ISSN 2148 - 273X . Istanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi (JOPP dergisinin devamıdır) Ocak 2014 Cilt: 6 Sayı: 1 SAHİBİ Necati TAŞKIN (Hastane Yöneticisi) EDİTÖRLER Ali İsmet TEKİRDAĞ, Sultan KAVUNCUOĞLU, Nurettin HEYBELİ EDİTÖR YARDIMCISI Kamuran ZİYARETLİ ŞANLI YAYIN KURULU Hasan ÖNAL Nuray AKTAY AYAZ Gonca YILDIRIM İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi Türkiye Atıf Dizini (Türkiye Citation Index) ve TÜBİTAK / ULAKBİM veri tabanlarında yer almaktadır. Kapak Tasarımı: Prof. Dr. Nurettin Heybeli tarafından yapılmıştır. www.kanunieah.gov.tr Sahibi: Necati Taşkın Yayın Türü: Yerel Süreli Yazı İşleri Müdürü: Kamuran Ziyaretli Şanlı Yayın Evi ve Baskı Yeri: LOGOS YAYINCILIK TİC. A.Ş. Yönetim Yeri / Yayıncı: S. B. Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Turgut Özal Cad. No. 1 Halkalı/Küçükçekmece/İSTANBUL Tel: 0212 404 15 00 Yıldız Posta Cad. Sinan Apt. No. 36 D. 66/67 34349 Gayrettepe-İstanbul Tel: (0212) 288 05 41 - (0212) 288 50 22 Faks: (0212) 211 61 85 E-mail: [email protected] www.logos.com.tr S. B. Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Süreli Yayınıdır. Ocak, Mayıs ve Eylül aylarında olmak üzere yılda 3 sayı olarak yayınlanır. Bu dergi Acid Free (Alkali) kağıda basılmaktadır. / This journal is printed on Acid-Free paper DANIŞMA KURULU • AİLE HEKİMLİĞİ Dilek Toprak (İstanbul) • ANESTEZİ VE REANİMASYON ALGOLOJİ Mustafa Tayfun Aldemir (İstanbul) Leyla Saitoğlu (İstanbul) • BEYİN CERRAHİSİ Ali Osman Akdemir (İstanbul) İbrahim Alataş (İstanbul) Erhan Emel (İstanbul) Feyza Karagöz Güzey (İstanbul) • ÇOCUK ALLERJİ VE İMMÜNOLOJİ HASTALIKLARI Arzu Babayiğit Hocaoğlu (İstanbul) Haluk Çokuğraş (İstanbul) Ayça Vitrinel (İstanbul) • ÇOCUK CERRAHİSİ Mehmet Eliçevik (İstanbul) Haluk Emir (İstanbul) Serdar Sander (İstanbul) Gülay Aydın Tireli (İstanbul) • ÇOCUK HEMATOLOJİ-ONKOLOJİ Arzu Akçay (İstanbul) Sema Anak (İstanbul) Gülyüz Öztürk (İstanbul) Zafer Şalcıoğlu (İstanbul) Bahattin Tunç (Ankara) Rüveyda Bundak (İstanbul) Feyza Darendeliler (İstanbul) • ÇOCUK GASTROENTEROLOJİSİ Ebru Çengel Kültür (Ankara) • ÇOCUK VE ERGEN RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI Fuat Kırcelli (İstanbul) Emine Türkkan (İstanbul) Şule Ünal (Ankara) • ÇOCUK İNFEKSİYON • ÇOCUK YOĞUN BAKIM Demet Demirkol (İstanbul) Metin Karaböcüoğlu (İstanbul) HASTALIKLARI Emin Sami Arısoy (Kocaeli) • NEONATOLOJİ Melike Keser Emiroğlu (Konya) Mete Akisu (İzmir) Selim Öncel (Kocaeli) Melih Çetinkaya (İstanbul) Nevin Hatipoğlu (İstanbul) Saadet Arsan (Ankara) Rengin Şiraneci (İstanbul) Uğur Dilmen (Ankara) • ÇOCUK KARDİYOLOJİ Ayla Günlemez (Kocaeli) Ayşe Engin Arısoy (Kocaeli) Ayşe Güler Eroğlu (İstanbul) Nilgün Kültürsay (İstanbul) Funda Öztunç (İstanbul) Fahri Ovalı (İstanbul) Alper Güzeltaş (İstanbul) Yıldız Perk (İstanbul) Gül Sağın (İstanbul) Sibel Özbek (İstanbul) • ÇOCUK KARDİYOVASKÜLER Münevver Türkmen (Aydın) Mehmet Vural (İstanbul) Mehmet Yalaz (İzmir) Sertaç Aydın (İstanbul) • ENDOKRİNOLOJİ BÜYÜME-GELİŞME Erdal Adal (İstanbul) HASTALIKLARI Gönül Aydoğan (İstanbul) CERRAHİ • ÇOCUK ENDOKRİNOLOJİ, • ÇOCUK RUH SAĞLIĞI VE • ÇOCUK NEFROLOJİSİ Taner Bayraktaroğlu (Zonguldak) İpek Akil (İstanbul) Neşe Bıyıklı (İstanbul) • FİZİKSEL TIP VE Alev Yılmaz (İstanbul) Selami Akkuş (Ankara) Salim Çalışkan (İstanbul) REHABİLİTASYON VE METABOLİZMA Figen Çokuğraş (İstanbul) • ÇOCUK NÖROLOJİSİ • GENEL CERRAHİ Tülay Erkan (İstanbul) Mine Çalışkan (İstanbul) Gürhan Baş (İstanbul) Nafiye Urgancı (İstanbul) Burak Tatlı (İstanbul) Hamdi Bülent Uçan (İstanbul) Tufan Kutlu (İstanbul) Kürşat Bora Çarman (Gaziantep) Bülent Kaya (İstanbul) Coşkun Yarar (Eskişehir) Suat Can Ulukent (İstanbul) • ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI Zeynep Seda Uyan (Kocaeli) • ÇOCUK ROMATOLOJİ • ÇOCUK HASTALIKLARI Müferret Ergüven (Kocaeli) Murat Elevli (İstanbul) Abdussamet Yalçın (Ankara) Mehmet Yaşar (İstanbul) Nuray Aktay Ayaz (İstanbul) Özgür Kasapçopur (İstanbul) • GÖĞÜS CERRAHİSİ Murat Kara (İstanbul) • HEMATOLOJİ İmdat Dilek (Ankara) • İÇ HASTALIKLARI Mehmet Ali Çıkrıkçıoğlu (İstanbul) Ömür Tabak (İstanbul) Tufan Tükek (İstanbul) • İNFEKSİYON HASTALIKLARI VE MİROBİYOLOJİ Mehmet Akın Taşyaran (Ankara) Kadriye Kart (İstanbul) Alper Şener (Çanakkale) Fehmi Tabak (İstanbul) • KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM Murat Api (Adana) Melahat Dönmez (İstanbul) Kemal Güngördük (Mardin) Haluk Erdal Malatyalıoğlu (Samsun) Mesut Abdulkerim Ünsal (Trabzon) • İNFERTİLİTE, ENDOKRİNOLOJİ Murat Berkanoğlu (Antalya) İsmail Çepni (İstanbul) Cem Demirel (İstanbul) Fatih Durmuşoğlu (İstanbul) Cem Fıçıcıoğlu (İstanbul) Erdal Kaya (İstanbul) Özay Oral (İstanbul) Cihat Ünlü (İstanbul) Gonca Yıldırım (İstanbul) • JİNOKOLOJİK ONKOLOJİ • NEFROLOJİ Taner Baştürk (İstanbul) Rümeysa Kazancıoğlu (İstanbul) • NÖROLOJİ Orhan Deniz (İstanbul) Ahmet Gülkılık (İstanbul) Kadir Güzin (İstanbul) Sezai Şahmay (İstanbul) • PERİNATOLOJİ Alev Atış (İstanbul)) • ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ Halil İbrahim Balcı (İstanbul) Kerem Birsel (İstanbul) Ali Gedikbaş (İstanbul) Mehmet Erdil (İstanbul) Vedat Dayıcıoğlu (İstanbul) Nuh Mehmet Elmadağ (İstanbul) Ahmet Gül (İstanbul Ali Erşen (İstanbul) İbrahim Polat (İstanbul) Gazi Zorer (İstanbul) Gökhan Yıldırım (İstanbul) • ÜROJİNEKOLOJİ Alpaslan Akyol (Elazığ) Cemal Ark (İstanbul) İbrahim Çelebi (İstanbul) • KARDİYOLOJİ Atilla Rasih Yener (İstanbul) • MİKROBİYOLOJİ VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ Tuncay Özekinci (Diyarbakır) • RADYOLOJİ A.Tan Cimilli (İstanbul) Ali Er (İstanbul) Mustafa Fatih İnecikli (İstanbul) • TIBBİ GENETİK Ahmet Aydın (İzmir) Ayşegül Çınar Kuşkucu (İstanbul) Beyhan Tüysüz (İstanbul) Adnan Yüksel (İstanbul) . Istanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi ISSN 2148 - 273X Ocak 2014 Cilt: 6 Sayı: 1 İçindekiler Klinik Araştırmalar / Clinical Investigations • İVF Gebelikleri Yüksek Preklampsi Riski ile İlişkilidir IVF Pregnancies is Associated with Increased Risk for Preeclampsia A. Özer, E. Karaman, Y. Karaman, C. İnan, H. Talay .......................................................... 1-5 • Kliniğimizde Yapılan Yüz Kırk Yedi Laparoskopik Histerektomi Olgusunun Analizi Analysis of 147 Total Laparoscopic Hysterectomy Cases T. Karacan, T. A. Usta, M. M. Naki, A. Çalık, A. Tosun, E. Okuyan ..................................... 6-13 • Preoperatif Yapılan Dilatasyon ve Küretaj Endometrial Patolojileri Değerlendirmede Yeterli mi? Is Preoperative D&C Adequate for Determine to Endometrial Pathologies T. Karacan, T. A. Usta, H. Dayan, M. M. Naki ..................................................................... 14-19 • Over Torsiyonu Tanısında Klinik, Radyolojik ve Laboratuvar Parametrelerinin Önemi: Retrospektif Çalışma The Importance of Clinical, Radiological and Laboratory Parameters in the Diagnosis of Ovarian Torsion: Retrospective Study S. B. Kavak, E. Kavak, B. Kurkut, R. İlhan, M. Başpınar .................................................... 20-22 • Neonatal Transportun Preterm Bebeklerin Morbidite ve Mortalitesine Etkileri The Effect on Mortality and Morbidity of Neonatal Transport in Preterm Babies S. Kavuncuoğlu, N. Bayram, E. Öztürk, E. Y. Aldemir, A. S. Özbek .................................... 23-29 • Çok Düşük Doğum Ağırlıklı Bebeklerde Doğum Şeklinin Klinik Seyir Üzerine Etkisi The Effect of Mode of Delivery on The Clinical Course of Very Low Birth Weight Infants Ö. Serçe, D. Benzer, T. Gürsoy, F. Ovalı, G. Karatekin ....................................................... 30-36 • Çocuklarda Akut Apandisit Tedavisinde Laparoskopik ve Açık Apendektominin Karşılaştırılması A Comparison of Laparoscopic Versus Open Appendectomy for Acute Appendicitis in Children E. Divarcı, F. Kılıç, M. Kanğın .............................................................................................. 37-40 Olgu Sunumları / Case Reports • Yapışık İkizler: Olgu Sunumu Conjoined Twins: A Case Report D. Kahvecioğlu, S. Alan, D. Yıldız, U. Çakır, Ö. Erdeve, B. Atasay, S. Arsan ..................... 41-43 • Literatür Eşliğinde Perinatal Varisella Enfeksiyonu: Olgu Sunumu Perinatal Varicella Infection Accompanied by Literature: A Case Report S. Okumuşoğlu Karaca, Z. Küçük, A. Gilanlıoğlu, Y. Ergün ................................................ 44-48 • Kornual Ektopik Gebelikte Yönetim: İki Olgu Sunumu The Management of Cornual Ectopic Pregnancy: Two Case Reports E. Karaman, B. Gülaç, Y. Karaman, D. Uyan Hendem, A. Han .......................................... 49-53 54-56 Editöre Mektup ..................................................................................................................... Editörden Değerli Meslektaşlarım, Hepinizin 2014 yılını kutlar, sağlıklı başarılı ve huzurlu bir yıl olmasını dileriz. Bakırköy Doğumevi Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma hastanesi 1968 yılından itibaren Kadın Doğum, 1989 yılından beri çocuk sağlığı ve hastalıkları alanında eğitim veren bu konuda Türkiye’nin üç büyük hastanesinden biri idi. Merkezimiz bir yandan hizmete devam ederken eğitim alanında 1990 başından itibaren pediatri, kadın doğum, çocuk cerrahi alanında yandal ünitelerini kurmuştur. Yetişen uzmanlar kendi alanında hizmet ve eğitime büyük katkıda bulunmuşlardır. Nisan 2011 tarihinde hastanemiz Bakırköy'den Halkalı bölgesine taşınarak Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi adıyla ve genel hastane olarak hizmete başlamıştır. 1990’lı yıllardan beri lokal olarak yayınlanan dergimiz (JOPP) 2009 Ocak tarihinde jinekoloji-obstetri, pediatri, pediatrik cerrahi (JOPP) adıyla hakemli dergi, 2012 Aralık tarihinde ise TÜBİTAK tıp dizininde 1308-6715 ISSN kodu ile yayınlanmıştır. Dergimiz 01.01.2014 tarihinden itibaren yine Türkiye Atıf Dizini ve TÜBİTAK/ULAKBİM veri tabanında yerini koruyarak yeni adı ve yeni 2148-273X ISSN no’su ile “İSTANBUL KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN TIP DERGİSİ” (JOPP) olarak yayınlanacaktır. Bu tarihten itibaren dergimizde diğer bilim dallarından da araştırmalar, olgu sunumları, derlemeler yer alacaktır. Dergi çalışmalarında gerek yazılarıyla, gerekse hakem olarak bizlere destek veren meslektaşlarımıza şimdiden çok teşekkür eder saygı ve sevgilerimizi sunarız. Editör Ali İsmet TEKİRDAĞ Editör Sultan KAVUNCUOĞLU Editör Nurettin HEYBELİ Önsöz Değerli Meslektaşlarım, Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi tıbbın her alanında tanı ve tedavi hizmeti vermenin yanı sıra eğitim ve araştırma hastanesi olmanın gereklerini de eksiksiz olarak yerine getirme yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. Nasıl ki 2. Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerinde gelişmiş Osmanlı medeniyeti Kanuni Sultan Süleyman devrine gelindiğinde en muhteşem günlerine ulaştı ise, dergimiz Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi (İKSSTD) de öncü olan Jinekoloji Obstetrik Pediatri ve Pediatrik Cerrahi (JOPP) Dergisinden devraldığı ilim ve irfan bayrağını çok daha yükseklere taşıyacağına olan inancımız tamdır. Adımızı aldığımız Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı İmparatorluğunu sadece maddi ve siyasi kuvvetlerle değil, aynı zamanda devrinde yetişen bilim ve sanat camiasına verdiği büyük destek ve bu camiaların da katkılarıyla başarıyla yönetmişti. Bu sayededir ki, O adını tarihimize “Muhteşem Süleyman” olarak yazdırmıştır. Hastanemizde de bu sorumluluğunun bilincinde olan tüm çalışanlarımıza her türlü desteği vererek, onların üstün gayret, hiç eksiklmeyen heyecan ve motivasyonlarıyla, bilimin ışığında, hastanemizi son teknolojik alt yapıya sahip markalaşmış bilim insanlarıyla donatıp milletimiz ve ülkemizin hizmetine sunmak gayreti içersindeyiz. Hastanemiz hedeflerine doğru hızlı adımlarla ilerlerken hekim arkadaşlarımızın ve diğer tüm çalışanlarımızın heyecanına tanık olmak, hastanemizi en tercih edilen hastane yapmak iddiamızda bize büyük güç vermektedir. Bu vesile ile ilk sayısı ile sizlerle buluşan tıp dergimizin camiamıza hayırlı olmasını diler, çalışanlarımıza teşekkür eder siz değerli meslektaşlarımıza saygılar ve sevgilerimizi sunarım Uz. Dr. Necati Taşkın Hastane Yöneticisi Araştırma İKSST Derg 6(1):1-5, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.001 İVF Gebelikleri Yüksek Preeklampsi Riski ile İlişkilidir IVF Pregnancies is Associated with Increased Risk for Preeclampsia Atınç Özer *, Erbil Karaman **, Yasemin Karaman **, Cihan İnan ***, Hasan Talay **** * Arnavutköy Devlet Hastanesi, ** Erciş Devlet Hastanesi, *** Kulu Devlet Hastanesi, **** Mardin Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi ÖZET SUMMARY Amaç: Bu çalışmanın amacı yardımcı üreme teknikleri (İUİ, İVF ve ovulasyon indüksiyonu) ile oluşmuş gebeliklerde preeklampsi gelişme riskini belirlemektir. Objective: The purpose of this study is to assess the association of intrauterine insemination, in vitro fertilization (IVF) and ovulation induction with the risk of preeclampsia. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya populasyon tabanlı retrospektif bir çalışma olarak, 2006-2010 yılları arasında hastanemiz kadın hastalıkları ve doğum kliniğine başvurmuş ve doğumu hastanemizde gerçekleşmiş 24 hafta ve üzeri gebelikler dâhil edildi. Olgu grubunda yardımcı üreme teknikleri ile gebe kalmış 120 gebe ile kontrol grubunda normal yollardan gebe kalmış 480 gebe karşılaştırıldı. Anne yaşı, parite, çoğulluk ve gebelikte sigara kullanımı gibi parametreler kontrol grubu ile eşleştirildi. İntrauterin inseminasyon (İUİ), in vitro fertilizasyon (İVF) ve ovulasyon indüksiyonu ile ilişkili preeklampsi riski kontrol grupları ile karşılaştırılarak lojistik regresyon analizi ile değerlendirildi. Material and Methods: A population- based retrospective cohort study, pregnancies conceived by assisted reproductive technology referred to obstetric and gynecology department of our hospital, and pregnants who gave birth after 24 gestational weeks between 2006-2010 years were included in the study. Case group which consisted of 120 pregnant women who gave birth using assisted reproductive technology, and 480 controls who delivered their babies by natural methods were randomly matched by maternal age, parity, plurality and smoking during pregnancy. The risk of preeclampsia associated with intrauterine insemination (IUI), in vitro fertilization (IVF) and ovulation induction has been evaluated using logistic regression analysis. Bulgular: İn vitro fertilizasyon gebelikleri preeklampsi açısından artmış risk ile ilişkiliyken (OR=3.91, % 95 CI: 1.34, 11.36), intrauterin inseminasyon (OR=0.74, % 95 CI: 0.07, 7.41) ve ovulasyon indüksiyonuyla (OR=0.74, % 95 CI: 0.14, 3.81) gebe kalmışlarda preeklampsi gelişimi açısından anlamlı bir risk artışı izlenmedi. Results: In vitro fertilization was associated with an increased risk for preeclampsia (OR=3,91, 95 % CI: 1.34, 11.36), whereas intrauterine insemination (OR=0.74, 95 % CI: 0.07, 7.41) and ovulation induction (OR=0.74, 95 % CI: 0.14, 3.81) was not associated with the risk for preeclampsia. Sonuç: İVF ile oluşmuş gebeliklerde preeklampsi insidansı yüksektir fakat intrauterin inseminasyon ve ovulasyon indüksiyonuyla anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Conclusion: There was a higher incidence of preeclampsia among pregnancies conceived by IVF, but no significant association was found between incidence of, and intrauterine insemination and ovulation induction. Anahtar kelimeler: preeklampsi, intrauterin inseminasyon, in vitro fertilizasyon, ovulasyon indüksiyonu Key words: preeclampsia, intrauterine insemination, in vitro fertilization, ovulation induction GİRİŞ Bunda en etkin faktörler; evlilik yaşının gecikmesi, doğurganlık yaşının yükselmesi ve partner sayısının artmasıdır. Son yıllarda yapılan çalışmalar YÜT tedavisinin maternal komplikasyonlar ve doğum sonuçları açısından etkileri üzerinde durmuştur. Yapılan çalışmalarda İVF gebeliklerin perinatal mortalite, preterm doğum, düşük doğum ağırlığı için yüksek riskle ilişki- İnfertilite çiftlerin % 10-15’ini ilgilendiren bir sorundur. Yardımcı üreme teknikleri (YÜT) erkek ve kadın infertilitesini tedavi etmek için kabul edilen ve iyi uygulanan uygulamalardır (1). Son 30-40 yılda dünyada infertilite oranında giderek artış görülmektedir. Alındığı tarih: 07.09.2013 Kabul tarihi: 03.11.2013 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Erbil Karaman, Toki Evleri Tekevler Sok. K7-3 D14 Erciş / Van e-posta: [email protected] 1 İKSST Derg 6(1):1-5, 2014 li olduğu bildirilmiştir (2). Aynı zamanda İVF gebeliğin gestasyonel diyabet, preeklampsi, plasenta previa ve yenidoğan yoğun bakıma kabul açısından yüksek riskli olduğu bildirilmiştir (2). Preeklampsi sıklığı % 4-10 arasında değişen ve maternal mortalite ve morbiditenin önemli nedenlerinden birisidir. Preeklampsinin etiyolojisi halen net olmasa da birçok çalışma preeklampsi insidansının ileri anne yaşı, nulliparite, çoğul gebelik, önceki tıbbi durumlar ve YÜT ile ilişkili olduğunu bildirmiştir (3). Farklı YÜT metodları preeklampsi gelişimi için farklı risk taşıyabilirler. Bazı çalışmalar İVF ile gebe kalan kadınların preeklampsi ve gebeliğe bağlı hipertansiyon için yüksek riskli olduğunu bildirmişlerdir fakat başka çalışmalar böyle bir ilişki bulamamışlardır (1,4,5) . Ovulasyon indüksiyonu ve intrauterin inseminasyonun preeklampsiyle ilişkisi ile ilgili çok sayıda çalışma yoktur. Daha önce bu konuda yapılan iki çalışmanın birinde preeklampsiyle ilişki bulunamamış, diğerinde ise ovulasyon indüksiyonunun gebeliğe bağlı hipertansiyon riskini artırdığı bulunmuştur (6,7). Bu çalışmada amaç İUİ, İVF ve ovulasyon indüksiyonuyla preeklampsi riskini populasyon tabanlı retrospektif çalışma yöntemiyle incelemektir. GEREÇ ve YÖNTEM Bu çalışmaya Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Etik Kurulunun 12 Haziran 2009 tarih ve 258 sayılı kararı ile başlandı. Retrospektif bilgilerin analiz edilmesiyle ilgili aydınlatılmış onamlar bütün katılımcılardan alınmıştır. Çalışmaya 2006-2010 tarihleri arasında hastanemizde doğumu gerçekleşmiş olan ve yardımcı üreme teknikleri ile gebe kalmış 120 olgu ile normal yollardan gebe kalmış 480 kontrol olgusunun retrospektif analizi dâhil edilmiştir. Çalışma grubundaki İVF gebelikleri hastanemizde tüp bebek ünitesi olmadığından dış mekezde İVF ile gebe kalmış, bunu belgelendirmiş ve doğumu hastanemizde gerçekleşmiş hastalardan oluşmaktaydı. İUİ ve ovulasyon indüksiyonu ile gebe kalan hastalar hastanemiz infertilite bölümü tarafından takip ve tedavileri yapılan hastalardan oluşmaktaydı. Çalışma grubu ve kontrol grubunda antenatal bakım verileri, gebeliğe bağlı hipertansiyonun alt tipleri, doğumda gebelik haftası, doğum şekli, doğum kilosu, çoğul gebelik, sigara kullanımı ve parite dağılımı kaydedildi. 2 Kronik hipertansiyonu (gebelikten önceki hipertansiyon ya da 20. gebelik haftasından önce tanısı konulan hipertansiyon), diyabet (gebelikten önce başlayan insulin bağımlı yada bağımlı olmayan diyabet) ve kalp hastalığı (konjenital anomalileri veya disritmleri ve benzerlerini kapsayan gebelikten önceki kalp hastalıkları) olan gebeler çalışma dışı bırakıldı. Bu çalışmaya İUİ, İVF ve ovulasyon indüksiyonu gibi yardımcı üreme teknikleri ile oluşmuş gebelikler dâhil edildi. İntrauterin inseminasyon spermin yıkandığı konsantre edildiği ve direkt olarak uterin kaviteye enjekte edildiği bir yardımcı üreme işlemidir. Standart İVF laboratuvar ortamında spermin in vitro olarak yumurta ile spontan döllenmesinden oluşmaktadır. Ovulasyon indüksiyonu bir veya daha fazla olgun folikülün gelişimini uyarmak için bir veya daha fazla ilacın (örneğin, klomifen sitrat, enjekte edilebilen gonadotropinler veya pulsatil gonadotropin releasing hormon) kullanımını içermektedir. Kontrol grubu ise normal yollarla kalınan gebeliklerden oluştu. Anne yaşı, parite, çoğul gebelik ve gebelikte sigara kullanımı gibi parametreler kontrol grubu ile eşleştirildi. Primer sonuç olarak hem olgu grubunda hem de kontrol grubunda doğuma kadar preeklampsi gelişip gelişmediğine bakıldı. Preeklampsi tanısı 20. gebelik haftasından sonra, idrarda proteinüriye eşlik eden artmış kan basıncı düzeyleriyle koyuldu. Artmış kan basıncı diyebilmek için en az 6 saat arayla ölçülen en az iki ölçümde sistolik 140 mm Hg ve üzeri, diyastolik 90 mm Hg ve üzeri kan basıncı olmalıydı. Proteinüri diyebilmek için ise idrarda 24 saatte atılan protein miktarı 300 mg ve üzeri veya dipstikle en az 1+ protein olmalıydı. İstatiksel analizde ilk olarak üç olgu grubunda ve onlara karşılık gelen kontrol grubunda maternal karakteristiklerin dağılımı değerlendirildi. İUİ, İVF ve ovulasyon induksiyonu ile ilişkili preeklampsi riski düzeltilmiş odds ratio ve % 95 güven aralığında onlara karşılık gelen kontrollerin referansı ile lojistik regresyon modeli ile değerlendirildi. Niteliksel verilerin analizinde ki-kare test, ki-kare koşulları sağlanamadığında fischer test kullanıldı. İstatiksel analizlerde SPSS 20.0 programı kullanılmıştır. BULGULAR Çalışmamızda 120 olgu grubu (İUİ için 30, İVF için 50, ovulasyon indüksiyonu için 40) ve normal yollardan gebe kalmış 480 kontrol grubu kadın dâhil edildi. A. Özer ve ark., İVF Gebelikleri Yüksek Preeklampsi Riski ile İlişkilidir Tablo 1. Çalışma grubunun karakteristikleri (n,%). Karakteristikler İUİ Kontrol 1 İVF Kontrol 2 Ovulasyon İnd. Kontrol 3 Olgu sayısı 30 120 50 200 40 160 Maternal yaş <25 25-29 30-34 >35 3 (% 10) 6 (% 20) 11 (% 36.7) 10 (% 33.3) 13 (% 10.8) 20 (% 22.5) 50 (% 41.7) 30 (% 25) 1 (% 2) 4 (% 8) 20 (% 40) 25 (% 50) 4 (% 2) 23 (% 11.5) 84 (% 42) 89 (% 44.5) Parite Nullipar Multipar 21 (% 70) 9 (% 30) 83 (% 69.2) 37 (% 30.8) 37 (% 74) 13 (% 26) 147 (% 73.5) 53 (% 26.5) 26 (% 65) 14 (% 35) 104 (% 65) 56 (% 35) Çoğulluk Tekiz Çoğul 22 (% 73.3) 8 (% 26.7) 88 (% 73.3) 32 (% 26.7) 27 (% 54) 23 (% 46) 99 (% 49.5) 101 (% 50.5) 32 (% 80) 8 (% 20) 128 (% 80) 32 (% 20) Sigara Kullanıyor Kullanmıyor 4 (% 13.3) 26 (% 86.7) 20 (% 16.7) 100 (% 83.3) 6 (% 12) 44 (% 88) 23 (% 11.5) 177 (% 88.5) 5 (% 12.5) 35 (% 87.5) 24 (% 15) 136 (% 85) 2 (% 5) 13 (% 32.5) 14 (% 35) 11 (% 27.5) 9 (% 5.6) 50 (% 31.3) 65 (% 40.6) 36 (% 22.5) Olgu grupları ve karşılık gelen kontrol gruplarında istatiksel farklılık (p<0,05) gözlenmemiştir. Tablo 2. Çalışma gruplarında preeklampsi dağılımı. Tablo 3. Çalışma gruplarında preeklampsi görülme olasılığı. Preeklampsi % 95 Güven aralığı Var Yok p OR En düşük En yüksek p İUİ Grubu 1. Kontrol 1 (% 3.3) 3 (% 2.5) 29 (% 96.7) 117 (% 97.5) 0.800 İUİ Grubu / Kontrol 1 0.74 0.07 7.41 0.801 İVF Grubu 2. Kontrol 7 (% 14) 8 (% 4) 43 (% 86) 192 (% 96) 0.008 İVF Grubu / Kontrol 2 3.91 1.34 11.36 0.012 Ovu. İnd. Grubu 3. Kontrol 2 (% 5) 6 (% 3.8) 38 (% 95) 154 (% 96.3) 0.662 Ovu. İnd. Grubu / Kontrol 3 0.74 0.14 3.81 0.719 Ki-Kare test Lojistik regresyon Her üç olgu grubu için kontrol grupları oluşturuldu. Tablo 1’de 6 grubun maternal karakteristikleri belirtilmiştir. Her üç olgu grubundada kendilerine karşılık gelen kontrol grupları arasında yaş, sigara kullanım oranları, parite oranları, çoğul gebelik oranları arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır. lampsi için böyle anlamlı artmış bir risk oluşturmadığı sonucuna vardık. Tablo 2 farklı YÜT gruplarında kontrol gruplarına göre preeklampsi dağılımları gösterilmektedir. Buna göre İUİ ve ovulasyon indüksiyonu gruplarında kontrol gruplarına göre preeklampsi dağılımı anlamlı farklılık göstermemiştir (p>0.05). Tablo 3 farklı YÜT grupları ve kontrol grupları için preeklampsi görülme olasılığı ve buna karşılık gelen düzeltilmiş odds ratio ile % 95 güven aralıklarını belirtmektedir. Maternal yaş, gebelikte sigara içilmesi ve çoğul gebelik açısından kontrol edildikten sonra, İVF’un preeklampsi açısından yüksek risk olduğunu (OR=3.91, % 95 CI:1.34, 11.36) ama İUİ (OR=0.74, % 95 CI:0.07, 7.41) ve ovulasyon indüksiyonunun (OR=0.74, % 95 CI:0.14, 3.81) preek- TARTIŞMA Son yıllarda infertil hastalar, yüksek gebelik oranları elde edilen ve uygulaması giderek artan yöntem olan YÜT (Yardımcı Üreme Teknikleri) ile tedavi edilmektedir. YÜT modalitelerinin ise olumsuz gebelik sonuçları ile ilişkili olup olmadığı hâlâ tartışmalıdır. Gelişmiş ülkeler de dâhil olmak üzere, gebelikte oluşan hipertansif komplikasyonlar, maternal morbiditenin önde gelen nedenlerinden biridir. Preeklampsinin etyolojisi tam olarak bilinmese de, potansiyel nedenleri vardır. Bunlar uterustaki damarlara anormal trofoblastik invazyon, immunolojik intolerans, gebelikteki kardiyovasküler veya inflamatuvar değişikliklere adapte olamama, diyet yetersizlikleri ve genetik anormalliklerdir (8). Bu populasyon tabanlı kohort çalışma İVF’un artmış preeklampsi gelişim riski taşıdığını fakat İUİ ve ovulasyon indüksiyonunun preeklampsi gelişimi açısından böyle bir risk artışı taşıma3 İKSST Derg 6(1):1-5, 2014 dığını gösterdi. Daha önce yapılan çalışmalarda ovulasyon indüksiyonunun, çalışmamızda da olduğu gibi preeklampsi için bir risk artışı oluşturmadığı görülmüştür (9,10) . Ancak hastane tabanlı yapılan, maternal yaş, gebelik haftası ve paritenin eşleştirildiği bir retrospektif kohort çalışmada (11) ovulasyon indüksiyonunun, gebeliğin indüklediği hipertansiyon açısından yüksek riskli olduğu görülmüş. Ancak bu çalışmada önceden var olan kronik hipertansiyon, diyabet ve kalp hastalığı, gebelikte sigara kullanımı gibi parametreler bakılmamış. Yapılan eski bir çalışmada yıkanmış donör spermiyle yapılan İUİ’nun, yıkanmış partner spermiyle yapılan İUİ’a göre preeklampsi için artmış riskle ilişkili olduğu görülmüştür (3). Bu çalışmada yapılan İUİ’ların çoğunda partner spermi kullanılmış ve bunlarda kontrollerine oranla preeklampsi gelişimi açısından risk artışı olmadığı görülmüştür. Miyake ve ark. (12) retrospektif olarak YÜT ile gebe kalmış gebeliğe bağlı hipertansiyon oluşmuş hastalar ile spontan gebe kalmış ve gebeliğe bağlı hipertansiyon oluşmuş hastaları karşılaştırmışlar. YÜT grubunda preeklampsinin, sezaryen oranlarının ve masif maternal kanamanın arttığını bulmuşlardır. YÜT’nin preeklampsi için bağımsız bir risk faktörü olduğunu belirtmişlerdir. Daha önce yapılan bazı çalışmalarda da bildirildiği üzere çalışmamız da gösterdi ki İVF ile oluşmuş gebelikler, preeklampsi gelişimi için artmış risk oluşturmaktadır (10,11,13). Jackson ve ark. (14) tarafından yapılan, 8 çalışmayı (2256 İVF tekiz gebelik ve 217126 kontrol) kapsayan meta-analizde İVF’un preeklampsi riskini artırdığı bildirilmiştir. Reubinoff ve ark. (15) yaptıkları retrospektif kohort çalışmada 260 İVF tekiz gebelik ve kontrol grubunda 260 doğal yollarla oluşmuş tekiz gebelikte, gebeliğe bağlı hipertansiyon riskinin her iki grupta (% 11.2 vb. % 8.1) karşılaştırılabilir olduğunu bulmuşlardır. Chen ve ark.’nın (13) yaptığı bir çalışmada İVF’un; İUİ ve ovulasyon indüksiyonu gibi diğer yardımcı üreme tekniklerine göre preeklampsi gelişiminde yüksek risk oluşturduğu bulunmuştur. Conrad ve Baker’ın yaptığı çok yeni bir çalışmada yardımcı üreme teknikleri uygulanan kadınlarda, preeklampsi ve SGA (gestasyon haftasına göre küçük bebek) gibi gebelik sonuçlarının artmış olduğu bulun4 muş. Bu artmış riskten ise YÜT uygulanan hastalarda anormal gelişen korpus luteumun ve salgıladığı hormonların rolü olabileceği belirtilmiştir (16). Yapılan çalışmalarla kıyaslandığında çalışmamızın en güçlü tarafı maternal yaş, parite, gebelikte sigara kullanımı ve çoğul gebelik gibi değişkenlerin kontrolleriyle ayrı ayrı eşleştirilmiş olmasıdır. Yardımcı üreme tekniklerinin ülkemizde belli kriterler eşliğinde sağlık sigortalarından karşılanması da önemliydi. Böylelikle çalışma grubu YÜT olan ve devlet tarafından karşılanmadığı bazı ülkelerde olduğu gibi belli bir sosyo-kültürel tabakayı kapsamayıp homojen bir dağılım göstermiştir. Çalışmamızda kontroller de populasyon tabanlı olarak rastgele seçilmiştir. YÜT ile ilgili yapılmış birçok eski çalışmada infertilite nedeni ve infertilite süresi gibi bilgiler araştırılmamış ve kaydedilmemiş. Bundan dolayı bu değişkenlerin preeklampsi riskini nasıl etkilediği hakkında yorum yapamıyoruz. Ayrıca hem YÜT hem preeklampsiyle ilişkili diğer bazı potansiyel risk faktörleri gebelik öncesi ve gebelikteki vücut kitle indeksi, folik asit ve multivitamin düzeyleri olabilirdi. Bu konuda kayıtlar olmadığı için, bu değişkenlerin etkilerine bakamadık. Çalışmamıza göre, karşılaştırılan üç olgu grubundan, İVF’la oluşmuş gebeliklerde preeklampsi riski yüksek bulundu. Diğer iki grup olan ovulasyon indüksiyonu ve İUİ’da ise böyle bir ilişki bulunamadı. İVF’un hangi mekanizma ile bu riski yükselttiği belirsiz. Çalışmamızın düzeni de bu bu mekanizmayı açıklamaya yönelik değildi. İVF ve preeklampsi ilişkisi, yapılan eski çalışmalarda belirtildiği gibi İVF prosedürünün kendisinden ya da komponentlerinden kaynaklanıyor olabilir (17,18). Yine sıklıkla bu hastaların kendileri de risk faktörleri içeriyor olabilirler. Bu kadınlar, ortalama olarak yaşları daha ileri ve sıklıkla siklus düzensizlikleri, uterin anomali ve obezite sorunları, tüm gebelere oranla yüksek olan kişilerdir. Diğer bir alternatif açıklama ise preeklampsi riskinin İVF, İUİ ve ovulasyon indüksiyonunun farklı endikasyonlarıyla ilişkili olabileceğidir. Yalnızca ovulasyon indüksiyonu gerektiren subfertil hasta grubu, İVF gerektiren hastalardan, obstetrik ve doğum sonuçları riski açısından farklı olabilmektedir (19,20). Preeklampsi etiyolojisi ve patolojisini daha iyi anlayabilmek, IVF ve doğal gebeliklerin farklarını ortaya A. Özer ve ark., İVF Gebelikleri Yüksek Preeklampsi Riski ile İlişkilidir çıkarabilmek için fetoplasental ünitenin daha ayrıntılı araştırmalarına gereksinim vardır. Bulgularımıza göre şunu diyebiliriz ki, İVF yapılacak olan kadınlara preeklampsi gibi olası yüksek maternal komplikasyonlar hakkında bilgi verilmelidir. SONUÇLAR Çalışmamızda 120 olgu grubu (30 İUİ, 50 İVF, ve 40 ovulasyon indüksiyonu) ve 480 kontrol grubu; maternal yaş, parite, çoğul gebelik ve gebelikte sigara kullanımına göre eşleştirildi. Bu parametreler açısından olgu grubu ile kontrol grubu arasında bir fark yoktu. Çalışmadaki olguların çoğu 30 yaş üstü, nullipar, tekiz gebeliğe sahip ve sigara kullanmayan olgulardı. Çalışma sonucunda İVF’un preeklampsi gelişim riskini artırdığı, İUİ ve ovulasyon indüksiyonunda böyle bir ilişkinin olmadığı görüldü. Bu nedenle çalışmadan çıkardığımız sonuca göre İVF yapılan ve gebe kalan kadınlara preeklampsi riski ile ilgili önceden ayrıntılı bilgi verilmelidir. KAYNAKLAR 1.Mosher WD, Pratt WF. Fecundity and infertility in the United States: incidence and trends. Fertil Steril 1991;56:192. PMid:2070846 2. Jackson RA, Gibson KA, Wu YW, Croughan MS. Perinatal outcome in singletons following in vitro fertilization: a metaanalysis. Obstet Gynecol 2004;103(3): 551-63. http://dx.doi.org/10.1097/01.AOG.0000114989.84822.51 PMid:14990421 3. Smith GN, Walker M, Tessier JL, Millar KG. Increased incidence of preeclampsia in women conceiving by intrauterine insemination with donor versus partner sperm for treatment of primary infertility. Am J Obstet Gynecol 1997;177(2):455-8. http://dx.doi.org/10.1016/S0002-9378(97)70215-1 4.Erez O, Vardi IS, Hallak M, Hershkovitz R, Dukler D, Mazor M. Preeclampsia in twin gestations: association with IVF treatments, parity and maternal age. J Matern Fetal Neonatal Med 2006;19(3):141-6. http://dx.doi.org/10.1080/14767050500246045 PMid:16690506 5. Kallen B, Finnstrom O, Nygren KG, Olausson PM, Wennerholm UB. In vitro fertilisation in Sweden: obstetric characteristic, maternal morbidity and mortality. BJOG 2005;112:1529-35. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.2005.00745.x PMid:16225574 6. Shevell T, Malone FD, Vidaver J, Porter TF, Luthy DA, Comstock CH et al. Assisted reproductive technology and pregnancy outcome. Obstet Gynecol 2005; 106(5 pt 1):103945. http://dx.doi.org/10.1097/01.AOG.0000183593.24583.7c PMid:16260523 7.Lynch A, McDuffie R, Murphy J, Faber K, Orleans M. Preeclampsia in multiple gestation: the role of assisted repro- ductive technologies. Obstet Gynecol 2002;99(3):445-51. http://dx.doi.org/10.1016/S0029-7844(01)01733-1 8. Calhoun KC, Barnhart KT, Elovitz MA, Srivinas MK. Evaluating the association between assisted conception and severity of preeclampsia. ISRN Obstetrics and gynecology 10.5402/2011/928592 9. Shevell T, Malone FD, Vidaver J, Porter TF, Luthy DA, Comstock CH et al. Assisted reproductive technology and pregnancy outcome. Obstet Gynecol 2005;106(5 pt 1):103945. http://dx.doi.org/10.1097/01.AOG.0000183593.24583.7c PMid:16260523 10.Lynch A, McDuffie R, Murphy J, Faber K, Orleans M. Preeclampsia in multiple gestation: the role of assisted reproductive technologies. Obstet Gynecol 2002;99(3):445-51. http://dx.doi.org/10.1016/S0029-7844(01)01733-1 11.Maman E, Lunenfeld E, Levy A, Vardi H, Potashnik G. Obstetric outcome of singleton pregnancies conceived by in vitro fertilization and ovulation induction compared with those conceived spontaneously. Fertil Steril 1998;70(2):240-5. http://dx.doi.org/10.1016/S0015-0282(98)00160-5 12.Miyake H, Iwasaki N, Nakai A, Suzuki S, Takeshita T. The influence of assisted reproductive technology on women with pregnancy-induced hypertension: a retrospective study at a Japanese regional perinatal center. J Nippon Med Sch 2010;77(6):312-7. http://dx.doi.org/10.1272/jnms.77.312 PMid:21206144 13. Chen XK, Wen SW, Smith G, Yang Q, Walker M. In vitro fertilization is associated with an increased risk for preeclampsia: Hypertension in Pregnancy 2009;28:1-12. http://dx.doi.org/10.1080/10641950802001859 PMid:19165665 14. Jackson RA, Gibson KA, Wu YW, Croughan MS. Perinatal outcome in singletons following in vitro fertilization: a metaanalysis. Obstet Gynecol 2004;103(3): 551–563. http://dx.doi.org/10.1097/01.AOG.0000114989.84822.51 PMid:14990421 15. Reubinoff BE, Friedler S, Samueloff A, Schenker JG, BenHaim M, Lewin A. Is the obstetric outcome of in vitro fertilized singleton gestations different from natural ones? A controlled study. Fertil Steril 1997; 67(3):1077-83. http://dx.doi.org/10.1016/S0015-0282(97)81442-2 16. Conrad KP, Baker VL. Corpus luteal contribution to maternal pregnancy physiology and outcomes in assisted reproductive Technologies: Am J Physiol Regul Integr Comp Physiol 2012 Oct 24. PMid:23100030 17. Barlow P, Lejeune B, Puissant F, Englert Y, Van Rysselberge M, Degueldre M et al. Early pregnancy loss and obstetric risk after in-vitro fertilization and embryo replacement. Hum Reprod 1988;3(5):671–675. PMid:3170707 18. Daniel Y, Ochshorn Y, Fait G, Geva E, Bar-Am A, Lessing JB. Analysis of 104 twin pregnancies conceived with assisted reproductive technologies and 193 spontaneously conceived twin pregnancies. Fertil Steril 2000;74(4):683-9. http://dx.doi.org/10.1016/S0015-0282(00)01491-6 19. Basso O, Weinberg CR, Baird DD, Wilcox AJ, Olsen J, Danish National Birth Cohort. Subfecundity as a correlate of preeclampsia: a study within the Danish National Birth Cohort. Am J Epidemiol 2003;157(3): 195-202. http://dx.doi.org/10.1093/aje/kwf194 PMid:12543618 20. Draper ES, Kurinczuk JJ, Abrams KR, Clarke M. Assessment of separate contributions to perinatal mortality of infertility history and treatment: a case-control analysis. Lancet 1999;353(9166):1746-9. http://dx.doi.org/10.1016/S0140-6736(98)08500-6 5 Araştırma İKSST Derg 6(1):6-13, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.006 Kliniğimizde Yapılan Yüz Kırk Yedi Total Laparoskopik Histerektomi Olgusunun Analizi Analysis of 147 Total Laparoscopic Hysterectomy Cases Performed in Our Clinic Tolga KARACAN *, Taner Abdullah USTA *, Murat Mehmet NAKİ **, Aysel ÇALIK *, Alper TOSUN *, Erhan OKUYAN * * Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ** Liv Hospital, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ÖZET SUMMARY Amaç: Çalışma, çeşitli endikasyonlar nedeni ile total laparoskopik histerektomi (TLH) yapılan 147 hastanın sonuçlarını retrospektif olarak değerlendirmek amacı ile yapıldı. Objective: The aim of this study was to evalute the results of our experience with 147 cases who underwent Total Laparoscopic Hysterectomy (TLH) operations. Gereç ve Yöntem: Aralık 2010 ve Aralık 2012 arasında benign ve malign endikasyonlar nedeniyle yapılan 147 total laparoskopik histerektomi olgusı çalışmaya dahil edildi. Total laparoskopik histerektomiye giden hastaların demografik özellikleri, histerektomi endikasyonları, uterus ağırlıkları, intraoperatif ve postoperatif komplikasyonları, operasyon süresi, hastanede kalış süresi ve kan kaybı retrospektif olarak değerlendirildi. Komplikasyonlar literatüre uygun olarak major komplikasyonlar, minor komplikasyonlar ve total komplikasyonlar olarak sınıflandırıldı. Material and Methods: During the study period, a total of 147 Total Laparoscopic Hysterectomy operations were performed for both benign as well as malignant indications between December 2010, and December 2012. Demographic characteristics, indications of hysterectomy, uterine weights, intraoperative and postoperative complications, duration of the operation, length of hospital stay, blood loss of patients who underwent Total Laparoscopic Hysterectomy operations were retrospectively evaluated. Complications were classified as major, minor, and total complications according to the literature. Bulgular: Çalışmaya dâhil edilen 147 hastanın yaş ortalaması 51.3±7.9 (33-75), parite ortalaması 3.4±2.0 (0-11), uterus ağırlığı ortalaması 167.4±97.4 g (83-735 g), operasyon süresi ortalaması 127.4±53.8 dk. (40-251 dk.), hastanede ortalama yatış süresi 3.2 ±1.4 gün (2-9 gün) ve BMI (kg/m2) ortalamaları 29.1±5.1 kg/m2 idi. Toplam komplikasyon oranı % 8.1 (12/147) olarak gerçekleşti. Major komplikasyon % 5.4, minor komplikasyon oranı ise % 2.7 olarak saptandı. Results: Parameters analyzed for 147 patients included in the study were as follows: mean age, 51.3±7.9 (33-75) years; mean parity, 3.4±2.0 (0-11); mean of uterine weight, 167.4±97.4 g (83-735 g); the mean operative time, 127.4±53.8 min (40-251 min); mean hospital stay, 3.2±1.4 days (2-9 days), and BMI (kg/m2), 29.1±5.1 kg/m2. Overall complication rate were 8.1 % (12/147) in patients. Major, and minor complication rates were 5.4, and 2.7 %, respectively. Sonuç: Laparoskopik histerektomi, benign ve malign jinekolojik durumların yönetimi için iyi dizayn edilmiş bir cerrahi prosedür olmasına rağmen, yetersiz ekipman ve eğitimli personel eksikliği nedeniyle hâlâ yaygın olarak yapılamamaktadır. Total laparoskopik histerektomi yeterli eğitimin ardından hastalar için birçok açıdan güvenli ve etkin olarak görünmektedir. Conclusion: Although laparoscopic hysterectomy is a welldesigned surgical procedure for the management of benign and malign gynecological conditions, it is not still performed widely enough because of insufficient technical equipment and lack of well-trained staff. Total laparoscopic hysterectomy after adequate training seems to be safe and effective procedure for patients. Anahtar kelimeler: total laparoskopik histerektomi, histerektomi, komplikasyonlar Key words: total laparoscopic hysterectomy, hysterectomy, complications Alındığı tarih: 17.08.2013 Kabul tarihi: 23.09.2013 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Tolga Karacan, Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Bağcılar / İstanbul e-posta: [email protected] 6 T. Karacan ve ark., Kliniğimizde Yapılan Yüz Kırk Yedi Total Laparoskopik Histerektomi Olgusunun Analizi GİRİŞ GEREÇ ve YÖNTEM Histerektomi dünya genelinde en sık uygulanan elektif jinekolojik operasyondur ve Amerika Birleşik Devletleri’nde en sık cerrahi operasyonlardan biri olmaya devam etmektedir (1). Amerika Birleşik Devletleri’nde 2000-2004 yılları arasında yılda yaklaşık 600.000 histerektomi operasyonu gerçekleştirilmiştir (1). Laparoskopik histerektomi ilk kez Harry Reich ve ark. (2) tarafından 1989 yılında tanımlandığından beri histerektomiye yeni bir yaklaşım getirilmiş, laparokopistler tarafından yıllar içinde artan bir şekilde uygulanmış ve artık bugün jinekoloji pratiğinin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Bu yeni cerrahi tekniğin daha az hastanede yatış süresi, daha az intraoperatif kan kaybı, daha az postoperatif yara yeri enfeksiyonu, daha hızlı iyileşme zamanı ve günlük aktiviteye dönüş, daha az postoperatif analjezi ve büyük abdominal skardan kaçınma gibi abdominal histerektomiye üstünlükleri vardır (1,3,4). Buna karşın histerektominin laparoskopik yapılması, laparatomik yaklaşıma göre daha uzun operasyon zamanı, daha uzun zaman alan öğrenme eğrisi ve özellikle yüksek üriner trakt hasarları başta olmak üzere daha yüksek komplikasyon oranları ile birlikte olduğu bildirilmiştir (1-4). Bunlara ek olarak Hur ve ark. (5) laparoskopik total histerektominin (TLH), total abdominal histerektomi (TAH) ve vajinal histerektomiye (VH) göre vajinal cuff dehisensi açısından daha riskli olduğunu belirtmişlerdir. Fakat bazı çalışmalarda TLH’nın diğer yaklaşımlardan tamamen üstün olduğuna dair sonuçlar yayınlanmıştır (6). Ne yazık ki dünya genelinde histerektomilerin büyük çoğunluğu jinekologlar tarafından laparoskopi ve vajinal yaklaşımın ispatlanmış birçok yararına karşın hâlâ yaygın bir şekilde abdominal yaklaşımla yapılmaya devam edilmektedir (7). 2009 Cohrane veri tabanında, laparoskopik histerektominin vajinal histerektomiye göre benzer klinik sonuçları ve tatmin oranlarına kıyasla daha uzun operasyon sürelerinden bahsedilmektedir. ACOG guideline göre vajinal histerektominin kontrendike ve uygun olmadığı durumlarda, laparoskopik histerektominin ancak geleneksel abdominal yaklaşımdan kaçınılmak için yapılması gerektiğinin üstünde durulmuştur (1). Bu çalışmada Aralık 2010 ve Aralık 2012 yılları arasında kliniğimizde yapılan TLH operasyonları retrospektif olarak değerlendirilmiş ve veriler literatür ışığında tartışılmıştır. Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde Aralık 2010 ve Aralık 2012 yılları arasındaki iki yıllık süreç içinde TLH operasyonu yapılan 147 hastanın verileri araştırıldı. Yüz kırk yedi hastaya ait demografik özellikler (yaş, parite, geçirilmiş cerrahi operasyon öyküsü), histerektomi endikasyonları, operasyon süresi, uterus ağırlıkları, intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlar, tahmini kan kaybı, hastanede yatış süresi retrospektif olarak değerlendirildi. Tahmini kan kaybı preoperatif ve postoperatif hemoglobin-hematokrit değerleri arasındaki fark baz alınarak hesaplandı. Operasyon süresi umblikusa yapılan ilk insizyonla, ana trokarın çekildiği zaman arasındaki süre olarak hesaplandı. Uterus ağırlıkları operasyondan hemen sonra ameliyat odasında bulunan hassas tartı ile ölçüldü. Hastanede yatış süresi hastanın operasyon günü ile hastaneden taburcu olduğu gün arasındaki süre olarak hesaplandı. Komplikasyonlar daha önce literatürde bildirildiği gibi major komplikasyonlar (transfüzyon gerektiren major hemoraji, cerrahi drenaj gerektiren hematom, bağırsak, üreter, mesane hasarı, pulmoner emboli, yara dehisensi), minor komplikasyonlar (transfüzyon gerektirmeyen hemoraji, spontan drene olan hematom, derin ven trombozu, servikal cuff sorunları) ve toplam komplikasyonlar olarak sınıflandırıldı (8). Laparoskopi öncesi hazırlık Tüm operasyonlar aynı hekimler (ATU, MMN) tarafından yapıldı. Bütün hastalar cerrahiden bir gün önce servise yatırıldı. Hastalara preoperatif rutin olarak tam kan sayımı, koagulasyon testleri yapıldı ve elektrokardiyografi, posterior-anterior (PA) akciğer grafisi çekildi. Tüm yapılan işlemler kayıt altına alınarak anestezi kliniği ile preoperatif konsulte edildi. Tüm hastalara operasyondan önceki üç günlük süre içinde pürgatif lavman, diyet kısıtlaması ile mekanik bağırsak temizliği uygulandı. Hastalara anestezi indüksiyonu ile eşzamanlı olarak profilaktik antibiyotik (2 g IV sefazolin) yapıldı. Penisilin alerjisi bulunan bir hastada profilaktik antibiyotik olarak klindamisin kullanıldı. Antitrombotik profilaksi Amerikan Jinekoloji ve Obstetrik Cemiyeti (American College of Obstetrics and Gynecology, ACOG) ve Amerikan Göğüs Hastalıkları Cemiyeti (American 7 İKSST Derg 6(1):6-13, 2014 College of Chest Physicians, ACCP) önerileri dikkate alınarak düşük riskli hastalarda erken mobilizasyon, orta riskli hastalarda operasyondan 2 saat önce ve operasyon sonrası taburcu olana dek 40 mg enoksaparin ve gradual kompresyon çorapları, yüksek riskli hastalarda yine operasyondan 2 saat önce ve operasyon sonrası 4 haftaya kadar 40 mg enoksapirin ve gradual kompresyon çorapları uygulandı (9,10). Ayrıca operasyon sırasında her iki bacağa intermitan pnömatik kompresyon cihazları takıldı. Tüm laparoskopik prosedürler genel anestezi ve endotrakeal entübasyon altında yapıldı. Mide dekompresyonu için oral-gastrik tüp yerleştirildi. Hastaya operasyon öncesi foley katater takıldı ve operasyon sonrası sekizinci saatte çekildi. Laparoskopi işlemi Umblikusa 1-1,5 cm’lik vertikal insizyon yapıldı. Hasta supin pozisyondayken, umblikus çamaşır klempleri yardımı ile yukarıya kaldırılarak, direkt trokar ile umblikustan batına girildi. Batın içinde olunduğu görüldükten sonra gaz insüflasyonu ile pnömoperitoneum yaratıldı. Yardımcı trokarlar ile inferior epigastrik damarların lateralinden batına girildi. Ardından hasta trendelenburg pozisyonuna alındı. Enerji olarak geleneksel enerji jenaratörü ile ileri bipolar elektrokoagulasyon (Ligasure®, Covidien Company, MA, USA veya Enseal®, Ethicon Company, NJ, USA) ve ultrasonik enerji (Harmonic®) kullanıldı. Uterin manipülatör olarak RUMI uterin manipülatör sistemi (CooperSurgical Company, Connecticut, USA) kullanıldı. Üç postmenopozal hastada servikal stenoz ve/veya serviksin silinmesi nedeniyle uterin manipülatör kullanılamadı. Bu 3 hastada 2-3 üç adet gazla tutturulmuş alet vajinaya yerleştirildi. Histerektomiye tüm abdominal kaviteyi gözlemledikten sonra ve operasyonu engelleyebileceğini düşündüğümüz adezyonları açtıktan sonra başlandı. Uterin manipülatör yardımıyla her iki round ligament kesildi (Resim 1). Ardından broad ligamentin ön periton katlantısı mesane peritonuna kadar her iki taraftan kesildikten sonra mesane peritonu uterin serviksten keskin diseksiyonla ayrıldı. Broad ligament peritonun arka yaprağı infundibulopelvik ligamente paralel olacak şekilde laterale doğru kesildi. Uterin arterin kesilmesinin ardından serviksin çevresindeki parametrial dokular ayrıldı. Uterosakral ligament hariç olacak şekilde, uterin manipülatörün rehberliği eşliğinde ve monopolar koagulasyon kullanılarak vajene arka forniksten girilerek dairesel olarak kesildi (Resim 2). Vajinal cuff poliglikonat yapıda dikensi sütur (V-LocTM, Covidien Company, MA) kullanılarak intrakorporeal sütur tekniği ile kapatıldı (Resim 3). Resim 2. Resim 3. SONUÇLAR Resim 1. 8 Çalışmamıza dâhil edilen benign ve malign endikasyonlu toplam 147 hastanın yaş ortalaması 51.3±7.9 (33-75), parite ortalaması 3.4±2.0 (0-11), uterus ağırlığı ortalaması 167.4±97.4 g (83-735 g), operasyon süresi ortalaması 127.4±53.8 dk. (40-251 dk.), hastanede ortalama yatış süresi 3.2±1.4 gün (2-9 gün) ve T. Karacan ve ark., Kliniğimizde Yapılan Yüz Kırk Yedi Total Laparoskopik Histerektomi Olgusunun Analizi Tablo 1. İntra ve postoperatif sonuçlar. Uterin ağırlık (g) 167.4±97.4 g (83-735 g) Operasyon süresi (dk.) 127.4±53.8 dk. (40-251 dk.) Hastanede kalış süresi (gün) 3.2 ±1.4 gün (2-9 gün) Kan kaybı (pre-postoperatif hemoglobin) 1.8 g/l Laparoskopiden laparotomiye geçiş 2 (% 1.3) Total komplikasyonlar 12 (% 8.1) - Major Komplikasyonlar • Ureter hasarı 2 (% 1.3) • Vezikovajinal fistül 1 (% 0.6) • Sigmoid kolon perforasyonu 1 (% 0.6) • Serozal barsak yaralanması 1 (% 0.6) • Vajinal cuff dehinsensi 1 (% 0.6) • Hemoraji (transfüzyon gerektiren) 1 (% 0.6) • Ex 1 (% 0.6) - Minor Komplikasyonlar • Yara yeri enfeksiyonu 3 (% 2) • Vajinal cuff hematomu 1 (% 0.6) Tablo 2. Histerektomi endikasyonları. Myoma uteri Disfonksiyonel uterin kanama Endometrial karsinoma Endometrial hiperplazi Adneksiyal kitle Desensus uteri Servikal intraepitelyal neoplazi (CIN) Endometriozis 47 (% 31.9) 41 (% 27.8) 29 (% 19.7) 14 (% 9.5) 6 (% 4) 5 (% 3.4) 4 (% 2.7) 1 (% 0.6) BMI (kg/m2) ortalamaları 29.1±5.1 idi. 27 (%18.3) hastada geçirilmiş abdominal operasyon öyküsü mevcuttu (Tablo 1). Seksen yedi (% 59.1) hastada benign veya malign nedenlerle yapılan TLH ile birlikte bilateral salpingooferektomi (BSO) yapıldı. Uterin desensus nedeniyle TLH ve BSO yapılan beş hastadan ikisine (% 1.3) ek olarak sakrokolpopeksi yapıldı. Kırk altı (% 31.2) hastaya yalnızca TLH yapıldı. Histerektomi endikasyonları; 47 (% 31.9) hastada mekanik semptomlara veya anormal uterin kanamaya yol açan myoma uteri, 41 (% 27.8) hastada tedaviye dirençli disfonksiyonel uterin kanama, 29 (% 19.7) hastada endometrium karsinomu, 14 (% 9,5) hastada endometrial hiperplazi, 6 (% 4) hastada adneksiyal kist/kitle, 5 (% 3. 4) hastada uterin desensus, 4 (% 2.7) hastada servikal intraepitelyal neoplazi (CIN), 1 (% 0.6) hastada endometriomaydı (Tablo 2). Endometrium karsinomu nedeniyle histerektomi yapılan 29 hastanın 6’sına pelvik ve 4’üne pelvikparaortik lenfadenektomi yapıldı. Çıkartılan lenf sayısı ortalama 18.6±7.4 idi. İki (% 1.3) hastada laparoskopik olarak başlanıp, uterus büyüklüğü ve manipülasyonlardaki zorluklar nedeniyle laparotomiye dönüldü. Toplam komplikasyon oranı % 8.1 (12/147) olarak gerçekleşti (3 hasta yara yeri enfeksiyonu, 1 hastada transfüzyon gerektiren hemoraji, 1 hastada postoperatif ikinci haftada vajen cuff dehisensi, 1 hastada spontan gerileyen vajen cuff hematomu, 1 hastada bağırsak serozası yaralanması, 1 hastada sigmoid kolon perforasyonu, 1 hastada vezikovajinal fistül, 2 hastada üreter hasarı, 1 hasta ise akut böbrek yetmezliğine (ABY) eksitus gözlendi). Major komplikasyon % 5.4, minor komplikasyon oranı % 2.7 olarak saptandı. Dört hastaya kan transfüzyonu yapıldı. Preoperatif hemoglobin ve hematokrit ortalamaları sırayla 11.9±1.6 gr/dL ve % 37.0±4.3, postoperatif hemoglobin ve hematokrit ortalamaları sırayla 10.1±1.4 gr/dL ve % 32.5±3.9 idi (Tablo 1). Benign ve malign endikasyonlar nedeniyle TLH yapılan hasta gruplarının demografik özellikleri ve operasyon sonuçları Tablo 3’te özetlenmiştir. Tablo 3. İntra-postoperatif sonuçların karşılaştırılması. Benign Malign Endikasyon Endikasyon N Yaş Parite BMI (kg/m2) Geçirilmiş pelvik cerrahi öyküsü Uterin ağırlık Operasyon zamanı (dk.) Lenfadenektomi hariç Lenfadenektomi dâhil Hastanede kalış süresi (gün) Kan kaybı (pre-postoperative hemoglobin) Laparoskopiden laparotomiye geçiş Major komplikasyon 100 48,5 3.4 26.2 kg/m2 21 201.3 g 113.8 dk 2.9 gün 1.5 gr/dL 2 5 (% 3.4) 47 57.2 3.3 34.0 kg/m2 6 95.2 g 141,5 dk. 106.4 dk. 176.7 dk. 3.8 gün 2.3 gr/dL 0 3 (% 2) TARTIŞMA Laparoskopik histerektominin kendine özgü avantajları ve dezavantajları günümüzde yavaş yavaş tanımlanmış olsa da, hâlâ yetersiz teknik ekipman ve laparoskopik açıdan iyi eğitimli personelin azlığı nedeniyle yeteri kadar yaygın uygulanamamaktadır (11) . Histerektomide çeşitli laparoskopik yaklaşımlar ve sınıflamalar mevcuttur ve bunların birbirleri arasındaki ayrımda temel mantık uterusun damarsal ve destek dokularının ne kadarının laparoskopik yaklaşımla çıkarıldığı üzerine kurulmuştur (12,13). Genel anlamda TLH teknik olarak daha az hastanede kalış süresi, daha az intraoperatif kan kaybı, daha az postoperatif yara yeri enfeksiyonu, daha az postoperatif analjezi gereksinimi, daha kısa iyileşme zamanı, daha hızlı günlük aktiviteye dönüş ve büyük abdomi9 İKSST Derg 6(1):6-13, 2014 nal skardan kaçınma gibi avantajları mevcuttur (1,4). Ayrıca abdominal histerektomiye göre anlamlı şekilde artmış yaşam kalitesi mevcuttur (14). Vajinal histerektominin küçük ve orta genişlikte uteruslar için hala en geçerli cerrahi teknik olduğu ve laparoskopik histerektominin bu hastalara getireceği anlamlı bir yarar olmadığı bildirilmektedir (15). ACOG, vajinal histerektominin 12. gestasyonel haftadan veya 280 g dan küçük uteruslar için uygun olduğunu ve ek olarak laparoskopik histerektomi için vajinal histerektominin uygun olmadığı hastalarda abdominal histerektomiye alternatif olduğu belirtmiştir. Özellikte literatürde TLH’ın uzun operasyon süresi ile birlikte olduğu ve diğer tekniklere göre daha yüksek komplikasyon oranlarına yol açabileceği belirtilmiştir (8,16,17). Donnez ve ark. (18) tarafından TLH’ın bu sonuçlara yol açması kabul edilemez olarak değerlendirilmiştir. Literatürde bildirilen komplikasyon oranlarında büyük farklılıklar görülmektedir. Makinen ve ark. (19) 2434 olgulık laparoskopik histerektomi serisinde % 19, HarkkiSiren ve ark. (20) 5104 olguluk laparoskopik histerektomi serisinde % 2,5, Wattiez ve ark. (21) 1647 olguluk seride toplam komplikasyon oranlarını % 11.7 olarak bulmuşlardır. Çalışmamızda toplam komplikasyon oranı % 8.1 idi. Laparoskopik histerektomiden kaçınılmasının asıl nedeninin yüksek komplikasyonlarla karşılaşılması ki bunun büyük bölümünü üriner trakt hasarları oluşturmaktadır ve bunun da en büyük nedeninin yeterli laparoskopik cerrahi eğitimi almamış jinekologlar tarafından bu operasyonların gerçekleştirilmesi olarak bildirilmiştir (6). Literatüre göre TLH sonrası üreter hasarı insidansı yaklaşık % 0.5-1 arasında olarak bildirilmektedir (8,19,21). Çalışmamızda malign ve benign endikasyon grubunda toplam bu oran % 1.3 şeklinde gerçekleşmiştir. Laparoskopik histerektomi (% 0.25) ile vajinal histerektomi (% 0.33) arasında üreter yaralanması açısından anlamlı bir fark olmadığı belirtilmiştir (18). Ng ve ark. (23) üreter yaralanmasının özellikle uterin damarların ve kardinal ligamentin aşırı elektokoagulasyona maruziyeti sırasında gerçekleştiğini belirtmiş ve Nuemann ve ark. da (24) laparoskopi sırasında üreter diseksiyonunun iyatrojenik üreter yaralanmasını anlamlı olarak azaltacağını savunmuştur. Kliniğimizde eğer pelvik anatomiyi aşırı bir şekilde bozacak bir patoloji yoksa rutin üreter diseksiyonu yapmıyoruz ve ayrıca intraoperatif olarak hiçbir olgumızda direkt üreter hasarı oluşmadı. Woodland ve ark.’n da (25) belirttiği gibi TLH sırasında elektrocerrahinin yoğun kullanımı üriner yol hasarları 10 arttırabilmektedir. Biz de 2 hastamızda gelişen üreter hasarının ve 1 hastada gelişen vezikovajinal fistülün laparoskopi sırasında kullandığımız termal enerjiye bağlı olduğunu düşünüyoruz. TLH sonrası vajen cuff dehisensi, spontan veya postkoital olarak karşımıza çıkabilmektedir. Vajen cuff dehisensi açısından postoperatif koitus en önemli tetikleyici olaylardan biridir (4). Vajen cuff rüptürü vajinal kanama, intestinal herniasyon veya ağrı şeklinde ortaya çıkabilir (26). Hur ve ark. (27) TLH‘deki vajen cuff rüptürüne elektrocerrahiye bağlı suboptimal iyileşme, doku nekrozu ve devaskülarizasyonun neden olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca abdominal yaklaşıma göre laparoskopide, görüntünün rölatif olarak büyük görünmesine bağlı olarak daha küçük dokunun sütüre edilmesi nedeni ile de bu durumun olması kolaylaşabilir. Laparoskopide kullanılan sütur teknikleri de vajen cuff dehisensinde etkili olabilir. Jeung ve ark. yaptıkları, vajen cuff kapatmak için laparoskopik olarak “figure-of-eight” (% 1.6) ve kilitli çift kat devamlı (% 0.8) sütur kullandıkları çalışmalarında vajen cuff’ını kilitli çift kat kontinu olarak kapamanın güvenli ve efektif olduğunu fakat ikisi arasında anlamlı bir fark olmadığını belirtmişlerdir. Buna ek olarak ileri sürdükleri hipotezde kontinu süturun intraabdominal basınç artışlarında her sütur başına düşen basıncı azalttığını ve cuff epitelindeki yırtılmayı minimalize ettiklerini ileri sürmüşler ve kontinu süturun cuff enfeksiyonunu ve doku iskemisini azalttığını belirtmişlerdir (4). Ayrıca YadaHashimoto ve ark.’nın (28) yaptığı çalışmada, daha önce tek kat kontinu sütur koyulan hasta gruplarında vajen cuff dehisensine rastladıklarını fakat çift kat kontinu olarak koyulan hastaların hiçbirinde dehisens görmediklerini bildirmişlerdir. Siedhoff ve ark. (29) dikensi sütur koydukları hastaların hiçbirinde vajen cuff dehisensine rastlamamışlardır. Kliniğimizde tek yönlü dikensi sütur kullandık ve yalnızca bir hastamızda (% 0.6) koitusa bağlı olarak ikinci haftada vajinal cuff dehisensi sonucu intestinal herniasyon gelişmişti. Vajen cuff dehisensi açısından diğer risk faktörleri; sigara, obezite, konstipasyon, menopoz, vajen cuff enfeksiyonu ve hematomu sayılabilir (4,27,30,31) . TLH’ın abdominal operasyon öyküsü olan hastalarda güvenli bir prosedür olduğu Yada-Hashimoto ve ark.’nın (28) yapmış olduğu çalışmada belirtilmiştir. T. Karacan ve ark., Kliniğimizde Yapılan Yüz Kırk Yedi Total Laparoskopik Histerektomi Olgusunun Analizi Aynı çalışmada önceden abdominal operasyon öyküsü olan hastalarda gerçekleştirilen laparoskopik cerrahide ana endişe kaynağının batına girişteki yaralanmalar ve adezyolizis gereksiniminden kaynaklanan komplikasyonlar olduğunu belirtmiştir. Çalışmamızda operasyon öyküsü olsun veya olmasın hiçbir hastada batına ilk girişte yaralanmayla karşılaşmadık. Ayrıca Sokol ve ark. (32) aşırı BMI ve uterus ağırlığı, önceki cerrahi ve buna bağlı batın içi adezyonlar, teknik zorluklar ve klinisyenin tecrübe eksikliğinin laparoskopiden laparotomiye dönüş riskini arttığını belirtmiştir. Çalışmamızda geçirilmiş abdominal cerrahi öyküsü olan hastalar içinde adezyonlar nedeniyle laparotomiye döndüğümüz hasta olmadı. İki hastada obezite ve uterus büyüklüğünün görüntüyü sınırlaması nedeniyle laparotomiye dönülmüştü. Literatürde TLH yapılan hastalarda hastanede ortalama yatış süresi laparatomik histerektomiye göre anlamlı olarak kısa bulunmuş fakat vajinal histerektomiye göre istatistiksel bir fark gösterilememiştir (8,33-37) . TLH’da hastanede ortalama yatış süresi 1.4 gün ila 4 gün arasında olarak bildirilmektedir (8,33-37). Çalışmamızda bu süreyi ortalama 3.2±1.4 gün olarak saptadık. Bu sürenin daha da kısaltılabileceğini belirtmek isteriz. Yatış süresinin kısaltılması yalnızca komplikasyonların azaltılması ile değil, aynı zamanda tüm ekibin öğrenme eğrisini tamamlaması ile mümkün olacaktır. Cerrahın laparoskopi tecrübesi ve hastanın özelliği gibi değişkenlerin etkisiyle ortalama operasyon süreleri farklılık göstermektedir (Tablo 6). Kirsten ve ark. (22) endometrium karsinomu hastalarında, hastaları abdominal histerektomi ve laparoskopik histerektomi olarak iki kola ayırdıkları ve hastaları postoperatif ortalama 60 ay takip ettikleri çalışmalarında, laparoskopi kolunda ortalama operasyon süresi 122 dk., hastanede yatış süresi 5 gün, major komplikasyon oranı ise % 9 olarak gerçekleşmiş. Çalışmanın sonucu olarak endometrium karsinomlu hastalarda yapılan laparoskopik histerektominin uygulanabilir olduğu ve abdominal histerektomiye göre postoperatif hayat kalitesi açısından daha iyi olduğu sonucuna ulaşılmıştır (22). Bu çalışmada laparoskopik olarak hiçbir hastada lenfadenektomi yapılmamış ve hastalar gerektiğinde postoperatif radyoterapiye yönlendirilmiş (22). Endometrium kanseri hastalarında yaptığımız TLH sonuçları açısından lenfadenektomi yapmadığı- mız hastalarda ortalama operasyon süresi 106.4±44.8 dk., lenfadenektomi yaptığımız hastalarda ise 176.7±54.1 dk. olarak belirlendi. Hastanede yatış süresi 3.8±1.5 ve major komplikasyon oranı ise % 2 idi. Nezhat ve ark. (38) yeterli laparoskopik yeteneğin kazanılabilmesinin, 4 ila 7 yıl arasında, işlemlerin zorluk derecesi her basamakta artmak koşulu ile her hafta birbirinden farklı operasyon yaparak mümkün olabileceğini savunmuştur. Sonuç olarak, ACOG’unda belirttiği gibi histerektomi seçimini etkileyen faktörlerin başında klinisyenin tecrübesi, hastanın anatomisi ve hastanenin teknolojik altyapısı gelmektedir. Total laparoskopik histerektomi yeterli eğitimin ardından hastalar için birçok açıdan güvenli ve etkin olarak görünmektedir. Bu alanda çalışan hekimlerin bu konudaki bilgi ve deneyimlerini arttırmaları hastaların daha iyi sağlık hizmetini alarak, daha az ağrı, daha iyi kozmetik sonuç, daha kısa zamanda taburcu olmalarını ve daha hızlı bir şekilde işlerine dönmelerini sağlayacaktır. KAYNAKLAR 1. Choosing the route of hysterectomy for benign disease. ACOG Committee Opinion No. 444.American College of Obstetricians and Gynecologists. Obstet Gynecol 2009;114:1156-8. http://dx.doi.org/10.1097/AOG.0b013e3181c33c72 PMid:20168127 2. Reich H, DeCaprio J, McGlynn F. Laparoscopic hysterectomy. J Gynaecol Surg 1989;5:213-6. http://dx.doi.org/10.1089/gyn.1989.5.213 3. Mebes I, Diedrich K, Banz-Jansen C. Total laparoscopic hysterectomy without uterine manipulator at big uterus weight (>280 g). Arch Gynecol Obstet 2012; 286:131-4. http://dx.doi.org/10.1007/s00404-012-2249-y PMid:22361833 Arch Gynecol Obstet 2010;282:631-8. http://dx.doi.org/10.1007/s00404-009-1300-0 PMid:19943055 5. Hur HC, Guido RS, Mansuria SM, Hacker MR, Sanfilippo JS, Lee TT. Incidence and patient characteristics of vaginal cuff dehiscence after different modes of hysterectomies. J Minim Invasive Gynecol 2007;14: 311-7. http://dx.doi.org/10.1016/j.jmig.2006.11.005 PMid:17478361 6. Donnez O, Donnez J. A series of 400 laparoscopic hysterectomies for benign disease: a single centre, single surgeon prospective study of complications confirming previous retrospective study. BJOG 2010;117: 752-5. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.2010.02520.x 11 İKSST Derg 6(1):6-13, 2014 PMid:20175872 7. Kovac SR. Guidelines to determine the route of hysterectomy. Obstet Gynecol 1995;85:18-23. http://dx.doi.org/10.1016/0029-7844(94)00318-8 8. Garry R, Fountain J, Mason S, Hawe J, Napp V, Abbott J, et al. The eVALuate study: two parallel randomised trials, one comparing laparoscopic with abdominal hysterectomy, the other comparing laparoscopic with vaginal hysterectomy. BMJ 2004;328:129. http://dx.doi.org/10.1136/bmj.37984.623889.F6 PMid:14711749 PMCid:PMC314503 9. Guyatt GH, Akl EA, Crowther M, Gutterman DD, Schuünemann HJ. Executive summary:Antithrombotic Therapy and Prevention of Thrombosis, 9th ed: American College of Chest Physicians Evidence-Based Clinical Practice Guidelines. Chest 2012;141:7-47. http://dx.doi.org/10.1378/chest.1412S3 PMid:22315257 PMCid:PMC3278060 10.Prevention of deep vein thrombosis and pulmonary embolism. ACOG Practice Bulletin No. 84. American College of Obstetricians and Gynecologists. Obstet Gynecol 2007;110:429-40. http://dx.doi.org/10.1097/01.AOG.0000263919.23437.15 PMid:17666620 11. Kavallaris A, Chalvatzas N, Kelling K, Bohlmann MK, Diedrich K, Hornemann A. Total laparoscopic hysterectomy without uterine manipulator: description of a new technique and its outcome. Arch Gynecol Obstet 2011;283:1053-7. http://dx.doi.org/10.1007/s00404-010-1494-1 PMid:20449598 12.Nezhat C, Nezhat F, Admon D, Nezhat AA. Proposed classification of hysterectomies involving laparoscopy. J Am Assoc Gynecol Laparosc 1995;2:427-9. http://dx.doi.org/10.1016/S1074-3804(05)80065-9 13.Johns A. Laparoscopic assisted vaginal hysterectomy (LAVH). In: Sutton C, Diamond D, eds. Gynecologic endoscopy for Gynecologist 1993:179-56. 14.Kluivers KB, Johnson NP, Chien P, Vierhout ME, Bongers M, Mol BW. Comparison of laparoscopic and abdominal hysterectomy in terms of quality of life: a systematic review. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2008;136:3-8. http://dx.doi.org/10.1016/j.ejogrb.2007.06.004 PMid:18063290 15.Ottosen C, Lingman G, Ottosen L. Three methods for hysterectomy: a randomised, prospective study of short term outcome. BJOG 2000;107:1380-5. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.2000.tb11652.x 16.Johnson N, Barlow D, Lethaby A, Tavender E, Curr E, Garry R. (2006) Surgical approach to hysterectomy for benign gynaecological disease. Cochrane Database Syst Rev 2: CD003677. PMid:16625589 17.Johnson N, Barlow D, Lethaby A, Tavender E, Curr L, Garry R. Methods of hysterectomy: systematic review and meta-analysis of randomised controlled trials. BMJ 2005;330:1478. http://dx.doi.org/10.1136/bmj.330.7506.1478 PMid:15976422 PMCid:PMC558455 18.Donnez O, Jadoul P, Squifflet J, Donnez J. A series of 3190 laparoscopic hysterectomies for benign disease from 1990 to 2006: evaluation of complications compared with vaginal and abdominal procedures. BJOG 12 2009;116:492-500. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.2008.01966.x PMid:19016683 19.Mäkinen J, Johansson J, Tomas C. Morbidity of 10110 hysterectomies by type of approach. Hum Reprod 2001;16:1473-8. http://dx.doi.org/10.1093/humrep/16.7.1473 20.Härkki-Siren P, Sjöberg J, Kurki T. Major complications of laparoscopy: a follow-up Finnish study. Obstetrics and Gynecology 1999;94:94-8. http://dx.doi.org/10.1016/S0029-7844(98)00566-3 21.Wattiez A, Soriano D, Cohen SB, Nervo P, Canis M, Botchorishvili R, Mage G, et al. The learning curve of total laparoscopic hysterectomy: comparative analysis of 1647 cases. J Am Assoc Gynecol Laparosc 2002;9: 339-45. http://dx.doi.org/10.1016/S1074-3804(05)60414-8 22.Kluivers KB, Ten Cate FA, Bongers MY, Brölmann HAM, Hendriks JCM. Total laparoscopic hysterectomy versus total abdominal hysterectomy with bilateral salpingo-oophorectomy for endometrial carcinoma: a randomised controlled trial with 5-year follow-up. Gynecol Surg 2011;8:427-34. http://dx.doi.org/10.1007/s10397-011-0668-6 PMid:22081769 PMCid:PMC3205270 23. Ng CC, Chern BS. Total laparoscopic hysterectomy: a 5-year experience. Arch of Gynecol Obstet 2007;276: 613-8. http://dx.doi.org/10.1007/s00404-007-0385-6 PMid:17508217 24.Neuman M, Eidelman A, Langer R, Golan A, Bukovsky I, Caspi E. Iatrogenic injuries to the ureter during gynecologic and obstetric operations. Surg Gynecol Obstet 1991;173:268-72. PMid:1925895 25.Woodland MB. Ureter injury during laparoscopyassisted vaginal hysterectomy with the endoscopic linear stapler. Am J Obstet Gynecol 1992;167:756-7. http://dx.doi.org/10.1016/S0002-9378(11)91584-1 26.Nezhat CH, Nezhat F, Seidman DS, Nezhat C. Vaginal vault evisceration after total laparoscopic hysterectomy. Obstet Gynecol 1996;87:868-70. PMid:8677119 27.Hur HC, Guido RS, Mansuria SM, Hacker MR, Sanfilippo JS, Lee TT. Incidence and patient characteristics of vaginal cuff dehiscence after different modes of hysterectomies. J Minim Invasive Gynecol 2007; 14:311-7. http://dx.doi.org/10.1016/j.jmig.2006.11.005 PMid:17478361 28.Yada-Hashimoto N, Onoue M, Yoshimi K, Hisa T, Kodama M, Otsuka H, Saeki N, et al. Total laparoscopic hysterectomy in patients with previous abdominal surgery. Arch Gynecol Obstet 2011;284:1467-71. http://dx.doi.org/10.1007/s00404-011-1882-1 PMid:21431843 29.Siedhoff MT, Yunker AC, Steege JF. Decreased incidence of vaginal cuff dehiscence after laparoscopic closure with bidirectional barbed suture. J Minim Invasive Gynecol 2011;18:218-23. http://dx.doi.org/10.1016/j.jmig.2011.01.002 PMid:21354068 30.Croak AJ, Gebhart JB, Klingele CJ, Schroeder G, Lee RA, Podratz KC. Characteristics of patients with T. Karacan ve ark., Kliniğimizde Yapılan Yüz Kırk Yedi Total Laparoskopik Histerektomi Olgusunun Analizi vaginal rupture and evisceration. Obstet Gynecol 2004;103:572-6. http://dx.doi.org/10.1097/01.AOG.0000115507.26155.45 PMid:14990423 31.Kowalski LD, Seski JC, Timmins PF, Kanbour AI, Kunschner AJ, Kanbour-Shakir A. Vaginal evisceration: presentation and management in postmenopausal women. J Am Coll Surg 1996;183:225-9. PMid:8784315 32.Sokol AI, Chuang K, Milad MP. Risk factors for conversion to laparotomy during gynecologic laparoscopy. J Am Assoc Gynecol Laparosc 2003;10:469-73. http://dx.doi.org/10.1016/S1074-3804(05)60146-6 33.Ellström M, Ferraz-Nunes J, Hahlin M, Olsson J-H. A randomized trial with a cost-consequence analysis after laparoscopic and abdominal hysterectomy. Obstet Gynecol 1998;91:30-4. http://dx.doi.org/10.1016/S0029-7844(97)00579-6 34.Garry R, Fountain J, Brown J, Manca A, Mason S, Sculpher M, Napp V, Bridgman S, Gray J, Lilford R. EVALUATE hysterectomy trial: a multicentre randomised trial comparing abdominal, vaginal and laparoscopic methods of hysterectomy. Health Technol Assess 2004;8:1-154. PMid:15215018 35.Perino A, Cucinella G, Venezia R, Castelli A, Cittadini E. Total laparoscopic hysterectomy versus total abdominal hysterectomy: an assessment of the learning curve in a prospective randomized study. Hum Reprod 1999;14:2996-2999. http://dx.doi.org/10.1093/humrep/14.12.2996 36.Seracchioli R, Venturoli S, Vianello F, Govoni F, Cantarelli M, Gualerzi B, Colombo FM. Total laparoscopic hysterectomy compared with abdominal hysterectomy in the presence of a large uterus. J Am Assoc Gynecol Laparosc 2002;9:333-8. http://dx.doi.org/10.1016/S1074-3804(05)60413-6 37.Soriano D, Goldstein A, Lecuru F, Darai E. Recovery from vaginal hysterectomy compared with laparoscopyassisted vaginal hysterectomy: a prospective, randomized, multicenter study. Acta Obstet Gynecol Scand 2001;80:337-41. PMid:11264609 38.Nezhat C, Nezhat F, Nezhat C. Operative laparoscopy (minimally invasive surgery): state of the art. J Gynecol Surg 1992;8:111. http://dx.doi.org/10.1089/gyn.1992.8.111 13 Araştırma İKSST Derg 6(1):14-19, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.014 Preoperatif Yapılan Dilatasyon ve Küretaj Endometrial Patolojileri Değerlendirmede Yeterli midir? Is Preoperative D&C Adequate for the Determination of Endometrial Pathologies Tolga Karacan *, Taner Abdullah Usta *, Hüseyin Dayan *, Murat Mehmet Naki ** * Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ** Liv Hospital, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ÖZET SUMMARY Amaç: Benign ve malign endikasyon nedeniyle histerektomi planlanan hastalarda, histerektomi öncesi yapılan dilatasyon ve küretaj (D&C) biyopsi sonuçları ile histerektomi materyalinin biyopsi sonuçlarını karşılaştırmayı amaçladık. Objective: The aim of this study was to compare outcomes of pre-hysterectomy dilatation, and cıurettage (D&C), and histopathological results of biopsied hysterectomy specimens in patients scheduled for hysterectomy with benign as well as malignant indications. Gereç ve Yöntem: Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde Aralık 2011 ve Aralık 2012 yılları arasında benign ve malign nedenler ile histerektomi yapılan 144 hastanın preoperatif D&C ve histerektomi spesmenlerinin histopatoloji sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Material and Methods: The records of 144 patients on whom hysterectomy for benign indications as well as malignant indications were performed in the Division of Obstetrics and Gynecology, Bagcilar Training and Research Hospital between December 2011 and December 2012 were evaluated retrospectively. Preoperative D&C and postoperative endometrial pathology results were compared. Bulgular: Yüz kırk dört hastaya yapılan endometrial örneklemenin 16 (% 11.1) tanesinin patoloji raporu yetersiz olarak rapor edildi. D&C intrauterin lezyonları özellikle endometrial polipleri (% 73.9) belirlemekte başarısız oldu. Malign patoloji (endometrial adenokarsinom ve diğerleri), küretaj materyalinde 3 (% 2) olguda ve histerektomi materyalinde 11 (% 7.6) olguda saptandı. D&C’da 3 hastada rapor edilen malignitelerin hepsi endometrial adenokarsinomdu. Histerektomi piyeslerinin sonucunda rapor edilen 11 olgudaki malign patolojiler; 8 hastada endometrial adenokarsinom, 2 hastada leiomyosarkom ve 1 hastada endometrial stromal sarkom olarak saptandı. Histerektomi materyallerinde sarkom tanısı koyulan hastaların hiçbiri D&C yakalanamadı. Malign patolojiler için ise D&C sensivitesi % 27.2, spesifitesi % 100, pozitif prediktif değeri % 100, negatif prediktif değeri % 94,5 ve testin doğruluğu ise % 94.6 idi. Results: The diagnosis at D&C was ‘insufficient tissue’ for 16 (11.1 %) patients. D&C failed to detect intrauterine disorders especially endometrial polyps (73.9 %) in premenopausal and postmenopausal women. Malignant pathologies were determined in curettage material in 3 (2 %) cases and hysterectomy specimens in 11 (7.6 %) cases. The malignancies determined in three patients were endometrial adenocarcinoma at D&C. Hysterectomy was reportedly indicated in 11 patients for malignant pathologies as follows; endometrial adenocarcinoma (n= 8), leiomyosarcoma (n=2), and endometrial stromal sarcoma (n=1). D&C failed to detect uterine sarcoma. Sensitivity (27.2 %), specificity (100 %), positive (100 %) and negative (94.5 %) predictive values, and accuracy (94.6 %) of dilatation and curettage material were also estimated as indicated within parentheses. Sonuç: Endometrial malign patolojiler için körlemesine alınan endometrial biyopsinin güvenilirliği azdır. Ayrıca histerektomi öncesi D&C, intrauterin fokal patolojilerin tanısında yetersiz kalmaktadır. Conclusion: Endometrial biopsy material retrieved blindly is clearly less reliable for the detection of endometrial malignant pathology. Furthermore preoperative D&C is an inadequate diagnostic tool for uterine focal lesions. Anahtar kelimeler: endometrial patoloji, endometrial örnekleme, dilatasyon ve küretaj, histerektomi Key words: endometrial pathology, endometrial sampling, dilatation and curettage, hysterectomy Alındığı tarih: 13.06.2013 Kabul tarihi: 18.11.2013 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Tolga Karacan, Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Bağcılar / İstanbul e-posta: [email protected] 14 T. Karacan ve ark., Preoperatif Yapılan Dilatasyon ve Küretaj Endometrial Patolojileri Değerlendirmede Yeterli midir? GİRİŞ Endometrial hiperplazi, Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) klasifikasyonuna göre basit, kompleks ve atipik hiperplaziler olmak üzere üçe ayrılır (1). Endometrial hiperplazilerin karsinoma ilerleme oranları basit hiperplazisi olan hastalarda % 1, kompleks hiperplazili hastalarda % 3, basit atipik hiperplazide % 8, kompleks atipik hiperplazide ise % 29 olarak rapor edilmiştir (2). Uterin kanserler, Amerika Birleşik Devletleri’nde en sık jinekolojik malignite olmaya devam etmekte ve endometrial adenokarsinom bu tümörlerin en sık histolojik tipi olarak karşımıza çıkmaktadır (3). Çeşitli nedenlerden dolayı histerektomi planlanan hastalara olası bir endometrial maligniteyi ekarte etmek için histerektomi öncesi rutin endometrial örnekleme yapılabilmektedir. Endometrial örnekleme, anestezi kullanmadan veya lokal anestezi ile ofis endometrial örnekleme şeklinde veya aşırı kanaması olan ve yüksek endometrial kanser riski içeren hastalarda anestezi altında full endometrial küretaj şeklinde yapılabilmektedir. Bu çalışmada benign veya malign uterin patoloji nedeniyle histerektomi planlanan hastalarda, histerektomi öncesi rutin olarak yapılan dilatasyon ve küretaj (D&C) biyopsi sonuçları ile histerektomi materyalinin biyopsi sonuçlarını karşılaştırmayı ve endometrial patolojiler açısından D&C prosedürünün gerekliliğini ve doğruluğunu araştırmayı amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEM Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde Aralık 2011 ve Aralık 2012 yılları arasındaki 1 yıllık süreç içinde benign ve malign nedenler ile histerektomi operasyonu yapılan ve histerektomi öncesi rutin olarak küretaj yapılmış 144 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Yüz kırk dört hastanın demografik özellikleri (yaş, parite), histerektomi endikasyonları, menopoz durumları, D&C sonuçları ve histerektomi piyeslerinin histolojik sonuçları kaydedildi. Hastalara anestezik premedikasyon için midazolam (intravenöz) 0.05-0.1 mg/kg, sedasyon ve analjezi için propofol (intravenöz) 2 mg/kg ve remifentanil (intravenöz) 0.02-0.2 mcg/kg/dk infüzyonu uygulandı. D&C prosedürü, olabildiği kadar tüm endometrial kaviteden örnekleme alınarak yapıldı. Endometrial örnekleme için hastaya en uygun novak küreti kullanıldı. Endometriyumdan alınan biyopsiler, % 10 formol içinde patoloji laboratuvarına gönderildi. D&C sonuçları; yetersiz örnekleme, normal-faz ve benign patoloji, pre-malign patoloji ve malign patoloji olarak sınıflandırıldı. Yetersiz olarak rapor edilen patoloji raporları “mukoid materyal veya kan elemanları ile çok seyrek yüzeyel endometrial fragmanlar” olarak belirtilmekteydi. Normal-faz ve benign patolojilere proliferatif-sekretuvar endometrium, glandularstromal yıkım, endometrial polip, düzensiz proliferatif endometrium, kronik endometrium ve atrofik endometrium dâhil edildi. Pre-malign patoloji grubunda endometriumun basit atipisiz veya atipili hiperplazisi ve kompleks atipili veya atipisiz hiperplazisi vardı. Malign patoloji grubunda endometrial adenokarsinomun yanı sıra sarkomlarda dâhil edildi. Endometrial patolojiler Dünya Sağlık Örgütünün 2003 klasifikasyonuna göre sınıflandırıldı. İstatistiksel analiz ve yüzdelik oranlar SPSS 15.0 (SPSS, Chicago, IL, USA) programı kullanılarak yapıldı. SONUÇLAR Benign veya malign endikasyonlar nedeni ile histerektomi yapılan 144 hastanın yaş ortalaması 50.1±9.2 (36-80) ve parite ortalaması 3.0±1.8 idi. 144 hastanın 54‘ü (% 37,5) postmenopozal ve 90’ını (% 62,5) premenopozal dönemdeydi. Histerektomi endikasyonları içinde; benign nedenlere bağlı 32 (% 22.2) olguda medikal tedaviye dirençli kanama, 70 (% 48.6) olguda myoma uteri, 21 (% 14,5) olguda desensus uteri ve 9 (% 6.25) olguda adneksiyel kitle vardı. Malign endikasyonlar arasında ise D&C sonuçlarına göre 3 (% 2) olgu basit atipisiz hiperplazi, 6 (% 4.1) olgu kompleks atipili hiperplazi ve 3 (% 2) olgu ise endometrial adenokarsinoma mevcuttu (Tablo 1). Benign endikasyon nedeniyle opere edilen hastaların Tablo 1. Histerektomi endikasyonları. Histerektomi endikasyonları N Benign nedenler - Disfonksiyonel uterin kanama - Myoma uteri - Uterin desensus - Adneksiyel kitle 32 70 21 9 Premalign-Malign nedenler - Atipisiz hiperplazi - Atipili hiperplazi - Adenokarsinoma ve diğerleri 3 6 3 Toplam 144 15 İKSST Derg 6(1):14-19, 2014 D&C* patoloji sonuçları Tablo 2. D&C* ve Histerektomi sonrası patoloji sonuçları. Normal-faz ve Benign patoloji Basit hiperplazi Yetersiz Normal-faz ve Benign patoloji Pre-malign patoloji - Basit hiperplazi - Basit+atipili hiperplazi - Kompleks hiperplazi - Kompleks+atipili hiperplazi Malign patoloji - Adenokarsinoma ve diğerleri 16 101 3 7 2 Total 125 Basit+Atipili hiperplazi Kompleks hiperplazi Kompleks + Atipili hiperplazi Adenokarsinoma ve diğerleri 1 10 (% 7) 1 5 16 (% 11.1) 108 (%75) 3 1 1 1 N 2 5 7 (% 4.8) 3 3 (% 2) 11 144 (% 100) D&C: Dilatasyon ve Küretaj. yaş ortalaması 49.6±9.4 (36-80), malign endikasyon nedeniyle opere edilen hastaların yaş ortalaması ise 55.5±8.2 (43-64) idi. D&C ve histerektomi materyallerinin histopatolojik sonuçları Tablo 2’de özetlenmiştir. Yüz kırk dört hastaya yapılan endometrial örneklemenin 16 (% 11.1)’sının patoloji raporu yetersiz olarak rapor edildi. Fakat bu hastalar içinde histerektomi materyalinin sonucu patolojik olarak rapor edilen olgu yoktu. Subgrup analizlere baktığımızda premalign endometrial patoloji, D&C sonucuna göre toplam 17 (% 11.8) hastada ve histerektomi materyali sonucuna göre 8 (% 5,5) hastada rapor edilmiştir. Malign patoloji (endometrial adenokarsinom ve diğerleri), küretaj materyalinde 3 (% 2) olguda ve histerektomi materyalinde 11 (% 7.6) olguda saptandı. D&C’da 3 hastada rapor edilen malignitelerin hepsi endometrial adenokarsinomdu. Histerektomi piyeslerinin sonucunda rapor edilen 11 olgudaki malign patolojiler; 8 hastada endometrial adenokarsinom, 2 hastada leiomyosarkom ve 1 hastada endometrial stromal sarkom olarak saptandı. Histerektomi materyalinde rapor edilen 8 endometrial adenokarsinom hastasında yapılmış operasyon öncesi endometrial örnekleme sonuçları 3 hastada endometrial adenokarsinom, 5 hastada ise kompleks atipili hiperplazi idi. Histerektomi sonucu 2 hastada leiomyosarkom ve 1 hastada endomatrial stromal sarkom olarak rapor edilen hastaların küretaj sonuçları normal olarak rapor edildiği saptandı. Histerektomi sonucunda malignite tespit edilen hastaların hepsi 35 yaşından büyük anormal uterin kanamalı hastalar veya postmenopozal hastalardı. Histerektomi materyalinde saptanan basit atipisiz hiperplazili 3 hasta ve fokal 16 atipisiz kompleks hiperplazili 1 hasta endometrial örnekleme ile saptanamadı. Küretaj işlemi sonucunda ortaya çıkan 7 olgudaki basit atipisiz hiperplazi, histerektomi sonucunda normal olarak rapor edildi. Endometrial patolojiler açısından küretaj materyalinde hem premenopozal hem de postmenopazal hastalarda en çok atlanan tanı endometrial poliplerdi (% 73.9). Normal endometrial faz ve benign endometrial patololiler için D&C sensivitesi % 92.6, spesifitesi % 63.1, pozitif prediktif değeri % 93,5, negatif prediktif değeri % 60 ve testin genel gücü (doğruluğu) % 88.2 olarak saptandı. Premalign endometrial patolojiler için D&C sensivitesi % 50, spesifitesi % 88.4, pozitif prediktif değeri % 23,5, negatif prediktif değeri % 96.1 ve testin genel gücü (doğruluğu) % 85.9’du. Malign patolojiler için ise D&C sensivitesi % 27.2, spesifitesi % 100, pozitif prediktif değeri % 100, negatif prediktif değeri % 94,5 ve testin genel gücü (doğruluğu) ise % 94.6 idi (Tablo 3). Tablo 3. Endometrial örneklemenin prediktif değeri, sentitivite ve spesifite değerleri. Normal faz ve benign patoloji Sensivite Spesifite Pozitif prediktif değer Negatif prediktif değer Doğruluk % 92.6 % 63.1 % 93.5 % 60.0 % 88.2 Premalign Malign patoloji patoloji % 50.0 % 88.4 % 23.5 % 96.1 % 85.9 % 27.2 % 100 % 100 % 94.5 % 94.6 TARTIŞMA Medikal literatürde şu an için benign veya malign çeşitli endikasyonlar nedeni ile planlanmış histerektomiler öncesi yapılan rutin endometrial örneklemenin gerekliliğini sorgulayan birçok çalışma vardır (5,6,10) . Endometrial örneklemede birincil hedef daima endometrial maligniteyi dışlamaktır. İkincil hedef ise T. Karacan ve ark., Preoperatif Yapılan Dilatasyon ve Küretaj Endometrial Patolojileri Değerlendirmede Yeterli midir? Epstein ve ark.’nın (4) da belirttiği gibi postmenopozal kanamaya neden olması ve endometrial karsinoma gelişimi için risk faktörü teşkil edebilen benign patolojileri tespit etmektir. Endometrial örnekleme hem diagnostik hem de terapötik nedenle en sık kullanılan jinekolojik prosedürlerden biri olmaya devam etmektedir. Günümüzde endometrial örnekleme invaziv (D&C) ve noninvaziv -ofis tabanlı- (pipelle®, endorette®) şeklinde yapılabilmekte ve endometrial patolojilerin teşhisinde kullanılmaktadır (4). D&C işleminde az da olsa meydana gelen morbidite, mortalite ve hastanede olası yatış olasılığı nedeniyle son yıllarda basit ve ucuz, zaman tasarrufu sağlayan ofis tabanlı endometrial örnekleme aletleri geliştirilmiştir (pipelle®, endorette®). Buna karşın bu aletler ile elde edilen diagnostik özellik, D&C işlemiyle elde edilen diagnostik özellik ile aynı veya daha üstün değilse önerilmemektedir (4). Her ne kadar birincil hedef endometrial maligniteyi dışlamak olsa da, benign endometrial patolojiler de değerlendirme kapsamına alınmalıdır. Benign patolojiler postmenopozal kanamaya, eğer uygun rezeke edilmezler ise semptomatik hastaların tekrarlayan diagnostik prosedürlere maruz kalmasına ve ayrıca endometrial maligniteye neden olmaları nedeniyle bu oluşumların değerlendirilmesi önemlidir. Çeşitli çalışmalar da ofis tabanlı endometrial örnekleme cihazlarının endometrium kalınlığı 7 mm ve daha kalın olan hastalarda güvenilmez bir diagnostik araç olduğunu göstermiştir. Endometrial kalınlığın 7 mm’den daha az olan hastalarda ise D&C ile aynı tanı gücüne sahip olduğu belirtilmiştir (4). Leitao ve ark. (15), iki diagnostik prosedür arasında FIGO gradeleme sisteminde farklılıklar olduğunu rapor etmişlerdir. Buna göre D&C, FIGO grade’ini ofis tabanlı endometrial örneklemeye göre daha doğru yansıtmaktadır. Gloria ve ark. (16) vurguladığı gibi ofis tabanlı endometrial örneklemeyi histerektomi öncesi altın standart olarak tanımlayan çok az çalışma vardır ve bu çalışmalarda hasta sayısı sınırlıdır. Literatürdeki mevcut olan bilgiler ışığında, çalışmamızda histerektomi öncesi endometrial patolojileri belirlemek için D&C kullandık. Klinik pratikte, küretaj materyalinin histopatolojik sonuçları “yetersiz” olarak rapor edilen hastaların (güçlü bir şekilde malignite düşündüren bulgular olmadıkça) ileri invaziv testlere gereksinimi yoktur ve bu sonuçlar normal olarak kabul edilmektedir (4). Her ne kadar postmenopozal kadınlarda atrofik endometriuma bağlı yetersiz örnekleme en sık karşılaşılan sorun gibi görülse de, Mc Cluggage ve ark.’nın (11) da belirttiği gibi ultrasonografik muayenede fokal bir endometrial lezyonu olmayan ve atrofik endometriuma sahip postmenopozal olgularda küretaj sonucunun yetersiz olarak rapor edilmesi normaldir ve ileri testlere gereksinim olmadığı belirtilmiştir (5). Biz de çalışmamızda endometrial örneklemede “yetersiz” olarak rapor edilen hastalardan hiçbirinde ileri invaziv tanı testlerine gereksinim duymadık. Epstein ve ark. (6) intrauterin kavitede fokal yer kaplayan lezyonlarda körlemesine yapılan dilatasyon ve küretajın yetersizliğine vurgu yapmış ve bu tür hastalarda histeroskopinin tanı gücünün daha iyi olacağını belirtmiştir. Çalışmamızda küretaj materyallerinde en çok atladığımız endometrial patoloji benign polipoid lezyonlardı. Bunların % 73.9’una preoperatif olarak yapılan küretaj ile tanı koyulamadı. Myoma uteri nedeniyle opere edilen 70 hasta içinde endometrium karsinomu için düşük risk grubunda olduğu düşünülen 58 olgunun yalnızca 1 (% 1.7)’inde küretaj ve histerektomi sonuçlarına göre basit atipisiz hiperplazi bulunmuştur. Myoma uteriye anormal uterin kanamanın eşlik ettiği diğer 12 olgunun 2’sinde (% 16.6) tanesinde histerektomi sonuçlarında leiomyosarkom saptandı. Stovall ve ark.’nın (7) yaptıkları çalışmanın sonucuna göre, rutin D&C’ın benign endikasyon nedeniyle opere olacak ve endometriyum karsinomu için düşük risk grubundaki hastalar için gereksiz bir işlem olduğunu savunmuşlardı. Yazar postmenopozal kanaması olan veya 35 yaş ve üzerindeki anormal uterin kanaması olan hastalar için D&C’ın önemini ve gerekliliğini vurgulamıştır. Çalışmamızın da sonuçları da Stovall ve ark. (7) çalışmasını desteklemektedir . Aykut ve ark.’nın (5) retrospektif olarak 645 hastayı taradıkları çalışmasında, premalign endometrial patolojiler için sensiviteyi % 55 ve pozitif prediktif değeri % 26.2 bulmuşlar ve tüm hasta gruplarında malign endometrial patoloji için yanlış negatiflik oranını % 12.2 ve sensiviteyi ise % 87.8 olarak belirtmişlerdi. Olgu serilerinden oluşan çalışmalarının sonuçlarına göre malign endometrial patolojiler için küretajın sensivitesinin, spesifitesinin, pozitif ve negatif prediktif değerinin ve testin tanı gücünün 17 İKSST Derg 6(1):14-19, 2014 yüksek olduğunu gözlemlemişler ve özellikle malign endometrial patolojiler için dilatasyon ve küretajın altın standart olduğunu belirtmişlerdir. Çalışmamızda ise benzer şekilde premalign patolojiler için sensivite % 50 ve pozitif prediktif değeri ise % 23.5 bulduk. Farklı olarak histerektomi öncesi uterin maligniteler için yapılan küretajın sensivitesini % 27.2 olarak bulduk. Sensivitenin bu kadar düşük olmasının nedeni 3 hastada histerektomi materyali sonucu rapor edilen sarkomların hiçbirisine endometrial örneklemeyle tanı koyulamaması ve endometrial örnekleme sonucu 5 hastada atipik kompleks hiperplazi olarak belirtilen sonuçların, histerektomi sonrası gelen raporuna göre endometrial adenokarsinom gelmesiydi. Uterus sarkomlarının tanısında endometrial örneklemenin başarısı azdır. Literatürdeki çalışmalar, sarkom olgularının ancak 1/5’ine endometrial örnekleme ile tanı konabildiğini göstermiştir (8). Leung ve ark.’nın (9) belirttiği gibi sarkomların preoperatif tanısı zor, semptomatolojisi nonspesifik ve erken teşhisi esansiyaldir. Hastalarımızda histerektomi raporlarına göre belirtilen 2 hastadaki leiomyosarkoma ve 1 hastadaki endometrial stromal sarkoma preoperatif olarak tanı koyulamadı ve küretaj sonuçları normal olarak geldi. Saygılı anormal uterin kanamalı ve artmış endometrial kalınlığına sahip 42 postmenapozal hasta üzerinde retrospektif olarak yaptığı çalışmanın sonucuna göre, küretaj sonucu kompleks atipili hiperplazi gelen hastaların 2/3’sinde gerçek patolojinin endometrial karsinom olduğunu bulmuşlar ve D&C işlemi sonucu ortaya çıkan patolojinin final histopatolojik incelemede kötüleşebileceğini belirtmiştir (10). Literatürde atipik hiperplazi ile grade 1 endometrial adenokarsinomun küçük biyopsi spesmenlerinde histopatolojik ayrımının zor hatta olanaksız olduğunun altı çizilmiştir (11). Çalışmamızda küretaj sonucu basit hiperplazi gelen bir hastada (% 10) histerektomi sonucu atipik kompleks hiperplazi rapor edilmişti. Hastalarımızda ise küretaj sonucu atipik hiperplazi olarak gelen 7 hastanın yalnızca 1’inde (% 14.2) histerektomi sonucu atipik hiperplazi olarak rapor edilmiş, 5 (% 71.4) hastada ise gerçek patoloji endometrial adenokarsinom geldi. Bu hastaların ikisinde endometrial adenokarsinom grade 1 ve diğer üç hastada ise grade 2 olarak rapor edilmişti. 18 Literatürde mevcut olan çalışmaların verilerine göre, histerektomi öncesi yapılan D&C’ın doğruluğu ve güvenilirliği hakkında şüpheler vardır. Bettochi ve ark. D&C’ın bütün intrauterin bozukluklar için diagnostik ve terapotik etkisinin yetersiz olduğunu ve bu yolla endometrial malign patolojiler de dahil major intrauterin patolojilerin % 62,5’in atlandığını belirtmişlerdir. Yaptıkları çalışmanın sonucuna göre D&C sensivitesi % 46 ve negatif prediktif değeri % 7.1 olduğunu göstermişlerdir (12). Aynı şekilde Lerner ve ark. (13) semptomu olmayan benign olgularda yapılan histerektomi öncesi küretajın sensitivitesini % 20 olarak bulmuşlar ve bu yöntemin veriminin düşük, zaman kaybettiren bir prosedür olduğunu ve intraoperatif yönetimi değiştirmediğini belirtmişlerdir. Yazarın düşük risk grubunda olduğu düşünülen hastalara histerektomi öncesi endometrial örneklemeyi önermemektedir. Benzer şekilde Yarandi ve ark. (14) 311 hasta üzerinde yaptıkları histerektomi öncesi endometrial biopsi sonuçlarını yayınlamışlardır. Bu sonuçlara göre D&C sensivitesi % 30.2 ve negatif prediktif değerin % 25.1 idi (14). Yazar malign ve premalign endometriyal patolojiler için testin doğruluğu % 92.1 olarak belirtmiştir (14). Çalışmamız literatür ile uyumlu olarak premalign endometrial patolojiler için sensivite % 50, spesifite % 88.4, negatif prediktif değer % 96.1 ve malign patolojiler için ise sensivite % 27.2, spesitivite % 100, negatif prediktif değer % 94,5 olarak çıktı. Premalign ve malign uterin patolojiler için testin tanı gücü sırasıyla % 85.9 ve % 94.6 olarak bulundu. Çalışmamızın en önemli limitasyonların biri dâhil edilen hasta sayısıydı. Yapmış olduğumuz çalışmamızın sonuçlarına göre; 1) Histerektomi öncesi D&C, intrauterin fokal patolojilerin tanısında yetersiz kalmaktadır. 2) Küretaj sonucunda ortaya çıkan premalign endometrial patolojiler, final patoloji raporunda malign karakter kazanabilirler. 3) Anormal uterin kanamaya yol açan myoma uteriye sahip hastalarda endometrial örneklemenin sarkom tanısındaki yetersizliği daima akılda bulundurulmalıdır. 4) Endometrial malign patolojiler için körlemesine alınan endometrial biyopsinin yüksek negatiflik oranı nedeni ile güvenirliği azdır ve negatif gelen sonuçlar için hekim uyanık olmalı, hastayı bir bütün olarak değerlendirmelidir. T. Karacan ve ark., Preoperatif Yapılan Dilatasyon ve Küretaj Endometrial Patolojileri Değerlendirmede Yeterli midir? KAYNAKLAR 1. Horn LC, Meinel A, Handzel R, Einenkel J. Histopathology of endometrial hyperplasia and endometrial carcinoma: an update. Ann Diagn Pathol 2007;11:297-311. http://dx.doi.org/10.1016/j.anndiagpath.2007.05.002 PMid:17630117 2. Kurman RJ, Kaminski P.F, Norris H.J. The behavior of endometrial hyperplasia: a long term study of “untreated’’ hyperplasia in 170 patients. Cancer 1985;56: 403-12. http://dx.doi.org/10.1002/1097-0142(19850715) 56:2<403::AID-CNCR2820560233>3.0.CO;2-X 3. Jemal A, Bray F, Center MM, Ferlay J, Ward E, Forman D. Global cancer statistics. CA Cancer J Clin 2011;61:69-90. http://dx.doi.org/10.3322/caac.20107 PMid:21296855 4. Epstein E, Skoog L, Valentin L. Comparison of Endorette and dilatation and curettage for sampling of the endometrium in women with postmenopausal bleeding. Acta Obstet Gynecol Scand 2001;80:959-64. PMid:11580743 5. Barut A, Barut F, Arikan I, Harma M, Harma IM, Bayar U. Comparison of the histopathological diagnoses of preoperative dilatation and curettage and hysterectomy specimens. J Obstet Gynaecol Res 2012;38:1622. http://dx.doi.org/10.1111/j.1447-0756.2011.01633.x PMid:21917068 6. Epstein E, Ramirez A, Skoog L, Valentin L. Dilatation and curettage fails to detect most focal lesions in the uterine cavity in women with postmenopausal bleeding. Acta Obstet Gynecol Scand 2001;80:1131-6. http://dx.doi.org/10.1034/j.1600-0412.2001.801210.x 7.Stovall TG, Solomon SK, Ling FW. Endometrial sampling prior to hysterectomy. Obstet Gynecol 1989; 73:405-9. PMid:2915864 8. Ayhan A, Tuncer ZS, Tahir M, Yüce K, Ayhan A. Uterine sarcoma. The Hacettepe hospital experience of 88 conce-cutive patients. Eur J Gynaecol Oncol 1996; 18:146-8. 9. Leung F, Terzibachian JJ, Aouar Z, Govyadovskiy A, Lassabe C. Uterine sarcomas: clinical and histopathological aspects. Report on 15 cases. Gynecol Obstet Fertil 2008;36:628-35. http://dx.doi.org/10.1016/j.gyobfe.2008.03.012 PMid:18538624 10.Saygili H. Histopathologic correlation of dilatation and currettage and hysterectomy specimens in patients with postmenopausal bleeding. Eur J Gynaecol Oncol 2006; 27:182-4. PMid:16620067 11. McCluggage WG. My approach to the interpretation of endometrial biopsies and curettings. J Clin Pathol 2006;59:801-12. http://dx.doi.org/10.1136/jcp.2005.029702 PMid:16873562 PMCid:PMC1860448 12.Bettocchi S, Ceci O, Vicino M, Marello F, Impedovo L, Selvaggi L. Diagnostic inadequacy of dilatation and curettage. Fertil Steril 2001;75:803-5. http://dx.doi.org/10.1016/S0015-0282(00)01792-1 13.Lerner HM. Lack of efficacy of prehysterectomy curettage as a diagnostic procedure. Am J Obstet Gynecol 1984;148:1055-6. http://dx.doi.org/10.1016/S0002-9378(84)90443-5 14.Yarandi F, Izadi-Mood N, Eftekhar Z, Shojaei H, Sarmadi S. Diagnostic accuracy of dilatation and curettage for abnormal uterine bleeding. J Obstet Gynaecol Res 2010;36:1049-52. http://dx.doi.org/10.1111/j.1447-0756.2010.01288.x 15.Leitao MM Jr, Kehoe S, Barakat RR, Alektiar K. Comparison of D&C and office endometrial biopsy accuracy in patients with FIGO grade 1 endometrial adenocarcinoma. Gynecol Oncol 2009;113:105-8. http://dx.doi.org/10.1016/j.ygyno.2008.12.017 PMid:19167049 16.Huang GS, Gebb JS, Einstein MH, Shahabi S, Novetsky AP, Goldberg GL. Accuracy of preoperative endometrial sampling for the detection of highgrade endometrial tumors. Am J Obstet Gynecol 2007; 196:243. http://dx.doi.org/10.1016/j.ajog.2006.09.035 PMid:17346538 19 Araştırma İKSST Derg 6(1):20-22, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.020 Over Torsiyonu Tanısında Klinik, Radyolojik ve Laboratuvar Parametrelerinin Önemi: Retrospektif Çalışma The Importance of Clinical, Radiologic and Laboratory Parameters in the Diagnosis of Ovarian Torsion: Retrospective Study Salih Burçin Kavak *, Ebru Kavak **, Bülent Kurkut ***, Raşit İlhan *, Melike Başpınar * * Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı ** Özel Medical Park Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği *** Kızıltepe Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ÖZET SUMMARY Amaç: Over torsiyonu tanısında klinik, radyolojik ve laboratuvar parametrelerinin değerlendirilmesi. Objective: To examine the clinical, radiological and laboratory parameters in the diagnosis of ovarian torsion. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Aralık 2011 ile Aralık 2012 yılları arasında Fırat Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde over torsiyonu nedeniyle opere edilen hastaların dosyalarının incelenmesiyle gerçekleştirildi. Over torsiyonu nedeniyle cerrahi uygulanan hastaların yaş, gebelik ve doğum sayıları ile over torsiyonunu destekleyen ultrasonografik parametreler (over boyutu, over kisti varlığı, periferik dizilimli foliküller, doppler ultrasonografide vasküler akım varlığı, girdap işareti, pelvik bölgede serbest sıvı varlığı) ve laboratuvar parametreleri (hemoglobin, hematokrit, platelet ve beyaz küre sayıları) incelendi. Preoperatif bulantı, kusma, hassasiyet, defans ve rebound varlığı gibi semptom ve bulgular kayıt altına alındı. Verilerin istatistiksel değerlendirmesinde tanımlayıcı istatistik kullanıldı. Material and Methods: This retrospective study was carried out by examining the records of patients operated at Fırat University, Obstetric and Gynecology Clinic between December 2011 and December 2012. Age, number of gravity, parity and ultrasonographic findings (such as ovarian size, presence of ovarian cysts, peripheral follicles, vascular flow on Doppler ultrasound, whirlpool sign, free fluid in the pelvic region) and laboratory parameters (such as hemoglobin, hematocrit, platelet and white blood cell count) supporting ovarian torsion were investigated. Also information about preoperative signs and symptoms such as nausea, vomitting, abdominal tenderness, defence,and rebound phenomenon were obtained from the patient records. Bulgular: Çalışma kapsamında 15 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Ortalama yaş (yıl) 22.7±8.8, gebelik sayısı (adet) 0.92±1.4, beyaz küre sayısı 11000±2800 (/L), hemoglobin 11.8±1.8 (gr/dL) ve hematokrit değeri 35.8±4.3 (%) olarak tespit edildi. Over torsiyonu bulunan olgularda hassasiyet (% 80), ultrasonografide büyümüş over (% 80), over kisti ve eşlik eden serbest sıvı (% 73.3), renkli dopplerde akım kaybı (% 60) ve girdap işareti varlığı (% 60) tespit edildi. Bu veriler, olguların diğer belirti ve bulgularıyla birleştirildiğinde tanısal doğruluk oranı % 86.6 (n: 13) olarak bulunmuştur. Results: In this study, the following parameters of 15 patients were evaluated retrospectively. Mean age,22.7±8.8 years; mean number of gravidas, 0.92±1.4İ mean WBC, 11000±2800 (/L), mean hemoglobin and hematocrit values were 11.8±1.8 (gr/dl) and 35.8±4.3 (%) respectively. Abdominal tenderness and enlargement of ovarian (>4 cm) were present in 80 % of the patients and accompanying ovarian cysts and fluid in pelvis were found in 73 % of the cases. Additionally, in 60 % of the patients loss of blood flow on Doppler examination was detected and in 60 % of the patients whirlpool sign was observed. By combining these findings to other signs and symptoms of ovarian torsion, ovarian torsion can be detected in 86.6% (n: 13) of cases. Sonuç: Over torsiyonu tanısı için klinik, laboratuvar ve ultrasonografik parametreler kombine edilerek tanı ve tedavideki gecikmeler önlenebilir. Conclusion: In cases of ovarian torsion clinical, laboratory and ultrasonographic parameters must be combined to make the diagnosis as soon as possible. Anahtar kelimeler: over torsiyonu, girdap işareti, abdominal hassasiyet, büyümüş overler Key words: ovarian torsion, whirlpool sign, abdominal tenderness, enlargement of the ovaries GİRİŞ siyonunun etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir, ancak çoğu olguda overin fonksiyonel kistleri ya da neoplazileri mevcuttur. Tanıda gecikme veya yanılma hastanın overini kaybetmesine veya folikül rezervinin azalmasına neden olabilir (3). Klinik olarak akut batın (periton iritasyonu) bulguları mevcut olduğunda çoğu olgu tanısal laparotomi veya laparoskopiye Over torsiyonu jinekolojik aciller içerisinde % 2.7 oranında görülmektedir. Yaş grupları açısından bakıldığında dişi fetüslerden menopoza kadar tüm yaş gruplarını kapsamakla birlikte üreme çağındaki kadınlarda daha yüksek oranda izlenir (1,2). Over tor- Alındığı tarih: 21.07.2013 Kabul tarihi: 04.11.2013 Yazışma adresi: Yrd. Doç. Dr. Salih Burçin Kavak, Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, 23100 Elazığ e-posta: [email protected] 20 S. B. Kavak ve ark., Over Torsiyonu Tanısında Klinik, Radyolojik ve Laboratuvar Parametrelerinin Önemi: Retrospektif Çalışma gitmektedir. Ancak, çoğu torsiyon olgusunda klinik bulgular belli belirsizdir. Sonuçta, tanı ve tedavide gecikmeler ortaya çıkmaktadır (4). Bu çalışmada over torsiyonu nedeniyle opere ettiğimiz hastaların, klinik ve laboratuvar verileri ile demografik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmış; over torsiyonu tanısı için hangi parametrelerin göz önünde bulundurulması gerektiği tartışılmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM Bu çalışma Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde gerçekleştirildi. Aralık 2011 ile Aralık 2012 yılları arasında karın ve/ veya kasık ağrısı nedeniyle kliniğimize başvuran ve yapılan değerlendirme sonucunda adneksiyal torsiyon ön tanısıyla operasyona alınan 15 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hasta dosyaları incelenerek laparoskopi veya laparotomi ile cerrahi uygulanan hastaların yaşları, gebelik ve doğum sayıları kaydedildi. Over torsiyonunu destekleyen ultrasonografik parametrelerden adneksiyal kitle boyutu, over foliküllerinin yerleşim özellikleri, doppler değerlendirmesinde vasküler akım varlığı, kendi etrafında dönmüş over pedikülü (girdap işareti), over etrafında ve douglasta serbest sıvı varlığı gibi parametreler kayıt altına alındı (5) . Ayrıca preoperatif bulantı, kusma, hassasiyet, defans ve rebound varlığı gibi belirti ve bulgular ile hemoglobin (Hb), hematokrit (Htc), platelet ve beyaz küre sayıları değerlendirildi. Verilerin istatistiksel değerlendirmesinde SPSS 12,0 programı kullanıldı ve tanımlayıcı istatistik yapıldı. SONUÇLAR Over torsiyonu nedeniyle operasyona alınan hastaların yaş, gebelik sayısı, parite, abortus ve küretaj sayısı gibi demografik verileri ile preoperatif Hb, Htc, Platelet ve beyaz küre sayıları Tablo 1’de gösterilmiştir (Tablo 1). Pre-operatif değerlendirme sırasında adet rötarı varlığı, bulantı, kusma, hassasiyet, defans ve rebound gibi belirti ve bulgular değerlendirilmiş, gray skala ve renkli doppler ultrasonografi incelemesi tüm hastalarımıza yapılmıştır. Ultrasonografik incelemede over torsiyonu tanısında kullanılması önerilen tüm parametreler göz önünde bulundurulmuştur. Hastaların klinik ve ultrasonografik belirti ve bulguları Tablo 2’de gösterilmiştir. Çalışmaya alınan hastaların 13’ünde over torsiyonu tanısı intraoperatif olarak doğrulanırken, iki olguda korpus hemorajikum tespit edilmiştir. Bu iki olguda periton iritasyonu bulguları mevcuttu. Ultrasonografide periferik dizilim gösteren foliküller, büyümüş over ve batında serbest sıvı varlığı nedeniyle over torsiyonu ön-tanısı konuldu. Ancak tanı intraoperatif olarak doğrulanmadı. Tablo 1. Hastaların obstetrik ve laboratuvar özellikleri. Parametre Yaş (yıl) Gravida (adet) Parite (adet) Abort (adet) Küretaj (adet) Hemoglobin (gr/dl) Hematokrit (%) Beyaz Küre (/L) Platelet (/L) Minimum Maksimum 15 .0 .0 .0 .0 8.0 29.0 7310 189000 Ortalama± SD 40 5 4 1 1 15.2 43.2 16990 369000 22.7±8.8 .92±1.4 .53±1.2 .08±0.2 .08±0.2 11,8±1.8 35.8±4.3 11000±2800 148000±1380 SD: Standart Sapma Tartışma Over torsiyonu, overin veya adneksin kendi aksı ve vasküler pedinkülü etrafında rotasyona uğramasıdır. Bunun sonucunda adnekste arteriel, venöz veya lenfatik blokaj oluşabilmektedir. Bu da organ parankiminde masif konjesyon, infarkt ve son olarak hemorajik nekroza neden olmaktadır (6,7). Over torsiyonu çocukluk yaş grubu dâhil her yaş grubunda ve gebelikte de görülebilmektedir. Çalışmamızda değerlendirmeye alınan hastaların % 40’ı (n:6) adelösan dönemde olup, yaşları 15 ile 18 arasındaydı. Çocuk ya da gebe hastamız bulunmuyordu. Over torsiyonu gelişiminde predispozan faktörler; kist ya da neoplazi nedeniyle overin büyümesi, adneksiyal mezonun aşırı uzun olması (mobilitesinin artması), adneksiyal venöz konjesyona yol açan durumlar ve tubal hastalıklardır (8,9). Over torsiyonu tanısal olarak bazı güçlükler içermektedir. Bu durum tedavide gecikmelere neden olmakta ve over fonksiyonlarında bozulmaya yol açabilmektedir. Over torsiyonu tanısında bulantı, kusma, pelvik ağrı gibi belirtiler ile defans, rebound ve hassasiyet gibi bulgular tanıda önemli klinik parametreler olarak gözükmektedir. Defans ve rebound gibi cerrahi eksplorasyon gerektiren durumların varlığında olgular operasyona alınmakta tedavide Tablo 2. Olguların klinik ve ultrasonografik özellikleri. Belirti ve Bulgular Adet rötarı Defans Rebound Hassasiyet Bulantı Kusma Büyümüş over (4 cm’nin üstünde) Dopplerde akım kaybı Periferik dizilimli foliküller Over kisti Over etrafında/Douglasta serbest sıvı Girdap işareti Var (%) Yok (%) 26.7 33.3 46.6 80.0 40.0 26.6 80.0 60.0 66.6 73.3 73.3 60.0 73.3 66.6 53.3 20.0 60.0 73.3 20.0 40.0 33.3 26.7 26.7 40.0 21 İKSST Derg 6(1):20-22, 2014 gecikme olmamaktadır. Ancak, çoğu kez belirti ve bulgular belli belirsizdir ve bu durumda tedavide gecikmeler olabilmektedir. Çalışmamızda defans olguların % 33.3’ünde (n:5), rebaund ise % 46.6’sında (n:7) vardı. Hassasiyet % 80 (n:12) olguda mevcut olup, en sık tespit edilen bulgu olarak karşımıza çıktı. Over torsiyonu tanısında kullanılan bir diğer tanı aracı da ultrasonografidir. Kesin tanı aracı olmamakla birlikte, tanı için değerli bilgiler vermektedir. Yine de pre-operatif renkli doppler ultrasonografi ile gray skala ultrasonografi incelemesinin teşhis açısından önemi tartışmalıdır. Ultrasonografide over torsiyonunu düşündüren bulgular; tek taraflı büyümüş over (>4 cm), periferik dizilimli folliküller, over içerisinde fonksiyonel ya da neoplazik kitle, serbest sıvı (over etrafında ya da douglasta) ve dönmüş vasküler pediküldür (girdap işareti). Ayrıca over orta hatta ve uterus fundusun üzerinde yerleşmiştir (5,10,11). Over torsiyonun tanısında renkli doppler ultrasonografi tanıda değerli bilgiler verir. Ancak, over kan akımının kaybı ya da varlığı farklı serilerde farklı çıkmış, varyasyonlar nedeniyle net oranlara ulaşılamamıştır. Lee ve ark.’nın (6) adneksiyal torsiyonun teşhisine yönelik renkli doppler ultrasonografi ile yaptığı bir çalışmada pre-operatif teşhiste renkli doppler ultrasonografinin % 87 oranında tanı koyabileceğini belirtmişlerdir. Diğer çalışmalarda arteryel akım kaybı, olguların % 60 ile % 73’ünde tespit edilmiştir (10,12). Çalışmamızda da tüm hastaların preoperatif doppler incelemesi yapılmış olup, olguların % 60’ında (n:9) adneksiyal kan akımı izlenmemiştir. Kan akımının izlendiği olgulardan 2’sinde (% 13.3) torsiyona rastlanmamış (korpus hemorajikum), 4’ünde (% 26.6) ise over torsiyonu tespit edilmiştir. Adneksiyal torsiyonlara sıklıkla benign ovaryan kistler eşlik etmektedir, ancak ovaryan patoloji olmadan da adneksiyal torsiyon olabilmektedir. Torsiyonlara en sık eşlik eden patoloji matür kistik teratomalardır. Malign ovaryan kistler ise yaklaşık % 2 civarında görülmektedir (13). Literatür incelendiğinde normal hacimdeki bir overin torsiyonu çok nadirdir. Matür kistik teratom veya polikistik over gibi klinik antiteler torsiyona daha yatkındır (14-16). Çalışmamızda over kisti % 73.3 (n:11) hastada tespit edilirken, % 26.7 (n:4) hastada tespit edilmemiştir. Çalışmamızda torsiyona eşlik eden kistlerden % 46.6’sında (n:7) Matür kistik teratom bulunuyordu. Üç hastada ise belirgin kist görünümü olmayıp, polikistik over görünümü mevcuttu. 22 Yaptığımız çalışmada bizleri over torsiyonu tanısına götüren en önemli bulgular; hassasiyet (% 80), ultrasonografide büyümüş over (% 80), over kisti ve eşlik eden serbest sıvı (% 73.3), renkli dopplerde akım kaybı (% 60) ve girdap işareti (% 60) olarak tespit edilmiştir. Özellikle bu altı bulgu, olguların diğer belirti ve bulgularıyla birleştirildiğinde tanısal doğruluk oranı % 86,6 (n:13) olarak bulunmuştur. Çalışmamızın sınırlayıcı özelliği olgu sayısının kısıtlı olmasıdır. Tanısal hataları en aza indirmek ve olası gereksiz cerrahi girişimlerden kaçınacak klinik sonuçlara ulaşmak için geniş serili çalışmalara gereksinim vardır. SONUÇ Over torsiyonu, her yaş grubunda görülmesi ve jinekolojik aciller içinde geç kalınmadan müdahale edilmesi gereken önemli bir klinik durumdur. Tanıda karşılaşılabilen güçlükler nedeniyle klinik bulgu ve belirtiler dikkatle değerlendirilmeli, laboratuvar ve ultrasonografik verilerle kombine edilip doğru tanıya gidilmelidir. Kaynaklar 1. Houry D, Abbott JT. Ovarian torsion: a fifteen-year review. Ann Emerg Med 2001;38(2):156-9. http://dx.doi.org/10.1067/mem.2001.114303 PMid:11468611 Ipek A, Tan S, Kurt A, Yesilkaya Y, Orhan D. Prenatal over kisti torsiyonu: US ve MR görüntüleme bulguları. Türkiye Klinikleri J Gynecol Obst 2010; 20(4):262-5. 3. Cass DL. Ovarian torsion. Semin Pediatr Surg 2005;14(2):86-92. http://dx.doi.org/10.1053/j.sempedsurg.2005.01.003 4. Bouguizane S, Bibi H, Farhat Y, et al. Adnexal torsion: a report of 135 cases. J Gynecol Obstet Biol Reprod 2003;32(6):535-40. 5. Chang HC, Bhatt S, Dogra VS. Pearls and pitfalls in diagnosis of ovarian torsion. Radiographics 2008; 28(5):1355-68. http://dx.doi.org/10.1148/rg.285075130 PMid:18794312 6. Lee EJ, Kwon HC, Joo HJ, Suh JH, Fleischer AC. Diagnosis of ovarian torsion with color Doppler sonography: depiction of twisted vascular pedicle. J Ultrasound Med 1998;17(2):83-9. PMid:9527577 7. Graif M, Itzchak Y. Sonographic evaluation of ovarian torsion in childhood and adolescence. AJR Am J Roentgenol 1988;150(3):647-9. http://dx.doi.org/10.2214/ajr.150.3.647 PMid:3277356 8. Mordechai J, Mares AJ, Barki J, Finaly R, Meizner I. Torsion of uterine adnexa in neonates and children: a report of 20 cases. J Pediatr Surg 1991;26(3): 1195-9. http://dx.doi.org/10.1016/0022-3468(91)90333-O 9. Kurzbart E, Mares AJ, Cohen Z, Mordechai J, Finaly R. Isolated torsion of the fallopian tube in premenarchal girls. J Pediatr Surg 1994;298(10):1384-5. http://dx.doi.org/10.1016/0022-3468(94)90121-X 10.Albayram F, Hamper UM. Ovarian and adnexal torsion: spectrum of sonographic findings with pathologic correlation. J Ultrasound Med 2001;20(10): 1083-9. PMid:11587015 11.Vijayaraghavan SB. Sonographic whirlpool sign in ovarian torsion. J Ultrasound Med 2004;23(12): 1643-9. PMid:15557307 12. Pena JE, Ufberg D, Cooney N, Denis AL. Usefulness of Doppler sonography in the diagnosis of ovarian torsion. Fertil Steril 2000;73(5):1047-50. http://dx.doi.org/10.1016/S0015-0282(00)00487-8 13. Bayer AI, Wiskind AK. Adnexal torsion: can the adnexa be saved? Am J Obstet Gynecol 1994;171(6):1506-10. http://dx.doi.org/10.1016/0002-9378(94)90393-X 14. Comerci JT Jr, Licciardi F, Bergh PA, Gregori C, Breen JL. Mature cystic teratoma: a clinicopathologic evaluation of 517 cases and review of the literature. Obstet Gynecol 1994;848(1):22-8. 15. Stark JE, Siegel MJ. Ovarian torsion in prepubertal and pubertal girls: sonographic findings. AJR Am J Roentgenol 1994;163(6):1479-82. http://dx.doi.org/10.2214/ajr.163.6.7992751 PMid:7992751 16. Maral I, Sozen U, Balık E, Miral H, Buyuktosun C, Yamazhan M. Torsiyone over tümörleri. Turkiye Klinikleri J Gynecol Obst 1994;4(1):36-40. 2. Araştırma İKSST Derg 6(1):23-29, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.023 Neonatal Transportun Preterm Bebeklerin Morbidite ve Mortalitesine Etkileri The Effect on Mortality and Morbidity of Neonatal Transport in Preterm Babies Sultan Kavuncuoğlu*, Nurten Bayram**, Erkut Öztürk***, Esin Yıldız Aldemir*, Ayşe Sibel Özbek* * İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yenidoğan Yoğun Bakıım Ünitesi ** Özel Hastane, Pediatri Kliniği *** Mehmet Akif Ersoy Kalp Damar Cerrahi Hastanesi, Pediatrik Kardiyoloji Kliniği ÖZET SUMMARY Amaç: Neonatal transportun riskli preterm bebeklerin morbidite ve mortalitesi üzerine olan etkisini prospektif olarak araştırmaktı. Objective: To investigate the effects of neonatal transportation of high risk preterm infants on morbidity prospectively. Gereç ve Yöntem: Mayıs-Aralık 2005 tarihleri arasında hastanemize ilk 7 günde başka bir merkezden nakledilen 37 gebelik haftasından küçük pretermler ile hastanemizde doğan benzer gebelik haftası ve doğum ağırlıklı pretermler çeşitli parametreler açısından karşılaştırıldı. Bu parametreler; maternal ve perinatal risk faktörleri, akut postnatal sorunlar ve neonatal dönem morbiditeleri ve mortalite oranlarıydı. Bulgular: Transport edilen (çalışma grubu) Grup I, Hastanemizde doğan pretermler (kontrol grubu) Grup II olarak sınıflandırıldı. Her iki grup (27-37 gebelik haftası) peritanal, maternal risk faktörleri yönünden benzer özellikteydi. Gruplar arasındaki anne yaşı, doğum şekli, cinsiyet, doğum ağırlığı ve gebelik haftası benzerdi. Akut postnatal sorunlardan hipotermi, hipoglisemi ve asidoz Grup I’de anlamlı yüksekti. İzlem sırasında saptanan morbiditelerden; sepsis ve germinal matriks intraventiküler kanama (GMİVK) Grup I’de anlamlı yüksek bulunurken diğer neonatal morbiditeler bakımından gruplar arasında fark bulunmadı. Grup I’deki pretermlerde oksijen tedavi süresi ve hastanede yatış süresi uzundu ve mortalite yüksekti (p<0.05). Sonuç: Bu çalışma neonatal transportun; riskli pretermlerde, morbidite ve mortaliteyi artırdığını ortaya koymuştur. Anahtar kelimeler: Preterm, transport, morbidite, mortalite Material and Methods: Preterm infants between 24-37 gestational weeks younger than 7 days of age who were transported to Bakırköy Maternity and Children’s Hospital between May-December 2005 were our study group (Group I). The control group (Group II) was included the same birth weight and gestational weeks preterms who were born in our hospital in the same period. Each group contained 50 preterm infants. The two groups were compared between maternal and perinatal risk factors, acute postnatal problems, neonatal morbidity and mortality rates. This study is a prospective nonrandomized controled study. Results: Demographic data of maternal age, delivery mode, gender, birth weight and gestational weeks were similar between the groups. Both acute problems such as hypothermia, hypoglycemia, acidosis and morbidities developed during follow up such as sepsis and intraventricular hemorrhages of the germinal matrix (GM-IVH) were significantly higher in Group I than Group II (p<0.05). There was no difference between the groups in term of other neonatal morbidities such as respiratory distress syndrome (RDS), retinopathy of prematurity (ROP), necrotizing enterocholitis (NEC), bronchopulmonary displasia (BPD) and hyperbilirubinemia. The length of oxygen therapy and hospital stay were longer and mortality was higher in Group I than Group II (p<0,05). Conclusion: This study demonstrates that neonatal transportation increases the morbidity and mortality rates in high risk preterm infants. Key words: Preterm, transportation, morbidity, mortality Alındığı tarih: 17.01.2014 Kabul tarihi: 24.01.2014 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Sultan Kavuncuoğlu, Ataköy 5. Kısım E-2 2 D Blok Daire 74 Bakırköy / İstanbul e-posta: [email protected] 23 İKSST Derg 6(1):23-29, 2014 GİRİŞ Gelişmiş ülkelerde 1970’li yıllarda kurulan yoğun bakım üniteleri sayesinde özelikle 1990’lı yıllarda sürfaktanın da devreye girmesiyle riskli prematürlerin yaşatılma oranları artmıştır (1). Riskli gebeliklerden doğacak bu bebeklerin izlem ve tedavisinin yapılacağı III. düzey merkeze perinatal merkez, bebeği anne karnında bu merkeze bu merkeze nakletmeye “inutero transport” denir. Bu konuda ilk çalışmalar; 1976’da ABD’de Amerikan Pediatri Akademisi ve Amerikan Doğum ve Jinekoloji Konseyinin ortak çalışması sonucu peritanal bölgeselleşme organizasyonu yasalaşmıştır (2). Avrupa’da 1996’da European Network for Perinatal Transport ile ilk organize girişim başlamış ve pek çok Avrupa ülkesinde bölgeselleşme ile ilgili yasalar konulmuştur (3). Avustralya’dan yapılan bir çalışmada bölgeselleşmenin başladığı 1979’lu yıllardan 1997 yılına kadar ki sürede neonatal morbidite ve mortalitenin olumlu sonuçlarına vurgu yapılmıştır (4). İngiltere’de bölgeselleşme ve perinatal merkezlere inutero transfer veya postnatal riskli preterm transportu konusunda sorunların hala çözümlenmediği bildirilmektedir (5). Ülkemizde bölgeselleşme ile ilgili yerel çalışmalar olsa da ulusal yasalarla kesinleşmiş sistem bulunmamaktadır. Riskli gebelerin ve/veya doğacak riskli bebeklerin tedavi olacakları hastaneler belli değildir. Anne ve bebeğe hizmet verecek perinatoloji merkez sayısı çok kısıtlıdır. Hastanemiz ülkemiz ve İstanbul çapında önemli bir kadın doğum ve çocuk hastanesi olup yenidoğan yatağı (15’i III. düzey, 110’u II. düzey olmak üzere) yılda yaklaşık 400-500 yenidoğan III. düzey yenidoğan yoğun bakım hastası olmak üzere ortalama 5000 hasta yenidoğanın izlendiği bir merkezdir. Bu verileri ünitemizin gerek maternal gerek neonatal transport nedeniyle gelişen yoğunluğu ifade etmek için verdik. Bu çalışmada amacımız riskli pretermlerin transportun olumsuz koşullarından nasıl etkilendiğini inutero transport edilen benzer grupla karşılaştırarak göstermek istedik. GEREÇ ve YÖNTEM Bu çalışma Sağlık Bakanlığı İstanbul Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne Mayıs-Aralık 2005 tarihleri arasında 24 çevre hastanelerden nakledilen 24-37 gebelik haftasındaki pretermlerle hastanemizde doğan benzer özellikteki pretermleri karşılaştırarak transportun olumsuz etkilerini ortaya koymak için yapıldı. Transport edilen 50 preterm (Grup I) çalışma grubunu, hastanemizde doğan 50 preterm (Grup II) ise kontrol grubunu oluşturdu. Çalışma prospektif kontrollü olarak yapıldı. Kontrol grubu nakil sonucu yoğun bakım ünitesine kabul edilen pretermin kabulünden sonra doğumhaneden alınan benzer gebelik haftasındaki pretermlerden oluşturuldu. Çalışmaya ilk 7 günde Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ)’ne hastane dışından ve hastaneden yatırılan 37 gebelik haftasından küçük pretermler dahil edildi. Term bebekler, konjenital anomaliler, metabolik hastalıklar, 7 günden büyük olanlar çalışma dışı bırakıldı. Preterm doğum etyolojisine yol açan maternal ve perinatal risk faktörleri sorgulanarak forma kaydedildi. Bebeğe ait cinsiyet, doğum ağırlığı, gebelik haftası, doğum şeklini içeren demografik bilgiler çalışma formuna kaydedildi. Gebelik yaşı tayininde son adet tarihi ve/veya Yeni Ballard Skoru kullanıldı (6). Pretermler yoğun bakın ünitesine gelir gelmez daha önceden ısıtılmış C450 Air Shields Wickers marka kuvöze alındı. Kuvözün ısısı, pretermin gebelik haftası ve doğum ağırlğına göre Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) önerdiği tablolara göre ayarlandı. Karın cildine uygun ısı probu yapıştırılarak cilt ısısı ölçüldü. Cilt ısısı 36°C altında olanlar hipotermik olarak kabul edildi (7). Kan gazı ölçümleri Radiometer Copenhagen ABL 500 model cihaz ile yapıldı. Kapiller kanda bakılan pH 7,25 altında olması asidoz olarak kabul edildi. İlk ölçümden sonraki kan gazı değerlendirilmesinde pH, pCO2, pO2, HCO3 ve BE değerleri pretermin mevcut hastalığı ışığında irdelendi. Kan şekerinin değerlendirilmesinde (Accucheck go Roche) neonatal ölçüme uygun kan şekeri stripleri S. Kavuncuoğlu ve ark., Neonatal Transportun Preterm Bebeklerin Morbidite ve Mortalitesine Etkileri kullanıldı. Isıtılmış topuktan kapiller metodla bakılan kan şekerinin 47 mg/dl altında olması hipoglisemi olarak kabul edildi (8). Yineleyen hipoglisemi tanısını kesinleştirmek için plazma glikozu biyokimya laboratuvarında otomatik analizörde değerlendirildi. İzlemde yenidoğan morbidite ve mortalitesi araştırıldı. Hiperbilirubinemi varlığı ve tedavisi kararında Bhutani eğrileri ve/veya pretermler için kullanılan tedavi izlem protokolleri kullanıldı (9). Sepsis tanısında klinik bulgular yanında, kantitatif CRP, lökosit, trombosit sayısı, periferik kan yaymasında I/T oranı, hem kültür gibi laboratuar belirteçlerleri kullanıldı. Respiratuvar Distress Sendromu klinik, radyolojik ve kan gazı değerleri ile tanımlandı. Nekrotizan Enterokolit (NEK) tanısında Modifiye Bell kriterleri (10), germinal matrix intraventriküler kanama (GMİVK) tanısında Papile Sınıflaması (11), Bronkopulmoner Displazi (BPD) tanısında Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH) tarafından geliştirilen ve 2001 yılında yayınlanan ölçütler kullanıldı (12). Tüm bebeklere postnatal dördüncü haftada İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Retina Ünitesinde Prematüre Retinopati (ROP) taraması yapıldı. Değerlendirmede Amerikan Pediatri Akademisi ve Amerikan Pediatrik Oftalmoloji ve Şaşılık Birliği’nin ROP kriterleri kullanıldı (13). Kranial USG çalışma ve kontrol grubuna ilk 3 günde aynı pediatrik nörolog tarafından uygulandı. Üç günden sonra transport edilen pretermlerde geldiği hastanede yapılan kranial USG raporu istendi ve 24 saat içinde ünitemizde USG yinelendi. Konjenital kalp hastalığı tanısı, aynı pediatrik kardiyolog tarafından klinik değerlendirme ve trans-torasik Ekokardiyografi yapılarak kondu. Kranial USG ve trans-torasik Ekokardiyografi; Hewlett-Packard Sonos 1000 sistem ultrasonic imager cihazında 3,5 megahertz uygun multipotansiyel transducer kullanılarak yapıldı. İstatistik hesaplamalarda SPSS 11,5 paket programı kullanıldı. Belirleyici istatistiklerin, gruplara ayrılmış verilerde ve hasta-kontrol karşılaştırılmalarında onesample (tek örnek) t testi, farklı iki grubun karşılaştırılmasında ise independent sample t testi (bağımsız iki örnek t testi) kullanıldı. İstatistiksel değerlendirmede % 95 güven aralığında p<0.05 anlamlı kabul edildi. BULGULAR Mayıs-Aralık 2005 tarihleri arasında hastanemiz neonatoloji ünitesine 680 bebek yatırıldı. Bu bebeklerin 200’ü 37 GH altında preterm idi. Çalışma kriterlerine uyan 100 bebek çalışmaya alındı. Tranport edilen 50 preterm (Grup I) ile kontrol grubundaki 50 preterm (Grup II) maternal ve perinatal risk faktörleri yönünden karşılaştırıldığında benzer özellikteydi (Tablo 1). Tablo 1. Grup I ve Grup II’deki perinatal ve maternal risk faktörleri. Perinatal ve maternal risk faktörleri Grup l (n=50) Grup II (n=50) p Fetal distress Erken düşük tehditi Preeklampsi Erken membran rüptürü İlaç ve alkol kullanımı Bilinen kronik hastalık Plasenta dekolmanı Sigara Koriomnionit Antenatal steroid uygulaması 31 (% 62) 28 (% 56) 20 (% 40) 13 (% 26) 12 (% 24) 7 (% 14) 4 (% 8) 3 (% 6) 2 (% 4) 22 (% 44) 30 (% 60) 29 (% 58) 19 (% 38) 14 (% 28) 13 (% 26) 8 (% 16) 3 (% 6) 4 (% 8) 3 (% 6) 24 (% 48) >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 Çalışma grubunda 26 erkek ve 24 kız; kontrol grubunda 25 erkek ve 25 kız vardı. Her iki grup anne yaşı, cinsiyet, doğum şekli, ortalama doğum ağrılığı yönünden karşılaştığında fark yoktu (Tablo 2). Tablo 2. Grup I ve Grup II’deki pretermlerin demografik özelikleri. Demografik özellikler Grup I Grup II Anne yaşı (Yıl) 28±2.3 26±2,1 Doğum şekli Normal spontan doğum 33 (% 66) 32 (% 64) Sezaryen 17 (% 34) 18 (% 36) Cinsiyet Erkek 26 (% 52) 25 (% 50) Kız 24 (% 48) 25 (% 50) Doğum ağırlığı (gr) 1362±360 1559±370 Gebelik haftası (ortalama) 32 hafta 3 gün 33 hafta 1 gün p >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 25 İKSST Derg 6(1):23-29, 2014 Tablo 3. Grup I ve Grup II’deki pretermlerin gebelik haftasına göre dağılımı. Gebelik haftası 24-28 GH 29-32 GH 33-37 GH Grup I Grup II p 2 (% 4) 25 (% 56) 20 (% 40) 2 (% 4) 25 (% 56) 20 (% 40) >0.05 >0.05 >0.05 Tablo 4. Grup I ve Grup II’deki pretermlerin doğum ağırlığına göre dağılımı. Doğum ağırlığı <1000 g 1000-1250 g 1250-1500 g >1500 g Grup I Grup II p 4 (% 8) 7 (% 14) 8 (% 16) 31 (% 62) 4 (% 8) 6 (% 12) 11 (% 22) 29 (% 58) >0.05 >0.05 >0.05 >0.05 Grup I (n=50) Akut sorunlar Ortalama (Dağılım) Grup II (n=50) n (%) Hipotermi 35.6 (34.4-36.7) 22 (44) <36°C Hipoglisemi 44 (21-80) 15 (30) <47mg/dl Asidoz 7.24 (7.02-7.42) 15 (30) pH<7,25 Ortalama (Dağılım) n (%) p 36,3 (35,8-36,8) 12 (24) <0.05 52 (32-115) 7 (14) <0.05 7,33 (7,06-7,45) 12 (24) <0.05 Tablo 6. Grup I ve Grup II’de saptanan morbiditeler. Grup I n=50 Grup II n=50 ambulansla doktor eşliğinde Morbidite n % n % P kendi imkanıyla RDS Hiperbiluribinemi Sepsis NEK GM-IVK ROP BPD PDA 10 35 8 4 11 10 3 1 20 70 16 8 22 20 6 2 9 33 4 3 6 10 2 1 18 66 8 6 12 20 4 2 > 0,05 > 0,05 < 0,05 > 0,05 < 0,05 > 0,05 > 0,05 > 0,05 ambulansla hemşire eşliğinde Grafik 1. Grup l’deki pretermlerin hastaneye başvuru şekilleri. Grupların gebelik haftaları ve doğum ağırlığı birbirine benzerdi (Tablo 3, 4). Grup I’deki olguların 27’si ambulansla hemşire gözetiminde, 16’sı ambulans doktor eşliğinde, 15’i ailelerin imkanları ile hastanemize getirilmişti (Grafik 1). Grup I ve Grup II’deki olguların akut sorunları değerlendirildiğinde; hipotermi Grup I’de % 44, Grup II’de % 24; hipoglisemi Grup I’de % 30, Grup II’de % 14; asidoz Grup I’de % 30, Grup II’de % 24 olarak saptandı (Tablo 5). Akut sorunlardan hipotermi, hipoglisemi ve asidoz Grup I’de anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Transport grubunda sepsis, GMIVK kontrol grubuna göre anlamlı yüksekti, ROP her iki grupta Evre I ve Evre II düzeyinde olup fark anlamsızdı. Germinal matriks intraventiküler kanama Grup I’de 26 Tablo 5. Grup I ve Grup II olguların akut sorunlarının karşılaştırılması. RDS: Respiratuar Distress Sendromu, NEK: Nekrotizan Enterakolit, GMİVK: Germinal Matriks İntraventrikülar Kanama, ROP: Prematüre Retinopatisi, BPD: Bronko Pulmoner Displazi, PDA: Patent Duktus Arteriozus evre I-II dokuz prematürede, evre III-IV kanama iki olguda saptanırken, Grup II’de altı olgu evre I-II GMİVK idi. İleri intraventriküler kanama transport grubunda % 4, hastanede doğanlarda % 0 olarak bulundu. Ortalama YBÜ’de yatış sürelerine bakıldığında Grup I’de 19,5 gün, Grup II’de 15 gün idi (p<0.05). Grup I’de 3 olgu (% 6), Grup II’de 1 olgu (% 2) kaybedildi. Gruplar arasında mortalite oranları arasında fark anlamlı bulundu (p<0.05). TARTIŞMA Dünyada 37 gebelik haftasından küçük preterm doğum sıklığı; gelişmiş ülkelerde % 5-10 (1), Afrika kıtasında % 15 (14), Asya’dan % 22 (15) ve ülkemizde % 8,4 olarak bildirilmiştir (16). Preterm doğum etyolojisinde birçok risk faktörü rol oynar. Gebelerin % 40-50’si spontan olarak % 25-40’ı erken membran S. Kavuncuoğlu ve ark., Neonatal Transportun Preterm Bebeklerin Morbidite ve Mortalitesine Etkileri ruptürü, % 20-25’i obstetrik nedenlerle preterm eylemi yaşar. Obstetrik endikasyonların başında anneye ait hastalıkların ve fetusa ait sorunlar gelir. Yapılan çalışmalarda maternal hastalıkların başında; uteroservikal anomaliler, akut plasental ablasyon, ciddi oligohidroamnios, preeklampsi, diabetes mellitus, intrauterin infeksiyonlar gelmektedir (1,2). Bu risklere sahip gebelerin risk altındaki fetuslarının anne karnında bakılabileceği gelişmiş bir merkeze nakline “inutero transport” denir ki bebek ve anne için güvenli bir işlemdir. Gebeyi naklederken iki konu belirleyicidir: Birincisi bebeğin doğum ağırlığı ve gebelik haftası, ikincisi mevcut perinatal risk faktörleridir (17,18). Bu çalışmada doğum ağırlığı ve gebelik haftaları dağılımına bakıldığında Grup I ve II’nin % 60’nın 32 hafta altında, doğum ağırlığına göre sırasıyla % 38 ve % 42 pretermin 1500 g’ın altında olduğu görüldü. Perinatal ve maternal risk faktörleri incelendiğinde Grup I ve II’de sırasıyla fetal distres % 62 - % 60, erken düşük tehdidi % 56 - % 58, preeklampsi % 40 - 38, erken membran rüptürü (EMR) % 26 - % 28 ilk sıralardaydı. Literatürde preeklampsi, EMR, prematüre eylemin erken doğumda transport edilen ve edilmeyen hastalarda ilk sıralarda yer aldığı bildirmiştir (19). Nakledilmesi gereken bebeğin morbidite ve mortalitesini etkileyen faktörlerden ilki transportun ne ile hangi koşullarda yapıldığıdır. Gelişmiş ülkelerde standartlar belirlendiği, güvenli transport ekibi ve altyapısı oluşturulduğundan eksikliklerden bahsedilmemektedir(2). Ülkemizde bu konuda yapılan iki çalışmada Tekin ve ark. (20) ambulans ile nakil oranını % 76.3, doktor ve hemşire eşliğinde transportu % 51,5 olarak rapor etmişlerdir. Okan ve ark. (21) çalışmasında nakledilen 240 bebekten % 8’inin preterm olduğunu ve yalnızca % 11’inin ambulansla getirildiğini bildirmişlerdir. Çalışmamızda pretermlerin % 70’i ambulansla % 54’ü hemşire, % 16’sı doktor eşliğinde), % 30’u ailenin kendi imkanlarıyla nakledilmişti. Transport sırasında en sık karşılaşılan sorun hipotermidir. Elverişsiz şartlar hipotermiye neden olmaktadır (22,23). Burada mesafenin uzaklığı, transport kuvözünün ısı ayarının bozulması, küvöz donanımının yeterli olmayışı, ambulans ortamının soğuk olması, bebeğin giydirilmemesi, 1000 g’ın altında olma en önemli nedenlerdendir. Dünya Sağlık Örgütü yenidoğanda hafif hipotermi sınırlarını 36-36.5°C, orta hipotermiyi 32-36°C, ağır hipotermiyi ise 32°C ve altı olarak tanımlamıştır (7). Çalışmamızda Grup I’de ortalama sıcaklık 35.6°C (34.4-36.7°C), Grup II’de ise ortalama 36.3°C (35.8-36.8°C) olup hipotermi sıklığı sırasıyla % 44, % 24 olarak bulunmuştur (p<0.005). Her iki grupta hipoterminin özelliklerine bakıldığında kontrol grubunda hafif, transport grubunda ağır derecede olduğu görülmektedir. 2007 yılında Bhatt ve ark. (24) yaptığı çalışmada hastanede doğan düşük doğum ağırlıklı bebeklerin yoğun bakım ünitesine gidinceye kadar hipotermiye maruz kaldığını ve bu oranın 2500 g altındakilerde önemli olduğunu vurgulamışlardır. Çalışmamızda hastanede ve 1250 g’ın altında doğanlarda hipotermi sıklığı % 24 olup dikkat çekiciydi. Ancak hafif ve geçici özellik gösteriyordu. Hipotermi sıklığını Mullane ve ark. % 17-21 (25), Tekin ve ark. % 74.3 (20), Kalkan ve ark. % 58 (26) olarak bildirmişlerdir. Bu çalışmada; yenidoğanın akut sorunlarından hipoglisemi ve asidoz irdelendiğinde hipogliseminin Grup I’de % 30, Grup II’de % 14 olduğu görülmüştür (p< 0.05). Organizmanın akut dolaşım ve solunum yetersizliğinin göstergesi olan asidoz ise, Grup I’deki pretermlerin yaklaşık üçte birinde tanımlanmıştır. Akut sorunları yaşayan pretermler irdelendiğinde; özellikle ailelerin kötü transport koşullarında kendi imkânlarıyla getirdikleri (% 30) bebekler olduğu görülmüştür. Mullane ve ark. (25) 1987-989 ve 2001 -2002 yıllarını içeren iki farklı döneme ait çalışmalarında transport sonrası düzelmeyi İrlanda’da gerçekleştirilen ulusal transport programına bağlamışlardır. Çalışmamızda transportun neonatal morbiditeye etkisini irdeledik. Özellikle solunum sistemi transport ilişkisine bakıldığında RDS, BPD sıklığı, sürfaktan kullanımı, ventilatörde izlem günü yönünden gruplar arasında fark bulunmazken % 30 üzeri oksijene maruziyet anlamlı yüksekti (Grup I’de ortalama 17.6 gün, Grup II’de 4 gün). Hohlagschwandtner ve ark. (19) ve Schlossmann ve ark. (27) yaptıkları çalışmada transport edilen pretermlerde RDS, BPD sıklığını yüksek, ventilatörde kalış süresini ve oksijen tedavisini uzun olarak rapor etmişlerdir. Çalışmamızda diğer morbiditelerden hiperbiluribinemi, NEK, ROP, PDA her iki grupta benzer sıklıkta bulunmuştur. Schlossmann ve ark. (27) çalışmasında hiperbiluribinemi, NEK, ROP sıklığı sonuçlarımıza benzer bulunurken PDA, RDS, BPD transport grubunda anlamlı yüksek olarak rapor 27 İKSST Derg 6(1):23-29, 2014 edilmiştir. Önemli bir morbidite olarak araştırmamızda sepsis, transport grubunda 8 olguda (% 16) görülürken, kontrol grubunda 4 olgu (% 8) tanımlanmıştır. Bu sonuçlar Hohlagschwandtner ve ark.’nın (19) çalışmasıyla benzerlik göstermektedir. Schlossmann ve Ark. (27) ise sepsis gelişiminde transportun etkisiz olduğunu rapor etmişlerdir. Germinal matriks intrakranial kanama (özellikle evre III ve üzeri) pretermlerde ciddi morbidite oluşturmaktadır. Gleissner ve ark. (28) 2000 yılında yaptıkları kohort çalışmada 3721 pretermin GMİVK’daki risk faktörlerini incelendiklerinde transportun en önemli faktör olduğunu rapor etmişlerdir. Bu konuda başka bir çalışmada ileri GMİVK % 4.8 sıklıkla bulunmuştur (29). Ülkemizden Tarcan ve ark. (30) yaptıkları çalışmada, GMİVK etyolojisinde transportun önemi vurgulanmıştır. Hohlagschwandtner ve ark. (19) anne karnında transport ve doğumdan sonra nakil yapılan hastaların GMVİK oranlarını karşılaştırdığında, evre III ve lV kanamanın her iki grupta benzer olduğunu (% 12.6 - % 11.8) bildirmişlerse de bu sonucun inutero nakledilen bebeklerin ortalama ağırlığının 1500 g, doğduktan sonra nakledilenlerin 1853 g olmasına bağlamışlardır. Buna karşın yazarlar transport grubunda total morbiditede ciddi farkın olduğunu (% 11.8), inutero transportta ise (% 4.9) sıklığa dikkat çekmişlerdir. Çalışmadaki transport grubunda ciddi konjenital malformasyonlar, metabolik hastalıkların olması sonucu etkilemiştir. Çalışmamızda Grup I’de GMİVK sıklığı % 22.6 olup evre I-II dokuz, pretermde evre III-IV iki olguda tanımlanmıştır. Ayrıca bir olgu periventriküler lökomalazi tanısı ile izleme alınmıştır. bakılan bebeklerle, lokal hastanelerde doğanları karşılaştırdığında mortalitede anlamlı fark olduğunu rapor etmişlerdir. 