, 2008 ).
298 1 Küreselleşme ve Demokrasi
layıcı
bir sözleşme mekanizması" kurmak.tan uzaktır
( Chatelard, 2008: 22). Türkiye'de, siyasi önceliğini içeriye
"yabancı" yardım kuruluşu sokmamak. üzerine kuran devletin
ak.sine, Ürdün, kendi ekonomik ihtiyaçlarını ve ulusal kalkınma
projesi için ihtiyaç duyduğu maddi desteği Iraklı mültecilere
gönderilen yardımlarla karşılama yoluna gitmiştir.244 Böylece,
bir "rantiye devlet" olarak Ürdün, yabancı yardımlar sayesinde
ulusal birliğini ve kendi vatandaşlan nezdinde toplumsal ve siyasi meşruiyetini korumuş olmak.tadır. Kısacası, Iraklı sığınma­
cıların örneğinde olduğu üzere, iltica ve göç hareketleri devletleri etkisiz bırakmak. bir yana, ak.sine kendi siyasi ve ekonomik
ihtiyaçları doğrultusunda, farklı yöntemlerle de olsa, yeni araçlarla donanmalarını sağlayabilmektedir.
Sonuç Yerine
Yukarıdaki
örneklerin de gösterdiği üzere, küreselleşmenin ilk
döneminde öne sürüldüğü gibi devletlerin sınıraşan göç hareketleri karşısında düz bir nedensellik içinde bir güçsüzleşme yaşadığını söylemek doğru olmaz. Aksine devletlerin bu süreçlere
uyum sağlayarak. yeni bir yönetim ve idare modeli benimsediği
görülmektedir. Küreselleşme ile oluşan dinamikler devletin iktidar alanını kısmen sınırlasa da, küresel göç dalgalan karşısında
devletler "kuralsızlaşma" ve "enformelleşme" gibi neoliberal
çağa has yöntemlerle -bazı şekil ve içerik değişiklikleri olsa da-
244
Bu durumda elbette iki devletin kuruluş dönemleriyle ilgili tarihsel mirasın rolü
de unutulmamalıdır. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışından sorumlu tutulan "dış mihraklar" ve Türk devletinin zihinsel haritasında çok önemli bir yeri
olan "Sevres Sendromu"na karşın, Ürdün kuruluşundan itibaren Bab
dünyasının desteğiyle ekonomik ve siyasi bütünlüğünü sağlamış bir illkedir.
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 299
nüfuz alanlarını korumaktadırlar. 1990'lardan itibaren, küresel
"iktidar geometrisi"nde hiyerarşik ilişkiler yeniden yapılanırken
devlet iktidarı da yeni biçimlerde tesis edilmektedir. Küresel
akışları liberal bir perspektifle kavramsallaştıran bazı düşünür­
lerin devletin rolünün artık geçersizleştiğini söyleyerek onu görünmezleştirmeye çalışmalarına rağmen devletler sahnede yeni
replilder/söylemler ve yeni rollerle mevcudiyetlerini devam ettirmektedir. Göç alanındaki örnekler yakından incelendiğinde,
aslında devlet ve devlet-dışı aktörler arasındaki ilişkinin her
zaman "sıfır toplamlı" bir oyun olarak tarif edilemeyeceği, devletlerin formel uygulamalarının dışında "gri alanlar"daki pratiklerinin bu kurumlarla farklı bir işbirliği ortamı yarattığı görülür.
Vize işlemlerinin özel şirketlere devredilmesi bunun bir örneği
ise, devlet kuruluşlarıyla uluslararası göç ve iltica örgütlerinin
(insan kaçakçılığı, sınır denetimleri, "gönüllü" geri gönderme
gibi alanlarda) ortak çalışmaları bunun bir başka örneği olarak
sayılabilir.
Türkiye bu anlamda, hem İran, Irak, Afganistan gibi göçe
kaynaklık eden ülkelere yakın olması, hem de çoğu göçmenin
ulaşmak istediği Avrupa Birliği'nin komşusu olması nedeniyle
göç araştırmalarında kilit bölgelerden biri haline gelmektedir.
Bu durumun önümüzdeki yıllarda daha da önem kazanacağını
varsaymak çok da iddialı bir kehanet olmayacaktır. Küresel göç
özellilde vatandaş olanlar ve olmayanlar arasında hakların tanımlanması konusunda pek çok demokratik açılım ve açmaz
barındırmak.tadır. Ancak, yukarıda da gördüğümüz üzere, vatandaş olmayan göçmenler arasında da çeşitli sosyal, ekonomik
ve hukuki tabak.alaşmalar bulunmakta ve bunların önemli bir
kısmı da devlet(ler)in çeşitli iktidar pratilderi ve mekanizmala-
300
1 Küreselleşme ve Demokrasi
rıyla biçimlenmektedir.
