TDV DIA - İslam Ansiklopedisi

HARiKULADE
n unu diye nitelendirdiğimiz hususlar daima geçmişle sınırlı kalmakta birlikte gelecekte de aynı olayların vuku bulacağını
da gösterir, ancak bunların istisnasının
olamayacağı hakkında kesin bir şey söylenemez. Başka bir deyişle tabiat kanunları olayların nasıl vuku bulacağını tasvir
eder. Eğer nizarn dışı bir hadise alacaksa
bunu önceden haber vermesi mümkün
değildir. Swinburne'e göre harikulade, tabiatta şimdiye kadar olanların aksine bir
hadisenin vuku bulmasından ibarettir.
Harikulade istisnai olarak tarihte var olduğuna (o l abi l eceğine değil) göre tabiat kanunu fikriyle tabiat kanununun ihlal edilmesi fikri mantıken çelişkili değil­
dir. Swinburne, bizim tabiat kanunu diye
formüle ettiğimiz sebep-sonuç ilişkisi­
nin evrensel değil istatistiksel olduğunu
söylemektedir. Mesela "ateş yakar" önermesi, bunu gözlemleyen insanların tecrübeleriyle ulaştıkları geçmişe ait ve geleceği de kapsayan bir sonuçtur. Fakat bu
sonuç evrensel değildir. Şöyle ki: Bir kimsenin ateşin her zaman ve her yerde yaktığına kesinlikle hükmedebitmesi için onu
var olalı beri bütün zaman ve mekanlarda tecrübe etmiş olması gerekir. Bunun
ise imkansız olduğu açıktır. Swinburne'in
bu fikri, aynı zamanda tabiat kanununun
tashih edilebilir olmasının da bir işareti
sayılmıştır (Miracles, s. 75-84).
Batı
felsefesinde tabiat kanunlarının zofikrini savunan bir diğer düşünür de Fransız fılozofu Em ile Boutroux'dur. Boutroux'yu Hume'dan ayıran en
önemli özellik, varlığın hiyerarşik bir yapısının bulunduğuna ve bu yapıda zorunsuzluğun esas olduğuna inanmasıdır. Filozofun tabiat kanununun zorunsuzluğu­
nu ileri sürmesi insanın h ür olduğunu savunabilme amacına yöneliktir. Boutroux
üç türlü zorunluluk üzerinde durmaktadır: Mantık aksiyomlarının taşıdığı m uttak zorunluluk, apriori sentezlerde görülen koza! (illi) zorunluluk. ampirik sentezlerin doğurduğu tecrübl zorunluluk.
Bu sonuncusu deneyden çıkan aşağı
derecede bir zorunluluktur (Bolay, s.
12). Aslında tabiat kanunu, birtakım olay
grupları arasında düzenli bir ilişkiyi tesbit eden bir önermeden ibarettir (a.g.e.,
runsuzluğu
S.
64)
Boutroux sebep- sonuç ilişkisindeki zorunluluk bağını kaldırır ve bunu kendi
doktrininin temeli sayar (a.g.e., s. 193).
Boutroux'nun felsefesinin temelinde insan ve onun ahlal<i ve fikri hürriyeti vardır. Tabiatta ve tabii bilimlerde olduğu iddia edilen determinizmin insanı mah-
kum edeceğine inanan Boutroux. olayların düzeninde determinizm ve mekanizmin bulunmadığını ileri sürer: ruhu hürriyetin kaynağı kabul etmek suretiyle insanı ve onun dünyasını determinist baskılardan kurtarmaya çalışır. Bu noktada
filozof kozalite hakkındaki bazı fikirleriyle Hume'a yaklaşır. Çünkü Hume da
kozalite fikrinin zihnin alışkanlıkların­
dan ibaret olduğunu ileri sürüyor ve koza! zorunluluğa karşı çıkıyordu (a.g.e., s.
195) .
Böyle bir zorunsuzluk fikrinin mucizenin imkanına zemin hazırladığı ortadadır. Ayrıca kainatta bir hadisenin meydana gelişini tek bir sebebin varlığına bağ­
lamak da mümkün değildir. Mesela ateşin pamukta temasında onu yaktığını görür ve buradan ateşi yanmanın yegane
sebebi kabul ederiz. Halbuki yanmanın
tek sebebi ateş değildir. Zira yanmanın
oluşacağı yerde oksüen miktarının belli
bir seviyede bulunması , bunun için de atmosferde belli miktarda oksijenin mevcut olması, daha önemlisi yer çekimi kuvvetinin, enerjinin ve evrenin şu andaki konumunu sağlayan bütün şartların gerçekleşmesi gerekir. Şu halde yanma hadisesinin sebebi yalnızca ateş değil bütün bir kilinatın şu andaki konumudur.
