Bağlılık Yemini 1

Bağlılık Yemini
1
2
Maisey Yates
Bağlılık Yemini
Harlequin High Life-2
ISBN 978-605-339-230-9
Đngilizce Adı: PRETENDER TO THE THRONE
Türkçe Adı: BAĞLILIK YEMĐNĐ
Copyright © 2014 by Maisey Yates
Đngilizce Adı: THE GREEK’S MARRIAGE BARGAIN
Türkçe Adı: AŞK IŞIĞI
Copyright © 2013 by Sharon Kendrick
Yayının Adı: Harlequin High Life Đki Roman Birarada
Tüzel Kişiliği: Harlequin Polska Spolka Z Ograniczona
Odpowiedzialnoscia Đstanbul Şubesi
Đmtiyaz Sahibi ve Uyruğu: Berkant Yıldırım T.C.
Sorumlu Müdür ve Uyruğu: H. Rıza Bankoğlu T.C.
Đdarehane Adresi: Mühürdar Cad. Uras Apt. No:83 D.1
Kadıköy – Đstanbul – Türkiye
3
4
Maisey Yates
Maisey Yates
Bağlılık Yemini
Çeviri
Rukiye Sakallı
HARLEQUIN TÜRKĐYE
Mühürdar Cad. Uras Apt. No.83/1
Kadıköy - ĐSTANBUL
Tel: (0216) 418 12 72 (pbx) Faks: (0216) 338 87 12
[email protected] – www.harlequintr.com
www.facebook.com/harlequinbeyazdizi
twitter.com/harlequintr
Bağlılık Yemini
ROMANIN KARAKTERLERĐ
Prens Alexander Drakos (Xander)
Kyonos tahtının varisi.
Magdelena Xenakos (Layna)
Xander’in eski nişanlısı.
Prens Stavros
Xander’in erkek kardeşi.
Prenses Evangelina (Eva)
Xander’in kız kardeşi.
Kral Stephanos
Kyonos’un kralı.
Maria-Francesca
Layna’nın kaldığı manastırdaki başrahibe
5
6
Maisey Yates
~ BĐRĐNCĐ BÖLÜM ~
“YA tahttan çekil ya da öl. Hangi yolu seçeceğin beni ilgilendirmiyor,
sadece seçimini bir an önce yap.”
Kyonos tahtının varisi, hızlı çapkın ve kumar düşkünü Alexander Drakos,
sigarasından bir nefes alarak kartlarını, kadife kaplı masanın üzerine bıraktı.
“Şu anda biraz meşgulüm, Stavros.” dedi telefona doğru.
“Ne ile meşgulsün acaba? Servetini kumar masalarında yemek, küfelik
olana dek içmek ile mi?”
“Aptal olma. Oynarken asla içmem. Kaybetmem de.” Karşısında oturan
rakiplerini şöyle bir süzdü ve masanın ortasındaki yığına fiş ekledi.
“Çok kötü. Kaybetseydin belki çoktan eve dönmüş olurdun.”
“Belki de. Bana ihtiyacın yokmuş gibi duruyordu.”
Kartları açma zamanı gelmişti. Oyunun önceki aşamalarında çekilmemiş
olanlar, kartlarını masanın üzerine serdiler.
Xander güldü ve ortadaki fişleri önüne çekmeden önce elindeki royal floşu
gözler önüne serdi. Ayağa kalkarken, “Ben fişleri bozduracağım.” dedi. Bir
yandan kadife çantasına fişleri dolduruyordu. “Gecenin keyfini çıkarın.” Siyah
takım elbisesinin ceketini, sandalyenin kolundan alarak omzuna attı.
Çantayı, yanından geçtiği bir kumarhane görevlisinin eline bırakırken,
“Đçinde ne kadar fiş olduğunu biliyorum. Paraya çevirmeni istiyorum. Yüzde
beşi senindir, fazlasını almak yok.” dedi.
Bara varıncaya dek durmadı. Barmene, “Viski. Sek olsun.” dedi.
“Oynarken içmediğini söylemiştin.” dedi kardeşi.
“Artık oynamıyorum.” Barmenin önüne bıraktığı cam bardağı tek dikişte
bitirerek binanın çıkışına doğru ilerlemeye devam etti ve Monaco’nun kalabalık sokaklarından birine çıktı.
Garipti. Alkol artık boğazını yakmıyordu. Đyi hissetmesini de sağlamıyordu. Aptal içkiler.
“Neredesin sen?”
“Monaco. Dün Fransada’ydım. Galiba dündü. Hepsi bir sisin arkasında
sanki anlatabiliyor muyum?”
“Yaşlı hissetmeme sebep oluyorsun, Xander. Bir de senin kardeşin olacağım.”
“Yaşlı biri gibi konuşuyorsun, Stavros.”
“Evet, benim sorumluluklarımdan kaçma lüksüm yok. Bunu yapan sen oldun ve birinin arkada kalıp işleri idare etmesi ve bir büyük gibi davranması
Bağlılık Yemini
7
gerekiyordu.”
Sorumluluklarından kaçtığı günü ve o gün yaşananları daha dün gibi hatırlıyordu Xander.
Onu öldürdün. Hepsi senin hatan. Bu ülkeden, benden bir şey çaldın. Asla
yerine geri koyamayacağın bir şey. Seni asla affetmeyeceğim.
Kahretsin.
Bu anıları hatırlaması bir kadeh içkiye ihtiyaç duymasına sebep olmuştu.
Şunu dört kadeh yapalım.
Kardeşine, “Eminim günün birinde insanlar senin adına bir heykel falan
dikerler de çektiğin sıkıntılara değer.” dedi.
“Seni, havadan sudan sohbet etmek istediğim için aramadım. Kendimi kravatlarımdan biriyle boğmayı tercih ederim.”
Xander durdu. Ani hareketinden dolayı neredeyse üzerine çıkan kadını
görmezden gelerek sordu. “O halde neden aradın?”
“Babamız bir kalp krizi geçirdi. Ölüyor. Taht sırasında ilk sen varsın. Tabi
tahttan çekilmeyi düşünmüyorsan; yani tamamen çekilmekten bahsediyorum,
tüm yasal haklarından vazgeçmekten. Ya da boynuna bir taş bağlayıp kendini
denize atmayacaksan ki biliyorsun buna hiç itirazım olmaz. Yasını bile tutmam.”
