CHP Enerji Politikası CHP Enerji Komisyonu 30 Ağustos 2014 Bu rapor CHP Enerji Komisyonu tarafından komisyon Başkanı A. Necdet PAMİR başkanlığında hazırlanarak kitaplaştırılmış ve parti belgesi olarak onaylanmıştır. İçindekiler SUNUŞ.............. ................................................................................................. 4 1. Türkiye'nin ulusal bir enerji politikası var mıdır?................................ 9 2. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığı hangi orandadır? Azalmakta mı yoksa artmakta mıdır?............................... ....................................................9 3. Enerji ithalatının ekonomik yükü ne kadardır? Azalmakta mı, yoksa artmakta mıdır?.............................................................................................10 4. Enerji kaynaklarında dışa bağımlılığın ne gibi sakıncaları vardır? ... 11 5. Türkiye'nin yerli enerji kaynakları yetersiz midir?............................ 13 6. Hızla büyüyen Türkiye'nin enerji (ve buna bağlı olarak elektrik) talebi, yerli kaynaklarla karşılanabüir mi?......................................... .......21 7. CHP'nin enerji politikasının temel ilkeleri nelerdir?.......................... 23 8. CHP termik santrallere karşı mıdır?.....................................................33 9. CHP'nin termik santral politikasının temel unsurları nelerdir?....... 34 10. CHP'nin hidroelektrik politikasının temel unsurları nedir?............. 37 11. CHP'nin nükleer politikasının temel unsurları nedir?....................... 42 12. CHP'nin diğer (hidroelektrik dışında kalan) yenilenebilir kaynaklara yönelik politikasının temel unsurları nedir?............................................. 47 13. CHP'nin enerji verimliliğine yönelik politikasının temel unsurları nedir?..............................................................................................................51 14. CHP'nin yerli linyitlerimize yönelik politikasının temel unsurları nedir?.......................................................... ...................................................55 15. CHP'nin petrol ve doğal gaz kaynaklarımıza yönelik politikasının temel unsurları nedir?...................................................................................60 16. CHP'nin enerji ekipmanlarının yerli imalatına yönelik politikasının temel unsurları nedir?............................... ................................................ 62 Sonsöz Yerine................................................. .................................................64 SUNUŞ Enerji kaynaklarına ve bu kaynaklardan elde edilen enerjiye erişim, ülkelerin gelişim düzeylerini olduğu kadar, ekonomik ve ulusal güvenliklerini de doğrudan etkileyen yaşamsal bir olgudur. Enerji, tüm ekonomik sektörlerdeki (tarım, sanayi, ulaştırma, ticaret, kamu yönetimi, vb.) her türlü ürün ve hizmetin üretimi için gerekli olan girdi ve güç kaynağıdır. Enerji aynı zamanda; tüm yurttaşlar için en temel hizmetler olan sağlık, temiz su, eğitim hizmetlerinin sağlanabilmesinin ve sonuç olarak yaşam standartlarının artmasının başlıca gereksinimidir. Güvenilir ve çeşitlendirilmiş kaynaklardan; zamanında, yeterli, kesintisiz, temiz, kaliteli, verimli ve ödenebüir enerjiye erişebilmek, her yurttaş için, su ve havaya erişim kadar yaşamsal bir gereksinim ve temel bir haktır. Enerji politikamız, bu nedenlerle, insan ve çevre odaklıdır. Sadece bugün yaşayanları değü, gelecektekini de düşünerek planlandığı için de sürdürülebilir bir politikadır. Enerji politikaları, ülkelerin ekonomik güvenliklerini olduğu kadar, genel güvenliklerini ve dış politikadaki hareket alanlarını da doğrudan belirlemektedir. Ülkemiz, yıllardır ısrarla sürdürülen yanlış politikaların sonucunda; enerjide % 72 oranında dışa bağımlı bir ülke konumuna getirilmiştir. Enerjide dışa bağımlılık oranı, 2000 yılında % 67, 1990 yılında ise % 52'ydi. Görüldüğü gibi, mevcut politikaların sürdürülmesi halinde, enerjide dışa bağımlılığımız hızla artma eğilimindedir. Elektrik tüketiminde dışa bağımlılık oranımız ise% 60'dır. Elektrik alt sektöründe, tamamına yakını (% 98) ithal edilmekte olan doğal gaza % 45 oranında pay verilmesi bir diğer temel sorundur. Bu hatalı uygulamalar sonucunda her yıl artan ithalat faturamızın dörtte biri, enerji kaynakları ithalatına ödenir hale gelmiştir. Bu durum sürdürülebilir değildir. Enerjide dışa bağımlılığımızın bir diğer olumsuz boyutu, petrol ve doğal gazı ağırlıklı olarak ithal ettiğimiz ülkelerle olan dış politik ilişkilerimizdir. Türkiye, 2013 yılında petrol ithalatının toplam % 68'ini 3 ülkeden (Irak, İran ve Rusya Federasyonu) yapmıştır. Doğal gaz ithalatımızın ise toplam % 77'si Rusya Federasyonu ve İran'dan yapılmıştır. Ancak enerji kaynakları ithalatımızda büyük ağırlık taşıyan ülkelerde tehdit algısı yaratan mevcut dış politika, ülkemizin enerji güvenliği için büyük risk oluşturmaktadır. Topraklarımızda konuşlandırılan Patriot füzeleri ve füze kalkanı gibi uygulamaların yanı sıra; Irak'm iç işlerine müdahale, Irak Anayasası'na göre tüm Irak halkma ait petrolün, Irak'm kuzeyindeki bölgesel yönetimle işbirliği yaparak hukuksuz biçimde pazarlanması ve Suriye'ye yönelik saldırgan politika; gerek Irak ve İran, gerekse Rusya Federasyonu açısmdan tehdit algılaması yaratmaktadır. Dış politikanın bu maceracı çizgisi, enerji politikamızı ve dolayısıyla enerji güvenliğimizi tehdit etmektedir. Bu sakıncalı anlayış, bir an önce terk edilmelidir. Enerji politikasının; dış politika, güvenlik politikası, sanayi ve tarım politikaları, ulaştırma politikası, ekonomi politikası, eğitim politikası ve çevre politikasıyla bir arada (bütünleşik) biçimde planlanması gerekir. Ülkenin enerji kaynakları potansiyeli doğru belirlenmeli; yerli ve temiz kaynaklar en uygun oranda kullanılmalı, ithalatm zorunlu olduğu durumlarda ise, mutlaka kaynak ve güzergâh çeşitliliği sağlanmalıdır. Özellikle elektrik alt sektöründe planlama; olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Türkiye genç ve dinamik nüfusuyla, hızla büyüyen bir ülkedir. Ekonomik büyümeye paralel olarak enerji/elektrik talebinin de hızla artması doğaldır. Ancak talep tahminlerinin, gerçekçi olması ve sınırlı kaynaklarımızın sorumsuzca harcanmaması gerekir. Enerji; üretiminden iletimine, dönüşümünden tüketimine kadar her aşamada verimli kullanılmalıdır. Ülkemizdeki enerji yoğunluğu, OECD ortalamasının önemli oranda üzerindedir. Bunun anlamı, birim ekonomik değer yaratabilmek için harcanan enerji miktarının yüksek olmasıdır. Ülkemizin böyle bir lüksü yoktur. Ülkemizin tükettiği enerjinin % 72’sini ithalatla karşılamakta olması, enerji kaynaklarımızın yetersizliğinden kaynaklanmamaktadır. "Ülkemizin enerji kaynaklarının yetersiz olduğu" savı, temeli olmayan bir savdır. Türkiye’nin karasal alanları, sondajlı aramalar bakımından % 20, denizleri ise sadece % 1 oranında aranabilmiştir. Kömür aramaları da henüz çok yetersizdir. Zengin hidroelektrik kaynaklarımız, son yıllarda eko sistemi dikkate almayan hoyrat yatırımlara izin verilmesi ve buna karşı oluşan haklı tepkiler nedeniyle, sağlıklı olarak devreye alınamamaktadır. Türkiye’nin başta güneş ve rüzgâr olmak üzere, jeotermal, biyoyakıt gibi yenilenebilir ve temiz yerli kaynakları, önümüzdeki yıllarda hızlı bir büyüme oranına rahatça yetecek zenginliktedir; ancak büyük oranda devreye alınmamış durumdadır. 2013 yılında elektrik tüketimimiz yaklaşık 245 milyar kilovat-saattir. Buna karşın henüz devreye alınamamış yerli kaynaklarımız toplam yaklaşık 760 milyar kilovat-saatlik ilave bir potansiyel taşımaktadır. Mevcut santrallarda yapılacak iyileştirmeler ve enerji yoğunluğunu azaltacak (enerji verimliliğini arttıracak) politikalarla, bu ilave potansiyel yaklaşık 840 milyar kilovat-saate ulaşmaktadır. Bu veriler ışığında, "Türkiye’nin enerji 6 kaynakları yetersizdir" iddiası; bilgisizlikten değilse, art niyetten kaynaklanan bir aldatmacadır. Görüldüğü gibi, Türkiye, yerli ve özellikle yenilenebilir kaynaklar bakımından son derece zengindir. Maharet, bu kaynakların mümkün olan en temiz, en verimli ve gelişmiş teknolojilerle, olabildiğince yerli mühendislik, işçilik, müteahhitlik katkısıyla devreye almabilmesindedir. Ülkemiz, enerji alanında yetişmiş insan kaynakları bakımından da çok şanslıdır. Yandaşların kayırılmadığı, sektörün yönetimi kademelerinde liyakat ve birikimin değer bulacağı bir yönetim anlayışıyla; enerji sektörü, cari açık kaynağı olmaktan çıkarılıp, ülke ekonomisini gönendiren bir konuma ulaşabilecektir. Enerji ekipmanlarının yurt içinde üretimi, enerji politikamızın bir diğer köşe taşıdır. Bu alanda devletin yol göstericiliği ve gerçekçi teşvik politikaları çerçevesinde, üniversiteler, özel sektör ve kamu sektörü işbirliği ile önce ülkemizde, daha sonra bölgemizde söz sahibi olmamız hedeflenecektir. Yalnız ve ancak enerji ekipmanlarının yerli üretimi ile enerjide dışa bağımlılığın azaltılması mümkündür. Sadece kaynak sahibi olmak, bağımlılığın ortadan kaldırılabilmesi için yeterli değildir. Enerji kaynakları bakımmdan, yenilenebilir kaynaklardan yana yapılacak tercihler, günümüzün en büyük küresel problemlerinden biri olan iklim değişikliğini önlemek açısından da ayrıca önemlidir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de enerji üretimi büyük oranda petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil kaynaklara dayalı olarak yapılmaktadır. Fosil yakıt tüketiminden kaynaklanan karbon dioksit salımı, 1973 yılından günümüze kadar iki katmdan fazla artmıştır. Bu süreç, küresel iklim değişikliğine neden olmakta ve yerküre hızla ısınmakta, iklimler değişmekte, dünyanın tüm dengesi alt üst olmaktadır. Böylesi bir enerji tüketim eğilimi, ülkemiz için olduğu kadar, dünyamız için de büyük bir tehdittir ve mutlaka daha temiz, 7 yenilenebilir kaynakların ağırlıkta olduğu, enerjinin daha verimli kullanıldığı tercihlerle değiştirilmelidir. Elinizdeki "CHP Enerji Politikası" raporu, ülkemizde daha bağımsız, daha temiz, daha verimli ve sürdürülebilir bir enerji politikası seçeneğimiz olduğunu ortaya koymaktadır. Enerji sektörümüzün tüm temel alt sektörlerine yönelik, makro politika değerlendirmelerini ve çözüm önerilerini sunmaktadır. Bu rapor, "CHP'nin (enerji) politikası yok!" diyenlere de kanımızca, anlamlı bir yanıt olmaktadır. Ve görüleceği gibi, "CHP'de enerji var" sloganı, son derece yerinde bir slogandır. Bu rapor, enerji ile ilgili meslek odalarmm, sendikaların, sivil toplum örgütlerinin ve uzmanlarm çok değerli katkılarıyla; CHP Enerji Komisyonu tarafmdan hazırlanmış ve parti belgesi olarak benimsenmiştir. Emeği geçen herkese yürekten teşekkür ederim. Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkam Ağustos 2014 8 CHP Enerji Politikası Sorular ve Yanıtları 1. Türkiye'nin ulusal bir enerji politikası var mıdır? Türkiye'nin ulusal çıkarlarım ve kamu yararım gözeten bir enerji politikası olduğunu söylem ek mümkün değildir. Gerek yıllardan beri uygulanan ve gerekse uygulanmakta olan ve enerji sektörünü sadece bir rant alanı olarak gören mevcut "politika"; kamu kurumlarırun "özelleştirme" adı altmda adeta talan edildiği, tüketicinin enerjiye çok yüksek bedelle erişebildiği, sıklıkla kesintilerin yaşandığı ve enerji alanında büyük oranda dışa bağımlı bir enerji sektörü yaratmıştır. Bu politikanın, ulusal çıkarlarımız ve kamu yararı doğrultusunda işlev görmediği açıktır ve kökten değiştirilmesi gerekmektedir. CHP'nin enerji politikası ise tam da bu yaşamsal gereksinimlere yanıt verebümek için hazırlanmış; çağdaş, kapsamlı ve insan odaklı bir politikadır. 2. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığı hangi orandadır? Azalmakta mı yoksa artmakta mıdır? Zengin yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları olmasma karşm ülkemiz (2012 yüt itibarı ile), tükettiği enerjinin % 72'sini ithal etmektedir. Aksinin iddia edilmesine karşın, bu oran hızla artmaktadır. 2000 yılında % 67 olan enerjide dışa bağımlılık oranı, 2012 yılında 5 puanlık artışla % 72 olmuştur. Yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızın atıl konumu değiştirilebilirse, gerek dışa bağımlılığımız ve gerekse ekonomimizin sırtındaki bu en büyük yük ortadan kalkacak ve büyük istihdam olanağı yaratılmış olacaktır. 3. Enerji ithalatının ekonomik yükü ne kadardır? Azalmakta mı, yoksa artmakta mıdır? Ayrıca, enerji ithalatına ödenen bedel, toplam ithalat faturamızın içindeki payını da hızla yükseltmektedir. 2012 yılında, toplam ithalatımızın % 25,4'ü, enerji ithalat faturası olarak gerçekleşmiştir. 2002 yılında 9,2 müyar dolar olan enerji ithalat faturamız, 2012'de 60,14 milyar dolara yükselmiştir. Mevcut politika, dışa bağımlılığımızı arttırmaktadır. ve buna bağlı olarak da ödenen bedeli Enerji ithalat faturamız, 2013 yılında mevsim koşullarının önceki yıllara göre daha uygun geçmesinin yanı sıra, ekonomik büyümedeki yavaşlamanın da etkisiyle, bir miktar azalmıştır. Enerji talebimizdeki daralmaya bağlı olarak ve petrol fiyatlarındaki birkaç dolarlık düşüşün de katkısıyla, enerji ithalat faturamız, 2013 yüında 55,9 milyar dolar olmuştur. Ancak son 10 yıllık verilere bakıldığında, enerji faturamızın hızla arttığı ve cari açığımızın en temel nedeninin oluşturduğu açıktır. 