Mimar ve Mühendis Mayıs - Haziran 2014 Sayı: 77 77 Sayı: 77 Mayıs - Haziran 2014 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ 01 ATMOSFERDEKİ DEĞİŞİM 02 YER KÜREDEKİ DEĞİŞİM 03 DENİZLERDEKİ DEĞİŞİM İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENLİĞİ GIDALARIN IŞINLANMASI SAĞLIĞA YARARLI MI, ZARARLI MI? KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE NÜKLEER ENERJİNİN ROLÜ Gıda güvenliği, yaygın bir anlayışla yurt içinde bir yılda üretilen tarımsal ürün miktarının, ülke nüfusunun... Gıda ışınlaması; bakteri, küf, böcek ve parazit gibi canlıların gıdalardan yok edilmesi ile gıdaların raf ömrünün... Dünyamızın geçmiş yüz yıllık döneminde insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı nedeniyle küresel iklimde... İmtiyaz Sahibi Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan Murat Özdemir Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. Erdal Osmanlıoğlu Şehmus Yıldırım Yayın Danışma Kurulu Avni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan Kocaarslan Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet Osmanlıoğlu Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez, Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler İletİşİm Adresİ Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 217 51 00 Fax: 212 217 22 63 Web: www.mmg.org.tr E-posta: [email protected] A BE MEDYA Yayın Koordİnatörü İsmail Şaşmaz [email protected] Edİtör Fatih Göksu Görsel Yönetmen Ersan Topuz Reklam Serdar Erikci [email protected] Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 273 27 50 Fax: 212 273 27 51 Web: www.abemedya.com Basım Bilnet Matbaacılık 444 44 03 Yayın Türü İki ayda bir yayınlanır. Yerel Süreli Yayın Ücretsizdir Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Sıcakların ve gündemin giderek yoğunlaştığı şu günlerde bizler de büyük bir telaşla Mimar ve Mühendis Dergimizin Mayıs-Haziran aylarını kapsayan 77. sayısını bitirmenin keyfini yaşamaktayız. Her zaman olduğu üzere dolu bir içerikle karşınıza çıktığımız bu sayımızda dosya konumuz olarak “İklim Değişikliği ve Gıda” başlıklarını incelemeye çalıştık. İklim değişiklerinin hayatımıza aldığımız besinler üzerinden nasıl dahil olduğunu, bu ve buna benzer olguların henüz tam olarak insanlarımıza anlatılmadığını varsayarak deyim yerindeyse çevresel bir kaynak oluşturduk. İklim değişikliği farkına vardığımız üzere son yıllarda giderek artmıştır. Sıcak hava dalgaları, yağış, deniz seviyesinin yükselmesi, insan sağlığını direkt etkilemektedir. Bununla birlikte, su ve besin kalitesi, tarım, kan emilmesi ile geçen hastalıklar, ve diğer bilinen veya bilinmeyen bazı enfeksiyon hastalıkları dolaylı olarak iklim değişikliğinden etkilenmektedir. Kırsal kesimlerden şehirlere göç, şehirleşme, teknoloji, endüstri, toprak kullanım alışkanlıklarının değişmesi iklim değişikliğini hızlandırmaktadır. Çevre için önemli olduğu kadar bizim içinde ayrı bir öneme sahip olan iklim değişikliği ve gıdalar üzerindeki etkisi mevzusunda birçok akademisyen ve uzmandan görüşler almanın haricinde konferans ve seminerleri- mizde konuyu enine boyuna tartışma fırsatı bulduk. Tabi ki dergimizi her sayımızda olduğu gibi kültür sanat bölümümüzü oluşturan sinema, kitaplık ve gezi sayfalarıyla eğlenceli hale getirirken şehirlerimiz üzerine değerli yazılar koymayı da ihmal etmedik. İyi okumalar dilerim Sıcak hava dalgaları, yağış, deniz seviyesinin yükselmesi, insan sağlığını direkt etkilemektedir. Bununla birlikte, su ve besin kalitesi, tarım, kan emilmesi ile geçen hastalıklar, ve diğer bilinen veya bilinmeyen bazı enfeksiyon hastalıkları dolaylı olarak iklim değişikliğinden etkilenmektedir. Mimar ve Mühendis Mayıs - Haziran 2014 Sayı: 77 Yayın Kurulu Mahmut Çelik, Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı, Mehmet Kürşat Çapar EDitörden… 77 Sayı: 77 Mayıs - Haziran 2014 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ 01 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü Murat Alpay [email protected] ATMOSFERDEKİ DEĞİŞİM 02 YER KÜREDEKİ DEĞİŞİM 03 DENİZLERDEKİ DEĞİŞİM İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENLİĞİ GIDALARIN IŞINLANMASI SAĞLIĞA YARARLI MI, ZARARLI MI? KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE NÜKLEER ENERJİNİN ROLÜ Gıda güvenliği, yaygın bir anlayışla yurt içinde bir yılda üretilen tarımsal ürün miktarının, ülke nüfusunun... Gıda ışınlaması; bakteri, küf, böcek ve parazit gibi canlıların gıdalardan yok edilmesi ile gıdaların raf ömrünün... Dünyamızın geçmiş yüz yıllık döneminde insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı nedeniyle küresel iklimde... İçindekiler Mimar ve Mühendis 77 6 24 KAPAK BİZDEN HABERLER KISA KISA İKLİM DEĞİŞikliği ve gıda güvencesi Her yerde ve elbette Türkiye’de de: Batı’da ve doğu’da kavurucu orman yangınları, Karadeniz’de ve Akdeniz’de ani seller, güneydoğu’da sinsi kuraklık, tüm ülkede azalan yeraltı suları... Bunların hiçbiri birer rastlantı ya da “münferit vaka” değil. İklim değişiyor ve bu, ekmeğimizden suyumuza hayatımızın her yönünü, her anını derinlemesine etkiliyor... 28 SUYU YAŞAT Kİ, SEN DE YAŞAYASIN Recep Ali Topçu Adell Armat ür ve Vana Fabrikaları A.Ş. Yön. Kur . Bşk . 32 KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ VE TÜRKİYE Prof . Dr. Mikdat KADIOĞLU İTÜ Meteorolo ji Mühendisliği Bölümü 36 KÜRESEL ISINMA: GIDA GÜV ENLİĞİNİN TEHDİT UNSURU Dr. Mustafa YILDIZ Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Gıda Tarım Konseyi Başkanı 40 KÜRESEL ISINMA, GIDA İHTİYACI VE BUĞDAY ÖRNEĞİ Doç. Dr. Burhan KARA Süleyman Demirel Üni versitesi Ziraat Fakültesi , Tarla Bitkileri Bölümü 46 SANAYİLEŞME VE KENTLEŞMENİNİKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE ETKİSİ Prof . Dr. Doğanay Tolunay İstanbul Üniversitesi, Orman Fakültesi, Toprak ilmi ve Ekoloji Anabilim Dalı 50 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜV ENLİĞİ Dr. Müslüm BEYAZGÜL Ziraat Y. Mühendisi 56 GIDALARIN IŞINLANMASI SAĞLIĞA YARARLI MI, ZARARLI MI? Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu MMG Yönetim Kurulu Üyesi 60 SINIR AŞAN MERİÇ NEHRİ HAVZASI VE TRAKYA BÖLGESİ SU SORUNLARI Prof. Dr. Ahmet İSTANBULLUOĞLU Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi 66 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE BALIKÇILIĞA ETKİSİ Hacer Canan OKGERMAN Mustafa YILDIZ İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi 70 KÜRESEL ISINMA ve DENİZLERİMİZE ETKİLERİ Dr. Mustafa Tolay TOLAY Energy, Bakırköy, İstanbul 76 KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE NÜKLEER ENERJİNİN ROLÜ Doç. Dr. Ahmet Erdal OSMANLIOĞLU MMG Yönetim Kurulu Üyesi 80 Guar Ekimi ve İlaçlama Mehmet SITKI ETKİNLİK 20 EMANET EDİLEN TABİATI MUHAFAZA ve İLK SİT ALANI MEHMET OSMANLIOĞLU MİMAR 86 MÜLAKAT KAZANILMASI GEREKEN SAVAŞ DEĞİLDİR MAHMUT ÇELİK MMG GENEL BAŞKAN YARDIMCISI Son Irmak Kurumadan… Bu sene kurak bir sonbahar ve kış mevsimi geçirdik. Bunun yanı sıra mevsimler arası geçişlerdeki dengesizlik ve ani hava değişiklikleri ile son yıllarda gündemde olan küresel ısınmanın iklim etkilerini yavaş yavaş görmeye başlıyor gibiyiz. İklimdeki bu ani değişikliklerin en önemli etkisi şüphesiz ki tarım sektörü üzerinde olmaktadır. O nedenle biz de Mimar ve Mühendis Dergimizin MayısHaziran aylarını kapsayan 77. sayısını, İklim değişikliğine ve bunun gıda kaynaklarımız üzerine olan etkisini incelemeye ayırdık. Her alanda olduğu gibi tarım alanında da ülkemiz sahip olduğu potansiyeli, son yıllarda yakalamış olduğu kalkınma ivmesi ile daha verimli bir şekilde değerlendirecek politikalar geliştirmelidir. Her gelişmekte olan ülke gibi nüfus artışı, yoğun şehirleşme ve sanayileşme baskısı altındaki ülkemizde tarım sektörü ihmal edilmemelidi Küresel ısınma aslında küresel bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği gibi küresel ısınmanın en önemli sebebini başta karbondioksit olmak üzere sera gazlarının salınımı oluşturmaktadır. Ülkemiz karbondioksit salınımında %1.3'lük payla dünyada 13. sırada yer almaktadır. İlk beş ülke tahmin edilebileceği gibi Çin, ABD, Hindistan, Rusya ve Japonya'dır. Bu nedenle küresel ısınmayla küresel bir mücadele gerekmektedir ki, zaten bu amaçla 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe giren Kyoto protokolü yapılmıştır. Biz bu sayımızda salt küresel ısınmanın mekanizmasını incelemek yerine iklim değişikliklerinin gıda kaynakları üzerine olan etkisini değerlendirdik. Zira her ne olursa olsun insan yaşamının devam edebilmesi için beslenmeye ve sağlıklı gıda kaynaklarına ihtiyacı vardır. Bu yıl ülkemizde tarım sektöründe oldukça kötü bir sezon yaşanmıştır. Kuraklık, don, dolu fırtına ve hayvan hastalıklarının üst üste gelmesi birçok üründe üretim kaybına neden olmuştur. Sonbahar ve kış aylarının kurak geçmesi ve kar yağışının olmamasıyla özellikle buğday ve diğer hububat ürünlerinde %20'ler seviyesinde üretim kaybı beklenmektedir. Ayrıca ilkbaharda kısa süreli de olsa meydana gelen don nedeniyle başta fındık, kayısı, elma, üzüm olmak üzere bir çok üründe büyük oranda üretim düşüşü meydana gelmiştir. Tarımsal üretimi etkileyen en önemli faktörlerden birisi olan iklim, her ne kadar tarafımızdan kontrol ve ıslah edilemezse de, meteorolojik hareketlerin uzmanları tarafından takip edilmesiyle yağış, don, sıcaklık, rüzgar, nem, güneşlenme süresi gibi tarımı etkileyen meteorolojik faktörlerle ilgili oldukça isabetli tahminler yapılabilmektedir. Bu nedenle bir bölgede tarımsal bir faaliyette bulunmadan önce toprakların yerinde ve verimli kullanılmasının yanı sıra, o bölgenin iklim hareketleri ve değişiklikleri takip edilerek, ekim ve hasat sürecindeki olası meteorolojik değişiklikler öngörülmeye çalışılıp ürün planlaması yapılmalı ve gerekli tedbirler için önceden hazırlıklı olunmalıdır. Her alanda olduğu gibi tarım alanında da ülkemiz sahip olduğu potansiyeli, son yıllarda yakalamış olduğu kalkınma ivmesi ile daha verimli bir şekilde değerlendirecek politikalar geliştirmelidir. Her gelişmekte olan ülke gibi nüfus artışı, yoğun şehirleşme ve sanayileşme baskısı altındaki ülkemizde tarım sektörü ihmal edilmemelidir. Zira, “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” diyen Kızılderili bilgenin uyarısını önemsemeli ve şimdiden gerekli tedbirleri almalıyız. Havasıyla, suyuyla, gıdasıyla sağlıklı, insanlarıyla huzur ve barış içerisinde gelişen, büyüyen, kalkınan ve hakça paylaşan bir Türkiye duasıyla… Murat ÖZDEMİR MMG GENEL BAŞKANI KISA... KISA... BİZBİZE’DE SOSYAL GİRİŞİMCİLİK VE MİKRO FİNANS KONUŞULDU B izbize Konuşmalar etkinliğinde 14 Mayıs Çarşamba günü Sosyal Girişimcilik, Para Vakıfları ve Mikrofinans konuları ele alındı. Mimar ve Mühendisler Grubu’nun Genel Merkezi’nde gerçekleştirilen seminere, konuşmacı olarak İsmail Orun katıldı. Küreselleşme ile girişimcilik ve girişimcilerin çok önem kazandığını belirten Orun, genel hatlarıyla girişimci özelliklerini sıraladı. Osmanlı’dan günümüze girişimciliğin gelişimini anlattı. 1800’lü yılların ikinci yarısından sonra girişimciliğin öneminin Osmanlı tarafından farkedildiğini dile getiren Orun, Osmanlı’nın son döneminde tüm çabalara rağmen Türk mesleklerinin “askerlik ve memurluk” olduğu anlayışını ortadan kaldıramadığını söyledi. KANDİLLİ RASATHANESİ'Nİ ZİYARET ETTİK M imar ve Mühendisler Grubu tarafından organize edilen Teknik Gezi kapsamında, 16 Nisan tarihinde, ülkemizde “Yer ve Gök” ile ilgili olarak bütünleşik izleme sisteminin ilk kurulduğu yer olarak bilimsel çalışmaların yapılmasına ve uzmanların yetişmesine katkı sağlayan Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü gezildi. Çok sayıda üyemizin katılımı ile gerçekleştirilen teknik gezide, Deprem Erken Uyarı İstasyonu, Sarsma Tablası Laboratuvarı, Afete Hazırlık Eğitim Birimi, Kandilli Bilim Müzesi ve Ulusal Deprem İzleme Merkezi ziyaret edildi. İZMİR ŞUBEDEN HAVACILIK PANELİ M imar ve Mühendisler Grubu İzmir Şubesi ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) işbirliği ile bu yıl ikincisi düzenlenen Savunma Sanayi ve Havacılık Paneli, öğrenci, akademisyen ve Türkiye’nin önde gelen firmalarının temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirildi. İYTE Girişim Topluluğu üyesi Yakup Aydın panelin amacını savunma sanayi ve havacılık alanındaki gelişmelerin yakından takip edilmesi ve edineceğimiz bilgiler ışığında geleceğimizi şekillendirmeyi hedeflemek olarak özetlerken. İYTE Kütüphane Gösteri Merkezi'nde, yapılan panelin açılışında konuşan Rektör Prof. Dr. Mustafa Güden, önümüzdeki dönemde bilgiyi elde etme ve onu faydalı bilgiye dönüştürmenin çok daha önem kazanacağına vurgu yaptı. Yapılan analizlere göre insanlık tarihi boyunca üretilen bilgi miktarından daha fazlasının son iki yılda üretildiğini belirten Prof. Dr. Güden, bu “Büyük Veri”nin (Big Data), en büyük araştırma alanlarından biri olacağına işaret etti. 6 Mimar ve Mühendis KONFERANS’DA YERİMİZİ ALDIK M imar ve Mühendisler Grubu’nun da destekçileri arasında bulunduğu “ICCI 2014 – 20. Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı ve Konferansı”, 24 Nisan 2014 Perşembe günü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın katılımlarıyla İstanbul Fuar Merkezinde Gerçekleştirildi. 