Okul şart mı? - ODTÜ Mezunlarla İletişim Müdürlüğü

SAYI 54 EKİM-KASIM-ARALIK 2014
SAYI 54 EKİM-KASIM-ARALIK 2014
ISSN: 1309 - 2626
ODTÜLÜ
ODTÜLÜ
Okul şart mı?
21. yüzyılda eğitim sistemi
Yeni yüzyılın gerektirdiği beceriler, değişen beklentiler
ve eğitim sisteminin Gordion düğümü...
ODTÜ’DEN HABERLER... ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞE HAZIR MI?... FEYZI ÖZ ILE EĞITIM ÜZERINE... ZORUNLU DEĞİL KEYİFLİ EĞİTİM... GELECEĞİN EĞİTİM FELSEFESİ
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
Sevgili ODTÜ’lüler ve
ODTÜ Dostları,
54. sayımızın konusu, geleceğimizi belirleyen
bir kavrama odaklanıyor: Eğitim. Özellikle
son birkaç on yıldaki değişimler, eğitimde
küresel olarak bir “dönüşümü” zorunlu
kılıyor. ODTÜLÜ, eğitimi “geleceğin nasıl
kurulacağına” ilişkin bir mesele olarak ele
alıyor ve provokatif bir soru ile var olan
ve gelecekte var olması gereken eğitim
sistemlerine bakıyor, farklı bir bağlam
kuruyor: Okul şart mı?
Herkes İçin Eğitim Küresel İzleme Raporu’na
göre 1990’da dünya üzerinde 107 milyon
çocuk ilkokula gidemiyordu. Oysa 2013-2014
itibariyle 57 milyon çocuk ilkokula gidemiyor.
Görünen o ki, insanlık, tüm çocuklarını okula
kaydetmeye giderek yaklaşıyor.1
Ne var ki okullar ve eğitimin içeriği son
yüzyılda insanlığın çok farklı alanlarda
sağladığı hızlı değişimin gerisinde kalıyor.
1980 sonrasında küreselleşme ekonomik,
siyasi ve kültürel alanlarda yaygınlaştı,
1989’da world wide web’in gelişimiyle
başlayan süreçte bilginin ekonomideki rolü
belirleyici hale geldi. 1991’de ikinci nesil
cep telefonlarının tüketicilere ulaşmasıyla
mobil teknolojiler günlük hayata girdi. Mobil
iletişimin dünya çapında yaygınlaşması ve
son olarak sosyal medya uygulamalarıyla
küresel iletişim ağlarının oluşması bireylerin
olanaklarını kat kat artırdı. Bu kadar kısa
sürede yaşanan bu derin değişim, bireylerin,
toplumun ve işgücü piyasalarının ihtiyaç ve
beklentilerini etkileyerek eğitimin içeriğinde
değişimi zorunlu kılıyor. Diğer yandan ise,
özellikle bilişim teknolojilerinin desteğiyle
eğitimin süreçlerine dair yepyeni fırsatlar
sunabiliyor.
Dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olan
ODTÜ, elbette bu kavram üzerine konuşurken
bizlere önemli bir nirengi noktası oluşturdu.
Bu sayı, eğitim üzerine çok farklı açılardan
söz söyleyen yazıları biraraya getirdi.
Sizleri, eğitimin geleceğine bakmaya davet
ediyoruz.
İÇİNDEKİLER
Dr. A. Adnan Akçay
52 BÜTÜN MESELE
Batuhan Aydagül
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ata Öztürk
20 ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞE
54 EĞITIM & TOPLUMSAL CINSIYET
HAZIR MI?
Prof. Dr. Ayşe Gündüz Hoşgör
Prof. Dr. Gölge Seferoğlu
24 BILIŞSEL BILIMLER VE SINIRBILIM 56 EĞITIMIN NITELIĞI VE OKULDAN
KOPUŞ
ÇERÇEVESINDE ÖĞRENME
Dr. Alper Dinçer
Yrd. Doç. Dr. Cengiz Acartürk
Yrd. Doç. Dr. Murat Perit Çakır
58 ARAFTA OLAN OKUL MU,
28 HEM ERKEN HEM DOĞRU!
İNSAN MI?
Yrd. Doç. Dr. Refika Olgan
Prof. Dr. Ziya Selçuk
30 BIR ENTELEKTÜEL OLARAK
60 “ÖĞRETEBILMEK İÇIN BILMEK
ÖĞRETMEN
YETMEZ!”
Prof. Dr. İpek Gürkaynak
Söyleşi: Prof. Dr. Jale Çakıroğlu
34 HEM HAYATIN İÇINDE
64 ODTÜ EĞITIM FAKÜLTESI’NIN
HEM HAYAT IÇIN ÖĞRETTIK
“ETKINLIK”LERI
Söyleşi: Prof Dr. Feyzi Öz
Doç. Dr. Çiğdem Haser
36 REFAH ALANI OLARAK OKUL
Doç. Dr. Pınar Uyan Semerci - Başak Ekim Akkan
40 OKUL 4 DUVAR 1 KIRIŞ MI?
Yrd. Doç. Dr. Gökçe Gökalp - Dr. Koray Pekeriçli Yrd. Doç. Dr. Serap Emil
44 GÖKYÜZÜNDE ÖĞRENME
Prof. Dr. Kürşat Çağıltay
46 “ÇOCUK KATILIMI” DERKEN?
Işık Tüzün
Orta Doğu Teknik
Üniversitesi Mezunlarla
İletişim Dergisi
Ekim-Kasım-Aralık 2014
Sayı 54
ISSN: 1309 - 2626
Doç. Dr. Barış Sürücü
1http://www.unesco.org/new/en/education/
themes/leading-the-international-agenda/
efareport/reports/2013/
48 ZORUNLU DEĞIL, KEYIFLI EĞITIM!
02 ODTÜ’DEN HABERLER
14 OKUL ŞART MI?
“ODTÜLÜ Dergisi, ODTÜ
Kariyer Planlama Merkezi’nin
mali desteği ile yılda dört
kez yayınlanmaktadır.”
66 ODTÜ VE EĞITIM
Prof. Dr. Gölge Seferoğlu
68 ODTÜ ERDEMLI DENIZINI TANIYOR
70 ODTÜ KKTC’DE ILK YIL SEMINERI
72 ODTÜ’DEN ÇIKAN EĞITIM
MELEKLERI
Söyleşi: Ankara Gönüllü Takımı
Yazışma Adresi
Mezunlarla İletişim
Müdürlüğü
ODTÜ Rektörlük 1.Kat
06800 Ankara
Tel: (0312) 210 71 07
Faks: (0312) 210 13 58
[email protected]
www.mezun.metu.edu.tr
ODTÜ Adına Sahibi
Prof. Dr. Ahmet Acar
Koordinasyon
Nokta Çelik
Sayfa Uygulama
Serhan Baykara
Yazı İşleri Müdürü
Doç. Dr. Barış Sürücü
Reklam Sorumlusu
Ekin Neşe Öztürk
Yayın Kurulu
Doç. Dr. Barış Sürücü
Damla Özlüer (Myra)
Nokta Çelik
Rauf Kösemen (Myra)
Yapım
MYRA
www.myra.com.tr
Yardımcı Editör /
Röportajlar
Ece Çelik
Katkıda Bulunanlar
Ecem Sümer
Ekin Neşe Öztürk
Senem Erçatım
Sayı Editörü
Batuhan Aydagül
Editör
Damla Özlüer
Tasarım Danışmanı
Rauf Kösemen
Yayın Tasarımı
Çağlar Atalay
Röportaj Fotoğrafları
Bingül Özcan
Baskı
İmak Ofset
www.imakofset.com.tr
ODTÜLÜ
kısa kısa
ODTÜ’den Haberler
ODTÜ’de yine etkinliklerle dolu üç ayı geride bıraktık. Hareketli, heyecan
ve gurur verici aylara kısa bir bakış...
EKIM 2014
ODTÜCLASS
KULLANIMA AÇILDI
ODTÜ’nün daha önce kullandığı
öğrenme yönetim sistemi
METU Online yerine kullanılmak
üzere, ODTÜClass, 2014-2015
öğretim yılı sonbahar dönemi
itibariyle http://odtuclass.
odtu.edu.tr adresinden genel
kullanıma açıldı.
KASIM 2014
13. ODTÜ
CUMHURIYET KUPASI
DANS YARIŞMASI
1 Kasım’da 23 ülkeden
toplam 143 çiftin katılımı
ile gerçekleşen 13. ODTÜ
Cumhuriyet Kupası Dans
Yarışması sekiz farklı
kategoriden sporcuları
ağırladı. ODTÜ Spor
Merkezi’nde gerçekleşen
WDSF World Open Latin
yarışmasında Fransız çift
Charles-Guillaume Schmitt Elena Salikhova birinci oldu.
KASIM 2014
FULDEN DEHNELI’YE BIR ÖDÜL DAHA!
ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü mezunu
Fulden Dehneli, Electrolux Design Lab 2014’te Lotus
isimli hava temizlemeye yönelik ürün tasarımı ile
ikincilik ödülüne layık görüldü.
KASIM 2014
AĞAÇ DIKME
ETKINLIĞI DEVAM
EDIYOR
EKIM 2014
LINKEDIN SEMINERI
LinkedIn Senior Relationship
Manager Genco Orkun Genç
17 Ekim tarihinde KKM’de iş
dünyasına ait tavsiyeler içeren
bir seminer gerçekleştirdi.
2
KASIM 2014
FIRMALAR VE ÖĞRENCILER
BULUŞTU
6-7 Kasım tarihlerinde, 2. ODTÜ Kariyer Fuarı
düzenlendi. Garanti Bankası ve Sahibinden.com
sponsorluğunda, ODTÜ Genç Girişimciler ve Verimlilik
Toplulukları desteğiyle gerçekleşen etkinlikte 33 firma
öğrencilerle buluştu.
ODTÜ’DE GEÇEN DÖNEM
Orta Doğu Teknik
Üniversitesi’nin
Ankara’ya ODTÜ
Ormanı’nı kazandırdığı
Geleneksel Ağaç Dikme
Etkinliği ve Eymir Gölü
Günü; 2 Kasım 2014
Pazar günü, Eymir
Gölü’nde yapıldı.
KASIM 2014
BIYOTEKNOLOJI
LISANSÜSTÜ
PROGRAMI 25
YAŞINDA!
14 Kasım tarihinde KKM’de
gerçekleşen bir etkinlikte
ODTÜ Biyoteknoloji Lisansüstü
Programı 25. Yılını kutladı.
ARALIK 2014
ODTÜ EĞITIM FUARLARINDA
ÖĞRENCILERLE BULUŞUYOR.
ODTÜ, Kasım sonu ve Aralık ayı boyunca Bursa, İzmir,
Gaziantep, İstanbul, Adana Fuarları’nda ve Batı
Karadeniz Üniversite Tercih Günleri’nde öğrencilerle
buluştu.
ODTÜ’DE CAZ ŞÖLENI
ODTÜ Caz Topluluğu
D-52 Davul ve Perküsyon
Festivali 10-11-12 Aralık
2014 tarihlerinde
ODTÜ’de gerçekleşti.
Festivalde üç gün
boyunca ücretsiz olarak
davulcu ve perküsyonist
eğitmenlerden atölyeler
vardı.
ARALIK 2014
ARALIK 2014
MEZUNLAR
DERNEĞI’NDEN AILE
KOÇLUĞU SEMINERI
ODTÜ EN İYI
3. ÜNIVERSITE!
İngiltere’deki Times
Higher Education (THE)
tarafından oluşturulan
“Brics ve Ekonomisi
Yükselen Ülkeler 2015”
listesinde ODTÜ 100
üniversite arasında en iyi
üçüncü üniversite oldu.
ARALIK 2014
ARALIK 2014
Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve
Adana ODTÜ Mezunlar Derneği,
22 Aralık 2014 Pazartesi
günü Adana Hilton’da rehber
öğretmenlerin katılımı ve Elif
Duru Gönen’in sunumu ile “Aile
Koçluğu Semineri” düzenledi.
OGAM AÇILDI
ODTÜ Görüntü Analizi Uygulama ve Araştırma Merkezi
(OGAM), Rektörümüz Prof. Dr. Ahmet Acar, Havelsan
Genel Müdürü Sadık Yamaç ve Savunma Sanayi
Müsteşarı Prof. Dr. İsmail Aydemir’in katılımları ile
açıldı.
SAYI 54
3
ODTÜLÜ
haber
Geleceğin Toplum Liderleri
Eğitimde
ODTÜ Eğitim Fakültesi
ve Çankaya-Oran Rotary
Kulüpleri işbirliği ile
ODTÜ Eğitim Fakültesi 3. sınıf öğrencilerine yönelik
“Toplum Liderleri
Geliyor – 2014” Ufuk
Geliştirme ve Liderlik
Eğitimi Program Dizisi
düzenlendi.
7 Kasım – 20 Aralık tarihleri
arasında gerçekleşen
etkinlik Akın Öngör’den
“Çağdaş Liderlik ve Değişim
Yönetimi” eğitimiyle
başladı. Ağırlıklı olarak
ODTÜ Kampusu’nda
gerçekleştirilen eğitim
Melik Duyar’dan “Yaratıcı
Düşünce ve Beyni Etkin
Kullanma”, Halil Uğur’dan
“Hayatı Zorlama” gibi pek
çok konuyla devam etti.
Ayrıca eğitim dahilinde
27 Kasım Perşembe akşamı
Ankara Opera Sahnesi’nde
“Akdeniz Esintisi” isimli bale
gösterisi izlendi. Katılımcılar
29 Kasım Cumartesi günü
ise Anıtkabir’i ziyaret etti.
Rehber eşliğinde yapılan
ziyaretin ardından
“Tek Partiden Çok Partili
Döneme Geçiş” sergisi gezildi.
ODTÜ Eğitim Fakültesi’nden Öğretmenler Günü Paneli
ODTÜ Eğitim Fakültesi
24 Kasım Öğretmenler
Günü’nde “Öğrencileri
Anlamak” başlığıyla bir dizi
panel düzenledi.
24 Kasım Pazartesi günü
ODTÜ Kültür ve Kongre
Merkezi A Salonu’nda
gerçekleşen etkinliğin
açılışı “Özel Öğrenciler
ve Öğretmenler” paneli
ile yapıldı. Prof. Dr. Soner
Yıldırım’ın yönettiği panele
konuşmacı olarak Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi, Özel Eğitim Bölümü
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cevriye
Ergül, MEB Özel Eğitim ve
Rehberlik Hizmetleri Genel
Başkanlığı Eğitim Uzman
4
HABER
Yardımcısı Oğuzhan Dallı,
Mamak Ortaokulu Rehber
Öğretmeni Senem Terzi
ve Prof. Dr. Necate Baykoç
Üstün Yetenekliler-Dahiler
Enstitüsü ve Merkezi Eğitim
Koordinatörü Duygu Aydemir
katıldı. Etkinliğin öğleden
sonra programında ise ODTÜ
Eğitim Fakültesi, Eğitim
Bilimleri Bölümü’nden
Doç. Dr. Cennet Engin Demir,
“Okuldan topluma: toplumsal
değişim aktörü olarak çocuklar
ve öğrenciler” projesini sundu.
Etkinliğin son sunumu ise
ODTÜ G.V. Özel Ortaokulu
8. sınıf öğrencileri tarafından
yapıldı. Etkinlik yapılan
ikramla sonlandı.
TeachEdMobile:
Öğretmen Eğitimi’nde
Mobil Uygulamalar
Son 20 yılda hızla gelişen ağ bağlantıları ile
bireylerin vazgeçilmez araçları haline gelen
mobil teknolojiler, günümüzde kullanımı
gittikçe artan mobil uygulamalar sayesinde cep
telefonunun bir bilgisayar ve ağ ortamı olarak
kullanılabilmesine olanak sağlar hale geldi.
Mobil uygulamalar hem öğrenme ve öğretme
süreçlerine entegrasyonları hem de kurumların
eğitim altyapılarının dönüştürülmeleri
sürecinde gelecekte önemli bir rol oynama
potansiyeline sahip.
Yrd. Doç. Dr. Evrim Baran’ın yürütücüsü olduğu
TeachEDMobile Projesi (2014-2017), ODTÜ
Eğitim Fakültesi’nde yürütülmeye başlanan
ilk Avrupa Komisyonu Marie Curie Kariyer
Gelişim projesi. Proje kapsamında eğitsel mobil
uygulamaların öğrenme ve öğretme süreçlerine
entegrasyonunda kullanılacak değerlendirme ve
uygulama araçları geliştiriliyor.
TeachEdMobile Projesi’nin ilk aşamasında
belirlenen eğitsel mobil uygulamalar üzerinde
kullanılabilirlik testleri yürütülüyor, çeşitli
yöntem ve cihazlar kullanılarak mobil
uygulamaların eğitsel değerleri ölçülüyor. Projenin
ikinci aşamasında eğitimcilerin, mobil uygulama
geliştiricilerin, öğretmenlerin ve velilerin eğitsel
uygulama değerlendirme ölçütlerini ve sonuçlarını
paylaşabilecekleri çevrimiçi kaynak içerikleri
geliştirilecek ve süreklilikleri sağlanacak. Böylece
okul politikaları, ulaşılabilirlik, güvenlik gibi
konularda da öğretmen eğitim programlarına ve
ilköğretim kurumlarına öneriler sunulacak. Proje
sonuçları Türkiye’nin bilgi toplumuna dönüşüm
sürecinde bilişim kaynaklarının etkili öğrenme
ve öğretme süreçlerine entegrasyonuna katkıda
bulunacak.
Yrd. Doç. Dr.
Evrim Baran,
TeachEDMobile
Projesi’nin
yürütücüsü.
Üçüncülük ODTÜ’nün!
İngiltere merkezli Times Higher Education (THE)
tarafından oluşturulan “BRICS ve Ekonomisi
Yükselen Ülkeler 2015” listesinde ODTÜ, 100
üniversite arasında en iyi üçüncü üniversite oldu.
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika
(BRICS) ülkeleri ve Meksika, Tayvan, Polonya,
Türkiye gibi ekonomisi yükselen toplam 18 ülkeden
100 üniversitenin değerlendirildiği listede ilk iki
sırayı Çin üniversiteleri aldı. Listede Türkiye’den,
ODTÜ’nün yanı sıra yedi üniversite daha yer
aldı. BRICS gelişmekte olan ülkelerde faaliyet
gösteren üniversiteler arasında beş ana başlık
altında toplam 13 performans göstergesi üzerinden
değerlendiriliyor.
SAYI 54
5
ODTÜLÜ
rektörden
ODTÜ’den Eymir Gölü Hakkında
Kamuoyu Duyurusu
Eymir Gölü’nde, ömürlerini tamamlamış veya hastalanmış ağaçlar, devrilmesi neticesinde
“can ve mal emniyeti” açısından tehlike arz eden ağaçlar kesim ve derin budama programına alınmıştır.
olarak damgalandıktan sonra kesilmektedir. Bakım
çalışmalarında kesilen tüm ağaçlar köy okullarında
yakacak olarak kullanılmak üzere Ankara Milli
Eğitim Müdürlüğü’ne devredilmektedir. ODTÜ
olarak, 2009 yılından bugüne kadar Ankara Valiliği
İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne 3 bin ster (yaklaşık 900
ton) yakacak odunu ücretsiz olarak devredilmiştir.
Eymir Gölü
çevresinde
bu mevsim
yapmak zorunda
olduğumuz bakım
çalışması da
ilgili makamların
bilgisi dâhilinde
gerçekleştirilmiştir.
Bazı basın kuruluşlarının verdiği haberlerde yer
alan iddiaların aksine ODTÜ’nün Eymir Gölü’nde
restoran veya başka bir tesis yapma düşüncesi
veya projesi yoktur. Üniversitemizin, Orman
ve Su İşleri Bakanlığı Ankara Orman İşletme
Müdürlüğü bilgisi ve izni ile yaptığı zorunlu
orman bakımı kapsamında budama ve kesim
işlemi bir “katliam” olarak yansıtılarak gerçekler
çarpıtılmış ve kamuoyu yanıltılmıştır. Sadece son
yıl içinde, öğrencileri, mensupları, mezunları ve
doğaseverler ile birlikte Ankara’ya 150.000 ağaç
kazandıran bir üniversitenin “ağaç katliamı”
yaptığını iddia etmek mantığa ve vicdana
sığmamaktadır.
6831 Sayılı Orman Kanunu’na göre işletilmekte
olan ODTÜ ormanında yapılacak her türlü çalışma
izne tabidir. Eymir Gölü’nde budanan ve kesilen
ağaçlar için de Orman İşletme Müdürlüğü’nün
bilgisi ve izni gereklidir. Ömürlerini tamamlamış,
göl taşkınlarında su içinde kaldığı için çürümeye
başlamış veya hastalanmış ağaçlar, devrilmesi
neticesinde “can ve mal emniyeti açısından
tehlike arz edeceği için” kesim veya derin budama
programına alınır. Bu ağaçlar 2-3 yılda bir, ODTÜ
Ağaçlandırma ve Çevre Düzenleme Müdürlüğü’nce
tespit edilmekte, Ankara Orman İşletme
Müdürlüğü’ne yapılan yazılı başvuru neticesinde
İşletme Müdürlüğü personeli tarafından resmi
6
Eymir Gölü çevresinde bu mevsim yapmak zorunda
olduğumuz bakım çalışması da ilgili makamların
bilgisi dâhilinde gerçekleştirilmiştir. ODTÜ
Ağaçlandırma ve Çevre Düzenleme Müdürlüğü
2014 yılı çalışmaları için 26.09.2014 tarihinde
Ankara Orman İşletme Müdürlüğü’ne resmi yazı
gönderilmiş, bu yazıda, orman ağacı olmadığı için
izne gerek olmamasına rağmen, “…Eymir gölü göl
kıyısındaki sazlıklar ile yol güzergâhı arasında
kalan 189 numaralı bölmedeki kuru ve tehlike
arz eden kavak, söğüt vb ağaçların kesimi veya
derin budanması…” ibaresi de eklenmiştir. Bakım
çalışmaları tamamlandığında, yapılan işlemleri
belgeleyen “Olağanüstü Hasılat Etası Raporu”
ise yine Ankara Orman İşletme Müdürlüğü’ne
05.11.2014 tarihli resmi yazımız ekinde
gönderilmiştir. İzinli ve zorunlu olan orman bakım
çalışmasının “ağaç katliamı” olarak nitelenmesi son
derece yanlıştır.
ODTÜ, Ankara İli Yeşil Kuşağı’nın en önemli parçası
olan ODTÜ Ormanı’nı ve Eymir Gölü’nü korumak
ve geliştirmek için her türlü çabayı göstermektedir.
Milyonlarca ağacı ve 30 bin dönümlük alanı
kaplayan ODTÜ Ormanı ve Göl arazisi, Ankara
kentsel bölgesi içinde doğal yaşamın sürebildiği,
kent sakinlerine temiz bir doğal çevrenin sunulduğu
çok kısıtlı noktalardan biridir. Eymir Gölü de, bu
doğal çevrenin ve ekosistemin ayrılmaz parçası
olarak titizlikle korunmakta ve hemşehrilerimizin
kullanımına sunulmaktadır.
Kamuoyunun bilgisine sunulur.
Rektörlük
ODTÜ’DEN EYMIR GÖLÜ HAKKINDA KAMUOYU DUYURUSU
Liseliler ODTÜ’de Bilimin Eğlenceli Yüzünü Tanıdı
ODTÜ Toplum ve Bilim Merkezi tarafından düzenlenen “ODTÜ’de Bilim Eğlencelidir”
etkinliği, binden fazla lise öğrencisini ODTÜ’de bir araya getirdi.
Öğrencilere bilimi sevdirmek amacıyla iki yılda
bir düzenlenen “ODTÜ’de Bilim Eğlencelidir”
etkinliği 14 Kasım tarihinde ODTÜ’de gerçekleşti.
Etkinlik, ODTÜ’deki 40’tan fazla bölüm ve
topluluğu, stantlar aracılığıyla liselilere tanıtıyor.
ODTÜ’nün üzerinde çalıştığı araştırma projeleri
ve prototipler anlaşılır bir seviyede katılımcılara
tanıtılıyor. Ankara’daki 22 lisenin davet edildiği
etkinlikte öğrenciler fen bilimleri alanında
deneyler yaparak bilimin eğlenceli yüzüyle tanıştı.
ODTÜ öğretim üyeleri ve öğrenci toplulukların
açtığı stantları gezen üniversite adayları, ODTÜ’de
üretilen teknolojileri yerinde görme fırsatı buldu.
İnsansız Hava Aracı
Etkinliğe katılan öğrenciler, fiziksel ilke ve doğa
olaylarını eğlendirici düzenekler ile öğrendi.
Çağlar boyu Anadolu topraklarında üretilen alet
ve teknolojilerin gelişimini anlatan “Anadolu’da
İnsan-Çevre-Teknoloji” temalı sergi ziyarete
açıldı. Güneş arabası ve insansız hava aracı
gösterileri yapıldı. Simülasyonlar, gösteriler ve
yarışmalarla renklenen etkinlikte öğrenciler
Etkinliğe katılan
öğrenciler,
fiziksel ilke ve
doğa olaylarını
eğlendirici
düzenekler ile
öğrendi.
Bilim Ağacı’na dilek dilemeyi de ihmal etmedi.
Etkinliğe bu sene 18 liseden 950 öğrenci ve eşlikçi
öğretmenleri, Adana Başkent Okulları, Kastamonu
Mustafa Kaya Anadolu Lisesi ve Amasya Bilim
Sanat Merkezi’nden kendi imkanları ile gelen
150 öğrenci ve eşlikçi öğretmenleri ile 200
bireysel ziyaretçi katıldı. Etkinliğe ODTÜ’den
altısı mühendislik olmak üzere 11 bölüm destek
verdi. GÜNAM, BİOMATEN gibi altı merkezin
desteklediği etkinliğe pek çok öğrenci topluluğu da
katkıda bulundu.
SAYI 54
7
ODTÜLÜ
haber
ODTÜ’lüler Burs İçin Koştu
ODTÜ’lüler, İstanbul Maratonu’nda ODTÜ Burs Fonları
kapsamında 130 öğrenciye kaynak yaratmak için koştu.
kampanyasına destek bulmak için oradaydı.
ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, Kuzey
Kıbrıs Kampusu Rektörü Prof. Dr. Turgut
Tümer, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Uğurhan Akyüz, Rektör Danışmanı Doç. Dr.
Barış Sürücü, akademisyenler, idari personel,
Mezunlar Derneği yöneticileri, mezunlar ve
öğrencilerden oluşan 300’e yakın ODTÜ’lü
finiş çizgisine ulaşmak için ter döktü.
Maratonda 300’e
yakın ODTÜ’lü finiş
çizgisine ulaşmak
için ter döktü.
8
Dünyada kıtalararası koşulan ilk ve tek
yarış olan İstanbul Maratonu’nun 36.sında
ODTÜ’lüler de burs için koştu. ODTÜ Rektörü
Prof. Dr. Ahmet Acar, ve akademisyenler,
öğrencilerine burs bulabilmek için maratona
katıldı. Hedefleri bu yıl öğrencileri için 400
bin TL burs bulmaktı. 1118 farklı ülkeden
25 bini aşkın sporcu ve değişik kesimlerden
sporsever İstanbul Maratonu’nda buluştu.
Maratona iki yıldır katılan ODTÜ Rektörü
Acar ve akademisyenler ise sadece spor
için değil İstanbul ODTÜ Mezunları
Derneği’nin başlattığı “Burs için Koşuyorum”
ODTÜ’LÜLER BURS İÇIN KOŞTU
Gençlere destek olacak
Acar, “Bizimle birlikte koşmak için mezun
derneğimizin ‘Burs için koşuyorum’ web
sayfasına 300’e yakın ODTÜ mezunu kayıt
yaptırdı. Geçen yıl bu sayı 120 idi ve 115 bin
TL civarında burs toplandı. Bu yıl toplanan
burs 300 bin TL’yi buldu, 400 bin TL’yi
aşmasını bekliyoruz. Bu bağışlar gençlerimize
burs olarak veriliyor” dedi. İstanbul ODTÜ
Mezunları tarafından yapılan duyuruda
bağışçılar listeden bir koşucu ismi seçerek
istediği miktarda bağışı dernek tarafından
duyurusu yapılan hesaplara yatırdı.