1990 - 2012 yılları arasında ise Türkiye eneıji talebi % 129 artarken, enerji ithalatımız % 220 artmıştır. Türkiye'nin ekonomik güvenliğinin daha sağlıklı bir düzeye gelebilmesi için, enerjide dışa bağımlılığımızın, mümkün olan en alt seviyeye indirilebilmesi, temel hedefimiz olmalıdır. Bunun için de bir yandan yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızın mümkün olan en yüksek oranda kullanılması, diğer yandan enerjinin çok daha verimli kullanılması ve talep tarafının çok daha iyi yönetilmesi zorunludur. ıo 4. Enerji kaynaklarında dışa bağımlılığın ne gibi sakıncaları vardır? Ülkemiz, en çok petrol ve doğal gazda ve son yıllarda da hızla artan biçimde ithal kömürde, çok yüksek oranlarda dışa bağımlı hale getirilmiştir. (2013 yılında) Tükettiğimiz petrolün % 92'si, doğal gazm ise % 98'i ithalatla karşılanabilmiştir. Petrol ithalatının % 28'i İran'dan, % 32'sı Irak'tan, % 8'i ise Rusya Federasyonu'ndan yapılmıştır. Petrol ithalatımızda, bu 3 ülkeye bağımlılığımızın toplamı % 68'dir. 2013 yılında, doğal gaz ithalatımızın % 58'i Rusya'dan, % 19'u İran'dan yapılmıştır. Bu iki ülkenin gaz ithalatımızdaki toplam ağırlıkları ise % 77'dir. Az sayıda ülkeye bu kadar yüksek oranda bağımlılık, enerji politikasının ve enerji güvenliğinin en temel ilkelerinden olan "kaynak çeşitlendirme" ilkesiyle tam bir çelişki ve risk yaratmaktadır. Örneğin AB, kendi üyesi olmayan bir devlete, enerji ithalatında % 30'un üzerindeki bir bağımlılığı sakıncalı olarak tanımlamaktadır. Nitekim belli aralıklarla tekrarlanan Rusya - Ukrayna krizi, bu riskli bağımlılığı, AB'ye ve tüm dünyaya sık sık hatırlatmaktadır. İktidar partisinin maceracı dış politikasının, enerji ithalatım ağırlıkla dayandırdığımız ülkeler dikkate alındığında; enerji güvenliğimiz, ekonomik güvenliğimiz ve genel güvenliğimiz açısından yarattığı büyük risk de daha iyi anlaşılacaktır. Gaziantep, Kahramanmaraş ve Adana'ya yerleştirilen P atriot bataryaları, M alatya'ya yerleştirilen füze savunma sistem i ve Suriye'ye yönelik saldırgan politika, enerji ithalatında bağımlı olduğumuz 3 ülke (Rusya Federasyonu, İran ve Irak) tarafından, bir yandan kaygı, diğer yandan tepkiyle karşılanm aktadır. u Irak hükümeti ayrıca, "Türkiye'nin Başbakanının ve Dış İşleri Bakam'nın; Irak'm iç işlerine karıştığını, seçimlere müdahale ettiğini ve bunun Irak Hükümeti'nin hükümranlığını tanımamak anlamına geldiğini" öne sürmektedir. Bu sakıncalı politikaya ek olarak, Irak'm kuzeyinde üretilen petrolün, Türkiye tarafından "kaçak olarak ithal edildiği" iddiaları, tabloyu daha da tehlikeli hale getirmektedir. Bu hukuk tanımaz politikanın son halkası olarak, Irak - Türkiye Ham Petrol Boru Hattı'na, Irak'm kuzeyinden ve Irak Hükümeti'nin tepkilerine rağmen, Habur'daki ölçüm istasyonunu devre dışı bırakan bir bağlantı yapılmıştır. Irak'm kuzeyinde üretilen ama Irak Anayasası'na göre (Madde 111) tüm Irak halkına ait olan petrol, Türkiye'nin Ceyhan limanına taşınmış ve ihraç için yükleme yapılmıştır. Irak Hükümeti de buna tepki olarak Türkiye'yi ve BOTAŞ'ı uluslararası tahkime vermiştir. Bunlar, hem itibarımız, hem genel güvenliğimiz ve hem de enerji güvenliğimiz açılarından kabul edilemez ve sakıncalı uygulamalardır. Bağımlılık ve bağımlı olunan ülkelerle dış politika alamndaki çatışan ve onlar tarafından tehdit olarak algılanan uygulamalar, enerji güvenliğimizi olduğu kadar ekonomik ve genel güvenliğimizi de tehdit eden bir ortam yaratmaktadır. "Teknik gerekçeler" öne sürülerek de olsa, bu ülkelerden ithal edilen doğal gazda, özellikle kış aylarmda sık sık kesintiler yaşanabilmektedir. Bu kesintiler, doğal gazın yaygın kullanıldığı alanlar olarak; hem sanayi üretimini, hem konutlarımızı hem de ticaret sektörünü tehdit etmektedir. Diğer yandan, ülkemizde tüketilen elektriğin yarıya yakınının (% 44) doğal gazla üretiliyor olması, bu maceracı politikalar nedeniyle kesilme ihtimali yükselen doğal gaz akışına bağlı olarak, elektrik sektörünü de büyük risk altına sokmaktadır. Doğal gaz kesintisi, 12 ardından elektrik kesintisini ve fiyat getireceğinden ayrıca risk oluşturmaktadır. artışını gündeme 5. Türkiye'nin yerli enerji kaynakları yetersiz midir? Değildir! Türkiye'nin yerli enerji kaynaklan, kimilerinin iddialarının aksine, son derece zengindir. Ne var ki, uygulanan yanlış politikalar nedeniyle, bu yerli ve zengin kaynaklar büyük oranda atıl konumdadır. • Mevcut ispatlanmış petrol rezervlerimiz 45,1 milyon ton (312 milyon varil), doğal gaz rezervlerimiz sadece 6,6 milyar metreküptür (2012 yılı). 2013 yılında yaklaşık 45,7 milyar metreküp doğal gaz tüketen bir ülke için bunun anlamı, tüketimimize ancak 2 ay kadar yetecek doğal gaz rezervimizin olduğudur. • Mevcut rezervlerin son derece yetersiz olduğu doğrudur. Ancak ülkemiz, özellikle denizler ve derin karasal formasyonlardaki petrol ve doğal gaz aramaları bakımından son derece yetersiz aranmıştır. Ülkemizin petrol ve doğal gaz potansiyelinin gerçekçi biçimde ortaya konabilmesi için, bir "master plan" dahilinde yeni bir arama hamlesi başlatılmalıdır. Bu hamlenin itici gücü, ulusal kuruluş TPAO olmalıdır. Ne yazık ki, yeni çıkarılan Petrol Kanunu ile (Resmi Gazete'de yayın tarihi: 11 Haziran 2013) TPAO'nun devlet adına arama ve işletme yapma hak ve sorumluluğu ortadan kaldırılmıştır. CHP iktidarında, ulusal çıkarlarımıza ve kamu menfaatine aykırı olan bu düzenleme değiştirilerek, TPAO'nun gerçek anlamda özerk ve dikey bütünleşik olarak yapılandırılması sağlanacaktır. Karadeniz'de kıyıdaş ülkeler arasındaki anlaşmanın yarattığı olumlu arama ikliminin, Ege ve Akdeniz'de de egemen kılınması için diplomatik ve ekonomik tüm olanaklar seferber edilecek; hidrokarbon 13 potansiyeli bakımından umut vadeden bu denizlerimizin hidrokarbon (petrol ve gaz) potansiyellerinin de yoğun olarak aranması sağlanacaktır. • Son yıllarda özellikle ABD'de önceki yıllara göre daha ekonomik olarak üretilmeye başlanan "shale" (şeyi) gazı, Türkiye dahil birçok ülkeye esin ve umut kaynağı olmuştur. Ülkemizde bu çalışmalar henüz başlangıç aşamasındadır. Medyada yer alan bir takım rezerv rakamları, henüz bilimsel olarak kanıtlanmadığından, bu aşamada "shale" gazı, petrollü "shale" ya da diğer konvansiyonel olmayan hidrokarbon kaynakları için rezerv rakamı öne sürülmesi uygun değildir. Bu kaynaklar, bu aşamada değerlendirilmesi gereken "potansiyel" kaynaklar olarak dikkate alınmaktadır. "Shale" gazı, geçirgenliği düşük kayaçlardaki gazın, hidrolik çatlatma ve yönlü sondaj yardımıyla, önceki yıllardakine oranla çok daha ekonomik olarak üretilebilmesi nedeniyle, son yıllarda daha fazla konuşulan bir kaynaktır. ABD, 2040 yılındaki doğal gaz üretiminin yaklaşık yansını, konvansiyonel olmayan bu kaynağın üretimiyle elde etmeyi hedeflemektedir. Özellikle bu sayede, ABD'nin 2016 yılından itibaren, gaz ihraç eden bir ülke konumuna gelmesi söz konusu olacaktır. Bu gelişme de sadece bu ülkeyi değil, küresel doğal gaz piyasalarını da etkileyecek bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Ülkemizde de önceki yıllarda, konvansiyonel olarak hidrokarbon üretimi yapılan bazı kuyularda, "shale" formasyonlarında gaz bulgusuna rastlanmış, ancak o yıllarda, söz konusu üretim ekonomik olmadığmdan, o seviyelerdeki gaz üretime alınamamıştır. Son yıllardaki teknolojik gelişmeler paralelinde, ülkemizde de bu formasyonlara ve olası diğer potansiyel rezervuarlara yönelik arama çalışmaları devam etmektedir. Söz konusu formasyonların karbon 14 içerikleri kadar, çatlatılabilme özellikleri de belirleyici olacaktır. Ayrıca "shale" gazı arama ve üretimi süreçlerinde, çevreye yönelik riskler de söz konusudur. Hidrolik çatlatma için kullanılan suyun, diğer amaçlarla kullanılabilecek su kaynaklarından alınacak olması bir diğer kısıtlayıcı unsurdur. Çevre ile ilgili mevzuatta, çevrenin geri dönülmez biçimde tahrip edilmemesi için, Birleşmiş Milletler ve AB uyarı ve mevzuatları çerçevesinde, gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Bu önemli potansiyel, yalnız ve ancak ekosistemi özenle esirgeyen koşullarda üretilmelidir. • Linyit, ülkemizin en önemli yerli kaynakları arasındadır. 2011 yılı sonunda, linyit ve asfaltit rezervlerimizin toplamı 11,8 milyar tondur. Devreye alman potansiyelin karşılığı yaklaşık 9.000 megawattır (mw). Devreye almmamış potansiyel ise yaklaşık 16.000 mw/tır. Yerli linyitimizin ısıl değeri düşük, kükürt oranı yüksektir. Bu özelliğine uygun, temiz yakma teknolojileriyle çalışan santral tasarımı şarttır. Sahalarımız, ihtisas sahibi kurum olan TKİ eliyle geliştirilmeli, bu alanda iş sağlığı ve işçi güvenliğini de tehdit eden taşeronlaşmaya izin verilmemelidir. Yerli kömürümüzün değerlendirilmesi sürecinde çok önemli bir istihdam olanağı da yaratılacaktır. Linyitten, ilave elektrik üretim potansiyeli, mevcut rezervlerimiz itibarıyla, yıllık yaklaşık 110 milyar kw-saattir. Bazı varsayımlarla, bu ek potansiyel 125 milyar kw-saat olarak öngörülmektedir. Yeni keşifler olması halinde (ki ülkemizin potansiyeli yüksek görünüm vermektedir), doğal olarak bu değer artacaktır. Ancak, linyitin üretimi; işçi sağlığının, iş güvenliğinin uluslararası yapılmalıdır. standartlara kavuşturulduğu koşullarda Kömürün tüketimi de ekosistemi tahrip etmeyecek temiz yakma teknolojileri, baca ve filtre sistemleri, 15 yer altı karbon depolama teknolojileriyle bütünleşmiş yaklaşımlarda gerçekleştirilmelidir. Ancak bu koşullarda sürdürülebilirlik kavramı içinde kalmak, mevcut ve gelecek nesiller esirgenmiş olacaktır. Enerjide bağımsızlık için yerli kaynakların mümkün olan en yüksek oranda devreye alınması ne kadar gerekliyse, bu süreçte ekosistemin korunması da en az o kadar yaşamsaldır. • Ülkemizde çok önemli bir hidroelektrik potansiyeli vardır; ancak bu potansiyel değerlendirilememektedir. çeşitli nedenlerle Türkiye'nin hidroelektrik potansiyeli, birçok kaynakta, yeterince ekonomik 140 milyar kilowatt-saat (kw-saat) olarak kabul edilmektedir. Ancak son yıllarda petrol ve doğal gaz fiyatlarmdaki artış, yenilenebilir enerji kaynaklarına verilen teşvikler gibi nedenlerle ekonomik bulunmayan projeler de ekonomik olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Son resmi verilere göre DSİ'ye başvurusu yapılan 47.524 MW kurulu güçteki yaklaşık 1600 adet projeden, yılda ortalama 165.000 GWh enerji üretimi yapılabileceği öngörülmektedir. Ancak bu potansiyel içerisinde bazı projeler ekonomik olsa bile çevresel ve sosyal nedenlerden dolayı olmayabilecektir. gerçekleştirilmesi mümkün Söz konusu potansiyelin yaklaşık yarısı (22,100 MW, % 47) işletmeye almmış durumdadır. İnşaatı sürmekte olan hidroelektrik santrallerin (HES) toplam kapasitesi yaklaşık 8,500 MW/tır. Bu da toplam potansiyelin yaklaşık % 18'ine eşittir. Dolayısıyla, söz konusu hidroelektrik potansiyelimizin yaklaşık % 65'i işletmeye alınmış, ya da alınmak üzeredir. Ancak HES'ler konusundaki uygulamalar son derece sağlıksız, plansız ve büyük oranda (salt) ticari kar odaklı inşa edildiğinden, giderek 16 artan yöre halkı tepkisiyle karşılaşmaktadır. Bu tepkiler de ülke çapında yaygınlaşarak, "HES'lere (toptan) Hayır!" diye tanımlanabilecek bir tepkiye dönüşmektedir. Oysa HES'lerin sürdürülebilir bir politika dâhilinde inşa edilmeleri ve işletilmeleri, dışa bağımlılığımızı da önemli oranda azaltacağından, stratejik değer taşımaktadır. HES'lerle ilgili politikamızın ön koşullan ilgili bölümde açıklanmaktadır. Bu ön koşullar saklı kalmak kaydıyla, toplam 165 milyar kilowatt-saat üretim katkısı sağlayabilecek HES potansiyelimizin, yaklaşık 78 milyar kw-saatlik bölümü işletmededir. İnşaatı sürenler de dâhil olmak üzere henüz devreye alınmamış toplam HES potansiyeli yaklaşık 87 milyar kilowatt-saattir. • Türkiye, Avrupa'da rüzgâr enerjisi potansiyeli bakımından zengin ülkelerden birisidir. Üç tarafı denizlerle çevrili olan ve yaklaşık 3500 km kıyı şeridi olan Türkiye'de özellikle Marmara ve Ege kıyı şeritleri, sürekli ve düzenli rüzgâr almaktadır. Türkiye Rüzgâr Enerjisi Potansiyel Atlası'na (REPA) göre; farklı rüzgâr şiddetlerinde (orta-iyi-mükemmelsıra dışı) toplam 132,000 MW kurulu güce eşit rüzgâr potansiyelimiz vardır. EPDK tarafından işlem yapılan (lisans verilen yaklaşık 9.600 MW santral dâhil) rüzgâr projelerinin toplam kurulu gücü yaklaşık 12.000 MW'tır. Buna karşm, Türkiye'de şebekeye bağlı rüzgâr enerjisi ile elektrik üretimi 2013 Aralık sonu itibarıyla toplam 72 adet rüzgâr santrali ile ancak yaklaşık 2.800 MW'a ulaşmıştır. Bu değer, toplam rüzgâr enerjisi potansiyelinin sadece % 2'si kadardır. Lisans verilenler ve lisanslama işlemleri sürenler dâhil rüzgâr santrallerinin tümü inşa edilirse, rüzgâr kurulu gücü 12.000 MW'a erişebilecektir. Bu ise toplam potansiyelin % 10'u bile değildir. Henüz devreye alınmamış rüzgâr potansiyelimiz, yaklaşık 90 - 100 milyar kilowatt-saat civarındadır. 17 • Türkiye'nin en önemli enerji kaynaklarından biri de güneştir. "36-42" derece kuzey enlemleri arasında yer alan ülkemiz, güneş enerjisi potansiyeli açısmdan şanslı konumdadır. Resmi verilere göre, ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi, metrekarede 2.640 saat (günlük toplam 7,2 saat) olup, ortalama toplam ışınım şiddeti, metrekarede yılda 1.311 kWsaat (günlük ortalama 3,6 kW-saat) olduğu hesaplanmıştır. En fazla güneş enerjisi alan bölge Güneydoğu Anadolu olup, bunu Akdeniz Bölgesi takip etmektedir. Güneş'ten elde edilebilecek yıllık elektrik üretim değeri yaklaşık 380 milyar kw-saattir. Bu miktar, ülkemizin 2013'de tükettiği (yaklaşık 240 milyar kilowatt-saat) elektriğin bir başına 1,6 katıdır ve mevcut politika nedeniyle tamamen atıl konumdadır. • Ülkemizde önemli sayılabilecek biyoyakıt Biyoetanol-Biyogaz) potansiyeli de söz (Biyodizelkonusudur. Biyogazdan elektrik elde edebilme potansiyelimiz 4.000 mw kurulu güce ve bunun karşılığı olan yıllık 35 milyar kw-saate eşittir ve büyük oranda atıldır. Özellikle ulaştırma sektöründe dışa bağımlılığımızı azaltma potansiyeline sahip biyodizel ve biyoetanol potansiyelimiz de özellikle mevcut teşviklerin yetersiz olması alınamamaktadır. nedeniyle, yeterince devreye • Türkiye'nin yoğun tektonik hareketliliği nedeniyle önemli bir yerli ve yenilenebilir enerji kaynağımız jeotermal enerjidir. Türkiye'nin teorik jeotermal enerji potansiyeli 31.500 MW olarak kabul edilmektedir. İspatlanmış fiili kullanılabilir teknik kapasite 4.809 MWt (ısıl amaçlı kullanım potansiyeli) olup, 2.705 MVVt'lık kısmı ispatlanmış olup; 805 MWfi konut ısıtmasında, 612 MWt'i sera ısıtmasında, 380 MWt'i termal tesis ısıtmasında, 870 MWt de kaplıca kullanımda ve 38 MWt'i ısı pompası uygulamasında kullanılmaktadır. Elektrik üretiminde kullanılabilecek teknik potansiyel ise 600 MWe (4 18 milyar kWh/yıl, keşfedilen 15 saha) olarak belirlenmiştir. Fiili kurulu güç 308 MVVe'dir. Ancak, İTÜ Enerji Enstitüsü, yapılacak yeni saha araştırma ve sondaj çalışmalarıyla, bu rakamın 2.000 MVVe'ye (3 katından fazlasına) yükseltilebileceğini öngörmektedir. Bu durumda, henüz devreye alınmamış jeotermal kaynaklı elektrik üretim potansiyelinin, 10 milyar kilowatt-saatten fazla katkı sağlaması mümkün görünmektedir. (MWe: Megawatt-elektrik; MWt: Megazvatt-termal) • Yeterince değerlendirilemeyen en önemli "enerji kaynaklarımız"dan biri de enerji verimliliğidir (EV). Satın alma gücüne göre düzeltilmiş değerlerle, Türkiye'nin 0.11 olan enerji yoğunluğu değeri, Uluslararası Enerji Ajansı Avrupa bölgesinin ortalama değerinden %12 daha düşüktür. Bu olumsuz durum, ülke ekonomisi açısından da önemli bir "kara delik" yaratmaktadır. Sanayi ve bina sektörleri, EV iyileştirmesi için en fazla imkânı sunan sektörlerdir. 