Meseleye bu noktadan bakılacak olursa
tabiat olaylarını doğuran şartları hazırla­
yan tabiat üstü bir gücün mevcut olduğu­
na inanmak kaçınılmaz hale gelir.
Esasen her zaman müşahede edilen ve
gibi gözüken tabiat olayları,
var oluşlarını tabiat üstü bir güçten aldıkları için yeterince harikuladedirler. Bütün bir kilinatın böyle bir nizama bağlı
bulunması veya dünyanın insan ve diğer
canlıların yaşayabileceği şartlarda düzenlenmesi bir anlamda mucizedir. Her gün
müşahede ettiğimiz tabiat olaylarının bize sıradan imiş gibi görünmesinin sebebi, Hume'un da dediği gibi onları devamlı
olarak öyle görme alışkanlığından başka
bir şey değildir. Halbuki bu olayların
gerçekleşmesi için lüzumlu olan şartlar
göz önünde bulundurulduğu takdirde onların hiç de sıradan hadiseler olmadıkları
görülecektir.
Kilinatın nizarnını yaratan Allah'ın, bize sıradan görünen olaylarının sürekliliğini zaman zaman kesintiye uğratıp zihnl alışkanlıklarımızı altüst edecek bir harikulacteyi yaratabileceği fikri son derece
makuldur. Fizil<i determinizm veya zorunlu tabiat kanunları gibi kavramlar esasen
insan zihninin birer inşası olup genelde
harikulactenin, özelde de mucizenin inkasıradan imiş
rı için
mez.
tartışılmaz
bir gerekçe
teşkil
ede-
BİBLiYOGRAFYA :
C. S. Lewis, Miracles, London 1947, s . 56,
213; R. P. Wolf, The Essential David Hume,
New York 1969, s. 85·99; N. Smart, Philosophers
and Religious Truth, London 1969 , s. 29; D.
Hume, Enquires Canceming the Human Un· ·
derstanding, Oxford 1972, s. 85-99, lll; a.mlf.,
"Of Miracles", Mirac/es (ed . R. Swinburne).
Macmillan 1989 , s. 23-40; R. Swinburne, "Violatiom of a Law of Nature", a.e., s. 75-84; R.
L. Purtill, "Miracles: What If They Happen?" ,
a .e., s. ı89 -2 05; E. Boutroux, Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu Hakkında (tre. Hilmi Ziya
ülken). İstanbul ı 988; Süleyman Hayri Bolay,
Emile Boutroux'da Zorunsuzluk Doktrini, İs­
tanbul ı989,s. ı2,64,95, ı93, ı95;C.D.Broad,
"Hume's Theory of the Credibility of Miracles",
Proceedings of the Aristate/ian Society, XVII,
Oxford ı9ı6-ı7, s. 25; D. G. C. Macnabb, "Hume, David", The Encyclopedia of Philosophy,
London ı 972, lll-IV, 74-90. r.;:ı
~
ADNAN ASLAN
Parapsikoloji. "Psikoloji ötesi" anlamı­
na gelen parapsikoloji, bilinen tabiat kanunları ile açıklanamayan normal ötesi
(paranormal) olayları inceler. UFO görme
iddialarından hayalet görmeye, reenkarnasyon iddialarından mucizevi şifa hadiselerine kadar birçok olay bu dalın ilgi alanına girer.
Psikoloji ve benzeri disiplinler, geçmişte
pozitivizmin etkisiyle parapsikolojik olayları tecrübe etmeyi bir patolojik durum
olarak görmekte, hadiseyi zihin fonksiyonlarında meydana gelen bir rahatsızlık
olarak saymaktaydı . Ancak bilim günümüzde bu anlayıştan bir ölçüde sıyrılmış
ve bu tür olayların bir vakıa olarak kabul
edilmesi, açıklanamadığı için reddedilmemesi gerektiği kanaati yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu kanaate göre parapsikoloji, klasik psikoloji çerçevesine alı­
namayan birtakım olayları ineelemeli ve
psikolojinin ufkunu genişletmelidir. Birçok Batı ülkesinde ve geçmişte manevi
alanın varlığını reddetmeyi politika haline getirmiş olan Rusya'da bile parapsikoloji araştırma merkezleri faaliyet göstermekte, parapsikoloji üniversitelerde
ders olarak okutulmaktadır.
Bilim ancak tekrarlanabilir olayları bilimsel veya gerçek olarak kabul eder. Parapsikolojik olayların en önemli özelliği
ise istenildiği zaman tekrar edilememesidir. Fakat bu onların hiç gerçekleşme­
diği anlamına gelmez. Bu tür olayların istenildiği zamanda ve yerde tekrarlanamaması . onların oluş şartlarının ve kanunlarının tam olarak bilinmemesinden
kaynaklanmaktadır.