2003 yılında Diaye ve ark. (32) transportun mortaliyete olumsuz etki ettiğini, Kanada’dan 2004 yılında yayınlanan derlemede Lupton ve ark.’nın (33) bölgesel neonatal acil transport sisteminin mortaliteyi ciddi oranda azaltacağını ve organizasyon şemasını vurgulamışlardır (33). Avustralya’dan Victo Yhyu 2004 yılında yazdığı makalede (4) 28 haftalık ve 1000 g’dan küçük pretermlerin 14 yıllık sonuçlarını değerlendirdiğinde 1979’dan 1997 yılına kadarki zaman diliminde bölgeselleşmenin yararlarını, riskli bebeklerin 3. düzey bakım yapılan merkezlerde doğmasının olumlu etkilerini vurgulamıştır. Çalışmamızda transport edilen pretermlerden ikisi (% 4), kontrol grupta biri (% 2) kaydedilmiştir. Buna karşılık Grup II’deki sıklığın % 12, toplam altı kanamalı pretermin ise evre I ve II düzeyinde olduğu görülmüştür. Benzer gebelik haftası ve doğum ağırlığına sahip gruplar arasındaki bu farkın transport ile ilgili olabileceği düşünülmüştür. Hastanede kalış süresi riskli pretermin sorunlarının düzelmesine ve taburculuğuna hazır olma uyumuna bağlıdır. Çalışmamızda Grup I’de ortalama hastanede yatış süresi 19,5 gün, Grup II’de 15 gün olarak bulunmuştur (p<0.05). 1. Wen SW, Smith G, Yang Q, Walker M. Epidemiyoloji of preterm birth anda neonatal outcome. Semin Fetal Neonatal Med 2004;9(6):429-35 http://dx.doi.org/10.1016/j.siny.2004.04.002 2. Woodward GA, Kirsch R, Stone M. Trautman Stabilization and transport of the high risk infant in Avery’s Diseases of the Newborn 9th Ed Elsevier Saunders Philadelphia 2012:341-9. 3. Arslan S. Transport. In: Yurdakök M, Erdem G, Editörler. Neonatoloji. Ankara: Alp Ofset; 2004:10411. 4.Yu YH, Doyle LW. Regionalized long-term follow-up. Seminars in Neonatology 2004;9:135-144. http://dx.doi.org/10.1016/j.siny.2003.08.008 5. Fenton AC, Leslie A, Skeoch CH. Optimising neonatal transfer. Arch Dis Child Fetal Neonatal Ed 2004; 89:215-9. http://dx.doi.org/10.1136/adc.2002.019711 6. Sasidharan K, Dutta S, Narang A. Validity of New Ballarda Score until 7th day of postnatal life in moderately preterm neonates. Arch Dis Child Fetal Neonatal Literatürde transportun mortaliteye olan etkileriyle ilgili birçok çalışma vardır (2). Hollanda’dan Kollee ve ark. (31) 1338 çok düşük doğum ağırlıklı pretermleri içeren çok merkezli çalışmasında; inutero nakledilen ve Üniversite Hastanesi yoğun bakım ünitesinde 28 Bu çalışma ülkemizde neonatal mortalitenin en yüksek olduğu 0-7 günde 37 hafta altında transporta maruz kalan pretermleri içeren prospektif kontrollü yapılan ilk çalışmadır. Gözlem ve bulgularımızla literatüre katkıda bulunmayı amaçladık. Benzer parametrelerle çok merkezli çalışmaların yararlı olacağını düşünüyoruz. Sonuç olarak ülkemizde bölgeselleştirilen perinatal organizasyon çalışmalarının nitelik ve nicelik yönünden geliştirilmesi, merkezler arası işbirliğinin sağlanması preterm, morbidite ve mortalitesini olumlu yönde önleyecektir kanısındayız. KAYNAKLAR S. Kavuncuoğlu ve ark., Neonatal Transportun Preterm Bebeklerin Morbidite ve Mortalitesine Etkileri Ed 2009;94(1):39-44. 7. WHO Word Health Organisation, Safe Motherhood: Thermal Protection of the Newborn: A Practical Guide, World Health Organisation, Geneva, 1997. 8.Lteif AN, Sehwenk WF. Hypoglysemia in infants and children. Endocrinol Metab Clin North Am 1999;28: 619-46. http://dx.doi.org/10.1016/S0889-8529(05)70091-8 9. Bhutani VK, Johnson L. Kernicterus in late preterm infants cared for as term healthy infants. Semin Perinatol 2006;30(2):89-97. http://dx.doi.org/10.1053/j.semperi.2006.04.001 10.Kleigman RM, Walker WA, Yolken RH. Necrotizing enterocolitis: research agenda for a disaase of unknown etiology and pathogenesis. Pediatr Res 1993;34:701-8. http://dx.doi.org/10.1203/00006450-199312000-00001 11. Papile LU. Intracranial hemorrhage. In: Fanaroff AA, Martin RJ (eds). Neonatal-Perinatal Medicine. St Louis: Mosby, 2002:879-87. 12.Jobe AH, Bancalari E. Bronchopulmonary dysplasia. Am J Respir Crit Care Med 2001;163:1723-9. http://dx.doi.org/10.1164/ajrccm.163.7.2011060 13.Section on Opthhalmology American Academy of Pediatrics; American Academy of Ophthalmology; American Associatinon for Pediatric Ophthalmology and Strabismus. Screening examination of premature infants for retinopathy of prematurity. Pediatrics 2006;117:572-6. http://dx.doi.org/10.1542/peds.2005-2749 14.Osman NB, Challis K, Cotiro M, Nordaahl G, Bergstrom S. Perinatal outcome in an obstetric cohort of Mozambican women. J Trop Pediatr 2001;47:30-8. http://dx.doi.org/10.1093/tropej/47.1.30 15.Kulmala T, Vaahtera M, Ndekha M, Koivisto AM, Cullinan T, Salin ML et al. The importance of preterm births for peri and neonatal mortality in rural Malawi. Paed Perinat Epidemiol 2000;14:219-26. http://dx.doi.org/10.1046/j.1365-3016.2000.00270.x 17.Lubchenco LO, Butterfield LJ, Delaney-Black V, Golson E, Koops BL, Lazotte DC. Outcome of verylow-birth weight infants: does antepartum versusu neonatal referal have abetter impact on mortality, morbidity or long term outcame? Am J Obstet Gynecol 1989;160:539-45. http://dx.doi.org/10.1016/S0002-9378(89)80022-5 18.Ferrara A, Schwartz M, Page H, Israel M, Atakent Y, Smith CE, Landovitz L. Effectiveness of neonatal transport in New York City in neonates less than 2500 grams- a population study. J Community Health 1998; 13:3-18. http://dx.doi.org/10.1007/BF01321476 19.Hohlagschwandtner M, Husslein P. Klebermass K, Weninger M, Nardi A, Lagner M. Comparison between maternal transport, neonatal transport and inpatient antenatal treatment. Arch Gynecol Obstet 2001; 265:113-8. http://dx.doi.org/10.1007/s004040100197 20.Tekin N, Akşit A, Dinleyici Ç, Yarar C, Mert D. Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Neonatoloji Ünitesine başvuran yenidoğanların koşullarının değerlendirilmesi. Perinatoloji Dergisi 2001;9(3):230-4. 21.Okan F, Uslu S, Nuhoğlu A. Yenidoğan kliniğine sevk ve transport edilen hastaların irdelenmesi, Çocuk Hastalıkları Dergisi 2005(3):195-200. 22.Kennedy N, Gondwe L, Morley DC. Temperature monitoring with thermospots in Malawi. Lancet 2000; 355:1364-6. http://dx.doi.org/10.1016/S0140-6736(05)72592-7 23. Ji XC, Zhu CY, Range RU. Epidemiololgical study on hypothermia in newborn. Chin Med J Engl 1993;106: 428-32. 24. Bhatt DR, White R, Martin G, Van Marter LJ, Finer N, Goldsmith JP, Ramos C, et al. Transitional hypothermia in preterm newborns. Journal of Perinatology 2007(27):45-47. http://dx.doi.org/10.1038/sj.jp.7211842 25.Mullane D, Byrne H, Clarke TA, Gorman W, Griffin E, Ramesh K, Rohinath T. Neonatal transportation: the effects of a national transportation programme. Ir J Med Sci 2004;173(2):105-8. 26.Kalkan S, Hacıoğlu F, Yasil R. Yenidoğanda transport şartları ve sonuçları, X Ulusal Neonatoloji Kongresi, 26-30 Mart 2000, Antalya, Özet kitabi. s35. 27.Shlossman PA, Manley JS, Sciscione AC, Colmargen GHC. An analysis of neonatal morbidity and mortality in maternal (in utero) and neonatal transports at 24/34 week’s gestation. Am J Perinatol 1997;14:449-56. http://dx.doi.org/10.1055/s-2007-994178 28.Gleissner M, Jorch G, Avenarius S. Risk factors for intraventriküler hemorrhage in a birth cohort of 3721 premature infants. J Perinat Med 2000;28(2):104-10. 29.Obladen M, Luttkus A, Rey M, Metze B, Hopfenmüller W, Dudenhausen JW. Differences in morbidity and mortality according to type of referral of very low birth weight infants. J Perinat Med 1994; 22:53-64. http://dx.doi.org/10.1515/jpme.1994.22.1.53 30.Tarcan A, Olalı A, Tekşan M, Gürakan B. Çok düşük doğum ağırlıklı prematürelerde periventrikülerintraventriküler kanama ve periventriküler lökomalıs risk etkenlerinin incelenmesi. Türk Pediatri Arşivi 2005;40(l):28. 31.Kollee LAA, Verloove-Vanhorick PP, Verwey RA, Brand R, Ruys JH. Maternal and neonatal transport: results of a national collaborative survey of preterm anda very low birth weight infantas in the Netherlands. Obstet Gynaecol 1988;72:729-32. 32.Ndiaye O, Diallo D, Diouf S, Digne T, Sylla A, Sall MG, Ba M, et al. Neonatal mortality associated with trasfer of low birth weight newborns. Dakar Med 2003;48(1):7-11. 33.Lupton B, Pendray M. Regionalized neonatal emergency transport. Semirans in Neonatology 2004;9:12533. http://dx.doi.org/10.1016/j.siny.2003.08.007 29 Araştırma İKSST Derg 6(1):30-36, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.030 Çok Düşük Doğum Ağırlıklı Bebeklerde Doğum Şeklinin Klinik Seyir Üzerine Etkisi The Effect of Mode of Delivery on The Clinical Course of Very Low-Birth Weight Infants Özge Serçe, Derya Benzer, Tuğba Gürsoy, Fahri Ovalı, Güner Karatekin Zeynep Kamil Kadın Doğum ve Çocuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yenidoğan Ünitesi ÖZET SUMMARY Amaç: Çok düşük doğum ağırlıklı (ÇDDA) yenidoğanlarda doğum şeklinin sağ kalım üzerindeki etkisiyle ilgili sonuçlar çelişkilidir. Bu çalışmada sezaryen veya vajinal yolla doğan ÇDDA olgular yatış boyunca gözlenen morbiditeler ve ölüm açısından kıyaslandı. Objective: The efficacy of mode of delivery on poor outcome in premature infants is contraversial. The objective was to compare the mortality and morbidity rates during hospitalization for infants delivered via caesarean section (C/S) versus vaginal delivery. Gereç ve Yöntem: Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine 2 yıl boyunca yatırılan doğum ağırlığı 1500 g’ın ve 326 gebelik haftasının (GH) altındaki yenidoğanların dosyaları geriye dönük olarak tarandı. Doğum şeklinin 221-240, 241-260, 261-280, 281-326 GH’a ait alt grupların klinik seyri üzerine etkisi ikili lojistik regresyon analizi ile değerlendirildi. Material and Methods: A retrospective study was carried out for the infants who born less than 1500 g and ≤ 326 weeks of gestation (GW) at Zeynep Kamil Maternity and Children’s Education and Training Hospital during 2 years period. The efficacy of mode of delivery on the clinical course of 221-240, 241-260, 261-280, 281-326 GW’s groups was analysed with logistic regresion analysis. Bulgular: Toplam 619 olgu içinden 483’ü (% 78) sezaryen ile doğmuş ve 198’i (% 31.8) kaybedilmişti. Tüm olgular incelendiğinde sezaryen ile doğum diğer faktörlerden bağımsız olarak 326 GH altındaki tüm olgular (OR=0.25, % 95 GA=0.15-0.41; p< 0.001) ve 281-326 GH alt grubunda (OR=0.32 % 95 GA=0.21-0.53, p<0.001) ölümü; ayrıca 326 GH altındaki bebekler için solunum distres sendromu (OR=0.44, % 95 GA=0.28-0.68; p<0.001), pnömotoraks (OR=0.36, % 95 GA=0.16-0.78; p=0.07) ve intraventriküler kanamayı (OR=0.60, % 95 GA=0.38-0.96; p=0.032) azaltıcı faktör olarak belirlendi. Results: Six hundred nineteen infants were included of which 483 (78 %) were delivered by C/S, and 198 (31.8 %) were died. C/S was independently associated with reduced mortality for infants delivered before 326 GW (OR=0.25, 95 % CI=0.15-0.41, p<0.001), and between 281-326 GW subgroup (OR=0.32 95 % CI=0.21-0.53, p<0.001), and morbidities such as respiratory distress syndrome (OR=0.44, 95 % CI= 0.28-0.68; p<0.001), pneumothorax (OR=0.36, 95 % CI=0.16-0.78; p=0.07), and intraventricular hemorrhage (OR=0.60, 95 % CI=0.38-0.96; p=0.032) for infants delivered before 326 GW. Toplam 619 olgu içinden 483’ü (% 78) sezaryen ile doğmuş ve 198’i (% 31.8) kaybedilmişti. Sonuç: Sezaryen ile doğum ÇDDA bebeklerde sağ kalımı olumlu etkilemektedir. Ancak ileriye dönük çalışmalarla bu sonuç doğrulanana dek, doğumun hangi yöntemle yapılacağı kararı sezaryen ile doğumun yenidoğan için olası olumlu etkisi de göz önüne alınarak obstetrik nedenlerle verilmelidir. Anahtar kelimeler: çok düşük doğum ağırlığı, doğum şekli, morbidite, ölüm Conclusion: C/S positively influences survival of VLBW infants. However, until prospective trials have verified this result, the decision of mode of delivery should be given by obstetric reasons, taking the possible positive impact of C/S on neonates into consideration. Key words: mode of delivery, morbidity, mortality, very low birth weight Alındığı tarih: 02.06.2013 Kabul tarihi: 20.11.2013 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Özge Serçe, Karadenizliler Mah. Elmatepe Cad. No: 57 İzmit / Kocaeli e-posta: [email protected] 30 Ö. Serçe ve ark., Çok Düşük Doğum Ağırlıklı Bebeklerde Doğum Şeklinin Klinik Seyir Üzerine Etkisi GİRİŞ Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de son yirmi yıldır sezaryen ile doğum sayısında gözlenen artış dikkate değerdir (1-3). Bu sayı, ülkemizde 1998 yılında % 14 iken, 2010 yılında % 45.4’tür (4). Doğum şeklinin çok düşük doğum ağırlıklı (ÇDDA) yenidoğanların klinik seyri üzerine etkisi ile ilgili sonuçlar çelişkili olmasına rağmen, özellikle aşırı düşük doğum ağırlıklı (ADDA) bebekler için kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının sezaryen yoluyla doğumu tercih ettikleri görülmektedir (1,5). Sezaryen yolu ile doğumda artışın olduğu bu dönemde, ulusal politikaların belirlenmesi adına, doğum şeklinin ÇDDA’lı yenidoğanların klinik seyri üzerinde etkisinin incelenmesi önemlidir. Prematüriteye bağlı morbiditelerin çoğunun patogenezinde inflamatuvar yolağın aktivasyonu ve oksidanantioksidan sistem arasındaki dengesizlik yer almaktadır. Doğum şekli, doğum sırasında nöroendokrin sistemi aktive ederek immün sistemi düzenleyici molekülleri ve antioksidan sistemi etkilemektedir (6-9). Ayrıca, vajinal yolla doğan yenidoğanlar, elektif sezaryen ile doğan yenidoğanlara göre stres ve ağrı yanıtını daha fazla göstermektedir (10). Taylor ve ark. (11) , bebeklerin 8. haftada inokulasyona stres (tükrük kortizol düzeyi) ve ağlama yanıtının doğum şekli ile ilişkili olduğunu; asiste doğum ile doğanların daha fazla; elektif sezaryen ile doğanların daha az yanıt verdiğini tespit etmişlerdir. Hayvan çalışmaları da akut fetal ve neonatal stresin yaşam boyu hipotalamohipofizeradrenal yolağın yanıtını etkilediğine işaret etmektedir (12). Tüm bunların sonucu olarak doğum şekli ile prematüriteye bağlı morbiditeler arasında ilişki olabileceğini düşündük ve sezaryen ve normal vajinal yolla doğan ÇDDA’lı yenidoğanları, klinik seyir ve mortalite açısından kıyaslamayı amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEM Bu geriye dönük kohort çalışmasına, Zeynep Kamil Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine Ocak 2010-Ocak 2011 tarihleri arasında yatırılan 326 gebelik haftası (GH) ve 1500 g doğum ağırlığının altındaki yenidoğanlar alındı. Etik Kurul onayı alındıktan sonra hasta dosyaları taranarak gebelik, doğum, yatış süresince gözlenen komplikasyonlar ve mortalite ile ilgili veriler kaydedildi. Ölü doğumlar, konjenital anomalisi olan veya başka hastaneye sevk edilen olgular çalışma dışında tutuldu. Son adet tarihi veya 20. GH’dan önce yapılan ultrasonografi (% 73) ile gebelik haftası tayini yapıldı. Doğum ağırlığı, Türk intrauterin büyüme eğrisine göre 2 SD’un altında olan yenidoğanlar GH’na göre düşük doğum ağırlığı (SGA) olarak tanımlandı (13). Bronkopulmoner displazi (BPD) tanısında “Bancalari Sınıflaması”; nekrotizan enterokolit (NEK) tanısında “Modifiye Bell Sınıflaması”; intraventriküler kanama (IVK) tanısında “Papille Sınıflaması” ve prematüre retinopatisi (ROP) tanısında “Uluslararası ROP Sınıflaması” kullanıldı (14-17). Evre 2 ve üzeri ROP, “ileri evre ROP” olarak kabul edildi. Hastanın fizik muayenesinde üfürüm duyulması, sıçrayıcı nabızların palpe edilmesi; kardiyovasküler dolaşımının bozulması, ventilatör ayarlarında kötüleşme olması, akciğer kanama belirti ve bulgularından bir veya bir kaçı geliştiği zaman patent duktus arteriozus tanısından (PDA) şüphe edilmesi üzerine yapılan ekokardiografik incelemede duktus çapı 2 mm’nin ve sol atrium çapının aort köküne oranı 1,5’un üzerinde ise “klinik olarak anlamlı PDA” kabul edildi. Solunum distres sendromu (RDS); göğüs duvarında çekilme, burun kanadı solunumu, inleme ve siyanozun eşlik ettiği hızlı solunumu olan bebeklerde akciğer filminde yaygın retikülogranüler görünüm ve hava bronkogramlarının eşlik etmesi olarak tanımlandı (18). Sepsis tanısı aşağıda belirtilen en az iki klinik ve laboratuvar bulgusu olması ile kondu; Klinik bulgular: 1) Vücut ısısı 38,5°C ve üzeri veya 36°C ve altı olması; 2) Bradikardi (vagal uyarı, beta bloker kullanımı veya konjenital kalp hastalığı olmaksızın ortalama kalp tepe atımının yaşa göre 10. persantilin altında olması) veya taşikardi (dış uyarı, kronik ilaç kullanımı veya ağrılı uyaran olmaksızın ortalama kalp tepe atımının yaşa göre 2 SD’nun üzerinde olması) ve/veya aritmi; 3) Azalmış idrar çıkışı (1 mL/kg/saatin altında), hipotansiyon (yaşa göre ortalama arteriyel basınç 5. persantilin altında); 4) Azalmış periferik perfüzyon; 5) Peteşi, sklerem; 6) Apne veya taşipne (ortalama solunum sayısı yaşa göre 2 SD’un üzerinde) veya artmış oksijen gereksinim veya ventilatör desteği); beslenme intoleransı, zayıf emme, batın distansiyonu; 8) Huzursuzluk, letarji, hipotoni. 31 İKSST Derg 6(1):30-36, 2014 Laboratuvar bulguları: 1) WBC: 4000x109 hücre/L altında veya 20.000x109 hücre/L üzerinde 2) Bant/ total nötrofil oranı >0.2; 3) Trombosit sayısı 100.000x109 hücre/L altında; 4) C reaktif protein 15 mg/L üzerinde veya prokalsitonin 1 ng/mL ve üzerinde; 5) Kan glukozu 180 mg/dL üzerinde veya 45 mg/ dL altında; 6) Metabolik asidoz (Baz eksesi -10 mEq/L altında veya serum laktat 2mMol/L üzerinde). İstatistiksel analiz Bağımlı değişkenler 1) Hastanede yatış boyunca gerçekleşen mortalite; 2) PDA; 3) RDS; 4) Postnatal 28. günde oksijen bağımlılığı; 5) IVK; 6) NEK; 7) Pnömotoraks; 8) Akciğer kanaması; 9) İleri evre ROP iken, bağımsız değişken doğum şekli idi. Karıştırıcı faktörler 1) Cinsiyet; 2) Annenin yaşı; 3) Gebelik sayısı; 4) In vitro fertilizasyon (IVF) gebelik; 5) Doğum şekli; 6) SGA; 7) Diyabetik anne bebeği; 8) 5. dk APGAR skoru; 9) An/oligohidramnios; 10) Plasental patoloji; 11) Preeklampsi/eklampsi; 12) Erken membran rüptürü (EMR) 18 saatin üzerinde; 13) Çoğul gebelik olarak belirlendi. İstatistiksel analizler için SPSS analiz programı v. 13.0 (SPSS, Chicago, IL, USA) kullanıldı. Değişkenlerin normal dağılıp dağılmadığını belirlemede, görsel (histogram, vb.) ve analitik (Kolmogorov-Simirnov/ShapiroWilk’s testi) metodlardan yararlanıldı. Tanımlayıcı analizlerde, normal dağılmayan parametreler için ortanca ve “% 25-75 persantil” değerleri verildi. Normal dağılmayan parametreleri kıyaslamak için Mann-Whitney U testi kullanıldı. Tek değişkenli ana- lizde (TDA) bağımlı ve bağımsız değişkenler ki-kare testi ve Fisher kesin olasılık testi ile kıyaslandı. Bu değişkenlerin bağımsız etkilerini ortaya koyabilmek için lojistik regresyon analizi yapıldı. TDA’de P değeri 0.2’nin altında olan parametreler nesne sayısı ≤10 olmamak kaydıyla çok değişkenli analize (ÇDA) alındı. Eş paralellik gösteren parametreler dışlanarak analizler tekrar edildi. Sonuçlar odds oranı (OR) ve % 95 güven aralığı (GA) şeklinde belirtildi. Lojistik regresyon analizinin son modelinde anlamlı bulunan değişkenlere tabloda yer verildi. P değeri 0.05’in altında ise anlamlı kabul edildi. SONUÇLAR Çalışmaya alınan 619 yenidoğandan 483’ü (% 78) sezaryen ile doğmuştu. Bu doğumların % 36’sı elektif sezaryendi. Alt gruplarda sezaryen ile doğum oranları; 221-240 GH için % 33.3 (n=15), 241-260 GH için % 70.3 (n=90), 261-280 GH için (n=135) ve 281326 GH için (n=241) % 87.4’tü. Çalışmaya alınan hastaların tanımlayıcı özellikleri, perinatal risk faktörleri ve doğum sonrası gözlenen morbiditeler her bir alt grupta doğum şekli göz önüne alınarak kıyaslandı ve Tablo 1 ve 2’de özetlendi. Mortalite 326 GH ve altında doğanlar (n=619): ÇDA’e alınan parametreler Tablo 3’te görülmektedir. Tek ve ÇDA sonuçlarında sezaryen ile doğum (OR=0.25, % 95 GA= 0.15-0.41, p<0.001), EMR (OR=0.41, % 95 Tablo 1. Çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerin doğum öncesi ve doğuma ait özellikleri. GEBELİK 22 -24 GH 1 NSD C/S N: 30 N: 15 (% 66.7) (%33.3) Doğum ağırlığıa Erkek Doğum odası canlandırması EMRb >18 sa Preeklampsi Plasental patoloji Oligohidramnios Antenatal steroid uygulaması Anne yaşı (yıl) ≤ 18 ≥ 40 Primiparite SGAc Diyabetik anne 5. dk. APGAR≥ 5 Çoğul gebelik a 573±113 14 (46.7) 29 (96.7) 5 (16.7) 0 0 2 (6.7) 3 (10) 24 -26 GH 0 1 p NSD C/S N: 38 N: 90 (%29.7) (%70.3) HAFTAS I 26 -28 GH 0 1 p 659±172 6 (40) 14 (93) 2 (13.3) 2 (13.3) 1 (6.7) 2 (13.3) 3 (20) 0.05 AD AD AD AD AD AD AD 761±185 16 (42.1) 33 (86.8) 7 (18.4) 0 4 (10.5) 4 (10.5) 16 (42.1) 797±219 62 (68.9) 77 (85.6) 22 (24.4) 9 (10) 8 (8.9) 15 (16.7) 46 (51.1) AD 0.005 AD AD 0.05 AD AD AD 3 (10) 1 (6.7) 0 0 15 (50) 5 (33.3) 0 0 0 0 21 (70) 8 (53.3) 9 (30) 1 (6.7) AD AD AD AD AD 5 (13.2) 2 (5.3) 21 (55.3) 1 (2.6) 1 (2.6) 28 (73.7) 6 (15.8) 5 (5.6) 2 (2.2) 40 (44.4) 4 (14.4) 2 (2.2) 69 (76.7) 20 (22.2) AD AD AD AD AD AD NSD C/S N: 34 N: 135 (% 20.1) (% 79.3) 1118±185 14 (41.2) 23 (67.6) 8 (23.5) 1 (2.9) 2 (5.9) 3 (8.8) 20 (58.8) 281-326 GH 0 p NSD C/S N: 34 N: 241 (% 12.6) (% 87.4) p NSD N: 136 (% 22) C/S N:483 (% 78) p 1032±246 54 (40) 89 (65.9) 30 (22.2) 32 (23.7) 15 (11.1) 22 (16.3) 87 (64.4) AD AD AD AD 0.006 AD AD AD 1216±284 12 (34.3) 18 (51.4) 8 (22.9) 3 (8.6) 0 0 19 (54.3) 1270±230 132 (54.5) 121 (50) 36 (14.9) 55 (22.7) 11 (4.5) 20 (8.3) 136 (56) AD 0.025 AD AD AD AD AD AD 922±335 56 (40.6) 104 (75.4) 28 (20.3) 4 (2.9) 0 9 (6.5) 59 (42.8) 1098±305 254 (52.7) 301 (62.4) 90 (18.7) 98 (20.3) 10 (2.1) 59 (12.2) 272 (56.4) 0.001 0.012 0.005 AD 0.001 AD AD 0.005 5 (14.7) 5 (3.7) 0 8 (5.9) 19 (55.9) 59 (43.7) 1 (2.9) 8 (5.9) 0 4 (2.9) 30 (88.2) 111 (82) 0 35 (25.9) 0.022 4 (11.4) 4 (11.4) 20 (57.1) 5 (14.3) 0 31 (91.2) 12 (34.3) 13 (5.4) 6 (2.5) 119 (49.2) 46 (19.1) 5 (2.1) 226 (93.4) 60 (24.8) 0.01 17 (12.3) 6 (4.3) 75 (54.3) 7 (5.1) 1 (0.7) 111 (81) 27 (19.6) 24 (5) 16 (3.3) 223 (46.3) 58 (12.1) 11 (2.3) 414 (85.9) 116 (24.1) 0.007 AD AD AD AD 0.001 Ortalama + standart sapma; b EMR, erken membran rüptürü; c SGA, gebelik haftasına göre küçük bebekler; AD, anlamlı değil. 32 221-326 GH AD AD AD AD AD AD 0.018 AD AD AD Ö. Serçe ve ark., Çok Düşük Doğum Ağırlıklı Bebeklerde Doğum Şeklinin Klinik Seyir Üzerine Etkisi Tablo 2. Çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerin klinik seyri. GEBELİK 22 -24 GH 1 NSD C/S N: 30 N: 15 (% 66.7) (% 33.3) Oksijen tedavisi (hf)a Mekanik ventilasyon süresi (gün)a Oksijen bağımlılığı 28. gün 36. PMAb Pnömotoraks Akciğer kanaması Nekrotizan enterokolit Patent duktus arteriozus İleri evre ROPc Intraventriküler kanama Sepsis Erken Geç Hastanede yatış süresi (gün)* Ölüm 24 -26 GH 0 1 p HAFTAS I 26 -28 GH 0 1 281-326 GH 0 NSD C/S p N: 38 N: 90 (% 29.7) (% 70.3) NSD C/S N: 34 N: 135 (%20.1) (%79.3) 1 (1-6) 2.5 (1-25) 0.01 0 (0-4) 1.5 (1.5-23) 0.01 2 (6.7) 3 (20) AD 17 (10-35) 8 (1-37) AD 10 (3-21) 7 (0-20) AD 8 (21.1) 32 (35.6) AD 10 (4-42) 11 (3-27) AD 4.5 (1-7) 4 (1-10) AD 10 (29.4) 35 (25.9) AD 2 (6.7) 3 (10) 2 (6.7) 1 (3.3) 4 (13.3) 1 (9.1) 3 (10) 5 (13.2) 6 (15.8) 3 (7.9) 7 (18.4) 10 (26.3) 3 (18.8) 18 (47.4) AD AD AD AD AD AD AD 3 (8.8) 8 (5.9) AD 2 (5.9) 3 (2.2) AD 0 14 (10.4) AD 3 (8.8) 13 (9.6) AD 10 (29.4) 35 (25.9) AD 5 (20) 17 (17) AD 8 (23.5) 23 (17) AD 4 (11.4) 1 (2.9) 1 (2.9) 7 (20) 4 (11.4) 1 (7.1) 5 (14.3) 12 (31.6) 25 (27.8) AD 7 (18.4) 28 (31.1) AD 7 (32) 15 (60) AD 29 (76.3) 51 (56.7) 0.03 10 (29.4) 35 (25.9) AD 11 (32.4) 34 (26.7) AD 39 (46) 43 (31) AD 10 (29.4) 29 (21.5) AD 7 (20) 33 (13.6) AD 9 (25.7) 47 (19.4) 0.03 21 (23) 27 (18) 0.03 11 (31.4) 24 (9.9) 0.001 1 (6.7) AD 1 (6.7) AD 2 (13.3) AD 2 (13.3) AD 8 (53.3) 0.01 1 (11.1) AD 4 (26.7) AD 5 (16.7) 5 (33.3) AD 4 (13.3) 3 (20) AD 1 (4)* 8 (39)* 0.03 30 (100) 12 (80) 0.03 10 (11.1) 5 (5.6) 14 (15.6) 7 (7.8) 21 (23.3) 9 (15.3) 27 (30) p 221-326 GH NSD C/S N: 35 N: 242 (% 12.6) (% 87.4) p NSD N: 136 (% 22) C/S N:483 (% 78) p 4 (0.5-18) 5 (1-15) 1 (0-5) 1 (0-5) 4 (11.4) 29 (12) AD AD AD 5 (1-17) 1 (0-7) 24 (17.4) 6 (1-23) 2 (0-8) 9 (20.5) AD AD AD AD AD AD AD AD AD AD 14 (10.1) 36 (7.4) AD 12 (8.7) 16 (3.3) 0.007 7 (5.1) 42 (8.7) AD 19 (13.8) 49 (10.2) AD 28 (20.3) 96 (19.9) AD 10 (15.2) 37 (11) AD 34 (24.6) 80 (16.6) 0.032 17 (7) 7 (2.9) 12 (5) 27 (11.2) 32 (13.2) 10 (6) 26 (10.7) 34 (24.6) 31 (22.5) 15 (3-39) 8 (58.7) 98 (20.3) AD 114 (23.7) 29 (14-49) 0.001 116 (24.1) 0.001 Ortanca (% 25-% 75 persantil); bPMA, postmenstrüel yaş; cROP, prematüre retinopatisi; AD, anlamlı değil. a Tablo 2. 326 gebelik haftası altında doğan tüm ve 280-326 gebelik haftasında doğan prematürelerde ölüme etkisi olabilecek faktörlerin tek değişkenli analiz sonuçları. 281-326 GH RİSK FAKTÖRLERİ An/oligohidramnios SGAa Pnömotoraks Akciğer kanaması Nekrotizan enterokolit Erken başlangıçlı sepsis Geç başlangıçlı sepsis Doğum odasında canlandırma EMRb ≥ 18 sa Preeklampsi/eklampsi Antenatal steroid uygulaması Sezaryen ile doğum 5. dk. APGAR ≥ 5 Solunum distres sendromu Intraventriküler kanama ≤326 GH P OR (%95 GA) P OR (%95 GA) 0.027 0.026* < 0.001 < 0.001 0.023 AD 0.027* <0.001 AD AD AD (0.19)* 0.001* AD 0.001 0.002 3.36 (1.20-9.45) 2.41 (1.09-5.34) 13.27 (3.02-58.37) 125.73 (15.6-1010.8) 3 (1.26-7.12) 1.58 (0.64-3.91) 2.34 (1.08-5.07) 13.45 (4.01-45.14) 0.28 (0.067-1.25) 0.44 (0.15-1.32) 0.62 (0.30-1.27) 0.24 (0.10-0.55) 0.51 (0.16-1.64) 5.63 (2.52-12.58) 4.21 (1.78-9.93) AD (0.13)* NS < 0.001 < 0.001 AD 0.002* AD (0.12)* < 0.001 < 0.001* < 0.001* < 0.001* < 0.001* < 0.001* < 0.001 < 0.001* 1.48 (0.88-2.48) 0.74 (0.41-1.32) 8.73 (3.48-21.91) 9.63 (4.41-22.01) 1.11 (0.65-1.89) 1.88 (1.27-2.80) 0.70 (0.46-1.07) 22.6 (10.8-47.1) 0.4 (0.24-0.66) 0.4 (0.23-0.69) 0.26 (0.18-0.37) 0.22 (0.15-0.33) 0.32 (0.20-0.50) 10.2 (6.1-17.3) 2.3 (1.5-3.6) *Çok değişkenli analize alınan değişkenler; aSGA, gebelik haftasına göre küçük bebekler; bEMR, erken membran rüptürü; AD, anlamlı değil. GA=0.22-0.78, p=0.007), antenatal steroid uygulaması (OR=0.28, % 95 GA=0.18-0.43, p<0.001), 5. dk. APGAR skorunun ≥ 5 olması (OR=0.49, % 95 GA=0.28-0.84, p=0.012) hastanede yatış boyunca gözlenen mortaliteyi azaltıcıyken, RDS (OR=7.94, % 95 GA=4.49-14.03-17.3, p<0.001) ve IVK (OR=1.73, % 95 GA=1.02-2.93, p=0.041) arttırıcı idi (Tablo 3 ve 4). TDA’de preeklampsi/eklampsi (OR=0.4, % 95 GA=0.23-0.69, p <0.001) ve erken başlangıçlı sepsisin (OR=1.88, % 95 GA=1.27-2.80, P=0.002) mortalite üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etkisi gösterilmesine rağmen, bu sonuç ÇDA’de gösterilemedi (Tablo 4). 221-240 GH arasında doğanlar (n=45): TDA’de mortaliteyi anlamlı olarak azaltan faktör sezaryen ile doğum (OR= 0.12, % 95 GA= 0.005-0.87, p= 0.035) ve antenatal steroid uygulamasıydı (OR= 0.05, % 95 GA=0.004-0.71, p=0.043). Dört gözlü tabloda hücrelerdeki nesne sayısı ≤ 10 olduğu için bu faktörler ÇDA’e dâhil edilmedi. 241-260 GH arasında doğanlar (n=128): Bu grupta istatistiksel anlamlılıkta bulunan mortaliteyi azaltan faktörler sezaryen ile doğum (OR=0.40, % 95 GA=0.17-0.96, p= 0.036), EMR > 18 sa (OR=0.38, % 95 GA=0.16-0.90, p=0.025), antenatal steroid uygulaması (OR=0.18, % 95 GA=0.08-0.41, p<0.001) iken; doğum odasında canlandırma uygulaması 33 İKSST Derg 6(1):30-36, 2014 Tablo 4. 326 gebelik haftası altında doğan tüm ve 280-326 gebelik haftasında doğan prematürelerde ölüme etkisi olabilecek faktörlerin çok değişkenli analiz sonuçları. Tablo 3’te görülmektedir. Bu parametreler arasında eş paralellik saptanmadı. RİSK FAKTÖRLERİ Morbiditeler Sezaryen ile doğum Antenatal steroid uygulaması SGAa Geç başlangıçlı sepsis P OR (% 95 GA) < 0.001 AD AD AD 0.32 (0.21-0.53) 0.65 (0.30-1.40) 0.45 (0.15-1.02) 0.45 (0.20-1.04) ≤ 326 GH EMRb ≥ 18 sa Preeklampsi/eklampsi Antenatal steroid uygulaması Sezaryen ile doğum 5. dk. APGAR ≥ 5 Solunum distres sendromu İntraventriküler kanama Erken başlangıçlı sepsis 0.007 AD < 0.001 < 0.001 0.012 < 0.001 0.041 AD 0.41 (0.22-0.78) 0.57 (0.30-1.09) 0.28 (0.18-0.43) 0.25 (0.15-0.41) 0.49 (0.28-0.84) 7.94 (4.49-14.03) 1.73 (1.02-2.93) 1.09 (0.66-1.80) Gebelik haftasına göre küçük bebekler; b EMR, erken membran rüptürü a (OR=19.5, % 95 GA=4.23-89.73, p<0.001), RDS (OR=6.33, % 95 GA=1.90-21, p=0.002) mortaliteyi arttıran faktörlerdi. Dört gözlü tabloda hücrelerdeki nesne sayısı ≤ 10 olduğu için bu faktörler ÇDA’e dâhil edilemedi. 261-280 GH (n=169): Bu grupta TDA’de sezaryen ile doğum mortalite üzerinde istatistiksel anlamlılıkta etkisi olan bir faktör olarak saptanmadı. TDA sonuçlarına göre antenatal steroid uygulanması (OR=0.22, % 95 GA=0.10-0.42, p<0.001) mortaliteyi azaltıcı, RDS (OR= 5.93, % 95 GA=1.72-20.35, p=0.002) ve doğum odasında canlandırma uygulaması (OR= 13.56, % 95 GA= 3.53-58.69, p<0.001) arttırıcı faktörlerdi. 281-326 GH (n=275): Sezaryen ile doğum, bu grup için TDA (OR=0.24, % 95 GA= 0.10-0.55, p=0.001) ve ÇDA’de (OR=0.32 % 95 GA=0.21-0.53, p<0.001) mortaliteye karşı koruyucu olarak bulundu (Tablo 3 ve 4). TDA’de RDS (OR=5.63, % 95 GA=2.52-12.58, p<0.001), IVK (OR=4.21, % 95 GA=1.78-1.78-9.93, p=0.002), NEK (OR=3, % 95 GA=1.26-7.12, p=0.023), geç başlangıçlı sepsis (OR=2.34, % 95 GA=1.08-5.07, p=0.027), akciğer kanaması (OR= 125.7, % 95 GA=15.6-1010, p<0.001), oligohidramnios (OR= 3.36, % 95 GA:=.20-9.45, p=0.027) ve SGA olmak (OR=2.41, % 95 GA=1.09-5.34, p=0.026) hastanede yatış boyunca gözlenen mortaliteyi arttırıcı iken, ÇDA’de istatistiksel anlamlılıkta risk faktörü saptanmadı (Tablo 4). ÇDA’e alınan parametreler 34 Doğum şekli ile BPD, NEK, PDA, akciğer kanaması, ileri evre ROP, pnömoni, erken ve geç başlangıçlı sepsis arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sezaryen ile doğum, RDS (OR=0.44, % 95 GA=0.28-0.68, p<0.001), pnömotoraks (OR=0.36, % 95 GA=0.16-0.78, p=0.071) ve IVK (OR=0.60, % 95 GA=0.38-0.96, p=0.032) açısından koruyucu faktörler olarak belirlendi. GH’na göre belirlenen alt grup analizlerinde, 221-240 GH için sezaryen ile doğan grupta PDA daha sıktı (OR= 7.42, % 95 GA=1.72-32, p=0.01). TARTIŞMA Doğum şeklinin, prematürelerin klinik seyri üzerinde etkisi olup olmadığı sorusunu yanıtlamak güçtür. Özellikle ADDA olan grupta mevcut veriler sınırlı olup, uzun vadede tartışmalara neden olacak çelişkili sonuçlar sunulmaktadır (19-22). Bu konuda yeterli sayıda araştırma olmamasından yola çıkarak planladığımız çalışmamızda, randomize kontrollü çalışma yapmanın önünde etik açıdan engeller bulunması nedeniyle çalışmamızın örneklemini geriye dönük seçtik. Sezaryen ile doğum oranımız Türkiye ve ABD’de bildirilen oranlara göre yüksekti (1-4). Bu yüksek oran hastanemize başvuran gebelerin özelliklerinden kaynaklanabilir. Bu gebelerin çoğu yüksek riskli gebeliğe sahip olup düşük sosyoekonomik düzey nedeniyle kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından düzenli antenatal takibi olmayan (n= % 62) gebeliklerdi. Çalışmamızın sonucunda 326 GH altındaki tüm olgularda ve ayrıca 281-326 GH alt grubunda diğer faktörlerden bağımsız olarak sezaryen ile doğumun hastanede yatış boyunca mortaliteyi azalttığını saptadık. Ayrıca sezaryen ile doğum TDA sonuçlarında 221-260 GH arasında mortaliteyi azaltıcı faktördü. 