Xander göğsündeki sıkışmayı görmezden gelerek, “Tahttan çekilsem ne
sevinirdin ama.” dedi. Ölümden nefret ediyordu. Aniden gelmesinden. Ayrım
gözetmemesinden.
Ölüm biraz olsun adaletli olsaydı Xander’i bulurdu. Xander yıllardır onu
arıyordu.
O ise en sevilenleri, en ihtiyaç duyulanları alıyordu. Hayatını boşa geçirenler yerine bu hayatta gerçekten bir fark yaratanları seçiyordu.
“Kral olmak gibi bir isteğim yok ama gerekirse olurum. Sorun, o tahta bir
varis bırakmak. Jessica ile çocuklarımızı seviyoruz elbette ama hiçbiri tahta
çıkamaz. Evlat edinerek kendi ailemizi oluşturabildik ama Kyonos kanunlarına
göre evlat edinilmek onları tahtın varisi yapmıyor.”
“Geriye sadece Eva kalıyor...”
Stavros, “Evet.” dedi. “Öyle. Duymamış olabilirsin, kardeşimiz hamile.”
“Peki, bu konuda ne düşünüyor? Beklediği bebeğin tahtın varisi olması
konusunda?”
“Đstemiyor. Mak ile Kyonos’ta bile yaşamıyorlar. Varisin sarayda, ileride
alacağı görevlere uygun yetiştirilmesi için hayatlarını kökünden değiştirmek
zorunda kalacaklar. Bu her şeyi değiştirecek. Olması gereken bu değildi ve sen
de bunu çok iyi biliyorsun.”
Xander gözlerini kapayarak koyu renk saçlı, vahşi tabiatlı kız kardeşini düşündü. Evet, bunu istemezdi. Kraliyet kurallarından her zaman nefret etmişti.
8
Maisey Yates
En az Xander kadar.
Kız kardeşinden annesini çalmıştı. Hayallerini de çalabilir miydi?
“Neye karar verirsen ver, Xander, bu kararı çabuk ver. Đki gün içinde tekrar
soracağım.” diye devam etti Stavros. “Ama benim fikrimi sorarsan...”
“Sormuyorum.” Telefonu kapayarak cebine attı.
Sonra dönerek geriye, rıhtıma doğru yürümeye başladı. Boynuna bağlayacağı taşı nereden bulabilirdi?
A
tından inerek hayvanın boynunu okşayan Layna Xenakos, terlemişti ve
yapış yapıştı. Giydiği uzun kollu giysi de sıcaklığı atmasına hiç yardımcı olmuyordu.
Yine de gülümsüyordu. Ata binmenin, üzerinde hep böyle bir etkisi olmuştu.
Bu yükseklikte deniz manzarası sersemleticiydi. Keskin, tuzlu okyanus
esintisi serin dağ havasına karışıyor, Layna’nın daha önce hissettiği hiçbir şeye
benzemiyordu.
Manastırda yaşamanın sevdiği yönlerinden biri de buydu. Gözlerden uzak
olması. En azından burada gurursuz olmak, bir erdem olarak görülüyordu.
Layla’nın bu erdemi edinmek için çok çalışması gerekmiyordu. Onun durumundaki birinde gurur komik dururdu.
Başörtüsünü çantasından çıkardı ve saçlarını topladı. Gurur duyabileceği
tek güzelliği, saçı, artık güvenli bir şekilde örtülmüştü.
“Gel, Phineas.” dedi atına. Hayvanı ahırlara götürdü, bölmesine koymadan
önce tüyleriyle, toynaklarıyla ilgilendi. Sonra tekrar gün ışığına çıktı.
Belki de sebep yeterince meditasyon yapmayışıydı ama nadiren kendini
Tanrıya yakın ya da doğa ile barışık hissederdi. Ata bindiği zamanlar hariç. Bu
yüzden bu gezilerin, onun için anlamı büyüktü.
Manastırın ana binasına doğru yöneldi. Yemek birazdan servis edilirdi.
Tüm öğleden sonrasını at sırtında geçirdiğinden çok acıkmıştı.
Durdu, bahçe duvarına baktı. Domateslerin olgunlaştığını, toplanmaya hazır olduğunu fark etti. Yön değiştirdi, ahenksiz bir şeyler mırıldanarak bahçeye
yöneldi.
“Bakar mısınız?”
Daimi sessizliği bölen bir erkek sesi duyunca dondu. Köydeki erkeklerle
gerektiği kadar konuşurlardı ama birinin manastıra kadar gelmesi görülmemiş
bir şeydi.
Yüzünü adama dönmeden önce bir an endişe duydu. Yüzünü görünce
adam ona bir canavarmış gibi bakacak mıydı? Yüzü korkuyla dolar mıydı?
Ama dönmeden korkusunu dindirmeyi bildi. Tanrı dış güzelliğine önem ver-
Bağlılık Yemini
9
miyordu, Layla da önem vermeyecekti.
Böyle anlar gururunun hâlâ önem taşıdığını kanıtlıyordu. Gururu hâlâ onu
terk etmemişti. Belki de manastırda geçirdiği on uzun yıla rağmen hâlâ rahibe
adayı olmasının sebebi de buydu.
“Size nasıl yardımcı olabilirim?” Güneş tam yüzüne vuruyordu. Adamın
onu tam olarak görebildiğini biliyordu. Tüm yaralarını. Güzelliğini elinden
alan hasar görmüş cildini. Bir zamanlar en önemli parçası olan o güzelliği bozan izleri.
Yüzünün ayrıntılarını adamın bakışlarına sunan güneş, Layna’nın adamı
görmesini zorlaştırıyordu. Bu yüzden yara izlerini görünce yüzünün aldığı
ifadeyi, verdiği tepkiyi seçememişti. Adam uzun boyluydu, takım elbise giyiyordu. Pahalı bir takım elbise. Köyden biri olamazdı. Bir zamanlar Layna’nın
içinde bulunduğu dünyadan geliyor gibi görünüyordu.