185
HARiKULADE
Parapsikoloji tabirini ilk defa kullanan
bilim adamı . Duke Üniversitesi'nde 1930'da ilk parapsikoloji laboratuvarını kuran
Joseph B. Rhine'dır. Ondan önce 1912 yı l ­
l arında Fransız fizyolog Charles Richet,
metapsişik kavramını kullanarak o güne
kadar "ruh çağırma" (spiritizma) adı verilen olayların gözlemlenerek bilime dahil
edilmesini savunmuştu . Rhine ise telepati veya kriptestezi (gizli duyu) olaylarını
açıklayabilecek bir duyu ötesi algı yeteneğinin varlığını kanıtlamaya çalıştı . Gerek Rhine tarafından yapılan gerekse ondan bu yana gerçekleŞtirilen laboratuvar
çalışmalarında, "medyum" adı verilen deneklerin normal ötesi duyurnlara sahip
oldukları ve bundan dolayı hem telepati
hem de uzaktaki olay, nesne veya insanları zihinsel olarak tesbit etme, onlar hakkında bilgi verme anlamına gelen "duru
görü" (clairvoyance) gibi vak'alarda başa­
rılı oldukları ortaya çıktı. Kendisi inançlı
olmamakla birlikte hayatını olağan üstü
hadiseleri incelemeye adayan Kuzey Carolina Durham Parapsikoloji Enstitüsü
başkanı Richard S. Broughton, 1991 yılın­
da yazdığı parapsikoloji kitabında enstitüde yapmış o l dukları yüzlerce deneyden
göz ardı edilemeyecek sonuçlar çıktığını,
fakat ruhi güçlerle alakah hala izah edilemeyen birçok şeyin bu l unduğunu söyler.
Parapsikolojik olaylar, normal yollar dı­
bilme (pa rap s i ş ik hadiseler). normal yollar dışında eşyayı hareket ettirme (parafizik hadi seler) ve psikofizyolojik hadiseler olmak üzere üç grupta mütalaa edilebilir. Birinci grup, zaman ve
mekanı aşarak iki insan arasında fikir intikali anlamına gelen telepati yoluyla olmuş, gerçekleşmekte olan veya olacak bir
hadiseyi bilme (d uru görü veya telestezi)
gibi hadiseleri, ikinci grup, bilinen hiçbir
fiziksel temas olmaksızın manevi kuwetle eşyayı hareket ettirme anlamında kullanılan "psikokinezi " (telekinezi) ve bir
değnek vasıtasıyla su veya maden arama
anlamına gelen "radyestezi" gibi olayları
kapsar. Üçüncü grupta ise geleneksel tıb­
bın iyileştiremediği bazı hastalıkları mucizevi şifa ile tedavi etme (psychic healing),
Hint fakirlerinin kor halindeki kömür üzerinde yürümeleri, şiş batırma gibi olaylar
yer alır.
şında
Başka bir sınıflandırma ile parapsikolojik olaylar, hangi takımın şampiyon olacağını rüyada görme gibi kendiliğinden
vuku bulan (spontane) olaylarla, bir yerde
duran cismi uzaktan hareket ettirme gibi
istekle gerçekleştirilen olaylar şeklinde iki
grupta incelenebilir. Spontane olaylardan
186
yüzyıllardır
söz edilmekte ve bunların bir
kaydedilmektedir. Fakat bunları bilimin gözleminden geçirmek oldukça zordur. Mesela bir kimse yarışı hangi atın
kazanacağını rüyasında görebilir, bu arada birçok kişi de yanlış atın kazandığını
görmüş olabilir. Halbuki yanlış atı görme
değil doğru atı görme hadisesi gündeme
gelir. Bilim bu tür bir olaya istatistiksel
ihtimaliyet açısından baktığı için doğru
atın rüyada görülmesi hadisesini önceden bilme olarak telakki etmez.
kısmı
Parapsişik Olayla r. Telepati, d uru görü
gibi olağan üstü hadiseleri izah etmek
için temel alınan teknik terim duyular dı­
şı id rak (extrasensory perception: ESP) kavramıdır. Bu kavramı parapsikolojiye Joseph B. Rhine kazandırmıştı r. Duyular dı­
şı idrak, kendisiyle paranormal hadisenin
zuhur ettiği bir araçtır. Bu yetenek bazı­
larınca altıncı his şeklinde de adlandırılır.