ODTÜLÜ
teknokent
Yeni Fikirler Yeni İşler’de
Kazananlar Belli Oldu
ODTÜ ve ODTÜ Teknokent tarafından Teknopark İstanbul işbirliğiyle bu yıl 10’uncusu
düzenlenen Yeni Fikirler Yeni İşler Yarışması’nda ödüller sahiplerini buldu.
Yarışmada diğer ödüller, destek veren kurum
tarafından oluşturulan jüri tarafından şu
şekilde dağıtıldı:
Chain Grubu - TEB’in Bilişim ve
Telekomünikasyon Kategorisi’de 100 bin TL
Büyük Ödülü ve Bilişim ve Telekomünikasyon
Kategorisi’nde 25 bin TL değerinde Depark
ABD Kampı Özel Ödülü.
ODTÜ Kültür ve Kongre
Merkezi Kemal Kurdaş
Salonu’nda gerçekleştirilen
Yeni Fikirler Yeni İşler 2014
Final Töreni, büyük bir
organizasyona sahne oldu.
Finalde beş kategoride yarışan
21 girişimci ekip, toplamda 2
milyon TL ödülün yanı sıra
ABD Kampı Özel Ödülleri için
ter döktü. Türkiye genelinde
birçok üniversitenin de
katıldığı final etkinliğinde,
yarışmanın jürisini
akademisyenler, yatırımcılar,
şirket sahipleri, deneyimli
girişimciler, finans kuruluşları
ve ekosistem içerisinde yer
alan çeşitli kamu kuruluşları
temsilcileri oluşturdu. 1244
başvuru içinden, finale kalan
21 projenin katıldığı yarışmaya
büyük ilgi vardı. Yarışmada
projeler Genel, Bilişim ve
Telekomünikasyon, Savunma
10
Sanayii, Enerji ve Sağlık olmak
üzere beş ayrı kategoride
yarıştı. Yeni Fikirler Yeni İşler
Yarışmasında, Büyük ödül,
Kızlar Grubu olarak lanse
edilen 2C Grubu’na verildi.
Ceren Can, Pelin Koçak, Pelin
Şermikli ve danışmanları Yrd.
Doç. Dr. Doruk Engin ekibinin
geliştirdiği proje biyokontrol
ajanlarının formülasyonu ile
özgün bir şekilde geliştirilen
AFB Kit, Amerikan Yavru
Çürüklüğü Hastalığı teşhis
ve tedavisinde çözüm olarak
kullanılacak, ihraç değeri
yüksek, tarımsal ilaç projesi
kiti. Projeyle 2C Grubu, Genel
Kategori’de Elginkan Vakfı’nın
100 bin TL değerinde Büyük
Ödülü’nü ve yine Genel
Kategori’de Ostim’in 25 bin TL
değerinde ABD Kampı Özel
Ödülü’nü kazandı.
Grafentek - Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın
Savunma Sanayii Kategorisi’nde 100 bin TL
değerinde Büyük Ödülü ve Genel Kategori’de
25 bin TL değerinde Arçelik ABD Kampı Özel
Ödülü.
B&G TECH - General Electric’in Enerji
Kategorisi’nde Büyük Ödülü ve Enerji
Kategorisi’nde 25 bin TL değerinde General
Electric ABD Kampı Özel Ödülü.
ExoDiag - Sağlık Kategorisi’nde 25 bin TL
değerinde Teknopark İstanbul ABD Kampı Özel
Ödülü
Btech General Electric’in Sağlık Kategorisi’nde
Büyük Ödülü ve Sağlık Kategorisi’nde 25 bin TL
değerinde General Electric ABD Kampı Özel
Ödülü.
Testlance - Bilişim ve Telekomünikasyon
Kategorisi’nde 25 bin TL değerinde Microsoft
ABD Kampı Özel Ödülü
AIV Labs - Savunma Sanayii Kategorisi’nde
25 bin TL değerinde Aselsan ABD Kampı Özel
Ödülü
Li-Fi Teknoloji - Enerji Kategorisi’nde 25 bin TL
değerinde YEDAŞ ABD Kampı Özel Ödülü
YENI FIKIRLER YENI İŞLER’DE KAZANANLAR BELLI OLDU
Global Game Jam Türkiye
Bölge Organizasyonu ATOM’da
Tüm dünyada 2009 yılından
bu yana eşzamanlı olarak
gerçekleştirilen oyun
geliştirme maratonu Global
Game Jam 2015 yılında
23-25 Ocak tarihlerinde
gerçekleşecek. Oyun
geliştiricilerin iletişimini,
yaratıcılığını ve özgünlüğünü
pekiştirmek amacıyla rekabet
duygusunu değil, paylaşımı
destekleyen ATOM, GGJ
etkinliklerinde iki gün
boyunca geliştiricilerin
bir arada çalışabilmesi
için geniş kapsamlı
organizasyonlar yürütüyor.
Bu yıl, dünya çapında
organizasyonun verimini
artırmak ve geliştiricilerin
daha sağlıklı iletişim
kurabilen bölge tanımlarıyla
gelişmesini sağlamak
amacıyla, Türkiye ayrı bir
bölge olarak tanımlandı.
Bölge organizasyonunun
Globalgamejam.org
kuruluşu tarafından ATOM’a
verilmiş olması, ATOM’un
organizasyon deneyimini
pekiştirecek.
2014 yılında 488 merkez,
72 ülke ve 20 bin üzerinde
geliştirici ile dünyanın en
önemli eşzamanlı maratonu
haline gelen GGJ ile ilgili
organizasyon gelişmeleri
www.atom.org.tr web
sitesinden ve www.facebook.
com/metutech.atom
Facebook sayfamızdan
takip edilebilir. Yurtdışı
iletişim ağını her geçen
gün zenginleştiren ATOM
bu önemli haberi gururla
paylaşıyor, tüm ilgilileri
Global Game Jam 2015’e davet
ediyor.
ODTÜ Teknokent Genel Müdürü Mustafa İ. Kızıltaş
IASP Yönetim Kurulu’na Seçildi
Bu yıl 31.si düzenlenen
Uluslararası Bilim Parkları
Birliği 2014 (IASPnetwork)
Konferansı Doha, Katar’da
gerçekleştirildi. Konferansın
son gününde gerçekleştirilen
yönetim kurulu seçiminde
birliğe üye bilim parkı
temsilcileri oy kullandı. Katılan
adayların arasından bu yıl
ilk defa Türkiye’den bir aday
kurula girmeyi başardı. Yapılan
oylama sonucunda ODTÜ
Teknokent Genel Müdürü
Mustafa İ. Kızıltaş IASP
Yönetim Kurulu’na Türkiye’den
seçilen ilk isim oldu. Mustafa
İ. Kızıltaş bu görevini iki yıl
boyunca sürdürecek. Her yıl
gerçekleştirilen IASP Dünya
Konferansı bilim ve teknoloji
parkları için gerçekleştirilen
en büyük konferans olma
özelliğini taşıyor. Etkinlik
inovasyon, teknoloji
tabanlı kuluçka merkezleri,
akademi, kamu sektörü ve iş
dünyası alanlarından birçok
profesyoneli de bir araya
getirdi. “Teknoloji Nereye
Gidiyor” temalı bu yılki
konferansta, teknolojinin
gelişimi, üniversiteler ve
firmalar arasında iş birliği
modelleri konularında bilim ve
teknoloji parklarının rollerinin
SAYI 54
keşfedilmesi hedeflendi.
Ocak 2010’dan bu yana ODTÜ
Teknokent’in Genel Müdürü
olan Mustafa İ. Kızıltaş aynı
zamanda Teknoloji Geliştirme
Bölgeleri (Teknokentler)
Derneği Yönetim Kurulu
Başkanlığı, METUTECHBAN (Teknokent Teknoloji
Yatırımcıları Derneği) Yönetim
Kurulu üyeliği, Mersin
Teknopark (Technoscope),
Trakya Teknopark ve Düzce
Teknopark’ın Yönetim Kurulu
üyeliği görevlerini de yürütüyor.
11
ODTÜLÜ
teknokent
Girişimcilik Eğitimi
Üç yıldır yapılan Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Endeksi’nde istisnasız birinci olmayı
başaran ODTÜ Teknokent’in girişimcilik ve girişimcinin eğitimi konusunda yaptığı
iddialı işlerden bahsetmek gerek.
X Yazı
UFUK BATUM
ODTÜ Teknokent Genel Müdür Yardımcısı
S
adece girişimcilik alanında değil,
hemen her alanda, her konuda eğitim
metodolojisi, yaklaşımı tartışılıyor, yeni
bakış açıları aranıyor. Değişen dünyanın eğitim
ihtiyacı da şüphesiz hızla değişiyor; buna cevap
veren kurumlar yaşama tutunurken, ayak
uyduramayanlar doğal seleksiyon ile eleniyor,
eskiyor, geride kalıyor. 2015 yılının 2014’ten
daha rekabetçi olacağı kesin.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de girişimcilik
artan bir şekilde öne çıkıyor. Kamu,
üniversiteler, teknoparklar ve özel sektör
girişimcilik konusunda birçok şey söylüyor,
12
GIRIŞIMCILIK EĞITIMI
fikir geliştiriyor, destek veriyor, eğitim
programları sunuyor. Memnuniyetle ifade
etmek gerekiyor ki, üç yıldır yapılan Teknoloji
Geliştirme Bölgeleri Endeksi’nde istisnasız
birinci olmayı başaran ODTÜ Teknokent’in
girişimcilik konusunda ve girişimcinin eğitimi
konusunda yaptığı iddialı işlerden bahsetmek
gerek.
Yeni Fikirler Yeni İşler, ATOM ve
TeknoJumpp gibi iddialı programları
oluşturup yıllarca yöneten ODTÜ
Teknokent’in elinde müthiş bir tecrübe
birikimi var. Bugüne kadar 15-20 bin
teknogirişimciyle buluşmanın, beraber
çalışmanın nasıl büyük bir laboratuvar
görevi gördüğü açık. Kurumlar da ürettikçe,
çalıştıkça, denedikçe gelişiyor. Kaynağını
daha iyi kullanmanın yolunu, yöntemini
keşfediyor. İşte ODTÜ Teknokent’in
girişimcilik alanında geldiği nokta bu. Adeta
elinden binlerce hasta geçen hekimin işinde
fevkalade uzmanlaşması gibi.
Değişen talepleri ve rekabeti
anlayıp iyi yaptığımız
işleri bile sorgulayabilen
bir kültürü inşa etmeye
çalışıyoruz.
Evet, ODTÜ Teknokent yaptığı birçok işin
yanında aynı zamanda “girişimci doktoru” da.
ODTÜ Teknokent’in uzmanları, hocaları,
mentorları girişimcilerle, özellikle de
teknogirişimcilerle beraber çalışıyor. Bu
çalışmaların ve ortaya çıkan tecrübelerin
ışığında geleceği yeniden şekillendirmeye
gayret gösteriyor, işte “FuturMaker” gibi
önemli bir motto ancak böyle bir iklimde
ortaya çıkabiliyor.
Uzun sözün özü şu: Özellikle girişimcilik
ekosistemlerinde klasik eğitim yöntemleri
artık önemini yitirdi. Sadece sınıf içi yapılan
eğitimler çoktandır bitti, bitmeli. Uzmanların,
hocaların anlattığı katılımcıların ise dinleyip
not aldığı ortamlar ilgi çekmiyor. Ondan ziyade
tartışmanın ön plana çıktığı, tecrübenin
ortaya döküldüğü interaktif ortamlar çok
daha cazip. Fayda oranı da son derece
yüksek. Küçük gruplar ve butik çalışmalar
gerekiyor. Özellikle de sektörden deneyimli iş
mentorlarıyla girişimcilerin birebir çalışması
büyük önem kazandı. Bu ilişki şekli büyük
faydalara ve fırsatlara yol açabiliyor. Deneyim
konuşmalarının, kısa aktarımların, hızlı
“yaratıcı çarpışmaların” çağındayız.
Biz, ODTÜ Teknokent olarak çok çeşitli
paydaşlarla çalışmayı uzun bir süredir yaşama
geçirmiş bir ekosistemiz. Girişimcilere yol
haritası çizerken, iş fikirlerini pivotlamalarına
katkı sağlarken, sermaye ihtiyaçları için
altyapılar kurarken, ilk müşterilerini
bulmalarına imkan yaratırken, onları kendi
başlarına girmekte zorlandıkları önemli
networklere sokarken eğitime bakışımızın
daha çağdaş ve yenilikçi olması gerektiğini
bizzat yaşıyoruz, hissediyoruz.
Bitirirken yenilikçiliğe bir vurgu yapmadan
geçemeyeceğim. Biz endekste üç yıl arka
arkaya birinci çıkan lider bir ekosistemiz.
Liderliğimiz bize daha büyük sorumluluk da
yüklüyor. Değişen talepleri ve rekabeti anlayıp
iyi yaptığımız işleri bile sorgulayabilen bir
kültürü inşa etmeye çalışıyoruz. Çünkü iyi
yaptığımız işler bugünün, bilemediniz yakın
geleceğin beklentilerini karşılayabiliyor. Biz
ise geleceği inşa etme iddiasıyla liderliğimizi
kuvvetlendiriyoruz.
SAYI 54
13
OKUL
ŞART MI?
X Yazı
BATUHAN AYDAGÜL
Eğitim Reformu
Girişimi Direktörü
14
Eğitim ve okulun 20. yüzyılın başında dünyaya egemen siyasi
ve ekonomik düşünce kapsamında gerçekleştirilen tasarımı
bugün büyük ölçüde geçerliliğini koruyor. Ancak, bu, yüzyıllık
tasarım artık çağın toplumsal, siyasi, ekonomik ve teknolojik
gerçekleriyle örtüşmüyor ve dünyanın farklı yerlerinde
çocukların gereksinimlerini karşılamakta zorlanıyor.
OKUL ŞART MI?
ODTÜLÜ
dosya
SAYI 54
15
ODTÜLÜ
dosya
Okulların eğitim
misyonunun sadece
toplumsal ve bürokratik
bir elit yetiştirmek
ötesinde kitleselleşmesi,
18. yüzyıldan itibaren
zorunlu eğitimin
başlamasıyla oluyor.
16
Okulun varlığı sorgulanıyor. Bu sorgulama,
bir elit yetiştirmek ötesinde kitleselleşmesi
kendilerini fütürist olarak tanımlayan ve
18. yüzyıldan itibaren zorunlu eğitimin
geleceğe yönelik tahminler yapan insanlar
başlamasıyla oluyor. Önce sanayi devrimi,
ya da İnternetin çok yakında okulun yerini
arkasından ulus devletlerin kurulması hem
alabileceğine inanan ve bu alanda yenilikçi
işgücünün hem de ulusun kurulması için
çözümler üretmeye çalışanlarla sınırlı değil.
zorunlu eğitime ve okullara önemli rol veriyor.
Dünyanın farklı yerlerinde veliler de okulu
Eğitim ve okulun 20. yüzyılın başında dünyaya
sorguluyorlar. Bunun giderek toplumların farklı
egemen siyasi ve ekonomik düşünce kapsamında
katmanlarında yayılma potansiyeli var. Okula
gerçekleştirilen tasarımı bugün büyük ölçüde
dair tartışma, doğal olarak, çevrimiçi ya da
geçerliliğini koruyor. Ancak, bu, yüzyıllık
basılı dergi ve kitaplara, bloglara da taşınıyor.
tasarım artık çağın toplumsal, siyasi, ekonomik
ODTÜLÜ Dergisi’nin Aralık 2014 sayısının da
ve teknolojik gerçekleriyle örtüşmüyor
konusu bu. Elinizdeki dergide, “Okul şart mı”
ve dünyanın farklı yerlerinde çocukların
diye soruyoruz?
gereksinimlerini karşılamakta zorlanıyor.
Eğitim, neredeyse insanlık tarihi ile yaşıt.
Bu tablo içinde göze çarpan ilginç bir ikilem var.
Eğitimin okullarda verilmesiyse Antik
Eğitim ve okulla ilgili oluşan memnuniyetsizlik
Çağ’a kadar uzanıyor. Okulların eğitim
ya da sorgulama, eğitimden hoşnutsuzluğu
misyonunun sadece toplumsal ve bürokratik
dile getirse de çoğunlukla eğitimin varoluşunu
OKUL ŞART MI?
kabul edebiliyor. Tabii ki burada da provokatif
düşünceler var, örneğin “Eğitimin Sonu” adında
bir kitap tahmin edilebileceği üzere bu sularda
geziniyor. Ancak, çoğunlukla okulun varlığının
sorgulandığına tanık oluyoruz. Örneğin,
dünyada “un-schooling” (okul-suz-laştırma)
olarak kendi tanımlayan bir akım var. Hatta,
bunun da öncesinde örneğin A.B.D.’de “home
schooling” (evde okul) bir eğitim ortamı ve
hizmeti olarak yıllardır hem devlet tarafından
hem de aileler tarafında kabul görüyor. Yani,
genellersek, eğitimin hâlâ “şart” olduğuna
inancımız devam ediyor.
Yukarıdaki ikilem içinde okula haksızlık
ediliyor olabilir mi acaba? Kuşkusuz, okul
çok köklü bir kurum ve tarihsel mirası içinde
oluşmuş kurumsal kusurları olabilir. Bunun
ötesinde okul eğitimin verildiği ana akım yapıyı
oluşturuyor ve hem verilen eğitimin hem de
kendi güncel tasarımının niteliği kadar nitelikli
olabiliyor. Veliler ve öğrenciler okullarda verilen
eğitimin özelliklerinden memnun değillerse
burada okulu bir “eğitim kurumu” olarak günah
keçisi ilan etmek eleştirilere bir odak sunabilir
ancak eğitime dair eleştirel, yapıcı ve gerçekçi
bir tartışmaya ne kadar katkı yapar?
Okulu sorgulatan tek başına eğitimin
paydaşlarının memnuniyetsizliği değil
tabii ki. Bu sorgulamada, olumsuz bir yerden
yola çıkmayan, aksine yenilikçi bir bakış
açısıyla son otuz yılda bilişim teknolojilerindeki
hızlı ve radikal değişimden okula alternatif
eğitim ortamları çıkabileceğine dair kuvvetli
ve giderek yaygınlaşan inancın da katkısı var.
İnternet ve mobil teknolojileri ve uygulamaları,
insanlara eğitime ulaşabilecekleri ve
öğrenebilecekleri daha farklı, esnek, kolay
ve eğlenceli fırsatlar sunuyor. Bunun erken
çocukluktan yetişkinliğe kadar farklı yaşlar
için örnekleri var. İnternet’te onbinlerce
kişinin kaydolabildiği Masssive Online Open
Course (kitlesel, açık, çevrimiçi kurslar)
programları farklı ders anlatımları, dünyanın
dört bir yerinden katılanlarla forum sohbetleri,
oluşturduğunuz beş-altı kişilik çalışma
Önemli olan, okulu
sorgularken okuldaki
eğitimi ve okulun
güncel tasarımını da bu
sorgulamaya dahil etmek
ve okulun bir öğrenim
mekânı ötesinde çevresi
için yapabileceklerini ve
toplumun sosyal refahı ve
uyumu için önemini de
dikkate almak.
grubuyla işbirliği ve etkileşiminiz, akranlarınız
tarafından yapılan ölçme ve değerlendirmeleri
ve en sonunda alabildiğiniz belgelerle okula
alternatif oluşturuyorlar.
Okula alternatif illa teknoloji ile sınırlı olmak
zorunda değil. ABD’de yüz yüze ve uzaktan
eğitimi birleştiren hibrit lise modelleri
çocukların öğrenmesinde etkili olabiliyor. İş
beceri eğitimine gelince günümüzde çok farklı
kurumlar bireylere yeni beceriler öğrenmek
için alternatif fırsatlar sunabiliyor. Örneğin,
bir müzede görsel sanatlar alanında özgün
bir sertifika programı, bir organize sanayi
bölgesinin meslek eğitim merkezinde sanayinin
ihtiyacı olan bir alanda kısa dönemli uzmanlık
eğitimi ya da bir sivil toplum kuruluşunun açtığı
kursta yetişkin eğitimciliği için gereken temel
becerileri almak mümkün. Yukarıda da sözü
geçen “evde okul” yaklaşımı da bazı ülkelerde
velilerin tercih edebildiği ve çocuklarını
yine devletin belirlediği ana çerçeve içinde
kendilerinin eğitebildiği bir model olarak uzun
süredir var olan bir alternatif.
SAYI 54
17
ODTÜLÜ
dosya
Başta iktidar gücü olmak
üzere tekelleşmenin ve
seçeneksizliğin evrensel
olarak eleştirisi mevcut ve
meşru iken başarılı ve yepyeni
bir 21. yüzyıl dönüşümü
yaşamış okulun da eğitimde
tekel konumunda olmasını
savunmak zor.
Geçmişte olduğu gibi
gelecekte de her zaman
okulun alternatifleri
olacak ve olması da
önemli çünkü öğrenme
zamansız ve mekânsız
gerçekleşebiliyor.
18
OKUL ŞART MI?
Okulun sorgulanmasında göze çarpan bir
diğer söylem ise okulu terk edenlerin hayatta
yakaladıkları başarı hikâyelerinden ilham
buluyor. Aklınıza hemen Steve Jobs’un okulu
terk edip garajında Apple’ı kurması geliyor,
ancak gittiği lisede aldığı eğitimden memnun
kalmayarak okulu terk eden ve işe girdiği
berberde akranlarının gıpta edeceği bir para
kazanan gencin hikâyesinin de “başarı”
hikâyesi olarak okunabileceğini unutmamak
önemli (Alper Dinçer’in yazısında bunu
okuyabileceksiniz). Tabii ki bu hikâyeler daha
çok temel eğitimden sonraki kademelere dair
ancak yine de insanların söylemine okulun
varoluşunu sorgulatan bir şekilde yansıdığını
not edelim.
Japonya’nın ünlü moda tasarımcısı Yoshi
Yamamoto, “My Dear Bomb” (Benim Canım
Bombam) adlı kitabında yaratıcılığın
entelektüel manipülasyonlar ya da var olan
fikirleri kopyalamaktan değil herhangi bir
konuda varoluşun temellerini sorgulamaktan
geçtiğini öne sürüyor. Yamamoto’nun
gözünden bakınca okulun bu kadar
sorgulanıyor olması aslında bu tarihsel
kurum için bir talih kuşu olabilir. Önemli
olan, okulu sorgularken okuldaki eğitimi ve
okulun güncel tasarımını da bu sorgulamaya
dahil etmek ve okulun bir öğrenim mekânı
ötesinde çevresi için yapabileceklerini
ve toplumun sosyal refahı ve uyumu için
önemini de dikkate almak.
Bu bağlam içinde, ODTÜLÜ Dergisi’nin bu
sayısında, “Okul şart mı?” diye sorarak aslında
eğitime dair zengin ve kapsamlı bir tartışma
gerçekleşiyor. Başlıkta okul olsa da eğitim temel
bir insan hakkı ve her şeyden önce bireyler,
özellikle de çocuklar için var olmalı. Öte
yandan, bunun kamusal kabulü, okulu yüzyıl
önceki tasarımından farklılaştırabilecek en
kritik adım olabilir. Bundan sonra, devletlerin
okulu bir kamu aygıtı olarak kullanmak yerine
okulu paydaşlarının birey odaklı ve toplumla
ilişkili bir bağlamda yeniden tasarlamasına
hukuki, mali ve fikirsel ortam sunması gelebilir.
Böyle bir ortamda, bireylerin farklılıklarıyla
değer ve kabul gördüğü bir okul etosu ve
toplumun okulda var olabildiği, okulun da
toplumu kucaklayabildiği samimi bir etkileşim
gerçekleşirse “okul-suz-laştırma” argümanın
arkasında duranların en azından bir durup
düşünmeleri sağlanabilir mi acaba? Bu okulun
mimarisi bugünkülerden nasıl farklı olur?
Başta iktidar gücü olmak üzere tekelleşmenin
ve seçeneksizliğin evrensel olarak eleştirisi
mevcut ve meşru iken başarılı ve yepyeni bir 21.
yüzyıl dönüşümü yaşamış okulun da eğitimde
tekel konumunda olmasını savunmak zor.
Geçmişte olduğu gibi gelecekte de her zaman
okulun alternatifleri olacak ve olması da
önemli çünkü öğrenme zamansız ve mekânsız
gerçekleşebiliyor. Buraya bir rekabet alanı
yerine güç birliği ve etkileşim alanı olarak
bakmak ve toplumun çok farklı öğrenme
ihtiyaçlarına cevap verebilecek farklı ve zengin
öğrenme ortamlarını sunabilmek çok önemli.
Bu sayıda, eğitimin toplum ve farklı
disiplinlerle etkileşimini göz önünde
bulunduruyor ve okula o gözle de bakıyoruz.
Sonuçta da size bir cevap değil, geleceğin
eğitimine dair bir öngörü önerisi sunuyoruz.
Öyle ki, eğitim bir araftaysa, bir yanında
dün, öbür yanında yarın varsa, o yarının
neye benzeyeceğini biraz daha net görmek
istiyoruz. Okul şart mı sorusunun cevabını
tabii ki size bırakıyoruz. Cevap vermeniz için
kullanabileceğiniz birçok yeni bilgi ile.
SAYI 54
Kaynak
The End of Education:
Redefining the Value of
School by Neil Postman.
Knopf Doubleday Publishing
Group, Jun 1, 2011 Education - 224 pages
19
ODTÜLÜ
dosya
21. YÜZYILIN BECERILERI VE EĞITIM:
Çocuklarımız
Geleceğe Hazır mı?
X Yazı
PROF. DR. GÖLGE SEFEROĞLU
ODTÜ Eğitim Fakültesi Dekanı
20
Gençlerimize 21. yüzyıl becerilerini kazanacakları fırsatları ve etkili
eğitim ortamları sunmadan, eğitimin tüm bileşenlerini bu doğrultuda
yapılandırmadan sürdürülebilir bir kalkınma beklemek mümkün
görünmüyor.
21. YÜZYILIN BECERILERI VE EĞITIM: ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞE HAZIR MI?
S
izce toplumumuzda eğitim sistemimizden
çıkan bireyler aşağıdaki yetkinliklere ne
derece sahiptirler?
• Karmaşık sorunlara çözüm getirirler
• İyi iletişim kurarlar
• Etkili işbirliği içinde çalışırlar
• Bilgi ve teknoloji okuryazarıdırlar
• Esnektirler ve yeni şartlara uyum sağlayabilirler
• Yenilikçi ve yaratıcıdırlar
• Küresel ve kültürel farkındalığa sahiptirler
• Finansal okuryazardırlar
• Meraklı ve araştırmacıdırlar
• Sosyal sorumluluğa ve etik değerlere sahiptirler
• Girişimci ve liderdirler
Grubu biraz daraltırsak, peki öğrencilerimiz ne
durumda sizce? Dün akşam kalabalık bir grup
ODTÜ Eğitim Fakültesi öğrencisiyle birlikte
Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin “Akdeniz
Esintisi” adlı üçlü balesini izledik. İzlerken
düşündüm de, “Öğrencilerimize dersler ve
akademik etkinlikler dışında başka alanlarda
yeterince öğrenme fırsatları sunuyor muyuz
acaba?”
Maalesef hayır. Biz bu etkinliğe bir grup
Fakültemiz öğrencisini “Toplum Liderleri
Geliyor” başlıklı altı haftalık ufuk geliştirme ve
liderlik eğitimi programı kapsamında götürdük.
ODTÜ Eğitim Fakültesi ile Çankaya ve Oran
Rotary Kulüpleri işbirliğiyle gerçekleştirdiğimiz
bu eğitim programında, okulda verdiğimiz
akademik bilgi ve beceriler yanında yaşamın çok
çeşitli alanlarında öğrenme fırsatları sunacak,
onların duygusal ve sosyal yetkinliklerine
katkıda bulunacak çok değerli konuşmacılarla ve
etkinliklerle buluşturuyoruz öğrencileri. Evet, bu
öğrencilerimizin bütüncül gelişimi için çok güzel
bir fırsat.
