Mutluluğunuz Ömür Boyu Sürsün

AİLE / Ali ÇANKIRILI
Mutluluğunuz Ömür
Boyu Sürsün
B
ir evliliğin mutlu bir şekilde yürümesi için, her şeyden önce, ailede rol paylaşımı ve herkesin
rolünden memnun olması çok önemlidir. Bu konuda bir hatıramı nakletmek istiyorum. Seneler önce, Amerika’da çalışırken, akşamları hizmet veren bir Evlilik Okulu’nun kurslarına katılmıştım. Bir akşam “Ailede Rol Paylaşımı” konusu işlendiği sırada bir bayan kalkıp söz istedi. Çözümsüz bir problemle karşı karşıya olduğunu,
bu yüzden evliliğinin kopma noktasına geldiğini söyledi. Kendisi
aynı zamanda bir terapist olan hoca sordu: “Size çözümsüz gibi
görünen problem nedir?” Bayan gülümseyerek cevap verdi:
“Kocam çok mükemmel biri, efendim. Onun bu mükemmelliği beni rahatsız ediyor.” Hoca: “Sizi rahatsız eden bu
mükemmellik nedir, biraz açar mısınız?” dedi. Kadın anlatmaya başladı: “Efendim, kocam çevirmen ve oyun
yazarı. Çoğu gününü evde çalışarak geçirir. Ev işlerinde o kadar becerikli ki, evi siler süpürür, çamaşırları yıkar, yemek yapar, bana yapacak bir şey
kalmaz. Ben bankacıyım, yani
çalışan bir bayanım. Akşam eve döndüğümde
yemek dâhil her şey hazırdır. Bu, belki çoğu çalışan bayanın hayal ettiği bir şeydir, ama benim
için öyle değil. Kendimi evde kadın olarak işe
yaramaz, değersiz ve silik hissediyorum; bu da
beni son derece rahatsız ediyor. Defalarca duygularımı kocamla paylaşmaya çalıştım; bana iş
bırakmadığı için kendimi evde kadın olarak hissedemediğimi, bunun da beni rahatsız ettiğini
söyledim. Ancak her defasında kocam ev işlerini yapmaktan zevk aldığını ve bana yardımcı olmaya çalıştığını, kendisine teşekkür edeceğime
şikâyette bulunmama bir anlam veremediğini
söyledi.” Hoca, bayanın dile getirdiği probleme
“ailede rol çatışması” adı verildiğini söyledi ve
konuyu tartışmaya açtı.
Ailede rol paylaşımı ancak aile üyelerinin karşılıklı
anlaşmalarıyla ve rollerine
razı olmalarıyla gerçekleşebilir.
Eğer bir ailede büyükannelik, büyükbabalık, annelik, babalık, kadınlık, erkeklik,
ağabeylik, ablalık, çocukluk rolleri belli değil
ve birbirine karışmış ise, orada aile düzeninden bahsedilemez. Geniş ailelerde rol çatışmaları daha sık yaşanır. Aile büyükleri çoğu
zaman anne ve babanın rollerini de üstlenir;
ev ekonomisinden çocuk eğitimine kadar her
alanda söz sahibi ve karar verici olmak isterler.
Bize ulaşan şımartılmış, anne babanın söz geçiremediği çocuk vakaları
genellikle büyükanne ve büyükbabanın çocuk
eğitimine doğrudan müdahale etmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır.
82 NİSAN 2014
“Ben” ve “Biz” Alanı
Aileyi teşkil eden üyelerin her birinin kişilik haklarını temsil eden bir “ben alanı” vardır.
Benim odam, benim bisikletim, benim masam,
benim cep telefonum, benim arkadaşım, benim
annem derken bu alanı ifade etmiş oluruz. Bir
aile üyesi kendi ben alanını kullanılırken diğer
aile üyelerini rahatsız edecek ve onların ben
alanlarını çiğneyecek şekilde davranmamalıdır.
Ben alanlarının sınırlarını ve nasıl kullanılacağını görgü ve ahlâk kuralları belirler. Meselâ,
bir aile üyesinin adına gelmiş mektubu başka
bir aile üyesi açıp okumamalı. Anne ve baba
çocuğun odasına habersiz girip eşyalarını, çantasını, cüzdanını veya ceplerini karıştırmamalı.
Çocuğu uykuya gönderen baba yan odada yüksek sesle televizyon izlememelidir. Büyükbaba
veya büyükanne, evin küçük çocuğu için “Benim torunum” demeye ve onu sevmeye hakkı
vardır; ancak onun eğitimine doğrudan müdahale etmemelidir. Çocuğun eğitimi ve disiplini
öncelikle anne ve babanın hakkıdır ve onların
ben alanına girer.
