Josip Broz Tito

“Ülkemiz kristal bir küredir. Ben Josip Broz Tito, bu küreyi ellerimle
tutarak değil alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım
benim nefesim tükendiğinde birisi bu görevi devralır. Yoksa kristal
küre yere düşer ve tuz buz olur... İşte o zaman dünyanın kaderinin
korunması başka bağımsız ülkelere kalır. Nasır, benim dostumdur
ancak ondan önce dünyanın geleceğinin korunması Anadolu’ya
düşer. Anadolu’da Kemalistler tarafından kurulan devletin temeli
bağımsızlıktır. Bu yüzden Anadolu, dünyanın kaderini kurtarma
görevini omuzlarına alır.”
(12 Mart 1978, Tito’nun Yugoslavya’nın Kuruluş
Yıldönümü’nde yaptığı konuşmadan.)
JOSIP BROZ
Stj. Av. Erdal ARAP – Stj. Av. Selcen BAYÜN
T
ito, 7 Mayıs 1892 tarihinde Kumerovec
(Zagreb yakınları), Hırvatistan’da
doğdu. On beş çocuklu yoksul bir
ailenin çocuğuydu. Babası Hırvat, annesi Slovendi.
Gençlik yıllarında Trieste, Bohemya ve
Almanya’da metal işçiliği yaptı. Çalıştığı yerlerdeki
sendikalarda görev aldı. Birinci Dünya Savaşında
Avusturya – Macaristan İmparatorluk Ordusunda
savaştı ve bu esnada Ruslara esir düştü. Rus İç
Savaşında Bolşeviklerin safında savaşa katıldı.
1937 yılında Yugoslav Komünist Partisinin yeniden teşkilatlanmasıyla görevlendirildi. Tito, Partizan adı verilen gerilla kuvvetleriyle Alman işgaline karşı direnişi örgütledi, Yugoslav halklarını
“kardeşlik ve birliğe“ çağırarak bağımsızlıktan
sonra halklara eşitlik sözü verdi.
Tito, yaşadığı çağın bir büyük devlet adamıydı.
Tito’nun bir ülkenin değişimine oynadığı ve oynamakta olduğu rol nedir? Tito bir röportajında şunları söyledi; “Bir kişiliğin tarihteki rolünün çok önemli
olabileceğine inanıyorum. Aksini öne sürmek saçma
bir dereceye kadar da gerçeğin reddedilmesi demek
olur. Ancak, bir kişiliğin, tarihsel rolü, belli bir anda
halkının sahip olduğu bilinçle doğru orantılıdır. Bir
kişinin rolü, halkının eğilimlerini yansıttığı ve halkın istediklerini karşıladığı ölçüde önemlidir. Fakat
kişilik harekete geçirici bir güç değildir. Gerçekte bu
güç halkın kendisidir. Bir kişiliğin karamsar sorunlar
ortaya çıktığında bir düzenleyici olarak bazı şeyleri
formül biçiminde açıklamasına karşı, onlar bir kişiliği
veya bütün her şeyi eyleme kaldırabilirler.”
82 Hukuk Gündemi | 2014/2
29 Kasım 1943 tarihinde Yugoslavya Sosyalist
Federal Cumhuriyetini kurdu. Ulusal Sosyalizm
anlayışını ortaya attı. Bu anlayış Titoizm akımının temelini oluşturdu. Tito, 13 Ocak 1953’te
Yugoslavya’nın ilk devlet başkanı seçildi. 1974
yılında ömür boyu devlet başkanlığına getirildi.
1980 yılının 4 Mayısında hayata veda etti.
TITO NASIL BİR İNSANDI ?
Tito, onbeş kardeş olması sebebiyle yaşayamadıklarını yaşamak isteyen, insan hayatına değer
veren, insanların insanca yaşaması gerektiğine
inanan ve savunan, kadının toplumda olması gereken yerine önem ve değer veren, kendisi de işçi
olduğu için emeğe saygı duyan, doğanın yaşama
hakkını kabul eden, hayvanlarla vakit geçiren, giydiği kıyafetleri özenle seçen, koruyan ve hakkıyla
taşıyan biriydi.
Tarihler 9 Ekim 1944’ü gösterdiğinde Time dergisi Josip Broz Tito’yu kapağa taşıdı.1 Tarihler 1959’u gösterdiğinde, Ernesto Che
Guevara, Tito’dan şu şekilde bahsetti: “Mareşal Tito
öyle samimi bir insan ki… Onunla birkaç söz ettikten
sonra dostane ilişkilere girebilmek çok kolaydır.”