Adam ona vals müziklerini, pırıltılı balo salonlarını, bir zamanlar evleneceği prensi hatırlatmıştı. Đşler farklı yönde gitseydi...
“Ben de bana yardımcı olabileceğinizi umuyordum rahibe. Yanlış yere
geldiğimi düşünüyorum.”
“Kyonos’ta başka bir manastır bulunmuyor.”
“Bir manastıra gelmiş olmam bile garip.” Başını kaldırıp gökyüzüne baktı.
Güneş tam arkasından geliyor, yüz hatlarını gizliyordu. “Tepeme yıldırım
düşmemesine şaşırdım.”
“Tanrı’nın tarzı böyle değil.”
Adam omuz silkti. “Öyle diyorsan öyledir. Tanrı ile yıllardır görüşmüyoruz.”
“Hiçbir zaman geç değildir.” dedi. Söylenecek en doğru şey gibi görünmüştü. Başrahibe de böyle bir cevap verirdi.
“Ama ben buraya Tanrı’yı bulmaya gelmedim. Bir kadın arıyorum.”
“Burada sadece rahibeler var.”
“Sanırım kendisi de rahibelerden biri. Layna Xenakos’u arıyorum.”
Layna’nın kalbi tekledi. “Artık bu ismi kullanmıyor.” Bu doğruydu. Rahibeler ona Magdelena ismiyle sesleniyorlardı. Değiştiğini gösteren bir hatırlatmaydı bu. Artık kendisi için değil, başkaları için yaşıyordu.
Adam ona yaklaştı. Bir rüyaydı sanki ya da deyim yerindeyse bir kâbus.
Son on beş yıldır kaçtığı her şeyin bir simgesiydi.
Xander Drakos. Kyonos tahtının varisi. Efsanevi çapkın. Evlenmek üzere
sözlendiği adam.
Dünya üzerinde karşılaşmak isteyeceği son adam.
“Neden?” diye sordu.
Layna’yı tanıyamamıştı. Nasıl tanıyacaktı ki? Son görüştüklerinde Layna
küçük bir kızdı. On sekizindeydi. Ve güzeldi.
10 Maisey Yates
“Belki de kimsenin onu bulmasını istemediği içindir.” dedi. Adamı görmezden gelerek domatesleri toplamak için eğildi. Kalbi o kadar hızlı atıyordu
ki, adamın duyabildiğine emindi.
“Bulunması zor biri değil. Basit birkaç soru beni buraya kadar getirdi.”
“Ne istiyorsunuz?” diye sordu. “Ondan ne istiyorsunuz?”
Xander bahçenin ortasında duran küçük kadına baktı. Uzun, basit elbisesinin etekleri çamur içindeydi. Kolları da çamura bulanmıştı. Saçları bir örtüyle
gizlenmişti. Rengini ancak şekilli, koyu renk kaşlarından tahmin edebiliyordu.
Altın rengi pürüzsüz teni, çıkık elmacık kemikleri ve dolgun dudakları ile
çok güzeldi. Ama bu sözler yalnızca yüzünün bir yanını tarif edebiliyordu.
Güzelliği bu yanıyla sınırlı kalıyordu. Diğer tarafı boynundan başlayarak tüm
yanağı, burnunun kemerine kadar izlerle kaplıydı.
Burada bulmayı beklediği türden bir kadındı bu. Sosyetenin renkli simalarından Layna’yı değil. Nişanlandıklarında Layna on sekiz yaşındaydı. Đnanılamayacak kadar güzeldi. Altın rengi gözleri, yine altın renkli teniyle; koyu kahverengi ile karışık bal rengi saçlarıyla her gittiği yere ışıltısını götürüyordu.
Çok güzeldi.
Daha o zamanlar mükemmel bir kraliçe olacağını biliyordu. En önemlisi de
halk tarafından seviliyor oluşuydu. Babası en zengin devlet görevlilerinden biri
olduğundan harika bağlantıları vardı. Babası zenginliğinin çoğunu ülke dışındaki fabrikalarından sağlıyordu.
Đki gün önce döndüğünde Xenakos ailesinin adadan ayrıldığını öğrenmişti.
Layna dışında hepsi. Xander’in onu bulması gerekiyordu.
Layna’ya ihtiyacı vardı. Kadın onun geçmişindeki temel taşlardan biriydi.
Tek müttefikiydi. Basın için, halk için önemliydi. Geçmişte kadını sevmişlerdi,
yine sevebilirlerdi.
Xander’i yine severler miydi, belli değildi.
“Eski bir meseleyi konuşacağız.”
“Burada yaşayan kadın eski meseleleri konuşmak istemiyor.” dedi. Sesi titriyordu. “Buraya yeni bir başlangıç yapmaya geldi. Ve eski meseleler... Burada
hoş karşılanmaz.” Döndü, ana binaya doğru ilerlemeye başladı. Xander’in
sorularını cevaplamadan gidiyordu.
Kimse ona böyle arkasını dönüp gitmemişti.
Xander de ilerledi, yolunu kesti. Kadın ona bakmak için başını kaldırdığında yüzünde meydan okuyan bir ifade vardı. Xander’in midesi allak bullak oldu.
Fark etmemişti. Elbette edemezdi. Ama şimdi koyu kirpiklerle çevrelenmiş
o olağanüstü gözleri görünce kadının kim olduğunu anlamıştı.
Layna Xenakos karşısında duruyordu, güzelliği olmadan. Gülen gözleri
olmadan. Sağ yanağındaki gamze olmadan. Artık o tarafta sadece yara izleri
vardı.
Bağlılık Yemini 11
Bu izleri görmek, Xander’i afallatmamıştı. Daha kötülerini de görmüştü.
Uzun zamandır hayatın kötü yanı ile arkadaştı. Kaderin küçük sürprizlerinin
sizi yere devirmek için uygun bir anı kolladığını çok iyi bilirdi. Yine de böyle
bir şey beklememişti.
Kyonos’u terk ettikten sonra ülkesinin adı geçen her haberden de kaçınmıştı. Bir tek kız kardeşi fedaisi ile erkek kardeşi de çöpçatanı ile evlendiğinde
haberi olmuştu.