Devletin küreselleşme çağında kendini
nasıl yeniden ürettiği, toplumsal ve siyasi meşruiyetini nasıl inşa ettiği, bu politikaların toplumsal sonuçlarının neler olduğu­
nu anlamak için göç alanında yapılacak yeni araştırmalar ciddi
bir katkı sağlayacaktır.
Kaynakça
ADDAJ acques ( 2008), La mondialisation de l'economie : Genese et
problemes, Decouverte, Paris.
AKALIN Ayşe (2007), "Hired asa Caregiver, Demanded asa
Housewive: Becoming a migrant domestic worker in Turkey",
European Journal ofWomen's Studies, cilt 14, no.3, sf.209-225.
APPADURAI Arjun ( 1999), Modernity at Large: Cultural Dimensions of
Globalization, Minneapolis, University of Minnesota Press.
BADIE Bertrand ( 1994), "Flux migratoires et relations transnationales",
B. Badie ve C.W.de Wenden ( ed.), Le Defi Migratoire : questions de
relations internationales, içinde Presses de la Fondation Nationale des
Sciences Politiques, Mayenne, sf.27-39.
BAKSİMahmut (1996), Video Gelin, Doz Yayınlan, İstanbul.
BASCH Linda G., SCHILLER Nina Glick and BLACK-SZANTON
Christina ( 1994), Nations Unbound: Transnational ProjectsJ Postcolonial predicaments and de-territorialized Nation-States, Gordon
and Breach, Langhome, PA.
BROCHMANN Grete and Tomas HAMMAR (Eds) 1999J Mechanisms
of Immigration Control. A Comparative Analysis of European
Regulation Policies, Berg PublishersJ Oxford.
CASANOVAJose (1997), "Globalizing Catholicism and the Return to a
'Universal' Church", Rudolph S.H. ve Piscatori J. ( ed.),
Transnational Religion and Fading States, içinde Westview Press,
Colorado, sf.121-143.
CASTLES Stephen (1995), "Hownation-states respond to immigration
and ethnic diversity" Journal of Ethnic and Migration Studies, cilt 21,
no.3, sf.293-308.
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 301
CASTLES Stephen ve MarkMILLER(2008), Göçler Çağı: Modern dünyada uluslararası göç hareketleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlan,
İstanbul.
CHATELARD Geraldine (2008), "Jordan's Transient Iraqi Guests:
Transnational Dynamics and National Agenda", Viewpoints Special
Edition, Iraq's Refugee and IDP Crisis: Human Toll and Implications,
The Middle East lnstitute, Washington, DC, sf.20-22.
COHEN Robin ( 1997), Global Diasporas: An introduction, University of
Washington Press, Seattle.
DANIŞ Didem (2009), "Iraqis in lstanbul: Segmented Incorporation",
A. İçduygu ve K. Kirişçi (eds.), Land ofDiverseMigrations, içinde İs­
tanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlan, İstanbul, sf.481-546.
DANIŞ Didem (2007), "Transit Göç ve Ulusötesi Dini Ağlar:
İstanbul'da Iraklı Keldani Katolik Göçmenler", A. Kaya ve B. Şahin
{der.), Kökler ve Yollar: Türkiye'de Göç Süreçleri, içinde İstanbul Bilgi
Üniversitesi yayınlan, İstanbul, sf.521-544.
DANIŞ Didem ve Ayşe PARLA (2009 ), "Nafile Soydaşlık: Irak ve Bulgaristan Türkleri Örneğinde Göçmen, Demek, Devlet" Toplum ve Bilim, no.114, sf.131-158.
DUFOIX Stephane (2003 ), Les Diasporas, PUF, Paris.
DURAND Marie Françoise ( 1994 ), "Entre territoires et reseaux", B.
Badie ve C. Wıhtol de Wenden ( ed.), Le Defi Migratoire : questions
de relations internationales, içinde Presses de la Fondation des
Sciences Politiques, Paris, sf.141-157
EDER Mine (2007), "Moldovyalı yeni göçmenler üzerinden Türk.iye'deki neoliberal devleti yeniden düşünmek", Toplum ve Bilim,
no.108, sf.129-142
FAIST Thomas (2000), The Volume and Dynamics oflnternational
Migration and Transnational Social Spaces, Oxford University Press,
Oxford.