Tarihler 1970’i gösterdiğinde ise Zambiya Devlet
Başkanı K. Kaunda, “Biz Tito’yu özgürlük savaşçısı,
yeni Yugoslavya’nın kurucusu, Yugoslav halklarının önderi, sosyalizme yepyeni insancıl boyutlar
1http://content.time.com/time/covers/0,16641,19441009,00.
html
kazandıran, insanlığa layık olduğu onuru sağlayan
kişi olarak tanıyor, değerlendiriyoruz” demişti.
TITO NASIL LİDER OLDU ?
Tito, gençliğinin son baharında, 1937 yılında Komünist Parti Genel Sekreterliğine seçildi.2 Partiye girişi
ise, 1929 ekonomik bunalımının yarattığı sorunlar
ve işçi sayısının giderek artması, emeğin değerinin düşmesi, etnik sorunların ortaya çıkması halk
nezdinde Komünist Partiye olan desteği artırmıştır.
Toplumun içinde bulunduğu bu zor şartların farkında olan Tito’nun sorumluluk hissederek siyasi
hayata atılmasıyla olmuştur.
Bu tarihlerde birkaç yüz kilometre kuzeydoğuda
ise, Almanlar, yükselen bir ekonomik güç ile halkın
kültürel yapısının savaşa yönlendirilmesi politikasıyla, hak ettiklerini alma düşüncesiyle, Büyük
Alman İmparatorluğu kurma düşüncesiyle bir
dünya savaşı başlatmıştı. Adolf Hitler’in ordusu,
6 Nisan 1941 tarihinde Belgrad’ı bombalamaya
başladı. Alman işgaline karşı koyacak askeri güce
sahip olmayan Yugoslav ordusu 17 Nisan 1941 tarihinde Almanlara teslim oldu. Kral Alexander, ülkeyi
terk ederek Londra’ya sığındı. Halkın bütün çabasına rağmen 1929 ekonomik bunalımının yarattığı
olumsuz koşullar ve yöneticilerin yanlış politikaları
2 Parti genel sekreteri, partinin en üst organıdır. Türkiye ile
kıyasladığımızda, parti genel sekreteri, genel başkana karşılık
gelmektedir.
nedeniyle I. Yugoslavya (Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı) 8 Temmuz 1941 tarihinde parçalandı.
I. Yugoslavya hukuken parçalanmasına rağmen
halk direnişi devam ediyordu. Bir yandan Büyük
Sırbistan’ı kurmak amacıyla hareket eden ve Albay
Draza Mihajlovic önderliğindeki çentikler, diğer
yandan ise, federal bir devlet kurma düşüncesiyle
direnişi bütün ülkeye yayacak bir stratejiyi izleyen
Tito yönetimindeki Partizanlar işgalci Almanlara
karşı mücadele vermeye başladı. İki grubun farklı
hedeflere sahip olması, ilerleyen süreçte çentikler
ve partizanları karşı karşıya getirecekti.
Partizanlar, İtalyan, Alman, Ustaša ve Çentik birliklerinin Mart 1942’de giriştiği harekâttan sonra
Bosna’nın kuzey-batı kesimini üs edindi. Tito’nun
Kasım 1942’de topladığı Antifašističko Veće Narodnog Oslobođenja Jugoslavije – AVNOJ (Yugoslavya
Anti Faşist Ulusal Kurtuluş Konseyi) direniş hareketinin bütün Yugoslav halklarını birleştirecek bir
siyasal programa kavuşmasını sağladı.
Yugoslavya’daki Partizan direnişini sona erdirmek isteyen Almanlar 1942 – 1943 yılının kışında
toptan imhayı hedef alan bir harekât daha düzenlediler. Öncelikle Çetnikleri saf dışı ederek konumlarını sağlamlaştıran Partizan kuvvetleri, ardından
1944 yılında Alman kuşatmasını yararak işgal kuvvetlerini Sırbistan’a doğru geriletmeye başladı.
Aynı sıralarda Alman ordularını izleyen Sovyet
Kızıl Ordusu Romanya ve Bulgaristan sınırlarına
dayanmış bulunuyordu. Partizan Kuvvetleri ile
2014/2 | Hukuk Gündemi 83 SOCIJALISTIČKA FEDERATIVNA
REPUBLIKA JUGOSLAVIJA4
Eşi Jovanka Broz ile…
Sovyet Birliklerinin ortak harekâtı ile Ekim 1944
yılında Belgrad ele geçirildi. Yugoslavya toprakları Partizanların denetimine girerken, son kalan
Çetnik kalıntıları da temizlendi. Alman birlikleri ile
şiddetli çarpışmalardan sonra kazanılan zaferler
Yugoslavya’nın bağımsızlık mücadelesinde bir
dönüm noktasıdır.
