SAYI 54 EKİM-KASIM-ARALIK 2014 SAYI 54 EKİM-KASIM-ARALIK 2014 ISSN: 1309 - 2626 ODTÜLÜ ODTÜLÜ Okul şart mı? 21. yüzyılda eğitim sistemi Yeni yüzyılın gerektirdiği beceriler, değişen beklentiler ve eğitim sisteminin Gordion düğümü... ODTÜ’DEN HABERLER... ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞE HAZIR MI?... FEYZI ÖZ ILE EĞITIM ÜZERINE... ZORUNLU DEĞİL KEYİFLİ EĞİTİM... GELECEĞİN EĞİTİM FELSEFESİ C M Y CM MY CY CMY K Sevgili ODTÜ’lüler ve ODTÜ Dostları, 54. sayımızın konusu, geleceğimizi belirleyen bir kavrama odaklanıyor: Eğitim. Özellikle son birkaç on yıldaki değişimler, eğitimde küresel olarak bir “dönüşümü” zorunlu kılıyor. ODTÜLÜ, eğitimi “geleceğin nasıl kurulacağına” ilişkin bir mesele olarak ele alıyor ve provokatif bir soru ile var olan ve gelecekte var olması gereken eğitim sistemlerine bakıyor, farklı bir bağlam kuruyor: Okul şart mı? Herkes İçin Eğitim Küresel İzleme Raporu’na göre 1990’da dünya üzerinde 107 milyon çocuk ilkokula gidemiyordu. Oysa 2013-2014 itibariyle 57 milyon çocuk ilkokula gidemiyor. Görünen o ki, insanlık, tüm çocuklarını okula kaydetmeye giderek yaklaşıyor.1 Ne var ki okullar ve eğitimin içeriği son yüzyılda insanlığın çok farklı alanlarda sağladığı hızlı değişimin gerisinde kalıyor. 1980 sonrasında küreselleşme ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda yaygınlaştı, 1989’da world wide web’in gelişimiyle başlayan süreçte bilginin ekonomideki rolü belirleyici hale geldi. 1991’de ikinci nesil cep telefonlarının tüketicilere ulaşmasıyla mobil teknolojiler günlük hayata girdi. Mobil iletişimin dünya çapında yaygınlaşması ve son olarak sosyal medya uygulamalarıyla küresel iletişim ağlarının oluşması bireylerin olanaklarını kat kat artırdı. Bu kadar kısa sürede yaşanan bu derin değişim, bireylerin, toplumun ve işgücü piyasalarının ihtiyaç ve beklentilerini etkileyerek eğitimin içeriğinde değişimi zorunlu kılıyor. Diğer yandan ise, özellikle bilişim teknolojilerinin desteğiyle eğitimin süreçlerine dair yepyeni fırsatlar sunabiliyor. Dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olan ODTÜ, elbette bu kavram üzerine konuşurken bizlere önemli bir nirengi noktası oluşturdu. Bu sayı, eğitim üzerine çok farklı açılardan söz söyleyen yazıları biraraya getirdi. Sizleri, eğitimin geleceğine bakmaya davet ediyoruz. İÇİNDEKİLER Dr. A. Adnan Akçay 52 BÜTÜN MESELE Batuhan Aydagül Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ata Öztürk 20 ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞE 54 EĞITIM & TOPLUMSAL CINSIYET HAZIR MI? Prof. Dr. Ayşe Gündüz Hoşgör Prof. Dr. Gölge Seferoğlu 24 BILIŞSEL BILIMLER VE SINIRBILIM 56 EĞITIMIN NITELIĞI VE OKULDAN KOPUŞ ÇERÇEVESINDE ÖĞRENME Dr. Alper Dinçer Yrd. Doç. Dr. Cengiz Acartürk Yrd. Doç. Dr. Murat Perit Çakır 58 ARAFTA OLAN OKUL MU, 28 HEM ERKEN HEM DOĞRU! İNSAN MI? Yrd. Doç. Dr. Refika Olgan Prof. Dr. Ziya Selçuk 30 BIR ENTELEKTÜEL OLARAK 60 “ÖĞRETEBILMEK İÇIN BILMEK ÖĞRETMEN YETMEZ!” Prof. Dr. İpek Gürkaynak Söyleşi: Prof. Dr. Jale Çakıroğlu 34 HEM HAYATIN İÇINDE 64 ODTÜ EĞITIM FAKÜLTESI’NIN HEM HAYAT IÇIN ÖĞRETTIK “ETKINLIK”LERI Söyleşi: Prof Dr. Feyzi Öz Doç. Dr. Çiğdem Haser 36 REFAH ALANI OLARAK OKUL Doç. Dr. Pınar Uyan Semerci - Başak Ekim Akkan 40 OKUL 4 DUVAR 1 KIRIŞ MI? Yrd. Doç. Dr. Gökçe Gökalp - Dr. Koray Pekeriçli Yrd. Doç. Dr. Serap Emil 44 GÖKYÜZÜNDE ÖĞRENME Prof. Dr. Kürşat Çağıltay 46 “ÇOCUK KATILIMI” DERKEN? Işık Tüzün Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunlarla İletişim Dergisi Ekim-Kasım-Aralık 2014 Sayı 54 ISSN: 1309 - 2626 Doç. Dr. Barış Sürücü 1http://www.unesco.org/new/en/education/ themes/leading-the-international-agenda/ efareport/reports/2013/ 48 ZORUNLU DEĞIL, KEYIFLI EĞITIM! 02 ODTÜ’DEN HABERLER 14 OKUL ŞART MI? “ODTÜLÜ Dergisi, ODTÜ Kariyer Planlama Merkezi’nin mali desteği ile yılda dört kez yayınlanmaktadır.” 66 ODTÜ VE EĞITIM Prof. Dr. Gölge Seferoğlu 68 ODTÜ ERDEMLI DENIZINI TANIYOR 70 ODTÜ KKTC’DE ILK YIL SEMINERI 72 ODTÜ’DEN ÇIKAN EĞITIM MELEKLERI Söyleşi: Ankara Gönüllü Takımı Yazışma Adresi Mezunlarla İletişim Müdürlüğü ODTÜ Rektörlük 1.Kat 06800 Ankara Tel: (0312) 210 71 07 Faks: (0312) 210 13 58 [email protected] www.mezun.metu.edu.tr ODTÜ Adına Sahibi Prof. Dr. Ahmet Acar Koordinasyon Nokta Çelik Sayfa Uygulama Serhan Baykara Yazı İşleri Müdürü Doç. Dr. Barış Sürücü Reklam Sorumlusu Ekin Neşe Öztürk Yayın Kurulu Doç. Dr. Barış Sürücü Damla Özlüer (Myra) Nokta Çelik Rauf Kösemen (Myra) Yapım MYRA www.myra.com.tr Yardımcı Editör / Röportajlar Ece Çelik Katkıda Bulunanlar Ecem Sümer Ekin Neşe Öztürk Senem Erçatım Sayı Editörü Batuhan Aydagül Editör Damla Özlüer Tasarım Danışmanı Rauf Kösemen Yayın Tasarımı Çağlar Atalay Röportaj Fotoğrafları Bingül Özcan Baskı İmak Ofset www.imakofset.com.tr ODTÜLÜ kısa kısa ODTÜ’den Haberler ODTÜ’de yine etkinliklerle dolu üç ayı geride bıraktık. Hareketli, heyecan ve gurur verici aylara kısa bir bakış... EKIM 2014 ODTÜCLASS KULLANIMA AÇILDI ODTÜ’nün daha önce kullandığı öğrenme yönetim sistemi METU Online yerine kullanılmak üzere, ODTÜClass, 2014-2015 öğretim yılı sonbahar dönemi itibariyle http://odtuclass. odtu.edu.tr adresinden genel kullanıma açıldı. KASIM 2014 13. ODTÜ CUMHURIYET KUPASI DANS YARIŞMASI 1 Kasım’da 23 ülkeden toplam 143 çiftin katılımı ile gerçekleşen 13. ODTÜ Cumhuriyet Kupası Dans Yarışması sekiz farklı kategoriden sporcuları ağırladı. ODTÜ Spor Merkezi’nde gerçekleşen WDSF World Open Latin yarışmasında Fransız çift Charles-Guillaume Schmitt Elena Salikhova birinci oldu. KASIM 2014 FULDEN DEHNELI’YE BIR ÖDÜL DAHA! ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü mezunu Fulden Dehneli, Electrolux Design Lab 2014’te Lotus isimli hava temizlemeye yönelik ürün tasarımı ile ikincilik ödülüne layık görüldü. KASIM 2014 AĞAÇ DIKME ETKINLIĞI DEVAM EDIYOR EKIM 2014 LINKEDIN SEMINERI LinkedIn Senior Relationship Manager Genco Orkun Genç 17 Ekim tarihinde KKM’de iş dünyasına ait tavsiyeler içeren bir seminer gerçekleştirdi. 2 KASIM 2014 FIRMALAR VE ÖĞRENCILER BULUŞTU 6-7 Kasım tarihlerinde, 2. ODTÜ Kariyer Fuarı düzenlendi. Garanti Bankası ve Sahibinden.com sponsorluğunda, ODTÜ Genç Girişimciler ve Verimlilik Toplulukları desteğiyle gerçekleşen etkinlikte 33 firma öğrencilerle buluştu. ODTÜ’DE GEÇEN DÖNEM Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Ankara’ya ODTÜ Ormanı’nı kazandırdığı Geleneksel Ağaç Dikme Etkinliği ve Eymir Gölü Günü; 2 Kasım 2014 Pazar günü, Eymir Gölü’nde yapıldı. KASIM 2014 BIYOTEKNOLOJI LISANSÜSTÜ PROGRAMI 25 YAŞINDA! 14 Kasım tarihinde KKM’de gerçekleşen bir etkinlikte ODTÜ Biyoteknoloji Lisansüstü Programı 25. Yılını kutladı. ARALIK 2014 ODTÜ EĞITIM FUARLARINDA ÖĞRENCILERLE BULUŞUYOR. ODTÜ, Kasım sonu ve Aralık ayı boyunca Bursa, İzmir, Gaziantep, İstanbul, Adana Fuarları’nda ve Batı Karadeniz Üniversite Tercih Günleri’nde öğrencilerle buluştu. ODTÜ’DE CAZ ŞÖLENI ODTÜ Caz Topluluğu D-52 Davul ve Perküsyon Festivali 10-11-12 Aralık 2014 tarihlerinde ODTÜ’de gerçekleşti. Festivalde üç gün boyunca ücretsiz olarak davulcu ve perküsyonist eğitmenlerden atölyeler vardı. ARALIK 2014 ARALIK 2014 MEZUNLAR DERNEĞI’NDEN AILE KOÇLUĞU SEMINERI ODTÜ EN İYI 3. ÜNIVERSITE! İngiltere’deki Times Higher Education (THE) tarafından oluşturulan “Brics ve Ekonomisi Yükselen Ülkeler 2015” listesinde ODTÜ 100 üniversite arasında en iyi üçüncü üniversite oldu. ARALIK 2014 ARALIK 2014 Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Adana ODTÜ Mezunlar Derneği, 22 Aralık 2014 Pazartesi günü Adana Hilton’da rehber öğretmenlerin katılımı ve Elif Duru Gönen’in sunumu ile “Aile Koçluğu Semineri” düzenledi. OGAM AÇILDI ODTÜ Görüntü Analizi Uygulama ve Araştırma Merkezi (OGAM), Rektörümüz Prof. Dr. Ahmet Acar, Havelsan Genel Müdürü Sadık Yamaç ve Savunma Sanayi Müsteşarı Prof. Dr. İsmail Aydemir’in katılımları ile açıldı. SAYI 54 3 ODTÜLÜ haber Geleceğin Toplum Liderleri Eğitimde ODTÜ Eğitim Fakültesi ve Çankaya-Oran Rotary Kulüpleri işbirliği ile ODTÜ Eğitim Fakültesi 3. sınıf öğrencilerine yönelik “Toplum Liderleri Geliyor – 2014” Ufuk Geliştirme ve Liderlik Eğitimi Program Dizisi düzenlendi. 7 Kasım – 20 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen etkinlik Akın Öngör’den “Çağdaş Liderlik ve Değişim Yönetimi” eğitimiyle başladı. Ağırlıklı olarak ODTÜ Kampusu’nda gerçekleştirilen eğitim Melik Duyar’dan “Yaratıcı Düşünce ve Beyni Etkin Kullanma”, Halil Uğur’dan “Hayatı Zorlama” gibi pek çok konuyla devam etti. Ayrıca eğitim dahilinde 27 Kasım Perşembe akşamı Ankara Opera Sahnesi’nde “Akdeniz Esintisi” isimli bale gösterisi izlendi. Katılımcılar 29 Kasım Cumartesi günü ise Anıtkabir’i ziyaret etti. Rehber eşliğinde yapılan ziyaretin ardından “Tek Partiden Çok Partili Döneme Geçiş” sergisi gezildi. ODTÜ Eğitim Fakültesi’nden Öğretmenler Günü Paneli ODTÜ Eğitim Fakültesi 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde “Öğrencileri Anlamak” başlığıyla bir dizi panel düzenledi. 24 Kasım Pazartesi günü ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi A Salonu’nda gerçekleşen etkinliğin açılışı “Özel Öğrenciler ve Öğretmenler” paneli ile yapıldı. Prof. Dr. Soner Yıldırım’ın yönettiği panele konuşmacı olarak Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Özel Eğitim Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cevriye Ergül, MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Başkanlığı Eğitim Uzman 4 HABER Yardımcısı Oğuzhan Dallı, Mamak Ortaokulu Rehber Öğretmeni Senem Terzi ve Prof. Dr. Necate Baykoç Üstün Yetenekliler-Dahiler Enstitüsü ve Merkezi Eğitim Koordinatörü Duygu Aydemir katıldı. Etkinliğin öğleden sonra programında ise ODTÜ Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü’nden Doç. Dr. Cennet Engin Demir, “Okuldan topluma: toplumsal değişim aktörü olarak çocuklar ve öğrenciler” projesini sundu. Etkinliğin son sunumu ise ODTÜ G.V. Özel Ortaokulu 8. sınıf öğrencileri tarafından yapıldı. Etkinlik yapılan ikramla sonlandı. TeachEdMobile: Öğretmen Eğitimi’nde Mobil Uygulamalar Son 20 yılda hızla gelişen ağ bağlantıları ile bireylerin vazgeçilmez araçları haline gelen mobil teknolojiler, günümüzde kullanımı gittikçe artan mobil uygulamalar sayesinde cep telefonunun bir bilgisayar ve ağ ortamı olarak kullanılabilmesine olanak sağlar hale geldi. Mobil uygulamalar hem öğrenme ve öğretme süreçlerine entegrasyonları hem de kurumların eğitim altyapılarının dönüştürülmeleri sürecinde gelecekte önemli bir rol oynama potansiyeline sahip. Yrd. Doç. Dr. Evrim Baran’ın yürütücüsü olduğu TeachEDMobile Projesi (2014-2017), ODTÜ Eğitim Fakültesi’nde yürütülmeye başlanan ilk Avrupa Komisyonu Marie Curie Kariyer Gelişim projesi. Proje kapsamında eğitsel mobil uygulamaların öğrenme ve öğretme süreçlerine entegrasyonunda kullanılacak değerlendirme ve uygulama araçları geliştiriliyor. TeachEdMobile Projesi’nin ilk aşamasında belirlenen eğitsel mobil uygulamalar üzerinde kullanılabilirlik testleri yürütülüyor, çeşitli yöntem ve cihazlar kullanılarak mobil uygulamaların eğitsel değerleri ölçülüyor. Projenin ikinci aşamasında eğitimcilerin, mobil uygulama geliştiricilerin, öğretmenlerin ve velilerin eğitsel uygulama değerlendirme ölçütlerini ve sonuçlarını paylaşabilecekleri çevrimiçi kaynak içerikleri geliştirilecek ve süreklilikleri sağlanacak. Böylece okul politikaları, ulaşılabilirlik, güvenlik gibi konularda da öğretmen eğitim programlarına ve ilköğretim kurumlarına öneriler sunulacak. Proje sonuçları Türkiye’nin bilgi toplumuna dönüşüm sürecinde bilişim kaynaklarının etkili öğrenme ve öğretme süreçlerine entegrasyonuna katkıda bulunacak. Yrd. Doç. Dr. Evrim Baran, TeachEDMobile Projesi’nin yürütücüsü. Üçüncülük ODTÜ’nün! İngiltere merkezli Times Higher Education (THE) tarafından oluşturulan “BRICS ve Ekonomisi Yükselen Ülkeler 2015” listesinde ODTÜ, 100 üniversite arasında en iyi üçüncü üniversite oldu. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika (BRICS) ülkeleri ve Meksika, Tayvan, Polonya, Türkiye gibi ekonomisi yükselen toplam 18 ülkeden 100 üniversitenin değerlendirildiği listede ilk iki sırayı Çin üniversiteleri aldı. Listede Türkiye’den, ODTÜ’nün yanı sıra yedi üniversite daha yer aldı. BRICS gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren üniversiteler arasında beş ana başlık altında toplam 13 performans göstergesi üzerinden değerlendiriliyor. SAYI 54 5 ODTÜLÜ rektörden ODTÜ’den Eymir Gölü Hakkında Kamuoyu Duyurusu Eymir Gölü’nde, ömürlerini tamamlamış veya hastalanmış ağaçlar, devrilmesi neticesinde “can ve mal emniyeti” açısından tehlike arz eden ağaçlar kesim ve derin budama programına alınmıştır. olarak damgalandıktan sonra kesilmektedir. Bakım çalışmalarında kesilen tüm ağaçlar köy okullarında yakacak olarak kullanılmak üzere Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü’ne devredilmektedir. ODTÜ olarak, 2009 yılından bugüne kadar Ankara Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne 3 bin ster (yaklaşık 900 ton) yakacak odunu ücretsiz olarak devredilmiştir. Eymir Gölü çevresinde bu mevsim yapmak zorunda olduğumuz bakım çalışması da ilgili makamların bilgisi dâhilinde gerçekleştirilmiştir. Bazı basın kuruluşlarının verdiği haberlerde yer alan iddiaların aksine ODTÜ’nün Eymir Gölü’nde restoran veya başka bir tesis yapma düşüncesi veya projesi yoktur. Üniversitemizin, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Ankara Orman İşletme Müdürlüğü bilgisi ve izni ile yaptığı zorunlu orman bakımı kapsamında budama ve kesim işlemi bir “katliam” olarak yansıtılarak gerçekler çarpıtılmış ve kamuoyu yanıltılmıştır. Sadece son yıl içinde, öğrencileri, mensupları, mezunları ve doğaseverler ile birlikte Ankara’ya 150.000 ağaç kazandıran bir üniversitenin “ağaç katliamı” yaptığını iddia etmek mantığa ve vicdana sığmamaktadır. 6831 Sayılı Orman Kanunu’na göre işletilmekte olan ODTÜ ormanında yapılacak her türlü çalışma izne tabidir. Eymir Gölü’nde budanan ve kesilen ağaçlar için de Orman İşletme Müdürlüğü’nün bilgisi ve izni gereklidir. Ömürlerini tamamlamış, göl taşkınlarında su içinde kaldığı için çürümeye başlamış veya hastalanmış ağaçlar, devrilmesi neticesinde “can ve mal emniyeti açısından tehlike arz edeceği için” kesim veya derin budama programına alınır. Bu ağaçlar 2-3 yılda bir, ODTÜ Ağaçlandırma ve Çevre Düzenleme Müdürlüğü’nce tespit edilmekte, Ankara Orman İşletme Müdürlüğü’ne yapılan yazılı başvuru neticesinde İşletme Müdürlüğü personeli tarafından resmi 6 Eymir Gölü çevresinde bu mevsim yapmak zorunda olduğumuz bakım çalışması da ilgili makamların bilgisi dâhilinde gerçekleştirilmiştir. ODTÜ Ağaçlandırma ve Çevre Düzenleme Müdürlüğü 2014 yılı çalışmaları için 26.09.2014 tarihinde Ankara Orman İşletme Müdürlüğü’ne resmi yazı gönderilmiş, bu yazıda, orman ağacı olmadığı için izne gerek olmamasına rağmen, “…Eymir gölü göl kıyısındaki sazlıklar ile yol güzergâhı arasında kalan 189 numaralı bölmedeki kuru ve tehlike arz eden kavak, söğüt vb ağaçların kesimi veya derin budanması…” ibaresi de eklenmiştir. Bakım çalışmaları tamamlandığında, yapılan işlemleri belgeleyen “Olağanüstü Hasılat Etası Raporu” ise yine Ankara Orman İşletme Müdürlüğü’ne 05.11.2014 tarihli resmi yazımız ekinde gönderilmiştir. İzinli ve zorunlu olan orman bakım çalışmasının “ağaç katliamı” olarak nitelenmesi son derece yanlıştır. ODTÜ, Ankara İli Yeşil Kuşağı’nın en önemli parçası olan ODTÜ Ormanı’nı ve Eymir Gölü’nü korumak ve geliştirmek için her türlü çabayı göstermektedir. Milyonlarca ağacı ve 30 bin dönümlük alanı kaplayan ODTÜ Ormanı ve Göl arazisi, Ankara kentsel bölgesi içinde doğal yaşamın sürebildiği, kent sakinlerine temiz bir doğal çevrenin sunulduğu çok kısıtlı noktalardan biridir. Eymir Gölü de, bu doğal çevrenin ve ekosistemin ayrılmaz parçası olarak titizlikle korunmakta ve hemşehrilerimizin kullanımına sunulmaktadır. Kamuoyunun bilgisine sunulur. Rektörlük ODTÜ’DEN EYMIR GÖLÜ HAKKINDA KAMUOYU DUYURUSU Liseliler ODTÜ’de Bilimin Eğlenceli Yüzünü Tanıdı ODTÜ Toplum ve Bilim Merkezi tarafından düzenlenen “ODTÜ’de Bilim Eğlencelidir” etkinliği, binden fazla lise öğrencisini ODTÜ’de bir araya getirdi. Öğrencilere bilimi sevdirmek amacıyla iki yılda bir düzenlenen “ODTÜ’de Bilim Eğlencelidir” etkinliği 14 Kasım tarihinde ODTÜ’de gerçekleşti. Etkinlik, ODTÜ’deki 40’tan fazla bölüm ve topluluğu, stantlar aracılığıyla liselilere tanıtıyor. ODTÜ’nün üzerinde çalıştığı araştırma projeleri ve prototipler anlaşılır bir seviyede katılımcılara tanıtılıyor. Ankara’daki 22 lisenin davet edildiği etkinlikte öğrenciler fen bilimleri alanında deneyler yaparak bilimin eğlenceli yüzüyle tanıştı. ODTÜ öğretim üyeleri ve öğrenci toplulukların açtığı stantları gezen üniversite adayları, ODTÜ’de üretilen teknolojileri yerinde görme fırsatı buldu. İnsansız Hava Aracı Etkinliğe katılan öğrenciler, fiziksel ilke ve doğa olaylarını eğlendirici düzenekler ile öğrendi. Çağlar boyu Anadolu topraklarında üretilen alet ve teknolojilerin gelişimini anlatan “Anadolu’da İnsan-Çevre-Teknoloji” temalı sergi ziyarete açıldı. Güneş arabası ve insansız hava aracı gösterileri yapıldı. Simülasyonlar, gösteriler ve yarışmalarla renklenen etkinlikte öğrenciler Etkinliğe katılan öğrenciler, fiziksel ilke ve doğa olaylarını eğlendirici düzenekler ile öğrendi. Bilim Ağacı’na dilek dilemeyi de ihmal etmedi. Etkinliğe bu sene 18 liseden 950 öğrenci ve eşlikçi öğretmenleri, Adana Başkent Okulları, Kastamonu Mustafa Kaya Anadolu Lisesi ve Amasya Bilim Sanat Merkezi’nden kendi imkanları ile gelen 150 öğrenci ve eşlikçi öğretmenleri ile 200 bireysel ziyaretçi katıldı. Etkinliğe ODTÜ’den altısı mühendislik olmak üzere 11 bölüm destek verdi. GÜNAM, BİOMATEN gibi altı merkezin desteklediği etkinliğe pek çok öğrenci topluluğu da katkıda bulundu. SAYI 54 7 ODTÜLÜ haber ODTÜ’lüler Burs İçin Koştu ODTÜ’lüler, İstanbul Maratonu’nda ODTÜ Burs Fonları kapsamında 130 öğrenciye kaynak yaratmak için koştu. kampanyasına destek bulmak için oradaydı. ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, Kuzey Kıbrıs Kampusu Rektörü Prof. Dr. Turgut Tümer, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Uğurhan Akyüz, Rektör Danışmanı Doç. Dr. Barış Sürücü, akademisyenler, idari personel, Mezunlar Derneği yöneticileri, mezunlar ve öğrencilerden oluşan 300’e yakın ODTÜ’lü finiş çizgisine ulaşmak için ter döktü. Maratonda 300’e yakın ODTÜ’lü finiş çizgisine ulaşmak için ter döktü. 8 Dünyada kıtalararası koşulan ilk ve tek yarış olan İstanbul Maratonu’nun 36.sında ODTÜ’lüler de burs için koştu. ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, ve akademisyenler, öğrencilerine burs bulabilmek için maratona katıldı. Hedefleri bu yıl öğrencileri için 400 bin TL burs bulmaktı. 1118 farklı ülkeden 25 bini aşkın sporcu ve değişik kesimlerden sporsever İstanbul Maratonu’nda buluştu. Maratona iki yıldır katılan ODTÜ Rektörü Acar ve akademisyenler ise sadece spor için değil İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği’nin başlattığı “Burs için Koşuyorum” ODTÜ’LÜLER BURS İÇIN KOŞTU Gençlere destek olacak Acar, “Bizimle birlikte koşmak için mezun derneğimizin ‘Burs için koşuyorum’ web sayfasına 300’e yakın ODTÜ mezunu kayıt yaptırdı. Geçen yıl bu sayı 120 idi ve 115 bin TL civarında burs toplandı. Bu yıl toplanan burs 300 bin TL’yi buldu, 400 bin TL’yi aşmasını bekliyoruz. Bu bağışlar gençlerimize burs olarak veriliyor” dedi. İstanbul ODTÜ Mezunları tarafından yapılan duyuruda bağışçılar listeden bir koşucu ismi seçerek istediği miktarda bağışı dernek tarafından duyurusu yapılan hesaplara yatırdı. ODTÜLÜ teknokent Yeni Fikirler Yeni İşler’de Kazananlar Belli Oldu ODTÜ ve ODTÜ Teknokent tarafından Teknopark İstanbul işbirliğiyle bu yıl 10’uncusu düzenlenen Yeni Fikirler Yeni İşler Yarışması’nda ödüller sahiplerini buldu. Yarışmada diğer ödüller, destek veren kurum tarafından oluşturulan jüri tarafından şu şekilde dağıtıldı: Chain Grubu - TEB’in Bilişim ve Telekomünikasyon Kategorisi’de 100 bin TL Büyük Ödülü ve Bilişim ve Telekomünikasyon Kategorisi’nde 25 bin TL değerinde Depark ABD Kampı Özel Ödülü. ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi Kemal Kurdaş Salonu’nda gerçekleştirilen Yeni Fikirler Yeni İşler 2014 Final Töreni, büyük bir organizasyona sahne oldu. Finalde beş kategoride yarışan 21 girişimci ekip, toplamda 2 milyon TL ödülün yanı sıra ABD Kampı Özel Ödülleri için ter döktü. Türkiye genelinde birçok üniversitenin de katıldığı final etkinliğinde, yarışmanın jürisini akademisyenler, yatırımcılar, şirket sahipleri, deneyimli girişimciler, finans kuruluşları ve ekosistem içerisinde yer alan çeşitli kamu kuruluşları temsilcileri oluşturdu. 