RUS GÖÇMENLERİNİN İSTANBUL YOLCULUĞU (XX

3287
RUS GÖÇMENLERİNİN İSTANBUL YOLCULUĞU
(XX. YÜZYIL BAŞLARINDA)
ÜÇGÜL, Sevinç-ERİNÇ, Erdem
TÜRKİYE/ТУРЦИЯ
ÖZET
XX. yüzyılın başlarında siyasi ve sosyo-ekonomik bir karmaşa içerisinde
olan İstanbul, kendi sorunlarının yanı sıra farklı sebepler dolayısıyla farklı
coğrafyalardan gelen göçlerin de ağırlığını taşımıştır. Bu göçler arasında
Karadeniz’in karşı kıyısından ülke içi rejimi, yani yeni Bolşevik yönetimini kabul
etmeyen Rusların akımının artı ve eksi yönleriyle İstanbul’un siyasi ve sosyal
yapısında kendi izleri bulunmaktadır. Günümüzde yaşanılan göç hareketleri bir
taraftan aktüel bir problem gibi dikkatleri üzerlerine toplarken diğer taraftan tarih
boyunca yaşanılan göçlerin de detaylı araştırılması zaruretini ortaya çıkmaktadır.
Bildiride yüz yıllarca İstanbul’da bulunmayı düşleyen Rusların asrın basında toplu
halde bu şehre yüz tutmaları, burada barınmaları ve buradan farklı çoğrafyalara
yayılmalarından bahsedilmektedir.
Anahtar Kelimeler: İstanbul, göç, göç bilimi, Rus göçmenleri, Beyaz Ruslar.
ABSTRACT
The Movement of Rusian Immigrants to Istanbul (Early 20th Century)
At the beginning of the twentieth century, Istanbul, being in political and
socio-economic chaos and despite having its own different problems from time
to time, faced mass immigration from different parts of the world. One of these
immigration routes via the Black Sea, which involved people escaping from the
local or Bolshevik regime, has left its own political and social traces on Istanbul.
In modern times, immigration problems are considered as real problems and
from other points of view, have given rise to the need to study this issue.
This study analyses the presence of Russians in Istanbul as immigrants and
their reasons for being there as well as their lives in Istanbul. Finally, it looks at
their movement to different parts of the world.
Key Words: İstanbul, immigration, science of immigration, Russian
immigrants, White Russians.
--XX. yüzyılın başlarında siyasi ve sosyo-ekonomik bir karmaşa içerisinde
olan İstanbul, kendi sorunlarının yanı sıra farklı sebepler dolayısıyla farklı
3288
coğrafyalardan gelen üç göç dalgasının da ağırlığını taşımıştır. Mütareke
döneminin sorunlarıyla baş başa kalan İstanbul bir taraftan Trakya’nın Yunan
işgaline uğraması sonucu tehcir etmek zorunluluğu yaşayan Müslüman Türk
halkının, diğer taraftan, Anadolu’da gelişen milliyetçi hareketten uzaklaşan Doğu
Anadolu ve Karadeniz kıyılarındaki Ermeni ve Rumların, diğer bir taraftan ise
Karadeniz’in karşı kıyısından ülke içi rejimi, yani yeni Bolşevik yönetimini kabul
etmeyen Rusların akımıyla çalkalanmaktaydı. Tüm bunlar artı ve eksi yönleri
gözetilmeksizin asrın başındaki İstanbul’a kozmopolit bir yapı kazandırmaktaydı.
Trakya ve Anadolu’dan olan göç akımlarının sebepleri tartışma dahi götürmezken,
Rusların İstanbul’a yolculuğunun sebepleri tartışamaya açıktır. Bu, hem
tarihçileri, hem siyaset bilimcilerini, hem sosyologları, hem de edebiyatçıları
ilgilendiren yönleriyle irdelene bilinecek bir konudur. Bu husustan yola çıkarak
mütareke dönemi İstanbul’u ve sosyal yaşam hakkında son yıllarda çok kapsamlı
çalışmaların olduğu görülmektedir.
Günümüzde göç hareketi aktüellik kazanırken tarih boyunca, bu veya diğer
sosyo-ekonomik, siyasi ve toplumsal nedenlerden yaşanılan göçler, bu göçlerin
vuku bulma sebepleri, şekilleri, boyutları, ulusal ve evrensel olarak kendine özgü
yönleri hakkında bilgi vermek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Sosyal bir vaka olan
göç hareketlerinin, derin tarihî sebepleri dolayısıyla genişleyip önem arz etmesi,
konuyla ilgili bilimsel ve siyasi konferansların düzenlenmesi bu alanı tartışmaya
açık güncel bir vak’a hâline getirerek Emigrantoloji, yani Göç Bilimi isimli yeni
bir bilim ortaya çıkmasına da vesile oldu. Göç Bilimi veya Emigrantoloji, göç
sürecinin öznesi olan yeni tip insan, yani göçmen kişi ve bu insanın yeni sosyal
ortamda yaşama başladığı süreç, yaşam şekli ve şartları hakkındaki bilim olarak
ortaya çıkmıştır. (Fenomen YD, 2000: 23)
Göç; siyasi, sosyal ve ekonomik nedenlerden dolayı birçok insanın ülkesini terk
etmek zorunda kalarak çeşitli ülkelere yerleşmesidir. Burada terk edilen mekân
geriye dönüşü olmayan bir zaman kavramına dönüşmektedir. Rusya’dan göç
etme hareketinin, eyleminin veya olgusunun çok eskiye dayanan kökleri vardır.