Asker kökenli olmayan Tito’ya işgal kuvvetlerine karşı gerçekleştirdiği bu başarısından dolayı
Mareşal unvanı verildi. Heinrich Himmler, 1944’te
Alman Yüksek Rütbeli Subaylarının önünde verdiği
bir söylevde şunları söylemiştir. “…Size bir sebat
örneği daha vereyim, bu da Mareşal Tito’nun sebatıdır. Şunu da söylemeliyim ki, Herr Broz hem zorlu
bir düşman, hem de bir komünisttir. Ve maalesef
kendisi bizim düşmanımızdır. Mareşal rütbesini tam
olarak hak etmiştir.”3
Tunus Devlet Başkanı H. Burgiba 1961 yılında,
Tito hakkında, “Başkan Tito bize göre; ilerleme,
bağımsızlık ve yeni özgürlük kazanmış ülkeler için
bağımsızlık ve varlıklarını tüm dünyaya kabul ettirmek, eşit haklar ilkesine göre uluslararası ilişkileri
yürütmek yolunda bir simgedir, önderdir… Mareşal
Tito, bütün yaşamını bağımsızlık ve ulusun zaferi
uğruna adamış bir halk savaşçısıdır.” ifadelerine
yer vermiştir.
Tito, savaş boyunca halkıyla birlikte aynı tehlikeleri
ve acıları göğüslemiş; kendi örgütlediği Partizan
birliklerinin başında savaşı bizzat yürüttü ve 1945
yılında Almanlara karşı cefakârca kazanılan zaferin ardından Tito liderliğindeki Yugoslavya halkı
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetini kurdu.
Yugoslavya ile Türkiye’nin varoluş mücadelesi
bakımından bağlantı kurmak istersek, her iki ülkenin de kaderinde önemli bir yere sahip bulunan
iki liderin, Mustafa Kemal Atatürk ve Josip Broz
Tito’nun mücadele çizgilerini görebiliriz. Kuşkusuz,
Atatürk’ün, Tito’da bulunmayan, kendine özgü
yanlarının bulunduğu bir gerçektir. Ayrıca iki liderin mesleki kökenleri, mücadelelerini çevreleyen
koşullar ve ideolojik esin kaynakları aynı değildi.
Atatürk, asker kökenli bir anti-emperyalistti; Tito
ise, işçi kökenli bir Marksist idi. Ancak belirtmek
gerekir ki Atatürk, asker kökenli olmasına karşın, devletin başına geçtiği andan itibaren askeri
üniformasını bir daha giymemecesine çıkardı;
“Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesine olan
derin bağlılığına gerçeklik kazandırmaya büyük
özen gösterdi ve bu bağlılığına gölge düşürecek bir görüntüden ısrarla kaçındı. Tito ise, asker
kökenli olmamasına rağmen kendisine verilen
Mareşal ünvanını her koşulda ön plana çıkarttı,
resmi davetlerde ve ülke ziyaretlerinde dahi üniformasını taşıdı.
Tito, Stalin ve Molotov ile.
KOMİNFORM
3 VINTERHALTER, Vilko. Josip Broz Tito. Su Yayınları, İstanbul
1968. Sayfa 190. (Not: Kitap Akkan Suver başkanlığında bir
redaksiyon komitesi tarafından Türkçeleştirilmiştir).
84 Hukuk Gündemi | 2014/2
Stalin, 5 Ekim 1947’de “Amerikan emperyalizminin
bir aleti” olarak tanımladığı Marshall Planı’na karşıt bir girişim olarak; SSCB, Polonya, Bulgaristan,
4 Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti
Tito yakın arkadaşı Fidel Castro ile.
Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Yugoslavya,
Fransa, İtalya komünist partileri liderlerini bir araya
getiren Kominform’u kurdu.
Tito’nun sosyalist inşa ve dış politika alanlarında
Sovyet etkisi dışında kalma çabaları, çok geçmeden Stalin ile aralarında çatışma doğurdu. Tito’nun
12 Nisan 1948 tarihinde Stalin ve Molotov’a söylediği şu cümlelere göz atarsak aralarındaki fikir
çatışmasının hangi boyutta olduğunu rahatlıkla
görebiliriz. “Bugünkü ilişkiler geliştirilebilir mi? Evet!