1244 başvuru içinden, finale kalan 21 projenin katıldığı yarışmaya büyük ilgi vardı. Yarışmada projeler Genel, Bilişim ve Telekomünikasyon, Savunma 10 Sanayii, Enerji ve Sağlık olmak üzere beş ayrı kategoride yarıştı. Yeni Fikirler Yeni İşler Yarışmasında, Büyük ödül, Kızlar Grubu olarak lanse edilen 2C Grubu’na verildi. Ceren Can, Pelin Koçak, Pelin Şermikli ve danışmanları Yrd. Doç. Dr. Doruk Engin ekibinin geliştirdiği proje biyokontrol ajanlarının formülasyonu ile özgün bir şekilde geliştirilen AFB Kit, Amerikan Yavru Çürüklüğü Hastalığı teşhis ve tedavisinde çözüm olarak kullanılacak, ihraç değeri yüksek, tarımsal ilaç projesi kiti. Projeyle 2C Grubu, Genel Kategori’de Elginkan Vakfı’nın 100 bin TL değerinde Büyük Ödülü’nü ve yine Genel Kategori’de Ostim’in 25 bin TL değerinde ABD Kampı Özel Ödülü’nü kazandı. Grafentek - Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın Savunma Sanayii Kategorisi’nde 100 bin TL değerinde Büyük Ödülü ve Genel Kategori’de 25 bin TL değerinde Arçelik ABD Kampı Özel Ödülü. B&G TECH - General Electric’in Enerji Kategorisi’nde Büyük Ödülü ve Enerji Kategorisi’nde 25 bin TL değerinde General Electric ABD Kampı Özel Ödülü. ExoDiag - Sağlık Kategorisi’nde 25 bin TL değerinde Teknopark İstanbul ABD Kampı Özel Ödülü Btech General Electric’in Sağlık Kategorisi’nde Büyük Ödülü ve Sağlık Kategorisi’nde 25 bin TL değerinde General Electric ABD Kampı Özel Ödülü. Testlance - Bilişim ve Telekomünikasyon Kategorisi’nde 25 bin TL değerinde Microsoft ABD Kampı Özel Ödülü AIV Labs - Savunma Sanayii Kategorisi’nde 25 bin TL değerinde Aselsan ABD Kampı Özel Ödülü Li-Fi Teknoloji - Enerji Kategorisi’nde 25 bin TL değerinde YEDAŞ ABD Kampı Özel Ödülü YENI FIKIRLER YENI İŞLER’DE KAZANANLAR BELLI OLDU Global Game Jam Türkiye Bölge Organizasyonu ATOM’da Tüm dünyada 2009 yılından bu yana eşzamanlı olarak gerçekleştirilen oyun geliştirme maratonu Global Game Jam 2015 yılında 23-25 Ocak tarihlerinde gerçekleşecek. Oyun geliştiricilerin iletişimini, yaratıcılığını ve özgünlüğünü pekiştirmek amacıyla rekabet duygusunu değil, paylaşımı destekleyen ATOM, GGJ etkinliklerinde iki gün boyunca geliştiricilerin bir arada çalışabilmesi için geniş kapsamlı organizasyonlar yürütüyor. Bu yıl, dünya çapında organizasyonun verimini artırmak ve geliştiricilerin daha sağlıklı iletişim kurabilen bölge tanımlarıyla gelişmesini sağlamak amacıyla, Türkiye ayrı bir bölge olarak tanımlandı. Bölge organizasyonunun Globalgamejam.org kuruluşu tarafından ATOM’a verilmiş olması, ATOM’un organizasyon deneyimini pekiştirecek. 2014 yılında 488 merkez, 72 ülke ve 20 bin üzerinde geliştirici ile dünyanın en önemli eşzamanlı maratonu haline gelen GGJ ile ilgili organizasyon gelişmeleri www.atom.org.tr web sitesinden ve www.facebook. com/metutech.atom Facebook sayfamızdan takip edilebilir. Yurtdışı iletişim ağını her geçen gün zenginleştiren ATOM bu önemli haberi gururla paylaşıyor, tüm ilgilileri Global Game Jam 2015’e davet ediyor. ODTÜ Teknokent Genel Müdürü Mustafa İ. Kızıltaş IASP Yönetim Kurulu’na Seçildi Bu yıl 31.si düzenlenen Uluslararası Bilim Parkları Birliği 2014 (IASPnetwork) Konferansı Doha, Katar’da gerçekleştirildi. Konferansın son gününde gerçekleştirilen yönetim kurulu seçiminde birliğe üye bilim parkı temsilcileri oy kullandı. Katılan adayların arasından bu yıl ilk defa Türkiye’den bir aday kurula girmeyi başardı. Yapılan oylama sonucunda ODTÜ Teknokent Genel Müdürü Mustafa İ. Kızıltaş IASP Yönetim Kurulu’na Türkiye’den seçilen ilk isim oldu. Mustafa İ. Kızıltaş bu görevini iki yıl boyunca sürdürecek. Her yıl gerçekleştirilen IASP Dünya Konferansı bilim ve teknoloji parkları için gerçekleştirilen en büyük konferans olma özelliğini taşıyor. Etkinlik inovasyon, teknoloji tabanlı kuluçka merkezleri, akademi, kamu sektörü ve iş dünyası alanlarından birçok profesyoneli de bir araya getirdi. “Teknoloji Nereye Gidiyor” temalı bu yılki konferansta, teknolojinin gelişimi, üniversiteler ve firmalar arasında iş birliği modelleri konularında bilim ve teknoloji parklarının rollerinin SAYI 54 keşfedilmesi hedeflendi. Ocak 2010’dan bu yana ODTÜ Teknokent’in Genel Müdürü olan Mustafa İ. Kızıltaş aynı zamanda Teknoloji Geliştirme Bölgeleri (Teknokentler) Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı, METUTECHBAN (Teknokent Teknoloji Yatırımcıları Derneği) Yönetim Kurulu üyeliği, Mersin Teknopark (Technoscope), Trakya Teknopark ve Düzce Teknopark’ın Yönetim Kurulu üyeliği görevlerini de yürütüyor. 11 ODTÜLÜ teknokent Girişimcilik Eğitimi Üç yıldır yapılan Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Endeksi’nde istisnasız birinci olmayı başaran ODTÜ Teknokent’in girişimcilik ve girişimcinin eğitimi konusunda yaptığı iddialı işlerden bahsetmek gerek. X Yazı UFUK BATUM ODTÜ Teknokent Genel Müdür Yardımcısı S adece girişimcilik alanında değil, hemen her alanda, her konuda eğitim metodolojisi, yaklaşımı tartışılıyor, yeni bakış açıları aranıyor. Değişen dünyanın eğitim ihtiyacı da şüphesiz hızla değişiyor; buna cevap veren kurumlar yaşama tutunurken, ayak uyduramayanlar doğal seleksiyon ile eleniyor, eskiyor, geride kalıyor. 2015 yılının 2014’ten daha rekabetçi olacağı kesin. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de girişimcilik artan bir şekilde öne çıkıyor. Kamu, üniversiteler, teknoparklar ve özel sektör girişimcilik konusunda birçok şey söylüyor, 12 GIRIŞIMCILIK EĞITIMI fikir geliştiriyor, destek veriyor, eğitim programları sunuyor. Memnuniyetle ifade etmek gerekiyor ki, üç yıldır yapılan Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Endeksi’nde istisnasız birinci olmayı başaran ODTÜ Teknokent’in girişimcilik konusunda ve girişimcinin eğitimi konusunda yaptığı iddialı işlerden bahsetmek gerek. Yeni Fikirler Yeni İşler, ATOM ve TeknoJumpp gibi iddialı programları oluşturup yıllarca yöneten ODTÜ Teknokent’in elinde müthiş bir tecrübe birikimi var. Bugüne kadar 15-20 bin teknogirişimciyle buluşmanın, beraber çalışmanın nasıl büyük bir laboratuvar görevi gördüğü açık. Kurumlar da ürettikçe, çalıştıkça, denedikçe gelişiyor. Kaynağını daha iyi kullanmanın yolunu, yöntemini keşfediyor. İşte ODTÜ Teknokent’in girişimcilik alanında geldiği nokta bu. Adeta elinden binlerce hasta geçen hekimin işinde fevkalade uzmanlaşması gibi. Değişen talepleri ve rekabeti anlayıp iyi yaptığımız işleri bile sorgulayabilen bir kültürü inşa etmeye çalışıyoruz. Evet, ODTÜ Teknokent yaptığı birçok işin yanında aynı zamanda “girişimci doktoru” da. ODTÜ Teknokent’in uzmanları, hocaları, mentorları girişimcilerle, özellikle de teknogirişimcilerle beraber çalışıyor. Bu çalışmaların ve ortaya çıkan tecrübelerin ışığında geleceği yeniden şekillendirmeye gayret gösteriyor, işte “FuturMaker” gibi önemli bir motto ancak böyle bir iklimde ortaya çıkabiliyor. Uzun sözün özü şu: Özellikle girişimcilik ekosistemlerinde klasik eğitim yöntemleri artık önemini yitirdi. Sadece sınıf içi yapılan eğitimler çoktandır bitti, bitmeli. Uzmanların, hocaların anlattığı katılımcıların ise dinleyip not aldığı ortamlar ilgi çekmiyor. Ondan ziyade tartışmanın ön plana çıktığı, tecrübenin ortaya döküldüğü interaktif ortamlar çok daha cazip. Fayda oranı da son derece yüksek. Küçük gruplar ve butik çalışmalar gerekiyor. Özellikle de sektörden deneyimli iş mentorlarıyla girişimcilerin birebir çalışması büyük önem kazandı. Bu ilişki şekli büyük faydalara ve fırsatlara yol açabiliyor. Deneyim konuşmalarının, kısa aktarımların, hızlı “yaratıcı çarpışmaların” çağındayız. Biz, ODTÜ Teknokent olarak çok çeşitli paydaşlarla çalışmayı uzun bir süredir yaşama geçirmiş bir ekosistemiz. Girişimcilere yol haritası çizerken, iş fikirlerini pivotlamalarına katkı sağlarken, sermaye ihtiyaçları için altyapılar kurarken, ilk müşterilerini bulmalarına imkan yaratırken, onları kendi başlarına girmekte zorlandıkları önemli networklere sokarken eğitime bakışımızın daha çağdaş ve yenilikçi olması gerektiğini bizzat yaşıyoruz, hissediyoruz. Bitirirken yenilikçiliğe bir vurgu yapmadan geçemeyeceğim. Biz endekste üç yıl arka arkaya birinci çıkan lider bir ekosistemiz. Liderliğimiz bize daha büyük sorumluluk da yüklüyor. Değişen talepleri ve rekabeti anlayıp iyi yaptığımız işleri bile sorgulayabilen bir kültürü inşa etmeye çalışıyoruz. Çünkü iyi yaptığımız işler bugünün, bilemediniz yakın geleceğin beklentilerini karşılayabiliyor. Biz ise geleceği inşa etme iddiasıyla liderliğimizi kuvvetlendiriyoruz. SAYI 54 13 OKUL ŞART MI? X Yazı BATUHAN AYDAGÜL Eğitim Reformu Girişimi Direktörü 14 Eğitim ve okulun 20. yüzyılın başında dünyaya egemen siyasi ve ekonomik düşünce kapsamında gerçekleştirilen tasarımı bugün büyük ölçüde geçerliliğini koruyor. Ancak, bu, yüzyıllık tasarım artık çağın toplumsal, siyasi, ekonomik ve teknolojik gerçekleriyle örtüşmüyor ve dünyanın farklı yerlerinde çocukların gereksinimlerini karşılamakta zorlanıyor. OKUL ŞART MI? ODTÜLÜ dosya SAYI 54 15 ODTÜLÜ dosya Okulların eğitim misyonunun sadece toplumsal ve bürokratik bir elit yetiştirmek ötesinde kitleselleşmesi, 18. yüzyıldan itibaren zorunlu eğitimin başlamasıyla oluyor. 16 Okulun varlığı sorgulanıyor. Bu sorgulama, bir elit yetiştirmek ötesinde kitleselleşmesi kendilerini fütürist olarak tanımlayan ve 18. yüzyıldan itibaren zorunlu eğitimin geleceğe yönelik tahminler yapan insanlar başlamasıyla oluyor. Önce sanayi devrimi, ya da İnternetin çok yakında okulun yerini arkasından ulus devletlerin kurulması hem alabileceğine inanan ve bu alanda yenilikçi işgücünün hem de ulusun kurulması için çözümler üretmeye çalışanlarla sınırlı değil. zorunlu eğitime ve okullara önemli rol veriyor. Dünyanın farklı yerlerinde veliler de okulu Eğitim ve okulun 20. yüzyılın başında dünyaya sorguluyorlar. Bunun giderek toplumların farklı egemen siyasi ve ekonomik düşünce kapsamında katmanlarında yayılma potansiyeli var. Okula gerçekleştirilen tasarımı bugün büyük ölçüde dair tartışma, doğal olarak, çevrimiçi ya da geçerliliğini koruyor. Ancak, bu, yüzyıllık basılı dergi ve kitaplara, bloglara da taşınıyor. tasarım artık çağın toplumsal, siyasi, ekonomik ODTÜLÜ Dergisi’nin Aralık 2014 sayısının da ve teknolojik gerçekleriyle örtüşmüyor konusu bu. Elinizdeki dergide, “Okul şart mı” ve dünyanın farklı yerlerinde çocukların diye soruyoruz? gereksinimlerini karşılamakta zorlanıyor. Eğitim, neredeyse insanlık tarihi ile yaşıt. Bu tablo içinde göze çarpan ilginç bir ikilem var. Eğitimin okullarda verilmesiyse Antik Eğitim ve okulla ilgili oluşan memnuniyetsizlik Çağ’a kadar uzanıyor. Okulların eğitim ya da sorgulama, eğitimden hoşnutsuzluğu misyonunun sadece toplumsal ve bürokratik dile getirse de çoğunlukla eğitimin varoluşunu OKUL ŞART MI? kabul edebiliyor. Tabii ki burada da provokatif düşünceler var, örneğin “Eğitimin Sonu” adında bir kitap tahmin edilebileceği üzere bu sularda geziniyor. Ancak, çoğunlukla okulun varlığının sorgulandığına tanık oluyoruz. Örneğin, dünyada “un-schooling” (okul-suz-laştırma) olarak kendi tanımlayan bir akım var. Hatta, bunun da öncesinde örneğin A.B.D.’de “home schooling” (evde okul) bir eğitim ortamı ve hizmeti olarak yıllardır hem devlet tarafından hem de aileler tarafında kabul görüyor. Yani, genellersek, eğitimin hâlâ “şart” olduğuna inancımız devam ediyor. Yukarıdaki ikilem içinde okula haksızlık ediliyor olabilir mi acaba? Kuşkusuz, okul çok köklü bir kurum ve tarihsel mirası içinde oluşmuş kurumsal kusurları olabilir. Bunun ötesinde okul eğitimin verildiği ana akım yapıyı oluşturuyor ve hem verilen eğitimin hem de kendi güncel tasarımının niteliği kadar nitelikli olabiliyor. Veliler ve öğrenciler okullarda verilen eğitimin özelliklerinden memnun değillerse burada okulu bir “eğitim kurumu” olarak günah keçisi ilan etmek eleştirilere bir odak sunabilir ancak eğitime dair eleştirel, yapıcı ve gerçekçi bir tartışmaya ne kadar katkı yapar? Okulu sorgulatan tek başına eğitimin paydaşlarının memnuniyetsizliği değil tabii ki. Bu sorgulamada, olumsuz bir yerden yola çıkmayan, aksine yenilikçi bir bakış açısıyla son otuz yılda bilişim teknolojilerindeki hızlı ve radikal değişimden okula alternatif eğitim ortamları çıkabileceğine dair kuvvetli ve giderek yaygınlaşan inancın da katkısı var. İnternet ve mobil teknolojileri ve uygulamaları, insanlara eğitime ulaşabilecekleri ve öğrenebilecekleri daha farklı, esnek, kolay ve eğlenceli fırsatlar sunuyor. Bunun erken çocukluktan yetişkinliğe kadar farklı yaşlar için örnekleri var. İnternet’te onbinlerce kişinin kaydolabildiği Masssive Online Open Course (kitlesel, açık, çevrimiçi kurslar) programları farklı ders anlatımları, dünyanın dört bir yerinden katılanlarla forum sohbetleri, oluşturduğunuz beş-altı kişilik çalışma Önemli olan, okulu sorgularken okuldaki eğitimi ve okulun güncel tasarımını da bu sorgulamaya dahil etmek ve okulun bir öğrenim mekânı ötesinde çevresi için yapabileceklerini ve toplumun sosyal refahı ve uyumu için önemini de dikkate almak. grubuyla işbirliği ve etkileşiminiz, akranlarınız tarafından yapılan ölçme ve değerlendirmeleri ve en sonunda alabildiğiniz belgelerle okula alternatif oluşturuyorlar. Okula alternatif illa teknoloji ile sınırlı olmak zorunda değil. ABD’de yüz yüze ve uzaktan eğitimi birleştiren hibrit lise modelleri çocukların öğrenmesinde etkili olabiliyor. İş beceri eğitimine gelince günümüzde çok farklı kurumlar bireylere yeni beceriler öğrenmek için alternatif fırsatlar sunabiliyor. Örneğin, bir müzede görsel sanatlar alanında özgün bir sertifika programı, bir organize sanayi bölgesinin meslek eğitim merkezinde sanayinin ihtiyacı olan bir alanda kısa dönemli uzmanlık eğitimi ya da bir sivil toplum kuruluşunun açtığı kursta yetişkin eğitimciliği için gereken temel becerileri almak mümkün. Yukarıda da sözü geçen “evde okul” yaklaşımı da bazı ülkelerde velilerin tercih edebildiği ve çocuklarını yine devletin belirlediği ana çerçeve içinde kendilerinin eğitebildiği bir model olarak uzun süredir var olan bir alternatif. SAYI 54 17 ODTÜLÜ dosya Başta iktidar gücü olmak üzere tekelleşmenin ve seçeneksizliğin evrensel olarak eleştirisi mevcut ve meşru iken başarılı ve yepyeni bir 21. yüzyıl dönüşümü yaşamış okulun da eğitimde tekel konumunda olmasını savunmak zor. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de her zaman okulun alternatifleri olacak ve olması da önemli çünkü öğrenme zamansız ve mekânsız gerçekleşebiliyor. 18 OKUL ŞART MI? Okulun sorgulanmasında göze çarpan bir diğer söylem ise okulu terk edenlerin hayatta yakaladıkları başarı hikâyelerinden ilham buluyor. Aklınıza hemen Steve Jobs’un okulu terk edip garajında Apple’ı kurması geliyor, ancak gittiği lisede aldığı eğitimden memnun kalmayarak okulu terk eden ve işe girdiği berberde akranlarının gıpta edeceği bir para kazanan gencin hikâyesinin de “başarı” hikâyesi olarak okunabileceğini unutmamak önemli (Alper Dinçer’in yazısında bunu okuyabileceksiniz). Tabii ki bu hikâyeler daha çok temel eğitimden sonraki kademelere dair ancak yine de insanların söylemine okulun varoluşunu sorgulatan bir şekilde yansıdığını not edelim. Japonya’nın ünlü moda tasarımcısı Yoshi Yamamoto, “My Dear Bomb” (Benim Canım Bombam) adlı kitabında yaratıcılığın entelektüel manipülasyonlar ya da var olan fikirleri kopyalamaktan değil herhangi bir konuda varoluşun temellerini sorgulamaktan geçtiğini öne sürüyor. Yamamoto’nun gözünden bakınca okulun bu kadar sorgulanıyor olması aslında bu tarihsel kurum için bir talih kuşu olabilir. Önemli olan, okulu sorgularken okuldaki eğitimi ve okulun güncel tasarımını da bu sorgulamaya dahil etmek ve okulun bir öğrenim mekânı ötesinde çevresi için yapabileceklerini ve toplumun sosyal refahı ve uyumu için önemini de dikkate almak. Bu bağlam içinde, ODTÜLÜ Dergisi’nin bu sayısında, “Okul şart mı?” diye sorarak aslında eğitime dair zengin ve kapsamlı bir tartışma gerçekleşiyor. Başlıkta okul olsa da eğitim temel bir insan hakkı ve her şeyden önce bireyler, özellikle de çocuklar için var olmalı. Öte yandan, bunun kamusal kabulü, okulu yüzyıl önceki tasarımından farklılaştırabilecek en kritik adım olabilir. Bundan sonra, devletlerin okulu bir kamu aygıtı olarak kullanmak yerine okulu paydaşlarının birey odaklı ve toplumla ilişkili bir bağlamda yeniden tasarlamasına hukuki, mali ve fikirsel ortam sunması gelebilir. Böyle bir ortamda, bireylerin farklılıklarıyla değer ve kabul gördüğü bir okul etosu ve toplumun okulda var olabildiği, okulun da toplumu kucaklayabildiği samimi bir etkileşim gerçekleşirse “okul-suz-laştırma” argümanın arkasında duranların en azından bir durup düşünmeleri sağlanabilir mi acaba? Bu okulun mimarisi bugünkülerden nasıl farklı olur? Başta iktidar gücü olmak üzere tekelleşmenin ve seçeneksizliğin evrensel olarak eleştirisi mevcut ve meşru iken başarılı ve yepyeni bir 21. yüzyıl dönüşümü yaşamış okulun da eğitimde tekel konumunda olmasını savunmak zor. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de her zaman okulun alternatifleri olacak ve olması da önemli çünkü öğrenme zamansız ve mekânsız gerçekleşebiliyor. Buraya bir rekabet alanı yerine güç birliği ve etkileşim alanı olarak bakmak ve toplumun çok farklı öğrenme ihtiyaçlarına cevap verebilecek farklı ve zengin öğrenme ortamlarını sunabilmek çok önemli. Bu sayıda, eğitimin toplum ve farklı disiplinlerle etkileşimini göz önünde bulunduruyor ve okula o gözle de bakıyoruz. Sonuçta da size bir cevap değil, geleceğin eğitimine dair bir öngörü önerisi sunuyoruz. Öyle ki, eğitim bir araftaysa, bir yanında dün, öbür yanında yarın varsa, o yarının neye benzeyeceğini biraz daha net görmek istiyoruz. Okul şart mı sorusunun cevabını tabii ki size bırakıyoruz. Cevap vermeniz için kullanabileceğiniz birçok yeni bilgi ile. SAYI 54 Kaynak The End of Education: Redefining the Value of School by Neil Postman. Knopf Doubleday Publishing Group, Jun 1, 2011 Education - 224 pages 19 ODTÜLÜ dosya 21. YÜZYILIN BECERILERI VE EĞITIM: Çocuklarımız Geleceğe Hazır mı? X Yazı PROF. DR. GÖLGE SEFEROĞLU ODTÜ Eğitim Fakültesi Dekanı 20 Gençlerimize 21. yüzyıl becerilerini kazanacakları fırsatları ve etkili eğitim ortamları sunmadan, eğitimin tüm bileşenlerini bu doğrultuda yapılandırmadan sürdürülebilir bir kalkınma beklemek mümkün görünmüyor. 21. YÜZYILIN BECERILERI VE EĞITIM: ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞE HAZIR MI? S izce toplumumuzda eğitim sistemimizden çıkan bireyler aşağıdaki yetkinliklere ne derece sahiptirler? • Karmaşık sorunlara çözüm getirirler • İyi iletişim kurarlar • Etkili işbirliği içinde çalışırlar • Bilgi ve teknoloji okuryazarıdırlar • Esnektirler ve yeni şartlara uyum sağlayabilirler • Yenilikçi ve yaratıcıdırlar • Küresel ve kültürel farkındalığa sahiptirler • Finansal okuryazardırlar • Meraklı ve araştırmacıdırlar • Sosyal sorumluluğa ve etik değerlere sahiptirler • Girişimci ve liderdirler Grubu biraz daraltırsak, peki öğrencilerimiz ne durumda sizce? Dün akşam kalabalık bir grup ODTÜ Eğitim Fakültesi öğrencisiyle birlikte Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin “Akdeniz Esintisi” adlı üçlü balesini izledik. İzlerken düşündüm de, “Öğrencilerimize dersler ve akademik etkinlikler dışında başka alanlarda yeterince öğrenme fırsatları sunuyor muyuz acaba?” Maalesef hayır. Biz bu etkinliğe bir grup Fakültemiz öğrencisini “Toplum Liderleri Geliyor” başlıklı altı haftalık ufuk geliştirme ve liderlik eğitimi programı kapsamında götürdük. ODTÜ Eğitim Fakültesi ile Çankaya ve Oran Rotary Kulüpleri işbirliğiyle gerçekleştirdiğimiz bu eğitim programında, okulda verdiğimiz akademik bilgi ve beceriler yanında yaşamın çok çeşitli alanlarında öğrenme fırsatları sunacak, onların duygusal ve sosyal yetkinliklerine katkıda bulunacak çok değerli konuşmacılarla ve etkinliklerle buluşturuyoruz öğrencileri. Evet, bu öğrencilerimizin bütüncül gelişimi için çok güzel bir fırsat. Peki, öğrencilerimizin hepsine düzenli olarak böyle fırsatlar sunuyor muyuz? Ya ülke gençliği ne durumda? OECD’nin DeSeCo projesi çerçevesindeki tanımına göre, yetkinlik bilgi ve beceriden daha fazlasını gerektiriyor. Bu tanıma göre yetkinlik belirli bir ortamda bireyin psiko-sosyal kaynaklarını/birikimini seferber ederek karmaşık durumlarla başa çıkabilme ve başarılı olma yeteneğini içeriyor. Peki, eğitimciler olarak bizlere düşen görev ne? Öğrencilerin yalnızca akademik olarak hazır olmalarını sağlamak mı? Evet, eğitimde çoğu zaman bilişsel becerilerin gelişimine odaklanıyoruz ama aslında bireyin sadece bilişsel değil aynı zamanda duygusal ve sosyal özelliklerinin gelişmesine de fırsat vermeli ki bireyler toplumda aktif olarak yer alabilsin ve ülkenin sürdürülebilir kalkınmasına katkı sağlayabilsinler. Eğitimciler olarak bizlere düşen görev ne? Öğrencilerin yalnızca akademik olarak hazır olmalarını sağlamak mı? İşte burada karşımıza son yıllarda çok sık olarak kullanılmaya başlayan 21. yüzyıl becerileri kavramı çıkmaktadır. İş yaşamında başarılı olmak için gerekli 21. yüzyıl becerileri iki ayrı kaynakta şu şekilde sıralanmakta: Bedwell, Salas Association for ve Fiore (2011) Career and Technical • Etkin dinleme Education (2010) • Sözlü iletişim • Eleştirel düşünme • Yazılı iletişim • İşbirliği • Koordinasyon • Güven • Hizmet yönelimi • Çatışma çözümü • Müzakere • Özgüvenli iletişim • Problem çözme • Sözlü / yazılı iletişim • Yaratıcılık • Uyum sağlama • Çeşitlilik • Sürekli öğrenme • İşbirliği • Takım çalışması • Özsunum • Sorumluluk • Sosyal etki • Profesyonellik/etik SAYI 54 21 ODTÜLÜ dosya Eğitim alan her bireyin kendi potansiyelini azami olarak kullanabilmesine ve toplumda etkin bireyler olarak yer almasına yardımcı olacak bilişsel, duygusal ve sosyal özellikleri tanımlamalıyız ki eğitimi de buna göre tasarlayalım. Çocuklarımız için ve ülkemiz için nasıl bir gelecek? 