Altıncı hissin varlığını savunanlar bunun
insanda her zaman bulunduğunu . ancak
bazı özel uyarımlarla harekete geçtiğini
ve bazı kimselerde güçlü olduğunu ileri
sürerler. Bazıları da beş duyudan bağım ­
sız bir altıncı hissin mevcut olmadığını ,
altıncı his denilen şeyin beş duyu içinde
bulunduğunu, beş duyunun kapasitesinin birçok kişinin kavrayabildiğinden ve
kullandığından daha güçlü bir nitelik taşıdığını söylerler. Hatta duyular dışı idrakin insan yapısında normal bir durum arzettiği ni, buna sahip olmayanların bu
özelliklerini geliştirmemeleri veya kaybetmeleri sonucunda özlerinde var olan
tabii bir kabiliyetten mahrum kaldıkları­
nı savunurlar. Dolayısıyla duyu dışı idraki
gerçekleştirenlere Allah tarafından seçilmiş keramet sahibi insanlar nazarıyla
baknnazlar (Holzer, s. 10, 16, 24) .
Bu anlayışa göre beş duyunun söz konusu güçlü kapasitesi normal bir durum
olduğu halde insanların çoğu bunun farkında olmaz ve duyularını daha yüksek
kapasitede kullanabilen kişilerden zuhur
eden hadiseleri olağan üstü gibi algılar.
Parapsikoloji uzmanı Hans Holzer bu konudaki görüşünü şöyle belirtir : "Hiçbir
olağan üstü hadise tabiat kanunlarını ihlal etmez. Eğer ihlal eder gibi görünürse
de bu bizim tabiat kanunların ı tam olarak bilmeyişimizden kaynaklanmaktadır.
Olağan üstü telakki ettiğimiz bütün hadiseler daha geniş olan tabiat kanunları
çerçevesinde cereyan eder ki biz onları
belki bir gün anlayabileceğiz" (a.g .e., s.
58). Yine Holzer, zaman kavramını fiziksel hayatımızı düzenlemek için belki de
bizim uydurduğumuzu, olağan üstü ha-
diselerde ise zamanın dışına çıkıldığını.
medyumların trans halindeki dünyaların­
da zamandan sözedilemeyeceğini, objektif realite açısından zaman denen bir şe­
yin bulunmadığını kabul edince de olağan
üstü olayların tabiat üstü telakki edilmesine gerek kalmayacağını söyler ( a.g.e.,
s. 58-59) . Bu konuda gündeme getirilen
bir başka husus da "normal" veya "olağan" kavramındaki izatiliktir. Bugün olağan diye nitelenen bir hadise belki de
100 yıl önce olağan üstü kabul edilmekteydi. Günümüzde olağan üstü sayılan bir
hadise birkaç yıl sonra olağan görülebilir
ve duyu dışı idrak alanında kabul edilen
şeyler duyuların idrak alanına girebilir.
Paranormal olaylara karşı insanların iki
ortaya koyduğu görülmektedir. Bir grup, bu tip olayları hemen kabullenerek hadiseleri tabiat üstü kuwetlere
bağlar ve konuyu bir inanç meselesi haline getirir. İkinci grup bu olayları bir tesadüf, hile, hallüsinasyon veya marazi görünüm olarak niteler ve hemen reddeder.
Bu tavrın, kişinin açıklayamadığı bir şeyi
reddetme temayülünün yanında haklı görülebilecek başka yönleri de vardır. Mesela bazı olağan üstü hadiselerin maksatlı
kişilerce kandırmaya yönelik olarak düzenlenmesi, tesadüfün rol oynaması, bu
tür olayları tecrübe ettiğini söyleyenierin
kolay etki altında kalabilen ve illüzyona
müsait kişiler olabilmesi bu tavrın oluş­
masında rol oynayan faktörlerdir.
farklı tavır
Parapsikolojik olaylarla ilgili olarak bilimin ortaya koyduğu açıklamalar hadiseyi tam anlamıyla aydınlatmaktan uzak görünmektedir. Mesela eşyaya dokunarak
onun sahibi hakkında bilgi verme olayı
(psikometrik clairvoyance) , nesnelerin etraftaki maddelerden gelen imajları kaydettiği ve medyumların da bu imajları
nesneye yüklenen radyasyonlar vasıtasıy­
la okuduğu şeklinde yorumlanabilmektedir. Yaşamak için gerekenden çok az bir
hava rezervi bulunmasına rağmen Hint
yogilerinin saatlerce toprak altında kalabilmeleri veya şiş batırma gibi hünerler
de bazı insanların iradeleriyle vücudun iş­
leyişine hüknnedebildikleri şeklinde açık­
lanmaktadır. Bunun yanında bilim, peygamberlerin ve büyük mistiklerin geleceğe dair bilgi vermeleri hakkında kesin bir
yoruma bugüne kadar ulaşabilmiş değil­
dir. Bilimi en fazla şaşırtan şey de rüya ile
geleceğe ait olaylardan haberdar olma
hadisesidir. Mesela Amerika Birleşik Devletleri başkanlarından Abraham Lincoln
bir suikaste kurban gideceğini bir gece
önce rüyasında görmüş ve bunu eşine an-
HARiKULADE
!atmıştı. Telepatiyi kabul eden bilim bu
hadiseyi, suikaste hazırlanan kişiden Lincoln'e ulaşan bir telepatik intikal şeklin­
de yorumlamaktadır. Telepati ve duru görü gibi hadiseler üzerine yapılan ve en
çok ·i-ağbet gören yorum . bir elektriklenme ile zihinden zihine enerji akışının gerçekleştiği şeklindedir.