Peki, öğrencilerimizin hepsine düzenli olarak
böyle fırsatlar sunuyor muyuz? Ya ülke gençliği
ne durumda? OECD’nin DeSeCo projesi
çerçevesindeki tanımına göre, yetkinlik bilgi ve
beceriden daha fazlasını gerektiriyor. Bu tanıma
göre yetkinlik belirli bir ortamda bireyin
psiko-sosyal kaynaklarını/birikimini
seferber ederek karmaşık durumlarla
başa çıkabilme ve başarılı olma yeteneğini
içeriyor.
Peki, eğitimciler olarak bizlere düşen görev
ne? Öğrencilerin yalnızca akademik olarak
hazır olmalarını sağlamak mı? Evet, eğitimde
çoğu zaman bilişsel becerilerin gelişimine
odaklanıyoruz ama aslında bireyin sadece
bilişsel değil aynı zamanda duygusal ve sosyal
özelliklerinin gelişmesine de fırsat vermeli
ki bireyler toplumda aktif olarak yer alabilsin
ve ülkenin sürdürülebilir kalkınmasına katkı
sağlayabilsinler.
Eğitimciler
olarak bizlere
düşen görev
ne? Öğrencilerin
yalnızca akademik
olarak hazır
olmalarını
sağlamak mı?
İşte burada karşımıza son yıllarda çok sık olarak
kullanılmaya başlayan 21. yüzyıl becerileri
kavramı çıkmaktadır. İş yaşamında başarılı olmak
için gerekli 21. yüzyıl becerileri iki ayrı kaynakta
şu şekilde sıralanmakta:
Bedwell, Salas
Association for
ve Fiore (2011)
Career and Technical
• Etkin dinleme
Education (2010)
• Sözlü iletişim
• Eleştirel düşünme
• Yazılı iletişim
• İşbirliği
• Koordinasyon
• Güven
• Hizmet yönelimi
• Çatışma çözümü
• Müzakere
• Özgüvenli iletişim
• Problem çözme
• Sözlü / yazılı
iletişim
• Yaratıcılık
• Uyum sağlama
• Çeşitlilik
• Sürekli öğrenme
• İşbirliği
• Takım çalışması
• Özsunum
• Sorumluluk
• Sosyal etki
• Profesyonellik/etik
SAYI 54
21
ODTÜLÜ
dosya
Eğitim alan her bireyin kendi potansiyelini
azami olarak kullanabilmesine ve toplumda
etkin bireyler olarak yer almasına yardımcı
olacak bilişsel, duygusal ve sosyal özellikleri
tanımlamalıyız ki eğitimi de buna göre
tasarlayalım.
Çocuklarımız için ve ülkemiz için nasıl
bir gelecek?
1 Serdar Turgut, 24 Kasım 2014,
HaberTürk Gazetesi
2 The IEA International
Computer and Information
Literacy Study: International
Report (2014). International
Association for the Evaluation
of Educational Achievement:
SpringerOpen.
22
Günümüzde artık bilgiye her yerde kolaylıkla
erişilebiliyor. Onun için okullarda verilen
eğitimin bilgi aktarımından çok daha fazlasını
içermesi gerekiyor. Serdar Turgut, Öğretmenler
Günü’nde yayımlanan “Eğitim sistemimiz
yaratıcılığa soykırım uyguluyor” başlıklı
yazısında1 eğitimde başarıyı sınav odaklı
tanımlamanın tehlikelerine dikkat çekiyor.
Çin’in eğitim sisteminin sınav temelli bakış
açısıyla gayet başarılı göründüğünü ancak
yaratıcılığa ve orijinal fikir üretmeye kıymet
veren bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde
de dünyanın en kötü eğitim sistemi olarak
görülebileceğini belirtiyor. Serdar Turgut
yazısında Yong Zhao’nun “Who’s Afraid of the
Big Bad Dragon? Why China Has the Best (and
Worst) Education System in the World” başlıklı
kitabına dikkat çekiyor:
“Bahsettiğim bu kitap bence bir an önce
Türkçe’ye çevrilip başta eğitimciler arasında
olmak üzere toplumun her kesiminde yoğun
olarak tartışılmalı. Çünkü eğitim sistemimizin
acilen değişmesine ihtiyaç var. Şimdiki sistem
Türkiye’nin geleceğini karartıyor. Binlerce,
yüz binlerce genç bu sistemden ‘Ben eğitim
aldım’ yanılgısıyla çıkıyor, ama onlar sadece
iyi test yapabilen cahiller oluyorlar. Bireysel
gayreti ve ailesinin teşvikiyle farklı, yaratıcı
düşünebilenler gayet tabii ki var, ama çoğunluk
eğitilmiş cahiller ve bunların çoğunluğu
yaratıcılığa, orijinal düşünceye önem veren
global ekonominin şirketlerinde ancak sadece
disiplinli memur olabilirler.”
Çocuklarımız için böyle bir gelecek hayal
ettiğimizi hiç sanmıyorum. Onun için 21.
yüzyıl becerilerinin okul öncesinden üniversite
sonrasına kadar her kademede eğitim
süreçlerine dahil edilmesi şarttır. Fakat bu
yetkinliklere ne kadar erken odaklanılırsa da
o kadar iyi olur çünkü ağaç yaş iken eğilir.
Eğitime yapılan yatırımın ülkenin
sürdürülebilir kalkınmasına ve doğrudan
toplumun refah ve mutluluğuna katkısı olacağı
beklenir. Ancak, bu yatırım sadece maddi
boyutta algılanmamalıdır. Fiziksel ve teknolojik
21. YÜZYILIN BECERILERI VE EĞITIM: ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞE HAZIR MI?
alt yapının iyileştirilmesi tabii ki önemli bir
boyuttur. Ancak, öğrencilerimizin teknolojiyle
iç içe yaşamaları ya da bilgisayar başında çok
zaman geçirmeleri onları otomatik olarak bilgi,
medya ve teknoloji okuryazarı yapmıyor. 2013
yılında Türkiye’nin de içinde olduğu 21 ülkede
toplam 60.000 sekizinci sınıf öğrencisinin
katılımıyla yapılan Uluslararası Bilgisayar ve
Bilişim Okuryazarlığı Araştırması2 sonuçlarına
göre bilgisayar ve bilişim okuryazarlığında
öğrencilerimiz, katılan 21 ülkenin öğrencileri
arasında son sırada yer alıyor.
Eğitimin bir başka bileşeni olan eğitimin
içeriğinde (müfredat, ders kitapları, vs) yapılan
değişiklikler de bir dereceye kadar etkilidir.
Burada insan kaynağına yapılacak yatırım belki
de en kritik role sahiptir. Öğretmen adaylarının
ne şekilde yetiştiği, ne gibi bilgi, beceri ve
donanıma sahip olarak okullarda istihdam
edildikleri üzerinde düşünülmesi gereken
bir konudur. Öğrencilerimizin 21. yüzyıl
becerilerine sahip olmalarını istiyorsak onlara
öğrenmeyi öğretecek olan öğretmenlerin de
21. yüzyıl bilgi ve yetkinliklerine sahip olması
gerekir.
Yeni nesillerin 21. yüzyıl yetkinliklerine
sahip olması isteniyorsa öğretmenlerin
istihdam öncesi ve hizmet sırasında
yeterliklerinin değerlendirilmesi gereklidir.
Bu konuda yaşanan olumlu bir gelişme, MEB
tarafından 2002 yılında başlatılan öğretmen
yeterliklerinin belirlenmesi çalışmalarıdır.
Ancak, öğretmen yeterliklerinin uygulamada
kullanılması gerçekleşememiştir.
Eğer 21. yüzyıl becerilerinin öğreniminin
yaygınlaşmasını istiyorsak sınavları salt bilgiyi
ölçmekten ziyade eleştirel düşünme, karmaşık
ve çok boyutlu problemleri çözme, çoklu bilgi ve
veriye dayalı karar verme becerilerini ölçer hale
getirmemiz gerekli. Böylece yeni nesli geleceğin
yaşam ve çalışma ortamlarına hazırlayabiliriz.
Ancak, bu boyutları ölçmeye ve
değerlendirmeye hazır mıyız acaba?
Günümüzde bilişsel yetkinliklerin
değerlendirmesinde göreli olarak epey ilerleme
Eğitime yapılan yatırımın
ülkenin sürdürülebilir
kalkınmasına ve
doğrudan toplumun
refah ve mutluluğuna
katkısı olacağı beklenir.
Ancak, bu yatırım
sadece maddi boyutta
algılanmamalıdır.
kaydedilmiştir. Ancak, içsel ve kişilerarası
yetkinliklerin değerlendirmesinde daha epey
çalışmaya ihtiyaç vardır.
Gençlerimize 21. yüzyıl becerilerini
kazanacakları fırsatları ve etkili eğitim
ortamları sunmadan, eğitimin tüm
bileşenlerini bu doğrultuda yapılandırmadan
sürdürülebilir bir kalkınma beklemek mümkün
görünmüyor. Bireyler temel akademik bilgi
ve beceriler yanında yukarıda belirtilen
yetkinliklere de sahip olursa ancak o zaman
toplumsal olarak 21. yüzyıl yetkinliklerine
sahip bir ülke olabiliriz. Ancak, bu hedefe
ulaşmak için eğitim sistemimizin her
boyutunda oldukça köklü değişiklikler
yapılmasının gerekli olduğu da bir gerçektir.
SAYI 54
Kaynaklar:
Association for Career
and Technical Education.
(2010). What Is Career
Ready? Alexandria, VA:
Association for Career
and Technical Education.
Bedwell, W., Salas,
E., ve Fiore, S.
(2011). Developing
the 21st century (and
beyond) workforce: A
review of interpersonal
skills and measurement
strategies.
Trilling, B. ve Fadel, C.
(2009). 21st Century
Skills: Learning for Life in
Our Times. John Wiley &
Sons, Inc.: San Francisco.
23
ODTÜLÜ
dosya
24
BILIŞSEL BILIMLER VE SINIRBILIM ÇERÇEVESINDE ÖĞRENME
Bilişsel Bilimler ve
Sinirbilim Çerçevesinde
Öğrenme
X Yazı
YRD.DOÇ. DR.
CENGIZ ACARTÜRK
YRD. DOÇ. DR.
MURAT PERIT ÇAKIR
ODTÜ Enformatik Enstitüsü
Bilişsel Bilimler Ana Bilim Dalı
Öğrenme karışık bir süreçtir ve öğrenmeyle ilgili, bilimsel olarak
anlaşılamamış, sistematik çözüme ulaştırılamamış çok sayıda
alt başlık bulunmaktadır. Bu yazıda öğrenmeyi bilişsel bilimler ve
sinirbilim çerçevesinde ele alacağız.
E
ğitim, daha özel anlamda öğrenme
davranışlarımızda değişikliklere yol açar.
Öğrenmenin gözlenebilir davranışlar
ötesinde farklılıklar da yarattığını biliyoruz.
Arka planda öğrenmeyle birlikte değişen
zihinsel süreçlere dair işlevlerdir. Bu işlevler
beyinde gerçekleştiği için öğrenmenin beyinde
değişikliklere yol açacağını öngörebiliriz.
Öğrenme karışık bir süreçtir ve öğrenmeyle
ilgili, bilimsel olarak anlaşılamamış, sistematik
çözüme ulaştırılamamış çok sayıda alt başlık
bulunmaktadır. Bu yazıda öğrenmeyi bilişsel
bilimler ve sinirbilim çerçevesinde ele alacağız.
Öğrenmenin Bilişsel Temelleri
Bilişsel bilimler 1950’li yıllarda, bugün
davranışçılık olarak adlandırdığımız bir düşünce
akımına tepki olarak ortaya çıktı. J. B. Watson ve
B. F. Skinner gibi davranışçı (İng. behaviorist)
bilim insanları zihinsel süreçleri incelemeyi
bilimsel alanın dışına itiyor, sadece gözlenebilir
davranışlara odaklanıyordu (Skinner, 1953).
Bu çalışmaların temel dayanak noktalarından
birisi de çoğumuza tanıdık gelebilecek bir ismin,
İ. Pavlov’un köpeklerle yaptığı klasik koşullanma
çalışmalarıydı. Skinner, bütün bu bulgulardan
yola çıkarak öğrenmenin basit ve gözlenebilir
SAYI 54
koşullanma davranışlarının bir araya gelmesiyle
gerçekleştiğini iddia etti. Skinner bununla
yetinmedi; bu yaklaşımın dil öğrenme gibi
karmaşık görünen süreçleri açıklamak için de
kullanabileceğini öne sürdü. Ancak Skinner’ın
bu iddiası ve bu iddiaya yönelik ağır eleştiriler
davranışçılığa gölge düşürdü (Chomsky, 1957).
Bugün, dil öğrenme süreçlerinin Skinner’ın
öngöremediği biçimde gerçekleştiğini, hatta
anne karnında başladığını biliyoruz.
Skinner aslında bugün destekli/takviyeli
öğrenme dediğimiz, özellikle hayvanlarda
gözlenen temel bir öğrenme türünü keşfetmiş
ve sistematik olarak incelemişti. Bu yöntem
robot tasarımlarında kısmen kullanılan
yöntemlerden birisi haline geldi. Diğer yandan
bilişsel bilimciler farklı öğrenme türlerini
bilişsel psikoloji, dilbilim ve bilgisayar bilimleri
çerçevesinde hem disiplinler özelinde hem de
disiplinler arası yaklaşımlarla ele aldılar.
Bu alt araştırma alanlarından birisi temel
kavram ve kategorilerin öğrenilmesi oldu.
Özellikle 1970’li yıllarda J. Bruner ve
arkadaşlarının geliştirdiği teoriler öğrenilen
kavramların (örneğin çocukların öğrendiği kedi
kavramının) görülen tek tek örneklerin (tekil
kedilerin) ortak özelliklerinin tespit edilmesi
25
ODTÜLÜ
dosya
ve kavramın soyut hale getirilmesi üzerine
odaklanıyordu. O zaman objeler ve isimleri
arasındaki ilişkilerin de bu soyutlama üzerinden
belirlendiğini düşünebiliriz.
Günümüzde yapay öğrenme yöntemleri,
öğrenme biçimleri ile ilgili modeller öne
sürmekte. Bilişsel bilimler alanında önümüzdeki
yıllarda yapay öğrenme tabanlı bilgisayar
modellerinin farklı öğrenme türlerini
kapsayacak biçimde ilerleyeceğini öngörüyoruz.
Yine de günümüzde yapay öğrenme modelleri
ile günlük dildeki kullanımıyla “öğrenme”yi,
yani doğal öğrenmeyi anlamak için uzun zamana
ihtiyaç var.
Öğrenmenin Sinirbilimsel Temelleri
Öğrenmeye bağlı olarak beynimizde ne gibi
değişimlerin gerçekleştiği, bu değişimlerin
ne kadarına genetik ne kadarına çevresel
faktörlerin etki ettiği değişik disiplinlerden pek
çok araştırmacının ilgisini çeken aktif araştırma
konularıdır. Beyin fizyolojisi hakkındaki mevcut
bulgularımıza göre, ortalama 1.5 kg’lik kütleye
sahip olan bu organ yaklaşık 160 milyar nöron
ve glia hücresini barındırmaktadır (Azevedo vd.,
2009). Nöronlar arası bağlantı sayıları da hesaba
katıldığında karşımıza samanyolu galaksisinde
yer alan yıldız miktarıyla kıyaslanabilecek
karmaşıklıkta bir yapı çıkmaktadır. Bu biyolojik
yapılar hayattaki deneyimlerimizi ve bu
deneyimlerden öğrendiklerimizin idamesinde
temel bir rol oynamaktadır.
26
Nörobiyoloji çalışmaları hücresel seviyede
öğrenmenin etkisiyle nöronların birbirlerine
kimyasal seviyede yaptıkları tesirin değişebildiğine
işaret etmektedir. Nöronlar birbirlerinin
aktifleşme döngülerine bir dizi elektrokimyasal
tepkime sonucunda tesir etmektedir. Aktifleşen bir
nöron çevresindeki astrosit ve glia gibi hücrelerin
de yardımıyla kan dolaşımı yoluyla sağlanan
oksijen ile glikozu yakarak açığa çıkan enerjiyi
elektrokimyasal bir sinyale dönüştürür. Bu sinyal
akson aracılığıyla iletilerek nöro-transmitter
adı verilen taşıyıcı moleküllerin akson ucundaki
sinapslar üzerinden komşu nöronlara doğru
salgılanmasına neden olur. Bu durum, salgılanan
taşıyıcı moleküllerin türüne ve miktarına bağlı
olarak, komşu nöronların aktifleşme sıklığında
bir artma veya azalma olmasına neden olur.
Sinirsel ağ yapısı içerisinde bu tür etkileşimler
komşuluklar üzerinden ilerleyerek makro seviyede
sinirsel hareketler oluşturabilmektedir. Aktifleşme
döngülerindeki tekrarlı dalgalanmalar zamanla
komşu nöronların taşıyıcı moleküllere reaksiyon
gösterme eşiğinin değişmesine, ve dolayısıyla iki
nöronun arasındaki bağlantının güçlenmesine
veya zayıflamasına neden olmaktadır. Deneysel
çalışmalar uzun süreli güçlenme ve baskılama
(long-term potentiation/depression) olarak
adlandırılan bu sürecin, öğrenmeyle yakından
ilişkisi olan kısa ve uzun süreli hafıza oluşumunda
önemli bir role sahip olduğunu göstermiştir
(Suzuki vd., 2011).
Hücre seviyesindeki gözlemlere ek olarak
tomografi, manyetik rezonans gibi görüntüleme
teknikleri yaşayan beyin dokusunun daha geniş
ölçekte görüntülenmesine imkan vermektedir.
Bu teknolojiler sayesinde öğrenmeye bağlı olarak
beyin dokusunda bazı yapısal değişimlerin
gerçekleştiği gözlenmiştir. Örneğin Londra’da
taksi şöförlüğü yapan kişilerin uzamsal hafızanın
işlendiği hipokampus bölgesindeki hücre
yoğunluğunun normal kişilere kıyasla daha fazla
olduğu gözlenmiştir (Maguire vd., 2000). Benzer
bir çalışmada üç ay boyunca düzenli olarak tetris
oynayan bir grup deneğin gösterdiği davranışsal
gelişime paralel olarak, uzamsal algının idame
ettirildiği sağ-parietal korteks bölgesinde yeni
BILIŞSEL BILIMLER VE SINIRBILIM ÇERÇEVESINDE ÖĞRENME
sinirsel ağ yapıları geliştirdiği gözlenmiştir
(Haier vd., 2009). Bu durum beynin maruz kaldığı
deneyimlere bağlı olarak yeni sinir yapıları
sentezleyebilen plastik bir doğası olduğuna işaret
etmektedir.
Nöron ağlarının aktifleşmesi sırasında açığa
çıkan eletriksel hareketlerin ve kan dolaşımında
gerçekleşen değişikliklerin izlenmesine imkan
veren yöntemlerin MR gibi görüntüleme
teknolojileriyle elde edilen görüntülerle
birleştirilmesi sonucunda, beyin işlevlerinin
gerçek zamanlı olarak izlenmesini mümkün
hale gelmiştir. EEG/MEG gibi elektrofizyolojik
yöntemler ile fMRI, NIRS ve PET gibi kan
dolaşımındaki değişimleri izleyen yöntemler
sayesinde belirli bilişsel süreçleri idame
ettirirken beynin hangi bölgelerinde sistematik
aktifleşmeler olduğu incelenebilmektedir.
Bu çalışmalar bilişsel süreçlerin hangi beyin
bölgeleriyle ağırlıklı olarak ilişkilendiğine ve bu
bölgeler arasında nasıl bir işlevsel bağlanırlık
olduğuna yönelik çıkarımların yapılmasını
sağlamıştır. Beceri kazanımı ve uzmanlaşma
süreçleri bu yöntemlerle izlendiğinde beyin
bölgelerinde yapısal değişimlere ek olarak
metabolik değişimlerin de gerçekleşmekte olduğu,
beynin uzmanlaştığı işi zamanla daha az enerji
kullanarak idame ettirmeye başladığı gözlenmiştir
(Ayaz vd., 2012; Haier vd., 2009).
Özetle, mevcut çalışmalar öğrenme sırasında
kendi içyapısını, henüz boyutlarını tam olarak
anlamadığımız sınırlar içerisinde değiştirerek
optimize edebilen plastik bir sinir sistemine
sahip olduğumuza işaret etmektedir. Ancak
hücresel seviyede gerçekleşen hareketlerle
bilinç, duygu, düşünme gibi üst seviye psikolojik
süreçler arasındaki ilişkinin doğası halen
gizemini korumaktadır. Aradaki bu boşluğun
doldurulmasında nöro-görüntülemeye ek olarak
bilişsel modelleme paradigmalarının da önemli
bir rol oynaması beklenebilir. Sinir ağlarının
bahsedilen özelliklerini sayısal modellere
dönüştüren yapay sinir ağları gibi modelleme
yaklaşımları, bilgi teknolojilerindeki gelişmelere
paralel olarak daha kapsamlı bilişsel modellerin
oluşturulmasına imkan tanımaktadır. Derin yapay
sinir ağları ve makina öğrenme algoritmalarıyla
insan beyninin sergilediği nesne tanıma, kavram
öğrenme gibi davranışlara benzer sonuçların elde
edilebilmiş olması yakın gelecekte beynin işleyişi
hakkında daha kapsamlı bilgilere ulaşacağımız
konusunda bizleri umutlandırmaktadır.
Kaynaklar
Ayaz, H., Shewokis, P. A., Bunce, S., Izzetoglu, K., Willems, B., & Onaral, B. (2012). Optical brain
monitoring for operator training and mental workload assessment. Neuroimage, 59(1), 36-47.
Azevedo, F. A., Carvalho, L. R., Grinberg, L. T., Farfel, J. M., Ferretti, R. E., Leite, R. E., ... & Herculano
Houzel, S. (2009). Equal numbers of neuronal and nonneuronal cells make the human brain an
isometrically scaled up primate brain. Journal of Comparative Neurology, 513(5), 532-541.
Bélanger, M., Allaman, I., & Magistretti, P. J. (2011). Brain energy metabolism: focus on astrocyteneuron metabolic cooperation. Cell metabolism, 14(6), 724-738.
Chomsky, A. N. (1957). A Review of BF Skinner’s Verbal Behavior. Language, 35, 26-58.
Haier, R. J., Karama, S., Leyba, L., & Jung, R. E. (2009). MRI assessment of cortical thickness and
functional activity changes in adolescent girls following three months of practice on a visualspatial task. BMC research notes, 2(1), 174.
Maguire, E. A., Gadian, D. G., Johnsrude, I. S., Good, C. D., Ashburner, J., Frackowiak, R. S., & Frith, C.
D. (2000). Navigation-related structural change in the hippocampi of taxi drivers. Proceedings
of the National Academy of Sciences, 97(8), 4398-4403.
Skinner, B. F. (1953). Science and Human Behavior, Simon and Schuster.
Suzuki, A., Stern, S. A., Bozdagi, O., Huntley, G. W., Walker, R. H., Magistretti, P. J., & Alberini,
C. M. (2011). Astrocyte-neuron lactate transport is required for long-term memory
formation. Cell, 144(5), 810-823.
Tenenbaum, J. (2009). Machine Learning and Cognitive Science. MIT Department of Brain and
Cognitive Sciences CSAIL. Machine Learning Summer School sunumu, MLSS 2009 – Cambridge,
UK.
SAYI 54
27
ODTÜLÜ
dosya
Hem Erken Hem Doğru!
Okul öncesi eğitim kurumları, iç ve dış mekân eğitim ortamları, materyaller,
öğretmenin profesyonel gelişimi, aile-okul iletişimleri ve özellikle uygulanan
eğitim programları açısından yeterli donanıma sahip olmalıdır.
X Yazı
YRD. DOÇ. DR. REFIKA OLGAN
ODTÜ Eğitim Fakültesi
İlköğretim Bölümü
28
Erken çocukluk dönemi doğumdan başlayarak
ilk sekiz yılı kapsayan dönem olarak tanımlanır.
Bu dönemde toplumdaki farklı paydaşların
(öğretmenler, aileler, çocuklar, sağlık çalışanları,
Sivil Toplum Kuruluşları vb.) işbirliği içerisinde
çalışması ve çocukların sağlıklı gelişimini
desteklemesi önemlidir. Doğumdan itibaren
çocuklar çevrelerini inceleyerek, aile bireyleri
ve diğer kişilerle etkileşimde bulunarak
kendi öğrenmelerini yapılandırırlar. Bu
süreçte çocuklara farklı öğrenme ve araştırma
fırsatlarının sunulmasıyla birlikte tüm
gelişim alanlarının desteklenmesi önemlidir.
Araştırmalar çocukların fiziksel, bilişsel, dil ve
sosyal gelişimlerinin sahip oldukları genetik yapı
ve temel ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra
aile içindeki bireylerin etkileşiminden, ailenin
ebeveynlik stillerinden, kültürel değerlerinden
ve ekonomik seviyelerinden etkilendiğini ortaya
koymaktadır. Ancak, her aile eşit sosyal olanaklara,
ekonomik gelire ve çocuk yetiştirme tarzına sahip
olmadığından, küçük çocukların gelişimi yukarıda
HEM ERKEN HEM DOĞRU!
bahsedilen etmenler dışında erken çocukluk
eğitimi kurumlarındaki (kreşler, anaokulları,
anasınıfları) deneyimlerinden de büyük oranda
etkilenir. Bu nedenle, bu kurumlarda sunulan
öğrenme fırsatlarının sosyal ve ekonomik
olarak topluma olan faydasının yanı sıra
uzun vadede çocuğun sahip olduğu olumsuz
koşulların sonuçlarının azaltılması açısından
da önemli rol oynar. Dünya çapında nitelikli
erken çocukluk eğitimi hizmetlerinin çocuğun
gelişimine olan olumlu katkıları çeşitli araştırma
ve programlarla ortaya konmuştur (Head-Start,
High/Scope Perry Projesi). Bu nedenle, okul
öncesi eğitim kurumları iç ve dış mekân eğitim
ortamları, materyaller, öğretmenin profesyonel
gelişimi, aile-okul iletişimleri ve özellikle
uygulanan eğitim programları açısından yeterli
donanıma sahip olmalıdır. Bu kurumların eğitim
programlarını çocukların gelişimsel düzeylerine
uygun olarak ve bireysel farklılıklarını göz önüne
alarak yapılandırmasının yanında, çocuğun
mevcut bilgilerini destekleyici ve geliştirici,
aktif katılımlarının desteklendiği okul içi ve dışı
öğrenme fırsatlarını da sunması önemlidir.
Amerikan Çocuk Eğitimi Ulusal Birliği (NAEYC)
ailelere okul öncesi kurumu seçiminde rehber
olması amacıyla bazı öneriler sunmuştur. Bu
doğrultuda iyi bir okul öncesi kurumunda
çocuklar:
• Zamanlarının çoğunu materyallerle veya diğer
çocuklarla oynayarak geçirirler. Amaçsız bir
şekilde zaman geçirmeleri ve uzun süreler
sessiz bir şekilde oturmaları istenmez.
• Gün içerisinde farklı türde etkinlikler
yaparlar. Çocuklar gruplar halinde farklı
materyal ve oyuncaklar (tahta/sünger bloklar,
resimli kitaplar, pazıllar, boya ve diğer
sanat malzemeleri, masa başı ve eşleştirme
oyunları, vb.) kullanarak bireysel, küçük ve
büyük grup etkinliklerine katılırlar.
• Uygulanan program çocukların farklı etnik
geçmişlerini ve deneyimlerini göz önünde
bulundurur ve aynı şeyleri aynı zamanda ve
aynı yollarla öğrenmediklerini dikkate alarak
uygulanır. Ayrıca, öğretmenler fazladan
yardıma ihtiyacı olan veya üstün yetenekli
çocuklar için programda ve etkinliklerde
uyarlamalar yapar.
• Okul-aile işbirliği ve iletişimi sağlıklı bir
şekilde sağlanır. Öğretmenler ve okul
yöneticileri ailelerin çocuğun eğitiminde en
önemli paydaşlardan biri olduğunu bilir ve
katılımlarını destekler.
• Sınıf öğretmeni eğitici etkinlikleri sürekli
tüm sınıfın aynı anda katılacağı büyük grup
etkinlikleri olarak değil, çocukların ilgi, istek,
gelişim düzeyleri ve desteklenmesi gereken
yönlerini gözeterek küçük grup ve/veya
bireysel etkinlikler olarak planlar.