Geliştirilebilir ve geliştirilmelidir; çünkü başka çıkar
yol yoktur. Başka bir yol, ilişki kurmaya kalkan her
iki ülkeye de zarar getirecektir… Bu dönem uluslar
arası ortamda devrim hareketleri ile ilgili görüşlerimiz nelerdir ve sosyalizmi kurmak için en iyi
yol nedir? Düşünüyoruz ki, Yugoslavya ve benzeri
küçük ülkeler, hem iç, hem de dış etkenler şu andaki
durumlarında kalmalıdırlar. Yani, tamamen özgür,
fakat çeşitli anlaşmalarla hem birileri ile hem de
Sovyet Rusya ile sıkı ilişkiler kurmuş olarak… Ve
en önemli husus, insanların demokrasisini geliştirmiş oldukları ülkelerde birbirlerine karşı tam güven,
anlayış ve işbirliğinin yaratılmasıdır.”5 Tito’nun bu
cümleleri sarf etmesinden yalnızca iki ay geçtikten sonra Yugoslavya Kominform’dan çıkarıldı.
Kominform’dan kopuş sürecinde geniş halk desteğine dayanan Tito, Stalin SSCB’sinin Arnavutluk ve
öteki Doğu Avrupa ülkeleri ile birlikte uyguladığı
“tecrit” politikasına başarıyla göğüs gelerek ayakta
kalmayı başardı. Bu dönemde askeri ve mali destek için Batı’ya yönelen Yugoslavya, Sovyet deneyine dayalı ağır sanayi ve kolektivizasyon programlarında uğranan başarısızlıklardan sonra içeride
kendine özgü bir sosyalizm uygulamaya yöneldi.
Yugoslavya, düşünce özgürlüğü ve çoğulculuk
bakımından öteki sosyalist ülkelerden oldukça
farklı bir yola girmeye başladı.
Tito, 1952 yılında, Stalin hala hayatta iken şöyle
demişti: “Stalin’in asıl güçsüzlüğü, Yugoslavya
hakkında kesin bir düşünceye sahip olması ve
Yugoslavya’da yeni bir şeyin yaratılmakta olduğunu
görmemesiydi. Böyle olumsuz bir önyargı yüzünden
bizim devrimimizin karakterinin özünü anlayamadı.
1944’te bile Stalin bizim tüm bunları korkunç bir
boğuşma ve çatışma sonucu elde ettiğimizi görmüyordu. Rusya dışındaki her şeye karşı bir güvensizlik yerleşmişti içine. Stalin Rusya dışındaki tüm işçi
5 VINTERHALTER, Vilko. a.g.e. Sayfa 235–236.
2014/2 | Hukuk Gündemi 85 hareketlerini küçük gördü ve hala görmektedir. Kendi
yardımı olmaksızın Yugoslavya’da başarı sağlanacağına inanmıyordu. Hitler’e savaşırken bile bizim
savaşçı ruhumuzdan rahatsız olmuştu. O ayrıca
kendi otoritesine çok güveniyordu. 1943’ten beri
Yugoslavya Komünist Partisinde taht kurmuş olan
yeni ruhu görmedi, insanların bizimle her şeyi tartışabildiklerini görmek istemedi. Komünistlerimizin
bir şeyi yukardan geldiği için değil de, siyahı siyah
olduğu, beyazı da beyaz olduğu için kabullendiklerini hissedemedi.”
hareketi zirvesi yapılmaktadır. En son 2012 yılında
İran’ın başkenti Tahran’da toplanan Zirvenin 2015
yılında Venezuella’nın başkenti Karakas’ta yapılması planlanmaktadır.6
Bağlantısızlar Hareketi, birçok bakımdan Mustafa Kemal’in tam bağımsızlıkçı çizgisinin devamı
ve “Avrasya Seçeneği” arayışlarının esin kaynağı
gibidir. Ne acıdır ki Mustafa Kemal’in ülkesinin, o
dönemde Menderes-Zorlu ikilisi tarafından biçimlendirilen dış politikası, Bağlantısızlar Hareketi
içinde başlangıçta Batının “Truva Atı” rolünü oynamak biçiminde belirdi. Bu rol, özellikle Bandung
Nehru (Hindistan Başbakanı), Kwame Nkruah (Gana Devlet Başkanı), Gamal Abdel Nasser
(Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı), Sukarno (Endonezya Devlet Başkanı), Tito
(Yugoslavya Devlet Başkanı).
