Yıl: 3 Sayı: 7 • Temmuz-Ağustos-Eylül 2014 Görme engelliler için Sesli Dergi CD’niz kapak içindedir D O S Y A K A D I N VE İSTİHDAM KADINLARIN İŞGÜCÜ PİYASALARINA ERİŞİMİ Biz Bir Aileyiz Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yayınıdır. Üç ayda bir yayımlanır. ÇOCUĞUM İLKOKULA HAZIR MI? BİR KALEM GÜZELİ: FUAT BAŞAR röportaj 100 “Biz Bir Aileyiz” Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yayınıdır. Üç ayda bir yayımlanır. Derginin Sahibi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adına Doç. Dr. Mustafa DURMUŞ Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tanıl Can BAYOĞLU Yayın Kurulu İrfan ÇAYBOYLU Merhaba değerli okuyucular, D ergimizin yedinci sayısıyla karşınızdayız. Her sayıda daha geniş kitlelere ulaşabilmenin ve kendimizi geliştirerek büyümenin mutluluğunu yaşıyoruz. Bildiğiniz üzere her sayımızda Bakanlığımızın faaliyet alanlarından yola çıkarak bir dosya konusu belirliyoruz. Okumakta Dr. Sermet BAŞARAN olduğunuz sayının dosya konusu ise “Kadın ve İstihdam”. Konuyu, Bakanlığı- Emre TÖRE mız uzmanları ve alanın uzmanı akademisyenler; toplumsal cinsiyet eşitliği, Dr. Dursun AYAN kadınların siyasal hayata ve kalkınma sürecine katılımı, kadın ve aile gibi açı- Samet CEYHAN Hulusi GÖLPINAR Mustafa BAL Aysun TÜRÜT Oya TANYERİ Danışma Kurulu lardan ele alarak irdelediler. Ayrıca dosya konumuza ek olarak bu sayımızda Bakanlığımızın çeşitli birimlerinde görev yapan dostlarımızın keyifli yazılarına yer verdik. Mevsimlik tarım işçiliği konusunu bilinmeyen birçok yönüyle çeşitli açılardan ele aldık. Çiğdem ERDOĞAN ATABEK Koruyucu aile hizmeti uygulamalarında görev almış bir uzmanımızın sahada Ömer BOZOĞLU yaşadığı tecrübelerini aktardığı anekdotuna “Deniz Yıldızları” başlığı altında Mustafa KARAMAN yer verdik. Çocuklarımız ilkokula hazır mı? Ninelerimizin ve dedelerimizin Temindar AYTEKİN Gülser USTAOĞLU Gamze AYRIM aile içindeki rolleri neler? Gibi sorulara da yanıt aradık bu sayımızda. Âşık Veysel’le uzun ince bir yola çıkıp yolculuğumuza Karadeniz’in şirin kenti Si- Selami GÜDER nop’ta devam ettik. Tarihin tozlu raflarından “İzmir Çocuk Kamplarını” ve Sevim TAŞDELEN “Çocuklara Ta’lim” dergisini çıkarttık. Sağlık alanında ise bu sayımızda son Kenan ÖNALAN zamanlarda çeşitli etkinliklerle tüm dünyada farkındalık oluşturulan ALS Ayşe KEŞİR Aygül FAZLIOĞLU Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN Doç. Dr. Ayşe Sezen SERPEN Doç. Dr. Cengiz ÖZBESLER Leyla İPEKÇİ Fatma KARABIYIK hastalığını ele aldık. Bu hastalığı yaşayanların ve ailelerinin yaşantılarından bir kesit sunduk. Bu sayımızdaki söyleşi konuğumuz ünlü Hattat ve Ebru sanatkârı Fuat BAŞAR. Samimi sohbetimizin unutulmaya yüz tutmuş bu sanat alanlarına ilgi uyandırmasını umut ediyor, aile sıcaklığında bir okuma diliyorum. İdare Adresi Söğütözü Mah. 2177. Sok. A Blok No: 10 Çankaya/Ankara Yapım RIHTIM AJANS www.rihtimajans.com.tr Tel: 0(312) 441 61 31 Görsel Yönetmen Selma KOÇAK Basım Yeri Özel Ofset • Tel: 0(312) 395 06 08 Basım Tarihi 20.11.2014 yayınlanmasını isteğiniz yazı, inceleme ve eleştirileriniz için e-posta [email protected] Tanıl Can BAYOĞLU DEZAVANTAJLI BİR AİLE ÇİFTÇİLİĞİ GRUBU OLARAK “MEVSİMLİK TARIM İŞÇİLERİ” 06 DENİZ YILDIZLARI 18 Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Ulaşılması Sürecinde GEÇİCİ ÖZEL ÖNLEMLER 39 “KADINLARIN İŞGÜCÜ PİYASALARINA ERİŞİMİ BİR KALEM GÜZELİ: FUAT BAŞAR 26 Gelişmiş ülkelerdeki deneyimler, sürdürülebilir bir kalkınma için kadınların ekonomik ve sosyal kalkınmanın vazgeçilmez elemanları olarak görülmesini gerektirmektedir. 54 YÜZEN KENT SİNOP 93 İÇİNDEKİLER 04 İŞ VE AİLE YAŞAMI UYUMLAŞTIRMA DOSYA: KADIN VE İSTİHDAM 73 ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU 76 ÇOCUK HAKLARI VE Emre TÖRE Ayşe KEŞİR 06 “MEVSİMLİK TARIM İŞÇİLERİ” Aygül FAZLIOĞLU “TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİN ANA PLAN VE POLİTİKALARA YERLEŞTİRİLMESİ” KAVRAMINI ANLAMAK ÇOCUĞUN KATILIM HAKKI Sevil Lale KURT Meryem TATLIER BAŞ 34 13 KADIN EMEĞİNDE ZOR KARAR: AİLE Mİ, İŞ Mİ? Prof.Dr. Emine ÖZMETE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE ULAŞILMASI SÜRECİNDE GEÇİCİ ÖZEL ÖNLEMLER 18 Leyla ORUÇHAN 20 HAZIR MI? Çelebi ÇAĞLAYAN Umut Atakul Yönetmen 85 Özgün BALTACI 43 NİNELERİN VE DEDELERİN AİLE İÇİNDEKİ ÖNEMLİ ROLLERİ Nevzat ÖZER 49 26 FUAT BAŞAR Röportaj: Mehmet AYCI (1934) Turgay ÇAVUŞOĞLU 90 KADINLARIN İŞGÜCÜ PİYASALARINA ERİŞİMİ TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE ERKEKLERİN KATILIMI Handan SAYER 58 ESKİ HARFLİ BİR ÇOCUK DERGİSİ: ÇOCUKLARA TA’LİM Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Ekonomik Statü Daire Başkanlığı Fatih ÇALMAZ 93 YÜZEN KENT SİNOP 96 BİTKİLERLE TEDAVİDE Ayşe SEVİM BİR MODERNİTE RÜYASI OLARAK: AİLESİZ TOPLUMDA KADIN Fatma ÖZDOĞAN BİR KALEM GÜZELİ: İZMİR ÇOCUK KAMPLARI DERS KİTAPLARINDA TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ 54 23 SKLEROZ: 39 Mustafa ÇADIR ÇOCUĞUM İLKOKULA AMYOTROFİK LATERAL Özgü KARACA BOZKURT KADINLARIN SİYASAL KATILIMINI ARTTIRMAK DENİZ YILDIZLARI 81 62 GÜÇLÜ KADIN GÜÇLÜ TOPLUM Hülya ÖRS 68 TOPLUM “KADIN” VE ERKEKTEN OLUŞUR Nurcan YILDIZ 71 HER ZAMAN DİKKATLİ OLUNMALI Dr. Dursun AYAN iş ve aile İŞ VE AİLE YAŞAMI UYUMLAŞTIRMA İdeolojiler, sistemler, rejimler kadınlar üzerinden görünür olduğundan, kadınlar sürekli seçim yapmaya zorlanır. Giyim kuşamdan başlar bu dayatma, seçeceği mesleğe kadar devam eder bazen… Ayşe KEŞİR Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Siyasi Danışmanı [email protected] Söz konusu, iş yaşamı ve aile olunca da durum değişmez… “Çocuk da yaparım kariyer de…” dillere pelesenk olsa da, kadının aile ve iş yaşamı arasında tercihe zorlanması, sanayileşme süreci kadar eski bir tartışmadır. Konuyu ele alırken kır ve kent yaşamını ayrı değerlendirmek gerekir elbette. Çünkü tutum ve davranışlar, beklentiler toplumdan topluma, kırdan kente göre değişim göstermektedir. Kırsal yaşamda kadın bir yandan bağ, bahçe, tarlada ve hayvancılıkta ücretsiz aile işçisi olarak çalışırken diğer yandan da evinin kadınıdır; sosyal güvenlikten, teknolojiden, örgütlenmeden de yoksundur. Bununla birlikte kırsaldaki kadının “dışarıda çalışıp çalışmamak, çocuk bakımı” gibi bir sorunu da yoktur. Modernizm Annelik İle Barışık Mı? Şehirlileşen veya şehirde yaşayan kadın söz konusu olduğunda, ilk yaşanan tartışma “kadın çalışmalı mı, çalışmamalı mı?” olmuştur. Ardından ev işlerinin ve çocukların ne olacağı sorgulanmıştır. Bu tartışmanın temelinde “katı gelenekçi” yaklaşımlar olsa da, modernizmin de “annelik” ile barışık olup olmadığı sorgulanmalıdır. Ev içinde, çocuk ve yaşlı bakımı gibi görevleri, tamamen kadının sorumluluğu saymak kadar tamamen devletin sorumluluğuna bırakmak, kadının “annelik, eş, evlat” olarak rollerini yok saymak, ne kadar gerçekçidir? Ah! Aristo, Ah! Sosyal hayat ise söz konusu olan, kadın-erkek ilişkileri, ev içi roller, hayat siyah ve beyazlardan ibaret değildir. Aslında farkında olmasak da griler belirler hayatımızı ve büyük bir yekûn tutar… Hayat siyah ve beyazlardan ibaret olmadığı gibi, ifrat ve tefritlerden de ibaret değildir. Kadınlar, erkekler, toplum ve devlette zihinsel bir dönüşüme, yapısal değişikliklere ihtiyacımız var. Hep birlikte seçimlere mahkûm olmadan, hem “o” hem de “o” diyebileceğimiz mekanizmalar kurabiliriz. İtirazımız Var! Annelik ve kariyer yapmak konusunda seçim yapmaya zorlanmaya itirazımız var. Toplumun yarısını oluşturan kadınların iş gücünü yok sayamayız. Gerek sanayi, gerekse hizmet sektöründe istihdam ve üretim taleplerimiz var. Hayat; iş, ev ve sosyal yaşamın toplamıdır. Diğer yandan; kocamızın karısı, çocuklarımızın annesi, anne babalarımızın evladı ve kardeş olmaktan vaz geçmemizin beklenmesine ve hatta dayatılmasına da itirazımız var! Yeni Sorular Sormalı, Yeni Cevaplar Aramalıyız Toplumun yarısını oluşturan kadınların işgücünü yok sayabilir miyiz? “İyi bir ev kadını” her zaman “iyi bir anne” midir? Hem kadınlar hem de erkeklerin “iyi anne” olarak tanımladığı, çoğu zaman “iyi ev kadını” kabulleri değil midir? Biz kadınlar bile birbirimize yetiştirdiğimiz çocuklarımız için değil, “kar gibi beyaz çamaşırlar”, “zengin sofralar” için iltifat etmez miyiz? Aile olmak sadece ihtiyaç analizi ve iş bölümü yapmak mıdır? İçinde empati, vicdan, muhabbet, sorumluluk, güven olmadan aile olabilir miyiz? Ebeveyn olmanın sorumluluğu tek bir kişi üzerine yüklenebilir mi? Baba olmanın sorumluluğu anne olmaktan daha az mıdır? Bu sorulara cevap ararken, hem katı gelenekçi yaklaşımlar, zamanın ruhunu yakalamalı, hem de modernist yaklaşımlar da “annelik ve aile” ile artık barışmalıdır. Çalışan kadın olmak, anneliğe halel getirmeyeceği gibi, soğan kavurmak da karizmayı çizmez. Çocuğa kahvaltı hazırlamak veya tabağını bulaşık makinasına koymak erkekliğe zeval getirmez. Ara Mekanizmalar, Esnek Çalışma Modelleri Son on yılda kadın ve iş yaşamına dair pek çok yenilikçi uygu- 4 lama hayata geçirildi. Engelli çocuğu olan annenin 5 yıl erken emekliliği, 3 çocuğa kadar, çalışılmayan sürelerin borçlanılması, gebelik izni, gece vardiya düzenlemeleri vb. Bununla birlikte pek çok Avrupa ülkesinde kadın istihdamı rakamlarını yukarıya çeken esnek çalışma modelleri ülkemizde de desteklenmeli, kadınların, kaliteli ve ucuz kreş imkânına erişimi sağlanmalı, kreş saatleri de esnek olmalıdır. Sektörden, kanun koyucuya kadar, bir kurum ya da kişiyi dışlamadan, kavrayıcı ve çözüm odaklı, esnek modellerin geliştirilmesi gerekmektedir. Böylelikle biz kadınlar da Aristo’ya mahkûm olmadan, hem “o” hem de “o” diyebilmeliyiz. “Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Gerek” Çalışan kadın olmak, anneliğe halel getirmeyeceği gibi, soğan kavurmak da karizmayı çizmez. Köklerimizden gelen ve bizi yarınlara sapasağlam taşıyacak olan değerlere sıkı sıkı sarılıp, zamanın ruhuna uygun yeni gerçekler ışığında yeni mekanizmalar kurgulamalıyız. Toplumlar için bu tür değişiklikler elbette zaman, kararlı ve gerçekçi politikalar gerektirir. 5 DEZAVANTAJLI BİR AİLE ÇİFTÇİLİĞİ GRUBU OLARAK “MEVSİMLİK TARIM İŞÇİLERİ” Aygül FAZLIOĞLU Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı/ Bakanlık Müşaviri/Sosyolog mevsimlik tarım işçileri Giriş Kırsal alanda tarımsal üretimin geçim kaynaklarından biri olan mevsimlik tarım işçilerinin varlığı, Çukurova’da pamuk üretiminde başlayan hayatta kalma göç hikayeleri, bugün neredeyse bütün ürünlerin hasat dönemlerini kapsayacak şekilde devam etmektedir. Mevsimlik geçici ve gezici tarım işçileri, ağırlıklı olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndendir. Günübirlik (geçici) ya da mevsimlik (gezici) işçi olarak tanımlan yüz binlerce tarım işçisi, geçim için bitkilerin ekim, çapa, sulama ve hasat zamanlarında farklı mevsimlerde farklı şehirlere/ bölgelere gitmektedir (Fazlıoğlu, 2014; 79). Bu işçiler İç Anadolu’nun köylerine, Çukurova’ya, Ege’nin pamuk hasadı yapılan ovalarına, Karadeniz’in fındık ve çay bahçelerine veya birbirinden farklı şehirlere çalışmaya gitmektedirler. Ancak son zamanlarda gerek iç dinamikler gerekse dış dinamiklerin etkisi ile göçün yönü değişmiş ve mevsimlik tarım işçiliğine bir de uluslararası boyut eklenmiştir. Başka bir ifade ile özellikle GAP bölgesinde sulama ile birlikte tarımsal gelirin artmasıyla mevsimlik göç tersine dönmüş, mevsimlik tarım işçileri de diğer bölgelerin yanı sıra özellikle bölge içinde çevre köylere ve yakın şehirlere gitmeye ve komşu ülkelerde iç çatışmalar nedeniyle Türkiye’ye gelen mültecilerin bir çoğu da mevsimlik tarım işçileri içinde yer almaya başlamıştır. Tarımda değişen üretim yöntemleri, 8 makineleşme, daha fazla arazinin tarıma açılması, toprak–insan ilişkileri mevsimlik tarım işçileri göçünü hızlandırmıştır. Mevsimlik göçe katılan nüfusun büyük çoğunluğu kayıt dışı ve sosyal güvenlikten yoksun bir şekilde kırsal alanda zor koşullarda çalışmaktadırlar. Bu nüfus grubunun eğitim düzeyinin yetersiz olması ve genellikle vasıfsız iş gücünü oluşturmalarının yanı sıra işsizlik ve yoksulluğun getirdiği sınırlılıkları bu nüfus grubunun yaşam koşullarını daha da ağırlaştırmaktaradır. Türkiye’nin değişik yörelerine giden gezici ve geçici tarım işçi grupları, birey veya aile olarak kayıt dışı çalıştıkları için sayıları hakkında güvenilir bilgiye erişim oldukça zordur. Gezici veya geçici mevsimlik tarım işçiliğinde aile ve/veya hane odaklı çalışma pratiği olmasına rağmen kadınlar ve çocuklar diğer aile üyelerine göre mevsimlik göçün yarattığı olumsuzluklardan daha fazla etkilenmektedirler. Kadınlar, bölüşüm ilişkilerindeki eşitsizlik, toplumda hüküm süren asimetrik güç ilişkileri, geleneksel yaşam ilişkileri gibi faktörlerden dolayı modernleşme sürecinin çoğunlukla dışında kalmakta ve yoksulluğu daha fazla yaşamaktadırlar. Çocukların özellikle kız çocuklarının erken yaşta çalışma yaşamına katılmaları fiziksel ve ruhsal gelişimlerini olumsuz etkilemekte, uzun çalışma süresi ve yapılan işin zorluğu geleceğe dair beklentilerini azaltmaktadırlar. Kırsal yaşam pratikleri evrenselleşiyor Dünyanın herhangi bir noktasındaki kırsal alanın sorunu, sadece sorunu yaşayanların karşı karşıya kalma durumunda olduğu bir yaşam şartı olmaktan çıkmıştır. Günümüzde Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Avrupa Birliği, sivil toplum örgütleri ve hükümetler kırsal kalkınma olgusuna daha fazla kaynak, bilgi ve zaman ayırır duruma gelmişlerdir. Çünkü Afrika’nın en geri kalmış yöresindeki yaşam ve çevre koşulları ile Uzakdoğu’nun herhangi bir noktasındaki aynı olumsuz koşullar artık tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Yoksulluk, küresel kirlenmeler, mevsimlik göç hareketleri, toprak kirlenmeleri, içilebilir su kaynaklarının sınırlılığı ve dezavantajlı nüfus grupları her toplumu ve bireyi doğrudan etkilemektedir. Kadın emeği görünmezliği devam ediyor Kadınların çiftçi yerine ev kadını olarak görülmesi, emeklerinin resmi istatistiklerde yer almamasına neden olmaktadır. Özellikle kadının üretim rolü içerisinde çiftçi olarak görülmemesi kazanılan gelirin değerlendirilmesinde, köy içi ve hane dışı ilişkilerde söz sahipliğini azaltmaktadır. Yine aile içi alınan diğer sosyo-ekonomik kararlarda da kadının katılımının erkekler kadar olmaması, kadını toplumda ikinci plana itmektedir. Örneğin; eğitimde ve toprak paylaşımında, sosyal hareketlilikte kız çocuklarına rağmen öncelik her zaman erkek çocuklara tanınmaktadır. Bu durum toplumsal cinsiyet eşitsizliğini beslemektedir. Hâlbuki az gelişmiş ve gelişmekte olan bir çok ülkede gıda üretimi, gıdaların muhafazası ve pazarlanması tamamen kadınların sorumluluğundadır. istihdam ve iş olanaklarının sınırlı olması kadınlar ve aileleri için mevsimlik tarım işçiliği tek seçenek olmaktadır. Mevsimlik tarım işçiliğinde çalışma ilişkileri genellikle elçi/dayı tarafından belirlenmektedir Tarım sektöründe çalışan kadın oranı erkeklerden daha yüksek Türkiye’de halen nüfusun 1/4’ü kırsal alanda yaşamaktadır. TÜİK 2013 verilerine göre; kentsel alanda kadınların iş gücüne katılma oranı %28 iken, kırsal alanda da bu oran % 36,7’dir. İstihdam oranları ise kentsel alanda %23, kırsal alanda %35’dir. TÜİK 2013 verilerine göre; Türkiye’de kırsalda iş gücüne katılma oranı kadınlarda % 36,7, erkeklerde % 71,2’dir. Kırsalda kadın istihdamı %35 iken istihdam edilen erkeklerin oranı %66’dır. Ayrıca iktisadi faaliyet kollarına göre kadınların %37’si, erkeklerin ise %17,8’i tarım sektöründe çalışmaktadır. Bu durum kırsal alandaki kadının yerini ve önemini göstermektedir. TÜİK 2013 verilerine göre; kadın iş gücünün %56,6’sı ücretli veya yevmiyeli, % 31,5’i ücretsiz aile işçisi, %10,7’si kendi hesabına çalışmakta %1,2’si işveren durumundadır. Geçinmek için mevsimlik tarım işçiliğini tercih eden kadın ya da ailelerin çalışma ilişkileri, “elçi” veya “dayı” olarak adlandırılan kişiler ya da komşu/akraba aracılığı ile tamamen enformel zeminde belirlenmektedir. Geçinmek için mevsimlik tarım işçiliğini tercih eden kadın ya da ailelerin çalışma ilişkileri, “elçi” veya “dayı” olarak adlandırılan kişiler ya da komşu/akraba aracılığı ile tamamen enformel zeminde belirlenmektedir. Kadınlar, genellikle yaşlılarını geride bırakıp çoluk çocuk ailece giderken, bazen de genç kızlar ya da erkek çocukları akranları ile birlikte gidebilmektedir. Kırsal kesimde kadının işgücüne katılım oranı, tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışması nedeniyle yüksek olsa da Türkiye’de tarım istihdamındaki hızlı azalma, kadın istihdamının da giderek düşmesine yol açmaktadır. Tarımda çalışan kadınlar, tarım dışına çıktıklarında veya göç ettiklerinde farklı istihdam alanlarına çoğunlukla katılamamaktadır. İstihdama katılan kadınlar ise daha çok statüsü düşük, kalifiye olmayan işlerde sosyal güvenceden yoksun olarak çalışmaktadırlar. “Şanlıurfa Halfeti bölgesinde elçi olan Ş.B. her aileden ortalama 2-7 kişi arasında aileyi mevsimlik tarım işçisi olarak götürdüğünü, yaklaşık 25 yıldır sürdürdüğü bu çalışmanın karşılığında kendisi dahil hiç kimsenin sağlık, barınma ve yolculuklarda can güvenliklerinin olmadığını bu durumun kendilerini çok rahatsız ettiğini” ifade etmektedir. Mevsimlik tarım işçiliği temel geçim kaynağıdır Ülkelerinde geçinme imkanı bulamayan Ermenistan ve Gürcistan’dan daha çok erkekler mevsimlik tarım işçisi olarak Trabzon, Rize, Giresun ve Ordu’ya çay ve fındık toplamaya gelmektedir. Suriye’de ki iç savaş nedeniyle de Türkiye’nin çeşitli illerine gelen Suriyeli ailelerin bir kısmı ucuz mevsimlik gezici tarım işçisi olarak Hatay, Osmaniye, K.Maraş, Şanlıurfa, Gaziantep gibi illere, pamuk, biber, narenciye ve sebze toplamaya gitmektedir. Bağ bahçe tarla sahipleri ucuz iş gücü nedeniyle zaman zaman tercihini mevsimlik gezici tarım işçisi olarak yabancılardan yana kullanmaktadır. Özellikle bitkisel üretim sürecinde çapalama ve hasat dönmelerinde yoğun mevsimlik tarım işçisi talebi olmaktadır. Mevsimlik tarım işçisi ailelerin yaşam ve çalışma koşulları; genellikle yaşadıkları bölgedeki çalışma alanlarının sınırlı olması, kırsal alanda toprak mülkiyeti dağılımındaki dengesizlik nedeniyle büyük bir kesimin geçimlik düzeyin altında toprağa sahip olması, çağdaş tarımsal girdilerin kullanım oranının azlığı, toprakların çok parçalı olması, kırsal alandaki yoksulluk ve yoksunluğun etkilerinin kentlere göre daha fazla hissedilmesi, sosyal hizmetlere erişimin sınırlılığından dolayı geçim imkanları oldukça zordur. Çoğunlukla topraksız ya da az topraklı haneler, arazi varlıkları kendi geçimlerini sağlamaya yetmediğinden gelirlerindeki açığı kapatmak için başkalarının işinde çalışmaktadırlar. Bir anlamda yaşadıkları şehirlerdeki Mevsimlik tarım işçiliğine dış dinamiklerin etkisiyle uluslararası boyut ekleniyor 9 mevsimlik tarım işçileri Mevsimlik yolculuğun tarımsal takvimi en erken Şubat ayı sonu gibi başlar Tarım işçisi ailelerin mevsimlik geçici yolculuğu en erken Şubat ayının sonunda başlar - arada tekrar gelir ve giderler- yine Şubat ayının başında sona erer. Nisan- Mayıs ayındaki çalışma adresleri Kayseri’de, Konya’da şeker pancarı tarlaları, Ege’de sera, domates dikimi, soğan-sarımsak, pamuk tarlaları Haziran ayındaki çalışma adresleri de, mercimek ve nohut yolmaya gittikleri Kırşehir ve Konya bölgesidir, daha sonraki aylarda da üzüm kesimi yapmaktadırlar. Mevsimlik tarım işçilerinin Ağustos ayındaki durakları Ordu, Giresun gibi fındık tarlalarının bulunduğu Karadeniz şehirleridir. Şubat ayıyla birlikte karpuz ekimi için Çukurova bölgesine gitmektedir. Gittikleri yerde 2-3 ay kalan mevsimlik tarım işçilerinin Çukurova’da başlayan yolculukları, yine aynı topraklarda pamuk toplayarak son bulmaktadır. Ancak mevsimlik yolculuğun tarımsal takvimi ürün desenine bağlı olarak, kalma süresi ve aile üyesinden katılanlarına sayısı ve cinsiyetine göre değişiklik gösterebilmektedir (Fazlıoğlu, 2014; 80) Mevsimlik tarım işçilerine ödenen ücretler oldukça yetersizdir Mevsimlik tarım işçisi ailelerin büyük bir kısmının tarım dışı geliri bulunmamaktadır. Mevsimlik tarım işçiliğinden elde edinilen gelir ailenin yaşamını sürdürmesinde tek kaynaktır. Tarımsal işletmelerde 2012 yılında mevsimlik tarım işçilerine ortalama günlük 38 TL ödenirken, 2013 yılında 42 TL ödenmiş olmasına rağmen (TUİK; 2013b), söz konusu ücretler oldukça yetersiz olup, kazanılan paranın önemli bir kısmı da ulaşım ve sağlık giderleri için harcanmaktadır. Tarım işçilerinin çalışma yolculuğu ve çalışma koşulları oldukça zor ve tehlikelidir Mevsimlik geçici ve gezici tarım işçisi ailelerin en önemli sorunlarının başında çalışma yolculuğu ve çalışma koşulları gelmektedir. Tarım işçileri çalışma yol- 10 culuklarına önceleri kamyon arkalarında ve at arabalarında yanlarına sıkıştırılmış naylon iplerle bağladıkları eşyalarla dolu çuvallarla yaparken, kazaların artması ve denetimlerin sıklaştırılması ile birlikte şimdilerde yatak, yorgan, kap kaçak vb. mutfak eşyaların yüklendiği, kapasitesine göre çok fazla ağırlık taşıyan kiralık minibüslerle ya da eski bir araba ile de benzer tehlikeli yolculuklar devam etmektedi Barınma ve beslenme koşulları insan sağlığına uygun değildir Mevsimlik tarım işçisi aileler çalışacakları yerlere vardığında, eşyalarını korumak ve uyumak için naylon ya da bez çadırlar yeni bir yaşam alanı kurmaktadır ve neredeyse tüm zamanlarını açık havada geçirmektedirler. Genelde hava muhalefetinin sert olduğu dönemlerde çadırların yıkılmasıyla yaralanma ve kazalar yaşanmaktadır. Mutfak, çadırın bitişiğinde açık alanda; tuvalet, banyo ise yine çadıra yakın naylonla sarılmış, suya erişim imkânlarının kısıtlı olduğu, tüm doğal koşullara açık yerlerde kurulmaktadır. Bazen brucella, sıtma, ishal vb. hastalıklarla bazen de kene ve akreplerle mücadele etme durumunda kalmaktadırlar. Öte yandan da en kötü koşullarda güvenlik, barınma, hijyen, sağlık, istismar vb. riski taşıyan tehlikeli alanlarda konaklama yapmaktadırlar. Yazın çok sıcak geçtiği bölgelerde zaman zaman yüzme bilmeyen çocukların serinlemek için su kanallarına girdiklerinde ya da oyun oynarken dikkatsizlikleri sonucu bu kanallara düştüklerinde boğulma vakalarına rastlanmaktadır. Hane içi işbölümü ve sosyalleşme araçları yetersizdir Kadın ve erkeğin toplumdaki sorumlulukları, hakları ve üretim sürecindeki rol ve görevleri ve diğer özellikleri toplumsal cinsiyete göre şekillenmektedir. Bunun sonucunda da kadınlar özel alana, erkekler ise kamusal alana yönlendirilmektedir. Çalışma ve gündelik yaşamda kurumlarla, pazarla ve tarım aracıları ile olan ilişkiler erkekler aracılığıyla yürütülmekte, kadınlar daha çok anne-kız ve gelin-görümce olarak hane içinde yeniden üretimde (yemek, bulaşık, çamaşır, temizlik, çocuk bakımı, su taşıma vb. ) ve üretimde (hayvanların bakımı, sağımı, bitkisel üretimde çapa, toplama, ekim gibi etkinlikler) önemli rol ve sorumlulukları bölüşmekte neredeyse bu rol ve sorumluluklar kadınların var olma nedeni olarak görülmektedir. Dolayısıyla kadınlar çalışma ve gündelik yaşamlarını saran yeniliklerle baş edebilme yol ve becerilerine mahrum kalmaktadır. Mevsimlik tarım işçisi aileler sosyal dışlanmaya maruz kalmaktadır Mevsimlik tarım işçisi ailelerin barınma, beslenme ve yaşam koşullarının yeterince iyi olmaması nedeniyle yaşadıkları yerleşimlerde sosyal dışlanmaya maruz kalmaktadırlar. Bu sosyal dışlanma sadece eğitim, sağlık, sosyal hizmet ve yardımlar, sanitasyon ve konut gibi hizmetlere erişimde değil; aynı zamanda da etnik yapı, mezhep ve dini inançlar üzerinden de yaşanmaktadır. Zaman zaman bu çatışmalar medyaya da yansımakta ve bazı mevsimlik tarım iççileri bir sonraki yıl aynı şehre bir daha gelmemektedir. Özellikle çocuklar daha fazla sosyal dışlanmaya maruz kalmaktadır. Kadın ve erkeğin toplumdaki sorumlulukları, hakları ve üretim sürecindeki rol ve görevleri ve diğer özellikleri toplumsal cinsiyete göre şekillenmektedir. Bunun sonucunda da kadınlar özel alana, erkekler ise kamusal alana yönlendirilmektedir. Eğitimde devamlılık sorunu yaşanmaktadır Mevsimlik tarım işçiliğine katılan çocukların çoğunluğu okullarını erken terk edip geç başlamaktadırlar. Bu durum hem çocukların okuldan uzak kalmalarına, hem eğitime yeterli ölçüde katılamadıkları için okul başarılarının düşmesine, okula ilginin azalmasına ve okulu terk etmelerine neden olmaktadır. Bu durum çocukların tarım işçiliği dışında gelecekte kullanabilecekleri başka bir bilgi ve beceriyi kullanabilmelerini engellemektedir (Kalkınma Atölyesi, 2014; s.15). Yasal mevzuat mevcuttur ancak uygulamada sıkıntılar yaşanmaktadır Uygulamada norm ve standardın sağlanması, kamu kurum ve kuruluşları arasında işbirliği sağlanması ve etkin ve verimli hizmet sunulması amacıyla 24.03.2010 tarihinde 2010/6 sayılı Başbakanlık Genelgesi yürürlüğe konulmuştur. Ayrıca, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca tüm tarafların katılımı ile bir eylem planı hazırlanmış, Başbakanlık genelgesinin ve eylem planının uygulanmasını takip ve koordinasyonun sağlanması amacıyla Bakanlık bünyesinde “Mevsimlik Gezici Tarım İşçileri İzleme Kurulu” oluşturulmuştur. Bu tür çalışmalar önemli bir adım olmakla birlikte, uygulamada sıkıntılar yaşanmakta kurumalar arası koordinasyon ve yaptırımlar yetersiz kalmaktadır. Örneğin; sürekli yaşadıkları yerleşimlerden mevsimlik göç nedeniyle kısa bir süreliğine de olsa ayrılan aileler kendilerine sağlanan sosyal yardımların bazılarından mahrum kalmaktadır. Sonuç ve Öneriler Mevsimlik gezici tarım işçiliği Türkiye’nin bir gerçeğidir. Bu enformel istihdam alanında yüz binlerce aile geçimini sürdürmektedir. Mevsimlik tarım işçileri barınma, gıda, ulaşım olanakları, üreme sağlığı, eğitim, sosyal hizmetlere erişim ve tarımdaki mesleki riskler açısından dezavantajlı durumdadır. Bu nedenle insanca yaşam kalitesine uygun olmayan bu çalışma biçiminde, koşulların düzeltilmesi 11 mevsimlik tarım işçileri ve sorunların giderilmesi gerekmektedir. Çünkü tarımda makineleşme, gelir düzeyinin düşüklüğü ve insan-toprak ilişkileri kırsal bölgelerdeki yoksul nüfusun daha iyi bir yaşam düzeyi arayışıyla mevsimlik göç hareketlerinin akışını hızlandırmaktadır. Kırsal nüfusun yerinde refahının sağlanması yönünde sosyal ve ekonomik politika önlemlerine ihtiyaç bulunmaktadır. Kırsal kesimde yaygın olan gizli işsizliğin azaltılması için, organik tarım gibi işgücünün yoğun olarak kullanıldığı üretim yöntemleri desteklenmeli ve çalışanlara yönelik yerel özelliklere dayalı yerel mesleki eğitimi programları hazırlanmalıdır. Mevsimlik tarım işçilerinin kamu hizmetlerine erişimi kolaylaştırılmalıdır. Bireysel güçlendirme çalışmaları yapılmalıdır ( örneğin, okur-yazarlık, iletişim, sağlıklı beslenme vb.) 12 Mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarının görünürlüğünün artırılmasına yönelik medya çalışmaları yapılmalıdır. Çok sayıda kurum ve kuruluşun bir araya gelerek entegre bir yaklaşımla kendi görev alanlarına giren konularda mevzuat düzenlemelerinin yapılması ve sorunlara kökten ve bütüncül çözüm getirilmesi sağlanmalıdır. Kaynaklar Fazlıoğlu, A. 2014. Mevsimlik Tarım İşçisi Kadınların Çalışma Ve Yasam Koşulları, Turuncu Aylık Kadın Dergisi, Temmuz, Sayı 135. sf: 78-81 Kalkınma Atölyesi. 2014. Fındık Hasadının Oyuncuları, Batı Karadeniz İllerinde Fındık Hasadında Yer Mevsimlik Gezici Tarım İşçileri, Tarım İççilerinin Çocukları, Tarım Aracıları ve Bahçe Sahipleri Temel Araştırması, Altan Matbaası, 1. Basım. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK). 2013 (a). İstatistiklerle Kadın. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK). 2013 (b) Tarımsal İşletmeler Ücret Yapısı Araştırması. KADIN EMEĞİNDE ZOR KARAR: AİLE Mİ, İŞ Mİ? Kadının istihdam konusunda farklı mücadele alanları vardır. Kadınlar bir yandan işgücü piyasasında yer edinmeye çalışırken diğer yandan hem iş yaşamının hem de aile yaşamının sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmaktadırlar. Bu eş zamanlı gerçekleştirilmesi gereken sorumluluklar kadını 7 gün 24 saat çalışan durumunda yaşamını biçimlendirmeye zorlamaktadır. Prof.Dr. Emine ÖZMETE Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü 13 aile mi, iş mi? rincil sorumlunun kadın olduğu görüşünü pekiştirmektedir. Tarihin ilk dönemlerinde; ev yönetimi bireylerin ve ailenin varlığını koruyabilmesi için temel unsurdu. Ailenin ve toplumun etkin bir şekilde sürekliliğini sağlamak için cinsiyet rolleri belirgin olarak tanımlanmıştı. Geçen yüzyılın ikinci yarısından sonra üzerinde en çok konuşulan konulardan biri kadın emeği ve kadın emeğinin değeridir. Endüstrileşme ile başlayan süreçte hızlı kentleşme, hızlı nüfus artışı, okur-yazarlık oranının ve eğitim düzeyinin yükselmesi, hızlı teknolojik gelişmelerin ve toplumsal değişimin getirdiği yapısal durumlar arasındadır. Tüm bu toplumların yaşamını gerçek biçimde etkileyen değişimlerin arasında en dikkat çekici olanlardan biri kadının işgücüne katılımıdır. Toplumsal değişimin neden olduğu etkilere karşın; kadını erkekten ayıran uygulama kalıplarının ve geleneksel toplumsal cinsiyet algısının sürekliliklerini koruduğu görülmektedir. Bilindiği gibi cinsiyet rollerinin öğrenilmesi ve kavramsallaştırılması, toplumun temeli olan aile yapısı içinde belli bir eğitim süreci gerektirir. Bu eğitim, bireyin bir toplumda yaşaması için gerekli bilgileri, becerileri ve kalıpları öğrenmesi yani toplumsallaşmasını içermektedir. Bu süreçte bireyler rollerini ve toplumda cinsiyete dayalı işbölümünü öğrenirler. “Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü” kadın ve erkeğin ayrı kişilikler oluşturması nedeniyle her iki cinsiyet için belirlenmiş olan rol ve sorumluluk dağılımı sürecidir. Endüstrileşmiş modern toplumlarda iş bölümü toplumdaki uzmanlaşmaya paralel olarak artış gösterir. Üretim gücü ve çalışan bireyin yeteneği arasındaki ilişki olarak tanımlanan işbölümü, toplumun ve ailenin sürdürebilirliği için gerekli bir olgudur. Toplumda yaşayan her bireyin üretime katılması ve bir yeri doldurması gibi bir zorunluluğu içerir. Tarihin ilk dönemlerinde; ev yönetimi bireylerin ve ailenin varlığını koruyabilmesi için temel unsurdu. Ailenin ve toplumun etkin bir şekilde sürekliliğini sağlamak 14 için cinsiyet rolleri belirgin olarak tanımlanmıştı. Endüstrileşme sürecine geçiş döneminde üretim faaliyetleri ev yerine işletmelerde gerçekleştirilmeye başlanmış; ev yönetimi ile ilgili geleneksel algılamalar değişmeye başlamıştır. 1800’lü yıllarda ailede –üretilen hizmet ve ürünlerin ev dışında üretilmeye başlanması, evde merkezlenen rollerin iş yerine yayılmasını sağlamıştır. Ev üretimi azalmaya başlamış bu süreçte ev işlerini daha kolay bir şekilde yapacak teknolojik yenilikler hızla artmıştır. Geç endüstri dönemi olarak tanımlanan süreçte; tarımsal üretimden endüstriyel ekonomiye geçiş kadının rollerinde halen süregelen bir ikilem yaratmıştır. Kadının eğitim düzeyinin yükselmesi ve diğer yaygın eğitim programları ile birlikte işgücüne katılım oranları artmıştır. Ancak diğer yandan kadın ev işlerini yapmak ve aile ilgili işlerin büyük bölümünü yürütmek zorunda kalmıştır. İş ve aile yaşamı cinsiyet rolleri ile oluşan sorumluluklar ve beklentiler ile doğrudan ilişkilidir. Erkeklerin para kazanması ve kadınların ev işlerini yapması ayrı dünyalara ait olma görüşünün yansımasıdır. Bu geleneksel görüş; bireyin ürün ve hizmet üretme yoluyla aile ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde gelir elde etmek için ev dışında gerçekleştirdiği ücretli işin sınırlarının tanımlanmasında bir belirleyici olmaktadır. Bu yaklaşıma göre ücretsiz iş ise kadın tarafından evde yapılan aile yaşamını bir parçası olarak görülen ve ekonomik olarak üretime bir katkısı olmadığı düşünülen iştir. Bu algı ailede sosyalizasyon sürecinde ebeveynlerin erkek ve kız çocuklardan farklı rol beklentilerinin geleneksel cinsiyet rollerinin benimsenmesine neden olduğu; kadın çalışsa bile ev ve aile ilgili işlerden bi- 21.yüzyılın ortalarına kadar kadının yerinin evi olduğu görüşü ağırlıklı olarak benimsenmiştir. 1960 lı yıllardan başlayarak etkili olan toplumsal yapıdaki değişimler kadınların isteklerindeki değişimleri de etkilemiş; yeni tutum ve istekler kadınların işgücüne katılımı ve ev yönetimi konusunda yeni fikirlerin gelişmesini desteklemiştir. Evde yürütülen işlerde kadınların ev işlerini eşleri ve diğer aile üyeleri paylaşma beklentisi artmıştır. Ancak günümüzdeki tablo; erkeğin ev işlerine katılımının az olması buna karşın kadının işgücüne katılımın artması ve bu değişim hızlarının birbirini yakalayamamasıdır. Gerçekte tarih boyunca kadın ve erkek için belirlenmiş olan cinsiyet rollerinin algılanma biçimi toplumsal değişim sürecinde farklılaşmış ve günümüzde daha çağdaş bir görünüm kazanmıştır. Bu değişimin en önemli belirleyicileri, kadının ve erkeğin eğitim düzeyinin yükselmesi, kadının işgücüne katılım oranının artması, ailenin yapısal değişimi ve değerlerdeki değişim olarak sayılabilir. Son yıllarda erkek rollerindeki değişimin en önemli belirleyicisi erkeğin aile içindeki sorumlulukları daha çok paylaşmasıdır. Kadının rollerindeki en önemli değişim ise işgücüne katılım düzeyinin artmasıdır. Ailedeki toplumsallaşma sürecinde erkek ve kızlar için belirlenmiş geleneksel cinsiyet rollerinin öğrenilmiş olması; kadınlar ve erkeklerin farklı mesleklere yönelmelerine neden olduğu gibi toplum tarafından kadınlar ve erkeklere de farklı meslekler yakıştırılmaktadır. Daha açık bir şekilde mesleksel ayrımı etkileyen faktörler kadın ve erkekler işgücü piyasasına girmeden çok önce oluşur. Cinsiyet rolleri kadının işgücüne katılımında belirleyici olmakta, Kadınlar çoğunlukla kadına uygun işler olarak nitelenen, hizmet ve bakımla ilgili düşük ücretli ve düşük statülü işlerde çalışmaya yönlendirilmektedirler. Hatta son iki yüzyıla bakıldığında kadınların çalışma yaşamına katılımlarının özellikle ulusal ya da uluslar arası düzeydeki ekonomik koşullar tarafından belirlendiği eğer bu koşullar kadınların işgücü piyasasında yer almasına ihtiyaç gösteriyorsa kadınların istihdam edildiği görülmektedir. Pek çok kültürde eğitimini tamamlayan erkeğin ailesini geçindirmek için çalışması beklenirken kadının işgücüne katılımında böyle bir kesinlik yoktur. Kadının istihdam konusunda farklı mücadele alanları vardır. Kadınlar bir yandan işgücü piyasasında yer edinmeye çalışırken diğer yandan hem iş yaşamının hem de aile yaşamının sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmaktadırlar. Bu eş zamanlı gerçekleştirilmesi gereken soçalışmak mı, çocuk bakmak mı kararı ile çoğu zaman baskı ve çatışma yaşamaya rumluluklar kadını 7 gün 24 saat çalışan karşı karşıya kalmaktadır. başlarlar. Bu süreçte çoğunlukla kendi durumunda yaşamını biçimlendirmeye bireysel yaşamlarının taleplerini de göz zorlamaktadır. Özellikle evli ve çocuklu Kadınlar iş bulmak, işlerini kaybetmeardı ederler. Bu farklı yaşam alanları arakadınlar için bu durum daha da ağırlaşmek, kariyer yapmak için çalışma yaşasındaki dengeyi kurma süreci bir anlammaktadır. Bu noktada kadınlar zor bir kamında birçok şeye tamam demek zorunda kadının istekler ve talepler ile mevcut rar ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Aile ve da kalmaktadırlar. İş yaşamında 5 yıl ve kaynakları arasında denge kurması anlaalanları arasındaki dengeyi kurma süreci bir anlamda kadının daha isteklerfazla ve talepler ile mevcut iş yaşamı konusundaki karar sürecinde süredir çalışan 1392 kadının mına gelmektedir (Şekil 1). 