2000 yılı öncesinde yapılmış binalar, bugünkü yönetmeliklerin öngördüğü verilere göre, iki misli enerji harcamaktadır. 2020 yılına kadar sadece binalar ve sanayi kuruluşlarında yapılacak iyileştirmelerle, 58 milyar kw-saat daha az enerji tüketip, aynı GSYIH sağlanması mümkündür. Bu konuda da "söylemden" eyleme geçilerek, doğru teşvik politikalarıyla, yükü sadece konutlarda oturan tüketiciye ve/veya sanayiciye yüklemeden, en kısa ve akılcı biçimde gerçekleştirecek alt stratejiler uygulanacaktır. Ülkemizde nihai sektörlerdeki tüketilen petrolün %86'smdan sorumlu olan ulaştırma sektöründe; başta yakıt verimliliği yüksek taşıtlar olmak üzere, trafik düzenlemelerinde toplu taşımacılığa ve raylı sistemlere ağırlık verilmesi ve karayolundan deniz ve demir yolu taşıma/ulaşım sistemlerine geçişe kadar çok geniş yelpazede enerji verimliliği 19 önlemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu şekilde ülkemizin petrol bağımlılığı (halen % 93) azaltılabilir, karbon salımları (emisyonları) düşürülebilir. • Ayrıca, mevcut santrallerin rehabilitasyonu (iyileştirilmesi) ile 19 milyar kw-saat ilave elektrik üretilmesi mümkündür. • Ülkemizin "en önemli enerji kaynağı" ise insandır. Enerji alanındaki yetişmiş insan gücü, ülkemizin en önemli değeridir. Bu bağlamda, ülkemizde inşa edilecek santrallarda; yerli mühendislik, yerli müteahhitlik ve yerli işçi istihdamı öncelikli politika olacaktır. Termik ve/veya hidroelektrik santrallarmdaki aksamm; kademeli olarak başlayarak, son tahlilde tamamının yerli olarak imal edilmesi, enerji politikamızın bir diğer köşe taşıdır. Bu süreçte, başta meslek odaları ve ilgili sendikalar olmak üzere, üniversitelerimizin, imalat sanayicilerimizin, tesisat, elektrik-elektronik ve inşaat mühendislerimizin; gerek politika oluşturma süreçlerimize gerekse imalat, montaj ve işletme süreçlerine etkin olarak katılımları sağlanacaktır. Görüldüğü gibi, ülkemizin yerli enerji kaynakları, iddiaların aksine son derece zengindir ve önümüzdeki on yıllarda oluşacak enerji/elektrik talebini, yeni kaynak keşifleri yapılamasa bile, rahatça karşılayabilir. Kaldı ki doğru politikalarla, özellikle denizlerimiz ve Paleozoik yaşlı karasal formasyonlarımız, olası petrol ve doğal gaz rezervleri bakımından, önemli potansiyel arz etmektedir. Ne var ki AKP, yeni "Türk" Petrol Kanunu ile ulusal kuruluşumuz TPAO'nun devlet adına arama ve işletme hakkını kaldırdığından; bu potansiyel, sadece yerli ve yabancı özel şirketler için cazibe oluşturmaktadır. Ulusal çıkarlarımızla bağdaşmayan bu yasal sorun, CHP iktidarında düzeltilecektir. TPAO, önceden olduğu gibi devlet adına arama ve 20 üretim faaliyetlerini, dikey bütünleşik ve özerk bir şirket olarak sürdürecektir. Aynı şekilde, kömür rezervleri açısından da önemli bir potansiyel söz konusudur. Kömür arama ve işletmeciliğinde de birikim MTA, TKİ ve TTK'dadır. Bu kurumlarmda gerçek anlamda özerk olarak yapılandırılmalarının ardından, kömür arama, saha geliştirme ve üretim yetkisi bu kuruluşlara verilecektir. Sektördeki iş cinayetlerinin başlıca nedenlerinden biri olan taşeronlaşmaya kesinlikle izin verilmeyecektir. Yetersiz olan kaynaklar değil, mevcut yönetimlerdir. Kaldı ki dünyada çağdaşlık, enerji tüketimini hızla arttırmakla değil; kaynakları akılcı, verimli ve tasarruflu kullanma beceri ve düzeyiyle ölçülmektedir. 6. Hızla büyüyen Türkiye'nin enerji (ve buna bağlı olarak elektrik) talebi, yerli kaynaklarla karşılanabilir mi? Bu sorunun yanıtı çok net olarak "evet"tir. Gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye'nin, 2012 ile biten son on yılında, kişi başına ortalama (ekonomik) büyüme oranı yüzde 3,6'dır. Son beş yılın büyüme oranı yüzde 1,7 ve 1955'ten bu yana gerçekleşen kişi başına ortalama büyüme oranımız ise yüzde 2,4 olarak hesaplanmaktadır. Mevcut sektörel yapıda, % l'lik büyümeye karşılık, ortalama % 1,3 - % 1,4 civarmda elektrik talep artışı gerçekleşmektedir. TEİAŞ ve TÜBİTAK-MAM'ın 21 Haziran 2013'te ortaklaşa yaptıkları çalışmada, 2022 yılı için elektrik talebimizin 450 milyar kw-saat civarında gerçekleşeceği öngörülmektedir. Bu tahmin, tüketimin ilk beş yıllık süreçte (2013-2017) ortalama büyüme %7,5, on yıllık süreçte (2013-2022) ise genel gelişim eğilimine uygun olarak %6,4 artacağı bir yaklaşımın değerlendirildiği senaryoya dayanmaktadır. 21 Geçtiğimiz yıl tükettiğimiz elektrik miktarı ise 241 milyar kwsaattir. Bir önceki soru yanıtlanırken ortaya konulan ilave potansiyelin ise toplamdaki değeri 829 milyar kw-saattir. Ancak hemen bu aşamada vurgulanması gereken çok önemli bir husus vardır. O da gerek resmi ekonomik büyüme tahminlerinin ve gerekse buna bağlı olarak öngörülen enerji ve elektrik talep artış oranlarının güvenilir olmadığı hususudur. Enerji ve elektrik talepleri lineer olmadığı gibi, gelişme sürecinde, enerjinin verimli kullanımının da katkısıyla, ileriki yıllarda talep daha düşük olmaktadır. Nitekim Uluslar arası Enerji Ajansı (2013 Kasım) verilerine göre; 2010 - 2035 yılları arasmdaki süreçte, yıllık ortalama elektrik talepleri tahminleri şöyledir: OECD ortalaması % 0,9, ABD 0.8, AB 0.6, Japonya 0.3, Çin % 3.6, Brezilya % 2.4 olarak açıklanırken, aynı dönem için ülkemizin % 5'in üzerinde büyüyeceğini öne sürmek, akıl ve bilimden ziyade, "ticari" bir yaklaşımın sonucu gibi görünmektedir. Diğer yandan, yerli kaynak potansiyelimiz, bu abartılı büyüme oranlarını rahatlıkla karşılayacak değerde olsa da çağdaş dünyada olduğu gibi, abartılı tahminlere dayalı gereksiz yatırımlar yerine, enerjinin verimli ve akılcı kullanımını temel alan, gerçekçi hesaplamaların esas alınması gerekmektedir. Büyüme ve talep tahminlerinin; Ekonomi Bakanlığı ve ilgili birimlerinin yanı sıra, meslek odalarımn, üniversitelerin ilgili bölümlerinden akademisyenlerin, tüketici demeklerinin ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının (TOBB, TUSİAD, vb.) bir araya gelerek ortak çalışma yapacakları bir daimi komisyon aracılığıyla hazırlanmasında büyük yarar görülmektedir. Dolayısıyla, öncelikle vurgulanması gereken yalın gerçek şudur: "ülkemizin yerli kaynaklarının yetersiz olduğu" iddiası temelden yoksundur; doğru değildir. Kaldı ki devreye almabilecek ilave potansiyelin çok büyük bölümü yenilenebilir kaynak olduğundan; sadece doğa ile barışık değil; aym zamanda kendini sürekli 22 yenileyebilen özellikleri nedeniyle, bir kez gereken yatırım yapıldığında, dışa bağımlı olmaksızın emre amade kaynak demektir. Bunları sağlayacak en önemli tamamlayıcı alt politika ise, söz konusu kaynakların enerjiye dönüştürülmesini sağlayacak ekipmanların, ülkemizde (yerli) imal edilmesini sağlayacak politikalardır. Zira mevcut koşullarda, verilen ya da verilebilecek teşviklerin önemli bölümü, yurt dışından alman türbinlere, panellere, vb. ödenmektedir. Bu da enerjide dışa bağımlılığın, bir başka biçimde sürdürülmesi demektir. Öte yandan, yenilenebilir kaynaklar açısından bir diğer avantaj, hızla gelişen teknoloji sayesinde, ileriki yıllarda mevcut kaynaklarımızdan daha fazla enerji/elektrik üretimi mümkün olacağından, söz konusu yerli kaynaklarımızın stratejik önemi ve katkısı daha da artacaktır. Bunun da ötesinde; rüzgar, güneş, hidroelektrik, jeotermal vb. gibi kaynakların kullanımında yararlanacak ekipmanlarm yerli imalat payları arttıkça ve ülkemiz bu alanda yetkinleştikçe, başta Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika olmak üzere çevre bölgelerde ülkemizde üretilen ekipmanlarm ihracının da bir başka gelir ve etkinlik kaynağı olması sağlanabilecektir. 7. CHP'nin enerji politikasının temel ilkeleri nelerdir? • Güvenilir ve çeşitlendirilmiş kaynaklardan; zamanmda, yeterli, kesintisiz, temiz, kaliteli, verimli ve ödenebilir enerjiye erişebilmek, her yurttaş için, su ve havaya erişim kadar yaşamsal ve temel bir haktır. Ancak hedefimiz, bu doğru saptamalarm, kâğıt üzerinde kalmadığı, uygulamalarla günlük yaşamlarımızda doğrulandığı bir Türkiye'nin gerçekleştirilebilmesidir. Enerji politikamızın hedefi, bu temel amaçları, insan odaklı ve çevreye duyarlı biçimde sağlamaktır. 23 • Hedeflediğimiz politika, en yoksul vatandaşımızın da enerjiye erişebildiği, enerji üretimi için çevrenin feda edilmediği, gelecek nesillerin haklarının sürdürülebilir bir politikadır. kıskançlıkla gözetildiği • Yoksul ailelerin elektrik ve doğal gaz kullanımı gibi temel vatandaşlık haklanna erişebilmelerini sağlayacak sosyal politika ve programlar, politikamızın öncelikli adımları arasmdadır. • Enerji kaynakları bakımından yapılacak tercihler, günümüzün en büyük küresel problemlerinden biri olan iklim değişikliğini önlemek açısından da ayrıca önemlidir. Günümüzde, dünyada olduğu gibi ülkemizde de enerji üretimi; büyük oranda petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil kaynaklara dayalı olarak yapılmaktadır. Fosil yakıt tüketiminden kaynaklanan karbon dioksit salımı, 1973 yılından 2009 yılı sonuna kadar iki katma çıkmıştır. Bu süreç, küresel iklim değişikliğine neden olmakta, yerküre hızla ısınmakta, iklimler değişmekte ve dünyanın tüm dengesi alt üst olmaktadır. Böylesi bir enerji tüketim eğilimi, ülkemiz için olduğu kadar, dünyamız için de büyük bir tehdittir ve mutlaka daha temiz, yenilenebilir kaynakların ağırlıkta olduğu, enerjinin daha verimli kullanıldığı, talep tarafı yönetiminin öne çıktığı tercihlerle değiştirilmelidir. Çağdaş dünyadaki uygulamalar, hızla bu yönde gelişmektedir. Geleceğimizi tehdit eden bu veriler ışığında; enerji politikamız, insan ve çevre odaklıdır. Sadece bugün yasayanları değil, gelecek nesilleri de düşünerek planlandığı için de sürdürülebilir ve insana yaraşır bir politikadır. • Yıllardır sürdürülen yanlış politikalarm kaçınılmaz sonucunda Türkiye, enerjide yüzde 72 oranında dışa bağımlıdır. Enerji tüketimimizin toplamda neredeyse üçte ikisini oluşturan petrol ve doğal gazda dışa bağımlılık 24 oranlarımız, sırasıyla yüzde 93 ve yüzde 98'dir. Bu olumsuz tablonun Türkiye'ye yüklediği enerji ithalat faturası, toplam ithalatımızın yüzde 25'ini aşmıştır ve dışa bağımlı bu enerji tüketim politikası, sürdürülebilir değildir. Buna karşın, ülkemizin zengin yerli ve yenilenebilir kaynakları, yanlış ve salt ticari kar hırsına endeksli politikalar nedeniyle, atıl bekletilmektedir. Bu durum kader değildir ve CHP iktidarında tüm yerli kaynaklarımız en uygun stratejilerle, enerji tüketim profilimiz içindeki yerlerini alacaklardır. • Yerli linyitimiz, hidroelektrik, rüzgâr, güneş ve biyogaz potansiyellerimiz son derece yetersiz oranda kullanılırken, ithal doğal gaz ve kömüre dayalı santraller için verilen yeni lisansların toplam kapasitesi, Türkiye'nin mevcut kurulu gücünün dörtte üçüne yakındır. Bir diğer ifadeyle, iktidarın söylemiyle eylemi tam bir tezat oluştururken, bunun sonucunda, dışa bağımlılığımız iddia edildiği gibi azalmamakta; tersine, artmaktadır. • Enerji son derece verimsiz kullanılmakta; kayıp ve kaçaklar, tüketimin nerdeyse beşte birine ulaşmaktadır. Sistem, adeta "dibi delik bir kova" gibidir ve ulusal kaynaklarımızın neredeyse beşte birinin bu nedenle heba olduğu görülmektedir. Pahalı enerji, bu sorunun önemli nedenlerinden birisidir. Bu kangren olmuş sorun, dışa bağımlılığın azaltılması, verimliliğin arttırılması ve sosyal politikalarla, bilimsel olarak çözümlenecektir. • Özellikle güneş, rüzgâr ve hidroelektrikte, yerli imalat sanayimizin akılcı teşviklerle geliştirildiği, çevre duyarlılığının ön plana alındığı bilimsel stratejiler çerçevesinde, Türkiye'nin enerji politikaları çok daha sağlıklı, bağımsız ve çevre dostu bir zemine oturtulabilir. Yerli imalat sanayisinin geliştirilmesi, sadece dışa bağımlılığı azaltmak 25 için değil, istihdama katkısı ve çevre ülkelere açılma politikaları açısından da yaşamsal değerdedir. • Enerji politikamızın bir diğer önemli ayağı, santrallerin tasarımından inşaatına ve işletmesine kadar her aşamada; yerli mühendislik ve müteahhitlik katkısının mümkün olan en üst oranlarda sağlanması, santrallerde öncelikle kendi vatandaşlarımızın istihdam edilmesinin güvence altına alınmasıdır. • Hangi tür santral olursa olsun, vazgeçilmeyecek ön koşulların başmda, uygar dünyada uygulanan standartlarda Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) ve Turizm Etki Değerlendirme (TED) raporlarının alınması gelmektedir. Temiz yakma teknolojisine uygun tasarımı olmayan termik santrallere ve dışa bağımlılığımızı derinleştiren ithal kömür santrallerine kısıtlamalar getirilecek, yerli ve yenilenebilir kaynaklara dayalı santrallere öncelik ve anlamlı/uygulanabilir teşvikler getirilecektir. Kömür, mutlaka geliştirilmesi ve enerji/elektrik tüketim profilimiz içindeki payı arttırılması gereken bir kaynağımızdır. Ancak üretiminden tüketimine, ekosistemi tahrip etmeyecek teknolojiler kullanılmalıdır. Öte yandan, işçi sağlığı ve iş güvenliği sağlanmayan koşullarda üretim yapılmamalıdır. Kömürün yer altında gazlaştırılması da dâhil teknolojideki tüm gelişmeler, istihdam yaratma özelliği kadar, ekonomik boyut ta gözetilerek uygulama alanı bulmalıdır. • Hidroelektrikte, bunlara ek olarak, havza planlaması ön koşullardan biri olacaktır. Her akima esenin istediği dere üzerine istediği sayıda HES inşaatına girmesi söz konusu olmayacaktır. HES projeleri planlanırken, öncelikle doğal su yatağındaki canlıların yaşamlarının bozulmadan devamı için gerekli olan suyun sağlanmasına öncelik tanınmalıdır. Her düşü ve su olan yere HES yapılması akılcı ve gerçekçi değildir. Havza özelinde, doğal, kültürel, sosyal, ekonomik