• Çocuklar görüş ve düşüncelerini özgürce dile
getirebilirler.
• Sınıf ortamı çocukların yaptığı orijinal sanat
etkinlikleri ile dekore edilmiştir.
• Çocuklar canlı-cansız varlıkları, sayıları ve
günlük yaşamla ilgili kural ve uygulamaları
onların düzeyine indirgenmiş ve aktif
katılımlarının sağlandığı etkinliklerle
öğrenirler.
• Çocuklar projeler hazırlayarak, araştırarak,
sorgulayarak ve uygulayarak öğrenirler.
• Her gün mutlaka günün bir kısmını dış
mekânlarda, oyun parklarında ve doğal
alanlarda oyun oynayarak ve doğayı
gözlemleyerek zaman geçirirler.
SAYI 54
29
ODTÜLÜ
dosya
X Yazı
PROF. DR. İPEK GÜRKAYNAK
Gürkaynak Yurttaşlık Enstitüsü
ODTÜ PSY
’68
Bir Entelektüel Olarak
Öğretmen
Öğretmen, öğrenciyi dönüştürücü kişi. Sınıfta da, sınıf dışında da.
Ama önce kendisini dönüştürecek…
30
BIR ENTELEKTÜEL OLARAK ÖĞRETMEN
Kısıtlar,
öğretmenlerin
entelektüel olarak
gelişmelerini,
hayata ve
mesleklerine farklı
bakış açılarıyla
bakma ve eleştirel
düşünme yetisi
kazanmalarını zora
sokmaktadır.
B
ir zamanlar, öğretmenin entelektüel
gelişimini desteklemek üzere
planlanmış -çeşitli nedenlerle
uygulanmasına geçilemeyen- bir girişimin
parçası olmuştum. Neden entelektüel gelişim
üzerinde durma gereksinmesi duymuştuk?
Zira biliyorduk ki, (a) öğrenme ve öğretme
entelektüel işlemlerdir ve işe yarayan öğretme
ve öğrenme, öğretenden de öğrenenden de
“entelektüel terleme” bekler, (b) ne öğretmen
yetiştiren kurumlar ne de MEB kaynaklı hizmet
içi eğitimler öğretmeni entelektüel açıdan
donandırır; ufuk açıcıdır, dünyayı daha iyi
kavramayı sağlar, (c) zaman zaman sunulan,
çok iyi kotarılmış ama ücretli programlara
da, konser, opera vb. sanatsal etkinliklere de
öğretmenler, maddi olanaksızlık nedeniyle
yönelememektedir; oysa, kültür sanatın her
alanındaki gelişme hem kişiliklerine hem
öğretmenliklerine yansıyacaktır, (d) öğretmen,
hem okul içinde hem okul dışında yalnızdır:
Öğretmenler arası bir uygulayıcılar topluluğu
yaratılamamış olduğu gibi, öğretmenin, farklı
bakış açıları taşıyan, farklı ilgi alanlarına sahip
kişilerle kaliteli ve dönüştürücü birliktelik
olanakları sınırlıdır. Yine biliyorduk ki, bu
kısıtlar, öğretmenlerin entelektüel olarak
gelişmelerini, hayata ve mesleklerine farklı
bakış açılarıyla bakma ve eleştirel düşünme
yetisi kazanmalarını zora sokmaktadır; bu
da, öğrenci yetiştirme sürecinin de yetişen
öğrencilerin de kalitesini etkileyecektir.
SAYI 54
31
ODTÜLÜ
dosya
Gerçekten de, öğretmen uygulamacıdır, bilim
insanıdır, yansıtıcıdır, eylemci-savunucudur.
Uygulamacıdır çünkü aktarıcı değil, bakış açısı
oluşturucu rol üstlenir (ya da üstlenmelidir).
Yansıtıcıdır çünkü öğretmenliğini sürekli gözden
geçirir; “ne yaptım, nasıl yaptım, yaptıklarımın
hangileri bir işe yaradı?” sorularını sorar.
Eylemci-savunucudur çünkü yansıtma sırasında
eksikleri, hataları görür; kendisinin, öğrencinin,
sınıfın, okulun, toplumun dönüşümüne yol
açabilir. O halde, öğretmenin öğrencisiyle bir
eğitici olarak paylaşabileceği en güzel şey, kendi
öğrenme yetisi ve entelektüel birikimidir.
Öğretmen
eğitim ve
pedagoji üzerinde
düşünüyor mu?
Öğrenciyle doğrudan temas halinde olan
öğretmenin donanımının (özel alanı konusundaki
bilgisinden öğretmenlik niteliklerine, öğrenciye
yönelik tutumuna, çağcıl dünyanın insanı
olarak taşıdığı kültür sanat formasyonuna ve
birikimine dek her türlü donanımının) yaşamsal
bir önem taşıma nedenlerini burada bir kez daha
yinelemeye gerek yok. Şu kadarını vurgulayayım:
Çocuklarımızda ve gençlerimizde daha zengin
bir dünya görüşü ve eleştirel düşünme yetisi
yaratılmasına önemli katkı yapmasını, onlara
düşünme ve eylem becerileri edindirmesini
beklediğimiz insanlar, öğretmenler.
Öğretmenin bunu başarabilmesinde, zengin
disiplinlerarası bilgi paylaşımı, açık, esnek, çok
katmanlı ve çağcıl bir yapı önemli; güncel ve
toplumsal sorunlar konusunda bilgi ve duyarlılık
geliştirmeye yönelik stratejiler önemli; modern
pedagojik yöntemleri ve çağdaş dünyadaki
gelişmeleri bilmek önemli; sosyal bilimlerden
ve fen bilimlerinden çeşitli alanlar önemli;
öğretmenin demokratik yurttaş profilini, onun
gerektirdiği bir dizi ana niteliği (ki aralarında
siyasal ve hukuksal okur-yazarlık, etik anlayış,
dili çözümleyebilme ve kullanabilme, sorun
çözme-uzlaşma-barış kültürü, karar verme ve
verilen kararlara uyma sayılabilir) taşıması
önemli; öğrencinin sesinin duyulması önemli;
öğrencinin bu sesi çıkarabilmesi için ortamın
yaratılmış olması, görünür görünmez kurumsal
yapıların özgür demokratik tartışmayı olanaksız
kılmıyor olması önemli. Dahası, öğrencinin,
karmaşık gerçek dünya, gerçek yaşam sorunlarına
entelektüel olarak yönelmeyi öğrenmiş olması
gerek ki bu, toplumsal konuların sınıf içinde ve
dışında tartışılmasının olağanlaştırılmasıyla
yakından ilintili. Okulların içindeki ve
etrafındaki görünmez duvarlar alaşağı edilip
çocukların ve gençlerin hem okullarının
yönetiminde hem de komşu çevrenin toplumsal
meselelerine bakmakta yer almaları, gözlemlerini
ve deneyimlerini paylaşmaları, onları siyasal
okuryazar kılmakta da toplumsal duyarlılıklarını
geliştirmekte de eleştirel düşünmelerini
tetiklemekte de paha biçilmez olanaklar
yaratacaktır. Okul dışına çıkarılmış olan kültürel
mekân ve etkinlikleri çoğaltmak gerekiyor. Bunun
hedef kitlesi olmaya en yatkın meslek sahipleri de
öğretmenler ve öğrencilerdir.
Yukarıdakileri yapıp edebilen bireylerin ortaya
çıkışında (ya da çıkmayışında) eğitimin tüm
bileşenlerinin ama özellikle de öğretmen
entelektüel düzeyinin, donanımının, kalitesinin
etkisi büyük. Öğretmen kaliteli entelektüel
çalışmanın ne olduğu, ne olması gerektiği
konusunda vizyon/görüş sahibi olacak ki,
öğrencisinden kaliteli entelektüel öğrenme
bekleyebilsin, bunun olmasına katkı yapabilsin.
Özetle, yukarıda anlatılanları öğrencide -yani
yetişmekte olanda- görebilmek için, öncelikle
öğretmende -yani öğrencinin yetişmesinde rol
alanda- görebilmek gerek.
32
BIR ENTELEKTÜEL OLARAK ÖĞRETMEN
Öğretmenin (ve öğretimin) kalitesi/niteliği ile
öğrenci öğrenmesi arasında ciddi bir işlevsel
bağ olduğunu, bunun ilköğretim, ortaöğretim
ve üniversite düzeylerinin tümü için geçerli
olduğunu, çok çeşitli araştırma sonuçlarından
biliyoruz. Öğrenciye ilgi gösterme/önem
atfetme, ulaşılır olma, ilgilenme/umursama,
geribildirim verme, öğrenme için uygun
fiziksel-duygusal ortamı yaratma, öğrencinin
seçme ve bağımsızlık istemine duyarlılık, uygun
öğretim ve değerlendirme yöntemlerini bilme
vb. olguların hepsi öğrenci edinimi ile doğrudan
ilişkili. Öğrencinin edinimi de, onu eğiten kişinin
entelektüel donanımı ile...
Entelektüel birikimi sağlam olan öğretmen, yerel,
ulusal, evrensel toplumsal siyasal konuları hemen
“hassas konu” diye yaftalayan steril eğitimden
yana olmayacak, bu karmaşık konuları sınıfta
ya da dışarıda öğrencisiyle tartıştırmaktan
korkmayacak, bunu yapabilecek yöntemlere,
tekniklere ve zihinsel donanıma sahip olacak,
öğrencilerinin fikirlerini yargılamayarak onları
tartışmaya katılmaya özendirecek; pat diye
sonuca ulaşan ya da ulaştığını sanan öğrencisinin
yaptığını fark edip kendisini, uslamlamanın
adımlarını atmadığı için uyarabilecek; bu
tartışmalar sırasında açık uçlu sorular sorarak
öğrencilerini düşündürmeyi; farklı bakış
açılarını dinleyip anlamalarını, uslamlamalarını
ve düşüncede tutarlı olmalarını özendirmeyi,
kapalı noktaların açıklığa kavuşturulmasına,
ahlaki yargılar oluşturulmasına yardım etmeyi
önemseyecek ve başaracak.
İşte, yaratıcı, entelektüel yapıyı destekleyecek
programlar düşlemek ve geliştirmek burada
devreye giriyor.
Güncel siyasal ve toplumsal/kültürel/sanatsal
konularda bilgilenen, düşünen, deneyim kazanan,
entelektüel donanımını pekiştiren, yeni fikirler,
oluşumlar üzerinde düşünmeye başlayan,
muhakeme gücünü ve güzel duyusunu geliştiren
öğretmen, bir yandan yeni kazandığı donanımı
çeşitli doğrudan ya da dolaylı yollarla öğrenciye
yansıtacak ve bir yandan da onun merakının
törpülenmemesi, tam tersine, yeni öğrenmedüşünme-deneyim kazanma olanakları edinmesi
konusunda duyarlılaşacaktır. Öğretmenin hiç
Entelektüel gelişim
öğretmenin uyanmasını
–ve uyanık kalmasınısağlayacak, onu, insan ve
birey olarak geliştirecek,
öğrenene model olma işlevine
katkı yapacaktır.
ağzından düşürmediği “yaparak yaşayarak
öğrenme” olanağı –hem de yamama ve yüzeysel
olmayarak- işte artık kendi kapısındadır.
Önemsenmiş, güçlenmiş olan öğretmen,
mentorluk edebilir, edinimini meslektaşlarıyla
paylaşabilir, tüm çevresine yansıtabilir.
Entelektüel gelişim öğretmenin uyanmasını –ve
uyanık kalmasını- sağlayacak, onu, insan ve birey
olarak geliştirecek, öğrenene model olma işlevine
katkı yapacaktır. Dahası, öğrenilecek ne kadar
çok şey olduğunu keşfettikçe, iyi bir öğretmenin,
eleştirel gözle kendi birikimini ve öğretmenliğini,
ve giderek içinde yaşadığı ve öğretmenlik yaptığı
toplumu sorgulamaması düşünülemez. Bunun da
hem eğitim hem insan olma bağlamında istendik
olduğunu unutmamak gerek.
Öğretmenin entelektüelliği konusunda bence
önemli olan birkaç soruyla bitireyim:
Öğretmen üst düzey düşünme becerilerine
sahip mi, sınıf içinde ve dışında uslamlama,
kuramsal tartışma vb. alışkanlığı, “yapabilirliği”
var mı, ki öğrencisine bu yolda aydınlanma
ve deneyim edinmenin yolunu açabilsin,
öğrenci ediminin entelektüel boyutunu
değerlendirebilsin?
Öğretmen eğitim ve pedagoji üzerinde
düşünüyor mu?
Öğretmen kendisini bir entelektüel olarak görüyor
mu? (yoksa bunu duysa, “estağfurullah” mı
diyecek ya da sözcükten tüyleri diken diken olup
entel dantel takımından addolunduğu için kalbi
mi kırılacak)
SAYI 54
33
ODTÜLÜ
söyleşi
Hem Hayatın İçinde
Hem Hayat için Öğrettik
Prof. Dr. Feyzi Öz yaşamını eğitime adamış bir isim.
16 yılı yurtdışındaki üniversitelerde olmak üzere
40 yılı aşkın zamandır pek çok üniversitenin Eğitim
Fakültesi’nde görev alan Feyzi Öz anlattı, biz dinledik...
Hocam isterseniz en baştan başlayalım, sizin
eğitim maratonunuz nerede başladı?
Lisans öğrenimime Gazi Üniversitesi Eğitim
Fakültesi’nde başladım. Ankara’daki neredeyse
bütün üniversitelerde hocalık yaptım. Çok uzun
yıllar ODTÜ’de hocalık yaptım. Daha sonra
İstanbul Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne geçtim.
Oradan sonra ise 16 yıl kadar yurt dışındaki
üniversitelerde asistanlıktan rektörlüğe kadar
pek çok pozisyonda görev aldım. Türkiye’ye
döndüğümde Vakıf Üniversiteleri’nde hocalık
yaptım. Daha sonra da Cumhurbaşkanlığı’nda
eğitim danışmanı olarak görev aldım.
Pek çok okuma yazma seferberliğinde görev
aldınız, o dönemleri nasıl hatırlıyorsunuz?
16 yıl dünyadaki pek çok ülkede çalıştım. Avrupa
Konseyi’nin ve UNESCO’nun ve Türkiye’nin
temsilcisi olarak görev aldım. Endonezya’dan
başlayarak tüm Türki ülkeleri, Balkan ülkeleri,
Avrupa ülkelerine, Kanada’ya kadar görev icabı her
yerde bulundum. Unesco’nun Eğitim Bölümü’nde
Türkiye temsilcisiydim. Türk halkının eğitime ve
öğretime olan ilgisini başka hiçbir yerde görmedim.
Türkiye’de ilk okuma seferberliği, Atatürk
döneminde gerçekleşti. Ardından üç seferberlik
daha oldu. Okuma-yazma seferberliğinde sadece
sivil okullara değil askeri okullara da okuma
yazma eğitimi götürdük. Askeriyede “Ali Okulu”
derlerdi. Onun sebebi de okumayı ilk öğrenirken
“Ali okula gitti” gibi kalıplar yazılır, ismi oradan
geliyor. Okuma-yazma okullarında ve askeri
34
HEM HAYATIN İÇINDE HEM HAYAT IÇIN ÖĞRETTIK
birliklerde eşzamanlı olarak 14 yıl çalıştım. Okumayazma okullarını kurduk, ardından geliştirdik.
Cumhuriyet ilk kurulduğunda okuma-yazma oranı
dörttü. Atatürk’le birlikte bu oran yüzde 20’ye
ulaştı. Benim çalışma dönemimde ise bu rakam
yüzde 94’e yükseldi. Biz bilimsel bir çalışma yaptık.
Adım adım bütün Türkiye’yi dolaştık.
Türkiye’deki okuma yazma oranının Avrupa’ya
göre az olduğunu görüyoruz. Sizce bunun sebebi
nedir?
Türkiye’de okuma-yazma adına çok güzel atılımlar
oldu fakat o atılımları devam ettiremedik. Bizim
yaptığımız çalışmalar devam etseydi bu oran çok
çok yükselir, Avrupa oranlarına ulaşırdı. Bizim
alfebemiz kolay, çabuk öğreniliyor.
Hocam siz meslek hayatınız boyunca esas
olarak eğitimci yetiştirdiniz. Zihninizde nasıl
bir eğitimci yetiştirme hedefi vardı?
Bana göre bir eğitimcinin temel kültür alması,
eğitimi sevmesi, gönül vermesi, eğitimle meşgul
olmaktan mutluluk duyması gerekiyor. Eğitimci
adayı öğrencilerime bunları aşılamaya çalıştım.
Eskiden bu bir devlet politikasıydı değil mi?
Çok doğru söylüyorsunuz. Bir eğitim politikası
vardı. Eğitim politikası Atatürk zamanında vardı,
bizim zamanımızda da devam etti. Aslında doğru
ekipler kurulunca çok fazla insana ulaşılmak
mümkün oluyor. Çünkü bizim halk kadar
öğrenmeye meraklı bir halk görmedim.
Bu merak karşısında ne gibi çalışmalar yapıldı?
Öyle bir projemiz oldu, halkın hangi kelimelerle
konuştuğunu tespit ettik. Ardından bu kelimelerle
40 tane halk kitabı yazıldı. Tanınmış isimler kaleme
aldı bu kitapları, Fakir Baykurt, Şükrü Kayalar gibi
değerli yazarlar... Ben de birkaç tane kitap kaleme
aldım. Bu kitapları yapmadan önce detaylı bir
araştırma yapmıştık. Örneğin halk tavukları nasıl
yetiştireceğine dair kitaplar okuyordu.
Hocam yaşama dahil olan bir eğitim anlayışını
benimsemişsiniz...
Hem hayatın içinde hem hayat için öğretmeyi
benimsedik. Okuma-yazma öğrenince buğday nasıl
Türkiye’de okuma-yazma adına
çok güzel atılımlar oldu fakat o
atılımları devam ettiremedik.
yetiştirilir, daha çok verim nasıl alınır, hayvan
nasıl yetiştirilir tüm bunları öğrenmiş oldular.
Bu öğrenmeyi de kolaylaştıran bir yöntem
olmalı...
Hayat içinde öğretince çok motive oluyor
insanlar. Biz bu yönteme “fonksiyonel/ işlevsel”
öğrenme diyoruz. Biz bunların sonuçlarını bire
bir aldık. Örneğin Kars’ta daha çok ve daha
verimli hayvan yetişmeye başladı. Hayvanlar
daha çok süt vermeye başladı.
ODTÜ’de geçirdiğiniz yılları nasıl
hatırlıyorsunuz?
ODTÜ Türkiye’nin o zaman da şimdi de gözbebeği
olan bir üniversite. Çağdaş normlara göre işler
iyi yürüyor. O zamanlar ODTÜ’de Amerikalı,
yabancı üniversitelerden hocalar vardı, yararlı
bilgi verme metotlarını uyguluyorlardı. Bizim
Türk hocalarla kaynaşmışlardı, uyum içerisinde
çalışıyorlardı.
Hocam oranın metotlarıyla buranın
metotlarını karşılaştırdığınızda ne gördünüz?
Burada hocalar daha çok anlatıyor, orada hocanın
anlatmasından ziyade kitaplar veriliyor ve
öğrencinin okuması, kavraması bekleniyor.
Katılımcı eğitim Türkiye’de çok az vardı, ODTÜ
bu konuda daha ilerideydi. ODTÜ, Boğaziçi ve
Bilkent bu üç üniversitenin katılımcı eğitim
modelini benimsediğini düşünüyorum.
Bir dönem Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer’in danışmanlığını yaptığınızı biliyoruz.
O dönemi nasıl hatırlıyorsunuz?
O dönemde Ahmet Necdet Sezer ve eşi ile
çok güzel bir proje gerçekleştirdik. Eşi Semra
Hanım da öğretmen zaten. Yine bir okuma yazma
seferberliği gerçekleştirdik, o projede de benim
kitaplarım okutuldu. Benim için keyifli bir
dönemdi.
SAYI 54
35
ODTÜLÜ
dosya
ÇOCUĞUN İYI OLMA HALI YAKLAŞIMI ÇERÇEVESINDE
X Yazı
DOÇ. DR. PINAR UYAN SEMERCI
Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü
BAŞAK EKİM AKKAN
Boğaziçi Üniversitesi
Sosyal Politika Forumu
Sosyal Refah Alanı
Olarak Okul
Okulu çocukların farklı ihtiyaçlarına cevap verecek bir sosyal refah alanı olarak da
görmek mümkündür. Okul, çocukları ailelerinin sosyo-ekonomik durumlarından
bağımsız olarak toplumsal içermeye katkıda bulunacak, fırsat eşitliğini sağlayacak
bir eğitim modeline sahip olmalıdır.
E
1 UYAN SEMERCİ, P. vd., Eşitsiz
Bir Toplumda Çocukluk:
Çocuğun “İyi Olma Hali”ni
Anlamak, İstanbul Örneği
İstanbul, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 2012.
UNICEF 2013 Türkiye Çocuk
Yoksulluğu ve Çocuğun İyi
Olma Hali Raporu, http://www.
unicef.org.tr/files/bilgimerkezi/
doc/cocukrefahbelgesi-tr.pdf
UNICEF 2014 Türkiye Çocuğun
Gözünden Çocuğun İyi Olma
Hali Alanları ve Endikatörleri
Tespiti ve Değerlendirmesi,
http://www.unicef.org.
tr/bilgimerkezidetay.
aspx?id=10164
36
ğitim, bir toplumda eşitsizlikler ile
mücadele etmenin en güçlü araçlarından
biridir. Bu açıdan da okulun sosyal olarak
içerici bir kurum olması ve çocuğun sosyoekonomik durumunu dezavantajlı olmaktan
çıkaracak bir donanıma sahip olması temel bir
eşitlik politikası olarak düşünülmelidir. Oysa,
ne yazık ki şu an Türkiye’de var olan eğitim
sistemimiz eşitsizlikleri azaltmak yerine,
yeniden üreten ve nesilden nesile aktaran bir
yapı içindedir. Bu yüzden de özellikle yoksulluk
ve yoksunluğun egemen olduğu bölge, il,
ilçelerde okullar sosyal refah alanı olarak
düşünülmeli ve kurgulanmalıdır. Bu yazı, 2008
yılından beri özellikle çocukların iyi olma hali
çerçevesinde yaptığımız çeşitli araştırmalar
ve bu araştırmaların sonuçlarının yer aldığı
raporlarda sosyal refah alanı olarak okulları ele
aldığımız bölümlerin çok kısa bir derlemesini
içermektedir1.
Çocuğun İyi Olma Hali
Çocuğun iyi olma hali (childwell-being)
yaklaşımı sağlık, maddi durum, eğitim, ev ve
çevre koşulları, ilişkiler gibi farklı alanlarda
çocuğun “iyi” olmasını hedefleyerek,
çocuğun refahına ve gelişmesine bütünsel
olarak yaklaşır. Bu farklı alanlar altında
takip edilmesi ve geliştirilmesi gereken
göstergelerin belirlenmesi yardımıyla
çocuğun yapabilirliklerini arttırmayı
hedefler. Çocuğun iyi olma hali yaklaşımı,
yoksulluğun ve yoksunluğun sadece
gelir eksikliği olmadığını vurgularken;
tüm tarafları eşitlik, katılım gibi
konuları irdelemeye ve çocukların
yapabilirliklerini artırmak üzere onlara
sunulan mevcut toplumsal kaynakların
eleştirel bir değerlendirmesini yapmaya
yönlendirmektedir. Çocukları nasıl
SOSYAL REFAH ALANI OLARAK OKUL
sosyal ilişkilerinden bağımsız olarak
düşünemiyorsak, yaşadıkları ortamlardan
ve mekânlardan bağımsız olarak da
düşünemeyiz. Aile, okul ve yaşanan mahalle,
çocukların iyi olma halini belirleyen ekonomik
ve sosyal bağlamı oluşturur. Diğer yandan
geçen 20 yıl içinde ortaya çıkan çocuk gelişimi
literatürü göstermektedir ki; yoksulluk
durumu ve sahip olunan diğer dezavantajlar
çocukların yaşamlarındaki izlerini erken
yıllarda göstermeye başlamaktadır.
Bu nedenle de etkili müdahale yöntemleri
erken yaşlarda uygulandığında başarılı
olmaktadır.
Eğitim ve Eşitsizlikler
Eğitim, çocukların sadece bugün içinde
bulundukları iyi olma durumunu değil,
gelecekteki yaşam kalitelerini de belirleyen
temel alanlardan biri olarak karşımıza
çıkmaktadır. Zira yoksulluk ve buna bağlı
olarak ortaya çıkan toplumsal dışlanmanın
yarattığı olumsuz etkilerin çocukların eğitime
katılımlarını ve eğitim başarılarını, daha
genel bir ifadeyle eğitimden yararlanma
ve sonuç alma durumlarını belirlediği
bilinmektedir (Bkz. ERG, 2008 Eğitim İzleme
Raporu). Eğitim sistemi fırsat eşitsizliğine
bağlı olarak, toplumda sosyal hareketliliği
sağlayabilen bir yapıya sahip değildir. Sosyoekonomik durum, Türkiye’de eğitimsel
kazanımın başlıca belirleyicilerinden biridir.2
Eğitimi konu alan farklı raporlarda eğitim
alanındaki eşitsizliklere vurgu yapılmaktadır.3
TEPAV raporuna göre, eğitimin kalitesi
ile ebeveynlerin gelir düzeyi arasındaki
ilişkiye bakıldığında Türkiye’deki eğitim
SAYI 54
2 OECD (2010) PISA 2009
Results: Overcoming Social
Background – Equity in
Learning Opportunities and
Outcomes – Volume II. Paris:
OECD Publications.
3 ASLANKURT, B. (2013)
“Eğitimde Kuşaklararası
Hareketlilik: Fırsat Eşitliğinde
Türkiye Nerede”, TEPAV
Değerlendirme Notu, No.
201302. Ankara.; CANDAŞ, A.
vd. (2011) Devlet İlköğretim
Okullarında Ücretsiz Öğle
Yemeği Sağlamak Mümkün
mü? İstanbul: Açık Toplum
Vakfı.; EĞİTİM REFORMU
GİRİŞİMİ (ERG) (2011) PISA
2009 Sonuçlarına İlişkin
Değerlendirme. Istanbul: ERG.
37
ODTÜLÜ
dosya
Dezavantajlı
çocukların
gittikleri okullarda
uygulanacak ücretsiz
öğle yemeği programı,
sosyal politika
açısından öncelikli
hale getirilebilir.
Bu tip programlar,
çocukların
ihtiyaçlarına göre
çeşitlendirilebilir.
sistemi “düşük kalite - yüksek eşitsizlik
olarak tanımlanmaktadır. Candaş vd. ( 2011)
raporuna göre ailelerin sosyo-ekonomik
koşulları çocuğun nasıl bir devlet okuluna
gideceğini belirlemektedir. Burada vurgulanan
husus yalnızca özel ve devlet okulları
arasındaki uçurumdan bahsedilmediği, aynı
zamanda çocuklara eşit imkânları sağlaması
beklenen devlet okulları arasında gittikçe
büyüyen uçurumun olduğudur. Başarılı eğitim
sistemleri öğrencilerin ailesinin sosyoekonomik durumundan bağımsız olarak her
öğrenciye eşit standartlarda eğitim fırsatı
sunan sistemlerdir. OECD ülkelerinin büyük
bir kısmı sosyo-ekonomik göstergeleri düşük
olan okullara kaynak aktarımı açısından
pozitif ayrımcılık uygularken (daha fazla
öğretmen göndermek gibi) Türkiye’de
bunun bir politika önceliği olmadığının
altının çizilmesi gerekir. Oysa ki daha iyi
şartlara sahip okullar daha başarılı çocuklar
yaratmaktadır.