Rusya’da göç olgusu XI. yüzyılda Yaroslavl Mudrı’nın kızlarının Avrupalılarla
evlenip yurtdışına yerleşmesiyle başlatılan bu yerel göç tarihi, XX. yüzyılda
toplu göç hareketlerine kadar uzanır.(Samin,2000; 5-7) Rusya tarihinde toplu
olarak ilk göçün yaşandığı yıllar, Bolşeviklerin hâkimiyete gelişlerinden tam 500
yıl önceye Korkunç İvan (1531-1584) diye tanınan IV. İvan yönetimi yıllarına
(1547-1584) isabet etmektedir. Bu yıllarda hükümdarlarının amansız gaddarlığı
ve baskısı yüzünden çok sayıda yazar, voyvoda, boyarın ülkeyi terk ettiği
bilinmektedir. Bunların arasında ilk Rus matbaacısı mucit İvan Fyodorov (15101583) ve knez Anrey Kurbski (1528-1583) gibi tanınmış isimler vardı. Sonra XX.
yüzyıla dek uzun bir süre Rusya’da göç kavramı dinlenmeye alınmış sayılabilir.
XX. yüzyıl, Rusya’ya üç kez tarihte örneği az görülen toplu göçü yaşatmıştır. Bu
yüzyılın başında Rusya’nın ekonomik durumu, ziraat memleketinden kapitalizm
3289
sistemine geçişin verdiği sıkıntılar, sosyalist propagandalar ve siyasi gösteriler,
ardı arkası kesilmeyen savaşlar, grevler, meşruti monarşiye doğru atılan adımlar,
seçim kanunları ve antidemokratik uygulamalar, I Dünya Savaşı, devrimci
hareketlerinin canlanması ve gelişmesi gibi etkenler ihtilali hazırlayan unsurlar
olarak bilinmektedir.
XX. yy. başında Rusya’nın ekonomik durumu, sayısız askerî başarısızlığı, RusJapon harbindeki yenilgi, feodal bir düzenden kapitalizme hızlı geçiş nedeniyle
günün şartlarına cevap veremeyen yönetimden kaynaklanan çok sayıda problem
aşırı karamsar bir tabloyu ortaya koymaktaydı. Lenin’in tabiriyle “aşağılar eski
düzeni yaşamak istemezken, yukarılar da eskisi gibi yönetemiyorlardı.” Romanov
Hanedanı’nın en “yumuşak” karakterli Çarı II. Nikolay’ın (1868-1918) tutumu
da göz ardı edilemeyecek bir konuydu. Yönetimin nüfuzu, Rusya’nın toprak
bütünlüğünü sağlamak için geliştirdiği stratejileri gerçekleştirememesi yüzünden
sarsılmıştı. 1914’te başlayıp 1918’de biten I. Dünya Savaşı sonrası Rusya en
mağdur ülkelerin başında geliyordu. Yaşanan siyasal gelişmeler, ekonomik
zorluk, günlük değişiklikler, yarın için endişe, farklı görüşlü partilerin tutumu,
diğer ülkelerin kendi menfaatleri için yarattıkları sayısız maceralar, ülke içinde
yaşanan terörler herkesi korku ve endişe içinde bırakmaktaydı. Rus halkı büyük
bir baskı altında yaşamaktaydı. Bu karamsar tarihî dönem ve yapılan mücadeleler
1917 Şubat Devrimi sonrası Romanovlar’ın tahttan uzaklaştırılmasıyla ilk
sonucunu verdi. Hâkimiyet muhalif görüşlü partilerden oluşan Geçici Hükûmet’e
devredildi. SR Partisi lideri A. F. Kerenski’nin1 (1881-1970) başkanlık ettiği
Hükûmet muhalifleri, L.B. Kamenyev (1883-1936) ve B.V.Savinkov (18791925) ile, ülke menfaati için bir uzlaşmaya varamadı. Lenin başkanlığında
hızla büyüyen ve faaliyet gösteren Bolşevik Partisi, geniş kitlelere hitap eden
siyaseti başarılar elde etmesi sonucu Ekim 1917 yılında Rusya’da 8 ay süren
Geçici Hükûmeti yasaları ihlâl ederek devirip hâkimiyeti ele geçirdi. Lenin
Hükûmeti’nin hâkimiyeti devrim yoluyla, binlerce insanın kanı pahasına zoraki
ele geçirmesi doğal olarak birinci sırada devrilen eski Hükûmete yakın olanların,
sonra toplumun elit kısmının tepkisine sebep oldu. Tarihin bu karışık aşamasında
onlar hâkimiyete gelen güçten kendilerini kurtarmak amacıyla yurtdışına çıktılar.
Bu doğal tepkinin neticelerini, kaybettiklerini ve geleceğe yönelik planlarını
1
Bir yazar gibi de adından söz ettiren Aleksandr Kerenski, tanınmış bir siyasetçiydi. 1917 yılında
Geçici Hükûmetin başına getirtilen Kerenski Lenin ile aynı günde, aynı şehirde sadece 11 yıl sonra
doğmuştu. Çar II. Aleksandr’a yapılan suikastte Lenin’in ağabeyinin bulunduğunu biliyoruz. Bu
suikast olayından sonra Lenin’in (o zaman Vladimir Ulyanov) liseden atılması talep edilir. Lise
müdürü Fyodor Kerenski (baba) itiraz eder ve Lenin’in eğitimini yarıda bırakmamasını sağlar.