24 – 26 Nisan tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilen fuarda Mimar ve Mühendisler Grubu olarak stant açıp, fuarı ziyaret eden katılımcılara MMG'nin yaptığı etkinlikler ile “Enerjisini Arayan Türkiye” konusunu işlediğimiz Enerji dergimizi dağıtma fırsatı yakaladık. KISA... KISA... OSMAN ŞAHBAZ’A BÜYÜK ONUR A zerbaycan Cumhuriyeti Vektor Uluslararası İlimler Üniversitesi Bilimsel Genel Kurul Üyeleri ve Senatosunun kararıyla, Macaristan Kayseri Fahri Konsolosu ve Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG) Genel Başkan Yardımcısı Osman Şahbaz'a İktisat ve Siyaset Bilimi alanında "Fahri Doktor" unvanı verildi. Courtyard Marriott İstanbul International Airport Hotel Hattusa Ballroom’da düzenlenen törende Macaristan Fahri Konsolosu ve Türk Macar İşadamları Derneği(TÜMİŞAD) Başkanı Osman Şahbaz'a, Fahri Doktor’luk beratını, Vektör Kurucu Başkanı ve Rektörü Prof. Dr. Elçin İskenderzade takdim etti. MMG’DE KUTLU DOĞUM HAFTASI M imar ve Mühendisler Grubu Genel Merkezi’nde 16 Nisan 2014 tarihinde “Kutlu Doğum Haftası” etkinliği çerçevesinde düzenlenen “Bizbize Konuşmalar” programına Yrd. Doç. Dr. M. Sadık Hamidî (AYDIN) katılarak ‘’İslami Açıdan Mimar ve Mühendislerin Görevleri’’ konulu bir seminer verdi. Etkinliğe MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Eski Genel Başkanlarından Avni Çebi’nin yanı sıra çok sayıda üye katıldı. Yrd. Doç. Dr. M. Sadık Hamidî, mimarlık ve mühendisliğin önemini vurgulayarak başladığı konuşmasında, “Dünya var olduğundan beri nice eserler yapılmış, nicesi günümüze kadar gelmiştir. Tıp da çok önemli bir bilim dalı, fakat çok üstün bir ameliyat yapıldığını varsayalım, bu ameliyat insanlığa bir eser olarak gözler önünde durmaz. Bugün ülkemizde mimar ve mühendislik alanında çok büyük işler yapılıyor ve yapılmaya da devam etmelidir” dedi. MMG DİYARBAKIR ŞUBEDEN ZİYARETLER M MG Diyarbakır Şubesi, yönetim olarak Diyarbakır Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Ufuk Nurullah BİLGİN’i makamında ziyaret etti. Ziyarette MMG’nin çalışmaları, misyonu hakkında bölge müdürüne bilgiler verilirken ‘’Çevre ve şehircilik, kentsel dönüşüm ve değişim, Diyarbakır’ın tarihi ve kültürel zenginliklerinin geliştirilmesi’’ konularında görüş alışverişinde bulunuldu. Ayrıca Kentsel dönüşüm ve değişim ile ilgili bir panel düzenleme ve teknik gezi teklifinde bulunuldu. Bundan memnunluk duyacaklarını belirten Ufuk Nurullah Bilgin panele katkıda bulunmak istediklerini belirtti. 8 Mimar ve Mühendis MMG' DEN KOSGEB’E ZİYARET M imar ve Mühendisler Grubu’ndan Başkan Murat Özdemir önderliğindeki bir heyet, KOSGEB İkitelli Şubesi'ne ziyarette bulundu. İkitelli Şube Müdürü Sn. Selahattin Kaya'nın makam odasında gerçekleştirilen görüşmede KOSGEB hakkında genel bilgiler verildi. İstanbul'da dört şubesi olan merkezin Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile ilgili bir kuruluş olduğu, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerin (KOBİ) teknolojik yeniliklere süratle uyumlarını sağlamak, rekabet güçlerini ve düzeylerini yükseltmek amacıyla faaliyetlerde bulunduğu anlatıldı. MMG çalışmalarını yakından takip ettiğini belirten KOSGEB İkitelli Şube Müdürü Selahattin KAYA, STK'ların da bu tür desteklerden yaralanması için gerekli desteği vereceklerini ifade etti. ETKİNLİK İBB GENEL SEKRETERİ MMG eski genEL bAŞKAN yArdIMCISI dr. hayri baraçlı'yı ZİYARET ettik Mimar ve Mühendisler Grubu olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreterliği'ne atanan MMG üyemiz Dr. Hayri BARAÇLI'yı makamında ziyaret ettik. Z iyaret esnasında, 1994 yılında TEKDER üyesi iken MMG ile tanışıp yönetiminde yer aldığı MMG'nin önemli bir yerinin olduğunu belirten Baraçlı, İETT'de görev alması ile aktif olmasa da temaslarının devam ettiğini, MMG'yi yakından takip ettiğini belirtti. MMG'nin diğer dernekler gibi olmadığını, teknik bilinirliğinin, etik kavram duruşunun önemli olduğu, elit projelere imza atmasının önemini ifade etti. Doğru bildiği değerler konusunda duruşunun değişmediği, teknik donanıma sahip üyeleri ve Şubeleri ile daha aktif görevler içinde bulunmasının faydaları değerlendirildi. İETT'de görev aldığı 2009-2014 yılları arasında özel sektör gibi çalışılması ile başarılı olduğunun konuşulduğu ziyarette, İETT de başardığı bu çalışma disiplini ile kurum bilgisinin 128 dünya ülkesinden büyük olan İstanbul'un hak ettiği yere ulaşması için kullanılacağı, kamu bürokrasinden uzak dinamik bir çalışma içinde olacaklarını, lider kadro yetiştirmek için çaba sarfede10 Mimar ve Mühendis ceklerini ifade etti. 2024 (iki dönem) hedefi ile ulaşım, kentsel dönüşüm, çevre ve turizm ile ilgili önemli çalışmalar yapılacağı, özellikle Turizmde İstanbul'un hak ettiği yere gelmesi gerektiği ve bu çatı altında kültür, kongre, finans, sağlık ve eğitim turizmi olarak düzenlemeler yapılacağı, okumaya gelen üniversite öğrencisine bile turist olarak bakılacak bir gözlem ile kendi şehrine dönüp orada değer üreteceği bir bilinç oluşturması çalışmaların düşünüldüğünü belirtti. İstanbul'un mıknatıs bir şehir olmaktan çıkartılması, hayatı kolaylaştıran düzenlemeler ile yerleşimi cazip kılan uygulamalara dikkat edilmesi, risk unsurları çerçevesinde ülke geneline nüfusun dağılması hususundaki projelere önem verilmesinin konuşulduğu ziyaret, İstanbul Beykoz Göllüköyü Mevkiindeki Orman arazisinde Hayri Baraçlı adına 34 adet dikilen ağaç sertifikasının kendisine teslimi ile sonlandı. Mayıs - Haziran 2014 11 ETKİNLİK Gübretaş’a Teknik Gezi Düzenledik Türk çiftçisinin kimyevi gübrelerden yararlanarak yüksek verimli ve kaliteli ürünler elde etmesi fikrinden yola çıkılarak tarım sektörüne kimyevi gübre girdisi tedarik etmek amacıyla 1953 yılında kurulan Gübre Fabrikaları Türk Anonim Şirketi’nin Yarımca’daki tesislerine Mimar ve Mühendisler Grubu olarak üyelerimizin katılımı ile teknik gezi düzenledik. G übre Fabrikaları Türk Anonim Şirketi (GÜBRETAŞ)’ın Mühendislik ve Yatırım Müdürü ve MMG Gıda ve Tarım Kom. Bşk. Nihat ISMUK’un ev sahipliğinde NPK Gübre Üretim Tesisi ve Amonyak Terminali Şantiyesi’ne ziyarette bulunduk. Söz konusu geziye MMG Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr Ali Osman ÖNCEL, Genel Sekreter Murat ALPAY ve sektöre yakın MMG üyelerimiz katıldı. MMG heyetini şantiyeye gelişinde Gübretaş Yarımca Tesisleri Müdürü Necdet BARLAS, Üretim Müdürü Mustafa VAROL ve Mekanik Montaj ve Proses Müdürü Hilmi KÜÇÜKGÖZE karşıladı. Gübretaş yetkililerinin de hazır bulunduğu ziyarette öncelikle tesisin yenilenen inşaatı hakkında katılımcılara proje hakkında sunum yapıldı. Fabrikada gerçekleştirilen faaliyetler hakkında bilgi verildi. 12 Mimar ve Mühendis GÜBRETAŞ’ın Mühendislik ve Yatırımından sorumlu Müdürü Nihat ISMUK’un sunumunda; şirket tarihinin en büyük yatırımının bu sene yapıldığı, pazarda lider firma olduklarını, satışta problem yaşamadıklarını, Gübretaş’ın eğitime destek verdiğini, öğrencilere burs verdiklerini ifade etti. Bu sunumdan devamla; büyük çaplı ithalatlar yapıldığı için tesisin deniz kenarında olması gerektiğini, fabrika arazisine ÇED belgesi alındıktan sonra liman yapılacağı, yapımı devam eden tesisin ise Kasım 2014’te bitmesinin beklendiğini söyledi. 34 metre yüksekliğinde 25 bin ton kapasitede yeni yapılan Amonyak Tankı’nın inşaatının Amerika'dan ithal edilen 193 adet Deprem İzolatörleri ile güçlendirildiği bir güne denk gelen Teknik Gezimiz sürecinde, Deprem Savarların (Deprem İzolatörleri) yerleştirildiğine tanıklık ettik. Bu kapsamda en güvenli Amonyak Tankı Gübretaş’ta olacak. Mevcut çalışan fabrika ile yenilenen tesis binalarının iç içe bulunduğu mekanda bir aksama olmadan üretiminin devam ettirildiği, toprak analizine dayalı özel gübre üretimini ülkemizde ilk başlatması, 2005 yılında başlattıkları Toprak Haritası Oluşturma Çalışmaları ile önemli AR-GE çalışmalarına verdikleri destek, ülkemizde tarımda gübre üretimi sahasında ülkemizin 2500 noktasına yayılmış dağıtım noktalarıyla rakipsiz bir şirketleşmeyi oturtmuş bir kurum olan Gübretaş’ın pek çok sahada liderlik eden ve çevre dostu ortamı işçilerine sağlayarak çalışanlarının yüzünü güldüren çağdaş bir kuruluş olduğu anlaşılmıştır. Oldukça samimi bir ortamda çalışanların ve yöneticilerinin güler yüzleri ile eşlik ettikleri gezimiz yenilen yemek ve yapılan son bir istişare toplantısı ile sonuçlandırılmıştır. Sakarya 25.000 Seyirci Kapasiteli Stadyum İnş. Küçükçekmece Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Yapımı Süleyman Ekşi Yapı İnşaat Taahhüt Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. Kısıklı Mah. Alemdağ Cad. AHES İş Merkezi No:65-A Kat:3 Üsküdar / İstanbul Tel:(216) 327 88 22 Fax:(216) 327 88 25 [email protected] K.B.B Olimpik Yüzme Havuzu Yapimi Gazi̇osmanpaşa Sarigöl-Yenidoğan Mahalleleri Kentsel Yenileme Projesi Kapsaminda Sarigöl Mahallesi 1452 Ada 34 Ve 37 Parsellerde Konut Yap ETKİNLİK YAŞAYAN MİMAR SİNAN'I ANLAMAK 2012 yılında MMG ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ile ortaklaşa yapılan "Mimar Sinan'ı Anlamak" konulu konferansın ikincisi olan "Yaşayan Mimar Sinan'ı Anlamak 2" konulu konferans 30 Nisan 2014 tarihinde MMG Bursa Şubemiz ve Uludağ Üniversitesi'nin katkıları ile Uludağ Üniversitesi Hasan Öztimur İnşaat Mühendisliği Konferans Salonu'nda gerçekleştirildi. B ursa Vali yardımcısı Feridun Cemal Özdemir, Uludağ Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İrfan Karagöz, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nurettin Yavuz, İnşaat Fakültesi Yapı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Doğangün'ün de katıldığı konferansa ilgi yoğun oldu. Açılış konuşmasını yapan MMG Bursa Şube Başkanı Elektrik Mühendisi Ali Yılmaz Mimar Sinan'ın ülkemiz için önemli bir şahsiyet olduğunu, eserlerinin bugüne kadar ulaşması ve mimari dehasının hala konuşulur olması ve 300'den fazla eser bırakmasının onun bir mimar olarak tarihimizde önemini ifade etti. Uludağ Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İrfan Karagöz ise Mimar Sinan'ın sadece Türkiye için değil birçok ülkede bıraktığı kalıcı eserler sebebiyle önemli bir mimar olduğu, bugün dahi çarpık kentleşme ve mimari tasarımdan uzak eserlere bakıldığında onu daha iyi anlamamız gerektiğini, ayrı güzellik ve nitelikte olan eserleri sebebiyle adının yaşatılmasının önemi vurgulayarak bu tür faaliyetlerinden dolayı MMG'ye teşekkürlerini ifade etti. MMG Genel Başkanı Murat 14 Mimar ve Mühendis Özdemir yaptığı konuşmada MMG'nin kuruluş amacı ve yaptığı faaliyetler ile Sözkonusu Konferansı niçin Bursa'da yapmak istediklerini şöyle ifade etti; “9 Nisan Mimar Sinan'ın ölüm yıldönümü bu sebeple Nisan ayını onu anma ve anlamaya ayırıyoruz. MMG olarak şehir ve mimariye önem veriyoruz, söz konusu yapılanma ve uygulamaları yakından takip etmeye çalışıyor, şehirlerin insanı ölçekte herkes için yaşanır olmasının önemini vurguluyoruz. 1+1, 1+0 modelde yapılan, mahalleyi, küçük esnafı ortadan kaldıran, dev market alışveriş merkezleri, korunaklı izoleli yapılar ile, toplumu ayrıştıran, kentin kimliğine uygun olduğu düşünülmeden yapılan yapıların bir çok problemin ana çıkış kaynağı olduğunu düşünüyor, bu manada dergilerimizde bu konuları sıkça gündeme almaya çalışıyoruz. İstanbul'dan Diyarbakır'a, Kayseri, Kütahya, Edirne'den, Erzurum'a, Sofya'dan Kırım'a birçok yerde eser bırakan Sinan Bursa gibi önemli bir şehirde yapmamıştır. Çünkü Bursa ilk dönem Osmanlı eserleri ile bir bütünlük arz ediyor, Sinan kendi anlayışına göre bir eser yaparsa bunun bütünlüğü bozacağını yada ahengi bozmamak adına benzer bir eser yaparsa bunun da kendine yakışmayacağını düşünüyor. Mevcut dokuya ve kendine olan saygısından Bursa'da eser inşa etmiyor. Ancak bugün İstanbul ve Bursa olmak üzere bu tür şehir kimliklerini bozan bir çok proje ortaya konuyor. MMG olarak bunu gündeme getirmemizi yanlışta ısrar etmemek adına önem arz eder” dedi. Konferansta MMG Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Y. Mimar Ali Reyhan Esen başkanlığında Mimar Sinan Üniversitesinden Prof. Dr. Suphi SAATÇİ "Yazma Kaynaklara Göre Mimar Sinan", İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Dr. Y. Mimar Aras NEFTÇİ "Mimar Sinan'ı Görmek", Uludağ Üniversitesi'nden Doç. Dr. Özlem K. BAĞBANCI ''Mimar Sinan'ın Mekan Anlayışı'' ve Doç. Dr. Özgür EDİZ ise "Sayısal Teknolojilerle Sinan'ı Anlamak" konularında sunumlarını yaptılar. Günün anısına verilen plaket ve fotoğraf çekimleri ile konferans hayırlara vesile olması temennileri ile sonlandı. Mayıs - Haziran 2014 15 ETKİNLİK MMG Olarak, MMG üyesi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş’ı Ziyaret Ettik Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı Murat Özdemir, Başkan Yardımcıları Mahmut Çelik, Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Yönetim Kurulu Üyelerinden Prof. Dr. Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı ve Genel Sekreter Murat Alpay’ın katılımı ile gerçekleştirilen ziyarete MMG Etik Kurul Üyesi Avni Çebi ile Ümit Ünal eşlik etti. İ stanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Sütlücede yer alan Yatırım ve Hizmetleri Bilgilendirme Merkezi’nde kabul ettiği heyetimizi öncelikle İstanbul’a yapılan yatırımların sergilendiği salonda gezdiren Sayın Topbaş; başkanlıkları döneminde gerçekleştirdikleri projeleri resimler, maketler üzerinde tek tek ayrıntılı bir şekilde anlattı. Söz konusu projelere ilişkin tanıtım filminin de izlendiği ziyaret oldukça samimi bir ortamda gerçekleştirildi. Başkan Dr. Kadir Topbaş; göreve geldikleri günden itibaren Türkiye denince ilk akla gelen şehir olan İstanbul’un marka değerini daha da artırmanın gayreti içinde olduklarını, İstanbulluların her alanda hayatını kolaylaştıracak ve yaşam kalitelerini yükseltecek başta teknolojik yenilikler olmak üzere çok sayıda hizmeti hayata geçirdiklerini, teknolojiyi en iyi kullanan yerel yönetimlerden biri olarak İstanbul’u, dünyayı takip eden değil dünyanın takip ettiği bir kent haline getirmek için hizmetlerine devam ettiklerini dile getirdi. Yaklaşık olarak, giriş ve çıkışları ile nüfusunun on yedi milyona ulaştığı İstanbul 16 Mimar ve Mühendis gibi bir metropolün diğer şehirler ile bir tutulmadan ayrı bir yasa ve yönetim biçimi ile yönetilmesinin daha iyi olabileceği, kentsel dönüşüm kapsamında İstanbul’a yapılan yatırımlardan oluşan ranttan belediyelerinin yeterince pay alamadıklarını, bir değer artışı oluyorsa bunun kente geri dönmesi gerektiğini dile getirdi. Kentsel dönüşümün gerekliliklerinden bahseden Sayın Topbaş dünya ülkelerinin ciddi bir ekonomik kriz geçirdiği dönemde, Türkiye’nin bu krizden inşaat sektöründeki hareketlilik sebebiyle etkilenmediğini, birçok sektörü peşinden sürükleyen inşaattaki ivmenin ekonomiye hareketlilik sağladığı, bu dönem zarfında Türkiye’nin dünyadaki bu krizi sadece tekstil ve benzeri sektörlerle aşmasının mümkün olmamasından dolayı, bu manada kentsel dönüşüm için yapılan çalışmaların zarureti ve faydalarını ifade etti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile 19 üniversite arasında imzalanan protokoller çerçevesinde Haziran 2006 tarihinden itibaren yürütülmesine başlanan ve "Projem İstanbul" olarak adlandırılan akademik araştırmaların desteklenmesi projelerinin devam ettiğini ve bu kapsamda MMG’nin de yapacağı benzer çalışmaları desteklemeye hazır olduklarını belirten İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, MMG’nin toplumsal değerleri korumak adına gerçekleştirdikleri önemli etkinlikler ile topluma yön verdiğini söyledi. Kendisine sunulan Mimar ve Mühendis dergilerini inceleyen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş MMG Yönetimini Genel Merkezinde ziyaret etmek istediğini belirtti. Söz konusu ziyaret fotoğraf çekiminin ardından sona erdi. ETKİNLİK SEMPOZYUM: KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN SOSYAL BOYUTU gerçeğinin genellikle göz ardı edildiğini düşünüyoruz. Şehircilikle ilgili sağlıklı, içimize sinecek, bu coğrafyanın inanç ve kültür değerlerinin ürünü diyebileceğimiz şehircilik örneklerini Maalesef ortaya koyamadık. Toplumsal barışımıza ve insanımızın huzuruna katkı sağlayacak şehirleri yeni bir idrak ile inşa ve ihya ederken, şehirlerimizi yeni bir medeniyetin taşıyıcıları olarak geleceğe taşımalı, bugün yaptığımız şehirlerle yarınlarımızı belirlediğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız” gibi konular üzerinde durdu. K İTO Başkan Yardımcısı, Murat Kalsın: “MMG’nin rolü önemli” İTO Başkan Yardımcısı, Murat Kalsın da; “Son yılların gündemi olan kentsel dönüşümün öneminden bahisle, yapı stoklarının eski olduğu, depreme uygun olmayan çok yapının bulunduğu, estetikten uzak çarpık yapılaşmanın olması sebebi MMG'nin bu işe gönlünü koymuş bir STK olarak bir fikir ve imar potası olarak gördüğünü belirtti. Konunun sadece teknik değil sosyal boyutunun incelenmesini önemsiyorum” dedi. İstanbul Ticaret Odası (İTO) ile Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG) tarafından ortaklaşa düzenlenen 'Kentsel Dönüşümün Sosyal Boyutu' konulu sempozyum, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın katılımıyla İstanbul Ticaret Odası’nda (İTO) gerçekleştirildi. entsel dönüşümün medeniyet, sosyalleşme ve insan açısından ele alındığı sempozyuma Esenler Belediye Başkanı M. Tevfik Göksu, İTO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Çağlar, İTO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Gökhan Murat Kalsın ile Mimar ve Mühendisler Grubu Başkanı Murat Özdemir 'inde yer aldığı Sempozyuma ilgi oldukça yoğundu. MMG Başkanı Murat Özdemir: “Herkes için huzur beldeleri" Murat Özdemir konuşmasında "MMG olarak şehirlerimizin yapılanmalarını ve 18 Mimar ve Mühendis şehircilik uygulamalarını yakından takip etmeye çalışıyor ve şehirlerimizin insani ölçeklerde, herkes için huzur beldeleri olacak şekilde teşkil edilmelerinin önemini sürekli vurguluyoruz. Mahalleyi ortadan kaldıran, kendi içinde bir dünyası olan, çevresinden izole adeta gettolaşan, isimlerinde Türkçenin kaybolduğu, çok katlı, korunaklı, havuzlu sitelerin, orta ve küçük ölçekli esnafı ortadan kaldıran dev market ve alışveriş merkezlerinin, çocuk, yaşlı ve engellilerin şehir içindeki varlıklarını önemsemeyen, doğayla ve coğrafyayla mücadele eden bir yapılaşma Başkan Topbaş: “Mahalle kültürünü koruyan bir yapılaşmaya ihtiyaç var” Sempozyumun açılışında konuşan Başkan Kadir Topbaş, kentliliğin sosyal bir evrim, şehirlerin de bir yenileşme merkezi olduğunu belirterek, İstanbul’da oluşturulan sitelerin sosyalleşmeyi azalttığını ve insanlar arasındaki uçurumu arttırdığını söyledi. Yaşam alanlarını birbiriyle ilişkili kılmak ve mahalle duygusunu daha çok yaygınlaştırmak zorunda oluğumuzu ifade eden Kadir Topbaş, “İnsanlar sokağa çıktığında aidiyet duygusu gelişiyor. Yönetimleri sorgulayarak ve yönetimlere katılarak semtinin gelişmesine katkıda bulunuyor” dedi. "Bir gerçek var: Dünya nüfusu artmakta. 7 milyar nüfusundan yakın gelecekte 9 milyara gidecek olan bir dünyadan bahsediyoruz. Kentler hızla gelişerek dengeler bozulmaya başladı. Kent yönetiminde karar organları olarak bu dengeleri doğru kurmak ve korumak... Kentler hangi fonksiyonları, işlevleri üstlenecekler, bunların kararını vermediğimiz için, bugün maalesef yöneticilerin kendi siyasi perspektifleri doğrultusunda şehirler gelişti. Her yöneticiye göre yeni, farklı adımlar atıldığını görmekteyiz. Bu da gelecek adına kaygı verici. Kurumsal planlar yapılmalı" dedi. İstanbul’un deprem riski taşıyan bir şehir olduğuna ve sanayileşme sürecindeki yanlışların izlerini taşıdığına dikkat çeken Başkan Topbaş, şöyle konuştu; “Şehrimizde geçmişte maalesef mühendislik hizmetleri almadan sadece barınma ihtiyacını dikkate alan yapılar yapılmış. Bu çarpık yapılaşmayı aşmak için deprem riskini bir şansa dönüştürerek İstanbul’un ranta dönüşmeden yenilenmesini arzu etmekteyiz. Sayın Başbakanımızın ‘TOKİ ve KİPTAŞ kanalıyla Panel 1: MEDENİYETLERİN ŞEHİR ALGISI VE KENTSEL DÖNÜŞÜM Prof. Dr. Ali Osman ÖNCEL - MMG Yönetim Kurulu Üyesi (Oturum Başkanı) Prof. Dr. Korkut TUNA, Tarihte Şehirler ve Dönüşümleri Prof. Dr. Nevin GÜNGÖR ERGAN, Kentsel Dönüşüm Politikası ve Toplumsal Katılım Prof. Dr. Kemal SAYAR, Şehir ve Ruh Sağlığı kār amacı gütmeyen modern yapılar yapınız’ talimatı var. Ancak maalesef dünyada bir rant ihtirası var. Paris’te Eyfel Kulesi’nin yakınındaki gökdelenleri görmezini arzu ederim. İstanbul’daki bu yüksek yapılar konusunda mimar ve mühendisler odası ile sivil toplum kuruluşlarının daha çok fikir beyan etmelerini arzu etmekteyiz.” dedi. Bakan Güllüce: “Türkiye genelinde kentsel dönüşüm sürüyor” Sempozyumda daha sonra söz alan Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce de Marmara depreminde yaşanan acılara dikkat çekerek, İstanbul’daki riskli yapıların, insanların geleceğinden korkmadığı çağdaş yapılara dönüştürmek için kentsel dönüşümün kaçınılmaz olduğunu söyledi. Kentsel dönüşümün sosyal ve insani tarafına pek dikkat edilmediğini kaydeden Güllüce, sadece mühendis ve mimar gözüyle kentsel dönüşümlere Panel 2: KENTSEL DÖNÜŞÜM’DEN SOSYAL DÖNÜŞÜME Avni ÇEBİ - MMG Etik Kurulu Başkanı (Oturum Başkanı) Doç. Dr. Nail YILMAZ, Toplumsal Yapı Belediyeler ve Kentsel dönüşüm Yard. Doç. Dr. Berat FINDIKLI, Metropolde Mekânsal ve Tinsel Ayrışmanın Çoğul Formları Yard. Doç. Dr. Murat ŞENTÜRK, Kentsel Dönüşüm Sosyolojisi Yard. Doç. Dr Aynur CAN, Turgut Cansever Düşüncesinde Şehir Tasavvuru Hasan POSTACI, Kentsel Dönüşümde İnsan Hakları İhlalleri bakılmaması gerektiğini ifade etti. “Bu işin insani yanı, sosyolojisi, psikolojisi, birçok parametresi var. Sadece rakamlarla bakıldığı zaman, bina sayısıyla baktığımız zaman, bu bizi aldatır. Bina sayısını sayıyorsunuz, yüksekliği ölçüyorsunuz, kilometreyi buluyorsunuz, yolun genişliğini ölçüyorsunuz, ama sosyal etkileri çok kolay ölçemiyorsunuz, tartamıyorsunuz, belirleyemiyorsunuz. Bunu ölçemediğiniz için de, kentsel dönüşümün etkilerini baştan iyi tartıp, biçip, konuşmak lazım. Sadece mühendis ve mimarlara bu işi bırakmamak lazım" dedi. Bakan Güllüce, 81 ilde tespitleri yaparak binlerce binanın dönüşümüne başladıklarını hatırlatarak, dönüşümün halkla birlikte yapılmasına özen gösterdiklerini dile getirdi. “Olması gerekenle olabilecek olan bazen örtüşmüyor” diyen Güllüce, İstanbul’un imar sorunun Anadolu’daki göç veren şehirlerin imar ve istihdamından başladığını kaydetti. Panel 3: ŞEHİRLEŞMEDE MEKÂNSAL DÖNÜŞÜMÜN TOPLUMSAL ETKİLERİ Y. Mimar Ali Reyhan ESEN - MMG Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı (Oturum Başkanı) Doç. Dr. Hatice AYATAÇ, Şehirleşmede Mekânsal Dönüşüm Mimar Semih AKŞEKER, Şehir ve Kent Ayrımı Prof. Dr. Abdurrahman GÜNER, Kentsel Dönüşümde Mühendislik Ahlakı Yard. Doç. Dr. Ömer Faruk KÜLTÜR, Şehirlerin Etkisinin İyileştirilmesi (Kentsel Dönüşüm Nasıl Olmalıdır) Ali ÖNER, Mekân İnsan İlişkisinin Sosyo-psikolojik Değerlendirilmesi konulu sunumları gerçekleştirildi. Mayıs - Haziran 2014 19 MİMARLIK İLK İLAN EDİLEN SİT ALANI VE YEŞİL BİNALAR "İbrahim ve İsmail'e: "Tavaf edenler, orada ibadet amacıyla oturanlar, rüku ve secde edenler için Evimi (Kâbe'yi) temizleyin!" diye emretmiştik" (el-Bakara, 2/135). Şüphe yok ki Yüce Allah temizdir, temizliği sever. İkramı boldur, ikramı sever. Cömerttir, cömertliği sever. Artık evlerinizin çevresini temiz tutun.(Et-Tıbbün Nebevi s.216) EMANET EDİLEN TABİATI MUHAFAZA ve İLK SİT ALANI A MEHMET OSMANLIOĞLU MİMAR dem (a.s) dünyaya Allah’ın halifesi olarak gönderildiğinden beri arzın hüsnü muhafazasına dair yüklendiği emanet, onun yaratıcıya kulluğu müteakip en mühim vazifelerinden olmuştur. Müslümanların yediği, içtiği ve giyindikleri kadar içinde yaşadığı çevrenin de temizliğine riayet etmesi onların mühim bir ahlakî sorumluluğudur. Evlerden başlayarak sokaklar, mahalleler, köyler, kasabalar ve şehirler her ölçekte temizliğe riayet edilerek hüsnü muhafaza edilmelidir. İnsanlığa yeryüzünün mescit kılınmasını müjdeleyen peygamberimiz, ona tüm arzı mescit temizliğinde muhafaza ve idame ettirme vazifesini de bir kez daha esaslı bir şekilde hatırlatmaktadır. Allah’ın ayetlerinden olan tabiatı muhafaza; hilkati muhafaza sadedinde anlaşılmalıdır. Tabiattan faydalanılırken onu tahrip etmeden ve sonraki nesillere ulaştırmanın mesuliyetini asla hatırdan çıkarmayan bir anlayış ve idrak içinde bulunmak lâzımdır. Allah (cc) "Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri ve pisliklerden temizlenenleri sever" (el-Bakara, 2/222) buyururken manevî temizliği maddî temizlikten önce zikretmektedir. Bu bize manevî dünyalarındaki tüm kirlenmişliklerden arınma gayreti içinde 20 Mimar ve Mühendis olanların ancak hakikî mânada maddî dünyayı(arzı) temiz tutmak eylemi içine girebileceğini hatırlatmaktadır. Günümüzde havayı, çevreyi, tabiatı ve denizleri kirlettikleri hâlde, çevre ve tabiatı muhafaza havarîleri kesilmiş kapitalist ve emperyalist batı dünyasının ikiyüzlülüğü bunu daha net biçimde ifade etmektedir. Allah kâinatı herşeyin yerli yerinde olduğu bir denge ile yarattı ve muhafazasına insanları memur ederek "Yıldız, bitki ve ağaç secde ederler. Göğü Allah yükseltti ve mizanı (yani dengeyi) O koydu. Sakın bu dengeyi bozmayın" (Rahman, 55/ 6,7) ayetleriyle yol gösterip ikaz etmektedir. Tabiî çevrenin hüsnü muhafazası maksadıyla İbrahim (a.s.) Mekke’yi , Peygamber Efendimiz (sav)’de Medîne ve Taif şehirlerini sit alanı ilan ederek buraları adeta dokunulmaz kılmışlardır. Bu hususta“Allah’ım! İbrahim Mekke’yi haram kıldı (kutsal belde ilan etti). Ben de Medine’nin iki taşlık arasını haram kıldım (kutsal yer/sit alanı ilan ettim). Orada hiç kan akıtılmayacak, savaşmak için silah taşınmayacak, hayvanları gütmek gayesiyle kesilenden başka hiçbir ot ve ağaç kesilmeyecektir. Allah’ım! Medine’mize bereket ver! Allah’ım! Sa’ımıza bereket ver! Allah’ım! Medine’mize bereket (ve bolluk) ver! Allah’ım! Medine’mize bereket ver! Allah’ım! Bir bereketin yanında iki bereket ihsan et! Nefsim kudret elinde olana kasem ederim ki, Medine’nin hiçbir yolu ve geçidi yoktur ki, orasını koruyan iki melek bulunmasın. Oraya varıncaya kadar onu korur-lar...” hadisi dikkat çekicidir.. Yine tabiat ve çevreyi korumayı, ağaç dikimini yaygınlaştırmayı İslâmi ve insanî bir görev olarak va’z eden peygamberimiz;“Kıyâmet kopmaya baş¬ladığında, birinizin elinde bir ağaç fidanı bu¬lunsa, kıyâmet kopmadan onu dikmeye gücü ye¬terse, hemen diksin”[9] hadisiyle eşsiz bir çevre bilincini öğretmektedir. "Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin" (Tirmizî, "Birr", 16) buyurarak merhamet olunmak isteyenlere tüm yeryüzündeki varlıklara merhamet Allah kâinatı herşeyin yerli yerinde olduğu bir denge ile yarattı ve muhafazasına insanları memur ederek "Yıldız, bitki ve ağaç secde ederler. Göğü Allah yükseltti ve mizanı (yani dengeyi) O koydu. Sakın bu dengeyi bozmayın" (Rahman, 55/ 6,7) ayetleriyle yol gösterip ikaz etmektedir. etmelerini tavsiye etmiştir. “O” Bir köpeğe su veren kadının bağışlandığını belirtirken, bir kediye eziyet edip ölümüne sebep olmanın Allah'ın gazabını çektiğini vurgulamıştır. Kendisi bir defasında beş yüz hurma ağacını birden dikmiş (İ Hanbel, 5:354) ve bu konuda şunları söylemiştir: "Bir Müslüman bir ağaç diker de bunun meyvesinden insan, evcil veya vahşi hayvan, veya bir kuş yiyecek olsa, yenen şey diken için bir sadaka hükmüne geçer" (Müslim, "Müsakat", 10) Yeryüzü bana mescid kılındı, onun toprağı temiz ve temizleyicidir," buyuran Hz Peygamber'in Mekke, Medine, Uhud dağı ve başka yerlere, şehir ve tabiata sevgisini dile getirmekte, gök cisimleriyle de ilgilenerek onların doğuş ve batışlarını dua fırsatı olarak değerlendirmiştir. Çevreyi muhafaza hassasiyetinin oldukça yüksek olduğu Osmanlı’da ,Sümbül Efendi yerine vekil olarak Merkez Efendi'yi atar. Ve de, süs isteyen şeyhine kuru bir çiçek getirmesi ve sebep olarak:…İbadet halindeki yeşil çiçekleri ibadetten alıkoymak istemedim, cevabını verir.. Osmanlı topraklarını ziyaret eden Lamartine; - “Osmanlı Müslümanları canlı ve cansız mahlûkatın hepsiyle iyi geçinirler. Ağaçlara, kuşlara, köpeklere, velhasıl Allah’ın yarattığı her şeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başıboş bırakılan veyahut eziyet edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler. Bütün sokaklarda sokak köpekleri için muayyen (belirli) aralıklarla su kovaları sıralanır.” derken, “Moeurs et usages des Turcs“ adlı kaynakta “Osmanlı Devleti’nde kasaplar her gün belirli sayıda kedi ve köpek beslemekle yükümlüdürler... Şam’da hastalanan kedilerle köpeklerin tedavisi için bir hayvan hastanesi mevcuttur.” kayıtlarına rastlanmaktadır. ÇEVRE VE TABİAT KAYNAKLARININ MUHAFAZASI İnsanlığın yeryüzünde gerçekleştirdiği en büyük organizasyon, vücuda getirebildiği en büyük eser şehirdir. Şehri kurarken onun konumu, kültürel arka planını oluşturacak geçmişi, tarihle bağı, yönlendirilmesi, su kaynaklarına mesafesi, manzarası, güneşlenme oranı, silueti, hâkim rüzgârla ilişkisi, büyüklüğü, topoğrafyaya uyumu ve buyurgan bir irade olmadan insanların ihtiyaçlarıyla teşekkülü önemli parametrelerdir. Şehirler inşaa edilirken insanı, tabiatı ve kaynakları tüketmeyen, enerji bağımlılığı asgaride tutulabilecek, fazla atık üretmeMayıs - Haziran 2014 21 MİMARLIK yen, tabîi hayat konforu sağlayan, iklimlendirilmelerinin kolay ve az maliyetli olacak şekilde kurgulanmaları gerekir. Kaynakların kullanımının önemli nispette gerçekleştirildiği binaların, işyerlerinin, evlerin ve giderek büyük ölçekteki mahalle ve şehir tasarımının, çevre dostu ve optimum kaynak kullanımını öngörmesi daha da önem kazanmaktadır. İnsanların kendilerine emanet edilen kaynakları -ne kadar bol olursa olsun- israf etmeden, sürdürülebilir ve yenilenebilir özellikli seçerek, az atık üreten ve geri dönüşümü mümkün kılacak kaynaklara yönelerek kullanmaları, onların geleceğe daha huzur ve güvenle bakmalarını sağlayacaktır. Allah(cc) mutlak dengeyi, tabiatı ve nesli muhafazayı kur’an-ı Kerîm’de “O Allah Göğü yükseltmiştir ve dengeyi koymuştur”(Rahman,7-9), " Gerçekten biz, her şeyi bir ölçüde yaratmışızdır." (Kamer,49), " İnsanların ellerinin işledikleri günahlar sebebiyle, karada ve denizde fesat meydana çıktı ki(Allah)yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırsın, olur ki, belki geri dönerler” (Rum,41), “İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözü senin hoşuna gider. Kalbindekine de (özü sözüne uygun olduğuna) Allah’ı şahid tutar. Halbuki kendisi düşmanların en yamanıdır. (Senden) ayrıldı mı, yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çalışır. Allah ise fesadı sevmez."