38
Sosyal Refah Alanı Olarak Okul
Bu bağlamda okulu çocukların farklı ihtiyaçlarına
cevap verecek bir sosyal refah alanı olarak
da görmek mümkündür. Okul, çocukları
ailelerinin sosyo-ekonomik durumlarından
bağımsız olarak toplumsal içermeye katkıda
bulunacak, fırsat eşitliğini sağlayacak bir
eğitim modeline sahip olmalıdır. Dezavantajlı
çocukların gittikleri okullar, çocukların farklı
ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde daha
donanımlı hale getirilmelidir. Böylece okul
ailenin sosyo-ekonomik yapısından kaynaklanan
eşitsizliği bertaraf edebilecek bir sosyal kurum
rolünü üstlenebilir. Dezavantajlı okullara iyi
öğretmenleri çekmek ve bu okullarda kalıcı
kılmak için öğretmenlere belli teşvikler (maaş,
kariyer gibi) tanınmalıdır. Bu okullarda öğretmen
sayıları artırılmalıdır. Öğretmen başına düşen
çocuk sayısı düşürülerek öğretmenlerin çocuklar
ile daha yakından ilgilenmeleri sağlanmalıdır.
Dezavantajlı ailelerden ve hatta mahallelerden
gelen çocuklar için okulun gerek çalışma
SOSYAL REFAH ALANI OLARAK OKUL
ortamı gerekse faaliyetleri ekstra önem taşır.
Çocukların çalışma ve sosyalleşme düzenini
okulun imkanlarından yararlanarak kurması
önemlidir. Daha fazla öğretmen olan bir okulda
çocuklara, okul sonrası programların sayılarının
ve çeşitliliğinin arttırılması gibi birçok program
uygulamaya konabilir. Bu çok donanımlı
okul yaklaşımı, çocukların farklı alanlardaki
yapabilirliklerini ortaya çıkarmak açısından da
son derece önemlidir. Dezavantajlı çocukların
gittikleri okullarda çocukların ihtiyaçlarına
cevap verebilecek rehberlik hizmetlerinin önemi
de vurgulanması gereken diğer bir noktadır.
Bu okullarda rehberlik hizmetlerine öncelik
verilerek, rehber öğretmenlerin sayılarının
arttırılması ve
belli rehberlik standartları koyulması önemlidir.
Dezavantajlı çocukların gittikleri
okullarda çocukların ihtiyaçlarını farklı
şekillerde giderecek sosyal programların
uygulanması da öncelikli hale getirilebilir.
Buna bir örnek, okullarda ücretsiz öğle
yemeği programıdır4. Çalışmalar gösteriyor
ki, çocukların okul başarıları aldıkları besin
değerleri ile ilişkilidir. Çocukların okul
ortamı içerisinde doğru besin alımlarının
takviye edilmesinin çocukların okul ile
kurdukları olumlu ilişkiye katkısının olduğu
tespit edilmiştir. Öncelikle konsantrasyon
düzeylerini arttırması ve uzun vadede de bilişsel
kapasitelerine olumlu etkisi belirtilmesi gereken
iki noktadır. Dezavantajlı çocukların gittikleri
okullarda uygulanacak ücretsiz öğle yemeği
programı sosyal politika açısından öncelikli
hale getirilebilir. Bu tip programlar, çocukların
ihtiyaçlarına göre çeşitlendirilebilir. Bir diğer
örnek, okul gezileridir. Tüm çocukların katılmak
istedikleri ama finansal sebepler ile katılmadıkları
bir okul aktivitesi olarak okul gezileri ücretsiz
şekilde dezavantajlı bölgelerde planlanabilir.
Birçok çocuğun maddi sebeplerle mahalle dışına
dahi çıkamadığı da bir gerçektir ve dezavantajlı
bölgelerdeki okullara çocukların okul gezilerine
ücretsiz katılmalarını sağlayacak bir mekanizma
oluşturulabilir.
Okulların
çocuklara
sundukları
imkânlar açısından
bir standardın
belirlenmesi ve
bu standardın
tüm okullarda
uygulanan ve
izlenen bir durum
haline gelmesi son
derece gereklidir.
Çocuğun iyi olma hali endekslerinde önemli bir
gösterge olan okulların nitelikleri (rehberlik
hizmeti, sağlık hizmeti/revir, okulun ısınması,
temiz tuvalet, temiz kantin, okul bahçesi, spor
alanı, kütüphane, bilgisayar/İnternet erişimi,
etkinlik odaları, boş geçen ders gibi) tam da bu
açıdan önceliklidir. Okulların çocuklara sundukları
imkânlar açısından bir standardın belirlenmesi
ve bu standardın tüm okullarda uygulanan ve
izlenen bir durum haline gelmesi son derece
gereklidir. MEB İlköğretim Kurumları Standartları
Belgesi (İKS) bu açıdan önemli bir adımdır
ancak standartların göstergelerinin son derece
açık ve izlenebilir bir şekilde ortaya konması
ivedilikle sağlanmalıdır. Bu noktada ERG’nin
(2011: 52-3) 2010 Eğitim İzleme Raporu’nun
altını çizdiği uyarılar dikkate alınmalıdır. Ayrıca
okullar çocukların katılım mekanizmalarının
sağlanabileceği en temel kurumlardan biridir.
Okul yaşamında çocukların fikirlerini özgürce
ifade edebilecekleri, kendileri ile ilgili kararlara
katılabilecekleri mekanizmaların kurulması ve
4 Bkz. CANDAŞ vd. (2011)
sağlamlaştırılması gerekir.
SAYI 54
39
ODTÜLÜ
dosya
Okul 4 Duvar 1 Kiriş mi?
X Yazı
YRD. DOÇ. DR. GÖKÇE GÖKALP
ODTÜ Eğitim Bilimleri Bölümü
DR. KORAY PEKERIÇLI
ODTÜ Mimarlık Bölümü
YRD. DOÇ. DR. SERAP EMIL
ODTÜ Eğitim Bilimleri Bölümü
40
Mahmut Hoca’nın tabiriyle öğrenimin, bilginin, kendine
karşı saygının öğrenildiği her yer okuldur. Peki gerçekten
okul nedir? Okul deyince akla ne gelir? Okullar öğrenilen
bilgiye ve edinilen deneyimlere fiziksel mekân açısından
destek verebilir mi?
OKUL 4 DUVAR 1 KIRIŞ MI?
H
ababam Sınıfı serilerinden birinde
Mahmut Hoca Hababam Sınıfı’nı
kampa götürür. Öğrenciler her
ne kadar bunu bir ceza olarak görseler de,
Mahmut Hoca’nın niyeti okulun dört
duvarla çevrili, tepesinde damı olan bir
binadan ibaret olmadığını, yeri geldiğinde
bir ormanın, bazen de bir dağ başının okul
olabileceğini göstermektir. Mahmut Hoca’nın
tabiriyle öğrenimin, bilginin, kendine karşı
saygının öğrenildiği her yer okuldur. Peki
gerçekten okul nedir? Okul deyince akla ne
gelir? Okullar öğrenilen bilgiye ve edinilen
deneyimlere fiziksel mekân açısından destek
verebilir mi?
Okul kelimesi Fransızca’daki “école”
sözcüğünden esinlenilerek oku fiilinden
türetilmiş olup, Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde
eğitim ve öğretimin toplu olarak yapıldığı
yer anlamında kullanılmış. İngilizce’de
Yunanca’dan gelen “scholé” sözcüğü, orijinal
anlamı itibariyle boş vakit ya da boş vakit
geçirilen yer olarak kullanılırken, Antik
Yunan döneminde ders verilen grup anlamına
gelmektedir. Günümüzde ise okul,
eğitim-öğretim faaliyetlerinin yapıldığı
yer olarak değil de, Yale Üniversitesi’nin
desteklediği 21. yüzyıl okulları tanımında
olduğu gibi güvenli, yapılandırılmış ve merak
uyandırıcı ortamlar olarak görülmektedir.
Bu döneme ait öğrenme teorileri de öğreneni
pasif konumundan çıkararak aktif bir şekilde
öğrenme süreçlerine dahil olan bireyler
olarak tanımlar. Buna paralel olarak, son
yıllarda İngilizce’de çok kullanılan bir deyim
var “Thinking outside the box” (“Kalıpların
dışında düşünmek”). Bu deyim bireylerin
aktif öğrenme süreçlerinde yaratıcılığını, yani
sınırlarından arınarak düşünmesini teşvik
etmek için kullanılır.
Deyimden yola çıkarak 21. yy Becerileri
Ortaklığı’nın geliştirdiği öğrenme
becerilerini bir düşünelim: Sorumluluk
ve Uyarlanabilirlik, İletişim Becerileri,
Yaratıcılık ve Entelektüel Merak, Eleştirel
Düşünme ve Sistemli Düşünme, Bilgi ve
Medya Okur Yazarlığı Becerileri, Kişilerarası
ve İşbirliği Becerileri, Problemi Tanımlama,
Formüle Etme ve Çözme, Öz-Yönelim ve
Sosyal Sorumluluk. İşte ancak bu becerileri
edinen yeni nesiller sınırlarından arınarak
özgürce ve kalıpların dışında düşünebilirler.
Okullarda bu becerilerin öğretilmesi ve
daha da önemlisi deneyim edinilmesini
sağlayan müfredattan, öğretim yöntemlerine,
araç-gereçten, teknolojiye ya da
öğretmen-öğrenci ilişkisine kadar birçok
değişkenden bahsedilebilir. Bu değişkenlerin
yanı sıra öğrenmeyi destekleyen fiziksel
mekânın nasıl planlandığı, kullanıldığı;
yani okulların dört duvar olmaktan çıkarılıp
öğrenmeyi destekleyen bir ortam haline
getirilmesi giderek önem kazanmaktadır.
Eğitim Reformu Girişimi kapsamında
İpek Gürkaynak, Füsun Üstel ve Sami
Gülgöz’ün yazdıkları raporda, okulların
mimari yapı olarak incelendiğinde yüksek
duvar, tel örgü, bekçili kapılardan oluşan
hastane ve hapishane gibi disiplin altına
alma görevini yerine getiren mekânlar
olduğu belirtilir. Eleştirel düşünmeye engel
olarak gösterilen okulların iç ve dış mimari
yapısını incelediklerinde “öğrenmeyi,
demokratik katılımı, düşünme becerilerini
ve alışkanlıklarını geliştirmeyi hedefleyen
yapılar olduğunu” söylemenin çok zor
olduğu da belirtilir. Okullarımız adeta kutu
SAYI 54
41
ODTÜLÜ
dosya
gibiler. Öğrencilerimizi bu okul denen
kutulara sıkıştırıp, sonra onlardan bu aktif ve
deneyim yoluyla öğrenmelerini ve kalıpların
dışında düşünmelerini bekleyebilir miyiz?
Ya da bu dört duvar arasında neler yapmalıyız,
bu dört duvarı nasıl şekillendirmeliyiz ki
öğrencilerimiz 21. yy öğrenme becerilerini
geliştirebilsinler?
Dewey sıradan
binaların
öğrencilerin akıl
yürütme, yaratıcılık
ve uygulayıcılık
yeteneklerini
sınırlayacağını
vurgulamıştı.
42
İşte mimari ve eğitim de tam bu noktada
yeniden kesişiyor. Yeniden diyoruz çünkü
bundan tam 90 yıl önce dünyanın en
tanınmış eğitim filozoflarından Dewey bir
okul binasının inşasıyla orada uygulanan
eğitimin, disiplinin ve öğretimin arasında
düşündüğümüzden çok daha yakın bir
ilişki olduğunu, yani okulun daha dört
duvar örülmeden, nasıl bir eğitim, öğretim
OKUL 4 DUVAR 1 KIRIŞ MI?
vereceğine göre planlanması gerektiğini,
o zamanın Türkiye’sinin eğitim sistemiyle
ilgili raporunda belirtmişti. Dewey sıradan
binaların öğrencilerin akıl yürütme,
yaratıcılık ve uygulayıcılık yeteneklerini
sınırlayacağını; bu nedenle okul binalarının
bu gereksinimleri karşılayacak biçimde
eğitimciler ve mimarlar tarafından birlikte
planlanması gerektiğini vurgulamıştı.
Dewey’in vurguladığı konu aslında iki bin
yıl önce Romalı mimar-mühendis Vitruvius
tarafından şöyle ifade edilmişti: Firmitas,
Utilitas, Venustas; bir mimari eser sağlam,
kullanışlı ve güzel olmalı. Bir mimarın sadece
malzeme ve inşa tekniklerini iyi bilmesi
yetmez; kullanıcıların hayat tarzlarını,
ihtiyaçlarını, isteklerini de gözlemlemesi ve
değerlendirmesi beklenir. İyi bir mimar bu
süreci binalarının ömrü boyunca sürdürür ve
kendine dersler çıkarır.
Dewey’in yeni kurulan Türkiye’nin
okulları için yaptığı tavsiyeler ne yazık ki
unutulmuştur. Geçtiğimiz dönemlerde
devletin tek bir mimari projeyle, ülkenin
farklı iklime sahip yörelerinde aynı okul
tipolojisini, güneşe yönelenim ya da hâkim
rüzgâr gibi kıstasları dikkate almadan inşa
ettirdiğini görürüz. Tek tip mimarinin aynı
anda Antalya’nın sıcağında, Erzurum’un
soğuğunda ya da Samsun’un nemli havasında
çalışamayacağı ortadadır. Oysa ki yapılan
araştırmalarda temel fiziksel koşulların
(havalandırma, sıcaklık, ışık, renk vs.) eğitim
üzerindeki ölçülebilir etkileri kanıtlanmıştır.
Bunun artık halledilmiş bir problem olduğunu
varsayan bilim insanları değişen eğitim
paradigması ile mekân tasarımında daha
öte konuları tartışmaktadır. Oysa biz hâlâ
tip projeli okullarda temel fiziksel koşulları
sağlayamamanın sıkıntısını çekiyoruz.
Mimarlıkta güncel konulardan birisi de yüksek
performanslı binalardır. Bunlar, kullanıcıların
sağlık ve güvenliğini, memnuniyetini ön plana
alan, verimli, çevreye duyarlı, ölçülebilir,
sürdürülebilir çözümler sunar. 21. yy eğitim
hedeflerine ancak bu hedefleri destekleyen
yüksek performanslı mekânların desteğiyle
varılabilir. Yapılan çalışmalarda farklı
hedeflere uygun karakterde mekânlar ile
varılabileceği vurgulanmıştır. Örneğin sosyal
gelişim/sorumluluk ya da takım çalışması
için genel/açık mekânlar; sorgulama ve
analiz ya da eleştirel düşünce için uyarıcı
karakterde mekânlar; öz-yönelim yetenekleri
için odaklanmayı destekleyen, sakin, özel
mekânlar önerilebilir. Ayrıca çeşitli bilgi ve
bilişim araçları ile çok fonksiyonlu esnek
mobilyaların entegrasyonu önemlidir.
Bir mekân (space) tüm bu düşüncelerle
oluşturulur ve belirli bir kullanıcı grubu
tarafından benimsenirse orası artık bir yer’e
(place) dönüşür.
Böyle bir okul tasarlanırken yeni müfredat
ve öğretim metotları mimara aktarılmalı;
hedefler atölye çalışmaları ve odak grupları
aracılığıyla aileler, eğitim çalışanları,
öğrenciler tarafından çerçevelere
dönüştürülmeli ve bu tür karşılıklı görüş
alışverişleri ile esnek ya da özel çözümler
üretilmeli, alternatifler yaratılmalıdır. İşte
bu noktada eğitmenin mekân tasarımı süreci
içinde alacağı yer çok önemlidir. Araştırmalar
gösteriyor ki bazen mimarinin tek taraflı
olarak dikte ettiği yeni çözümler öğretmenin
aldığı karşı kararlar ile bertaraf edilebiliyor.
Bu tür yeni okul mimarilerinin özellikle
öğretmenler tarafından benimsenmesi ancak
onların eğitilmesi ve sürekli olarak geri
bildirimlerinin alınmasıyla mümkündür.
Okul dört duvar bir çatıdan ibaret bir
bina değil, aksine tarihte eğitimcilerin,
mimarların kafa yorduğu üzere akıl yürütme,
yaratıcılık ve uygulama yeteneklerini
geliştiren, öğrenmenin merkezde olduğu
mekânlar olmalıdır. Kalıpların dışında
düşünürsek, Mahmut Hoca’nın dediği gibi
okul her yerdir!
ODTÜ Kuzey Kıbrıs
Kampusu
ÖDÜLLÜ BIR OKUL MIMARISI: ODTÜ KKTC
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu eğitim kalitesinin yanı sıra
mimarisiyle dikkat çekiyor. Bugüne dek pek çok mimari ödüle
layık görülen ODTÜ KKTC, TMMOB Şehir Plancıları Odası
Raci Bademli İyi Uygulamalar Ödülü’nün de sahibi.
SAYI 54
43
ODTÜLÜ
dosya
KITLESEL AÇIK ÇEVRIMIÇI DERSLER (KAÇD)
MOOC – MASSIVE OPEN ONLINE COURSES
Gökyüzünde
Öğrenme
Geçtiğimiz birkaç yıl içinde ortaya çıkan MOOC
girişimi çok sayıda (hatta binlerce) kişinin
çevrimiçi ve herkese açık dersleri yüzyüze
süreçteki gibi takip edebilmesi üzerine
kurulmuştur.
X Yazı
PROF. DR. KÜRŞAT ÇAĞILTAY
ODTÜ, Öğretim Teknolojileri
Destek Ofisi Koordinatörü
Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri
Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi
“Bir bilgisayar başındayım. Masamda
oturuyorum. Yalnızım. Öğreniyorum. Hem de
çok keyif alarak. Aynı dersi benimle beraber alan
on binlerce öğrenci daha var, bunların altı tanesi
de grup arkadaşım. Yalnız da değilim hani.” Bu
tanımlama bugün İnternet’ten erişilebilen Kitlesel
Açık Çevrimiçi Dersler (KAÇD) (MOOC – Massive
Open Online Courses) hakkında konuşulurken
hayal edilen senaryolardan birisi. İnternet
teknolojileri ile eğitimde değişimin gerçekleştiği
yeni bir dünyaya geçişin olduğu iddia ediliyor.
MOOC acaba uzun dönemde eğitimi dönüştürecek
ve hatta okulun varlığını da sorgulatan bir dünya
olacak mı?
1990’lı yılların sonunda ortaya çıkan ve
Massachusetts Institute of Technology-MIT
tarafından öncülüğü yapılan ders malzemelerinin,
videolarının, eğitsel kaynakların öğrenmeye
hevesli ve bu kaynaklara ihtiyaç duyan herkes
ile İnternet üzerinden paylaşıldığı Açık Ders
Kaynakları girişimi dünyadaki pek çok akademik
kurum tarafından sahiplenilmiştir. ODTÜ olarak
bizim de aktif şekilde, ocw.metu.edu.tr adresi
üzerinde sunulan 118 adet açık ders kaynaklarıyla
içinde olduğumuz bu girişim, herhangi bir
uzaktan eğitim uygulamasından farklı olarak
44
GÖKYÜZÜNDE ÖĞRENME
kaynaklardan faydalanan kişilere akademik bir
derece ya da sertifika sağlamamaktadır. Telif
hakkı sorunu olmayan eğitim araç gereçlerine
erişim sağlayarak eğitimde fırsat eşitliği
gözetilmektedir. Dersini zenginleştirmek isteyen
veya kendi üniversitesinde benzer ders açmayı
planlayan öğretim üyeleri, ilgilendiği alandaki
gelişmeleri takip etmek isteyen ya da bilgilerini
tazeleme ihtiyacı duyan mezunlar, bir üniversitede
öğrenim gören öğrenciler ve herhangi bir konuda
bilgi edinmek isteyen insanlar bu sistemin doğal
kullanıcılarıdır.
Ancak, ders malzemelerine ulaşmak ve
kullanmanın ötesinde bir öğretim etkinliğinin
olmaması Açık Ders Kaynakları’na yönelik önemli
eleştirilerden birisiydi. Geçtiğimiz birkaç yıl
içinde ortaya çıkan MOOC girişimi ise çok sayıda
(hatta binlerce) kişinin çevrimiçi ve herkese açık
dersleri yüz yüze süreçteki gibi takip edebilmesi
üzerine kurulmuştur. Bu sisteme İnternet
üzerinden katılan tüm katılımcılara, üniversitenin
normal öğrencilerine verildiği gibi ders
verilmesi için çalışılmaktadır. Dersler sırasında
öğrencilerin tümü, sorulacak soruları cevaplamak,
ödev yapmak, ara sınav ve yıl sonu sınavlarına
girmek ve sonuçlarını öğrenme hakkına sahip
olabilmektedir. Sonuçta öğrenciler takip ettikleri
dersin sertifikasını da alabilmektedir.
Özellikle dünyanın önde gelen üniversitelerinden
MIT ve Harvard, tüm dünyaya ücretsiz elektronik
ders verme projesine milyonlarca dolar kaynak
ayırmışlardır. EdX ismi verilen projedeki
hedef, MOOC ile 1 milyar kişiye ücretsiz
eğitim vermektir. ABD’de Stanford, Princeton,
Pennsylvania ve Michigan Üniversiteleri de
benzer şekilde ücretsiz elektronik dersler
vermektedir, ayrıca özel şirketler de MOOC
yaklaşımı ile dersler vermek üzere çalışmaktalar.
Stanford Üniversitesi’nde açılan MOOC özellikli
bir bilgisayar dersine 100 bin öğrenci kayıt
olmuştu ve dersin hocası “Normalde benim yılda
400 öğrencim oluyor. Bu sayıya ancak 250 yılda
ulaşırdım” şeklinde açıklama yapmıştı. MOOC ile
ilgili olarak çok yüksek seviyede iyimser beklenti
mevcuttur. Ama bu konuda büyük adımlar
atmadan önce dikkatli olunmasını da gereklidir.
MOOC sistemine getirilen en temel eleştiriler
şunlardır: MOOC yapısındaki derslere çok yüksek
ilgi olmakla beraber eğitsel etkileri hakkında
elimizde henüz yeterli bir veri bulunmamaktadır.
Yani, bir MOOC dersi acaba yüz yüze bir dersten
daha etkili midir? Bu dersi alan kişiler konuyu
gerçekten öğrenmişler midir? Dersi çalıştıkları
alana uygulayabilecekler midir? Bu soruların
cevapları ne yazık ki mevcut değildir.
Diğer bir konu ise MOOC sayesinde herkesin
istediği dersi alabileceği ve böylece eğitimde
demokratikleşmenin olup olamayacağı
yönündedir. 29 Ekim tarihli New York Times’da
çıkan “Demystifying the MOOC” başlıklı yazıda
bu dersleri takip edenlerin zaten eğitimli kişiler
oldukları ve eğitimlerini daha üst seviyeye çekmek
için dersleri aldıkları belirtilmektedir. Bunun
sonucunda iyi eğitimlilerin bundan bir fayda
sağlayacağı ve diğer kesimlerin dezavantajlı
durumuna bir katkısı olmayacağı iddia
edilmektedir.
dokuma ürünleri nedeni ile yok olduysa aynı
şekilde MOOC’ların gelişmekte olan ülkelerin
akademik gelişimine de olumsuz etki yapma riski
bulunmaktadır.
ODTÜ Açık Derslerin
İnternet Sayfası
Son olarak, eğitim ve öğretim kavramlarının aynı
şeyler olmadığı konusu tartışılmaktadır. MOOC
ile ders almanın öğretim ile sınırlı kaldığı, ama
eğitimin ders almanın ötesinde bir kültürlenme
süreci olduğu dile getirilmektedir. Sonuç olarak,
Kitlesel Açık Çevrimiçi Dersler’in günümüz
eğitim sistemi için bir potansiyel faydaları
bulunmaktadır. Ancak, bu faydaların uzun
soluklu olup olamayacağı konusunda dikkatli
olmakta fayda vardır. Eğitim sistemini kökten
değiştireceğini iddia eden pek çok girişim ne yazık
ki bir süre sonra tarih olmuştur. MOOC’da benzer
bir son ile karşılaşmamak için eğitim alanının
kendi iç dinamiklerini dikkate alıp adımlar
atılmasında yarar bulunmaktadır.
Diğer bir potansiyel tehlike de batı ülkelerinde
geliştirilen MOOC’ların yaygın kullanımı
nedeni ile yeni bir sömürgeciliğin ortaya çıkması
ihtimalidir. Endüstri devrimi esnasında nasıl yerel
dokumacılık sektörü batı ülkelerinin fabrikasyon
EdX Kitlesel Açık
Çevrimiçi Dersler’in
İnternet sayfası
SAYI 54
45
ODTÜLÜ
dosya
“Çocuk Katılımı”
Derken?
Katılım, Türkiye’nin Çocuk Haklarına dair Sözleşme’yi (ÇHS) onaylarak her çocuk
için yaşama geçirmeyi taahhüt ettiği haklardan biri. Çocukların kendilerini
ilgilendiren tüm konularda görüşlerini özgürce ifade etme hakkı var.
X Yazı
IŞIK TÜZÜN
Eğitim Reformu Girişimi Savunu
ve Eğitim Programları Koordinatörü
“
Çocuklar çok değerli çünkü onlar geleceğimiz.”
“Çocuk ne anlar ki?”
“Haklarını fazlasıyla biliyorlar,
sorumluluklarını öğretmeliyiz.”
“Kararlara biz yetişkinler katılamıyoruz,
çocuklara gelene kadar...”
“Görüşlerini sorduk, yetmez mi?”
“Ay bir görseniz, tıpkı büyükler gibi toplantı
yapıyorlar.”
Türkiye’de çocuk hakları alanında mücadele
veren pek çok çocuk ve yetişkin için bu sözler
o kadar tanıdık ki... Çocuk hakları arasında
katılım hakkı belki de mücadele alanlarının
en zorlusu. Bu durumun tek bir nedeni yok;
ancak çocukların birey olarak görülmemeleri,
potansiyellerine inanılmaması ve görüşlerine
değer verilmemesi temel etmenler arasında
46
“ÇOCUK KATILIMI” DERKEN?
yer alıyor. Bu durum, sadece geleceğin değil
bugünün de hak sahibi yurttaşları olan
çocukların öznesinden çok nesnesi olarak
konumlandırıldığı eğitim süreçlerinde de
fazlasıyla hissediliyor. Oysa eğitim hakkı ve
katılım hakkı arasında son derece güçlü bir
ilişki var ve çocuklar eğitim süreçlerinde söz
sahibi olamadıklarında eğitim hakları da tam
olarak yaşama geçmemiş oluyor.
Katılım, Türkiye’nin Çocuk Haklarına dair
Sözleşme’yi (ÇHS) onaylarak her çocuk için
yaşama geçirmeyi taahhüt ettiği haklardan
biri. Çocukların kendilerini ilgilendiren tüm
konularda görüşlerini özgürce ifade etme
hakkı var. Bu görüşlerin yetkililerce dikkate
alınması, yani kararları etkileyebilme de
katılım hakkının diğer temel bileşeni. Özü
sözleşmenin 12. maddesinde ele alınan bu
hak aynı zamanda, yaşama ve gelişme hakkı,
ayrımcılık yasağı ve çocuğun yararına öncelik
verilmesiyle birlikte, tüm haklara eşlik etmesi
gereken temel ilkelerden biri.
Türkiye’de eğitimde çocukların karar
alma süreçlerine katılımı, sistemin diğer
pek çok paydaşı için geçerli olduğu üzere,
sistemin güçlü merkeziyetçi yapısından
olumsuz etkileniyor. ÇHS’den doğan,
eğitim politikaları ve öğretim programları
geliştirilirken çocuklara danışılması gibi
yükümlülükler, ne yasal düzenlemelerde ne de
uygulamalarda yer buluyor. Okul düzeyinde
bakıldığında, her okulda bulunması zorunlu
olan okul meclislerinin çocuklara bir seçim
alıştırması sunmanın ötesine geçmediği;
bu yapılara okul yönetişiminde hiçbir rol
atfedilmediği ortaya çıkıyor. Öte yandan,
okullara karar alanı bırakılan durumlarda da
-örneğin seçmeli dersler ve sosyal etkinliklerbu alanlar anlamlı biçimde kullanılmıyor.
Çocukların ilgilerinin ve kapasitelerinin
göz ardı edildiği, çocukların bire bir
yetişkin yöntemlerini kullanarak katılım
göstermelerinin beklendiği durumlara da
sıklıkla rastlanıyor. Bunda, yetişkinlerin
çocuk katılımına ilişkin inançsızlığının yanı
sıra donanımsızlığı da önemli rol oynuyor.