Çünkü kendine hâkim olamıyordu. Geçmişindeki bu yer ile ilgili bir şey
gördüğünde yarasına tuz serpmek gibi oluyordu.
Aklını hatıralardan kurtarabilmek ve yüzünden duygularını silebilmek için
çok uğraşması gerekiyordu. Çok fazla içki gerekiyordu. Çok fazla kadın. Bir
zamanlar olduğunu düşündüğü, olması için eğitildiği bambaşka bir adam gibi
hissettiren şeyler. Kısa süre için mutluluk veriyorlardı. Sonrası büyük bir baş
ağrısı.
Kaderinin geride bıraktığı kadın olacağı hiç aklına gelmemişti. Ama belli
ki bir şeyler olmuştu.
“Layna.” dedi.
“Artık kimse bana böyle seslenmiyor.” dedi. Sesi sertti, ifadesi de öyle.
“Ben sesleniyorum.”
“Böyle bir hakka sahip misiniz, bilmiyoruz majesteleri. En azından unvanı
almaya hakkınız var mı?”
Bu acıtmıştı işte. Düşündüğünden de fazla. Unutmayı tercih ettiği bir yarayı tekrar açmıştı bu sözler.
“Var.” dedi. “Alacağım da.” Karar verilmişti. Đstese de istemese de. Kimseye mantıklı görünmese de. Gerçi henüz kimse bilmiyordu.
Önce ülkesine dönüp durumu gözleriyle görmesi gerektiğini düşünmüştü.
Ve sonra... Sonra Layna’yı bulması gerektiğini düşünmüştü. Çünkü bildiği tek
şey varsa o da artık kral olmaya uygun biri olmadığıydı. Bir diğer emin olduğu
şey ise kimsenin kraliçe olmaya Layna’dan çok yakışmayacağıydı.
Evlenmemiş olabileceğini hayal bile etmemişti. Hem evlenmemiş hem de
manastıra kapanmış olduğu gerçeğine ise inanamamıştı. Son on beş yıldır
Xander’in yaptıklarından daha inanılmazdı bu.
Karşısında duran Layna Xenakos ile ilgili her şey inanılmazdı zaten.
Kyonos sosyetesinin en aranılan ismi, güzelliği ve güler yüzü ile ünlü genç kız,
dağın tepesinde bir manastıra kapanmış, çamurlu sade bir elbise giyiyordu.
Yara izleri sayesinde tanınamaz haldeydi.
“Sizden gitmenizi rica ediyorum.” dedi. Xander’in yanından geçip gitmeye
niyetli görünüyordu.
Xander tekrar önüne çıktı, yolunu kesti. Kadın dondu kaldı. Geçmişten bir
hatıra gibi, o çok tanıdık gözleri adamın gözlerine dikilmişti. “Yolumdan çe-
12 Maisey Yates
kilmenizi ve burayı terk etmenizi istiyorum.”
“Hiç misafirperver değilsiniz rahibe. Özellikle de gelecekteki sahibinize
böyle davranmanız...”
“Misafirperverlik başka, bir adamın bana dokunmasına izin vermek başka.
Kendisini benim sahibim olarak görmesi ise bambaşka bir şey.” Xander’den
uzaklaştı, kızgın görünüyordu. “Ülkeye sahip olabilirsiniz, manastıra da öyle
ama bana sahip değilsiniz. Kimse sahibim değil.”
“Sen artık Tanrı’ya aitsin yani, öyle mi?”
“Size ait olmaktan daha iyidir.”
“Ama geçmişte bana aittin.”
Başını olumsuz anlamda salladı. “Hiç olmadım.”
“Yüzüğümü takıyordun.”
“Bizi birbirimize ait kılacak yeminleri etmemiştik. Sonra da gittiniz.”
“Yüzüğün sende kalmasını istedim.” dedi. Bakışlarını ellerine indirdiğinde
Layna’nın yüzük parmağının boş olduğunu fark etti.
“Ortada damat olmayınca nişan yüzüğünün pek bir önemi kalmıyor. Her
neyse, ben değiştim. Hayatım değişti. Geri dönüp kaldığımız yerden devam
edebileceğimizi düşündüysen çok yanıldığını belirtmek isterim.”
Evet, öyle düşünmüştü. Neden olmasın? Yüzyılın aşk hikâyesi olmaz mıydı? Kayıp veliahdın dönüşü ve halkın sevgilisi genç kadınla yeniden birleşmesi. Nedendir bilinmez, benliğinin büyük bir parçası hep kadının Kyonos’ta
onun dönüşünü bekleyeceğini fark etmişti.
Bütün Kyonos’un zamanda dondurularak onu bekleyeceğini düşünmüştü.
Yanılmıştı.
Artık Kyonos’ta kumarhaneler vardı. Kardeşi Stavros’un işiydi. Eski şehir
yenilenmişti. Plaj yaşlı adamların oturup satranç oynadıkları bir yer olmaktan
çıkmış; yeni nesil gençlerin takıldığı, sanatçıların ilham aldığı bir yere dönüşmüştü.
Kız kardeşi de değişmişti. Koyu saçlarıyla yaramaz bir kız çocuğu olmaktan çıkmış, bir kadına dönüşmüştü. Evlenmişti, anne olacaktı. Erkek kardeşi
sıska bir oğlan çocuğu değildi artık, koca adam olmuştu.
Babası yaşlanmıştı. Ölüyordu. Babası...
Layna Xenakos ise manastıra katılmıştı.
“Seninle açık konuşacağım.” dedi. “Drakos ailesinin sevilen evladı değilim.”
Layna başıyla onaylamıştı ama sessiz kaldı. Xander de devam etti.
“Ama tahta çıkmaya karar verdim. Böylesinin en uygun yol olduğunu düşünüyorum.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Stavros’un çocukları veliaht kabul edilmiyor. Bu durumda varis dünyaya
Bağlılık Yemini 13
getirme işi kız kardeşime kalıyor. Üstlenmek istemedikleri, şartlar başka türlü
olsaydı asla kabullenmeyecekleri bir görev bu onlar için. Hayatımda birçok kez
bencilce davrandım, Layna. Bundan sonra da bencilce davranacağım zamanlar
olacak ama kardeşlerime bunu yapmayacağım. Erkek kardeşime istemediği bir
hayat yaşatmayacağım. Kız kardeşimin çocuğuna bu ağır görevi yüklemeyeceğim.” Kardeşlerine yeterince zarar vermişti. Çocukluklarını almıştı onların
elinden. Annelerini almıştı.