1 Serdar Turgut, 24 Kasım 2014, HaberTürk Gazetesi 2 The IEA International Computer and Information Literacy Study: International Report (2014). International Association for the Evaluation of Educational Achievement: SpringerOpen. 22 Günümüzde artık bilgiye her yerde kolaylıkla erişilebiliyor. Onun için okullarda verilen eğitimin bilgi aktarımından çok daha fazlasını içermesi gerekiyor. Serdar Turgut, Öğretmenler Günü’nde yayımlanan “Eğitim sistemimiz yaratıcılığa soykırım uyguluyor” başlıklı yazısında1 eğitimde başarıyı sınav odaklı tanımlamanın tehlikelerine dikkat çekiyor. Çin’in eğitim sisteminin sınav temelli bakış açısıyla gayet başarılı göründüğünü ancak yaratıcılığa ve orijinal fikir üretmeye kıymet veren bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde de dünyanın en kötü eğitim sistemi olarak görülebileceğini belirtiyor. Serdar Turgut yazısında Yong Zhao’nun “Who’s Afraid of the Big Bad Dragon? Why China Has the Best (and Worst) Education System in the World” başlıklı kitabına dikkat çekiyor: “Bahsettiğim bu kitap bence bir an önce Türkçe’ye çevrilip başta eğitimciler arasında olmak üzere toplumun her kesiminde yoğun olarak tartışılmalı. Çünkü eğitim sistemimizin acilen değişmesine ihtiyaç var. Şimdiki sistem Türkiye’nin geleceğini karartıyor. Binlerce, yüz binlerce genç bu sistemden ‘Ben eğitim aldım’ yanılgısıyla çıkıyor, ama onlar sadece iyi test yapabilen cahiller oluyorlar. Bireysel gayreti ve ailesinin teşvikiyle farklı, yaratıcı düşünebilenler gayet tabii ki var, ama çoğunluk eğitilmiş cahiller ve bunların çoğunluğu yaratıcılığa, orijinal düşünceye önem veren global ekonominin şirketlerinde ancak sadece disiplinli memur olabilirler.” Çocuklarımız için böyle bir gelecek hayal ettiğimizi hiç sanmıyorum. Onun için 21. yüzyıl becerilerinin okul öncesinden üniversite sonrasına kadar her kademede eğitim süreçlerine dahil edilmesi şarttır. Fakat bu yetkinliklere ne kadar erken odaklanılırsa da o kadar iyi olur çünkü ağaç yaş iken eğilir. Eğitime yapılan yatırımın ülkenin sürdürülebilir kalkınmasına ve doğrudan toplumun refah ve mutluluğuna katkısı olacağı beklenir. Ancak, bu yatırım sadece maddi boyutta algılanmamalıdır. Fiziksel ve teknolojik 21. YÜZYILIN BECERILERI VE EĞITIM: ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞE HAZIR MI? alt yapının iyileştirilmesi tabii ki önemli bir boyuttur. Ancak, öğrencilerimizin teknolojiyle iç içe yaşamaları ya da bilgisayar başında çok zaman geçirmeleri onları otomatik olarak bilgi, medya ve teknoloji okuryazarı yapmıyor. 2013 yılında Türkiye’nin de içinde olduğu 21 ülkede toplam 60.000 sekizinci sınıf öğrencisinin katılımıyla yapılan Uluslararası Bilgisayar ve Bilişim Okuryazarlığı Araştırması2 sonuçlarına göre bilgisayar ve bilişim okuryazarlığında öğrencilerimiz, katılan 21 ülkenin öğrencileri arasında son sırada yer alıyor. Eğitimin bir başka bileşeni olan eğitimin içeriğinde (müfredat, ders kitapları, vs) yapılan değişiklikler de bir dereceye kadar etkilidir. Burada insan kaynağına yapılacak yatırım belki de en kritik role sahiptir. Öğretmen adaylarının ne şekilde yetiştiği, ne gibi bilgi, beceri ve donanıma sahip olarak okullarda istihdam edildikleri üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Öğrencilerimizin 21. yüzyıl becerilerine sahip olmalarını istiyorsak onlara öğrenmeyi öğretecek olan öğretmenlerin de 21. yüzyıl bilgi ve yetkinliklerine sahip olması gerekir. Yeni nesillerin 21. yüzyıl yetkinliklerine sahip olması isteniyorsa öğretmenlerin istihdam öncesi ve hizmet sırasında yeterliklerinin değerlendirilmesi gereklidir. Bu konuda yaşanan olumlu bir gelişme, MEB tarafından 2002 yılında başlatılan öğretmen yeterliklerinin belirlenmesi çalışmalarıdır. Ancak, öğretmen yeterliklerinin uygulamada kullanılması gerçekleşememiştir. Eğer 21. yüzyıl becerilerinin öğreniminin yaygınlaşmasını istiyorsak sınavları salt bilgiyi ölçmekten ziyade eleştirel düşünme, karmaşık ve çok boyutlu problemleri çözme, çoklu bilgi ve veriye dayalı karar verme becerilerini ölçer hale getirmemiz gerekli. Böylece yeni nesli geleceğin yaşam ve çalışma ortamlarına hazırlayabiliriz. Ancak, bu boyutları ölçmeye ve değerlendirmeye hazır mıyız acaba? Günümüzde bilişsel yetkinliklerin değerlendirmesinde göreli olarak epey ilerleme Eğitime yapılan yatırımın ülkenin sürdürülebilir kalkınmasına ve doğrudan toplumun refah ve mutluluğuna katkısı olacağı beklenir. Ancak, bu yatırım sadece maddi boyutta algılanmamalıdır. kaydedilmiştir. Ancak, içsel ve kişilerarası yetkinliklerin değerlendirmesinde daha epey çalışmaya ihtiyaç vardır. Gençlerimize 21. yüzyıl becerilerini kazanacakları fırsatları ve etkili eğitim ortamları sunmadan, eğitimin tüm bileşenlerini bu doğrultuda yapılandırmadan sürdürülebilir bir kalkınma beklemek mümkün görünmüyor. Bireyler temel akademik bilgi ve beceriler yanında yukarıda belirtilen yetkinliklere de sahip olursa ancak o zaman toplumsal olarak 21. yüzyıl yetkinliklerine sahip bir ülke olabiliriz. Ancak, bu hedefe ulaşmak için eğitim sistemimizin her boyutunda oldukça köklü değişiklikler yapılmasının gerekli olduğu da bir gerçektir. SAYI 54 Kaynaklar: Association for Career and Technical Education. (2010). What Is Career Ready? Alexandria, VA: Association for Career and Technical Education. Bedwell, W., Salas, E., ve Fiore, S. (2011). Developing the 21st century (and beyond) workforce: A review of interpersonal skills and measurement strategies. Trilling, B. ve Fadel, C. (2009). 21st Century Skills: Learning for Life in Our Times. John Wiley & Sons, Inc.: San Francisco. 23 ODTÜLÜ dosya 24 BILIŞSEL BILIMLER VE SINIRBILIM ÇERÇEVESINDE ÖĞRENME Bilişsel Bilimler ve Sinirbilim Çerçevesinde Öğrenme X Yazı YRD.DOÇ. DR. CENGIZ ACARTÜRK YRD. DOÇ. DR. MURAT PERIT ÇAKIR ODTÜ Enformatik Enstitüsü Bilişsel Bilimler Ana Bilim Dalı Öğrenme karışık bir süreçtir ve öğrenmeyle ilgili, bilimsel olarak anlaşılamamış, sistematik çözüme ulaştırılamamış çok sayıda alt başlık bulunmaktadır. Bu yazıda öğrenmeyi bilişsel bilimler ve sinirbilim çerçevesinde ele alacağız. E ğitim, daha özel anlamda öğrenme davranışlarımızda değişikliklere yol açar. Öğrenmenin gözlenebilir davranışlar ötesinde farklılıklar da yarattığını biliyoruz. Arka planda öğrenmeyle birlikte değişen zihinsel süreçlere dair işlevlerdir. Bu işlevler beyinde gerçekleştiği için öğrenmenin beyinde değişikliklere yol açacağını öngörebiliriz. Öğrenme karışık bir süreçtir ve öğrenmeyle ilgili, bilimsel olarak anlaşılamamış, sistematik çözüme ulaştırılamamış çok sayıda alt başlık bulunmaktadır. Bu yazıda öğrenmeyi bilişsel bilimler ve sinirbilim çerçevesinde ele alacağız. Öğrenmenin Bilişsel Temelleri Bilişsel bilimler 1950’li yıllarda, bugün davranışçılık olarak adlandırdığımız bir düşünce akımına tepki olarak ortaya çıktı. J. B. Watson ve B. F. Skinner gibi davranışçı (İng. behaviorist) bilim insanları zihinsel süreçleri incelemeyi bilimsel alanın dışına itiyor, sadece gözlenebilir davranışlara odaklanıyordu (Skinner, 1953). Bu çalışmaların temel dayanak noktalarından birisi de çoğumuza tanıdık gelebilecek bir ismin, İ. Pavlov’un köpeklerle yaptığı klasik koşullanma çalışmalarıydı. Skinner, bütün bu bulgulardan yola çıkarak öğrenmenin basit ve gözlenebilir SAYI 54 koşullanma davranışlarının bir araya gelmesiyle gerçekleştiğini iddia etti. Skinner bununla yetinmedi; bu yaklaşımın dil öğrenme gibi karmaşık görünen süreçleri açıklamak için de kullanabileceğini öne sürdü. Ancak Skinner’ın bu iddiası ve bu iddiaya yönelik ağır eleştiriler davranışçılığa gölge düşürdü (Chomsky, 1957). Bugün, dil öğrenme süreçlerinin Skinner’ın öngöremediği biçimde gerçekleştiğini, hatta anne karnında başladığını biliyoruz. Skinner aslında bugün destekli/takviyeli öğrenme dediğimiz, özellikle hayvanlarda gözlenen temel bir öğrenme türünü keşfetmiş ve sistematik olarak incelemişti. Bu yöntem robot tasarımlarında kısmen kullanılan yöntemlerden birisi haline geldi. Diğer yandan bilişsel bilimciler farklı öğrenme türlerini bilişsel psikoloji, dilbilim ve bilgisayar bilimleri çerçevesinde hem disiplinler özelinde hem de disiplinler arası yaklaşımlarla ele aldılar. Bu alt araştırma alanlarından birisi temel kavram ve kategorilerin öğrenilmesi oldu. Özellikle 1970’li yıllarda J. Bruner ve arkadaşlarının geliştirdiği teoriler öğrenilen kavramların (örneğin çocukların öğrendiği kedi kavramının) görülen tek tek örneklerin (tekil kedilerin) ortak özelliklerinin tespit edilmesi 25 ODTÜLÜ dosya ve kavramın soyut hale getirilmesi üzerine odaklanıyordu. O zaman objeler ve isimleri arasındaki ilişkilerin de bu soyutlama üzerinden belirlendiğini düşünebiliriz. Günümüzde yapay öğrenme yöntemleri, öğrenme biçimleri ile ilgili modeller öne sürmekte. Bilişsel bilimler alanında önümüzdeki yıllarda yapay öğrenme tabanlı bilgisayar modellerinin farklı öğrenme türlerini kapsayacak biçimde ilerleyeceğini öngörüyoruz. Yine de günümüzde yapay öğrenme modelleri ile günlük dildeki kullanımıyla “öğrenme”yi, yani doğal öğrenmeyi anlamak için uzun zamana ihtiyaç var. Öğrenmenin Sinirbilimsel Temelleri Öğrenmeye bağlı olarak beynimizde ne gibi değişimlerin gerçekleştiği, bu değişimlerin ne kadarına genetik ne kadarına çevresel faktörlerin etki ettiği değişik disiplinlerden pek çok araştırmacının ilgisini çeken aktif araştırma konularıdır. Beyin fizyolojisi hakkındaki mevcut bulgularımıza göre, ortalama 1.5 kg’lik kütleye sahip olan bu organ yaklaşık 160 milyar nöron ve glia hücresini barındırmaktadır (Azevedo vd., 2009). Nöronlar arası bağlantı sayıları da hesaba katıldığında karşımıza samanyolu galaksisinde yer alan yıldız miktarıyla kıyaslanabilecek karmaşıklıkta bir yapı çıkmaktadır. Bu biyolojik yapılar hayattaki deneyimlerimizi ve bu deneyimlerden öğrendiklerimizin idamesinde temel bir rol oynamaktadır. 26 Nörobiyoloji çalışmaları hücresel seviyede öğrenmenin etkisiyle nöronların birbirlerine kimyasal seviyede yaptıkları tesirin değişebildiğine işaret etmektedir. Nöronlar birbirlerinin aktifleşme döngülerine bir dizi elektrokimyasal tepkime sonucunda tesir etmektedir. Aktifleşen bir nöron çevresindeki astrosit ve glia gibi hücrelerin de yardımıyla kan dolaşımı yoluyla sağlanan oksijen ile glikozu yakarak açığa çıkan enerjiyi elektrokimyasal bir sinyale dönüştürür. Bu sinyal akson aracılığıyla iletilerek nöro-transmitter adı verilen taşıyıcı moleküllerin akson ucundaki sinapslar üzerinden komşu nöronlara doğru salgılanmasına neden olur. Bu durum, salgılanan taşıyıcı moleküllerin türüne ve miktarına bağlı olarak, komşu nöronların aktifleşme sıklığında bir artma veya azalma olmasına neden olur. Sinirsel ağ yapısı içerisinde bu tür etkileşimler komşuluklar üzerinden ilerleyerek makro seviyede sinirsel hareketler oluşturabilmektedir. Aktifleşme döngülerindeki tekrarlı dalgalanmalar zamanla komşu nöronların taşıyıcı moleküllere reaksiyon gösterme eşiğinin değişmesine, ve dolayısıyla iki nöronun arasındaki bağlantının güçlenmesine veya zayıflamasına neden olmaktadır. Deneysel çalışmalar uzun süreli güçlenme ve baskılama (long-term potentiation/depression) olarak adlandırılan bu sürecin, öğrenmeyle yakından ilişkisi olan kısa ve uzun süreli hafıza oluşumunda önemli bir role sahip olduğunu göstermiştir (Suzuki vd., 2011). Hücre seviyesindeki gözlemlere ek olarak tomografi, manyetik rezonans gibi görüntüleme teknikleri yaşayan beyin dokusunun daha geniş ölçekte görüntülenmesine imkan vermektedir. Bu teknolojiler sayesinde öğrenmeye bağlı olarak beyin dokusunda bazı yapısal değişimlerin gerçekleştiği gözlenmiştir. Örneğin Londra’da taksi şöförlüğü yapan kişilerin uzamsal hafızanın işlendiği hipokampus bölgesindeki hücre yoğunluğunun normal kişilere kıyasla daha fazla olduğu gözlenmiştir (Maguire vd., 2000). Benzer bir çalışmada üç ay boyunca düzenli olarak tetris oynayan bir grup deneğin gösterdiği davranışsal gelişime paralel olarak, uzamsal algının idame ettirildiği sağ-parietal korteks bölgesinde yeni BILIŞSEL BILIMLER VE SINIRBILIM ÇERÇEVESINDE ÖĞRENME sinirsel ağ yapıları geliştirdiği gözlenmiştir (Haier vd., 2009). Bu durum beynin maruz kaldığı deneyimlere bağlı olarak yeni sinir yapıları sentezleyebilen plastik bir doğası olduğuna işaret etmektedir. Nöron ağlarının aktifleşmesi sırasında açığa çıkan eletriksel hareketlerin ve kan dolaşımında gerçekleşen değişikliklerin izlenmesine imkan veren yöntemlerin MR gibi görüntüleme teknolojileriyle elde edilen görüntülerle birleştirilmesi sonucunda, beyin işlevlerinin gerçek zamanlı olarak izlenmesini mümkün hale gelmiştir. EEG/MEG gibi elektrofizyolojik yöntemler ile fMRI, NIRS ve PET gibi kan dolaşımındaki değişimleri izleyen yöntemler sayesinde belirli bilişsel süreçleri idame ettirirken beynin hangi bölgelerinde sistematik aktifleşmeler olduğu incelenebilmektedir. Bu çalışmalar bilişsel süreçlerin hangi beyin bölgeleriyle ağırlıklı olarak ilişkilendiğine ve bu bölgeler arasında nasıl bir işlevsel bağlanırlık olduğuna yönelik çıkarımların yapılmasını sağlamıştır. Beceri kazanımı ve uzmanlaşma süreçleri bu yöntemlerle izlendiğinde beyin bölgelerinde yapısal değişimlere ek olarak metabolik değişimlerin de gerçekleşmekte olduğu, beynin uzmanlaştığı işi zamanla daha az enerji kullanarak idame ettirmeye başladığı gözlenmiştir (Ayaz vd., 2012; Haier vd., 2009). Özetle, mevcut çalışmalar öğrenme sırasında kendi içyapısını, henüz boyutlarını tam olarak anlamadığımız sınırlar içerisinde değiştirerek optimize edebilen plastik bir sinir sistemine sahip olduğumuza işaret etmektedir. Ancak hücresel seviyede gerçekleşen hareketlerle bilinç, duygu, düşünme gibi üst seviye psikolojik süreçler arasındaki ilişkinin doğası halen gizemini korumaktadır. Aradaki bu boşluğun doldurulmasında nöro-görüntülemeye ek olarak bilişsel modelleme paradigmalarının da önemli bir rol oynaması beklenebilir. Sinir ağlarının bahsedilen özelliklerini sayısal modellere dönüştüren yapay sinir ağları gibi modelleme yaklaşımları, bilgi teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak daha kapsamlı bilişsel modellerin oluşturulmasına imkan tanımaktadır. Derin yapay sinir ağları ve makina öğrenme algoritmalarıyla insan beyninin sergilediği nesne tanıma, kavram öğrenme gibi davranışlara benzer sonuçların elde edilebilmiş olması yakın gelecekte beynin işleyişi hakkında daha kapsamlı bilgilere ulaşacağımız konusunda bizleri umutlandırmaktadır. Kaynaklar Ayaz, H., Shewokis, P. A., Bunce, S., Izzetoglu, K., Willems, B., & Onaral, B. (2012). Optical brain monitoring for operator training and mental workload assessment. Neuroimage, 59(1), 36-47. Azevedo, F. A., Carvalho, L. R., Grinberg, L. T., Farfel, J. M., Ferretti, R. E., Leite, R. E., ... & Herculano Houzel, S. (2009). Equal numbers of neuronal and nonneuronal cells make the human brain an isometrically scaled up primate brain. Journal of Comparative Neurology, 513(5), 532-541. Bélanger, M., Allaman, I., & Magistretti, P. J. (2011). Brain energy metabolism: focus on astrocyteneuron metabolic cooperation. Cell metabolism, 14(6), 724-738. Chomsky, A. N. (1957). A Review of BF Skinner’s Verbal Behavior. Language, 35, 26-58. Haier, R. J., Karama, S., Leyba, L., & Jung, R. E. (2009). MRI assessment of cortical thickness and functional activity changes in adolescent girls following three months of practice on a visualspatial task. BMC research notes, 2(1), 174. Maguire, E. A., Gadian, D. G., Johnsrude, I. S., Good, C. D., Ashburner, J., Frackowiak, R. S., & Frith, C. D. (2000). Navigation-related structural change in the hippocampi of taxi drivers. Proceedings of the National Academy of Sciences, 97(8), 4398-4403. Skinner, B. F. (1953). Science and Human Behavior, Simon and Schuster. Suzuki, A., Stern, S. A., Bozdagi, O., Huntley, G. W., Walker, R. H., Magistretti, P. J., & Alberini, C. M. (2011). Astrocyte-neuron lactate transport is required for long-term memory formation. Cell, 144(5), 810-823. Tenenbaum, J. (2009). Machine Learning and Cognitive Science. MIT Department of Brain and Cognitive Sciences CSAIL. Machine Learning Summer School sunumu, MLSS 2009 – Cambridge, UK. SAYI 54 27 ODTÜLÜ dosya Hem Erken Hem Doğru! Okul öncesi eğitim kurumları, iç ve dış mekân eğitim ortamları, materyaller, öğretmenin profesyonel gelişimi, aile-okul iletişimleri ve özellikle uygulanan eğitim programları açısından yeterli donanıma sahip olmalıdır. X Yazı YRD. DOÇ. DR. REFIKA OLGAN ODTÜ Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü 28 Erken çocukluk dönemi doğumdan başlayarak ilk sekiz yılı kapsayan dönem olarak tanımlanır. Bu dönemde toplumdaki farklı paydaşların (öğretmenler, aileler, çocuklar, sağlık çalışanları, Sivil Toplum Kuruluşları vb.) işbirliği içerisinde çalışması ve çocukların sağlıklı gelişimini desteklemesi önemlidir. Doğumdan itibaren çocuklar çevrelerini inceleyerek, aile bireyleri ve diğer kişilerle etkileşimde bulunarak kendi öğrenmelerini yapılandırırlar. Bu süreçte çocuklara farklı öğrenme ve araştırma fırsatlarının sunulmasıyla birlikte tüm gelişim alanlarının desteklenmesi önemlidir. Araştırmalar çocukların fiziksel, bilişsel, dil ve sosyal gelişimlerinin sahip oldukları genetik yapı ve temel ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra aile içindeki bireylerin etkileşiminden, ailenin ebeveynlik stillerinden, kültürel değerlerinden ve ekonomik seviyelerinden etkilendiğini ortaya koymaktadır. Ancak, her aile eşit sosyal olanaklara, ekonomik gelire ve çocuk yetiştirme tarzına sahip olmadığından, küçük çocukların gelişimi yukarıda HEM ERKEN HEM DOĞRU! bahsedilen etmenler dışında erken çocukluk eğitimi kurumlarındaki (kreşler, anaokulları, anasınıfları) deneyimlerinden de büyük oranda etkilenir. Bu nedenle, bu kurumlarda sunulan öğrenme fırsatlarının sosyal ve ekonomik olarak topluma olan faydasının yanı sıra uzun vadede çocuğun sahip olduğu olumsuz koşulların sonuçlarının azaltılması açısından da önemli rol oynar. Dünya çapında nitelikli erken çocukluk eğitimi hizmetlerinin çocuğun gelişimine olan olumlu katkıları çeşitli araştırma ve programlarla ortaya konmuştur (Head-Start, High/Scope Perry Projesi). Bu nedenle, okul öncesi eğitim kurumları iç ve dış mekân eğitim ortamları, materyaller, öğretmenin profesyonel gelişimi, aile-okul iletişimleri ve özellikle uygulanan eğitim programları açısından yeterli donanıma sahip olmalıdır. Bu kurumların eğitim programlarını çocukların gelişimsel düzeylerine uygun olarak ve bireysel farklılıklarını göz önüne alarak yapılandırmasının yanında, çocuğun mevcut bilgilerini destekleyici ve geliştirici, aktif katılımlarının desteklendiği okul içi ve dışı öğrenme fırsatlarını da sunması önemlidir. Amerikan Çocuk Eğitimi Ulusal Birliği (NAEYC) ailelere okul öncesi kurumu seçiminde rehber olması amacıyla bazı öneriler sunmuştur. Bu doğrultuda iyi bir okul öncesi kurumunda çocuklar: • Zamanlarının çoğunu materyallerle veya diğer çocuklarla oynayarak geçirirler. Amaçsız bir şekilde zaman geçirmeleri ve uzun süreler sessiz bir şekilde oturmaları istenmez. • Gün içerisinde farklı türde etkinlikler yaparlar. Çocuklar gruplar halinde farklı materyal ve oyuncaklar (tahta/sünger bloklar, resimli kitaplar, pazıllar, boya ve diğer sanat malzemeleri, masa başı ve eşleştirme oyunları, vb.) kullanarak bireysel, küçük ve büyük grup etkinliklerine katılırlar. • Uygulanan program çocukların farklı etnik geçmişlerini ve deneyimlerini göz önünde bulundurur ve aynı şeyleri aynı zamanda ve aynı yollarla öğrenmediklerini dikkate alarak uygulanır. Ayrıca, öğretmenler fazladan yardıma ihtiyacı olan veya üstün yetenekli çocuklar için programda ve etkinliklerde uyarlamalar yapar. • Okul-aile işbirliği ve iletişimi sağlıklı bir şekilde sağlanır. Öğretmenler ve okul yöneticileri ailelerin çocuğun eğitiminde en önemli paydaşlardan biri olduğunu bilir ve katılımlarını destekler. • Sınıf öğretmeni eğitici etkinlikleri sürekli tüm sınıfın aynı anda katılacağı büyük grup etkinlikleri olarak değil, çocukların ilgi, istek, gelişim düzeyleri ve desteklenmesi gereken yönlerini gözeterek küçük grup ve/veya bireysel etkinlikler olarak planlar. • Çocuklar görüş ve düşüncelerini özgürce dile getirebilirler. • Sınıf ortamı çocukların yaptığı orijinal sanat etkinlikleri ile dekore edilmiştir. • Çocuklar canlı-cansız varlıkları, sayıları ve günlük yaşamla ilgili kural ve uygulamaları onların düzeyine indirgenmiş ve aktif katılımlarının sağlandığı etkinliklerle öğrenirler. • Çocuklar projeler hazırlayarak, araştırarak, sorgulayarak ve uygulayarak öğrenirler. • Her gün mutlaka günün bir kısmını dış mekânlarda, oyun parklarında ve doğal alanlarda oyun oynayarak ve doğayı gözlemleyerek zaman geçirirler. SAYI 54 29 ODTÜLÜ dosya X Yazı PROF. DR. İPEK GÜRKAYNAK Gürkaynak Yurttaşlık Enstitüsü ODTÜ PSY ’68 Bir Entelektüel Olarak Öğretmen Öğretmen, öğrenciyi dönüştürücü kişi. Sınıfta da, sınıf dışında da. Ama önce kendisini dönüştürecek… 30 BIR ENTELEKTÜEL OLARAK ÖĞRETMEN Kısıtlar, öğretmenlerin