261-280 GH alt grubunda ise mortalite ve doğum şekli arasında anlamlı bir ilişki gösteremedik. Ancak, alt grup analizlerindeki bu sonuçlar düşük örneklem sayısı göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Çalışmamızda RDS, pnömotoraks ve IVK’yı önle- Ö. Serçe ve ark., Çok Düşük Doğum Ağırlıklı Bebeklerde Doğum Şeklinin Klinik Seyir Üzerine Etkisi mede sezaryen ile doğum etkin bulundu. Sezaryen ile doğumun tek olumsuz etkisi 221-240 GH alt grubunda PDA sıklığı üzerinde gösterildi. “National Institute of Child Health and Human Development Neonatal Research Network” doğum ağırlığı 500 ila 1500 g arasında olan bebekler için GH ve diğer risk faktörleri gözetildiğinde sezaryen ve normal spontan doğum arasında fark olmadığını belirtilmektedir (23). Maalesef, bu bebeklerin normal vajinal yol ya da sezaryen yolu ile doğurtulması gerektiğine yönelik randomize kontrollü çalışma yapılması girişimleri başarısız olmaktadır (24,25). Randomize kontrollü çalışmalara dayanan kanıtların en iyi kaynağı olan Cochrane veritabanı, 2013 yılında 122 kadını içeren 6 çalışmanın sonuçlarını yayınladı (26) . Tüm bu çalışmalarda veri toplamada sorun yaşanmıştı. Elektif sezaryen grubundaki annelerin bebekleri, elektif vajinal doğum grubundaki annelerin bebekleri ile kıyaslandığında RDS (RR=0.55, % 95 GA=0.27-1.10), yenidoğan konvülziyonu (RR=0.22, % 95 GA=0.01-4.32) ve mortalite (RR=0.29, % 95 GA=0.07-1.14) açısından istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı belirlenmişti. Bunun yanı sıra bu bebeklerin annelerinde daha fazla doğum sonrası komplikasyon görülmüştü (RR=7.21, % 95 GA= 1.37-38.08). Sonuç olarak, Cochrane metaanalizi, prematüre bebekler için elektif sezaryen ile doğumun önerilmesi için yeterli kanıt olmadığını vurgulamaktaydı (26). Literatürde sezaryen ile doğumun anne üzerinde, doğum sonrası görülen enfeksiyonlar, tromboz, pulmoner emboli, aşırı kan kaybı, karın ve yara yerinde ağrı ve uzun dönemde infertilite riski gibi komplikasyonlara neden olduğu bildirilmiştir (27,28). Bu çalışmanın en önemli eksikliği sezaryen ile doğumun anne üzerindeki etkilerini irdelemeden yalnızca bebek üzerindeki etkilerinin incelenmesidir. Çalışmamızın tek bir merkezin verilerini yansıtması, standart bir pratik uygulamanın sonuçlarını yorumlama fırsatını vermektedir. Hastanemiz İstanbul’daki doğumların önemli bir kesiminin gerçekleştiği, güncel perinatal uygulamaların yapıldığı bir merkezdir. Bu nedenle çalışmamızın sonuçlarının kadın hastalıkları ve doğum uzmanları, perinatologlar ve ebeveynler için ÇDDA’lı bebeklerin hangi yolla doğumun gerçekleştirileceği kararını vermelerinde yol gösterici olacağına inanmaktayız. ÇDA’de sonuçları karıştırıcı etkisi olan GH, cinsiyet, antenatal steroid kullanımı, çoğul gebelik, preeklampsi/eklampsi, erken membran rüptürü, vb. değişkenler göz önüne alınarak doğum şeklinin ÇDDA’lı bebeklerin klinik seyri üzerine bağımsız etkisinin konulmasını hedefledik. Diğer merkezlere sevk edilen bebeklerin [n= 128 (tüm ÇDDA’lı bebeklerin % 27’si)] çalışmamızın gücünü azalttığının farkındayız, ancak bu bebekler ile ilgili sağlıklı bilgilere ulaşamadık. Sonuç olarak, çalışmamız ve mevcut literatür bilgisi göz önüne alındığında, ÇDDA’lı bebeklerin doğumu için en uygun yöntemi belirlemede yenidoğan için olası yararlar da göz önüne alınarak obstetrik endikasyonlar temelinde karar verilmesi gerektiğine inanmaktayız. Doğum yönteminin, anne ve bebek için olası risk ve yararlarını belirlemeye yönelik daha çok çalışma yapılması gerektiği görülmektedir. ÇDDA’lı bebekleri sezaryen yolu ile doğurtmanın ekonomik ve sosyal boyutlarının da bu yapılacak çalışmalar da ayrıca irdelenmesi yararlı olacaktır. KAYNAKLAR 1. Malloy MH. Impact of caesarean section on neonatal mortality rates among very preterm infants in the United States, 2000-2003. Pediatrics 2008;122:28592. http://dx.doi.org/10.1542/peds.2007-2620 PMid:18676545 2. Hamilton BE, Martin JA, Ventura SJ. Births: preliminary data for 2005. Natl Vital Stat Rep 2006;55:1182. 3. Martin JA, Hamilton BE, Sutton PD, Ventura SJ, Menacker F, et al. Births: final data for 2003. Natl Vital Stat Rep 2005;54:1-116. 4. T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü. Doğum ve Sezaryen Eylemi Yönetim Rehberi. Ankara: Damla Yayın; 2010, p.7. 5. Bottoms SF, Paul RH, Iams JD, Mercer BM, Thom EA, et al. Obstetric determinants of neonatal survival: influence of willingness to perform caesarean delivery on survival of extremely low-birth-weight infants. Am J Obstet Gynecol 1997;176:960-6. http://dx.doi.org/10.1016/S0002-9378(97)70386-7 6. Schulpis KH, Papakonstantinou ED, Vlachos GD, Vlachos DG, Antsaklis A, et al. The effect of the mode of delivery on the maternal-neonatal carnitine blood levels and antioxidant status. Clin Chem Lab Med 2008;46:680-6. http://dx.doi.org/10.1515/CCLM.2008.100 PMid:18839469 7. Schulpis KH, Lazaropoulou C, Vlachos GD, Partsinevelos GA, Michalakakou K, Gavrili S, et al. Maternal-neonatal 8-hydroxy-deoxyguanosine serum concentrations as an index of DNA oxidation in association with the mode of labour and delivery. Acta Obstet 35 İKSST Derg 6(1):30-36, 2014 Gynecol Scand 2007;86:320-6. http://dx.doi.org/10.1080/00016340601181706 PMid:17364307 8. Schulpis KH, Vlachos GD, Karikas GA, Papakonstantinou ED, Vlachos DG, et al. The effect of the mode of delivery on maternal-neonatal interleukin-6, biogenic amine and their precursor amino acid concentrations. Clin Chem Lab Med 2008;46:1624-30. http://dx.doi.org/10.1515/CCLM.2008.305 PMid:19012528 9. Balossini V, Monzani A, Rapa A, Vivenza D, Caristo E, et al. Interleukin-10 and transforming growth factorbeta1 in cord blood: relationship with paternal allergy and caesarean section. Acta Paediatr 2009;98:812-6. http://dx.doi.org/10.1111/j.1651-2227.2008.01194.x PMid:19183122 10.Schuller C, Känel N, Müller O, Kind AB, Tinner EM, et al. Stress and pain response of neonates after spontaneous birth and vacuum-assisted and caesarean delivery. Am J Obstet Gynecol 2012;207:415.e1-6. 11. Taylor A, Fisk NM, Glover V. Mode of delivery and subsequent stress response. Lancet 2000;355:120. http://dx.doi.org/10.1016/S0140-6736(99)02549-0 12.Meaney M, Bhatnager S, Diorio J, Larocque S, Francis D, et al. Molecular basis for the development of individual differences in the hypothalamic-pituitary adrenal stress response. Cell Mol Neurobiol 1993; 13:321-47. http://dx.doi.org/10.1007/BF00711576 PMid:8252606 13.Ovalı F. Intrauterine growth curves for Turkish infants born between 25 and 42 weeks of gestation. J Trop Pediatr 2002;49:381-3. http://dx.doi.org/10.1093/tropej/49.6.381 14.Ryan RM. A new look at bronchopulmonary dysplasia classification. J Perinatol 2006;26:207-9. http://dx.doi.org/10.1038/sj.jp.7211449 PMid:16570079 15.Papile LA, Burstein J, Burstein R, Koffler H. Incidence and evolution of subependymal and intraventricular hemorrhage: A study of infants with birth weight less than 1500 grams. J Pediatr 1978;92:529– 34. http://dx.doi.org/10.1016/S0022-3476(78)80282-0 16.Bell MJ, Ternberg JL, Feigin RD, Keating JP, Marshall R, et al. Neonatal necrotizing enterocolitis. Therapeutic decisions based upon clinical staging. Ann Surg 1978;187:1-7. http://dx.doi.org/10.1097/00000658-197801000-00001 PMid:413500 17.International Committee for the Classification of Retinopathy of Prematurity: The International Classification of Retinopathy of Prematurity revisited. Arch Ophthalmol 2005;123:991-9. http://dx.doi.org/10.1001/archopht.123.7.991 36 PMid:16009843 18.Dani C, Bertini G, Pezzati M, Cecchi A, Caviglioli C, et al. Early extubation and nasal continuous positive airway pressure after surfactant treatment for respiratory distress syndrome among preterm infants <30 weeks’ gestation. Pediatrics 2004;113:e560-3. http://dx.doi.org/10.1542/peds.113.6.e560 PMid:15173537 19.Skupski DW, Greenough A, Donn SM, Arabin B, Bancalari E, et al. World Association of Perinatal Medicine. Delivery mode for the extremely premature fetus: a statement of the prematurity working group of the World Association of Perinatal Medicine. J Perinat Med 2009;37:583-6. http://dx.doi.org/10.1515/JPM.2009.126 PMid:19681735 20.Cluver CA, Hall DR. Delivery of the extremely lowbirthweight vertex-presenting baby – caesarean section or the vaginal route? SAJOG 2010;16:14-6. 21.Yu VY, Downe L, Astbury J, Bajuk B. Perinatal factors and adverse outcome in extremely low birthweight infants. Arch Dis Child 1986;61:554-8. http://dx.doi.org/10.1136/adc.61.6.554 22.Trotman H, Lord, C. Outcome of extremely low birthweight infants at the University Hospital of the West Indies, Jamaica. West Indian Med J 2007;56:410-3. 23.Malloy MH, Onstad L, Wright E. National Institute of Child Health and Human Development Neonatal Research Network. The effect of caesarean delivery on birth outcome in very low birth weight infants. Obstet Gynecol 1991;77:498-503. PMid:2002969 24.Penn ZJ, Steer P, Grant A. A multi centre randomised controlled trial comparing elective and selective caesarean section for delivery of preterm breech infants. Br J Obstet Gynecol 1996;103:684-9. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.1996.tb09838.x 25.Grant A, Penn ZJ, Steer P. Elective or selective caesarean section delivery of the small baby? Systemic review of controlled trials. Br J Obstet Gynecol 1996; 103:1197-2000. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.1996.tb09628.x 26.Alfirevic Z, Milan SJ, Livio S. Caesarean section versus vaginal delivery for preterm birth in singletons. Cochrane Database Syst Rev. 2013;9:CD000078. PMid:24030708 27.Rubery E, Bourdillon P, Hibbard B, editors. Report on Confidential Enquiries into Maternal Deaths in the United Kingdom. London: Press; 1996. PMid:8680791 28.Petitti D. Maternal mortality and morbidity in caesarean section. Clin Obstet Gynecol 1985;28:763-9. http://dx.doi.org/10.1097/00003081-198528040-00009 PMid:4075629 Araştırma İKSST Derg 6(1):37-40, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.037 Çocuklarda Akut Apandisit Tedavisinde Laparoskopik ve Açık Apendektominin Karşılaştırılması † A Comparison of Laparoscopic Versus Open Appendectomy for The Treatment of Acute Appendicitis in Children Emre Divarcı *, Fahrettin Kılıç **, Murat Kanğın *** * Diyarbakır Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği ** Diyarbakır Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Radyoloji Kliniği *** Diyarbakır Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Çocuk Sağlığı Kliniği ÖZET SUMMARY Amaç: Çocuklarda laparoskopik apendektomi giderek daha sıklıkla kullanılmaktadır. Bu çalışmada akut apandisit tedavisinde laparoskopik ve açık apendektominin etkinliklerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Objective: Laparoscopic appendectomy is used more frequently in recent years. We aimed to compare the efficiency of laparoscopic and open appendectomy for acute appendicitis. Gereç ve Yöntem: Akut apandisit tanısıyla tedavi edilen hastaların kayıtları geriye dönük olarak incelenmiştir. Hastalar laparoskopik apendektomi (LA) ve açık apendektomi (AA) olarak iki gruba ayrılmıştır. Yaş, cinsiyet, operasyon süresi, postoperatif beslenmeye başlama zamanı, hastanede yatış süresi, intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlar gözden geçirilmiştir. Bulgular: Kliniğimizde Nisan 2011-Haziran 2012 tarihleri arasında akut apandisit tanısıyla 52 hastaya (36 E, 16 K) cerrahi tedavi uygulanmıştır. Yaş ortalaması 10±3.8 yıldır (2-17y). Hastaların 30’una laparoskopik, 22’sine açık apendektomi uygulanmıştır. Laparoskopik başlanan 31 hastanın 30’unda işlem laparoskopik olarak sonlandırılmıştır. Ortalama ameliyat süresi LA grubunda 43±11 dk., AA grubunda 41±22 dk. saptanmıştır (p>0.05). Ameliyat sonrası beslenmeye başlama zamanı LA grubunda ortalama 1 gün, AA grubunda 1.2 gündür (p>0.05). Hastanede yatış süresi LA grubunda 2.4±0,5 gün, AA grubunda 3±1 gün saptanmıştır (p>0.05). Ameliyat sırasında gelişen komplikasyon olarak bir hastada laparoskopi sırasında endoskopik aletin ucunun kırılıp batına düşmesi nedeniyle açığa geçilmesi gerekmiştir. Ameliyat sonrası komplikasyon olarak LA grubunda bir hastada intraabdominal apse ve bir hastada yara yeri enfeksiyonu gözlenmiştir. AA grubunda postoperatif komplikasyonla karşılaşılmamıştır. Her iki grupta da ameliyat sonrası intestinal yapışıklık ve insizyonel herni gözlenmemiştir. Ameliyat sonrası ortalama takip süresi 7±3.4 aydır (1-14 ay). Hiçbir hastada mortalite izlenmemiştir. Material and Methods: Retrospective analysis of children operated for acute appendicitis was performed. Patients were divided into two groups as laparoscopic appendectomy (LA) and open appendectomy (OA groups). Data including age, sex, operation duration, postoperative feeding day, length of hospitalization and complications were reviewed. Results: 52 children were treated in our clinic between April 2011June 2012 with the diagnosis of appendicitis. There were 36 boys and 16 girls, and mean age was 10±3.8 years (2-17 years). Laparoscopic -(n=30), and open (n=22) appendectomies were performed. Thirty of 31 laparoscopic interventions were accomplished without switching to any other treatment modality. Mean operative times were 43±11, and 41± 22 minutes in the LA, and OA groups, respectively. (p>0.05). Postoperatively, Patients received oral intake postoperative 1., and 1.2 days in the LA, and OA groups, respectively (p>0.05). Length of hospitalization was 2.4±0.5 days in the LA, and 3±1 days in the OA groups (p>0.05). One intraoperative complication was seen as a broken endoscopic instrument during laparoscopy. One intraabdominal abscess and one incisional infection were seen in the LA group as postoperative complication. Postoperatively, intestinal adhesion, and incisional hernia were not seen in both groups. Mean postoperative follow-up was 7±3.4 months (1-14 months) and no mortality is seen. Sonuç: Laparoskopik apendektomi kliniğimiz gibi yeni kurulan merkezlerde dahi yeterli donanım sağlandıktan sonra başarı ile uygulanabilmektedir. Çalışmamızda operasyon süresi, postoperatif beslenme ve hastanede yatış süresi açısından laparoskopik ve açık apendektomi grupları arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır. Bunda son yıllarda açık apendektomi sonrası daha erken beslemeye başlamanın tercih edilmesinin etkili olduğu düşünülmüştür. Cerrahi başarı açısından fark olmayan her iki teknik arasında daha az postoperatif ağrı daha kısa normal aktiviteye dönüş süresi ve daha iyi kozmetik sonuçlar nedeniyle laparoskopik apendektomi öncelikle tercih edilebilir. Conclusion: If adequate endoscopic equipments are provided, laparoscopic appendectomy can be performed successfully even in our newly established clinic. In our study, no statistical differences were determined as for operation time, postoperative feeding day and length of hospitalization in both groups. It was thought that preference of earlier introduction of oral intake following open appendectomy is the reason for absence of statistically significance differences between both groups. by admission of early feeding and discharge strategies in recent years. Laparoscopic appendectomy should be preferred primarily for the treatment of acute appendicitis in children because of lesser postoperative pain, faster return to normal daily activity and better cosmetic results. Anahtar kelimeler: apandisit, laparoskopi, açık apendektomi, çocuk Key words: appendicitis, laparoscopy, open appendectomy, children Alındığı tarih: 08.04.2013 Kabul tarihi: 24.11.2013 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Emre Divarcı, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, 35100, Bornova / İzmir e-posta: [email protected] † Bu çalışma 30. Ulusal Çocuk Cerrrahisi Kongresi’nde (2012) sözlü bildiri olarak sunulmuştur. 37 İKSST Derg 6(1):37-40, 2014 GİRİŞ Apandisit, çocukluk çağında en sık acil cerrahi tedavi gerektiren hastalıkların başında gelmektedir (1). Cerrahi tedavisi açık veya laparoskopik yöntemle yapılabilmektedir. Açık apendektomi, 19. yy’dan bu yana etkin ve güvenli bir şekilde uygulanmaktadır (6,14) . Laparoskopik apendektominin ilk kullanımı ise 1983 yılına dayanmaktadır (20). Laparoskopik cerrahinin giderek yaygınlaşmasıyla birlikte apandisit tedavisinde hangi yöntemin öncelikle tercih edilmesi gerektiği tartışılmaya başlanmıştır. Açık apendektomiyi öneren araştırmacılar daha kısa operasyon süresi, kolay uygulanabilirliği ve düşük ameliyat sonrası komplikasyon oranları nedeniyle öncelikle tercih etmektedir (18,21). Laparoskopik yöntem ise daha hızlı yara iyileşmesi, daha kısa hastanede yatış süresi, daha az postoperatif ağrı ve daha iyi kozmetik sonuçlar nedeniyle öncelikle önerilmektedir (2,4,10). Bu çalışmada çocukluk çağı akut apandisit tedavisinde, laparoskopik ve açık yöntemin etkinlikleri ve komplikasyon oranları karşılaştırılarak hangi yöntemin öncelikle tercih edilmesi gerektiği araştırılmaya çalışılmıştır. Gereç ve Yöntem Kliniğimizde Nisan 2011-Haziran 2012 tarihleri arasında akut karın tanısıyla ameliyat edilen ve akut apandisit tanısı alan hastaların kayıtları geriye dönük olarak incelenmiştir. Hastalar laparoskopik apendektomi (LA) ve açık apendektomi (AA) yapılan olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Yaş, cinsiyet, ameliyat süresi, intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlar, ameliyat sonrası beslenmeye başlama zamanı ve hastanede yatış süresi açısından her iki grubun sonuçları karşılaştırılmıştır. Perfore apandisit tanısıyla tedavi edilen hastalar çalışma dışında bırakılmıştır. Perfore apandisit tedavisinde açık apendektomi tercih edilmiştir. Laparoskopik apendektomi üç port (Umbilikus 10 mm, sol alt kadran 5 mm, suprapubik 5 mm) yardımıyla intrakorporal olarak yapılmıştır. Apendiks mezosu monopolar koter yardımıyla diseke edildikten sonra elle hazırlanan endo-loop sütür yardımıyla intrakorporal apendektomi uygulanmıştır. İnflame apendiks 10 mm’lik trokardan direkt olarak karın 38 dışına alınmıştır. Batın içine serum fizyolojik ile irrigasyon- aspirasyon yapıldıktan sonra operasyon sonlandırılmıştır. Açık apendektomide ise sağ alt kadran transvers insizyon sonrası apendiks mezosu monopolar koter ile diseke edildikten sonra apendektomi uygulanmıştır. Apendiks güdüğü genellikle gömülmemiştir. Bulgular Kliniğimizde akut apandisit ön tanısıyla Nisan 2011Haziran 2012 tarihleri arasında toplam 52 hastaya (36 E, 16 K) cerrahi tedavi uygulanmıştır. Hastaların yaş ortalaması 10±3.8 yıl (2-17 yıl)’dır. Her iki grubun yaş ortalamaları arasında farklılık bulunmamıştır (LA: 10±4.1 yıl, AA: 10.2±3.6 yıl. p>0.05). Laparoskopik apendektomi (LA) grubunda 30 hasta, açık apendektomi (AA) grubunda ise 22 hasta çalışmaya dâhil edilmiştir. Ameliyat tekniği seçilirken laparoskopi için gerekli donanımın ve yardımcı cerrahi ekibin uygunluğu göz önünde bulundurulmuştur. Laparoskopik başlanan 31 hastanın 30’unda işlem laparoskopik olarak sonlandırılmıştır. Bir hastada laparoskopi sırasında kullanılan endoskopik aletin metal ucunun kırılarak batın içine düşmesi nedeniyle açığa geçilmesi gerekmiştir. Açık yöntemle aletin ucu çıkarılıp apendektomi uygulanmıştır. Ortalama operayon süresi, postoperatif beslenmeye başlama zamanı ve hastanede yatış süresi her iki grupta karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir (Tablo 1). Her iki grup arasında ameliyat süresi açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0.05). Postoperatif besTablo. 1. Laparoskopik ve açık apendektomi gruplarının karşılaştırmalı değerlendirilmesi Laparoskopik apendektomi (n= 30) Açık Apendektomi (n= 22) p değeri Yaş 10± 4,1 yıl 10.2±3.6 yıl p>0.05 Ort. ameliyat süresi 43±11 dk. 41±22 dk. p>0.05 Ameliyat sonrası beslenmeye başlama süresi 1 gün 1,2 gün p>0.05 Hastanede yatış süresi 2.4±0,5 gün 3±1 gün p>0.05 E. Divarcı ve ark., Çocuklarda Akut Apandisit Tedavisinde Laparoskopik ve Açık Apendektominin Karşılaştırılması lenmeye başlama zamanı açısından da her iki grup arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0.05). Hastanede yatış süresi değerlendirildiğinde, gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0.05). Ameliyat sırasında ve sonrasında gelişen komplikasyonlar her iki grupta gözden geçirilmiştir. LA grubunda bir hastada laparoskopi sırasında endoskopik aletin ucunun kırılıp batına düşmesi nedeniyle açığa geçilmesi gerekmiştir. Her iki grupta başka ameliyat sırasında komplikasyonla karşılaşılmamıştır. Ameliyat sonrası komplikasyon olarak LA grubunda bir hastada karın içi apse ve bir hastada yara yeri enfeksiyonu gözlenmiştir. Medikal tedavi ile her iki hastada da başarı ile tedavi edilmiştir. AA grubunda ise postoperatif komplikasyonla karşılaşılmamıştır. Her iki grupta da ameliyat sonrası intestinal yapışıklık ve insizyonel herni gözlenmemiştir. Hasta ve komplikasyon sayılarının azlığı nedeniyle gruplar arasında komplikasyonlar açısından istatistiksel karşılaştırma yapılamamıştır. Hastaların postoperatif ortalama takip süresi 7±3.4 aydır (1-14 ay). Hiçbir hastada mortalite izlenmemiştir. Tartışma Son yıllarda minimal invaziv cerrahi çocuk cerrahisinde daha sıklıkla uygulanmaya başlamıştır. Daha az postoperatif ağrı, daha kısa hastanede yatış süresi ve daha iyi kozmetik sonuçlar nedeniyle endoskopik tedavi yöntemleri öncelikle tercih edilmektedir (12). Apandisit, çocuklarda en sık uygulanan acil cerrahi operasyondur. Tedavisinde giderek daha sıklıkla laparoskopi tercih edilmeye başlanmıştır. Kliniğimiz yeni kurulmuş bir çocuk cerrahisi merkezidir. Yeterli endoskopik donanım sağlandıktan sonra laparoskopik cerrahi yapılmaya ilk kez başlanılmıştır. Tekrar kullanılabilen endoskopik aletler tercih edilerek laparoskopinin açık cerrahiye göre nispeten daha yüksek olan maliyeti düşürülmeye çalışılmıştır. Çocuklarda laparoskopik apendektominin ilk uygulanmaya başladığı dönemlerde operasyon süresinin açık apendektomiye göre daha uzun sürdüğü bildirilmiştir (19). Yıllar içinde laparoskopik cerrahinin yaygın olarak kullanılmaya başlanmasıyla çocuk cerrahlarının deneyimi artmasına bağlı operasyon süresi açısından farklılık kalmamıştır (7,11,23). Çalışmamızda da her iki yöntem arasında operasyon süresi açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır. Laparoskopik apendektomi için belirli bir yaş sınırı gözetilmemiştir. Her iki grubun yaş ortalamaları birbirine benzerdir. Laparoskopik ve açık apendektomi sonrasında postoperatif beslenmeye başlama zamanı açısından genellikle farklılık bulunmamaktadır (5,15). Çalışmamızda da postoperatif birinci gün genellikle her iki grupta da beslenme başlanmıştır. Birçok çalışmada hastanede yatış süresi laparoskopik apendektomi sonrasında açık apendektomiye göre belirgin olarak daha kısa olduğu bildirilmiştir (8,13,16). Çalışmamızda her iki grup arasında hastanede yatış süresi açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır. Bu sonuçta, diğer kliniklere paralel olarak kliniğimizde de son yıllarda açık apendektomi sonrası daha erken taburculuğun tercih edilmeye başlanılmasının etkili olduğu düşünülmüştür. Ancak, laparoskopik apendektomi ağrının daha az olması nedeniyle açık cerrahiye göre daha konforlu bir ameliyat sonrası dönem sağlayabilmektedir. Çalışmamızda postoperatif komplikasyon olarak LA grubunda bir hastada intraabdominal abse ve bir hastada trokar giriş yerinde yara yeri enfeksiyonu gelişmiştir. Antibiyoterapi ile tedavi sağlanmıştır. Birçok çalışmada intraabdominal apse gelişimi açısından laparoskopik ve açık yöntemler arasında istatistiksel açıdan anlamlı farklılık olmadığı gösterilmiştir (3,9,12,17,22) . Çalışmamızda yer alan hasta ve komplikasyon sayısının azlığı nedeniyle karşılaştırmalı değerlendirme yapılamamıştır. Postoperatif ileus ve insizyonel herni gibi komplikasyonlar çalışmamızda gözlenmemiştir. Takip süresinin kısa olması nedeniyle her iki grupta bu komplikasyonlarla karşılaşılmamış olması doğaldır. Çalışmamızda laparoskopik olarak başlanan operasyonların tamamına yakını laparoskopik olarak tamamlanmıştır (% 96). Her iki yöntemde de ciddi intraoperatif veya postoperatif komplikasyonla karşılaşılmamıştır. Çocuklarda akut apandisit tedavisinde, etkinlik ve komplikasyon açısından farklılık saptanmayan her iki teknik arasında, daha az postoperatif ağrı, daha 39 İKSST Derg 6(1):37-40, 2014 kısa normal aktiviteye dönüş süresi ve daha iyi kozmetik sonuçlar nedeniyle laparoskopik apendektomi öncelikle tercih edilebilir. Kliniğimiz gibi yeni kurulan çocuk cerrahisi merkezlerinde dahi laparoskopik apendektomi güvenle uygulanabilecek etkin bir cerrahi tedavi yöntemidir. KAYNAKLAR 1. Addiss DG, Shaffer N, Fowler BS, et al. The epidemiology of appendicitis and appendectomy in the United States. Am J Epidemiol 1990;132:910-25. PMid:2239906 2. Fitz RH. Perforating inflammation of the vermiform appendix: with special reference to its early diagnosis and treatment. J Med Sci 1986;92:321-46. 3. McBurney C. The incision made in the abdominal wall in cases of appendicitis. Ann Surg 1984;20:38-43 http://dx.doi.org/10.1097/00000658-189407000-00004 4. Semm K. Endoscopic appendectomy. Endoscopy 1983;15:59-64. http://dx.doi.org/10.1055/s-2007-1021466 PMid:6221925 5. Ortega AE, Hunter JG, Peters JH, et al. A prospective, randomized comparison of laparoscopic appendectomy with open appendectomy: Laparoscopic Appendectomy Study Group. Am J Surg 1995;169: 208-12. http://dx.doi.org/10.1016/S0002-9610(99)80138-X 6. Tang E, Ortega AE, Anthone GJ, et al. Intraabdominal abscesses following laparoscopic and open appendectomies. Surg Endosc 1996;10:327-8. http://dx.doi.org/10.1007/BF00187382 PMid:8779069 7. Azaro EM, Amaral PC, Ettinger JE, et al. Laparoscopic versus open appendicectomy: a comparative study. JSLS 1999;3:279-83. PMid:10694074 PMCid:PMC3015367 8. Chung RS, Rowland DY, Li P, et al. A meta-analysis of randomized controlled trials of laparoscopic versus conventional appendectomy. Am J Surg 1999;177:2506. http://dx.doi.org/10.1016/S0002-9610(99)00017-3 9. Heikkinen TJ, Haukipuro K. Hulkko. Cost-effective appendectomy: open or laparoscopic? A prospective randomized study. Surg Endosc 1998;12:1204-8. http://dx.doi.org/10.1007/s004649900821 PMid:9745057 10.Lintula H, Kokki H, Vanamo K, et al. The costs and effects of laparoscopic appendectomy in children. Arch Pediatr Adolesc Med 2004;158:34-7. http://dx.doi.org/10.1001/archpedi.158.1.34 PMid:14706955 11. Paya K, Fakhari M, Rauhofer U, et al. Open versus laparoscopic appendectomy in children: a comparison of complications. JSLS 2000;4:121-4. PMid:10917118 PMCid:PMC3015389 40 12.Foulds KA, Beasley SW, Maoate K. The effect of the availability of laparoscopic techniques on the treatment of appendicitis in children. Pediatr Surg Int 2000;16: 490-2. http://dx.doi.org/10.1007/s003830000407 PMid:11057549 13.Lee CH, Lin YL. Laparoscopic appendectomy versus open appendectomy in children: another opinion. Int Surg 2003;88:92-4. PMid:12872902 14.Vargun R, Yagmurlu A, Karaoglu MB. Management of childhood appendicitis: laparoscopic versus open approach. Journal of Ankara University Faculty of Medicine 2006;59:32-6. 15.Egger M, Davey SG, Schneider M, et al. Bias in meta-analysis detected by a simple, graphical test. BMJ 1997;315:629-34. http://dx.doi.org/10.1136/bmj.315.7109.629 PMid:9310563 16.McKinlay R, Neeleman S, Klein R, et al. Intraabdominal abscess following open and laparoscopic appendectomy in the pediatric population. Surg Endosc 2003;17:730-3. http://dx.doi.org/10.1007/s00464-002-8907-6 PMid:12618939 17.Gilchrist BF, Lobe TE, Schropp KP, et al. Is there a role for laparoscopic appendectomy in pediatric surgery? J Pediatr Surg 1992;27:209-12. http://dx.doi.org/10.1016/0022-3468(92)90314-W 18.Luks FI, Logan J, Breuer CK, et al. Cost-effectiveness of laparoscopy in children. Arch Pediatr Adolesc Med 1999;153:965-8. http://dx.doi.org/10.1001/archpedi.153.9.965 PMid:10482214 19.Meguerditchian AN, Prasil P, Cloutier R, et al. Laparoscopic appendectomy in children: a favorable alternative in simple and complicated appendicitis. J Pediatr Surg 2002;37:695-8. http://dx.doi.org/10.1053/jpsu.2002.32255 PMid:11987080 20.Aziz O, Athanasiou T, Tekkis PP. Laparoscopic versus open appendectomy in children. Annals of Surgery 2006;243(1):17-27. http://dx.doi.org/10.1097/01.sla.0000193602.74417.14 PMid:16371732 PMCid:PMC1449958 21.Hay SA. Laparoscopic versus conventional appendectomy in children. Pediatr Surg Int 1998;13:21-3. http://dx.doi.org/10.1007/s003830050235 PMid:9391198 22.Oka T, Kurkchubasche AG, Bussey JG, et al. Open and laparoscopic appendectomy are equally safe and acceptable in children. Surg Endosc 2004;18:242-5. http://dx.doi.org/10.1007/s00464-003-8140-y PMid:14691709 23.Uysal M, Kucukaydın M, Ciftler AN. Çocuklarda perfore apandisitte açık ve laparoskopik apendektomi sonrası komplikasyonlar. Erciyes Tıp Dergisi 2011; 33(2):117-20. Olgu Sunumu İKSST Derg 6(1):41-43, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.041 Yapışık İkizler: Olgu Sunumu Conjoined Twins: A Case Report Dilek Kahvecioğlu, Serdar Alan, Duran Yıldız, Ufuk Çakır, Ömer Erdeve, Begüm Atasay, Saadet Arsan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Yenidoğan Bilim Dalı ÖZET SUMMARY Yapışık ikizlik 1/50.000-1/100.000 sıklıkta görülen ağır morbidite ve mortaliteyle seyreden çok nadir bir anomalidir. En erken intrauterin 12. haftada yapılan antenatal ultrason (USG) ile tanı konulabilir. Postpartum yaşanacak riskler konusunda aileler bilgilendirilmeli ayrılma şansı olan infantların yaşam şansının artırılması için 3. basamak merkezlerde doğumun gerçekleştirilmesi önemlidir. Burada kliniğimizde torakoomfalofagus nedeniyle izlediğimiz yapışık ikiz olgusu literatür eşliğinde gözden geçirilecektir. Conjoined twins is a rare and highly mortal anomaly with an incidence of 1/50.000 to 100.000 pregnancies. The diagnosis of conjoined twins can be done as early as 12 weeks gestation using prenatal ultrasonography. Families should be informed about the possible postpartum risks. In order to increase the chance of survival of separatred, it is adviced to perform delivery in an advanced tertiary care center. Here, we report a case of conjoined twins with n: thoraco omphalopagus and try to review the literature. Anahtar kelimeler: yapışık ikizlik, torakoomfalofagus, yenidoğan Key words: conjoined twins, n: thoraco omphalopagus, newborn GİRİŞ OLGU SUNUMU Yapışık ikizlik 1/50000-1/100000 sıklıkta görülen çok nadir bir anomalidir (1). Etiyolojisinde tek bir embriyonik kistin 13.