Ek olarak, olumsuz tutumların, “4+4+4” ile
birlikte artan ikili öğretim uygulamasının
derinleştirdiği yer ve zaman gereksinimiyle
daha da güçlendiği görülüyor.1
Çocukların katılım haklarını kullanabildikleri
bir eğitim sistemi istiyorsak, her şeyden
önce yetişkinlerden çocuklara yayılan ve
okullarındaki kararları etkileyemediklerini
gördükçe katılaşan inançsızlık döngüsünü
kırmanın yollarını bulmalıyız. Bu süreçte,
çocuklara katılım haklarını kullanmaları
için alan açmaya istekli bürokratların
ve okul çalışanlarının olması çok gerekli
ancak yeterli değil. Başta ilgili bakanlıklar
olmak üzere resmi kurumların, hiçbir
rehberlik sunmadan ve kararlar üzerinde
bir etki yaratmalarına olanak tanımadan
çocuklara görüşlerini sorması gibi görece sık
rastlanan uygulamalarının ötesine geçmek
gerekiyor. Bu doğrultuda, çocuk katılımını,
hem çocuklar hem okul çalışanları ve veliler
için hazırlık ve rehberlik içeren, yaşı ve
gereksinimleri ne olursa olsun tüm çocukları
kapsayan, ortamları ve yöntemleri çocukların
kapasitelerine göre düzenlenmiş, çocukların
sürece ilişkin tüm bilgilere erişebildikleri ve
görüşlerinin kararları ne ölçüde etkilediğine
ilişkin geribildirim alabildikleri bir süreç
olarak kurgulamak gerekiyor.
SAYI 54
1 Türkiye’de eğitimde çocuğun
katılım hakkıyla ilgili bir durum
analizi raporu, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Çocuk Çalışmaları
(ÇOÇA) ve Eğitim Reformu
Girişimi (ERG) tarafından
yürütülen Demokratik
Okullara Doğru: Öğrencileri
ve Okulları Güçlendiren
Katılım Uygulamaları Projesi
kapsamında önümüzdeki
günlerde yayımlanacak.
Ayrıntılı bilgi için yazarla
iletişime geçilebilir.
47
ODTÜLÜ
dosya
Zorunlu Değil, Keyifli Eğitim!
Çocuklar için bir bayrama sahip olan yegâne ülke olmakla hep övündük ama
bayramları çocuklar için bir işkence haline getirme becerisini gösteren tek ülke
olup olmadığımızı hiç düşünmedik. Öğrenme gibi büyülü bir süreci neredeyse
kâbusa dönüştürme başarımızı da…
X Yazı
DR. A. ADNAN AKÇAY
ODTÜ Sosyoloji Bölümü
Emekli Öğretim Üyesi
Y
ıllar önce (2001) uzun bir otobüs
yolculuğunda karıştırdığım bir dergide,
radyo programcısı olarak bildiğim
Ayça Şen’in bir yazısını okumuştum. Mealen şöyle
diyordu: “O Milli Eğitim Bakanı olacak arkadaş
her sabah gelip beni öperek uyandırmalı
ve de kahvaltımı hazırlamalıdır, çünkü en güzel
yıllarımı okullarda mahvettiler!”
Yılını hatırlamadığım ikinci anı TV
haberlerinden; 23 Nisan’ın tüm dünyadan gelen
çocuklarla birlikte kutlandığı yıllardan, yer
Ankara olmalı. Daha önce elçilik görevlisi olarak
bulunduğu Türkiye’ye 23 Nisan münasebetiyle
bu kez ilkokul çocuklarını getiren bir Japon
öğretmen, biraz da Türkçe bildiğini gören
muhabirlerin teşvikiyle Türkiyeli çocuklarla
48
konuşuyordu. Çocukların kendisine sorduğu
“Japonya’da çocuklar nasıl?” sorusuna “onlar da
sizin gibi neşeli, mutlu” yanıtına çocukların hep
bir ağızdan anında verdikleri tepki hiç aklımdan
çıkmadı: “Ama biz hiç mutlu değiliz ki!”
Türk milli eğitiminin en belirgin niteliği,
hedefinde küçücük çocukların olduğu delik deşik
bir deneme tahtası olmasıdır. Bir başka özelliği ise,
iktidarı ele geçiren zihniyetin kendi ideolojisini
eğitim adı altında çocukların kafasına gelişigüzel
doldurmasıdır. Oysa büyükleri bile ikna etmeyecek
bir hamaseti çocukların üzerine boca etmeye
eğitim denmeyeceğini herkes pekâlâ bilir.
Devletin ideolojik aygıtlarının belki de en etkilisi
olan okul, aslında her ideolojinin kendine uygun
ZORUNLU DEĞIL, KEYIFLI EĞITIM!
kuşaklar yaratmasının da teminatıdır. Okul,
geleceği ipotek altına almanın ideolojik/politik
mücadele alanı olduğu sürece toplumsal bir fayda
üretmesi mümkün değildir. Güvenlik kuvvetleri
güvenliğinizi tehlikeye düşürebileceği gibi,
eğitim de pekâlâ cehaletinizin nedeni olabilir.
Okul ve eğitim, düşünmenin öğrenildiği değil, ne
düşünüleceğinin dayatıldığı yerler olduğu sürece
ancak bir kıyma makinesi işlevi görür.
Aklınızı ipoteğe verdikten sonra kime verdiğiniz
çok da önemli değildir. Eğitimi, geleceğin düşünen
bireylerini yetiştirmek yerine Atatürkçü ya da
dindar nesiller yetiştirmenin aracı olarak görmek
arasında ancak niceliksel bir fark vardır. Geleceğe
dikiz aynasından bakarak gelecek kuşakları
yetiştiremezsiniz. Bir yandan “muasır
medeniyetler” seviyesine çıkmayı hedeflerken, öte
yandan çocukları “medeniyet denilen tek dişi
kalmış canavar” diye bağırtmak, en hafif tabiriyle
tutarsızlıktır.
Türkiye’de eğitimin en büyük başarısı eğitim
işlevini yerine getirememesidir. Maazallah, önüne
amaç diye koyduklarını gerçekleştirecek olsa,
ortaya çıkacak manzarayı düşünmek bile
istemezsiniz. Lakin başardığı bir şey maalesef var:
neredeyse minik bir kedi yavrusu gibi merakla her
şeye saldıran küçücük çocukları öğrenmekten de
bilgiden de nefret ettirip, merak ve ilgilerini
lobotomiye tabi tutmak. Kısacası, Türk milli
eğitimi her biri kendince sıradışı olan her çocuğu
sıradan biri haline getirmekte gayet başarılıdır!
İlgi olmadan verilen bilgi anlamsızdır. Okul ve
eğitimin temel amacı, insanın zaten var olan
ilgilerini derinleştirmek, zenginleştirmek ve
bilgiye ulaşma kanalları konusunda rehberlik
etmek olmalıdır. Dünyanın en sıkıcı insanı, size
onları niye söylediğini açıklamadan dünyadaki
doğruları arka arkaya sıralayan insandır. Bu
yalnızca sıkıcı bir şey olmaz, böyle bir saçmalığa
çocuk yaşta mazur kalırsanız, bilgiyle aranızda
olumsuz ve onarılmaz bir ilişkinin kurulmasına da
neden olur. Ülkemizde de gayet yaygın olduğu gibi,
bilgiyi iletene, iletme biçimine ya da çoğunlukla
her ikisine birden olan tepkiniz nedeniyle, hiç
fark etmeksizin, bizzat bilginin kendisinden
Okula zaten mecbur
ve muhtacız, yeter ki
müstahak olmayalım!
nefret eder hale gelirsiniz. Bu sistemin İngilizce
öğretememesini haydi bir şekilde anladık diyelim
ama Türkçe bile öğretememesini ne ile
açıklayabilirsiniz ki? Matematik dersinde
sayılara, fizik dersinde tabiata, resim dersinde
renklere ve okul nedeniyle hayata küs(türül)müş
çocuklar gördüm. Eğiteceğiz diye çocukların
yaratıcılıklarını öldürmekten de yaşama
sevinçlerini karartmaktan da acilen
vazgeçmeliyiz.
İyi bir şeyler yapmak için her şeyden önce
niyetinizin iyi olması gerekir. Türk mili
eğitiminin niyeti hiç de “iyi” değildir! Örneğin,
herkesin klavyeyle yazdığı bir çağda normal
yazı bile değil ille de el yazısı öğretme inadını
başka neyle açıklayabilirsiniz ki? İyi niyetin ne
olduğunu görmek istiyorsanız Finlandiya eğitim
sistemine acilen bir göz atın. Amerika’yı yeniden
keşfetmenize de kimin keşfettiği konusunda absürt
tartışmalara girmenize de hiç gerek yok yani.
Hayal etmek başarmanın yarısı ise, başarı
hırsıyla körleşmiş ve hayal kurmayı yanına bile
yaklaştırmayan Türk milli eğitimi yaratıcılığı
katletmenin garantisidir! Emeğinizi bilgiyi
paylaşmaktan çok ölçme değerlendirme
tekniklerine hasrediyorsanız, tüm eğitim
sisteminin giderek şıkları seçme becerisine
dönüşmesini engelleyemezsiniz. Bazen tam da
başardığınızda kaybedersiniz, en büyük hasarı
başardığınızı sandığınız anda alırsınız.
Okula zaten mecbur ve muhtacız, yeter ki
müstahak olmayalım! Okula mecburuz çünkü
artık ne geniş aile kaldı ne de mahalle. Ana-babası
çalışan bir çocuğun okuldan başka gidebileceği bir
yer, fiilen çoğunlukla namevcut. Okula mecbur
olmamızın yanı sıra maalesef müstahak
olduğumuzu gösteren kanıtlar da oldukça fazla.
“Eti senin kemiği benim” diyen kalmadı belki ama
çocuğunun eğitimini toplumsal bir işlevden ziyade
SAYI 54
49
ODTÜLÜ
dosya
bireysel düzeyde kotarabilecek bir alan olarak
görüp, kendi çocuğunun “iyiliği” için öğretmen ve
yöneticilerle “özel” ilişkiler kurmanın her şeyi
halledeceğini düşünen velilerin sayısı hiç de az
değil. Çocuğunun haytalığından ve az ödev
verilmesinden yakınanları ya da kendisi telefonu
elinden hiç düşürmeyip çocuğunun sürekli
telefonla konuşmasından şikâyet edenleri; daha
çok şu ya da bu dersin verilmesini talep edenleri
hiç söylemiyorum.
Her aile kendi geçmişinin faturasını çocuğuna
çıkarmak zorunda mıdır? Hayal kırıklıklarınızın
faturasını çocuğunuzdan çıkarmak zorunda
değilsiniz. Çocuk, kendi yapıp edemediklerinizin
ağırlığı altında telef edebileceğiniz bir kurban
değildir. Evet, geleceğin tüm ağırlığını çocuklara
yüklüyoruz ama hiç de buna uygun
davranmıyoruz. Anlamasız bir disiplin anlayışıyla
çoğunlukla itip kakıyor ve neredeyse alenen
aşağılıyoruz; olması gereken
saygıyı göstermiyoruz.
Çocuklar, kendilerine
davranılma biçimlerine
bakıp, ne kendilerinden
beklenenlere ne de bunun
için kendilerine yapılanlara
hiç mi hiç inanmıyor.
Çocukların yalnızlık
yeteneği kazanmalarına
el verecek şekilde
onları kendi hallerine
bırakmayı bilmeliyiz.
Onlara “sıkılma” ve
pozitif tembellik hakkı
tanımalıyız. Onlar için
yalnızca toplumsal
beklentiye uygun roller
sunmakla yetinmemeli, tam
tersine özgürce kimlikler
edinmelerine el verecek
ortamlar hazırlamalıyız.
Topluma boyun eğmenin
değil, toplum içinde ayakta
kalmanın ve toplumu
dönüştürmenin araçlarını
edinmelerine yardımcı
50
olmalıyız. Kendimiz gibi olmaları için değil,
kendileri gibi olmaları için eğitmeliyiz. Çocuk,
aileye ya da devlete ait bir nesne değil, topluma
ait bir öznedir. Çocuğun yarının özerk ve özgür
bireyi olduğu/olması gerektiği düşüncesi bizde
aileye de okula da Mars kadar uzaktır. Çocuk
bizde aileye kaydedilmiş bencil bir mülkiyet alanı
olarak kaldığı ve eğitim de çocukların tüm merak
ve ilgilerini iğdiş eden okul tabir ettiğimiz yerlere
terk edildiği sürece, gelecek kuşaklardan umutlu
olmamız için hiçbir neden maalesef yok demektir!
Çocuklarımızı çaresizce okula gönderdiğimiz için
aslında hepimiz suçluyuz. Çocuklarınızı okuldan
koruyun, onları küstürmeyin. Çocuğunuzun okulla
değil, okula rağmen adam ya da kadın olacağını
unutmayın.
Son Söz
Bu yazıyı çok sert bulanlar olabilir. Lakin
anlaşılmak için yanlış anlaşılmayı göze almak
ve bazı şeyleri göze batırmak gerekiyor. Ben öyle
yaptım. Yukarıda anlatılanlarla hiç örtüşmeyen
anılarım olduğunu da itiraf edeyim. Bunlardan
en önemlisi, yıllar önce (sanırım 90’lar)
Mardin’de, sokakta saçlarını savurarak koşma
özgürlüğüne sahip olan yegâne dişilerin, kapkara
önlükleri içinde keyifle kıkırdayan ortaokullu
kızlar olduğunu görüp, bazıları için zindan olan
kimi şeylerin başkaları için yegâne özgürlük
umudu olduğunu hayretle fark edip çok şaşırmış
olmamdır. İkincisi, toplumsal bir kurum olarak
eğitimin bütün olumsuzluklarına rağmen, kişisel
iyilikleriyle hayatî farklar yaratan öğretmenler
benim hayatımda da oldu, öyle insanlar kuşkusuz
şimdi de fazlasıyla var. Bırakın Anadolu’nun ücra
köşelerini, Ankara’nın gecekondu mahallelerinde
görev yapıp yoksul öğrencilerinin birçok
gereksinimini kendi maaşlarından karşılayan
mucizevî öğretmenler de tanıdım. Kısacası, en
kötü koşullarda bile her zaman yapılabilecek bir
şeyler ve bunları yapabilen iyi insanlar vardır. Ne
var ki, yapısal kötülük hepimizi, kişisel iyilik ise
yalnızca temas ettiklerini etkiliyor. Bu yazıdaki
yorumlar iyilikleriyle hayatı etkileyen insanlara
değil, sisteme ilişkindir.
Tekrar etmem gerekirse, zorunlu değil keyifli ve
anlamlı eğitime ihtiyacımız var, ACİLEN!
ZORUNLU DEĞIL, KEYIFLI EĞITIM!
ODTÜLÜ
dosya
Bütün Mesele
X Yazı
YRD. DOÇ. DR. MEHMET ATA ÖZTÜRK
ODTÜ Eğitim Fakültesi
Beden Eğitimi ve Spor Bölümü
Kafamı kaldırdığımda tepemde dikilip duran o çocuğu gördüm.
Baktım; gözlerini kaçırdı... “N’oluyoruz yaa” dedim içimden.
“Nerden çıktı şimdi bu tip!?”
O
kulun ikinci haftasıydı... 10 dakikalık
tenefüsün her anının hakkını vermiş,
sağlam bir futbol kapışmasının
ardından istemeye istemeye de olsa sınıfa
dönmüştük. Bir yandan terimi siliyor, bir
yandan da sıranın içinden ders kitabımı ve
kalem kutumu bulmaya çalışıyordum. Sonra
ayakkabılarımın gevşeyen bağcıklarını sıkmak
için aşağı eğildim. Kafamı kaldırdığımda
tepemde dikilip duran o çocuğu gördüm.
Baktım; gözlerini kaçırdı... “N’oluyoruz
yaa” dedim içimden. “Nerden çıktı şimdi bu
tip!?” Metin Öğretmen’le Müdür Yardımcısı
kapı girişinde bir şeyler fısıldaşıyordu.
Öğretmenim bizim tarafı süzüyordu ama kulağı
konuşulanlardaydı belli ki; arada kafasını
bir şeyleri onaylıyor edasıyla sallıyordu. Kapıyı
kapattı, ağır adımlarla ilerledi. Kısa cümleler
kurarak Can’la tanıştırdı. Sıra arkadaşım belli
olmuştu.
Can okuma yazmayı sökememişti, garip
konuşuyordu – böyle peltek gibi; hafif kiloluydu
ve sıranın çoğunu kaplıyordu. Beni sıkıştırdığı
zaman ona kızıyordum ama annem benden
daha kızgındı. Diğer sınıf arkadaşlarımın
anneleri de öfkeliydi, bazen toplanıp onu
konuşuyorlardı. Bir gün babamla konuşurken
duymuştum; hep birlikte okulu şikayet etmişler.
Müfettiş geldi, bizlerle konuştu. Velilerle,
öğretmenlerle falan da konuşmuş.
Can’ımız bizimle kaldı. Bazen bizden ayrı bir
sınıfta Seda öğretmenden özel ders alıyordu
ama yüzmede hiçbirimiz onu geçemiyorduk.
İlk başta o kadar iyi yüzemiyordu ama zamanla
hem kilo verdi hem de okul takımına girdi.
Ben de öğretmenlerimden bazı konularda nasıl
52
BÜTÜN MESELE
destek olabileceğimi öğrendim. Mesela “6 kere
6; 36” ve “6 kere 8; 48”i tekerleme ile öğrettim.
Sonraları bazı spor kurallarını da öğrettim.
Kimini tam anlamadı ama olsun. Ben de
yüzmede ondan birkaç teknik öğrendim. Mesela
kulaç atarken ciğerdeki havayı yavaşça vermek
gerekiyormuş. Zamanla birbirimize o kadar
alıştık ki yazın ailelerimizle birlikte doğum
günlerimizi bile kutladık. 1989 Kasımında, okul
çıkışı anneme verdiği limonlu kek tarifini hâlâ
uygularız. Okulda öğrendiği püf noktalarını
paylaşırken ne kadar da mutlu ve gururluydu;
hiç aklımdan çıkmaz!
Can’ın tarifiyle yapılan o kekten ertesi gün
bir dilim de ona getirmiştim. Fakat okula
gelmedi. Ertesi gün de... 24 Kasım Cuma günü
aldık vefat haberini. Aniden gitmesi miydi
yoksa bir öğretmenler gününde kimseye
bir şey öğretememek miydi beni etkileyen;
bilemiyorum... Bildiğim; öğretmen olmaya o
gün karar verdiğimdir!
Mesleğe başladığım ilk yıldan beri
aksatmadığım bir alışkanlığım var. Çalıştığım
ilkokuldan eve dönünce öğrencilerim ve
velilerden gelen çiçekleri suya koyarım.
Minicik, narin elleriyle yazdıkları sevgi
dizelerini karşıma dizerim. Kollarımı sıvar ve
limonlu kekimi yapmaya koyulurum...
Kimi zaman kaynaştırma, kimi zaman
bütünleştirme olarak karşımıza çıkan; teknik
bazı farklılıkları olmakla birlikte temelde
engelli öğrencilerle engelsiz akranlarının
bir arada eğitim aldığı ortamları ifade eden
uygulamalar günümüzde sıklıkla karşımıza
çıkmaktadır. Tüm eğitsel fırsatlardan bireysel
farklılıkları ne olursa olsun toplumdaki tüm
bireylerin adilce, hakça yararlanmasını
hedefler. 2006 yılında bu tarz eğitim alan 55
bin civarında öğrenci varken günümüzdeki sayı
yaklaşık 180 bindir.
Hikâyede örneklendirilmeye çalışılan,
genellikle konunun tam bilinmemesi ve
yanlış anlaşılmalardan, yahut destek personel
veya ekipman noksanlığından kaynaklanan
sıkıntılar aşıldığında, tüm tarafların fayda
sağlayabileceği bir eğitim uygulamasıdır.
Ankara Gökkuşağı İlkokulu örneğinde olduğu
gibi aksi yönde uygulanması da mümkündür
(özel eğitim okuluna engelsiz öğrencilerin de
kaydolması). Esasen tüm uygulamaların temeli,
evrensel tasarım yardımıyla okul ortamlarının
her öğrenciye uygun hale getirilmesidir.
Kimi zaman kaynaştırma, kimi
zaman bütünleştirme olarak
karşımıza çıkan uygulamalar,
tüm eğitsel fırsatlardan bireysel
farklılıkları ne olursa olsun
toplumdaki tüm bireylerin adilce,
hakça yararlanmasını hedefler.
Ülkemize özgü engelsiz bir okul modeli
geliştirebilmek amacıyla, kuram ile uygulamayı
birleştirecek, iyi uygulama örnekleri ve kanıta
dayalı yöntemlerin harmanlandığı bir modeli
ortaya çıkarabilmek amacıyla “Özel Eğitimin
Güçlendirilmesi Projesi” hayata geçirilmiştir.
Çeşitli bileşenlere sahip bu projenin önemli
çıktılarından olan “Engelsiz Okul Modeli Yol
Haritası”, “Mesleki Eğitimde Bütünleştirme
Uygulamaları” ve “Öğretmen Kılavuz Kitabı”
konuyla ilgili pratik bilgiler, örnekler ve
görselleri de içermektedir. Türkiye’nin çeşitli
illerinden öğretmenler, veliler, uzmanlar ve
uluslararası akademisyenlerden oluşan geniş
bir ekibin katkılarıyla hazırlanan bu kaynaklar,
Haziran 2013’ten beri ülkemiz eğitimcilerinin
hizmetindedir.
Toplumumuzun daha geniş bir kesiminin;
farklılıkları kültürel bir rengimiz, eğitsel
bütünleşmeyi de insan hakları gelişiminin
önemli bir kilometre taşı olarak görebilmesi
ümidiyle…
SAYI 54
53
ODTÜLÜ
dosya
Eğitim & Toplumsal Cinsiyet
Araştırmalar, eğitim düzeyi düşük olan kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip
ol(a)madıklarını, kadının ikincil toplumsal konumunu vurgulayan ataerkil değerleri
gelecek nesillere yeniden üreterek aktarmada önemli rol oynadıklarını gösteriyor.
E
X Yazı
PROF. DR. AYŞE GÜNDÜZ HOŞGÖR
ODTÜ, Sosyoloji Bölümü
Fen Edebiyat Fükültesi Dekan Yardımcısı
54
n temel insan haklarından birisi
eğitimdir. İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi, madde 26’ya göre cinsiyet
ayrımı gözetmeksizin “herkesin eğitim
hakkı vardır.” Sahip olunan eğitim düzeyi
bireyin ekonomik ve sosyal refahının önemli
bir belirleyenidir. Türkiye’de kadınlar ve
erkekler arasında eğitime katılım oranlarını
incelediğimizde, altı ve üzeri yaş erkeklerin
ortalama eğitim düzeyinin 6.9 yıl; kadınların
ise 4.7 yıl olduğunu görüyoruz (TNSA, 2013).1
Bu fark kadın hakları açısından önemli
bir toplumsal sorunu yansıtıyor. Kadınlar
aldıkları eğitimleri nispetinde haklarını
arayabiliyor.
Araştırmalar, eğitim düzeyi düşük olan
kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip
ol(a)madıklarını, kadının ikincil toplumsal
konumunu vurgulayan ataerkil değerleri
EĞITIM & TOPLUMSAL CINSIYET
gelecek nesillere yeniden üreterek aktarmada
önemli rol oynadıklarını gösteriyor.2 Bir kez bu
döngü kırılınca - yani kadınlar eğitim hakkına
erişince - eğitimli kadınların kızlarının da
eğitim alma şansları artıyor. Bu döngüyü
kırmak için kadın eğitimine özel önem
verilmesi gerekiyor.
Kadınların eğitime erişmelerinde iki önemli
taraf var: hizmet sunan (sosyal devlet) &
hizmet alan (aileler). Genellikle geleneksel
toplumsal cinsiyet rollerini benimseyen
aileler kız çocuklarını daha fazla kontrol
altında tutma eğilimindeler. Kızlarını okula
göndermede bir tür direnç gösterebiliyorlar.
Çocukların eğitime katılımını etkileyebilecek
faktörlerin başında yoksulluk geliyor.
Demografik faktörler arasında ise çocuğun
doğum sırası (kaçıncı çocuk olduğu), ailenin
kaç kişiden oluştuğu, ailenin yapısı gibi
unsurlar ön plana çıkıyor. Yaşı küçük olan
çocukların eğitime erişim şansları daha
yüksek. Çünkü yaşı büyük olan çocuklar ya ev
işine katılıyor, ya tarlada ya da hane gelirine
katkıda bulunacak diğer işlerde çalışıyor.
Türkiye’de kız çocuklarının ev içi üretimine
katılmalarının yanı sıra en yoğun çalıştıkları
yerler halı/kilim dokuma, tekstil atölyeleri ve
mevsimlik tarım işçiliği.
Ailenin büyüklüğü, muhtemelen var olan
kaynakların daha çok çocuk arasında
bölünmesi anlamına geliyor. Hangi çocuğun
okula gideceğine karar verme süreci aileden
aileye değişiyor. Bu süreçte düşük eğitimli
kadınların kararlara katılımları sınırlı oluyor.
Türkiye gibi genellikle ataerkil kültürün
etkisi altında olan toplumlarda aileler oğlan
çocuklarının eğitimine daha fazla yatırım
yapmayı tercih ediyor.
Araştırmalar eğitime devam etme konusunda
genellikle ısrarlı davranan ve başarılı olan
çocukları ailelerinin desteklediğini yansıtıyor.
Yani, aileler okulda başarılı olan ve okumak
isteyen çocukların okumasını, başarısız
olanların ise okulu bırakmasını destekler
Türkiye gibi genellikle ataerkil
kültürün etkisi altında olan
toplumlarda aileler oğlan
çocuklarının eğitimine daha fazla
yatırım yapmayı tercih ediyor.
bir tutum içerisindeler. Ailelerde bu seçim
sırasında oğlan çocuklara öncelik tanınmakla
ve onların eğitime devam etmelerine daha
fazla destek vermekle birlikte, okumada ısrarlı
ve başarılı kız çocuklarının da şansı var. Bu
durumda okula kayıtlı olan kız çocuklarının
devam etmeleri başarılarına bağlı olduğu
kadar, okul ortamının çekiciliğine ve şiddetten
arınmış güvenli okul ortamına da bağlı.
Boş geçen dersler, öğretmen sayısındaki
yetersizlikler, kalabalık sınıf ortamları ve
okul içerisinde yaşanan şiddet, özellikle kız
çocukları açısından okulu cazip bir ortam
olmaktan çıkarabiliyor.
Birçok durumda okul saatleri dışında kız
çocuklarının ders çalışma ortamı bulunmuyor.
Bu sorun sınırlı mekânla ilgili olmakla
birlikte, kız çocuklarının ev işlerine ve
kardeşlerin bakımına katılmalarıyla ilgili
toplumsal cinsiyet rol inşası ve ataerkil
ideoloji ile ilgili. Eve verilen ödevleri
zamanında yapamamak genellikle kız
çocuklarının özgüvenlerini kırıyor ve
okula ilişkin algılarını olumsuz etkiliyor,
başarılarını düşürüyor ya da evdeki işlere
katılım fiziksel yorgunluk getirebiliyor.
Kız çocuklarının eğitimi için kız çocuk
emeğinin ortadan kaldırılmasına yönelik
sosyal politikalar ve okul ortamının kız
çocuk dostu konuma getirilmesine yönelik
müdahaleler dikkate alınması gereken önemli
unsurları oluşturuyor. Sosyal devletin kadın
eğitimine yönelik ataerkil ideolojiyi kıracak
nitelikte eğitim politikalarını kurgulaması
gerekiyor.
SAYI 54
1 Hacettepe Üniversitesi
Nüfus Etütleri Enstitüsü.
2014. Türkiye Nüfus ve Sağlık
Araştırması. 2013. Elma Teknik
Basım Matbaacılık. Ankara
2 Colclough, C., P. Rose &
M. Tembon. 2000. Gender
inequalities in primary
schooling. The roles of
poverty and adverse cultural
practice. International Journal
of Educational Development,
20, 5-27.
Leach, F. 2000. Gender
implications of development
agency policies on education
and training. International
Journal of Educational
Development, 20, 333-347
Smits, J. & A. Gündüz-Hosgör,
2004. Effects of family
background characteristics
on educational participation
in Turkey, 1978-1998.