1). edildiği araştırmada; kadınların yüzüç kadın tipinden söz edilmektedir: kaynakları arasında denge kurması anlamına gelmektedir (Şekildahil de 38,1’inin aile/özel yaşamdan fedakar1. Tip (kadının öncelikli işi evi ve erkeğilık ettikleri, yüzde 30,4’ünün çocuk planİSTEK VE KAYNAKLAR dir): Bu kadınlar kadının ev dışında çalarını erteledikleri, yüzde 23.9’unun evlilik BEKLENTİLER lışmasına karşıdırlar. Çünkü bunun kaplanlarını erteledikleri belirlenmiştir. Diğer 1. YAŞAM dınların asıl rolleri olan aile ve ev işlerini yandan çalışma yaşamında kadınların TALEPLERİ:DUYGU SAL, EKONOMİK, FİZİK SEL aksattığını düşünmektedirler. yüzde 24.2’si yetkinliklerinden daha dü 1. SAĞLIKLI OLMAK 2.DEĞİŞİME UYUM şük görevleri kabul ettiklerini, yüzde 23. 2.BECERİ, DENEYİ SAĞLAMA:İŞ, EVLİ M VE LK, 2. Tip (kadın ve erkek bir bütünün parKİŞİLİK ÇOCUK, HASTALIK 9’u eşit işe daha düşük maaşla çalıştık 3.TOPLUMSAL DESTEK çasıdır): Bu kadınlar, erkekte ve kadınBİREYİN KENDİSİN larını, yüzde 18.3’ü ikinci planda kalmayı 4. DİNLENME FIRS BAŞKALARINDAN DEN VE ATLARI GERÇ OLMAYAN BEKLENT EKÇİ da bulunan farklı özelliklerin birbirini İLERİ kabul ettiklerini açıklamaktadırlar (Hürbütünleştirici olduğunu savunurlar. Bu riyet, 19 Ocak 2014). Böylece kadınlar görüşe göre kadın ve erkeğin birlikteliği için iş ve aile yaşamı ikilem yaratmakta ve belli bir ortaklaşa çalışma ve paylaşımı zorlu bir karara dönüşmektedir. Şekil 1. İş ve aile yaşamının dengesi beraberinde getirir. Bu paylaşımda kaŞekil 1. İş ve aile yaşamının dengesi dın ev işlerinden sorumlu olurken erkek Ülkemizde kadın istihdamına ilişkin veKadınların iş ve aile yaşamı arasında çatışma yaşamadan denge kurma çabası yoğun baskı de ev dışı işlerle görevlendirilir. rilere bakıldığında; TÜİK verilerine göre Kadınların iş ve aile yaşamı arasında çaoluşturmaktadır. Diğer yandan çocuk ve yaşlı bakımı gibi konularda ve sosyal 1989’da kurumsal yüzde 36.1 olan işgücüne katışma yaşamadan denge kurma çabası 3. Tip (Paylaşımcı yaşam): Bu kadınlar, destek mekanizmalarının yetersiz olması kadının aile mi iş mi konusunda karar vermesini tılım oranının, sonraki yıllarda düştüğü, yoğun baskı oluşturmaktadır. Diğer yankadının bir işte çalışabileceğini ve zorlaştırmaktadır. bu Ayrıca kadın çalışmaya karar verdiğinde aldığı ücret ile çocuğunu 2000’de yüzde 26.6, 2005’te 23.3 ve dan çocuk ve yaşlı bakımı gibi konularda durumda kadın ve erkeğin evin geçibaşkasına ya da bir kuruma baktırma maliyetini karşılayamamaktadır. Böylece kadın27.6 çalışmak 2010’da yüzde olduğu görülmekkurumsal ve sosyal destek mekanizmamini paylaştığı kadar evdeki işlerin mı, de çocuk bakmak mı kararı ile karşı karşıya kalmaktadır. tedir. Kadının işgücüne katılım oranı larının yetersiz olması kadının aile mi iş paylaşılabilirliğine inanmaktadırlar. 2008’den bu yana artış göstermiş; 2012 mi konusunda karar vermesini zorlaştırKadınlar iş bulmak, işlerini kaybetmemek, kariyer yapmak için çalışma yaşamında birçok sonunda bu oran yüzde 29.5’a ulaşmışmaktadır. Ayrıca kadın çalışmaya karar Kadınlar işgücü piyasasına girmeyi başeye tamam demek zorunda kalmaktadırlar. İş yaşamında 5 yıl daha fazla çalışan karşın Türkiye tır.veAncak bu süredir yükselmeye verdiğinde aldığı ücret ile çocuğunu başşarabildiğinde hem iş hem de aile yaşa1392 kadının dahil edildiği araştırmada; kadınların yüzde 38,1’inin aile/özel yaşamdan OECD ülkeleri arasında son sırada yer kasına ya da bir kuruma baktırma maliyemının rol taleplerinin örtüşmesi nedeniyle fedakarlık ettikleri, yüzde 30,4’ünün çocuk planlarını erteledikleri, yüzde 23.9’unun evlilik almaktadır. Kadının işgücüne katılım tini karşılayamamaktadır. Böylece kadın planlarını erteledikleri belirlenmiştir. Diğer yandan çalışma yaşamında kadınların yüzde 24.2’si yetkinliklerinden daha düşük görevleri kabul ettiklerini, yüzde 23. 9’u eşit işe daha düşük maaşla çalıştıklarını, yüzde 18.3’ü ikinci planda kalmayı kabul ettiklerini açıklamaktadırlar (Hürriyet, 19 Ocak 2014). Böylece kadınlar için iş ve aile yaşamı ikilem 15 aile mi, iş mi? Kadınlar iş bulmak, işlerini kaybetmemek, kariyer yapmak için çalışma yaşamında birçok şeye tamam demek oranı 2013 yılı Haziran ayına göre yüzde 31.9’dur. Kadınların okullaşma oranları yaklaşık erkeklerle aynı düzeydedir. Okuryazarlık oranı kadınlarda yüzde 92,2 iken erkeklerde yüzde.98,3’tür. 2011-2012 öğretim yılında ilköğretimde okullaşma oranı kadınlarda yüzde 98,6, erkeklerde yüzde 98,8, ortaöğretimde okullaşma oranı kadınlarda yüzde 66,1, erkeklerde yüzde 68,5, yükseköğrenimde okullaşma oranı kadınlarda yüzde 35,4, erkeklerde yüzde 35,6’dır. Ancak erkek ve kadınların 16 zorunda kalmaktadırlar. bu okullaşma oranlarındaki yakınlığa karşın istihdama katılımdaki farklılık dikkat çekicidir (TÜİK, 2013). Ülkemizde de kadının çalışması ve para kazanması, ev ve aile ile ilgili rollerine ilişkin sorumluluğunu azaltmamış, iş ve aile yaşamını dengeleme ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Böylece, çalışan kadından eş zamanlı olarak hem iyi bir eş ve anne hem de iyi bir çalışan olması beklenmektedir. Bu beklentilerin eş zamanlı rol taleplerine dönüşmesi kadın için çalışma kararını zorlaştırmaktadır. Ayrıca işgücü piyasasındaki rekabet koşulları da kadının çalışmasının önündeki en önemli engellerdendir. Oysa gelişmiş ülke ve gelişmiş ekonomi olabilmenin ön koşul- Kadınlar işgücü piyasasına girmeyi başarabildiğinde hem iş hem de aile yaşamının rol taleplerinin örtüşmesi nedeniyle çoğu zaman baskı ve çatışma yaşamaya başlarlar. Bu süreçte çoğunlukla kendi bireysel yaşamlarının taleplerini de göz ardı ederler. larından biri kadınların istihdamının artırılmasıdır. 2023 yılına kadar Ülkemizde kadınların istihdam oranının yüzde 50’ye ulaşması beklenmektedir. Bu nedenle kadını ve aile yaşamını destekleyici yeni düzenlemeler ve sosyal politikaların yanı sıra, işverenlerinde bu konudaki duyarlılığının artırılması ve teşvik edici unsurlar önemli görülmektedir. Kaynakça 1. Clarke,D.,1992.Women at Work:An Essential Guide for the Working Women.Elent Books, ltd. USA. 2. TÜİK, http://www.tuik.gov.tr 3. Hürriyet Gazetesi İnsan Kaynakları Eki, 19 Ocak 2014 17 deniz yıldızları DENİZ YILDIZLARI Ülkemizde koruyucu aile hizmeti, çocuklar için en faydalı sosyal hizmet alanlarından biri olmuştur. Koruyucu aile; çeşitli nedenlerle öz ailesi yanında bakımları bir süre için sağlanamayan çocukların, kısa veya uzun dönemler içerisinde, ücretli veya gönüllü olarak eğitim, bakım ve yetiştirilme sorumluluğunu alan kişi ya da ailelerdir. Koruyucu Aile Hizmetinde esas olarak, kendi ailesi ile birlikte yaşamını sürdürmesi mümkün olmayan çocuklara, kendileri için uzun süreli bakım modeline karar verilinceye kadar geçecek sürede, özel aile ya da kişiler tarafından sıcak ve güvenli bir aile ortamı sunulmasıdır. Kendimizi korunma altında bulunan bir çocuğun yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakmak, o çocuğun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve hissetmek koruyucu aile hizmetinin önemini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Leyla ORUÇHAN Sosyal Hizmet Uzmanı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü Ülkemizde koruyucu aile hizmeti, çocuklar için en faydalı sosyal hizmet alanlarından biri olmuştur. Çünkü çocuk hakları sözleşmesi ve ülkemiz kanunlarına göre çocuk odaklı yaklaşım en iyi şekilde uygulanmış ve çocukların bu hizmetten en üst düzeyde fayda sağlamaları için çalışılmıştır. Yurt dışı uygulamalara bakıldığında koruyucu aile yanında bulunan çocuk sayısı korunma altına alınan çocuk sayısının % 90’nı gibi bir rakamken ülkemizde ise %27’dir. Bu oranın çok daha yüksek olması yani daha çok çocuğumuzun bu hizmetten yararlanabilmesi için gerekli çalışmalar bugüne kadar yapılmış bugünden sonra da bu çalışmalara devam edilecektir. 18 Şimdi bu yazıyı okurken başlıkla okuduklarınızın arasında bir bağ kuramamış olabilirsiniz. Ancak öncelikle size koruyucu aile hizmeti hakkında kısa bir bilgi vermek istedim. Şimdi ise anlatacağım ve gerçek olan bu hikayeyi okuduğunuzda ne kadar doğru bir başlık seçtiğimi siz de görmüş olacaksınız. Deniz yıldızı hikayesini hemen hemen bilmeyenimiz yoktur. Bence bu hikayenin en can alıcı noktası ise; denizde oluşan fırtınalar yani kendi istemleri dışında gelişen olaylar nedeniyle kıyıya vurmuş ve yaşam şanslarını kaybetmiş olan deniz yıldızlarını hayata döndürmek için sahildeki adamın bıkmadan usanmadan onları denize atarak bir kez daha yaşam şansı vermekten vazgeçmeyişidir. Bizim çocuklarımızda birer deniz yıldızıdır. Koruyucu ailelerimizde sahilde deniz yıldızlarına yeni bir hayat şansı veren o adam gibi yıldızlarımızı hayata bağlayan ve onlara güvenli bir gelecek sağlayan kişilerdir. Türkiye genelinde yapılan uygulamaları görme şansına sahip biri olarak koruyucu ailelerimizin birebir çocuklar için yaptığı büyük fedakarlıkara da şahit oluyorum. Bunlardan birini sosyal hizmetlerde ilk çalışmaya başladığım dönemlerde yaşadım. Deniz yıldızı hikayesine çok güzel yaşanmış bir örnek olabileceğini düşündüğüm için de sizinle paylaşmak istiyorum. İl müdürlüğü tarafından yapılan incelemeler ve araştırmalar sonucunda başvuruda bulunup da uygun bulunan bir ailenin yanına çocuk yerleştirilmişti. Aile yanına yerleştirilen kız çocuğumuzun bir süre sonra çok fazla bakım ve emek isteyen ve ciddi hayati risk taşıyan bir sağlık problemi olduğu ortaya çıktı. Aile bu ciddi sağlık problemine rağmen çocuğumuzu kuruluşa geri vermeyi hiç düşünmedi ve içlerinde bulunan çocuk sevgisi sayesinde her türlü fedakârlığı göze alarak onun bakımını üstlendi. Çocuğumuzun sağlık ve her türlü giderleri Devlet tarafından karşılanmaktaydı. Ancak ihtiyacı olan tek şey olan aile sıcaklığı ve sevgisini veren koruyucu ailesi sayesinde çocuğumuz yaşama tutundu. Şimdi ise çocuğumuz sağlık sorunları devam etmekle birlikte geleceğe güvenle, hayata umutla bakarak koruyucu ailesinin yanında yaşamaya devam ediyor. Eminim ki bu okuduklarınızdan sonra siz de benim gibi bu koruyucu ailenin yapmış olduğunun deniz yıldızı hikayesine güzel bir örnek olduğunu düşünüyorsunuz. Yıldızlarımızı hayata kazandıran, bugüne kadar yanlarında olan koruyucu ailelerimize ve koruyucu aile olmaya karar vererek bu büyük aileye katılacak ailelerimize yıldızlarımız adına teşekkür ediyoruz. Bence, yurt dışında bulunan koruyucu aileler ile Türkiye’deki koruyucu aileler Koruyucu aile; çeşitli nedenlerle öz arasındaki en büyük farkın bizim ülkeailesi yanında bakımları bir süre mizdeki koruyucu ailelerin bu hizmeti için sağlanamayan çocukların, kısa verirken gönüllerini ortaya koyuveya uzun dönemler içerisinde, yor olmalarıdır. Bu ücretli veya gönüllü olarak ailelerin sağladığı aile - sevgi - güven eğitim, bakım ve yetiştirilme ortamında yetişen çocuklarımız kendine güsorumluluğunu alan kişi ya da veni olan ve kendi ayakları ailelerdir. üzerinde durabilen birer yıldız olarak toplum içinde yerlerini alıyorlar. Hikayede de anlatıldığı gibi sahilde denize atılarak hayata dönmeyi bekleyen birçok deniz yıldızı var. Eğer siz de koruyucu aile olmaya karar verirseniz bilmelisiniz ki, onlara vereceğiniz sevgiye karşılık çocuklarımız da sevgilerini size vermek için beklemekteler. 19 çocuğum ilkokula hazır mı? Çelebi ÇAĞLAYAN Psikolojik Danışman/Yazar Çankırı Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürü ÇOCUĞUM İLKOKULA HAZIR MI? İlkokula başlamak, hem çocuk hem de aile için çok önemli ve heyecan verici bir durumdur. Çocuğun okul hayatında başarılı ve mutlu olması öncelikle okul olgunluğu düzeyi ile ilgilidir. Okul olgunluğu ise çocuğun kendisinden istenilen, beklenilen tutum ve davranışları sergileyebilecek durumda olmasıdır. Eğer çocuk bu olgunluğa ulaşmadan ilkokula başlarsa okula ve öğrenmeye karşı olumsuz bir tutum sergileyecektir. Okula başlama yaşı ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir. Bazı ülkelerde okula başlama yaşı 5 iken bazı ülkelerde 6 yaş sınırı getirilmiştir. Ülkemizde ise 5,5 yaş olarak belirlenmiştir. Ailelerin bu süreçte dikkat etmesi gereken nokta çocuğun gelişim özelliklerini takip ederek okula başlama zamanını tespit etmektir. Bu konuda ailelerin, Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinden, anaokulu öğretmenlerinden, sınıf öğretmenlerinden, psikolojik danışmanlardan, doktor ve diğer uzmanlardan görüş almaları sağlıklı ve doğru bir karar vermede etkilidir. Okul olgunluğuna ulaşmış bir çocuk okula başlamaya hazırdır. Çocuğun okula hazır olması ne demek? Okula başlaması düşünülen çocuğun okula hazır olup olmamasına üç farklı değerlendirme sonucuna göre karar verilmelidir. 1-Fiziksel Gelişim ve Hazırlık Çocukların fiziksel gelişimleri aynı zamanda zihinsel, sosyal-duygusal gelişim 20 Fiziksel gelişimi sağlıklı olan çocuklar öğrenme ve öğretme etkinliklerinde daha istekli ve başarılı oldukları kadar daha kolay da uyum sağlayabilirler. ve akademik başarıları üzerinde çok etkilidir. Okula başlayacak çocuk, içinde bulunduğu yaş grubunun fiziksel özelliklerini taşıması gerekmektedir. Fiziksel gelişimi sağlıklı olan çocuklar öğrenme ve öğretme etkinliklerinde daha istekli ve başarılı oldukları kadar daha kolay da uyum sağlayabilirler. Mesela küçük kas gelişimi tam anlamıyla hazır olamayan bir çocuk kalem tutarken çok zorlanacak ve istenilenleri yapmakta güçlük çekecektir. Bu durumda hem okula tutumu hem de akademik başarıyı etkileyecektir. İlkokula başlamadan önce ailenin, çocuğunda görme ve işitme sorunu olup olmadığının araştırılmasını sağlaması çok yararlı olacaktır. Bu konuda erken teşhis ve tedavi son derece önemlidir. Çocukta görme veya işitme ile ilgili herhangi bir engel tespit edildiğinde bu durum mutlaka sınıf öğretmenine bildirilerek sınıf içerisinde öğrenciye yönelik tedbirler alınması gerekmektedir. Okula başlayacak çocukta sürekli yaşanılan bir hastalık ya da düzenli kullandığı ilaç varsa bu durumunda öğretmeni ile paylaşılması gerekmektedir. Çocuğun okula başlayacağı dönemde kendi başına yemek yemesi, giyinmesi, el-yüz yıkaması, düğme ve fermuarını açıp kapatması, tuvaletini yapması gibi öz bakım becerileri fiziksel gelişim özellikleri arasındadır. Bu konuların okul başlamadan halledilmesi çok önemlidir. Aksi halde sürekli birilerinin desteğine ihtiyaç duyacak, okul hayatında çok zorlanacaktır. İlkokulda öğretmenlerin çocuklar ile ilgili en büyük sıkıntılarından birisi kalem tutma alışkanlığıdır. Çocuk eğer kalemi doğru ve istenilen biçimde tutamazsa bu durum hem yazı yazmasında sıkıntı oluşturacaktır hem de çabuk yorularak sıkılmasına neden olacaktır. 2- Bilişsel Gelişim ve Hazırlık Erken dönemde pek çok deneyimin yansıması olan bilişsel beceriler çocukları yeni bilgileri kazanma açısından hazır hale getirir. Bilişsel gelişim ile birlikte çocuklar gözlem yapmayı, benzerlik ve farklılıkları ayırt etmeyi, problem çözmeyi ve soru sormayı öğrenirler. Okul olgunluğuna erişmiş bir çocuğun bilişsel gelişim özelliklerinden birisi temel şekillerin yaşamın içinde kullanıldığı biçimde tanımasıdır. Mesela araba lastiğinin daire, masanın kare ya da dikdörtgen olduğunu bilmesidir. Okula başlayacak bir çocuğun bakmadan yazı yazması beklenmez, ancak bakarak bir kelime ya da şekli kopya edebilmesi bilişsel gelişim açısından önemli bir ipucudur. Okullar açıldığında çocukların ve öğretmenlerin yaşadığı önemli sorunlardan birisi de dikkat ve ilgi dağınıklığıdır. Özellikle okul öncesi kurumlarına yani anaokuluna giden bazı öğrencilerde sınıf içinde gezme, uzun süre sırada oturmada sıkıntı ve sık sık tuvalete gitme isteği gibi durumlar yaşanabilir. Okul olgunluğuna ulaşmış bir çocuk için bilişsel gelişim özelliği olarak 20’ya kadar sayması ve rakamları tanıması da bir veridir. Bu konuda istenilen düzeyde olamayan çocukların da aileler tarafından okullar açılmadan çocuklarını desteklemeleri yararlı olacaktır. Sayıların yanı sıra renk ve şekilleri bilmesi de bu yaş gruplarında okul olgunluğu için bir etkendir. Aileler çocukları ile ilgili etkinlik yaparken sohbet ederken onların küçüklük - büyüklük, uzunluk - kısalık, azlık - çokluk, ilk - son kavramlarını bilip bilmediklerini de gözlemeleri verilecek kararda etkilidir. Okula hazırlık aşamasında aileler çocuklarına bol bol hikâye okuyarak, bu hikâyeleri anlatmalarını isteyebilir. Bazen de bu hikâyeleri yarısına kadar okuyarak hikâyenin bundan sonrasını çocuğun kendi duygu ve düşünceleri ile tamamlamasını isteyebilirler. Bu yaş grubundaki çocuklar neden sonuç ilişkisini kavrayabilirler. Yaptıkları ya da yapmadıkları bir durumdan dolayı ödül veya ceza almalarının mantığını kavrayabilirler. Mesela çok TV izlediği için evdeki TV’yi kapattığınızda bunun nedenini bilecek durumdadır. Ancak ısrarla ve inatla izlemek isteyebilir. Bu durumu anlayacağı bir dil ve uygun bir üslupla, kararlı bir biçimde yapmanız öğrenme açısından yararlı olacaktır. 3- Sosyal – Duygusal ve Dil Gelişimi ve Hazırlık Sosyal ve duygusal yönden gelişmiş çocuklar okulda akademik anlamda daha başarılı olmaktadır. Çünkü bu durumdaki çocuklar öğrenmeye daha ilgili ve istekli olmaktadır. Akranları ve öğretmenleri ile iyi bir iletişim içinde olan çocuklar daha özgüvenli ve öğrenmeye karşı daha açık olmaktadırlar. Ailelerin bu süreçte çocukları ile iyi bir iletişim kurması çocuğun kendi duygu ve düşüncelerini rahatça ifade etmesine Duygu ve düşüncelerinin farkında olan ve bunları çevresi ile rahatlıkla paylaşan çocuklar okuldan ve öğrenmeden zevk alçaktır. neden olacaktır. Duygu ve düşüncelerinin farkında olan ve bunları çevresi ile rahatlıkla paylaşan çocuklar okuldan ve öğrenmeden zevk alçaktır. Aksi durumda çocuklar yalnızlaşacak ve okula karşı isteksizlik yaşayabilecektir. Sosyal gelişimin en önemli unsuru dil gelişimi ve yeterliliğidir. Bu yeterlilik akademik başarı ve arkadaş edinme konusunda son derece önemlidir. Çocuğun anlaşılır bir biçimde konuşması akranları ve öğretmeni ile etkin iletişim kurması açısından önemlidir. İlkokulda çocuklar kendi aralarındaki oyunlarda kazanan ve kaybedenler olacaktır. Evde anne ve babası ile oynadığı her oyunu ‘kazanan’ çocuk aynı durumu okulda da isteyecektir. Kazanamadığı ya da gerilerde olduğu durumlarda ise hayal kırıklıkları yaşayacaktır. Çocuklardaki merak duygusu, farklı düşünebilme ve yaratıcılık özelliği, öğrenme yöntemi de okul başarısı için önemli etkenlerdir. Okula başlaması düşünülen çocuklar yetişkinlerden izin ve yardım almayı bilmeli; okulun izinsiz ve habersiz terk edilmeyeceği bir yer olduğunun farkına varmalıdır. İlkokula başlayan çocukların gerek sınıf içinde gerekse sınıf dışında öfke ve gerilim yaşayacağı durumlar olacaktır. Mesela bir arkadaşı kalemini alacak ya da bir başkası alay edecek. Buna benzer birçok durum yaşanması muhtemeldir. Bu durumlarda çocuk belli ölçüde gerilim ve öfkeyle baş edebilmelidir. Yaşadığı sorunları şiddete başvurmadan çözebilmenin yollarını öğrenmesi konusunda destek olunmalıdır. Çocuğun okula hazırlanmasında ailelere düşen görevler nelerdir? Aileler çocuğun okula gidecek olmasını çocuktan bir kaçış ya da kurtuluş gibi, çocuğa verilmiş bir ceza gibi algılamalarına sebep olacak konuşmalardan kaçınmalıdırlar. Özellikle “Çok yaramazlık yapıyorsun, okula başlayınca görürsün gününü.”, “Okula başla da senden kurtulayım.” gibi cümleler çocuğun kendisini değersiz hissetmesine ve okula karşı olumsuz bir tutum sergilemesine neden olacaktır. Çocuğunuz okul hakkında ne kadar çok bilgi sahibi olursa o kadar az korkacaktır. Okulunu ve çevresini okular açılmadan birlikte gezebilirsiniz. Okulla ilgili zaman zaman çocuğu sıkmadan ve zorlamadan mini sohbetler edilebilir. Okul açılır açılmaz çocuğunuzun okulunu, sınıfını ziyaret etmeye ve öğretmenleri ve arkadaşları ile tanışmaya gayret edin. Okulun ilk gününü anlatan kitaplar okuyun. Böylece çocuğunuz bu konuda fikir sahibi olacaktır. Bazı aileler çocuklarına okulu sevdirebilmek ve özendirebilmek amacı ile okulun çok eğlenceli bir yer olduğundan bahsederler. Ancak çocuğun okulda ne kadar eğleneceğini anlatırken, abartıya kaçmamaya özen gösterin. Yeni arkadaşlar edineceğini ve yeni şeyler öğreneceğini ama kimi zaman da canının evde olmak isteyebileceğini bilsin. Aksi halde okulun her zaman eğlenceli bir yer olmadığını görünce hayal kırıklığı yaşayabilir. Gerçekçi olmak lazım. Çocuğunuzun can güvenliği açısından okul ve ev arasındaki ulaşımı hakkında ona bilgi verin. Çocuğunuza okula hangi ulaşım vasıtası ile gideceğini önceden anlatın. Yürüyerek gidecekse, okul yolunda beraber yürüme alıştırmaları yapın. Servis ile gidecekse birlikte servis durağına yürüyün. Yoldaki işaretleri, trafik işaretlerini, yaya geçitlerini, vb. uyarı durumlarını birlikte inceleyin. 21 çocuğum ilkokula hazır mı? Çocuğunuza acil durumlarda size ulaşabilmesi için adres ve telefon numaranızı öğretin. Okulun ve sınıf öğretmeninin de telefonunu mutlaka öğrenin. Özellikle ilk günlerde okul dönüşü evde olmayacaksanız telefon edin ve gününün nasıl geçtiğini sorun. Telefon etmeniz de mümkün değilse aileden bir başkasının veya bir arkadaşınızın sizin yerinize çocuğunuzla ilgilenmesini sağlayın. Evde yaşına uygun sorumluluklar verin. Yapabileceği kendi işlerini, kendisinin halletmesi için imkân ve destek verin. Özellikle okulda yaşadığı her güçlükte siz müdahale etmeyin. Kendisinin de çözüm için gayret göstermesini teşvik edin. Çocukların okula başlayacak olması oyun dönemlerinin geçtiği anlamına gelmez. Çocuklar için oyun oynamak da bir öğrenmedir. Çocuğunuza oyun oynaması ve hareket etmesi için imkân ve ortam sağlayın Hoplamayan, zıplamayan, dengesini sağlayamayan çocuklar şekilleri çizmede, yazı yazmada zorlanır. Zikzak koşmayan çocuk zikzak bir şekil çizmede, daire çevresinde koşmayan bir çocuk daire şekli çizmede zorlanır. Okula başlama döneminden önce çocuklar gereğinden fazla TV izlerler. Bu durumda onların dikkatlerinin dağılmalarına neden olan etmenlerden birisidir. Çocuklar bu dönemde ilgi ve dikkatleri çok çabuk dağılır, çabuk sıkılırlar. Çocuğunuzun bir işe dikkatini verip yoğunlaşması olması çok önemlidir. Aynı anda birçok işi yapmayı seven çocuğunuz varsa tek bir iş üzerine dikkatini toplamasına yardımcı olun. Bir konu üzerinde yoğunlaştığında destekleyin, övün. Kendi başına oyun kurmasına, tek başına meşgul olmasına imkân verin, destekleyin. Okul hayatında başarılar, hayat okulunda mutluluklar dilerim… 22 Çocuğunuz okul hakkında ne kadar çok bilgi sahibi olursa o kadar az korkacaktır. NİNELERİN VE DEDELERİN AİLE İÇİNDEKİ ÖNEMLİ ROLLERİ Çekirdek aile, elimizden yüz yıllık çınar ağaçlarını aldı. Bu çınar ağaçları yani dedelerimiz ve ninelerimiz ailenin dışında kaldı. Bu insanların hayat tecrübelerinden uzak kaldık. Onları sistemin dışına çıkarıp “Biz her şeyi biliriz ve kendi kendimize yeteriz.” dedik. Müthiş bir hata yaptık ve halen de yapıyoruz. İçinde yaşadığımız yüzyılda çok meşgulüz, çok! Annelerimiz ve babalarımız daha çok çalışmakta ve daha çok para kazanmak için adeta çırpınmakta. Bu durumda çocuklar ya kreşlere ya bakıcılara ya da elektronik bakıcılara (TV, bilgisayar) emanet edilmekte. Dedelerin ve ninelerin en önemli sistematik işlevlerinden biri de geçmişle gelecek arasında toplum ve aile dinamiklerini koruma ve yaşatma adına bir köprü olmalarıdır. Yaşamın barındırdığı acı tatlı tüm gerçeklikler bu insanlar sayesinde yeni nesle yaşamın olağan akışı içerisinde aktarılır. Dr. Brayer, Osmanlı aile hayatına temas ederken, bilhassa yetişkin çocukların anne-babaları ile birlikte oturmaktan derin bir haz duyduklarını belirterek diyor ki: “Çocuklar yetişip adam oldukları zaman, (Osmanlı toplumunda) analarıyla babalarını yanlarında bulundurmakla iftihar ettikleri ve küçükken onlardan gördükleri şefkate mukabele etmekle bahtiyar olduklarını dile getirirlerdi.” Ve geçiyor kendi toplumunu tenkide: Nevzat ÖZER Psikolojik Danışman-Yazar Antalya Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdür Yardımcısı “Başka memleketlerde çok defa çocuklar, olgunluk çağına girer girmez (ekonomik özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz) analarıyla babalarından ayrılmakta, ekonomik menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe tartışmakta, hatta bazen 23 ninelerin ve dedelerin kendileri refah içinde yaşadıkları halde anne-babalarını sefalete yakın bir hayat içinde bırakmakta, zavallılara karşı âdeta yabancılaşmaktadırlar...” Prof. Gaston Jezz ise “Ben Batılı bir aile hukuku profesörü olarak diyorum ki; Türk milletinin elinden aile nizamını alınız, geriye hiçbir şey kalmaz” diyor. Peki, bizleri ya da yeni nesli, kimler hatalara düşmekten alıkoyacak? Kitle iletişim araçları mı yoksa sosyal medya mı? Yeni kuşağın eski kuşağa oranla daha fazla olumsuz uyarıcıya maruz kaldığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor. İstiyoruz ki büyüklerimiz, tecrübelilerimiz hayat denen bu yolculukta bizleri yapayalnız bırakmasınlar. Dedeler ve nineler birer arabulucuydu Dedelerimizin, ninelerimizin aile içindeki ve dışındaki yani yaşamın içerisindeki rolleri çok büyüktü. Onlar, yaşamın zorlu yollarından geçmiş, acılardan ve yanlışlardan ders almışlardı. Aile içerisinde bir kargaşa, bir huzursuzluk ya da muhtemel bir ayrılık söz konusu olduğu zaman bu tecrübeli insanlar, bir psikolog edasıyla devreye girer; çoğu kez de olayı tatlıya bağlarlardı. Taraflar bu insanlara büyük bir saygıyla yaklaşır, onların görüş ve düşüncelerini kanun gibi görürlerdi. Üzüldüğüm nokta, bu insanların artık günümüzde eski işlevlerini yerine getirememeleri ya da getirmemeleridir. Muhtemel bir anlaşmazlıkta ya da bir kavgada eşler ani bir kararla boşanmak için mahkeme yolunu tutmaktadırlar. Düşündürücü olan ise, eskinin aksine, tarafların eş, dost, akraba, komşu gibi yakın gördükleri kimseler, maalesef artık seyirci kalmalarıdır. Tahammül sınırımız alarm veriyor Tahammül demek, insanın güç durumlara karşı koyabilme ve dayanma gücüdür. Hatta tasavvufta Mevlana’nın hoşgörüsü buna en güzel örnektir. İçinde bulun- 24 duğumuz yüzyılda toplumsal ve insanî reflekslerimizin zayıfladığı ortadadır. Her şeyden önce kendimize ve içinde yasadığımız topluma, hatta bu dünyayı paylaştığımız diğer canlılara karşı tahammül sınırlarımız daralmakta ve daraltılmaktadır. Bugün bizlerin yetiştirdiği çocuk ve gençlerde de aynı tahammülsüzlüğü görüyor; fedakârlığı ve hoşgörüyü maalesef göremiyoruz. Tahammül sınırımızı tekrar genişletmek zorundayız. Eğitimde de özellikle gençlerimize ve çocuklarımıza “değerler eğitimi” vermek zorundayız. 21. yüzyıl insanına yaşamı hızlı yaşamak, hızlı tüketmek ve hızlı yemek yemek gibi garip alışkanlıklar dayatılmaya çalışılıyor. Bunlar belli bir zaman sonra alışkanlıklarımız haline gelebilir ki tehlike de tam bu noktada başlıyor. Çünkü alışkanlıkları terk etmek zordur. Bir hâkimden duymuştum: “Meslekî yaşamımda en zor anlarım eşlerin boşanması için verdiğim kararlardır. Özellikle daha evliliklerinin ikinci üçüncü yılında olmalarına rağmen ‘bu adama/bu kadına tahammül edemiyorum, katlanamıyorum, sabrım kalmadı, dayanamıyorum.’ gibi ifadelere çok şahit oldum.” Dedelerin ve ninelerin tahammül noktasına gelecek olursak; yaşamın verdiği acı veya tatlı derslerde tahammülün, hoşgörünün, hoş bakışın, geniş düşünmenin en iyi örneklerini onlarda görebiliriz. Bu eğitimle veya diplomayla sağlanacak bir şey değil. Tamamen zamanın, yaşamın insanı terbiye etmesi, ders vermesiyle alakalı olduğunu düşünmekteyim. Dede ve ninesiyle büyüyen çocuğun iletişim yönünden daha açık olduğunu görüyoruz. Dede ve nine, çocuğun sosyalleşmesinde çok önemli bir etkiye sahiptir. Bu yüzden bu insanların aile yapımız içindeki yeri ve önemi büyüktür. Devletimize ve mühendislere bir öneri Yapılacak daire ve binalar dede ve ninelerimizin de kalmalarına olanak sağlayacak şekilde dizayn edilmeli bence. Aile bütün- lüğü ne kadar kolektif olursa çocuk da ailenin gücünü arkasında hissedip kendine güvenen, daha kuvvetli ve sosyal bir birey olabilecektir. İnsanın bile kiralandığı bir çağda, aile yapısı içindeki temel referanslarımıza çok dikkat etmeliyiz. Bazılarını kenara itmek, dışarıda tutmak veya evden uzaklaştırmak hem kendi evlatlarımıza ciddi negatif bir örnekken hem de onların yaşamsal sürecine katkı anlamında endişe verici bir haldir. Avrupa’da kiralık dede aranıyor Birçok Avrupa ülkesinde anne ve babaların çocuklarının büyükbaba veya büyükanne özlemini gidermek için kiralık dedelere başvurduklarını biliyor muydunuz? Ne kadar dramatik… Hiç bir canlı, atasının tecrübelerinden yoksun kalmak istemez. Onlarda hayat dersi, bilgi deposu, nostalji, sabır, şükür, hoşgörü ve tahammül var... Kiralık dedeler ya da nineler çeşitli nedenlerle kendi ailelerinden ayrılmak zorunda kalan genç çiftler tarafından kiralanıyor. Çiftler yerel gazetelere ilan vererek ya da bu uygulama için özel olarak kurulmuş internet sitesine başvurarak çocuklarıyla vakit geçirebilecek bir büyükanne ya da büyükbaba aradıklarını bildiriyorlar. Sağlık Sonuç olarak ninelerimizi ve dedelerimizi geri istiyoruz. Onların çocuklarımızla tekrar birlikte olmasını, aynı sahada top koşturmasını istiyoruz. durumu ve vakti uygun olan yaşlı insanlar da bu ilanlara cevap vererek yeni bir torun sahibi oluyor. Örneğin Danimarka’da bu uygulama için özel olarak kurulmuş bir internet sitesi var. Bir buçuk yıldır uygulanmakta olan ebeveyn kiralama yöntemiyle yüzlerce geniş aile oluşturulmuş durumda. “seniorlife.dk” isimli internet sitesinin yöneticisi Bjarne Bekker, son 18 ay içerisinde 600’den fazla ebeveyn kiraladıklarını söylüyor. Sık sık ebeveyn kiralama ilanları yayınlayan yerel bir gazetenin reklam müdürü Rasmus Kofold ise; uygulamanın önceleri kendileri için de oldukça şaşırtıcı olduğunu belirterek, “Geçmişte kaybolan yaşlı insanlar için ilanlar basıyorduk. Şimdi ise durum çok daha farklı. Çocuklar için büyükbaba ya da büyükanne ile vakit geçirmek son derece önemli. Uygulama yalnız yaşayan yaşlılar için de faydalı. Onlar da bu sayede yeniden aile oluyorlar.” diyor. Ebeveyn kiralama uygulamasının çocuk bakımıyla ilgili yeterli bilgiye sahip olmayan genç çiftler için de faydalı olduğu söyleniyor. Genç çiftler kiraladıkları büyükanne ya da büyükbabaların çocuk yetiştirmeyle ilgili tecrübelerinden de faydalanabiliyor. Oğlu Mathias’a uygun bir büyükbaba bulmak için yerel bir gazeteye ilan veren 26 yaşındaki Birgitte Olsson uygulamayı savunmak için kendi hayatından örnek veriyor: “Çocukken büyükbabam ve büyükannem uzak bir şehirde yaşıyordu. Bizi ziyarete geldiklerinde ne kadar sevindiğimi hiç unutmuyorum. Herkesin bir arada oturup çay içtiği kocaman, mutlu bir aile oluyorduk. Aynı duyguyu oğlum Mathias’ın da yaşamasını istiyorum. Bu yüzden kiralık ebeveyn ilanı verdik.” Birgitte’nin annesi, Mathias doğmadan önce hayatını kaybetmiş. Babasıyla ise yıllardan beri görüşmüyor. Eşi Lennard’ın ailesinin ise Mathias ile ilgilenemeyecek kadar yaşlı olduğunu söylüyor. İnsanın bile kiralandığı bir çağda, aile yapısı içindeki temel referanslarımıza çok dikkat etmeliyiz. Bazılarını kenara itmek, dışarıda tutmak veya evden uzaklaştırmak hem kendi evlatlarımıza ciddi negatif bir örnekken hem de onların yaşamsal sürecine katkı anlamında endişe verici bir haldir. Sonuç olarak ninelerimizi ve dedelerimizi geri istiyoruz. Onların çocuklarımızla tekrar birlikte olmasını, aynı sahada top koşturmasını istiyoruz. Onların tribünde seyirci olarak değil, sahada ilk 11’de olmasını istiyoruz. 25 röportaj Amerika’dan filanca kürsüden gelen bu işin hocalarına söyledik. Hayretler içerisinde üç hafta kadar kayıt yaptı bunlar, video kayıt. Söyledik sizin mürekkepleriniz uçar, solar, yanar, bizimki yanmaz buyur. Kâğıdın üstüne gözlerinin önünde henüz hazırlamakta olduğum bir mürekkeple yazdım. On bin yıl garantisini veririm dedim. Solmak yok bunda. Ve kâğıt yandığında bu mürekkep BİR KALEM GÜZELİ: FUAT BAŞAR Röportaj: Mehmet AYCI yanmaz dedim. Kamerayı iyice yaklaştırın deyip kâğıdı ateşe verdim. Kâğıt simsiyah ama mürekkep daha siyah İslam sanatlarının merkezinde hiç şüphesiz hat sanatı yer alır. Hat sanatı, Matbaanın Osmanlı topraklarında yaygınlaşması ile sekteye uğramış ve harf inkılabı sonrasında 50 yıllık bir fetret yaşamıştır. Sadece hat değil bu yazı ilmine bağımlı tezhip, ebru gibi sanatların yanında, mücellitlik, mürekkepçilik gibi pek çok meslek kolu da bu fetret devrinin koşullarını yaşayarak yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu yıllar içerisinde hiçbir kurum ve kuruluşun teveccüh etmediği bu sanat dalları birkaç kalem efendisi aracılığıyla geçmişten taşınıp yok olma tehlikesini atlatmayı başarmıştır. Bugün devlet ve kurumlar katında eski itibarlı günlerinin hayalini kurmaya başlayan hat ve ebru sanatlarının dünya çapında çok önemli bir ismiyle gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi okurlarımızla paylaşmaktan memnuniyet duyuyoruz. Fuat Başar İslam sanatlarının günümüzdeki en önemli temsilcilerinden biridir. Hat ve ebru sanat alanlarında Türkiye ve dünyanın pek çok ülkesinden yetiştirdiği sayısız talebesi ile Başar, İslam sanatçısı kimliğiyle söyleşi talebimizi büyük bir nezaket göstererek kabul etti. Kendilerine müteşekkiriz. Fuat Başar sanat camiamızın en mütevazı, en kalendermeşrep kişiliklerinden birdir. Kendisiyle söyleşi gerçekleştirmeden önce çeşitli tanıklıklara başvurduk. Tanıklıkların hepsinde ortak bir kanı vardı: Fuat hoca sohbet ehli bir insandır. Sanatına zaman zaman vakit bulamayacak kadar dost meclisleriyle çevrili bir hayatı vardır. Kimseyi geri çevirmez. Bu ön malumatla Küçükayasofya’daki atölyesinde gerçekleştirdiğimiz söyleşi, haliyle daha çok bir sohbet şeklinde gerçekleşti. Çünkü Fuat hocanın yanındayken başka türlü bir münasebet kurmayı gerektirmeyecek kadar bir gönül ehli olduğuna şahitlik ettik. Bu söyleşi, Fuat hocanın düşünceleri kadar kendi kişiliği ile ilgili de önemli ipuçları barındırmaktadır. 26 olarak üstünde. Ne faydası olacak bunun, arşiviniz yanarsa üstündeki bilgiyi kurtarma imkânınız var. Adamlar şaşırdı tabi. Bu işten önceki Fuat Başar ile şimdiki Fuat Başar? Çok samimi bir şey söyleyeyim. Söylediklerim yani kendine doğru bir şeyleri yontuyor gibi anlaşılmasın ama rahmetli Hattat Hamit o çileli hayatı, kendisi, eserleri her türlü zorluğa rağmen o bulunduğu Reşit Efendi Hanından çıkmayışı, son nefesine kadar bu işi devam ettirmesi söz konusu olduğundan hep derdi ki - evladım, Allah beni dünyaya vazifeli gönderdi -. Ve vefatından sonra çok kişi de düşündü. Dokuz yaşında bir çocukken baba- sından yazı yazdığı için dayak yediğinden ötürü, dokuz yaşında trene binip kaçak İstanbul’a geliyor bu. Ne yer ne içerim düşünmüyor, yazı sevdası. Buraya geldiğinde yavaş yavaş eli kalem tutmaya başlıyor. Çok kabiliyetli. Bir müddet sonra 1. dünya savaşı kopuyor, Osmanlı’nın çöküşü. Bir müddet sonra harf inkılabı. Bunun kimi kimsesi yok. Elinden tutanı yok. Nice geceler aç kalmış, susuz kalmış. Harf inkılabından sonra iyice açıkta kalmış. Bir yerde de görev almamış. Daha sonra ikinci dünya savaşı. İnönü dönemleri, yazıya düşmanlık. Tanıdık bir kaç aile vasıtasıyla ayakta durmayı başarmış. Sonraki yıllarda yavaş yavaş, pek öğrenci de yetiştiremiyor, bir gençliğinde Halim hocayı yetiştirmiş, 60’lı yıllara gelinceye kadar pek kimse yok. Şimdi burada dikkat çekmeye çalıştığım konu şu; koskoca bir imparatorluk bir devlet göçüyor, mevcut alfabe sistemi değiştiriliyor, ama bir fedakâr kişi vasıtasıyla bugünkü nesillere ulaştı. Bu adam vazifeli mi değil mi? Vazifeli. Temsilde hata olmasın, Hamit beyin sosyal hayatına varıncaya kadar hayatımız tıpa tıp paralel gidiyor. Aynı şeyleri yaşadık. Hamit Bey trenle kaçtı buraya ben otobüsle geldim. Hayatımız dediğim gibi nerdeyse her yönden paralel gidiyor. Şimdi deminki sorunun cevabı burada başlayacak. Benim esas meslek tıp falan olacakken, onun öncesi de var. Atom mühendisliğine çok niyetliyim, çalışıyorum, kendi kendime bir şeyler öğreniyim diye. Tıbba girdim, o arada Cenab-ı Hakk vazifeli tayin etmiş olmalı ki bir kitap gördüm, çarpıldım ve hayatımız değişti. Şimdi yazıya hizmet yoluna girdik. O dönemlerde de ben buna yoğun çalışıyorum. İşin merak tarafındayım, acaba öğrene bilirmiyim? Sonradan hakikati öğreniyorum, Türkiye’de yazı yazanlar çok az. Hekim çok. Bin küsur kişiye bir hekim düşüyor ama 42,5 milyon kişiye bir hattat Hamit düşüyordu o zaman. Bilançoyu yaptım bilanço çok korkunç. Bir hekim olmasa pek bir şey olmaz. Ama bir Hamit Bey olmasa, bu yazı unutulursa 14 asırlık geçmişi olan bir sanat tarihe gömülecek. Ben bu işe soyunayım. Bir an delilik sayılır, öyle cesaret falan da değildi. Devre arkadaşları manyak mısın, böyle meslek bırakılır mı ki o zaman en gözde meslekti. Dedim bırakılır. Çünkü benim yazıyı öğrenmem için, büyük açlığı gidermem için araştırmam, okumam, ders almam lazımdı. Ama tıbbiye ona imkan vermeyecek. O ara bir de başımıza ebru sevdası da düştü ya, ikisini birden götüreceğiz. Orada da Düzgünman; tek son adam. Son adam o. Bunların hepsi vazifeli. Köprü, önceki bir kaç kuşaktan günümüze köprü bunlar. 