Yâre Giden Yolda

GENÇ KALEMLER / Kübra DEMİR
Yâre Giden Yolda
“Engin bir deryaydı Efendim. Hani demişti ya “Can alıcı
gözlerinin aldı beni bir nazarı” diye yârine, işte öyleydi yârimizin
gözleri. Gözü can alıcı, yüzü daldırıcı, lafı düşündürücü, bakışı
nazarlı. Çünkü yardan bakıyordu. Çünkü yar için bakıyordu.
Çünkü yar için yollara düşmüş yolcuydu. Ama herkesi ona
götürmek isteyen bir yolcu..”
B
ir tohum düştü Darende’ye 12 Ağustos
1914’te. Adeta çölün ortasında tek çiçek
gibiydi Hulûsi Efendim. Öyle ihtiyacı vardı
ki her seviyeden insanın ona. Belki rahmet belki niceydi Efendim. Adını anarken, adının yanına hangi güzel sıfatı koyayım diye adeta yarışa
giriyor kelimeler. Doluyor da söyleyemez oluyorum. Ne desem ki neden bahsetsem bilemiyorum. Ama bildiğim tek şey var, onu anlatmaya
ne kalem yeter ne de kalp...
Engin bir deryaydı Efendim. Hani demişti ya
“Can alıcı gözlerinin aldı beni bir nazarı” diye
yârine, işte öyleydi yârimizin gözleri. Gözü can
alıcı, yüzü daldırıcı, lafı düşündürücü, bakışı
nazarlı. Çünkü yardan bakıyordu. Çünkü yar için
bakıyordu. Çünkü yar için yollara düşmüş yolcuydu. Ama herkesi ona götürmek isteyen bir
yolcu... Herkes yansın diye dolaşan, yolunu uzatan, zaten ondan gelmişken sadece benim demeyen, herkes gelsin diyen ve ömrünü o yolda
geçiren, her nefeste yar diyen kardeş diyendi
Hulûsi Efendim...
Ona yârim diyebilmek bence şansların en
büyüklerinden... Ardından bakmasak da yolunda olduğunu bilmekte. Umarım yolundayızdır.
O yolda belki toz, belki kenara tepilen bir taşızdır. Ama bu yoldayız ya, biliyoruz ya gül kokulu
nazar etti. Daha ne isteriz ki Allah’tan.
Bir ağacın gövdesiydi Hulûsi Efendim… Hepimizin dalları meyveleri onda. Ne kadar ağırdı
oysaki yükü. Ama yar için olunca yardan olunca
çok gelir miydi Hulûsi Efendi’me. Severek taşıyordu. Hatta toprağı da kendi olurdu, suyu da
kendi olurdu. Yeter ki Rabbim istesin o onun
için her şey olurdu.
Karanlıklardan doğan bir yıldızdı Hulûsi
Efendim. Pırıl pırıl bir yıldız, yıldızların en gü-
106 HAZİRAN 2014
zeli. O bir okyanus, bizse küçücük bir balık misali... İçindekilerden başka beslenecek yerimiz
yok. Ama ille de merak ediyoruz dış dünyayı.
Ama ne yaparsak yapalım yine açıyor dalgalarını önümüze. Bazen gözlerimiz mi bulanıyor da
göremiyoruz acaba? Her şey bu kadar önümüzdeyken, Efendim bu kadar cömertken...
Gül kokulu, âlemin yaratılış sebebi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’nın torunuydu Efendim. Hani o taşlanırken ümmetim, yatarken ümmetim, kalkarken ümmetim diyen Rasûlullah’ın.
İşte o da torun ya hep ihvanım dedi, geldi ihvanı dedi, gitti ihvanım dedi, oturdu ihvanım dedi.
Bizi yola getirmek için kaç kez döndü. Düşenin
elinden tuttu. Ağlayanın yaşını sildi. Kaç dilsize
dil, kaç âmâya göz, kaç yaraya merhem oldu ve
meşalesini bir kez daha yaktı Darende’de… Bir
vakıf kurdu Darende’de... Her canlıya hizmet
dedi. Her canlıya... Birbirimize yardım etmeyen
bizlere, ağzımıza kolay aldığımız ama öyle derin
anlamlı, dolu dolu bir kelime ki... Kanadı kırılmış
kuşa, susuz kalmış kediye, köpeğe, kurumakta
olan ota hizmet... Aslında bizde böyleyiz işte...
Kanadımız kırık korkuyoruz; sevdanın hasına aç
kaldık, susuz kaldık; kurumaktayız günahımız
çok. İşte bunları gördü güzel gözlü. Bize yardım
için kurdu vakfımızı... Allah ondan razı olsun...
Özlüyoruz Efendim. Acıyor kalbimiz. Layık
mıyız ki senin verdiğin emeklere, ettiğin dualara. Sen umudun en güzelini vermişken hala
günahkârız, hala umutsuz bakıyor gözlerimiz.
Utanıyoruz demeye, ama Hacı Valideme “Giden
suya bakma gelen suya bak, giden su insanı
üzer.” diyen sen hep geliyorsun hiç gitmiyorsun, gitme Efendim! Allah senin yoluna bizleri
layık eylesin. Yanına bizleri de al ki kalmayalım
sensiz Efendim!
somuncubaba 107