Smits, J. & A. Gündüz-Hosgör,
2006. Effects of family
background characteristics on
educational participation in
Turkey, International Journal
of Educational Development,
26:545-560.
55
ODTÜLÜ
dosya
Eğitimin Niteliği
ve Okuldan Kopuş
Eğitim-öğretim sürecinin öğrenciler için cazip kılınması büyük önem taşıyor.
Okullarda öğrenmenin gerçekleşmesi ve öğrenmenin öğrenci için heyecan verici
hale gelmesinin sağlanması, öğrencilerin okul aidiyetini yükseltecek.
X Yazı
DR. ALPER DINÇER
Eğitim Reformu Girişimi
Araştırma Koordinatörü
Ç
ocukların okula devam etmesini arzu
ediyoruz; çünkü okula devam eden
çocuğun öğreneceğini, beceriler kazanacağını,
kendini ve dünyayı tanıyacağını ve bunun
sonucunda kendini gerçekleştirebileceği bir
geleceğe hazır olacağını düşünüyoruz. Bu
nedenle, sadece Türkiye’de değil, dünyanın
dört bir yanında gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde çocukların okula devamını teşvik
edecek veya devamsızlıktan caydıracak pek
çok uygulama gerçekleştiriliyor. Örneğin,
ABD’de bazı eyaletlerde devamsızlığı yüksek
olan öğrencilere ehliyet verilmiyor; Brezilya,
Meksika ve Kolombiya’da yoksul ailelere
çocukları okula devam ediyorsa maddi
destek sağlanıyor; Hindistan ve pek çok
Afrika ülkesinde okul yemeği programlarıyla
okulun çocuklar için daha cazip kılınması
hedefleniyor.
Türkiye’de 2004’ten beri öğrencilerin
okula devamını teşvik etmek için Güney
Amerika’dakine benzer bir destek programı
uygulanıyor. Herhangi bir Sosyal Güvenlik
Kurumu’na tabi olmayan ve düzenli geliri
olmayan en yoksul ailelere çocuğun eğitim
düzeyi ve cinsiyetine bağlı olarak çocuk
başına 30 ile 55 TL arasında değişen
miktarlarda aylık parasal destek sağlanıyor.
2007’de Uluslararası Gıda Politikaları
Araştırma Enstitüsü ve 2012’de Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı ve Gazi Üniversitesi’nin
gerçekleştirdiği iki kapsamlı değerlendirme
çalışması, bu desteğin öğrenci devamını
olumlu yönde etkilediğini ortaya koyuyor.
Ancak bu araştırmalar sağlanan destek
sayesinde okula devam eden öğrencilerin
okulda neyi ne kadar öğrendikleri konusunda
sessiz kalıyor.
Eğitimin niteliği, yani öğrencilerin okulda ne
kadar öğrendiği ve beceri kazandığı, öğrenciyi
okulda tutan önemli bir etken. Eğitimin
niteliğini yükseltmeden, şartlı eğitim
yardımları gibi talep yönlü müdahalelerle
öğrenci devamını artırmanın sınırları var.
Okulda öğrenmeyen öğrenciler akranlarının
gerisinde kalıyorlar ve okul aidiyetleri zaman
56
EĞITIMIN NITELIĞI VE OKULDAN KOPUŞ
içinde düşüyor. Bu öğrenciler önce, sürekli
devamsızlık yapmaya başlıyorlar; bunun
ardından okuldan kopuyorlar. Ayrıca, eğer
eğitim-öğretim süreci öğrenciye kendini
gerçekleştirebileceği bir geleceği oluşturması
için yardımcı olmuyorsa, öğrenci gereksinim
duyduğu becerileri okul dışında arıyor ve
bunun sonucunda da okuldan kopuyor.
ERG’de gerçekleştirdiğimiz iki farklı
araştırma eğitimin niteliği, devamsızlık ve
okuldan kopuş arasındaki ilişkiyi örneklerle
somut biçimde betimlememize yardımcı
oluyor. DROP IN – Fighting Against
Dropout: Analyse, Prevent, Innovate projesi
kapsamında İstanbul’da meslek lisesini
dokuzuncu sınıfta terk etmiş gençlerle
derinlemesine görüşmeler gerçekleştirdik.
Görüşmelerde gençler sık sık okula dönmek
konusunda kararsız olduklarını, eğitim
hayatından herhangi bir beklentileri
olmadığını, okula gitmenin zaman kaybı
olduğunu belirttiler. Hatta, okulu terk edip
çalışmaya başlayan erkek öğrenciler, akıllıca
bir tercih yaptıklarını ve iş yaşamına erken
adım attıklarını, tecrübe kazandıklarını ve
bu tecrübenin kendileri için okula gitmekten
daha değerli olduğunu dile getirdi. Üç senedir
kadın kuaförü olan bir genç, okulu terk
etmeyen arkadaşlarının yanlış yaptığını
çünkü arkadaşları üniversiteyi bitirse bile
kendisi kadar para kazanamayacağını
vurguladı.
Devam Oranlarının Artırılması Projesi
kapsamında devamsızlığın nedenlerini
anlamak için Muş, Van, Mardin, Şanlıurfa’da
bine yakın 4. ve 8. sınıf öğrencisinden nicel
veri topladık ve 200’e yakın eğitim paydaşıyla
derinlemesine görüşmeler ve odak grup
görüşmeleri gerçekleştirdik. Araştırma,
ortaokulda yüksek devamsızlık yapan
öğrencilerin önemli bir bölümünün ilkokul
düzeyinde çok sık öğretmen değiştirdiğini ve
bu nedenle ilkokul düzeyinde temel okuma
ve yazma becerilerini edinemediklerini
ortaya koydu. Bu becerilere sahip olmadan
Eğitimin niteliği, yani
öğrencilerin okulda ne
kadar öğrendiği ve beceri
kazandığı, öğrenciyi okulda
tutan önemli bir etken.
ortaokula devam eden öğrenciler derslerde
sıkıldıklarını, dersleri anlamadıklarını ve bu
nedenle sık sık devamsızlık yaptıklarını dile
getirdiler.
Elbette hem lise hem ortaokul düzeyinde
devamsızlığın eğitimin niteliğinin dışında
pek çok farklı nedeni var. Ancak, ERG’de
yaptığımız araştırmalar farklı eğitim
düzeylerinde niteliğin farklı nedenlerle
öğrenci devamsızlığıyla ve bunun sonucunda
okul terkle yakından bağlantılı olduğunu
ortaya koyuyor. İstanbul’da lise düzeyinde
öğrencilerin bir bölümü için meslek lisesinin
getirisinin berber çıraklığının getirisiyle
yarışamadığını görüyoruz. Güneydoğu’daysa
düşük nitelikli ilkokul eğitiminin ortaokulda
devamsızlık ve okuldan kopuşa neden
olduğunu ortaya çıkıyor.
Bu nedenle okulların ve eğitim-öğretim
sürecinin öğrenciler için cazip kılınması
büyük önem taşıyor. Okullarda öğrenmenin
gerçekleşmesi ve öğrenmenin öğrenci için
heyecan verici hale gelmesinin sağlanması,
öğrencilerin okul aidiyetini yükselterek
beraberinde devamsızlığın ve okul terkin
azalmasına yardımcı olacak. Başka bir deyişle
devamsızlıkla mücadele politikalarının
sadece talep yönlü olarak tasarlanmaması
ve eğitimin niteliğini de dikkate alması
gerekiyor. Bunun için, eğitimin niteliğinin
devamsızlık ve okuldan kopuşu hangi düzeyde
nasıl etkilediğinin daha kapsamlı biçimde
araştırılması ve araştırma bulgularının
politikalara temel oluşturması atılabilecek
adımların başında geliyor.
SAYI 54
57
ODTÜLÜ
dosya
Arafta Olan Okul mu,
İnsan mı?
Amacının insan yetiştirmek yerine, ekonominin gereksinimine uygun becerilere
sahip birey yetiştirmeye sıkıştırılmış olması, okulun doğallığını bozuyor.
Okullar insanat bahçesine dönüşürken, korkularımız ve hazlarımız nedeniyle
sesimizi yükseltemiyoruz.
X Yazı
PROF. DR. ZIYA SELÇUK
Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Sınıf Öğretmenliği Bölümü
Tedmen Direktörü
58
B
ilindiği gibi bugünkü okulu üreten
gereksinim, sanayi toplumunun
çarklarını döndürmek için uygun
becerilere sahip bireyler yetiştirmektir.
Eğitim az sayıdaki birey için özel hocalar
veya çıraklık ağırlıklı bir yapı taşırken, sanayi
devrimiyle birlikte kitleselleşmeye doğru gitmek
durumunda kaldı. Kitlesel eğitim, “just in case
ve just in time” karakterinde müfredatlarla
sürdürüldü. Sanayi toplumu için kurulan
okul, bugün 21. yüzyılın bilgi ekonomisi için
gerekli becerilere sahip bireyler yetiştirmeyi
amaçlıyor. OECD’nin düzenlediği PISA gibi
araştırmalar sermayenin okulu bırakmaya niyeti
olmadığını gösteriyor. Ancak, okullardaki kitlesel
eğitim ciddi sorunlara sahip. Kitlesel eğitim
Nietzche’nin deyişiyle fabrikasyon yemeğe
benzer. Lezzetten ziyade doyma amaçlıdır. Yeni
yüzyılda kitlesel eğitimin bu zafiyeti dijital
teknolojilerle giderilmeye çalışılıyor. Dijital
teknolojiler sayesinde tekrar bireyselleştirilmiş
eğitime doğru gidiliyor. Buradan iki temel sonuç
çıkıyor; birincisi eğitim, dolayısıyla okul ekonomi
için çalışacak. Yani homo economicus yolculuğu.
İkinci olarak, eğitim ve okul teknolojinin
yedeğinde sürüklenecek.
ARAFTA OLAN OKUL MU, İNSAN MI?
Okulun amacının insan yetiştirmek yerine,
ekonominin gereksinimine uygun becerilere sahip
birey yetiştirmeye sıkıştırılmış olması okulun
doğallığını bozuyor. Okullar insanat bahçesine
dönüşürken, korkularımız ve hazlarımız
nedeniyle sesimizi yükseltemiyoruz. Doğallığın
bozulması doğayla ilişkimizin giderek patronköle ilişkisine dönmesine yol açıyor. Erzurumlu
İbrahim Hakkı’nın deyişiyle “biz annemizin
karnından doğduk ama henüz doğmadık, tabiat
ananın karnındayız hâlâ” düsturundan giderek
uzaklaşıyoruz. Bizdeki okulun pozitivist tavrı
doğadan daha fazla uzaklaşmamıza yol açıyor.
Metafizik olur diye hücrenin varlığını kabul
etmeden ölen A. Comte kadar olmasa da, okul bizi
kadim ya da çağdaş dogmalarla donatıyor. Burada
George Orwell ve Aldous Huxley karşılaştırmasına
yer vermekte yarar olabilir. Orwell gelecekte
insanlığın korku üzerinden yönetileceğini
söylerken, Huxley sevdiğimiz ve haz duyduğumuz
şeyler üzerinden maniple edileceğimizi ifade
etmişti. Gelişmiş dünya için daha çok hazlar
üzerinden, diğer ülkeler için korku üzerinden bir
yönetim tarzı seçildiğini ifade etmek mümkün.
Bizde her ikisi de çok aktif görünüyor. Okul
bu ortamı besleyen bir kurum olarak çoktan
kullanma ömrünü geçirmiş görünüyor bizde.
İnsan, kendi ruhunun hakikati yerine, şişirilmiş
benliği ile insansı olmaya doğru gidiyor. Okul
provokatif bir eylem-söylem içinde bulunmak
bir yana, bu gidişin görmezlikten gelindiği bir
mekâna dönüşmüş durumda. İnsanı gören ancak
insanlığı göremeyen bir eğitim içeriğiyle karşı
karşıyayız. Eğitim düzeyi arttıkça vasıflı suç oranı,
obezite, dünyadaki açlık, doğayı tahribat artıyor.
Bir şeyi değil, her şeyi yanlış yapan bir eğitim-okul
sistemi hakim durumda. Okulun doğal bir seçilim
yoluyla değil, yapay bir manipülasyonla evrildiği
bir durum söz konusu.
Okulun geleceğini zaman-mekân eksenlerinde
yorumlamak mümkün olabilir. Dijital teknolojiler
vasıtasıyla aynı zamanda aynı yerde, aynı
zamanda farklı yerde, farklı zamanda aynı
yerde ve farklı zamanda farklı yerde eğitim
yapılabilme imkanı okulun geleceğini tümüyle
yeniden şekillendirecek görünüyor. Gerçeklik
Yüz yıldır hemen hiç değişmeyen
okul, önümüzdeki 25 yıl içinde
büyük bir değişime uğrayacak.
algısının bulanık (fuzzy) yapısı okulun tümüyle
dönüşeceğinin bir başka işareti. Milgram’ın
1994’te ortaya koyduğu Gerçeklik-Sanallık
kontinyumu konuyu açıklamak için önem taşıyor.
Gerçeklik, artırılmış gerçeklik, artırılmış sanallık
ve sanal gerçeklik dizisinin her basamağında
eğitim yaygın olmasa da mümkün artık. Yüz yıldır
hemen hiç değişmeyen okul, önümüzdeki 25 yıl
içinde büyük bir değişime uğrayacak. Okulun
görevleri okul dışına taşacak ancak okulumsu
mekânlar sosyalleşme amaçlı devam edecek.
Okulun işlevini zamandan ve mekândan bağımsız
olarak her yer ve her zamanda sürdürmesi
mümkün olacak. Uykuda, yolda, yemek yerken
giyilebilir teknolojiler vasıtasıyla, uzaktan
istemsiz veri transferi yoluyla ve enjeksiyonla
öğrenme sıradan öğrenme etkinlikleri haline
gelecek. Okullar sınıf ve koridor temelli
yapılardan bireysel veya küçük grup çalışmalarına
göre düzenlenmiş yapılara evrilecek. Uykudayken
veya uzaktayken ölçme değerlendirme
yapılabilecek. Vücuda çip yerleştirme çılgınlığı
konusunda kanuni düzenlemeler yapılacak. Ölmüş
insanlardan hafıza transferi yoluyla öğrenme
sıradan bir cerrahi olay haline gelebilecek.
İnsanlar aklından geçenlerin okunmaması için
kişisel jammer’lar taşıyacak. Ve daha niceleri.
Korkan var mı?
Mesleklerin eskisi gibi sabit ve uzun yıllar devam
eden iş alanı olmaktan çok sürekli değişen,
farklılaşan beceri alanlarına dönüşecek olması
okulun işlevini farklılaştıracak olan bir başka
etken denilebilir. 10 yıl içinde çok sayıda meslek
ortaya çıkabilir veya yok olabilir hale gelecektir.
Genetik çiftçi, uzay mimarı, bilim etikçisi, sanal
avukat, zaman bankası ticaretçisi gibi meslekler
10-15 yıl içinde sıradanlaşabilir. “Türkleri anlama
uzmanı” bir meslek olarak daha uzun yıllar
varlığını sürdürecek gibi.
SAYI 54
59
ODTÜLÜ
söyleşi
“Öğretebilmek İçin
Bilmek Yetmez!”
Eğitim Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Jale Çakıroğlu lisans yıllarından beri
ODTÜ’lü. Çakıroğlu ile yetiştirdikleri öğretmenlerin özyeterliğinden bilimsel okur
yazarlığa uzanan bir sohbet gerçekleştirdik.
Jale Hocam lisans yıllarından beri
ODTÜ’lüsünüz. Eğitim bilimi çalışan biri
olarak ODTÜ’nün eğitim yöntemlerini nasıl
buluyorsunuz?
Lisansı ve yüksek lisansı ODTÜ’de okudum.
Ardından doktorada burs alarak Amerika’ya
gittim. ODTÜ’den ayrılırken çok üzülmüştüm,
geri dönerken de çok sevindim. Biz lisans eğitimi
alırken Eğitim Fakültesi’nden dersler alıyorduk.
Bu alanda aldığımız dersler sonucunda bize
verilen dersleri sorgulama şansımız oluyordu,
eleştirel bir bakış açısı geliştirebiliyorduk.
Mezun olana kadar bu süreci yaşadık. O yüzden
bugün, öğrenciyken geliştirdiğim o eleştirel
bakış açısına sahip olduğumu söyleyebilirim.
Bizim zamanımızda eğitim anlayışı açısından
çok eksikler vardı. O zamanlar öğretim üyesi
sadece derse geliyor ve anlatıyordu. Tartışma,
konunun anlamlılaştırılması için bir şeyler
yapılmıyordu. Şimdi baktığım zaman bu
konuda çok yol aldığımızı görüyorum. Ama biz
de öğrencilerimizden tıpkı zamanında bizim
hocalarımıza yaptığımız gibi eleştirel sözler
duyabiliyoruz. Bu eleştirileri dikkate alıyoruz
ve bu alanda çalışmalar yapıyoruz. Artık AGEP
diye bir sistemimiz var. Yeni hocalarımız
artık bir eğitimden geçiyor. Bu çok önemli.
Çünkü bir şeyi iyi öğretebilmek için bir alanı
çok iyi bilmek yeterli olmuyor. Bu bilgiyi nasıl
öğreteceğinizi yani işin pedagojisini de bilmeniz
ve uygulayabilmeniz gerekir. Ancak bu ikisini iyi
birleştirirseniz öğrenciler açısından yararlı bir
öğretmen olursunuz.
60
“ÖĞRETEBILMEK İÇIN BILMEK YETMEZ!”
Araştırmalarınıza baktığımızda
öğretmenlerin özyeterliğinin sizin için önemli
bir konu olduğunu görüyoruz. Özyeterlikten
anlamamız gereken nedir?
Özyeterlik, psikolog Bandura’nın sosyal öğrenme
kuramından çıkmış bir kavram. Oldukça
önemli, çünkü Bandura, özyeterlik bireyin
belli bir performansı göstermek için gerekli
etkinlikleri düzenleyip, başarılı olarak yapma
kapasitesi hakkındaki algılayışı ve yargısıdır.
Sınıf içerisinde öğretmenlerin davranışlarında
belirleyici olduğunu söylüyor. Öğretmenlerin
özyeterlik inançlarının yüksek olması, öğrenci
başarısını, motivasyonunu olumlu etkilemekte,
öğretmenlerin yeni yöntemleri denemeye daha
istekli olmasını, öğrencileri güdülemek için
daha çok çaba sarf etmesini sağlamaktadır.
Yeni fikirlere açık olması, özellikle fen
eğitiminde yeni bir yöntem çıktığında bunu
uygulayabilme cesaretini gösterebilmesini
sağlıyor. Çünkü özyeterlik inancı olan bir
öğretmen denemekten korkmuyor. Düşünün
siz bir şeyi yapamayacağınıza inanıyorsanız
yeni bir şey yapma cesaretini kendinizde
bulamazsınız. Bu inançlar sizi durdurur. Sınıf
yönetiminde bazı zorlukları çekersiniz. Sonuç
olarak bu öğretmen eğitiminde önemli bir yer
tutuyor. Bizler, “Öğretmen adaylarının özyeterlik
inançlarını artırmak için neler yapabiliriz” diye
düşündüğümüzde Bandura’nın çözüm önerisine
bakıyoruz. Bunlardan ilki doğrudan deneyimler.
En etkili kaynak. Başarı tecrübe edildiğinde
özyeterlik artıyor. Ya da dolaylı deneyim; yani
bir kişiyi gözlemleyerek tecrübe edinmek.
Özellikle öğretmen adaylarını yetiştirirken
bu yöntemleri kullanıyoruz. Öğrencilerimizi
özyeterlik inanışları yüksek bir şekilde mezun
etmek istiyoruz. “Ben fen bilgisini öğrencilerin
anlayabileceği şekilde öğretebilirim” düşüncesine
sahip öğretmenler yetiştirmeye çalışıyoruz.
Bunu yaparken de Bandura’nın kaynaklarını
kullanıyoruz. Bunu nasıl yapıyoruz? Öğrencilere
ders planları hazırlatıp uygulatıyoruz, onlara
geri bildirimler veriyoruz. Örnek olabilecek ders
örnekleri sunuyoruz. Bu tip deneyimler yoluyla
“ben de yapabilirim” düşüncesi kazanmalarına
“Özyeterliğin
geliştirilmesi
için öğrencilerin
mutfağa inmesi en
önemli nokta.”
yardımcı oluyoruz. Sınıf ortamı sağlayarak onları
yönlendiriyoruz ancak bunu yaparken çok dikkat
ediyoruz. Onlara stressiz bir ortam yaratmaya
çalışıyoruz. Bazen kendi ders anlatımlarını
videoya kaydedip eleştirel olarak izlemelerini
istiyoruz ve kendi eksiklerini görmelerini
sağlıyoruz.
Öğretmenlik uzaktan keyifli görünüyor peki
karşılaşılan zorluklar neler?
Evet keyifli ama zor. Sadece öğrencilere
bir şeyler anlatıp çıkmaktan ibaret bir iş gibi
düşünürseniz kolay tabii. Böyle bir işi eline ders
notu tutuşturulan eğitimli herkes yapabilir.
Fakat 21. yüzyılda ihtiyacımız olan öğretmenlik
bu değil. Yaptıklarınızın öğrenciler açısından
pek çok sonucu olabiliyor. Her öğrenciyi çok iyi
tanıyıp onların gereksinimlerini dikkate almak
gerekiyor. Etkili öğretim yapabilmenin pek çok
incelikleri var, bunlara hakim olmak ve bunları
uygulamak sanıldığı kadar kolay değil.
Sistem ve toplum içerisindeki “başarı” algısı
öğretmenlerin ve öğrencilerin hayatında ne
kadar yer kaplıyor? Bu yarış gerçek bilgiye
ulaşmanın önünde bir engel teşkil ediyor mu?
Başarı bir hedefe ulaşma olarak tanımlanabilir.
Okul sistemimize baktığımız zaman genelde
bir dersten iyi not almak, lise ya da üniversite
giriş sınavlarında alınan puanlar başarı
tanımlaması olarak algılanıyor. Bunlara çok
önem verdiğinizde çocukta bir stres oluşuyor,
yapamama endişesi artıyor, motivasyon düşüyor,
SAYI 54
61
ODTÜLÜ
söyleşi
Bir şeyi iyi öğretebilmek için
bir alanı çok iyi bilmek yeterli
olmuyor. Bu bilgiyi nasıl
öğreteceğinizi bilmelisiniz. Ancak
bu ikisini iyi birleştirirseniz
öğrenciler açısından yararlı bir
öğretmen olursunuz.
derse olan ilgi azalıyor. Başarıyı sadece ders
başarısına indirgersek, bu çok kısıtlı bir başarı
algısı olmuş olur. Aslında başarı dediğimiz
şeyin o kadar farklı yönleri var ki, okullarda
birçok şey atlanıyor. Öğrencilere çok farklı
yönlerden kendilerini geliştirebilmeleri için
fırsatlar verilmelidir. Örneğin liderlik, yaşam
becerileri, yaratıcılık gibi... Bunlar çok önemli.
Çocuğun onları da öğrenmesi, başarıyor olması
gerekiyor. Yaratıcılık mesela; iyi bir resim
yapmanız başarı olarak algılanmıyor ama
matematikten kötü not alırsanız başarısızlık
oluyor. Maalesef Türkiye’deki eğitim sitemi de
bu yanlış algıyı destekliyor. Artık başarıyı farklı
şekillerde tanımlamaya ihtiyacımız var. Başarıyı
sadece sınav notlarına endekslersek öğrencilere
haksızlık etmiş oluruz.
Jale Hocam bilimsel okur-yazar bireyler
yetiştirmek de sizin üzerinde çalıştığınız
konular arasında...
Bilimsel okur-yazarlık fen öğrenimindeki en
önemli kavramlardan biri. Bilim okuryazarı bir
birey, bilimsel anlayışa sahip, bilimin doğasını,
sınırlarını, açıklamaları, temel ilkeleri bilen
bunun yanında bilimsel araştırmaların nasıl
yapıldığını bilen ve bu bilgiyi kişisel ve toplumsal
kararları vermede kullanabilen bilimsel tutum
ve değerlere sahip kişidir. Bu kişiler bilimi,
bilimsel olmayandan ayırt edebilir. Örneğin
karşımıza çıkan pek çok toplumsal sorun var:
“Nükleer santraller yapılsın mı yapılmasın mı?”
62
Ya da “GDO’lu ürünleri satın almalı mı almamalı
mı?” Bilimsel bakış açısını bilerek bu sorulara
cevap verebilmek gerekiyor. Bilimin doğasını
bilmek en önemlisi. Öğrencilerimizi de bu
vizyon altında yetiştiriyoruz. Bilim okuryazarı
bireyler yetiştirmek uzun bir süreçtir. Zamanla
öğrencilere bilimi tanıtıyoruz. Bilimsel bilgi
bize değişmez ve sabit bir bilgi sunmaz ama
güvenilir bilgi sunar. Her gün yenilenir, yeni
verilerle kendini geliştirir. Bizler de gelişmeye
açık olmalıyız.
Bilimsel okur-yazarlık eğitimi ihtiyaçlar
doğrultusunda farklı kültürlere coğrafyalara
göre değişkenlik gösterebilir mi?
Bilimsel bilgi doğası gereği kültürden etkilenir.
Bilim aslında bilim insanının yürüttüğü
sosyal bir aktivitedir. İnsan faktörü devreye
girdiği için o insanın bulunduğu ortamdan
etkilenir. Bilimsel bilginin sosyal ve kültürel
değerlerden etkilendiğini veya onları
etkileyebildiğini söyleyebiliriz. Bilim insanları
bilimsel çalışmalarını yaparken, bulundukları
sosyal, kültürel, tarihsel ve politik çevre,
onların hangi yöntemleri kullanabileceğini,
hangi soruları sorabileceğini ve onların ne
kadar destekleneceğini etkileyebilir. Örneğin
tsunami felaketi yaşamış bir ülke o konuda
daha çok bilimsel çalışma üretir. Bilim ve
kültür birbirini etkiliyor. Aslında bilim eğitimi
temelde olmasa da, kişinin ve toplumun
ihtiyaçlarına göre değişkenlik gösterebilir.
“ÖĞRETEBILMEK İÇIN BILMEK YETMEZ!”
ODTÜLÜ
haber
ODTÜ Eğitim Fakültesi’nin
“Etkinlik”leri
Sürekli gelişime ve yenilenmeye açık öğretmenler mezun etmek
fakültemizin amaçlarının en önemlileri arasında yer alıyor. Bu amaç
doğrultusunda etkinliklerimizi yaygınlaştırmayı hedefliyoruz.
X Yazı
DOÇ. DR. ÇIĞDEM HASER
ODTÜ Eğitim Fakültesi
Dekan Yardımcısı
O
DTÜ Eğitim Fakültesi etkinlik açısından
oldukça zengin ve hareketli bir fakültedir.
Ancak, “etkinlik” kelimesini iki şekilde
değerlendirmek gerektiğini düşünüyoruz:
“Eylem” anlamında ve “etkin olma, iş yapma
gücü” anlamında. Eylem olarak ODTÜ Eğitim
Fakültesi’nin her yıl düzenli olarak organize
ettiği ve zaman zaman da paydaşlarıyla birlikte
düzenlediği pek çok etkinlik bulunmaktadır.
Ancak, fakültemiz aynı zamanda ODTÜ içinde
ve dışında etkin bir kurum olarak kendisini
göstermektedir. Bu iki anlamı aynı anda içeren
etkinlikler de düzenliyoruz.
Eğitim Fakültesi’nin en önemli etkinliklerinden
birisi “Öğretmenler Günü” etkinlikleridir.
64
Öğretmenler Günü, fakültemizdeki
öğrencilerimizin öğretmenlik kimliğini
kazanmalarındaki önemli etkinliklerden birisi
olarak değerlendirilebilir. Fakültemizin farklı
bölümlerinde öğrenim görmekte olan bütün
öğrencilerimizin Öğretmenler Günü’nü çeşitli
etkinliklerde ve derslerde kutlar ve onların
mesleğe ne kadar yakın olduklarını hissettirmeye
çalışırız.