27 röportaj Çocukluğunuzda kendinizde keşfettiğiniz bir yanınız var mıydı? Şimdi güzel bir soru oldu bu. Pek açıkladığım bir konu da değildi. Ben 76 yılında başladım yazıya. 76 yılında şiirden nefret eden biri olarak ben şiire başladım. Çok sonraları şunu fark ettim, hatta önceki yıl falan duyduğum bir konu, ben ortaokuldayken, yaptığım kara kalem resimler. El resimlerini çizdiğimizi hatırlıyorum. Resim hocamız ki halen hayatta ve adaşım, Allah uzun ömürler versin, Pakistan’da bir çocuk resimleri yarışmasına götürüyor ve birinci seçiliyor bu resimler. Benim çok yıllar sonra haberim oluyor. Benim yaptığım resimler. Resim hocam götürüyor. Ve daha bir kaç ay önce öğrendiğim bir konu yaptığım resimler resim hocamın koleksiyonunda. Önemli de bir koleksiyon sahibi. Ve orada bir sokak fotoğrafçısı resmim varmış. O resmimi hatırlamıyorum hiç. Çizdiğimi bile hatırlamıyorum. Bu konuyu bilen başkaları sürekli resim çalışayım diye bana baskı yapıyorlar. Tabiri caizse baskı. Hani sipariş verdik, resim yap, adeta topuğuna iki el sıkarız gibi samimiyetten. Lakin bulaşamıyorum iş yoğunluğundan. Başlangıç biraz öyle. Ama ortaokuldan sonra ben ta tıbbiye yıllarına gelinceye kadar sanatla uzaktan yakından ilgilenmemişim. Kafamda olan bilim. Biraz da şiire başladığım için şiirle öylesine uğraşıyorum. Devrin siyasilerine, halen uğraşıyoruz, devrin siyasilerine hicivler. O hicivler, gazetede yayınlanır. Okuyanlar, onlar da topuğuma sıkmak için fırsat kollarlar. O konuda çok derin bir maceramız var. Halen de uğraşıyoruz. Şimdi lakin halen bugün olmuş benim sanata kabiliyetim var mı yok mu pek bilmem. Oturur çalışırım. Yalnız şunu keşfettim, kabiliyet her insanda bulunan bir şey. Lakin toprak altındaki su gibi. Bazen bir karış kazarsınız su çıkar, bazen yirmi metrede çıkar. Ama toprağın altında illaki su var. 28 Batının eşyaya ve evrene bakışı daha kirli bir bakış. Yani bunu mimaride ve diğer sanatlarda da görebilirsiniz. Yozlaştıran bir bakış açısı var. Müslümanların eşyaya ve evrene bakışı, eşyayı ve evreni canlı gören, her şeyiyle canlı gören bir bakış açısı var. Bunun yazıda ve diğer klasik İslam sanatındaki etkisini en iyi siz bilirsiniz. Bizim İslam sanatlarının benzeri, muadili batıda yok mu, var. Batıda cilt yapılıyor, batıda ebru yapılıyor, batıda yazı sanatı var. Lakin isimler bile farklı. Bizde hat il- midir, yazı sanatı değildir ama hat ilmidir. Onlarda kaligrafidir. Yazı olarak dünyanın bütün yazıları kutsaldır. İslam dini bunu kabul eder. İlahi bir metni Sanskritçe de yazabilirsiniz. Aynı ifadeyi vermek üzere güzel. Lakin batı dünyası Latinceye kutsal bakmak bir yana, yazının kutsallığı diye bir kavram yok onlarda. Yazı kutsaldır diye bir kavram yok. Batının ebrusunu gördük, ruhsuz renkler. Batının kaligrafisini gördük. Bizdeki gibi böyle çok derin bir çeşitleme yok. Kompozisyon yapma imkânınız yok. O yazı belli parametrelere dayanan yazılar değil. Bizdeki belli parametrelere dayanıyor ve isimleri bile öyle konulmuştur. Bir sülüs dediğimizde “üçte bir yazıdır” bu. Üçte bir parçası eğri olacak, üçte iki parçası düz olacak. Ve onlarda ölçü sistemi oturaklı bir manada yok. Bizde her harfin noktasıyla bir ölçüsü tayin edilir. Bizatihi kendinden. Batı yazısında mekanik bir görünüm var. Bizim yazımızda dinamik ruhlu ifade sahibi bir görünüm var. Bizde yazıya hizmet edenlere ve yazdıklarına Kur’an-ı Kerim’de kasem var kasem. İncil’de böyle bir kavram yok. Dahası konu konuyu açıyor, yani onlarda kimyasal mürekkepler. Kâğıt fabrikalarını kurdular, ömrü çok uzun olmayan kâğıt üretiyorlar, halen daha öyle. Amerika’dan filanca kürsüden gelen bu işin hocalarına söyledik. Hayretler içerisinde üç hafta kadar kayıt yaptı bunlar, video kayıt. Söyledik sizin mürekkepleriniz uçar, solar, yanar, bizimki yanmaz buyur. Kâğıdın üstüne gözlerinin önünde henüz hazırlamakta olduğum bir mürekkeple yazdım. On bin yıl garantisini veri- rim dedim. Solmak yok bunda. Ve kâğıt yandığında bu mürekkep yanmaz dedim. Kamerayı iyice yaklaştırın deyip kâğıdı ateşe verdim. Kâğıt simsiyah ama mürekkep daha siyah olarak üstünde. Ne faydası olacak bunun, arşiviniz yanarsa üstündeki bilgiyi kurtarma imkânınız var. Adamlar şaşırdı tabi. Şimdi bizdeki gibi el yapımı bir mürekkep derdi yok onlarda. Toprak asıllı boyalar kullanıp ebrularında kullanma derdi yok. Fabrikasyon, hızlı ve mutlaka maddeye dayalı düşünceleriyle sanatlarını icra ediyorlar. Dahasını söyleyeyim. Çok büyük bir iddia, bir kaç canlı yayında da söyledim, onlarla bizim sanatımızın felsefesini kıyaslamak açısından, batıda batılı bir sanatçı kendisini sanatın tanrısı ilan ediyor. Batıda sanatçı kendini sanatın ilahı ilan ediyor. Tanrısı ilan ediyor. İslam dünyasında sanatçı kendini Tanrı’nın sanatı ilan ediyor. Fark o kadar yani. Tanrının sanatı. Beni Cenab-ı Hakk sanatla bir şekilde yaratmış, benim gibi milyarlarca insanı o yarattı diyor. Bir put- pereste bile Allah’ın bir eseridir diye tebessümle bakıyor İslam dünyası. Şimdi bizde bakış budur. O kıyaslamaları inşallah bir kitap halinde de düşünüyoruz. İslam sanatlarının felsefesine dair maalesef İslam dünyasından bir kitap yazılmadı. Maalesef. Peki, biz şu sanat düşüncesiyle bile putperesti bile Cenab-ı Hakk’ın bir eseri olarak görüyorsak bir Müslüman kardeşimizi nasıl görürüz? Bir Müslüman kardeşimizin ailesini nasıl görürüz? Bakın iş yine aileye dayandı, dayandıracağız da yani. Bütün İslam âlemi bir aile. Sanat sadece Müslüman sanatı değil. Bizim gayrimüslim öğrencilerimiz oldu ve yazı öğrettik. Ayet yazdırdık bunlara. Ama orada yazının feyzini bereketini gördük. Ders verdiğimiz kişiler Müslüman oldular. Bu sanatın fonksiyonuna bakın, ne yaptı. Gayrimüslimin İslamla şereflenmesine arada vesile oldu. İslam sanatlarının gücü burada esas. Ve bunun farkında olan batı, İslam sanatlarını bitirmek için gizli oturumla karar aldı. Bir kaç ay sonra sızdı 29 röportaj Lakin sanatı yozlaştırabilecek kasıtlı kasıtsız bazen dalgınlıkla yapılan bir şeyler var, onların mutlaka ayıklanması lazım. İş özünden sapıyor çünkü. İslam kaligrafisi diye bir tabir kullanıyorsak, bunlar öyle çok hoş bir tabir değil yani. Hoş bir tabir değil. Bize ait değil. Bunlar yanlış. Ben bunu gazete, televizyon, medya ne varsa hepsini doğrultarak söylerim. Terminoloji karışırsa sanat da karışıyor çünkü. Bir defa İslamik kaligrafi diye batıda tarif edilen, öyle bir kavram yok. Öyle bir şey yok. bunlar, duyuldu. Sonra resmen de açıkladılar. İslam sanatını kültürünü bitirmeden bunları dize getirmemiz mümkün değil. Sonra bir bakarız sanatın eğitimi resmi ellerde yapılıyor. Bir dönem inkıtaa uğradı. Son dönemde belediyeler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri klasik İslam sanatlarıyla ilgili o kadar çok kurs, etkinlik, seminer vs. düzenlemeye başladı ki popüler hale geldi ve nitelik kaybına uğradı. Bu kadar insan bu işle uğraşıyor da niye içinden bir Fuat Başar çıkmıyor? Bu doğal bir süreç mi kurgulanan bir süreç mi? 30 Bu tamamen kurgulanmış bir mevzudur. Tamamen kurgulanmıştır. Samimi olarak şunu söyleyeyim, Hakaret falan gibi algılanmasın, sanat eğitimi milli eğitimin bir alt kuruluşu olan halk eğitiminin ağzının kârı değildir. Yüzlerine karşı çok rahat söyleyebilirim. İlk resmi kuruluşlar başladığı zaman idareler aracılığıyla yürütülmeye başlandı. Tezhip dersleri on aylık bir kurda tezhipçi yetiştireceklermiş. Müfredatını yazan hangi sivri akıllımız idiyse 200 saatlik bir eğitim döneminin ilk 70 saatinde altın ezme dersleri gösterilecekmiş. Buna Kayseri’nin kargaları bile kahkahayla güler. Böyle sanat eğitimi olmaz. Bu dalga geçmektir resmen. Sanata hakarettir. Her büyük sanatçının içinde halen vereceği eseri verememe kaygısı var. Esasında sanatçıyı önemli kılan, teşvik eden, tutunmasını sağlayan biraz da bu. Bu sizde var mı? Şimdi ona iki tane bariz örnek, birisi hayatta, birisi rahmetli oldu. Onları örnek vereyim. Birisi halen hayatta olan Sinan Sinangil. Yeni yazı kaligrafisini elinin kaymak gibi hareketleriyle yazan bir arkadaşımız. Aynı isim soy ismi bin defa yazar bini farklı şekilde çıkar. O an içine doğan bir ilham, gez göz arpacık, çizgileri nefis. Biz 84 yılından beri, 30 yıldır beraberiz. Ona derler ki Sinan abi şu isim soy ismi en güzel yazınla yaz. Der ki en güzel yazıyı kendimize sakladık, ama herhalde onu ömür boyu yazamayacağız. Bu canlı bir örnek. İkincisi rahmetli Düzgünman. Yaptığı ebrulara hocam maşallah yani bu iş bu kadar olur, sizdeki ustalığa pes. Düzgünman’ın cevabı çok enteresan. Usta olan teknedir, biz değiliz. Bize yaptırırlarsa güzelini yaparız ama bunun güzelliğinin sonu yok. Gerçekten de güzelliğe Cenab-ı Hakk sınır koymamıştır. Konulsa üst sınırı yakalayan üstat sonunda manyaklaşır. Resmen çılgına döner. Daha üstü yok. Ruhunda bitmek bilmeyen o arzu daha iyisi daha iyisi üst tavana geldiğinde tıkanır kalır. Bu sanatta böyle. Gerçekte Cenab-ı Hakk küçük bir şey yaratmamıştır. Yarattığı her şey sınırsızdır, sonsuzdur. Niye? Kendisi sonsuz kudret sahibidir. Şimdi oraya bakın sanatın nerelerine gidiyorsunuz. Bu işin felsefesi budur. Sanatla çok iyi bir şekilde uğraşan kişi Cenab-ı Hakk’ı tanımaya başlıyor. Laf lafı açıyor, şunu da söyleyeyim, Alman kaligraflar birliği var. 300 kadar üyesi var. O birliğin yönetim kurulu üyeleri Türkiye’yi bir ziyarete gelmişler. Gezerken birileri söylemiş, çıktı geldiler. Onlara göre bizim kaligrafimiz nasıl bir şey acaba. Merak etmişler. Başkanları da bir hanım. Biraz bilgi aldıktan sonra dediler ki ya siz şu yazıyı yazarken neler düşünüyorsunuz yani sizin sanata bakışınız nasıl? Hani şimdi onların düşüncesi, bileği kuvvetli, Latin yazısını gayet güzel yazıyor, popüler. Tabiri caizse mangırı da götürüyor o sayede ve sürekli alkış bekliyor. Onun düşüncesi bu. Günümüzde de maalesef birçok sanat dalında aynı zihniyet var. Alkışlarla yaşıyorum diye bir şarkımız var yani dimi? Tamam takdir beklemek kişinin hakkı ama kendi nefsini böyle bir put edinsinler diye bir gaye günümüzde birçok sanatta da sanatçıda da var. Ama gaye hiç bir zaman bulunmamış. Peki, kadıncağız epeyi bir müddet kaldılar. Diğerleri de dinliyor. Dedim, bak bizim sanatlarımızda güzel bir şey ortaya çıktığında “Bunu bana Yaratan yaptırdı” deriz. Bütün fırsatları, imkanları, bilgiyi, sanat kudretini veren hep O. O murat ettiği zaman böyle şeyler oluyor. Yaratmak yok dedim, siz yaratıcıya inanır mısınız? Dediler inanırız. Biz dedim bu güzellikleri birer ikişer yani bir sanatta güzelliği anlayabilmek pek mümkün değilken diğer sanatlarla da uğraşa uğraşa bir bakıyoruz bütün tabiat sanat. Baştan aşağı sanat. Ama o tabiatın içinde bizim derdimiz insan. İnsana bir bakıyoruz, Allah bunu ne güzel yaratmış. Size dedim bir şey sorayım, emek verip yaptığınız güzel bir sanat eserini şöyle bir bıçak falan alıp bir çizik o yana bir çizik bu yana tahrip ediyor musunuz? Yok öyle şey olmaz dediler. Hem yap hem de tahrip et. Peki dedim. Biz inansın inanmasın, insanları hep sanat eseri görürüz. Hiç bir insanın gözünü oymak için bir gayretimiz asla olmaz. İslam sanatçısının dedim düşüncesi budur. Ne tabiata zarar verir, ne kendi hemcinslerine. Dünyayla, kendiyle, bütün evrenle barışık yaşar. Yoksa sanat asla olmaz. Ayrılırken kadıncağız boynuma sarıldı nasıl ağlıyor. Biz hiç böyle bilemedik sizleri dedi. Ağlayarak gittiler. Peki, resmi ideolojinin bakışı ne ölçüde değişti? Eskiye göre, doksan küsurlu yıllara göre çok iyi. Şimdi seksenlerden önce ben epeyi bir takibata uğramış bir adamım. Gözaltında bulundurulmak, yazı yazdığım için neler neler. Anlatsam acı bir macera olur. Atölyemin basılması, hatta daha kötüsünü söyleyeyim, muska yazıyormu- 31 röportaj sultanımız, ‘tiz kellesi vurula’ cümlesini sarf ettiği anda adamın kellesi gidiyordu. Söz vücut buluyordu. Peki, filanca kişiyi affettim, affediliyordu. Şimdi günümüze gelelim, çocuk evde koşar oynar annesi bak düşüp kafanı yaracaksın. Bir müddet sonra çocuk düşer kafasını yarar. Ben sana demedim mi? Uyanamıyor daha. Kafanı yararsın demese çocuğun kafası yarılmayacak. Eskiler derdi ki, dikkatli ol sana bir zarar gelmesin. Şimdi tam tersini söylüyoruz. Batı medeniyeti karşısında bizden adam olmaz psikolojisinin de toplumda yarattığı travmayla alakalı aslında söylediğiniz. Bu da aşılıyor yavaş yavaş. şum gerekçesiyle atölyemi mali polisin basması. Bunları yaşadım ben. Bunları yaşadım. Lakin ulan sabır dedim, sabır sabır sabır. Bugün Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza yazı yazıp onların talepleri doğrultusunda çalışıyorsak, sanki Osmanlı ve Kanuni gibi devlet adamlarımız hazırda var. Bu biraz belki iddialı gibi olacak ama ben Başbakanımıza, Cumhurbaşkanımıza yazı yazacağım, 80’lerden önce böyle bir şey mümkün değil, adamı götürürlerdi valla. Ama bugün her zaman var olsunlar, onların sayeleri, desteklemeleri doğrultusunda her yerde çığ gibi büyüyor. Kontrolünü çok iyi yapmamız şartıyla liderlik devam eder. Lakin sanatı yozlaştırabilecek kasıtlı kasıtsız bazen dalgınlıkla yapılan bir şeyler var, onların mutlaka ayıklanması lazım. İş özünden sapıyor çünkü. İslam kaligrafisi diye bir tabir kullanıyorsak, bunlar öyle çok hoş bir tabir değil yani. Hoş bir tabir değil. Bize ait değil. Bunlar yanlış. Ben bunu gazete, televizyon, medya ne varsa hepsini doğrultarak söylerim. Terminoloji karışırsa sanat da karışıyor çünkü. Bir defa İslamik kaligrafi diye batıda tarif edilen, öyle bir kavram yok. Öyle bir şey yok. Bu kadar genç uğraşıyor, siz onlara genel olarak fotoğrafı anlattınız. Onlara ne söylersiniz, uğraşanlara ne tavsiye edersiniz? 32 Valla bu iş bir ilimdir, sonu yoktur. Gayet sebatla, severek. Dershane mantığıyla hiç olmaz. Sinema mantığıyla hiç olmaz. Her sanatın mantığı yakın olmakla beraber derinden de çok farklıdır. Şimdi basit bir şey söyleyeyim. Bir şarkı sözü, “daha içelim hey, sabahlara kadar içelim” falan diye bir takım sahne sanatı gürültü ürünü olan bu herzeler içkiyi körüklüyor. Yahu gönlümüze göre yaşayalım. Bu ne demek? Kültürün yozlaştırılması demektir bunlar. Türk müziğimiz yasaktı bir dönem. Aklıma gelen bir şarkının sözlerini söyleyeyim. “Severim her güzeli, senden eserdir diyerek”. Bu da söz, öncekiler de söz. Biri nereye çağırıyor insanları, biri nereye itiyor. Sanatın topluma vermesi gereken mesajlar olmalı. İnsanlık, erdem, fazilet bütün olumlu hasletler her ne varsa sanat insanları ona çağırmalı. Bakın İnsanlar günümüzde ümitsiz. Ümit verecek yerli dizi falan bulamıyorsunuz. Ümitsizliğe sevk edecek yerli yabancı dizi çok. Peki, bunlara güzel bir yazıyla yazdınız “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz”. Cenab’ı Hakk tavsiye ediyor bunu ve emrediyor. Allah’ın rahmeti var ben ondan ümit kesmeyeyim, bir gün her şey güzel olacak. Ve neyi düşünüyorsak, ağzımızdan çıkan sözler ne ise karşımıza çıkacak, yaşayacağımız olaylar bunlardır. “Söz vücut bulur” diye tasavvufi bir cümle vardır. Nasıl vücut bulur? Devletlû “Vallahi bizden adam olmaz”. Bu sözü ta küçük yaşlardan beri duyarız. O isme yakın kitaplar bile çıktı. Bu millet adam olmaz gibi kitaplar da çıktı biliyoruz. Şimdi dünyanın epeyi bir yerlerini gezdim. Samimi olarak şunu söyleyeyim, eğer bizden adam olmazsa dünyanın hiç bir milleti adam olmaz. D O S Y A K A D I N VE İSTİHDAM 33 dosya / kadın ve istihdam “TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİN ANA PLAN VE POLİTİKALARA YERLEŞTİRİLMESİ” KAVRAMINI ANLAMAK Meryem TATLIER BAŞ Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü İngilizcede “gender mainstreaming” olarak ifade edilen “toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının ana plan ve programlara yerleştirilmesi” kavramı, Türkçeye birebir çevrildiğinde “toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması” gibi bir karşılık ortaya çıkmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğine erişim için 1990’larla birlikte ortaya çıkan bir stratejidir. Erkeklerle eşit haklara ve özgürlüklere sahip olmak amacıyla tüm alanlarda etkinliğini arttıran kadın hareketinin etkisi ile, 1975-1985 yılları arasının Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Kadın On Yılı ilan edilmiş; Meksiko City, Kopenhag, Nairobi ve ardından Pekin’de düzenlenen Dünya Kadın Konferansları uluslararası alanda önemli bir gündem oluşturmuş; devletlerin bu konudaki rolünü öne çıkarmak için kadın erkek eşitliğinin yaygınlaştırılması amacıyla kurumsal mekanizmaların önemi ön plana çıkmıştır. Başta Pekin’de kabul edilen Eylem Platformu ve BM metinleri olmak üzere, birçok uluslararası metin devletlerden kadın erkek eşitliğini sağlamakla yükümlü “ulusal mekanizmalarını” oluşturmalarını talep etmiştir. Ancak zamanla kadın politikalarını yürütmekle görevli bu organ- 34 ların kaynaklarının, kapasitesinin ve politika yürütme gücünün, o ülkede yer alan kadın hareketi ile sınırlı kaldığı görülmüştür. Bunun üzerine uluslararası literatüre toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi kavramı dahil edilmiş, toplumsal cinsiyet eşitliğine erişmek için sorumlu tek kuruluşun ulusal mekanizma olmasının önüne geçmek, devletlerin tüm alanlardaki çalışmalarında toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısını yaygınlaştırmak amaçlanmıştır. İngilizcede “gender mainstreaming” olarak ifade edilen “toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının ana plan ve programlara yerleştirilmesi” kavramı, Türkçeye birebir çevrildiğinde “toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması” gibi bir karşılık ortaya çıkmaktadır. Ancak bu çevirinin, toplumsal cinsiyet kavramının diğer bütün politikaların önüne geçmesi gibi bir algıya sebep olması nedeni ile uzmanlar tarafından farklı şekilde ifade edilmesi uygun nen Dördüncü Dünya Kadın Konferansı neticesinde kabul edilen Pekin Eylem Platformunda yer almıştır. Platform birçok paragrafında hükümetlere ve diğer aktörlere toplumsal cinsiyet eşitliğinin yerleştirilmesi için çağrıda bulunmuş, ayrıca hükümetlerin ve diğer aktörlerin tüm politika ve programlarına toplumsal cinsiyet bakış açısını aktif ve görünür bir şekilde yerleştirerek, kararlar alınmadan önce, politikaların kadınlar ve erkekler üzerindeki etkilerinin teker teker saptanması için analiz yapılmasının sağlanması gerektiğini ifade etmiştir. Yerleştirme, BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin 1997/2 sayılı Sonuç Metni’nde şu şekilde tanımlanmıştır: Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğine erişim için 1990’larla birlikte ortaya çıkan bir stratejidir. görülmüştür. “Kadın erkek eşitliğinin ana politikalara yerleştirilmesi”, “toplumsal cinsiyeti bütün politikalara dahil etme”, “cinsiyet eşitliğinin her alanda kararlara, politikalara ve uygulamalara en başından itibaren dahil edilmesi”, “toplumsal cinsiyet bakışının ülkenin ana plan ve programlarına entegre edilmesi” gibi farklı şekillerde ifade edilen kavram, genel olarak “toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının ana plan ve programlara yerleştirilmesi” ifadesi ile yansıtılmaktadır (bu yazıda kısaca “yerleştirme” olarak kullanılacaktır). Özellikle uluslararası kuruluşlar tarafından öne çıkarılan bu strateji, ilk olarak, 1984 yılında BM Kadınlar İçin Kalkınma Fonu’nun (UNIFEM) yeniden yapılandırılması sürecinde ortaya çıkmıştır. UNIFEM’e kadınların “kalkınma konularında gündem belirlenmesi sürecine yerleştirilmesi” görevinin verilmesi, bu kavramın ilk kez uluslararası kalkınma tartışmalarında yer almasını sağlamıştır (Schmidt, 2005). 1985 yılında Nairobi’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Üçüncü Kadın Konferansı’nda ise, ülkelerin kalkınma süreçlerine kadınların dahil edilmesi amaçlanmıştır. Nihayet, yerleştirme kavramı ilk kez önemli bir küresel strateji olarak ve belirgin bir şekilde, 1995 yılında düzenle- “...mevzuat, politika ve programlar, tüm alanlar ve tüm düzeyler dahil, tüm planlı eylemlerde kadınların ve erkeklerin etkisini değerlendirme süreci. Erkeklerin olduğu kadar kadınların da çekincelerinin ve tecrübelerinin, politika, ekonomi ve sosyal alanlardaki politika ve programların tasarlanma, uygulanma, izlenme ve değerlendirmelerinde bütünleyici boyutlar haline getirilmesi, böylece kadınların ve erkeklerin eşit şekilde faydalanmalarının sağlanması ve eşitsizliğin ebedileştirilmesinin engellenmesi stratejisidir. Nihai sonuç ise toplumsal cinsiyet eşitliğine erişmektir”. Yerleştirme kavramının dünya çapında en fazla kabul gören tanımı ise Avrupa Konseyi tarafından 1995 yılında oluşturulan Uzmanlar Grubunun çalışmaları neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu tanıma göre yerleştirme: “...toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının, politika yapma süreçlerinde olağan olarak yer alan aktörlerce tüm politikaların, tüm seviye ve aşamalarında bütünleştirilmesini sağlayacak şekilde politika süreçlerinin (yeniden) düzenlenmesi, ilerlemesi, gelişmesi ve değerlendirilmesidir”. 35 dosya / kadın ve istihdam pratik ihtiyaç talebini yerine getirmek için kullanılırken, eğer hedef stratejik ihtiyaçları karşılamak ise, bu mevcut kurumsal yapıları ve toplumsal cinsiyet rollerini değiştirecek şekilde bir strateji geliştirmeyi ve uzun vadeli çözümler üretmeyi gerektirmektedir. Uzun vadeli çözümler ise yerleştirmenin büyük ölçüde amacına ulaştığını, mevcut toplumsal cinsiyet rollerinde dönüşüm sağlandığını gösterir niteliktedir. Örneğin yalnızca kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması amacıyla bir çalışma yürütülmesi, toplumsal cinsiyete özgü bir politikadır. Toplumsal cinsiyet bakış açısını ana plan ve programlara yerleştirmek için çalışan ülkelerin, bu süreci genellikle diğer politikalardan bağımsız görmek, yerleştirme politikalarını, toplumsal cinsiyete duyarlı politikalardan ayırt etme ya da yerine koyma gibi bir hataya düşebilmektedirler. Oysa yerleştirme, toplumsal cinsiyete özgü politikalar, toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşma hedefinde toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar ile birlikte paralel olarak yürütülmesi gereken bir stratejidir. Bu nedenle yerleştirme ve toplumsal cinsiyete özgü politikalar birlikte yürütülmeli, iki yollu bir strateji izlenmelidir. Bu noktada, toplumsal cinsiyete özgü politikalar ile yerleştirme arasındaki farklara ve ilişkiye değinilmesi gerekmektedir. Toplumsal cinsiyete özgü politikalar, belirli bir soruna odaklanmakta, belirli bir alanda bir sorunu çözmeye çalışmaktadır. Örneğin yalnızca kadına yönelik şid- 36 Türkiye’de 2000’li yıllardan itibaren önemli yerleştirme uygulamaları gerçekleştirilmiştir. 2001 ve 2004 yıllarında Anayasa’nın 10, 41, 66 ve 90. maddelerinde detin ortadan kaldırılması amacıyla bir yapılan değişiklikler toplumsal cinsiyet çalışma yürütülmesi, toplumsal cinsiyeeşitliği bakış açısının normlar hiyerarşite özgü bir politikadır. Bu açıdan, kadın sinin en üst düzeyinde güçlendirilmesini konukevleri örnek olarak gösterilebilir. ve dolayısı ile tüm yasal ve idari düzenÖte yandan, Türkiye Cumhuriyeti Başlemelere bu bakış açısının yansıtılması bakanlığınca yayınlanan 2006/17 sayılı yükümlülüğünü getirmiştir. 10. maddeye Başbakanlık Genelgesi, genel başlığı ba“Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahipkımından toplumsal cinsiyet eşitsizliğine tir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmeilişkin özel bir sorun olan kadına yönelik sini sağlamakla yükümlüdür” fıkrasının şiddetin ortadan kaldırılmasını amaçlaeklenmesi ile birlikte devlete toplumsal sa da, incelendiğinde asıl olarak kamu cinsiyet eşitliği bakış açısını tüm ana plan kurum ve kuruluşlarının genel politika ve programlarına yerleştirmesi için açık anlayışına toplumsal cinsiyet bakış açıbir sorumluluk yüklenmiştir. Öte sını yerleştirerek, kadına yönelik yandan aile birliğinin yöneşiddetle mücadele etmeyi timinde eşlere eşit söz amaçlamaktadır. Bu hakkı tanıyan Yeni açıdan bir yerleştirme Toplumsal cinsiyete özgü Medeni Kanun amacı gütmektedir. (2002), cinsiBu örneklerden de politikalar, belirli bir yet, medeni anlaşılabileceği hal ve aile üzere, yerleştirme soruna odaklanmakta, yükümlülüksürdürülebilir bir leri, hamilelik belirli bir alanda değişim potansive doğumun yeline sahipken, iş akdinin feshi bir sorunu çözmeye toplumsal cinsiyete için geçerli seözgü politikalar ele bep oluşturamaçalışmaktadır. aldığı konu alanıyla sınırlı yacağı hükmü getiren kalmaktadır. Yeni İş Kanunu (2003) ve kadına karşı işlenen suçları aile Tüm bunlara ek olarak toplumsal cinsiyeve toplum düzenine karşı işlenmiş suçte özgü politikaları yerleştirmenin araçları lar olmaktan çıkarılıp “Kişilere Karşı Suçolarak da görmek gerekir. Kadınların acil lar” başlığı altına alan Yeni Caza Kanun ihtiyaçlarına çözüm getirmeyi amaçla(2005) toplumsal cinsiyet eşitliğine erişyan “geçici özel önlemler” gibi toplumsal mek amacıyla dönüştürücü bir yaklaşım cinsiyete özgü politikalar genellikle belirli getirmiş, stratejik bir ihtiyacı karşılamış, bir zaman diliminde ihtiyaç duyulan bir böylece önemli yerleştirmelere imza at- Yerleştirme sürdürülebilir mıştır. Yasalarda kaydedilen değişikliklerin yanı sıra, TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun “kadın erkek eşitliğine ilişkin yasaları inceleme” görevi ile kurulması, yerleştirme için önemli bir adımdır. Son olarak, ilki 2008-2013 yılları arasında uygulanan ve ikincisi hazırlanmakta olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı ile eğitim, sağlık, çevre, karar alma mekanizmalarına katılım, yoksulluk, istihdam, medya, kurumsal mekanizmalar gibi alanlarda toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının yerleştirilmesi için stratejiler ve sorumlu kurum ve kuruluşlar belirlenmiştir. bir kavram olarak uygulanması oldukça güç” bir kavram olarak tanımlanmış, yukarıda da ifade edildiği gibi toplumsal cinsiyete özgü politikalara alternatif bir strateji olarak algılanmıştır. Bir yandan yerleştirmeyi anlamak ve anlatmak toplumsal cinsiyet eşitliğine erişmek için oldukça önemli iken diğer yandan da bu güçlüğü nedeni ile toplumsal cinsiyete özgü politikalar ile desteklenmesi gerekmektedir. bir değişim potansiyeline sahipken, toplumsal cinsiyete özgü politikalar ele aldığı konu alanıyla sınırlı kalmaktadır. Yerleştirme gerek uluslararası gerekse ulusal düzeyde “aldatıcı bir şekilde basit 37 röportaj Kadınlar ve erkekler arasında kökenleri uzun bir geçmişe dayanan, sistematik, kurumsallaşmış ve neredeyse doğal durum olarak kabul edilmiş mevcut eşitsizlikleri; yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğini dikkate almayan böyle bir eşitlik kavramının, gerçek bir eşitliğe ulaşılmasını sağlayamayacağı gerçeğinden hareketle zamanla “fırsat eşitliği” kavramının kullanılmasına doğru bir eğilim belirmiştir. Özgü KARACA BOZKURT Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 38 Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Ulaşılması Sürecinde GEÇİCİ ÖZEL ÖNLEMLER Fransız Devrimi ile birlikte modern demokratik toplumların gündeminde ilk sıralara yerleşen “eşitlik” tartışmalarında genel olarak kabul gören anlayış “yasalar önünde eşitlik” idi. Bunun bir yansıması olarak, kadın hakları savunucuları mücadelelerinin ilk dönemlerinde kadınların ve erkeklerin yasalar önünde eşit olmaları gerektiği görüşünden yola çıkmışlar ve kadın erkek eşitliği mücadelesini bu düzlemde gerçekleştirerek; kadınlara yasalarda eşit haklar talep etmişlerdir. Ancak, söz konusu eşitlik yaklaşımı bireyleri genelleştiren, eşitliği salt kanunlar bakımından ele alan bir yaklaşım olup; hem bireysel farklılıkları, hem de toplumda süregelen mevcut eşitsizlikleri yok sayan ve eşitlik kavramını soyutlaştıran bir yaklaşım olmuştur. Kadınlar ve erkekler arasında kökenleri uzun bir geçmişe dayanan, sistematik, kurumsallaşmış ve neredeyse doğal durum olarak kabul edilmiş mevcut eşitsizlikleri; yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğini dikkate almayan böyle bir eşitlik kavramının, gerçek bir eşitliğe ulaşılmasını sağlayamayacağı gerçeğinden hareketle zamanla “fırsat eşitliği” kavramının kullanılmasına doğru bir eğilim belirmiştir. “Fırsat Eşitliği”, kamusal hizmetlere ulaşmada ya da kamusal kurumlara girişte devletin kadınlara ve erkeklere eşit fırsat sunması anlamına gelmektedir. Fırsat eşitliğinin hayata geçirilmesi yoluyla ulaşılmak istenen, kadınların ve erkeklerin eğitim, istihdam, karar mekanizmalarına katılım, sağlık gibi alanlara eşit katılımının sağlanmasıdır. “Yasalar önünde eşitlik” gibi soyut bir anlayışı, “fırsat eşitliği” yaklaşımı ile somut bir hale getirmeyi amaçlayan iyi niyetli bir yaklaşım olarak nitelendirilebilecek olan fırsat eşitliği anlayışı, kadınların ve erkeklerin mevcut toplumsal durumlarının nedeni olan eşitsiz toplumsal koşulları dikkate almamakta ve bu nedenle başlangıç koşulları eşitsiz olan kadınlar ve erkekler arasında eşitliği sağlama çabası başarıya ulaşamamaktadır. Mevcut eşitsizlikleri dikkate almadan eşit fırsatlardan bahsetmek, sonuçta ortaya yeni eşitsizlikleri çıkarmakta; kadınlar ve erkekler arasında mevcut durumda var olan eşitsizliklerin süreklilik kazanmasını engelleyememektedir. Dolayısıyla, kadınların ve erkeklerin toplumsal kaynaklardan, hizmetlerden eşit şekilde yararlanmaları; toplumsal yaşamın her alanına eşit şekilde katılmaları ve cinsiyetleri nedeniyle herhangi bir ayrımcılıkla karşılaşmamaları anlamına gelen toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak için, başlangıç koşullarını eşitlemenin gerekliliği ortaya çıkmaktaydı. Dolayısıyla yasalar önünde eşitlik ve fırsatların eşitliğini de kapsayacak; ancak bundan daha geniş kapsamlı etkiye sahip olacak “sonuçlarda eşitliği sağlamaya yönelik politikalar” geliştirilmesi gerekliliği ortaya çıktı. Literatürde ve genel kullanımda olumlu eylemler/olumlu ayrımcılık/pozitif ayrımcılık gibi kavramlarla da kullanılan “geçici özel önlemler” bu çerçevede ortaya çıkmıştır “Fırsat Eşitliği”, kamusal hizmetlere ulaşmada ya da kamusal kurumlara girişte devletin kadınlara ve erkeklere eşit fırsat sunması anlamına gelmektedir. 39 dosya / kadın ve istihdam 2004 yılında maddeye “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” fıkrası eklenmiş; böylece cinsiyetler arasında eşitliğin sağlanmasından Devletin sorumlu olduğu Anayasal bir hüküm haline gelmiştir. Geçici özel önlem politikalarının uluslararası hukuktan kaynaklanan güçlü bir dayanağı da bulunmaktadır. 1981 yılından bu yana yürürlükte olan ve Türkiye’nin de 1986 yılından bu yana taraf olduğu bağlayıcı bir insan hakları sözleşmesi olan Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’nin (CEDAW) 4’üncü maddesi “Geçici Özel Önlem” başlığını taşımaktadır. 4 üncü maddenin birinci fıkrası “kadın ve erkek eşitliğini fiilen sağlamak için Taraf Devletlerce alınacak önlemler, İşbu Sözleşmede belirtilen türden bir ayrım olarak düşünülmeyecek ve hiçbir şekilde eşitsizlik veya farklı standartların korunması sonucunu doğurmayacaktır. Fırsat ve uygulama eşitliği hedeflerine ulaşıldığı zaman bu önlemlere son verilecektir” şeklindedir. “Geçici Özel Önlemler”, nihai hedefi “toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmış ve bu durumun sürekliliğini sağlayabilen bir toplum tasarımı” olan “toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi stratejisi” nin bir uzantısı veya bu stratejinin tamamlayıcısı olarak düşünülmelidir. Geçici özel önlemler, hâlihazırda bir cinsiyetin eşit 40 şekilde temsil edilmediği, kaynaklardan eşit şekilde yararlanamadığı ya da haklara eşit olarak sahip olmadığı bir alana müdahale ederek, eşitliğin sağlanmasına kadar, durumu dezavantajlı olan cinsiyet lehine özel önlemler alınması anlamına gelmektedir. Pratikte ise, kadınların eğitim, istihdam, siyasal katılım vb. alanlarda temsili ve katılımı erkeklere kıyasla daha geride olduğundan, geçici özel önlem politikalarının kadınlara yönelik olarak uygulanması ihtiyacı tartışmasız bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu durum, Türkiye örneği için geçerli olduğu gibi, Dünya Ekonomik Forumu tarafından her yıl yayınlanan Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporlarından da açıklıkla görüleceği üzere, neredeyse dünyanın geneli için geçerlidir. Geçici özel önlem politikalarının nihai amacı, belli bir toplumda belli bir zaman diliminde cinsiyetler arasında var olan uçurumun kapanmasına katkı sunmak suretiyle, eşitsizlik ve ayrımcılıkları ortadan kaldırmak ve böylece toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşma sürecine katkı sunmaktır. Bu önlemler, kadınların bazı alanlarda eşit olmayan şekilde temsil edilmesinin önüne geçmek ve gücün ve kaynakların kadınlar ve erkekler arasında yeniden dağıtımını da gerektirmektedir. “Fiili eşitlik” ya da “sonuçlarda eşitlik” şeklinde tanımlanabilecek hedefe ulaşılması durumunda, kadınların kamusal ve özel yaşamın tüm alanlarında erkeklerle eşit sayıda yer almaları; gelir düzeylerinin eşitlenmesi; karar alma ve siyasi güce sahip olmada eşitliğin gerçekleşmesi; haklardan, fırsatlardan ve kaynaklardan eşit şekilde yararlanmaları gerekmektedir. CEDAW Komitesi, Sözleşmenin 4’üncü maddesinin Taraf Devletlerce nasıl yorumlanacağına ve uygulanacağına ilişkin iki Tavsiye Kararı yayımlamıştır. Komite’nin ilgili Tavsiye Kararları’nda değinilen hususlardan biri konuya ilişkin terminoloji sorunudur. Komite’ye göre, Taraf Devletler bu konuda yapacakları çalışmaları “olumlu eylem”, “olumlu ayrımcılık” ya da “pozitif ayrımcılık” yerine, “geçici özel önlemler” şeklinde tanımlamalıdırlar. Geçici özel önlemlerin “geçici” niteliğine Komite’nin ilgili Tavsiye Kararında özellikle vurgu yapılmaktadır. Buna göre, geçici özel önlemler, daimi olmamalı; cinsiyet eşitsizliğine dair belli bir soruna çözüm bulmak amacıyla geçici süreyle uygulanmalıdırlar. Ancak, bu durum, söz konusu sorunun ortadan kaldırılmasının uzun bir zaman alması durumunda, geçici özel önlemin, oldukça uzun bir zaman dilimini kapsamasına engel teşkil etmemektedir. Geçici Özel Önlemlerin “özel” olma durumu ise söz konusu önlemlerin cinsiyet eşitsizliğine ilişkin özel/sınırları belirlenmiş/belli bir amaca yönelik önlemler olmalarından kaynaklanmaktadır. Diğer yandan, “önlemler” ile kastedilen ise yasal, yönetimsel ya da diğer düzenleyici belgeler, politikalar, programlar, kaynakların tahsisi, tercihe dayalı muameleler, hedeflenmiş sonuçlar gibi eylem ve durumları kapsamaktadır. Dünya örnekleri incelendiğinde kadın istihdamının artırılması için özel teşvik politikaları geliştirilmesi, kadınların daha az yer aldığı iş kollarına özel teşvik önlemleri uygulanması, siyasete katılımda seçimlerde cinsiyet kotası belirlenmesi ya da siyasi partilerin kendi iç düzenlemelerinde kotaya yer vermeleri, eğitim alanında kız çocuklarına daha fazla miktarda ya da sadece kız çocuklarına özel, yatılılık imkanlarının kız çocukları lehine düzenlenmesi, özel sektör işyerlerinin yönetim kademelerinde cinsiyet kotası uygulanması, kredi veren kuruluşların kadınlara daha fazla miktarda ya da daha az faiz ve farklı ödeme seçenekleriyle kredi vermesi gibi örneklerle karşılaşmak mümkündür. Geçici özel önlemlere ilişkin genel çerçevenin ardından, Türkiye’de konuya ilişkin duruma göz atmak faydalı olacaktır. Türkiye’de eşitlik, Anayasal bir hüküm olarak düzenlenmiştir. “Eşitlik” başlığını taşıyan 1982 Anayasası’nın 10’uncu maddesinin ilk fıkrasında “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” hükmü yer almaktadır. Makalenin girişinde yapılan açıklamalar çerçevesinde, bu hükmün “yasalar önünde eşitlik” anlayışının bir yansıması olduğu görülmektedir. 