Özellikle de Eva için çok zor olmuş olmalıydı. O kadar küçüktü ki. Adil
değildi başına gelenler. Kız kardeşinin hayatına daha fazla zarar veremezdi.
“Tahta çıkmaktan, sanki ölüme gitmekmiş gibi bahsediyorsun.” diye belirtti Layna.
“Pek çok açıdan öyle. Ama bu hak benim. Yıllarımı bu görevi başkalarına
bırakmaya çalışarak geçirdim.” Ama onun göreviydi. Herkes biliyordu bunu.
Beklenen, olması gereken buydu. Yirmi bir yaşına kadar bunun için eğitim
görmüştü.
Gerçek ise bambaşkaydı. Yine de gerçek Stavros’un, Eva’nın hayatını iyileştirmiyordu. Yapılması gerekeni de değiştirmiyordu.
“Konuşan vicdanın mı, Xander?” diye sordu. Đlk adını kullanması
Xander’in vücudundan bir ürperti geçmesine neden olmuştu. Anıların canlanması gibi.
“Vicdanımın olduğunu düşünecek kadar ileri gitmemelisin. Belki de geç
kalmış bir onur meselesi diyebiliriz. Damarlarımda dolaşan kraliyet kanı sağ
olsun.” dedi alayla. “Artık damarlarımda dolaşanın alkol olduğunu düşünürken
birdenbire bunun ortaya çıkması beni nasıl hayal kırıklığına uğrattı anlatamam.”
“Pek çoğunu da uğratacaktır, eminim.” dedi. Artık sesi eski sesine benziyordu. Kulağa eski Layna konuşuyor gibi gelmişti. Karşısına çıkmasının hemen ardından iç huzurunu kaçırıvermişti bu adam.
“Halkın hayal kırıklığını azaltacak bir yol var.”
“Nedir?”
“Sensin.” dedi. “Sana ihtiyacım var, Layna.”
~ ĐKĐNCĐ BÖLÜM ~
L
AYNA yer yerinden oynamış da dünya ayaklarının altından çekilivermiş gibi hissediyordu. Hâlâ ayakta durmasını sağlayan şey tutunduğu tahta
kapıydı. “Ne dedin?”
14 Maisey Yates
“Sana ihtiyacım var.”
“Böyle saçma bir düşünceye nasıl vardın bilmiyorum ama güven bana, yanılıyorsun.”
“Halk seni seviyor. Beni sevmiyorlar, Layna.”
“Halk beni mi seviyor?” diye çıkıştı. Öfke içindeydi. Oysa öfkesini kontrol
edebilmesi onun övündüğü bir özellikti. Ta ki küçücük bir şey gelip öyle olmadığını hatırlatana kadar. Bir aynada yansımasını yakalaması gibi. Yemek
yaparken elini yakması gibi. Gerçi şu an öfkesini açığa çıkaran küçük bir şey
sayılmazdı. Geçmişten gelen nişanlısının hayaleti, ona halkın onu sevdiğini
söylüyordu.
Kyonos’tan bazı insanlarla iyi anlaşıyordu. Onlara hizmet ediyordu ne de
olsa. Ama onların yanında eskiden olduğu gibi hissetmiyordu. Şehirler dolusu
hayranı varmış gibi kendine güveni tam değildi artık.
Hatta tam tersiydi.
“Evet.” dedi Xander. Kendinden emindi. Layna’nın sorusundaki uyaran
tonu duymamış gibiydi.
“Bahsettiğin halk...” diye başladı. “Sen gittikten sonra düşmanca davrandı.
Her şey bozuldu, biliyor olmalısın.”
“Gittikten sonra hiç haber izlemedim. Üzerinde yaşamayınca Kyonos gibi
küçük bir adayı göz ardı etmesi de kolay oluyor. Hem sarhoşken gazete başlıkları biraz bulanık görünüyor insanın gözüne.”
“Bilmiyorsun öyleyse. Her şey... Her yer mahvoldu. Şirketler iflas bayrağı
çekti, hisseler değerini kaybetti. Binlerce insan işini kaybetti.”
“Hepsi ben gittim diye mi oldu?”
“Bunların hiçbirini mi bilmiyorsun?”
“Bazılarını duydum.” Sesi kısıktı. “Ama sadece günün birkaç saatini ayık
geçiriyorsan kolaylıkla kaçınabiliyorsun kötü haberlerden.” dedi. “Yani benim
yüzümden ekonomi çöktü, öyle mi? Özeti bu mudur?”
“Senin yüzünden. Kraliçenin ölümü yüzünden. Kralın olaydan sonra kendini toparlayamaması yüzünden. Ülke için iyi zamanlar değildi. Kimse ne olacağını bilmiyordu ve halk öfkeliydi.”
Xander’e baktı ve öfkesinin biraz olsun dinmesini sağlamaya çalıştı. Biraz
güçlü durabilmeyi diledi. Layna’ya olanlar sır değildi. Her şey gazetelerdeydi.
Haber bültenlerindeydi. Sadece yüksek sesle dile getirilmesi zordu.
Ama Xander’e önemsediğini, hâlâ içten içe acı çektiğini göstermeyecekti.
Zayıf olmayacaktı karşısında. Gurur. Hepsi gurur yüzündendi.
“Sokaklara kargaşa hâkimdi. Ekonomik kriz için devleti suçlayanlar hükümet binasının önünde toplanmışlardı. Çeşitli saldırılar düzenlendi. Devlet
görevlilerine asitle saldıranlar oldu. Bir adam babama asit atmaya çalıştığında
evden çıkıyorduk. Ayağı bir yere takıldı, ıskaladı ve asit bana isabet etti. Nere-
Bağlılık Yemini 15
ye isabet ettiğini söylememe gerek yok elbette.” Gülümsemeye çalıştı. Yüzünün bir yarısı emrine uymadığı için gülümsemek zor oluyordu ama gülümsemek istemediğinde zorla gülümsemek imkânsızdı.