entelektüel olarak gelişmelerini, hayata ve mesleklerine farklı bakış açılarıyla bakma ve eleştirel düşünme yetisi kazanmalarını zora sokmaktadır. B ir zamanlar, öğretmenin entelektüel gelişimini desteklemek üzere planlanmış -çeşitli nedenlerle uygulanmasına geçilemeyen- bir girişimin parçası olmuştum. Neden entelektüel gelişim üzerinde durma gereksinmesi duymuştuk? Zira biliyorduk ki, (a) öğrenme ve öğretme entelektüel işlemlerdir ve işe yarayan öğretme ve öğrenme, öğretenden de öğrenenden de “entelektüel terleme” bekler, (b) ne öğretmen yetiştiren kurumlar ne de MEB kaynaklı hizmet içi eğitimler öğretmeni entelektüel açıdan donandırır; ufuk açıcıdır, dünyayı daha iyi kavramayı sağlar, (c) zaman zaman sunulan, çok iyi kotarılmış ama ücretli programlara da, konser, opera vb. sanatsal etkinliklere de öğretmenler, maddi olanaksızlık nedeniyle yönelememektedir; oysa, kültür sanatın her alanındaki gelişme hem kişiliklerine hem öğretmenliklerine yansıyacaktır, (d) öğretmen, hem okul içinde hem okul dışında yalnızdır: Öğretmenler arası bir uygulayıcılar topluluğu yaratılamamış olduğu gibi, öğretmenin, farklı bakış açıları taşıyan, farklı ilgi alanlarına sahip kişilerle kaliteli ve dönüştürücü birliktelik olanakları sınırlıdır. Yine biliyorduk ki, bu kısıtlar, öğretmenlerin entelektüel olarak gelişmelerini, hayata ve mesleklerine farklı bakış açılarıyla bakma ve eleştirel düşünme yetisi kazanmalarını zora sokmaktadır; bu da, öğrenci yetiştirme sürecinin de yetişen öğrencilerin de kalitesini etkileyecektir. SAYI 54 31 ODTÜLÜ dosya Gerçekten de, öğretmen uygulamacıdır, bilim insanıdır, yansıtıcıdır, eylemci-savunucudur. Uygulamacıdır çünkü aktarıcı değil, bakış açısı oluşturucu rol üstlenir (ya da üstlenmelidir). Yansıtıcıdır çünkü öğretmenliğini sürekli gözden geçirir; “ne yaptım, nasıl yaptım, yaptıklarımın hangileri bir işe yaradı?” sorularını sorar. Eylemci-savunucudur çünkü yansıtma sırasında eksikleri, hataları görür; kendisinin, öğrencinin, sınıfın, okulun, toplumun dönüşümüne yol açabilir. O halde, öğretmenin öğrencisiyle bir eğitici olarak paylaşabileceği en güzel şey, kendi öğrenme yetisi ve entelektüel birikimidir. Öğretmen eğitim ve pedagoji üzerinde düşünüyor mu? Öğrenciyle doğrudan temas halinde olan öğretmenin donanımının (özel alanı konusundaki bilgisinden öğretmenlik niteliklerine, öğrenciye yönelik tutumuna, çağcıl dünyanın insanı olarak taşıdığı kültür sanat formasyonuna ve birikimine dek her türlü donanımının) yaşamsal bir önem taşıma nedenlerini burada bir kez daha yinelemeye gerek yok. Şu kadarını vurgulayayım: Çocuklarımızda ve gençlerimizde daha zengin bir dünya görüşü ve eleştirel düşünme yetisi yaratılmasına önemli katkı yapmasını, onlara düşünme ve eylem becerileri edindirmesini beklediğimiz insanlar, öğretmenler. Öğretmenin bunu başarabilmesinde, zengin disiplinlerarası bilgi paylaşımı, açık, esnek, çok katmanlı ve çağcıl bir yapı önemli; güncel ve toplumsal sorunlar konusunda bilgi ve duyarlılık geliştirmeye yönelik stratejiler önemli; modern pedagojik yöntemleri ve çağdaş dünyadaki gelişmeleri bilmek önemli; sosyal bilimlerden ve fen bilimlerinden çeşitli alanlar önemli; öğretmenin demokratik yurttaş profilini, onun gerektirdiği bir dizi ana niteliği (ki aralarında siyasal ve hukuksal okur-yazarlık, etik anlayış, dili çözümleyebilme ve kullanabilme, sorun çözme-uzlaşma-barış kültürü, karar verme ve verilen kararlara uyma sayılabilir) taşıması önemli; öğrencinin sesinin duyulması önemli; öğrencinin bu sesi çıkarabilmesi için ortamın yaratılmış olması, görünür görünmez kurumsal yapıların özgür demokratik tartışmayı olanaksız kılmıyor olması önemli. Dahası, öğrencinin, karmaşık gerçek dünya, gerçek yaşam sorunlarına entelektüel olarak yönelmeyi öğrenmiş olması gerek ki bu, toplumsal konuların sınıf içinde ve dışında tartışılmasının olağanlaştırılmasıyla yakından ilintili. Okulların içindeki ve etrafındaki görünmez duvarlar alaşağı edilip çocukların ve gençlerin hem okullarının yönetiminde hem de komşu çevrenin toplumsal meselelerine bakmakta yer almaları, gözlemlerini ve deneyimlerini paylaşmaları, onları siyasal okuryazar kılmakta da toplumsal duyarlılıklarını geliştirmekte de eleştirel düşünmelerini tetiklemekte de paha biçilmez olanaklar yaratacaktır. Okul dışına çıkarılmış olan kültürel mekân ve etkinlikleri çoğaltmak gerekiyor. Bunun hedef kitlesi olmaya en yatkın meslek sahipleri de öğretmenler ve öğrencilerdir. Yukarıdakileri yapıp edebilen bireylerin ortaya çıkışında (ya da çıkmayışında) eğitimin tüm bileşenlerinin ama özellikle de öğretmen entelektüel düzeyinin, donanımının, kalitesinin etkisi büyük. Öğretmen kaliteli entelektüel çalışmanın ne olduğu, ne olması gerektiği konusunda vizyon/görüş sahibi olacak ki, öğrencisinden kaliteli entelektüel öğrenme bekleyebilsin, bunun olmasına katkı yapabilsin. Özetle, yukarıda anlatılanları öğrencide -yani yetişmekte olanda- görebilmek için, öncelikle öğretmende -yani öğrencinin yetişmesinde rol alanda- görebilmek gerek. 32 BIR ENTELEKTÜEL OLARAK ÖĞRETMEN Öğretmenin (ve öğretimin) kalitesi/niteliği ile öğrenci öğrenmesi arasında ciddi bir işlevsel bağ olduğunu, bunun ilköğretim, ortaöğretim ve üniversite düzeylerinin tümü için geçerli olduğunu, çok çeşitli araştırma sonuçlarından biliyoruz. Öğrenciye ilgi gösterme/önem atfetme, ulaşılır olma, ilgilenme/umursama, geribildirim verme, öğrenme için uygun fiziksel-duygusal ortamı yaratma, öğrencinin seçme ve bağımsızlık istemine duyarlılık, uygun öğretim ve değerlendirme yöntemlerini bilme vb. olguların hepsi öğrenci edinimi ile doğrudan ilişkili. Öğrencinin edinimi de, onu eğiten kişinin entelektüel donanımı ile... Entelektüel birikimi sağlam olan öğretmen, yerel, ulusal, evrensel toplumsal siyasal konuları hemen “hassas konu” diye yaftalayan steril eğitimden yana olmayacak, bu karmaşık konuları sınıfta ya da dışarıda öğrencisiyle tartıştırmaktan korkmayacak, bunu yapabilecek yöntemlere, tekniklere ve zihinsel donanıma sahip olacak, öğrencilerinin fikirlerini yargılamayarak onları tartışmaya katılmaya özendirecek; pat diye sonuca ulaşan ya da ulaştığını sanan öğrencisinin yaptığını fark edip kendisini, uslamlamanın adımlarını atmadığı için uyarabilecek; bu tartışmalar sırasında açık uçlu sorular sorarak öğrencilerini düşündürmeyi; farklı bakış açılarını dinleyip anlamalarını, uslamlamalarını ve düşüncede tutarlı olmalarını özendirmeyi, kapalı noktaların açıklığa kavuşturulmasına, ahlaki yargılar oluşturulmasına yardım etmeyi önemseyecek ve başaracak. İşte, yaratıcı, entelektüel yapıyı destekleyecek programlar düşlemek ve geliştirmek burada devreye giriyor. Güncel siyasal ve toplumsal/kültürel/sanatsal konularda bilgilenen, düşünen, deneyim kazanan, entelektüel donanımını pekiştiren, yeni fikirler, oluşumlar üzerinde düşünmeye başlayan, muhakeme gücünü ve güzel duyusunu geliştiren öğretmen, bir yandan yeni kazandığı donanımı çeşitli doğrudan ya da dolaylı yollarla öğrenciye yansıtacak ve bir yandan da onun merakının törpülenmemesi, tam tersine, yeni öğrenmedüşünme-deneyim kazanma olanakları edinmesi konusunda duyarlılaşacaktır. Öğretmenin hiç Entelektüel gelişim öğretmenin uyanmasını –ve uyanık kalmasınısağlayacak, onu, insan ve birey olarak geliştirecek, öğrenene model olma işlevine katkı yapacaktır. ağzından düşürmediği “yaparak yaşayarak öğrenme” olanağı –hem de yamama ve yüzeysel olmayarak- işte artık kendi kapısındadır. Önemsenmiş, güçlenmiş olan öğretmen, mentorluk edebilir, edinimini meslektaşlarıyla paylaşabilir, tüm çevresine yansıtabilir. Entelektüel gelişim öğretmenin uyanmasını –ve uyanık kalmasını- sağlayacak, onu, insan ve birey olarak geliştirecek, öğrenene model olma işlevine katkı yapacaktır. Dahası, öğrenilecek ne kadar çok şey olduğunu keşfettikçe, iyi bir öğretmenin, eleştirel gözle kendi birikimini ve öğretmenliğini, ve giderek içinde yaşadığı ve öğretmenlik yaptığı toplumu sorgulamaması düşünülemez. Bunun da hem eğitim hem insan olma bağlamında istendik olduğunu unutmamak gerek. Öğretmenin entelektüelliği konusunda bence önemli olan birkaç soruyla bitireyim: Öğretmen üst düzey düşünme becerilerine sahip mi, sınıf içinde ve dışında uslamlama, kuramsal tartışma vb. alışkanlığı, “yapabilirliği” var mı, ki öğrencisine bu yolda aydınlanma ve deneyim edinmenin yolunu açabilsin, öğrenci ediminin entelektüel boyutunu değerlendirebilsin? Öğretmen eğitim ve pedagoji üzerinde düşünüyor mu? Öğretmen kendisini bir entelektüel olarak görüyor mu? (yoksa bunu duysa, “estağfurullah” mı diyecek ya da sözcükten tüyleri diken diken olup entel dantel takımından addolunduğu için kalbi mi kırılacak) SAYI 54 33 ODTÜLÜ söyleşi Hem Hayatın İçinde Hem Hayat için Öğrettik Prof. Dr. Feyzi Öz yaşamını eğitime adamış bir isim. 16 yılı yurtdışındaki üniversitelerde olmak üzere 40 yılı aşkın zamandır pek çok üniversitenin Eğitim Fakültesi’nde görev alan Feyzi Öz anlattı, biz dinledik... Hocam isterseniz en baştan başlayalım, sizin eğitim maratonunuz nerede başladı? Lisans öğrenimime Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde başladım. Ankara’daki neredeyse bütün üniversitelerde hocalık yaptım. Çok uzun yıllar ODTÜ’de hocalık yaptım. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne geçtim. Oradan sonra ise 16 yıl kadar yurt dışındaki üniversitelerde asistanlıktan rektörlüğe kadar pek çok pozisyonda görev aldım. Türkiye’ye döndüğümde Vakıf Üniversiteleri’nde hocalık yaptım. Daha sonra da Cumhurbaşkanlığı’nda eğitim danışmanı olarak görev aldım. Pek çok okuma yazma seferberliğinde görev aldınız, o dönemleri nasıl hatırlıyorsunuz? 16 yıl dünyadaki pek çok ülkede çalıştım. Avrupa Konseyi’nin ve UNESCO’nun ve Türkiye’nin temsilcisi olarak görev aldım. Endonezya’dan başlayarak tüm Türki ülkeleri, Balkan ülkeleri, Avrupa ülkelerine, Kanada’ya kadar görev icabı her yerde bulundum. Unesco’nun Eğitim Bölümü’nde Türkiye temsilcisiydim. Türk halkının eğitime ve öğretime olan ilgisini başka hiçbir yerde görmedim. Türkiye’de ilk okuma seferberliği, Atatürk döneminde gerçekleşti. Ardından üç seferberlik daha oldu. Okuma-yazma seferberliğinde sadece sivil okullara değil askeri okullara da okuma yazma eğitimi götürdük. Askeriyede “Ali Okulu” derlerdi. Onun sebebi de okumayı ilk öğrenirken “Ali okula gitti” gibi kalıplar yazılır, ismi oradan geliyor. Okuma-yazma okullarında ve askeri 34 HEM HAYATIN İÇINDE HEM HAYAT IÇIN ÖĞRETTIK birliklerde eşzamanlı olarak 14 yıl çalıştım. Okumayazma okullarını kurduk, ardından geliştirdik. Cumhuriyet ilk kurulduğunda okuma-yazma oranı dörttü. Atatürk’le birlikte bu oran yüzde 20’ye ulaştı. Benim çalışma dönemimde ise bu rakam yüzde 94’e yükseldi. Biz bilimsel bir çalışma yaptık. Adım adım bütün Türkiye’yi dolaştık. Türkiye’deki okuma yazma oranının Avrupa’ya göre az olduğunu görüyoruz. Sizce bunun sebebi nedir? Türkiye’de okuma-yazma adına çok güzel atılımlar oldu fakat o atılımları devam ettiremedik. Bizim yaptığımız çalışmalar devam etseydi bu oran çok çok yükselir, Avrupa oranlarına ulaşırdı. Bizim alfebemiz kolay, çabuk öğreniliyor. Hocam siz meslek hayatınız boyunca esas olarak eğitimci yetiştirdiniz. Zihninizde nasıl bir eğitimci yetiştirme hedefi vardı? Bana göre bir eğitimcinin temel kültür alması, eğitimi sevmesi, gönül vermesi, eğitimle meşgul olmaktan mutluluk duyması gerekiyor. Eğitimci adayı öğrencilerime bunları aşılamaya çalıştım. Eskiden bu bir devlet politikasıydı değil mi? Çok doğru söylüyorsunuz. Bir eğitim politikası vardı. Eğitim politikası Atatürk zamanında vardı, bizim zamanımızda da devam etti. Aslında doğru ekipler kurulunca çok fazla insana ulaşılmak mümkün oluyor. Çünkü bizim halk kadar öğrenmeye meraklı bir halk görmedim. Bu merak karşısında ne gibi çalışmalar yapıldı? Öyle bir projemiz oldu, halkın hangi kelimelerle konuştuğunu tespit ettik. Ardından bu kelimelerle 40 tane halk kitabı yazıldı. Tanınmış isimler kaleme aldı bu kitapları, Fakir Baykurt, Şükrü Kayalar gibi değerli yazarlar... Ben de birkaç tane kitap kaleme aldım. Bu kitapları yapmadan önce detaylı bir araştırma yapmıştık. Örneğin halk tavukları nasıl yetiştireceğine dair kitaplar okuyordu. Hocam yaşama dahil olan bir eğitim anlayışını benimsemişsiniz... Hem hayatın içinde hem hayat için öğretmeyi benimsedik. Okuma-yazma öğrenince buğday nasıl Türkiye’de okuma-yazma adına çok güzel atılımlar oldu fakat o atılımları devam ettiremedik. yetiştirilir, daha çok verim nasıl alınır, hayvan nasıl yetiştirilir tüm bunları öğrenmiş oldular. Bu öğrenmeyi de kolaylaştıran bir yöntem olmalı... Hayat içinde öğretince çok motive oluyor insanlar. Biz bu yönteme “fonksiyonel/ işlevsel” öğrenme diyoruz. Biz bunların sonuçlarını bire bir aldık. Örneğin Kars’ta daha çok ve daha verimli hayvan yetişmeye başladı. Hayvanlar daha çok süt vermeye başladı. ODTÜ’de geçirdiğiniz yılları nasıl hatırlıyorsunuz? ODTÜ Türkiye’nin o zaman da şimdi de gözbebeği olan bir üniversite. Çağdaş normlara göre işler iyi yürüyor. O zamanlar ODTÜ’de Amerikalı, yabancı üniversitelerden hocalar vardı, yararlı bilgi verme metotlarını uyguluyorlardı. Bizim Türk hocalarla kaynaşmışlardı, uyum içerisinde çalışıyorlardı. Hocam oranın metotlarıyla buranın metotlarını karşılaştırdığınızda ne gördünüz? Burada hocalar daha çok anlatıyor, orada hocanın anlatmasından ziyade kitaplar veriliyor ve öğrencinin okuması, kavraması bekleniyor. Katılımcı eğitim Türkiye’de çok az vardı, ODTÜ bu konuda daha ilerideydi. ODTÜ, Boğaziçi ve Bilkent bu üç üniversitenin katılımcı eğitim modelini benimsediğini düşünüyorum. Bir dönem Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in danışmanlığını yaptığınızı biliyoruz. O dönemi nasıl hatırlıyorsunuz? O dönemde Ahmet Necdet Sezer ve eşi ile çok güzel bir proje gerçekleştirdik. Eşi Semra Hanım da öğretmen zaten. Yine bir okuma yazma seferberliği gerçekleştirdik, o projede de benim kitaplarım okutuldu. Benim için keyifli bir dönemdi. SAYI 54 35 ODTÜLÜ dosya ÇOCUĞUN İYI OLMA HALI YAKLAŞIMI ÇERÇEVESINDE X Yazı DOÇ. DR. PINAR UYAN SEMERCI Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü BAŞAK EKİM AKKAN Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu Sosyal Refah Alanı Olarak Okul Okulu çocukların farklı ihtiyaçlarına cevap verecek bir sosyal refah alanı olarak da görmek mümkündür. Okul, çocukları ailelerinin sosyo-ekonomik durumlarından bağımsız olarak toplumsal içermeye katkıda bulunacak, fırsat eşitliğini sağlayacak bir eğitim modeline sahip olmalıdır. E 1 UYAN SEMERCİ, P. vd., Eşitsiz Bir Toplumda Çocukluk: Çocuğun “İyi Olma Hali”ni Anlamak, İstanbul Örneği İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012. UNICEF 2013 Türkiye Çocuk Yoksulluğu ve Çocuğun İyi Olma Hali Raporu, http://www. unicef.org.tr/files/bilgimerkezi/ doc/cocukrefahbelgesi-tr.pdf UNICEF 2014 Türkiye Çocuğun Gözünden Çocuğun İyi Olma Hali Alanları ve Endikatörleri Tespiti ve Değerlendirmesi, http://www.unicef.org. tr/bilgimerkezidetay. aspx?id=10164 36 ğitim, bir toplumda eşitsizlikler ile mücadele etmenin en güçlü araçlarından biridir. Bu açıdan da okulun sosyal olarak içerici bir kurum olması ve çocuğun sosyoekonomik durumunu dezavantajlı olmaktan çıkaracak bir donanıma sahip olması temel bir eşitlik politikası olarak düşünülmelidir. Oysa, ne yazık ki şu an Türkiye’de var olan eğitim sistemimiz eşitsizlikleri azaltmak yerine, yeniden üreten ve nesilden nesile aktaran bir yapı içindedir. Bu yüzden de özellikle yoksulluk ve yoksunluğun egemen olduğu bölge, il, ilçelerde okullar sosyal refah alanı olarak düşünülmeli ve kurgulanmalıdır. Bu yazı, 2008 yılından beri özellikle çocukların iyi olma hali çerçevesinde yaptığımız çeşitli araştırmalar ve bu araştırmaların sonuçlarının yer aldığı raporlarda sosyal refah alanı olarak okulları ele aldığımız bölümlerin çok kısa bir derlemesini içermektedir1. Çocuğun İyi Olma Hali Çocuğun iyi olma hali (childwell-being) yaklaşımı sağlık, maddi durum, eğitim, ev ve çevre koşulları, ilişkiler gibi farklı alanlarda çocuğun “iyi” olmasını hedefleyerek, çocuğun refahına ve gelişmesine bütünsel olarak yaklaşır. Bu farklı alanlar altında takip edilmesi ve geliştirilmesi gereken göstergelerin belirlenmesi yardımıyla çocuğun yapabilirliklerini arttırmayı hedefler. Çocuğun iyi olma hali yaklaşımı, yoksulluğun ve yoksunluğun sadece gelir eksikliği olmadığını vurgularken; tüm tarafları eşitlik, katılım gibi konuları irdelemeye ve çocukların yapabilirliklerini artırmak üzere onlara sunulan mevcut toplumsal kaynakların eleştirel bir değerlendirmesini yapmaya yönlendirmektedir. Çocukları nasıl SOSYAL REFAH ALANI OLARAK OKUL sosyal ilişkilerinden bağımsız olarak düşünemiyorsak, yaşadıkları ortamlardan ve mekânlardan bağımsız olarak da düşünemeyiz. Aile, okul ve yaşanan mahalle, çocukların iyi olma halini belirleyen ekonomik ve sosyal bağlamı oluşturur. Diğer yandan geçen 20 yıl içinde ortaya çıkan çocuk gelişimi literatürü göstermektedir ki; yoksulluk durumu ve sahip olunan diğer dezavantajlar çocukların yaşamlarındaki izlerini erken yıllarda göstermeye başlamaktadır. Bu nedenle de etkili müdahale yöntemleri erken yaşlarda uygulandığında başarılı olmaktadır. Eğitim ve Eşitsizlikler Eğitim, çocukların sadece bugün içinde bulundukları iyi olma durumunu değil, gelecekteki yaşam kalitelerini de belirleyen temel alanlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira yoksulluk ve buna bağlı olarak ortaya çıkan toplumsal dışlanmanın yarattığı olumsuz etkilerin çocukların eğitime katılımlarını ve eğitim başarılarını, daha genel bir ifadeyle eğitimden yararlanma ve sonuç alma durumlarını belirlediği bilinmektedir (Bkz. ERG, 2008 Eğitim İzleme Raporu). Eğitim sistemi fırsat eşitsizliğine bağlı olarak, toplumda sosyal hareketliliği sağlayabilen bir yapıya sahip değildir. Sosyoekonomik durum, Türkiye’de eğitimsel kazanımın başlıca belirleyicilerinden biridir.2 Eğitimi konu alan farklı raporlarda eğitim alanındaki eşitsizliklere vurgu yapılmaktadır.3 TEPAV raporuna göre, eğitimin kalitesi ile ebeveynlerin gelir düzeyi arasındaki ilişkiye bakıldığında Türkiye’deki eğitim SAYI 54 2 OECD (2010) PISA 2009 Results: Overcoming Social Background – Equity in Learning Opportunities and Outcomes – Volume II. Paris: OECD Publications. 3 ASLANKURT, B. (2013) “Eğitimde Kuşaklararası Hareketlilik: Fırsat Eşitliğinde Türkiye Nerede”, TEPAV Değerlendirme Notu, No. 201302. Ankara.; CANDAŞ, A. vd. (2011) Devlet İlköğretim Okullarında Ücretsiz Öğle Yemeği Sağlamak Mümkün mü? İstanbul: Açık Toplum Vakfı.; EĞİTİM REFORMU GİRİŞİMİ (ERG) (2011) PISA 2009 Sonuçlarına İlişkin Değerlendirme. Istanbul: ERG. 37 ODTÜLÜ dosya Dezavantajlı çocukların gittikleri okullarda uygulanacak ücretsiz öğle yemeği programı, sosyal politika açısından öncelikli hale getirilebilir. Bu tip programlar, çocukların ihtiyaçlarına göre çeşitlendirilebilir. sistemi “düşük kalite - yüksek eşitsizlik olarak tanımlanmaktadır. Candaş vd. ( 2011) raporuna göre ailelerin sosyo-ekonomik koşulları çocuğun nasıl bir devlet okuluna gideceğini belirlemektedir. Burada vurgulanan husus yalnızca özel ve devlet okulları arasındaki uçurumdan bahsedilmediği, aynı zamanda çocuklara eşit imkânları sağlaması beklenen devlet okulları arasında gittikçe büyüyen uçurumun olduğudur. Başarılı eğitim sistemleri öğrencilerin ailesinin sosyoekonomik durumundan bağımsız olarak her öğrenciye eşit standartlarda eğitim fırsatı sunan sistemlerdir. OECD ülkelerinin büyük bir kısmı sosyo-ekonomik göstergeleri düşük olan okullara kaynak aktarımı açısından pozitif ayrımcılık uygularken (daha fazla öğretmen göndermek gibi) Türkiye’de bunun bir politika önceliği olmadığının altının çizilmesi gerekir. Oysa ki daha iyi şartlara sahip okullar daha başarılı çocuklar yaratmaktadır. 