(Bakara, 204,205) emretmiş ve insanların kendi elleriyle karada ve denizde dengeyi bozduklarından ne denli büyük 22 Mimar ve Mühendis felaketlerle karşı karşıya geldiklerini bildirmektedir. Aynı konuda bir gün Peygamberimiz (sav), sahabîlerden birinin abdest alırken suyu israf ettiğini görür. “Bu israf nedir?” diye sorar. Bunun üzerine sahabî, “Abdestte israf olur mu?” diye karşılık verir. Peygamberimiz: “Evet, akan bir nehrin kenarında bile olsan, normal bir miktarın üzerinde su kullanman israf olur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II) buyurarak kaynak ne kadar bol olursa olsun, ibadet maksadıyla dahi olsa israfın temel yanlışını –ihtiyaçtan fazla kullanmak- olarak ifade etmiştir. ÇEVREYE ZARARLI ETKİ OLUŞTURMAYAN, DAHA AZ ENERJİ KULLANAN (YEŞİL)BİNA YAPILABİLİR Mİ? Binaların kaynak tüketiminde başrolü oynamakta olduğu ve tüketimin önemli bir bölümünün binalarda gerçekleştiği bilinmektedir. Yapılan araştırmalarda, elektriğin yaklaşık yüzde % 60’ı, kullanılan içme suyunun yaklaşık % 15’i binalarda tüketilmekte olup, binalardan kaynaklı sera gazı üretimi ise yaklaşık % 30 oranına ulaşmakta olduğundan, çevre hassasiyeti yüksek toplum kesimleri %30-35 oranında daha az enerji, daha az doğal gaz ve daha az su tüketen, atık maliyetlerini % 50-90 oranında azaltan çevre dostu binaların yapımına ilişkin taleplerini ortaya koymuşlardır. Çevre dostu ya da yeşil binalar yapı sektöründe daha değerli, doğaya saygılı, ekolojik, konforlu ve enerji tüketimini azaltan binalar olarak yeni bir yönelim ve sektör ortaya çıkarmıştır. Bu yapılara özelliğini; yer seçimi, tasarım, inovasyon, binada kullanılan yapı malzemelerinin özellikleri, yapım aşamasında dikkat edilen çevresel hassasiyetler, yapım tekniği, atık malzemelerin yeniden kullanımı konularındaki seçici yaklaşımlar vermektedir. Bu binaların yatırım maliyeti standart yolla inşa edilen yapılardan % 10-20 fazla olmasına rağmen, enerji kullanımında sağlanan tasarruf sayesinde kısa sürede maliyet farklarını tolere edebilecek özelliklere sahiptir. Enerji tasarrufunun ve doğal enerji kaynaklarının kullanımının ön planda tutulduğu bu binalarda, ısıtma ve havalandırmada kullanılan enerji yarı yarıya düşürülebilmekte; bu tür uygulamalar ile enerji tasarrufu, doğayı koruma, yenilebilir enerjinin kullanımı ve konforlu bir yaşam ortamı ve aynı zamanda gelecek için temiz bir çevre bırakma özlemi hedeflenmektedir. Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre insanlar zamanlarının yüzde 90’ını bina içinde geçirmekte olduğundan, sağlık ve dolayısıyla verimlilikle ilgili sorunların büyük bir kısmı hava kalitesi düşük, gün ışığı ve manzarası olmayan ortamlardan kaynaklanmaktadır. İç mekân ortam kalitesinin artırılmasının, çalışanlar üzerinde göstermiş olduğu olumlu etkiler ile verimlerinin ne kadar artırdığını hesaplamak çok zor olmakla birlikte, yapılan bir araştırmaya göre Yeşil Binalarda çalışanların, diğer binalardakilere göre yüzde16 daha az rahatsızlandıkları ve dolayısıyla yüzde 16 daha az iş kaybının olduğu tespit edilmiştir. TEMEL ARA GEOTEK ÇEVRE DEPREM G TEMEL ARAŞTIRMA GEOTEKNİK P ÇEVRE KORUMA DEPREM GÜVENLİĞİ NETİCE İnsanlık bir yandan kendilerine emanet edilen tabiat ve çevreyi hüsnü muhafaza ederken, öte yandan kaynakların optimum kullanılarak israfın engellendiği, enerji bağımlılığının asgariye indirildiği, tabîi malzemeler kullanılarak insanları zararlı etkilerden korunan bir şehir ütopya değildir. Şehirleri dolayısıyla hayatı yaşanılır kılmak ta, bir cehenneme dönüştürmek te elimizde.. İnanmak ve inancın gereği yaşamak. İslâm inancı Bakara 204-205’te tabiatı, çevreyi, kara ve denizleri ve nesli korumayı emrederken israfı yasaklıyor.. Çevre bilincini başka yerde aramaya gerek yok. TEM GE D TEMEL GEOTÇ DEPR EGE YAPI BATI ATAŞEHİR DUMANKAYA RİTİM AĞAOĞLU MYWORLD ATAŞEHİR TEMEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ GEOTEKNİK PROJELER ÇEVRE KORUMA PROJELERİ MADEN VE SU ARAMA PROJELERİ MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR Firmamız yeraltı araştırmaları ile ilgili her PROJELERİ KENTLEŞME VE DEPREM DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ ULAŞIM PROJELERİ türlü problemin çözümünde jeofizik, TAŞ YAPI FİKİRTEPE jeolojik ve geoteknik yöntemlerle zemin NUHOĞLU YEDİTEPE-KADIKÖY TEMELetüdü ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ 1990 yılından ve sondaj projelerinde MADEN VE SU ARAMA AŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ TEMEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLER GEOTEKNİK PROJELER itibaren yüksek teknoloji ile kaliteli hizmete MADEN VE SU KORUMA ARAMA PROJELERİ MÜHENDİSLİKPROJELERİ JEOLOJİ HARİTALAR ÇEVRE MADEN KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ PROJELERİ devam etmektedir. DEPREMtecrübeli GÜVENLİĞİ kadrosuyla PROJELERİ ULAŞIM PROJEL PROJELERİ JEOLOJİ HARİTALAR MÜHENDİSLİK JEOLOJ KORUMA PROJELERİ MÜHENDİSLİK ÇEVRE KORUMA PROJELERİ KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ KENTLEŞME V GÜVENLİĞİ PROJELERİ ULAŞIM DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ PROJELERİ ULAŞIM P KNİK PROJELER GEOTEKNİK PROJELER TEMEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ A VE ZEMİN ETÜDLERİ MADEN VE SU ARAMA TEMEL ARAŞTIRMA VE PROJELERİ GEOTEKNİK PROJELER TEMEL ARAŞTIRMA VEÇEVREZEMİN ETÜDLERİ KORUMA PROJELERİ PROJELER PROJELERİ MADEN VE SU ARAMA PROJELERİ GEOTEKNİK PRO MADEN VE SU ARAMA ÇEVRE KORUMA PROJ DEPREM GÜVENLİĞİ PRO PROJELERİ MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR GEOTEKNİK PROJELER KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ ULAŞIM PROJELERİ MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ İ PROJELERİ ULAŞIM PROJELERİ MEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ ÇEVREPROJELER KORUMA PROJELERİ KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ EOTEKNİK TEMEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ ÇEVRE KORUMA PROJELERİ KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ MADEN VE SU ARAMA DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ DEPREM GÜVENLİĞİ ULAŞIM PROJELERİ ULAŞIM PROJELERİ PROJELERİ GEOTEKNİK PROJELER ÇEVRE KORUMA PROJELERİ L ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ MADEN VE SU ARAMA PROJELERİ MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR PROJELERİ TEKNİK PROJELER MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ ULAŞIM MADEN VE SU ARAMA PROJELERİ PROJELERİ TEMEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ JEOLOJİ HARİTALAR ÇEVRE KORUMA PROJELERİ MÜHENDİSLİK REM GÜVENLİĞİ PROJELERİ KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ GEOTEKNİK PROJELER ULAŞIM PROJELERİ ÇEVRE KORUMA PROJELERİ MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR MADEN VE SU ARAMA PROJELERİ KENTLEŞME VE DEPREM PROJE DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ ULAŞIM PROJELERİ Adres : Bağdat Caddesi No: 384/8 Maltepe - İSTANBUL Tel: 0216 442 19 53 (pbx) Faks : 0216 442 19 55 E-Posta : [email protected] Web-Site : www.ematurkey.com EKŞİOĞLU MİMARLIK MÜHENDİSLİK İNŞAAT VE TİCARET LTD. ŞTİ. DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ İklİm değİşiKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ Her yerde ve elbette Türkiye’de de: Batı’da ve doğu’da kavurucu orman yangınları, Karadeniz’de ve Akdeniz’de ani seller, güneydoğu’da sinsi kuraklık, tüm ülkede azalan yeraltı suları... Bunların hiçbiri birer rastlantı ya da “münferit vaka” değil. İklim değişiyor ve bu, ekmeğimizden suyumuza hayatımızın her yönünü, her anını derinlemesine etkiliyor... Mayıs - Haziran 2014 25 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ TEHLİKENİN FARKINDA MIYIZ? Bilindiği gibi iklim değişikliği aslında 20.yüzyılın ortasından itibaren etkilerini hissettiren ve dolayısıyla dikkatleri çekmeye başlayan bir konu. İklim değişikliğinin tek etkisi yalnızca artan ortalama sıcaklıklar değil. Küresel ısınma aynı zamanda dünyanın birçok bölgesinde çok şiddetli fırtınalara, aşırı yağışlara, sellere ve uzun kuraklıklara yol açıyor. T emel etkiler nedeniyle yeraltı su seviyeleri alçalıyor, buzullar eriyor, deniz seviyesi yükseliyor ve denizlere yakın yerlerde yer altı suları tuzlulaşıyor. Bütün bu değişikliklerin bitkisel üretim ya da yeni deyimiyle gıda güvencesi üzerinde olumsuz etkileri kadar gıda güvenliği üzerinde de çok farklı olumsuz etkileri bulunuyor. Artan ısı, yağışlardaki değişiklikler, daha fazla kuraklık ve son derece büyük hava olayları sonucunda, buzulların erimesi ve deniz seviyesindeki artışın tümü, gelişmekte olan ülkelerin tarımı üzerinde olumsuz etki yaratacak ve gıda arzı dengesini bozacaktır. Tarımsal verim, gelişmekte olan ülkelerin çoğunda düşecektir. Su kaynaklarının ve kalitesinin azalması sonucunda beslenme bozukluklarında da artış olacaktır. Gıda ve Tarım Örgütü tarafından yapılan öngörülere göre 2050 yılında dünya nüfusunun 9.1 milyar olacağı tahmin edilmek26 Mimar ve Mühendis tedir. Artan dünya nüfusunun beslenebilmesi için doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanımı ile 2050 yılına kadar tarımsal üretimi ikiye katlanabilmesi gereği vurgulanmaktadır. Yine Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, 2050 yılına kadar, gelecekteki talebi karşılayabilmek için yıllık küresel buğday üretiminin 1 milyar ton artması, et üretiminin ise 200 milyon artışla 463 milyon tona ulaşması gerekiyor. (Global agriculture towards 2050) İklim değişikliğinin, gıda fiyatlarındaki artış ve kırsal çalışma ve geçinme şartları üzerindeki tehditi sonucunda, gıda üretimi üzerinde olumsuz etkisi olacağı düşünülmektedir. Bu durum açlık sınırında olan %10’luk nüfusun 2050 yılında %20’ye yükselmesine neden olacaktır. Gelişmekte olan ülkeler, kaynaklarının yetersizliği nedeniyle değişikliklere en az adapte ola- bilen ülkelerdir. Afrika ve Güney Asya ile Orta Amerika’nın bir kısmı iklim değişikliklerinden en çok etkilenecek bölgelerdir. Dünya işgücünün geçim kaynağının % 36’sını tarım oluşturmaktadır. Asya ve Afrika gibi nüfusun yoğun olduğu ülkelerde bu oran %40-50 düzeylerinde olmaktadır. (ILO, 2007). İklim Değişimine bağlı olarak; tarımsal üretimin olumsuz etkilenmesi Asya ve Afrika gibi düşük gelir düzeyine sahip olduğu gelişmekte olan ülkelerde, milyonlarca insanın geçim kaynaklarının risk altına girmesine ve gıda Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, 2050 yılına kadar, gelecekteki talebi karşılayabilmek için yıllık küresel buğday üretiminin 1 milyar ton artması, et üretiminin ise 200 milyon artışla 463 milyon tona ulaşması gerekiyor. güvensizliğinin artmasına neden olacaktır. Küresel iklim değişikliğini durdurmak için tarımda da yapılacak şeyler vardır. Endüstriyel tarım küresel ısınmada çok büyük bir paya sahiptir. Yerel üret, yerel tüket anlayışını hâkim kılabilmek için küçük ve orta tarım işletmelerinin yok olmasını önleyecek önlemler alınmalıdır. Bu işletmelerin doğrudan pazarlama veya kooperatif pazarlama sistemleri kurmalarına yardımcı olunmalıdır. Tarımsal desteklemeler küresel şirketlerin hegemonyasını önleyecek tarzda tasarlanmalıdır. İkinci konu ise küresel iklim değişikliğinin orta vadede durdurulamayacağı gerçeği karşısında buna uyum gösterme çabalarının gerekmesidir. Yerel tohumlara önem verme, su hasadı gibi yöntemlerle bunu yapmak mümkün iken 2006 yılında çıkarılan tohum kanunu ile yerel tohumların köylülerce satışına yasak getirildiğini görüyoruz. Hâlbuki bu alanda birçok uluslararası kuruluş ve araştırmacı çok uzun yıllardır agro-ekolojik yöntemlere dayanan tarım sistemi üzerinde yayınlar yapıyor ve ürettiği bilgiyi herkesle paylaşıyor. Mayıs - Haziran 2014 27 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ SUYU YAŞAT Kİ SEN DE YAŞAYASIN Recep Ali Topçu Su insanlığa, tüm canlılara sunulmuş en büyük nimetlerden, rızklardan ve lütuflardan biridir. Tüm insanlığın ortak malıdır. Canlılara verilmiş en büyük hediyedir. Su insana emanettir ve suyun sorumluluğu yine