2004 yılında maddeye “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” fıkrası eklenmiş; böylece cinsiyetler arasında eşitliğin sağlanmasından Devletin sorumlu olduğu Anayasal bir hüküm haline gelmiştir. Yapılan bu düzenlemeler, geçici özel önlemlerin uygulanmasına bir engel teşkil etmese de, 2010 yılında maddeye eklenen, “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” şeklindeki ek cümle ile geçici özel önlemler Anayasal dayanağa kavuşmuştur. Aslında, Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yer alan, “milletler arası antlaşmaların kanun hükmünde” olduğu şeklindeki hüküm ile, CEDAW’ın 4 üncü maddesinde yer alan geçici özel önlemler, CEDAW’a taraf olduğumuz 1986 yılından bu yana Türkiye için kanuni bir dayanağa sahip olmaktadır. Bunun yanı sıra, 2004 yılında Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yapılan değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda, milletler arası antlaşma hükümlerinin esas alınacağına ilişkin hüküm eklenmiştir. Bu madde ile, kadınların temel haklarına ilişkin düzenlemeler getiren CEDAW’a ulusal kanunlar karşısında uygulamada öncelik verilmiştir. Bu durum, Anayasa’nın 10 uncu maddesinde 2010 yılında yapılan değişiklik öncesinde de geçici özel önlemlerin Türk hukukunda yer bulduğunu göstermektedir. 2010 değişikliği ile getirilen yenilik, geçici özel önlemlerin Anayasa’da yer alması ve böylece daha güçlü bir dayanağa sahip olması olmuştur. Türkiye’de sınırlı sayıda da olsa, geçici özel önlemlerin uygulanmasına ilişkin örneklerle karşılaşılmaktadır. Örneklerden biri, “Şartlı Nakit Transferi Eğitim Yardımları” kapsamında, kız çocuklarının okullaşma oranlarını ve ilköğretimden ortaöğretime geçiş oranlarını artırmak amacıyla okula devam etme şartı ile çocukların ailelerine yapılan karşılıksız eğitim yardımlarının kız çocukları lehine düzenlenmiş olmasıdır. İlk ve orta öğretimde yapılan ödemelerde kız çocuklarına yapılan ödeme miktarı erkek çocuklarından daha fazladır. Ayrıca, yardımlar, “kadının aile ve toplum içindeki konumunun güçlendirilmesi” amacıyla doğrudan annelere yapılmaktadır. 2007 yılında Gelir Vergisi Kanunu’nda yapılan değişiklikle; hane içinde kadınlar tarafından üretilen ürünlerin düzenlenen kermes, festival, panayır ile kamu kurum ve kuruluşlarınca geçici olarak belirlenen yerlerde satılması sonucu kadınların elde ettikleri gelirlerin vergiden muaf tutulmuş olması, bir başka geçici özel önlem örneğidir. 2008 yılında yürürlüğe giren İstihdam Paketi ile, işe alınan ve fiilen çalıştırılan 18 yaşından büyük kadınlara ait sigorta primi işveren paylarının toplamda 5 yıl olmak üzere ilk yıl için tamamının, sonraki yıllar için de %20’lik azalan oranlarda kısmının devlet tarafından İşsizlik Sigortası fonundan karşılanması uygulaması getirilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu’nda Komisyon’un üyeleri belirlenirken kadın milletvekilleri ile insan hakları konusunda uzman milletvekillerine öncelik tanınacağı hükme bağlanmıştır. 41 dosya / kadın ve istihdam Türkiye’den bir başka örnek, bazı siyasi partiler tarafından parti yönetim organlarında cinsiyet kotası uygulanması, seçimlerde cinsiyet kotasına gidilmesi ya da kadınlardan adaylık ücreti alınmaması ya da daha az ücret alınmasıdır. Dünyadaki ve Türkiye’deki örnekleri yukarıda sayılan geçici özel önlemler, tüm ülkelerde uygulanabilir standartlara ya da hazır reçetelere sahip değildir. Olması gereken, her toplumun o topluma mensup kadınların ihtiyaç ve beklentilerini, kadınların durumuna ilişkin verileri ve cinsiyetler arasındaki farkı göz önünde tutarak kendi özel önlemlerini belirlemesi ve gerekli sürelerde uygulamasıdır. Vurgulanması gereken bir diğer husus, geçici özel önlem politikalarının, kadınların mevcut sorumluluklarına ilişkin yerleşik kalıplar ve geleneksel uygulamalar gözden geçirilmeden ve bu kalıpların değiştirilmesi ve dönüştürülmesi gerçekleştirilmeden başarıya ulaşamayacağı gerçeğidir. Özellikle istihdama ve siyasete katılım konusunda kadınların önünü açan düzenlemeler, iş ve özel yaşamın uyumlaştırılmasına ilişkin destekler olmaksızın başarıya ulaşmaktan uzaktırlar. Çünkü, örneğin kadınlara belli bir alanda işe girmenin yolunu açarken, ya da seçimlerde cinsi- 42 yet kotaları belirlerken, eş zamanlı olarak kadınların toplumda geleneksel olarak üstlendikleri ev işleri ve bakım sorumluluklarında bir değişiklik gerçekleştirilmesi sağlanmazsa, hedeflenen amaca ulaşılması mümkün olmayacaktır. Bu değişikliğin gerçekleşmesi ise, bir yandan devletin iş ve özel yaşamın uyumlaştırılması konusundaki sorumluluğunu; bir yandan da toplumda yerleşik cinsiyet kalıp yargılarının sorgulanmasını ve değiştirilmesini gündeme getirmektedir. KAYNAKLAR Bu tespit ise bizi, geçici özel önlem politikalarını da kapsayacak geniş kapsamlı, ülkedeki kamu politikası alanlarının tüm süreçlerini ve tüm aktörlerini kapsayan “toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi stratejisi”nin vazgeçilmez olduğu tespitine götürmektedir. Men, Sonuç olarak, toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşılmasının uzun dönemli ve kesintisiz uygulanması gereken stratejisi “ana plan ve politikalara yerleştirme stratejisi” iken, toplumda eskiden beri süregelen eşitsizlikleri ortadan kaldırmanın, kadınların acil ihtiyaçlarına çözümler bulmanın ve toplumsal yaşamda kadınlar için başlangıç koşullarını eşitlemenin kısa dönemli stratejisi olarak “geçici özel önlemler” uygulanmalıdır. • Acuner, S. (1999). Türkiye’de Kadın Erkek Eşitliği ve Resmi Kurumsallaşma Süreci. Yayınlanmamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi. • Akbaş, K., Şen, İ. G. Türkiye’de Kadına Yönelik Pozitif Ayrımcılık: Kavram, Uygulama ve Toplumsal Algılar. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Hukuk Özel Sayısı, 165189. • Council of Europe. (2000). Positive Action in the Field of Equality Between Women and http://www.coe.int/t/dghl/standard- setting/equality/03themes/standards-mechanisms/EG_S_PA_2000_7_en.pdf (Erişim Tarihi: 27.1.2014). • Kadın Adayları Destekleme Derneği. (2007). Kota El Kitabı, Geçici Özel Önlem Politikası: KOTA. Ankara: Yalçın Matbaacılık. • United Nations Committee on Elimination of Violence Against Women (1988). General Recommendation No. 5 on Temporary Special Measures. • United Nations Committee on Elimination of Violence Against Women (2004). General Recommendation No:25 on Article 4, Paragraph 1, of the Convention of All Forms of Discrimination against Women, on Temporary Special Measures. KADINLARIN SİYASAL KATILIMINI ARTTIRMAK Özgün BALTACI Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Siyasal hayata katılım, bireyin siyasal sistemle kurmuş olduğu ilişkilerdir. Bu ilişkiler siyasal olayları ve karar alma süreçlerini izlemek ve bilgi edinmekten, siyasal eylemlerde bulunmaya, oy vermeye, seçimlerde aday olmaya, aktif olarak siyasete katılmaya kadar uzanan değişik biçim ve boyutlarda kendilerini gösterebilmektedir. Dünya kadınları, yüzyıllar boyunca, içinde yer aldıkları siyasal sistemlerle yeterince bağ kuramadan yaşamışlardır. Bu durumun belirleyici etkenleri; kadınların eğitim düzeyinin düşüklüğü, var olan eğitim sistemlerinin toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı olmaması, kadınların ekonomik hayata katılımının sınırlılığı, çalışma koşul ve ücretlerinin yetersizliği, çocuk, yaşlı, engelli bakımı konusunda destek mekanizmalarının yetersiz olması nedeniyle kadınların ev içi sorumluluklarının artması olarak sıralanabilir. Siyasetin erkek egemen bir alan olarak toplumsal kabul görmesi de kadınların bu alana katılımlarında kısıtlayıcı olmaktadır. Kadınların siyasette ve karar alma mekanizmalarında eksik temsil edilmesinin bir diğer nedeni ise siyasal sistem ve partilere ilişkin yapısal ve kültürel unsurlar olarak ifade edilmektedir. Kadınların siyasi yaşama katılımını arttırmak için bir kanal olarak görülen siyasi partilerin kadın kollarının, karar alma süreçlerinde etkili birimler olarak değil, düşük siyasi getirisi olan ikincil birimler olarak örgütlenmesi, partinin “ana kademe” karar organlarında söz ve karar yetkilerinin çok fazla olmaması, bu çerçevede Kadınların siyasette ve karar alma mekanizmalarında eksik temsil edilmesinin bir diğer nedeni ise siyasal sistem ve partilere ilişkin yapısal ve kültürel unsurlar olarak ifade edilmektedir. var olan siyaset anlayışı, adaylık süreçleri, siyasal yaşamın işleyişi ve örgütlenmesi, kadınların siyasal partiler içinde güçlü bir baskı grubu olarak örgütlenememeleri de kadınların siyasal rollerinin ve katılımlarının büyük ölçüde seçmenlikle sınırlı kalmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda, siyasal hayata katılımın önemli biçimlerinden olan oy kullanma ve seçimlere katılma hakkı, 19. yüzyıla kadar kadınlar açısından kullanılabilir haklar olmamıştır. Ancak bu yüzyılla birlikte, aşamalı olarak kadınların taleplerinin merkezine yerleşmiştir. Kadınlar, oy kullanma hakkını, kendilerine tam vatandaşlık haklarının tanınması için gerekli en temel haklardan biri olarak değerlendirmiş; kadın-erkek eşitliği ile ilgili reformların ilerlemesi ve hayatlarında sadece hukuki değil; uygulamaya yönelik değişiklikler de yapılabilmesi için seçmen olarak oy kullanma gücüne sahip olmaları gerektiğini savunmuşlardır. Kadınlarca yürütülen mücadeleler sonucunda oy kullanma ve seçimlere katılma hakları kabul edilmiş olup, aşağıdaki tabloda kimi ülkelere ilişkin olarak yer verilen tarihler de mücadelenin zorluğunu ve kadınların katılımının ne kadar kısa bir geçmişe sahip olduğunu gösterir niteliktedir. 43 dosya / kadın ve istihdam Tablo 1: Dünyada Kadınların Oy Kullanma ve Seçimlere Katılma Haklarının Kabul Edilmesi YIL ÜLKE 1893 Yeni Zelanda 1902-1928 Avustralya, Finlandiya, Norveç, Danimarka, İzlanda, Avusturya, Kanada, Almanya, Macaristan, İrlanda, Rusya, Belçika, Lüksemburg, İsveç, Hollanda, Ukrayna, ABD, Arnavutluk, Slovakya, Ermenistan, Azerbaycan, İngiltere 1930 Türkiye (Seçme hakkı), Güney Afrika (Beyazlar) 1931-1934 İspanya, Sri Lanka, Brezilya, Tayland, Küba, Türkiye (Seçilme hakkı) 1944-1947 Fransa, Bulgaristan, Arjantin, Malta, Meksika, Pakistan 1952-1959 Yunanistan, Lübnan, Kolombiya, Gana, Etiyopya, Peru, Mısır, Somali, Tunus, Tanzanya 1961-1964 Ruanda, Sierra Leone, Cezayir, Monako, Uganda, Afganistan, İran, Fas, Kenya, Sudan 1970-1974 Andora, Yemen, İsviçre, Bangladeş, Ürdün 1980-1986 Irak, Güney Afrika (Melezler ve Hintliler), Moldova 1994 Güney Afrika (Siyahlar) 2005 Kuveyt Kaynak: Inter-Parliamentary Union, Women’s Suffrage, http://www.ipu.org/wmn-e/suffrage.htm, (07.01.2014). Kadınların oy kullanma ve seçimlere katılma haklarını kazanmaları elbette siyasal katılımda değişikliklere yol açmıştır. Yine de günümüzde kadınların siyasal katılımı hala erkeklerle eşit düzeye gelememiştir. Özellikle seçilme hakkından yararlanma ve siyasal karar mekanizmalarında yer alma konusunda cinsler arası eşitsizlik çok belirgin bir biçimde varlığını sürdürmekte ve kadınlar erkeklerin çok gerisinde kalmaktadırlar. Parlamentolar-arası Birliğin 1 Kasım 2013 tarihi itibariyle yayınladığı listede dünyadaki tüm ulusal parlamentolardaki toplam milletvekili sayısı 45.875 iken bunların 35.823’ü erkek ve 9.723’ü kadındır. Kadınların ulusal meclislerde temsil edilme oranı dünya ölçeğinde % 21,3 olarak gerçekleşmektedir. 44 Tablo 2: Ulusal Parlamentolarda Kadın: Bölgesel Göstergeler - 2013 Bölge Temsilciler Meclisi/ Parlamento Senato Temsilciler Meclisi ve Senato Kuzey ülkeleri % 42 -- -- Avrupa-AGİT üyeleri (Kuzey ülkeleri dahil) % 24,6 % 22,6 % 24,2 Amerika % 24,2 % 23,8 % 24,1 Avrupa-AGİT üyeleri (Kuzey ülkeleri hariç) % 23,0 % 22,6 % 22,9 Sahra-altı Afrika % 21,1 % 18,7 % 21,7 Asya % 19,1 % 13,8 % 18,5 Pasifik % 17,8 % 7,7 % 15,9 Arap ülkeleri % 13,1 % 38,6 % 15,9 Kaynak: Inter-Parliamentary Union, http://www.ipu.org/wmn-e/world.htm, (07.01.2014). Ulusal parlamentolarda kadın temsilinin bölgesel dağılımına bakıldığında ise Tablo 2’de görüldüğü üzere kadınların en yüksek temsil oranına sahip bölge % 42 ile Kuzey ülkeleridir. Bölgesel ortalamada Avrupa’nın, Amerika’nın ve Sahra-altı Afrika’nın ortalaması % 20-25 civarında iken, Arap ülkeleri % 13,1 ile en düşük orana sahip bulunmaktadır. Parlamentolar-arası Birliğin verilerine göre dünya sıralamasında birinci sırada yer alan ülke olan Ruanda’da 2011 yılında yapılan son seçimlerde 80 milletvekilinin 51’ini kadınlar oluşturmaktadır; yani parlamentoda Ruandalı kadınlar % 63,8 oranında temsil edilmektedir. Parlamentoda en yüksek kadın temsilinde Ruanda’yı Andora, Küba, İsveç, Seyşeller Cumhuriyeti, Senegal, Finlandiya, Güney Afrika, Nikaragua, İzlanda, Norveç ve Mozambik takip etmektedir. 188 ülkenin yer verildiği raporda Türkiye, Haziran 2011’de yapılan son seçimler sonucunda meclisteki 550 koltuktan 79’una kadınların seçilmesiyle, % 14,4’lük kadın temsil oranıyla 118. sıraya yerleşmiştir (Inter-Parliamentary Union, http://www.ipu.org/wmn-e/classif.htm, 07.01.2014). Parlamentolarda kadın temsilinin yanında, kadınlara kabinede yer verilip verilmediği de incelenmesi gereken bir diğer husustur. 2008 yılında % 58 ile kadınlara kabinede en çok yer veren ülkenin Finlandiya olduğu anlaşılmaktadır. Finlandiya’yı, %56 ile Norveç ve %50 ile Grenada takip etmektedir. 2008 itibariyle kabinede kadınlara % 30 ve üstü temsil sağlayan ülkeler İsveç, Fransa, Güney Afrika, İspanya, İsviçre, Şili, El Salvador, Avusturya, Danimarka, Almanya, İzlanda, Hollanda, Yeni Zelanda, Ekvator, Nikaragua, Lesotho ve Burundi’dir. Türkiye ise 2008 itibariyle kabinede sadece % 4 oranında kadın bakana sahip olduğu için en alt sıralarda yer almaktadır (http://unstats.un.org / unsd/demographic / products / Worldswomen/WW_full%20 report_color.pdf, 07.01.2014). Kişilerin yönetime gerçek anlamda katılıp kendi yerel ve bölgesel sorunlarına çözümler arayabildiği yönetim birimleri olan yerel yönetimlerde de tüm dünyada erkek egemen bir yapılanmanın mevcut olduğu gözlemlenebilir. 2003–2009 döneminde % 10 ve üzeri oranda kadın belediye başkanına sahip olan ülkeler Gana, Morityus, Güney Afrika, Filipinler, Bolivya, Şili, Kosta Rika, Honduras, Nikaragua, Panama, Venezuela, Avustralya, Bulgaristan, Estonya, Finlandiya, Fransa, Macaristan, İzlanda, Letonya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Moldova, Sırbistan, Slovakya, İspanya, İsveç, Amerika’dır. Görüldüğü üzere sayıları oldukça az olup çoğunlukla ya gelişmiş ülkeler ya da nispeten siyasette kadın temsil oranı yüksek olan Latin Amerika ülkeleridir. Bu ülkelerin dışındaki diğer tüm ülkelerde bu oran %10’un altında kalmaktadır. Türkiye’nin ise yerel yönetimlerde kadın temsil oranı oldukça düşüktür ve 2003–2009 yıllarında belediye başkanları arasında kadın oranı sadece %1’dir (http://unstats.un.org/unsd/demographic/products/Worldswomen/WW_full%20report 45 dosya / kadın ve istihdam Hal böyle iken, özellikle son 20 yıldır, dünyanın çeşitli ülkelerinde kadınların siyasal yaşamda gereğince temsil edilmelerini sağlayacak destek politikaları oluşturulmakta; uluslararası sözleşmelerle “cinslerarası eşitlik”, “pozitif ayrımcılık” ve “özel önlemler” kavramları ulusal hukuk düzenlerine aktarılmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede, ülkeler, kendi seçim sistemleri ile uyumlu bir biçimde özel önlem politikalarının bir örneği olan “kota” tekniğini geliştirmekte ve uygulamaktadır. Savunulan; eksik temsil edilen cinsiyetin siyasette yer almasını engelleyen faktörler ortadan kalkıncaya kadar bir seçim tekniği olarak kotanın uygulanmasıdır. Kota sistemleri bazen temsilciler meclisi veya senato gibi ulusal meclisler için, kimi zaman da daha alt düzeydeki eyalet ve belediye gibi meclisler için uygulanmaktadır. Bu tür durumlarda kota sistemi mevcut seçim sistemine entegre edilmektedir. Kota uygulamaları, parlamento açısından değerlendirildiğinde, literatürde ve uygulamada çoğunlukla 3 tür olarak sınıflandırılmaktadır. Bunlardan ilki, ayrılmış koltuk kotasıdır. Buna göre parlamentoda belirli sayıdaki milletvekilliği kadınlara ayrılmaktadır. Bunun sağlanması için anayasal ve/ veya yasal düzenleme yapılır ve bu sistem seçilmiş kadın sayısını belirler. Anayasal ayrılmış koltuk kotasını benimseyen ülkeler; Afganistan, Bangladeş, Burundi, Haiti, Pakistan, Samoa, Somali, Güney Sudan, Svaziland, Tanzanya, Uganda ve Zimbabwe olmak üzere toplam 12 ülkedir. Seçim yasası kota uygulaması ise Afganistan, Burundi, Çin, Cibuti, Eritre, Ürdün, Fas, Nijer, Güney Sudan, Sudan, Tanzanya ve Uganda olmak üzere yine 12 ülkede uygulanmaktadır. Anayasal ve/veya yasal ayrılmış koltuk uygulaması toplamda 19 ülkede uygulanmaktadır (Global Database of Quotas for Women, http://www.quotaproject.org/uid/search.cfm, 07.01.2014). Kotanın uygulanmaya başlamasıyla birlikte yukarıda yer verilen kimi ülkelerdeki kadınların siyasete katılım oranlarındaki artış aşağıdaki tabloda gösterilmektedir. 46 Ülke Kota öncesi Kota Kota sonrası Bangladeş 1997 - % 9,1 2002 - % 2 2004 - anayasal ayrılmış koltuk düzenlemesi 2005 - % 15,1 2010 – % 18,6 2011 – % 19,7 Burundi 1998 - % 11,9 2002 - % 18,4 2005 – anayasal ayrılmış koltuk düzenlemesi 2005 - % 30,5 2009 - % 31,4 2010 - % 32,1 Fas 1997 - % 0,6 2002 - % 10,8 2011 – yasal ayrılmış koltuk düzenlemesi 2011 - % 17 İkinci uygulama, aday kotasıdır. Bu da ayrılmış koltuk uygulaması ile benzer şekilde anayasal ve/veya yasal düzenleme ile yapılır; ancak, ilkinden farklı olarak seçilmiş kadın sayısı yerine seçim listelerindeki kadın adayların oranını belirler. Anayasal aday kotası, Arjantin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, Fransa, Yunanistan, Kongo Cumhuriyeti ve Sırbistan’da; yasal aday kotası ise toplam 65 ülkede uygulanmaktadır (Global Database of Quotas for Women, http://www.quotaproject.org/ uid/search.cfm, 07.01.2014). Aday kotası ile birlikte kimi ülkelerdeki kadınların siyasete katılım oranlarındaki artış ise şu şekildedir: Ülke Kota öncesi Son uygulama gönüllülük esasına dayalı siyasi parti kotasıdır. Bu kota türü siyasi partilerin tamamen kendi istekleriyle uyguladıkları ve seçim listelerinde kadın adaylara belirli bir kota ayrılmasını sağlayan bir uygulamadır. Bu da ikinci uygulamayla benzer şekilde aday listelerindeki minimum kadın oranının belirlenmesiyle ilgilenir ve siyasi partilerin kendi tüzüklerinde veya seçim yönetmeliklerinde düzenleme yapmaları yolu ile toplam 51 ülkede uygulanmaktadır (Global Database of Quotas for Women, http:// www.quotaproject.org/ uid/search.cfm, 07.01.2014). Kota Kota sonrası Arjantin 1997 - % 27,6 2000 - % 26,5 2000 - anayasal aday kotası 2002 - % 30,7 2005 – % 36,2 2007 – % 40 Ekvator 1997 - % 3,7 2000 - % 14,6 2009 – yasal aday kotası 2009 - % 32,3 2013 - % 38,7 Nepal 1997 - % 3,4 2002 - % 5,9 2007 – yasal aday kotası 2007 - % 17,3 2008 - % 33,2 Görüldüğü üzere, kota uygulamaları, uygulandığı ülkelerde kadınların siyasete katılımını ciddi oranda arttırmış ve ilk uygulamanın üzerinden geçen zaman içinde de bu artış bir trend haline dönüşerek artışın devamlı olması ile sonuçlanmıştır. Bu bağlamda, her ne kadar dünyada kotaya ilişkin; herkes için fırsat eşitliğine karşı olan bir uygulamayı getirmesi, seçmenlerin kimin seçileceğine karar verememesi nedeniyle demokratik olmadığı, farklı politik partilerden gelen kadınların meclisteki oranı asgari eşiği geçse bile ortak hareket etmelerinin mümkün olmaması gibi eleştiriler getirse de; kota savunucuları kotanın, fırsat eşitliğine karşı bir uygulama olmadığı, tersine fırsat eşitliği hakkının kullanılmasını sağlayacak özel önlemlerin alınması olduğunu, kadınların deneyimlerinin siyasi yaşam için gerekli olduğunu, partilerin adayları belirlediğini, seçmenlerin oylarıyla kimin seçileceğini belirleyebilmesi nedeniyle kotanın bu gerçek karşısında seçmenin özgürlüğünü kısıtlamayacağını ifade etmektedirler. Buradan hareketle, gün geçtikçe farklı tür kota uygulamalarını benimseyen ülkelerin sayısı artmaktadır. Kota uygulamalarının yanında, kadınların siyasal katılımını arttırmak için dünyada pek çok farklı çalışma yürütülmektedir. Bu çalışmaların başında kadın erkek eşitliğinin bir kamu politikası haline gelmesi için çalışmalar yürütülmesi; toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratılması, bilgi ve bilinç düzeyinin arttırılması; kadınların sosyo-ekonomik konumlarının güçlendirilmesi; kurum ve kuruluşların kadınların eşit temsili için önlem alma konusunda teşvik edilmesi yer almaktadır. Bunların yanında özel olarak siyaset alanı için siyasi partiler, üniversiteler veya sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülen siyaset eğitimleri bulunmaktadır. Çeşitli adlar altında yürütülen bu eğitim programları ile kadınları politik olarak güçlendirmek, liderlik becerilerini arttırmak, teorik ve pratik bilgi ve deneyim sağlamak hedeflenmektedir. Yine siyasi partilerin parti programlarında kadın politikasının bulunması, parti içinde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak üzere faaliyet gösteren kadın kolları veya meclisleri gibi özerk yapıların oluşturulması, bu yapılara yeterli kaynağın aktarılması, kadın adaylardan aday olmaları için hiçbir ücret talep edilmemesi veya düşük ücret alınması kadınların siyasete katılımını arttırmak için alınan önlemlerdendir. Sonuç olarak, kadınlar siyasal karar mekanizmalarında eksik temsil edilmektedir ve eksik temsilleri, demokrasinin anlamına uygun bir biçimde çalışmasına imkan bırakmadığı gibi, bir insan hakkı olan “yönetime katılma” konusunda da, cinsiyetler arası eşitsizlik sorununu gündeme getirmektedir. Kadının her düzeyde yönetime faal katılımı sağlanmadan ve karar alma süreçlerine toplumsal cinsiyet ana yaklaşımı yerleştirilmeden kalkınma ve çağdaşlık hedeflerine ulaşılamayacağı açıktır. Bu nedenle kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik çabaların başlangıç noktası, karar alma süreçlerine katılımda cinsiyetler arası eşitliği sağlayan adımlar atmaktan geçmektedir. 47 dosya / kadın ve istihdam 48 DERS KİTAPLARINDA TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ DERS KİTAPLARINDA TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ Mustafa ÇADIR Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Giriş Toplumsal cinsiyet eşitliği çağdaş demokratik yurttaşlığın temel bir ilkesi olarak üzerinde uzlaşma sağlanmış bir konudur. Toplumda var olan eşitsizlikleri giderebilecek, toplumsal dönüşümü sağlayabilecek en önemli unsurlardan biri de “Eğitim”dir. Eğitim, hem toplumsal hem de bireysel bağlamda etkin bir değişim aracı olarak, toplumsal gruplar ve toplumsal cinsiyetler arasındaki eşitsizlikleri en aza indirebilecek anahtar bir kurumdur. Temel insan hakları arasında kabul edilen eğitime toplumun tüm kesimlerinin eşit koşullarda erişim sağladığını söylemek mümkün değildir. Eğitim alanı diğer pek çok eşitsizliğin yanı sıra, cinsiyet temelli eşitsizlikten olumsuz etkilenen alanlardandır. Kız çocukları dünyanın birçok yerinde temel eğitimden başlayarak eğitimin her düzeyinde erkek çocuklarına kıyasla daha az okullaşmakta, kaliteli eğitime erişimde sorunlarla karşılaşmakta, eğitim materyalleri cinsiyet açısından olumsuz ve çoğu zaman ayrımcı unsurlar içermektedir. Ülkemizde de kız ve erkek çocuklarının eğitimin her düzeyine erişim açısından yasalar önünde eşit konuma sahip olmalarına ve Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana temel eğitimin zorunlu olmasına rağmen eğitim sisteminde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması bakımından henüz istenilen noktaya ulaşılamadığı görülmektedir. Özellikle eğitimin tüm kademelerinde cinsiyet eşitliğinin sağlanamaması, öğretmenler, yöneticiler, aileler ve karar vericilerin toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı olmamaları ve zihinsel dönüşümün sağlanmaması ve de cinsiyet rollerine ilişkin geleneksel kalıp yargıların eğitim materyalleri ve öğretim programlarında yer almasından dolayı uygulamalarda cinsiyet eşitsizliğinin devam etmesine neden olmaktadır. Eğitim alanında toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için bu bakış açısının eğitimin tüm süreçlerine yansıtılması gereklidir. Bu süreçlerden birini de ders kitapları ve eğitim materyallerinin toplumsal cinsiyete duyarlı hale getirilmesi oluşturmaktadır. Gelişim Süreci Ülkemiz tarafından da imzalanan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi”nin (CEDAW) 5. maddesi imzalayan ülkeleri “…kadın veya erkeği diğerine göre aşağılayan; kadın veya erkeğin diğerine göre daha üstün olduğunu savunan veya kalıplaşmış cinsiyet rollerini temel alan rolleri öngören tüm adet, uygulama, geleneksel davranış ve önyargıların ortadan kaldırılmasını sağlamakla” yükümlü kılınmaktadır. 49 dosya / kadın ve istihdam Toplumda var olan eşitsizlikleri giderebilecek, toplumsal dönüşümü sağlayabilecek en önemli unsurlardan biri de “Eğitim”dir. Eğitim, hem toplumsal hem de bireysel bağlamda etkin bir değişim aracı olarak, toplumsal gruplar ve toplumsal cinsiyetler arasındaki eşitsizlikleri en aza indirebilecek anahtar bir kurumdur. Bunun yanı sıra söz konusu belgenin eğitimle ilgili olan 10. maddesinin (c) bendinde ise, “eğitimin bütünleştirilerek güçlendirilmesi, farklı eğitim türlerinin de geliştirilmesi, okul öğretim programlarının ve özellikle de okul kitaplarının gözden geçirilmesi ve öğretim yöntem ve tekniklerinin yeniden oluşturulması” tedbir olarak yer almıştır. Ayrıca Pekin Deklarasyonu ve diğer uluslararası belgelerde de eğitim materyallerine ilişkin çalışma yapılmasının gerekliliği dile getirilmiştir. Ders kitaplarında toplumsal cinsiyet konulu çalışmalar ülkemizde özellikle 1990’lı yıllar ile birlikte gündeme gelmiştir. Çeşitli eğitim düzeylerinde kullanılan kitap ve materyallerin, kadınları ve erkekleri toplumsal cinsiyet kalıpyargılarına göre sınırlamaları ve bu kalıpyargıları yeniden üretmeleri konusunda 1990’ların başından itibaren üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları duyarlılık göstermiş ve çeşitli çalışmalar ortaya koymuştur. Bu alanda ilk kapsamlı toplantı 2000 yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından ger50 çekleştirilmiş ve ilgili çalışmanın sonuçları ders kitaplarında yansımasını bulmaya başlamıştır. lan çalışmalardan yola çıkılarak bazı tavsiyeler hazırlanmış, komisyonlara ve ilgili Genel Müdürlüklere gönderilmiştir. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve kamu politikalarına temel teşkil eden Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı 2008-2013 ’te “Eğitim ve öğretim programları, yöntemleri, ders kitapları ve diğer tüm eğitim araç ve gereçlerinin içeriklerinin “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” duyarlılığı ile düzenlenmesi” stratejisi yer almıştır. Kamu kurumları tarafından gerçekleştirilen çalışmaların yanı sıra Ankara Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi gibi çeşitli üniversiteler ve Tarih Vakfı, Anne-Çocuk Eğitim Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları tarafından da bu alanda önemli çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bahse konu eylem planının yürürlüğe girmesini takiben Milli Eğitim Bakanlığı tarafından toplumsal cinsiyete önyargılı eğitim materyallerinden cinsiyetçi öğelerin ayıklanması için çalışmalar başlatılmıştır. 16 Temmuz 2009 tarihinde “Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet Çalıştayı” gerçekleştirilmiş olup, mevcut sorunlar tartışılmış ve çözüm önerileri geliştirilmiştir. Çalışmaların daha kalıcı ve sistematik hale getirilmesi amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı bünyesinde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu” kurulmuştur. Komisyonun kurulması sonrası ilköğretim (1-5. Sınıflar) ve ortaöğretim (9.-12. Sınıflar) düzeyinde örgün ve yaygın eğitim kurumlarında okutulan ders kitaplarının cinsiyet ayrımcılığı içeren öğelerden arındırılması çalışmaları daha sistematik bir şekilde ele alınmıştır. 2012 yılında yürürlüğe giren “Milli Eğitim Bakanlığı Ders Kitapları ve Eğitim Araçları Yönetmeliği”ne göre ders kitapları “temel insan hak ve özgürlüklerini destekleyen ve her türlü ayrımcılığı reddeden bir yaklaşım” sunmak zorundadır. Bu kapsamda ders kitapları ve eğitim materyalleri; temel insan haklarına aykırılık taşıyıp taşımadığı; cinsiyet, ırk, dil, din, renk, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep ve benzeri ayrımcılık içerip içermediği yönüyle Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından incelenmekte ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadına karşı ayrımcılığın engellenmesi amacıyla gerekli düzenlemeler gerçekleştirilmektedir. Bu kapsamda; Ayrıca Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından Avrupa Birliği İlerleme Raporunda yer alan “Okul kitaplarındaki kadınların rol ve statülerine ilişkin önyargıların ortadan kaldırılması” ifadesinin incelenmesi amacıyla komisyon oluşturulmuştur. Bu kapsamda Millî Eğitim Bakanlığı ve özel yayınevleri tarafından yazılan ilköğretim kitapları incelenmiştir. Bu inceleme sonrasında “Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Açısından Dikkat Edilecek Hususlar” başlıklı metinde cinsiyet eşitliği ve kalıplaşmış cinsiyet rollerinden arındırılmış bir dilin öğretim programları ile ders kitaplarının üretilmesi ve incelenmesinde kullanılması amacıyla bugüne kadar yapı- Ders Kitaplarından Bazı Örnekler • Geleneksel olarak kadın için uygun görülen roller/işlerde (öğretmenlik, annelik, hemşirelik, ev kadınlığı gibi) ya da önemsiz rollerde gösterilen kadınlar yerine, toplumda aktif olarak rol alan “başarılı kadın” vurgusuna yer verilmekte, • İlgili kaynaklarda kadın-erkek ile kız ve erkek çocuklara ait bilgi, fotoğraf ve resimlerde sayısal ve niteliksel açıdan eşitlik sağlamaya çalışılmakta, • Erkeğin güçlü, başarılı, zeki, aktif ve bağımsız; kadının ise uysal, düzenli, duygusal gibi özelliklerle tanımlanmasından kaçınılmaktadır. Bunun yanı sıra Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi dersinde eşitlik, ayrımcılık, • Geleneksel olarak kadın için uygun görülen roller/işlerde (öğretmenlik, annelik, hemşirelik, ev kadınlığı gibi) ya da önemsiz rollerde gösterilen kadınlar yerine, toplumda aktif olarak rol alan “başarılı kadın” vurgusuna yer verilmekte, • İlgili kaynaklarda kadın-erkek ile kız ve erkek çocuklara ait bilgi, fotoğraf ve resimlerde sayısal ve niteliksel açıdan eşitlik sağlamaya çalışılmakta, • Erkeğin güçlü, başarılı, zeki, aktif ve bağımsız; kadının ise uysal, düzenli, duygusal gibi özelliklerle tanımlanmasından kaçınılmaktadır. Bunun yanı sıra Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi dersinde eşitlik, ayrımcılık, kadın-erkek eşitliği kavramlarından bahsedilmektedir. 2012/2013 öğretim yılında 1. ve 8. sınıf arasında okutulan Hayat Bilgisi, Sosyal Bilgiler, kadın-erkek eşitliği kavramlarından bahVatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi ders ve öğrenci çalışma kitaplarında toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında var olan bazı örnekler şu şekildedir: sedilmektedir. •Aile İçi İşbölümü Ve Eşit Rol Dağılımı • KADINLARIN GELENEKSEL ROLLERİN Cinsiyetçi DIŞINDA, kalıpyargılarla FARKLI mücadelede baMESLEKLERDE GÖSTERİLMESİ 2012/2013 öğretim yılında 1. ve 8. sınıf şarılı kadınların ve rol modellerin ön plana Ders kitaplarında farklı konularla bağlantılı olarak kadınları “geleneksel rollerin” (annelik, arasında okutulan Hayat Bilgisi, Sosyal çıkarılması son derece önemlidir. Özelöğretmenlik, hemşirelik) dışında; doktor, okul müdürü, polis, itfaiyeci, hakem, akademisyen, Bilgiler, Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitibilim insanı, sanatçı, siyasetçi gibi çeşitli rollerde yansıtan likle konulara ve görsellere yer “ilham veren”, “yol rol model kişiler verilmiştir. mi ders ve öğrenci çalışma kitaplarında gösteren” olması bakımdan çocukların toplumsal cinsiyet eşitliğikadınları bağlamında var rollerde tanımlayan cinsiyetçi Bu ve buna benzer örnekler, sadece belirli gelişiminde çok önemli rol oynamaktadır. kalıpyargıların kırılmasında oldukça önemlidir. olan bazı örnekler şu şekildedir: Ders kitaplarında geleneksel/ataerkil aile •Başarılı Kadın Figürlerine Ve Rol Modellere Yer Verilmesi •Kadınların Geleneksel Rollerin Dışında, Farklı Meslekler3 de Gösterilmesi Ders kitaplarında farklı konularla bağlantılı olarak kadınları “geleneksel rollerin” (annelik, öğretmenlik, hemşirelik) dışında; doktor, okul müdürü, polis, itfaiyeci, hakem, akademisyen, bilim insanı, sanatçı, siyasetçi gibi çeşitli rollerde yansıtan konulara ve görsellere yer verilmiştir. yapısının sorgulandığı görülmekte olup; ev içi sorumluluğun sadece annede olmadığı, baba ve çocukların da ev işlerinde aktif rol alması, sorumlulukların eşit paylaşılmasının gerektiği sıklıkla vurgu- lanmıştır. Bu kapsamda ders kitaplarında başarıları ve• çalışma alanları KADIN ile öğrencilerde ilgi BAŞARILI FİGÜRLERİNE VE ROL MODELLERE YER uyandıracak ve onlara örnek teşkil edeVERİLMESİ cek kadın rol modellere sıklıkla yer veCinsiyetçi kalıpyargılarla mücadelede başarılı kadınların ve rol modellerin ön plana rilmiş; Sabiha Gökçen, Nermin Abadan çıkarılması son derece önemlidir. Özellikle rol model kişiler “ilham veren”, “yol gösteren” Unat, Fatma Aliye, Afife Jale, Yasemin olması bakımdan çocukların gelişiminde çok önemli rol oynamaktadır. Dalkılıç gibi ünlü kadın sanatçılar, bilim insanları, sporcular farklı ders konuları Bu kapsamda ders kitaplarında başarıları ve çalışma alanları ile öğrencilerde ilgi uyandıracak ve onlara örnek teşkil edecek kadın rol bağlamında ders kitaplarında yer almıştır.modellere sıklıkla yer verilmiş; Sabiha Gökçen, Nermin Abadan Unat, Fatma Aliye, Afife Jale, Yasemin Dalkılıç gibi ünlü kadın sanatçılar, bilim insanları, sporcular farklı ders konuları bağlamında ders kitaplarında yer almıştır. Bu ve buna benzer örnekler, kadınları sadece belirli rollerde tanımlayan cinsiyetçi kalıpyargıların kırılmasında oldukça önemlidir. Ailede eşit dağılımı evsınırlı içi işlerle Ailede eşit rol rol dağılımı sadecesadece ev içi işlerle kalmamakta olup, her aile kararlarakalmamakta katılımının önemli olduğu vurgulanmaktadır. sınırlı olup, her aile bireyinin“Demokratik Aile” m değinilmektedir. alınan kararlara katılımının önemli olduğu vurgulanmaktadır. “Demokratik Aile” modeline sıklıkla değinilmektedir. 