38 Sosyal Refah Alanı Olarak Okul Bu bağlamda okulu çocukların farklı ihtiyaçlarına cevap verecek bir sosyal refah alanı olarak da görmek mümkündür. Okul, çocukları ailelerinin sosyo-ekonomik durumlarından bağımsız olarak toplumsal içermeye katkıda bulunacak, fırsat eşitliğini sağlayacak bir eğitim modeline sahip olmalıdır. Dezavantajlı çocukların gittikleri okullar, çocukların farklı ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde daha donanımlı hale getirilmelidir. Böylece okul ailenin sosyo-ekonomik yapısından kaynaklanan eşitsizliği bertaraf edebilecek bir sosyal kurum rolünü üstlenebilir. Dezavantajlı okullara iyi öğretmenleri çekmek ve bu okullarda kalıcı kılmak için öğretmenlere belli teşvikler (maaş, kariyer gibi) tanınmalıdır. Bu okullarda öğretmen sayıları artırılmalıdır. Öğretmen başına düşen çocuk sayısı düşürülerek öğretmenlerin çocuklar ile daha yakından ilgilenmeleri sağlanmalıdır. Dezavantajlı ailelerden ve hatta mahallelerden gelen çocuklar için okulun gerek çalışma SOSYAL REFAH ALANI OLARAK OKUL ortamı gerekse faaliyetleri ekstra önem taşır. Çocukların çalışma ve sosyalleşme düzenini okulun imkanlarından yararlanarak kurması önemlidir. Daha fazla öğretmen olan bir okulda çocuklara, okul sonrası programların sayılarının ve çeşitliliğinin arttırılması gibi birçok program uygulamaya konabilir. Bu çok donanımlı okul yaklaşımı, çocukların farklı alanlardaki yapabilirliklerini ortaya çıkarmak açısından da son derece önemlidir. Dezavantajlı çocukların gittikleri okullarda çocukların ihtiyaçlarına cevap verebilecek rehberlik hizmetlerinin önemi de vurgulanması gereken diğer bir noktadır. Bu okullarda rehberlik hizmetlerine öncelik verilerek, rehber öğretmenlerin sayılarının arttırılması ve belli rehberlik standartları koyulması önemlidir. Dezavantajlı çocukların gittikleri okullarda çocukların ihtiyaçlarını farklı şekillerde giderecek sosyal programların uygulanması da öncelikli hale getirilebilir. Buna bir örnek, okullarda ücretsiz öğle yemeği programıdır4. Çalışmalar gösteriyor ki, çocukların okul başarıları aldıkları besin değerleri ile ilişkilidir. Çocukların okul ortamı içerisinde doğru besin alımlarının takviye edilmesinin çocukların okul ile kurdukları olumlu ilişkiye katkısının olduğu tespit edilmiştir. Öncelikle konsantrasyon düzeylerini arttırması ve uzun vadede de bilişsel kapasitelerine olumlu etkisi belirtilmesi gereken iki noktadır. Dezavantajlı çocukların gittikleri okullarda uygulanacak ücretsiz öğle yemeği programı sosyal politika açısından öncelikli hale getirilebilir. Bu tip programlar, çocukların ihtiyaçlarına göre çeşitlendirilebilir. Bir diğer örnek, okul gezileridir. Tüm çocukların katılmak istedikleri ama finansal sebepler ile katılmadıkları bir okul aktivitesi olarak okul gezileri ücretsiz şekilde dezavantajlı bölgelerde planlanabilir. Birçok çocuğun maddi sebeplerle mahalle dışına dahi çıkamadığı da bir gerçektir ve dezavantajlı bölgelerdeki okullara çocukların okul gezilerine ücretsiz katılmalarını sağlayacak bir mekanizma oluşturulabilir. Okulların çocuklara sundukları imkânlar açısından bir standardın belirlenmesi ve bu standardın tüm okullarda uygulanan ve izlenen bir durum haline gelmesi son derece gereklidir. Çocuğun iyi olma hali endekslerinde önemli bir gösterge olan okulların nitelikleri (rehberlik hizmeti, sağlık hizmeti/revir, okulun ısınması, temiz tuvalet, temiz kantin, okul bahçesi, spor alanı, kütüphane, bilgisayar/İnternet erişimi, etkinlik odaları, boş geçen ders gibi) tam da bu açıdan önceliklidir. Okulların çocuklara sundukları imkânlar açısından bir standardın belirlenmesi ve bu standardın tüm okullarda uygulanan ve izlenen bir durum haline gelmesi son derece gereklidir. MEB İlköğretim Kurumları Standartları Belgesi (İKS) bu açıdan önemli bir adımdır ancak standartların göstergelerinin son derece açık ve izlenebilir bir şekilde ortaya konması ivedilikle sağlanmalıdır. Bu noktada ERG’nin (2011: 52-3) 2010 Eğitim İzleme Raporu’nun altını çizdiği uyarılar dikkate alınmalıdır. Ayrıca okullar çocukların katılım mekanizmalarının sağlanabileceği en temel kurumlardan biridir. Okul yaşamında çocukların fikirlerini özgürce ifade edebilecekleri, kendileri ile ilgili kararlara katılabilecekleri mekanizmaların kurulması ve 4 Bkz. CANDAŞ vd. (2011) sağlamlaştırılması gerekir. SAYI 54 39 ODTÜLÜ dosya Okul 4 Duvar 1 Kiriş mi? X Yazı YRD. DOÇ. DR. GÖKÇE GÖKALP ODTÜ Eğitim Bilimleri Bölümü DR. KORAY PEKERIÇLI ODTÜ Mimarlık Bölümü YRD. DOÇ. DR. SERAP EMIL ODTÜ Eğitim Bilimleri Bölümü 40 Mahmut Hoca’nın tabiriyle öğrenimin, bilginin, kendine karşı saygının öğrenildiği her yer okuldur. Peki gerçekten okul nedir? Okul deyince akla ne gelir? Okullar öğrenilen bilgiye ve edinilen deneyimlere fiziksel mekân açısından destek verebilir mi? OKUL 4 DUVAR 1 KIRIŞ MI? H ababam Sınıfı serilerinden birinde Mahmut Hoca Hababam Sınıfı’nı kampa götürür. Öğrenciler her ne kadar bunu bir ceza olarak görseler de, Mahmut Hoca’nın niyeti okulun dört duvarla çevrili, tepesinde damı olan bir binadan ibaret olmadığını, yeri geldiğinde bir ormanın, bazen de bir dağ başının okul olabileceğini göstermektir. Mahmut Hoca’nın tabiriyle öğrenimin, bilginin, kendine karşı saygının öğrenildiği her yer okuldur. Peki gerçekten okul nedir? Okul deyince akla ne gelir? Okullar öğrenilen bilgiye ve edinilen deneyimlere fiziksel mekân açısından destek verebilir mi? Okul kelimesi Fransızca’daki “école” sözcüğünden esinlenilerek oku fiilinden türetilmiş olup, Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde eğitim ve öğretimin toplu olarak yapıldığı yer anlamında kullanılmış. İngilizce’de Yunanca’dan gelen “scholé” sözcüğü, orijinal anlamı itibariyle boş vakit ya da boş vakit geçirilen yer olarak kullanılırken, Antik Yunan döneminde ders verilen grup anlamına gelmektedir. Günümüzde ise okul, eğitim-öğretim faaliyetlerinin yapıldığı yer olarak değil de, Yale Üniversitesi’nin desteklediği 21. yüzyıl okulları tanımında olduğu gibi güvenli, yapılandırılmış ve merak uyandırıcı ortamlar olarak görülmektedir. Bu döneme ait öğrenme teorileri de öğreneni pasif konumundan çıkararak aktif bir şekilde öğrenme süreçlerine dahil olan bireyler olarak tanımlar. Buna paralel olarak, son yıllarda İngilizce’de çok kullanılan bir deyim var “Thinking outside the box” (“Kalıpların dışında düşünmek”). Bu deyim bireylerin aktif öğrenme süreçlerinde yaratıcılığını, yani sınırlarından arınarak düşünmesini teşvik etmek için kullanılır. Deyimden yola çıkarak 21. yy Becerileri Ortaklığı’nın geliştirdiği öğrenme becerilerini bir düşünelim: Sorumluluk ve Uyarlanabilirlik, İletişim Becerileri, Yaratıcılık ve Entelektüel Merak, Eleştirel Düşünme ve Sistemli Düşünme, Bilgi ve Medya Okur Yazarlığı Becerileri, Kişilerarası ve İşbirliği Becerileri, Problemi Tanımlama, Formüle Etme ve Çözme, Öz-Yönelim ve Sosyal Sorumluluk. İşte ancak bu becerileri edinen yeni nesiller sınırlarından arınarak özgürce ve kalıpların dışında düşünebilirler. Okullarda bu becerilerin öğretilmesi ve daha da önemlisi deneyim edinilmesini sağlayan müfredattan, öğretim yöntemlerine, araç-gereçten, teknolojiye ya da öğretmen-öğrenci ilişkisine kadar birçok değişkenden bahsedilebilir. Bu değişkenlerin yanı sıra öğrenmeyi destekleyen fiziksel mekânın nasıl planlandığı, kullanıldığı; yani okulların dört duvar olmaktan çıkarılıp öğrenmeyi destekleyen bir ortam haline getirilmesi giderek önem kazanmaktadır. Eğitim Reformu Girişimi kapsamında İpek Gürkaynak, Füsun Üstel ve Sami Gülgöz’ün yazdıkları raporda, okulların mimari yapı olarak incelendiğinde yüksek duvar, tel örgü, bekçili kapılardan oluşan hastane ve hapishane gibi disiplin altına alma görevini yerine getiren mekânlar olduğu belirtilir. Eleştirel düşünmeye engel olarak gösterilen okulların iç ve dış mimari yapısını incelediklerinde “öğrenmeyi, demokratik katılımı, düşünme becerilerini ve alışkanlıklarını geliştirmeyi hedefleyen yapılar olduğunu” söylemenin çok zor olduğu da belirtilir. Okullarımız adeta kutu SAYI 54 41 ODTÜLÜ dosya gibiler. Öğrencilerimizi bu okul denen kutulara sıkıştırıp, sonra onlardan bu aktif ve deneyim yoluyla öğrenmelerini ve kalıpların dışında düşünmelerini bekleyebilir miyiz? Ya da bu dört duvar arasında neler yapmalıyız, bu dört duvarı nasıl şekillendirmeliyiz ki öğrencilerimiz 21. yy öğrenme becerilerini geliştirebilsinler? Dewey sıradan binaların öğrencilerin akıl yürütme, yaratıcılık ve uygulayıcılık yeteneklerini sınırlayacağını vurgulamıştı. 42 İşte mimari ve eğitim de tam bu noktada yeniden kesişiyor. Yeniden diyoruz çünkü bundan tam 90 yıl önce dünyanın en tanınmış eğitim filozoflarından Dewey bir okul binasının inşasıyla orada uygulanan eğitimin, disiplinin ve öğretimin arasında düşündüğümüzden çok daha yakın bir ilişki olduğunu, yani okulun daha dört duvar örülmeden, nasıl bir eğitim, öğretim OKUL 4 DUVAR 1 KIRIŞ MI? vereceğine göre planlanması gerektiğini, o zamanın Türkiye’sinin eğitim sistemiyle ilgili raporunda belirtmişti. Dewey sıradan binaların öğrencilerin akıl yürütme, yaratıcılık ve uygulayıcılık yeteneklerini sınırlayacağını; bu nedenle okul binalarının bu gereksinimleri karşılayacak biçimde eğitimciler ve mimarlar tarafından birlikte planlanması gerektiğini vurgulamıştı. Dewey’in vurguladığı konu aslında iki bin yıl önce Romalı mimar-mühendis Vitruvius tarafından şöyle ifade edilmişti: Firmitas, Utilitas, Venustas; bir mimari eser sağlam, kullanışlı ve güzel olmalı. Bir mimarın sadece malzeme ve inşa tekniklerini iyi bilmesi yetmez; kullanıcıların hayat tarzlarını, ihtiyaçlarını, isteklerini de gözlemlemesi ve değerlendirmesi beklenir. İyi bir mimar bu süreci binalarının ömrü boyunca sürdürür ve kendine dersler çıkarır. Dewey’in yeni kurulan Türkiye’nin okulları için yaptığı tavsiyeler ne yazık ki unutulmuştur. Geçtiğimiz dönemlerde devletin tek bir mimari projeyle, ülkenin farklı iklime sahip yörelerinde aynı okul tipolojisini, güneşe yönelenim ya da hâkim rüzgâr gibi kıstasları dikkate almadan inşa ettirdiğini görürüz. Tek tip mimarinin aynı anda Antalya’nın sıcağında, Erzurum’un soğuğunda ya da Samsun’un nemli havasında çalışamayacağı ortadadır. Oysa ki yapılan araştırmalarda temel fiziksel koşulların (havalandırma, sıcaklık, ışık, renk vs.) eğitim üzerindeki ölçülebilir etkileri kanıtlanmıştır. Bunun artık halledilmiş bir problem olduğunu varsayan bilim insanları değişen eğitim paradigması ile mekân tasarımında daha öte konuları tartışmaktadır. Oysa biz hâlâ tip projeli okullarda temel fiziksel koşulları sağlayamamanın sıkıntısını çekiyoruz. Mimarlıkta güncel konulardan birisi de yüksek performanslı binalardır. Bunlar, kullanıcıların sağlık ve güvenliğini, memnuniyetini ön plana alan, verimli, çevreye duyarlı, ölçülebilir, sürdürülebilir çözümler sunar. 21. yy eğitim hedeflerine ancak bu hedefleri destekleyen yüksek performanslı mekânların desteğiyle varılabilir. Yapılan çalışmalarda farklı hedeflere uygun karakterde mekânlar ile varılabileceği vurgulanmıştır. Örneğin sosyal gelişim/sorumluluk ya da takım çalışması için genel/açık mekânlar; sorgulama ve analiz ya da eleştirel düşünce için uyarıcı karakterde mekânlar; öz-yönelim yetenekleri için odaklanmayı destekleyen, sakin, özel mekânlar önerilebilir. Ayrıca çeşitli bilgi ve bilişim araçları ile çok fonksiyonlu esnek mobilyaların entegrasyonu önemlidir. Bir mekân (space) tüm bu düşüncelerle oluşturulur ve belirli bir kullanıcı grubu tarafından benimsenirse orası artık bir yer’e (place) dönüşür. Böyle bir okul tasarlanırken yeni müfredat ve öğretim metotları mimara aktarılmalı; hedefler atölye çalışmaları ve odak grupları aracılığıyla aileler, eğitim çalışanları, öğrenciler tarafından çerçevelere dönüştürülmeli ve bu tür karşılıklı görüş alışverişleri ile esnek ya da özel çözümler üretilmeli, alternatifler yaratılmalıdır. İşte bu noktada eğitmenin mekân tasarımı süreci içinde alacağı yer çok önemlidir. Araştırmalar gösteriyor ki bazen mimarinin tek taraflı olarak dikte ettiği yeni çözümler öğretmenin aldığı karşı kararlar ile bertaraf edilebiliyor. Bu tür yeni okul mimarilerinin özellikle öğretmenler tarafından benimsenmesi ancak onların eğitilmesi ve sürekli olarak geri bildirimlerinin alınmasıyla mümkündür. Okul dört duvar bir çatıdan ibaret bir bina değil, aksine tarihte eğitimcilerin, mimarların kafa yorduğu üzere akıl yürütme, yaratıcılık ve uygulama yeteneklerini geliştiren, öğrenmenin merkezde olduğu mekânlar olmalıdır. Kalıpların dışında düşünürsek, Mahmut Hoca’nın dediği gibi okul her yerdir! ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu ÖDÜLLÜ BIR OKUL MIMARISI: ODTÜ KKTC ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu eğitim kalitesinin yanı sıra mimarisiyle dikkat çekiyor. Bugüne dek pek çok mimari ödüle layık görülen ODTÜ KKTC, TMMOB Şehir Plancıları Odası Raci Bademli İyi Uygulamalar Ödülü’nün de sahibi. SAYI 54 43 ODTÜLÜ dosya KITLESEL AÇIK ÇEVRIMIÇI DERSLER (KAÇD) MOOC – MASSIVE OPEN ONLINE COURSES Gökyüzünde Öğrenme Geçtiğimiz birkaç yıl içinde ortaya çıkan MOOC girişimi çok sayıda (hatta binlerce) kişinin çevrimiçi ve herkese açık dersleri yüzyüze süreçteki gibi takip edebilmesi üzerine kurulmuştur. X Yazı PROF. DR. KÜRŞAT ÇAĞILTAY ODTÜ, Öğretim Teknolojileri Destek Ofisi Koordinatörü Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi “Bir bilgisayar başındayım. Masamda oturuyorum. Yalnızım. Öğreniyorum. Hem de çok keyif alarak. Aynı dersi benimle beraber alan on binlerce öğrenci daha var, bunların altı tanesi de grup arkadaşım. Yalnız da değilim hani.” Bu tanımlama bugün İnternet’ten erişilebilen Kitlesel Açık Çevrimiçi Dersler (KAÇD) (MOOC – Massive Open Online Courses) hakkında konuşulurken hayal edilen senaryolardan birisi. İnternet teknolojileri ile eğitimde değişimin gerçekleştiği yeni bir dünyaya geçişin olduğu iddia ediliyor. MOOC acaba uzun dönemde eğitimi dönüştürecek ve hatta okulun varlığını da sorgulatan bir dünya olacak mı? 1990’lı yılların sonunda ortaya çıkan ve Massachusetts Institute of Technology-MIT tarafından öncülüğü yapılan ders malzemelerinin, videolarının, eğitsel kaynakların öğrenmeye hevesli ve bu kaynaklara ihtiyaç duyan herkes ile İnternet üzerinden paylaşıldığı Açık Ders Kaynakları girişimi dünyadaki pek çok akademik kurum tarafından sahiplenilmiştir. ODTÜ olarak bizim de aktif şekilde, ocw.metu.edu.tr adresi üzerinde sunulan 118 adet açık ders kaynaklarıyla içinde olduğumuz bu girişim, herhangi bir uzaktan eğitim uygulamasından farklı olarak 44 GÖKYÜZÜNDE ÖĞRENME kaynaklardan faydalanan kişilere akademik bir derece ya da sertifika sağlamamaktadır. Telif hakkı sorunu olmayan eğitim araç gereçlerine erişim sağlayarak eğitimde fırsat eşitliği gözetilmektedir. Dersini zenginleştirmek isteyen veya kendi üniversitesinde benzer ders açmayı planlayan öğretim üyeleri, ilgilendiği alandaki gelişmeleri takip etmek isteyen ya da bilgilerini tazeleme ihtiyacı duyan mezunlar, bir üniversitede öğrenim gören öğrenciler ve herhangi bir konuda bilgi edinmek isteyen insanlar bu sistemin doğal kullanıcılarıdır. Ancak, ders malzemelerine ulaşmak ve kullanmanın ötesinde bir öğretim etkinliğinin olmaması Açık Ders Kaynakları’na yönelik önemli eleştirilerden birisiydi. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde ortaya çıkan MOOC girişimi ise çok sayıda (hatta binlerce) kişinin çevrimiçi ve herkese açık dersleri yüz yüze süreçteki gibi takip edebilmesi üzerine kurulmuştur. Bu sisteme İnternet üzerinden katılan tüm katılımcılara, üniversitenin normal öğrencilerine verildiği gibi ders verilmesi için çalışılmaktadır. Dersler sırasında öğrencilerin tümü, sorulacak soruları cevaplamak, ödev yapmak, ara sınav ve yıl sonu sınavlarına girmek ve sonuçlarını öğrenme hakkına sahip olabilmektedir. Sonuçta öğrenciler takip ettikleri dersin sertifikasını da alabilmektedir. Özellikle dünyanın önde gelen üniversitelerinden MIT ve Harvard, tüm dünyaya ücretsiz elektronik ders verme projesine milyonlarca dolar kaynak ayırmışlardır. EdX ismi verilen projedeki hedef, MOOC ile 1 milyar kişiye ücretsiz eğitim vermektir. ABD’de Stanford, Princeton, Pennsylvania ve Michigan Üniversiteleri de benzer şekilde ücretsiz elektronik dersler vermektedir, ayrıca özel şirketler de MOOC yaklaşımı ile dersler vermek üzere çalışmaktalar. Stanford Üniversitesi’nde açılan MOOC özellikli bir bilgisayar dersine 100 bin öğrenci kayıt olmuştu ve dersin hocası “Normalde benim yılda 400 öğrencim oluyor. Bu sayıya ancak 250 yılda ulaşırdım” şeklinde açıklama yapmıştı. MOOC ile ilgili olarak çok yüksek seviyede iyimser beklenti mevcuttur. Ama bu konuda büyük adımlar atmadan önce dikkatli olunmasını da gereklidir. MOOC sistemine getirilen en temel eleştiriler şunlardır: MOOC yapısındaki derslere çok yüksek ilgi olmakla beraber eğitsel etkileri hakkında elimizde henüz yeterli bir veri bulunmamaktadır. Yani, bir MOOC dersi acaba yüz yüze bir dersten daha etkili midir? Bu dersi alan kişiler konuyu gerçekten öğrenmişler midir? Dersi çalıştıkları alana uygulayabilecekler midir? Bu soruların cevapları ne yazık ki mevcut değildir. Diğer bir konu ise MOOC sayesinde herkesin istediği dersi alabileceği ve böylece eğitimde demokratikleşmenin olup olamayacağı yönündedir. 29 Ekim tarihli New York Times’da çıkan “Demystifying the MOOC” başlıklı yazıda bu dersleri takip edenlerin zaten eğitimli kişiler oldukları ve eğitimlerini daha üst seviyeye çekmek için dersleri aldıkları belirtilmektedir. Bunun sonucunda iyi eğitimlilerin bundan bir fayda sağlayacağı ve diğer kesimlerin dezavantajlı durumuna bir katkısı olmayacağı iddia edilmektedir. dokuma ürünleri nedeni ile yok olduysa aynı şekilde MOOC’ların gelişmekte olan ülkelerin akademik gelişimine de olumsuz etki yapma riski bulunmaktadır. ODTÜ Açık Derslerin İnternet Sayfası Son olarak, eğitim ve öğretim kavramlarının aynı şeyler olmadığı konusu tartışılmaktadır. MOOC ile ders almanın öğretim ile sınırlı kaldığı, ama eğitimin ders almanın ötesinde bir kültürlenme süreci olduğu dile getirilmektedir. Sonuç olarak, Kitlesel Açık Çevrimiçi Dersler’in günümüz eğitim sistemi için bir potansiyel faydaları bulunmaktadır. Ancak, bu faydaların uzun soluklu olup olamayacağı konusunda dikkatli olmakta fayda vardır. Eğitim sistemini kökten değiştireceğini iddia eden pek çok girişim ne yazık ki bir süre sonra tarih olmuştur. MOOC’da benzer bir son ile karşılaşmamak için eğitim alanının kendi iç dinamiklerini dikkate alıp adımlar atılmasında yarar bulunmaktadır. Diğer bir potansiyel tehlike de batı ülkelerinde geliştirilen MOOC’ların yaygın kullanımı nedeni ile yeni bir sömürgeciliğin ortaya çıkması ihtimalidir. Endüstri devrimi esnasında nasıl yerel dokumacılık sektörü batı ülkelerinin fabrikasyon EdX Kitlesel Açık Çevrimiçi Dersler’in İnternet sayfası SAYI 54 45 ODTÜLÜ dosya “Çocuk Katılımı” Derken? Katılım, Türkiye’nin Çocuk Haklarına dair Sözleşme’yi (ÇHS) onaylarak her çocuk için yaşama geçirmeyi taahhüt ettiği haklardan biri. Çocukların kendilerini ilgilendiren tüm konularda görüşlerini özgürce ifade etme hakkı var. X Yazı IŞIK TÜZÜN Eğitim Reformu Girişimi Savunu ve Eğitim Programları Koordinatörü “ Çocuklar çok değerli çünkü onlar geleceğimiz.” “Çocuk ne anlar ki?” “Haklarını fazlasıyla biliyorlar, sorumluluklarını öğretmeliyiz.” “Kararlara biz yetişkinler katılamıyoruz, çocuklara gelene kadar...” “Görüşlerini sorduk, yetmez mi?” “Ay bir görseniz, tıpkı büyükler gibi toplantı yapıyorlar.” Türkiye’de çocuk hakları alanında mücadele veren pek çok çocuk ve yetişkin için bu sözler o kadar tanıdık ki... Çocuk hakları arasında katılım hakkı belki de mücadele alanlarının en zorlusu. Bu durumun tek bir nedeni yok; ancak çocukların birey olarak görülmemeleri, potansiyellerine inanılmaması ve görüşlerine değer verilmemesi temel etmenler arasında 46 “ÇOCUK KATILIMI” DERKEN? yer alıyor. Bu durum, sadece geleceğin değil bugünün de hak sahibi yurttaşları olan çocukların öznesinden çok nesnesi olarak konumlandırıldığı eğitim süreçlerinde de fazlasıyla hissediliyor. Oysa eğitim hakkı ve katılım hakkı arasında son derece güçlü bir ilişki var ve çocuklar eğitim süreçlerinde söz sahibi olamadıklarında eğitim hakları da tam olarak yaşama geçmemiş oluyor. Katılım, Türkiye’nin Çocuk Haklarına dair Sözleşme’yi (ÇHS) onaylarak her çocuk için yaşama geçirmeyi taahhüt ettiği haklardan biri. Çocukların kendilerini ilgilendiren tüm konularda görüşlerini özgürce ifade etme hakkı var. Bu görüşlerin yetkililerce dikkate alınması, yani kararları etkileyebilme de katılım hakkının diğer temel bileşeni. Özü sözleşmenin 12. maddesinde ele alınan bu hak aynı zamanda, yaşama ve gelişme hakkı, ayrımcılık yasağı ve çocuğun yararına öncelik verilmesiyle birlikte, tüm haklara eşlik etmesi gereken temel ilkelerden biri. Türkiye’de eğitimde çocukların karar alma süreçlerine katılımı, sistemin diğer pek çok paydaşı için geçerli olduğu üzere, sistemin güçlü merkeziyetçi yapısından olumsuz etkileniyor. ÇHS’den doğan, eğitim politikaları ve öğretim programları geliştirilirken çocuklara danışılması gibi yükümlülükler, ne yasal düzenlemelerde ne de uygulamalarda yer buluyor. Okul düzeyinde bakıldığında, her okulda bulunması zorunlu olan okul meclislerinin çocuklara bir seçim alıştırması sunmanın ötesine geçmediği; bu yapılara okul yönetişiminde hiçbir rol atfedilmediği ortaya çıkıyor. Öte yandan, okullara karar alanı bırakılan durumlarda da -örneğin seçmeli dersler ve sosyal etkinliklerbu alanlar anlamlı biçimde kullanılmıyor. Çocukların ilgilerinin ve kapasitelerinin göz ardı edildiği, çocukların bire bir yetişkin yöntemlerini kullanarak katılım göstermelerinin beklendiği durumlara da sıklıkla rastlanıyor. Bunda, yetişkinlerin çocuk katılımına ilişkin inançsızlığının yanı sıra donanımsızlığı da önemli rol oynuyor. Ek olarak, olumsuz tutumların, “4+4+4” ile birlikte artan ikili öğretim uygulamasının derinleştirdiği yer ve zaman gereksinimiyle daha da güçlendiği görülüyor.1 Çocukların katılım haklarını kullanabildikleri bir eğitim sistemi istiyorsak, her şeyden önce yetişkinlerden çocuklara yayılan ve okullarındaki kararları etkileyemediklerini gördükçe katılaşan inançsızlık döngüsünü kırmanın yollarını bulmalıyız. Bu süreçte, çocuklara katılım haklarını kullanmaları için alan açmaya istekli bürokratların ve okul çalışanlarının olması çok gerekli ancak yeterli değil. Başta ilgili bakanlıklar olmak üzere resmi kurumların, hiçbir rehberlik sunmadan ve kararlar üzerinde bir etki yaratmalarına olanak tanımadan çocuklara görüşlerini sorması gibi görece sık rastlanan uygulamalarının ötesine geçmek gerekiyor. Bu doğrultuda, çocuk katılımını, hem çocuklar hem okul çalışanları ve veliler için hazırlık ve rehberlik içeren, yaşı ve gereksinimleri ne olursa olsun tüm çocukları kapsayan, ortamları ve yöntemleri çocukların kapasitelerine göre düzenlenmiş, çocukların sürece ilişkin tüm bilgilere erişebildikleri ve görüşlerinin kararları ne ölçüde etkilediğine ilişkin geribildirim alabildikleri bir süreç olarak kurgulamak gerekiyor. SAYI 54 1 Türkiye’de eğitimde çocuğun katılım hakkıyla ilgili bir durum analizi raporu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları (ÇOÇA) ve Eğitim Reformu Girişimi (ERG) tarafından yürütülen Demokratik Okullara Doğru: Öğrencileri ve Okulları Güçlendiren Katılım Uygulamaları Projesi kapsamında önümüzdeki günlerde yayımlanacak. Ayrıntılı bilgi için yazarla iletişime geçilebilir. 