insana yüklenmiştir. E vrenin her karesinde su vardır. Kur’an-ı Kerimde belirtildiği gibi canlı olan, hayat taşıyan her şey sudan yaratılmıştır. Allah’ın (cc) Hayy isminin tecellisinin en güzel görüleceği yer sudur. Su tüm canlıların ortak hammaddesidir. Bir ölçüde hepimiz suyun ete, kemiğe bürünmüş haliyiz diyebiliriz. Dolayısıyla su hayattır, hayatın özüdür. Elementlerin efendisi olarak tanımlanan su’yu hayatımızdan çıkardığımızda geriye hiç bir şey kalmayacaktır. Su yaşamın merkezinde… Doğadan evi, ekmeği, portakalı, diğer içecekleri her şeyi çıkarabilirsiniz, ancak suyu çıkardığınızda hiçbir canlılıktan bahsedilemez. İnsanlar, hayvanlar, ağaçlar susuz yaşayamaz. Varlıklar hiyerarşisinde suyun yeri bambaşkadır. Onu çıkardığınızda geriye bir şey kalmıyor. Dolayısıyla onu israf etmek, hayatı, canlılığı 28 Mimar ve Mühendis israf etmek demektir. Suyla başlayan hayatımız yine suyumuzun çekilmesiyle son buluyor, başka bir boyuta geçiyoruz. Aslında hayatımız iki su parantezi arasında bir süreçtir diyebilir. Suyla gelir, suyla gideriz. Başlangıçta % 100 su iken, cenin haline dönüştüğümüzde bu oran yüzde 85’e, yaşlılığa ilerleyen aşamalarda ise bu oran kademeli olarak azalmakta, sıfıra düşmesiyle birlikte ölüm gerçekleşmektedir. Ölmüş ağaçlar için “suyu çekilmiş” der çiftçiler. Aynen öyle de tüm canlıların suyunun çekilmesi demek ölüm demek. Susuzluk, kuraklık aynı zamanda hayatın kuruması anlamına geliyor. Bir bardak suya mülkümün yarısını veririm… Suyun maddi anlamını şu kısa anekdot bize ne güzel anlatmaktadır. Evliyadan İbn-i Semmak (ra) bir gün Halife Harun Reşid’in (ra) huzuruna girer. Bu esnada Harun Reşid hizmetçilerinden su ister. Bir bardak su getirirler. Tam içmek üzere iken İbn-i Semmak (ra): “Ey Müminlerin Emiri, biraz bekleyin” der. Sonra da: “Eğer bu suyu içmekten alıkonulsaydın onu kaça satın alırdın?” diye sorar. Halife “Mülkümün yarısını verirdim” diye cevap verir. Bunun üzerine İbn-i Semmak “Buyurun için, afiyet olsun” der. Halife suyu içince İbn-i Semmak: “içtiğiniz bu suyun vücudunuzdan çıkmaması halinde, onun dışarı çıkmasını ne ile satın alırdın?” diye sorar. Halife “Mülkümün hepsiyle satın alırdım” diye cevap verir. Bunun üzerine İbn-i Semmak (ra) “ Kıymeti bir içimlik su ve idrar kadar olan bir mülke rağbet etmek uygun olmaz” der. Bu sözler üzerine Harun Reşit (ra) çok ağlamıştır. Acaba bizler içtiğimiz bir bardak suyun değerinin farkında mıyız acaba? Araştırmalar, insanın yalnızca yemek yemeden yaklaşık 40 gün boyunca yaşamını sürdürebileceğini, susuzluğa ise, ancak 4 ila 10 gün dayanabileceğini gösteriyor. Yağmurun yeryüzündeki sadece insanlar için değil tüm canlılar için ne kadar büyük bir rahmet olduğunu elbette biliriz. Bu konudaki bazı çarpıcı veriler şöyledir: •Üzerinde yaklaşık yedi milyon kadar yaprak bulunan bir çınar ağacı tek bir mevsimde 120 ton suyu topraktan çekmektedir. •Bir dönümlük arazideki otlar günde 6 ton su emer. •Ekili bir tarlada 1 kilo buğday yetiştirmesi için 500 kilo suya gereksinim vardır. 10 dönümlük bir tarla ise doğru düzgün mahsul verebilmesi için 5 milyon litre suya ihtiyaç vardır. •Bazı fasulyeler, çiçek açıncaya kadar 6 litre, çiçek açtıktan sonraları ile 5-8 litre su kullanılır. •Bataklık yosununun suya olan ihtiyacı öyle fazladır ki, mesela 150 kiloluk bir adam cüssesine oranla bataklık yosunu kadar su içmek istese, bu saniyede 4 litreye denk gelir. Sıradışı bir element… Hikmetli bir nimet… Uzay araştırmacıları uzaya çıktıklarında ilk baktıkları şey suyun olup olmadığıdır. Su 4 temel elementten biridir. Su ve diğerleri… Hiçbir element suyun eline su dökemez. Suyun pek çok istisnai, mucizevi halleri vardır. Su, doğada eşi benzeri bulunmayan şaşırtıcı özelliklere sahiptir. Suda görünenden öte değerler, hikmetler vardır. Suya 360 derece bakabilmek, suyu ebedi, dini, felsefi, metafizik, tasavvufi, mistik anlamlarıyla yorumlamak, suya hikmet gözüyle bakabilmek, sudaki hikmetleri görebilmek, ona bu gözle bakabilmek, onu anlayabilmek için gereklidir. Sudaki muhteşem sanat karşısında hayrete düşmemek mümkün değildir. Dolayısıyla bu kadar önemli bir elementi tanımamız, anlamamız, anlamlandırmamız önem kazanmaktadır. Gelin birlikte suyun hikmetlerine, derin manalarına bakalım, yağmur üzerinden bir tefekkür penceresi aralayalım, onu anlamaya çalışalım. Yağmur rahmettir, bize, dünyamıza akan hayattır. Su, bizlere daha çok yağmur yoluyla ikram edilmektedir. Eğer yağmur taneleri yeryüzüne inerken fizik kurallarına uysaydı her bir tanesi kurşun gibi inecek ve değdiğini öldürecekti. Yağmur taneleri mermi hızına (568 km/saat) erişmesi gerekirken sadece 8-10 km/ saat hızla iniyor dünyamıza. Bu limitin üstüne çıkmıyor. Daha çok denizlerden buharlaşma yoluyla bulutlara ulaşan su buharları tuzlu/acı olduğu halde orada manevi arıtmadan geçirilerek bize tatlı olarak gönderilmektedir. 1200 ile 10 000 metre yükseklikten inen yağmurdaki diğer bir hikmet ise inişi esnasında sürtünmeden dolayı ısınıp sıcak su olarak inmesi gerektiği halde yine canlıları düşünüyor ve soğuk su olarak iniyor. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, ağaçların üzerine sanki onları okşarcasına iniyor. Dünyaya gelirken karıncaları bile düşünüyor. Onlarında üzerine de şefkatle iniyor. Hiçbir ayırım yapmıyor, hiç kimseyi incitmiyor. Herkesi seviyor Varlıklar hiyerarşisinde suyun yeri bambaşkadır. Onu çıkardığınızda geriye bir şey kalmıyor. Dolayısıyla onu israf etmek, hayatı, canlılığı israf etmek demektir. demek ki… Su, büyük bir şefkat ve merhamet sahibidir. Su rahmettir… Görüldüğü gibi yağmurun miktarından tutun, damlaların düşüş hızına, iniş şekline, kimyasal yapısına ve sıcaklığına kadar yağmurun her şeyinde bir ölçünün olduğu ve yağmur hadisesinin insan merkezli tasarlandığı asrımızdaki ilmi çalışmalar neticesinde anlaşılmıştır. Akılsız bulutlar bize nasıl yağmur verebilir? Acaba yağmur damlalarının kurşun gibi inmesine müsaade etmeyen rahmet sahibi kim? Elbette damlaların kendisi olamaz. Yerçekimi kanunu da olamaz, zira ikisi de bizi tanımaz ve bize acımaz. Bu işi biz de yapmadığımıza göre kim yapıyor? Tüm işaretler bizi hepsinin arkasında bizi seven, bizi bilen yaratıcımız Cenab-ı Allah’ı (cc) gösteriyor. Bize bu kadar şefkat gösteren suyun da ilgi Mayıs - Haziran 2014 29 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Hayata, onun içindekilere, hayatımıza hayat katanlara, çevremizdeki insanlara, ağaçlara, hayvanlara yani bir ölçüde sudan kardeşlerimize su gibi kardeşçe, yumuşakça yaklaşmak, onlara su gibi enerji taşımak, onların gönüllerine akmak ve onların sevgilisi, dostu haline gelebilmek ne güzel değil mi? ve şefkat görmeye hakkı yok mu sizce? Şimdi sıra “sudan ucuz” diyerek itibarsızlaştırdığımız suya ilgi ve şefkat göstererek itibarını iade etmekte. Bu şefkati esirgemeyelim ondan… Suda sevgiyi, muhabbeti, farklılıkların birlikteliğini, hoşgörüyü görmek, onun ardındaki, onu vazifelendiren, yaratan Yaratıcımızın (cc) büyüklüğünü ve sanatını görmek farkındalığımızı arttırıyor, hayatımıza anlam katıyor. Hayata, onun içindekilere, hayatımıza hayat katanlara, çevremizdeki insanlara, ağaçlara, hayvanlara yani bir ölçüde sudan kardeşlerimize su gibi kardeşçe, yumuşakça yaklaşmak, onlara su gibi enerji taşımak, onların gönüllerine akmak ve onların sevgilisi, dostu haline gelebilmek ne güzel değil mi? Yine maddi hayatın koşuşturması içinde göremediğimiz, net resmini çekip görüntü edemediğimiz şeylerden birisi de suyu, olayları, eşyaları mana boyutuyla değerlendirmek. Suyun, maddi yönü kadar manevi yönünü de tanımalıyız diye düşünüyorum. Her şey ancak manasıyla, ruhuyla, içsel değerleriyle birlikte olunca değer kazanır. Elin üstü öpülüyor ancak asıl iş yapan yeri iç kısmı. Kalp ve sevgi medeniyetinin torunlarıyız, temsilcileriyiz. Dikkat etmemiz gereken husus maddi ihtiyaçlarımızı gidermek değil, manevi hayatı, manevi ihtiyaçları ve beslenmeyi ihmal etmemektir. Ruhumuzu, kalbimizi unutmamaktır. İlk önce sevgi, gönül tarlamızın suyu sevgi Sevgi güçlendiriyor. Sevgi tarafları, eşyaları değerli hale getiriyor. Kendi varlıklarımıza, suya yeni bir değer kazandırmak, 30 Mimar ve Mühendis yeniden bir kimlik, yeniden bir anlam yüklemek mümkündür. Ecdadımızın suyla, eşyayla, tabiatla ilişkiler Rabbani şefkat, ilahi şefkat, merhamet eksenlidir. Su, aynen hayat gibi sevince daha güzel. Suyla iletişimimizi geliştirebilir, yeniden inşa edebiliriz. Suyla dost olmak ister misiniz? Su uzattığımız dost elimizi boş çevirmeyecek, muhakkak ses verecektir. İnsan ancak tanıdığını, bildiğini, sevdiğini korur. Gelin ilk önce suyumuzu sevelim, onu bize ikram eden Yaratıcımızı, Cenab-ı Hakkı sevelim. O zaman o bizi daha çok sevecek, lütuflarını, ikramlarını artıracaktır bize. İsrafsız hayat bize emredilmektedir Yememizde, içmemizde israf haram kılınmıştır bizlere. İhtiyaçlarımızı aşırıya kaçmadan, minimum miktardaki su ile karşılamalıyız. Hz. Enes (ra) rivayet ettiğine göre Allah Rasûlü bir sâ' (3,3 litre) ile beş müd (4,15 litre) arasındaki su miktarı ile yıkanırdı; bir müd (0,83 litre) ile de abdest alırdı. Biz kendimize bakalım ve kendimizi sorgulayalım. Evimizde, işimizde, hayatımızın her karesinde tükettiğimiz her şey aynı zamanda su tüketimi demektir. Bir A4 kağıdı 10 litre, bir ceket 400 litre, bir kitap 200 litre su demektir. Fazladan tükettiğimiz, israf ettiğimiz her Suyu anlar, anlamlandırırsak onu ve sudan yaratılmış tüm insanları, canlıları korur, geliştiririz. İnsan bildiğine dosttur, bilmediğine yabancıdır, düşmandır. Suyu tanırsak daha çok seveceğiz. şey su israfı demektir. Tasarruf ettiğimiz her şey su tasarrufu demektir. Tasarruf bilinci bireyde başlar, önce birey tasarruf edecek ki aile tasarruf etsin, aile tasarruf edecek ki ülke tasarruf etsin, ülke tasarruf edecek ki dünya yarar sağlasın. Parolamız 1 kişiyi değiştirebilmek olmalı, çünkü 1 kişiyi değiştirmek aileyi değiştirmek, ailenin değişimi de Türkiye' nin değişimi ve gelişimi demektir... Sürdürülebilir bir yaşam, sürdürülebilir bir dünya için suyu korumak zorundayız. Sorumluluk hepimizin. Sorumluluk duy- gusuna sahip bir insan, her hareketinin muhtemel neticelerini düşünür. Tarihe karşı sorumluluk, tarih şuurunun, çevreye karşı sorumluluk vatan sevgisinin ve vatandaşlık şuurunun ifadesidir. Yaşadığı ülkeyi gerçekten seven insan, onu korumak için azami ölçüde gayret ve dikkat gösterir. Ülkesini, vatanını seven, sorumluluğunun bilincinde olan insan, suyu, toprağı, doğal kaynakları, giyeceklerimizi, yiyeceklerimizi israf etmez, gerektiğinde bu kaynaklara kendisinden daha az sahip canlılarla paylaşır. Yaşarken yaşatma idealini hiçbir zaman unutmaz. Küçük adımlarla hemen başlayalım. Küçük adımlarla başlayalım suyu, toprağımızı sevmeye. Önce israf etmemeye, onu anlamaya, anlamlandırmaya ve onunla ilişkimizi geliştirmeye güzel bir niyet edelim. Büyük sonuçlar küçük uygulamaların sonucudur. Küçük mütevazi adımların bileşkesi muhteşem iş ve hayat sonuçlarına götürür. Bütünün kalitesi bileşenlerin kalitesine bağlıdır. Hayat bütününün kalitesi onu oluşturan detayların kalitesiyle ortaya çıkar. Suyu anlar, anlamlandırırsak onu ve sudan yaratılmış tüm insanları, canlıları korur, geliştiririz. İnsan bildiğine dosttur, bilmediğine yabancıdır, düşmandır. Suyu tanırsak daha çok seveceğiz. Haydi suyumuzu sevmeyle başlayalım işe, sevgi içeren güzel sözler söyleyelim, su içerken bardağı öpen, dudak payına güzel sözler, ayetler yazan ecdadımız gibi biz de onu severek aziz kılalım. Haydi gelin onu sevmeyi, ona kalbimizi, gözlerimizi açmayı birlikte öğrenelim. Gönül mimarlarımız Hz. Mevlana (ks), Yunus Emre gibi büyüklerimizin yaklaşımıyla Yaratanımızdan ötürü suyu ve sudan yaratılmışları sevdiğimizde önce kendimizle, sonra çevremizdekilerle iletişim kalitemiz yükselecek, yaşamımızın kalitesi artacaktır. Umulur ki, sevgiyi seven, nefretten nefret eden insanların yaşadığı böyle bir dünya gelecekte huzur ve kardeşliğin yeşerdiği bir sulh adacığı haline gelir. Su bağı ile birbirine bağlı tüm insanlar, canlılar birbirini sever, bir dağı bölüşemeyen maddeci anlayıştakilere rağmen bir dalı paylaşan sudan kardeşler haline gelir. Sudan kardeşliği büyütürsek, temiz ve duru su damlaları olarak birleşip bir okyanus oluşturabilirsek canlıları birbirinden ayrıştıran hususlar azalacak, kardeşlik duyguları gelişecektir. Suyu yaşat ki, sen de yaşayabilesin. Su gibi duru, su gibi coşkulu ve su gibi aziz olunuz. Mart - Nisan 2014 31 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ VE TÜRKİYE Prof. Dr. Mikdat KADIOĞLU İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Maalesef insanlığın son yüzyıl içinde karada ve suda yaptığı ve hala yapmakta olduğu tahribatın bir sonucu olarak toprak ve su ile birlikte havanın da bileşimi önemli ölçüde bozuldu. Artık hızla artan sanayi ve yerleşim bölgelerinden çıkan sera gazları ile çevre ve atmosfer büyük miktarda kirlenmekte ve küresel ölçekte havanın ısınma eğilimi de giderek artmaktadır. Sonuç olarak, artık insan iklimi, iklim de insanı büyük ölçüde etkiliyor. Bunun neticesinde 3. bin yılda insanlık küresel iklim değişimi problemiyle karşı karşıyadır. 