HAMMAR Thomas (1990), Democracy and theNation-State.Aliens,
Denizens and Citizens in a World ofInternational Migration, Avebury,
Aldershot.
HANNERZ Ulf (1996), Transnational Connections, Routledge, Landon.
302
1 Küreselleşme ve Demokrasi
HARVEY David ( 1989 ), The Condition ofPostmodemity, Basil
Blackwell, Oxford.
HERSANT J eanne ( 2008), "Freres turcs et indesirables ala fois : les
migrants de Thrace grecque en Turquie", Revue Europeenne des
Migrations Internationales, cilt 24, no. 3, sf.129-146.
HERSANT J eanne ( 2007), "Mobilisations politiques, cogouvemementalite, construction ethnique. Sociologie du
nationalisme turc atravers le cas des Turcs de Thrace occidentale
( Grece, Allemagne, Turquie )", yayımlanmamış doktora tezi,
EHESS, Paris.
HOLLIFIELD James F. (2000), "The Politics oflntemational
Migration: Howcan we bringthe state backin?", C.B. Brettel veJ.F.
Hollifield ( eds.), Migration Theory: Talking Across Disciplines, içinde
Routledge, N.Y., sf.137-185.
MASSEY Doreen ( 1993), "Power-geometry and a progressive sense of
place",J. Bird, B. Curtis, T. Putnam, G. Robertson ve L. Tickner
{eds.), Mappingthe Futures: local cultures, global change, içinde
Routledge, Londra ve NewYork, sf.59-69.
OSTERGAARD-NIELSEN Eva ( 2002 ), "Working fora solution
through Europe: Kurdish political lobbying in Gennany", N. Al-Ali
ve K. Koser (ed.), New Appraoches to Migration?: Transnational
Communities and the Transformation ofHome, içinde Routledge,
Londra ve N.Y., sf.186-201.
ÖNCÜ Ayşe ve Petra WEYLAND (der.) (2007), Melcc1n, Kültür, lktidar:
Küreselleşen Kentlerde Yeni Kimlikler, İletişim Yayınları, İstanbul.
ÖZGÜRBAKLACIOGLU Nurcan (2006) "Türkiye'nin Balkan Politikasında Rumeli ve Balkan Göçmen Dernekleri", Semra Cerit Mazlum
ve Erhan Doğan (der.), Sivil Toplum ve Dış Politika, içinde Bağlam
Yayınları, İstanbul, sf. 77-117.
PARLAAyşe (2007) "IrregularWorkers or Ethnic Kin? Post-1990s
Labour Migration from Bulgaria to Turkey" International Migration,
cilt 45, no.3, sf.157-181.
PORTES Alejandro, Luis E. GUARNOZO ve Patricia LANDOLT
( 1999). "The Study of Transnationalism : Pitfalls and Promise of an
Küreselleşme Çağmda Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet
1 303
Emergent Research Field", Ethnic and Racial Studies, cilt 22, sf.21737.
PORTES Alejandro ( 1997), "Immigration Theory fora New Century :
some problems and opportunities", International Migration Review,
cilt 31, no.4, sf.799-825
SCHNAPPERDominique (2005), "De l'Etat-nation au monde
transnational" Revue Europeenne des Migrations lnternationales, cilt
17, no.2, sf.9-36.
SMITH Micheal Peter ve GUARNIZO Luis Eduardo ( ed.) ( 1998 ),
Transnationalismfrom Below, Transaction Publishers, New
Brunsbick., NJ.
TARRIUS Alain (2007), La Remontee des Sud : afghans et marocains en
Europe meridionale, editions de rAube, Paris.
T ARRIUS Alain ( 2002). La mondialisation par le bas. Les nouveaux
nomades de l'economie souterraine, Editions Balland, Paris.
WALDINGERRoger (2006), "Transnationalisme des immigrants et
presence du passe'1 Revue Europeenne des Migrations Internationales,
cilt 22, no.21 sf.23-41.
WAHLBECK Östen ( 1998), Kurdish Diasporas: A Comparative Study of
Kurdish Refagee Communities1 Centre for Research in Ethnic
Relations, University ofWarwick..
WIMMERAndreas ve Nina Glick SCHILLER ( 2003 ), "Methodological
Nationalism, the Social Sciences and the Study ofMigration: An
Essay in Historical Epistemology", International Migration Review,
cilt 37, no.3, sf.576-610
ZOLBERG Aristide ( 2001), "lntroduction: Beyond the Crisis", A R.
Zolbergve P. Benda ( ed.), Global Migrants1 Global Refagees:
Problems and Solutions, içinde Berghahn, NewYork.