47 ODTÜLÜ dosya Zorunlu Değil, Keyifli Eğitim! Çocuklar için bir bayrama sahip olan yegâne ülke olmakla hep övündük ama bayramları çocuklar için bir işkence haline getirme becerisini gösteren tek ülke olup olmadığımızı hiç düşünmedik. Öğrenme gibi büyülü bir süreci neredeyse kâbusa dönüştürme başarımızı da… X Yazı DR. A. ADNAN AKÇAY ODTÜ Sosyoloji Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Y ıllar önce (2001) uzun bir otobüs yolculuğunda karıştırdığım bir dergide, radyo programcısı olarak bildiğim Ayça Şen’in bir yazısını okumuştum. Mealen şöyle diyordu: “O Milli Eğitim Bakanı olacak arkadaş her sabah gelip beni öperek uyandırmalı ve de kahvaltımı hazırlamalıdır, çünkü en güzel yıllarımı okullarda mahvettiler!” Yılını hatırlamadığım ikinci anı TV haberlerinden; 23 Nisan’ın tüm dünyadan gelen çocuklarla birlikte kutlandığı yıllardan, yer Ankara olmalı. Daha önce elçilik görevlisi olarak bulunduğu Türkiye’ye 23 Nisan münasebetiyle bu kez ilkokul çocuklarını getiren bir Japon öğretmen, biraz da Türkçe bildiğini gören muhabirlerin teşvikiyle Türkiyeli çocuklarla 48 konuşuyordu. Çocukların kendisine sorduğu “Japonya’da çocuklar nasıl?” sorusuna “onlar da sizin gibi neşeli, mutlu” yanıtına çocukların hep bir ağızdan anında verdikleri tepki hiç aklımdan çıkmadı: “Ama biz hiç mutlu değiliz ki!” Türk milli eğitiminin en belirgin niteliği, hedefinde küçücük çocukların olduğu delik deşik bir deneme tahtası olmasıdır. Bir başka özelliği ise, iktidarı ele geçiren zihniyetin kendi ideolojisini eğitim adı altında çocukların kafasına gelişigüzel doldurmasıdır. Oysa büyükleri bile ikna etmeyecek bir hamaseti çocukların üzerine boca etmeye eğitim denmeyeceğini herkes pekâlâ bilir. Devletin ideolojik aygıtlarının belki de en etkilisi olan okul, aslında her ideolojinin kendine uygun ZORUNLU DEĞIL, KEYIFLI EĞITIM! kuşaklar yaratmasının da teminatıdır. Okul, geleceği ipotek altına almanın ideolojik/politik mücadele alanı olduğu sürece toplumsal bir fayda üretmesi mümkün değildir. Güvenlik kuvvetleri güvenliğinizi tehlikeye düşürebileceği gibi, eğitim de pekâlâ cehaletinizin nedeni olabilir. Okul ve eğitim, düşünmenin öğrenildiği değil, ne düşünüleceğinin dayatıldığı yerler olduğu sürece ancak bir kıyma makinesi işlevi görür. Aklınızı ipoteğe verdikten sonra kime verdiğiniz çok da önemli değildir. Eğitimi, geleceğin düşünen bireylerini yetiştirmek yerine Atatürkçü ya da dindar nesiller yetiştirmenin aracı olarak görmek arasında ancak niceliksel bir fark vardır. Geleceğe dikiz aynasından bakarak gelecek kuşakları yetiştiremezsiniz. Bir yandan “muasır medeniyetler” seviyesine çıkmayı hedeflerken, öte yandan çocukları “medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar” diye bağırtmak, en hafif tabiriyle tutarsızlıktır. Türkiye’de eğitimin en büyük başarısı eğitim işlevini yerine getirememesidir. Maazallah, önüne amaç diye koyduklarını gerçekleştirecek olsa, ortaya çıkacak manzarayı düşünmek bile istemezsiniz. Lakin başardığı bir şey maalesef var: neredeyse minik bir kedi yavrusu gibi merakla her şeye saldıran küçücük çocukları öğrenmekten de bilgiden de nefret ettirip, merak ve ilgilerini lobotomiye tabi tutmak. Kısacası, Türk milli eğitimi her biri kendince sıradışı olan her çocuğu sıradan biri haline getirmekte gayet başarılıdır! İlgi olmadan verilen bilgi anlamsızdır. Okul ve eğitimin temel amacı, insanın zaten var olan ilgilerini derinleştirmek, zenginleştirmek ve bilgiye ulaşma kanalları konusunda rehberlik etmek olmalıdır. Dünyanın en sıkıcı insanı, size onları niye söylediğini açıklamadan dünyadaki doğruları arka arkaya sıralayan insandır. Bu yalnızca sıkıcı bir şey olmaz, böyle bir saçmalığa çocuk yaşta mazur kalırsanız, bilgiyle aranızda olumsuz ve onarılmaz bir ilişkinin kurulmasına da neden olur. Ülkemizde de gayet yaygın olduğu gibi, bilgiyi iletene, iletme biçimine ya da çoğunlukla her ikisine birden olan tepkiniz nedeniyle, hiç fark etmeksizin, bizzat bilginin kendisinden Okula zaten mecbur ve muhtacız, yeter ki müstahak olmayalım! nefret eder hale gelirsiniz. Bu sistemin İngilizce öğretememesini haydi bir şekilde anladık diyelim ama Türkçe bile öğretememesini ne ile açıklayabilirsiniz ki? Matematik dersinde sayılara, fizik dersinde tabiata, resim dersinde renklere ve okul nedeniyle hayata küs(türül)müş çocuklar gördüm. Eğiteceğiz diye çocukların yaratıcılıklarını öldürmekten de yaşama sevinçlerini karartmaktan da acilen vazgeçmeliyiz. İyi bir şeyler yapmak için her şeyden önce niyetinizin iyi olması gerekir. Türk mili eğitiminin niyeti hiç de “iyi” değildir! Örneğin, herkesin klavyeyle yazdığı bir çağda normal yazı bile değil ille de el yazısı öğretme inadını başka neyle açıklayabilirsiniz ki? İyi niyetin ne olduğunu görmek istiyorsanız Finlandiya eğitim sistemine acilen bir göz atın. Amerika’yı yeniden keşfetmenize de kimin keşfettiği konusunda absürt tartışmalara girmenize de hiç gerek yok yani. Hayal etmek başarmanın yarısı ise, başarı hırsıyla körleşmiş ve hayal kurmayı yanına bile yaklaştırmayan Türk milli eğitimi yaratıcılığı katletmenin garantisidir! Emeğinizi bilgiyi paylaşmaktan çok ölçme değerlendirme tekniklerine hasrediyorsanız, tüm eğitim sisteminin giderek şıkları seçme becerisine dönüşmesini engelleyemezsiniz. Bazen tam da başardığınızda kaybedersiniz, en büyük hasarı başardığınızı sandığınız anda alırsınız. Okula zaten mecbur ve muhtacız, yeter ki müstahak olmayalım! Okula mecburuz çünkü artık ne geniş aile kaldı ne de mahalle. Ana-babası çalışan bir çocuğun okuldan başka gidebileceği bir yer, fiilen çoğunlukla namevcut. Okula mecbur olmamızın yanı sıra maalesef müstahak olduğumuzu gösteren kanıtlar da oldukça fazla. “Eti senin kemiği benim” diyen kalmadı belki ama çocuğunun eğitimini toplumsal bir işlevden ziyade SAYI 54 49 ODTÜLÜ dosya bireysel düzeyde kotarabilecek bir alan olarak görüp, kendi çocuğunun “iyiliği” için öğretmen ve yöneticilerle “özel” ilişkiler kurmanın her şeyi halledeceğini düşünen velilerin sayısı hiç de az değil. Çocuğunun haytalığından ve az ödev verilmesinden yakınanları ya da kendisi telefonu elinden hiç düşürmeyip çocuğunun sürekli telefonla konuşmasından şikâyet edenleri; daha çok şu ya da bu dersin verilmesini talep edenleri hiç söylemiyorum. Her aile kendi geçmişinin faturasını çocuğuna çıkarmak zorunda mıdır? Hayal kırıklıklarınızın faturasını çocuğunuzdan çıkarmak zorunda değilsiniz. Çocuk, kendi yapıp edemediklerinizin ağırlığı altında telef edebileceğiniz bir kurban değildir. Evet, geleceğin tüm ağırlığını çocuklara yüklüyoruz ama hiç de buna uygun davranmıyoruz. Anlamasız bir disiplin anlayışıyla çoğunlukla itip kakıyor ve neredeyse alenen aşağılıyoruz; olması gereken saygıyı göstermiyoruz. Çocuklar, kendilerine davranılma biçimlerine bakıp, ne kendilerinden beklenenlere ne de bunun için kendilerine yapılanlara hiç mi hiç inanmıyor. Çocukların yalnızlık yeteneği kazanmalarına el verecek şekilde onları kendi hallerine bırakmayı bilmeliyiz. Onlara “sıkılma” ve pozitif tembellik hakkı tanımalıyız. Onlar için yalnızca toplumsal beklentiye uygun roller sunmakla yetinmemeli, tam tersine özgürce kimlikler edinmelerine el verecek ortamlar hazırlamalıyız. Topluma boyun eğmenin değil, toplum içinde ayakta kalmanın ve toplumu dönüştürmenin araçlarını edinmelerine yardımcı 50 olmalıyız. Kendimiz gibi olmaları için değil, kendileri gibi olmaları için eğitmeliyiz. Çocuk, aileye ya da devlete ait bir nesne değil, topluma ait bir öznedir. Çocuğun yarının özerk ve özgür bireyi olduğu/olması gerektiği düşüncesi bizde aileye de okula da Mars kadar uzaktır. Çocuk bizde aileye kaydedilmiş bencil bir mülkiyet alanı olarak kaldığı ve eğitim de çocukların tüm merak ve ilgilerini iğdiş eden okul tabir ettiğimiz yerlere terk edildiği sürece, gelecek kuşaklardan umutlu olmamız için hiçbir neden maalesef yok demektir! Çocuklarımızı çaresizce okula gönderdiğimiz için aslında hepimiz suçluyuz. Çocuklarınızı okuldan koruyun, onları küstürmeyin. Çocuğunuzun okulla değil, okula rağmen adam ya da kadın olacağını unutmayın. Son Söz Bu yazıyı çok sert bulanlar olabilir. Lakin anlaşılmak için yanlış anlaşılmayı göze almak ve bazı şeyleri göze batırmak gerekiyor. Ben öyle yaptım. Yukarıda anlatılanlarla hiç örtüşmeyen anılarım olduğunu da itiraf edeyim. Bunlardan en önemlisi, yıllar önce (sanırım 90’lar) Mardin’de, sokakta saçlarını savurarak koşma özgürlüğüne sahip olan yegâne dişilerin, kapkara önlükleri içinde keyifle kıkırdayan ortaokullu kızlar olduğunu görüp, bazıları için zindan olan kimi şeylerin başkaları için yegâne özgürlük umudu olduğunu hayretle fark edip çok şaşırmış olmamdır. İkincisi, toplumsal bir kurum olarak eğitimin bütün olumsuzluklarına rağmen, kişisel iyilikleriyle hayatî farklar yaratan öğretmenler benim hayatımda da oldu, öyle insanlar kuşkusuz şimdi de fazlasıyla var. Bırakın Anadolu’nun ücra köşelerini, Ankara’nın gecekondu mahallelerinde görev yapıp yoksul öğrencilerinin birçok gereksinimini kendi maaşlarından karşılayan mucizevî öğretmenler de tanıdım. Kısacası, en kötü koşullarda bile her zaman yapılabilecek bir şeyler ve bunları yapabilen iyi insanlar vardır. Ne var ki, yapısal kötülük hepimizi, kişisel iyilik ise yalnızca temas ettiklerini etkiliyor. Bu yazıdaki yorumlar iyilikleriyle hayatı etkileyen insanlara değil, sisteme ilişkindir. Tekrar etmem gerekirse, zorunlu değil keyifli ve anlamlı eğitime ihtiyacımız var, ACİLEN! ZORUNLU DEĞIL, KEYIFLI EĞITIM! ODTÜLÜ dosya Bütün Mesele X Yazı YRD. DOÇ. DR. MEHMET ATA ÖZTÜRK ODTÜ Eğitim Fakültesi Beden Eğitimi ve Spor Bölümü Kafamı kaldırdığımda tepemde dikilip duran o çocuğu gördüm. Baktım; gözlerini kaçırdı... “N’oluyoruz yaa” dedim içimden. “Nerden çıktı şimdi bu tip!?” O kulun ikinci haftasıydı... 10 dakikalık tenefüsün her anının hakkını vermiş, sağlam bir futbol kapışmasının ardından istemeye istemeye de olsa sınıfa dönmüştük. Bir yandan terimi siliyor, bir yandan da sıranın içinden ders kitabımı ve kalem kutumu bulmaya çalışıyordum. Sonra ayakkabılarımın gevşeyen bağcıklarını sıkmak için aşağı eğildim. Kafamı kaldırdığımda tepemde dikilip duran o çocuğu gördüm. Baktım; gözlerini kaçırdı... “N’oluyoruz yaa” dedim içimden. “Nerden çıktı şimdi bu tip!?” Metin Öğretmen’le Müdür Yardımcısı kapı girişinde bir şeyler fısıldaşıyordu. Öğretmenim bizim tarafı süzüyordu ama kulağı konuşulanlardaydı belli ki; arada kafasını bir şeyleri onaylıyor edasıyla sallıyordu. Kapıyı kapattı, ağır adımlarla ilerledi. Kısa cümleler kurarak Can’la tanıştırdı. Sıra arkadaşım belli olmuştu. Can okuma yazmayı sökememişti, garip konuşuyordu – böyle peltek gibi; hafif kiloluydu ve sıranın çoğunu kaplıyordu. Beni sıkıştırdığı zaman ona kızıyordum ama annem benden daha kızgındı. Diğer sınıf arkadaşlarımın anneleri de öfkeliydi, bazen toplanıp onu konuşuyorlardı. Bir gün babamla konuşurken duymuştum; hep birlikte okulu şikayet etmişler. Müfettiş geldi, bizlerle konuştu. Velilerle, öğretmenlerle falan da konuşmuş. Can’ımız bizimle kaldı. Bazen bizden ayrı bir sınıfta Seda öğretmenden özel ders alıyordu ama yüzmede hiçbirimiz onu geçemiyorduk. İlk başta o kadar iyi yüzemiyordu ama zamanla hem kilo verdi hem de okul takımına girdi. Ben de öğretmenlerimden bazı konularda nasıl 52 BÜTÜN MESELE destek olabileceğimi öğrendim. Mesela “6 kere 6; 36” ve “6 kere 8; 48”i tekerleme ile öğrettim. Sonraları bazı spor kurallarını da öğrettim. Kimini tam anlamadı ama olsun. Ben de yüzmede ondan birkaç teknik öğrendim. Mesela kulaç atarken ciğerdeki havayı yavaşça vermek gerekiyormuş. Zamanla birbirimize o kadar alıştık ki yazın ailelerimizle birlikte doğum günlerimizi bile kutladık. 1989 Kasımında, okul çıkışı anneme verdiği limonlu kek tarifini hâlâ uygularız. Okulda öğrendiği püf noktalarını paylaşırken ne kadar da mutlu ve gururluydu; hiç aklımdan çıkmaz! Can’ın tarifiyle yapılan o kekten ertesi gün bir dilim de ona getirmiştim. Fakat okula gelmedi. Ertesi gün de... 24 Kasım Cuma günü aldık vefat haberini. Aniden gitmesi miydi yoksa bir öğretmenler gününde kimseye bir şey öğretememek miydi beni etkileyen; bilemiyorum... Bildiğim; öğretmen olmaya o gün karar verdiğimdir! Mesleğe başladığım ilk yıldan beri aksatmadığım bir alışkanlığım var. Çalıştığım ilkokuldan eve dönünce öğrencilerim ve velilerden gelen çiçekleri suya koyarım. Minicik, narin elleriyle yazdıkları sevgi dizelerini karşıma dizerim. Kollarımı sıvar ve limonlu kekimi yapmaya koyulurum... Kimi zaman kaynaştırma, kimi zaman bütünleştirme olarak karşımıza çıkan; teknik bazı farklılıkları olmakla birlikte temelde engelli öğrencilerle engelsiz akranlarının bir arada eğitim aldığı ortamları ifade eden uygulamalar günümüzde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Tüm eğitsel fırsatlardan bireysel farklılıkları ne olursa olsun toplumdaki tüm bireylerin adilce, hakça yararlanmasını hedefler. 2006 yılında bu tarz eğitim alan 55 bin civarında öğrenci varken günümüzdeki sayı yaklaşık 180 bindir. Hikâyede örneklendirilmeye çalışılan, genellikle konunun tam bilinmemesi ve yanlış anlaşılmalardan, yahut destek personel veya ekipman noksanlığından kaynaklanan sıkıntılar aşıldığında, tüm tarafların fayda sağlayabileceği bir eğitim uygulamasıdır. Ankara Gökkuşağı İlkokulu örneğinde olduğu gibi aksi yönde uygulanması da mümkündür (özel eğitim okuluna engelsiz öğrencilerin de kaydolması). Esasen tüm uygulamaların temeli, evrensel tasarım yardımıyla okul ortamlarının her öğrenciye uygun hale getirilmesidir. Kimi zaman kaynaştırma, kimi zaman bütünleştirme olarak karşımıza çıkan uygulamalar, tüm eğitsel fırsatlardan bireysel farklılıkları ne olursa olsun toplumdaki tüm bireylerin adilce, hakça yararlanmasını hedefler. Ülkemize özgü engelsiz bir okul modeli geliştirebilmek amacıyla, kuram ile uygulamayı birleştirecek, iyi uygulama örnekleri ve kanıta dayalı yöntemlerin harmanlandığı bir modeli ortaya çıkarabilmek amacıyla “Özel Eğitimin Güçlendirilmesi Projesi” hayata geçirilmiştir. Çeşitli bileşenlere sahip bu projenin önemli çıktılarından olan “Engelsiz Okul Modeli Yol Haritası”, “Mesleki Eğitimde Bütünleştirme Uygulamaları” ve “Öğretmen Kılavuz Kitabı” konuyla ilgili pratik bilgiler, örnekler ve görselleri de içermektedir. Türkiye’nin çeşitli illerinden öğretmenler, veliler, uzmanlar ve uluslararası akademisyenlerden oluşan geniş bir ekibin katkılarıyla hazırlanan bu kaynaklar, Haziran 2013’ten beri ülkemiz eğitimcilerinin hizmetindedir. Toplumumuzun daha geniş bir kesiminin; farklılıkları kültürel bir rengimiz, eğitsel bütünleşmeyi de insan hakları gelişiminin önemli bir kilometre taşı olarak görebilmesi ümidiyle… SAYI 54 53 ODTÜLÜ dosya Eğitim & Toplumsal Cinsiyet Araştırmalar, eğitim düzeyi düşük olan kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip ol(a)madıklarını, kadının ikincil toplumsal konumunu vurgulayan ataerkil değerleri gelecek nesillere yeniden üreterek aktarmada önemli rol oynadıklarını gösteriyor. E X Yazı PROF. DR. AYŞE GÜNDÜZ HOŞGÖR ODTÜ, Sosyoloji Bölümü Fen Edebiyat Fükültesi Dekan Yardımcısı 54 n temel insan haklarından birisi eğitimdir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, madde 26’ya göre cinsiyet ayrımı gözetmeksizin “herkesin eğitim hakkı vardır.” Sahip olunan eğitim düzeyi bireyin ekonomik ve sosyal refahının önemli bir belirleyenidir. Türkiye’de kadınlar ve erkekler arasında eğitime katılım oranlarını incelediğimizde, altı ve üzeri yaş erkeklerin ortalama eğitim düzeyinin 6.9 yıl; kadınların ise 4.7 yıl olduğunu görüyoruz (TNSA, 2013).1 Bu fark kadın hakları açısından önemli bir toplumsal sorunu yansıtıyor. Kadınlar aldıkları eğitimleri nispetinde haklarını arayabiliyor. Araştırmalar, eğitim düzeyi düşük olan kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip ol(a)madıklarını, kadının ikincil toplumsal konumunu vurgulayan ataerkil değerleri EĞITIM & TOPLUMSAL CINSIYET gelecek nesillere yeniden üreterek aktarmada önemli rol oynadıklarını gösteriyor.2 Bir kez bu döngü kırılınca - yani kadınlar eğitim hakkına erişince - eğitimli kadınların kızlarının da eğitim alma şansları artıyor. Bu döngüyü kırmak için kadın eğitimine özel önem verilmesi gerekiyor. Kadınların eğitime erişmelerinde iki önemli taraf var: hizmet sunan (sosyal devlet) & hizmet alan (aileler). Genellikle geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini benimseyen aileler kız çocuklarını daha fazla kontrol altında tutma eğilimindeler. Kızlarını okula göndermede bir tür direnç gösterebiliyorlar. Çocukların eğitime katılımını etkileyebilecek faktörlerin başında yoksulluk geliyor. Demografik faktörler arasında ise çocuğun doğum sırası (kaçıncı çocuk olduğu), ailenin kaç kişiden oluştuğu, ailenin yapısı gibi unsurlar ön plana çıkıyor. Yaşı küçük olan çocukların eğitime erişim şansları daha yüksek. Çünkü yaşı büyük olan çocuklar ya ev işine katılıyor, ya tarlada ya da hane gelirine katkıda bulunacak diğer işlerde çalışıyor. Türkiye’de kız çocuklarının ev içi üretimine katılmalarının yanı sıra en yoğun çalıştıkları yerler halı/kilim dokuma, tekstil atölyeleri ve mevsimlik tarım işçiliği. Ailenin büyüklüğü, muhtemelen var olan kaynakların daha çok çocuk arasında bölünmesi anlamına geliyor. Hangi çocuğun okula gideceğine karar verme süreci aileden aileye değişiyor. Bu süreçte düşük eğitimli kadınların kararlara katılımları sınırlı oluyor. Türkiye gibi genellikle ataerkil kültürün etkisi altında olan toplumlarda aileler oğlan çocuklarının eğitimine daha fazla yatırım yapmayı tercih ediyor. Araştırmalar eğitime devam etme konusunda genellikle ısrarlı davranan ve başarılı olan çocukları ailelerinin desteklediğini yansıtıyor. Yani, aileler okulda başarılı olan ve okumak isteyen çocukların okumasını, başarısız olanların ise okulu bırakmasını destekler Türkiye gibi genellikle ataerkil kültürün etkisi altında olan toplumlarda aileler oğlan çocuklarının eğitimine daha fazla yatırım yapmayı tercih ediyor. bir tutum içerisindeler. Ailelerde bu seçim sırasında oğlan çocuklara öncelik tanınmakla ve onların eğitime devam etmelerine daha fazla destek vermekle birlikte, okumada ısrarlı ve başarılı kız çocuklarının da şansı var. Bu durumda okula kayıtlı olan kız çocuklarının devam etmeleri başarılarına bağlı olduğu kadar, okul ortamının çekiciliğine ve şiddetten arınmış güvenli okul ortamına da bağlı. Boş geçen dersler, öğretmen sayısındaki yetersizlikler, kalabalık sınıf ortamları ve okul içerisinde yaşanan şiddet, özellikle kız çocukları açısından okulu cazip bir ortam olmaktan çıkarabiliyor. Birçok durumda okul saatleri dışında kız çocuklarının ders çalışma ortamı bulunmuyor. Bu sorun sınırlı mekânla ilgili olmakla birlikte, kız çocuklarının ev işlerine ve kardeşlerin bakımına katılmalarıyla ilgili toplumsal cinsiyet rol inşası ve ataerkil ideoloji ile ilgili. Eve verilen ödevleri zamanında yapamamak genellikle kız çocuklarının özgüvenlerini kırıyor ve okula ilişkin algılarını olumsuz etkiliyor, başarılarını düşürüyor ya da evdeki işlere katılım fiziksel yorgunluk getirebiliyor. Kız çocuklarının eğitimi için kız çocuk emeğinin ortadan kaldırılmasına yönelik sosyal politikalar ve okul ortamının kız çocuk dostu konuma getirilmesine yönelik müdahaleler dikkate alınması gereken önemli unsurları oluşturuyor. Sosyal devletin kadın eğitimine yönelik ataerkil ideolojiyi kıracak nitelikte eğitim politikalarını kurgulaması gerekiyor. SAYI 54 1 Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. 2014. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması. 2013. Elma Teknik Basım Matbaacılık. Ankara 2 Colclough, C., P. Rose & M. Tembon. 2000. Gender inequalities in primary schooling. The roles of poverty and adverse cultural practice. International Journal of Educational Development, 20, 5-27. Leach, F. 2000. Gender implications of development agency policies on education and training. International Journal of Educational Development, 20, 333-347 Smits, J. & A. Gündüz-Hosgör, 2004. Effects of family background characteristics on educational participation in Turkey, 1978-1998. Smits, J. & A. Gündüz-Hosgör, 2006. Effects of family background characteristics on educational participation in Turkey, International Journal of Educational Development, 26:545-560. 