etkenler de 26 dikkate alınarak, su potansiyelinin öncelikli kullanımları belirlenerek, HES'ler planlanmalıdır. DSİ Genel Müdürlüğü'nce fizibilitelerin incelenmesi aşamasında, proje bazında değil, bütüncül havza planlaması temelinde karar alınması sağlanmalıdır. HES projeleri için DSİ ve mülga EİE tarafından yapılan bütün eleştirilerin dikkate alınması ve gerekli düzeltmelerin daha fizibilite aşamasında ve "fizibilite revizyonu" olarak yapılması gereklidir. • Teknik eleştiriler dikkate alınmadan verilmiş olan lisansların inşaatları başlamış olsa bile derhal durdurulmalıdır. Su değerleri doğru olmayan HESTerin kurulu güçleri de hatalı olacağından, bu tesisler için gerçekçi olmayan üretim miktarlarından söz edilmektedir. Bu projelerden çoğu, hiç enerji üretemeyecek ya da kayda değer enerji üretemeyerek atıl durumda kalacaktır, hatta kalmaktadır. Ancak bu arada ekosistem, geri dönülmez biçimde tahrip edilmiş olmaktadır. Bu tür sorunlu projeler de elenerek, acilen durdurulmalıdır. • Bunun yanı sıra, doğru yöntemlerle yapılacak can suyu hesabı zorunlu olmalıdır. "Can suyu" hesabının uzun süreli ölçümlere göre ve ekosistemi gözeten bilimsel yöntemlerle hesaplanması, can suyunun bırakıldığının sıkı biçimde denetlenmesi, HES inşaatının olmazsa olmaz ön koşulları olacaktır. Denetim sağlanabilmesi için proje ve uygulama sorumluluğu yatırımcı şirketlere bırakılmayacaktır. HES projelerinin bütün aşamaları için kamusal bir denetim sağlanacaktır. • Verimli olmayacağı anlaşılan, ekosistemi ve tarihi dokuyu tahrip etme potansiyeli olan ve yöre halkının onaylamadığı HES'ler inşa edilmemelidir. • Enerjideki dışa bağımlılığımız, dış politikamızı da ulusal güvenliğimizi de son derece olumsuz etkilemekte, hareket alammızı daraltmaktadır. Birkaç ülkeye (mevcut durumda 27 Rusya Federasyonu, İran ve Irak), özellikle petrol ve doğal gazdaki aşırı bağımlılığımız, dış politikadaki hatalı adımlarla birleşince, ekonomik ve ulusal güvenliğimiz için büyük risk yaratmaktadır. Elektrik üretiminde, tamamına yakını ithal edilen bir kaynak durumunda olan doğal gazın yüzde 45 civarındaki çok yüksek payı, büyük bir sorun kaynağıdır. Özellikle kış aylarında yaşanan doğal gaz kesintileri, günlük hayatı felce uğratırken, bir yandan gaz fiyatlarında artışa, bunun ardından da elektrik kesintilerine ve nihayet elektrik fiyatlarında zincirleme zamlara alt yapı oluşturmaktadır. • Özellikle Japonya'da yaşanan Fukuşima felaketi sonrasında, dünyada nükleer enerji politikaları temelden gözden geçirilmeye başlanmıştır. CHP, nükleer teknolojide en yüksek güvenlik kıstaslarını gözeterek; işletme güvenliğinin artması, maliyetlerinin düşmesi beklenen yeni kuşak reaktörlere odaklanan ve teknoloji transferini içeren yatırımları dikkatle değerlendirmektedir. Ancak, Japonya'da yaşanan felaketten ders almamış olmak için, ya her türlü duyarlılıktan yoksun, ya da art niyetli olunması gerektiği düşünülmektedir. Bu nedenle de, bir deprem ülkesi olan Japonya'da güvenlikle ilgili tasarımlar yapılırken "akla gelmeyen" hususların neler olabileceği, bunların nasıl telafi edilebileceği, edilip edilemeyeceği, akla gelmeyen başka hangi hususların olabileceği, nükleer atık sorununun henüz dünyada halledilememiş olması gibi konular, nükleere ilişkin politikalarımızı gözden geçirirken öne çıkan önemli hususlardır. Sonuç olarak; bu büyük felaketi "yok" saymamız beklenmemelidir. Daha önce Three Mile Island (ABD), Çernobil (SSCB), Tokaimura ve Mihama (Japonya) gibi santrallerde yaşanan kazalar da oluştukları ana kadar, "en yüksek güvenlik" içerdiği öne sürülen sistemlerde meydana 28 gelmiştir. Ancak, daha önce belirttiğimiz gibi, nükleer kazaların sonuçları, ʺtüp gaz patlamasıʺ ya da ʺköprü çökmesiʺ gibi örneklerle kıyaslanamayacak kadar ciddi boyutlar taşımaktadır ve bu gerçekliğe uygun olarak ele alınmalıdır. • CHP, ulusal bir strateji dâhilinde; maliyetlerinin düşeceği, işletme güvenliğinin artacağı öne sürülen yeni kuşak (4. nesil) nükleer reaktörlere odaklı, teknoloji üretiminden atık yönetimine kadar her aşamada söz sahibi olacağımız bir nükleer politikayı değerlendirmektedir. Nihai atık sorunu da dâhil bugünü olduğu kadar gelecek kuşakları da gözeten bir sorumluluk anlayışı ile sıraladığımız kaygılarımızın giderileceği koşullarda, nükleer de enerji tüketim profilimizde yer alabilecektir. Ancak bu koşullarm sağlanmadığı bugünün şartlarmda, ʺCHP nükleere karşı değilʺ gibi bir algı yaratacak her türlü ʺalgı yönetimineʺ karşı, açık tavrımız vardır. CHP, bugünün koşullarında, Türkiyeʹnin hiçbir noktasmda nükleer santral inşasını SAVUNMAMAKTA; yukarıda açıklanan nedenlerle, karşı çıkmaktadır. • Enerji politikasındaki mevcut kısır döngü mutlaka kırılmalı ve enerjideki bağımlılığımız, kademeli olarak azaltılmalıdır. Bunu gerçekleştirebilecek yerli kaynaklarımız ve yetişkin insan kaynaklarımız mevcuttur. Sorun, kaynak yoksunluğunda değil, yanlış politika tercihlerinde ve salt ticari çıkarlara odaklanan sakıncalı tercihlerdedir. Türkiye, ülke yönetiminde olduğu gibi, enerji politikalarında da mevcut uygulamalardan çok daha iyisine, çok daha çağdaş ve yetkin olanma layıktır. Cumhuriyet Halk Partisi; insan ve çevre odaklı, sürdürülebilir yaşama adanmış, sadece bugün var olanm değil, gelecektekinin hakkmı da esirgeyen çağdaş bir enerji politikasmı yasama geçirmeye hazırdır. 29 • Enerji politikası, diğer birçok alanla bütünleşik bir biçimde oluşturulmak zorundadır. Zira enerji politikalarının, dış politika, güvenlik politikası, ekonomi politikası, çevre politikası, sanayi politikası, eğitim politikası gibi çok sayıdaki alana ilişkin politika ile etkileşim içinde olduğu açıktır. • Özellikle mevcut koşullarda, doğal gaz alımmda yüksek oranda bağımlı olduğumuz ülkelerle, iktidarın dış politikadaki son derece yanlış ve sakıncalı yönelimleri nedeniyle, enerji güvenliğimiz çok ciddi risk altındadır. Türkiye, enerji tüketimimizde % 31, elektrik tüketimimizde % 44 gibi yüksek payı olan doğal gazda neredeyse tamamen dışa bağımlıdır. Doğal gazın % 58'i Rusya'dan, % 19'u ise İran'dan (toplamları % 77) ithal edilmektedir. Buna karşın, ülkemizin topraklarına Patriot füzelerinin, füze kalkanının yerleştirilmesi kadar, Suriye'ye yönelik saldırgan politika da bu ülkeler nezdinde ciddi tehdit algılamaları yaratmaktadır. Petrolün de % 90'dan fazlası ithal edilmektedir. Petrol ithalatımızda en yüksek payı Irak ve İran almaktadır. Rusya'nın da eklenmesi durumunda, bu üç ülkeye petrol ithalatındaki bağımlılık oranımız % 68'dir. Rusya ve İran ile belirtilen çelişkilere ek olarak Irak ile de ciddi gerilimler söz konusudur. Irak Federal Hükümeti, bir yandan AKP'yi iç işlerine karışmakla suçlarken, diğer yandan da Irak'a ait petrolü, Irak'taki bölgesel yönetimle birlikte hukuksuz olarak ihraç etmekle suçlamaktadır. Dolayısıyla bir taraftan doğal gaz ve petrole bağımlılığımızın, diğer yandan bu ülkelere çok yüksek bağımlılık oranlarımızın azaltılması gerekmektedir. Ancak hepsinden önemlisi, tüm komşularımızla sorun yaratan bu maceracı dış politikadan bir an önce uzaklaşmamız gerekmektedir. 30 • Ülkemiz, zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarının yoğun olarak yer aldığı Orta Doğu, Hazar Bölgesi ve Rusya Federasyonu ile bu kaynaklar açısından dışa bağımlılığı giderek artan Batı (özellikle Avrupa) piyasaları arasında, son derece stratejik bir konumda yer almaktadır. Yıllardır bu konuma yönelik olarak; "doğal köprü", "terminal" ve son yıllarda da "ticaret merkezi/borsa" (veya İngilizce "hub") gibi yakıştırmalar dillendirilmektedir. Türkiye, bu stratejik konumunu, sadece bir geçiş güzergâhı olarak değerlendirirse, bu son derece yanlış ve sınırlı bir politika adımı olacaktır. Nitekim bugüne kadar izlenen politikalar hep bu yönde olmuştur. Uluslararası ve transit boru hattı projeleri, daha çok dar anlamıyla ticaretin ama daha çok "halkla ilişkiler kampanyalarının" malzemesi olarak ele alınmışlardır. "Asrın Anlaşması" diye aylarca reklamı yapılan NABUCCO Projesi, bugün "tabutuna çivi çakılmış" ve ortadan kalkmış bir projedir. Yapılması gereken; bu boru hatlarıyla, enerji arz güvenliğimizde kaynak çeşitliliği sağlamak, transit geçiş gelirlerinden mümkün olan en yüksek geliri sağlamak, doğru planlamalarla boru hatlarının inşasında müteahhitlik, mühendislik ve alt yapı malzemesi gibi kalemlerle en yüksek yerli katkıyı sağlamak, ülke gereksinimi olan petrol ve doğal gazı mümkün olan en uygun fiyatlarla satın alabilmek ve satın alman kaynakların hiç değilse bir bölümünü makul bir kârla yeniden pazarlayabilmektir. • Ülkemizin en önemli eksiklerinden biri de diğer alanlarda olduğu gibi enerji sektöründe de yerli imalatm, teknoloji üretiminin ve bunlarm alt yapısmı oluşturacak AR-GE faaliyetleridir. "Enerji bağımsızlığı", sadece bir kaynak sorunu değildir. Enerji kaynaklarını kullanılabilir enerjiye veya enerji taşıyıcısına (ısı, elektrik, yakıt) çevirecek 31 teknolojiye bağımlılık da aynı derecede önemlidir. Teknoloji üretebilen bir ülke olabilmek için, ilgili alanlarda bilimsel ve teknolojik birikime, yatırım kaynaklarına ve organizasyon kabiliyetine sahip olmak gerekir. Bunun için, TÜBİTAK'ın enerjiyle ilgili enstitülerinin yeniden yapılandırılması ve üniversitelerin enerji enstitüleriyle veya ilgili platformlarıyla ilişkilendirilmesi sağlanarak, Türkiye Enerji Bilimleri ve Teknolojileri Geliştirme Merkezi kurulacaktır. Bu çerçevede, AR-GE kabiliyeti edinmiş mühendisler yetiştirilmesi, AR-GE altyapısı ve özel sektör-kamu-üniversiteler-uluslararası kuruluşlar arasında ortak çalışma platformlarının oluşturulması, eşzamanlı ve eşgüdümlü olarak başlatılacak ve sürdürülecektir. • Teknoloji Geliştirme Merkezlerinde, öncelikle yeni ve yenilenebilir enerji sistemleri olmak üzere: - Rüzgâr ve güneş enerjisi sistemleri, -Linyit gazlaştırma teknolojileri ve Türkiye linyitlerinin gazlaştırılması yoluyla sentetik gaz üretilmesi, -Gaz türbinleri yanma odalarının sentetik gaz yakabilir hale dönüştürülmesi, - Plazma yardımlı sentetik gaz temizleme teknolojileri, - Doğal gaz + hidrojen + biyogaz yakma teknolojileri, - Karbondioksit tutma ve depolama teknolojileri, - Oksijenli yakma teknolojileri, H2/02 yakma teknolojileri, - Biyokütleden ve organik atıklardan sentetik gaz ve hidrojen elde etme teknolojileri, - Kömür küllerinin geri kullanımı teknolojileri, - Yoğunlaştırılmış güneş enerjisi teknolojileri, - Mikro yosun üretme teknolojileri, vb. teknolojilerin geliştirilmesi ve uygulaması temel önceliklerimiz olacaktır. 32 • CHP enerji politikasının temel ilkeleri bu hususları esas almakta ve uygulanmalarını özenle hedeflemektedir. 8. CHP termik santrallere karşı mıdır? CHP'nin diğer konularda olduğu gibi, enerji politikasının temel ilkeleri, herhangi bir olguya, bir enerji kaynağına ya da santral türüne "karşıtlık" temelinde biçimlendirilmemektedir. Politikamızın temel hedefi, ulusal çıkar ve kamu yararına uygun olarak; çevre dostu teknolojilerle, ülkemizin gelişmesinin gereksinim duyacağı enerjinin üretilebilmesinin; temiz, zamanında, çeşitlendirilmiş kaynaklardan, güvenli ve ödenebilir koşullarda sağlanmasıdır. Bu doğrultuda ilk adım, büyüme oranlarının ve buna paralel olarak enerji/elektrik talebinin bilimsel ve nesnel olarak saptanmasıdır. Enerjinin verimli, akılcı ve tasarruf ilkelerine uygun olarak kullanımı ile mümkün olan en yüksek oranda, yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızın devreye alınması diğer önceliklerimizdir. Bu doğrultuda, uygun kaynak ve teknoloji seçiminin yanı sıra, ekosistemi tahrip etmeyecek biçimde yer seçimi de önemli ön koşullar arasındadır. Türkiye elektrik kurulu gücünün yaklaşık % 65'i, termik santrallerden oluşmaktadır. Elektrik üretiminin ise yaklaşık % 75'i termik santrallerden sağlanmaktadır. Termik santrallere de hidroelektrik santrallerine de diğer yenilenebilir kaynaklarla çalışan santrallere de ön koşullarm sağlanması koşuluyla, gereksinim olacaktır. Bu gereksinim sadece büyümeyi karşılamak için değil, yerli kaynaklarm ve özellikle de istihdamın temini için de gerekli olacaktır. Ancak unutulmaması gereken husus, hızlı talep artışı öngörülerinin, zaman zaman bazı santrallerin yapımını zorunlu göstermek için abartılabildiği ve bunun faturasını da, bir avuç 33 yandaş şirket dışında, tüm toplumun ödemek zorunda kaldığı hususudur. Türkiye, yıllardır, bu abartılı talep tahminlerinin bedelini "al ya da öde" koşulları nedeniyle ödemek zorunda bırakılmış bir ülkedir. Kaldı ki çağdaşlık, yalnız ve ancak yüksek tüketim oranlarıyla değil, sıklıkla vurgulandığı gibi; enerjinin akılcı, verimli ve tasarruflu kullanılmasıyla ölçülmektedir. Bu genel saptamaları yaptıktan sonra, termik santrallere değil; ilkesiz bir biçimde, ekosistemi tahrip eden ve salt ticari çıkarlara endeksli termik santral inşasına karşı olduğumuzun anlaşılmış olduğunu umuyoruz. 