Ailenin ortak malı olan eşyada ve ortak sorumluluk gerektiren konularda ise “biz alanı”
geçerlidir. Bizim evimiz, bizim arabamız, bizim komşularımız, bizim çocuklarımız derken
bu alanı kastederiz. Aile büyükleri, anne baba
ve çocuklar ailenin huzuru ve
mutluluğu için “ben alanı”nın
bir kısmını isteyerek ve severek “biz alanı”na katar.
Yeni evlenen genç bir kız veya erkek, artık
eskisi kadar anne babasına, kardeşlerine, akrabalarına ve arkadaşlarına zaman ayıramaz.
Çünkü evliliğin ve aile olmanın getirdiği sorumlulukları temsil eden “biz alanı” devreye
girmiştir. Kızı veya oğlu evlenen anne babalar,
bu yeni “biz alanı”nı kabullenmek istemezler.
somuncubaba 83
“Oğlum evlenince bizden koptu, elkızına bağlandı.” veya tersi yönde serzenişte bulunurlar.
Ama asıl kriz noktası, eşlerin birbirlerinin “ben
alanları”na saygı duyup duymamasıyla ilgilidir.
Eşler birbirlerinin ben alanlarına saygı duymaya
ve bu alanı çiğneyecek davranış ve isteklerde
bulunmamaya çok dikkat etmelidir. “Sen artık
evli bir kadınsın, eski arkadaşlarınla görüşmeni
istemiyorum.” diyen genç bir koca, eşinin “ben
alanı”nı daraltıyor, kendi eliyle çatışma ortamı
hazırlıyor demektir. “Ben alanı” daraltılan kadının özgüven duygusu yara alır. Eşinin kendisine yeterince güvenmediğini düşünür. Eşlerden
birinin tek yanlı olarak diğerinin “ben alanı”na
tamamen hâkim olma isteği, beraberliği sıkıntılı
ve çekilmez yapar.
Anne baba ile çocuklar arası ilişkilerde de
durum aynıdır. Aşırı sevgi, aşırı ilgi, aşırı koruma
ve kıskançlık karşı tarafı rahatsız eder. Kayın valide ile gelin arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların temelinde birinin oğlu, öbürünün kocası
üzerinde söz sahibi olma isteği vardır.
Kişiliğimiz Üzerinde Geçmişin İzleri
Konferanslarımda ve ana baba okulunda
ders verirken anne ve babalardan şu sözleri çok
sık duyuyorum: “Hocam, sizi dinlerken ve okurken yaptığımız yanlışların farkına varıyoruz, ancak eve gidince eşimize ve çocuklarımıza karşı
aynı yanlışları işlemeye devam ediyoruz, bir
türlü doğru davranmayı başaramıyoruz.” Hemen arkasından soruyorlar: “Neden böyle oluyor?” Neden böyle olduğunu açıklarken şöyle
diyorum: “Çünkü siz çocukluğunuzda anne ve
84 NİSAN 2014
babalarınızdan böyle gördünüz.
Anne, babalarınızdan gördükleriniz kişiliğinize ve şuur altınıza sindi. Siz de elinizde olmayarak onlar
gibi davranıyorsunuz. Aile ve anne,
baba denince model olarak içinde
yaşayıp büyüdüğünüz aileniz, anneniz ve babanız aklınıza geliyor.
Kadın olarak kocanızdan bir şey
istediğiniz zaman, elinizde olmayarak, sadece o isteğinizi dile getirmiyor, aynı zamanda annenizin
o istekte bulunurken babanıza karşı takındığı
tavrı takınıyor, yani aynı vücut dilini kullanıyorsunuz.
Keza erkek olarak, karınızdan bir istekte bulunurken, sadece o isteği dile getirmiş olmuyorsunuz, babanızın kullandığı otoriter tavrı ve
buyurgan ses tonunu kullanıyorsunuz.”
Özetle diyeceğim o ki geleneklerin ve çevrenin aile yapısı üzerinde büyük tesiri vardır. Yıllar önce Fikret Hakan’ın başrol oynadığı “Atçalı
Kel Mehmet” isimli bir drama izlemiştim. Atçalı
bir Karadeniz ilçesine kaymakam olur. Köyleri
teftişe çıkar. Yolda sırtında odun dolu küfe taşıyan, yükün ağırlığından beli bükülmüş bir kadın görür. Onun önünde, eli arkasında, ağzında
sigara bir erkek yürümektedir. Adamın önüne
dikilir ve sorar: “Bu kadın senin neyin oluyor?”