1. Giriş Yaklaşık olarak son 150 yıldır gittikçe artan ve aşırı miktarda tüketilen petrol, kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtları ve arazi örtüsündeki değişimler nedeniyle, büyük miktarda zararlı gaz ve parçacıklar atmosfere salınmaktadır. Bunların sonu olarak, atmosferdeki CO2 ozon (O3)'ü seyrelten kloroflorokarbon (CFC) gazları ve karbondioksit (CO2), metan (CH4) ile diazot monoksit (N2O) gibi sera gazlarının miktarlarında önemli artışlar olmuştur. Bu artışlardan dolayı atmosferde kuvvetlenen sera işlemi de beraberinde günümüzdeki küresel iklim değişimi ve küresel ısınma problemini ortaya çıkartmıştır. Sanayi devriminden önce dünyanın ortalama hava sıcaklığı 15°C idi. Yani yaşama uygun hava sıcaklığını atmosferin sera etkisine borçluyuz. Atmosferin sera etkisi olmasaydı dünyada ortalama hava sıcaklığı -18°C olacaktı. Yani, atmosferin sera etkisi hava sıcaklığını 33°C arttırmıştır. Sanayi devriminden sonra atmosfere salınan sera gazları nedeniyle de dünyanın ortalama hava sıcaklığı 15,6°C ye yükselmiştir. Her ne kadar insanlar hızlı bir iklim değişi32 Mimar ve Mühendis mine kendini uydurabilir ve ondan korunabilir, fakat bitkiler ve hayvanlar bu değişimlere ayak uyduramadığı için insanların besin zincirini de oluşturan tüm ekolojik sistem tehlikededir. Özetle, IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli) tarafından 2030 yılı için yapılan senaryolara göre artacak olan olası iklimsel tehlikeler (uç meteorolojik olaylar) şunlardır: • Sıcak hava dalgaları • Orman yangınları • Tarımsal haşereler • Kuraklık, su kıtlığı ve tarımsal rekoltede düşüşler • Şiddetli yağışlar (ani sel ve şehir sellerinde artış) • Tropikal fırtınaların, yani tayfunlar sayısı ve şiddeti, • Tarım, agro-kültür, hayvancılık, tatlı su depolamasının üzerindeki etkiler, • Sıtma ve malarya gibi hastalıkları taşıyan böceklerin normalde bulundukları bölgeden çıkarak yayılması. Yiyecek gıda ve içecek su kalmadığında diğer bütün sosyo-ekonomik kaygılar anlamsız kalır. Bu nedenle sürdürülebilir gelişme, “gelecek nesillerin ihtiyaçlarından fedakârlık etmemelerini sağlayacak şekilde günümüz ihtiyaçlarının karşılanması, sosyal maliyetler de dikkate alınarak zamanında önlemlerin alınması ve uyum çalışmalarının yapılması” şeklinde temel hedef olarak alınmalıdır. Bu bakış acısı ile günümüzde hükümetler tarafından acil olarak ele alınması gereken kuraklık risk yönetimi geliştirilmeli, çevre kirliliği önlenmeli ve doğal kaynaklar korunmalıdır. 2. Türkiye’ye Olası Etkiler Türkiye, bugüne kadar insan kaynaklı iklim değişikliği ile ilgili çalışmaları küresel ölçekte incelemiş, bunların ülkemiz coğrafyasına etkilerinin değerlendi- hükümetler tarafından acil olarak ele alınması gereken kuraklık risk yönetimi geliştirilmeli, çevre kirliliği önlenmeli ve doğal kaynaklar korunmalıdır. rilmesinde ise yetersiz kalmış. Hâlbuki iklim değişikliği senaryolarının küresel ölçekten bölgesel ölçeğe, iklim modelleri yoluyla indirgenmesi ve sonuçlarının incelenmesi, ülkemizin enerji, tarım ve su kaynakları yönetimi gibi alanlardaki gelecekle ilgili planlamalarını yakından ilgilendirmekte. IPCC iklim değişikliği senaryoları genellikle 2070-2100 yılları arasında, atmosferdeki karbondioksit oranlarının günümüzden en az iki kat ve daha fazla olacağı varsayımından yola çıkar. Kötü senaryolardan biri, SRES A2 olarak adlandırılır. Bu senaryoya göre model sonuçlarından üretilen sıcaklık ve yağıştaki değişimler, bugünün (19611990) ve geleceğin (2070-2100) iklimini temsil eden 30 yıllık periyotların farkının alınmasıyla ortaya çıkar. Önol’un (2007) elde ettiği sonuçlara göre, Türkiye üzerinde, yıllık ortalama sıcaklıktaki artış 2,5-4°C arasında olmakla beraber, özellikle Ege Bölgesi ve Doğu Anadolu’nun önemli bir kısmındaki artış 4°C’ye ulaşmakta. Ege Bölgesi üzerinde yıllık ortalamadaki bu değişimin asıl nedeniyse, yaz aylarındaki Avrupa kaynaklı sıcak hava dalgasının bu bölgemizi de etkilemesidir. Yaz aylarında sıcaklıklarda 6°C’ye varan artışlar beklenmekte (Şekil 1). Ortalama sıcaklıktaki bu düzeyde bir yükselmenin orman yangınlarından hayvan ve bitki çeşitliliğine, oradan insan sağlığına kadar çok çeşitli alanlarda etkilerinin olacağı aşikâr. Sıcaklık artışı ayrıca mevsim geçişlerini de etkileyecek, ülkemiz üzerinde yaz mevsimi ilkbahar ve sonbahar aylarını da kapsayacak şekilde genişleyecek. Yağış açısından önemli değişiklikler yaşanacak. Özellikle kış aylarında, Türkiye’nin Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Mayıs - Haziran 2014 33 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Türkiye yarı kurak bir ülkedir. Ayrıca kuraklık sosyo-ekonomik etkileri, kalıcılığı ve çözüm bulmadaki zorluk nedeniyle dünyadaki en tehlikeli doğal afet olarak kabul edilmektedir. Anadolu’yu da kapsayan güney bölümünde yüzde 20 ila 50 arasında azalıyor (Şekil 2). Verilere göre, bu bölgelerdeki su havzalarımız ciddi tehlike altında. Karadeniz bölgemiz ise aynı oranda olmasa da önemli ölçüde yağış artışıyla karşı karşıya. Rüzgâr patenlerindeki değişimler güney bölgelerimize nem girişini yavaşlatacak ve yağışın azalmasına sebep olacak. Yine yağıştaki değişimin belirgin olduğu sonbahar mevsiminde ise Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun bir kısmını kapsayan bölgede yüzde 50’yi aşan artışlar beklenmekte. Yukarı ve orta Fırat-Dicle havzasını da kapsayan, ülkemizin su-enerji politikaları için çok önemli olan, bu bölgesindeki sonbahar mevsimindeki yağış artışının tek başına değerlendirilmesi yanlış olabilir. Çünkü kış mevsiminden kalan yağış bütçesindeki açık ve gelecekteki sıcaklık artışıyla paralel artacak buharlaşma göz önünde bulundurulduğunda, ortaya pek olumlu bir görüntü çıkmıyor. Türkiye yarı kurak bir ülkedir. Ayrıca kuraklık sosyo-ekonomik etkileri, kalıcılığı ve çözüm bulmadaki zorluk nedeniyle dünyadaki en tehlikeli doğal afet olarak kabul edilmektedir. Kuraklık şehirlerde kullanma suyu kıtlığının yanı sıra, tarımsal ürün ve hidro elektrik üretiminde de büyük düşüşlere yol açabilir. Bu nedenle, su havzalarının ve tarım alanlarının korunması büyük önem arz etmektedir. Ayrıca kuraklık, ülke içinde şehir sınırlarını aşan sular ile beraber ülke sınırlarını aşan sularda da büyük sıkıntılara yol açabilecektir. Ülkemizde kuraklığın şiddetini yakın bir gelecekte bugünkünden çok daha fazla hissedebileceği açıktır. Bu nedenle, suyun artan önemi göz önünde bulundurularak, ilerideki yıllarda, suyun yönetimine, kuraklık planlarına, suyun yeniden kullanımıyla ilgili sistemlerin geliştirilmesi 34 Mimar ve Mühendis Şekil 1. 2100 yılında hava sıcaklıklarında beklenen değişimlerin yersel ve mevsimsel dağılımı 2071-2100 yılları ortalamasının 1961-2000 yılları ortalamasından olabilecek farklar şeklinde gösterilmektedir (Önol, 2007). ve sulama tekniklerinin iyileştirilmesi çabaları yoğunluk kazanmalıdır. Akdeniz havzası genelindeki su kaynaklarıyla ilgili bölgesel değişiklikleri belirlemek üzere, bölgesel çalışmalara gereksinim vardır. Bu nedenle, su kaynakları yatırımlarının ve tesislerin planlanması ve işletilmesinde iklim değişiminin söz konusu etkilerinin de göz önünde bulundurulması zorunludur. Şekil 2. 2100 yılında yağışlarda beklenen değişimlerin yersel ve mevsimsel dağılımı 2071-2100 yılları ortalamasının 1961-2000 yılları ortalamasından olabilecek farklar şeklinde gösterilmektedir (Önol, 2007). Ülkemiz için su, enerji ve tarım açısından da son derece önemlidir. Sulama ve enerji amaçlı ülkemizde çok sayıda su yapısı inşa edilmiş ve edilmektedir. Bu su yapılarının amaçlarına uygun faaliyet gösterebilmesi, ancak yeterli miktarda yağışın düşmesi ile mümkündür. Ülkemiz için su, enerji ve tarım açısından da son derece önemlidir. Sulama ve enerji amaçlı ülkemizde çok sayıda su yapısı inşa edilmiş ve edilmektedir. Bu su yapılarının amaçlarına uygun faaliyet gösterebilmesi, ancak yeterli miktarda yağışın düşmesi ile mümkündür. Buharlaşma, küresel ısınma ile artacak ve ülkemizde daha şiddetli ve uzun süreli kuraklıklar görülecektir. Bu nedenle hem su kaynakları, hem de genelde yağışa bağlı olan kuru tarım ve hidro-elektrik enerji üretimini ciddi bir şekilde etkilenebilecektir. Ayrıca hidrolojik döngüdeki değişimler, sulama ve su sağlama problemlerinin yanı sıra ani sel olaylarında da artışı beraberinde getirebilecektir. 3. Sonuç Özetle, küresel iklim değişiminin ülkemizdeki su kaynaklarına olası kötü etkileri başlıklar halinde şu şekilde özetlenebilir: • Yağışta yazın büyük azalma olacak fakat buharlaşma artabilecek. • Yağışların mevsimsel dağılımı ve şiddeti değişecek. Ani sellerde artışlar beklenmekte. • 1987’den beri zaten ortalamanın altında gerçekleşen kar örtüsü daha da azalabilecek. • Akımları sadece miktarı azalmayacak aynı zamanda pik zamanları da değişecektir. • Kuraklığın sıklığı ve şiddeti artabilecek. • “Su stresi” artacak. Şehir ve ülke sınırlarını aşan nehirlerin kullanımı dâhil birçok uluslararası, ulusal ve yerel su kaynağının paylaşımında problemler çıkabilecek. • Yüksek basınç kuşağının kuzeye kayması ile ülkemizde hâkim olabi- lecek tropikal iklime benzer bir kuru hava, daha sık, uzun süreli kuraklıklara, orman yangınlarına ve tropikal hastalıklarda artışlara neden olabilecek. • Kuş cenneti ve benzeri milli parklar tahrip olup, kuşların göç yolları ve konaklama yerleri değişecek. Sonuç olarak suyun kısıtlı, yağışların bazı bölgeler dışında miktar ve dağılımının düzensiz olduğu, büyük şehirlerde ve tarımsal üretimde suyun kısıtlı bulunduğu, içme, kullanma ve sulama suyu kalitesinin gün geçtikçe artan sanayi ve diğer çevre kirlilikleri neticesinde düştüğü ve küresel ısınma düşünülürse, ülkemizin kuraklığın şiddetini çok yakın bir zamanda bugünkünden çok daha fazla hissedeceği açıkça görülmektedir. KAYNAKLAR Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi http://unfccc.int/2860.php IPCC, 2001: The Global Climate of the 21st Century WG I (Science) Summary for Policy-Makers, Third Assessment Report. Kadıoğlu, M. (Editör), 2001: Kuraklık Kıranı. Güncel Yayıncılık, İstanbul, 128.s. Kadıoğlu, M., 1993: Türkiye'de İklim Değişikliği ve Olası Etkileri. Çevre Koruma, 47, 34-37. Kadıoğlu, M., 1997: Trends in Surface Air Temperature Data Over Turkey. International Journal of Climatology, 17, 511-520. Kadıoğlu, M., 1998: Possible climate changes over Greater Anatolian Project (GAP), Int. Symposium on Water Supply and Tratment 25-26 May, 1998, İstanbul, pp. 65-144. Kadıoğlu, M., 2000: Regional Variability of Seasonal Precipitation in Turkey. Int. Journal of Climatology, 20, 1743-1760. Kadıoğlu, M., 2001: Küresel İklim Değişimi ve Türkiye:Bildiğiniz Havaların Sonu, Güncel Yayıncılık, 3.ü Baskı, İstanbul. Kadıoğlu, M., 2007: 99 Sayfada Küresel İklim Değişimi Söyleşi Serhan Yedig, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Önol, B., 2007: Downscaling climate change scenarios using regional climate model over Eastern Mediterranean. İTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, Haziran 2007, p: 87. Mayıs - Haziran 2014 35 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ KÜRESEL ISINMA: GIDA GÜVENLİĞİNİN TEHDİT UNSURU Dr. Mustafa YILDIZ Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Gıda Tarım Konseyi Başkanı Dünyada ve Türkiye'de 2013-2014 yılında özellikle kış aylarında beklenen yağışların yağmaması sonucu tarımsal üretim önemli ölçüde olumsuz etkilenmiş durumdadır. Bu durum günlük yaşamımızda tüketmekte olduğumuz gıda zinciri içerisindeki tüm maddelerin nitelik ve nicelik olarak azalmasına fakat fiyatlarının artmasına neden olacaktır. Burada daha büyük bir tehlike küresel ısınma ve iklim değişimine bağlı olarak kuraklığın küresel ölçekte sürekli hale gelmesidir. Bunun yaratacağı olumsuz etkilerin azaltılmasına dönük önlemler almak ve çözümler geliştirmek durumundayız. Bunun için bu tehlikeli durumun neden ve sonuç ilişkisini ortaya koymak, gündeme taşımak ve karar verme noktasında olanların dikkatini konuya çekmek, toplum hafızasının oluşmasına katkı yapmak geleceğimiz acısından önem taşımaktadır. B ir sonuç olarak ortaya çıkan kuraklık aslında küresel ısınma ve iklim değişiminin devamıdır. Bu nedenle konunun küresel ölçekte değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım olacaktır. İnsanlık; geleceğini tehdit eden çok boyutlu ve çok taraflı karmaşık bir sorun ile karşı karşıyadır. Ancak geleceğimizi ilgilendiren bu ciddi sorunun yeterince farkında olduğumuz söylenemez. Konu; tüm dünyada bir takım marjinal grupların farklı siyasi amaçlarına kurban edilmektedir. İnsanlığın ortak sorunu olan bu önemli konu marjinal gruplara bırakılacak kadar basit ve naif bir konu değildir. Globalleşen dünyada bir çok sorun küresel kaynaklı olduğu için bu sorunların çözümleri de ülkeler düzeyinde olduğu kadar küresel ölçekte ele alınmalıdır. İnsanlığın 36 Mimar ve Mühendis kendi geleceği ile ilgili kararların alınması için oluşturduğu evrensel kurumların ( FAO, UNİDO,WHO, WMO) bu konuda bilimsel ve uygulanabilir, somut sonuçlar elde edecek aksiyon planları geliştirmeli ve uygulamaya koymalıdır. Dünya da sürdürebilir gıda güvenliği ve buna bağlı olarak sağlıklı bir yaşamın devamı en çok doğal kaynakların korunması, doğru yönetilmesi ile mümkündür. Geleceği kaybetmemek ve gıda güvenliğinin sürdürülebilir olmasını sağlamak için çevre ve iklim değişimlerine daha fazla duyarlı olmak bir insanlık borcudur. Bizim kuraklık veya susuzluk olarak hissettiğimiz durum küresel bir çok etmenin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Bu oluşum zincirleme bir reaksiyon göstermektedir. Küresel Isınma İklim Değişimi Dünyada iklim değişimi nedeniyle ekstrem hava olayları meydana gelmektedir. Dünya nüfusunun sürekli artması ile artan nüfusun gıda güvenliğinin sağlanması ancak bugünkü gıda üretiminden daha fazla üretim yapmakla mümkün olacaktır. Bu nedenle önümüzdeki süreçte gıda üretimi daha önemli fakat zor hale gelecektir. Gıda üretiminin küresel ısınma ve iklim değişiminden olumsuz etkilenmesinin sürdürülebilir canlı yaşamı üzerinde ciddi yaşamsal ve sosyoekonomik etkileri vardır. FAO kaynaklarına göre Dünya nüfusu 7 milyar düzeyindedir ve 1,2 milyarı insan gıda güvenliğinden yoksun durumdadır. Çok yakın bir gelecekte bu korkutucu durum önlem alınmaz ise daha büyük boyutlara ulaşacaktır. Dünyanın bu günkü durumu gıdaya erişim konusunda sürdürülebilir değildir. İklim değişikliğinin gıda güvenliği üzerine etkili olduğu kadar doğrudan canlıların yaşamı ve sağlığı üzerinde de etkili olmaktadır. Bunların en önemlileri; -Bulaşıcı hastalıkların vektörleri- Kuraklık nin dağılımının değişmesi, -Allerjik polenlerin mevsimsel türlerinin değişmesi, -Sıtma, Akdeniz humması, kolera, ishal, -Enfeksiyon hastalıklarının