9. CHP'nin termik santral politikasının temel unsurları nelerdir? Elektrik üretimi, çeşitli enerji kaynaklarının termik, hidroelektrik, nükleer, jeotermal, rüzgâr ya da güneş santrallerinde, enerjinin biçim değiştirerek elektrik enerjisine dönüştürülmesiyle elde edilir. Termik santraller, en yaygın santral tipleridir. Termik santraller; kömür, doğal gaz, mazot veya fuel oil gibi fosil yakıtların yakılması yoluyla elektrik üretir. Santrallerde, ocağın kazan bölümünde dolanan su, yakılan fosil yakıttan elde edilen yüksek ısı ile buhara dönüştürülür. Bu buhar, elektrik akımı üreten altematöre bağlı türbinleri çalıştırır. Söz konusu süreçte, kimyasal enerji ısı enerjisine, ısı enerjisi mekanik enerjiye, o da elektrik enerjisine dönüştürülür. Eski teknolojilerle kurulmuş ya da ekosisteme olumsuz etkileri, ticari karı en yüksek düzeyde tutabilmek için göz ardı edilmiş termik santraller, çevreye büyük zararlar vermektedirler. Bu nedenlerle de ülkemizde giderek büyüyen bir termik santral karşıtlığı oluşmaktadır. Nüfus arttıkça, ekonomi büyüdükçe, enerji ve elektrik talepleri artacak ve bunu karşılamak için de santraller inşa edilecektir. Önemli olan talep tarafını doğru yönetmek, enerjiyi 34 verimli kullanmak ve santralleri çağdaş teknolojilere uygun olarak, insanı ve doğayı gözeterek inşa edebilmektir. Kendi termik santrallerimizi, kendi yerli kömürlerimize uygun olarak kendimiz tasarlamak ve kendimiz imal edebilmeliyiz. Kendi mühendislerimiz, kendi kömür kaynaklarımıza uygun termik santral tasarımı ve hatta gerektiğinde kombine çevrim santralinin tasarımını, baştan sona yapabilecek bilgi birikimi ve yeteneklere sahiptir. Ancak bunun için gerekli ortamın yaratılması, akılcı teşvik ve vergi düzenlemelerin sağlanması, devletin öncü rolü alması, üniversite ve sanayi işbirliğinin temini şarttır. Santral yeri seçimlerinde; birinci ve ikinci sınıf tarım arazilerinden, SİT alanlarından, orman arazilerinden, balık ve deniz canlılarının üreme alanlarından uzak durulmalıdır. ÇED ve TED raporlarının uluslararası standartlara göre hazırlanması ve gerçek anlamda bağımsız/özerk kamu kuruluşları tarafmdan denetlenmesi ön koşuldur. Son yıllarda, torba yasalarla "ÇED'e gerek yoktur" raporu alınmak suretiyle, ekosistemi geri dönülmez biçimde tahrip eden termik ve/veya hidroelektrik santrallerin önü açılmıştır. Yöre halkı güvenlik güçleriyle karşı karşıya getirilmekte, göçe zorlanmaktadır. Yasal süreçler, bilinçli olarak sabote edilmekte, itiraz koşulları kısıtlanmaktadır. Duyurular usulüne uygun yapılmamakta, hukuksuzluğa hukuk kılıfı giydirilmeye çalışılmaktadır. Bu tür uygulamalar, ülke genelinde termik ya da bir başka kaynakla çalışan tüm santrallere karşı toptan bir tepki ve karşı çıkışa neden olmaktadır. İthal kömür ve doğal gaz (% 98'i ithal) santrallerine sınırlama getirilmelidir. Yerel linyit yakabilecek, yerli mühendislik kapasitesiyle tasarımı yapılmış, yerli olanaklarla imal edilmiş, bu sağlanana kadar ise; montajı yerli personel ile yapılmış, yerli personel ile işletilen termik santrallerin sayısının hızla artırılması gereklidir. 35 Türkiye, kendi enerji piyasasına kendi yaürımcısı, imalatçısı, akademisyeni, mühendislik ve müteahhitlik hizmetleriyle sahip çıkmalıdır. Yurtiçi firmalara sağlam yerel mühendislik kadroları ve bu doğrultuda tasarlanmış akademik eğitim programları gerekir. Mevcut yasa ve mevzuatlar çerçevesinde, kamunun bu sektörde yatırım yapma olanağı fiili olarak ortadan kaldırılmıştır. Kamusal planlama, kamusal üretim ve yerli kaynak kullanımını reddeden özelleştirme politikalarmdan vazgeçmeli, kamunun eli kolu bağlamamalı, öncelikle kamu eliyle yatırım yapmanın önü açılmalı ve bunun alt yapısı hazırlanmalıdır. Kamu santrallerinin iyileştirme (rehabilitasyon) yatırımlarına öncelik verilmelidir. Termik santrallerin iyileştirme sürelerini hızlandırıcı teşvikler sağlanmalıdır. ÇED raporları ve EPDK lisans detaylarına ulaşımda, kamuoyunun erişimine kolaylık ve saydamlık sağlanmalıdır. Detaylarda, proje gelişim raporlarında, aylık güncelleme yapılması sağlanmalıdır. EPDK'nm gerçek anlamda özerk bir yapıya kavuşturulması ve bundan sonra da lisans verme sürecinin sağlam esaslara bağlanması zorunludur. Başvuru yapan şirketlerin, teknik ve finansman kapasiteleri ile bu alandaki yeterlilikleri özenle değerlendirilmelidir. Lisans alan şirketlerin yatırım sürecindeki performansları yakmdan kontrol edilmeli, gecikmelere ve/veya ruhsat spekülâsyonuna izin verilmemelidir. ÇED raporu ve EPDK lisans tadilat başvurularında, sonradan yakıt değişimine, özellikle yerli kömürden ithal kömüre geçişe, abartılı kapasite artırımlarına kesinlikle izin verilmemelidir. Termik santrallerin kullanacakları teknolojilerin, çevre dostu ve en yüksek verimle çalışmayı sağlayan teknolojiler olması, kurala bağlanmalıdır. Kojenerasyorı (santralde üretim sürecindeki çevrimden elektrik ve ısınma sağlanması) ve trijenerasyotı (santralde üretim sürecindeki çevrimden elektrik, ısınma ve soğutma sağlanması) uygulamaları teşvik edilmeli, enerjinin 36 gereksiz harcanmasını önleyici tedbir ve teşvik mekanizmaları kurulmalıdır. Ayrıca, tüm santrallerin mevcut sistemle boşa harcanan atık ısısının, en yakındaki kentlerin ve yerleşim birimlerinin elektrik, ısınma ve soğutma sistemlerine entegre edileceği bir alt yapı kurulmalıdır. Bu uygulamaların teşviki ve yapılmaması durumunda da cezai yaptırımı sağlanmalıdır. Kurumlarm yaptığı ikili anlaşmaların ticari sır içeren bazı hükümleri belki kamuoyunun yaygm bilgisine sunulmayabilir ancak hiç bir anlaşma, ülke çıkarlarının üzerinde olamaz. Hiç bir bilgi bir ülkenin kuramlarından, TBMMʹden ve yurttaşlarından saklanamaz. Ülke çıkarlarını ʺkoruma göreviʺ de yalnızca gizlenen anlaşmaları imzalayan kamu görevlilerinin tekelinde olmamalıdır. Yukarıda sırlanan çevre dostu teknolojilere ve verimlilik kriterlerine uygun olmak koşuluyla; temiz yakma teknolojilerini kullanan, karbon tutma ve depolama teknolojileriyle bütünleştirilmiş, ko‐jen ve tri‐ jen uygulamalarıyla tamamlanmış, yüksek verimli termik santraller de inşa edilmeli ve ülkemizin enerji talebinin karşılanmasındaki vazgeçilmez yerlerini almalıdır. 10.CHPʹnin hidroelektrik politikasının temel unsurları nedir? 2013 yılı itibarı ile Türkiye elektrik kurulu gücünün % 34.8ʹi, üretiminin ise % 24.8ʹi hidroelektrikten sağlanmıştır. Ülkemizde genel kabul, yaklaşık 52.500 megawatt/lık (MW) tekrıik‐ ekonomik bir hidroelektrik potansiyeline işaret etmektedir. Bu kabule göre (HES için yıllık ortalama çalışma süresi 3300 saat kabul edilirse) 170 milyar kilowatt‐saatlik bir üretim sağlanabilecektir. Halen bunun 23.073 MWʹı (% 44ʹü) devrededir. (Mayıs 2014 itibarı ile) Devrede olan potansiyelin 16.455 MWʹı (toplam kurulu gücün % 24.9ʹu) barajlı HES, 6.618 MWʹı (% 10) ise akarsu üzerindeki HESTerdendir. İptal edilen lisanslar da dikkate alınırsa, 37 devredeki söz konusu HES potansiyelinin üzerine yaklaşık 19.000 MW'lık HES lisansı daha verilmiş durumdadır. Bu durumda, ülkemizin teknik-ekonomik hidroelektrik potansiyelinin % 44'ü devrede, % 36'sı ise lisans almış durumdadır. Ancak bu lisans verme süreçleri son derece tartışmalıdır. Ekosistemi geri dönülmez biçimde tahrip etme potansiyeli olan, "ÇED'e gerek yoktur" belgeleriyle inşaatı başlatılan ve/veya adeta "kes-yapıştır" yöntemiyle hazırlanan göstermelik ÇED raporlarıyla inşaatlarına olanak sağlanan HES'ler, yöre halkını isyan ettirmektedir. Bu kategorideki inşaatlar, yasal inceleme sonucunda eğer hukuksuzlukları saptanırsa, durdurulacaktır. Kimi çalışmalarda ise 140 milyar kilowatt-saatlik üretim karşılığı olarak, 42.424 MVV'lık kurulu güç potansiyelimiz olduğu benimsenmektedir. Enerji tüketiminin % 72'sini ithal yoluyla karşılayan ve cari açığının tamamına yakını enerji ithalatından kaynaklanan ülkemiz için yerli ve yenilenebilir bir kaynak olan hidroelektrik enerjinin kullanımı, enerjide bağımlılığımızın azaltılabilmesi ve küresel ısınmayı azaltması gibi nedenlerle çok önemli, hatta yaşamsaldır. Ancak, termik santrallerde olduğu santrallerin/regülâtörlerin inşasının da gibi, hidroelektrik olmazsa olmaz ön koşulları vardır. Ülkemizin bu alandaki birikimli kamu kuruluşu olan DSİ, AKP politikalarının bu alana olan yansıması sonucunda, adeta "etkisiz eleman" konumundadır. Bu kuruluşun yapması beklenen havza planlaması fiilen devre dışı bırakılmış, her isteyenin istediği akarsu üzerine, istediği kapasite ve sayıda HES/regülâtör inşa edebildiği, can suyu hesabının ve ÇED'in göstermelik düzeyde kaldığı ve ekosistemi geri dönülmez biçimde tehdit eden bir talan süreci yaşanmaktadır. Bunun sonucunda, HES/regülâtör inşasının söz konusu olduğu hemen her yörede, yöre halkı bu sağlıksız HES politikasına isyan etmekte ve isyan, tüm HES'lere karşı GENEL bir 38 karşı çıkışa dönüşmektedir. Tüm bu etkenleri dikkate alan CHP'nin hidroelektrik politikasının temel unsurlarını ise şöyle sıralayabiliriz: • Mevcut teknolojik ve ekonomik veriler ışığında, Türkiye'nin yıllık 170 milyar (Bazı çalışmalarda 140 milyar) kilovat-saat elektrik üretebilecek bir hidrolik potansiyeli vardır. Bu potansiyelin henüz sadece yüzde 44'ü devreye alınmış durumdadır. Ancak, hidrolik enerji üretiminin planlanması, sadece düşü ve mevcut su potansiyeli üzerinden yapılamaz. • Hidroelektrik santrallerle ilgili planlama sürecinde, havza bütününde; havzanın doğal, kültürel, sosyolojik ve ekonomik değerleri birlikte değerlendirilmesi gerektiği dikkate alınarak; HES'lerde öncelikle doğal su yatağındaki canlıların yaşamlarının bozulmadan devamı için gerekli olan suyun kesintisiz akışının sağlanmasına öncelik tanınacaktır. • Her düşü ve su olan yere, nehir tipi HES yapılması akılcı ve gerçekçi değildir. Havza özelinde, doğal, kültürel, sosyal, ekonomik etkenler de dikkate alınarak, su potansiyelini öncelikli kullanımları belirlenerek, HES'lerin planlanmasına ve yapımındaki önceliğine karar verilecektir. • Hidroelektrik potansiyelimizin, bir yandan enerjideki dışa bağımlılığımızı azaltabilmek amacıyla mümkün olan en yüksek oranda devreye alınabilmesi, diğer yandan ise çevreyi geri dönülmez biçimde tahrip etmeden kullanılabilmesi için CHP'nin atacağı ilk adım, DSİ'yi daha güçlü ve gerçekten özerk bir kurum haline getirmek olacaktır. • Bunu izleyecek ikinci adım ise, akarsularımızın en uygun biçimde devreye alınabilmesi için havza planlamasının DSİ tarafından yapılmasıdır. Havzalardaki su yapıları, birbirinden bağımsızmış gibi ayrı ayrı değerlendirmeye alınmaktadır. Yapılar ayrı ayrı değil birlikte ele alınmalı, ÇED değerlendirmeleri bütünleşik olarak yapılmalı ve kümülâtif 39 çevresel etkiler buna göre belirlendikten sonra HES/regülâtör yatırım kararları verilmelidir. • Bunların ardından, ÇED raporlarının çağdaş ve uluslararası standartlara uygun olarak verilmesi ve nihayet can suyu hesaplarının da benzer biçimde yapılması, denetlenmesi, uygulamayanlara caydırıcı cezai yaptırım getirilmesi adımları gelecektir. ÇED'ler havza bazında bütünleşik olarak yapılmalıdır. 30 Haziran 2011 tarihine kadar neredeyse Türkiye'deki tüm nehirler için HES lisansı verildiği için, yeni getirilen uygulamalar yeterince işlevsel değildir. Bu nedenle lisans almış olsalar dahi tüm hidroelektrik santraller için ÇED raporları istenecektir. • CHP iktidarında, herhangi bir santral için "ÇED'e gerek yoktur " türünden bir görüş verilmesi söz konusu olmayacaktır. Hidroelektrik potansiyelimiz, yalnız ve ancak bu bütünsel yapı içinde ve sürdürülebilir bir enerji politikası anlayışı ile değerlendirilirse, ülke ve toplum yararına bir iş yapılmış olacaktır. Torba "kanunlarla" önü açılan bu anormal süreç, gene yasal yollardan, olması gereken mecrasına dönüştürülecektir. • Lisans verilmiş HES'lerden, kurulu gücü 50 megavatın altında olanlarının sayısı 50 megavatın üzerindekilerin 7 katı, ancak üretim kapasitesi üçte ikisi kadardır. Politikamızın bir diğer önceliği, 50 megavatın üzerindeki santrallere odaklanmak olacaktır. • Sektörde yerli imalatın (özellikle TEMSAN'm güçlendirilmesi ve türbin üretimi) teşviki bir diğer öncelikli alammızdır. • Akarsuların; havayı, tarlaları, insanları görmeden, cebri borularla ve onlarca regülâtörle kısıtlanarak, sadece üç beş yandaşı zengin etmek gibi bir "kaderi" yoktur. Mevcut yanlış ve hukuksuz uygulamalar, HESTere karşı toptan bir tepki 40 yarattığından, enerjide bağımsızlığımızın önünde de engel oluşturmaktadır. • Su değerleri doğru hesaplanmamış olan HES'lerin kurulu güç varsayımları da hatalı olacağından, bu tesislerin öngörülen üretim katkıları da gerçekleşemeyecektir. Bu projelerden bazıları hiç enerji üretemeyecek ya da kayda değer enerji üretemeyerek atıl durumda kalacağından, söz konusu sorunlu projeler elenerek hemen durdurulmalıdır. Su ile ilgili hesaplamaları sadece rapor formatı tamamlamak adına ortaya konan böylesi projelerin, suya bağlı işletme çalışmalarının yanı sıra, taşkın hesaplamaları da doğru olmayacağından, tesis istenen enerjiyi üretemeyeceği gibi, sel ve taşkınların yaşanması da kaçınılmaz olacağından, bu gibi projelerin inşaatlarına izin verilmemelidir. • HES'lere ilişkin denetimler, fizibilite aşamasmdan başlamak üzere inşaat süresince ve işletme sonrasında da devam etmelidir. Denetim, kamusal kaynakları koruma, bilim ve mühendislik gereklerinin yerine getirilip getirilmediği noktasmda yapılmalıdır. • Yöre insanının insani taleplerine ve haklı tepkilerine rağmen, çevreyi geri dönülmez biçimde tahrip eden, su hakkını gasp eden, balıkçılığı yok eden, insanımızı yurdundan eden mevcut çarpık anlayışa derhal son verilecektir. Yargı kararlarının uygulanması mutlaka sağlanacak, yöre halkına rağmen sürdürülen kar odaklı HES inşaatlarına izin verilmeyecektir. • HES'lerin DSİ'nin havza planlaması, bilimsel ÇED raporları ve can suyu hesaplaması ve bırakılması koşullarıyla geliştirilmesi, ülkemizin enerjideki mevcut bağımlılığını azaltabilecek bir husustur. 