Adam, “Karım” der. Atçalı başlar adamı tokatlamaya ve bir yandan da bağırır: “Ulan utanmaz,
ulan arlanmaz, nasıl erkeksin sen! Neden yükü
sen taşımaz da kadının sırtına yüklersin?” Atçalı ile kocasını seyreden kadın sırtındaki küfeyi yere bırakır. Küfeden bir odun çeker, yürür
Atçalı’nın üzerine, “Sen kim oluyorsun da kocamı dövüyorsun!” der ve başlar vurmaya. Atçalı
dağdan inmiş, tevbe etmiş, eski bir eşkıya. Ne
etnoloji bilir, ne psikoloji. Kadının hakkını savunayım derken kadından dayak yer.
Atçalı’nın burada göremediği şey, geleneksel ailede rol dağılımıdır. Kadın rolüne razıdır,
çünkü o da anasından, babasından öyle görmüştür. Onların kültüründe yiğit kadın kocasına
yük taşıtmayan kadındır. Elbette geleneksel ailedeki rol
dağılımı günümüzde geçerli
değildir. Eğer eşinizi seviyorsanız, ona hizmet davranışları
göstererek sevdiğinizi belli
ediniz. Ev işleri ve çocuk bakımı neden tümüyle kadının
görevi olsun? Erkek de o evde
yaşıyor, boş zamanını televizyon karşısında geçireceğine
eşine yardımcı olsa ne kaybeder? Hem eşinin sevgisini
kazanmış hem de boş zamanını değerlendirmiş
olur. Çivi çakmasını beceremeyen, bir musluk
contasını değiştirmekten âciz, eşine yardım etmeyi “kılıbıklık” sayan, beceriksizliklerini gizlemek için “kazak erkek” olmakla övünen adamların sayısı az değildir.
Mutluluğun Anahtarı
Mutluluğun anahtarı; sevgi ve sabır, fakat
tüm bunların ötesinde özellikle yeni evli çiftlere eşlerine karşı sevgiyle beraber sabırla hareket etmelerini tavsiye ederim. Çünkü evlilik
hiçbir zaman dikensiz bir gül bahçesi değildir.
Sabırla karşılanması gereken olaylar hep olur.
Bu tür olaylar sırasında, başkalarına gösterdiğimiz sabrı ve saygıyı eşimize göstermediğimiz
sürece onu sevdiğimizi iddia edemeyiz.
Geçenlerde, telefonda “Hiç uğramıyorsun,
artık bizi unuttun.” diye sitem eden kuyumcu
bir dostumu ziyarete gittim. İçeri girdiğimde
müşterisi vardı. “Lütfen sen müşterinle meşgul
ol, ben de bu arada gazete okurum, işin bitince
konuşuruz.” dedim. Ben gazeteyi okuyup bitirdiğim halde müşteri hâlâ karar verememişti.
Bir erkek, 45-50 yaşlarında, yanında da muhtemelen kızı veya gelini olan genç bir bayana
bir bilezik veya gerdanlık alacak. Aman efendim, belki yüz parça indirtti kaldırttı. “Bunun
işçiliği ne kadar, bir hafta sonra getirsem kaça
alırsın, taksit yapmaz mısın, bunun biraz daha
incesi yok mu, şunun biraz daha kalınını çıkarır mısın, şunu tart bakalım kaç gram gelecek?”
Arkası gelmez sorular, istekler, pazarlıklar... Katlanılacak gibi değil. Bizim kuyumcu arkadaş hiç
efendiliğini ve tebessümünü kaybetmedi, sabır
gösterdi. Adam sonunda, “Hele ben bir düşüneyim.” deyip hiçbir şey almadan çıktı gitti. Arkadaşımı sabrından dolayı tebrik ettim. “Umarım
eşine ve çocuklarına karşı da böyle sabırlısındır.” dedim.
Çoğumuz başkalarına gösterdiğimiz sabrı
ve hoşgörüyü eşimize göstermeyiz. Onu sevdiğimizi söyleriz, ama kırmaktan da geri durmayız. Neden böyle oluyor? Bir erkek; arkadaşına,
müşterisine, patronuna, müdürüne, komutanına, kısacası başkalarına gösterdiği sabrı, anlayışı ve hoşgörüyü hayat arkadaşından neden
esirger? Bir kadın, güne giderken veya dışarı
çıkarken süslenip şık giyinirken neden akşam
işten eve dönen kocasını saçları dağınık, günlük elbise ile karşılar? Evine gelen misafirlere
çeşitli yemekler, pastalar, börekler pişirir; yalancıktan tarifini istedikleri zaman mutluluktan
uçar da, neden sabah beyini işe uğurlarken “Akşama ne pişirmemi arzu edersin?” diye sormaz?
Bu sorulara doğru cevaplar vermeyi becerebildiğiniz sürece, mutluluğunuzun bir ömür boyu
sürmemesi için hiçbir nedeniniz yok. Mutluluğunuzun ömür boyu sürmesi ve evliliğinize gölge düşmemesi dileğiyle...
somuncubaba 85