Yıllar sonra Aleksandr Kerenski başbakan olur, Lenin ise yasa dışı bir siyasî partinin lideri. 1955
yılında Kerenski “Neden elinizde hâkimiyet olduğu bir dönemde Lenin’i kurşunlatmadınız,
yok etmediniz?” sorusuna “Ben onu önemli biri olarak görmedim.” Diye cevap vererek tarihin
gidişatına yön verebilecek bir fırsatı değerlendirmediği için isminden hep “Lenin’i hapsetmeyen
adam” olarak bahsettirdi. (Samin, 2000: 213)
3290
hazırlamak için orada faaliyet göstermeyi tercih ettiler. 18 Temmuz 1918 tarihinde
Çar ailesinin infazı geride kalanların umutlarını azalttı ve kendi akıbetlerinin aynı
olacağını düşünenler de yurtdışına çıktılar. Bolşevik hâkimiyetinin ilk beş yılı
içerisinde Rusya, tarihinin en büyük göç hareketini yaşadı. Yaşanan göçler çok
boyutlu ele alındığı için göçler farklı açılardan gruplaştırılabilir. Ülkedeki siyasi
ve sosyal durumu asrın başında takip edenler Ekim Devrimi sonrası üç farklı
katmanda ve tarihte toplu göç yaşadılar. İlki, yurtdışında geçici yaşayan ve çalışan
diplomatlar, sefirler, iş adamlarıydı. Sayıca az olan bu gruba daha sonra konser
ve gösterilere giden sanatçılar ve yurt dışında eğitim alan öğrenciler de katıldılar.
Onlar bu karmaşık dönemin bitmesini bulundukları ülkelerde beklemeyi tercih
ettiler. Dolayısıyla olup bitenleri basından ve gelip gidenlerden takip ettiler.
İkincisi, bilfiil bu göçü yaşayan ve göç eylemini gerçekleştiren çok sayıda insanı
ve trajik boyutlu bir göçü kapsayan katmandır. Kendisi de, rejimin baskılarından
defalarca bunlaıp, sürekli olarak yurt dışına göç etme isteğinde olan XX. yüzyılın
önemli yazarlarından M.Bulgakov bu göçün trajik boyutlarından “Beyaz Ordu”
ve “Kaçış” adlı romanlarında bahsetmektedir. 1919-1920 yıllarında gerçekleşen
bu göçün coğrafyası ve toplu hâlde askerî birlikler, onların aileleri ve yakınlarıdır.
I. Dünya Savaşı’nın gidişatına ve ayrıca müttefiklerin ve karşı tarafın askeri
güçlerinin geri çekilmesine bağlı hareket ve askerî görevleri dolayısıyla muhtelif
semtlerde olan bu göçmenlerin ülkeyi terk ediş güzergâhları 6 basamaklı şekilde
şöyle çizilmektedir:
− Ocak-Mart 1919: Alman askerî güçlerinin geri çekilmesiyle General
A.İ.Denikin’in Ukrayna’da ordunun gücüyle hâkimiyeti koruma teşebbüsü ve
bunu başaramaması sonucu sınırdan yapılan ilk toplu göç.
− Mart 1919: Rusya’nın güneyinden, Odessa’dan Fransız askerlerinin geri
çekilmesi Bolşevikler’in burada hâkimiyeti ele geçirmesini kolaylaştırdı ve göçün
ikinci aşaması gerçekleşti.
− Şubat 1920: Rusya’nın Güneyinden İngiliz-Amerikan askerî birliklerinin
çıkışı. İngilizlerin Arhangelsk’i boşaltmaları. Onları takiben buradan başlayan
göç.
− Şubat 1920: Novorossiyski’den Güney Askerî Güçlerin Tümgeneral A. İ.
Denikin’in başkanlığında geri çekilmesi ve ülkeden çıkışı.
− Kasım 1920: Kırım cephesinden Tümgeneral P. N. Vrangel’in Rusya’yı terk
etmesi.
− 1920-1921: Amiral A.V. Kolçak ordusunun hezimete uğrayışı ve Japon
ordusunun Primorya’dan çıkışı. (Александров,2003;189)
Yukarıda adı geçen yerlerde Beyaz Ordu’nun bölge karargâhlarıyla hem
I.Dünya Savaşı hem de iç savaş dolayısıyla devrilen hâkimiyetin uğrunda
çarpıştığı izlenmektedir. Bu göçmenler Çar’ın sadık komutanları ve askerleri,
3291
onların aileleri ve güvenceleri altında olan sivil halktı. Daha net söylersek, onlar
toplumun farklı sosyal kesimini kapsayan devrim öncesi Rusya’ya hizmet eden
insanlardı. Yaşanılan yenilgi sınır dışına çıkıp, güçlenip yeni planlarla savaşmak
için geriye dönme stratejisini çizdi. Nitekim bu yıllarda uzun zaman Gelibolu’ya
ve Çatalca’ya yerleşen orada askerî eğitimlerine devam eden Rus ordusu bunun
en bariz örneğidir.(Günal, 2004: 13-16) Askeri göçün yanı sıra sivil halk arasında
da göç başladı. Bolşeviklerin işçi-köylü Hükûmetinin yürüttükleri zoraki, baskıcı
siyasetleriyle eşitlik ve Rusya’ya istikbal vadeden bir gelecek beklentisi içinde
olanları da hüsrana uğrattı. Bu beklenti içinde olan milliyetçi gruplar, düşünürler,
bilim ve sanat adamları, toplumun menfaatini, Rus insanının mukadderatını
düşünenler, toplu halde ülkeye en yakın sınırlardan Litvanya, Letonya, Estonya,
Finlandiya, Polonya, Türkiye, Afganistan ve Çin sınırından göç etmeye başladılar.