41 11. CHP'nin nükleer politikasının temel unsurları nedir? • Cumhuriyet Halk Partisi, enerji politikasının temel stratejisi olarak, çağdaş dünyada kullanılan tüm enerji kaynaklarına önyargısız yaklaşmaktadır. Partimiz, istihdamı sağlayacak, işsizliği önleyecek bir oran olarak öngördüğü, yılda ortalama yüzde 7'lik büyümeyi ve sürdürülebilir kalkmmayı sağlayacak bir enerji politikasını hayata geçirmek için, ayrımsız tüm kaynakların kullanımına, bilimin ışığında ve insan odaklı yaklaşmaktadır. • Nükleer enerji de bu kaynaklardan birisidir. Ancak diğer kaynaklarda olduğu gibi, nükleer enerjinin kullanımında da bazı temel hususlar öncelikle değerlendirilmektedir. Enerji üretiminde kullanacağımız kaynakların hangileri olacağma ve oranlarına; güvenilirliğinden maliyetine, çevre için yaratabileceği risklerden yaratacağı istihdama, inşaat ve işletmesindeki yerli imalat payından, yakıtinm (zenginleştirilmiş uranyumun) ithal edilip edilmediğine, yer seçiminden yöre halkının düşüncelerine kadar çok sayıda değerlendirmeyi içeren, bütüncül bir yaklaşımla karar verilmesi gerekmektedir. • CHP bu anlayışla, gelişmiş ülkelerde kullanılan tüm yakıt türlerinin, uygun koşullarda kullanılmasının önemine inanmaktadır. Nükleer de halen (2013 sonu) dünya enerji tüketiminde yüzde 4,4, elektrik tüketiminde ise yüzde 14 payı olan önemli bir kaynak olarak, "potansiyel kaynaklar" ımız içerisinde yer almaktadır. Ancak özellikle Japonya'da yaşanmakta olan (Fukuşima) son felaket, nükleer enerji konusundaki görüşleri kökten değiştirmiş durumdadır. CHP, tüm bu gelişmeleri yakından izlemekte ve ülkemizin kalkınması için vazgeçilmez bir sektör olan enerji sektörüne yönelik politikalarım 42 titizlikle ve sorumlulukla biçimlendirmektedir. CHP Enerji Politikası, statik (durağan) biçimde değil, gelişmeler paralelinde sürekli yenilenerek geliştirilen bir özellik taşımaktadır. • Nükleer enerji konusundaki en önemli eleştiriler; • İlk yatırım maliyetleri başta olmak üzere, toplam maliyetlerinin (işletme, söküm, nihai atık, vb.) çok yüksek olması, • Başlangıçta öngörülen inşaat sürelerinin hiçbir zaman tutturulamaması bunun da maliyetlerin, öne sürülenden çok daha yüksek olmasına neden olması, • Söküm maliyetlerinin ve atık yönetme maliyetlerinin çok yüksek olması, • Nükleer yakıtların kullanıldıktan sonra silah yapımında kullanılabilme riskinin istikrar ve barışı tehdit etmesi, • Nükleer yakıtların depolanmasının güvenilir ABD dâhil bir şekilde hiçbir nihai ülkede çözümlenememiş olması başlıkları altmda sıralanabilir. • CHP, nükleer teknolojide en yüksek güvenlik kıstaslarını gözeterek; işletme güvenliğinin artacağı, maliyetlerinin düşeceği öne sürülen yeni kuşak reaktörlere odaklanan ve teknoloji transferini içeren yatırımları, enerji politikasının gündemine almıştır. Bu temel hedef doğrultusunda da çalışmalarımız ve değerlendirmelerimiz sürdürülmektedir. Hemen belirtmemiz gerekir ki, bu beklentiler konusunda da maliyetlerin, öngörülenden çok daha yüksek olacağını öne süren farklı görüşler de vardır. Örneğin ABD-Maryland' deki Enerji ve Çevre Araştırma Enstitüsü (The Institute for Energy and Environmental Research), maliyeti, kilowat-saat başına 10-17 dolar sent olarak açıklarken, Nükleer Bilgi ve Kaynak Servisi (Nuclear Information and Resource Service-NIRS), maliyetlerin 20 dolar sente yakın olacağını öne sürmektedir. 43 • Nükleeri "gözü kapalı" savunanlar, her reaktör inşaatı kararından sonra, "geçmiş kazalardan ders alındığını ve bu defa en ileri teknolojinin kullanıldığını" öne sürerek, savunma yapmaktadırlar. Oysa daha önce Three Mile Island, Çemobil, Tokaimura, Mihama ve Fukuşima gibi santrallerde yaşanan kazalar da oluştukları ana kadar, "en yüksek güvenlik içerdiği" öne sürülen sistemlerde meydana gelmiştir. Ancak, daha önce belirttiğimiz gibi, nükleer kazaların sonuçları, "tüp gaz patlaması" ya da "köprü çökmesi" gibi anlamsız örneklerle kıyaslanamayacak kadar ciddi boyutlar taşımaktadır. Japonya-Fukuşima'da yaşanan son felaket ise, nükleer konusundaki görüşlerin kökten gözden geçirilmesine yol açmıştır. Zaman ilerledikçe, radyasyon seviyesi konusunda çok daha yüksek düzey ve risk açıklamaları gelmektedir. Fukuşima çevresinde balıkçılık yasaklanmış, toprak ve süt, su, sebzeler radyasyonla kirlenmiştir. Kirlilik; akıntı ve balıklar vasıtasıyla ABD sahillerine kadar ulaşmış durumdadır. Nükleeri savunanlar, bunlardan nedense söz etmemektedirler. • Fukuşima felaketinin gerçekleştiği dönemde Japonya Başbakanı olan Naoto Kan başlangıçta felaketin boyutunu küçültme çabası içine girmiştir. Ancak daha sonra felaketin yol açtığı sorunları ve ülkesi için yarattığı riski görerek, enerji politikasında köklü değişikliğe (nükleer dışı bir enerji politikası) gitme kararını açıklamak zorunda kalmıştır. Naoto Kan, santrali işleten TEPCO üst yöneticisi Shimizu'yu suçlayarak, "Bana hiçbir zaman hiçbir şeyi açıkça anlatmadı" demektedir. Bu tavır değişikliğini de "Eğer bu ve olası kazalar, Japonya topraklarının yarısını kullanılmaz hale getirme riski taşıyorsa, bu riski almamız mümkün değildir" sözleriyle açıklamaya çalışmıştır. Fukuşima felaketi sonrasında, başta Japonya ve Almanya gibi ülkelerde nükleer enerjinin 44 kademeli olarak devre dışı bırakılacağı açıklanırken, ülkemizde adeta inatla 3 yeni santral (Mersin Akkuyu, Sinop, İğneada) inşasına yönelik süreçler devam etmektedir. • Avrupa'da birçok ülke daha önceden, bazılarıysa Fukuşima sonrasında, nükleer enerjiden vazgeçtiler. Daha önce reaktörü olmayan ya da yeni nükleer reaktör inşasını yasaklayan ülkeler arasında Avusturya, Danimarka, Yunanistan, İtalya, İrlanda ve Norveç sayılabilir. Belçika, Almanya, İspanya ve İsveç, yeni nükleer santral inşa etmeme, var olanları ise devre dışı bırakma kararı aldılar. • Sadece devletler değil, nükleerden para kazanan şirketler de nükleerden vazgeçme kararı aldılar. Fukuşima öncesinde, Rus Rosatom'la, 2030 yılma kadar 400 nükleer reaktör kurmak için anlaşma imzalamış olan Alman enerji devi Siemens, felaketten sonra, "nükleer enerji sayfasını kapadığını ve Siemens için bundan böyle asrın projesinin, yenilenebilir enerjiye dönüş" olduğunu açıkladı. • AB'deki tüm mevcut reaktörler, stres testlerine (deprem, sel, minimum sismik tehlike seviyesi, ciddi kazalarla mücadele ekipmanı, elektrik kesintisi, vb.) tabi tutuldu. Reaktörlerin büyük kısmı, bu testlerin bir ya da birkaçından "geçersiz" not aldılar. Sadece bu reaktörlerin "daha güvenli" hale getirilmelerinin maliyeti 25 milyar Euro olarak açıklandı. • Ülkemizde ise, yer seçiminden ÇED sürecinin ciddiyetsizliğine, ihalesiz anlaşmadan, hiç denenmemiş reaktör seçimine kadar çok sayıda sorun barındıran bir nükleer maceranın, politika olarak kabul edilmesi mümkün değildir. • Ayrıca, başta Akkuyu'da çerçevesinde; santralin Ruslarla yürütülen inşasının, yakıt anlaşma temininin, işletmesinin, hatta atık yakıt yönetiminin % 100 Ruslar'a verildiği bir nükleer süreç, ülkemizi bu ülkeye bağımlı hale 45 getireceğinden dolayı ilave sakıncalar taşımaktadır. Nihai atık sorununun nasıl çözümleneceği belirsizdir. Rusya'da bile işletmeye alınmamış bir reaktör tipinin (VVER 1200) seçilmesi ayrı bir tehdittir. Ve bu büyük risk, sadece bugün yaşayanları değil, gelecektekileri de tehdit etmektedir. Benzer sakmca, gene dünyanın hiçbir ülkesinde henüz çalışmadığı için işletme performansı bilinmeyen ve Fransız Güvenlik Kurumu ASN'den güvenlik lisansı almamış bir reaktör tipi (ATMEA 1) olması hususu dikkate almdığmda, Sinop için düşünülen reaktör için de söz konusudur. • CHP konuya, bu sakıncaları ciddiye alan evrensel bir sorumlulukla ve sadece günümüzü değil, gelecekteki kuşaklan da düşünmeyi görev bilen bir duyarlılıkla yanaşmaktadır. CHP, ulusal bir strateji dâhilinde; maliyetlerinin düşeceği, işletme güvenliğinin artacağı öne sürülen yeni kuşak (4. Kuşak) nükleer reaktörlere odaklı; teknoloji üretiminden atık yönetimine kadar her aşamada söz sahibi olacağımız bir nükleer politika dâhilinde; nükleeri enerjiyi de enerji tüketim profilimiz içinde potansiyel bir kaynak olarak değerlendirmekte ve gündeminde tutmaktadır. • Nihai atık sorunu da dâhil, bugünü olduğu kadar gelecek kuşakları da gözeten bir sorumluluk anlayışı ile yalnız ve ancak sıraladığımız yaşamsal kaygılanmızın giderileceği koşullarda, nükleer enerji de tüketim profilimizde yer alması düşünülebilir. Ancak CHP, bu sorunlann çözümlenmediği koşullarda; teknolojisini başkalarının ürettiği, dışa bağımlılığımızı arttıracak, gelecek nesiller de dâhil olmak üzere, insanımızı ve doğayı onulmaz yaşamsal tehditlerle karşı karşıya bırakacak bir nükleer santralı, ne Akkuyu'da, ne Sinop'ta, ne İğneada'da, ne de bir başka yerleşkemizde inşa etmeyi uygun görmemektedir. 46 • Daha önce ayrıntılı olarak belirttiğimiz gibi, bunca sorunu olan nükleeri devreye almadan önce, devreye alınabilecek çok zengin yerli kaynaklarımız mevcuttur. • Temel politika, enerjinin daha verimli ve akılcı kullanıldığı, kayıp ve kaçaklarm en düşük orana geriletildiği, yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızın mümkün olan en yüksek oranda devreye almdığı ve yerli imalatm, yerli mühendislik ve istihdamın esas alındığı; ulusal çıkar ve kamu yararı odaklı bir politikadır. 12. CHP'nin diğer (hidroelektrik dışında kalan) yenilenebilir kaynaklara yönelik politikasının temel unsurları nedir? Türkiye, yıllardan beri iddia edilenin aksine, gereksiniminin önemli bölümünü karşılayabilecek, zengin yerli ve yenilenebilir kaynaklara sahiptir. Bu kaynaklarımızın, yerli ve yenilenebilir nitelikleri; hem dışa bağımlılığımızı azaltacak hem de çok daha temiz ve sürekli yenilenebilen kaynaklar olmaları nedeniyle, stratejik önem arz etmektedir. Yenilenebilir kaynaklarımız, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesine ve böylelikle enerji güvenliğinin arttırılmasına katkı sağladıkları, enerjide ithalat bağımlılığının azaltılmasına hizmet ettikleri, iklim değişikliği ile mücadeleye olumlu etki ettikleri, istihdam yarattıkları, yerel ve bölgesel gelişmeye katkı sağlama özellikleri nedeniyle, teşvik edilmeli ve enerji tüketimi içindeki payları arttırılmalıdır. Mevcut teknik ve ekonomik veriler çerçevesinde; rüzgârdan 100 milyar kilovat-saat, güneşten 380 milyar kilovat-saat, biyogazdan 35 milyar kilovat-saat, jeotermalden yaklaşık 16 milyar kilovat-saat olmak üzere, hidroelektrik dışındaki yenilenebilir kaynaklarımızdan toplam 531 milyar kilovat-saat elektrik üretilmesi mümkündür. Bu büyük potansiyel, makine ekipmanının 47 yerli imalatıyla bütünleştirilerek, en yüksek oranda mutlaka devreye alınacaktır. Rüzgâr: Ülkemizin 7metre/saniye - 9 metre/saniye arası (iyi, harika, mükemmel sınıflan) rüzgârdan elektrik elde edebilme potansiyeli, yaklaşık 48.000 mw olarak belirlenmiştir. Bu kurulu gücün karşılığı, yıllık yaklaşık 120 milyar kw-saattir. Buna karşın 2014 yılı Mayıs sonunda devreye alınabilen rüzgâr kurulu gücü 3.162 MW'tır. 978 MW kapasitesinde RES'in ise inşaatı devam etmektedir. Lisans almış ya da lisans alma sürecindeki projeler de dikkate alındığında, toplam potansiyelin % 75'inin hala beklemekte olduğu görülmektedir. EPDK, rüzgâr santralleri inşasına yönelik lisans verme işlemlerini; teknik ve finansal yeterlilik kriterlerini dikkate almadan ve bir günlük süre içinde yaparak, sektörde bir kaosa yol açmıştır. Bu süreçte yatırım maliyetleri artmış ve yatırımlar güdük kalmıştır. CHP iktidarında bu çarpıklığa, yeni yasal düzenlemelerle son verilecektir. Rüzgâr potansiyelimizin hızla devreye alınabilmesi sürecinde en önemli ayaklardan biri de kanat, türbin, kule gibi temel akşamın yerli üretiminin kademeli olarak da olsa sağlanmasıdır. Ülkemizde bazı türbin markalarının, kule ve kanat gibi bileşenleri, halen kısıtlı olsa da üretilebilmektedir. Bu tür üretim tesisleri kısa sürede kurulabilmekteyse de "nasel" ve jeneratör gibi bileşenlerin yerli üretimi büyük yatırım tutarları içermekte; sadece fabrikanın kurulması ve yapılacak üretimin sertifikalanması için bile en az iki yıllık bir süre gerekmektedir. Sanayinin gelişmesi ve belli bir olgunluğa ulaşabilmesi için yerli üretime yönelik desteğin, hem bileşen üretimi hem de özgün tasarımlı yerli türbin gelişimi için bu desteğin, belirlenmiş hedeflere yönelik olarak uzun vadeli planlanması sağlanacaktır. 48 CHP, rüzgârdaki 120 milyar kilovat-saatlik elektrik üretim potansiyelinin, pratikte mümkün olan tüm kapasitesini 2023'e kadar devreye almayı hedeflemektedir. Bu hedefe erişebilmek için; • Yerli imalata verilen teşviklerin, sektörün talebi doğrultusunda uygulanabilir hale getirilmesi, • Teşviklerden yararlanmak için (yukarıda sıralanan veri ve gerekçeler doğrultusunda) kanunda belirlenmiş 2015 yılı sınırlamasının, mevcut sorunlar dikkate alınarak ertelenmesi, • TEİAŞ'ın havza planlaması çalışmalarını hızla tamamlaması ve askeri tesislerle ilgili kısıtlamaların makul biçimde çözümlenmesi temel politika tercihlerimiz olacaktır. Güneş: Ülkemizin en zengin enerji kaynaklarının başında güneş gelmektedir. Otuz sekiz buçuk' uncu paralel ve onun altmda kalan sahalarımızın tamamı (yaklaşık 11,000 kilometrekare), güneşten elektrik elde edilmesine uygun sahalardır. Büyük ölçekli güneş enerjisi santrallarmdan elektrik üretimi uygulamaları henüz bulunmayan Türkiye'nin, yılda 380 milyar kilovatsaat elektrik üretebilecek (yaklaşık 270,000 megavat kurulu güce karşılık) bir güneş enerjisi potansiyeli bulunduğu hesaplanmaktadır. Bahçe-çatı türü uygulamaların da ilavesiyle bu rakam toplamda 400 milyar kilovat-saate erişebilecektir. Sadece bu miktar, Türkiye'nin 2013 yılı elektrik tüketiminin 1,7 katına eşittir. Mevcut kanunda "31.5.2015 tarihine kadar işletmeye girecek güneş santrallerinin yurt içinde gerçekleşecek imalatına ödenecek yerli katkı ilavesi konusunda öngörülen beş yıllık süre" oldukça kısadır. CHP iktidarında, sanayinin gelişmesi ve belli bir olgunluğa ulaşabilmesi için; • Yerli üretime yönelik desteğin hem bileşen üretimi, hem de özgün tasarım yerli ürün gelişimi için bu desteğin belirlenmiş hedeflere yönelik ve uzun vadeli olarak planlanması gerçekleştirilecektir. 49 • Yerli üretimin özendirilmesi açısından, yerli üretim katkısıyla ödenecek ek tarifenin (Kanun'da Cetvel-2) akşamın tamamının yerli olarak sağlanması halinde ödenmesi yerine, kadem eli geçiş yapılacak şekilde değişiklik yapılacaktır. • Yerli güneş endüstrisinin (Fotovoltaik/Odaklayıcı) gelişimini doğrudan destekleyecek ve yerli imalat endüstrisinin üretimi için uygun ortam yaratacak (Örneğin: yerli işgücüne ödenen ücretlere vergi kredisi veya muafiyetleri, güneş teknolojisi alıcı ve satıcılarına uygulanacak KDV ve/veya gelir vergisi indirimleri, AR-GE destekleri, yerli üretilecek türbinlerin kalite ve güvenilirliğini teşvik edecek test ve sertifikasyon programları, vb.) ilâve destekler sağlanacaktır. Tarım arazileri ve güneş santrallerinin ortak özelliği, her ikisinin de büyük, eğimi az ve güneş alan arazilere ihtiyaç duyulmasıdır. Güneş enerjisi maliyetlerinde son yıllarda hızla düşen maliyetler nedeniyle, son yıllarda bu tesisler başta ABD, Avrupa ve Çin olmak üzere hızla yaygınlaşmaktadır. Benzer bir büyümenin ülkemizde de yaşanması halinde tarım alanları hızla tehdit altına girebilecektir. Bu nedenle, bu tesislerin planlanması konusunda, azami dikkat gösterilecektir. Meslek odalarının yaptığı çalışmalar, tarım arazilerinin dışında kalan, yeterince uygun eğimli ve güneş alan potansiyel saha olduğunu göstermektedir. Ortaya konulan yaklaşık 400 milyar kilovat-saatlik elektrik üretim potansiyeli, tarım arazileriyle çakışmayan alanların potansiyelidir. Biyogaz: Türkiye'nin hayvansal atıklara dayalı biyogaz potansiyeli, TUBİTAK-MAM tarafından 1,8 milyon ton petrol eşdeğeri (TEP) olarak hesaplanmaktadır. Bu değer 21 milyar kw-saatlik üretim ve 2.400 mw kurulu güce karşılık gelmektedir. Belediye atıkları, enerji bitkileri, organik sanayi atıkları gibi hammaddelerle birlikte, Türkiye'nin biyogaz potansiyelinin en az 35 milyar kw-saat (4.000 mw) olduğu değerlendirilmektedir. Yasaya göre biyo-kütleden elde 50 edilen elektrik, 10 yıl süreyle 13,3 sentten alım garantisine sahiptir. Bu değer, yatırımcının beklentisinden az olduğu için hızla gelişme potansiyeli olan sektörde beklenen büyüme, ne yazık ki gerçekleşememiştir. Biyogaza yönelik teşvikler, ülke gerçekleri doğrultusunda, yeniden değerlendirilecektir. Biyoetanol ve biyodizel üretimleri de benzin tüketimimizi ve dolayısıyla dışa bağımlılığımızı azaltacak, çevre kirliliği oranını düşürecek önemli ekonomik ve çevresel değerlerdir. Bu değerlerine uygun teşvik politikalarıyla ve kademeli olarak artacak katkı payları ile daha yüksek oranlarda devreye alınmaları sağlanacaktır. 