Gelecekten haber verme olayiarına tarih boyunca rastlanmıştır. Bu hadiselerle
adı en çok özdeşleşen kişi Fransız kahini
Nostradamus'tur. Birçok kehanetinin gerçekleştiğine inanılan Nostradam us. bunlara 1SS S'te yayımlanan C enturies adlı
eserinde yer vermişti r. Mesela Fransı z
Kralı IV. Henry'nin 161 Oyılında öldürüleceğ i ni. katilin ismini. mesleğini ve olay
yerini olaydan altmış beş yıl önce söylemiştir (H olze r, s. 54) . Nostradamus'un
İran ve Irak üzerine söyledikleri de İran
devrimi ve Körfez Savaşı ile ortaya çık­
mış gibi görünmektedir. İran hakkında
şunları yazmıştır: " İran yağmuru . açlığı ,
iyi bilir. Aşırı dincilik hüyerinden edecek ve Fransa'da
başlayan orada son bulacak. Kader dokunduğunu başa geçirecek" . Irak üzerine yazdıkları da şöyledir: "Kötü şöhretli
ve iğrerıç bir adam olan Irak zorbası hız· lı davranacak. Hepsi Babil'in büyük fahişesine inanacak. Ülke kapkaranlık bir
yüzle dehşete bürünecek" ( Lemesuri er,
sonsuz
savaşları
kümdarı
S.
62)
Geleceğe
dair bu tür kehanetlerin nakonusunda bugüne
kadar tatminkar bir açıklama yapıl ama­
mıştır. Yalnız yukarıda Hans Halzer'den
aktarılan " zamanın dışına çıkma " yorumu bir izah şekli oluşturabilir. Kehanetin
nasıl gerçekleştiğini bilimin ve dinin açık­
layamaması ilk anda her ikisi için de olumsuz bir durum arzeder. Ancak normal bilgi vasıtalarını aşacak biçimde bilgiye ulaş­
ma olayı, her şeyi planlayı p yönet en bir
gücün var lı ğın a delalet eder ki b u güç
· Allah 'tır. Eğer olay önceden planlanmamış . üzerinde karar verilmemiş olsaydı
medyum un onu bir vizyon olarak görmesi mümkün olmazdı.
Parafizik Hadiseler. Parapsikolojik olaylardan psikokinezi, bilinen hiçbir fiziksel
temas olmadan zihin gücüyle eşyanın hareket ettirilmesidiL Duru görü hadisesinde eşya zihni etkilerken psikokinezide
zihnin eşyayı etkilernesi söz konusudur.
Psikokinezi başlığı altında yer aldığı kabul edilen olaylar. bir medyumun belirli
bir mesafeden konsantre olarak bir ·nesneyi yerinden oynatması, çiçeklerin sahiplerinin ruh hallerinden etkilenmesi. göz
sı l gerçekleşebild i ği
değmesi
(nazar), bir saatin akırep ve yelzihin konsantrasyonu ile durdurulması, zar atarken istenilen rakamın
düşürülmesi gibi birçok hususu kapsar.
güçle kanalize edildiği zaman ortaya çı­
kacağını ve zihin tarafından üretilen bu
gücün herhangi bir fiziksel faaliyet gibi
enerji tükettiğini ortaya koymuştur.
Psikokinetik olaylar. canlı bir bedenin
elektromanyetik güç alanına sahip bulunduğu ve bazı insanların bu güç alanının
kuwetli olduğu şeklinde açıklanmakta ­
dır. Zihin gücünün tesiri yanında psikokinetik tesirde kişinin keskin bakışından çı­
kan kesiksiz enerji akımı da eşya üzerinde etkili olmaktadır. Göz güçlü bir enerji
alanına sahiptir ve bu güç konsantrasyonla arttırılabilmektedir. Nazar hadisesine
halk arasında göz değmesi denilmesinin
sebebi de gözün tesirinin öneminden kaynaklanmaktadır. Nazar boncuklarının mavi renk taşıması. gözü yeşil veya mavi
olanların daha çok psikokinetik güce sahip bulundukları inancından kaynaklanır.
Mavi nazar boneuğu asmakla. bakan gözlerin dikkati kişinin vücudundan çok boncuğa yönelir ve özellikle mavi gözden gelebilecek enerji akımı nazar boneuğu tarafından yansıtılarak gücü kırılır. Bu tıp­
kı güneş ışınlarını yansıtmak veya çekmek amacıyla yaz mevsiminde beyaz. kış
mevsiminde siyah renkli elbise giymeye
benzer.