Yaşananların başkasının başına geldiğini düşününce anlatmak daha kolay
oluyordu. Hissettiği acıyı hatırlamadan anlatamıyordu.
Xander’in yüzünü inceledi. Adamı şaşırtmışa benziyordu. Onu şaşırtabileceğini düşünmezdi.
“Halkın beni sandığın kadar sevmediğini buradan anlayabiliriz.” Xander’i
geçerek manastıra yöneldi. Bu konuşmaya son vermeyi planlıyordu. Geçmişten
gelen bu işkenceyi bitirmek istiyordu.
Xander onu tuttu, kolunun üzerine koyduğu elinden yayılan sıcaklık vücudunu sarmıştı. Ani bir nefes aldı, adamın kokusu göğsüne indirilen bir darbe
gibiydi.
Beyni anılarla dolmuştu. Pırıltılı saraylar, ipek elbiseler içindeydi. Bir baloda adamın sıcak kolları arasında dans ediyordu. Bahçeye yaptıkları bir gezide
dudakları neredeyse Layna’nın dudaklarına dokunmuştu. Yara izleriyle kaplı
olmayan, pürüzsüz dolgun dudaklarına. O öpücük Layna’nın ilk öpücüğü olabilirdi. Kaybettikleri için ağlama isteği uyandırmıştı bu anılar. Çünkü artık ilk
öpücüğü hiç tadamayacaktı.
Bu dudaklarla olmazdı. Sonsuza dek kaybetmişti bu hatırayı.
Hayatın zevklerini hiç tatmayacağına dair yemin etmişti. Önceki hayatındaki her şeyi bırakıp başkaları için yaşamaya başlamıştı. Gerçi fark etmezdi.
Onu artık hiçbir adam öpmek istemezdi.
Ama Xander... Çok fazlaydı. Manastıra kadar gelmişti. Layna onu burada
istemiyordu. On beş yıl önce ona ihtiyacı varken neredeydi?
Artık Xander’e ihtiyacı yoktu. Tek ihtiyacı uzaklıktı. Xander yakınında olduğu sürece hatırlamaya devam edecekti. Artık sahip olmadığı bir hayata aitti
bu adam. Sahip olamayacağı. Sahip olmak istemediği.
Gitmesini istiyordu. Bu sayede yeniden unutmaya başlayabilirdi.
“Artık gitmelisin.” dedi. “Artık gerçeği öğrendin. Bir kurtarıcı arıyorsan
Xander, benim çözüm olmadığımı biliyorsun.”
“Ben bir kurtarıcı aramıyorum.” dedi. “Doğru olanı yapmaya çalışıyorum.
Đlginç, öyle değil mi?”
“Ben sana yardım edemem. Köye dönerek herkes için en iyi olanı yapman
gerektiğini düşünüyorum.”
“Geceyi burada geçireceğim.”
“Ne?” Şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememişti.
“Başrahibe ile konuştum. Durumu açıkladım. Ben hazır olana dek kimsenin burada olduğumu öğrenmesini istemiyorum. Ve giderken seni de yanımda
götürmeye niyetliyim.”
16 Maisey Yates
“Anlıyorum. Bu durumda benim fikrim önemli değil yani.”
Başını sallamıştı. “Hayır.”
“Artık eski Layna olmamam da mı fark etmiyor?”
Xander’in gözleri, yüzünde soğuk bakışlarla dolandı. Bu herhangi bir hakaretin yapabileceğinden daha çok etkilemişti Layna’yı. Asit saldırısından önce
Xander de dâhil erkekler, onu soğuk bakışlarla incelemezlerdi. Ne zaman ona
baksalar gözlerinde sıcaklık olurdu.
“Sabah kararımı bildiririm.”
Xander döndü ve manastıra doğru yürümeye başladı. Layna bahçede kaldı.
Adamın olabildiğince uzaklaşmasını istiyordu. Yoksa ona doğru koşmaktan
kendini alamayacaktı.
Bu gece başrahibe ile konuşacaktı. Biraz olsun şansı varsa Xander sabah
ayrılır, bir daha da geri dönmezdi. Unutmaya çalıştığı bir anı olarak geçmişte
yerini alırdı.
E
rtesi sabah erken saatte Maria-Francesca onu odasına çağırdı.
“Onunla gitmelisin.”
“Gidemem.” dedi Layna. “O hayata geri dönmek istemiyorum. Burada
kalmak istiyorum.”
“Adam sadece tahttaki yerini almasında yardım etmeni istiyor. Hizmet etmek istiyordun, ülkene bu şekilde hizmet vermekten daha güzel ne olabilir?”
“Bir adamla yalnız gitmemi mi öneriyorsunuz?”
“Bir adamla yalnız kaldığında düzgün davranmayacağından endişe etseydim sana bu fikri önermezdim.”
Baş rahibenin ses tonunda ne bir kınama ne de bir öfke vardı. Basit, hafifçe
dile getirilen gerçek Layna’yı tüm duyguları ortaya serilmiş gibi hissettirmişti.
Đçindeki tüm o çirkin duygular, korkusu ve güvensizliği ortaya dökülüvermişti.
Tamamen dinmeyen o eski arzuları. Đçinde, gün ışığına çıkmayı bekler gibiydiler.
“Sebep o değil.” dedi Layna. “Yani günaha düşmekten korkmuyorum.”
Xander’in onu ayartmaya çalışacağını hiç sanmıyordu. “Ama görüntüm...”
“Đnsanlar görüntüye bakar kızım, bu doğru ama Tanrı kalbe bakar. Đnsanların sana bakınca ne göreceğinin, bu yeniden birleşme hakkında ne düşüneceğinin ne önemi var?”
Đşte bu yüzden burada evindeymiş gibi hissediyordu. Bu basit bakış açısı
yüzünden. Ama bu gittiği her yerde görünüşünden rahatsız olmayacağı anlamına gelmiyordu.
