hekim anıları

+(.ò0$1,/$5,
Hazırlayan; Yard. Doç. Dr. Nazım İNTEPE
Op. Dr. Namık Kemal
KURT'un hatırası
1980 Sivas…
Ekim veya Kasım ayıydı. Sivas
Numune Hastanesi Cerrahi
Polikliniğine yaşlı, perişan, bakımsız,
yaşlı hasta geldi. Bir ipliğini çeksen
kırk yamalığa dökülecek cinstendi.
– Neyin var baba?
– D….şağım şişiyor tohrunum..
– Aç bakayım.
Yatmak istedi, dedim, “yatma
lütfen ayakta kal.” Pantolonunun
uçkurunu çözdü, kirli kilodu ve
pantolonu dizlerinin altına kadar
düştü. Utanma hissi yok gibiydi,
rahattı, çoğu kez tersi olurdu…
bacakları incelmiş, adeleler,
gevşemiş, sağ kasığında büyükçe
bir şişlik vardı.
Muayene ettim... kasık fıtığıydı.
– Ben dün de buraya geldim, başka
tohtur vardı, bu havada dikiş tutmaz
dedi de…
Hemen durumu anladım.. bu fakir,
kimsesiz yaşlı hasta, kurnazca
itilmişti. Belki de yorgunluktan başta
atılmıştı… Caydırıcı sebep yine de
kahredici değildi. Biraz muzipçe,
eğlendiriciydi ve telafi edilmez
değildi. Ben de işi biraz şakaya
vurdum:
– Baba sen haklısın da, dünki
havayla bugünkü hava bir mi? Dün
ne biçim dolu yağmıştı, bak bugün
güllük, gülistanlık. Bugün tutar
merak etme.
O zaman devlet hastanesinde
ücretsiz ameliyat yapabiliyorduk.
Ertesi gün dört ameliyatım vardı
beş oldu. Babayı ameliyat ettik.
Üç beş gün sonra şifa ile taburcu
olarak sessizce gitti.
Yrd. Doç. Dr. İsmail
BÖREKÇİ’nin hatırası;
Görev yaptığım yerde halkın
çoğu Türkçe’yi az biliyordu. Hatta
hiç Türkçe bilmeyen hastalar da
oluyordu. Sağlık ocağında çalışan
mahalli personelden birisi bize
tercümanlık yapıyordu. Gene
bir gün köy ya da mezralardan
birinden gelen hastamız tercüman
vasıtasıyla şikâyetlerini söyledi.
Belinde, boynunda, dizlerinde
ağrılar olduğu anlaşılıyordu.
Hareket kısıtlılığı olup olmadığını
varsa derecesini anlamak için
sorduğum soruları tercüman
doğru ifade edemiyor, hasta
maksadımı anlamadığı için
sorularıma açıklayıcı cevaplar
veremiyordu.
Oldukça eski bir vaka idi.
– Yatınca gırıl gırıl garnıma çekiliyor
tohtur bea, diyordu.
– Ameliyat olmanız gerekir baba,
dedim…
– Eyi de bu havada dikiş tutamı
tohtur beya?
– Onu da nerden çıkardın?
Küresel Sağlık Global Health
48
Bir müddet değişik ifadelerle
sözlü olarak anlatmaya
çalıştıktan sonra konuşmayla
anlatamayacağımızı düşünerek
hareketlerle göstermeye
başladık. Hareketlerle de görmeyi
istediğim hareket kısıtlılığına
ait bulguları göremeyince son
çare aklıma gelen tercümana
“Namaz hareketlerini yapmasını
söylemesini” istedim.
Muhtemelen tercüman bunu
da tam anlatamadı ki sadece
namaz hareketlerini yapmasını
istediğimiz hasta şöyle sağa sola
bakınıp uygun bir yer bulunca
“Allahu ekber” diyerek namaza
durdu. Tercümanla ben şaşırıp
kaldık. Ancak hasta namaz kılarken
hareket kısıtlılığını görebilmem
için yapması gereken hareketleri
yapıyordu. Namazını bitirmesini
bekledik sonra muayeneye
kaldığımız yerden devam ettik.
Bulgularımıza ve gördüklerime
göre hastamızın reçetesini yazdık.
Doç. Dr. Şenol Kobak’ın
hatırası;
Eşiyle beraber muayeneye gelen
orta yaşlı bir kadın hastamın
ne şikâyeti olduğunu sordum.
Hastanın şikâyetlerini kocası
söyledi ve sürekli benimle kocası
konuştu. Benim için bir mahsur
yoktu. Hastanın şikâyetlerini
öğrenmiştim. Ancak detaylı bilgi
alabilmek için muayene ettim
ve ek sorular sordum. Boynun
ağrıyor mu? Başın ağrıyor mu?
Baş dönmesi oluyor mu? gibi
kişinin kendi algısında olan soruları
sorduğumda da hasta eşine dönüp
“Beyim bilir” dedi."