artması, -Akut ve Kronik hastalıklarda artış, -Yüksek sıcaklık ve radyasyona bağlı hastalıkların artması. Hızla artan fosil yakıt kullanımı ve çevre tahribatı atmosferin bileşimini değiştirmektedir. Buna bağlı olarak büyük oranda kirlenen atmosferin ısınma eğilimi gittikçe artmaktadır. İnsanların iklim değişimine entegre diğer canlılara göre daha hızlı olmaktadır. Fakat bitkiler ve hayvanlar bu değişimlere uyum sağlayamamaktadır. Bunun sonucunda insanlığın gıda zincirini oluşturan eko sistem tehlikeye girmektedir ( FABBRI, 2003). Türkiye yarı kurak iklim kuşağında bir ülkedir ve kuraklık Türkiye de artık iklimin doğal bir parçası haline gelmiştir. Türkiye’de en tehlikeli doğal afetlerden biri olmasına karşın çok az bilinmektedir. Gelip gecen bir doğa olayı Gıda Güvenliği yok Dünyada iklim değişimi nedeniyle ekstrem hava olayları meydana gelmektedir. Dünya nüfusunun sürekli artması ile artan nüfusun gıda güvenliğinin sağlanması ancak bugünkü gıda üretiminden daha fazla üretim yapmakla mümkün olacaktır. olarak algılanmaktadır. Küresel İklim Değişiminin Belirtileri ( Fabbri, 2003; Kadıoğlu, 2008) Kurak olan bölgelerin daha kurak hale gelmesi, • Yağış rejiminin değişmesi, • Mevsimlerin kayması ve sıra dışı doğa olayların artması, • Yağmurların büyük kısmının sağanak şeklinde yağması, • Buzulların erimesi, • Deniz su seviyesinin yükselmesi • Orman yangınlarında artış olması, • Sıcaklıkların artması, fırtına, sel gibi olayların sıkılığı ve şiddetinin artması, • Tarımsal üretimde verimlilik ve kalite kayıplarının artması, • Hastalık ve zararlıların çoğalması. Türkiye’ de tarım önemli su kullanıcısı olmasına karşın; genel su kaynaklarının sınırlı olması, sulama projelerinin yetersizliği ve yanlış su kullanımı gibi nedenler tarımsal üretimin istenilen hedeflere ulaşmasını engellemiştir. Türkiye’nin kullanılabilir su potansiyeli 112 milyar m3/yıl. Bunun sadece 42 milyar m3/yıl olan kısmını kullanıyoruz. Kullandığımız suyun 29,6 milyar m3/yıl tarımda kullanılmakta, 6,2 milyar m3/yıl içme ve kullanma suyu olarak tüketilmektedir. Ülkemiz 28 milyon hektar alanda tarım yapmaktadır. Bunun 16.7 milyon hektar sulamaya elverişli olmasına karşın sadece 5 milyon hektarı sulanabilmektedir. Bu oran ekilebilir tarım alanlarımızın % 20 oluşturmaktadır ( Mayıs - Haziran 2014 37 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Küresel ısınma ve iklim değişiminin etkilerini azaltmanın, değişime uyum sağlayacak tedbirlerin alınması kadar bu değişimi meydana getiren nedenleri ortadan kaldırmakta gereklidir. Ülke bazında kısa ve orta vade eylem planları geliştirilirken küresel ölçekte insanlığın ortak kurumları kuraklığı ve iklim değişimini önlemek için harekete geçirilmelidir. DELAL, 2012; DSİ, 2012). Kalan tarım yapılabilir alanların %80 nin de kuru tarım yapılmaktadır. Bu göstermektedir ki Türkiye tarımının çok büyük bir kısmını doğal koşullara acık tarım uygulamaları ile yapmaktadır. Bu durum; büyük bir verimsizlik ve kalite kaybına neden olmaktadır. Bilimsel çalışmalar kuru ve sulu tarım uygulamalarında verimliliğin 1/6 oranında olduğunu göstermektedir. Sulu tarım kuru tarıma göre altı kat daha verimli olduğu anlamına gelmektedir. Bu sonuç göstermektedir ki tarımsal üretimde kalite ve verimliliğin artırılması, diğer tarımsal girdilerin etkinliğinin sağlanmasında su en önemli faktördür. Türkiye sulamaya uygun tarımsal alanlarını etkin ve verimli bir model ile sulu tarıma uygun hale getirdiğinde bugünkü tarımsal üretimini 4 katına çıkaracak bir potansiyele sahiptir. Görüldüğü gibi tarımsal üretimde verimliliğin arttırılması ve sürdürülebilir olması su ile birebir korelasyon göstermektedir. Kuru tarımda birim alandan alınan ürünün verimliliği düşük kalite olarak zayıf ürün anlamına gelmektedir. Türkiye çok yakın bir zamanda (2007 yılında) tarım sektöründe kuraklığa bağlı olarak %7 küçülme yaşamıştır. 2014 yılında buna yakın bir küçülmenin hububat, fındık, yağlı tohumlar ve zeytine kadar tüm tarım ürünlerini kapsayan geniş bir yelpazede olacağı tahmin edilmektedir. Küresel ısınma ve iklim değişiminin etkilerini azaltmanın, değişime uyum sağlayacak tedbirlerin alınması kadar 38 Mimar ve Mühendis bu değişimi meydana getiren nedenleri ortadan kaldırmakta gereklidir. Ülke bazında kısa ve orta vade eylem planları geliştirilirken küresel ölçekte insanlığın ortak kurumları kuraklığı ve iklim değişimini önlemek için harekete geçirilmelidir. Türkiye özelinde alınacak önlemleri, coğrafi avantajları ve dezavantajları dikkate alarak orta ve uzun vadeli önlemleri şöyle sıralanabilir ( KADIOĞLU, 2008; DALAL, 2012) -Türkiye bütün kurumlarının katılımı ile bu konuda risk analizi yapmalı ve eylem planı hazırlamalıdır. -Eylem planı tüm iletişim kanalları kullanılarak kamuoyuna anlatılmalı ve destek alınmalıdır. -Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim düzeyinde eğitim programlarına iklim değişimi ve kuraklık nedenlerini ve sonuçlarını içeren ders programları koymalıdır. -Su kaynaklarını etkin kullanım için gerekli yatırımlar süratle devreye alınmalıdır. -Sulamada etkinliğin artırılması için arazi koşullarına bağlı olarak sulama modeli geliştirilmelidir. -Kuraklığa dayanıklı yeni tohum çeşitlerinin geliştirilmesi için Ar-Ge çalışmaları yapılmalıdır. -Şehirleşme ve çevre yeni bir anlayışla ele alınmalıdır. -Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılmalıdır. -Tarımsal ürünler yakıt olarak kullanılmamalıdır. -Kuraklık, erken uyarı izleme altyapısı kurulmalıdır. Sonuç olarak küresel ölçekte karşılaşılan en büyük sorunlardan birisi olan küresel ısınma ve iklim değişimine bağlı olarak gelişen kuraklık doğal çevre, kent yaşamı, ekonomi, teknoloji, tarım, gıda, temiz su ve sağlık olmak üzere hayatımızın her aşamasını etkilemektedir. Bu nedenle İklim değişikliği geleceğin değil, bu günün sorunudur. Acilen önlem alınmalıdır. Çünkü insanlık için yiyecek gıda ve içecek su kalmadığı durumda diğer bütün sosyoekonomik kaygılar anlamsız hale gelmektedir. İnsanlık için Gıda zaman ve mekan ötesi bir olgudur. İnsanlık var oldukça önemi artarak devam edecektir. KAYNAKLAR 1. KADIOĞLU,M: 2008;Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye. Günümüzden 2100 yılına İklim Değişimi. S, 27-46 2. DELAL. İ: 2012; İklim Değişikliği ve Tarım. TMMO Ziraat Müh. Odası. 3. DSİ ( Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü): 2012; Tarımda Sulamanın Önemi. 4. FABBARI, M: 2003; İklim Değişiklikleri : Tehlikede Olan Nedir. Mayıs - Haziran 2014 39 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ KÜRESEL ISINMA, GIDA İHTİYACI VE BUĞDAY ÖRNEĞİ Doç. Dr. Burhan KARA Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü Fosil yakıtları, sanayi, ulaştırma, arazi kullanım değişikliği, katı atık yönetimi, hatalı tarımsal uygulamalar, mera ve orman alanlarının azalması nedeniyle atmosferde başta CO2 olmak üzere, diğer sera gazları (metan-CH4, azot oksit-N2O ve flora clora karbonlar-CFC5, vb.) oranının artması sonucu tutulan uzun dalga boylu ışınlar, yüzey sıcaklıklarını artırmaktadır, sıcaklıklarda meydana gelen bu yükselmeye küresel ısınma denilmektedir. 2 0. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilimsel çevrelerde dünya ikliminin yavaş yavaş değiştiği, bu değişmenin kara ve deniz yüzeylerindeki ortalama sıcaklığı artırdığı ve bazı bölgelerde ortalama yağış miktarı azalırken, bazılarında arttığı, buzulların eridiği ve deniz seviyesinin yükselmesi şeklinde kendini göstermektedir (IPCC, 2007). Küresel ısınmaya bağlı olarak yeryüzünün bazı bölgelerinde meteorolojik veriler uzun yıllar otalamalarından farklılık göstermeye başlamıştır ve değişim devam etmektedir. Bu farklılık; genel olarak sıcak günlerin sayısının artacağı, soğuk günlerin sayısının azalacağı, dünyanın pek çok yerinde artan neme bağlı olarak şiddetli yağışların ve fırtınaların daha sık görüleceği, uzun ve sıcak geçecek olan yazların şiddetli kuraklıkları da beraberinde getireceği, kış aylarının daha ılık geçeceği, kar yağışının azalacağı, çölleşme ve iklime bağlı felaketlerin daha güçlü ve sık yaşanacağı şeklinde kendini göstereceği öngörülmektedir (IPCC, 2001). Hükümetler arası iklim değişiklikleri panelinin (IPCC, 2007) Dördüncü Değerlendirme Raporuna göre, ortalama yüzey sıcaklığı, 1906-2005 döneminde 0.74 °C artmıştır. 1901- 40 Mimar ve Mühendis 2005 döneminde Amerika’nın doğu bölgelerinde, Avrupa’nın kuzeyi ve Asya’nın kuzeyi ile iç kesimlerinde yağışlarda önemli artışlar, Akdeniz havzası, Afrika’nın orta ve güneyi ile Asya’nın güneyinde bazı kesimlerde önemli azalmalar belirlenmiştir. Son elli yılda ekstrem sıcaklıklarda yaygın ölçekli değişiklikler yaşanmış, atmosferik su buharında gözlenen artış ve ısınma ile tutarlı olarak kuvvetli yağış olaylarının sıklıklarında artış saptanmıştır (Demir ve ark., 2008). Çeşitli matematiksel iklim modellerinin sonuçlarına göre, iklimde başlayan değişikliklerin gelecekte de süreceğini göstermektedir. Sanayileşme, fosil yakıtlarının giderek artması, mera ve orman alanlarının azalması, tarım alanlarının imara açılması vb. küresel ısınmayı tetikleyen, CO2 ve çeşitli zararlı gazların salınımını artıran etkinliklerinin devam etmesi hâlinde iklim değişikliklerinin yaşanacağı kaçınılmazdır. Hükümetler arası iklim değişiklikleri panelinin (IPCC) 2001 yılı raporuna göre atmosfere salınan sera gazları (CO, CH, CFCs, N ve O) sonucunda önümüzdeki yüz yıl içerisinde sıcaklıkların 1.4 ile 5.8 0C arasında artış göstereceği belirtilmiştir. Aynı raporda ortaya atılan senaryolara göre, küresel sıcaklıkta 2100 yılına kadar ortalama 1. 0C ile 3.5 0C’lik bir artışı olacağı bildirilmiştir. Türkiye farklı topoğrafik yapısı nedeniyle, küresel ısınmaya bağlı olarak, görülebilecek bir iklim değişikliğinden Son elli yılda ekstrem sıcaklıklarda yaygın ölçekli değişiklikler yaşanmış, atmosferik su buharında gözlenen artış ve ısınma ile tutarlı olarak kuvvetli yağış olaylarının sıklıklarında artış saptanmıştır en fazla etkilenecek ülkeler arasındadır (Öztürk, 2002). Ülkemizde Orta Anadolu, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir kısmı, Akdeniz ve Ege bölgelerinin iç kesimleri aldıkları yıllık yağış miktarı bakımından yarı kurak bölgelerdir. İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde de ortalama sıcaklığın yükselmesiyle kar yağışlarının azalacağı bu bölgelerde daha büyük bir su sıkıntısının yaşanacağı tahmin edilmektedir. Kar yağışının azalması sonucu, ilkbahar yağışları uzun yıllar ortalaması düzeyinde yağsa bile toprağın su muhtevası yeterli seviyeye ulaşamayacaktır ve bitkiler kuraklık stresi çekecektir. Gelecekte su sorununun ve toprakta bulunan tuz miktarının artması sonucunda İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’nun daha kurak hale gelerek çölleşeceği öngörülmektedir (Türkeş, 1998; Öztürk, 2002). Büyük oranda doğal ekolojik koşullara bağlı olarak yapılan tarımsal üretim; kuraklık, şiddetli yağışlar, dolu, don, çoraklık, tuzluluk, zararlılar, hastalıklar, yangın gibi çevre faktörlerin biri veya birkaçından her yıl sıkça olumsuz etkilenmektedir. Küresel ısınma ile değişen iklim yapısı ve doğal dengenin bozulması, söz konusu risklerin şiddetini daha da artırmaktadır. Özellikle kuraklık; tarımsal üretimin en tehlikeli ve en büyük afetidir (Öztürk, 2002). Dünya üzerindeki kullanılabilir tarım alanları, kendilerini etkileyen stres faktörlerine göre sınıflandırıldıklaMayıs - Haziran 2014 41 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Hızla artan dünya nüfusuna paralel olarak gıda ihtiyacı da hızla artmaktadır. Küresel ısınma ve buna bağlı olarak baş gösteren/ gösterecek kuraklık gıda ihtiyacının karşılanabilmesi yeni yüzyılın en büyük sorunu olacaktır. Bunun yanı sıra ekilebilir tarım alanlarının hızla azalması tarımsal üretimi dolayısıyla gıda ihtiyacına olan talebi daha da yükseltecektir. rında kuraklık %26’lık payla en büyük paya sahiptir (Kalefetoğlu ve Ekmekçi, 2005). Ülkemizde, kullanılan su miktarı da kişi başına düşen su miktarı 575 m3’tür. Dünya ortalamasıyla karşılaştırıldığında ülkemizin, genel olarak bilinenin aksine, sınırlı su kaynaklarına sahip ülkeler arasındadır (Türkeş, 1999). Ülkemiz farklı coğrafi koşularından dolayı iklim değişikliğinin neden olacağı kuraklık, bitkilerde verim azalması, erken uyanma, vejetasyon süresinde kısalma, ekim zamanında değişiklik, vejetasyonda değişme, yazlık bitkilerin kışlık ekim şansı ve taşıdığı riskler, su kaynaklarında azalma, kısa süreli şiddetli yağışlar, kar yağışının azalması ve don tehlikesi, bitkilerin artan su isteği, su baskınları, tuzluluk, çoraklık, erozyon, buharlaşma, topraktaki kullanılabilir suyun miktarında ve su kaynaklarının depolanmasında azalma gibi riskler, bölgelere göre etkisi değişmekle birlikte tarımsal üretimi önemli ölçüde azaltacağı birçok araştırmacı tarafından öngörülmektedir (Türkeş, 1998; Türkeş, 1999; Öztürk, 2002; Kara ve ark., 2014). Ilık geçen kış mevsimlerinde badem, kaysı, erik, kiraz vb. gibi bazı bitkilerde erken çiçeklenme olasılığından dolayı bazı 42 Mimar ve Mühendis yıllarda bu bitkilerin son donlardan zarar görmesine neden olacaktır. Ayrıca vernalizasyon ihtiyacı uzun süren ve daha düşük sıcaklık isteyen bitkiler bu ihtiyacını karşılayamama durumu ortaya çıkabilir. Bu bitkilerin tohum ve meyve tutumu olumsuz etkilenecektir. Dolayısıyla verimde azalma ve kalitede düşme ortaya çıkabilecektir. Hızla artan dünya nüfusuna paralel olarak gıda ihtiyacı da hızla artmaktadır. Küresel ısınma ve buna bağlı olarak baş gösteren/gösterecek kuraklık gıda ihtiyacının karşılanabilmesi yeni yüzyılın en büyük sorunu olacaktır. Bunun yanı sıra ekilebilir tarım alanlarının hızla azalması tarımsal üretimi dolayısıyla gıda ihtiyacına olan talebi daha da yükseltecektir. Birleşmiş Milletler dünya nüfusunun 2050 yılında 11.3 milyara ulaşacağı ve artan nüfusu beslemek için mevcut gıda miktarının yüzde 70 oranında artması gerektiğini rapor etmiştir (DaMatta ve ark., 2009; UN 2009). Benzer şekilde Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) raporuna göre, hızla artan dünya nüfusunu beslemek için bugünkünden çok daha fazla gıda kaynağına ihtiyaç duyulacaktır. Dünya gıda örgütünün raporlarına göre ise günümüzde dünya nüfusunun 1 milyardan fazlasının açlık sınırında olduğu bu rakamın giderek arttığı bildirilmiştir. Yapılan bir araştırmada dünyada tarım üretiminin 2030 yılına kadar çeşitli nedenlerle her yıl %1.5 oranında azalabileceği de ortaya konulmuştur (FAO, 2003; Munir ve ark., 2010). Buna bağlı olarak gıda temin etmede güçlükler çekilmekte ve gıda fiyatları hızla yükselmektedir. Dünya Bankası verilerine göre dünya nominal gıda fiyat indeksi; 1990-2005 yılları arasında yaklaşık ortalama 100 değerinde iken 2006-2010 yılları arasında ise yaklaşık 150 değerine ulaşmıştır. 