4 6 • BAŞARILI KADIN VERİLMESİ FİGÜRLERİNE VE ROL MODELLERE • AİLE İÇİ İŞBÖLÜMÜ VE EŞİT ROL DAĞILIMI YER • TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ EĞİTİMİ Ders kitaplarında geleneksel/ataerkil aile yapısının sorgulandığı görülmekte olup; ev içi51 Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında okulöncesi eğitimden başlayarak örgü sorumluluğun sadece annede olmadığı, ve baba ve çocukların da ev işlerinde rol alması, mücadelede başarılı kadınların rol modellerin ön aktif plana her aşamasında öğrencilerin “toplumsal cinsiyet” farkındalığı ve duyarlılığını artırm sorumlulukların eşit paylaşılmasının gerektiği sıklıkla vurgulanmıştır. eğitim programları uygulanması son derece önemlidir. Bu kapsamda İlköğretim Cinsiyetçi kalıpyargılarla çıkarılması son derece önemlidir. Özellikle rol model kişiler “ilham veren”, “yol gösteren” cinse genellikle de kadının erkeğe göre daha güçsüz, daha zayıf algılanması şeklinde ortaya çıkan bir ön yargıdır. Bu durum özellikle kadınların eğitim, sağlık, siyaset vb. alanlarda haklarını kullanmalarında kimi zaman engellerle karşılaşmalarına sebep olmaktadır. Bu engeller insan haklarına aykırıdır.” dosya / kadın ve istihdam Ayrıca ilgili ünitede çeşitli tartışma soruları ile öğrencilerin cinsiyet kalıp yargılarını sorgulamasına, cinsiyet eşitsizliği konusunda farkındalığının artmasına yönelik bir alıştırma yer almaktadır. model kadınlara” sıklıkla yer verilmekte, ev içi işlere katılan babayı, ev içi kararları birlikte alan aile bireylerini olumlayan birçok örnek yer almaktadır. Ayrıca Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi dersinde “ayrımcılık, eşitlik, kadın-erkek eşitliği” kavramlarına yer verilmekte ve öğrencilere ders içi uygulamalar ile cinsiyet ayrımcılığını ve eşitliği sorgulayarak öğrenme imkanı sunulmaktadır. •Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitimi Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında okulöncesi eğitimden başlayarak örgün eğitimin her aşamasında öğrencilerin “toplumsal cinsiyet” farkındalığı ve duyarlılığını artırmaya dönük eğitim programları uygulanması son derece önemlidir. Bu kapsamda İlköğretim 8. sınıfta zorunlu ders olarak okutulan “Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi” dersi müfredatında “toplumsal cinsiyet eşitliği” konusu da yer almaktadır. “Eşitliğe Doğru” ünitesinde toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna ilişkin olarak şu ifadeler yer almıştır: “Boyumuz, saç rengimiz veya kilomuz farklı olabilir. Yardımsever olmak, duygusal olmak, ağlamak, gülmek, sevinmek, üzülmek, cesur olmak, kendine güvenmek gibi insani özelliklerimiz vardır. Herhangi bir özelliğimiz ayrımcılık veya ayrıcalık nedeni olamaz. Örneğin; kadınlar ve erkekler özgürlük, sorumluluk açısından “insan” olarak eşittir ve aynı haklara sahiptir. Bu açıdan kadınların ve erkeklerin toplum hayatına eşit ve etkin katılımı toplumun güçlenmesine katkı sağlar. Cinsiyet ayrımcılığının ekonomik ve kültürel kimi nedenleri olduğu ileri sürülse de günümüzde kabul görmemekte bu tür anlayışlar yıkılmaya çalışılmaktadır. Cinsiyete dayalı ayrımcılık toplumsal yaşamın her alanında bir cinsin diğer cinse genellikle de kadının erkeğe göre daha güçsüz, daha zayıf algılanması şeklinde ortaya çıkan bir ön yargıdır. Bu durum özellikle kadınların eğitim, sağlık, siyaset vb. alanlarda haklarını kullanmalarında kimi zaman engellerle karşılaşmalarına sebep olmaktadır. Bu engeller insan haklarına aykırıdır.” Ayrıca ilgili ünitede çeşitli tartışma soruları ile öğrencilerin cinsiyet kalıp yargılarını sorgulamasına, cinsiyet eşitsizliği konusunda farkındalığının artmasına yönelik bir alıştırma yer almaktadır. 52 Son dönemde gerçekleşen önemli ilerlemelere rağmen halihazırda bazı ders kitaplarında toplumsal cinsiyet eşitliği açısından sorunlu, kadınları belirli rollerde sınırlayan örneklerin de bulunduğu görülmektedir. Bu kapsamda eğitim materyallerinin toplumsal cinsiyet eşitliği bakış Sorunlar açısı ile sistematik ve sürekli olarak gözSorunlar Ders kitaplarında “toplumsal cinsiyet den geçirilmesi Ders kitaplarında “toplumsal cinsiyet duyarlılığı” bakımından son dönemde ihtiyacının kaydedilen devam ettiği duyarlılığı” bakımından son dönemde ilerlemelere rağmen, cinsiyet kalıpyargılarını yansıtan, ve kadınların ve erkeklerin belirli eğitimine satoplumsal cinsiyet eşitliği kaydedilen ilerlemelere rağmen, alanlarda uzmanlaştığını ima edebilecek bazı cinsiyet örneklere de rastlanmaktadır. dece “Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi” kalıpyargılarını kadınların veseçilmemesinde, Bazı mesleklere ilişkinyansıtan, örneklerde kadın karakterlerin mesleğe ilişkin olarakHayat Bilgisi ve dersi ile sınırlandırmadan ifade edilen “ağır ve yorucu işlere karşı dayanıklılık, cesaretli olma, heyecanlanmama” gibi erkeklerin belirli alanlarda uzmanlaştığını Sosyal Bilgiler başta olmak üzere tüm özelliklerin yani “cinsiyet kalıpyargıları”nın etkili olduğu; “Yönetim” kademesinde yer alan ima edebilecek bazı örneklere de rastlanderslerde yer verilmesinin gerekli olduğu maktadır. değerlendirilmektedir. 8 Bazı mesleklere ilişkin örneklerde kadın KAYNAKÇA karakterlerin seçilmemesinde, mesleğe Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Birimi, “Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet: İyileşmeler, Problemler, Öneriler” Mart 2012. ilişkin olarak ifade edilen “ağır ve yorucu işlere karşı dayanıklılık, cesaretli olma, heyecanlanmama” gibi özelliklerin yani “cinsiyet kalıpyargıları”nın etkili olduğu; “Yönetim” kademesinde yer alan karakterlerin erkek, diğer karakterlerin kadın olarak seçilmesinin de var olan cinsiyet kalıpyargılarından kaynaklandığı hususunu akıllara getirmektedir. Sonuç Yerine Ülkemizde eğitim sisteminde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması bakımından son 15-20 yıl içinde yaşanan olumlu gelişmelere paralel olarak ders kitapları ve eğitim materyalleri açısından da önemli bir ilerleme olduğu, kadınları sadece ev içi rollerle ve belirli mesleklerde tanımlayan, aile içinde eşitsiz rol dağılımını temsil eden örneklerin ve görsellerin önemli ölçüde azaldığı görülmektedir. İncelenen ders kitaplarında kadınlar farklı mesleklerde-rollerde gösterilmekte, “rol Fevziye SAYILAN, “Toplumsal Cinsiyet ve Eğitim: Olanaklar ve Sınırlar”, Dipnot Yayınları, 2012. Firdevs GÜMÜŞOĞLU, “Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet 1928-2013”, Kaynak Yayınları, Mart 2013. Hatice TEZER ASAN, “Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik ve Öğretmenlerin Cinsiyetçilik Algılarının Saptanması” Fe Dergi: Feminist Eleştiri, Cilt 2 Sayı 2, ss 66-73. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Türkiye’de Kadının Durumu, Mart 2013, www. kadininstatusu.gov.tr Yasemin ESEN, Melike Türkan BAĞLI, “İlköğretim Ders Kitaplarındaki Kadın ve Erkek Resimleri Üzerine Bir İnceleme”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Yıl 2002, Cilt:35, Sayı 1-2, ss.143-153. KİTAPLAR İlköğretim Hayat Bilgisi 1, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap) İlköğretim Hayat Bilgisi 1, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap) İlköğretim Hayat Bilgisi 2, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap) İlköğretim Hayat Bilgisi 2, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap) İlköğretim Hayat Bilgisi 3, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap) İlköğretim Hayat Bilgisi 3, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap) İlköğretim Sosyal Bilgiler 4, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap) İlköğretim Sosyal Bilgiler 4, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap) İlköğretim Sosyal Bilgiler 5, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap) İlköğretim Sosyal Bilgiler 5, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap) İlköğretim Sosyal Bilgiler 6, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap) İlköğretim Sosyal Bilgiler 6, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap) İlköğretim Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi 8, Ders Kitabı. Son dönemde gerçekleşen önemli ilerlemelere rağmen halihazırda bazı ders kitaplarında toplumsal cinsiyet eşitliği açısından sorunlu, kadınları belirli rollerde sınırlayan örneklerin de bulunduğu görülmektedir. 53 dosya / kadın ve istihdam KADINLARIN İŞGÜCÜ PİYASALARINA ERİŞİMİ Gelişmiş ülkelerdeki deneyimler, sürdürülebilir bir kalkınma için kadınların ekonomik ve sosyal kalkınmanın vazgeçilmez elemanları olarak görülmesini gerektirmektedir. Kadının güçlenmesinin ve kalkınmaya katılımının en temel araçlarından birisi Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Ekonomik Statü Daire Başkanlığı ekonomik hayata katılımdır. Giriş Dünyada meydana gelen küresel değişimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan sosyal, siyasal ve ekonomik gelişmeler, kadınların kalkınma Girişimlerine nasıl daha iyi entegre olabileceklerine ilişkin çabaların ortaya çıkmasını ve kadınların kalkınma sürecinin bir parçası olarak, ekonomik yaşama katılımlarının artırılmasını sağlamıştır. Ülkelerin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmişlik düzeyleri birbirleriyle kıyaslanırken göz önünde bulundurulan parametrelerden biri de toplumların sahip olduğu 54 hak, fırsat ve kaynaklardan erkeklerin ve kadınların yararlanma düzeyleridir. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında gösterilen ülkelerin hemen hepsinde kadınların ekonomik ve sosyal yaşama etkin bir şekilde katıldığı, bilgi teknolojilerini yoğun olarak kullandığı ve bunun sonucunda kadın istihdamının yüksek oranlara ulaştığı görülmektedir. Kalkınma Sürecinde Kadın Gelişmiş ülkelerdeki deneyimler, sürdürülebilir bir kalkınma için kadınların ekonomik ve sosyal kalkınmanın vazgeçilmez elemanları olarak görülmesini gerektirmektedir. Kadının güçlenmesinin ve kalkınmaya katılımının en temel araç- larından birisi ekonomik hayata katılımdır. Kadınların çalışma hayatında yer alması ekonomik bağımsızlığını kazanarak toplumun diğer alanlarında da daha üretken olmalarının yolunu açmakta, aile içinde karar alma yetkisini güçlendirmekte, kendilerine duydukları güveni ve toplumsal saygınlıklarını da artırmaktadır. Sürekli ekonomik büyüme, sosyal kalkınma, çevresel koruma ve sosyal adaletin gerçekleşmesi; insan merkezli sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştiricileri ve yararlanıcıları olarak kadınların ve erkeklerin tam ve eşit katılımını, kadınların ekonomik ve sosyal kalkınmanın vazgeçilmez unsurları olarak görülmesini gerektirmek- tedir. Kadın ve kalkınmaya ilişkin çeşitli stratejiler geliştirilmektedir. Ancak geliştirilen stratejilerde toplumsal cinsiyet farklılıklarının göz önüne alınmaması kadınların iş yükünün daha fazla artması, erkeklerle kadınlar arasındaki toplumsal ve ekonomik farkın daha da açılması, kadınlara yönelik eşitsizliklerin derinleşmesi gibi sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle kalkınmada cinsiyet farklılaşmasının öneminin anlaşılması için konunun toplumsal cinsiyet bakış açısı ile ele alınması gerekmektedir. (KSGM, 2008) Başta kalkınma politikaları olmak üzere tüm alanlara toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının yerleştirilmesi amacıyla, “toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının ana plan ve politikalara yerleştirilmesi” stratejisi geliştirilmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışının tüm kurumların plan, politika ve uygulamalarına dahil edilmesi yoluyla toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeyi amaçlayan söz konusu strateji; toplumsal cinsiyet eşitliği konularını politika kararları, kurumsal yapılanmalar ve kaynak dağılımı gibi geniş bir çerçevenin merkezine yerleştirmekte, kalkınma hedef ve süreçlerine kadınların görüş ve önceliklerinin katılmasını öngörmektedir. Bu kapsamda; toplumsal cinsiyet bakış açısının ana politikalara yerleştirilmesi, işlevsel ve yapısal açıdan politika süreçlerinin yeniden organizasyonu, iyileştirilmesi, geliştirilmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Söz konusu strateji, farklılık ve çeşitliliğe dikkat çekerek cinsiyet eşitliği tanımına geniş bir anlam kazandırmakta ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularının yalnızca ulusal mekanizmaların görevi olarak sınırlanmasının doğru olmadığını, mümkün olduğu kadar fazla aktörün devreye girmesi gerektiğini savunan bir anlayışı içermektedir. (Aksoy, 2006). Bu noktadan hareketle, özellikle sürdürülebilir kalkınmanın vazgeçilmez bir unsuru olan kadınlar için işgücüne erişim fırsatlarının yetersizliği, düşük kadın istihdamı, kadın işsizliği gibi konular ele alınırken ilgili tüm tarafların tüm politika ve programlarına toplumsal cinsiyete dayalı bakış açısını temel görüş olarak yerleştirmesi, bir başka deyişle toplumsal cinsiyeti merkeze alması büyük önem arz etmektedir. Böylece kararlar alınmadan önce bu kararların kadınları ve erkekleri nasıl etkileyebileceğine dair bir inceleme yapabilme olanağı da doğacaktır. (TÜSİAD, 2000) Avrupa Birliği Gündeminde Kadın Toplumsal cinsiyet eşitliği ve toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının ana plan ve politikalara yerleştirilmesi stratejisi Avrupa Birliğinin (AB) ortak değerlerden biri olup yıllar boyunca AB gündeminde yer alan önemli politika alanlarından biri olmuştur. Kadın ve erkeğe eşit muamele, 1957’de Roma Antlaşması’nda eşit ücret ilkesine yer verilmesiyle AB’nin kurucu ilkelerinden biri olmuştur. Birlik toplumsal cinsiyet eşitliği hedefi ile kadın ve erkeğe eşit muamele ve eşit fırsatların sağlanması, cinsiyet temelli her tür ayrımcılığın önlenmesi için çaba sarf etmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yürütülen çalışmalar sonucunda bu alanda ilerleme sağlanmakla birlikte, eşitliğin tam anlamıyla gerçekleştirilmesi için daha fazla çaba gösterilmesi gerekliliği AB tarafından dile getirilen bir husustur. Toplumsal cinsiyet eşitliği temel bir hak ve AB’nin ortak bir değeri olmanın yanı sıra, Birliğin büyüme, istihdam ve sosyal uyum hedeflerine ulaşması için gereklidir. Avrupa Birliği, 1957 yılından günümüze kadar olan süreç içinde kadın-erkek eşitliği alanında bir mevzuat çerçevesi oluşturmuş ve bu kapsamda iş, mal, hizmet, eğitim, terfi ve çalışma şartları açısından eşit muamelenin sağlanmasını öngören direktifleri uygulamaya koymuştur (Akbaş, 2010) Bununla birlikte, AB toplumsal cinsiyet eşitliğinin istihdam dahil toplumsal yaşamın tüm alanlarında sağlanmasına yönelik strateji, eylem planları vs. oluş- turmuştur. 2006-2010 dönemi için 6 öncelik alanı ve bu alanlarda kilit aktiviteler belirleyen, Topluluk politikalarında kadın-erkek eşitliğini desteklemek için gerekli olan araçları tanımlayan bir doküman olan “Kadın Erkek Eşitliği İçin Yol Haritası” (Roadmap for equality between women and men) kabul edilmiştir. 2010 yılında Avrupa Komisyonu tarafından “Kadın Şartı” (Women’s Charter) ile belirlenen beş öncelik alanı arasında eşit ekonomik bağımsızlık, eşit ve eş değerde işe eşit ücret de bulunmaktadır. 2010 yılında yine 2010-2015 dönemini kapsayan “Kadın-Erkek Eşitliği için Strateji” (Strategy for Equality between Women and Men) kabul edilmiştir. Söz konusu Stratejinin öncelik alanları arasında yer alan kadın ve erkekler için eşit ekonomik özgürlük, iş ve özel hayatın uzlaştırılması, karar alma süreçlerinde eşit temsil edilme konularında kilit aktiviteler tanımlanmış ve eşitlik politikalarının yönetimini iyileştirmeye yönelik çözüm önerilerini ortaya koyulmuştur (Avrupa Birliği, 2011). Avrupa 2020 Stratejisinde ise akıllı, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme hedeflerine ulaşılabilmesi için kadınların potansiyel ve yeteneklerinin daha verimli bir şekilde kullanılması gerekliliği ifade edilmektedir. Strateji 2020 itibariyle kadın ve erkeğin %75 oranında istihdam edilmesine yönelik yeni bir hedef koymakta ve istihdam alanını da kapsayan konulara dair kararlı amaçlar belirlemektedir (Avrupa Komisyonu, 2010). Eurostat verilerine göre 2012 yılı için kadın istihdam oranının %62,3 olduğu göz önüne alındığında söz konusu hedefe ulaşılması için çaba harcanması gerekliliği ortadadır. AB’nin istihdam alanındaki toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları değerlendirildiğinde, toplumun tüm bireylerinin üretken hale gelmesi amacıyla kadın istihdamının desteklenmesi, kadın işsizliğinin azaltılması, iş ve aile hayatının uzlaştırılmasına ilişkin mekanizmaların oluşturulması, kadınların kariyerlerine ara vermelerinden 55 dosya / kadın ve istihdam sonra istihdam piyasasına geri dönüşlerinin kolaylaştırılması, eş değerdeki işe eşit ücret ilkesinin uygulanmasının sağlanması, kadınların hayat boyu öğrenme imkanlarına erişiminin kolaylaştırılması, istihdam piyasasında cinsiyet ile ilişkili tüm farkların azaltılması hususlarına önem verdiği görülmektedir (ABGS, 2013) sı, kadın Girişimcilere özel bütüncül bir destek programının uygulanması, aile ve iş hayatının uyumunun güçlendirilmesi, kaliteli, hesaplı ve kolay erişilebilir kreş ve okul öncesi eğitim imkânlarının yaygınlaştırılması gibi daha somut hedeflere yer verilmiştir. Ülkemizde Kadın İstihdamı Ülkemizde kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik olarak 1926 yılında kadının siyasal yaşama katılımı için Medeni Kanun’da yapılan düzenleme ile başlayan çabalar, 1980’li yıllardan itibaren başta kadın hareketi olmak üzere çeşitli sivil toplum kuruluşları, üniversitelerin ilgili birimleri ve akademisyenler, uluslararası kuruluşlar ile kamu kurum ve kuruluşları, Türkiye’de kadın haklarının iyileştirilmesi ve kadın-erkek eşitliğinin çağdaş dünyanın standartlarına uygun olarak geliştirilmesi yönünde önemli çalışmalar yapmışlardır. Söz konusu çalışmalar etkisini göstermiş ve 1990’lı yıllardan itibaren, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü gibi kurumsal mekanizmanın kurulması, özellikle 2000’li yılların başında, Anayasa başta olmak üzere, Medeni Kanun, İş Kanunu, Ceza Kanunu gibi çok sayıdaki kanunun metininde kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasını sağlayan önemli düzenlemelere yer verilmiştir. Yine “Personel Temininde Eşitlik İlkesine Uygun Hareket Edilmesi” ve “Kadın İstihdamının Artırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması” konulu Başbakanlık Genelgeleri kadın istihdamının arttırılmasını dönük yapılan düzenlemelerdir. Bu değişiklikler aynı zamanda 2000’li yılların başında özellikle etkili olan Türkiye’nin uluslararası normlara uyum sağlaması, Avrupa Birliği ile bütünleşmesi ve kalkınmışlık seviyesine katkı yapma gibi hedeflere yönelik önemli adımlar atılmasını sağlamıştır (Ecevit ve Eldem, 2013). Özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren kadınların işgücüne katılımı ve istihdam edilebilirliklerini artırmaya yönelik hedeflerin politika dokümanlarında yer verilmesi önemli bir adım olarak değer- 56 Sonuç olarak kadının güçlenmesinin en önemli araçlarından biri olan kadın istihdamının artırılması için toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi yaklaşımının uygulanmasına yönelik önemli gelişmeler gerçekleşmiştir. lendirilmektedir. Bu amaçla ülkemizin en üst politika dokümanı olan 9. Kalkınma Planı’nda (2007-2013) konunun önemine vurgu yapılmakta ve kadınların işgücüne katılma oranının 2013 yılına kadar yüzde 29,6 olması hedefine yer verilmiş olup, 2012 yıl sonu verisine göre bu oran %29,5 olarak gerçekleşmiştir. 10. Kalkınma Planı’nda (2014-2018) ise kadınların Plan döneminde işgücüne katılım oranının %34,9, istihdama katılım oranının ise %31’e yükseltilmesi hedefi ile birlikte kadınlara yönelik istihdam teşviklerinin etkinleştirilmesi, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı hizmetlerinin yaygınlaştırılma- 61. Hükümet Programı incelendiğinde; kadınların sosyo-ekonomik durumlarının güçlendirilmesi, çalışma hayatına katılımının ve rolünün artırılması, işyerinde ayrımcılığın önlenmesi ve fırsat eşitliğinin sağlanması, eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi; işgücü piyasasının esnekleştirilmesi; kadınlar, gençler ve dezavantajlı grupların istihdamının artırılması ve istihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi, kadınların çalışma hayatına katılımını artırmak amacıyla, çocuk bakımevleri ve kreş hizmetleri için teşvik uygulamalarının hayata geçirilmesi tedbirlerinin yer aldığı görülmektedir. Ayrıca, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün koordinasyonunda ilgili tüm tarafların katkı ve katılımıyla Pekin Eylem Platformu’nda belirlenen kritik alanlar esas alınarak hazırlanan ve revize çalışmaları devam eden “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı (2008-2013)”nda da kadın istihdamı alanında yapılan çalışmaların izlenmesi, değerlendirilmesi ve raporlanarak taraflara sunulması bu alanda yapılan çalışmaların ve deneyimlerin paylaşılarak artmasını desteklemesi açısından önemlidir. Sonuç olarak kadının güçlenmesinin en önemli araçlarından biri olan kadın istihdamının artırılması için toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi yaklaşımının uygulanmasına yönelik önemli gelişmeler gerçekleşmiştir. Bu gelişmeleri bir adım daha ileri götürebilmek amacıyla ülkemizde istidam alanında yapılan mevzuat, plan ve politika oluşturulma çalışmalarına toplumsal cinsiyet etki analizinin yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte cinsiyete göre ayrıştırılmış verilerin arttırılması, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme ve bütçe analizinin gerçekleştirilmesi toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışının bütünlükçü bir yaklaşımla uygulanması ve değerlendirilmesi için büyük önem taşımaktadır. KAYNAKÇA Akbaş, Gökşen. (Ekim 2010). Avrupa Birliği Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Stratejisi http://www. abgs.gov.tr/files/SBYPB/Sosyal%20Politika%20ve%20%C4%B0stihdam/ab_cinsiyet_esitligi_stratejisi.pdf adresinden 29 Ocak 2014 tarihinde alınmıştır. Aksoy, Nurgül. (2006). Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün Rolü, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayını: Ankara Avrupa Birliği (2011). Strategy for Equality Between Women and Men, Avrupa Birliği Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (2013). Avrupa Türk Sanayiciler ve İşadamları Derneği (2000). Birliği ve Kadın, http://www.abgs.gov.tr/files/ Kadın erkek eşitliğine doğru yürüyüş: Eğitim, Duyurular/abgiy/2013/ab_kadin.pdf adresin- Çalışma Yaşamı ve Siyaset, Türk Sanayiciler den 29 Ocak 2014 tarihinde alınmıştır. ve İşadamları Derneği Yayını: İstanbul Avrupa Komisyonu (2010). Europe 2020: A Strategy for Smart, Sustainable and Inclusive Growth, http://eur-lex.europa.eu/LexUri- Serv/LexUriServ.do?uri=COM:2010:2020: FIN:EN: PDF adresinden 29 Ocak 2014 tarihinde alınmıştır. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2008). Politika Dokümanı: Kadın ve Ekonomi, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayını: Ankara Ecevit Yıldız, Eldem Canet. (2013) Türkiye’de Cinsiyet Eşitliğine Elverişli Ortamın Oluşturulması BM Ortak Programı Yayınlanmamış Rapor Yayını, Belçika 57 dosya / kadın ve istihdam TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE ERKEKLERİN KATILIMI Handan SAYER Toplumsal cinsiyet eşitliğine erkeklerin katılımının sağlanmasının gerekliliği, küresel ölçekte yapılan çok çeşitli çalışmaların da bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 58 Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Giriş Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması gibi “dönüşüm gerektiren süreçler”, sürecin işlemesiyle beraber kendileri için gerekli olan dinamikleri de ortaya koymaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik hem teorik hem de uygulamaya dönük çalışmalar da şimdiye kadar toplumsal cinsiyet eşitliği için gerekli pek çok dinamiği ortaya çıkarmıştır. Süreç işledikçe bundan sonra da yeni dinamikleri beraberinde getirmeyi sürdürecektir. Örneğin, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için özel yasal düzenlemeler yapılmasının gerekliliği süreç içinde ortaya çıkmış olmakla birlikte, zaman içerisinde bunun tek başına yeterli olmadığı görülmüş; herhangi bir ülkede mevcut tüm yasaların kadın-erkek eşitliği perspektifiyle yeniden gözden geçirilmesi ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına engel teşkil edebilecek hükümlerin yeniden düzenlenmesinin gerekliliği ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, bir yasa her ne kadar eşitlikçi bir perspektifle hazırlanmış olursa olsun, bu yasaya ilişkin toplumsal cinsiyet etki analizinin (gender impact analysis) yapılmasının gerekliliği de zaman içinde gelişen bir durum olarak ortaya çıkmıştır. Kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için kadınların güçlendirilmesinin gerekliliğinden hareketle kadın odaklı çalışmalar yürütülmesinin önemi süreç içinde ortaya çıkan bir diğer dinamik olmakla birlikte; zaman içerisinde bunun da tek başına yeterli olmayacağı düşünülmüş ve uluslararası toplumsal cinsiyet eşitliği gündemi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin tüm ana plan ve programlara dahil edilmesi/yerleştirilmesi (gender mainstreaming) yönünde bir gelişme kaydetmiştir. Bu çerçevede, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik çabalarda son yirmi yıldır tartışılan önemli dinamiklerden biri de toplumsal cinsiyet eşitliğine erkeklerin katılımının (men’s alliance/participation) sağlanması olmuştur. Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Erkeklerin Katılımının Ortaya Çıkışı Kadın hakları alanında yapılan ilk çalışmalarda “kadın odaklı” bakış açısı hakim olmuş, verilen mücadelelerde ve yapılan çalışmalarda bu bağlamda hareket edilmiştir. Bu durum; toplumsal hayatta ve özel alanda var olan eşitsizlik ve ayrımcılıkların birincil muhatabının kadınlar olmasından ve bu durumun kadınlar tarafından dile getirilmesinden kaynaklanmıştır. Kadınların toplumsal hayatta ve özel alanda eşit hak ve özgürlük elde etmek için yürüttükleri mücadelede, 1970’li yıllarla beraber önemli bir paradigma değişikliği yaşanmış; söz konusu mücadelede “toplumsal cinsiyet” bakış açısı merkeze alınmaya başlamıştır. Böylece bir yandan kadın sorunlarına dikkat çekilirken, diğer yandan “kadın-erkek rollerinin sorgulandığı” bir yaklaşım benimsenerek toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin kaynağına inilmeye çalışılmıştır. Kadınlarla erkeklere ve kadınlarla erkekler arasındaki ilişkilere birlikte atıfta bulunan toplumsal cinsiyet kavramının geliştirilmesi; kadın erkek rolleri, kadınlık ve erkekliğin toplumsal olarak inşa edilen kimlikler olduğu, toplumsal ve özel alanda var olan, çeşitli yollarla pekiştirilen ve yeniden üretilen eşitsizliklerde bu rol ve kimliklerin etkileri üzerinde durulmasını beraberinde getirmiştir. Toplumsal cinsiyet kavramıyla birlikte kadın-erkek rol ve kimliklerinin sorgulanmaya başlanması; toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin meydana gelmesinde erkeklerin rolü konusunu da gündeme taşımıştır. Bu bağlamda, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri hangi açıdan ele alınırsa alınsın (kadına yönelik şiddet, siyasi-ekonomik-sosyal yaşamda kadınlara karşı ayrımcı uygulamalar, kadınlara karşı cinsiyetçi kalıp yargılar, kadın yoksulluğu, kadınların eğitim haklarından olması gereken ölçüde yararlanamamaları gibi) erkeklerin davranışlarının, tavırlarının, kimliklerinin ve ilişkilerinin de bu eşitsizliklerin birer parçasını oluşturduğu kabul görmeye başlamıştır (Flood, 2009). başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi (AK) gibi uluslararası kuruluşlar tarafından önemi artan ölçüde dile getirilen bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğine erkeklerin katılımının sağlanmasının gerekliliği, küresel ölçekte yapılan çok çeşitli çalışmaların da bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Hedef grubu kadınlar olan sağlık, eğitim, şiddet, kalkınma ve aile planlaması gibi alanlarda yapılan çalışmalar, kadınların bu programlara katılımlarının sağlanması ve bu programların başarıya ulaşması noktasında erkeklerin önemli bir engel olabildiklerini göstermiştir. Örneğin, kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanmaları için yapılan kimi çalışmalar, erkeklerin kadınlar üzerindeki kontrollerinin, kadınların sağlık hizmetlerinden gereken ölçüde yararlanmalarını engelleyebildiğini göstermiştir. Sağlık hizmetleri kadınlar için rahat erişilebilir biçimde sunulsa bile; eş, baba, ağabeyler olarak erkeklerin herhangi bir kısıtlamasıyla karşılaşan kadınlar bu hizmetlerden yararlanmak için sağlık merkezlerine gelememektedir (UN, 2008; Ruxton, 2004). Aynı durum eğitim sektörü başta olmak üzere diğer alanlarda da kendini gösterebilmektedir. Dolayısıyla kadınların eşit hak ve fırsatlardan yararlanmaları için, yalnızca kadınların bilinçlendirilmelerinin yeterli olmadığı; erkeklerin de bilinçlendirilerek toplumsal cinsiyet eşitliğine katılımlarının sağlanmasının gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. 1990’lı yıllarla birlikte ise toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ile kadın haklarının geliştirilmesi ve korunmasına dönük çabaların başarıya ulaşmasında önemli faktörlerden birinin erkeklerin sürece dâhil edilmesi olduğu görüşü ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu argümanın giderek üzerinde durulmasında; toplumsal cinsiyet kavramıyla birlikte erkeklerin ve erkeklerin rollerinin üzerinde daha çok durulmaya başlanması, kadın haklarının geliştirilmesine dönük çabalarda erkeklerin toplumsal cinsiyet eşitKadın hakları alanında liği için pek çok açıdan paydaş yapılan ilk çalışmalarda olduklarının görülmesi ve sonuç olarak eşit hak ve özgürlük“kadın odaklı” bakış açısı lerden oluşan bir toplum için hakim olmuş, verilen kadınlarla birlikte erkeklerin de mücadelelerde ve yapılan değişimlerinin gerekliliğinin anlaşılması etkili olmuştur. Bugün çalışmalarda bu bağlamda gelinen noktada “toplumsal cinsihareket edilmiştir. yet eşitliğine erkeklerin katılımı/erkek katılımı” olarak adlandırılan argüman, 59 dosya / kadın ve istihdam Erkek katılımının gerekliliği, hem teorik alanda toplumsal cinsiyet perspektifi kapsamında kadın-erkek rolleriyle “kadınlık” ve “erkekliğin” üzerinde daha fazla durulmasıyla hem de uygulamaya dönük çeşitli alanlarda yürütülen çalışmalardan elde edilen sonuçlarla “ulaşılmış” ve önemi ortaya konulmuş önemli bir gelişmedir. Ülkemizde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Erkeklerin Katılımının Sağlanması Kapsamında Yapılan Çalışmalar Bu kapsamda, uluslararası alanda ve uluslararası gelişmeleri yakından takip eden ülkemizde de toplumsal cinsiyet eşitliğine erkeklerin katılımının sağlanmasına ilişkin çeşitli çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Ülkemizde yapılan çalışmaları aşağıdaki şekilde toparlamak mümkündür: 60 • Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı’nda, “Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddetle mücadele konularında erkeklere yönelik farkındalık yaratma ve zihniyet dönüşümü sağlama amaçlı eğitim programı, seminer, konferans vb. etkinliklerin düzenlenmesi” stratejisine yer verilmiştir. • Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı’nda “toplumsal cinsiyet eşitli- ğinin sağlanması konusunda erkeklerin farkındalığı ve duyarlılığı artırılacaktır.” hedefine ve “erkeklerin toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda rollerinin tanımlanması ve bu konuda farkındalıklarının arttırılması” stratejisine yer verilmiştir. • 2008 yılından itibaren KSGM ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) işbirliği ile yürütülmekte olan “Kadına Karşı Şiddete Son Ulusal Kampanya- sı” kampanyası kapsamında erkeklerin konuya duyarlılığını arttırmak amacıyla; vatani görevini yapmakta olan er ve erbaşlara verilen “Yurttaşlık Sevgisi” eğitim programında ele alınan konuların arasına “kadın-erkek eşitliği ve kadına yönelik şiddet konuları dâhil edilmiş; Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği ile işbirliği yapılarak erkek giyim ürünlerinin, firma ve marka fiyat etiketlerinin yanında “Kadına Karşı Şiddete Son” ifadeli etiketlerle satışa sunulması sağlanmış; futbol müsabakalarında Süper Lig takımları oyuncularının maçlara “kadına yönelik şiddete son” yazılı banner ve tişörtlerle çıkmaları sağlanmıştır. • Ekim ve Aralık 2008’de, kadına yönelik aile içi şiddetle mücadele sürecine erkeklerin katılımının önemi ve sağlayacağı yararların ele alındığı ve Beyaz Kurdele Kampanyası’nın kurucularından Michael Kaufman’ın da katıldığı “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Erkek Katılımı” konferansı ve atölye çalışması gerçekleştirilmiştir. • KSGM ile Emniyet Genel Müdürlüğü arasında 2006 yılında imzalanan protokol kapsamında yaklaşık 71.000 Emniyet Teşkilatı personeline “kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi, şiddet mağdurlarına yaklaşım tarzı ve yasal mevzuat” gibi konularda eğitim verilmiştir. • Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ve Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) işbirliği ile yürütülen “Baba Destek Programı” (BADEP) kapsamında, babaların çocuklarıyla iletişimini sağlıklı kurmasını ve çocuklarının gelişimlerini desteklemelerini sağlamak amaçlanmış olup, programın hedef kitlesini, 3-11 yaşları arasında çocukları olan her eğitim düzeyinden babalar oluşturmaktadır. • 2004 yılında Genel Kurmay Başkanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında yapılan işbirliği ile, askerlik görevini yapan er ve erbaşlara terhislerinden önce üreme sağlığı ve aile planlaması eğiti- mi verilmesi amaçlanmış, bu program kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde 500’ü aşkın üreme sağlığı dershanesi kurulmuştur. Kaynakça 1) Flood, M. (2009). Men’s Role in Achieving Gender Justice. Nisan 2009, http://www. xyonline.net/content/men%E2%80%99s-roles-achievinggender- justice. • Jandarma Genel Komutanlığı ile KSGM arasında 12 Nisan 2012 tarihinde imzalanan İşbirliği Protokolü kapsamında Jandarma personelinin “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “kadına yönelik şiddet” konularına ilişkin duyarlılık ve farkındalığının artırılması, Komutanlık bünyesindeki okulların müfredatına “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “kadına yönelik şiddetin önlenmesi” konuları dahil edilmiştir. 2) Ruxton, S. (2004). (Ed). Gender Equality and Men: Learning From Practice. (1. Baskı). Oxford: Oxfam GB. 3) UN. (2008). The Role of Men and Boys in Achieving Gender Equality. 29.07.2008, http://www.un.org/womenwatch/daw/public/w2000/W2000%20Men%20and%20 Boys%20E%20web.pdf. • Ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliğine erkeklerin katılımı kapsamında, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kadın hakları ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi konularında camilerde erkeklere yönelik zihniyet dönüşümünü sağlamak üzere vaazlar verilmesini de saymak mümkündür. Sonuç Toplumsal cinsiyet eşitliğine erkeklerin katılımının sağlanması, uluslararası alanda ve ülkemizde üzerinde daha çok durulmaya başlanan çalışma alanlarından biri olarak dikkat çekmektedir. Erkek katılımının gerekliliği, hem teorik alanda toplumsal cinsiyet perspektifi kapsamında kadın-erkek rolleriyle “kadınlık” ve “erkekliğin” üzerinde daha fazla durulmasıyla hem de uygulamaya dönük çeşitli alanlarda yürütülen çalışmalardan elde edilen sonuçlarla “ulaşılmış” ve önemi ortaya konulmuş önemli bir gelişmedir. Bununla birlikte, erkek katılımı sağlanırken, toplumsal cinsiyet eşitliği alanında kadınların eşit hak ve özgürlükler yolunda elde ettikleri kazanımlara ket vurulmamasına ve asıl olarak kadınları ağır biçimde etkileyen toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle mücadelede erkek katılımına ilişkin çalışmalar yürütülürken, kadın haklarını geliştirici ve koruyucu çalışmalara da aynı şekilde devam edilmesine özen gösterilmelidir. 