“Hiç önemi yok.” Ne istediğinin bir önemi yoktu. Gitmek istemediğini
haykırmasının da bir anlamı yoktu. Gerçek fedakârlık zordu. Başka insanlar
Bağlılık Yemini 17
için yaşamını adamak zordu. Uzun zaman önce bu yolu seçmişti ve iş zora
gelince bahane uyduramazdı.
“Bu Tanrı’nın gönderdiği, her insana nasip olmayacak bir fırsat. Belki de
hâlâ kiliseye bağlılık yemini etmemenin sebebi budur. Tanrının senin için başka planları vardır. Bu şansı kullanmalısın.”
“Bunu... Düşüneceğim... Ben... Dua edeceğim.” Layna gözyaşlarını tutarak
odadan ayrıldı. Koridora vardığında koşuyordu. Manastırdan dışarı, ahırlara
doğru.
Nefes alamıyordu. Hiçbir şey düşünemiyordu. Atına atlayıp uzaklaşmaya
ihtiyacı vardı.
Uzaklaştı da. Rüzgâr gözlerini yakana kadar. Gözlerinden akan yaşlar, rüzgârın sert vuruşundan mı, içindeki duygu fırtınasından mı ayırt edemeyene
kadar.
Dağın tepesine varana dek durmadı. Aşağı kayalıklara vuran dalgaları izledi. Tam da hissettiği gibi vuruyordu dalgalar. O da dalgaların onu taşlara vura
vura dövdüğünü hissediyordu içten içe.
Hayatın onunla işi bitmemişti. Her şeyini aldığını sandığı anda daha fazlasını isteyerek karşısına çıkıyordu.
Öne doğru eğildi ve yüzünü Phineas’ın boynuna gömdü. Maria-Francesca
haklıydı. Bu fikri kabul etmek bile canını yakıyordu. Henüz bağlılık yemini
etmemişti. Hep içinde bir şeyler, o son adımı atmasına engel olmuştu.
Bir yanını geçmişindeki pırıltılı balo salonlarında mı bırakmıştı? Bir koca,
çocuklar isteyen o yanını? Geride bıraktığı hayata geri dönmeyi mi istiyordu
içten içe?
Manastırda kalırsa güvende olacaktı. Ama burada da sıkışıp kalacaktı. O
son yemini sanki hiç edemeyecekti. Çünkü Tanrı’nın onun için başka planları
vardı. Bunca zaman bu gerçeği kabullenmekte zorlanmıştı çünkü buradan ayrılsa gidecek bir yeri yoktu.
Onunla gidebilirsin.
Xander için değil. Kendi için. Veda edebilmek için. Böylece artık Xander’i
hatırladığında kalbinde beliren o acıyı hissetmeyecekti. Saray bahçesinde kaçırılan fırsatları düşünmeyecekti.
Xander hayatından birden çekip gitmişti; habersiz, vedasız. Bu olay geçmişinden gelen derin, kapanmayan bir yaraydı. Saldırıdan sonra terk edilmenin
acısı daha da dayanılmaz olmuştu.
Manastır güvenliydi. Ama burada cansız, ruhsuz bir bedendi sadece. Buraya geldiğinden beri ilk kez manastırın onu iyileştirmek yerine sadece bir kalkan
olduğunu fark ediyordu.
Bunu yapabilirdi. Yapmalıydı. Belki sonra... Belki değişebilirdi. Đhtiyacı
olan değişime kavuşabilirdi. Belki de sonra... Belki de buraya geri dönüp o son
18 Maisey Yates
adımı atabilirdi. Yemin edebilirdi. Saklanacak bir yer gibi değil de daha fazlası
olarak benimseyebilirdi manastırı.
Bu yarım kalan meseleyi halledebilirse belki de sonunda ait olduğu yeri
bulabilirdi.
S
ahip olduğu her şey bir bavula sığmıştı. Saç bakım malzemelerine, makyaj malzemelerine ve giyinmek için sade birkaç elbiseden başka bir şeye ihtiyacın olmadığında hayat daha kolaydı. Hem taşıması da kolay oluyordu, göründüğü üzere.
Kapının önünde bavuluyla duruyordu. Önlerindeki deniz manzarasına bakan Xander’e döndü. “Bizi uygarlığa götürecek olan havalı bir araba bekliyordur, eminim?” dedi.
Xander döndü, gülümsedi. Değer biçermiş gibi gezinen bakışları Layna’nın
üzerindeydi. Layna bundan hoşlanmadı. Xander’in bakışlarının bu kadar sert
olmasından hoşlanmadı. Görünmez olmayı tercih ederdi.
“Aslında...” dedi Xander. “Sekiz silindirli bir canavar bekliyor.”
“Başka yönden eksikliklerini telafi etmek için mi?”
Sözcükler ağzından dökülüvermişti. Bir yabancının konuşma tarzıydı bu.
Geçmişte bıraktığı bir yabancının.
Ne ilginç. Xander’in yanında olmak, sadece hatıraları geri getirmekle kalmıyordu, eski alışkanlıkları da ortaya çıkarıyordu. Manastırdaki yaşamında
alaycılık, hazır cevaplar hoş karşılanmıyordu. Etrafı sosyete güzelleriyle çevrili
olduğunda Xander’in dikkatini çekmek için kullandığı yöntemdi bu. Işıltılı bir
giriş, nüktedan sözler balo salonlarında hoş karşılanıyordu.
Eskiden çevresindeki herkes gibi o da böyle bir yaşamı sürdürüyordu. Partilerden, balolardan sıkılmış gibi bir tavır takınıp çevrelerini eleştiriyorlardı.
Tatlı gülüşmelerle, esprili cevaplarla hava atıyorlardı. Xander’in de değiştiğini
görebiliyordu. Belki bir manastıra katılmamıştı ama o kendini beğenmiş aristokrat havası kaybolmuştu.
Hâlâ o tembel gülümsemeye, günahkâr dudaklara sahipti. Ama gözlerindeki yaramaz pırıltının altında artık daha derin bir şeyler vardı. Karanlık bir şeyler. Layna’nın midesinin düğümlenmesine, kalbinin hızla çarpmasına neden
olan bir şeyler.
“Özür diliyorum.” dedi. “Söylediğim şey uygun değildi, nezaket kurallarından da yoksundu. Gitmeye hazırım.”