13.CHP'nin enerji verimliliğine yönelik politikasının temel unsurları nedir? Enerji verimliliği, harcanan her birim enerjinin daha fazla hizmet ve ürüne dönüşmesidir. Üretim noktasından tüketime kadar her noktada enerji verimliliğini arttırmak üzere birçok imkân ve teknoloji bulunmaktadır. Tasarruf edilen enerji; • Küçük ölçekli, ancak toplamda oldukça önemli olarak değerlendirilebilecek oran ve miktarda, • Birçok noktadan aynı anda hızla geri kazanılabilecek, • Daha küçük boyutlu çok sayıda yatırımcıya yayılmış yatırımlarla elde edilebilecek bir enerji kaynağıdır. Türkiye'de enerji politikasına şimdiye kadar büyük oranda enerji arzı cephesinden yaklaşılmıştır. Bu doğrultuda, sürekli olarak "talebin hızla büyüdüğü" öne sürülerek, sadece büyümekte olan talebin karşılanmasına çalışılmış ve bu süreçte enerji verimliliğine, arz cephesine oranla görece düşük öncelik verilmiştir. Türkiye, birincil enerji kıyaslandığında; yoğunluğu "enerji açısından, yoğun bir gelişmiş ekonomi" ülkelerle olarak değerlendirilmektedir. Enerji verimliliği konusunda çok söz edilmesine, strateji belgeleri yayınlanmasına karşın; Avrupa'da 1978-2008 döneminde enerji yoğunluğu değeri yüzde 30'un üzerinde düşerken, Türkiye'nin 51 değeri, aynı dönemde fazla değişim göstermemiştir. Diğer taraftan, nihai kullanım enerji verimliliğinin daha net olarak bir karşılaştırması için, mukayesenin GSYH Satın Alma Gücü Paritesi (SAGP) bazı ile nihai enerji tüketim rakamları arasında yapılması gerekmektedir. 2012 yılı için Türkiye enerji tüketiminin enerji yoğunluğu, 3 misli kişi başı milli gelire sahip gelişmiş ülkelerden (ya da OECD ortalamasından), SAGP kıyaslamasıyla hâlâ yüzde 30 daha yüksektir. Daha yalın bir ifadeyle Türkiye, birim gayri safi milli hâsıla yaratabilmek için OECD ülkelerinden % 30 daha fazla enerji harcamaktadır. Sanayi ve bina sektörleri enerji verimliliği (EV) iyileştirmesi için en fazla "olanak" sunan sektörlerdir. Ayrıca sektörler arasında potansiyel enerji verimliliği kazancında farklılıklar olmasına rağmen, sanayi sektöründeki büyük miktardaki enerji tüketimi, bu sektörü EV yatırımlarının teşviki için, hedef sektör haline getirmektedir. Bugüne dek hemen hiç iyileştirme yapılmadığı için, eski binalarda daha yüksek oranda verimlilik kazancı sağlama potansiyeli mevcuttur. Yeni binaların tabii olacağı bugün geçerli olan standartları belirleyen yönetmeliklerin öngördüğü şartlar, Avrupa'da benzer derece-gün şartlarına sahip ülkelere kıyasla yüzde 30 daha verimsizdir. 2000 yılı öncesinde yapılmış binalar bugünkü yönetmeliklere göre iki misli enerji harcamaktadır. Bina mevzuatında önemli bazı revizyonlar yapılmış; "Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği" çıkarılmış ve etiketleme yönetmelikleri yürürlüğe konmuş olmasına rağmen, mevcut enerji verimi düşük bina stoku ve buzdolabı, klima, kazan gibi kurulu cihazlar henüz elde edilmemiş büyük bir EV potansiyeli sunmaktadır. Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlığı Strateji Belgesindeki hedeflerin çoğu gerçekçi olmaktan uzaktır. Zira gerek hedefler afakidir ve gerekse söz konusu hedeflere hangi mevcut seviyeden varılacağına dair mevcut referans değerleri ölçülmemiş durumdadır. Strateji Belgesinde belirlenen "Sorumlu Bakanlık", "İşbirliği Yapılacak 52 Kuruluş" gibi tanımların karşısına yazılmış bulunan bakanlık ya da kuruluşlar, çoğunlukla konunun gerçek muhatapları değillerdir. Aslında, halka enerji verimliliğini benimsetme ve binalarda ve şehir içi ulaşımda etkin önlemlerin alınması konusunda yerel yönetimler kilit konumdadır; daha doğrusu olmalıdır. Buna karşın Enerji Verimliliği Kanunu'nda, geçmemektedir. belediyelerin Milyarlarca neredeyse adı bile dolarlık yatırımı kimin/kimlerin üstleneceği ya da yaptırımlar belirsizdir. Hedeflerin çoğu, kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur. Kaldı ki birçok hedefin; mevcut durum sayısal olarak tespit edilmeden ve 11 yıl gibi kısa sürede yapılabilirliği, kurumsal kapasite ve bütçe açısından irdelenmeden belgeye yerleştirildiği görülmektedir. Bu stratejiyi yürütecek olan Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİE) kapatılmıştır. Yeni tesis edilen Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü'nün ağırlıklı işlevi, enerji arzı yönündeki etkinliği güçlendirilecek şekilde oluşturulmamış; enerji verimliği uygulamaları ve talep tarafındaki işlevi ise daraltılmıştır. Oysa, özellikle bina sektöründeki 8 milyonu aşkın binanın enerji tüketimini yarı yarıya azaltacak kapsamlı bir rehabilitasyon hareketine ihtiyaç vardır. Bu girişimin yüz binlerce iş yaratabilme potansiyeline de sahip olabileceği yurt dışındaki birçok uygulamadan çıkan sonuçlarla ispatlanmıştır. Kamu sektörü enerji verimliliği konusunda örnek olmalıdır. Kanunla belirtilmiş olmasına rağmen kamu kuruluşları öngörülen zamanda enerji etütlerini tamamlayamamışür. Kamu saün almalarında ve kiralamalarında binalarda enerji verimliliğine, yüksek enerji verimi olan araçlara, malzemelere ve ekipmanlara öncelik verilmelidir. Oysa halen bunun tam tersi bir süreç yaşanmaktadır. AB de 2018'de, yeni yapılacak kamu binalarının ve 2020'de de diğer yeni yapılacak binaların "sıfır" emisyonlu (salimli) olması öngörülmektedir. ABD'de de yenilenebilir enerji üretimiyle enerji tüketimi toplamı sıfır olan, Sıfır Enerji Binaları (ZEB -Zero Energy 53 Buildings) programı kapsamında, 2020 yılına kadar sıfır-enerji binalarına ulaşılması hedeflenmektedir. Türkiye'de de benzer, ancak gerçekçi hedefler belirlenmelidir. Elektrik enerjisi, üretimi süreci gereğince en büyük kaybın olduğu alandır. Üretimdeki kayıplar % 58 olarak belirlenmiştir. Santral iç kullanımında % 2, İletim ve dağıtımda % 8, kullanımda % 14 olmak üzere, toplam kayıplar % 82 seviyesindedir. Bu "savurganlık" sürdürülebilir değildir ve mutlaka azaltılmalıdır. Konvansiyonel sistem verimlerini yüzde 90 ve üzeri değerlere kadar yükseltebilen kojenerasyon (elektrikle birlikte üretilen buharı da kullanan) ve trijenerasyon (elektrikle birlikte, ısıtma ve soğutmanın birlikte sağlanması) sistemleriyle elektrik, ısınma ve soğutma işlevlerinin yurt çapında yaygınlaştırılması, çok önemli etkiler yaratacak önlemlerdir. Benzer biçimde, santral ve sanayi atık ısılarının atıl bırakılmak ve çevreyi kirletmek yerine, bölge ısıtmasında kullanılmaları son derece çağdaş ve akılcı uygulamalardır ve bu nedenle mutlaka yaygmlaştırılmalıdır. Bu amaçla yapılacak yatırımlar teşvik edilecek, boşa harcanan enerji içinse yaptırım getirilmesi de bir diğer politika uygulaması olacaktır. Türkiye sanayi sektörlerinde ortalama enerji tasarrufu potansiyelinin en az %20 civarmda olduğunu hesaplanmaktadır (EİE). Alt sektörler içinde en yüksek tasarruf potansiyeli sırasıyla; tekstil, gıda, ana metal ve kâğıt alt sektörlerindedir. Ülkemizde nihai sektörlerdeki tüketilen petrolün %53'ünden sorumlu olan ulaştırma sektöründe; başta yakıt verimliliği yüksek taşıtlar olmak üzere, trafik düzenlemelerinde toplu taşımacılığa ve raylı sistemlere ağırlık verilmesinden, karayolundan deniz ve demir yolu taşıma/ulaşım sistemlerine geçişe kadar çok geniş bir yelpazede enerji verimliliği önlemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu şekilde ülkemizin petrol bağımlılığı (halen % 93) azaltılabilir ve karbon salımları düşürülebilir. 54 Sadece bina ve sanayi sektörlerinde ve 2020 yılma kadar yapılabilecek iyileştirmelerle, 58 milyar kw-saatlik bir tasarruf sağlanabilecektir. Enerji verimliliği (EV), ülkemizin en önemli "enerji kaynak"lanndandır. Ancak mevcut (referans) veriler sağlıklı olmadığından, geleceğe yönelik koyulan hedefler gerçekçi ve inandırıcı değildir. Bu nedenle CHP iktidarında, öncelikle enerji yoğunluğundaki yeniden mevcut hesaplanacak durumumuz, ve referans bilimsel veriler yöntemlerle sağlıklı olarak belirlenecektir. Bunun ardından, dünya uygulamaları ve ülke gerçekleri ışığında, gerçekçi hedefler belirlenecektir. Bu hedeflere ulaşmada sorumlu kurum ve kuruluşların, devletin, özel sektörün ve vatandaşın ne oranda katkı yapması gerektiği; ticari çıkarlara göre değil, ulusal çıkarlarımıza ve kamu yararına uygun olarak saptanacaktır. Teşvik mekanizmaları ve miktarları, gene bu ilkeler doğrultusunda belirlenecektir. Bu yaşamsal alanda ulusal bir bilinç oluşturulması için, göstermelik ve birkaç şirketin nemalanmasma değil, orta ve uzun vadeli ülke çıkarlarına odaklı bir eğitim seferberliği başlatılacaktır. EV eğitimi ve sertifikası verecek kurum ve kuruluşların önündeki bürokratik engeller kaldırılacaktır. 14. CHP'nin yerli linyitlerimize yönelik politikasının temel unsurları nedir? Yerli linyitlerimizin ısıl değerleri görece düşük, kükürt oranları ise yüksektir. Bu nedenlerle de kimileri tarafından küçümsenmekte kimilerince de çevreye vereceği zarar nedeniyle üzeri çizilmektedir. Diğer yandan, bugüne kadar inşa edilen santrallerin önemli bölümü eski teknolojilere dayandığından ya da ticari kaygılarla, çevre için gereken yatırımlar yapılmadığından (uygun baca, filtre sistemi, uygun teknoloji, vb.) ciddi çevre kirliliği yaratmakta ve gerek insan sağlığını ve gerekse doğayı tehdit etmektedirler. Bu nedenlerle de başta yöre insanı olmak üzere toplumda, bu tür santraller üzerinden kömür 55 santrallerine ve giderek tüm termik santrallere yönelik haklı bir tepki oluşmaktadır. Buna karşın, ülke ekonomisi, dışa bağımlılığın azaltılması ve istihdam açısından çok önemli bir değer ve işlevi olan yerli linyitlerimizin daha temiz ve çevreye duyarlı teknolojilerle devreye alınabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu kaynaklarımızın enerjideki bağımlılığımızı azaltmak, istihdam ve katma değer sağlayabilmek amaçlarıyla gereğince değerlendirilebilmesi için; • Sağlıklı rezerv tespiti, • Kömür madenciliği planlaması, • Santrallar için doğru yer seçimi, yerleşim planlaması ve imar düzenlemelerinin yapılması, • Uygun santral tasarımı/tesisi ve işletilmesi, • Üretilecek elektriğin ulusal iletim şebekesine aktarılması vb. tüm uygulamaların makro ölçekte kurgulanmasını, planlanmasını ve ilgili ve yetkili kamu kuruluşları eliyle gerçekleştirilmesini öngören bir Kömür Master Planı; Enerji ve Kalkınma Bakanlıklarının koordinasyonunda ve ilgili tüm kuruluşların katkılarıyla hazırlanmalıdır. Türkiye'nin kömür rezervi, 1,3 milyar tonu taşkömürü ve 13,9 milyar tonu ise linyit olmak üzere toplam 15,2 milyar ton olarak kabul edilmektedir. Bu miktarın yaklaşık 8,5 milyar tonunun elektrik üretim amacıyla kullanılma potansiyeli taşıdığı söylenebilir. Yaklaşık 2 milyar tonunun mevcut santrallar için kullanılacağı dikkate alındığında, yeni santrallar için kalan potansiyelin yaklaşık 5,5 milyar ton olabileceği değerlendirilmektedir. 2013 yılı itibarı ile linyit rezervlerinin %56'sı EÜAŞ, %19'u TKİ, %13'ü MTA ve %12'si ise özel sektör elindedir. Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ)’m linyit rezervleri toplamı 7,8 milyar ton 56 olurken, Türkiye Kömür İşletmeleri(TKİ) 2,6, MTA 1,8 ve özel sektör 1,7 milyar tonluk kömür rezervine sahiptir. EÜAŞ'm linyit yakıtlı termik santrallerinin maden sahalarıyla birlikte özelleştirilmesiyle, EÜAŞ ve kamu elindeki kaynakların payı daha da azalacaktır. Yerli kömüre dayalı ilave edilebilecek elektrik üretim potansiyelimiz yaklaşık 110 milyar kw-saatttir. Yerli kömüre dayalı santrallerin devreye alınmasına öncelik verilmesi halinde, bir yandan halen birincil enerjide % 72, elektrikte % 58 dışa bağımlı olan ülkemizin, bu bağımlılığının azaltılması, diğer yandan önemli tasarruf ve istihdam sağlanması söz konusu olacaktır. Söz konusu istihdam, sadece kömür santrallerinde çalışacak personelle sınırlı değildir. Bu santrallere yerli kömür üreten kömür madenlerinde de önemli oranda istihdam sağlanmış olacaktır. Meslek Odalarinm yaptığı çalışmalara göre, yerli kömürle üretim yapan santraller, doğal gaz santrallerine göre yaklaşık 15 kat, nükleer santrallere göre 8 kat daha fazla istihdam sağlayabilecektir. Bunun da ötesinde, yerli linyitle çalışacak santrallerimizin üreteceği elektriğin maliyeti, elektrik piyasa fiyatına kıyasla çok düşük ve avantajlıdır. Yerli linyit, ithal kömür ve doğal gaza oranla çok daha ucuz bir kaynaktır ve dışa bağımlılığımız söz konusu değildir. Enerji arz güvenliğimiz açısından, yerli kömürlerimizin (taş kömürü ve linyit) bu özelliği, yaşamsal değerdedir. Linyitlerimizin büyük bölümü (Soma, Tunçbilek, Çan, Gediz gibi) "kolay yıkanabilir" özelliktedir. Yapılacak "zenginleştirme" işlemleriyle, linyitlerimizin kül içerikleri, organik olmayan kükürt içerikleri, birim ısıl değer başına kullanım maliyetleri, verilen ısı kaybı için tüketilecek kömür miktarı azalacak ve salım (emisyon) miktarı da buna bağlı olarak düşecektir. 