61 dosya / kadın ve istihdam BİR MODERNİTE RÜYASI OLARAK: AİLESİZ TOPLUMDA KADIN Fatma ÖZDOĞAN Aile ve Toplum Genel Müdürlüğü Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı “Aile beşerî toplumun ve yönetimin nihaî temeli, özgür bir toplumun hakikî dayanağı olan toplumsal bir kurumdur.” Thomas Fleming Bir kimlik siyaseti olarak ortaya çıkan feminizm, evlilik sözleşmesi ile hem kuramsal hem de pratikte kadınları sömürmenin temel kurumu olarak görülen ailenin reddiyesiyle başlamıştır. Bugün gelinen noktada cinsiyetler arası çatışmayı temel argüman olarak benimseyen feminist hareket (Donavan, 1997:271-272), kadını merkez alan toplumsal çalışmalarda hareket noktasını kadının görece güçsüzlüğü ve bu güçsüzlüğün doğurduğu 62 Teorik temellerin, yaratılışa yaptığı gön- ağırlıklı olarak üçüncü dünyaya yönelik dermeler ise iki cins arasındaki eşitsizliği olmasıdır. Refah toplumlarında kadının doğa yasaları ile tanımlama çabası da so- büyük ölçüde ‘eşitliği sağlamış olması’ runun ontolojik bir özden yükselmesine ekonomik ve toplumsal anlamda geniş zemin oluşturmuştur. İster materyalizme bir özgürlük alanı kazandığı tezine dayalı ait olsun ister marksizme –içiçeliğini gö- olarak üçüncü dünyada yapılmak istenen zardı etmeden- eşitsizliğin ve zulme uğ- reformlarda sıklıkla dile getirilen, bu kaza- ramışlığın bir tür ‘yaratılış’ sorunu olduğu nımların elde edilmesidir. Bu çerçeveden şeklindeki mit bu alana ilişkin felsefi ba- hareketle ailede, iş hayatında, toplumsal kışı anlamada gözardı edilemeyecek bir alanda, siyasi, iktisadi alanlarda, bilim, tespittir. Bununla birlikte baskı ve zorla- kültür ve sporda kadının fırsat eşitliği ka- maları genel olarak idari ve siyasi sistem- zanması şeklinde sıralanan haklar gün- le açıklama çabalarının vardığı en önemli deme gelmektedir. sonuç ‘devlet’ aygıtına karşı mücadeleyi zorunlu gören bir perspektif getirmiştir. Özetle kadın çalışmalarının temellerini kuran felsefi düşüncenin Marksist ideolojiye bağlı olarak din, devlet ve aileyi birer handikap olarak görmesi ve mücadelenin hedefine koyması bu çalışmaları baştan itibaren ideolojik tartışmaların içine çekmiştir (Friedrich Engels, 1884). Feminist hareketin önemli teorisyenlerinden Fi- restone’a göre, feminist devrim ancak yeniden üretim araçlarına el koyarak ve kadınların ezilmesinin temelinde yatan çocuk doğurma fonksiyonlarına dayanan “biyolojik rollerinden” sıyrılarak, “biyolojik aile diktatörlüğü”ne son vererek gerçek- Zoraki seçim: Aile hayatı veya iş hayatı Modernleşme işlevlerinin sürecinde kurumlara ailenin devredilmesi öngörüsü ki Weber bunu ev ile iş arasında yaşanan boşanma olarak tanımlamış, ailenin ağırlıklı olarak bir tüketim ünitesi olarak yeniden tanımlanmasını gündeme taşımıştır. Ailenin fonksiyonlarının azaltılması ve yapısının geniş aileden Talcott Parsons’un kavramlaştırmasıyla “yalıtılmış(isolated) dönüşümüyle çekirdek birlikte aile aile”ye yeni ve önemli bir görev üstlenmiştir. Aile artık bu yeni formunda bireyin ekonomik leştirilebilir (Firestone, 1993:22). hayatın acımasız koşullarından kaçıp BM ve diğer uluslararası kuruluşların dönüşmüştür. Atomize olmuş birey için önderlik veya rehberlik ettiği kadın ça- ailenin anlamı ve değerinin yanı sıra yapısı lışmalarının ortak çabalarla küresel bir da değişime uğramıştır. Modern toplum etki doğurma hedefinde olduğunu bu tür inşasında artık aile yalıtılmış çekirdek etkinliklerin deklarasyonlarından görebi- aile formundan da uzaklaşma eğilimi eşitsizlik olarak belirlemektedir. Modern liriz (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın göstererek yeni yapıları da beraberinde zamanların en önemli meselelerinden Önlenmesi Sözleşmesi (1979 CEDAW); getirmiştir. biri olarak, eşitlik ve özgürlük taleplerinin Birleşmiş Milletler Nairobi Üçüncü Kadın olmadan doğan çocuklar, tek ebeveynle vazgeçilmez bir boyutu haline gelen ka- Konferansı (1985); Kahire Dünya Nüfus yaşayan çocuklar; tek ebeveyne dayalı dın hakları da söylemini büyük ölçüde bu ve Kalkınma Konferansı Eylem Planı; 4. aile (single family), üvey aile (step eşitsizliğe dayalı bir şekilde oluşturmak- Dünya Kadın Konferansı Eylem Planı ve family),babasız aile (absent father family) tadır. Modern toplumun ve dolayısıyla Pekin Deklarasyonu (1995); Kadınlara ve gay aile ( gay parent family) gibi yeni modern teorinin bu alandaki gayretleri Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına aile kavramlarını gündeme getirmiştir ulusal ölçekte yapılmakta olanları da aşa- Dair Bildirge (1993). Burada dikkatlerden (Giddens, 1997:154-156-166; Browne, rak küresel bir görünüm kazanmaktadır. kaçmaması gereken husus refah top- 1992:211). sığınabileceği bir “sıcak yuva masalı”na Boşanma oranları, evlilik lumu teorisyenlerinin öncülük ettiği bu çalışmalarda ileri sürülen argümanların 63 dosya / kadın ve istihdam İnsani değerlerin, kültürel süreçlerin ve tarihsel sürekliliğin dinamosu olan aile, bu işlevlerini giderek kurumlara ve devlete terk etmektedir. Sözü edilen ülkelerde ve bu arada ülkemizde doğurganlığı sürdürmenin bir devlet politikası haline gelmesi bunun en bariz örneğidir. Son kırk elli yıllık dönemde kadın çalışmalarında öne çıkan çözüm girişimleri arasında kız çocuklarının eğitimi, erken evliliklerin önüne geçilmesi, kadına iş hayatında eşit koşulların sağlanması ve hassas bir gündem konusu olarak kadına yönelik şiddetin önüne geçilmesi sıralanabilir. Çözüm politikasının yaslandığı sorunsal yumağında kadına yönelik baskı ve şiddetin sistematik bir yapı kazandığını, ailede ve toplum hayatında ayrımcılığa dayalı anlayışın kadını hayatın hemen her alanında dezavantajlı hale getirdiğini ve buna bağlı sorunları sıralayabiliriz. 64 Tarihsel süreçte belirgin olarak öne çıkan kazanımlarla eşzamanlı olarak gelişmiştir. sorun listesinin de bundan çok farklı ol- Buna karşılık aile içindeki rol ve statüle- madığı söylenebilir. Modern zamanlarda rini feda etmek zorunda olduğu gerçeği görünür hale gelen sorunların ise bugüne modern toplumun çarpıcı sonuçlarından özgü iş, statü, rol, refah, güç ilişkileri ile biridir. Ancak bu sonucun sadece doğur- ele alınması gerekiyor. “Fırsat eşitliği” gibi ganlık istatistikleri ile sınırlı olmayan pek kavramsal düzeydeki çıkışların bu deza- çok tartışma konusunu gündeme taşıdı- vantajlı duruma işaret ettiği aşikârdır. ğını da unutmamak gerekir. Kadına sağlanan veya sağlanmaya çalışı- Kadının aile içinde üstlendiği rol ve sta- lan fırsat eşitliğinin veya kadını korumaya tünün, kadınla birlikte diğer aile fertlerinin dönük siyasi girişimlerin bir adım sonra gündelik yaşamını doğrudan ilgilendiren kadını rekabete sürüklemesi bir yana onu pek çok sonucu vardır. “Mutlak eşitlik” kaçınılmaz bir seçimle baş başa bırak- düşüncesine bağlı olarak iki cins arasında tığının en çarpıcı örneklerini yine refah nimet ve külfet dengesi yakalama çaba- toplumlarında görmekteyiz. İş ve aile ha- larının başarılı sonuçlarına henüz insanlık yatı arasındaki seçimin iş hayatı ve refah ulaşamamıştır. Refah devleti, ev bakımı, kriterleri doğrultusunda sonuçlanmakta çocuk bakımı, hasta bakımı, yaşlıların olduğunu mevcut sayısal veriler doğru- bakımı gibi yükleri hafifleterek ve sosyal lamaktadır. Kadınların çocuk doğurmay- koruma sağlayarak kadınlar için çalışma- la ilişkilerini yeniden tanımlama çabaları, yı mümkün kılan yeni imkânlar sağlasa doğurganlık yaşındaki kadın nüfusun is- da aile hayatından iş hayatına doğru bir tihdam ve kariyer süreçlerinde elde ettiği eğilim gösteren kadının çalışma hayatın- da ağır rekabet şartlarına doğru itildiği Araştırmasında; “muhafaza edilmesi ge- lehine kapatma girişimi olarak kadının ai- gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Bu- reken en önemli kurum hangisidir?” soru- ledeki rolünü de büyük ölçüde görmez- nunla birlikte aile hayatına verdiği önem suna verilen cevaplarda % 45.6 ile birinci likten gelerek yol almaktadır. Bu Girişimin ölçüsünde kadının iş hayatında ciddi ba- sırada aile yer almakla birlikte, feminist refah toplumlarında yol açtığı en temel şarısızlıklarla karşılaştığı ve mağduriyetler bakış açısına göre köleleştirilen, ev içi- değişim aile kurumunun bütün unsurla- yaşadığı sıklıkla gözlenen bir sorundur. ne hapsedilen kadının, kamusal alandan rı ile zayıflamasıdır. Bu dönüşüm karşı- dışlanarak özel alana (aile ilişkilerine ve ev sında refah toplumlarının acil önlemlere içine) hapsedilmişliği “kutsal aile” denilen yönelmesinin üzerinden yaklaşık yarım mitin bir çıktısı olarak görülmektedir (Fe- asır zaman geçmiş olmasına rağmen çö- minist hareketin öncü eylemcileri; Virgi- zülme ve çöküş durdurulabilmiş değildir. nia Woolf “Kendine Ait Bir Oda” (1929); Modernleşmenin “babayı öldüren” imajı Simone de Beavoir, “İkinci Cins” (1949); karşısında evlenme, evliliği sürdürme, Mary Wollstonecraft, “Kadın Haklarının doğum gibi temel istatistiklerin de alarm Müdafaası” (1792); Betty Friedan, “Fe- verdiği görülmektedir. Ailedeki çözülme kadını özgürleştirir mi? Antikçağda Platon’un mükemmel toplum tasavvurunda mülkiyetten ve aileden arındırılması ile başlayan tartışmalar, 19. yüzyılda kapitalizmin bel kemiği olarak kabul edilen ailenin lağvedilmesi ile marksist düşünceye kadar uzanmıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde ise feministler bunu bir adım daha öteye götürerek kadının özgürleştirilmesinin ailenin yıkılmasına bağlı olduğu tezini ortaya koymuşlardır. Modernitenin bireyi ‘tanrılaştırılmış’, aklını minine Mystique” (1963); Sheila Rowbotham, “Tarihten Gizlenen: Kadınların 300 Zayıflayan ve giderek gücünü kaybeden Yıllık Ezilmişliği ve Buna Karşı Mücadele” aile beraberinde alışılagelmişin dışında (1973); Shulamith Firestone, Cinselliğin bir toplumsal yapı ve ilişkileri de önümü- Diyalektiği (1970). ze koymaktadır. Bu süreçte kurumların, kavramların, süreçlerin hızla boyut değiş- kullanarak kendi kaderini eline alabilen, Pınar İlkkaracan’ın “Sıcak Yuva Masalı” değeri kendinden menkul olarak tanımla- tanımıyla evi ve aileyi şiddetin mekânı ması ile birlikte kadın cinsi de bu tanımda olarak imgeleyen bir anlayış kurgulanma- İnsani değerlerin, kültürel süreçlerin ve kendine yer edinmiştir. Kadının şiddetten ya başlanmıştır. Aile ile şiddet arasında tarihsel sürekliliğin dinamosu olan aile, bu korunması, toplumsal alanda eşit fırsat- kurulmaya çalışılan bu doğrusal ilişki ise işlevlerini giderek kurumlara ve devlete lara sahip olması, eğitim, kültür, bilim, yuva kavramının içinin boşaltılması gibi terk etmektedir. Sözü edilen ülkelerde ve spor gibi alanlarda varlığını hissettirmesi bir dönemece doğru toplumsal algıyı sü- bu arada ülkemizde doğurganlığı sürdür- dahil kadına yönelik hak ve düzenleme- rüklemektedir (Pınar İlkkaracan, 1996). menin bir devlet politikası haline gelmesi lerin geçmişten günümüze kadını ‘salt Bu yaklaşımın aile ve toplum hayatında bunun en bariz örneğidir. birey’ olarak görme eğilimindeki yakla- yol açtığı açmazların meseleyi çözmek şımlardan beslenmesi beraberinde ka- yerine daha vahim sonuçlara yol açtığını dının aile ve toplum hayatı için vazgeçil- görmezlikten gelemeyiz. mez olan rol ve statülerini büyük ölçüde tirdiği görülmektedir. Ailenin bir ‘etkileşim ağı” olduğu gerçeği göz ardı edilerek atılan iyileştirme adımları bütün gayretlere rağmen çözülmeyi göz ardı etmiştir. Feminist kurama göre Burada kritik bir sorun olarak kadın eme- engelleyememiştir. Ailedeki çözülme bazı evlilik bağı ile kutsanmış, heteroseksüel ğinin ev dışında istihdama ve piyasa ko- teorik yaklaşımların öngördüğü gibi ka- aile yapısı üzerinden kadınların cinselliği, şullarına bağlı bir yorumla ele alınması dını özgürleştirmemiş aksine ağır piyasa emeği, doğurganlığı ve davranışları kont- ve bununla birlikte sosyal politika hedefi rekabetinin içerisinde eşitsizlik durumunu rol altında tutulmaya ve erkek egemen olarak kadının aile içindeki rol ve statü- pekiştirmiştir. Refah devleti, ev bakımı, sistemin süne ilişkin iyileştirmelerin ikinci kademe çocuk bakımı, hasta bakımı, yaşlıların çözümler içinde zikredilmesi önemlidir. bakımı gibi yükleri hafifleterek ve sosyal devamlılığının sağlanmasına çalışılmaktadır. Varoluşçu feminist kategorisinde yer alan Simone de Beauvoir, kadını kısıtlayıcı ve yaratıcı etkinliklerden alıkoyan bir kurum olarak aileye ve burada oluşturulan “annelik içgüdüsü” mitine son verilmediği sürece kadının ezilmişliğinin ve boyun eğmeğe zorlanmasının devam edeceğini savunur (Donavan, 1997:234). Türkiye’de Muhafazakârlık koruma sağlayarak kadınlar için çalışma‘Mutlak eşitlik’ fikri her ne kadar hayatın yı mümkün kılma gayretindedir. Bu yeni her alanında cinsiyet farklılığını tamamen durum evlilikten sakınmak ve evliliğe son ortadan kaldırmayı hedefliyor olsa da bu vermek gibi yeni olanaklar sağlayarak ka- yaklaşımın başından itibaren sorunlu ol- dınların evlilik kurumuna daha az bağımlı duğunu artık dünyanın önemli bir kısmı olmasını sağlamıştır. Kamusal alanda tecrübe etmiş bulunuyor. Mutlak eşitlik “eşit” şartlarda yarışa mahkûm edilmesi veya toptan eşitlik fikri cinsiyete dayalı ve bu ağır rekabetin içerisinde yer alması farklılıkların doğurduğu dengesizliği kadın kadının lehine bir sonuç doğurmadığı gibi 65 dosya / kadın ve istihdam aile hayatını zayıflatarak bütün bir toplum ce nasıl değiştireceği üzerinde yeterince için temel insani değer ve süreçleri zaafa durulmuş değildir. Keza iş hayatındaki uğratmıştır. kadınların bu süreçte karşılaşacakları Kadına aileden bakmak Kabul etmek gerekir ki kadın hareketi ve zorluklarla nasıl baş edeceği konusunda çözümleyici bir yaklaşımın geliştirildiği söylenemez. kadın çalışmaları uzunca bir zaman dilimi boyunca aileyi aşılması gereken bir engel Evlilik sürecinde yaşanan baskı, zorlama olarak görmüş ve aile gerçeğine böyle ve şiddete karşı, bununla birlikte boşan- yaklaşmıştır. Bu bakışın bugün de büyük ma sürecinde benzer risklerin azaltılması ölçüde değişmediği geniş bir kesimden yönünde bugüne kadar atılan adımların söz edilebilir. Bu hakim bakışın sosyalist adli önlemler olduğunu söyleyebiliriz. perspektife sıkı sıkıya bağlı aydınlar ya- Bu yaklaşımı açımlarken erkeğin bir risk nında diğer kesimler üzerinde de etkili ol- faktörü olarak görüldüğü ve gerektiğin- duğunu söyleyebiliriz. Traji-komik bir du- de ağır yaptırımlarla cezalandırıldığı bir rum olarak muhafazakâr kesimlerin de bu yaklaşım sözkonusudur. Savunması ve genel teorik yaklaşımın gölgesinde kaldı- cezalandırıcı yöntemlerin tümüyle yad- ğını belirtmek gerekiyor. Bunun en önem- sınması mümkün görünmese de bunların li sebebi olarak kuşkusuz kadın haklarını aile kurumunu sürdürmeye dönük adım- savunmaya dönük alternatif yaklaşımların lar olduğunu söylemek güçtür. Nitekim yeterince boy göstermemesi zikredilebilir. aile içinde yaşanan çatışmaların polis ka- 19. yüzyılda ‘kadınların haklarına taraftar rakollarında ve adliye koridorlarında son olma’ şeklinde bir sözlük anlamı içeren bulduğu örnekler giderek artmaktadır. feminizm, ‘kadın sömürüsüne ve kadının Bu gelişmeler karşısında ailenin koruyu- ezilmişliğine’ karşı bir tür başkaldırı ola- cu ve kollayıcı özelliğinin tartışmaya açık rak cinsiyetler arası çatışma temelinde olduğu bir ortamda şiddet ve istismar hedefine aldığı ‘erkek egemen dünya’ kavramlarıyla birlikte tanımlanmaya çalı- için iyileştirme öngörüsünün de çözüme şılması aile kurumunun en önemli çöküş götürecek güç ve kudrette olduğu söy- sebeplerinden biri olarak sayılabilir. lenemez. Kadının gücü, ailenin gücü… Kamusal alandaki ileri adımlara (pozitif Ülkemizde son yıllarda büyük reformlar Ailenin kaybettiği etkileşim ayrımcılık eksenli çalışmalar) rağmen ka- olarak hayata geçirilen pek çok yenilik dının daha güçlü bir statü elde etmesinin aile ve toplum hayatında risklerin azal- hale’sini ‘sosyal devlet’in önündeki engelin ortadan kaldırılamaya- tılmasını öngörmektedir. Özellikle kadın cağı açıktır. Aile hayatı içinde vazgeçil- nüfusun eğitimde ve hayatın diğer alan- ileri adımları ile yeniden mez ve devredilmez bir rolü olan kadının larında fırsat eşitliğine kavuşması açı- buradaki statüsünü iyileştirmeye dönük sından kesintisiz 12 yıllık temel eğitimin kazanması bir yöntem olarak adımlar ise ancak birer sosyal politika büyük bir değişim getirdiğini kabul etmek tedbiri olarak uygulanabilir. gerekiyor. Sözgelimi asgari üç çocuk yapması bek- Sosyal bunun profesyoneller eliyle lenen kadının uzun bir eğitim sürecinden önemli adımlar olarak; bakıma muhtaç sonra kariyer ve meslek hayatından ve bireylerin (çocuk, yaşlı, engelli) aile için- sağlanan bir destek olduğunu dolayısıyla beklediği hayat standardından de bakılması veya aile ortamına benzer ve beraberinde ekonomik bağımsızlıktan mekânlarda barınması, bunlara ilişkin unutmamak gerekir. feragat ederek hayatının en önemli, en ödeneklerin ciddi oranlarda arttırılması, verimli dönemini doğum ve çocuk bakı- yoksul ailelere sağlanan eğitim, sağlık, mı gibi büyük ölçüde ev odaklı bir süre- gıda, mesken ve yakacak yardımları gibi düşünülse de, sonuç olarak 66 devletin varlığını hissettirdiği hesaplamalarla kadar geçen sürenin zorlu ve yer yer ür- algı zemininde kuvvetlendirmemiz ge- gözden geçirilmesi ve yaygın bir şekilde kütücü olduğu görmezlikten gelinemez. rekiyor. Kurtuluş reçetesinin bir başka uygulanması hemen zikredilecek adım- Kadın bu süreçte iş ve kariyer hayatından unsuru ise değerlerin aile ve toplum ha- lardır. Sosyal politika kapsamında son koparak dezavantajlı duruma geldiği gibi yatında hak ettiği yeri yeniden almasıdır. dönemde yükseltilen pek çok ödenek çocuğun bakımı, sağlığı, eğitimi ve diğer aynı temel hedefe dönük olduğundan ihtiyaçları açısından zaman zaman yeter- Unutmamak gerekir ki aileye ilişkin her toplumda genel olarak yaşam kalitesini siz kalmaktadır. tanımlama Girişimi kadını, kadını tanımla- ödeneklerin gerçekçi maya dönük her Girişim de aileyi yeniden yükseltmeye dönük çabalar olarak belirAilenin kaybettiği etkileşim hale’sini ‘sos- biçimlendirmektedir. Kadın ve aile pers- yal devlet’in ileri adımları ile yeniden ka- pektifi örtüşmeyen bir bakışla sosyal poli- Kadına karşı şiddetin önlenmesi, son dö- zanması bir yöntem olarak düşünülse de, tika çıtasını yükseltmek mümkün değildir. nemlerde sorunun görünürlüğünün art- sonuç olarak bunun profesyoneller eliyle masına paralel olarak önem kazanmış ve sağlanan bir destek olduğunu unutma- KAYNAKÇA ‘sıfır tolerans’ anlayışı ile bunların önüne mak gerekir. Ulaşımdan, konuta, ücret Antony Giddens, Sociology, Cambridge: geçilmesine yönelik adli, idari önlemler düzenlemelerinden alışveriş ortamlarına, Polity Press, 1997 alınmış ve buna ilişkin kamuoyu duyarlı- kamu hizmet birimlerinden sosyal ve lığı belli bir düzey kazanmıştır. Buna kar- kültürel ortamlara pek çok alanın bu kri- Ken BROWNE, Sociology, Oxford: Polity şılık bu alandaki dilin (söylemin) ev içini tik gerçeği eksen alması “beklenen kötü Press, 1992 ve aileyi şiddet üreten bir mekan olarak sonu” aşmada etkili olacaktır. tilmelidir. kodlamaya yol açtığını gözardı etmemek gerekir. Shulamith Firestone, Cinselliğin Diyalekti- Kadınların gebelik ve emzirme sürelerinin ği, Çev.Yurdanur Salman, 2.bs, İstanbul:- emeklilik süresine dâhil edilmesine ben- Payel Yayınları, 1993 Yardım ve ödenekler yoluyla atılan bu zer adımlarla, sosyal güvenlikte, çocuk önemli adımların eğitim, bilgilendirme, yardımında, aile yardımında, istihdamda, danışmanlık ve rehberlik çalışmaları ile uzaktan eğitimde, sürekli danışmanlık yeni bir boyut kazanması hedeflenmek- ve rehberlik hizmetlerinde atılacak yeni tedir. ‘Sosyal değer ve sosyal sermaye’ adımlarla kadının güç kazanması gere- kavramlarının merkezindeki aile gerçek ken asıl yerin kendi evi ve ailesi olduğu kimliğine ancak kadın ile kavuşabilir. Ka- gerçeğini görmek zorundayız. Bununla dını güçlendirmeye dönük adımların bu birlikte aile yapısının iç dinamiklerini eşit- temel gerçeği bir hareket noktası olarak lik, özgürlük ve hak üçgeninde oluşturan alması gerekiyor. İş ve toplum hayatında aile politikalarının da desteklenmesi ye- fırsat eşitliği ile birlikte kadının aile içinde- rinde bir adım olacaktır. Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni,1884 Pınar İLKKARACAN, Leyla GÜLÇÜR, Canan ARIN, Sıcak Yuva Masalı, İstanbul: Metis Yayınları,1996 Josephine Donovan, Feminist Teori: Amerikan Feminizminin Entelektüel Gelenekleri Çev.A.Bora, M.A.Gevrek, F.Sayılan. İstanbul: İletişim Yayınları, 1997 ki konumunu güçlendirecek her ileri adım bugünlerle birlikte geleceğimizi de daha Aileyi ortadan kaldırılması gereken bir so- kalıcı çözümlere kavuşturacaktır. Kadın, run alanı olarak gören ve kadını yalnızca çocuk, özürlü ve yaşlı şeklinde atomize kamusal alanda güçlendirmeye çalışan birey anlayışı yerine, aileyi sarıp sarma- çabaların bir sonucu olarak refah toplum- layan bir yapı olarak bütünün parçaların- larının açmazı olan derin çelişkinin içine dan oluşan bir aile politikası daha etkili sürüklenmeden kadına yönelik koruyu- sonuçlara götürecektir. cu adımların atılması gerekir. Aksi halde “erkeğe karşı güçlü bir mevzi kazanan Özellikle gebelik ve doğum sürecinde kadının, kazanımlarını anne olmak adına sağlanacak destekler, anneliği kadın kaybetmek istememesi” gibi bir durumla için bir sorun yumağı olmaktan çıkarıp karşı karşıya kalabiliriz. çok yönlü bir kazanıma dönüştürebilir. Metropollerde aile desteğinden yoksun Aileyi, uyumun, huzurun ve anlayışın sı- genç çiftler için gebelikten başlayarak ğınağı olmaktan çıkaran anlayışa karşı, çocuğun anaokuluna başladığı döneme toplumsal bağlarımızı ortak bir duygu ve 67 dosya / güçlü kadın Hülya ÖRS - Öğretmen Çorum Engelsiz Yaşam Yaşlı Bakım Rehabilitasyon ve Aile Danışma Merkezi Kadının sosyal statü kazanmadaki geçirdiği değişim süreci beraberinde ‘güçlü kadın’ tanımlamasını da oluşturmuştur. Bu tanımlama genellikle iş hayatına atılmış, ekonomik özgürlüğünü kazanmış kadınlar için kullanılmaktadır. 68 Yeryüzünde zarafetin yanında şefkatin, merhametin, fedakârlığın, sevginin, sadakatin insan bedenindeki bir tezahürü de kadın suretinde yaratılmıştı. İnsanlık bu duygular üzerine inşa edilecekti. Âdem ile Havva kendilerine verilen ulvi özellikleri omuzlarına yüklenmiş olarak dünyaya gönderildiklerinde birbirlerine dayanarak bir gelecek inşa edeceklerini anlamışlardı. Böylece dünya var olduğu müddetçe erkek ve kadın kendi rollerini oynamak üzere hayatın zorluklarını paylaştılar. O günden bu güne hayatın zorlukları, aşılması gereken engeller olarak hep var ola geldi. Kadının yükü her geçen gün farklılaşarak üzerine yeni sorumluluklar ekleyerek bugünlere geldi. Toprakla özdeşleştirilen annelik, hayat arkadaşına dayanak, çocuğuna şefkat kaynağı, tarladaki alın teri, iş hayatındaki denge unsuru olan kadının omuzladığı yük her geçen gün arttı. Özellikle kadının çalışma hayatında etkin bir yere sahip olmaya başlaması ile beraber başarılı kadınların hikâyeleri anlatılarak ‘güçlü kadın’ modeli oluştu. Annelik rolünün değişmemesine rağmen, toplumda farklı roller edinen kadının statüsü önem kazanmaya başladı. Gerek yasal düzenlemeler gerekse ekonomik özgürlüğünü kazanma imkânlarının artması, bu konuda giderek artan bilinç düzeyi, kadını toplumda önemli bir aktör haline getirdi. Ticaret erbabı, politikacı, sanatçı, yönetici, statüsü yüksek bir meslek sahibi, bilim kadını gibi rollere sahip olmaya başlayan kadının, ataerkil bir toplumda kadına bakışı değiştirmeye başlamasına vesile oldu. Toplumun her zaman ona yakıştırdığı zarafet, masumiyet, şefkat, yumuşaklık, merhamet, sevgi duygularının dışında ciddiyeti, disiplini, idealleri, rekabet gücü, öz güveni olan kadın, kendini göstererek kendine bir alan açtı. Bu durum toplumda bazen bir direnişi de beraberinde getirdi. Kadının kazandığı sosyal statü, kendi kendine yetebilme becerisi henüz tam olarak kabul görmemekle beraber kadını cesaretlendirici, toplumu bilinçlendirici çalışmalara hız verilmesi, bu konudaki bilinçlenmeyi de arttırdı. Çünkü kadının ‘Ben de varım.’ demesi bir rakip olarak ortaya çıkması değil, tam tersine hayatın zorluklarına çözüm bularak daha huzurlu bir ortamın oluşmasını sağlama isteğinden ibaretti. Bu paylaşımın mahiyetinin henüz anlaşılamamasından kaynaklanan olumsuz yanları da toplumdaki yansımalarına bakıldığında görülmektedir. Paylaşımın tarafları olan kadın ve erkek birbirlerine karşı davranış şekillerinde beraber hare- Ailede anne olan güçlü kadın, eşine sorunları aşmada ve en kritik zamanlarda destek vererek, zorlukları paylaşarak üstesinden gelinmesinde pay sahibi olan kadındır. ket etme modelini geliştiremez, paylaşımın oran ve şartlarını belirleyemezlerse elmanın iki yarısı olmak yerine, iki faklı elma oluşma riskini arttırmaktadır. Bu da sorunlu bir geleceğin, birlikte yaşama iradesinin azaldığı bir hayatın, sabrın, zorlukları beraber aşmanın önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkacaktır. Statü çatışmasına indirgenmiş bir hayatta herkesin rolü birbirine karışacak, bireyselliğin öne çıktığı, hoşgörünün azaldığı, kader kurbanlarının arttığı bir toplum yapısı kaçınılmaz olacaktır. Toplumun böyle bir tehlikeyle karşılaşmaması için bilinçli bir toplum yapısına ihtiyaç vardır. Kadının toplum hayatındaki yükselişi toplumsal bir değer olarak algılanmaya başladığında hayatı paylaşmak daha kolaylaşacaktır. Kadının sosyal statü kazanmadaki geçirdiği değişim süreci beraberinde ‘güçlü kadın’ tanımlamasını da oluşturmuştur. Bu tanımlama genellikle iş hayatına atılmış, ekonomik özgürlüğünü kazanmış kadınlar için kullanılmaktadır. Güçlü kadın, idealleri olan, kararlı, kendinden emin, zeki, çözüm odaklı, mücadeleci kadın olarak tanımlanır. Çalışma hayatının getirdiği zorlukları aşabilen, rekabet gücü olan, toplumsal statü kazanmış, özgüveni gelişmiş kadın aynı zamanda toplumsal refahın artmasına da büyük bir katkı sunar. Değişen dünya şartları, toplumsal ihtiyaçlar kadının böyle bir uğraşı içinde olmasını bir bakıma zorunlu kılar. Çünkü günümüz dünyasında kadının penceresinden olaylara bakış aileden iş hayatına, toplumsal yapıya varan geniş bir yelpazeye ihtiyaç vardır. Ancak burada şu ayrıma dikkat etmek de fayda vardır. Güçlü kadın erkeğin yaptığı her işte bir rakip olarak karşısında dimdik ayakta duran kadın değil, yaratılışında var olan yetenekleri, vasıfları gün yüzüne çıkaran, sorumluluk almaya talip olan, toplumda görülen açıkları kapatmakta üzerine düşen görevi almaktan çekinmeyen ve bundan dolayı da saygı duyulan, takdir edilen bir kadındır. Bir eş, bir anne olma özelliği ona yaratılışında verilmiş olan en üstün özelliklerdir. Hayatın devamı onun bu kutsal özelliğini sürdürmesine bağlıdır. Kadının tek başına bütün bu Paylaşımın tarafları olan kadın ve erkek birbirlerine karşı davranış şekillerinde beraber hareket etme modelini geliştiremez, paylaşımın oran ve şartlarını belirleyemezlerse elmanın iki yarısı olmak yerine, iki faklı elma oluşma riskini arttırmaktadır. 69 dosya / güçlü kadın Güçlü kadın, idealleri olan, kararlı, kendinden emin, zeki, çözüm odaklı, mücadeleci kadın olarak tanımlanır. Çalışma hayatının getirdiği zorlukları aşabilen, rekabet gücü olan, toplumsal statü kazanmış, özgüveni gelişmiş kadın aynı zamanda toplumsal refahın artmasına da büyük bir katkı sunar. sorumlulukların üstesinden geldiği sürece güçlü olmasını beklemek er geç toplumsal çatışmayı, çözülmeyi de beraberinde getirecektir. Bunun yanında kadının yıpranması daha da hızlı olacaktır. Ailede anne olan güçlü kadın, eşine sorunları aşmada ve en kritik zamanlarda destek vererek, zorlukları paylaşarak üstesinden gelinmesinde pay sahibi olan kadındır. Fedakârlığın, şefkatin, sadakatin, sevginin yaşandığı yer olan ailede güçlü kadın, ailesinin vazgeçilmez bir unsurudur. ‘Osmanlı Kadını’ tanımlaması da kadının aile içindeki vakarından, olaylara yaklaşım tarzından, tecrübesini çevresindeki insanların faydasına kullanabilmesinden kaynaklanmaktadır. Ailede güçlü kadın ailenin geçirdiği sarsıntılarda söylemleri ve hareketleriyle ailenin en büyük destekçisidir. Güçlü kadın ileriye doğru yapılacak olan planlamalarda insiyatif kullanarak rol model olabilen kadındır. Hangimiz annemizin, babaannemizin, 70 anneannemizin geçmişte yaptıklarını, üstesinden geldiği sıkıntılarını anlatmayız. İşte bizi biz yapan aile bağları bu güçlü kadınların oluşturduğu yapıdır. Güçlü kadın ev işlerinin dışında tamirattan, badana boyadan anlayan kadın demek değildir. Toplumsal dengenin sağlanması kadının kazandığı sosyal statülerin, elde ettiği başarıların getirisi olarak ortaya çıkan ‘güçlü kadın’ profilini, rekabet unsuru haline getirmeden insanoğluna verilmiş ayrı özellikleri yine insanlığın faydasına kullanabilecek bir anlayışla geliştirmek, bu alanda bilinçlendirme çalışması yapmak, dezavantajlı kesim olarak nitelenen insanların kendi ayakları üzerinde durabilmesini sağlamak, şiddetin her türlüsünün önüne geçmek, insan onuruna yakışır bir hayatı oluşturabilmek için çalışmalıdır. Kimseden rol çalmadan ancak toplumsal ihtiyaçlara cevap veren, adaletli bir hayat paylaşımını oluşturmak bizim elimizde. Kadına şiddetin engellenmesi, daha dinamik bir sosyal hayatın oluşması ancak hayatın her safhasında güçlü kadınların sayısının çoğalması ile mümkün olur. TOPLUM “KADIN” VE ERKEKTEN OLUŞUR • Kadın, erkekle eşit hak ve sorumluluklara “kadının güçlendirilmesi” ile sahip olabilir. • Toplum ancak güçlü eğitim almış kadınlarla daha güçlü hale gelecektir. Kadın güçlü olursa toplum da devlet de güçlü olacaktır. • Kadına erkek olarak değil, insan olarak bakmak gerekir. • Tek kanatlı kuş nasıl uçamazsa toplum da kadınsız asla ilerleyemez. Nurcan YILDIZ Öğretmen Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü “Toplumu kadın ve erkek birlikte oluşturur” ifadesi doğru olmakla birlikte birçok toplumda olduğu gibi bizim toplumuzda da maalesef bu oluşum gerçek anlamda henüz gerçekleşememiştir. “Kadın” olması gereken noktaya henüz gelememiş, birey olarak toplumdan hak ettiği rolü kapamamıştır. Kadın ve erkek cinsiyeti ile ilgili özellikler doğuştan gelmekte, zamanla içinde yaşanılan toplumun kültürü tarafından yorumlanarak yapılandırılmakta ve toplumun kadın ve erkekten beklentileri de buna göre şekil almaktadır. Ancak toplumun kadın ve erkek cinsiyetinden bu beklentisi her toplumda farklılık göstermektedir. Toplumumuzda kadına gösterilmeyen alanlar erkekler tarafından doldurulsa da, kadın bakış açısına sahip olmamaları, kadın gibi düşünememeleri ve kısacası kadın olmamaları bu yerin asla dolduramayacağı anlamına gelmektedir. Bu durum her zaman bir boşluk oluşturacak ve bu toplumu zayıflatacaktır. Şayet kadın, erkek kadar eşit hak ve sorumluluklara sahip olsaydı bu büyük boşluklar olmayacak daha dengeli, daha mutlu ve daha refah bir topluma sahip olunacaktı. 71 dosya / toplum “kadın” ve erkekten oluşur Kadın, erkekle eşit hak ve sorumluluklara “kadının güçlendirilmesi” ile sahip olabilir. Kadının güçlendirilmesi için öncelikle eğitim hayatının güçlendirilmesi gerekiyor. Aslında kadınların sosyal ve ekonomik hayatta olmaları gereken yerde olamamalarının nedenlerinin başında eğitim hayatlarındaki fırsat eşitliğine erkekler kadar sahip olamamaları gelir. Bu adaletsizlik onları gerçekten çaresiz ve yalnız bırakmaktadır. Bu durumda kadın önüne çıkan engelleri aşarak, yanlış gelenek ve göreneklerle mücadele ederek, en önemlisi de kendi içindeki duvarları yıkarak başarılı olacaktır. Ülkemizde eskisi gibi olmasa da da “ben kızımı okutmam!” zihniyeti hala var. Bu anlayışı “ben karımı çalıştırmam!” zihniyeti takip etmektedir. Kadının sadece evinde oturup çocuğuna bakması gerektiğini düşünen bu zihniyetin acilen değişmesi gerekmektedir. Toplumun çok zaman kaybettiği açıkça ortadayken hala bazı zihniyetlerin buna direnmesi bu konuda mücadelenin çok zorlu geçeceğine işarettir. Bu zihniyet kadınların eğitim hayatlarının tamamlanamaması ve iş hayatında erkekler kadar yer almaması anlamına gelmektedir. Eğer eğitim hayatlarında karşılaştıkları engellemeler bertaraf edilirse onların sosyal ve ekonomik hayata katılımları da mümkün olacaktır. Bu durumda toplum her açıdan rahatlayacak ve kadın da olması gereken noktaya gelecektir. Toplum erkek ve kadından oluştuğuna göre kadınların aile içinde çok önemli etkileri ve tasarrufları bulunmaktadır. Aslında deyim yerindeyse aileyi kadın çekip çevirir. Zaten kadının fıtratında da böyle bir yetenek var. O halde şu sorunun cevabının bulunması gerekiyor: Toplumu ekonomik ve sosyal açıdan etkileyecek ve yönlendirecek kişilerin içinde erkekler kadar kadınlar neden yeterince temsil edilemiyor ve neden sesini duyuramıyor? Toplum ancak güçlü eğitim almış kadınlarla daha güçlü hale gelecektir. Kadın 72 güçlü olursa toplum da devlet de güçlü olacaktır. Kadınların ekonomik hayata katılımları ancak çalışarak mümkün olacağı için onun eğitim aşamasından sonra geçeceği alan çoğunlukla çalışma hayatıdır. Kadınların çalışması, toplumun çalışması bir anlamda çalışmayan boş kalan işgücünün de değerlendirilmesi anlamını taşımaktadır. Ancak ülkemizde eğitim alan kadınlara verilen iş imkânları da maalesef onları sınırlandırarak erkeğin gölgesinde bırakmaktadır. Oysa kadına çalışma hayatında her alanda yer vermek, yönetici kadrolarını açmak onun potansiyelini ortaya koymasına imkân sağlamak demektir. Bu noktada birilerinden yardım istemek yine erkeklerin yer açmasını beklemek aynı hatayı tekrar etmek anlamına gelecektir. Bunu bizzat kadının kendisinin başarması gerekecektir. Maalesef kadın kendisini erkekle aynı kefeye koymakta kendisi dahi bazen zorlanmaktadır. Kadının çalışmasını sadece para kazanma meselesi olarak görmek de çok yanlıştır. Bilginin değerlenmesi, kişisel potansiyellerin ortaya konulması, emeğin sergilenmesi gibi topluma birçok yararı olacaktır. Kadına erkek olarak değil, insan olarak bakmak gerekir. Ayrıca erkek çalışıyor diye kadının oturması gerektiğine dair bir zorunluluk da yoktur. Akıllı bir erkek karısının da kendisi gibi çalışmasını istemelidir. Bu eşinin sosyalleşerek daha mutlu olmasına, aynı zamanda ekonomik olarak da aile bütçesinin büyümesine neden olacaktır. Dolayısıyla bütün kadınların çalışmasına imkan sağlansa ülke ekonomisi bugünkü konumundan iki kat fazla gelişecektir. Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda Türkiye kadın konusunda ne yazık ki istenilen konuma henüz gelemedi. Profesyonel yaşamda, kamu sektöründe çalışanların içinde kadınların sayısı dünya ile kıyaslanmayacak kadar düşük. Bugün dünya çapında şirketlerin genel müdürlük ve üst düzey yöneticilerine baktığımızda çoğunun kadın olduğunu görürüz. Hatta CIA’de bile üst düzey kadın yöneticiler çalışmaktadır. Türkiye’de de kadına fırsat eşitliği yeterince verilmiş olsa onlar da çok rahat üst düzey noktalara gelebileceklerdir. Ne yazık ki, Türkiye’de girişimcilerin %9293’ü erkek. Girişimci kadın sayısı çok az çünkü Girişimci potansiyeli olsa bile ya anne-babası izin vermediği için ya da kocası çocuklarına bak dediği için evde oturmak zorundadır. Bazıları da okuma yazma bilmiyor hatta başlangıç sermayesini dahi nasıl bulacağı konusunda yeterince bilgilendirilmemiştir. Sermayesi olmadığı için bankaya gidiyor ama para alamıyor. Çünkü kadınlar bankaya gittiği zaman bir teminat isteniyor. Peki, bugün bankaya teminat olarak gösterilebilecek malların kaçta kaçı kadınların üzerinedir hiç düşündünüz mü? Yalnızca % 9. En son bankadan da geri dönecektir. Özetle, kadınları sosyal hayatta ve iş hayatında engelleyen faktörler fazlasıyla mevcut. Okuma-yazma bilme oranları düşük, çalışma hayatına katılma oranları düşük, paraya ulaşma imkânları düşük, bu da doğal olarak kadınların iş hayatına katılımlarının düşük olması sonucunu doğuruyor. Bu sadece Türkiye için geçerli değil, bütün dünya için böyle. Dünya bu eşitsizliği fark ettiği için birtakım önlemler almaya başlamış bulunuyor. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, kadınların eksik bıraktığı alanların erkekler tarafından doldurulmasının mümkün olmadığı artık kabul edilmelidir. Tek kanatlı kuş nasıl uçamazsa toplum da kadınsız asla ilerleyemez. ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU “Ben giderim adım kalır Dostlar beni hatırlasın Düğün olur bayram gelir Dostlar beni hatırlasın” Emre TÖRE Öğretmen Eğitim ve Yayın Daire Başkanlığı Âşık Veysel, Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde dünyaya gelir. Annesi Gülizar’ın davar sağmaya giderken sancısı tutar ve tek başına doğurur çocuğunu. Göbeğini de kendisi keser. Yoldan geçenler Gülizar’ı ve yeni doğmuş bebeğini bulup buluşturdukları çula çaputa sararak götürürler evine. Yeni doğmuş bebeğin babası Karaca Ahmet haberi alınca sevinçle koşar gelir evine, çocuğunu kucağına alır ve adını Veysel koyar. Sene 1894’tür. Veysel, doğduğu günden yedi yaşına kadar sağlıklı bir yaşam sürer. Yedi yaşındayken bir komşusuna yeni aldığı kıyafetini göstermek üzere gider. Dönüşte ayağı taşa takılarak düşer. Düştükten sonra bir daha uzun süre ayağa kalkamaz. Çünkü çiçek hastalığına yakalanmıştır. Kendisi dünyaya gelmeden önce iki ablası bu hastalık nedeniyle Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Veysel ise çiçeğe bir gözünü verir, diğerine de perde iner. O zamanın seyyar doktorları Veysel’in gözüne bakarlar, gözdeki perdenin alınabileceğini söylerler. Ancak bunun için Akdağmadeni’ne gitmeleri gerekir. Onlar oraya gidemeden bir gün babasının elindeki değnek ani bir dönüş neticesinde Veysel’in perdeli gözüne değer ve artık o gözün de görebilme ihtimali kalmaz. Veysel bu durumu şöyle ifade eder: Genç yaşımda felek vurdu başıma Aldırdım elimden iki gözümü Yeni değmiş idim yedi yaşıma Kayıp ettim baharımı yazımı … 73 Âşık Veysel Şatıroğlu Üçyüzonda gelmiş idim cihana Dünyaya bakmadım ben kana Kader böyle imiş, çiçek bahana Levh-i kalem kara yazmış yazımı Veysel’in dünyası kararmıştır. Aradan yıllar geçer, babası da yokluk içindedir ama oğlunun da sıkılmamasını, bir şeylerle uğraşmasını istemektedir. Bu nedenle gider oğluna kırık da olsa bir saz alır. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek avutmağa çalışır oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söyler. Veysel çok uğraşır ama sazdan ses çıkarmayı başaramaz. Sonrasında komşuları Molla Hüseyin ve Ali Ağa öğretirler ona saz çalmayı: Bağlandım köşede kaldım bir zaman Nice kimselere dedim el’aman On, on beş yaşıma girince hemen Yavaş yavaş düzen ettim sazımı Karanlık dünyasında sazının sesi ve çok sevdiği kardeşi Ali yarenlik eder Âşık Veysel’e. Seferberlik yılları geldiğinde bu yarenlik sona erer ve kardeşi askere gider. Bundan sonra hepten yalnız kalır, yüzü asılır. Bir taraftan yalnızlık, bir taraftan askerlik görevini yerine getiremeyip düşmanın ardından kılıç sallayamaması iyice muzdarip eder Veysel’i. Yıllar sonra o günlerde içinde bulunduğu duyguları şu dizelerle dile getirir: Ne yazık ki bana olmadı kısmet Düşmanı denize dökerken millet Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet Kılıç vurmak için düşman başına Yıllar geçer, Veysel büyür, yirmi beş yaşına geldiğinde babası onu evlendirir. Önce Esma ile evlenir, iki çocuğu olur. Birinci çocukları kundakta iken Esma bebeği emzirir, uyuyakalır, çocuk boğularak ölür. İkinci çocukları altı aylıkken Esma kaçar, gider. Veysel yavrusunu iki yaşına kadar kollarında taşır. Esma’nın kaçmasına çok 74 1930 yılında düzenlenen Âşıklar Bayramı’na davet edilir. “Halk Şairi” kâğıdı alır. O zamana kadar köyünden dışarı çıkmayan Veysel bundan sonra kırk vilayette çalar, söyler. Çalar, söyler de söyledikleri usta malı olan şiirlerdir. Uzun ince bir yoldayım Gidiyorum gündüz gece Bilmiyorum ne haldeyim Gidiyorum gündüz gece içerleyen Veysel şu dizeleri söyler: Geçirdim ömrümü heva ve heves Derdim bir kimseye değildir kıyas Her zaman, her vakit kalbimde bu yas Çarh-ı devran güldürmedi yüzümü … Bir vefasız zalim yâre bağlandım Tarih üç yüz otuz beşte evlendim Sekiz sene bir arada eğlendim Zalim kâfir yetim kodu kuzumu Sonra Gülizar’la evlenir. Ondan altı çocuğu, on sekiz de torunu dünyaya gelir. Âşık Veysel 37 yaşına kadar daha çok kendi çevresinde söyleyen bir ozandır. 1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kurar, 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı düzenlerler. Veysel’in bir “âşık” olarak tanınması Ahmet Kutsi Tecer’le tanışmasından sonradır. Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde Ahmet Kutsi Tecer’in direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler yazarlar. Bunlar arasında Veysel de vardır. Şiirinin adı “Atatürk”. Bu şiir Âşık Veysel’in kendi yazdığı ilk şiiridir ve çevresi tarafından çok beğenilerek Ankara’ya Atatürk’e gönderilmek istenir. Veysel ise şiirini Ata’ya kendisi vermek ister. Ancak Atatürk’ü görme fırsatı eline geçmez. Şiiri Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanır. Âşık Veysel artık usta malını dillendiren değil, kendi eserlerini okuyan bir şair olacaktır. Geçim sıkıntısı içinde şiirlerini yazıp söyleyen Veysel’in şiirleri Ahmet Kutsi’nin yardımlarıyla, biraz da Veysel’in geçim sıkıntısını azaltmak maksadı ile kitaplaştırılır ve böylece Veysel’in ilk kitabı yayınlamış olur: Âşık Veysel’den Deyişler. Daha sonra Sazımdan Sesler, Âşık Veysel’in Hayatı ve Şiirleri, Dostlar Beni Hatırlasın kitapları yayınlanır. Son kitabı “Dostlar Beni Hatırlasın”da Veysel’in 157 şiiri bulunmaktadır. Âşık Veysel ciddi ekonomik sıkıntılarla başa çıkmaya çalışırken yardımına yine Ahmet Kutsi Tecer yetişir ve devrin hükümet yetkililerine başvurarak Veysel’in köy enstitülerinde saz öğretmeni olarak çalışmaya başlamasını sağlar. Bu dönemde şiirlerinde toprak konusuna değinen Veysel, insanların toprak gibi olmasını ister ancak bunun da olamayacağını bilir: Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sadık yarim kara topraktır Beyhude dolandım boşa yoruldum Benim sadık yarim kara topraktır Sürekli insanları iyiye, doğruya, güzele yönelmeye teşvik eder. Bölünmeyi, ayrışmayı ise reddeder: Allah birdir, Peygamber hak Rabbül âlemindir mutlak Senlik benlik nedir bırak Söyleyim geldi sırası diyerek bugünlere de ışık tutan, gözleri görmese de kalp gözüyle dünyayı çok daha güzel algılayan bir ozandır Âşık Veysel. Çifteler Köy Enstitüsündeyken bir gün eşinden mektup alır. Kendisi de zaten eşine, çocuklarına, memleketine hasret çekmektedir. Enstitü müdüründen izin alarak memleketine gitmek ister ama bunu bir türlü söyleyemez. Neticede kendisine yakışan bir üslupla bu isteğini dile getirir: Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan Gözetme yolları, gel deyi yazmış. Sivrialan köyünden, bizim diyardan Dağlar mor menevşe gül deyi yazmış. … Veysel bu gurbetlik kar etti cana Karıştır göçünü ulu kervana Gün geçirip firsat verme zamana Sakın uzamasın yol deyi yazmış. 1946 yılında köy enstitülerindeki saz hocalığından izin alan Âşık, köyü Sivrialan’a gider. Ancak daha sonra geri dönmeyerek saz hocalığını bırakır ve köyünde kalmaya karar verir. Orada ilk defa meyve bahçesi düzenleyen kişi olur. 1950’li yıllar Veysel’in ekonomik anlamda çektiği sıkıntıların sonu olur. Artık şöhreti artar, kendisine maaş bağlanır. Tıklım tıklım dolu salonlarda konserler verir. Hayatının sonlarına doğru hayata ve ölüme felsefi bir bakış açısıyla yaklaşır. Bunu “Uzun İnce Bir Yoldayım” şiirinde çok net bir şekilde görmekteyiz: Uzun ince bir yoldayım Gidiyorum gündüz gece Bilmiyorum ne haldeyim Gidiyorum gündüz gece Dünyaya geldiğim anda Yürüdüm aynı zamanda İki kapılı bir handa Gidiyorum gündüz gece … Şaşar Veysel işbu hâle Gâh ağlaya gâhi güle Yetişmek için menzile Gidiyorum gündüz gece Şiirinde hayatı uzun ince bir yola benzeten Veysel, dünyayı iki kapılı bir han olarak değerlendirir. Amacı menzile, yani Yaradan’ına ulaşmaktır ve bu nedenle gündüz gece yürümektedir. Kendisine musallat olan akciğer kanseri nedeniyle 21 Mart 1973’te ulaşmak amacıyla yola çıktığı menzilene yetişir, Hakk’ın rahmetine kavuşur. O zamana kadar hiçbir aşığa nasip olmayan güzellikler Veysel’e nasip olur: Hayatı filme alınır, vasiyeti üzere tam doğduğu yere gömülür, evi müze haline getirilir… *** Âşık Veysel kişilik itibariyle kibirli bir insan değildir. Şöhreti onu şımartmamış, halk adamı kimliğini korumayı her zaman başarabilmiştir. İçi-dışı birdir. Sade bir yaşam sürer ve şakalaşmaktan, nükte yapmaktan hoşlanan bir kişiliğe sahiptir. Veysel’in oğlu Bahri Şatıroğlu babasının nüktedan kişiliği hakkında şu anıyı paylaşmaktadır: “Babam biraz rahatsız. İlçeden kaymakam, veteriner hekim, jandarma komutanı ile, Ankara’da trafik polisi olarak çalışan Höyük Köyü’nden Arif Bey, ziyaretine geldiler. Hoşbeşten sonar latifeler başladı. O akşam misafirler, muhtarın davetlisi idiler. Babamı da alıp gittiler. Yediler, içtiler, eğlendiler. Yatmak için bize geleceklerdi. Geç vakit kalktılar. Dışarıda sicim gibi bir yağmur başlamıştı. Her taraftan sel gidiyordu. Babam, yolu iyi bildiği için hızlı hızlı yürüyordu. Diğerleri, karanlıkta nerenin yol, nerenin bataklık olduğunu fark edemiyorlardı. Bu yüzden, adımlarını çok dikkatli atıyorlardı. Bir ara veteriner hekim bağırdı: • Veysel! Ağır yürüsen, yetişemiyoruz! Babam şakaya başladı: • Kör müsün? Benim geldiğim yerden sen de gel işte! Sözünü bitirmeden, kaymakam çamura battı. Düşenin kaymakam olduğunu anlamayan babam kahkahayı bastı: • Hele bak hele! Birinci kör çamura düştü! Yağmur altında ve karanlıkta, biraz daha yol aldılar. Trafik polisi Arif Bey, babamı adım adım takip ediyordu. Veteriner hekim arkadan yine seslendi: • Veysel! Sana ağır ol dedik ya. Neredeyse bir damdan aşağıya yuvarlanacağız! Babam, adımlarını daha da sıklaştırarak veterinere seslendi: • Yol ortasında yavaşlamanın tehlikesini bilmiyor musun? Baksana!, dedi, Trafik peşimi bırakmıyor.” Ey Kalp Gözüyle Gören Âşık! Sen gittin, adın kaldı ve hep kalacak. Dostların seni asla unutmayacak Bâkiler, Yavuz Bülent, Âşık Veysel, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s.6768 KAYNAKÇA: Bâkiler, Yavuz Bülent; Âşık Veysel, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara Kaya, Doğan; Âşık Veysel, Akçağ Yayınları, Ankara Aşık Veysel; Dostlar Beni Hatırlasın, İnkılap Kitabevi, İstanbul 75 çocuk hakları ÇOCUK HAKLARI VE ÇOCUĞUN KATILIM HAKKI Türkiye tarih boyunca, çocuk bakımına ve çocukların korunmasına önem veren bir ülke olmuştur. Çocuk bakım sisteminin ilk temeli 1822 yılında çocuk ıslahevlerinin kurulmasıyla atılarak pek çok ülkeden önce çocuklara yönelik hizmetler başlatılmıştır. Eski çağlarda çocuk hakkı kavramına rastlamak mümkün değildir. O dönemki toplumlara bakılacak olur ise, babanın çocuklar üzerinde mutlak bir hakimiyeti görülmektedir. Sevil Lale KURT Sosyal Hizmet Uzmanı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü Eski çağlarda çocuk hakkı kavramına rastlamak mümkün değildir. O dönemki toplumlara bakılacak olur ise, babanın çocuklar üzerinde mutlak bir hakimiyeti görülmektedir. Çocuklar üzerinde istedikleri gibi karar verme yetkisine sahip olan babalar çocuklarını satabiliyor, dövüp sakatlayabiliyor, kurban edebiliyor ve başka şekillerde öldürebiliyordu. Sümerlerde çocuklar üzerinde öncelikle babanın velayet hakkı 76 vardı. Ancak bu velayet hakkı Romalılarda olduğu gibi çok katı değildi. Babil’de anne-babanın çocuklar üzerindeki velayet hakkı ve mirasçılığı Sümerlere benzer şekilde düzenlenmişti. Yani çocuklar üzerinde baba, anne ve abinin velayet hakkı bulunmaktaydı. Babil’de çocukların baba ve annelerine saygı göstermeleri zorunlu kılınmıştı. Roma’da çocuklar üzerinde babanın (pater familias) sınırsız hakimiyeti vardı. Aile babasının çocuğu öldürme (ius Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi vitae et necis), sokağa bırakma, başkalarına satma (ius vendendi) ve boşama yetkileri vardı. Batı’da Ortaçağ’da günümüzdeki anlamı ile çocuk ve çocukluk terimlerine rastlanmamaktadır. O dönem Avrupa’sında çocuk küçük yetişkin olarak görülmekte, anne bakımından kurtulduğu 5-7 yaşlarından itibaren yetişkinlerle birlikte aynı şartlar altında hayatını sürdürmekteydi. Avrupa’da Rönesans ile birlikte çocuk ve çocukluk kavramları oluşmaya başlamıştır. Aydınlanma çağı filozofları çocukların yetişkinlerden farklı oldukları, onların eğitilmesi ve yetiştirilmesine özen gösterilmesi gerektiği yönünde fikirler ortaya atmışlardır. 18. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’da üst ve orta sınıf insanlar çocuklarının yetiştirilmesi ve eğitimi ile ilgilenmeye başlamışlardır. Ancak alt sınıftaki insanların çocukları Ortaçağ şartlarında yetişkinlerin hayatını paylaşmaya devam etmiştir. Türkiye tarih boyunca, çocuk bakımına ve çocukların korunmasına önem veren bir ülke olmuştur. Çocuk bakım sistemi- nin ilk temeli 1822 yılında çocuk ıslahevlerinin kurulmasıyla atılarak pek çok ülkeden önce çocuklara yönelik hizmetler başlatılmıştır. Özellikle sanayileşme çocuk işçiliğinin artması ve dünyada yaşanılan savaşlar çocukların özel olarak korunması gereksinimini gün yüzüne çıkarmıştır. Bu gerçekten hareketle çocukların özel olarak korunup gözetilmesi amacıyla uluslararası çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Genel olarak çocuk haklarının tarihine bakıldığında, karşımıza üç önemli belge çıkmaktadır. Bunlar sırasıyla; • 1924 Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi • 1959 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi • 1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’dir. Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi (1924) larından toplumun en savunmasız kesimi olan çocukların etkilendiği görüldü. Bunun üzerine uluslararası alanda çocukların özel olarak korunup gözetilmesi gereksinimi ile çalışmalar başlatıldı. Çocuk hakları alanında atılan ilk adım beş maddeden oluşan Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi’dir. Çocukların yaşatılmaları, gelişmeleri ve korunmalarının uluslararası düzeyde temel ilke olarak ilk defa ele alındığı bu beş maddelik bildirgeyi imzalayan devlet büyüklerinin arasında genç Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’de yer alıyordu. 1928 yılında Atatürk, Çocuk Hakları Bildirgesi’ni imzalamış ve çocuklara verdiği değeri 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı armağan ederek göstermiştir. Uluslararası iyi niyetin göstergesi olan bu Bildirge, ne yazık ki İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Milletler Cemiyetinin geçerliliğini yitirmesi sonucu bir kâğıt parçası olmaktan öteye gidememiştir. Birinci Dünya Savaşı toplumlarda pek çok yaralar açtı. Savaşın olumsuz şart- 77 çocuk hakları Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi (1959) BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisine paralel olarak 20 Kasım 1959 tarih ve 1386 sayılı BM Çocuk Hakları Bildirisi ilan edilmiştir. Bildiride çocuklara karşı ayrımcılık yapılmaması, çocuğa kendisini özgürce gelişme fırsatı verilmesi, doğumdan itibaren bir kimlik ve vatandaşlık kazandırılması, sosyal güvenlik haklarından yararlandırılması, özürlü çocuklara gereken bakım ve tedavinin gösterilmesi gibi 10 genel ilke yer almıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın birincisinden fazla çocuklara zarar verdiği görülmüş ve bunun üzerine çocukların yetişkinlerden ayrı, özel olarak korunması bildiride temel alınmıştır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989) Sözleşmenin dünyadaki neredeyse bütün ülkeler tarafından onaylanması dikkate değer bir başarı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyadaki hemen hemen her ülkenin kendi çocukları konusunda birtakım bağlayıcı yükümlülükler altına girmesi, gelecek için büyük umutlar vermektedir. Birleşmiş Milletler (BM) 78 Çocuk Hakları Sözleşmesine göre 18 yaşına kadar herkes çocuk olarak tanımlanmıştır. Türkiye tarih boyunca, çocuk bakımına ve çocukların korunmasına önem veren bir ülke olmuştur. Çocuk bakım sisteminin ilk temeli 1822 yılında çocuk ıslahevlerinin kurulmasıyla atılarak pek çok ülkeden önce çocuklara yönelik hizmetler başlatılmıştır. Dünyadaki hemen hemen her ülkenin kendi çocukları konusunda birtakım bağlayıcı yükümlülükler altına girmesi, gelecek için büyük umutlar vermektedir. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 20 Kasım 1989 tarih ve 44/25 sayılı Kararıyla kabul edilip imza, onay ve katılıma açılmıştır. Sözleşme 49. maddeye uygun olarak 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde imzalamış ve 9 Aralık 1994 tarihinde ihtirazi kayıtla onaylamıştır. 4058 sayılı Onay Kanunu 11 Aralık 1994 gün ve 22138 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Çocuk Haklarını Tanıtma, Yaygınlaştırma ve İzlemeye Yönelik Uygulamaları Türkiye’de 2011 yılına dek, Devlet Bakanlığına bağlı bir kuruluş olarak çalışan (Mülga) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin uygulanması ve izlenmesinden sorumlu “Koordinatör Kuruluş” olarak görevlendirilmiştir. Ancak 3.6.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştur. Böylece, aynı kararname ile (Mülga) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun görev ve yetkileri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı olarak kurulan Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğüne verilmiştir. Yeniden yapılanma sonucu, Çocuk Hakları Sözleşmesinin uygulanması ve izlenmesinden sorumlu koordinatör kurum olma sorumluluğu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğüne devrolmuştur. Yine, (Mülga) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından çocuk haklarına ilişkin çalışmalar bir şube tarafından yürütülmekte iken yapılan düzenlemeler ile Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğünde çocuk haklarına ilişkin ayrı bir daire başkanlığı oluşturulmuştur. Ayrıca çocuk haklarına yönelik çalışmaların sistematik ve uyumlu tutum çerçevesinde ele alınabilmesi için eşgüdüm ve denetim faaliyetlerini merkezi ve yerel düzeyde güçlendirmeye yönelik “Çocuk Hakları İzleme ve Değerlendirme Kurulu” Başbakanlık Genelgesi 4 Nisan 2012 Çarşamba tarih ve 28254 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. maktadır. Çocuk temsilciler ulusal çocuk forumlarına katılım sağlamaktadır. Komiteler bünyesinde çeşitli eğitim, seminer, toplantı, sergi vb. etkinlikler gerek yerel gerekse ulusal çapta gerçekleştirilmektedir. Komiteler bünyesinde çocuklara yönelik akrandan akrana tekniğiyle eğitimler uygulanmaktadır. ÇHS uyarınca hazırlanan ulusal raporlara çocukların görüşleri alınarak “Çocuk Katılımı” sağlanmaktadır. ÇHS’nin ilke ve hükümlerinin yetişkinler ve çocuklar tarafından öğrenilerek hayata geçirilmesine yönelik, tanıtım kampanyaları, forumlar, kongreler, vb. etkinlikler düzenlenmektir. Yeni Anayasa Çalışmasında Çocuk Görüşü Çalıştayı 12 Eylül 2010 halk oylaması sonucu kabul edilen yeni Anayasa değişikliğinde yer alan 10 maddede “… Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” denmektedir. Ayrıca daha önce “Ailenin Korunması” başlığı altında ele alınan 41. Madde “ Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları” olarak değiştirilmiştir. Böylelikle, çocuk hakları anayasamızda ayrı bir başlık olarak ilk defa yer almıştır. İlgili madde “… her çocuk korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babası ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.” demektedir. İl Çocuk Hakları Komiteleri Ülkemizde çocuk hakları kültürünün geliştirilmesi, çocuk katılımının hayata geçirilmesi ve farkındalık yaratılması için, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlükleri bünyesinde 2000 yılından itibaren “Çocuk Hakları Komiteleri” oluşturulmuştur. Çocuk Hakları Komitesi üyeleri toplumun tüm kesimlerinden gelmekte olup, böylece ulusal çapta geniş bir katılım sağlan- Görüldüğü üzere, Anayasamızda “çocuk hakları” kavramına direkt atıfta bulunularak bu konuya verilen önem özellikle vurgulanmakta ve çocukların her türlü ihmal ve istismardan korunmasına iliş79 çocuk hakları kin hükümler yer almaktadır. Aynı zamanda ülkemizin taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi uyarınca, her çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkı doğrultusunda, yeni anayasa çalışmaları kapsamında çocuklarımızın da görüşlerinin dikkate alınması amacıyla, 31 Ocak - 2 Şubat 2012 tarihleri arasında Ankara’da Çalıştay gerçekleştirilmiştir. Çocuklar konuya ilişkin yaptıkları Çalışmaları TBMM Başkanı Sayın Cemil ÇİÇEK ile paylaşmıştır. Sonuç Ulusal Çocuk Forumları Her yıl 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde tüm illerden davet edilen çocuk hakları komitesi temsilcileri ile Ulusal Çocuk Forumları düzenlenmektedir. Forumlar çocukların kendi haklarıyla ilgili bilinç ve duyarlılığı arttırma çabalarında odak noktası haline gelmiştir. Her yıl farklı temalarda gerçekleştirilen forumların on üçüncüsü 1820 Kasım 2012 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilmiştir. XIII. Ulusal Çocuk Forumu kapsamında 81 ilden gelen bir kız bir erkek toplam 162 Çocuk Hakları Komitesi Temsilcisi çocuklarımızla, çocuk hakları, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, ülke raporu ve sonuç gözlemlerine ilişkin bilgiler paylaşılmıştır. Foruma katılan çocuklar “Çocuk Hakları Eğitimi”, “Erken Evlilikler - Çocuk Gelinler”, “Eğitim Hakkı ve Eğitimdeki Sorunlar” ve “Çocuk İşçiliği-Ekonomik İstismar” konulu gruplara ayrılarak grup çalışmaları gerçekleştirmişlerdir. Forum kapsamında, çocuklar tarafından gerçekleştirilen grup çalışmaları ise 20 Kasım 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde Meclis Oturumu ile TBMM Başkanımız Sayın Cemil ÇİÇEK, Bakanımız Sayın Fatma ŞAHİN, milletvekillerimiz, yetkililer ve çocuklar ile paylaşılmıştır. 80 Anayasamızda “çocuk hakları” kavramına direkt atıfta bulunularak bu konuya verilen önem özellikle vurgulanmakta ve çocukların her türlü ihmal ve istismardan korunmasına ilişkin hükümler yer almaktadır. Çocuklar bilindiği gibi toplumun en savunmasız kesimini oluşturmakta ve toplumlarda yaşanılan olumsuz koşullardan en fazla onlar etkilenmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar kavramları ve çalışma alanları içerisinde çocuk hakları olmazsa olmaz kavramlardan ve alanlardan biridir. Çocuk hakları kavramında da çocuğun katılım hakkını göz ardı etmek mümkün değildir. Çocuklar hep yarınımız olarak görülmekte olup, çocuklar yarınımız olmakla birlikte aynı zamanda bugünümüzdür. Çocukla ilgili kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuk için değil çocuk ile birlikte yaklaşımından hareket edilmesi büyük önem taşımaktadır. Çocuğun kendini ilgilendiren konularda görüşlerinin alınması, çocuğun katılımının sağlanmasına dikkat edilmesi ve görüşlerine önem verilmesi gerekmektedir. Çocukların katılım haklarının hayata geçirilmesine yönelik Ulusal Çocuk Forumları ve Çocuk Hakları Komiteleri önemli bir platform olarak karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki; çocukların haklarını öğrenmesi tek başına yeterli değildir. Bu hakların öğrenilerek hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu noktada çocukların haklarını öğrenmeleri, kendi haklarını savunabilmeleri ve kullanabilmeleri amacıyla desteklenmeleri büyük önem taşımaktadır. Amyotrofik lateral skleroz: Umut Atakul Yönetmen Ahmet Bülent ALTUN Fotoğraflar Her şey birdenbire oldu. Kız birdenbire, oğlan birdenbire; Yollar, kırlar, kediler, insanlar... Aşk birdenbire oldu, Sevinç birdenbire… 81 amyotrofik lateral skeroz Her şey birdenbire olur Orhan Veli’nin söylediği gibi; Sonrası da var fakat! Korku birdenbire, acı birdenbire, hastalık birdenbire. Bazen ölüm uzun uzadıya. Bazen oda birdenbire: dışarıdan! Başkalarının hayatları, başaklarının acıları yerine göre hüzünlü bir hikaye, yerine göre anlatılmaya değer iç bilgi. Acı ne kadar yakındaysa seni de yakar-yakmalı? Toplumu savunmaya ne zaman, nerden başlamalı ve nasıl savunulur toplum? Sokaklara mı düşmeli devasa ateşler mi yakmalı? Yoksa ateşin düştüğü yere yakından mı bakmalı? Bu yazı ateşin düştüğü yerle ilgili. Yangın ve sevgiyle. Bu yazı hayatla ilgili ve zorunlu olarak ölümle! Bu yazı dünyanın en acımasız hastalığının tanıkları ile ilgili, herkes gibi doğdukları dünyada dezavantajlı kişilere dönüşen ve zorunlu olarak aynılıktan koparak ötekileştirilenlerle ilgili bu yazı ALS hastalığıyla ilgili. Her daim nemine bir de yağmur eklenmiş sokaklarından gideceğim yeri bilmenin acelesiyle yürüyorum. Yürüyorum çok eskiden edindiğim bir bilginin rahatlığıyla, bir adım bir adım daha. İşim bu (hayır yürümek değil) ALS derneğine doğru gidiyorum (işim bu). ALS’ yi biliyorum, nörolojik bir hastalık: merkezi sinir siteminde, omurilik ve beyin sapında sinir hücreleri kaybından oluyor. Bu hücrelerin kaybı kaslarda güçsüzlük ve erimeye yol açıyor. Ayrıca erken ya da geç hareketin birinci nöronu da hastalanır. Zihinsel fonksiyonlar ve bellek ise bozulmuyor. Kaslardaki zayıflık ellerde ya da bacaklarda, ağız-yutak bölgesinde ya da dilde başlayabiliyor ve sürekli ilerleyerek yayılıyor. Bu yayılma “bulber” alandaki kasları da tutabileceği için konuşma ve yutma güçlüğüne neden olabildiği gibi ileri evrelerinde solunum yetersizliğine de yol açabiliyor. Evet hastalık en basit şekilde böyle tanımlanabilir. Yinede kelimler birliği bana bir hastalı somutlanmamda yardımcı olmuyor. 82 Yürüyorum bir adım, bir adım daha sağlıklı insanların tüm şımarıklıyla. Dernek müstakil, komşu binalar var yanında ama bağımsız! Binaya girdiğim anda yağmuru, sokakları ve bildiğim gerçek hayatı geride bırakıyorum. En azından bildiğim gerçekliği. Hastalar var ve hasta yakınları tanışıyorum, çaylar geliyor tabi ki demli. Bir de pastalar, dolmalar, börekler; bir piknik, bir şenlik hemen kaynaşıyoruz hep beraber mutluyuz. Gözle görülür arızaları görmezden gelmeye çalışan bir tek benim. Bu bağımsız binada başka bir hayatın içindeyim şimdi. Önce anlamam lazım daha derinden. Nedir ALS? Az önce yediğim pastanın tadı ağzımda, zihnimi saran mutluk hormonu! Yeniden soruyorum nedir ALS. Bir tanığa, bir çocuğa, bir anneye, bir hastaya.. Saadete: Saadet Karademir “Benim ilk annem fark etmişti. Bir tuhaf yürüyorsun doktora git demişti. Benim de çok acelem var, çok yoğun çalışıyorum, ondan öyle yürüyorumdur sana öyle geliyor dedim ve üç yıl kadar gitmedim doktora falan. Arkadaşlar başladı işte sonra çok mu yorgunsun falan demeye. Ondan sonra fark ettim ve gittim. 1998 yılında teşhis aldım ama 1993 yılında falan tuhaflıklar başlamıştı. İlk denge bozukluğuydu, yalpalayarak yürüyordum. Sonraları sarhoş olduğumu düşünenler oldu çok laf yedim bu yüzden ve ben bayağı bir yoğun çalışıyordum, eksperlik yapıyordum. Çok kaza geçirdim arada dengem olmadığı için, kas gücüm azaldığı için ama 2007 yılına kadar aktif olarak eksperlik yaptım. 2007 yılında bir düşme sonucu, eksper yapacağım yerde, birinci kattan arka üstü yuvarlandım ve ondan sonra uzun süre evden tek başıma çıkamadım ve bir daha çalışmadım.” Sağ yanımda oturan çoçuk gözleri çocuk yüzüyle başka bir anne o da hasta; Havva Oral “Hani böyle birdenbire, kramp tarzı, öyle değişiklikler oluyordu bir de, benim sol kolumda ve sağ bacağımda var, sağ bacağımda hep bir ağırlık, nasıl diyeyim sanki oraya çimento dökülmüş, sertleşmiş gibi bir sertlik. Ama hiçbir şekilde şey yoktu, hayatımı idame ettiriyordum, hiçbir sorun yoktu o tuhaflıklar dışında. Ama 4 sene önce teşhisten sonra, tabii teşhisi aldıktan sonra yani hani adı koyuldu. Bir süreç geçirdim. Hani o zor bir süreç oldu ama çok şükür çabuk atlattım.” Dinliyorum ama tamamlanmıyor hikaye aklımda, birleşmeyen bir yol-yolcuk durumu. Artık sormuyorum, yeni bir yüze çeviriyorum yüzümü: Şaban Ulusoy, Havva’nın cümlesinin ardına kuruyor cümlesini, hikayesi bu bağımsız dernek binası içinde gayet normal ve kabullenilebilir. Şaban Ulusoy “1,5 - 2 yıl oldu teşhisim koyulalı, ALS motor nöron. Sol elimde başladı. Benim bundan iki sene evvel yeğenim de aynı hastalıktan vefat etmişti. İşte böyle başladı. Bununla yaşamaya alışıyoruz. Bizim bu derneğimiz bize bir terapi. Her yönüyle yani beyin olsun, vücut olsun her yönüyle bize çok çok faydası var. Mesela bazı hastalarımız var, buraya geldiği zaman hastalığı ilerlemiş insanları gördüğü, arkadaşlarımızı gördüklerinde biraz daha morallerinin bozulacağını zannediyorlar ama aslında bunun tam tersidir. Mesela ben belli bir müddet yürüyorum, bazen fazla yürüdüğüm zaman yorgunluk falan hissediyorum ama hastalığı daha ilerlemiş arkadaşlarımızı gördüğümüz zaman biz halimize şükrediyoruz. Yani onlar bize bir motive oluyor. Yani biz onlara bakarak daha iyiyiz diyoruz. Yaşam bu şekilde devam ediyor. Mesela başkanımız bir parmağıyla hayata tutunmaya çalışıyor. Bu hastalık böyle bir hastalık. Allah kimseye vermesin yani. “ Zaman durdu ama cümleler her yerde bir nefes ile beraber. Kızı tekerlekli sandalyesini sürüyor Haluk Çay’ın yanında eşi diğer kızıyla geliyor yanımıza. Gözlerimin içine bakıyor, anlatacaklarını anlatmam için bir yol açmamı bekliyor, ben sadece gülümsüyorum kontrolsüz. Bunu yeterli buluyor, kendi hikayesi flashback kendisi için benim için yep yeni bir an! Haluk Çay “Ben hastanede bir doktora gittim, muayene oldum. Şimdi bu hastanede gittiğim doktorumda normal muayene doktoruydu. Muayene ettikten sonra bana dedi ki bu hastalık ALS dedi. Dedim yani nedir tedavisi falan, hayır dedi bunun bir tedavisi falan yok dedi, 1 ila 3 yıl arasında ölüm dedi. Doktor başka bir şey söylemedi, en son noktayı koydu orada, 1 ila 3 yıl arasında bittin dedi. Yani ona göre kendini ayarla. Ben eve geldim hiç kimseyle konuşmadım eve gelinceye kadar. Hatta doğrusu şöyle söyleyeyim gittim yatak odasına girdim, 2,5 - 3 ay yatak odasından dışarıya hiç çıkmadım. Kimseyle konuşmadım. Yani böyle dünyada herşeyim bitmişti. Böyle taş gibi sağlam bir adamdım, bir hastalıkla karşılaştım yani bir de ölüm günüm de belli. 1 yıl içerisinde de ölebilirim, 3 yıl içerisinde de mutlaka öleceğim. Fakat o 2,5 ay süresince öyle yat yat birşey olmuyor, düşünüyorsun. Dedim ki kendi kendime Allah’ım dedim, ben inançlı bir insanım, sen bana şifalar verirsin. Kalktım kendi hayatıma sıfırdan başladım. O gece bana bir ilham geldi, gece çıktım yatağımdan gittim içeriye oturdum biraz kör topal yürüyerekten. Düşündüm düşündüm, dedim benim iki tane çocuğum var, bir tanesi engelli, biri kız çocuğu, bu çocuklar ne olacak dedim. Onların mücadelesini vermek için tuttum ben sıfırdan hayatıma başladım. Tekrardan eski işyerimde sağolsunlar beni bu halimle idare ettiler, işime gittim tekrar başladım. Gücümün el verdiği kadar çalıştım. Beni sandalyeyle aldılar basamaklardan kızımla eşim, araba geldi fabrikadan, sandalyeyle götürdüler beni. Bu 1,5 - 2 sene böyle devam etti. Sonra yavaş yavaş ahreket ve çalışma kabileyietimi kaybettim. Ama yine de yaşıyorum. Ailem var ve yaşadığım her gün mutluyum.” Aslında bu böyle devam ediyor, görüyorum hastaların artık nefes almak için bile bir cihaza bağlı olduklarını görüyorum. Önce yemek yeme kabiliyetlerini kaybediyorlar. Mide açılıyor ve serumla beslenmeye başlıyorlar yine de hayata tutunmak bir parmakla sade- ce göz bebekleri ile olsa bile yaşamak bir nefesten çok öte onu anlıyorum. Anlıyorum anlamasına ama yine de nasıl yaşar insan bu kadar umutsuzken, sağlıklı olmak nasıl da küstahlık doğuruyor-besliyor-büyütüyor ruhumuzda. bu umut bu umut nerden geliyor? soruyorum. İzmir’de yirmi iki yıldır ALS hastası olan Alper Kaya’dan bahsdiyor yeni-kadim dostlarım. Umut dolu umut saçan Alper’den, şair- yazar- hasta Alper. Bir kuşun kanadında, yağmurlu bir İstanbul öğleden sonrasından, güneşli bir İzmir sabahına uçuyorum. Bilgisayarını başında Alper. Alnına yapıştırdığı bir küçük bir şey var, hemen anlıyorum onun bildiğimiz mouse olduğunu. Alper sadece başını hareket ettirebiliyor çünkü. Selamlaştık, tanıştık, dost olduk. meraklı ve patavatsız çocuktum sordum? Nasıl başladı nasıl devam etti sen nasılsın? Alper Kaya Bugün aşağı yukarı 22 yılımı doldurdum. ALS yada motor nöron hastalığı teşhisi aldığımdan bu yana 22 yıl geçti sayılır. Ben kendim de bir hekimim ama 22 yıl önce bu hastalıktan benim de haberim yoktu. Hekim olduğum halde çok ender görülen bir hastalık olduğu için rutin, günlük hayatımızda karşılaştığımız bir hastalık değildi. Ama kitapları okudukça, hastalığın ne kadar ciddi aslında ölümcül bir hastalık olduğunu farkettim. İşte o zaman gerçek bir travmayla karşılaştım. Bir insanın hayatıyla ilgili 4-5 yıl yaşayacak, daha sonra solunum kaslarının yetmez- 83 amyotrofik lateral skeroz liğiyle ölümcül bir hastalıkla karşı karşıya kaldığımı anladığım zaman bu ciddi bir psikolojik travma oluşturdu bende ki o zamanlar mesleğimi yapabiliyordum, ayakta dolaşabiliyordum. Sadece ayağım biraz aksıyordu. Mutlu bir yuvam, evliliğim, eşim vardı. Hayatın içerisinde herkes gibi günlük koşuşturmalar içerisinde gidiyordum. Aslında onların hiçbirisinin önemi kalmadı. Sadece ve sadece acaba bu hastalık gerçekten bu mudur, değil midir, eğer böyle bir hastalık ise 4 -5 yıl içerisinde de öleceksem ne yapabilirim diye düşünüyordum. Sonra kabullendim. İnsanlar bunu genele olarak 4 aşamada atlatıyorlar. Öncelikle bir reddetme dönemi oluyor, hayır ben olamam. Hayır bu hastalık olamaz. Çünkü ben hiçbir şey yapmadım, ben suçsuz bir insanım, bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım, çünkü benim daha bir çocuğum var, benim bir hayatım var. Önce bir reddetme var hayır bu olamaz. Ama ortada bir gerçek var ki yürürken problem var, ayağım takılıyor, ayakkabımın burnunu sürterek yürüyorum, evdeki halılara takılıyorum, mahalledeki kaldırımlara çıkarken zorlanıyorum. Sonra müthiş bir öfke dönemi yaşıyor insan, herşeye karşı öfke. Böyle bir öfke, an yakınınızdaki insanlara annenize, babanıza, eşinize, en yakın dostlarınıza karşı öncelikle en güvendiğiniz insanlara karşı belki de müthiş bir öfke duyuyorsunuz. Çünkü haksızlığa uğramış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Dünyada milyonlarca insan var ve yüz binde bir 84 görülen bir hastalık beni mi buldu... Bu dönemden de sonra yavaş yavaş evet böyle birşey var, bir problemle karşılaştık, bu problem çok ciddi, o halde bir pazarlık yapalım. Şu önümüzdeki kapıyı açalım, şu zamana kadar, çocuğum biraz büyüsün, annemin iyi olduğunu göreyim, yeğenlerimi göreyim, şu doğum günümü göreyim, hiç olmazsa bir yıl daha izin ver de çocuğum doğacak onu göreyim gibi bir pazarlık dönemi. Bu psikolojik süreçlerden geçilen dönemlerden birisi. Pazarlık döneminden sonra da bir kabullenme dönemi başlıyor. Bu da evet gerçek tam açıklığıyla gözünüzün önünde ve diyorsunuz ki evet tamam, ben böyle bir durumdayım ve bundan sonra bir çıkış yolu bulmak zorundayım. Tamam ya da devam cevabını vermek bu dönemde oluyor. Ben devam dedim.” Bu kez anladım, neden Alper Kaya neden herkes için umut güzel yüzüne bakınca anladım, gözlerinde hayatı görünce. Bir son söz gerekiyor yinede ALS dernek başkanı eski Trabzon Spor futbolcusu İsmail Gökçek’in eşi. o cümleyi tüm hasta ve hasta yakınları için kuruyor. Adalet Gökçek “Ben kendi adıma her zaman şunu söylüyorum. Allah bana sağlık sıhhat verdiği sürece yeter ki eşim yaşasın. Onun bizimle olması, ona dokunmak benim ve çocuklarım için çok önemli. Derler ya onun gölgesi bile yeter, gerçekten eşimin gölgesi bile yeter. Alıştık yani biz artık. Her zaman şunu söylüyorum evet evimizde davetsiz bir misafir var, ALS hastalığı evimizdeki davetsiz misafir. Bir gün mutlaka onun evimizden çıkıp gitmesini bekliyoruz. Bu bekleme süresince de birbirimize son derece bağlanarak, özellikle bu kronik hastalıklarda aileler daha çok kenetleniyor, daha çok bağlanıyorlar. Herhalde bizi belki ayakta tutan eşimin sevgisi, sevgi, saygı hala bizim bir aile olmamız. Ben her sabah kalktığımda hep şunu söylüyorum. Çok şükür biz bir aileyiz ve babamız yanımızda.” bir hastalığın farkında olmak ve yanından geçip gitmemek yanında durmak, bir yerden başlamak. Toplumu savunmak böyle olur ve TOPLUMU SAVUNMAK GEREKİR! Bu gün öğrendiğimiz kolay adımları atarken, nefes alırken, yemek yerken. Bunları yapamayan insanların olduğunu ve onlar adına hiç bir şey yapmasak bile en azından endişelenme zorunluluğunu ruhumuzda hissetmeliyiz. Bu insan olmak! İZMİR ÇOCUK KAMPLARI (1934) Turgay ÇAVUŞOĞLU Sosyal Hizmet Uzmanı İzmir Çocuk Kampları (1934) uygulamasını hayata geçiren Kazım Dirik’in asker ve bürokrat olarak hayata geçirdiği birçok proje bulunmaktadır. Askeri ve sivil hayatta birçok ilke imza atan General Kazım Paşa ve Vali Baba Kazım Dirik’in çalışmaları son yıllarda ardı ardına yayınlanan kitaplarla gündeme gelmiş ve yaptığı çalışmalar gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Giriş 1914- 1918 tarihleri arasında yaşanan I. Dünya Savaşı; sosyal, ekonomik ve kültürel yıkımları beraberinde getirmekle kalmamış, siyasal sınırların yeniden çizilmesine neden olmuştur. Savaş sonrası yaşanan insan kayıpları sonrasında, birçok ülke genç kuşaklarını sağlıklı bir şekilde yetiştirebilmek için bir takım çalışmaları uygulamaya koymuştur. 