Diğer parapsikolojik olaylarda olduğu
gibi telekinezik hadiselerin de laboratuvarda denenmeyen. kendiliğinden meydana gelenleri vardır. Bunların en önemlisi. "tekinsiz olay" veya "poltergeist aktivitesi" adı verilen hadiselerdir. Poltergeist Almanca bir kelime olup "belalı. gürültücü, eşyaları sağa sola fırlatan ruh veya hortlak" anlamına gelir. Tekinsiz hadiselerin hemen hepsi gürültülü, patı rtılı ,
can sıkıcı ve baş ağrıtıcıdır. Cin veya ruhların istilası altında vuku bulan , yahut bir
vellye ait mezarın üstüne yapıldığı zannıy­
la bazı binaları terketmeye sebep olan tekinsiz hadiselerden söz edilmektedir. Ancak parapsikoloji bu tür olayların cin veya ruhlardan kaynaklandığına inanmaz.
Parapsikoloji. bu deneyimleri yaşayanla­
rın genelde olayın mahiyetini bilmediklerini ve bu tür hadiselerde kendilerinin de
farkında olmadıkları psikokinetik enerjinin harekete geçtiğini ileri sürer.
Psikokineziyi araştıranların kayda geçirdiği en önemli spantane psikokinezi
hadisesi. 1967 yılında Almanya ' nın Bavyera eyaJetine bağlı Rosenheim şehrinde
gerçekleşmiştir. Çok sayıda kişinin çalış­
tığı bir hukuk bürosunda ampullerin kendiliğinden patlaması, tabloların sallanması. büroda bulunan telefonların birden
çalmaya başlaması gibi garip olaylar meydana gelmeye başlamış. büronun sahibi
polise. elektrik mühendislerine, telefon
uzmanlarına müracaat etmiş. fakat her
türlü kontrole rağmen sonuç alınama­
mıştı. Bunun üzerine olay, Freiburg Üniversitesi'nden poltergeist · araştırmacı
Hans Bender ve arkadaşları tarafından
incelenmeye alınmış ve bütün bu hadiselerin orada görev yapan bir sekıreteri n
etkisiyle m eydana geldiğ i tesbit edil m iş­
ti. Hans Bender'e göre sekıreter kendisinin de farkında olmadığı birtakım psikokinetik güçlere sahipti. Nitekim sekıreter
bir süre tatile gönderilince olaylar sona
kovanının
Psikokinetik olaylar laboratuvar denemelerine tabi tutulmuştur. Duke Üniversitesi'nde gerçekleştirilen saat durdurma denemesi literatüre psikokinezi gücünün bir zaferi olarak kaydedilmiştir. Yine aynı üniversitede Rhine' nın gözetiminde gerçekleştirilen zar deneyinde de psikokinetik yeteneği bulunan bir kişi başa­
rılı olmuştur. Psikokinezi denemelerinin
en meşhur ismi 1990'da ölen Leningradlı
Nina Kulagina'dır. Kulagina üzerinde yapılan denemeler. onun psikokinetikyeteneğinin yanı sıra bazı ruhi yeteneklere
de sahip bulunduğunu göstermiştir. Ayrıca psikokineziyi gerçekleştirme anında
Kulagina'da fizi ksel değ i ş imierin olduğu
gözlenmiştir. Bir denemede, dağınık vaziyetteki kibrit çöplerini psikokinetik güçle bir araya toplayarak kibrit kutusuna
koymayı başarmış . bu esnada yaklaşık 1
kilogramlık bedensel kayba maruz kalmıştır. Onun beyin aktivitesini kaydeden
cihazlar. kafasının arka kısmının ön kıs­
mına göre elli kat daha fazla voltaj ürettiğini göstermiştir. Kilo kaybıyla birlikte
kalp atışlarının dakikada 240'a kadar
ulaşması . vücut ısısının artması, soluma
güçlüğünün baş göstermesi, ayrıca beyin dalgalarının ve kan şekerinin had safhaya ulaşması gibi fiziksel değişimierin
gözlenmesi, psikokinetik gücün içsel bir
ermiştir.
Psikokinetik hadiselerin incelenmesinde diğer olağan üstü hadiselerde olduğu
gibi parapsikologlar ve fizyologlar hadiselerin gerçek olup olmadığını. olayda bir
kandırmacanın bulunup bulunmadığını
tesbit etmeye büyük önem vermişlerdir.