2023 yılında, kömür rezervlerine dayalı santrallarm %86'sı bile devreye alınabilirse, yılda üretilecek 100 milyar kw-saat elektrikle, (Bakanlığın talep senaryolarına göre) toplam talebin yaklaşık %25'i karşılanabilecektir. Yerli kömürlerimize dayalı üretilebilecek en az 57 100 milyar kw-saat elektriğin, 2023'de devreye girmesi halinde, toplam talebin 400 milyar kw-saat civarında olacağı öngörüsüne göre, % 25 oranındaki bu katkı sayesinde daha ucuz elektrik üretileceği ve görülmektedir. bağımlılığımızı Ayrıca azaltacak gelecekte doğalgaz etkisinin olacağı ve kömür ithal fiyatlarının daha da artacağı öngörülmektedir. Yerli kömür rezervlerine dayalı santrallerin, çevre dostu ve verimli teknolojilerle devreye alınmasıyla; en basit malzemeden, santral inşasına kadar sağlayacaktır. entegre CHP (bütünleşik) iktidarında, sanayinin ülkemizdeki gelişmesini kömürlerin özelliklerine uygun, termik verimi yüksek santrallerin yapılabilmesi için, pilot seviyede yerli teknolojilerin geliştirilmesi amacıyla, devlet ve özel sektör tarafından kurulacak AR-GE yapılanmalarında, başarılı mühendislerin çalışmasını özendirecek ücret ve çalışma koşulları sağlanacaktır. Ülke sanayisinin gelişmesini ve katma değerin arttırılması amacıyla, santral ve kömür madenciliğinde kullanılan iş makinelerinde yerli üretimi özendirici teşvikler verilecektir. Ayrıca bu tür iş makinelerine ülkedeki diğer sektörlerin de her zaman gereksiniminin olacağı değerlendirilmektedir. Yerli kömürün değerlendirilmesi için yapılacak madencilik yatırımları da ayrı bir istihdam kaynağı olacaktır. Sivas Kangal'dan Afşin Elbistan'a (G. Doğu) uzanan, oradan Tufanbeyli'ye (G. Batı) varan, Tufanbeyli'den Konya Ilgın ve Karapınar'a ulaşan bir coğrafyada, milyarlarca ton kömürün çıkarılması, yurt içinde tasarlanacak ve imal edilecek santrallarda elektrik üretimi için yakılması, katılımcı bir tasarımla ve bir toplumsal kalkınma projesi olarak kurgulanıp uygulanacaktır. Böylelikle, yüz binlerce vatandaşımıza iş olanağı yaratılacak ve yaratılan istihdamın ve yapılacak üretimin çarpan etkisiyle, ulusal gelirin ciddi bir şekilde artması sağlanacaktır. Bu süreçte, yaratılacak istihdama ek olarak, yatırım yapılacak bölgelerdeki toplumsal ve kültürel kalkınma, sanayinin gelişimi, kırdan kente göçün önlenmesi, işgücünün 58 niteliğinin artması ve üretici güçlerin gelişmesi mümkün olabilecektir. Mevcut kömür santrallerimizin neden olduğu hava kirliliği olgusunun çeşitli nedenleri vardır. Başta belirtilen "ticari kaygılar" a ek olarak; santralin inşa edildiği arazinin özellikleri, civardaki meteorolojik özellikler, kömür özellikleri, kömür temizleme ve zenginleştirme teknolojileri (uygulanıp uygulanmadığı hususu dahil), santralin kullandığı kömür yakma teknolojisi ve emisyon (salım) giderim teknikleri sayılabilir. Mevcut santrallerde kirliliği oluşturan tüm bu faktörler analiz edilerek, gereken iyileştirme yatırımları derhal yapılacaktır. Mevcut santrallerde, baca gazı kükürt arıtma sistemlerinin kullanılması ve yakma sistemleri değiştirilecektir. Havaya salman kükürt dioksit gazmm başta ormanlarımız ve insanımız için oluşturduğu tehdit giderilecektir. Günümüzde sadece elektrik üretim amaçlı olarak kurulmuş mevcut linyit (ve diğer fosil yakıtlı termik) santrallerde yapılacak uygun dönüşümlerle, (boşa) atılan enerjinin değerlendirilmesi mümkün olmaktadır. Söz konusu atık enerjinin geri kazanılmasıyla elde edilen enerji, bina ve sera ısıtmasında, sanayide düşük sıcaklıklı proses (işlem) ısısı elde etmede, binaların soğutulmasında, hatta havuz balıkçılığında bile kullanılabilmektedir. Bu nedenle, mevcut santrallerin dönüştürülmesi ve yenilerinin inşası süreçlerinde bu potansiyelin değerlendirilmesi teşvikler ve caydırıcı önlemlerle, ülke ekonomisine mutlaka kazandırılacaktır. Yerli kömürlerimizin kalite belirleme ve denetlemede, ulusal standart ve sınıflandırmasını, bir veri bankası çerçevesinde oluşturacak ve kömürlerimiz için geliştirme stratejileri hazırlayacak bir Ulusal Kömür Enstitüsü oluşturulacaktır. Bu enstitüde, ilgili kamu kummlarmın yanı sıra; meslek odaları, sendikalar, üniversiteler, tüketici demekleri ve özel sektör temsilcileri de yer alacaklardır. 59 15. CHP'nin petrol ve doğal gaz kaynaklarımıza yönelik politikasının temel unsurları nedir? Mevcut ispatlanmış petrol rezervlerimiz 45,1 milyon ton (312 milyon varil), doğal gaz rezervlerimiz 6,6 milyar metreküptür (2012 yılı sonu). Mevcut rezervlerin son derece yetersiz olduğu doğrudur. Ancak ülkemiz, özellikle denizler ve derin karasal formasyonlardaki petrol ve doğal gaz aramaları bakımından son derece yetersizdir. Ülkemizin petrol ve doğal gaz potansiyelinin gerçekçi biçimde ortaya konabilmesi için, bir "master plan" dâhilinde yeni bir arama hamlesi başlatılmalıdır. Bu hamlenin itici gücü, ulusal kuruluş TPAO olmalıdır. TPAO, kuruluşunda olduğu gibi, uluslar arası pratiğe de uygun olarak, yeniden dikey bütünleşik (dikey entegre) ve gerçek anlamda özerk olarak yapılandırılmalıdır. Yönetim kadrolarımn tamammı iktidar partilerinin belirlediği bir yapının (EPDK, Rekabet Kurumu, vb.) özerk olmayacağı açıktır. Çalışanların sendika ve meslek kuruluşlarının temsil edildiği, denetlenen, şeffaf bir yönetim asgari gerekliliktir. Ne yazık ki, yeni çıkarılan "Türk" Petrol Kanunu ile bırakınız dikey entegre (bütünleşik) yapılanmayı; TPAO'nun devlet adına arama ve işletme yapma hak ve sorumluluğu ortadan kaldırılmıştır. TPAO'nun, çok sayıda alt (hizmet) şirkete bölünerek, "özerkleştirme" adı altında, özelleştirilmesi gündemdedir. Bu yapıdaki ve "devlet adına" yetki ve sorumluluğu olmayan bir TPAO'nun keşfedeceği/üreteceği petrol ya da gazın kamu adına ve dışa bağımlılığımızı azaltacak anlamda ne gibi bir katkısı olacaktır? CHP iktidarında, ulusal çıkarlarımıza ve kamu yararına tamamen aykırı olan bu yasal düzenleme değiştirilerek, TPAO'nun gerçek anlamda özerk ve dikey bütünleşik olarak yapılandırılması sağlanacaktır. 60 Akdeniz ve Ege'deki mevcut sorunlar giderilerek, Türkiye'nin hakkı olan münhasır ekonomik bölgede sorunsuz biçimde petrol ve gaz araması için gereken girişimler yapılacaktır. Karadeniz'de kıyıdaş ülkeler arasındaki anlaşmanın yarattığı olumlu arama ikliminin, bu denizlerimize de egemen kılınması için diplomatik ve ekonomik tüm olanaklar seferber edilecek; hidrokarbon potansiyeli bakımından umut vadeden bu denizlerimizin de yoğun olarak aranması sağlanacaktır. Bu doğrultuda, Yunanistan ile karşılıklı menfaate dayalı diyalog ve gerek Ege ve gerekse Akdeniz'de olası işbirliği arayışları sürdürülürken, münhasır ekonomik bölge konusunda uluslararası hukuka uygun olmayan "oldu bitti"lere ise kesinlikle izin verilmeyecektir. Son yıllarda ABD'de uygulanan ve petrol sektöründe bilinen iki teknolojinin birleştirilmesiyle (yönlü sondaj, hidrolik çatlatma) daha ekonomik olarak üretilmeye başlanılan "shale" gazı, ABD'de olduğu kadar, değişimlere dünya doğal gaz piyasalarında da önemli neden olmuştur. Ülkemizde de daha önce konvansiyonel doğal gaz ve petrol aramaları sırasında, çok sayıda kuyuda "shale" gazı içeren formasyonlar geçilmiştir. Bu nedenle, ülkemizde önemli bir "shale" gazı potansiyelinden söz edilebilir. Ancak henüz rezerv ve özellikle üretilebilir rezerv rakamları açıklama aşamasından oldukça uzakta olduğumuzu belirtmek gerekir. "Shale" gazı aramaları sürecinde, Birleşmiş Milletler raporlarına göre, önemli çevresel riskler söz konusudur. Bu konuda ülkemizdeki mevzuat yetersizdir. CHP iktidarında, petrol, doğal gaz için olduğu kadar, "shale" gazı gibi konvansiyonel olmayan hidrokarbon kaynaklarının arama ve üretim süreçlerine ilişkin, çevreyi korumaya yönelik düzenlemeler yapılacaktır. Petrol Kanunu, başta TPAO'nun devlet adına arama ve işletme yetki ve sorumluluğunun verilmesi olmak üzere, bir yandan aramacılığı teşvik edecek, diğer yandan ise bir ekonomik hidrokarbon bulgusu gerçekleştiğinde, bunun ülkemizin 61 enerjideki bağımsızlığını sağlayacak biçimde üretilmesini sağlayacak maddeler konularak düzenlenmesi sağlanacaktır. 16.CHP'nin enerji ekipmanlarının yerli imalatına yönelik politikasının temel unsurları nedir? Enerji yatırımlarında en büyük pay, makina ve ekipmanlara aittir. Yaürım tutarlarının asgari %60'ınm makina ve ekipman alımına ayrılacağını kabul edersek, 20 yıllık dönemde 225 - 280 milyar dolar olması öngörülen enerji yatırımlarının 135-168 milyar dolarlık bölümünün makina ve ekipmana harcanacağı tahmin edilmektedir. Bu durumda her yıl 7 - 8,5 milyar doların, enerji makina ve ekipman ithalatı için başta Çin olmak üzere yurt dışına ödenmesi yerine, tamamına yakınının ülkemizde kalması ve yerli sanayiye aktarılabilmesi için gerekli önlemlerin alınması, ulusal bir görev olarak önümüzdedir. Enerji üretim ekipmanlarmm yerli üretiminin yanı sıra, enerji yatırımlarında ihtiyaç duyulan tasarım, avam ve detay mühendislik, teknik işgücü ve müteahhitlik hizmetlerinin yerli kuruluşlarca yurt içinden karşılanması esas olmalıdır. Enerji ekipmanları üretim sektörü, stratejik bir sektör olarak görülmeli ve teşviklerden azami ölçüde yararlandırılmalıdır. Enerji sektörüne makina ekipman üreten sanayilerin kümelenmesi teşvik edilmeli ve işbirliği ağları geliştirilmelidir. Bu alanda örneğin OSTİM'de oluşan ve çalışmalarına yeni başlayan Yenilenebilir Enerji Kümesi gibi girişimlerin etkinleştirilmesi için bir yol haritası belirlenmelidir. CHP iktidarında, enerji konularında bilim ve teknoloji geliştirme altyapılarının güçlendirilmesi için; kamusal ve özerk bir kuruluş olması gereken TÜBİTAK'ın, enerjiyle ilgili enstitüleri, Türkiye Enerji Bilimleri ve Teknolojileri Geliştirme Merkezi olarak yeniden yapılandırılacaktır. Bu merkezin öncülüğü ve denetimi altında; 62 • Üniversitelerin enerji enstitüleriyle veya ilgili platformlarıyla bu Merkez ilişkilendirilecek, • Enerji alanmda doktora ve doktora sonrası programları ve yurt dışı merkezlerle ortak çalışma olanakları desteklenecek, • Kamu ve özel sektörün enerji alanındaki AR-GE çalışmalarının çekici hale getirilmesi ve eşgüdümü sağlanacak, • En kısa zamanda Türkiye'de geliştirilmesi mümkün olan teknolojiler kullanılarak, doğal gaz ikamesi odaklı, hem yerli kaynak sorununa hem de yerli enerji teknolojisi sorununa çözüm arayan program ve projeler uygulanacaktır. Kurulması önerilen Türkiye Enerji Bilimleri ve Teknolojileri Geliştirme Merkezi ile ilişkilenecek akademik bilimsel araştırma kuruluşlarımızın sayısı, bölgesel veriler ve potansiyeller dikkate alınarak arttırılacaktır. Bu kapsamda; Muğla, Adana, Mersin, Konya'da, "Güneş Enerjisi Teknolojileri", Zonguldak, Afşin Elbistan, Adana ve Konya'da "Linyit/Kömür Yakma Teknolojileri", İzmir ve Çanakkale'de "Rüzgar Santralleri", Ege Bölgesi'nde "Jeotermal Enerji", Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nde "Hidrolik Enerji", Çukurova ve GAP Bölgesi'nde ise "Biyoyakıt" Araştırma Merkezleri kurulması hedeflenmektedir. Yerli imalatın hızla geliştirilmesi sürecinde, kamunun yol göstericiliği ve teşviki çerçevesinde; üniversiteler, sanayiciler ve meslek odalarının işbirliği, temel çekirdeği oluşturacaktır. 63 Sonsöz Yerine Başlangıçta da vurguladığımız gibi, güvenilir ve çeşitlendirilmiş kaynaklardan; zamanında, yeterli, kesintisiz, temiz, kaliteli, verimli ve ödenebilir enerjiye erişebilmek, her yurttaş için, su ve havaya erişim kadar yaşamsal ve temel bir haktır. Enerji politikamızın hedefi, bu temel amaçları, insan odaklı ve çevreye duyarlı biçimde sağlamaktır. Hedeflediğimiz politika, en yoksul vatandaşımızın da enerjiye erişebildiği, enerji üretimi için çevrenin feda edilmediği, gelecek nesillerin haklarının kıskançlıkla gözetildiği sürdürülebilir bir politikadır. CHP, enerji politikalarının oluşturulması ve uygulanması süreçlerine, durağan (statik) değil dinamik süreçler olarak bakmaktadır. Bu nedenle de enerji sektöründe dünyadaki olumlu gelişmeleri ve yenilikleri sürekli izleyerek, bunlardan ülke koşullarına uygun olanlarının politikalarımıza entegre edilmesini, temel bir yaklaşım olarak görmektedir. Bu süreçte de sosyal demokrat bir parti olmanın en doğal gerekliliği olarak; enerji politikasının oluşumundan uygulanması aşamasına kadar her adımda; başta ilgili meslek odaları, sendikalar, meslek kuruluşları olmak üzere, sektörün tüm bileşenleriyle ortaklaşa çalışmayı esas almaktadır. Yerli imalat, yerli tasarım, yerli mühendislik ve istihdam, kıskançlıkla gözeteceğimiz diğer yaşamsal hususlardır. Gelişmekte olan bir ülkenin ekonomik büyümesi ve buna paralel olarak elektrik ve enerji talebinin görece hızlı artması doğal bir beklentidir. Ancak talep tahminlerinin, gereksiz kimi santral ve diğer enerji sektörü yatırımlarını "vazgeçilmez" göstermek için abartılmasının bedelini, tüm tüketicilerin ödemekte olduğu da unutulmamalıdır. Enerji ve çevre, birbirlerinin alternatifleri değil, 64 bütünleyici unsurları olarak düşünülmelidir. Enerjide dışa bağımlılık, sadece ekonomik bir yük değil, aynı zamanda büyük bir siyasi risk kaynağıdır. Bu nedenlerle; • Enerji alanının birçok diğer sektörle (dış politika, çevre, ekonomi, tarım, ulaştırma, güvenlik, eğitim, vb.) bütünleşik olan yapısı dikkate alınarak, çok yönlü planlama yapılacak ve enerji politikamız bu doğrultuda yeniden biçimlendirilecektir. • Doğal kaynaklarımızın ve doğanın, sadece bize değil gelecek nesillere de ait olduğu bir an bile akıldan çıkarılmadan, sürdürülebilir bir enerji politikası oluşturulacaktır. • Talep tahminleri bilimsel temelde ve enerjinin en verimli biçimde kullanımı esas alınarak yapılacaktır. • Ülkemizin yerli kaynaklar potansiyeli, gelişen teknolojinin de yardımıyla, bilimsel olarak doğru saptanarak ve sürekli güncellenerek, elimizdeki potansiyel güvenilir olarak ortaya konulacaktır. • Bu veriler doğrultusunda, yerli ve yenilenebilir kaynaklarımız mümkün olan en yüksek oranda kullanılacaktır. • Dışa bağımlılığı ve küresel ısınmayı körükleyen fosil yakıtların, enerji tüketim karışımımız içindeki payı, hızla makul seviyelere indirilecektir. • Yerli kaynaklarımızın enerji ve elektrik üretmesi için kullanılan ekipmanların mümkün olan en yüksek oranda yerli imalatı sağlanacaktır. • İthalâtın zorunlu göründüğü durumlarda kaynak ve güzergâh çeşitliliği sağlanacaktır. • Enerjinin üretiminden, taşınmasına ve tüketimine kadar olan tüm süreçlerde, eko-sistem özenle korunacaktır. • İş sağlığı ve iş güvenliğinin tam olarak temini, üretimin en temel ön koşulu olacak; yüzlerce çalışanımızı yitirmemize 65
© Copyright 2024 Paperzz