-15. günlerde komplet ayrılmasının gerçekleşememesinin rol oynadığı düşünülmektedir. Spencer’ın ortaya attığı bir başka teoriye göre ise notokordların iki ayrı fetüs oluşturmak üzere ayrıldığı ancak çok yakın olmaları nedeni ile tekrar birleştikleri düşünülmektedir (2). En erken intrauterin 12. haftada yapılan antenatal ultrason (USG) ile tanı konulabilirken, 20. hafta sonrası yapılan ayrıntılı USG’de paylaşılan organlar ortaya konabilir. Ayrıca magnetik rezonans görüntüleme (MR) ile ayrıntılı bilgi edinilebilir (3). Yapışık ikizler genellikle vücutlarının yapışık olduğu bölgeye göre torakoomfalofagus, torakofagus, omfalofagus, kraniofagus, parazitik ikizler olarak sınıflandırılmaktadır (4). Burada kliniğimizde torakoomfalofagus nedeniyle izlediğimiz yapışık ikiz olgusu literatür eşliğinde gözden geçirilecektir. Yirmi altı yaşındaki annenin 3. gebeliğinden 3. yaşayan olarak 32 hafta, 3800 g sezaryen ile doğan kız hastalar doğum salonunda resusite edilip sonrasında entübe olarak dış merkezde izlenirken, postnatal 2. günde ileri tetkik ve tedavi amacıyla ünitemize sevk edildi. Hasta yakınlarından alınan öyküde intrauterin 20. haftada hastaların tanısının konulduğu, ancak ailenin termiasyonu kabul etmediği öğrenildi. Fizik muayenesinde torakoabdominal bölgeden yüz yüze bakacak şekilde yapışık oldukları, ayrı kafa, 2 kol ve 2 bacağa sahip oldukları, abdomende birleşim yerinin altında omfalosel olduğu görüldü (Resim 1). Çekilen röntgen filminde hastaların 2 farklı vertabral kolona sahip oldukları görüldü (Resim 2). Spontan solunumları olmayan hastalar mekanik ventilatörde izleme alındı. Yapılan ekokardiyografide bir atrium, AV kapak ve ventrikülden oluşan ortak bir kardiyak yapı gözlendi. Ventrikül kasılması iyi olan kalpten iki aortanın ayrıldığı ve AV kapaktan 1-2/4 derece yetmez- Alındığı tarih: 29.01.2013 Kabul tarihi: 18.07.2013 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Dilek Kahvecioğlu, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Kampüsü Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği Yenidoğan Bölümü, Mamak / Ankara e-posta: [email protected] 41 İKSST Derg 6(1):41-43, 2014 Resim 1. Yapışık ikizlerin genel görünümü. Resim 2. Resim 3. lik olduğu izlendi. Detaylı değerlendirme için ileri teknik olarak hastalara torako-abdominal tomografi çekildi ve tomografi sonucunda toraks alt yarı ve tüm abdomen boyunca her iki bebeğin anteriorda füzyone olduğu, sternal füzyon distalinde orta hat yerleşimi tek ortak kalp yapısı seçildiği, karaciğerin de orta hatta devamlılık gösterdiği görüldü (Resim 3). Hastalar çocuk cerrahisi ve çocuk kardiyoloji bölümleriyle konsulte edildi. Tek kalp fizyolojisine sahip olmaları nedeni ile olguların non-operatif grupta olduğuna karar verildi. Hastaların spontan solunumları olmaması nedeni ile mekanik ventilatörde solunum destek tedavilerine ve bradikardi ile hipotansiyonlarının olması nedeniyle inotroplar ile dolaşım destek tedavilerine devam edilmesine rağmen, postnatal 5 günde genel durumları bozulan ve sonrasında kardiyak arrest gelişen hastalar kaybedildi. TARTIŞMA Yapışık ikizlik çok nadir görülmekte birlikte değişik 42 anotomik yapıları nedeniyle en çok ilgi çeken konjenital malformasyonlardan biridir. İlk yapışık ikizler 1100 yılında İngiltere’de doğan ve 34 yıl yaşayan kız ikizler olarak bilinse de en ünlüleri 1811 de Siam’da doğan ve 64 yaşına kadar yaşayan Bunker kardeşlerdir (5). Yapışık ikizliğin tüm gebeliklerde 1/50000 - 1/100000 sıklıkta görüldüğü düşünülse de, % 60’ının ölü doğumla sonuçlanması nedeniyle gerçek sıkılığının 1/200000 canlı doğum olduğu düşünülmektedir (6). Martinez ve ark.’nın (7) İspanya’dan yayınladıkları bir çalışmada simetrik yapışık ikizlik oranı 1/150000 olarak bulunmuştur. Geçmişte etiyolojide tek bir embriyonik kistin 13-15. günlerde komplet ayrılmasının gerçekleşememesinin rol oynadığı düşünülmekteyse de son yıllarda yapılan çalışmalarda erken embriyolojik evrede iki ayrı embriyonun füzyonu sonrası ortaya çıktığı görülmüş ve Logrono ve ark. (8) tarafından yapılan bir çalışmada ikizlerin DNA analizleri incelenmiş ve dizigotisitenin D. Kahvecioğlu ve ark., Yapışık İkizler: Olgu Sunumu gösterilmesi bunu desteklemiştir (2,4). Yapışık ikizlerde embiryolojik diskin yapışma yerine göre ventral ve dorsal birleşme olabilir. Ventral birleşimli yapışık ikizlik % 86 sıklıkta görülmekte, bunların en sık olanı üst gövdeden alt abdomene kadar uzanan, kalp, karaciğer ve gastrointestinal sistemin bir kısmını paylaşıldığı ve % 28 sıklıkta görülen torakoomfalofagustur. Bunu % 18,5 sıklıkla torakofagus, % 10 sıklıkta omfalofagus ve % 6 sıklıkla kraniofagus izler (4). Olgumuzda üst gövdeden alt abdome kadar uzanan bir yapışıklıkla birlikte bir torakoomfalofagus olgusuydu. Eşlik eden birçok kardiyak ve vasküler sistem anomalileri bulunmakla birlikte, bu olguların % 75’inde tek kalp anatomisi mevcuttur. Tek atrium, tek ventrikül, geniş ASD, geniş VSD, kapak atrezileri ve büyük damar transpozisyonları bulunabilir (9). Olgumuzda tek kalp tek atrium ve tek ventrikül fizyolojisine sahipti. Yapışık olgularda ameliyat kararını belirlemede en önemli organ kalptir. Hastalar non operatif grup, acil cerrahi ile ayrılması gerekli grup ve elektif ayrılma operasyonu gereken grup olarak sınıflandırılabilir (1). Non operatif gruptaki hastalar ayrıldıklarında fonksiyon göremeyecek birleşik ve karmaşık kalp yapısına sahip olgulardır. Bu olgularda ayırma ameliyatlarının tümü mortaliteyle sonuçlanmaktadır (10). Hastalarımızın da tek kalp fizyolojisine sahip olmaları ve yüksek mortalite hızı nedeniyle ayırma operasyonu planlanamamıştır. Acil cerrahi ayırma gereken grupta ikizlerden birinin yaşamının tehlikede olması diğerinin kurtarılması açısından acil cerrahi girişim gerektirir. Ayrıca yaşamı tehdit eden ancak cerrahi ile düzeltilebilen konjenital anomaliler (büyük damarlara bası yapan lezyonlar, intestinal atrezi, malrotasyon, anal atrezi, ani intestinal perforasyon) acil cerrahi girişim gerektirir. Eğer ikizlerin durumları stabilse ayırıcı operasyonun yaklaşık 3 ay civarında yapılması önerilir; bu da ameliyat öncesi ayrıntılı incelemeyi olası kılar. Ayırma operasyonu öncesi kardiyak karaciğer ve genitoüriner sistemi ayrıntılı ortaya koymak için torakoabdominal bilgisayarlı tomografi ve MR çekilmesi önerilir. Karaciğerin paylaşıldığı durumlarda hepatoportal sistemin 2 tane olması ayırma için önemlidir. Büyük damarların anotomisini belirlemek amacıyla MR anjiyografi planlanmalı, gastrointestinal sistemin anatomisini ortaya koymak için de baryumlu grafiler gerekebilir. Bu ayrıntılı incelemeler sonucu operasyon kararı ve operasyonda izlenecek yol ortaya konabilir (1). Yapışık ikizlik mortalitesi yüksek bir anomalidir, hastaların % 35’i ilk 24 saat içinde kaybedilir. En yüksek mortalite hızı torakofagus, kraniofagus ve omfalofagustadır. Günümüzde bile kompleks tek kalp fizyolojisine sahip infantlarda mortalite % 100’dür (1). İntrauterin yapışık ikiz tanısı konulan olgularda öncelikle aile doğum sonrası riskler konusunda bilgilendirilmeli ve ayrılma şansı olan infantların yaşam şansının artırılması için yenidoğan, çocuk cerrahisi, çocuk kardiyolojisi, kardiyovasküler cerrahi, plastik cerrahi kliniği bulunan merkezlerde doğumun gerçekleştirilmesi önemlidir. KAYNAKLAR 1. Spitz L, Kiely EM. Experience in the management of conjoined twins. Br J Surg 2002;89(9):1188-92. http://dx.doi.org/10.1046/j.1365-2168.2002.02193.x PMid:12190687 2. Spencer R. Theoretical and analytical embryology of conjoined twins: part I: embryogenesis. Clin Anat 2000;13(1):36-53. http://dx.doi.org/10.1002/(SICI)1098-2353(2000) 13:1<36::AID-CA5>3.0.CO;2-3 3. Chen CP, Hsu CY, Su JW, et al. Conjoined twins detected in the first trimester: a review. Taiwan J Obstet Gynecol 2011;50(4):424-31. http://dx.doi.org/10.1016/j.tjog.2011.10.005 PMid:22212312 4. Kaufman MH. The embryology of conjoined twins. Childs Nerv Syst 2004;20(8-9):508-25. 5. Topçuoğlu A. Yapışık ikizler olgu sunumu. Cerrahpaşa Tıp Dergisi 2003;34(1):39-41 6. Taşcı Y, Altınbaş Ş, Kandemir Ö, ve ark. Prenatal tanısı 17. gebelik haftasında konan parapagus disefalus yapışık ikiz: Olgu sunumu. Perinatoloji Dergisi 2010;18(1):14-7. 7. Martínez-Frías ML, Bermejo E, Mendioroz J, et al. Epidemiological and clinical analysis of a consecutive series of conjoined twins in Spain. J Pediatr Surg 2009;44(4):811-20. http://dx.doi.org/10.1016/j.jpedsurg.2008.07.002 PMid:19361646 8. Logrono R, Garcia-Lithgow C, Harris C, et al. Heteropagus conjoined twins due to fusion of two embryos: report and review. Am J Med Genet 1997;73(3):239-43. http://dx.doi.org/10.1002/(SICI)1096-8628(19971219) 73:3<239::AID-AJMG1>3.0.CO;2-N 9. Elmacı T, Yazıcıoğlu F. Siyam ikizlerinde kardiyak anomaliler. Türk Kardiyol Dern Arş 2001;29:450-5. 10.Asaranti K, Pranati M, Tushar K, et al. Autopsy findings in conjoined twin with single heart and single liver. Case Report Pathol 2012; doi: 10.1155/2012/ 129323. 43 Olgu Sunumu İKSST Derg 6(1):44-48, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.044 Literatür Eşliğinde Perinatal Varisella Enfeksiyonu: Olgu Sunumu Perinatal Varicella Infection in the Light of the Literature: A Case Report Simla Okumuşoğlu Karaca, Zahide Küçük, Ayten Gilanlıoğlu, Yusuf Ergün Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ÖZET SUMMARY Amaç: Suçiçeği enfeksiyonu varisella zoster virüsünün neden olduğu, spesifik veziküler lezyonlarla seyreden viral bir hastalıktır. Gebelikte ortaya çıktığında maternal varisella pnömonisi, konjenital varisella sendromu, % 30 mortalite ile seyredebilen neonatal varisella enfeksiyonu riski nedeniyle önemlidir. Antiviral tedavi ve varisella immünglobulini (VZIG) ile morbidite ve mortalite oranlarında belirgin azalma kaydedilmiştir. Burada doğumundan 3 gün önce aktif varisella enfeksiyonu geçiren olgu literatür eşliğinde sunulmuştur. Aim: Chickenpox (caused by varicella zoster virus-VZV) is a viral infection which courses with specific vesicular skin lesions. VZV during pregnancy is very important due to possibility of maternal varicella pneumonia, congenital varicella syndrome or neonatal varicella infection which can course with 30 % mortality risk. Antiviral treatment, and varicella immunoglobulin therapy (VZIG) reported to be effective in decreasing morbidity and mortality rates. In the light of the literature, this article discusses monitorisation and treatment of VZV infection in a patient diagnosed 3 days before birth with assisting literature. Olgu Sunumu: Yirmi dört yaşında 39 hafta gebeliği olan hasta bebek hareketlerinde azalma yakınmasıyla kliniğimize yatırıldı. Muayenede hastanın vücudunda kaşıntılı, veziküler lezyonlar izlendi. Karakteristik lezyonlar nedeniyle suçiçeği tanısı konularak asiklovir 5x800 mg başlandı. Takibinin 3. gününde amniyotik membranı spontan açılan ve koyu mekonyumlu izlenen, NST’de variabilite kaybı olan hasta fetal distres tanısıyla sezaryene alındı. Yenidoğan, yoğun bakım ünitesine alınarak medikal tedaviye başlandı ve 30 günlük doğum sonrası takipte anormal bulgu izlenmedi. Postoperatif dönemde antiviral tedavisi devam eden ve suçiçeği pnömonisi izlenmeyen hasta taburcu edildi. Tartışma: Yirminci gebelik haftası öncesi, doğumdan 5 gün önce veya 2 gün sonraki dönemlerde geçirilen varisella zoster virus (vzv) enfeksiyonu, komplikasyon olasılığını arttırmaktadır. Enfekte gebelere; antiviral tedavi (asiklovir, valasiklovir) başlanarak özellikle ateş ve pnömoni açısından sık takip edilmeli, gerekli izolasyon önlemleri alınmalı, yenidoğana asiklovir başlanarak, ilk 96 saat içerisinde VZIG yapılmalıdır. VZIG temin edilemezse IVIG tedavisi başlanabilir. Anahtar kelimeler: suçiçeği, varisella, gebelik, pnomoni, VZIG Case Report: A 24-year-old woman with 39 weeks of pregnancy applied to our clinic with complaints of decreased fetal movements. Itchy, vesicular lesions on her body revealed during examination. Diagnosed as chickenpox infection by the characteristic lesions, and acylovir 5x800 mg was initiated. On the third day of her follow-up, amniotic membrane ruptured spontaneously, and drainage of viscous meconium was observed. Diagnosed as fetal distress due to loss of variability at non-stress test, and C section was performed. The newborn was brought into intensive care unit, and medical therapy was initiated. After 30 days of follow-up any abnormal finding was not observed. Antiviral therapy of the mother was maintained postoperatively. She didn’t show any sign of varicella pneumonia and she was discharged. Discussion: VZV infection which occures prior to 20 weeks of pregnancy, 5 days before or 2 days after birth can increase the complication possibility. Infected pregnant women should be managed with medical therapy (acylovir, valacylovir), and monitored frequently for high body temperature and pneumonia, isolated if necessary. After acylovir therapy admission, VZIG should given within 96 hours to newborn. In the absence of VZIG, IVIG treatment could be initiated. Key words: chickenpox, varicella, pregnancy, pneumonia, VZIG Alındığı tarih: 11.07.2013 Kabul tarihi: 07.09.2013 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Simla Okumuşoğlu Karaca, Bahçelievler Mah. 87. Sok. No 12 Özgür Site, Gölbaşı / Ankara e-posta: [email protected] 44 S. Okumuşoğlu Karaca ve ark., Literatür Eşliğinde Perinatal Varisella Enfeksiyonu: Olgu Sunumu GİRİŞ ve AMAÇ Suçiçeği enfeksiyonu, varisella zoster virusu (VZV) ile oluşan sıklıkla çocukluk yaşlarında görülen, bulaştırıcılığı yüksek, döküntülerle seyreden viral bir hastalıktır. İnkübasyon süresi 10-12 gün arasındadır. Gebelerde varisella enfeksiyonu fetüs için büyük risk oluşturur. Konjenital varisella sendromunda en yüksek mortalite gebeliğin ilk 20 haftasında izlenmektedir. Bu risk % 2-5 arasındadır (1,2). Perinatal varisella enfeksiyonunda, annenin geçirdiği enfeksiyon ile doğum arasında geçen süre, VZV’ye özgü maternal Ig G geçişi için yeterli süre oluşturduğundan fetüse pasif antikor geçişi olmakta ve ağır hastalık gelişmemektedir. Sunulacak olguda olduğu gibi geçen süre 5 günden kısa ise veya annenin döküntüleri doğumu takip eden 2 gün içerisinde gelişirse pasif antikor geçişi olmayacağından bebek risk altındadır ve tedavi almadığında mortalite % 30’a kadar çıkabilmektedir (2). Bu makalede doğumundan üç gün önce varisella enfeksiyonu geçirmeye başlayan hastanın takibini ve tedavisini literatür eşliğinde sunmayı amaçladık. OLGU SUNUMU Yirmi dört yaşında gravida 1 parite 0, 39 hafta gebeliği olan hasta bebek hareketlerinde azalma yakınmasıyla kliniğimize yatırıldı. Genel fizik muayene sırasında karın cildi ve ekstremitelerde kaşıntılı, çevresi eritematöz, küçük, yuvarlak ve yaygın veziküler lezyonlar izlendi (Resim 1). Alınan anamnezden hastanın döküntülerinin hastane başvurusundan yaklaşık 12 saat önce başladığı, anımsayabildiği kadarıyla çevresinde döküntüleri olan herhangi bir kişiyle teması olmadığı öğrenildi. Dermatoloji kliniği ile yapılan konsultasyon sonucu karakteristik lezyonlar nedeniyle hastaya suçiçeği tanısı konuldu. Bulaşma riski nedeniyle hasta izole edildi. Enfeksiyon hastalıkları kliniğinin önerisiyle asiklovir 5x800 mg başlandı. Yapılan obstetrik ultrasonografide biyometrik ölçümleri gestasyonel haftasıyla uyumlu ve amniyotik indeks miktarı normal olan tek, canlı gebelik izlendi. Steril spekulum muayenesinde servikal açıklığı gözlenmeyen, non-reaktif stres testi (NST) reaktif kontraksiyon yok olarak değerlendirilen hasta müşahade altına alındı. Takibinin 3. gününde uterin kontraksiyonları başlayan hastanın amniyotik memb- Resim 1. ranı spontan açıldı. Amniyon sıvısı koyu mekonyumlu, Bishop skoru 4 olan hasta NST’de variabilite kaybı ve geç deselerasyonlar izlenmesi nedeniyle fetal distres tanısıyla sezaryene alındı. 1. dk. APGAR skoru 8; 5. dk. APGAR skoru 9 olan 2870 g fetüs doğurtuldu. Postoperatif dönemde hastaya antiviral tedavi devam edildi (asikovir 5x800 mg). Bu dönemde hastada suçiçeği pnömonisini düşündüren herhangi bir bulgu saptanmadı ve postoperatif 3. günde taburcu edildi. Yenidoğan, postpartum dönemde çocuk hastalıkları kliniğinin önerisiyle yoğun bakım ünitesine alınarak gerekli medikal tedaviye başlandı. On dört gün boyunca takip edilen yenidoğanda herhangi bir patoloji tespit edilmedi, kontollere gelmek üzere taburcu edildi. Yenidoğanın poliklinik takipleri 30. güne kadar, annenin poliklinik takibi postpartum 10. güne kadar sürdürüldü, anormal herhangi bir bulgu izlenmedi. TARTIŞMA ve SONUÇ Varisella zoster virüsünün primer enfeksiyonu olan suçiçeği enfeksiyonu, solunum yolu ile bulaşan, yüksek düzeyde bulaştırıcılığı olan karakteristik cilt lezyonları ile tanısı konabilen, döküntülü bir hastalıktır. 45 İKSST Derg 6(1):44-48, 2014 Çocukluk dönemindeki aşılama nedeniyle % 90 oranında primer enfeksiyon geçirilerek genellikle yaşam boyu süren bağışıklık kazanılmaktadır (3). Ancak, hafıza hücrelerinin fonksiyon görememesi veya immün sistemi aşan düzeyde, yüksek miktarda virüs ile karşılaşma nedeniyle semptomatik tekrarlayan enfeksiyon % 13.3 oranında görülebilir (4,5). Subklinik tekrarlayan enfeksiyon serolojik olarak tespit edilebilmektedir. Bulaşma döküntüler başlamadan 1-2 gün öncesinden başlar. Gebelikte suçiçeği enfeksiyonu insidansı 0.7–3/1.000 kadardır (6,7) ve fetomaternal ciddi komplikasyonlar içerir. Birinci trimesterde spontan abortuslar ile suçiçeği enfeksiyonun birlikteliği izlenmemiştir (8-10). Daha ileri dönemde ise intrauterin gelişme geriliği, düşük doğum ağırlığı ve preterm doğuma neden olabilir (11,12). Gebelikte transplasental geçiş oranı % 25-50 aralığında izlenmektedir. Postnatal dönemde annebebek arasında hava yoluyla bulaş öne çıkmakta, ev gibi kapalı ortamlarda bu tarz geçiş oranının % 90‘lara ulaşabileceği belirtilmektedir (13). Zona enfeksiyonu ise latent VZV’nin reaktivasyonu sonucu oluşur. Yaşam boyu zona izlenme oranı yaklaşık % 15’tir ve daha çok ileri yaş, immun sistem zayıflığı olan populasyonda görülmektedir (14). Gebelikteki insidansının primer VZV enfeksiyon insidansına yakın olduğunu belirten çalışmalar mevcuttur (13). Annede geçirilmiş primer enfeksiyon nedeniyle yüksek titrede VZV antikoru bulunur. Bu antikorların hem maternal komplikasyonlara karşı hem de fetüs ve yenidoğana geçerek konjenital ve neonatal komplikasyonlara karşı koruyucu etkisi olduğu, enfeksiyon seyrini hafiflettiği belirtilmektedir (14). Konjenital varisella sendromu, maternal varisella pnömonisi ve neonatal varisella yüksek mortalite ve morbiditeyle seyreden durumlardır. Gebeliğin ilk 20 haftası içerisinde geçirilen suçiçeği enfeksiyonuna bağlı konjenital varisella sendromu insidansı % 0.91 iken, 28 hafta sonrasında sendrom izlenmemiştir (15). Konjenital varisella sendromunda; cilt lezyonları yaklaşık % 70, ekstremite hipoplazisi % 46-72; kortikal atrofi, mikrosefali, mental reterdasyon gibi sinir sistemi anomalileri % 48-62; mikroftalmi, katarakt, korioretinit gibi göz anomalileri % 44-52; kas hipoplazisi, gastrointestinal, genitoüriner ve kardiovasküler sistem anomalileri ile gelişme geriliği % 7-24 46 oranında izlenmektedir (16-19). Bu sendrom ile doğan bebeklerin çoğunun annesi 8.-20. gebelik haftaları arasında enfekte olmuştur. Rektospektif kohort çalışmalarından elde edilen sonuçlarda embriyopati oranları yaklaşık % 2 olarak saptanmıştır (19,20). Yine bu çalışmalarda 20-28. gebelik haftaları arasında geçirilen enfeksiyonlarda konjenital varisella sendromu izlenmiş ancak 28 hafta sonrasında rapor edilmemiştir. Gebelikte geçirilen suçiçeğinin yaklaşık %10-20’si yüksek mortalite ve morbidite ile seyreden maternal pnömoni ile komplike olmaktadır (21-23). Mekanik ventilatör gereksinimi olan ağır olgularda mortalite %3-14 düzeyindedir (24,25). Pnömoni riski gestasyonel yaşla beraber artmaktadır (26). Varisella enfeksiyonun tanısı karakteristik cilt döküntüsü ile konulabilir. Akut olarak enfekte olmuş gebede semptomların ortaya çıkmasından 3 gün sonra VZV’ye spesifik Ig M antikorları saptanabilir. Ayrıca virus izolasyonu, virus antijenlerinin veya virus DNA’sının gösterilmesi, prenatal dönemde amniyotik sıvıda veya fetal kanda VZV antikoru veya virus DNA’sı bakılarak tanı konulabilir. Hastamızda tipik cilt lezyonları ile tanısı konulduğundan serolojik testlere gerek duyulmamıştır. Gebelikte geçirilen suçiçeği enfeksiyonunda antiviral tedavi tek başına veya VZIG ile beraber verilebilir (27) . Asiklovir, viremi döneminde viral replikasyonu, dolayısıyla VZV’nin transplasental geçişini de inhibe edebilmektedir (28). Yapılan çalışmalarda ilk 24 saatte tedaviye başlanılmasıyla, ateş gibi semptomların azaldığı, pnömoni gibi komplikasyonların daha nadir görüldüğü, feto-maternal morbitide ve mortalitenin en aza indiği gösterilmiştir (29). Lezyonların ortaya çıkmasından 24-72 saat içinde uygulanan özellikle IV asiklovir fetomaternal komplikasyonları azaltabilmektedir. Bu hastalara oral asiklovir 5x800 mg veya valasiklovir 3x1 g 7 gün süreyle verilebilir (22). Maternal pnömoni durumda IV asiklovir 10-15 mg/ kg 8 saatte bir 5-10 gün boyunca tercih edilir ve lezyonların ortaya çıkışından 24-72 saat içinde başlanmalıdır (26). Kliniğimizde hastaya ilk 24 saate asiklovir tedavisine başlandı, takiplerinde ateş, dispne, öksürük, takipne gibi herhangi bir semptomu olmadı. Çocuk hastalıkları kliniği yenidoğana IVIG ve asiklovir 30 mg/kg/gün başladı, takip boyunca herhangi bir lezyon ya da komplikasyon görülmedi. S. Okumuşoğlu Karaca ve ark., Literatür Eşliğinde Perinatal Varisella Enfeksiyonu: Olgu Sunumu Suçiçeği enfeksiyonu geçirmemiş gebelere bulaş riski durumunda olabilirse serolojik testler değerlendirilerek VZIG uygulamasına sonuçlara göre karar verilmelidir. VZIG, şüpheli hastalara 72 saat içinde verilebildiği gibi virüsün ortaya çıkışından 96 saat sonraya kadar da uygulanabilir (28,30). Bazı kaynaklar bu süreyi 10 güne kadar uzatabilmektedir (30,31). Bu süre zarfında toplumda yüksek miktarda seropozitifliği olan bu enfeksiyonun serolojik tanısı konulabilir, pahalı ve gereksiz tedaviden kaçınılabilir. VZIG klinik hastalık oluştuğunda etkisiz olduğundan verilmesinin anlamı yoktur (29,32). Optimal dozu kesin olmamakla birlikte 125 U/10 kg’dan 625 U’ya kadar veya IV olarak 1 mg/kg dozda uygulanabilmektedir (33). VZIG neonatal enfeksiyonun ciddiyetini azaltabileceğinden, özellikle doğumdan 5 gün önce veya 2 gün sonra cilt lezyonu olan gebelerin yenidoğanlarına önerilmektedir (34). VZIG temin edilemezse IVIG tedavisi başlanabilir ve bu tedavi ile perinatal dönemde bildirilen % 30’luk enfeksiyonun % 7’ye gerileyebileceği, enfeksiyon gelişmesi durumunda; enfeksiyonun daha hafif seyredeceği, pnömoni riskinin ortadan kalkacağı bildirilmiştir (35,36). İnkübasyon periyodu nedeniyle yenidoğanın 28 gün izlenmesi önerilmektedir (26). Ülkemizde VZIG bulunmadığından bebeğe 5 gün süreyle IVIG tedavisi verilmiş, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde bebeğe temas ve solunum izolasyonu sağlanmıştır. SONUÇ Perinatal dönemde suçiçeği enfeksiyonu geçirilmesi gebelik haftasına göre farklı sonuçlar ortaya çıkartabilir. Özellikle 20 hafta öncesi; doğum öncesi 5 gün veya doğum sonrası 2 günlük dönemlerdeki enfeksiyon, komplikasyon olasılığını arttırmaktadır. Enfekte gebelere antiviral tedavi (asiklovir, valasiklovir) başlanarak özellikle ateş ve pnömoni açısından sık takip edilmeli, gerekli izolasyon önlemleri alınmalı; yenidoğana asiklovir başlanarak ilk 96 saat içerisinde VZIG yapılmalıdır. Böylelikle annede ve yenidoğanda suçiçeğine bağlı morbitide ve mortalite en az seviyeye indirilmiş olacaktır. KAYNAKLAR 1. Seçmeer G, Karna G. Intrauterin enfeksiyonların tanı ve tedavisi, İçinde: Yurdakök M, Coşkun T, (eds). Pediatri Yeni Bilgiler, Yeni Görüşler. Güneş Kitabevi, Ankara, 1995;191-206. 2. Sauerbrei A, Wutzler P. The congenital varisella sydrome. J Perinatal 2000;20:548-54. http://dx.doi.org/10.1038/sj.jp.7200457 PMid:11190597 3. Prevention of varicella. Update recommendations of the Advisory Committee on Immunization Practices (ACIP) MMWR Recomm Rep 1999;48(RR-6):1-5. 4.Martin KA, Junker AK, Thomas EE, Van Allen MI, Friedman JM. Occurrence of chickenpox during pregnancy in women seropositive for varicella-zoster virus. J Infect Dis 1994;170(4):991-5. http://dx.doi.org/10.1093/infdis/170.4.991 PMid:7930746 5. Hall S, Maupin T, Seward J, Jumaan AO, Peterson C, Goldman G, et al. Second varicella infections: are they more common than previously thought? Pediatrics 2002;109(6):1068-73. http://dx.doi.org/10.1542/peds.109.6.1068 PMid:12042544 6. Sever J, White LR. Intrauterine viral infections 3. Annu Rev Med 1968;19:471-86. http://dx.doi.org/10.1146/annurev.me.19.020168.002351 PMid:4172728 7.Miller E, Marshall R, Vurdien J. Epidemiology, outcome and control of varicella-zoster infection. Rev Med Microbiol 1993;4(4):222-30. http://dx.doi.org/10.1097/00013542-199310000-00006 8. Jones KL, Johnson KA, Chambers CD. Offspring of women infected with varicella during pregnancy: a prospective study. Teratology 1994;49(1):29-32. http://dx.doi.org/10.1002/tera.1420490106 PMid:8171394 9. Pastuszak AL, Levy M, Schick B, Zuber C, Feldkamp M, Gladstone J, et al. Outcome after maternal varicella infection in the first 20 weeks of pregnancy. N Engl J Med 1994;330(13):901-5. http://dx.doi.org/10.1056/NEJM199403313301305 PMid:8114861 10.Sauerbrei A, Wutzler P. Varicella-Zoster Virus Infections During Pregnancy: Epidemiology, Clinical Symptoms, Diagnosis, Prevention and Therapy. Current Pediatric Reviews 2005;1:205-15. http://dx.doi.org/10.2174/157339605774574962 11. Birthistle K, Carrington D. Fetal varicella syndrome-a reappraisal of the literature. A review prepared for the UK Advisory Group on Chickenpox on behalf of the British Society for the Study of Infection. J Infect 1998;36 (Suppl 1):25-9. http://dx.doi.org/10.1016/S0163-4453(98)80152-7 12.Pastuszak AL, Levy M, Schick B, Zuber C, Feldkamp M, Gladstone J, et al. Outcome after maternal varicella infection in the first 20 weeks of pregnancy. N Engl J Med 1994;330(13):901-5. http://dx.doi.org/10.1056/NEJM199403313301305 PMid:8114861 13.Gershon A. Chickenpox, measles, and mumps, In: Remington J, Klein J, eds. Infections of the Fetus and Newborn Infant, 5th ed. Philadelphia: Saunders, 2001:683-732. 14.Garshon A. Varicella-zoster Virus, In: Hutto C, ed. Congenital and perinatal infections. A concise guide to 47 İKSST Derg 6(1):44-48, 2014 diagnosis, Totowa, NJ: Humana Press; 2006:91-4. http://dx.doi.org/10.1385/1-59259-965-6:091 15.Tan MP, Koren G. Chickenpox in pregnancy: revisited. Reprod Toxicol 2006;21(4):410-20. http://dx.doi.org/10.1016/j.reprotox.2005.04.011 PMid:15979274 16.Enders G, Miller E. Varicella and herpes zoster in pregnancy and the newborn. In: Arvin AM, Gershon AA, editors. Varicella-Zoster Virus Virology and Clinical Mangement. Cambridge University Press; 2000; pp.317-47. http://dx.doi.org/10.1017/CBO9780511601194.018 17.Cotlier E. Congenital varicella cataract 1. Am J Ophthalmol 1978;86(5):627-9. PMid:717518 18.Scheffer IE, Baraitser M, Brett EM. Severe microcephaly associated with congenital varicella infection 1. Dev Med Child Neurol 1991;33(10):916-20. http://dx.doi.org/10.1111/j.1469-8749.1991.tb14803.x PMid:1743417 19.Andreou A, Basiakos H, Hatzikoumi I, Lazarides A. Fetal varicella syndrome with manifestations limited to the eye 1. Am J Perinatol 1995;12(5):347-8. http://dx.doi.org/10.1055/s-2007-994493 PMid:8540940 20.Paryani SG, Arvin AM. Intrauterin infection with varicella zoster virus aftermaternal varisella. N Engl J Med 1986;314:1542-6. http://dx.doi.org/10.1056/NEJM198606123142403 PMid:3012334 21.Centers for Disease Control and Prevention. Varicellarelated deaths among adults--United States, 1997. MMWR Morb Mortal Wkly Rep 1997;46(19):409-12. PMid:9162840 22.Gardella C, Brown ZA. Managing varicella zoster infection in pregnancy. Cleve Clin J Med 2007;74(4): 290-6. http://dx.doi.org/10.3949/ccjm.74.4.290 23.Rawson H, Crampin A, Noah N. Deaths from chickenpox in England and Wales 1995-7: analysis of routine mortality data. BMJ 2001;323(7321):1091-3. http://dx.doi.org/10.1136/bmj.323.7321.1091 PMid:11701571 24. Chandra PC, Patel H, Schiavello HJ, Briggs SL. Successful pregnancy outcome after complicated varicella pneumonia. Obstet Gynecol 1998;92(4 Pt 2):68-2. http://dx.doi.org/10.1016/S0029-7844(98)00237-3 25.Harger JH, Ernest JM, Thurnau GR, Moawad A, Momirova V, Landon MB, et al. Risk factors and outcome of varicella-zoster virus pneumonia in pregnant women. J Infect Dis 2002;185(4):422-7. http://dx.doi.org/10.1086/338832 PMid:11865393 26.Lamont RF, Sobel JD, Carrington D, Mazaki-Tovi 48 S, Kusanovic JP, Vaisbuch E, Romero R. Varicellazoster virus (chickenpox) infection in pregnancy. BJOG 2011;118(10):1155-62. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.2011.02983.x PMid:21585641 PMCid:PMC3155623 27.Huang YC, Lin TY, Lin YJ, Lien RI, Chou YH. Prophylaxis of intravenous immunoglobulin and acyclovir in perinatal varicella. Eur J Pediatr 2001;160(2): 91-4. http://dx.doi.org/10.1007/s004310000640 PMid:11271397 28.Ogilvie MM. Antiviral prophylaxis and treatment in chickenpox. A review prepared for the UK Advisory Group on Chickenpox on behalf of the British Society for the Study of Infection. J Infect 1998;36 (Suppl 1):31-8. http://dx.doi.org/10.1016/S0163-4453(98)80153-9 29.Gershon AA, Larussa P. Varicella-Zoster virus infections, In: Katz SL, Gershon A, Hotez PJ (eds.) Krugman’s Infectious Disease of Children (10th ed.), Mosby-Year Book, Missouri 1998:620-50. 30.Royal College of Obstetricians and Gynaecologists. Green-top Guideline No. 13. London: Royal College of Obstetricians and Gynaecologists; 2010. Chickenpox in Pregnancy; pp. 1-11. Ref Type: Report. 31.Salisbury D, Ramsay M, Noakes K. Immunisation Against Infectious Disease -The Green Book. 3. London: The Department of Health; 2006. 32.Centers for Disease Control and Prevention. A new product (VariZIG) for postexposure prophylaxis of varicella available under an investigational new drug application expanded access protocol. MMWR Morb Mortal Wkly Rep 2006;55(8):209-10. PMid:16511443 33.Sauerbrei A, Wutzler P. Herpes simplex and varicellazoster virus infections during pregnancy: current concepts of prevention, diagnosis and therapy. Part 2: Varicella-zoster virus infections. Med Microbiol Immunol 2007;196(2):95-102. http://dx.doi.org/10.1007/s00430-006-0032-z PMid:17180380 34.Miller E, Cradock-Watson JE, Ridehalgh MK. Outcome in newborn babies given anti-varicella-zoster immunoglobulin after perinatal maternal infection with varicella-zoster virus. Lancet 1989;2(8659):371-3. http://dx.doi.org/10.1016/S0140-6736(89)90547-3 35.Brunell PA, Straus SE, Krause PR. Recent advances in VZV infection, Ann Intern Med 1999;130:922-32 http://dx.doi.org/10.7326/0003-4819-130-11-199906010-00017 PMid:10375341 36.Meyers JD. Congenital varisella in term infants:risk reconsidered. J Infect Dis 1974;129:215-7 http://dx.doi.org/10.1093/infdis/129.2.215 PMid:4129828 Olgu Sunumu İKSST Derg 6(1):49-53, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.049 Kornual Ektopik Gebelikte Yönetim: İki Olgu Sunumu The Management of Cornual Ectopic Pregnancy: Two Case Reports Erbil Karaman, Bekir Gülaç, Yasemin Karaman, Derya Uyan Hendem, Ağahan Han İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ÖZET SUMMARY Kornual ektopik gebelik, ektopik gebeliklerin % 2-4’ünü oluşturan ve % 5’e varan maternal mortalite ile seyreden nadir bir durumdur. Erken tanı ve uygun tedavi şekli bu hastalarda hem yaşam kurtarıcı hem de fertiliteyi koruyucu olabilmektedir. Ultrason ile intrauterin gebelik olarak yanlış tanı konulabilecek nadir bir ektopik gebelik formudur. Burada iki kornual ektopik gebelik olgusu sunulmuştur. Cornual ectopic pregnancy is a rare condition which consCornual ectopic pregnancy is a rare condition which constitutes 2-4 % of all ectopic pregnancies, and progresses with 5 % maternal mortality. Early diagnosis and apropriate treatment settings will be life saving and preserve future fertility, in these patients. It is a rare form of ectopic pregnancy which can be misdiagnosed by ultrasonography. Here, we report two cornual ectopic pregnancies. Olgu 1: Otuz iki yaşında Gravida 3, Parite 2, Abortus 0 olan hastaya ultrasonografi ile önce hatalı olarak intrauterin gebelik tanısı konulmuş ve küretaj yapılmış, sonrasında kornual ektopik gebelik tanısı konulunca metotreksat ile konservatif olarak tedavi edilmiştir. Olgu 2: Yirmi üç yaşında Gravida 3, Parite 1, Küretaj 1 olan hasta hemodinamik olarak stabil olmayan durumda acil kliniğe başvurmuş yapılan muayenede rüptüre kornual ektopik gebelik tanısı konulmuş ve laparotomik kornual rezeksiyon ile cerrahi olarak başarılı şekilde tedavi edilmiştir. Bu iki olgu üzerinden kornual ektopik gebeliğin tanısının konulması, takibi ve iki farklı tedavi seçeneği üzerinde durulmuştur. Case 1: A 32- year-old Gravida 3, Parity 2, Abortus 0 patient was misdiagnosed as intrauterine pregnancy by ultrasonography, and curretage was applied. Afterwards the cornual ectopic pregnancy diagnosis was made and she was treated with methotrexate. Case 2: A-23-year-old Gravida 3, Parity 1, Curettage 1 patient was admitted into the emergency clinic with unstable hemodynamic condition, and the diagnosis of ruptured ectopic pregnancy was made. She was treated with laparotomic cornual resection successfully. Here, the diagnosis, follow up and two different treatment options for cornual ectopic pregnancy were emphasized based upon these two cases. Anahtar kelimeler: ektopik gebelik, metotreksat, kornual gebelik Key words: ectopic pregnancy, methotrexate, cornual pregnancy GİRİŞ Yüksek mortalitenin nedeni kornual (interstisyal) bölgenin daha fazla vaskularizasyona ve muskular dokuya sahip olması ve rüptür durumunda hemoperitoneum ve şok tablosunun daha ağır gelişmesinden ötürüdür. Kornual ektopik gebelik ultrasonografi ile intrauterin gebelik olarak yanlış tanı konulabilecek nadir bir ektopik gebelik formudur (1). Gebeliğin erken dönemindeki maternal morbidite ve mortalitenin önemli bir nedenidir. Tanı öncesi geçen süre çok önemlidir. Ektopik gebelik en sık fallop tüpünde görülür, kornual gebelik ise tüm ektopik gebeliklerin % 2-4’ünde görülür (7). Maternal mortalite % 5’e varmaktadır. Kornual gebelik tanısı konulurken boş uterus kavitesi ve gestasyonel kese etrafında ince myometriyal tabakanın bulunması ultrasonografik olarak önemlidir (3). Ayrıca renkli dopler ultrasonografide ateş halkası Alındığı tarih: 06.02.2013 Kabul tarihi: 18.06.2013 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Erbil Karaman, Atakent Mah. Atatürk Cad. No: 22c/49 Küçükçekmece 34303 İstanbul e-posta: [email protected] 49 İKSST Derg 6(1):49-53, 2014 görüntüsü ile peritrofoblastik yoğun kanlanmanın gösterilmeside kornual gebelik tanısında önemlidir (3) .3 Sunduğumuz iki olguda da ultrasonografi kriterlerine göre kornual gebelik tanılarını koyduk. Birinci olguda sağ uterin kornda gebelik kesesi gözlendi ve miyometriyal kalınlığın 5 mm’nin altına olduğu ve ayrıca endometriyal kavitenin boş olduğu görüldü. İkinci olguda ise uterus sol kornunda içinde canlı 15.6 mm baş-popo mesafesi (CRL) olan gebelik izlendi ve en ince yerinde 4.6 mm olan miyometriyum halkasının 28 mm’lik gestasyonel keseyi çevrelediği görüldü. Kornual gebelik risk faktörleri in vitro fertilizasyon, bilateral salpenjektomi, peri ve intratubal adhezyonlardır (2). Kornual gebelikte tedavi seçenekleri medikal noninvazif tedaviden radikal cerrahiye kadar geniş bir yelpazededir. Medikal tedavi sistemik metotreksat tedavisi, gestasyonel kese içine ultrasonografi altında potasyum klorür (KCL) enjeksiyonu, histereskopi altında direkt vizualizasyon ve injeksiyon ile açık rezeksiyon veya laparoskopik rezeksiyon ile fertilitesini tamamlayan hastalarda histerektomiden oluşmaktadır. Biz her iki olgunun aydınlatılmış yazılı onamlarını aldıktan sonra bir olguda açık cerrahi rezeksiyon ve diğer olguda sistemik metotreksat ile başarılı olarak tedavi edilen olguları sunduk. Kornual gebelik tanısı, intrauterin gebelik tanısı konulurken akılda bulundurulmalıdır ve tedavi seçenekleri hastaya göre bireyselleştirilmelidir. OLGU SUNUMU OLGU 1 Otuz iki yaşında gravida 3, parite 2, abortus 0 olan hasta acil kliniğimize kanama yakınması ile başvurdu. İki hafta adet gecikmesi olan hastanın yapılan muayenesinde uterus ve adneksler serbest ve palpasyonda hassas değildi. Transvajinal ultrasonografide kavite içinde olduğu düşünülen 6 hafta 