Eğitimin, okulun, öğretmenin her zaman her şeyden öncelikli tutulduğu bir ailede yetiştim. Rahmetli dedem, rahmetli halam, bugün canım babam öğretmen. Belki de bu sebeple daha hassas yaklaştım Ünsal Oskay'a. Marmara İletişim Gazetecilik'i tercih ettiğim günlerde tanıdım onu. O bu dünyayı bırakalı birkaç yıl olmuştu. Kimdir bu "efsane iletişimci" diye merak ettim, araştırdım, kitaplarını okudum. "Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım" başucu kitabımdır hâlâ. Adından bile güç alırım. Onu okudukça, dinledikçe, hiç tanışmamış olduğum bu koca çınar Ünsal Hoca'ya dönüştü benim için. Onu anlattığım arkadaşlarım "utandım" dediler. Tanımadıkları için. Bu ayıp, çok fazla ismin ayıbıydı oysa. Bu çalışmaya başladığımda, küçük bir anma olsun istedim. Telefonlarda onun ismini söylediğim an ses tonu değişti herkesin. Her şey sığamadı belki ama buradaki cümlelerde gözler dolu doluydu. Ve size yemin edebilirim, herkesin gözlerinde aynı bakış, kalplerinde aynı derinlik vardı. Hepsi büyülenmiş gibiydi. Okul önünde taburede oturup tavla oynayan, dersin ortasında tarihi bir konuda ağlayan, huzur bulduğu yer denizi görüp bir liralık çay içebileceği bir yer olan, gerçek bir insanın masalsı öyküsüdür bu. Biz onu konuşurken, o bizi dinliyordu biliyorum. Yine de onu kabrinde ziyaret edip ona bunları okudum. "Bana kızmayın, övülmeyi sevmezsiniz biliyorum" dedim. Sanki unutulabilirmiş gibi davrananlara bir cevap, henüz karşılaşmayanlara bir selam ve ona içten bir sarılma olsun istedim. İsmail Saymaz'a, Çınar ve Dalya Oskay'a, Cem Özbatur'a ve tüm tasarımı üstlenen Mehmet Nafiz Duru'ya özel teşekkürümle...
© Copyright 2024 Paperzz