BAĞLANTISIZLAR HAREKETİ
Yugoslavya’nın Dünya’da uyandırdığı ilgi, özgün
iki oluşum bakımından oynadığı rolle ilgili görünmektedir. Bunlardan birisi, “Özyönetim Deneyi”,
diğeri ise, “Bağlantısızlık Hareketi”dir.
Bandung (1955) ve Belgrad (1961) Konferanslarında Bağlantısızlık Hareketin temelleri atıldı. Bağlantısızlık Hareketi, Washington ve Moskova’nın
dayatmalarına karşı, dünya halklarının demokratik tepkisini temsil etmek iddiasıyla ortaya çıktı.
Ancak, güçlü bir maddi ve kitlesel temele oturamadı. Bağlantısızlar Hareketi günümüzde de faaliyetini sürdürmekte ve üç yılda bir bağlantısızlar
86 Hukuk Gündemi | 2014/2
Konferansı sırasında somutlaştı. Daha sonraları,
Türkiye bu gelişmelerin tamamen dışında kalmak
ve giderek karşısında olmak rolünü üstlendi.7
Tito, 21 Kasım 1954 tarihinde şu konuşmayı
yapmıştır. “… Şunu unutmasınlar ki (Bunu Sovyet
Rusya ve diğer doğu ülkelerine de söylüyoruz), sırf
onlarla daha iyi geçinebilmek için Batı ülkeleriyle
olan ilişkilerimizi de bozamayız… Hem Doğudakiler, hem de Batıdakiler şunu unutmasınlar ki,
6http://csstc.org/about/hist_back.htm
7 IŞIKLI, Alparslan. Yugoslavya Örneği, Atatürkçü Düşünce Derneği
Web Sayfası (http://www.add.org.tr)
dış politikamızda 1948’den beri hiçbir değişiklik
yapmadık. Kendi çizdiğimiz bir yol vardır ve her
zaman doğrusu ne ise onu söyleriz. Herkes şunu
bilsin ki, kimsenin politikasının oyuncağı olmayız,
kendi görüşümüz var ve neyin doğru neyin yanlış
olduğunu da anlıyoruz, biliyoruz.”8
Tito, bir başka konuşmasında şunları söylemiştir, “Bağlantısızlık siyaseti yalnızca emperyalizmin çöküş süreci ile ulusların bağımsızlık, ulusal özgürlükleri ile barış içinde bir arada yaşama
savaşlarında değil, güç siyasetine karşı olan
savaşta da ortaya çıkmıştır. Amaç, güç ile baskıya
dayanan uluslar arası ilişkiler sisteminin ortadan
kaldırılmasıdır.”9
ÖZYÖNETİM
Özyönetim’in fikir babası dönemin başbakan
yardımcısı, Tito’nun yakın dostu ve silah arkadaşı
Milovan Đilas’tır. Kesin ifadesiyle, tam ve saf özyönetim (yahut işçi kontrolü), bütün mülkiyet sahipleri işçi oldukları durumda ve yalnız bu durumda
ve bütün işçiler aynı zamanda mülkiyetin sahibi
oldukları, işletme yönetim kurullarının seçimine
ve işletmenin ekonomik fazlasının dağıtımına eşit
biçimde katıldıkları durumda vardır. Özyönetime
verilecek böyle bir anlamın öncelikle kapitalizm
ile temelden çelişki içinde olacağı açıktır. Çünkü
kapitalist sistem açısından özellikle belirlenmesi
“hemen hemen evrensel bir ilke olarak bir işletmeyi
yönetme - veya geniş olarak denetleme hakkı - bu
işletmede kullanılan sermayenin mülkiyetine sahip
olma durumundan kaynaklanır.”10
Özyönetime geçişi belirleyen yasa 27 Haziran
1950’de yürürlüğe girmiştir. Tito, bu yasaya ilişkin tasarıyı Ulusal Meclis’e “fabrikalar işçilerin,
toprak köylülerin” sloganını içeren bir konuşmayla sunmuştur. Yugoslavya’nın uluslararası
sermayeye açılması, özyönetim sayesinde sağlanması düşünülen demokratikleşme sürecine
gölge düşüren ve giderek sözde kalmasına neden
olan, en önemli faktörü oluşturmuştur. Bu durum,
Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde
8 VINTERHALTER, Vilko. a.g.e. Sayfa 242–244.
9 Cezayir’de bağlantısız ülkelerin dördüncü konferansındaki
demecinden alınmıştır. Tarih: 4.IX.1973. Özyönetimli Sosyalizm.