19 ve 20 yüzyıllarda özellikle okul dışı eğitime ağırlık verilmiş; izcilik, spor ve açık alan çalışmaları ile iyi ve sağlıklı yurttaşlar yetiştirilmesi hedeflenmiştir. Bulgaristan’da Yunak, Avusturya’da Heimwerh, Almanya’da Stahhelm, Amerika Birleşik Devletlerinde Genç Hıristiyanlar Cemiyeti (YMCA), Musevilerde Beneberi, Çekoslavaklya’da Sokol, Sovvetler Birliğinde Komsol adıyla anılan gençlik örgütleri kurularak, vatanı için canını verecek yurttaşlar yetiştirilmeye çalışılmıştır. Türkiye Cumhuriyetine son derece faydalı birer vatandaş haline getirmeği” amaçladığı belirtilmiştir. Prof Dr Yahya Akyüz 1931 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Esat’ın bir genelge yayınladığı ve bu genelgede “Her dersin; milli hayata uyumlu Türk Milletine ve Kazım Dirik Özetle belirtmek gerekirse, genç cumhuriyetin amacı nüfus artışını sağlamak, sağlıklı kuşaklar yetiştirmek, gençleri bilinçlendirerek vatanını seven yurttaşlar haline gelmelerini sağlamaktır. Kazım Bey 1881 yılında Makedonya’nın Manastır kentinde doğmuştur. Babası Rus Harbi sırasında Plevne’ de çarpışan 85 İzmir çocuk kampları (1934) ve Plevne Madalyası alan süvari bölük komutanı Yüzbaşı Hasan Tahsin Efendi, annesi Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın akrabası olan Hüsniye Hanımdır. 1897 yılında girdiği Harbiye mektebinden 1900 yılında mezun olmuş, 1907 yılında İşkodra Kalesi Komutanı ağır topçu miralayı Fahri Bey’in kızı Maide Hanımla evlenmiştir. İzmir Çocuk Kampları (1934) uygulamasını hayata geçiren Kazım Dirik’in asker ve bürokrat olarak hayata geçirdiği birçok proje bulunmaktadır. Askeri ve sivil hayatta birçok ilke imza atan General Kazım Paşa ve Vali Baba Kazım Dirik’in çalışmaları son yıllarda ardı ardına yayınlanan kitaplarla gündeme gelmiş ve yaptığı çalışmalar gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Kazım Dirik’in askeri yaşamını iki bölümde toplamak mümkündür. Birincisinde; İttihat ve Terakki Cemiyetine giriş, Şark Ordusu Menzil Müfettişliği, Balkan Savaşları, İstanbul Muhafızlığı Kurmay Başkanlığı, 4. Ordu Menzil Müfettişliği, Batum Şark Orduları Menzil Müfettişliği gibi görevleri aldığı Milli Mücadele öncesi dönemdir. İkincisi ise Milli Mücadele’de Kazım Dirik dediğimiz bölümdür ki burada; Atatürk ile birlikte Samsun’a çıkış Erzurum Müstahkem Mevki Komutanlığı, Gürcistan ve Ermenistan Elçilik görevleri, Batı Anadolu Menzil Müfettişliği (Konya), Siirt Vali Vekilliği, Bitlis Vali Vekilliği ve Şeyh Sait Ayaklanması gibi önemli görevleri üstlendiği dönemdir. Çocuk Kamplarıyla ilgili olarak İzmir’de yayınlanan birçok gazete’de haberlere rastlamaktayız. “Kültür Dergisinde Hakiki Halkçılığa Doğru Çocuk Kampları” başlığıyla yayınlanan makalede konu ayrıntılarıyla anlatılmıştır. 86 Cumhuriyet Dönemi Bürokratı Kazım Dirik, İzmir Valiliği sırasında (1926-1935) yeteneği, bilgi birikimi ve devlet adamlığı özellikleri birleştirmiş; eğitim, bayındırlık, imar, sosyal ve kültürel projeler konusunda iz bırakacak adımlar atmıştır. Kazım Dirik’in İzmir Valiliği döneminde; ağaç dikme faaliyetleri ve fidanlıklar oluşturma, hayvan neslinin ıslahı , örnek köy projesini geliştirme, Şaşal ve Yamanlar Suyunun şehre getirilmesi, yol yapımları ve ulaşım, hipodrom açılışı İzmir Fuarının açılışı (Dokuz Eylül Panayırı), eğitim ve kültür hizmetleri, müzecilik, kooperatif, İzmir Esnaf ve Ahali Bankası kurulması gibi bir çok çalışmaya öncülük yaptığını görmekteyiz. Planlı bir çalışma düzenini seven Kazım Dirik yürüttüğü tüm projelerde ekip çalışmasına ağırlık vermiş, yapılan işleri yerinde denetlemeyi alışkanlı haline getirmiştir. Çocuk Kampları Çocuk Kamplarıyla ilgili olarak İzmir’de yayınlanan birçok gazete’de haberlere rastlamaktayız. “Kültür Dergisinde Hakiki Halkçılığa Doğru Çocuk Kampları” başlığıyla yayınlanan makalede konu ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Belirtilen kaynakta; Kazım Dirik ilk fikri Maarif Vekâleti Müfettişlerinden Selim Sırrı Bey’den aldığını, Almanya’da 15.000 çocuğun kurtarıcısı olan bu kuruluşun “Kinderhaym” olarak adlandırıldığını, köylülerin bu çalışmayı “Sağlık Yurdu” olarak kullandıklarını belirtmiştir. İzmir Valisi Kazım Dirik’in raporunda; Cumhuriyetin kutlu eselerinden biri olan bu çalışmada beşi; çamlık, suyu ve havası iyi olan yerlerde, ikisi plaja yakın yerlerde 4–6 hafta devam eden Köy Çocuk Yurtları açılmıştır. Kampların başında iki öğretmen görevlendirilmiştir. Bu öğretmenler seçilirken hava değiştirmeye ihtiyacı bulunan öğretmenlerin seçimine dikkat edilmiştir. Sıtma ile ezilen, vücudu zayıf, kafası yorgun çocuklar köylerinden aldırılmış, ilçelerde doktor kontrolünden geçirilmiş, kamyon ve arabalarla kamplara ulaştırılmıştır. Raporda köyün genç kızlarının imece usulüyle çalıştığı, yiyecek, içecek hatta bazı köylerin giyecek entari, gecelik ve ayakkabıları bile karşıladığı vurgulanmaktadır. Kazım Dirik “Köklü bir cemiyetleşme hareketinin başlangıcı, milli ülkünün tahakkukunu ve kelimenin hakiki manasıyla, halka inen ve onu yükseltme heyecanını taşıyan bu içtimai vakıayı çok kıymetli milli ve ahlaki bulduk” diyerek çocuk, köylü, hükümet ve halkçılık açısından şu yorumları getirmiştir. Ülke çapında uygulanan, “millet mektepleri, Türkocakları, Halkevleri” ile yurttaşlık eğitimi çalışmaları yürütülmüştür. İzmir Valisi Kazım Dirik Alman modeli Kinderhaym modelinden yola çıkarak İzmir ilinde çocuk kamplarını hayata geçirmiştir. 1- Köy çocuğunu himaye bakımından, bu teşebbüs ve neticeyi yüksek ve içtimai bir vakıa olarak kabul edebiliriz. Ruhi ve Bedeni bir inkişaf halinde bulunan ve bilhassa karakteri oluş şeklini bulmak üzere olan bir çocuğu kendisini maddi sefaletten kurtarmak, gıda vermek, sıhhatini kazandırmak, yurdun güzel bir yerinde içtimai bir disiplin içinde korunduğu duygusunu vermek, ona ilelebet cemiyete bağlamak ve minnettar kılmaktır. 2- Bu teşebbüs ve hareketi bütün köylere teşmil etmek, yarınki kuvvetli Türkiye’yi bugünden kuvvetli beslemek ve yarının istihsal hayatını kuvvetli vasıtalar eline vermektir. Çocuk sağlığı ile ilgili bu sistemdeki alaka, nüfusun artmasının en kıymetli amili olacaktır. 3- Halkçılık bakımından içtimai kıymetleri de çok mühimdir. A- Köylüye her muvaffakiyet ve oluşun, dıştan değil içten gelen heyecanla, birleşmiş ve bir ülküye çevrilmiş kuvvetlerle temin edileceği fikrini vermesi B- Halk Hükümetinde, hükümet hikmeti vücudunun halk vasıtasıyla halk kuvvetiyle halkı yükseltmek olduğu C- Bütün müşkülata çarenin ancak teşkilatlanma ve birlikte çalışma ile kabil olacağı Köylü bakımından daima göz ve kulağı terbiye edilmesi icap eden köylü için be en canlı ve ameli bir ders mahiyetindedir. Bu çalışmanı amacı “zayıf ve hastalığa istidadı olan köy çocuklarının istirahatı ve hastalıklardan korunması” olarak belirlenmekte ve kampta; yemek, içmek, gülmek, söylemek, raks etmek, gramofonla eğlenmek, duş, banyo, uyku gibi hususi programlarla hareket edileceği belirtilmektedir. Aynı kaynakta, çocuk yurtlarının Ödemiş’in 1520 rakımlı Bozdağ yaylasında, Menemen’in Aliağa çiftliğinde plajda, Kemalpaşa kazasının 80 rakımlı Parsa Çamlığında, Bergama’nın Kozak çam yaylasının 800 rakımlı Aşağıbey mahallinde, Tire kazasının birisi 200 rakımlı Arpacılar Kaplansuyu ve 25 rakımlı Büyükkale köyünde ve Kuşadası’nda plaj olmak üzere 7 yerde kurulduğu ve toplam 209 çocuğa ulaşıldığı belirtmektedir. Çocuk kamplarının bir talimatname ile idare edildiği görülmektedir 10 maddelik talimatnamede kamp yerlerinin özellikleri ve çocuklarla ilgili maddeler yer almıştır. Bu talimatnameye göre çocuk yurtlarının yönetimi şu şekilde gerçekleştirilecektir. 1- İlk mektep çocuklarının muayenesiyle grip, boğmaca, kızamık ve buna benaeyen hastalıkları geçirmek neticesinde beden, kan zafiyetine uğrayan çocuklar ekalli 4-6 hafta kır kamplarına sevkedilir. 87 İzmir çocuk kampları (1934) 2- Kamplara sevk edilecek çocuklar sari hastalıklar, açık verem ve had hastalıklarla malul olmamalıdırlar. 3- Bunlardan guddeler şişkinliği ve ilerlemiş kansızlık tercihen ilk olarak sevkedilir. 4- Kır kamplarının tercihen şimal rüzgârlarından masun ve 3-750 metre irtifamdaki mahallerde tesis edilmesi müraccahtır. 5- Kampın civarında bataklık bulunmamasına itina edilmelidir. 6- Deniz kampları da sert rüzgarlara maruz olmayan mahallerde tesis edilmelidir. 7- Dahildeki çocukların deniz kamplarına ve sahil çocuklarının da dahil kamplara sevki daha muvafıktır. 8- Kamplara iştirak edecek çocukların yaşı, kendilerine tekayyüdatın noksan olmaması için, oldukça yüksek ve grupların aynı yaşta olması müraccahtır. 9-Kampta yorucu sporlardan ve koşmalardan ve ağır hareketlerden tevakki edilmelidir. 10- Çocuklara nezaret edecek muallim, yanlarına, ani kaza ve saire vukuunda kullanılmak üzere pansuman takımı, kinin, aspirin komprimeleri, kordiyal şurubu almalıdır. Yukarıda ana hatları belirtilen talimatnamenin yanı sıra çocuk kamplarında uygulanacak günlük program ve yemek listesi yapılmıştır. Günlük program 08 – 09 Kalkmak, tuvalet ve kahvaltı 09 – 11 Hafif oyunlar 11 – 13 İstirahat ve öğle yemeği 13 – 17 İstirahat, uyku ve akşam yemeği 17 – 19 Hafif Oyunlar 88 19 – 20 İstirahat ve akşam yemeği 20 – 22 Okuma ve teganni 22 Gece uykusu Çocuk kamplarının daha önce de vurguladığımız gibi amacı, çocuklara kilo aldırarak onların sağlıklı bir yapıya kavuşmalarıdır. Bu nedenle eldeki olanaklar ölçüsünde çocukların beslenmesine dikkat edilmiş ağır ve yorucu sporlardan kaçınılmıştır. Çocukların beslenebilmeleri için hangi öğünlerde ne yiyecekleri şu ana başlıklar adlında toplanmıştır. Sabah Kahvaltısı: Pekmez, reçel, bal, tereyağı, peynir, yumurta, süt intihap edilir. Öğle yemeği : Et, sebze, meyve İkindi yemeği : Peynir, çay, süt Akşam yemeği ; Et, sebze, soğuk yemekler ve meyve Adnan Menderes Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Günver Güneş; 1935 yılında Vali Fazlı Güleç döneminde 16 çocuk kampı ile 800 çocuğa ulaşıldığını, 1936 yılında kamp açılmadığını, 1937 ve 1938 yıllarında iki yerde kamp açılabildiğini 1939 yılında Buca Sarıgöllü’de tek kamp açıldığını 1940 yılında İzmir Vilayet bütçesinin yetersizliği üzerine kamp çalışmalarının sonlandırıldığını belirtmektedir. Çocuk Kamplarıyla ilgili yerel basında yazılar yer almış, çocuklar ve işleyişle ilgili birçok bilgi kamuoyuna yansıtılmıştır. Kronolojik sırasıyla konu ile ilgili çıkan belli başlı haberler şu şekilde sıralanmaktadır. • - Kinderhayimler başlığı ile yayınlanan yazıda kampa alınacak çocukların özellikleri, kampların yerlerinin seçimi konusunda dikkat edilecek hususlar, kampın programları yer almakta, çocukların 15 günde bir tartılacakları, deniz kenarında bulunan çocuklara yüzme öğretileceği bildirilmektedir.(Yeni Asır 1935) • - Çocuk Bakım Yurtları; Yeni Asır Gazetesinde yayınlanan yazıda 1935 yılı içerisinde İzmir İlinde açılacak kampların isimleri ve yerleri yayınlanmıştır. (Yeni Asır 1935) • - 400 Köy Çocuğu Bakım Yurtlarında Besleniyor başlığı altında yayınlanan yazıda çocukların yemek yerken öğretmenleriyle çekilmiş resimleri bulunmaktadır. Yazıda kampla ilgili bilgiler ve köylülerin yardımları konusu işlenmekte, ilçebayların üç günde bir ilbaylığa bilgi verdiği belirtilmektedir. (Yeni Asır 1935) 1934 ve 1935 yıllarında Yeni Asır, Anadolu Gazeteleri ile Kültür ve Fikirler Dergilerinde kamp hayatı, işleyişi, çocukların yaşantısı, devlet büyüklerinin ziyareti, köylülerin yardımları gibi konular ele alınarak işlenmiştir. Sonuç I. Dünya Savaşı sonrasında özellikle Avrupa Kıtasında yeni devletler doğmuştur. Ulus-devlet yapılanması içerisinde olan devletler nüfus politikalarını gözden geçi- rerek, nüfuslarını arttırmak için çaba sarf etmişler ayrıca vatandaşlarına yurttaşlık bilincini aşılamak için eğitim, kültür, gençlik spor politikalarında arayışlara girerek çocuk ve gençlere yönelik programlar yapmışlardır. Ülke çapında uygulanan, “millet mektepleri, Türkocakları, Halkevleri” ile yurttaşlık eğitimi çalışmaları yürütülmüştür. İzmir Valisi Kazım Dirik Alman modeli Kinderhaym modelinden yola çıkarak İzmir ilinde çocuk kamplarını hayata geçirmiştir. 1934 yılında başlayan kamp çalışmaları 4-6 haftalık sürelerde düzenlenmiş ve zayıf, hastalıklı köy çocuklarına kilo aldırmayı amaçlamıştır. İzmir Valisi Kazım Dirik daha sonra Trakya Umumi Müfettişliğine atanmıştır. Aynı çalışma 1936 yılından itibaren Edirne, Çanakkale, Tekirdağ ve Kırklareli illerinde “Azat Obası” ismiyle uygulanmıştır. Her iki çalışma, II Dünya Savaşının başlaması üzerine yaşanan ekonomik sıkıntılarla birlikte yok olmuştur. Yerel düzeyde de olsa uygulanan bu çalışma sosyal hizmet tarihinde, gençlere yönelik kamp çalışmaları açısından bir ilk olma özelliğini göstermektedir. Dileğimiz araştırmacıların konunun ayrıntılarına inerek, bu güzel çalışmayı gün yüzüne çıkarmasıdır. (1925 DOĞUMLU) “Çocuklar arabalarla köyün Girişine kadar getirildiler daha sonra yürüyerek buraya geldiler. Caminin etrafında bulunan odalara yerleştirildiler. Başlarında bir öğretmen vardı. Annemde aşçılıklarını yaptı. Hatırladığım kadarıyla onbeş yaşına kadar çocuklar vardı. Sabah kahvaltıları sonunda dağa yürüyüşe çıkarlar bazen öğlenleri gelirler, gelmedikleri zaman filelerle dağa peksimet götürürlerdi. Dağda zaten su bol. Ders falan işlediklerini görmedim. Bir gün vali baba gelecek dediler, muhtar ve köyün ileri gelenleri ne yapalım diye anneme sordular. Annem bana beş metre Amerikan alın dedi. Bunları üçgen şeklinde kesti pirinç ve kıymayı içine doldurdu bellerini bağlayarak dolma yaptı. Yaşlı bir adam geldi biz ismini bilmiyoruz. Vali Paşa dediler. Bu yemekleri kim yaptı değince annemi gösterdiler. Anneme ellerine sağlık dedi ve teşekkür etti. Köyde sebze boldu. Köylüler sebze getirirlerdi, öğretmen ise kıyma, pirinç, makarna gibi şeyleri dışarıdan alırdı. “1926 doğumluyum, Arif denen bir arkadaşla kampa yazıldık. Babalarımız atla bizi Menemen’e kadar getirdi buradan bir arabayla Göktepe’ye gittik. Menemen’in her köyünden birer ikişer çocuk toplamışlardı. Erkekli kızlı kırka yakın çocuk vardık. Kızlar caminin üst kısmında kalırlardı. Caminin avlusunda kamp yaptık. Ranzalar birer kişilikti. Ben kırk beş gün kaldık diye hatırlıyorum ama bir iki gün eksiği veya fazlalığı olabilir. Başımızda bir öğretmen var. Ama bize esas Topal Hasan dayı ve ailesi baktı. Yemeklerimiz çok iyiydi. Biz genellikle dağları dolaşırdık. Ağustos ayıydı kavun, karpuz, üzüm bol bahçelerden Hasan dayı toplar bize taksim ederdi. Gündüzleri oyun oynardık. Spor yapma ve kitap okuma gibi bir faaliyetimiz olmadı. Haftada bir gün Emiralem’e gider değirmende tartılırdık. Daha sonra Gediz’e gider, orada yıkanırdık.” Ali Osman BULUT İbrahim EGE 89 çocuklara ta’lim Fatih ÇALMAZ Yazar Eski Harfli Bir Çocuk Dergisi: Çocuklara Ta’lim Askeri yenilgilerle başlayan ve Tanzimat Fermanı ile hızlanan Osmanlı modernleşmesi, “uygarlık krizi” denilen bir durumla yüzleşmek durumunda kalmıştır. Bir yandan Avrupa ile sosyo-ekonomik ilişkilerini geliştirerek Batı toplumlarına yetişme telaşıyla hareket ederken, diğer yandan bozulduğunu düşündüğü klasik yapısını yeniden inşa ederek eski “itibarlı” günlerine kavuşmak amacını taşımaktadır. Klasik yapısından ödün vermeden batılılaşmak isteyen Osmanlı merkezi bu yüzden sosyo kültürel meseleleri “düalist” bir düzlemden hareketle çözmeye çalışmıştır. Özellikle İmparatorluğun kent merkezlerinde rastlanan kültürel düzlemdeki gerilimler bir dizi değişim ve gelişimleri beraberinde getirmiştir. Çocuk dergiciliğinin doğuşu Tanzimatla birlikte hız kazanan bu sosyal değişimin bir devamıdır. İletişim araçları ve edebiyat yoluyla sosyal değişmeye aracılık eden aydınlar, çocuklara daha iyi ulaşma yollarının arayışına girmiştir. Başlangıçta çeşitli edebiyat eserleri yayınlanmış, basında da çocuklara yönelik sınırlı yazılar yayınlanmıştır. Ancak doğrudan çocuklara yönelik ürünlerin ortaya çıkması XIX. yüzyılın ikinci yarısında mümkün olabilmiştir. 90 Avrupa ile sosyo-ekonomik ilişkilerin gelişmesi ve orta sınıf olarak adlandırılabilecek bir zümrenin ortaya çıkması ile birlikte yeni bir yaşam biçiminin görünür olmaya başlanması 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Osmanlı imparatorluğunun, geleneksel İslam düşüncesine dayalı, siyasal ve kültürel yapısının, modern batılı düşünceye açık hale gelmesiyle başlayan bu dönem, bütün alanlarda bir hareketlenmeye neden olmuştur. Şüphesiz bu hareketlenmenin en önemli aktörleri Osmanlı merkezinin eğitim amacıyla Batı Avrupa’ya gönderdiği öğrencilerdir. Avrupa ile yaşadıkları kültürel temas sonrası ülkelerine dönen bu okuryazarlar İmparatorluk sınırları içinde kendilerini bir aydın sınıfı olarak basın yoluyla ifade etmeye başlamışlardır. Matbaanın Osmanlı topraklarına girişinden sonra XIX. yüzyılın ortalarından itibaren iletişim araçlarının özel şahıslar eliyle yürütülmeye başlanması, batıyı tanımaya yönelik bilgilendirme sürecini büsbütün hızlandırmıştır. Batının her alanda tanıtımına ağırlık veren basın sayesinde batıdaki modern gelişmelere ve sosyal değişmelere açık yeni bir zümre oluşmaya başlamıştır. Bunun en önemli yansıması eğitim alanında kendini göstermiştir. Batılı anlamda öğretim yapmak üzere kurulan okullarda okutulacak kimi eserlerin yayınlanması ve basılması, eğitimle basın arasında sıkı bir ilişkiyi doğurmuş ve eğitim uygulamaları da ilk önce yayınlar yoluyla halka duyurulmuştur. rihinde ilk çocuk ve eğitim dergisi olarak kayıtlara geçmiştir. 2. Abdülhamit döneminde yayınlanan çocuk dergilerinden Bahçe 40 sayı, Etfal 23 sayı, Tercüman-ı Hakikat 26 sayı, Çocuklara Rehber 166 sayı, Çocuk bahçesi ise 43 sayı ile uzun soluklu neşriyatlar olmuşlardır. Ahmet Mithat’ın Selanik’te çıkardığı Çocuklara Mahsus Gazete ise tam 626 sayılık bir yayın performansıyla öne çıkan en uzun ömürlü süreli çocuk yayınıdır. Çocuk dergiciliğinin doğuşu Tanzimatla birlikte hız kazanan bu sosyal değişimin bir devamıdır. İletişim araçları ve edebiyat yoluyla sosyal değişmeye aracılık eden aydınlar, çocuklara daha iyi ulaşma yollarının arayışına girmiştir. Başlangıçta çeşitli edebiyat eserleri yayınlanmış, basında da çocuklara yönelik sınırlı yazılar yayınlanmıştır. Ancak doğrudan çocuklara yönelik ürünlerin ortaya çıkması XIX. yüzyılın ikinci yarısında mümkün olabilmiştir. “Evvel Zaman Çocukları Baladı” Tanzimat öncesi toplum bünyesinin ayırt edilemez bir unsuru olan çocuk, Tanzimat sonrası “minyatür yetişkinler” olarak addedilmeye başlanmıştır. Maddi zemin ve kültürel değişimler çocukluk deneyimlerini farklılaştıran, çocuğun “özneleşmesi”ne imkân sunan bir zihniyete yol açmıştır. Bu tarihten sonra psikolojik ve müstakil bir varlık olarak çocuklara yönelik süreli yayınlara rastlamaktayız. İlk çocuk dergileri günlük gazete ekleri olarak neşredilmiştir. Eski harfli çocuk dergileri üzerine yapılan araştırmalara göre ilk çocuk dergisinin yayın yılı olan 1869 yılından harf inkılâbının yapıldığı 1928 yılına kadar 50 farklı çocuk dergisi yayınlanmıştır. Ağırlıklı olarak İstanbul ve Selanik’te yayınlanmış olan bu çocuk dergilerinin çıkış tarihleri göz önünde tutulduğunda 1880-1890 yılları arası ile 2. Meşrutiyet’in ilk yıllarında (19091914) sayısal bir yoğunlaşmanın olduğu görülür. Siyasal konjonktürü hesaba katarak bu yoğunlaşma hakkında birkaç şey söylenebilir. Öncelikle 2. Abdülhamit’in batı modernleşmesine ilgisi ile birlikte çocukların “küçük ve sadık bendeler” olarak yetiştirilmesi amacını taşıdığı ve buna yönelik bir yayın politikasını devlet eliyle kontrol ettiği bilinmektedir. Bu dönemde çocuk dergilerinin içerikleri göz önünde tutulduğunda “geleneğe ve dine hürmetkar bir ilerleme şiarı” ile İslam referanslı ahlak öğretisi ve yurttaşlığa atıfta bulunan pedagojik yaklaşımlar ön plandadır. Bu iki yaklaşım Meşrutiyet dönemi ile birlikte yerini daha çok “görev” düsturuyla hareket eden yayın içeriğine bırakmıştır. Tanzimat dönemi çocuk dergileri uzun ömürlü olamamıştır. Bu dönem çocuk dergileri zorluklar içerisinde var olmaya çalışmışlardır. Tanzimat dönemi çocuk dergilerinden ilk çocuk dergisi unvanına sahip olan Mümeyyiz dergisidir. 1869 yılında Sıtkı Efendi adlı yayıncı tarafından yayınlanan Mümeyyiz gazetesinin aynı adlı çocuklar için haftada bir neşrettiği dergi 49 sayı çıkmıştır. Mümeyyiz’in her sayısı ayrı bir renkte çıkarılmıştır. Çocuk eğitimi üzerinde yoğunlaşan, eğitim ve öğretim yazılarını içeren ve sekiz sayfa olarak basılan bu çocuk dergisi, Türk basın ta- Çocuklara Ta’lim Şifahi kaynaklar ve masalların tüm topluma hitap eden anlatımın, Tanzimat sonrası “çocuk terbiyesi”nin müstakil bir alan olarak ele alınmaya başlandığı ve didaktik bir üslupla çocuklara yönelik nasihatler, hikâyeler, fabl ve masallara yerini bıraktığı görülmektedir. Batı dünyasında çocuklar için ilk süreli yayın olan Juvenile Magazine’den (1788) tam 99 yıl sonra İstanbul’da yayın hayatına başlayan Çocuklara Ta’lim dergisinin muharrir ve mesul müdürü Mehmet Şemsettin’dir. “Maarif nezareti celilesinin ruhsatıyla her on beş günde bir kere çıkar çocuklara mahsus ceridedir” serlevhasıyla yayınlanan Çocuklara Ta’lim, Şirket-i Mürettibiye Matbaası’nda basılmıştır. İdari Memuru ise Ahmet Nuri Efendidir. Sekiz sayfa olarak yayınlanan derginin yazar kadrosunun olup olmadığı bilinmemektedir. Zira Mehmet Şemsettin dışında başka bir isim bulunmamaktadır. Dokuz sayı yayın hayatını sürdürebilen Çocuklara Ta’lim’de dönemin çocuk dergilerinde görülen anlayışa paralel olarak çocukları hayata hazırlama gayesiyle pedagojik çabalar ve çocuklara öğütlerin yer aldığı yazılar yer almaktadır. Bu yazılar Osmanlı modernleşmesine ve Sultan 2. Abdülhamit’in siyasal politikalarına uygun olarak hem batı (b)ilgisine açık, hem de İslami referanslı geleneksel kültürün biraradalığını barındırmaktadır. Çocuklara Talim’in birinci sayfalarında genellikle ahlaki değerlerin anlatıldığı bir başyazı yer almaktadır. Doğruluk, kanaat, itaat, İslam adabı gibi konuların işlendiği bu yazıların anlatımı didaktik bir üsluba uygun olarak karşıtlıklar ve neden-sonuç ilişkileri üzerinden ilerler. Bu yazıların ortak özelliği, aşındığı düşünülen geleneksel ahlaki değerlerin çocuklara öğretilmesidir. Çocuklara ahlaki erdemlerin kazandırılmasıyla diğer sorunların da üstesinden 91 çocuklara ta’lim Derginin bir başka konu başlığı “hayvanlar”dır. Çocukların ilgisini çekebilmek için dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan hayvanların seçildiği bu okuma parçaları ayrıca resmedilerek görselleştirilmiştir. gelinebileceği fikri çocuk dergilerinde ahlaki içeriğin öne çıkmasındaki en önemli sebeplerinden biridir. Çocuklara Ta’lim’de geleneksel ahlaki değerlerin bir başka aktarım biçimi; hikâye, darb-ı mesel ve fabl aracılığıyla yapılmaktadır. “Tuhaf bir hikâye”, “bir hikâyeden”, “iki hikâyecik” gibi başlıklar altında özendirilen erdemler, edebi türler kullanılarak yapılmaya çalışılmaktadır. Dönemin zihniyetini anlamak bakımından bu bölümlerde bazı hususlar dikkat çekicidir. Kız çocuklarının eğitimi ile erkek çocuklarını eğitimi ayrıştırılmakta; kız çocukların özellikle dikiz-nakış öğrenmeye gayret etmeleri gerektiği belirtilmektedir. İkincisi zenginlik yerine çocuklara ilim tavsiye edilmekte ve böylelikle hikâyelerde bu iki durum birbirine karşıt olarak konumlandırılmaktadır. Üçüncüsü ise geleneksel düzenin sürekliliği açısından sırasıyla Allah’a, Peygamber’e, Padişah Abdülhamit’e, hocalara ve pederlere itaatin ısrarla vurgulanıyor olmasıdır. Derginin bir başka konu başlığı “hayvanlar”dır. Çocukların ilgisini çekebilmek için dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan hayvanların seçildiği bu okuma parçaları ayrıca resmedilerek görselleştirilmiştir. Arslan, kaplan, zebra, jaguar (cagar) sünger, terzi kuşu gibi hayvanların tanıtıldığı bu yazılar yorumdan arındırılmadan bilgilendirici bir dil ile yazılmıştır. Yine aynı mantıkla bugün kendilerine endstriyel tarım ürünü denilen, çay, kahve, susam, pamuk gibi ürünlerin tarihsel bilgileri ve kullanımları ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Çacuklara Talim’de okul müfredatına uygun olarak yazılan bir diğer okuma parçası bölümünde ise bilim, coğrafya ve doğa olayları yer almaktadır. Bilimsel konularda bilgilendirmeyi amaçlayan fırtına, ay ve güneş tutulmaları ile çeşitli doğa olaylarını anlatan fırtına, nehir, ağaç gibi konular işlenmektedir. 92 Tanzimattan meşrutiyete kadar yayınlanan çocuk dergilerinde benzer temaların işlendiği görülmektedir. Özellikle Mümeyyiz ve Çocuk Dünyası dergileri üzerine yapılan monografik çalışmalara bakılarak bu tematik benzerlik kolaylıkla fark edilecektir. Böylelikle dönemin çocuk dergicilerinin birbirinden etkilendikleri sonucuna ulaşabiliriz. Çocuklara Talim dergisini benzerlerinden ayıran ise Türkçe hassasiyetidir. Türkçenin sadeleşmesi için çaba gösterdiği görülen Mehmet Şemsettin’in dergide Türkçe bilgisi, lügat ve kelime kökenlerine dair yazıları çok önemlidir. Her sayısında yaklaşık 20-25 Türkçe kelimenin Farsça ve Arapça karşılıklarını vererek dönemin okul müfredatında yer alan Arapça ve Farsça öğrenimine uygun destekleyici bir çabanın içine girdiği görülmektedir. Asıl önemli faaliyeti ise alfabenin ilk harfinden başlayarak Türkçe lügat kitabını parça parça Çocuklara Ta’lim’de yayınlamış olmasıdır. A (elif) harfinin sonuna gelebilmiş bu lügatin çocukların dünyasına uygun, basit ve anlaşılır olduğunu söylemek gerekiyor. Diğer bir Türkçeye yönelik çabası da “bazı lügat” başlığı altında Türkçeye başka dillerden geçmiş sözcüklerin etimolojisini veTtürkçeye aktarılış biçimini ayrıntılı olarak yazmasıdır. Anahtar, pırasa, lahana, enginar, ırgat, anafor, palamut ve daha pek çok dilimize başka dillerden geçmiş sözcüklerin doğru ve yanlış yazılımlarını ayrıntılı olarak anlatan Mehmet Şemsettin’in Çocuklara Ta’lim’i, Abdülhamit döneminin çocuk dergileri içinde bu yanıyla ayrıcalıklı bir konumda yer almaktadır. Yüzen Kent Sinop Ayşe SEVİM Yazar Yolunuz hiç Sinop’a düştü mü? Eğer şimdiye kadar düşmediyse bu yazıyı okuduktan sonra yolunuzu Sinop’a düşürmek isteyeceksiniz. 93 yüzen kent Sinop Yüzen Kent Sinop Yolunuz hiç Sinop’a düştü mü? Eğer şimdiye kadar düşmediyse bu yazıyı okuduktan sonra yolunuzu Sinop’a düşürmek isteyeceksiniz. Sinop’a yazın gelenler, omuzlarına havlularını atıp ayaklarına terliklerini geçirerek plajın yolunu tutarlar. Sinop’un coğrafi konumu sayesinde Karadeniz’in çıldırmış dalgaları buradaki sahillere pek uğramaz. Çevre illerden gelen insanlar da kendilerini Ege’deymiş gibi hissederek rahat rahat yüzerler. O yüzden Sinop yaz aylarında ana baba günü gibidir. Karıncaların ekmek kırıntılarına saldırması gibi Karadeniz şeridindeki vilayetlerimizdeki insanlar da yazın Sinop’a gelirler. Gündüzleri plajlar, akşamları çay bahçeleri tıklım tıklım dolu olur. Gece üçlere kadar çocuk parkları boşalmaz. Yolda şöyle ağız tadıyla yürüyeyim derseniz yürüyemezsiniz yani. Bir ona çarpıp özür dilerseniz bir buna… Sinop’un plajları bu kadar güzel olduğundan tarihi eserleri yeterli ilgili göremez ne yazık ki. Selçuklu mimarisiyle işlenmiş 94 sokaklar gözden kaçar. Çoğu ziyaretçi Pervane medresesini görmeden memleketine döner örneğin. Hâlbuki içeriye bir girse Pervaneoğulları zamanında Sinop’un emiri olan Gazi Çelebi Türbesi’yle yüz yüze gelecektir. Yazılanlara göre Gazi Çelebi şehrin yönetici olmasına rağmen savaşlara bizzat katılan çok iyi bir yüzücüymüş. Suyun altında normal bir insandan oldukça fazla durabildiği için, düşman gemilerinin altına dalar, burguyla gemileri delermiş. Sonra da bum diye batırırmış bu gemileri. Siz de türbenin başında ağzındaki burguyla yüzen bir valiyi hayal etmekten mahrum kalmak istemiyorsanız bu medrese muhakkak uğrayın. Üstelik burada kömür ateşinde Türk kahvesi yapan bir kafeteryada var. Enfes. Medresenin tam karşısında ise Alaaddin Cami var. Selçuklu Sultanı Allaaddin Keykubat yaptırmış bu camiyi ama caminin yerini keyfine göre seçmemiş. Bu mekânda daha önce Peygamberimizin torunlarından olan Seyyid Bilal Hazretleriyle yolculuk yapan pek çok Türk genci şehit edilmiş. Tarihe göre Seyyid Bilal Hazretleri ve yanındaki gençler gemiyle İstanbul’a doğru hareket ederken bir fırtınaya yakalanmışlar. Sinop’a sığınıp zamanın tekfu- runa – valisine- gerekli haracı ödemişler. Şu an da caminin olduğu yerde konaklamışlar. Orta Asyalı bu delikanlılara gece yarısı tekfur adamlarıyla saldırmış. Üzerine atlarını sürmüşler, kılıçlarını uyuyan on sekiz- yirmi yaşlarındaki çocukların boyunlarına vurmuşlar. Çadırları yakmışlar. Kendilerinden güvenlikleri karşılığında haraç aldıkları insanlara saldırmışlar yani. İşte Alâeddin Keykubat da bu mekâna kulak vererek camisini buraya inşa ettirmiş. Hüzünlü bir camidir Alâeddin cami. Sinop’a uğrarsanız muhakkak gelin, avlusunda dolaşın. Şadırvanda abdest alan delikanlılara, ihtiyarlara selam verin. Sizin yabancı olduğunuzu hemen anlayacaklardır. Tabii sorgu suale tutacaklardır sizi. Nereden geldiniz? Ne kadar kalacaksınız? Falan da filan... Suyun Göğsü Sinop Farsça Sîne-i âb Suyun göğsü anlamını taşıyan Sinop Osmanlıdan ziyade Selçuklu kentidir. Meşhur Sinop Cezaevi de Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus zamanında yapılmıştır. Bu cezaevini gezmek yürek ister. Yer altı zindanlarının olduğu bölümler insanı gerçekten ürkütür. Evliya Çelebi seyahatnamesinde buradaki mahkûmların açlıktan kedi kesip yediğini yazmıştır. Kedi kısmını bilemeyiz ama zindanlarda farelerin yaşadığı muhakkak… Sinop cezaevinde pek çok ünlü mahkûm kalmıştır. Daha çok düşünce suçundan kişilerin mahkûm edildiği yer olan bu cezaevinin en meşhur simalarından biri de Sebahattin Ali’dir. “ Aldırma Gönül” isimli şiirini- Edip Akbayram ne güzel söyler o şarkıyı- burada yazmıştır. Durun size komik bir olay daha anlatayım. İttihat ve terakki devrinde 31 Mart Ayaklanmasını bastıran Harekât Ordusu komutanı Mahmut Şevket Paşa bir suikasta kurban gidince şüpheli görülen herkes yine bu hapishaneye gönderilmiş. Olayın komik yani suikast gerçekleştiğinde orada kim varsa yoksa toplanmış olması. Kahvene önünde oturan yaşı sekseni bulmuş ihtiyarlarla, gazete satan on yaşlarındaki çocuklar kadar herkes nasibini almış durumdan. Hatta ata binen bir adam atıyla birlikte tutuklanmış o esnada. Karakolda bu atın ne yapılacağı konusunda karara varılmamış bir türlü. Atlı bir oraya sevk edilmiş bir buraya… Bunların dışında Sinop cezaeviyle alakalı o kadar hatıra var ki sadece onları yazsak bir kitap oluşturur. O yüzden burada cezaevinden bahsetmeye son verelim. Sinop’un tarihi mekânlarını bir kenara bırakıp – bırakmazsak yazı uzayıp gidecek- biraz da köpeklerinden bahsedelim. Sokaklarda pek çok cins köpek başıboş dolaşır. Ağzınız açık kalır. Bu köpeklerin bir kısmı- mesela finolar- Osmanlı Rus ilişkilerinin yoğun olduğu zamanda Rus ailelerinden alınmış köpeklerin torunları oluyor. Bir kısmı da Amerikan üssünün olduğu zamanlardan kalma. Amerikan askerleri buraya köpeklerini getirmişler, eh onlar da üreyip çoğalmış. Çoğu da insan canlısı… Sevmeye kakmanızı tavsiye etmem, bütün gün peşinize takılıp duruyorlar. Sinop Türkiye’de yaşlı nüfusun genç nüfustan fazla olduğu tek il. Bir çeşit emekli başkenti denilebilir. Hayat gençler için sıkıcı geçiyor bu yüzden. Şehirde sine- ma salonu bile yok. – Özel hastane yok, tiyatro solunu yok, ikinci el kitapçılarla kırtasiyeleri saymaksa kitapçı yok, yani her şey yok da yok- Büyük alışveriş merkezlerinin yerine ufak esnaflar hayatlarını sürdürüyor. Yazın tıklım tıklım olan bu şehir kışın terk ediliyor. Sokaklar boşalıyor, kafeteryalar boşalıyor, esnaf sinek avlıyor. Sanırım Sinop’u merak ettiniz. O kadar anlattık merak etmediniz mi yoksa? Farsça Sîne-i âb Suyun göğsü anlamını taşıyan Sinop Osmanlıdan ziyade Selçuklu kentidir. Meşhur Sinop Cezaevi de Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus zamanında yapılmıştır. 95 tarihten… BİTKİLERLE TEDAVİDE HER ZAMAN DİKKATLİ OLUNMALI Tarihten… Dr. Dursun AYAN Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü Son yıllarda Türkiye’de gittikçe yaygınlaşan ve hemen herkesin bilgi verip tavsiyede bulunduğu bitkilerden ilaç yapmak veya bitkisel tedavi yolları Osmanlı döneminde de bazı sorunlar yaratmış olmalı ki aktarlar yani bitkilerden ilaç yapanlar uyarılmıştır. Halkın bu nedenle sorun yaşamaması için dikkat çekilmektedir. Bugün açısından düşünürsek bazı ilaçların bitkilerden yapılması oldukça akla yatkın görünmektedir. Ancak zehir de dahil olmak üzere bazı kimyasalların kullanılmadığını söylemek zor. Çünkü Osmanlı dönemine gelmeden çok önceleri tıp tarihi metinleri bu kullanımlara değinmektedir. Ünlü hekim İbn Sina’nın Al-Kanun Fi’tTıbb adlı eserinin önemli bir cildi buna ayırılmıştır. Bugün bu eseri önemli ölçüde Türkçe çevirisinden okuyabilmekteyiz. Neyse konuyu uzun uzadıya burada ele alacak değiliz. Ama yanlış kullanımları da unutmamak gerekir. mezbûr olageldiği üzere Aktar ta’ifesinin Hırfet Kethüdâsı ve Yiğit Başları ve ihtiyarları karifetiyle dükkana geçüb aktarlık edegelmişler iken hâlen kadimden olagelene muhalif bazıları aktarlık edüb tekâlif-i örfiye vâkî ise men’ idüb şer’i-i şerife ve olagelen âdet ve kânuna muhalif kimesneye iş etdirmeyesün. (Ayasofya Mahallesi’nde aktar olan Sinan’a verildi) Fi’ Ramazan 989 (6 Ekim 1583) Burada Osmanlı gündelik hayatını büyük bir zevkle anlatan Ahmet Refik Altınay’ın Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı adlı eserinden bir alıntıyı sizinle paylaşacağız. Konu özetle bitkilerden yanlış ilaç yapanların uyarılması ve denetlenmesi ile ilgili. Denetimden kaçılmaması, aktarları temsil edenlerin bu konulara dikkat etmeleri söylenmektedir. Dönemin diliyle: Aktarların Hastalarına Yanlış İlaç Vermemelerine Dair İstanbul kadısına hüküm ki südde-i sa’âdetime mektub gönderüb mahmiye-i (s.91) İstanbul aktar ta’ifesinin Hırfet Kethüdası ve Yiğit Başları ehl-i hırefden olmayub nâ-ehil iken aktar dükkanına geçüb müselmanlara bey’ etdikleri edviyeyi yanlış verüb külli fesâda mü’eddî olduklarından maadâ bazı tekâlif-i örfiyeye vâki’ oldukda biz aktar değilüz deyü mu’avenet etmeyüb fukaraya gadrederler. Bu makuleler men’ olunub ehl-i hırfet ma’rifetsiz aktardan edviye bey’ etmemeleri içün emr-i şerif taleb eylediklerin arz eylediğin ecilden buyurdum ki vardukda husus-ı 96 Ahmet Refik ALTUNAY, Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı, (Hazırlayan Abdullah UYSAL), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları 701, Ankara, 1987 101 E ğ i ti m v e Ya y ı n D a i r e s i B a ş k a nl ı ğı e y d b . a i l e . gov. t r So s ya l Yard ım la r Genel Müd ü r lü ğü Aile ve To p l u m Hi z m e t l e r i G e n e l Mü d ü r l ü ğ ü Çoc uk Hi z me t le r i Ge n e l M üdür lüğü Ö z ür lü v e Ya şlı Hiz me t le r i G e ne l Müdür lüğü www .a ile .gov.tr K a dının St a t üsü G e ne l Müdür lüğü Ş ehi t Yakı nl arı ve Gazi l er D ai res i Baş kanl ı ğı
© Copyright 2024 Paperzz