Üçüncü katman olarak sayılan üçüncü grup, entelektüellerin oluşturduğu tabakaydı.
Daha sonra ise ülkenin tüm akademik sütunlarını omuzlayan 161 kişiden oluşan
profesörler, filozoflar, edebiyat ve sanat dünyasının tanınmış isimleri, üniversite
rektörleri, akademisyenler, gazeteciler Ağustos 1922 yılında aşağılayıcı bir
tavırla sınır dışı edildiler. Bu, Sovyet Rusya’sı için büyük bir zekâ potansiyeli
kaybı olsa da diğer taraftan Rus göçmen toplumuna büyük bir armağandı. L. D.
Trotski bir beyanat vererek Sovyet Hükûmetinin bu aydınların can güvenliği
açısından sınır dışı etme zorunda olduklarını açıkladı. Bahsi geçen insanlar Rusya
sevdalı aydınlardı. Kimisi üniversitelerde ders veriyor, kimisi mesleğiyle vatanına
hizmet ediyordu, fakat Sovyet Rusya’sı onları eski dünyanın insanı adlandırarak
güvensizlik duygusuyla yurt dışına attı. Onları anti-Sovyet faaliyetle yargılayarak
ülkeye dönecekleri takdirde kurşuna dizmekle tehdit ettiler. Sınır dışı edilen bu
aydınların arasında sadece filolog ve etnograf S. N.Trubetskoy’un (1890-1938)
kanıtlanacak bir takım Anti-Sovyet faaliyetleri vardı.
Göç edilen ülkeler içerisinde bir anlamda dağılım noktası niteliği taşıyan iki
şehir vardı: İstanbul ve Berlin. İstanbul’un bu konumda olmasının birçok nedeni
vardı. İlki, Rusya’nın Batı sınırlarının artık Bolşeviklerin elinde olmasıydı. Bu
sınırlardan dış ülkelere çıkış da, dolayısıyla kolay değildi. Fakat deniz yoluyla
Türkiye’ye geçip buradan da Avrupa’nın istenilen ülkesine gitmek mümkündü.
Buranın İtilaf Devletleri kontrolünde coğrafya olması da ikinci bir etken sayılabilir.
Üçüncüsü, Bolşeviklerin hâkimiyete gelişleriyle ülkeyi terk etmeye başlayan
Ruslara çoğu Avrupa ülkesi kısıtlamalar uygulamasıydı. Ülkelerindeki iç refahın
ve oturmuş düzenin bozulabileceği endişesi bu ülkelerin kapılarını göçmen Ruslara
açmada tereddüde soktu. Bu konumda en elverişli çıkış yine İstanbul’du. O dönem
İstanbul’unda çok sayıda yabancı ülkenin yardım kuruluşlarının örgütlendikleri
ve bunun da Ruslara yardım olasılığı anlamına geldiği bilinmektedir. (Timuçin,
2004: 753-764)
İlk olarak 1919 yılında İstanbul’a göç edenler hem ekonomik hem de sosyal
olarak üst düzey Ruslardı. Onlar Türkiye’de uzun süre kalmadan Avrupa’nın
3292
çeşitli ülkelerine yerleştiler. Göç eden ikinci grup, 1920 yılının Nisanında
General Denikin kumandanlığındaki Beyaz Ordu’nun yenilgisiyle Odessa’yı terk
etmelerinin ardından İstanbul’a yol almıştır. En son grupsa, Kırım’ın Bolşevikler
tarafından ele geçirilmesiyle 14 Kasım 1920 yılında tümgeneral Vrangel ve
ordusuyla Feodosiya Körfezi’nden İstanbula’a göç etmiştir.(Бобков, http://rovs.
atropos.spb.ru/index.php?view=publication&mode=text&id =277)
İstanbul’a göç eden Rusların sayısı çeşitli nedenlerden dolayı; (Burada
kimi zaman yeterli sayım noktasının olmaması, kimi zaman kimlerin göçmen
statüsünde bulunup bulunmadığının bilinememesi, kimi zaman yasal olmayan
yollarla giriş çıkışlar ve benzeri sorunlar kastedilmektedir.) farklı kaynaklarda
farklı sayılarla gösterilmektedir. Örneğin, 1920 yılında Kırım’dan İstanbul’a 70
000 asker mensubu göç etti. Bunlarla birlikte 80.000 sivil geldi. (Aleksandrov,
2003: 68) Bu rakamların 120.000 ve 150.000’e kadar yükseldiği bilinir.
Rıbac ise sadece Tümgeneral Vrangel’in bu göçü 126 gemiyle gemi tertibatı
hariç 145.693 kişiden oluştuğunu yazar. (Рыбас С. Ю. Галлиполи. На берегу
Дарданелл http://rovs.atropos.spb.ru/index.php?view=publication&mode=
text&id=45) Bu yolculuk belirsizlik ve endişe doluydu. Yolcuların çoğunun
el bagajı bile bulunmadığı onların hallerinin bir göstergesiydi. Körfez ufukta
görüldüğünde Moda’dan yükselen İngiliz, Fransız, Amerikan, Yunan, İtalyan Sırp
bayrakları Fransız kroyseri “Valdek Russo” 21 kez attığı top sesiyle Rus bayraklı
gemi tertibatını selamlar.( Рыбас). Böylece İstanbul 1919–1920 yıllarında Rus
göçmenlerini en yoğunlukta ağırlayan şehirlerden biri olarak tarihe geçer.