Xander omuz silkmişti. Layna’dan bavulu aldı ve yürümeye başladı. Layna
onu takip etti. Tepenin ardında kırmızı spor araba park halinde duruyordu.
“Klişe olduğumu biliyorum.” dedi. “Çapkın prens. Bu kadar eğlenceli olmasaydı kolay tahmin edilebilir olduğum için utanç duyabilirdim.”
Bağlılık Yemini 19
“Hayatta eğlenceden önemli şeyler de vardır.”
“Ama eğlence de hayatın bir parçası.”
“Belli ki öyle.”
Bavulu arabanın bagajına koydu. “Bence sen eğlencenin nasıl bir şey olduğunu unutmuşsun.”
“Sen de ikimize yetecek kadar eğlenmişsin.”
Xander gülümsedi. “Tahmin bile edemezsin.”
Gülümsemesi, sözleri bir sebepten Layna’nın garip hissetmesine neden
olmuştu. “Sanırım edemem.”
“Neden arabaya binmiyorsun? Sohbetimize Thysius’a giderken de devam
edebiliriz.”
Başkente gitmeyeli uzun yıllar olmuştu. Oraya gidecek olma düşüncesi bile
korkuyla dolmasına neden oluyordu. “Tam olarak ne yapıyoruz?”
“Arabaya biniyoruz.”
Korku bir örtü gibi her yanını sarmıştı. Kaçma isteği çok güçlüydü. “Açıklayana kadar binmeyeceğim. Nereye gidiyoruz? Ne yapacağız?”
“Sarayda kalacağız.” dedi. “Bilmediğin bir yer değil.”
“Evet.” Çok iyi biliyordu. Bir zamanlar, çok eskiden orası Layna’nın evi
olacaktı. Kraliçe olacaktı. Hatıralar başka bir hayattandı sanki.
“Basın bu durumu çok heyecan verici bulacak.” Araba kapısını açarak şoför koltuğuna geçti. Layna dışarıda duruyor, arabanın camından yansımasına
bakıyordu.
“Ben de bundan korkuyorum.” dedi ve arabaya bindi.
Arabanın içinde deri kokusu vardı. Yeni gibi kokuyordu. Çok para gibi.
Yıllardır günlerini geçirdiği manastırdan çok farklıydı. Xander arabayı çalıştırdığında çıkan ses de yıllardır içinde yaşadığı sessizlikten çok farklı gelmişti.
Karşılaştırmadan edemedi.
“Đhtiyacımız olan hikâye bu. Sen ve ben, el ele ülkede yepyeni bir çağ açıyoruz.”
“Neden kulağa iyi bir fikirmiş gibi gelmiyor?” Aslında Xander onu karanlık tarafa çekmek istiyormuş gibi hissediyordu.
“Belki rahibe olduğun içindir?”
“Ben bir rahibe değilim. Rahibe adayıyım. Ayrıca filmlerde gösterildiği
gibi değiliz. Belki sakin bir hayat sürüyoruz ama o kadar da ciddi değiliz.”
Xander arabayı yola çıkarmıştı. Köyden, manastırdan uzaklaşıyorlardı.
Şehre, insanların arasına gidiyorlardı. Ve basının olduğu yere.
Panikledi ama duruşunu bozmamaya, sakin kalmaya çalıştı.
Aniden öfkeden başka bir şeyi gözü görmez oldu. Bunların hiçbirini istememişti. Xander’in geri dönmesini, basının karşısına tekrar çıkmayı istememişti o!
20 Maisey Yates
Güzelliğini kaybetmeyi de istememişti. Saldırıyı, hayatının ellerinden kayıp gitmesini istememişti. Her şeyini yitirmişti ama elinde kalanlarla sakin bir
hayat kurmayı başarmıştı. Neden şimdi her şey en başa dönmüştü?
Korkuyordu. Manastırdan uzaklaşıp şehre yaklaştıkları her dakika korkusu
büyüyordu.
Titriyordu. Ellerini yumruk yaptı, durdurmaya çalıştı ama içinden kopup
gelen titremeler son bulmadı. Durdurmaya gücü yoktu.
Her şeyini almışlardı. Basın, insanlar, Xander... Daha fazlasını da almalarına izin vermeyecekti.
Ona yardım edebilirdi. Ülkenin başına geçmesine, işleri düzene sokmasına
yardım edebilirdi. Ama kendinden bir şey vermeyecekti. Yardım edecekti,
yanında duracaktı ama Layna’ya ait hiçbir şey vermeyecekti.
“Sadece sen değilsin.” dedi. Sesi sertti.
“Ne?”
“Yargılayacakları sadece sen değilsin.”
Xander neredeyse aklını okumuştu. Korkularını o kadar mı belli ediyordu?
“Doğru. Ama yargılanmayı hak etmeyen benim.”
Sözleri belki kırıcıydı ama en azından doğruydu. Ve Xander’den kendini
saklayamadığını belli ediyordu. Onun yanında öfkesini açığa çıkarmak doğal
geliyordu.
Xander güldü ve gaza yüklendi. Hızla yol alırlarken yanlarından geçtikleri
ağaçlar yeşil bir bulanıklık gibi görünüyordu. “Çok doğru. Ben yargılanmayı
hak ettim. Ve yargılanacak şeyler yaparken çok eğlendim.”
~ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ~
X
ANDER akşamdan kalma gibi hissediyordu. Başı ağrıyordu. Midesi buruluyordu. Hatıralar aklının bir köşesinde dönüp duruyor, yüzeye çıkmaya
çalışıyordu.
Bunlar kesinlikle akşamdan kalmalığın belirtileriydi. Yoksa eve dönüş sarhoşluğu mu demeliydi?
Arabayı girişte durdurdu. Döndüğünden Stavros’un haberi yoktu. Bu haberi vermek için kardeşini aradığını hayal bile edemiyordu. Stavros bunu duyunca büyük ihtimalle yine ayağına taş bağlayıp kendini denize atmasını söylerdi
ve Xander de boş bulunup bu öğüdü dinleyebilirdi. Bu seçenek eve dönmekten
daha iyiydi.
Telefonunu çıkardı ve Stavros’u aradı.