Öğretmenlik mesleğinin derslerde tartışma
fırsatı bulamadığımız boyutlarını tartıştığımız
Öğretmenler Günü etkinliklerinde her yıl
belirlediğimiz bir ana tema çerçevesinde paneller
ve seminerler düzenliyoruz. 2013 yılı ana temamız
“Öğretmen Olmak Hakkında Öğretilmeyen
Her Şey” ve 2014 yılı ana temamız “Öğrencileri
Anlamak” bağlamında düzenlediğimiz panellerde
okul yöneticileri, mezunumuz öğretmenler,
araştırmacılar ve öğrencilerimiz ile birlikte
öğretmenlik mesleğinden beklentileri ve özel
eğitim uygulamalarını tartıştık ve deneyimleri
paylaştık. Bu panellere ek olarak, mesleğe
yeni başlayan öğretmenler ve onların mesleki
kimlik gelişimleri üzerine araştırmalar yapan
Hollanda Eindhoven Teknoloji Üniversitesi’nden
Prof. Dr. Perry den Brok da 2013 yılında
konuğumuz oldu ve araştırmalarının sonucunu
öğrencilerimizle paylaştı. Fakültemiz öğretim
elemanları tarafından yürütülen ve çocukların
topluma demokratik katılımlarını hedefleyen,
ODTÜ Eğitim Fakültesi’nin etkin olduğu bir
Avrupa Birliği projesinin çıktıları da 2014 yılı
Öğretmenler Günü etkinliklerinde sunuldu ve
tartışıldı.
ODTÜ EĞITIM FAKÜLTESI’NIN “ETKINLIK”LERI
Fakültemizin dördüncü sınıf öğrencileri güz
ve bahar dönemlerinde Okul Deneyimi ve
Öğretmenlik Uygulaması dersleri kapsamında
Ankara’daki çeşitli okullarda alanlarındaki
öğretmenlerle birlikte derslere katılır ve
uygulamalar yapar. Bu uygulamalar bir anlamda
etkin yönümüzün bir göstergesidir. Dördüncü
sınıf öğrencilerimiz bizim ve uygulama
okullarındaki öğretmenlerin rehberliğinde çeşitli
sınıf seviyelerindeki öğrencilerin öğrenmelerine
etkin bir şekilde katkıda bulunurken, aynı
zamanda geliştirdikleri materyaller ve güncel
uygulamaları kendilerine rehberlik eden
öğretmenleri ile paylaşarak onların bilgilerini
güncellemelerine yardımcı olur.
ODTÜ Eğitim Fakültesi olarak, öğretmen
adaylarımızı eğitmek için birlikte çalıştığımız,
ancak yıl içerisinde bir araya gelme fırsatı
bulamadığımız uygulama okulları yönetici
ve öğretmenlerine yaptıkları katkılardan
dolayı teşekkür etmek amacıyla her yıl Mayıs
ayında “Fakülte-Okul İşbirliği Etkinliği”
düzenliyoruz. 2013 yılı Fakülte-Okul İşbirliği
Etkinliği çerçevesinde, ODTÜ G.V. Okulları
ile birlikte tüm uygulama okullarındaki
yöneticileri, öğretmenlerimizi ve dördüncü
sınıf öğrencilerimizi davet ederek Lefke Avrupa
Üniversitesi’nden Prof.Dr. Ayşegül Ataman’ın
“Üstün Yetenekli Çocuklar” konulu seminerine
katıldık.
Öğrencilerimizin çeşitli yönlerden gelişimlerini
desteklemek ve onları öğretmenlik mesleğine
mümkün olduğu kadar hazırlamak amacıyla
öğretmen eğitimi konusunda destekler veren sivil
toplum kuruluşları ile birlikte etkinlikler de
düzenliyoruz. Öğretmen Akademisi Vakfı
tarafından öğretmenlere verilen “Öğrenen Lider
Öğretmen” eğitimleri 26-27 Nisan 2014
tarihlerinde fakültemiz dördüncü sınıf
öğrencilerine de verilmiş ve öğrencilerimiz
tarafından büyük bir ilgi ile takip edilmiştir. Bu
eğitimin 2015 yılı Mart ayı içerisinde bu yıl
dördüncü sınıfta olan öğrencilerimize verilmesini
hedeflemekteyiz. Çankaya ve Oran Rotary
Kulüpleri ve fakültemiz işbirliği ile öğrencilerimiz
için “Toplum Liderleri Geliyor Kişisel Gelişim
Seminerleri” 7 Kasım – 20 Aralık 2014 tarihleri
Öğrencilerimizi öğretmenlik
mesleğine mümkün olduğu kadar
hazırlamak amacıyla öğretmen
eğitimi konusunda destekler veren
sivil toplum kuruluşları ile birlikte
etkinlikler de düzenliyoruz.
arasında hafta sonları gerçekleştirilmiştir.
Bu seminerler dizisi kapsamında çeşitli alanlarda
liderlikleri ile ön plana çıkmış konuklarımız,
öğrencilerimize toplumda lider bir öğretmen
olmalarında kendilerine yol gösterecek liderlik
becerileri hakkında bilgiler vererek, onların
sorularını cevaplandırmıştır.
Fakültemiz ve bölümlerimiz, güncel sorunların
ve araştırma bulgularının tartışıldığı
etkinlikler de düzenlemektedir. 2014 yılında
alanlarında uzman araştırmacıların davet
edildiği seminer ve panellerde PISA 2012
sonuçları, fen eğitiminin doğası, yabancı
dil eğitimi ve öğretmenlerin özlük hakları
gibi konuları Fakültemiz öğretim elemanları
ve öğrencileri ile birlikte tartıştık ve
değerlendirdik. Benzer bir şekilde, fakültemiz
öğretim üyeleri, uzman oldukları alanlarda
Milli Eğitim Bakanlığı ile program geliştirme
çalışmalarını yürütmekte ve MEB tarafından
çekilen videolar yoluyla Türkiye’deki
binlerce öğretmeni etkin bir şekilde
bilgilendirmektedir.
Sürekli gelişime ve yenilenmeye açık
öğretmenler mezun etmek fakültemizin
amaçlarının en önemlileri arasında yer
almaktadır. Bu amaç doğrultusunda
etkinliklerimizi ve toplumda etkin olma
çabamızı önümüzdeki yıllarda da geliştirmeyi ve
yaygınlaştırmayı hedefliyoruz. Etkinliklerimizi
ODTÜ Eğitim Fakültesi İnternet sitesinden
(www.fedu.metu.edu.tr) ve sosyal ağlardan
(www.facebook.com/odtuegitim) takip
edebilirsiniz.
SAYI 54
65
ODTÜLÜ
dosya
ODTÜ ve Eğitim
X Yazı
PROF. DR. GÖLGE SEFEROĞLU
ODTÜ Eğitim Fakültesi Dekanı
Sürdürdüğü çok çeşitli faaliyetler ve projeler ile ODTÜ, bir yandan
bilim, eğitim ve araştırmanın daha da ileriye gitmesine yönelik
adımlar atarken, diğer yandan da bilgi birikimini ve bilimi toplumla
buluşturarak bir toplum üniversitesi olma yolunda ilerlemektedir.
Ö
ğrencilere akademik bilgilerin
kazandırılması ODTÜ’de verilen eğitimin
yalnızca bir boyutudur. ODTÜ’nün temel
ilkelerinden1 birisi de “Yaşam Boyu Eğitim”dir.
ODTÜ bu kapsamda “Kendi bünyesindeki
mensuplarının, mezunlarının ve toplumun her
kesiminden insanların sürekli gelişimi için
yaşam boyu eğitimi özendirir.” “Nitelikli İnsan
Yetiştirme” ilkesi çerçevesinde ise “Öğrencilerini
insani ve ahlaki değerlere sahip ve bunlara saygılı,
liderlik yetenekleri ile donatılmış, geniş görüşlü,
sürekli öğrenme ve kendini yenileme alışkanlığı
edinmiş bireyler olarak topluma kazandırmayı
amaçlar.”
ODTÜ Senatosu’nun 21 Ocak 2014 tarihli kararıyla
ODTÜ’nün tüm lisans programlarından mezun
olan öğrencilerin sahip olması hedeflenen
yetkinlikler şu şekilde tanımlanmıştır;
Orta Doğu Teknik Üniversitesi lisans programları
mezunları:
• Bilgiyi etkin bir şekilde kavramsallaştırma,
uygulama, analiz etme, sentezleme ve
değerlendirme becerisine sahiptir
• Yenilikçi fikir ve ürünleri yaratıcılıkla üretebilir
• Problemleri belirlemek, tanımlamak, çözmek
için gerekli stratejileri geliştirme ve uygulama
becerisine sahiptir
• İngilizce ve Türkçe dillerinde etkili iletişim
becerilerine sahiptir
• Liderlik, girişimcilik ve kendi kendini
yönlendirme becerilerine sahiptir
• Evrensel, toplumsal ve çevresel sorunlara
duyarlıdır; bunların çözümünde birey
olarak veya toplumla birlikte çaba gösterir;
66
ODTÜ VE EĞITIM
gerektiğinde uygun gördüğü çözümleri üretip
topluma sunabilir
• Etik değer ve ilkeleri önemser; mesleki ve
toplumsal yaşamda bunlara uygun davranır
Bireysel düzeyde
her ODTÜ’lü
kurumsal
olarak da ODTÜ
sürekli öğrenme
ve kendini
geliştirme
hedefine sahiptir.
• Hem takım içinde, hem de bağımsız çalışabilme
becerilerine sahiptir
• Bilgi, beceri ve yetkinliklerini geliştirmek için
yaşam boyu öğrenmeye açıktır
• Bilgi gereksinimini anlar, tanımlar ve bu
bilgiye ulaşır; bilgiyi etkili bir şekilde kullanıp
başkalarıyla paylaşır
• Bilgi ve iletişim teknolojilerini bilgi edinmede
etkili bir biçimde kullanabilir, bilgi ve
deneyimlerini, teknoloji ve görsel araçları
kullanarak başkalarıyla paylaşabilir.
Bunlar aynı zamanda 21. yüzyılın yetkinlikleridir.
ODTÜ’nün eğitim kalitesi ile uluslararası
sıralamalarda dünyanın en seçkin eğitim
kurumları arasında yer alması tesadüf değildir.
Bireysel düzeyde her ODTÜ’lü kurumsal olarak
da ODTÜ sürekli öğrenme ve kendini geliştirme
hedefine sahiptir.
Yıllardır bu anlayışla yürütülen faaliyetler ve
çabalarının bir sonucu olarak ODTÜ İngiltere
merkezli Quacquarelli Symonds (QS) kuruluşu
tarafından her yıl yapılan değerlendirmede
son üç yıldır “eğitim” alanında dünyanın ilk
150 üniversitesi arasına girmektedir. ODTÜ
eğitimindeki lider konumunu koruyabilmek
ve ulusal ve uluslararası arenada artan
beklentilere cevap verebilmek için çok çeşitli
adımlar atmaktadır. ODTÜ’de Öğrenme ve
Öğrenci Gelişim Birimi (ÖGEB) işte bu amaçla,
“yenilik merkezi” olarak hizmet vermek üzere
kurulmuştur.
Son yıllarda teknolojide yaşanan gelişmeler,
özellikle mobil teknolojilerin yaygınlaşması
hem bireyleri hem toplumu dönüştürmekte;
aynı zamanda da eğitim için bulunmaz fırsatlar
sunmaktadır. Eğitim sınıf ve okul ortamıyla
sınırlı değildir artık. 2014-2015 eğitimöğretim yılı sonbahar dönemi itibarıyla genel
kullanıma açılmış olan yeni öğrenme yönetim
sistemi ODTÜClass öğretim elemanları ve
öğrencilerimize zengin ders araçları ve iletişim
kanalları sunmaktadır.
ODTÜ, bilimi toplumla buluşturmak ve topluma
hizmette de öncüdür. ODTÜ Toplum ve Bilim
Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin geçtiğimiz
ay düzenlediği “ODTÜ’de Bilim Eğlencelidir!”
etkinliği kapsamında Ankara’nın dört bir
yanından lise öğrencileri ODTÜ yerleşkesinde
buluşmuş; deneyler, sergiler ve yarışmalar ile
tam bir bilim şenliği havası yaşanmıştır. (https://
www.youtube.com/watch?v=M2yM9IOAzVc)
Sürdürdüğü çok çeşitli faaliyetler ve projeler ile
ODTÜ, bir yandan bilim, eğitim ve araştırmanın
daha da ileriye gitmesine yönelik adımlar
atarken, diğer yandan da bilgi birikimini
ve bilimi toplumla buluşturarak bir toplum
üniversitesi olma yolunda ilerlemektedir.
Bir STEM Projesi olarak ODTÜ
ODTÜ bir STEM projesidir. STEM (Science,
Technology, Engineering, Mathematics);
Fen, Teknoloji, Mühendislik ve Matematik
alanlarındaki yoğun eğitimi ifade etmektedir
ve son zamanlarda dünyada başta ABD olmak
üzere birçok ülkede oldukça popüler olmuştur.
STEM eğitimi ise gerçek yaşam problemleri ve
durumlarının Fen, Teknoloji, Mühendislik ve
Matematik kullanılarak çözülmesi anlayışını
benimseyen bir yaklaşımdır. STEM bakış
açısı aynı zamanda ilk ve orta öğretimde
bilim ve matematik eğitimini iyileştirmeyi
ve bu alanlardaki öğretmenlerin eğitilmesini
desteklemektedir. ODTÜ STEM ve STEM
eğitimi konusundaki uzmanlığı ve donanımı
ile önümüzdeki dönemde diğer üniversiteler,
Milli Eğitim Bakanlığı ve sivil toplum
kuruluşlarıyla işbirliği yaparak STEM ve STEM
eğitimi konusunda inisiyatif geliştirmeyi
planlamaktadır.
SAYI 54
1 http://www.
metu.edu.tr/tr/
genel-bilgiler
67
ODTÜLÜ
erdemli kampusu
ODTÜ Erdemli Denizini
Tanıyor ve Koruyor!
Etkinliklere
katılan proje ekibi
ve çocuklar keyifli
saatler geçirdi.
68
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün okullara yönelik “Denizimi
Tanıyorum ve Koruyorum” eğitim faaliyetlerinin üçüncüsü bu yıl
Dr. Yeşim Ak Örek’in yürütücülüğünde Eylül-Kasım ayları arasında
yaklaşık 800 ilköğretim 7. ve 8. sınıf öğrencisinin katılımıyla gerçekleşti.
ODTÜ ERDEMLI DENIZINI TANIYOR VE KORUYOR!
T
ÜBİTAK 4004 Doğa Eğitimi ve Bilim
Okulları Programı kapsamında
desteklenen ODTÜ Deniz Bilimleri
Enstitüsü’nün okullara yönelik “Denizimi
Tanıyorum ve Koruyorum” eğitim
faaliyetlerinin üçüncüsü bu yıl Dr. Yeşim Ak
Örek’in yürütücülüğünde Eylül-Kasım ayları
arasında yaklaşık 800 ilköğretim 7. ve 8. sınıf
öğrencisine Uygulamalı Deniz Bilimleri Eğitimi
verildi. Projede gelecek nesillere bilimsel bakış
açısı kazandırarak denizleri tanıtmak, koruma
konusunda erken yaşta bilinçlendirmek,
çevre konusunda farkındalık yaratarak
sürdürülebilir çevre bilinçlerinin gelişiminde
katkı sağlamak amaçlanıyor. ODTÜ’nün
“Denizimi Tanıyorum ve Koruyorum” faaliyeti
bu yıl ulusal boyut kazanarak Türkiye’nin dört
denizini temsilen Trabzon Su Ürünleri Merkez
Araştırma Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi Su
Ürünleri Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi
Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü
yerleşkelerinde de gerçekleştirildi; söz konusu
her ilde beş gün boyunca eğitimler verildi.
İlk olarak 16-19 Eylül 2014 tarihleri arasında
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü ekibinin
gerçekleştirdiği “Marina Deniz Bilimleri
Şenliği” etkinliği kapsamında 20 farklı
ilköğretim okulundan seçilen 400 öğrenci
Mersin’de buluştu. Denizlerin ve nesli tehlike
altındaki türlerin korunması konusunda
duyarlılık oluşturmak amacıyla dev puzzle
oyunu oynanarak geleceğin teminatı çocuklara
deniz araştırmaları hakkında bilgiler verildi.
Etkinlikler çerçevesinde Mersin İl Milli
Eğitim Müdürlüğü ve Mersin Üniversitesi’nin
de katılımı ile Erdemli’de bulunan ODTÜ
Deniz Bilimleri Enstitüsü Yerleşkesi’nde
13-17 Ekim 2014 tarihleri arasında eğitim
programına başlandı. Bu eğitim kapsamında
ilköğretim öğrencilerine deniz bilimlerinin
önemi, denizel canlılar (planktonlar, balıklar,
memeliler, bentik canlılar), denizlerin
fiziksel, kimyasal ve jeolojik özellikleri
hakkında bilgiler verilerek öğrencilere
denizler tanıtıldı. Ayrıca “Denizimi
Eğitim kapsamında
ilköğretim öğrencilerine
deniz bilimlerinin önemi,
denizel canlılar, denizlerin
fiziksel, kimyasal ve jeolojik
özellikleri hakkında bilgiler
verilerek öğrencilere denizler
tanıtıldı.
Tanıyorum ve Koruyorum” etkinlikleri
kapsamında, sıvı ve katı atıklar, bilinçsiz
betonlaşma ve aşırı avcılık gibi deniz
ekosistemi üzerine insan kaynaklı olumsuz
etkiler vurgulanarak denizel biyoçeşitlilik,
nesli tehlike altındaki türler ve sahillerimizin
önemi konularında görsel sunumlar, video
gösterimleri ve arazi uygulamaları eşliğinde
öğrencilere olası etkilerin nasıl azaltabileceği
konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapıldı.
Etkinlikleri pekiştirmek ve öğrenirken
eğlendirmek amaçlı tüm proje ekibi ile Deniz
Ekosistem Oyunu oynandı ve hayal güçlerini
kullanarak kendilerine dağıtılan aksesuarlara
boyama yapıldı ve çocuklar ile keyifli saatler
geçirildi. Etkinliğin sonunda katılımcılara
“Geleceğin Deniz Bilimcisi Adayı Olmaya Hak
Kazanmıştır” yazılı bir sertifika verildi.
Trabzon, İstanbul ve İzmir’den proje
ortakları da bu etkinliği kendi kurumlarında
gerçekleştirmek için gözlem yaptı.
Kapsam ve içeriği aynı olan etkinlikler, ODTÜ
Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden iki eğitmenin
katılımı ile 20-24 Ekim 2014 tarihleri arasında
Trabzon’da, 3-7 Kasım 2014’te İstanbul’da
ve son olarak 10-14 Kasım 2014 tarihleri
arasında İzmir’de gerçekleştirildi. Bir sonraki
yıl “Denizimi Tanıyorum ve Koruyorum”
etkinliğinin başka illerde de gerçekleştirilmesi
planlanıyor.
SAYI 54
69
ODTÜLÜ
kuzey kıbrıs kampusu
İlk Yıl Seminerleri
Üniversite Yaşamına
Uyumu Hızlandırıyor
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda da dört yıldır verilen “Kampusta İlk Yıl Semineri”
hem öğrencilerin okula uyumunu artırıyor hem de akademik başarı grafiğinin
yükselmesine katkı sağlıyor.
70
İLK YIL SEMINERLERI ÜNIVERSITE YAŞAMINA UYUMU HIZLANDIRIYOR
O
DTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’na ilk kez
kayıt yaptıran öğrencilerin, kampusun
akademik ve sosyal yaşantısına
sağlıklı bir şekilde dahil olarak kendilerini
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nun bir parçası
hissetmelerine destek olmak amacıyla dört
yıl önce kredili bir ders olarak eklenen GPC
100 Kampusta İlk Yıl Semineri başarı ile
uygulanmaya devam ediyor. GPC 100 Kampusta
İlk Yıl Semineri’nin benzer içerikteki
yurtdışı uygulamalarının değerlendirildiği
çalışmalarda üniversitelerdeki ilk yıl
seminerlerinin, öğrencilerin uyum süreçlerine
katkı sağlamanın yanı sıra akademik başarıyı
artırdığı görülüyor.
Seminerler, etkinlikler ve küçük grup
tartışmalarıyla yürütülmekte olan GPC 100
Kampusta İlk Yıl Semineri ile öğrencilerin,
kurum, kaynakları ve kendisine kurum
tarafından sağlanan bu kaynaklardan nasıl en
etkili şekilde yararlanabileceği konusunda bilgi
sahibi olması, öğrenmelerinde motivasyonun
rolü, öğrenme stratejileri, zaman ve kaynakların
etkili kullanımı ve bu bileşenlerin ileri
taşınması konusunda anlayış geliştirmesi
ve farkındalık kazanması hedefleniyor.
Öğrencilerin, devam ettikleri program hakkında
doğru ve güncel bilgiye sahip olmaları, kendi
programlarındaki üst sınıf öğrencileri ve
öğretim üyeleri ile ilişki geliştirmeleri gibi
içeriklerle zenginleştirilen GPC 100 Kampusta
İlk Yıl Semineri ile farklılıklara saygı konusunda
anlayışın geliştirilmesi ve farkındalık
kazandırılması da sağlanıyor.
Yazılı bir sınavla değil, öğrencilerin
etkinliklere devamı ve küçük grup
tartışmalarına ve/veya etkinliklerine
aktif katılımları ile notlandırılan GPC 100
Kampusta İlk Yıl Semineri, ilk sömestrede
haftada iki saat olarak yer alıyor. Öğrenci
Gelişim ve Psikolojik Danışma Merkezi’nin
koordinasyonunda uygulanan GPC 100
Kampusta İlk Yıl Semineri’ne GPC 310 dersini
alan üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri de
“Akran Rehber” olarak destek veriyor.
Üniversiteye uyum sürecinin özellikle
yurtdışında okuyan öğrenciler için daha zorlu bir
dönem olduğunu belirten ODTÜ Kuzey Kıbrıs
Kampusu Öğrenci Gelişim ve Psikolojik Danışma
Merkezi Koordinatörü Dr. Z. Eda Sun Selışık,
ev, aile, arkadaş özlemi, yalnızlık ve sosyal
tatminsizlik, karar verme sorumluluğunun
alınması, akademik güçlüklerle baş etme,
uyku, yeme, egzersiz alışkanlıklarındaki
değişikliklerin yol açtığı fiziksel zorlanmalar
ve zamanı etkili kullanmadaki güçlüklerin
en sık yaşanan sorunlar olduğunu söyledi.
Bu zorluklarla etkili şekilde baş edilemediği
durumlarda yoğun stres ve depresif semptomlar
yaşandığını ve bu durumun ilk yıllarda
üniversite eğitiminin sonlandırılmasına
dahi neden olabildiğini belirten Dr. Z. Eda
Sun Selışık, ders içeriğinin öğrenciler, akran
rehberler ve derse katkı koyan öğretim
elemanlarının geri bildirimleri ile sürekli
geliştirilmeye açık olduğunu da sözlerine ekledi.
SAYI 54
GPC 100
Kampusta İlk
Yıl Semineri ile
farklılıklara saygı
konusunda
anlayışın
geliştirilmesi
ve farkındalık
kazandırılması da
sağlanıyor.
71
ODTÜLÜ
söyleşi
ODTÜ’den Çıkan
Eğitim Melekleri
Ankara Gönüllü Takımı 2009 yılında bir grup
ODTÜ’lü öğrencinin girişimiyle ODTÜ Mezunları
Derneği çatısı altında kurulan bir eğitim
çalışma grubu. Ankara’da ekonomik olarak
dezavantajlı ailelerin çocuklarıyla çalışarak
üniversite öğrencileri ile çocuklar arasında
köprü kurmayı amaçlayan AGT’den Ceyda
Acicbe, Esra Reis ve Engin Aslıbay ile konuştuk...
Ankara Gönüllü Takımı’nı ve
sizi tanıyabilir miyiz?
Ceyda: Ben ve Esra ikinci sınıf
Sosyoloji öğrencisiyiz, Engin
ise Siyaset Bilimi ve Kamu
Yönetimi okuyor. Amacımız
üniversite ve toplum arasında
bir köprü oluşturabilmek. Bunu
da çocuklardan başlayarak
yapmaya çalışıyoruz. Birlikte
çalıştığımız çocuklar avantajlı
konumda olan ailelerin çocukları
değil. Yenimahalle ve Çankaya
Belediyesi’nin bize sağladığı
servislerle o mahallelere ulaşıp
hafta sonları çocuklarla bire bir
çalışıyoruz.
Yukarıdan
aşağıya: Esra Reis,
Engin Aslıbay,
Ceyda Acicbe
Esra: AGT 2009 yılında
kurulmuş bir oluşum. Birkaç
ODTÜ öğrencisi bu fikri
geliştiriyor. Bu proje çok kısa
zamanda ODTÜ Mezunları
Derneği’nin en önemli çalışma
gruplarından biri haline geliyor.
Engin: AGT’de çalışanların
çoğunluğu ODTÜ öğrencisi ama
farklı okullardan da pek çok
arkadaşımız çalışıyor.
Projeleriniz neler?
Ceyda: İki projemiz var.
Üniversite-Ev, evlere giderek
72
çocuklarla bire bir çalışıyor,
Üniversite-Okul ise okullara
giderek çocuklara ulaşıyor. Ben
Üniversite-Ev projesinde görev
alıyorum. Asıl amacımız sosyal
ve kültürel olarak kardeşlerimizi
geliştirmek ve onlara rol model
olmak. Bir üniversitelinin
nasıl yaşadığını hem çocuklara
hem ailelere göstermek. Bunu
yaparken elbette çocukların
derslerine de yardım ediyoruz.
Esra: Aileler en başta bizi
sadece çocukların derslerine
yardım edecek üniversiteliler
zannediyor. Biz bunu yıkmaya
çalıştıkça onlar da bizim ne
yapmaya çalıştığımızı anlıyor.
Bizim her hafta farklı konularda
taslaklarımız oluyor. Hijyen,
hayvan sevgisi, insan hakları
gibi konularda sohbet ederek
çocukların bu konularda fikir
sahibi olmaları için uğraşıyoruz.
İlk başta çocukların ailelerine
bir yabancı olarak gidiyoruz.
Ama zamanla aileden biri olup
çıkıyoruz.
Engin: Ben Üniversite-Okul
projesindeyim. Bizim hızlı
okuma, tiyatro, kültür-coğrafya,
dünyamızı anlamak, dergi ve
ODTÜ’DEN ÇIKAN EĞITIM MELEKLERI
insan hakları olmak üzere altı
tane projemiz var. Okullara
giderek bu projeleri uyguluyoruz.
Çocukların grup içerisinde nasıl
çalıştıklarına ve kardeşleriyle
olan ilişkilerine bakıyoruz.
Çalışılacak okulları nasıl
seçiyorsunuz?
Engin: Belediyeler bize bazı
okullar öneriyor. Gidip o okulların
müdürleriyle konuşuyoruz. Kabul
edenlerle çalışmaya başlıyoruz.
Esra: Bunun dışında her sene
başında ekipler oluşturarak saha
çalışmaları yapıyoruz. Kendi
çabamızla ulaştığımız temas
kurduğumuz çok fazla ev var.
Çocuklarla yapacağınız
çalışmaların içeriği nasıl
belirleniyor?
Engin: Dünyamızı anlamak
dersinde kardeşlerimize çevre
bilinci aşılamayı amaçlıyoruz. Bu
projeler genellikle oyun oynarken
öğretmeyi amaçlayan projeler.
Esra: Biz çocuklara olabildiğince
bir fikir empoze etmeye
çalışmıyoruz. Amacımız
birbirimizin fikirlerini
değiştirmek değil.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
SAYI 54 EKİM-KASIM-ARALIK 2014
SAYI 54 EKİM-KASIM-ARALIK 2014
ISSN: 1309 - 2626
ODTÜLÜ
ODTÜLÜ
Okul şart mı?
21. yüzyılda eğitim sistemi
Yeni yüzyılın gerektirdiği beceriler, değişen beklentiler
ve eğitim sisteminin Gordion düğümü...
ODTÜ’DEN HABERLER... ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞE HAZIR MI?... FEYZI ÖZ ILE EĞITIM ÜZERINE... ZORUNLU DEĞİL KEYİFLİ EĞİTİM... GELECEĞİN EĞİTİM FELSEFESİ