İkinci “dağılım noktası sayılacak” şehrin Berlin olduğunu söyledik. Rusya’ya
yakınlığı ve elverişli şartlar dolayısıyla 1921 yılının istatistiklerinde Almanya’ya
250-300.000, 1922-1923 yılları arasında ise 600.000 Rus’un göç ettiği bilinir.
Bunlardan 360 000 Berlin’e göç etmişti. İlk yıllarda Cemiyet-i Akvam ve Alman
Hükûmeti göçmenleri geri dönme konusunda ikna etmeye çalışsalar da sadece
10 000 yakın insanın dönüşünü sağlamayı başardılar. Şubat 1921’de Almanya’da
Cemiyet-i Akvam bünyesinde göçmen bürosu kuruldu. Bu konumun ilk komiseri
Norveçli kutup keşifçisi ve siyasetçi Fr. Nansen oldu. Başta Türkiye’deki Rus
Şurası ve diğer toplumsal örgütler Almanya’nın bu tutumunu protesto ettiler ve
göçmenleri geri gönderme siyasetini kınadılar. Bolşevik Rusya’sı da göçmenlerin
çok sayıda geri dönmesine pek istekli olmadığı için konu üzerinden sükûnetle
geçti ve 15 Aralık 1921 tarihli yasasıyla 1 Haziran 1922 tarihine dek Sovyet
pasaportu almayan vatandaşları Rus hüviyetinden men edeceklerini açıkladılar.
Bu tarihten sonra göçmenler Cemiyet-i Akvam tarafından kimliksiz kişiler olarak
belirli ülkelere yerleştirildi. Fr. Nansen göçmenlere kimlik bilgilerini içeren bir
cüzdan verilmesini teklif etti. Bu belge göçmenler arasında “Nansen pasaportu”
olarak adlandırıldı. 1923 yılında 31 ülke tarafından bu kimlikler tanındı. Çeşitli
ülkelere sığınan Rus Göçmenleri’nin tamamının bu veya benzeri 5 pasaportu
3293
vardı: Çar Rusya’sının armasını taşıyan pasaport, Geçici Hükûmet’in damgalı
pasaportu, Hetman toplu iğneli pasaportu, üç dişli Petlyurovski pasaportu ve
İstanbul’da verilen pembe “resepisse” pasaportu. Göçmen Ruslar bu pasaportlarla
bir ülkeden diğer ülkeye geçmekte çok sayıda problem yaşıyordu. Bu yıllarda
yeni doğan bebekleri hangi ülkenin vatandaşı sayılmalıdır sorusu da yanıtsızdı,
kimse yeni doğan bebeğe hüviyet tanımıyordu. Hatta göçmenlerle evlenen
Alman vatandaşları kendi vatandaşlık haklarını da kaybederek onlardan birine
dönüşüyordu. Fransa’da çok basit trafik kurallarını ihlal eden Rusların derhal sınır
dışı edildiği görgü tanıklarınca söylenmektedir. Romanya ve Polonya’da Rusça
eğitim yapan okulların açılması yasaktı. Dinî gruplar Polonya’da Ortodoks Ruslara
karşı açıkça tavır koyarak çok sayıda Ortodoks kilise ve ibadet yerini kapattılar
veya dağıttılar. Din adamlarının hapsi toplu hal aldı. Rus göçmenlere Avrupa’nın
tamamında “ikinci sınıf insan” muamelesi açık açık yapılmaktaydı. Maddî yokluk
göçmenleri çaresizliğe sürükleyen en büyük etkendi. İlk yıllarda kendilerine
ait değerli özel eşyalarını satan Ruslar bir süre sonra geçim için her türlü işi ve
ücreti kabul etmek zorunda kaldılar. Bulundukları ülkelerde ikinci el mağazalar
Rusya’dan getirilen mallarla dolup taşardı. Türkiye’deki Rus konsolosluğunun
binasının duvarında bile “Rus Göçmenlerinin sergisi ve uygun fiyatla ikinci el
mağazası” tabelası bulunmaktaydı. Genelde mücevherat, resimler, tarihi eşyalar,
sanat değeri yüksek olan elişi vs. vardı. (http://archive.travel.ru/turkey/89734.
html Призраки Голого Поля)
Yazar İlya Surguçev göçmenlerin İstanbul’a varışını şöyle anlatır:
Konstantinopol’da sarı sihhiye bayraklı 65 Rus gemisi içerisindeki tıka basa dolu
insanlar Amerikan galeta ekmekleri ve ısıtılmamıs soğuk İngiliz kornbiflerini
yiyorlardı. Bosfor körfezinden 150 bin Rus geçti bunlardan 27 bini kadın ve
çocuktu. 100 binin üzerindeki askeri mensubu ve 6 bin cıvarinda yaralı vardı.