Mesela Kulagina'nın seanslar esnasında
gizli mıknatıs veya ince teller kullanıp
kullanmadığı defalarca araştırılmış. hatta Kulagina. ll. Dünya Savaşı 'nda Lening-
187
HARiKULADE
rad
savunması sırasında
bir tank bölüolarak görev yaptığından,
onun savaşta vücuduna saplanabilecek
bir şarapnel parçasın ı mıknatıs gibi kullanıp kullanmad ı ğını öğrenmek için bütün vücudunun röntgenleri çekilmişti. Ne
var ki Kulagina'yı gözlemleyen Batılı ve
Rus araştırmacıların hiçbiri onun otantik
bir telekinezi gücüne sahip olmadığını iddia edemedi. Kulagina, 1978-1984 yılla­
rı arasında Leningrad Mekanik ve Optik
Enstitüsü'nde, Moskova'da Radyo Mühendisliği ve Elektronik Enstitüsü'nde incelemeye alındı. Amaç, onun bu kabiliyetini sağlayan muhtemel fiziksel mekanizınayı keşfetmekti. Fakat incelemeler sadece, Kulagina'nın elleri etrafında kuvvetli manyetik ve akustik alanların bulunduğu keşfiyle sonuçlandı. Bugün de parapsikologlar veya fızyologlar bu tür olayların psikokinetik o l duğunu söylemekle yetinmektedirler. Psikokinezinin nasıl
meydana geldiği veya nasıl bir mekanizmaya sahip olduğu sorusuna henüz bir
cevap bulunamamıştır.
ğünde çavuş
Psikofizyolojik Hadiseler. Parapsikolojinin bu türünü oluşturan mucizevi şifa
hadiselerinde hastaya yapılan telkinin iyileşmeyi sağladığı öne sürüise de şifa verici kişinin hasta üzerinde psikokinetik
tesir oluşturması da söz konusudur. Bu
hükme varanlardan biri, bizzat parapsikolojinin kurucusu sayılan Joseph B. Rhine'dır. Rhine, İrlanda köylülerinin ineklerdeki siğilleri dua ile yok ettiklerini, inekIere ise telkin yapılamayacağını belirterek psikokinetik bir etkinin varlığından
söz etmiştir.
Bugün parapsikoloji çerçevesinde incelenen olağan üstü hadiseler, farklı isimlerle tarihin her döneminde insanoğlunun
gündeminde yer almıştır. Şuurlu canlı
kendisini "insan" olarak tanımladığı andan itibaren idrakini aşan şeylerin mevcudiyetini farketmiş ve bunları ilahi güçlere atfetmiştir. Harikulade olayları gerçekleştirenlerin her zaman başarı göstermeleri söz konusu olmadığı gibi çeşitli
.din ve telakkilere bağlı bulunan bu kişile­
rin olayları gerçekleştirirken ilahi bir kaynakla irtibat halinde bulundukları da söylenemez. Bu bakımdan olağan üstü hadiseleri belirli bir dine veya kültüre hasretmek mümkün görünmemektedir. Mesela hayaletlerin, ruhların veya cinlerin
tesiri altında bulunduğuna inanılan tekinsiz evlere işaret eden tabirler birçok
kültürde mevcuttur. Filipinler'de bıçak­
sız ameliyatlar, Avrupa ve Güney Amerika'da Hz. Meryem vizyon olarak görüldü-
188
ğü için hiristiyan l arın hac merkezi haline
gelen ve hem bedeni hem ruhi hastalı k­
lara şifa aranılan yerler (bunların en meş­
hurlarından biri, yılda yaklaşık 50.000'i
hasta ve özürlü olmak üzere 3 milyon insanın ziyaret ettiği Fransa'daki Lourdes
kasabasıdır), Riffıl şeyhlerinin icra ettikleri ve Asya'da birçok ülkede yaygın olan
şiş batırma gösterileri, Hint fakirlerinin
uçları çok keskin çiviler üzerinde acı duymadan yatması gibi birçok hadise, farklı din ve telakkilere mensup kişilere ait
olaylara örnek gösterilebilir.
BİBLİYOGRAFYA :
Recep Doksat, "Parapsikoloji ve Paranormal
Fenomenlerin Şuur Anlayışı Bakımından Önemi", Sinir Sistemi Fızyolojisi (haz. Ayhan Songar). İstanbul 1960, lll, 708-871; a.mlf., Tatbikatı ve Nazariyatt ile Hipnotizrna, İstanbul 1962,
s. 235-247; H. Holzer. The Handbook of Parapsychology, Los Angeles 1972, s. 9-36, 54,
58-59; P. Krafchik, Parapsikoloji Dersleri (tre.
Selman Gerçeksever ı. İstanbul 1985, s. 7-23,
28-38, 78 -87; A. S. Reber, The Penguin Dictionary ofPsychology, London 1985, s. 516-517,
761-762; J. De Vires, Do Mirades Exist, Edin burgh 1986; J. H. Rush, "Parapsychology: A
Histarical Perspective", Foundations of Parapsychology(ed. H. L. Edge). London 1987, s.