Josip Broz Tito’nun Yazıları. Koza Yayınları, Birinci Baskı: Mayıs
1978.
10 IŞIKLI, Alparslan. a.g.m.
bir yandan, çok partili yaşama girerken, diğer
yandan da Batı sermayesine kapılarını açmasına
benzeyen sonuçlar doğurmuştur.11
DEVLETİN İDARİ YAPILANMASI VE
“PREDSEDNIŠTVO”NUN12 OLUŞTURULMASI
Sosyalist Burjuvazi, 1960’lı yıllarda üniversite
öğrencileri ve işçiler tarafından protesto edildi.
Aynı dönemde Hırvatlar, Makedonlar ve Kosova
Arnavutları da milliyetçi eğilimler sahneye koydular. 1960’lı yılların sonunda ortaya çıkan özgürlükçü ve milliyetçi akımların oluşturduğu bunalımlara, Tito yönetiminin çözümü, devletin idari
yapısını cumhuriyetlerden gelecek temsilcilere
ağırlık verecek şekilde yeniden düzenlemek ve
Tito’dan sonra uygulamaya koymak üzere kolektif
başkanlık konseyi oluşturmak oldu. Altı Federe
Devlet ve iki Özerk Yönetim’den13 gelecek olan
birer temsilciden oluşacak olan Predsedništvo,
Tito’nun ölümünden sonra ülkeyi yönetecekti. Bu
sisteme göre, federe devlet ve özerk bölgelerdeki
komünist parti genel sekreterleri Tito’nun ardından birer yıl Federal Devlet başkanlığı görevini
yürüteceklerdi. Yapılan bu düzenleme ile Kosova
ve Vojvodina Özerk Bölgelerine diğer altı federe
devlete denk haklar tanınmış oluyordu. Bu sistem
Tito sonrasındaki dönemde oluşacak sıkıntıların
nedenlerinden birisidir. Ülkeyi bir arada tutacak
ve federal yönetimin devamını sağlamaya çalışan
bir devlet başkanı ortaya çıkmamıştır.
Slobodan Milošević göreve geldikten sonra
artan milliyetçilik ve ekonomik problemler ile güçlü merkezi bir yönetimin olmayışı,
Yugoslavya’nın ortadan kalkmasına doğru hızlı
bir ilerleyiş süreci ortaya çıkardı. Ülke etnik ve
dini toplumların birbirleriyle çelişen taleplerini
uzlaştırmaya çalışırken Sırp milliyetçiliği, ülkenin
en egemen siyasetçisi olan Slobodan Milošević’in
komutasında, demokrasiyi alt etmişti.14
11 IŞIKLI, Alparslan. a.g.m.
12 Predsedništvo kelimesi Cumhurbaşkanlığı olarak tercüme
edilebilir. Ancak bu kelime Yugoslavya’nın idari sistemini tam
olarak karşılamadığından kelimenin aslı kullanılmıştır.
13 Federe devletler, Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek,
Makedonya, Sırbistan, Karadağ iken, özerk bölgeler ise
Voyvodina ve Kosova idi.
14 CLINTON, Bill Hayatım. Çev. Ali Cevat Akkoyunlu. Doğan Kitap
2005. Sayfa 631.
2014/2 | Hukuk Gündemi 87 SONUÇ NİYETİNE…
Kayıplara karışmak üzereyken benliğine kavuşturulan
bir devlet, benliğini liderinde bulan bir millet; Tito’nun
ölümüyle dağılan bir devlet, parçalanan bir millet…
“Görüyorsunuz ki ve müşahede etmişsinizdir
ki, Türk devlet adamları ve Türk Milleti Yugoslav Millet’ine Yugoslav Devletine ve Yugoslav
Hükümetine karşı en samimi hisler beslemektedir. Türkiye ile Yugoslavya arasında
mevcut sağlam münasebetler, bütün Balkan milletleri arasında mevcut olması
iktiza eden münasebetlerdendir. Balkanlar
bu ideale doğru ne kadar fazla yükselirlerse, saadet ve terakkileri o nispette artar.”15
– Mustafa Kemal ATATÜRK
15 ÖKSÜZ, Hikmet. Batı Trakya Türkleri, Karam Yay. 2006. Sayfa 110
(Yugoslavya Başbakanının 28 Ekim 1936 tarihli Ankara ziyaretinden).
88 Hukuk Gündemi | 2014/2