“Галлиполи−русское государство на берегу Дарданелл” başlıklı yazıda
“Moda’da dalgalanan İngiliz, Fransız, Amerikan, Yunan, Sırp ve İtalyan bayrakları
onları selamladı. Arkada Aya Sofya gözüküyordu. Yekaterina döneminden bu
topraklara can atan Ruslar nihayet muratlarına erdiler. Ama nasıl? Ruslar dolu
olan gemileri onlarca sandallardaki insanlar ellerinde helva, portakal, yufka ve
benzeri yiyeceklerle gemilere yaklaşıp onları saat, tabanca, yüzük, kaput ve akla
gelen her şey ile takas etme teklifleriyle. Saratov vapurunda çarşaf, ayakkabı,
altın, silah kuruşlara satılmaktaydı. General Martınov “Baylar, lütfen eşyalarınızı
satmayın, biraz sabredin…” dese de herkes kendi başının çarecesine bakmayı
yeğlemekteydi. (http://militera.lib.ru/bio/rybas1/06.html) General Kutepov
gemisinde durum daha farklı sorunlarla karşılaşılıyordu.
Müttefikler tarafından İstanbul’da Ruslar’ın silahlarını teslim etmeleri
hakkında emir verildi. Buna cevap olarak tuğ general Kutepov ordu mensuplarına
seslenerek rütbeli subaylar dışındakilerin silahlarını belirtilen bir yere toplayıp
3294
koruma altına almalarını emretti. Bu emirden insanların korunması ordunun
korunmasıyla mümkündü mesajı anlaşılırdı. Ama İstanbul’da bu göçmen ordusuna
kimsenin ihtiyacı yoktu. Fransızlar bu kalabalığa ihtiyatla yaklaşıyor ve onlardan
kaynaklanan problemlere olumsuz bakıyorlardı. Gelen gemilerden askeri teçhizatı,
on binlerce silahı, çayı, şekeri, buğdayı, tütünü derhal ele geçirdiler.
19 Kasım 1920 tarihinde Rus Ordusu’nun bir kısmını Lemnos adasına,
piyade ağırlıklı olarak diğer kısmını da Gelibolu’ya ise yerleştirdiler.
21 Kasımda da Saratov ve Herson gemileri kısım kısım Gelibolu’ya geçtiler. Hem
depremle hem de İngiliz Deniz Kuvvetlerince yıkılmış dağılmış Gelibolu’da General
Kutepov’u Fransız binbaşı Veyler karşılayıp yerleşecekleri kampı göstermek için
ona refakat etti. Rus Ordusu bir tarafta Büyük Dere çayının Dardanel’e dökülen
yerinde diğer tarafta ise yüksek olmayan sıra dağların arasında yaşam mücadelesi
verecekti. Tifüs hastaları, aç, hasta kadın ve çocuklar, güçsüz askeri mensupla
bomboş arazide yağmur ve rüzgârdan korunarak nasıl yaşanacaktı? Kutepov
göçmenler için bir kasaba, ordu için ise bir kamp inşa etmeliydi. Fakat nasıl?
Kutepov askeri intizam ve ciddiyetle orduya seslendi: “Rus subay ve askerinin
adını ve şerefini koruma ve yüceltme adına ki bu yabancı bir memeleketin
topraklarında daha da önemldir, herkesi talep ve emirler doğrultusunda çok sıkı bir
askeri disipline çağırıyorum. Görevinizde en ufak bir ihmal ve sorumsuzluk çok
ciddi ve acımasızca cezalandırılacak.” Kutepov askerlere Fransızlar tarafından
maddi destek gördükleri dolayısıyla asla özgür ve milli benliklerinden fedakârlık
etmemeleri gerektiğini bildirdi. Fransızların askerlere belirlediği günlük er azığı:
500 gr ekmek, 200 gr et konservesi, 80 gr pirinç, fasulye ve baklagillerden her
hangi biri, 20 gr Hindistan cevizi yağı, 20 gr şeker, çay, tuz ve defne yaprağı.
Bazan buna tütün eklenir ayda bir kez ise subaylara 2 lire, askerlere 1 lire para
veriliyordu. Bütün bu zorluklara arğmen 18 Aralıkta General Vrangel ile Fransız
orgenerali de Bon Gelibolu kampını ziyaret ederken onları perişan göçmen
yığını değil tam müteşekkil bir ordu karşılar. General Vrangel “Ordu varlığını
sürdürmektedir” diye vurgularken de Bon renkli taşlar ve balık kulaklarıyla yapılı
iki başlı kartalı işaretleyerek “O uçacak” demesi de ilginçti. Bu imada nasıl bir
iltifat vardı? Fransızlar Rus ordusunun bir an önce yok edilmesini çok istiyorlardı,
ama bir anda yığın şeklinde askerlerle baş edemeyeceklerini anlamaktaydılar.