Op. Dr. Fahrettin ER’in
anısı;
Her hekimin hobi olarak güzel
sanatların herhangi bir dalıyla
ilgilendiği bilinir. Biz de hastanede
beraber çalıştığımız uzman
hekimler her birimiz bir müzik
aletini amatörce ve hobi olarak
çalmayı öğrenmiştik. Ailece bir
araya geldiğimizde aramızda çalar
söylerdik.
Yazın arkadaşlarımızdan bir eczacı
arkadaşımızın oğlunun sünnet
düğünü olacaktı. Ailece bir araya
geldiğimiz bir akşam o eczacı
arkadaşımız da aramızdaydı.
O gece de kendi çapımızda
çalıp söylemiş güzel bir gece
geçirmiştik. Gecenin sonunda
arkadaşlardan biri sünnet düğünü
yapacak olan eczacı arkadaşımıza
müzik işini ne yaptın diye
sordu. O da “Daha hiç kimseyle
+(.ò0$1,/$5,
görüşmedim” dedi.
Biz her yerde bizim müzik tarzımızı
seveceklerini ve bizi sessizce
dinleyeceklerini zannederek, ekip
olarak jest yaparak düğününde
çalabileceğimizi söyledik. “Olur
mu, nasıl olur” derken laf döndü
dolaştı arkadaşın düğününde
müzik grubu olarak bizim
katılabileceğimize bağlandı.
Sünnet düğünü eczacı
Muhtemelen bizim ne kadar
yeteneksiz olduğumuzu düşünüp
bize acımışlardı.
Doğrusu biz de bayağı rezil
olmuştuk fakat daha tam rezil
olmamıştık. Eczacı arkadaşın
annesi tam o köye özgü kıyafetiyle
öforik bir şekilde dolaşıyordu.
Düğün meydanına hâkim olmanın,
torununun sünnet olmasının
neşesiyle pür telaş misafirlerle
ilgileniyordu.
Uz. Dr. Hasan Aksoy’un anısı
Unutkanlık şikâyetiyle gelen 5560 yaşlarındaki hanım hastamı
dinleyip nörolojik muayenesini
yaptım. Tahlillerini istedim. Gelen
sonuçlarını değerlendirdim.
Hastayla aramızda doğal olarak
hastalığı ve tedavisiyle ilgili birçok
şey konuştuk ve bazı tavsiyelerde
bulundum. Reçetesini verdim,
hasta ailesiyle beraber teşekkür
ederek çıktı.
Biraz sonra hasta kabul deskinde
oturan sekterim gülümseyerek
içeri girdi. Doktor bey “Hasta çok
memnun olmuş söyledikleriniz
için çok sevinmiş” dedi. Ben de
“Ne çıktıysa ona göre gerekenleri
söyledim.”dedim. Sekreterim
“Yok yok onlar için değil siz ‘Sizin
unutkanlığınız çok problem değil
ben sizden daha çok unutkanım’
demişsiniz ya en çok ona
sevinmiş.”dedi.
Ben bu duyduklarıma güleyim mi
ağlayayım mı bilemedim. Sonuçta
hastam mutlu olmuştu ya bu
yeterdi.
"
arkadaşımızın köyünde yapılacaktı.
Bir pazar günü köy meydanına
dizilmiş masa ve yüzlerce sandalye
etrafında toplanan bine yakın
misafirinin ve köylünün en orta
konumuna yerleştirilmiş olan
orkestra düzeneğimizin başına
geçtik. Beyin cerrahisi, genel
cerrah, kadın doğum, göz, nöroloji
uzmanları, her biri alanında
şehirdeki o alanda en iyi veya tek
olan doktor arkadaşlarla kibarca
sanatımızı icra etmeye başladık.
İşin doğrusu toplanan misafirlerin
hiçbirisinin ne müzikle ne
müzisyenlerle ilgilendiği yoktu.
Herkes kendi âleminde konuşuyor,
alanda gürültüden geçilmiyordu.
Biz iki saate yakın kendi kendimize
Türk sanat müziği icra ettik.
Düğüne yakışan alışılmış, gürültülü
müzik ve coşkulu şarkılardan eser
yoktu. Misafirler yapılan servisleri,
ikramları, tatlıları yediler, bitirdiler.
Bir ara önümüzden geçerken
dönüp şöyle bir bize baktı. Bizim
müziği hiç kesmediğimizi ve
yemek yemediğimizi anlayınca
dönüp yemek dağıtanlara seslendi.
Kelimelerin üstüne basa basa
kızlara bağırdı,
“Gııııı, dümbekçilerin ekmeğini
vediniz miii? Getirin gari adamların
yemeğni” deyince, işte o
zaman tam rezil olduk. Hepimiz
yüzlerimizi nereye ve nasıl
saklayacağımızı bilemez vaziyette
oraya buraya bakmaya başladık.
Bir arkadaş,
“Kimseye görünmeden arkadan
kaçalım” derken bir diğeri “İnşallah
tanıdık kimse yoktur.” dedi. O köy
düğününde ne tam bir düğün
müziği icra edilmiş oldu ne de
bizim yaptığımız jest yerini bulmuş
oldu. Biz rezil olduğumuzla kaldık.
49
Küresel Sağlık Global Health