9-44; G. K. Zollschan v.dğr., Exploring the Paranormal, New York 1989; R. S. Broughton, Parapsychology: The Controversial Science, New
York 1991, s. 141-155, 216-219; P. Lemesurier,
Nostradamus: Gelecek 50 Ytltn Kehanetleri (tre.
Mehmet Harmancı), İstanbul 1996; Kerem Daksat, "Dini ve Mistik Yaşantıların Psikolojisi",
Türkiye Günlüğü, sy. 45, İstanbul 1997, s. 2746.
ALi KösE
li!
HARiM
(('>!,_p<lf)
İhya edilen arazinin
L
ve kamu mallarının
hak sahipleri lehine
hukuki koruma altına alınan çevresi
anlamında İslam h ukuku terimi.
_j
Sözlükte harim "yasaklanan, korunan,
dokunulmayan, mukaddes olan ve saygı
duyulan şey" anlamına gelir. Bu manalara uygun olarak kadınlar için harim kelimesi kullanıldığı gibi bir evin haremlik denilen hanımiara mahsus iç kısmına ya da
harem dairesine -özellikle Suriye ve Mı­
sır'da- harim adı verilmektedir. Terim olarak ise ihya edilen araziden , bu arazide
yapılan tesisten ve kamu mallarından
hak sahiplerinin gerektiği şekilde faydalanabilmesi maksadıyla bunların çevresinde o luşturulan ve hukuki korumaya
alınan bölge ve müştemilat manasında
kullanılır. Kökleri İslam öncesi döneme
uzanan ve Hz. Peygamber zamanında ana
hatlarıyla hukuki bir düzenlemeye tabi
tutulan mevat araziyi ihya anlayışının tabii bir uzantısı olarak böyle bir arazide
açılan bir kuyunun, akarsuyun, kanalın,
dikilen ağacın, inşa edilen evin veya tarı­
ma elverişli hale getirilen arazinin çevresinde bunlardan tam olarak faydalanmaya imkan veren bir alanın bulunması zarureti ortaya çıkmış ve bu amaçla çevredeki belli bir alan, sahibinin mülkü gibi
telakki ediierek başkalarının müdahale
ve kullanımına kapatılmıştır. Aynı şekil­
de nehir, köy, yol gibi kamuya ait malların çevresindeki belli bir alan da mevat
arazi statüsünden çıkarılarak başkaları­
nın tasarrufuna karşı hukuken koruma
altına alınmış ve umumun istifadesine
açık tutulmak istenmiştir. Böyle bir ihtiyaç ve anlayışın sonucu olarak görünürde mevat araziyi ihya eden lehine, esasın­
da ise ihya edilen gayri menkule bağlı bir
hak şeklinde tezahür eden harim kavram
ve uygulaması hem Hz. Peygamber'in
sözlü ve fiili düzenlemelerine konu olmuş,
hem de ilk dönemden itibaren fıkıh literatürüne teori ve uygulama yönüyle aksetmeye başlamıştır (İbn Zencuye, II, 653659). Harimin başkaları tarafından kullanılması veya ihya edilmesinin caiz olmadığında fakihler ittifak halinde olmakla
birlikte hangi tür ihya ve tesise harim gerektiği ve bunun ölçüsünün ne olduğu
konusunda aralarında görüş ayrılığı vardır. Bu sebeple fıkıh literatürünün özellikle mevat arazinin ihyası bölümlerinde
kuyu ve pınarların, su kanallarının, ev ve
tarım arazilerinin ve benzerlerinin harimiyle ilgili ayrıntılı bilgilere rastlanır.
Mevat arazide açılan kuyunun harimi
konusunda farklı ölçülerden söz eden hadislerin varlığı yanında fakihlerin de bu
konuda birbirinden oldukça farklı görüş­
ler ileri sürmeleri bir yönüyle kuyuların
kullanım amacı, eski veya yeni oluşu, genişlik ve derinliği, toprağın su tutma
özelliği gibi hususların göz önünde bulundurulmasıyla, bir yönüyle de bölgeler arası örf ve teamül farklılığıyla açıklanabilir.
Fakihler, insan ve hayvanların su içmesi
amacıyla açılan kuyularla ziraat amaçlı
kuyular arasında, hatta eskiden beri var
olan kuyularla yeni açılan kuyular arasın­
da genelde ayırım yaparlar. Hanefıler, "Bir
kimse kuyu kazdığında çevresindeki 40
arşınlık (zirau'l- ye d) alan hayvanlarının
ayak basması için ona ait olur" (İbn Mace, "Rühün", 22; Dariml, "Büyü<", 82) mealindeki hadisi esas alır ve hayvan sulama amaçlı kuyuların hariminden söz ettiği anlaşılan bu hadisi mevat arazide açı-