İtilaf Devletlerinin yetkileri içerisinde olan İstanbul’da, Rus Ordusuna
faaliyetlerini bırakması konusunda baskı yapılsa da Rus komutanları böyle
bir konuyu gündeme getirmek bile istemediler. İngiliz yetkililer her hangi bir
yardım teşebbüsünde bulunmadıkları gibi Beyaz Ordu’nun derhal Rusya’ya
dönmesini talep ettiler. Fransa ise daha yumuşak ve ılımlı bir tavır sergileyerek
General Vrangel’i resmi bir konumla kabul etmese de (Wrangel Rusya’nın
Güney Bölgesinde kurulan Bolşevikler’e direnen bir Hükûmet kurarak Başkanlık
yapmıştı. Fakat bu Hükûmet hiçbir siyasi statüde tanınmadı. Burada kastedilen bu
konudur. Diğer taraftan Wrangler Çar Ordusu’nda bir generaldi. Bu konumuyla
3295
ilgili her hangi bir tutum yoktur.) gurbette olan Rus göçmenlerinin kaderi ile
ilgilenmeyi bir manevî borç olarak kabul etti. Fransa burada doğal olarak kendi
menfaatleri açısından yola çıkmaktaydı: Bu yıllarda Fransa bu bölgedeki olası
askeri başkaldırılardan sorumluydu. Ayrıca Rus Ordusu’na sahip çıkmakla bu
orduya ait bütün askeri araç-gereçleri kendi donanmasına katıyordu. Bu askeri
donanımın maddi değeri, yapılan yardımların çok üzerindeydi. Son olarak ise
askeri açıdan böyle yüksek eğitimli bir ordunun geriye, Bolşevik Rusyası’na
dönmesi istenmiyordu.
17 Nisan 1921 yılında Fransız Hükûmeti Vrangel Ordusu’nun artık var
olmadığını beyan ederek ordu mensunubunun özgür olduklarını eski komutanlarının
onlara emir veremeyeceklerini beyan etti. Bu her şeyin sonu anlamını geliyordu.
Yeni Başkomutan Albay Tomassen, Rus ordusundaki rütbeli rütbesiz herkesin
ona tabi olmasını isterken, aksi halde Gelibolu’da kalamayacaklarını söylerken
Generel Vitkovski Rus askerinin sadece kendi komutanlarına tabi olduklarını
bildirdi. (Карпенко, http://lib.rin.ru/doc/i/ 73124p2.html)
Fransızların propagandasıyla bu askerlerden birkaç bini geri Sovyet Rusya’sına
dondu. 1920 yılının aralığında yatak sıkıntısı beslenme ve tıbbi levazimat
yetersizliği toplu hastalıklara yol açtı. Bunların içerisinde 363 tifüs hastası
vardı. Bu hasatlıklarla mücadele için tip mıntıkaları kurulup ilaçlamaya gidildi.
Çatalca’da da durum daha vahimdi. Orada kolera salgını olduğundan derhal aşı
kampanyası başlatıldı.
Yokluk, sefalet ve hastalık Gelibolu’daki Kutepov tarihini sonlandırmaya
yöneltti. Fransızların silahları teslim etmek yönündeki baskısına Kutepov
dayanamayıp general Şarpi’ye “Silahlarımızı mı istiyrosunuz, buyurun, gelin
alın” diyerek bir ordulu gururunu dindirdi. Ama Fransızlar farklı yolu denediler.
Maddi olarak yemekleri azalttılar, göçmenleri onların daha iyi şartlarda
yaşayabileceyine inandırarak Brazilya ve Sovyet Rusya’sına dönme konusunda
ikna edici propagandalar yapmaya başladılar.
Gelibolu dışındaki Rus nüfusu hakkında ise daha çok konuşulabilinir: Mihail
Bulgakov, A. Tolstoy, A. Averçenko gibi yazarların eserlerinde bu yaşamın tasviri
içler acısıdır. Rus nüfusun ağırlıklı olduğu yerlerde, hamam böceği yarışlarından
sahte taş satımına, üzerindeki kıyafetten hayır kurumlarınca verilen yardıma
dek, Rus Devletinin Tarihi kitabından Puşkin’in eserlerine dek, daha kötüsü
hamallıktan fahişeliğe dek her şeyin alınıp satıldığı, pazarlandığı bir dünya vardı.
Bunların arasında altın diye sattığı bakır yüzük, pırlanta diye sattığı cam taşlar
için Türklerden dayak yiyenler de yok değildi. Taksim meydanına toplanan bu
topluluk para kazanmak için akıl almaz şeyler uyduruyor ve uyguluyordu. Taksim
meydanından Pera sokağına doğru Rus toprakları üzerinde inşa edilmiş Rus
konsolosluğu bulunmaktaydı. II Yekaterina’nin emriyle konsolosluk binasını
Rusya’dan gemilerde getirilen Rus toprakları üzerine inşa ettirilmiş olmasından
bile teselli bulan Ruslar bulunmaktaydı.
3296
13 Şubat 1921 yayına başlayan Zarnitsa adlı mecmuada yazar Valeri Levitski’nin
anıları ilginçti: Kampta hiç kimsenin hâkimiyeti hissedilmiyordu. De facto kamp.
Diye yazan yazar Gelibolu askerileri ile yerel halk arasında ilişkilerin son derece
iyi olduğu yazar. Yaşlı Türk hanımların Gelibolu’daki ailelere gelmeleri, hiç
konuşmadan mutfaklarına yiyecek erzak bırakmaları veya Köprü geçişlerinde
herkes ücrer ödeme zorundayken Rusları ücretsiz bıraktıkları da bilinmektedir.
Şulgin’in belgesel yazıları siyasi olayların analizi, yorumları ve
değerlendirmeleri ağırlıklı olsa da fevkalade güzel bir vakayiname üslubu da
yelpazesine bunula sınırlı tutmamaktadır.