55 ODTÜLÜ dosya Eğitimin Niteliği ve Okuldan Kopuş Eğitim-öğretim sürecinin öğrenciler için cazip kılınması büyük önem taşıyor. Okullarda öğrenmenin gerçekleşmesi ve öğrenmenin öğrenci için heyecan verici hale gelmesinin sağlanması, öğrencilerin okul aidiyetini yükseltecek. X Yazı DR. ALPER DINÇER Eğitim Reformu Girişimi Araştırma Koordinatörü Ç ocukların okula devam etmesini arzu ediyoruz; çünkü okula devam eden çocuğun öğreneceğini, beceriler kazanacağını, kendini ve dünyayı tanıyacağını ve bunun sonucunda kendini gerçekleştirebileceği bir geleceğe hazır olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle, sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çocukların okula devamını teşvik edecek veya devamsızlıktan caydıracak pek çok uygulama gerçekleştiriliyor. Örneğin, ABD’de bazı eyaletlerde devamsızlığı yüksek olan öğrencilere ehliyet verilmiyor; Brezilya, Meksika ve Kolombiya’da yoksul ailelere çocukları okula devam ediyorsa maddi destek sağlanıyor; Hindistan ve pek çok Afrika ülkesinde okul yemeği programlarıyla okulun çocuklar için daha cazip kılınması hedefleniyor. Türkiye’de 2004’ten beri öğrencilerin okula devamını teşvik etmek için Güney Amerika’dakine benzer bir destek programı uygulanıyor. Herhangi bir Sosyal Güvenlik Kurumu’na tabi olmayan ve düzenli geliri olmayan en yoksul ailelere çocuğun eğitim düzeyi ve cinsiyetine bağlı olarak çocuk başına 30 ile 55 TL arasında değişen miktarlarda aylık parasal destek sağlanıyor. 2007’de Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü ve 2012’de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Gazi Üniversitesi’nin gerçekleştirdiği iki kapsamlı değerlendirme çalışması, bu desteğin öğrenci devamını olumlu yönde etkilediğini ortaya koyuyor. Ancak bu araştırmalar sağlanan destek sayesinde okula devam eden öğrencilerin okulda neyi ne kadar öğrendikleri konusunda sessiz kalıyor. Eğitimin niteliği, yani öğrencilerin okulda ne kadar öğrendiği ve beceri kazandığı, öğrenciyi okulda tutan önemli bir etken. Eğitimin niteliğini yükseltmeden, şartlı eğitim yardımları gibi talep yönlü müdahalelerle öğrenci devamını artırmanın sınırları var. Okulda öğrenmeyen öğrenciler akranlarının gerisinde kalıyorlar ve okul aidiyetleri zaman 56 EĞITIMIN NITELIĞI VE OKULDAN KOPUŞ içinde düşüyor. Bu öğrenciler önce, sürekli devamsızlık yapmaya başlıyorlar; bunun ardından okuldan kopuyorlar. Ayrıca, eğer eğitim-öğretim süreci öğrenciye kendini gerçekleştirebileceği bir geleceği oluşturması için yardımcı olmuyorsa, öğrenci gereksinim duyduğu becerileri okul dışında arıyor ve bunun sonucunda da okuldan kopuyor. ERG’de gerçekleştirdiğimiz iki farklı araştırma eğitimin niteliği, devamsızlık ve okuldan kopuş arasındaki ilişkiyi örneklerle somut biçimde betimlememize yardımcı oluyor. DROP IN – Fighting Against Dropout: Analyse, Prevent, Innovate projesi kapsamında İstanbul’da meslek lisesini dokuzuncu sınıfta terk etmiş gençlerle derinlemesine görüşmeler gerçekleştirdik. Görüşmelerde gençler sık sık okula dönmek konusunda kararsız olduklarını, eğitim hayatından herhangi bir beklentileri olmadığını, okula gitmenin zaman kaybı olduğunu belirttiler. Hatta, okulu terk edip çalışmaya başlayan erkek öğrenciler, akıllıca bir tercih yaptıklarını ve iş yaşamına erken adım attıklarını, tecrübe kazandıklarını ve bu tecrübenin kendileri için okula gitmekten daha değerli olduğunu dile getirdi. Üç senedir kadın kuaförü olan bir genç, okulu terk etmeyen arkadaşlarının yanlış yaptığını çünkü arkadaşları üniversiteyi bitirse bile kendisi kadar para kazanamayacağını vurguladı. Devam Oranlarının Artırılması Projesi kapsamında devamsızlığın nedenlerini anlamak için Muş, Van, Mardin, Şanlıurfa’da bine yakın 4. ve 8. sınıf öğrencisinden nicel veri topladık ve 200’e yakın eğitim paydaşıyla derinlemesine görüşmeler ve odak grup görüşmeleri gerçekleştirdik. Araştırma, ortaokulda yüksek devamsızlık yapan öğrencilerin önemli bir bölümünün ilkokul düzeyinde çok sık öğretmen değiştirdiğini ve bu nedenle ilkokul düzeyinde temel okuma ve yazma becerilerini edinemediklerini ortaya koydu. Bu becerilere sahip olmadan Eğitimin niteliği, yani öğrencilerin okulda ne kadar öğrendiği ve beceri kazandığı, öğrenciyi okulda tutan önemli bir etken. ortaokula devam eden öğrenciler derslerde sıkıldıklarını, dersleri anlamadıklarını ve bu nedenle sık sık devamsızlık yaptıklarını dile getirdiler. Elbette hem lise hem ortaokul düzeyinde devamsızlığın eğitimin niteliğinin dışında pek çok farklı nedeni var. Ancak, ERG’de yaptığımız araştırmalar farklı eğitim düzeylerinde niteliğin farklı nedenlerle öğrenci devamsızlığıyla ve bunun sonucunda okul terkle yakından bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor. İstanbul’da lise düzeyinde öğrencilerin bir bölümü için meslek lisesinin getirisinin berber çıraklığının getirisiyle yarışamadığını görüyoruz. Güneydoğu’daysa düşük nitelikli ilkokul eğitiminin ortaokulda devamsızlık ve okuldan kopuşa neden olduğunu ortaya çıkıyor. Bu nedenle okulların ve eğitim-öğretim sürecinin öğrenciler için cazip kılınması büyük önem taşıyor. Okullarda öğrenmenin gerçekleşmesi ve öğrenmenin öğrenci için heyecan verici hale gelmesinin sağlanması, öğrencilerin okul aidiyetini yükselterek beraberinde devamsızlığın ve okul terkin azalmasına yardımcı olacak. Başka bir deyişle devamsızlıkla mücadele politikalarının sadece talep yönlü olarak tasarlanmaması ve eğitimin niteliğini de dikkate alması gerekiyor. Bunun için, eğitimin niteliğinin devamsızlık ve okuldan kopuşu hangi düzeyde nasıl etkilediğinin daha kapsamlı biçimde araştırılması ve araştırma bulgularının politikalara temel oluşturması atılabilecek adımların başında geliyor. SAYI 54 57 ODTÜLÜ dosya Arafta Olan Okul mu, İnsan mı? Amacının insan yetiştirmek yerine, ekonominin gereksinimine uygun becerilere sahip birey yetiştirmeye sıkıştırılmış olması, okulun doğallığını bozuyor. Okullar insanat bahçesine dönüşürken, korkularımız ve hazlarımız nedeniyle sesimizi yükseltemiyoruz. X Yazı PROF. DR. ZIYA SELÇUK Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü Tedmen Direktörü 58 B ilindiği gibi bugünkü okulu üreten gereksinim, sanayi toplumunun çarklarını döndürmek için uygun becerilere sahip bireyler yetiştirmektir. Eğitim az sayıdaki birey için özel hocalar veya çıraklık ağırlıklı bir yapı taşırken, sanayi devrimiyle birlikte kitleselleşmeye doğru gitmek durumunda kaldı. Kitlesel eğitim, “just in case ve just in time” karakterinde müfredatlarla sürdürüldü. Sanayi toplumu için kurulan okul, bugün 21. yüzyılın bilgi ekonomisi için gerekli becerilere sahip bireyler yetiştirmeyi amaçlıyor. OECD’nin düzenlediği PISA gibi araştırmalar sermayenin okulu bırakmaya niyeti olmadığını gösteriyor. Ancak, okullardaki kitlesel eğitim ciddi sorunlara sahip. Kitlesel eğitim Nietzche’nin deyişiyle fabrikasyon yemeğe benzer. Lezzetten ziyade doyma amaçlıdır. Yeni yüzyılda kitlesel eğitimin bu zafiyeti dijital teknolojilerle giderilmeye çalışılıyor. Dijital teknolojiler sayesinde tekrar bireyselleştirilmiş eğitime doğru gidiliyor. Buradan iki temel sonuç çıkıyor; birincisi eğitim, dolayısıyla okul ekonomi için çalışacak. Yani homo economicus yolculuğu. İkinci olarak, eğitim ve okul teknolojinin yedeğinde sürüklenecek. ARAFTA OLAN OKUL MU, İNSAN MI? Okulun amacının insan yetiştirmek yerine, ekonominin gereksinimine uygun becerilere sahip birey yetiştirmeye sıkıştırılmış olması okulun doğallığını bozuyor. Okullar insanat bahçesine dönüşürken, korkularımız ve hazlarımız nedeniyle sesimizi yükseltemiyoruz. Doğallığın bozulması doğayla ilişkimizin giderek patronköle ilişkisine dönmesine yol açıyor. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın deyişiyle “biz annemizin karnından doğduk ama henüz doğmadık, tabiat ananın karnındayız hâlâ” düsturundan giderek uzaklaşıyoruz. Bizdeki okulun pozitivist tavrı doğadan daha fazla uzaklaşmamıza yol açıyor. Metafizik olur diye hücrenin varlığını kabul etmeden ölen A. Comte kadar olmasa da, okul bizi kadim ya da çağdaş dogmalarla donatıyor. Burada George Orwell ve Aldous Huxley karşılaştırmasına yer vermekte yarar olabilir. Orwell gelecekte insanlığın korku üzerinden yönetileceğini söylerken, Huxley sevdiğimiz ve haz duyduğumuz şeyler üzerinden maniple edileceğimizi ifade etmişti. Gelişmiş dünya için daha çok hazlar üzerinden, diğer ülkeler için korku üzerinden bir yönetim tarzı seçildiğini ifade etmek mümkün. Bizde her ikisi de çok aktif görünüyor. Okul bu ortamı besleyen bir kurum olarak çoktan kullanma ömrünü geçirmiş görünüyor bizde. İnsan, kendi ruhunun hakikati yerine, şişirilmiş benliği ile insansı olmaya doğru gidiyor. Okul provokatif bir eylem-söylem içinde bulunmak bir yana, bu gidişin görmezlikten gelindiği bir mekâna dönüşmüş durumda. İnsanı gören ancak insanlığı göremeyen bir eğitim içeriğiyle karşı karşıyayız. Eğitim düzeyi arttıkça vasıflı suç oranı, obezite, dünyadaki açlık, doğayı tahribat artıyor. Bir şeyi değil, her şeyi yanlış yapan bir eğitim-okul sistemi hakim durumda. Okulun doğal bir seçilim yoluyla değil, yapay bir manipülasyonla evrildiği bir durum söz konusu. Okulun geleceğini zaman-mekân eksenlerinde yorumlamak mümkün olabilir. Dijital teknolojiler vasıtasıyla aynı zamanda aynı yerde, aynı zamanda farklı yerde, farklı zamanda aynı yerde ve farklı zamanda farklı yerde eğitim yapılabilme imkanı okulun geleceğini tümüyle yeniden şekillendirecek görünüyor. Gerçeklik Yüz yıldır hemen hiç değişmeyen okul, önümüzdeki 25 yıl içinde büyük bir değişime uğrayacak. algısının bulanık (fuzzy) yapısı okulun tümüyle dönüşeceğinin bir başka işareti. Milgram’ın 1994’te ortaya koyduğu Gerçeklik-Sanallık kontinyumu konuyu açıklamak için önem taşıyor. Gerçeklik, artırılmış gerçeklik, artırılmış sanallık ve sanal gerçeklik dizisinin her basamağında eğitim yaygın olmasa da mümkün artık. Yüz yıldır hemen hiç değişmeyen okul, önümüzdeki 25 yıl içinde büyük bir değişime uğrayacak. Okulun görevleri okul dışına taşacak ancak okulumsu mekânlar sosyalleşme amaçlı devam edecek. Okulun işlevini zamandan ve mekândan bağımsız olarak her yer ve her zamanda sürdürmesi mümkün olacak. Uykuda, yolda, yemek yerken giyilebilir teknolojiler vasıtasıyla, uzaktan istemsiz veri transferi yoluyla ve enjeksiyonla öğrenme sıradan öğrenme etkinlikleri haline gelecek. Okullar sınıf ve koridor temelli yapılardan bireysel veya küçük grup çalışmalarına göre düzenlenmiş yapılara evrilecek. Uykudayken veya uzaktayken ölçme değerlendirme yapılabilecek. Vücuda çip yerleştirme çılgınlığı konusunda kanuni düzenlemeler yapılacak. Ölmüş insanlardan hafıza transferi yoluyla öğrenme sıradan bir cerrahi olay haline gelebilecek. İnsanlar aklından geçenlerin okunmaması için kişisel jammer’lar taşıyacak. Ve daha niceleri. Korkan var mı? Mesleklerin eskisi gibi sabit ve uzun yıllar devam eden iş alanı olmaktan çok sürekli değişen, farklılaşan beceri alanlarına dönüşecek olması okulun işlevini farklılaştıracak olan bir başka etken denilebilir. 10 yıl içinde çok sayıda meslek ortaya çıkabilir veya yok olabilir hale gelecektir. Genetik çiftçi, uzay mimarı, bilim etikçisi, sanal avukat, zaman bankası ticaretçisi gibi meslekler 10-15 yıl içinde sıradanlaşabilir. “Türkleri anlama uzmanı” bir meslek olarak daha uzun yıllar varlığını sürdürecek gibi. SAYI 54 59 ODTÜLÜ söyleşi “Öğretebilmek İçin Bilmek Yetmez!” Eğitim Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Jale Çakıroğlu lisans yıllarından beri ODTÜ’lü. Çakıroğlu ile yetiştirdikleri öğretmenlerin özyeterliğinden bilimsel okur yazarlığa uzanan bir sohbet gerçekleştirdik. Jale Hocam lisans yıllarından beri ODTÜ’lüsünüz. Eğitim bilimi çalışan biri olarak ODTÜ’nün eğitim yöntemlerini nasıl buluyorsunuz? Lisansı ve yüksek lisansı ODTÜ’de okudum. Ardından doktorada burs alarak Amerika’ya gittim. ODTÜ’den ayrılırken çok üzülmüştüm, geri dönerken de çok sevindim. Biz lisans eğitimi alırken Eğitim Fakültesi’nden dersler alıyorduk. Bu alanda aldığımız dersler sonucunda bize verilen dersleri sorgulama şansımız oluyordu, eleştirel bir bakış açısı geliştirebiliyorduk. Mezun olana kadar bu süreci yaşadık. O yüzden bugün, öğrenciyken geliştirdiğim o eleştirel bakış açısına sahip olduğumu söyleyebilirim. Bizim zamanımızda eğitim anlayışı açısından çok eksikler vardı. O zamanlar öğretim üyesi sadece derse geliyor ve anlatıyordu. Tartışma, konunun anlamlılaştırılması için bir şeyler yapılmıyordu. Şimdi baktığım zaman bu konuda çok yol aldığımızı görüyorum. Ama biz de öğrencilerimizden tıpkı zamanında bizim hocalarımıza yaptığımız gibi eleştirel sözler duyabiliyoruz. Bu eleştirileri dikkate alıyoruz ve bu alanda çalışmalar yapıyoruz. Artık AGEP diye bir sistemimiz var. Yeni hocalarımız artık bir eğitimden geçiyor. Bu çok önemli. Çünkü bir şeyi iyi öğretebilmek için bir alanı çok iyi bilmek yeterli olmuyor. Bu bilgiyi nasıl öğreteceğinizi yani işin pedagojisini de bilmeniz ve uygulayabilmeniz gerekir. Ancak bu ikisini iyi birleştirirseniz öğrenciler açısından yararlı bir öğretmen olursunuz. 60 “ÖĞRETEBILMEK İÇIN BILMEK YETMEZ!” Araştırmalarınıza baktığımızda öğretmenlerin özyeterliğinin sizin için önemli bir konu olduğunu görüyoruz. Özyeterlikten anlamamız gereken nedir? Özyeterlik, psikolog Bandura’nın sosyal öğrenme kuramından çıkmış bir kavram. Oldukça önemli, çünkü Bandura, özyeterlik bireyin belli bir performansı göstermek için gerekli etkinlikleri düzenleyip, başarılı olarak yapma kapasitesi hakkındaki algılayışı ve yargısıdır. Sınıf içerisinde öğretmenlerin davranışlarında belirleyici olduğunu söylüyor. Öğretmenlerin özyeterlik inançlarının yüksek olması, öğrenci başarısını, motivasyonunu olumlu etkilemekte, öğretmenlerin yeni yöntemleri denemeye daha istekli olmasını, öğrencileri güdülemek için daha çok çaba sarf etmesini sağlamaktadır. Yeni fikirlere açık olması, özellikle fen eğitiminde yeni bir yöntem çıktığında bunu uygulayabilme cesaretini gösterebilmesini sağlıyor. Çünkü özyeterlik inancı olan bir öğretmen denemekten korkmuyor. Düşünün siz bir şeyi yapamayacağınıza inanıyorsanız yeni bir şey yapma cesaretini kendinizde bulamazsınız. Bu inançlar sizi durdurur. Sınıf yönetiminde bazı zorlukları çekersiniz. Sonuç olarak bu öğretmen eğitiminde önemli bir yer tutuyor. Bizler, “Öğretmen adaylarının özyeterlik inançlarını artırmak için neler yapabiliriz” diye düşündüğümüzde Bandura’nın çözüm önerisine bakıyoruz. Bunlardan ilki doğrudan deneyimler. En etkili kaynak. Başarı tecrübe edildiğinde özyeterlik artıyor. Ya da dolaylı deneyim; yani bir kişiyi gözlemleyerek tecrübe edinmek. Özellikle öğretmen adaylarını yetiştirirken bu yöntemleri kullanıyoruz. Öğrencilerimizi özyeterlik inanışları yüksek bir şekilde mezun etmek istiyoruz. “Ben fen bilgisini öğrencilerin anlayabileceği şekilde öğretebilirim” düşüncesine sahip öğretmenler yetiştirmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de Bandura’nın kaynaklarını kullanıyoruz. Bunu nasıl yapıyoruz? Öğrencilere ders planları hazırlatıp uygulatıyoruz, onlara geri bildirimler veriyoruz. Örnek olabilecek ders örnekleri sunuyoruz. Bu tip deneyimler yoluyla “ben de yapabilirim” düşüncesi kazanmalarına “Özyeterliğin geliştirilmesi için öğrencilerin mutfağa inmesi en önemli nokta.” yardımcı oluyoruz. Sınıf ortamı sağlayarak onları yönlendiriyoruz ancak bunu yaparken çok dikkat ediyoruz. Onlara stressiz bir ortam yaratmaya çalışıyoruz. Bazen kendi ders anlatımlarını videoya kaydedip eleştirel olarak izlemelerini istiyoruz ve kendi eksiklerini görmelerini sağlıyoruz. Öğretmenlik uzaktan keyifli görünüyor peki karşılaşılan zorluklar neler? Evet keyifli ama zor. Sadece öğrencilere bir şeyler anlatıp çıkmaktan ibaret bir iş gibi düşünürseniz kolay tabii. Böyle bir işi eline ders notu tutuşturulan eğitimli herkes yapabilir. Fakat 21. yüzyılda ihtiyacımız olan öğretmenlik bu değil. Yaptıklarınızın öğrenciler açısından pek çok sonucu olabiliyor. Her öğrenciyi çok iyi tanıyıp onların gereksinimlerini dikkate almak gerekiyor. Etkili öğretim yapabilmenin pek çok incelikleri var, bunlara hakim olmak ve bunları uygulamak sanıldığı kadar kolay değil. Sistem ve toplum içerisindeki “başarı” algısı öğretmenlerin ve öğrencilerin hayatında ne kadar yer kaplıyor? Bu yarış gerçek bilgiye ulaşmanın önünde bir engel teşkil ediyor mu? Başarı bir hedefe ulaşma olarak tanımlanabilir. Okul sistemimize baktığımız zaman genelde bir dersten iyi not almak, lise ya da üniversite giriş sınavlarında alınan puanlar başarı tanımlaması olarak algılanıyor. Bunlara çok önem verdiğinizde çocukta bir stres oluşuyor, yapamama endişesi artıyor, motivasyon düşüyor, SAYI 54 61 ODTÜLÜ söyleşi Bir şeyi iyi öğretebilmek için bir alanı çok iyi bilmek yeterli olmuyor. Bu bilgiyi nasıl öğreteceğinizi bilmelisiniz. Ancak bu ikisini iyi birleştirirseniz öğrenciler açısından yararlı bir öğretmen olursunuz. derse olan ilgi azalıyor. Başarıyı sadece ders başarısına indirgersek, bu çok kısıtlı bir başarı algısı olmuş olur. Aslında başarı dediğimiz şeyin o kadar farklı yönleri var ki, okullarda birçok şey atlanıyor. Öğrencilere çok farklı yönlerden kendilerini geliştirebilmeleri için fırsatlar verilmelidir. Örneğin liderlik, yaşam becerileri, yaratıcılık gibi... Bunlar çok önemli. Çocuğun onları da öğrenmesi, başarıyor olması gerekiyor. Yaratıcılık mesela; iyi bir resim yapmanız başarı olarak algılanmıyor ama matematikten kötü not alırsanız başarısızlık oluyor. Maalesef Türkiye’deki eğitim sitemi de bu yanlış algıyı destekliyor. Artık başarıyı farklı şekillerde tanımlamaya ihtiyacımız var. Başarıyı sadece sınav notlarına endekslersek öğrencilere haksızlık etmiş oluruz. Jale Hocam bilimsel okur-yazar bireyler yetiştirmek de sizin üzerinde çalıştığınız konular arasında... Bilimsel okur-yazarlık fen öğrenimindeki en önemli kavramlardan biri. Bilim okuryazarı bir birey, bilimsel anlayışa sahip, bilimin doğasını, sınırlarını, açıklamaları, temel ilkeleri bilen bunun yanında bilimsel araştırmaların nasıl yapıldığını bilen ve bu bilgiyi kişisel ve toplumsal kararları vermede kullanabilen bilimsel tutum ve değerlere sahip kişidir. Bu kişiler bilimi, bilimsel olmayandan ayırt edebilir. Örneğin karşımıza çıkan pek çok toplumsal sorun var: “Nükleer santraller yapılsın mı yapılmasın mı?” 62 Ya da “GDO’lu ürünleri satın almalı mı almamalı mı?” Bilimsel bakış açısını bilerek bu sorulara cevap verebilmek gerekiyor. Bilimin doğasını bilmek en önemlisi. Öğrencilerimizi de bu vizyon altında yetiştiriyoruz. Bilim okuryazarı bireyler yetiştirmek uzun bir süreçtir. Zamanla öğrencilere bilimi tanıtıyoruz. Bilimsel bilgi bize değişmez ve sabit bir bilgi sunmaz ama güvenilir bilgi sunar. Her gün yenilenir, yeni verilerle kendini geliştirir. Bizler de gelişmeye açık olmalıyız. Bilimsel okur-yazarlık eğitimi ihtiyaçlar doğrultusunda farklı kültürlere coğrafyalara göre değişkenlik gösterebilir mi? Bilimsel bilgi doğası gereği kültürden etkilenir. Bilim aslında bilim insanının yürüttüğü sosyal bir aktivitedir. İnsan faktörü devreye girdiği için o insanın bulunduğu ortamdan etkilenir. Bilimsel bilginin sosyal ve kültürel değerlerden etkilendiğini veya onları etkileyebildiğini söyleyebiliriz. Bilim insanları bilimsel çalışmalarını yaparken, bulundukları sosyal, kültürel, tarihsel ve politik çevre, onların hangi yöntemleri kullanabileceğini, hangi soruları sorabileceğini ve onların ne kadar destekleneceğini etkileyebilir. Örneğin tsunami felaketi yaşamış bir ülke o konuda daha çok bilimsel çalışma üretir. Bilim ve kültür birbirini etkiliyor. Aslında bilim eğitimi temelde olmasa da, kişinin ve toplumun ihtiyaçlarına göre değişkenlik gösterebilir. “ÖĞRETEBILMEK İÇIN BILMEK YETMEZ!” ODTÜLÜ haber ODTÜ Eğitim Fakültesi’nin “Etkinlik”leri Sürekli gelişime ve yenilenmeye açık öğretmenler mezun etmek fakültemizin amaçlarının en önemlileri arasında yer alıyor. Bu amaç doğrultusunda etkinliklerimizi yaygınlaştırmayı hedefliyoruz. X Yazı DOÇ. DR. ÇIĞDEM HASER ODTÜ Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı O DTÜ Eğitim Fakültesi etkinlik açısından oldukça zengin ve hareketli bir fakültedir. Ancak, “etkinlik” kelimesini iki şekilde değerlendirmek gerektiğini düşünüyoruz: “Eylem” anlamında ve “etkin olma, iş yapma gücü” anlamında. Eylem olarak ODTÜ Eğitim Fakültesi’nin her yıl düzenli olarak organize ettiği ve zaman zaman da paydaşlarıyla birlikte düzenlediği pek çok etkinlik bulunmaktadır. Ancak, fakültemiz aynı zamanda ODTÜ içinde ve dışında etkin bir kurum olarak kendisini göstermektedir. Bu iki anlamı aynı anda içeren etkinlikler de düzenliyoruz. Eğitim Fakültesi’nin en önemli etkinliklerinden birisi “Öğretmenler Günü” etkinlikleridir. 64 Öğretmenler Günü, fakültemizdeki öğrencilerimizin öğretmenlik kimliğini kazanmalarındaki önemli etkinliklerden birisi olarak değerlendirilebilir. Fakültemizin farklı bölümlerinde öğrenim görmekte olan bütün öğrencilerimizin Öğretmenler Günü’nü çeşitli etkinliklerde ve derslerde kutlar ve onların mesleğe ne kadar yakın olduklarını hissettirmeye çalışırız. Öğretmenlik mesleğinin derslerde tartışma fırsatı bulamadığımız boyutlarını tartıştığımız Öğretmenler Günü etkinliklerinde her yıl belirlediğimiz bir ana tema çerçevesinde paneller ve seminerler düzenliyoruz. 