1 günlük 3.6 mm CRL ve fetal kalp aktivitesi negatif olan hasta gecikmiş düşük (missed abortus) olarak düşünülerek dilatasyon küretaj (D&C) işlemine alındı. Küretaj sırasında materyal gelmemesi ve sonrasında yapılan ultrasonografi’de (USG) uterus kornual bölgede kesenin mevcut olduğu görülünce kornual ektopik 50 gebelik düşünüldü (Resim 1). Hastanın vital bulgularının stabil olması ve fertilite isteği olması üzerine sistemik tek doz 50 mg/m2 intramuskuler metotreksat tedavisi yapıldı. Hastanın boyu 1.62 cm, kilosu 76 kg ve vücut yüzey alanı 1.81 m2 olarak hesaplandı. Hastaya tek doz 90 mg metotreksat verildi. Tedavi öncesi hastadan rutin biyokimya, hemogram ve koagulasyon parametreleri istendi. Hasta β-hCG takibine alındı. Takipte 4. gün ile 7. gün β-hCG değerlerinde % 15’lik düşüş tedavide başarı olarak değerlendirildi. Yapılan β-hCG takiplerinde 0. gün 1600 mIU/ml, 4. gün 721 mIU/ml, 7. gün 518 mIU/ml şeklinde düşüş gözlenen hasta taburcu edilip, haftalık β-hCG takibine alındı. Tedaviden sonra 32. günde β-hCG değeri 3.2 mIU/ml olarak saptandı ve yapılan ultrasonografide kornual gebelik bölgesinin rezorbe olduğu izlendi. Resim 1. Uterin kavite boş (endometriyum ince) ve sağ uterin kornda gestasyonel kese görülmektedir. OLGU 2 Gravida 3, parite 1, küretaj 1 olan 23 yaşındaki hastanın son adet tarihinden 9 haftalık âdet gecikmesi olması ve şiddetli kasık ağrısı, halsizlik yakınması ile acil kliniğimize başvurdu. Yapılan muayenesinde tansiyon arteryel 80/50 mmHg, nabız 104/dk ve karın muayenesinde alt kadranda defans ve hassasiyet vardı. Transvajinal ultrasonografide uterus fundus myometriyumunda sol korna yakın CRL 8 hafta 1 gün 15.6 mm fetal kalp aktivitesi pozitif olan gebelik belirlendi (Resim 3). Hastanın yapılan preoperatif kan sayımında hemoglobin 10.3 gr/dl, hematokrit % 29.9 ve β-hCG 41045 mIU/ml idi. Hastanın hemodinamik olarak stabil olmaması ve mevcut bulgularıyla operasyona alındı. E. Karaman ve ark., Kornual Ektopik Gebelikte Yönetim: İki Olgu Sunumu Resim 3. Uterus sol kornunda yerleşmiş 15,6 mm CRL görülmektedir. Beyaz ok işareti boş endometriyal kavitenin başladığı yeri göstermektedir. Resim 2. Operasyon sırasında uterusta sol korn kaynaklı yaklasık 5 cm çapında ektopik gebelik kitlesi görülmekte. Operasyonda uterin sol korn kaynaklı ince rüptür alanı olan 5 cm çapında ektopik gebelik saptandı, batın içinde 200 cc koagulum olduğu görüldü (Resim 2). Kornual rezeksiyon yapıldı. Hastanın postoperatif takibinde komplikasyon gelişmedi, hemoglobin 8.6 gr/dl, hematokrit % 27.3 ve postoperatif 1.gün β-hCG seviyesi 5623 mIU/ml, 10. gün 302 mIU/ml ve 24. günde <5 mIU/ml idi. Hasta postoperatif 2. günde taburcu edildi. Hastanın postoperatif 2. ayda yapılan muayenesinde jinekolojik patoloji izlenmedi. Hastanın patoloji sonucu kornual gebelik ile uyumlu geldi. TARTIŞMA Kornual gebelik ektopik gebeliğin en tehlikeli tiplerinden biridir ve tüm ektopik gebeliklerin % 2’sini oluşturmaktadır (7). Tıbbi literatürde, kornual gebelik ve interstisyel gebelik, her ikiside ektopik gebelik olarak birbirinin yerine kullanılmaktadır. Kornual gebelik tanım olarak uterusun lateral üst parçasında gebeliğin implantasyonu ve gelişmesini karşılarken, buna karşılık interstisyal gebelik fallop tüpünün intramural ve proksimal miyometriyumunda implante olmasıdır. Kornual ektopik gebelik için risk faktörlerinin çoğu bilinmektedir (2). Bunlar pelvik inflamatuvar hastalık, salpenjektomi, peritubal adhezyonlar, geçirilmiş ektopik gebelik öyküsü, in vitro fertilizasyondur. Olgularımızda birinci olguda risk faktörü olarak daha önce geçirilmiş pelvik inflamatuvar hastalık öyküsü mevcuttu. İkinci olguda herhangi bir risk faktörü yoktu. Kornual gebeliğin tanısında ultrasonografi ve seri β-hCG ölçümleri büyük olasılıkla tanıya götürmektedir. Morgana ve ark. (5) yaptıkları bir çalışmada kornual gebeliğin ultrasonografik olarak tanısının doğruluk payını % 71 olarak bulmuşlardır. En yaygın ultrasonografik bulgu boş uterus kavitesi, gestasyonel kese etrafında ince bir myometriyal dokunun bulunması ve koryonik kesenin uterin kavitenin lateral kenarında >1 cm ayrı olmasıdır (6). Her iki olgumuzda da ultrasonografide gestasyonel kese içinde CRL ölçülebilen koryonik kitle mevcuttu. Birinci olguda ultrasonografide endometriyal kavite ince gözükmekte ve ok ile işaretli alanda gözüktüğü gibi uterin sağ kornda gestasyonel kesenin etrafında ince bir myometriyum dokusu mevcuttu. İkinci olguda ise Resim 3’te görüldüğü gibi uterus fundus myometriyumunda sol korna yerleşmiş içinde fetal kalp aktivitesi gözlenen gebelik mevcuttu. Ektopik gebelikler içinde salpinks dışında yerleşim gösteren ektopik gebelikler özel ilgi gerektirir. Çünkü bu olgularda tanıda zorluk, bireysel tedavi seçenekleri ve tanı anındaki gebelik haftalarında farklılıklar vardır. İntertisyel ektopik gebelikler implantasyon sonrası erken evrede semptomatik hale gelir ve intraabdominal kanama bulguları ilk trimesterde görülür. Ancak, 51 İKSST Derg 6(1):49-53, 2014 kornual ektopik gebelikler birinci trimesterin sonu ya da ikinci trimesterin başında semptomatik hale gelirler. Olgularımızda ilk olgu vajinal kanama ve diğer olgu ağrı yakınması ile başvurmuştu. Kornual ektopik gebeliğin tedavisi konservatif tıbbi tedaviden cerrahi tedaviye kadar değişir. Geleneksel tedavi ciddi şekilde zarar görmüş uteruslarda kornual rezeksiyon veya histerektomi olmuştur. Bu tedaviler laparatomiyi gerektirmektedir (11). Biz ikinci olguda hastanın hemodinamik parametrelerinin bozuk olması ve intraabdominal kanama, dolaysısıyla uterus kornunda bozulma olması nedeniyle laparotomik rezeksiyon seçeneğini uyguladık. Yapılan ameliyat ile hasta başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir. Dolayısıyla kornual gebelik akut karın yada stabil olmayan hemodinami ile başvurursa acil operasyon şartı oluşmaktadır. Ayrıca kornual gebeliğin laparoskopik rezeksiyonun bildirildiği başarılı olgu sunumları vardır. Laparoskopi hemodinamik olarak stabil hastalarda laparotomiye iyi bir alternatiftir (8). Sistemik metotreksat tedavisi ektopik gebelikte uzun yıllardır kullanılmaktadır, ancak kornual ektopik gebelikte kullanımı ile ilgili bilgiler sınırlıdır. Birinci olgumuzda hemodinamik olarak vital bulgularının stabil olması, başlangıç β-hCG seviyesinin 5000’nin altında olması ve hastanın operasyon seçeneğini kabul etmemesi üzerine literatürde yapılan olgulara bakılarak metotreksat tedavisi uygun görüldü. Dilbaz ve ark. (12) tek doz metotreksat tedavisi ile 3 kornual ektopik gebelik olgusunu başarılı şekilde tedavi ettiklerini bildirmişlerdir ve cerrahi tedaviye alternatif olabileceğini öne sürmüşlerdir. Biz birinci olguda erken tanı konmuş olması, fertilite isteğinin olması, hastanın hemodinamik olarak stabil olması ve β-hCG seviyesinin 1600 mIU/ml olması üzerine sistemik metotreksat tedavisini seçtik. Hasta medikal tedavi ile cerrahiye gerek kalmadan başarılı şekilde tedavi edilmiştir. Tedavi başarısında başlangıç β-hCG seviyesinin 5000 mIU/ml’nin altında olması, gebelik kitlesinin küçük olması ve hemodinamisinin bozulmamış olması önemli faktörlerdi. Balsak ve ark. (13) başlangıç β-hCG değeri 17714 mIU/ml olan bir kornual ektopik gebelik olgusunu iki doz (50 mg/m2) metotreksat ile başarılı şekilde tedavi etmişlerdir. Aynı şekilde Karen ve ark. (14) kornual ektopik gebelikte cerrahi tedavinin hemodinamik olarak stabil olan hastalarda ilk tedavi seçeneği olmamasını, özel52 likle β-hCG seviyesi >5000 mIU/ml olan olgularda çift doz metotreksat tedavisinin gerekliliği üzerinde durmuşlardır. Fisch ve ark.’nın (3) yaptığı çalışmada toplam 47 hastanın 13’üne metotreksat ile tedavi verilmiş ve sonuçta güvenli bir seçenek olduğu sonucuna varmışlardır. Fisch ve ark.’nın (3) yaptığı olgu sunumunda başlangıç β-hCG seviyesinin şimdiye kadar en yüksek olarak bildirilen 102,000 mIU/ml olduğu kornual gebelik olgusu bildirilmiştir. Bu olguda Fisch ve ark. (3) 4 doz metotreksat 50 mg/m2 ve 2 doz lökovorin tedavisi sonrası kese boyutunda değişme olmaması ve β-hCG seviyesinde anlamlı düşüş olmaması üzerine intragestasyonel kesenin aspirasyonu ve kese içine 2 ml normal salin içinde 50 mg metotreksat tedavisini uygulamışlardır. Olgu 11. gününde β-hCG seviyesi 25,000 mIU/ml olarak taburcu edilmiştir. Hasta daha sonra tedavi süresince asemptomatik seyretmiş olup, tedavinin 52. gününde β-hCG seviyesi sıfır olmuştur. Tedaviye bağlı yalnızca perioral stomatit ve hafif karaciğer enzim yüksekliği dışında önemli bir komplikasyon gelişmemiştir. Medikal tedavinin önemli bir avantajı fertilitenin korunmasıdır ama tedavi sırasında abondan batın içi kanama ve rüptür risklerini taşımaktadır. Aynı zamanda medikal tedavide histeroskopik veya ultrason eşliğinde intragestasyonel kese içerisine metotreksat yada KCL enjeksiyonu yapılan başarılı olgularda bildirilmiştir (10). Turan ve ark.’nın (10) olgusunda sol kornual bölgede canlı 11,5 mm’lik CRL’si olan embriyo izlenmiş, önce gestasyonel sac içerisine 2 ml KCL enjekte edilmiş ve 12 saat sonra fetal kalp atımının durduğu gözlendikten sonra 75 mg intramuskuler metotreksat uygulaması yapılmıştır. Hastanın başlangıç β-hCG seviyesi 53.000 mIU/ml ve 3 haftalık takipten sonra 19. günde yapılan β-hCG seviyesi 8400 mIU/ml olması ve gebelik kesesinin bir miktar rezorpsiyonu ve miyometriyumun kalınlaşmasından sonra aspirasyon küretaj yapılarak ve herhangi bir komplikasyon yaşanmadan kornual ektopik gebelik konservatif olarak başarılı şekilde tedavi edilmiştir. Ayrıca literatürde Cheng ve ark. (4) 12 haftalık bir kornual gebelikte metotreksat tedavisinin başarısız olması üzerine intraamniyotik etoposit injeksiyonunun başarılı olduğu bir olgu bildirmişlerdir. Uterin rüptür riski hem cerrahi hem de medikal teda- E. Karaman ve ark., Kornual Ektopik Gebelikte Yönetim: İki Olgu Sunumu vi sonrası bulunmaktadır. Medikal tedavide myometriyal duvardaki zayıflamanın neden olabileceği vurgulanmıştır. Biz birinci olguda hastanın hemodinamik olarak stabil olması ve fertilite isteği nedeniyle sistemik metotreksat ile tedavi ettik. İkinci olguda ise rüptür şüphesinin olması ve hastanın vital bulgularının stabil olmaması nedeniyle laparotomik kornual rezeksiyon yaptık. SONUÇ Kornual ektopik gebelik nadir görülen bir ektopik gebelik formudur. Geç tanı konulduğu zaman abondan batın içi kanamalara neden olabileceği gibi erken tanı konulursa medikal tedavi seçenekleri de vardır. Kornual gebeliğin tanısının erken konulması hem hastalığın konservatif olarak tedavi edilebilme seçeneğini yaratması ve hem de mortalite ile morbiditeyi azaltması açısından önemlidir. Ayrıca gecikmiş düşük düşünülerek D&C planlanan hastalarda intrauterin gebelik tanısının ultrasonografik olarak dikkatli bir şekilde konulması gerekmektedir. Kornual gebelikte tedavi seçimi hastanın hemodinamisine, ultrasonografik bulgulara ve başlangıç β-hCG seviyesi göz önüne alınarak bireyselleştirilmelidir. KAYNAKLAR 1. Lau S, Tulandi T. Fertil steril. Conservative medical and surgical management of interstitial ectopic pregnancy. 2000;73(5):1063-4. 2. Berek JS. Novak gynecology, Ectopic pregnancy 2005;(17):507-43. 3. Fisch JD, Ortiz B, Tazuke S, Chitkara U, Giudice L. Medical management of interstitial ectopic pregnancy: a case report and literature review. Hum Reprod 1998;13(7):1981-6. http://dx.doi.org/10.1093/humrep/13.7.1981 4. Cheng CL, Wang P, Chiu C, Yang M, Hung J. Successful conservative treatment for advanced interstitial pregnancy. J Reprod Med 2002;47(5):424-6. 5. Morgana M, Aziza M, Mikhaila M, Heneinb M, Atallaa R. Ultrasound guided treatment of cornual ectopic pregnancy. Ultrasound Obstet Gynecol 2003; 25(3):272-5. 6. Timor-Tritsch IE, Monteagudo A, Matera C, Veit CR. Sonographic evolution of cornual pregnancies treated without surgery. Obstet Gynecol 1992;(79): 1044-9. PMid:1579304 7. Ross R, Lindheim SR, Olive DL, Pritts EA. Cornual gestation: a systematic literature review and two case reports of a novel treatment regimen. J Minim Invasive Gynecol 2006;13(1):74-8. http://dx.doi.org/10.1016/j.jmig.2005.11.005 PMid:16431329 8. Gezer A, Mutlu H. Laparoscopic management of cornual pregnancy without sutures. Arch Gynecol Obstet 2004;(270):194-6. http://dx.doi.org/10.1007/s00404-003-0501-1 PMid:12764626 10.Turan V, Selvi GD, Demirtaş Ö, Akercan F, Karadadas N. Kornual ektopik gebeliğin fetosit ve metotreksat ile tedavisi. Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Dergisi 2010;7(1):49-52. 11. Karalök H,İlter E,Tüfekçi CE, Akyol H, Batur O. Unruptured Cornual (Interstitial) Pregnancy: A Case Report. Turkiye Klinikleri J Gynecol Obst 2005;(15): 274-6. 12.Dilbaz S, Katas B, Demir B, Dilbaz B. Treating cornual pregnancy with a single methotrexate injection: a report of 3 cases. J Reprod Med 2005;50:141-4. PMid:15755053 13.Balsak D, İnal M, Yıldırım Y, Öner RS, Tınar Ş. Rüptüre olmamış ektopik gebeliğin intravenöz metotreksat ile başarılı tedavisi:iki olgu sunumu. İnönü Ünviversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2007;14(1):65-7. 14.Jermy K, Thomas J, Doo A, Bourne T. The conservative management of interstitial pregnancy. BJOG 2004;111:1283-8. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.2004.00442.x PMid:15521876 53 İKSST Derg 6(1):54-56, 2014 doi:10.5222/İKSST.2014.054 Editör’e Mektup Sayın Editör, Şahbaz ve ark. (1) imzalı, derginiz Mayıs 2013 sayısında yayınlanan “Sezaryen Skar Gebeliği: İki Olgu Sunumu” başlıklı olgu sunumunu ilgi ile okudum. Yazarları bu başarılı çalışmadan ötürü kutladıktan sonra yayın ile ilgili birkaç katkıda bulunmak istiyorum. Yayının tartışma bölümünde sezaryen skar gebeliği (SSG) tedavisi, “SSG tedavisinde metotreksat uygulaması (doğrudan veya sistemik), laparatomi veya laparaskopi ile wedge rezeksiyon, dilatasyon ve kürtaj, histereskopi eşliğinde kürtaj, uterin arter embolizasyonu kullanılmaktadır,” diye özetlenmiştir (1). Tedavi seçeneklerinin daha genel bir tasnif yapılarak; konservatif medikal tedaviler, lokal enjeksiyon tedavileri, cerrahi kese (sac) aspirasyonu, küretaj, cerrahi rezeksiyon, uterin arter embolizasyonu ile bunların çeşitli kombinasyonları şeklinde belirtmenin daha uygun olacağı düşüncesindeyim (2,3). İkinci bir konu olarak; yayında sunulan her iki olgunun da fetal kalp atımı olmadığı belirtilmiş, ancak serum ß-HCG değerleri sunulmamıştır (1). Sistemik metotreksat ile tedavi edilen 2. olgunun serum ß-HCG değeri önem göstermektedir. Çünkü yüksek serum ß-HCG titresi olan ve/veya embriyonal kardiyak aktivitenin izlendiği olgularda tek başına sistemik metotreksat kullanılması durumunda başarı oranlarının düşük olması nedeni ile sistemik tedavilerin fetal intrakardiyak KCl gibi lokal tedavilerle kombinasyonu daha uygun bir tedavi şekli olarak gözükmektedir (3,4). Saygılarımla. KAYNAKLAR 1. 2. 3. Şahbaz A, Polat İ, Alkış İ, Tekirdağ Aİ. Sezaryen skar gebeliği: İki olgu sunumu. JOPP Derg 2013;5:94-6. Molinaro TA, Barnhart KT. Ectopic pregnancies in unusual locations. Semin Reprod Med 2007;25:123-30. http://dx.doi.org/10.1055/s-2007-970051 PMid:17377899 Yazıcı G, Savaş A, Dilek U, Dilek S. Canlı sezaryen skar gebeliğinin intrakardiyak KCL ve sistemik metotreksat kombinasyonu ile tedavisi: Olgu sunumu. Perinatoloji Dergisi 2009;17:85-9. 4. Smorgick N, Vaknin Z, Pansky M, Halperin R, Herman A, et al. Combined local and systemic methotrexate treatment of viable ectopic pregnancy: outcomes of 31 cases. J Clin Ultrasound 2008;36:545-50. http://dx.doi.org/10.1002/jcu.20506 PMid:18626871 Aysun Savaş Yahyalı Devlet Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Kayseri Yazarın Cevabı Yazarın, yazımıza olan ilgisinden ve katkılarına teşekkür ederiz. Sezaryen skar gebeliği (SSG) tedavisi üzerinde henüz bir fikir birlikteliği yoktur ve çalışmalar daha çok olgu bazlı çalışmalardır. Okuyucuları bu konuda daha da aydınlatmak amaçlı SSG’li olgularda tedavi modalitelerini daha ayrıntılı açıkladık. Olgu serilerinde ve derlemelerde SSG hakkında bildirilen tedavi seçeneklerini (1-4) aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: Alındığı tarih: 12.07.2013 Kabul tarihi: 23.08.2013 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Aysun Savaş, Yahyalı Devlet Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Kayseri e-posta: [email protected] 54 A. Savaş, Editöre Mektup 1) Bekleme Tedavisi Gebeliğin devamını isteyen ve ultrasonda gebelik kesesinin uterin kaviteye doğru geliştiğinin gösterildiği olgularda tercih edilebilir (3). Eğer bekleme tedavi yöntemi tercih edilecekse hastaya ilerleyen gebelik haftalarında uterin rüptürün gerçekleşe bileceğinin anlatılması gerekmektedir. 2) Medikal Tedavi Medikal tedavi özellikle trofoblast dokunun mesane üzerinde veziko-uterin boşluğa yaklaştığı olgularda tercih edilmesi önerilmektedir (1,4). Ayrıca ağrısı olmayan, hemodinamisi stabil, rüptüre olmamış, gebelik haftatası≤ 8. gebelik haftası olan ve kese ile mesane arasındaki miyometrial kalınlığın 2 mm’den az olduğu SSG’li olgularda da konservatif medikal tedavi önerilebilir (1). a) Yalnız Metotraksat tedavisi B-hCG düzeylerinin 5000 mIU/ml olduğu olgularda 50 mg/m² Metotreksat tedavisine iyi yanıt alınabilmektedir (5,6). b) Lokal Embriosidler Metotraksatın yarı ömrünün uzun olması ve SSG’nin çevreleyen fibröz dokunun vaskülarizasyonun görece daha az olması nedeniyle sistemik Metotraksat tedavisini etkinliğini sınırlandırmaktadır. İlk defa kese içine metotreksat uygulması Godin ve ark. (7) tarafından gerçekleştirilmiştir. KCI (7), hiperosmolar glukoz (8), kristalin triksantin (9) gibi embriosidler de ultrason eşliğinde kese içerisine uygulanmıştır. c) Kombine Tedavi Bazı yazarlar, klinik tedavi başarısını artırmak için, farklı farmakolojik ajanların kombine kullanımını önermekteler: lokal hiperosmolar glukoz enjeksiyonu ve oral metotraksat uygulaması, servikal triksantin uygulaması sonrası mifepriston veya metotraksat uygulaması, lokal KCI enjeksiyonu sonrası, kese içine metotraksat uygulaması (8-11). 3) Cerrahi Tedavi i) Histereskopi SSG’de histereskopi uygulaması ilk defa Wang ve ark. (12) tarafından uygulanmıştır. Robinson ve ark. (13) olası mesane hasarını önlemek ve kanama kontrolü amaçlı laparoskopi eşliğinde histereskopi ile SSG boşaltımını bildirmişlerdir. ii) Laparoskopi Karın boşluğuna ve mesaneye doğru yerleşim gösteren, hemodinamisi stabil SSG’li olgularda tercih edilmektedir. iii)Laparotomi Uterin rüptür şüphesi olan olgularda SSG’nin wedge rezeksiyonu zorunludur. Bu yöntem ile SSG’nin tam çıkartımı ve skar dokunun onarımına olanak sağlar (1-3). Rezidüel trofoblast dokusunun tam çıkartılmasını sağlar ve mikrotübüler yolların tam eksizyonu ile SSG rekürenslerini önler (3,14). Ancak, daha uzun süre hastanede yatış ve post-operatif adezyon ve plasenta previa riskini artırmaktadır (3,14). iv) Uterin küretaj ve kese aspirasyonu Tek başına, SSG’nin körlemesine küretajı yetersiz görülmekte ve önerilmemektedir (15). Ancak, 7. gebelik haftasından daha erken haftalarda ve miyometrial kalınlığın 3,5 mm’den fazla olduğu olgularda tavsiye edilmektedir (15). 55 İKSST Derg 6(1):54-56, 2014 4) Uterin Arter Embolizasyonu Tek başına UAE’den çok, lokal/sistemik metotraksat uygulaması, uterin küretaj gibi tedavi modaliteleri ile kombine şekilde bildirilmiş olgu serileri bildirilmiştir (16). Yazımızdaki ilk olgunun serum B-hcg değeri 2820 mIU/ml, ikinci olgunun serum B-hcg değeri ise 1940 mIU/ml idi. Yukarıda söz ettiği gibi halihazırda tavsiye edilen kesin bir tedavi modalitesi yoktur, ancak hasta bazlı olarak mevcut tedavi seçneklerinden uygun olanı seçilebilir. KAYNAKLAR 1. Maymon R, Halperin R, Mendlovic S, Schneiderand D, Herman A. Ectopic pregnancies in a Caesarean scar: review of themedical approachto an iatrogenic complication. Human Reproduction Update 2004;10(6):515-23. http://dx.doi.org/10.1093/humupd/dmh042 PMid:15375087 2. Litwicka K and Greco E. Caesarean scar pregnancy: a review of management options. Current Opinion in Obstetricsand Gynecology 2011;23:415-21. http://dx.doi.org/10.1097/GCO.0b013e32834cef0c PMid:22011956 3. Vial Y, Petignat P, Hohlfeld P. Pregnancy in a caesarean scar. Ultrasound Obstet Gynecol 2000;16:592-3. http://dx.doi.org/10.1046/j.1469-0705.2000.00300-2.x PMid:11169360 4. Sadeghi H, Rutherford T, Rackow B, et al. Cesarean scarec topic pregnancy: caseseries and review of the literature. Am J Perinatol 2010;7:111-20. http://dx.doi.org/10.1055/s-0029-1224874 PMid:19504427 5. Shufaro Y, Nadjari M. Implantation of a gestational sac in a cesarean section scar. Fertil Steril 2001;75:1217. http://dx.doi.org/10.1016/S0015-0282(01)01795-2 6. Ravhon A, Ben-Chetrit A, Rabinowitz R, et al. Successful methotrexate treatment of a viable pregnancy in a thinuterine scar. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:628-9. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.1997.tb11547.x PMid:9166212 7. Godin P, Bassil S, Donnez J. Ectopic pregnancy developing in a previous caesarean sectionscar. Fertil Steril 1997;67:398-400. http://dx.doi.org/10.1016/S0015-0282(97)81930-9 8. Roberts H, Kohlenber C, Lanzarone V, Murray H. Ectopicpregnancy in lower uterine segment uterine scar. Aust N Z J Obstet Gynecol 1998;38:114-6. http://dx.doi.org/10.1111/j.1479-828X.1998.tb02976.x 9. Weimin W, Wenqing L. Effect of early pregnancy on a previous lower segment caesarean sectionscar. Int J Gynecol Obstet 2002;77:201-7. http://dx.doi.org/10.1016/S0020-7292(02)00018-8 10. Donnez J, Godin P, Bassil S. Successful methotrexate treatment of a viable pregnancy within a thin uterine scar. Br J Obstet Gynaecol 1997;104:1216-7. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.1997.tb10956.x 11. Chiang A, La V, Chou C, et al. Ectopic pregnancy in a caesarean section scar. Fertil Steril 2011;95:2388-9. http://dx.doi.org/10.1016/j.fertnstert.2011.03.104 PMid:21497339 12. Wang CJ, Yuen LT, Chao AS, et al. Caesarean scar pregnancy successfully treated by operative hysteroscopy and suction curettage. BJOG 2005;112:839-40. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.2005.00532.x PMid:15924549 13. Robinson J, Dayal M, Gindoff P, Frankfurter D. A novel surgical treatment for caesarean scar pregnancy: laparoscopically assisted operative hysteroscopy. Fertil Steril 2009;92:1497.e13-1497.e16. 14. Flystra DL, Pound-Chang T, Miller MG, et al. Ectopic pregnancy within a caesarean deliveryscar: a casereport. Am J Obstet Gynecol 2002;187:302-4. http://dx.doi.org/10.1067/mob.2002.125998 15. Wang CJ, Chao AS, Yuen LT, et al. Endoscopic management of caesarean scar pregnancy. Fertil Steril 2006;85:494-7. http://dx.doi.org/10.1016/j.fertnstert.2005.07.1322 PMid:16595234 16. Yang XY, Yu H, Li KM, et al. Uterine artery embolization combined with local methotrexate for treatment of caesarean scarpregnancy. BJOG 2010;117:990-6. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.2010.02578.x PMid:20536432 Ahmet Şahbaz Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Zonguldak 56 YAZARLARA BİLGİ İKSST Dergi Kuralları: “İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi (İKSSTD)” Sağlık Bakanlığı Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin yılda 3 sayı yayınlanan süreli yayın organıdır. Dergide jinekoloji, obstetrik, pediatri, pediatrik cerrahi ve temel tıp bilimlerini içeren orijinal araştırma makaleleri, olgu sunumları, derlemeler, ile panel ve kongre gibi etkinliklerin duyuruları da yayınlanır. Dergiye gönderilen yazıların başka bir dergide yayınlanmamış ve kabul edilmemiş olması gerekir. Daha önce kongre ve bilimsel toplantılarda bildirilmiş ve özet halinde yayımlanmış çalışmalar belirtilmesi kaydıyla kabul edilebilir. Gönderilen yazıların biçimsel uygunluğu sağlananlar, editör tarafından 2 hakemin değerlendirmesine gönderilir, gerek görüldüğü takdirde istenen değişiklikler yazarlarca yapıldıktan sonra yayınlanmak üzere sıraya alınır, yayınlanır. Yazarlar editöre hitaben yazdıkları kapak mektubunda tüm yazarların makaleye akademik-bilimsel olarak katkıda bulunduklarını, makalenin bilimsel ve etik sorumluluğunu paylaştıklarını belirtmelidirler. Sadece on-line olarak gönderilen yazılar değerlendirmeye alınır. www.journalagent. com/iksstd sitesine kayıt olunarak yazı gönderilmesi ve takibi yapılabilir. Yayınlanmak üzere dergiye gönderildikten sonra yazarlardan hiçbiri, tüm yazarların yazılı izni olmadan yazar listesinden silinemez, ayrıca hiçbir yeni isim, yazar olarak eklenemez ve yazar sırası değiştirilemez Bilimsel sorumluluk Makalede adı geçen tüm yazarların yazıya doğrudan katkısı olmalıdır. Bu yazarlar makaledeki çalışmayı planlamalı, yapmalı, makaleyi yazmalı, revize etmeli, istatistiksel değerlendirmesini yapmalı veya son halini kabul edip gönderilmesine onay vermelidir. Araştırma makalelerinde hipotezlerin incelenmesi, verilerin istatistiksel değerlendirmesi ile olur. İstatistiksel Değerlendirmede yapılabilirse, bulguların miktarı belirtilmeli ve ölçüm hataları veya güven aralıkları uygun değerlerle gösterilmelidir. İstatistik kavramlar, kısaltmalar ve semboller tanımlanmalıdır. Makalelerin bilimsel kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır. Etik sorumluluk Yayınlamadan önce yazarlar www.logosyayincilik.com adresinde bulunan dergimize ait “Olur Belgesi”ni doldurup imzalayarak 0212 571 47 90’a faks yoluyla göndermelidir. Kurumların etik veya denetim kurulu onay ve desteği alındığını veya 1975’de kabul edilen Helsinki Anlaşmasında (http://www.wma.net/e/policy/b3.htm) belirlenen insan deneylerine ait ilkelere uyulduğunu ya da uyulmadığını, çalışmanın yapıldığı insanlardan bilgilendirildikten sonra rıza alındığı makalenin GEREÇ VE YÖNTEMLER bölümünde belirtilmelidir. Eğer çalışmada hayvanlar kullanılmış ise yazarlar aynı bölümde çalışmalarında hayvan haklarını koruduklarını ve kurumlarının etik kurullarından onay aldıklarını belirtmek zorundadırlar. Eğer makalede dolaylı veya dolaysız ticari bağlantı veya çalışma için maddi destek veren kurum/firma bulunuyorsa yazarlar; ön sayfada kullanılan ticari ürün, ilaç, firma ile ticari nasıl bir ilişkisinin olduğunu (konsültan, diğer anlaşmalar) bildirmek zorundadır. Makalelerin etik kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır. Yazım Dili Yönünden Değerlendirme Derginin yayın dili Türkçedir. Gönderilecek yazılarda Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğü ile tıbbi terimler sözlükleri esas alınmalıdır. Yazılan metin yayın için kabul edildikten sonra dergiye ait kabul edilir ve telif hakkı yayımcı üzerine geçer. Editör, yayımcı tarafından kişilere veya mala gelebilecek herhangi bir hasar ya da yaralanmanın sorumluluğu kabul etmez. Yazının Hazırlanması Yazılar “Times New Roman” fontu ile 12 punto ile çift satır aralıklı, en az 25 mm kenar boşluğu bırakılacak şekilde yazılmalıdır. Gönderilen yazılarda şu sıraya uyulmalı ve her biri ayrı sayfaya yazılmalıdır: Sayfa 1, Başlık, Tam başlığı, onaylanmış finansal destek (ödenek) Sayfa 2, Özet ve Anahtar Kelimeler: Özet çalışmanın amacını, planlanışını, kurulumunu, hastaları, sonuçları ve tartışmayı içeren Amaç (Objective) Yöntem (Method) Bulgular (Results) Yorum (Conclusions) ana başlıklar altında ve 250 sözcüğü geçmeyecek şekilde yazılmalıdır. Özetin altına 3-10 anahtar kelime tanımlanmalıdır. Bilimsel makalelerdeki anahtar kelimeler, Türkiye Bilim Terimleri arasından seçilmeli bu kurala titizlikle uyulmalıdır. Bu amaçla http://www.bilimterimleri.com adresi kullanılmalıdır. Sayfa 3, İngilizce başlık özet ve anahtar kelimeler hazırlanacaktır. Bu sayfa 3. sayfanın özelliklerini içerecektir. Bu sayfa yabancı indeksler tarafından kullanılacaktır. Sayfa 4, Özetin sonrasında aşağıdaki kısımlar makaleye her biri ayrı sayfada olacak şekilde dahil edilmelidir. · Giriş · Gereç ve Yöntemler · Sonuçlar · Tartışma · Teşekkür Kaynakça: Kaynaklar metinde belirtildiği sırada numaralandırılmalıdır. Tablo ve figürlerde ilk kez belirtilen referanslar tablonun veya figürün açıklandığı metin içinde mutlaka belirtilmelidir. Kaynaklar parantez içinde arabik harflerle yazılmalıdır. Sunu, yayımlanmamış gözlemler, kişisel değerlendirmeler kaynak olarak kullanılmamalıdır. Sözlü olmayan yazılı referanslar (parantez içinde) yazılabilir. Kaynak olarak kabul edilmiş ancak yayımlanmamış makaleler için dergi belirtilmeli ve “yayımlanmakta” ifadesi eklenmelidir. Kaynaklar yazarların orijinal dokümanlarından doğrulanmalıdır. Dergilerin başlıkları Index Medicus’da belirtilen kısaltmalara göre yapılmalıdır. Makaledeki tüm yazarlar yazılmalı fakat sayı beşi geçerse altıncı olarak “et al” yazılmalıdır. Tablolar ve açıklamaları a) Tablolar: Ayrı sayfalara çift boşluklu yazılmalı ve rakamlara konuda geçen sırasına göre başlık verilmeli ve numaralandırma yapılmalı. Tablolar fotoğraf gibi sunulmamalı. Her sütuna kısa başlık verilmeli. Açıklayıcı bilgileri başlıkta değil dipnotlarda verilmeli. Dipnotlar için şu sırada belirtilmiş sembolleri kullanılmalı; a, b, c, d, e, f. b) Resimler: Şekiller özenle profesyonelce çizilmiş ve fotoğraflanmış olmalı, elle çizim veya kitap harfiyle basım kabul edilemez. Harfler veya belirleyici işaretler anlaşılır ve yazı boyutu her figür için sabit olmalıdır. Bir figürdeki tanımlamalar için büyük harfler kullanılmalı. Semboller, yazılar ve numaralar basım için küçültüldüğü takdirde dahi okunabilir olabilmeleri için belirgin biçimde anlaşılır olmalıdırlar. Başlıklar ve detaylandırılmış açıklamalar çizimin kendisinde değil resme ait yazıda olmalıdır. Resimler sisteme word dokumandan ayrı bir dosya olarak (.jpg formatında) yüklenmelidir. c) Kısaltmalar: Metin içinde kelimenin ilk geçtiği yerde parantez içinde verilir ve tüm metin boyunca o kısaltma kullanılır. Cümle ve paragraf başları kısaltma ve rakamla başlamaz. d) Açıklayıcı bilgiler: Ayrı bir sayfaya ardışık düzende çift aralıklı yazılır. e) İzinler: Diğer kaynaklardan temin edilmiş materyaller, dergiye izin veren telif hakkı sahibi tarafından yazılı bir ifade ile desteklenmiş olmalıdır. Teşekkür. Çalışmaya entelektüel olarak katılmış fakat yazarlık açısından katılım göstermemiş kişiler ve fonksiyonları buraya yazılabilir. Örnek, “bilimsel danışman”, “bioistatistik uzmanı”, “veri toplayıcısı” veya “klinisyen”. Bu kişilerden isimleri yazılması için izin alınmalıdır. Yazılı izinlerin alınmasından yazarlar sorumludur. Kaynak Örnekleri 1. Takihara H, Sakatoku J, Cockett ATK. The pathophysiology of varicocele in male infertility. Fertil Steril 1991;55:861-8. Kitaplar 2. Colson JH, Armour WJ. Sports injuries and their treatment. 2nd rev. ed. London: S. Paul, 1986. 3. Diener HC, Wilkinson M, eds. Drug-induced headache. New York: Springer-Verlag, 1988. 4. Weinstein L, Swartz MN. Pathologic properties of invading microorganisms. In: Sodeman WA Jr, Sodeman WA, eds. Pathologic physiology: mechanisms of disease. Vol. 1. Philadelphia: WB Saunders, 1974:457-72. Abstract 5. O'Hanley P, Sukri N, Intan N. Morbidity and mortality trends of typhoid fever due to Salmonella typhi at the Infectious Disease Hospital (IDH) in North Jakarta from 1984 to 1991 [abstract no. 945]. In: Program and abstracts of the 32nd Interscience Conference on Antimicrobial Agents and Chemotherapy. Washington, DC: American Society for Microbiology, 1992:268. Mektup 6. Kremer J. Yardsticks for successful donor insemination [mektup]. Fertil Steril 1991;55:1023-4. Yayımlanmakta 7. Lillywhite HB, Donald JA. Pulmonary blood flow regulation in an aquatic snake. Science. Baskıda. Orijinal makaleler 10 A4 sayfasını aşmayacak şekilde (özet, tablo, şekiller, kaynaklar dahil) hazırlanmalıdır. Olgu sunumları Olgu sunumları kısa ve öz, bilgilendirici nitelikli 5 sayfayı aşmayacak şekilde, bir tablo veya figürden oluşmalı; giriş, olgu sunumu, tartışma ve kaynaklar bölümlerini içermelidir. Derlemeler Derginin içeriğine ait konularda güncel, en son yenilikleri kapsayacak şekilde, 10 A4 sayfasını aşmayacak şekilde editörlerin uygun gördüğü kişiler tarafından ve en fazla 50 kaynak kullanarak yazılmalıdır. Editöre mektup Bu kısım dergide son zamanlarda yayınlanan makaleye yönelik eleştirileri içerir. Mektup kısa, özet (400 kelimeyi aşmamalı), çift boşluklu ve en fazla 5 kaynaktan oluşmalı. Mektup ve yanıtlar dergi formatına uygun olmalıdır. Yazışma ile birlikte detaylı adres, telefon ve faks numarası ve e-mail adresi bildirilmelidir. Editör, mektupları kısaltma ve dergi formatına uyumlu olması için diğer değişiklikleri yapma hakkına sahiptir. Düzeltmeler Düzeltmeler başka bir açıklama yapılmadığı takdirde sorumlu olan yazara yollanacaktır. Danışmanlar tarafından gerekli görülen düzeltmeler yapıldıktan sonra yazar yeniden düzenlenmiş yazısını, önerilen düzeltmeleri nerelerde yaptığını, eğer düzenleme yapmadıysa da gerekçesini içeren maddeler halinde “editöre cevap” mektubuyla birlikte en kısa sürede yeniden dergiye gönderilecektir. Yayın için kesin kabul edilen makaleler için sorumlu yazara bir mektup yollanacaktır. Düzeltme sırasında yapılan değişiklikler, yazım hataları dışında, yazarların sorumluluğundadır.
© Copyright 2024 Paperzz