Göçmenlerin yaşamı, ruh hali, yaşam mücadeleleri, günlük sorunları,
gelecek umutları vs. gibi konular her yönüyle kaleme alınmıştır. İstanbul’da
Rus göçmenleri Şulgin kaleminden tüm incelikleriyle anlatılmaktadır. Şulgin’in
anılarından birinde Nikolayev soyadlı birirsinin intihat ettiği üzerine yayaılan
dedi kodu ve yorumlar ilginçtir. Neden intihar etti. Ne yapayım, diyerek o bu yolu
secmiş ve o denli yaşatman kurtuluş için seçmiş. Bu bir ölümden çok bir sembol
gibi yorumlandı. Ve anıların en sonunda O ne yapayım sorusuna cevap buldu peki
biz? Diye metin bitiyor. Bu çaresizlik ve belirsizlik daha kötü bir durumdu.
Şulgin dönemin ab havasını analiz ederek şöyle yazar: Aç çocuklar ve beti
benzi sararmış kadınlara kucak açan İstanbul’da bir soru aklımı kurcalardı:
Bunlara en fazla Hristiyan’ca kim yaklaştı: fokstrot oynamaktan delirmiş Hristiyan
Pera ve Galata mı, yoksa eski Aya Sofya çevresine yığılan İslam İstanbul’u mu
diye sorulmaktaydı. Bunu yaptıklarıyla bilirsin der. XX. yy. ufkundaki ay yıldızlı
tacıyla İstanbul İsa’ya/Tanrı’ya belki de lekelenmiş Pera ve Galata’dan daha
yakındır.
Çalıştıkları işlerin ağırlığının yanı sıra aşağılanma ve hor görülme bu insanları
daha da ezmekteydi. Geri dönme hayalleri uzaklaştıkça ve bu ülkelerde kalıcı
konumda oldukları anlaşıldıkça Ruslar kendilerine ait iş yerleri, mağazalar, kuru
temizleme, fırın, votka imalâtı yapan fabrikalar, restoranlar, sanat okulları: müzik,
bale, dans vs. açmaya ve işletmeye başladılar. İstanbul’a yerleşen Ruslar’dan
çoban, bekçi, kapıcı, hizmetçi olarak çalışan çok sayıda insan vardı. Rusya’yı
terk eden herkesin geri dönmek umuduyla bu sınır ülkelere yol alışı uzun yıllara
yayıldı.
1924 yılından itibaren dağılan Gelibolu birliğinin son askerleri de dünyanın
dört bir yayına yayıldılar. Çekoslovak öğrenci hekim ve mühendisleri kapısını
açtı, Bulgaristan ve Sırplar Gelibolu ordu mensubunun bir kısmını kabul etti,
Arjantin tarımda çalışabilecek subaylara seslendi. Almanya bankacı ve deri ve
kürk ustalarını aldı, Fransa ise ucuz işçi kuvvesini benimsedi. Ruslar İstanbul’u
arkalarında bıraktılar. Zarnitsa adlı mecmuada yazar Valeri Levitski’nin
Türklerden bahseden yormuyla sunuyu tamamalamak istiyorum. “Demek ki
3297
asırlarca savaşıp bir iki ay içerisinde birbirlerini bu kadar samimi ve içten
duygularla sevmek mümkünmüş. Ruslar, bence her iki ulusun hayatındaki bu ağır
dönemde Türklerden gördüğü ilgi ve sevgiyi asla unutmamalılar.”
KAYNAKÇA
1. Aleksandrov, S. A., Politiçeskaya İstoriya Zarubejnoy Rossii, Olimp:
2003.
2. Deleon, J., Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar, İstanbul: Remzi Kitapevi: 1996.
3. Fenomen Yuriya Drujnikova, Varşova: Slavika orientale: 2000.
4. Günal, E. Z., (2004) “Rus Göçmenlerinin 1921 Yılında İstanbul İzlenimleri”,
Kül Güncel Edebiyat ve Eleştiri Seçkisi, 49 (Haziran), 13-16.
5. İlbeyi, Ö, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yaşam ve Moda, Truva yayınları:
2006.
6. Kurat, A. N., Rusya Tarihi, Ankara.
7. Samin, D. K., Samıye znamenitıye emigrantı Rossii, Moskva: Veçe:
2000.
8. Temel, M., İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, Ankara Kültür
Bakanlığı Yayınları: 1997.
9. Timuçin, T., “İstanbulda Beyaz Ruslar 1919-1924”, CİE’PO Osmanlı
Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Ululararası Komitesi; XIV. Sempozyumu
Bildirileri: 18-22 Eylül 2000, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi: 2004.
10.Törene, M., İşgal İstanbul’u, İstanbul Kitabevi yayınları: 2002.
11. Uravelli, O., İstanbul’dan Geçen Ruslar, Ankara: Ümit Yayıncılık: 2005.
12. Üçgül, S., Rus Göçmen Edebiyatı, Ankara: Kapadokya: 2006.
13.Александров, С. А, Политическая история Зарубежной России, http://
rovs.atropos.spb.ru/index.php?view=publication&mode=text&id=17.
14.Бобков, Красный террор в Крыму. 1920–1921 годы. http://rovs.atropos.
spb.ru/index.php?view=publication&mode=text&id=277
15. Галлиполи — русское государство на берегу Дарданелл http://militera.
lib.ru/bio/rybas1/06.html
16. Карпенко, С. В., Русская армия генерала П. Н. Врангеля в Турции
(1920-1921 гг.) http://lib.rin.ru/doc/i/73124p2.html
17. Призраки Голого Поля, http://archive.travel.ru/turkey/89734.html
18. Рыбас, СЮ, Галлиполи. На берегу Дарданелл http://rovs.atropos.spb.
ru/index.php?view=publication&mode=text&id=45
3298