2013 yılı ana temamız “Öğretmen Olmak Hakkında Öğretilmeyen Her Şey” ve 2014 yılı ana temamız “Öğrencileri Anlamak” bağlamında düzenlediğimiz panellerde okul yöneticileri, mezunumuz öğretmenler, araştırmacılar ve öğrencilerimiz ile birlikte öğretmenlik mesleğinden beklentileri ve özel eğitim uygulamalarını tartıştık ve deneyimleri paylaştık. Bu panellere ek olarak, mesleğe yeni başlayan öğretmenler ve onların mesleki kimlik gelişimleri üzerine araştırmalar yapan Hollanda Eindhoven Teknoloji Üniversitesi’nden Prof. Dr. Perry den Brok da 2013 yılında konuğumuz oldu ve araştırmalarının sonucunu öğrencilerimizle paylaştı. Fakültemiz öğretim elemanları tarafından yürütülen ve çocukların topluma demokratik katılımlarını hedefleyen, ODTÜ Eğitim Fakültesi’nin etkin olduğu bir Avrupa Birliği projesinin çıktıları da 2014 yılı Öğretmenler Günü etkinliklerinde sunuldu ve tartışıldı. ODTÜ EĞITIM FAKÜLTESI’NIN “ETKINLIK”LERI Fakültemizin dördüncü sınıf öğrencileri güz ve bahar dönemlerinde Okul Deneyimi ve Öğretmenlik Uygulaması dersleri kapsamında Ankara’daki çeşitli okullarda alanlarındaki öğretmenlerle birlikte derslere katılır ve uygulamalar yapar. Bu uygulamalar bir anlamda etkin yönümüzün bir göstergesidir. Dördüncü sınıf öğrencilerimiz bizim ve uygulama okullarındaki öğretmenlerin rehberliğinde çeşitli sınıf seviyelerindeki öğrencilerin öğrenmelerine etkin bir şekilde katkıda bulunurken, aynı zamanda geliştirdikleri materyaller ve güncel uygulamaları kendilerine rehberlik eden öğretmenleri ile paylaşarak onların bilgilerini güncellemelerine yardımcı olur. ODTÜ Eğitim Fakültesi olarak, öğretmen adaylarımızı eğitmek için birlikte çalıştığımız, ancak yıl içerisinde bir araya gelme fırsatı bulamadığımız uygulama okulları yönetici ve öğretmenlerine yaptıkları katkılardan dolayı teşekkür etmek amacıyla her yıl Mayıs ayında “Fakülte-Okul İşbirliği Etkinliği” düzenliyoruz. 2013 yılı Fakülte-Okul İşbirliği Etkinliği çerçevesinde, ODTÜ G.V. Okulları ile birlikte tüm uygulama okullarındaki yöneticileri, öğretmenlerimizi ve dördüncü sınıf öğrencilerimizi davet ederek Lefke Avrupa Üniversitesi’nden Prof.Dr. Ayşegül Ataman’ın “Üstün Yetenekli Çocuklar” konulu seminerine katıldık. Öğrencilerimizin çeşitli yönlerden gelişimlerini desteklemek ve onları öğretmenlik mesleğine mümkün olduğu kadar hazırlamak amacıyla öğretmen eğitimi konusunda destekler veren sivil toplum kuruluşları ile birlikte etkinlikler de düzenliyoruz. Öğretmen Akademisi Vakfı tarafından öğretmenlere verilen “Öğrenen Lider Öğretmen” eğitimleri 26-27 Nisan 2014 tarihlerinde fakültemiz dördüncü sınıf öğrencilerine de verilmiş ve öğrencilerimiz tarafından büyük bir ilgi ile takip edilmiştir. Bu eğitimin 2015 yılı Mart ayı içerisinde bu yıl dördüncü sınıfta olan öğrencilerimize verilmesini hedeflemekteyiz. Çankaya ve Oran Rotary Kulüpleri ve fakültemiz işbirliği ile öğrencilerimiz için “Toplum Liderleri Geliyor Kişisel Gelişim Seminerleri” 7 Kasım – 20 Aralık 2014 tarihleri Öğrencilerimizi öğretmenlik mesleğine mümkün olduğu kadar hazırlamak amacıyla öğretmen eğitimi konusunda destekler veren sivil toplum kuruluşları ile birlikte etkinlikler de düzenliyoruz. arasında hafta sonları gerçekleştirilmiştir. Bu seminerler dizisi kapsamında çeşitli alanlarda liderlikleri ile ön plana çıkmış konuklarımız, öğrencilerimize toplumda lider bir öğretmen olmalarında kendilerine yol gösterecek liderlik becerileri hakkında bilgiler vererek, onların sorularını cevaplandırmıştır. Fakültemiz ve bölümlerimiz, güncel sorunların ve araştırma bulgularının tartışıldığı etkinlikler de düzenlemektedir. 2014 yılında alanlarında uzman araştırmacıların davet edildiği seminer ve panellerde PISA 2012 sonuçları, fen eğitiminin doğası, yabancı dil eğitimi ve öğretmenlerin özlük hakları gibi konuları Fakültemiz öğretim elemanları ve öğrencileri ile birlikte tartıştık ve değerlendirdik. Benzer bir şekilde, fakültemiz öğretim üyeleri, uzman oldukları alanlarda Milli Eğitim Bakanlığı ile program geliştirme çalışmalarını yürütmekte ve MEB tarafından çekilen videolar yoluyla Türkiye’deki binlerce öğretmeni etkin bir şekilde bilgilendirmektedir. Sürekli gelişime ve yenilenmeye açık öğretmenler mezun etmek fakültemizin amaçlarının en önemlileri arasında yer almaktadır. Bu amaç doğrultusunda etkinliklerimizi ve toplumda etkin olma çabamızı önümüzdeki yıllarda da geliştirmeyi ve yaygınlaştırmayı hedefliyoruz. Etkinliklerimizi ODTÜ Eğitim Fakültesi İnternet sitesinden (www.fedu.metu.edu.tr) ve sosyal ağlardan (www.facebook.com/odtuegitim) takip edebilirsiniz. SAYI 54 65 ODTÜLÜ dosya ODTÜ ve Eğitim X Yazı PROF. DR. GÖLGE SEFEROĞLU ODTÜ Eğitim Fakültesi Dekanı Sürdürdüğü çok çeşitli faaliyetler ve projeler ile ODTÜ, bir yandan bilim, eğitim ve araştırmanın daha da ileriye gitmesine yönelik adımlar atarken, diğer yandan da bilgi birikimini ve bilimi toplumla buluşturarak bir toplum üniversitesi olma yolunda ilerlemektedir. Ö ğrencilere akademik bilgilerin kazandırılması ODTÜ’de verilen eğitimin yalnızca bir boyutudur. ODTÜ’nün temel ilkelerinden1 birisi de “Yaşam Boyu Eğitim”dir. ODTÜ bu kapsamda “Kendi bünyesindeki mensuplarının, mezunlarının ve toplumun her kesiminden insanların sürekli gelişimi için yaşam boyu eğitimi özendirir.” “Nitelikli İnsan Yetiştirme” ilkesi çerçevesinde ise “Öğrencilerini insani ve ahlaki değerlere sahip ve bunlara saygılı, liderlik yetenekleri ile donatılmış, geniş görüşlü, sürekli öğrenme ve kendini yenileme alışkanlığı edinmiş bireyler olarak topluma kazandırmayı amaçlar.” ODTÜ Senatosu’nun 21 Ocak 2014 tarihli kararıyla ODTÜ’nün tüm lisans programlarından mezun olan öğrencilerin sahip olması hedeflenen yetkinlikler şu şekilde tanımlanmıştır; Orta Doğu Teknik Üniversitesi lisans programları mezunları: • Bilgiyi etkin bir şekilde kavramsallaştırma, uygulama, analiz etme, sentezleme ve değerlendirme becerisine sahiptir • Yenilikçi fikir ve ürünleri yaratıcılıkla üretebilir • Problemleri belirlemek, tanımlamak, çözmek için gerekli stratejileri geliştirme ve uygulama becerisine sahiptir • İngilizce ve Türkçe dillerinde etkili iletişim becerilerine sahiptir • Liderlik, girişimcilik ve kendi kendini yönlendirme becerilerine sahiptir • Evrensel, toplumsal ve çevresel sorunlara duyarlıdır; bunların çözümünde birey olarak veya toplumla birlikte çaba gösterir; 66 ODTÜ VE EĞITIM gerektiğinde uygun gördüğü çözümleri üretip topluma sunabilir • Etik değer ve ilkeleri önemser; mesleki ve toplumsal yaşamda bunlara uygun davranır Bireysel düzeyde her ODTÜ’lü kurumsal olarak da ODTÜ sürekli öğrenme ve kendini geliştirme hedefine sahiptir. • Hem takım içinde, hem de bağımsız çalışabilme becerilerine sahiptir • Bilgi, beceri ve yetkinliklerini geliştirmek için yaşam boyu öğrenmeye açıktır • Bilgi gereksinimini anlar, tanımlar ve bu bilgiye ulaşır; bilgiyi etkili bir şekilde kullanıp başkalarıyla paylaşır • Bilgi ve iletişim teknolojilerini bilgi edinmede etkili bir biçimde kullanabilir, bilgi ve deneyimlerini, teknoloji ve görsel araçları kullanarak başkalarıyla paylaşabilir. Bunlar aynı zamanda 21. yüzyılın yetkinlikleridir. ODTÜ’nün eğitim kalitesi ile uluslararası sıralamalarda dünyanın en seçkin eğitim kurumları arasında yer alması tesadüf değildir. Bireysel düzeyde her ODTÜ’lü kurumsal olarak da ODTÜ sürekli öğrenme ve kendini geliştirme hedefine sahiptir. Yıllardır bu anlayışla yürütülen faaliyetler ve çabalarının bir sonucu olarak ODTÜ İngiltere merkezli Quacquarelli Symonds (QS) kuruluşu tarafından her yıl yapılan değerlendirmede son üç yıldır “eğitim” alanında dünyanın ilk 150 üniversitesi arasına girmektedir. ODTÜ eğitimindeki lider konumunu koruyabilmek ve ulusal ve uluslararası arenada artan beklentilere cevap verebilmek için çok çeşitli adımlar atmaktadır. ODTÜ’de Öğrenme ve Öğrenci Gelişim Birimi (ÖGEB) işte bu amaçla, “yenilik merkezi” olarak hizmet vermek üzere kurulmuştur. Son yıllarda teknolojide yaşanan gelişmeler, özellikle mobil teknolojilerin yaygınlaşması hem bireyleri hem toplumu dönüştürmekte; aynı zamanda da eğitim için bulunmaz fırsatlar sunmaktadır. Eğitim sınıf ve okul ortamıyla sınırlı değildir artık. 2014-2015 eğitimöğretim yılı sonbahar dönemi itibarıyla genel kullanıma açılmış olan yeni öğrenme yönetim sistemi ODTÜClass öğretim elemanları ve öğrencilerimize zengin ders araçları ve iletişim kanalları sunmaktadır. ODTÜ, bilimi toplumla buluşturmak ve topluma hizmette de öncüdür. ODTÜ Toplum ve Bilim Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin geçtiğimiz ay düzenlediği “ODTÜ’de Bilim Eğlencelidir!” etkinliği kapsamında Ankara’nın dört bir yanından lise öğrencileri ODTÜ yerleşkesinde buluşmuş; deneyler, sergiler ve yarışmalar ile tam bir bilim şenliği havası yaşanmıştır. (https:// www.youtube.com/watch?v=M2yM9IOAzVc) Sürdürdüğü çok çeşitli faaliyetler ve projeler ile ODTÜ, bir yandan bilim, eğitim ve araştırmanın daha da ileriye gitmesine yönelik adımlar atarken, diğer yandan da bilgi birikimini ve bilimi toplumla buluşturarak bir toplum üniversitesi olma yolunda ilerlemektedir. Bir STEM Projesi olarak ODTÜ ODTÜ bir STEM projesidir. STEM (Science, Technology, Engineering, Mathematics); Fen, Teknoloji, Mühendislik ve Matematik alanlarındaki yoğun eğitimi ifade etmektedir ve son zamanlarda dünyada başta ABD olmak üzere birçok ülkede oldukça popüler olmuştur. STEM eğitimi ise gerçek yaşam problemleri ve durumlarının Fen, Teknoloji, Mühendislik ve Matematik kullanılarak çözülmesi anlayışını benimseyen bir yaklaşımdır. STEM bakış açısı aynı zamanda ilk ve orta öğretimde bilim ve matematik eğitimini iyileştirmeyi ve bu alanlardaki öğretmenlerin eğitilmesini desteklemektedir. ODTÜ STEM ve STEM eğitimi konusundaki uzmanlığı ve donanımı ile önümüzdeki dönemde diğer üniversiteler, Milli Eğitim Bakanlığı ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yaparak STEM ve STEM eğitimi konusunda inisiyatif geliştirmeyi planlamaktadır. SAYI 54 1 http://www. metu.edu.tr/tr/ genel-bilgiler 67 ODTÜLÜ erdemli kampusu ODTÜ Erdemli Denizini Tanıyor ve Koruyor! Etkinliklere katılan proje ekibi ve çocuklar keyifli saatler geçirdi. 68 ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün okullara yönelik “Denizimi Tanıyorum ve Koruyorum” eğitim faaliyetlerinin üçüncüsü bu yıl Dr. Yeşim Ak Örek’in yürütücülüğünde Eylül-Kasım ayları arasında yaklaşık 800 ilköğretim 7. ve 8. sınıf öğrencisinin katılımıyla gerçekleşti. ODTÜ ERDEMLI DENIZINI TANIYOR VE KORUYOR! T ÜBİTAK 4004 Doğa Eğitimi ve Bilim Okulları Programı kapsamında desteklenen ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün okullara yönelik “Denizimi Tanıyorum ve Koruyorum” eğitim faaliyetlerinin üçüncüsü bu yıl Dr. Yeşim Ak Örek’in yürütücülüğünde Eylül-Kasım ayları arasında yaklaşık 800 ilköğretim 7. ve 8. sınıf öğrencisine Uygulamalı Deniz Bilimleri Eğitimi verildi. Projede gelecek nesillere bilimsel bakış açısı kazandırarak denizleri tanıtmak, koruma konusunda erken yaşta bilinçlendirmek, çevre konusunda farkındalık yaratarak sürdürülebilir çevre bilinçlerinin gelişiminde katkı sağlamak amaçlanıyor. ODTÜ’nün “Denizimi Tanıyorum ve Koruyorum” faaliyeti bu yıl ulusal boyut kazanarak Türkiye’nin dört denizini temsilen Trabzon Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü yerleşkelerinde de gerçekleştirildi; söz konusu her ilde beş gün boyunca eğitimler verildi. İlk olarak 16-19 Eylül 2014 tarihleri arasında ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü ekibinin gerçekleştirdiği “Marina Deniz Bilimleri Şenliği” etkinliği kapsamında 20 farklı ilköğretim okulundan seçilen 400 öğrenci Mersin’de buluştu. Denizlerin ve nesli tehlike altındaki türlerin korunması konusunda duyarlılık oluşturmak amacıyla dev puzzle oyunu oynanarak geleceğin teminatı çocuklara deniz araştırmaları hakkında bilgiler verildi. Etkinlikler çerçevesinde Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Mersin Üniversitesi’nin de katılımı ile Erdemli’de bulunan ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Yerleşkesi’nde 13-17 Ekim 2014 tarihleri arasında eğitim programına başlandı. Bu eğitim kapsamında ilköğretim öğrencilerine deniz bilimlerinin önemi, denizel canlılar (planktonlar, balıklar, memeliler, bentik canlılar), denizlerin fiziksel, kimyasal ve jeolojik özellikleri hakkında bilgiler verilerek öğrencilere denizler tanıtıldı. Ayrıca “Denizimi Eğitim kapsamında ilköğretim öğrencilerine deniz bilimlerinin önemi, denizel canlılar, denizlerin fiziksel, kimyasal ve jeolojik özellikleri hakkında bilgiler verilerek öğrencilere denizler tanıtıldı. Tanıyorum ve Koruyorum” etkinlikleri kapsamında, sıvı ve katı atıklar, bilinçsiz betonlaşma ve aşırı avcılık gibi deniz ekosistemi üzerine insan kaynaklı olumsuz etkiler vurgulanarak denizel biyoçeşitlilik, nesli tehlike altındaki türler ve sahillerimizin önemi konularında görsel sunumlar, video gösterimleri ve arazi uygulamaları eşliğinde öğrencilere olası etkilerin nasıl azaltabileceği konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapıldı. Etkinlikleri pekiştirmek ve öğrenirken eğlendirmek amaçlı tüm proje ekibi ile Deniz Ekosistem Oyunu oynandı ve hayal güçlerini kullanarak kendilerine dağıtılan aksesuarlara boyama yapıldı ve çocuklar ile keyifli saatler geçirildi. Etkinliğin sonunda katılımcılara “Geleceğin Deniz Bilimcisi Adayı Olmaya Hak Kazanmıştır” yazılı bir sertifika verildi. Trabzon, İstanbul ve İzmir’den proje ortakları da bu etkinliği kendi kurumlarında gerçekleştirmek için gözlem yaptı. Kapsam ve içeriği aynı olan etkinlikler, ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden iki eğitmenin katılımı ile 20-24 Ekim 2014 tarihleri arasında Trabzon’da, 3-7 Kasım 2014’te İstanbul’da ve son olarak 10-14 Kasım 2014 tarihleri arasında İzmir’de gerçekleştirildi. Bir sonraki yıl “Denizimi Tanıyorum ve Koruyorum” etkinliğinin başka illerde de gerçekleştirilmesi planlanıyor. SAYI 54 69 ODTÜLÜ kuzey kıbrıs kampusu İlk Yıl Seminerleri Üniversite Yaşamına Uyumu Hızlandırıyor ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda da dört yıldır verilen “Kampusta İlk Yıl Semineri” hem öğrencilerin okula uyumunu artırıyor hem de akademik başarı grafiğinin yükselmesine katkı sağlıyor. 70 İLK YIL SEMINERLERI ÜNIVERSITE YAŞAMINA UYUMU HIZLANDIRIYOR O DTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’na ilk kez kayıt yaptıran öğrencilerin, kampusun akademik ve sosyal yaşantısına sağlıklı bir şekilde dahil olarak kendilerini ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nun bir parçası hissetmelerine destek olmak amacıyla dört yıl önce kredili bir ders olarak eklenen GPC 100 Kampusta İlk Yıl Semineri başarı ile uygulanmaya devam ediyor. GPC 100 Kampusta İlk Yıl Semineri’nin benzer içerikteki yurtdışı uygulamalarının değerlendirildiği çalışmalarda üniversitelerdeki ilk yıl seminerlerinin, öğrencilerin uyum süreçlerine katkı sağlamanın yanı sıra akademik başarıyı artırdığı görülüyor. Seminerler, etkinlikler ve küçük grup tartışmalarıyla yürütülmekte olan GPC 100 Kampusta İlk Yıl Semineri ile öğrencilerin, kurum, kaynakları ve kendisine kurum tarafından sağlanan bu kaynaklardan nasıl en etkili şekilde yararlanabileceği konusunda bilgi sahibi olması, öğrenmelerinde motivasyonun rolü, öğrenme stratejileri, zaman ve kaynakların etkili kullanımı ve bu bileşenlerin ileri taşınması konusunda anlayış geliştirmesi ve farkındalık kazanması hedefleniyor. Öğrencilerin, devam ettikleri program hakkında doğru ve güncel bilgiye sahip olmaları, kendi programlarındaki üst sınıf öğrencileri ve öğretim üyeleri ile ilişki geliştirmeleri gibi içeriklerle zenginleştirilen GPC 100 Kampusta İlk Yıl Semineri ile farklılıklara saygı konusunda anlayışın geliştirilmesi ve farkındalık kazandırılması da sağlanıyor. Yazılı bir sınavla değil, öğrencilerin etkinliklere devamı ve küçük grup tartışmalarına ve/veya etkinliklerine aktif katılımları ile notlandırılan GPC 100 Kampusta İlk Yıl Semineri, ilk sömestrede haftada iki saat olarak yer alıyor. Öğrenci Gelişim ve Psikolojik Danışma Merkezi’nin koordinasyonunda uygulanan GPC 100 Kampusta İlk Yıl Semineri’ne GPC 310 dersini alan üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri de “Akran Rehber” olarak destek veriyor. Üniversiteye uyum sürecinin özellikle yurtdışında okuyan öğrenciler için daha zorlu bir dönem olduğunu belirten ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu Öğrenci Gelişim ve Psikolojik Danışma Merkezi Koordinatörü Dr. Z. Eda Sun Selışık, ev, aile, arkadaş özlemi, yalnızlık ve sosyal tatminsizlik, karar verme sorumluluğunun alınması, akademik güçlüklerle baş etme, uyku, yeme, egzersiz alışkanlıklarındaki değişikliklerin yol açtığı fiziksel zorlanmalar ve zamanı etkili kullanmadaki güçlüklerin en sık yaşanan sorunlar olduğunu söyledi. Bu zorluklarla etkili şekilde baş edilemediği durumlarda yoğun stres ve depresif semptomlar yaşandığını ve bu durumun ilk yıllarda üniversite eğitiminin sonlandırılmasına dahi neden olabildiğini belirten Dr. Z. Eda Sun Selışık, ders içeriğinin öğrenciler, akran rehberler ve derse katkı koyan öğretim elemanlarının geri bildirimleri ile sürekli geliştirilmeye açık olduğunu da sözlerine ekledi. SAYI 54 GPC 100 Kampusta İlk Yıl Semineri ile farklılıklara saygı konusunda anlayışın geliştirilmesi ve farkındalık kazandırılması da sağlanıyor. 71 ODTÜLÜ söyleşi ODTÜ’den Çıkan Eğitim Melekleri Ankara Gönüllü Takımı 2009 yılında bir grup ODTÜ’lü öğrencinin girişimiyle ODTÜ Mezunları Derneği çatısı altında kurulan bir eğitim çalışma grubu. Ankara’da ekonomik olarak dezavantajlı ailelerin çocuklarıyla çalışarak üniversite öğrencileri ile çocuklar arasında köprü kurmayı amaçlayan AGT’den Ceyda Acicbe, Esra Reis ve Engin Aslıbay ile konuştuk... Ankara Gönüllü Takımı’nı ve sizi tanıyabilir miyiz? Ceyda: Ben ve Esra ikinci sınıf Sosyoloji öğrencisiyiz, Engin ise Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi okuyor. Amacımız üniversite ve toplum arasında bir köprü oluşturabilmek. Bunu da çocuklardan başlayarak yapmaya çalışıyoruz. Birlikte çalıştığımız çocuklar avantajlı konumda olan ailelerin çocukları değil. Yenimahalle ve Çankaya Belediyesi’nin bize sağladığı servislerle o mahallelere ulaşıp hafta sonları çocuklarla bire bir çalışıyoruz. Yukarıdan aşağıya: Esra Reis, Engin Aslıbay, Ceyda Acicbe Esra: AGT 2009 yılında kurulmuş bir oluşum. Birkaç ODTÜ öğrencisi bu fikri geliştiriyor. Bu proje çok kısa zamanda ODTÜ Mezunları Derneği’nin en önemli çalışma gruplarından biri haline geliyor. Engin: AGT’de çalışanların çoğunluğu ODTÜ öğrencisi ama farklı okullardan da pek çok arkadaşımız çalışıyor. Projeleriniz neler? Ceyda: İki projemiz var. Üniversite-Ev, evlere giderek 72 çocuklarla bire bir çalışıyor, Üniversite-Okul ise okullara giderek çocuklara ulaşıyor. Ben Üniversite-Ev projesinde görev alıyorum. Asıl amacımız sosyal ve kültürel olarak kardeşlerimizi geliştirmek ve onlara rol model olmak. Bir üniversitelinin nasıl yaşadığını hem çocuklara hem ailelere göstermek. Bunu yaparken elbette çocukların derslerine de yardım ediyoruz. Esra: Aileler en başta bizi sadece çocukların derslerine yardım edecek üniversiteliler zannediyor. Biz bunu yıkmaya çalıştıkça onlar da bizim ne yapmaya çalıştığımızı anlıyor. Bizim her hafta farklı konularda taslaklarımız oluyor. Hijyen, hayvan sevgisi, insan hakları gibi konularda sohbet ederek çocukların bu konularda fikir sahibi olmaları için uğraşıyoruz. İlk başta çocukların ailelerine bir yabancı olarak gidiyoruz. Ama zamanla aileden biri olup çıkıyoruz. Engin: Ben Üniversite-Okul projesindeyim. Bizim hızlı okuma, tiyatro, kültür-coğrafya, dünyamızı anlamak, dergi ve ODTÜ’DEN ÇIKAN EĞITIM MELEKLERI insan hakları olmak üzere altı tane projemiz var. Okullara giderek bu projeleri uyguluyoruz. Çocukların grup içerisinde nasıl çalıştıklarına ve kardeşleriyle olan ilişkilerine bakıyoruz. Çalışılacak okulları nasıl seçiyorsunuz? Engin: Belediyeler bize bazı okullar öneriyor. Gidip o okulların müdürleriyle konuşuyoruz. Kabul edenlerle çalışmaya başlıyoruz. Esra: Bunun dışında her sene başında ekipler oluşturarak saha çalışmaları yapıyoruz. Kendi çabamızla ulaştığımız temas kurduğumuz çok fazla ev var. Çocuklarla yapacağınız çalışmaların içeriği nasıl belirleniyor? Engin: Dünyamızı anlamak dersinde kardeşlerimize çevre bilinci aşılamayı amaçlıyoruz. Bu projeler genellikle oyun oynarken öğretmeyi amaçlayan projeler. Esra: Biz çocuklara olabildiğince bir fikir empoze etmeye çalışmıyoruz. Amacımız birbirimizin fikirlerini değiştirmek değil. C M Y CM MY CY CMY K SAYI 54 EKİM-KASIM-ARALIK 2014 SAYI 54 EKİM-KASIM-ARALIK 2014 ISSN: 1309 - 2626 ODTÜLÜ ODTÜLÜ Okul şart mı? 21. yüzyılda eğitim sistemi Yeni yüzyılın gerektirdiği beceriler, değişen beklentiler ve eğitim sisteminin Gordion düğümü... ODTÜ’DEN HABERLER... ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞE HAZIR MI?... FEYZI ÖZ ILE EĞITIM ÜZERINE... ZORUNLU DEĞİL KEYİFLİ EĞİTİM... GELECEĞİN EĞİTİM FELSEFESİ
© Copyright 2024 Paperzz