2011 yılı verilerine göre ise dünya gıda fiyat indeksi 200 değerini geçmiştir (Erbaş ve Arslan, 2012; FAO 2011). Küresel ısınma ya bağlı olarak azalacak verim ve artacak gıda ihtiyacını karşılamak için sentetik gıdalara, aşırı gübrelenmiş ve ilaçlanmış, olumsuz koşullarda depolanmış hatta son kullanma zamanı geçmiş düşük kaliteli ürünlerin tüketimi özellikle gelir düzeyi düşük olan insanlar tarafından artacaktır. Aynı şekilde bitkisel gıdaların temininde görülecek güçlükler kadar hayvansal yem miktarındaki temininde karşılaşılacaktır. Dolayısıyla hayvansal gıdaların elde edilmesinde güçlükler yaşanacak bu durum gıda güvenliği, beslenme ve sağlık sorunlarına yol açacaktır Küresel ısınmaya bağlı olarak kuraklık ve don zararından en fazla geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin temel gıda besin maddeleri olan tahıllar (buğday, çeltik, mısır), yemeklik baklagiller ve yağ bitkileri vb. gibi doğal yağışlara bağlı olarak yetiştirilen tüm bitkiler olumsuz etkilenecek, verim ve kalite önemli ölçüde düşecektir. Ülkemizde temel gıda besin maddesi olan buğday tarımı %75 oranında doğal yağışlara bağlı olarak (sulanmadan) yetiştirilmektedir. Benzer şekilde yemeklik baklagiller (nohut, mercimek) ayçiçeği, aspir gibi yağ bitkileri tarımı büyük oranda doğal yağışlara bağlıdır. Ülkemizde günlük kalori ihtiyacının %50’ sinden fazlasının karşılandığı buğdayın yıllık otalama üretimi, yıllara göre değişmekle birlikte 19.0 ile 22.0 milyon ton arasında değişmektedir. 2006 ile 2008 yılları arasında görülen kısmi bir kuraklıkta üretim 17.7 milyon tona kadar düşmüştür. Bu küçük düşüş bile halk arasında gıda ihtiyacı bakımından tereddütlere yol açmıştır. Bunun yanında en az küresel ısınma kadar tehlikeli olan arazilerin imara açılarak tarım alanlarının azalması (TÜİK verilerine göre 1970 ve 2005 yılları arasında 9.2 ile 9.6 milyon ha arasında değişen buğday ekim alanı, 2005’den sonra düşmeye başlamış ve 2013 yılında 7.77 milyon hektara kadar düşmüştür) gelecekte gıda ihtiyacının karşılanmasında sorunlar oluşturacaktır. Fotosentez yapan yeşil bitkiler azalacağı için karbondioksit oranı artacaktır. Ayrıca tarım alanları üzerine açılan yeni yerleşim alanları üzerinde yaşam için gerekli olan barınma, beslenme, ısınma, ulaştırma, yol yapımı vb. gibi faaliyetlerden dolayı kömür ve petrol ürünlerinin emisyonları nedeniyle atmosferin alt tabakasının ısınmasına neden olmaktadır. Bu sebepten dolayı özellikle yaşam faaliyetlerinin olduğu büyük yerleşim alanlarında kış aylarında kar yağışı daha az olmakta ve yağış genellikle yağmur şeklinde düşmektedir. Yağan kar ise erken erimektedir. Türkiye’de yılda kişi başına ortalama 225 kg buğday tüketilmektedir (Süzer, 2013). Türkiye nüfusu 2012 yılında 75.627 384 olarak sayılmıştır. Her yıl (75.627 384 x 225 kg/yıl=17.01 milyon ton/yıl) 17.01 milyon ton buğdaya ihtiyaç vardır. Ülkemizde her yıl yaklaşık 8 milyon ha’lık buğday ekim alanına dekara 20 kg tohum ekilmektedir (8 milyon ha x 20 kg/da=1.6 milyon ton/yıl) 1.6 milyon ton tohumluk gerekmektedir. Her yıl hasat, harman, depolamada ve taşınma sırasındaki oluşan kayıplar % 3 olduğu bildirilmektedir (Süzer, 2013). Bu her yıl 0.6 milyon ton buğday kaybı anlamına gelmektedir. Sonuç olarak her yıl, 17.01 milyon ton tüketim + 1.6 milyon ton tohumluk + 0.6 milyon ton hasat, harman kayıpları = 19.21 milyon ton buğdaya ihtiyaç vardır. Ülkemizde 2013 yılı yılında ülke tarihinde rekor kırılarak 22.05 milyon ton buğday üretilmiştir. Ancak kuraklığa ve ekim alanlarındaki azalışa bağlı buğday üretiminin düşeceği kuvvetli muhtemeldir. Hızla artan nüfus oranının yanı sıra her yıl ülkemize gelen milyonlarca turist sayısı da düşünülürse, gelecekte buğday ihtiyacının karşılanmasında güçlükler çekileceği düşünülmektedir. Sonuç olarak; küresel ısınma canlı yaşamı üzerinde özellikle kuraklık tehlikesi olarak etkisini göstermeye başlamıştır. Çeşitli matematiksel iklim modelleri, iklimde başlayan değişikliklerin gelecekte de süreceğini göstermektedir. Bunun birçok olumsuz etkisi olmakla birlikte en önemli sonucu bitkisel ve hayvansal gıdaların azalması ve sağlıklı gıda temininde zorluklar olarak ortaya çıkacaktır. Özellikle tatlı su kaynaklarının azalması, tarımsal üretimde önemli ölçüde Mayıs - Haziran 2014 43 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ KAYNAKLAR Küresel ısınmaya bağlı olarak kuraklık ve don zararından en fazla geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin temel gıda besin maddeleri olan tahıllar (buğday, çeltik, mısır), yemeklik baklagiller ve yağ bitkileri vb. gibi doğal yağışlara bağlı olarak yetiştirilen tüm bitkiler olumsuz etkilenecek, verim ve kalite önemli ölçüde düşecektir. verim ve kalitenin düşmesine neden olacaktır. Artan dünya nüfusu ve azalan tarım alanları buna bağlı olarak tarımsal üretimin düşmesi ve gıda ihtiyacının karşılanmaması, gelecekte gıda ve su savaşlarının çıkması, büyük göç dalgalarının olması ve bir insanlık felaketinin yaşanacağı endişesini doğurmaktadır. Küresel ısınma ve gıda ihtiyacına karşı alınabilecek önlemler 1- Tarım alanlarının azaldığı ve su kaynaklarının giderek tükendiği gerçeği göz önüne alınırsa gelecekte en önemli sorunların başında gıda temini gelecektir. Bu sorunun en önemli çözüm yolu birim alan verimini artırmaktır. Bunun için kaliteli tohumluğun yanı sıra sulama, gübreleme, ilaçlama, toprak işleme gibi kültürel uygulamalarda israfın önlenmesi, tarım teknolojilerinden yararlanılması ve tarım yapılabilir arazilerin verimli kullanılması zorunluluktur. 2- Yukarıda da belirtildiği gibi gelecekte gıda temini bakımından en az küresel ısınma kadar tehlike arz eden durum tarım alanlarının azalmasıdır. Bu durumun önlenmesi, özellikle tarımsal arazilerin imara açılmasının önüne geçilmesi ve bunun yasalarla kontrol altına alın44 Mimar ve Mühendis ması çalışmaları acilen başlatılmalıdır. TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2000’li yıllarda toplam ekilebilir alan 27-28 milyon hektar iken, 2013 yılında 24,1 milyon hektara düşmüştür. 3- Alternatif enerji kaynakları üreterek, küresel ısınmayı tetikleyen fosil yakıtların tüketimi düşürülmeli, orman ve meralar korunmalı, sanayi alanlarında kontroller artırılarak zararlı gaz salınımı azaltılmalıdır. 4- Doğa ve doğal kaynaklar tasarruflu kullanılmalıdır. 5- İnsanlık sadece kendini değil, başkasını ve geleceği de düşünmeli, küresel ısınmanın meydana gelmesinde en büyük neden (% 90) insandır. 6- "Dünya bize atalarımızdan miras değil, gelecek neslin emanetidir." (Anonim) düşüncesi benimsenmeli ve her birey üzerine düşeni yapmalıdır. 7- Su hayattır. Yaşamın her aşamasında su tasarruflu kullanılmalı. Özellikle tarımsal sulamada vahşi sulamadan vazgeçilerek damlama sulama ve diğer tasarruflu sulama yöntem ve metotları kullanılmalıdır. Atık sular arındırılarak beslenme ve tarım dışındaki alanlarda (sanayi, oto yıkama vb.) değerlendirilmelidir. DaMatta, F.M, Grandis, A, Arenque, B.C. Buckeridge, M.S., 2009. Impacts of climate changes on crop physiology and food quality. Food Res. International, 43:1814-1823. Demir, İ., Kılıç, G., Coşkun, M., 2008. Bölgesel iklim modeli ile Türkiye için iklim öngörüleri. HadAMP3 SRES A2 Senaryosu, IV. Atmosfer Bilimleri Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, 365-373. Erbaş, M., Arslan, S., 2012. Açlığın önlenmesi ve gıda güvencesinin sağlanması. Gıda Mühendisliği Dergisi, Sayı: 36, s:50-59. FAO, 2003. World Agriculture: An food and agricultural organization perspective. Available: http://www.fao.org/ DOCREP/005/ Y4252E/y4252e00.htm. FAO, 2011. World Food Situation: FAO Food Price Index. Available: http://www.fao.org/ worldfoodsituation/wfs-home/foodpricesindex/en/. IPCC, 2001. Birleşmiş Milletler Hükûmetler Arası İklim Değişikliği Paneli İklim Değişikliği Özel İhtisas Komisyonu Raporu. www.ekutup. dpt.gov.tr/cevre/oik548.pdf IPCC, 2007. Climate Change. The Physical Science Basis Summary for Policymakers Contribution of Working Group I to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate, Paris, France. Kalefetoğlu, T., Ekmekçi, Y., 2005. The effect of drought on plants and tolerance mechanisms. G. U. J. of Sci., 18(4): 723-740. Kara, B., Karadoğan, T., Kara, N., 2014. İklim değişikliği ve tarımda iklimsel riskler. Harman Time Dergisi, Nisan 2014, Yıl: 2, Sayı: 14, S: 80-90. Munir, A., Hanjra, M.A., Qureshi, M.E., 2010. Global water crisis and future food security in an era of climate change. Food Policy, 35: 365-377. Öztürk, K., 2002. Küresel iklim değişikliği ve Türkiye’ye olası etkileri. G.Ü. Gazi Eğitim Fak. Der., 22(1): 47-65. Süzer, S. 2013. Buğday Tarımı. http://hayrabolutb.org.tr/media/ziraat/Bugday-Tarimi.pdf Erişim: 23.12.2013. Türkeş, M., 1998. İklimsel değişebilirlik açısından Türkiye’de çölleşmeye eğilimli alanlar. DMİ/İTÜ II. Hidrometeoroloji Sempozyumu Bildiri Kitabı, 45-57, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Ankara. Türkeş, M., 1999. Vulnerability of Turkey to desertification with respect to precipitation and aridity conditions. Turk. J. of Eng. and Environ. Sci., 23:363-380. Türkeş, M., 2003. Sera gazı salınımlarının azaltılması için sürdürülebilir teknolojik ve davranışsal seçenekler. V. Ulusal Çevre Mühendisliği Kongresi, Çevre Mühendisleri Odası, Ankara. UN, 2009. World population prospects: The 2008 revision. Available: http://www.un.org/ esa/population/publications/popnews/ Newsltr_87.pdf Mayıs - Haziran 2014 45 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ SANAYİLEŞME VE KENTLEŞMENİN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE ETKİSİ Prof. Dr. Doğanay Tolunay İstanbul Üniversitesi, Orman Fakültesi, Toprak ilmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Ülkemizin gündeminde pek yer bulamasa da iklim değişikliği çok uzun süredir dünyanın gündeminde ilk sırada yer alıyor. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından 2013 yılında yayınlanan rapora göre dünyamızın yüzey sıcaklıkları 1880-2012 yılları arasında 0,85 °C arttı ve 1983-2012 dönemi son 1400 yılın en sıcak dönemi oldu (IPCC, 2013). Bu artışın en büyük nedeni sera gazları olarak adlandırılan, bir kısmı atmosferde doğal olarak dahi bulunmayan çeşitli gazların (karbondioksit (CO2), metan (CH4), N2O, hidroflorokarbonlar (HFC’lar), perflorokarbonlar (PFC’lar), kükürtheksaflorid (SF6)) atmosferdeki konsantrasyonlarının artması. S era gazlarının atmosferdeki konsantrasyonunun artmasının en büyük nedeni fosil yakıtların giderek artan miktarlarda kullanılması. Ayrıca başta tropikal ormanlar olmak üzere dünya genelinde orman alanlarının azalması, tarım alanlarının ve otlaklarının yapılaşma ile kaybedilmesi, tarımsal üretimi arttırmak için daha fazla gübre kullanılması, çöplüklerden sızan CH4 da sera gazlarının atmosferde birikmesinde etkili. Anlaşılacağı üzere sera gazlarının başlıca kaynakları doğrudan insan faaliyetleridir. Dünya tarihinde çeşitli doğal nedenlerle dünyanın sıcaklığının yükselip azaldığı dönemler olmasına rağmen, günümüzde insan etkisi ile ortaya çıkan ısınma süreci küre- 46 Mimar ve Mühendis sel ısınma olarak adlandırılmakta. Küresel ısınmanın etkisi sonucunda iklimlerde gözlemlenen değişiklikler ise iklim değişikliği olarak nitelendiriliyor. İnsanların iklim üzerindeki etkisinin tarihi çok eskilere, tarımı keşfederek yerleşik düzene geçmelerine kadar uzanıyor. İronik olarak da insanların günümüzden 10 bin yıl kadar önce tarıma başlamasının nedeni iklim değişikliğidir. Zira 10 bin yıl kadar önce son buzul çağı sona ermiş ve ısınmaya bağlı olarak iklimlerin ılımanlaşması Mezopotamya’da tarım için uygun şartların oluşmasını sağlamıştır. İnsanlık tarihinin ilk dönüm noktası olarak kabul edilen tarıma geçiş evresinden sonra kentleşme süreci de başlamıştır. Gıda üretiminin artması nüfusun artmasına yol açmış, artan nüfusu beslemek için de yeni tarım alanlarına ihtiyaç duyulmuştur. Bunun sonucu olarak da başta ormanlar olmak üzere çeşitli ekosistemler tahrip edilerek tarım alanına dönüştürülmüştür. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütüne göre son 5 bin yıl içinde orman alanları 6 milyar hektardan 4 milyar hektara gerilemiştir (FAO, 2012). Ruddiman (2003)’e göre buzullardan alınan örneklere göre günümüzden 8 bin yıl kadar önce atmosferdeki konsantrasyonu 260 ppm’e kadar olan CO2’in, 1750’lerdeki konsantrasyonun 280 ppm’e yükselmesinde orman alanlarındaki bu azalma etkili olmuştur. Orman alanlarındaki azalmanın nedeni sadece tarım alanı açmak değildi. 18. yüzyılın ortalarına kadar odun dünyanın başlıca enerji kaynağıydı. Yine buzul örneklerine dayanarak sadece atmosferde CO2 değil aynı zamanda CH4 konsantrasyonlarının da insanların tarıma başlaması ile artmaya başladığı ortaya konmuştur (Wolff ve Spahni, 2007). 5 bin yıl kadar önce 580 ppb kadar olan CH4 konsantrasyonu pirinç üretiminin yaygınlaşması ile artmaya başlamış ve 18. yüzyılın ortalarında 722 ppb’ye ulaşmıştır. Atmosferdeki sera gazı konsantrasyonları değerlendirilirken 1750 yılı baz alınmaktadır. Çünkü 18. yüzyılın ortalarında insanlık tarihinin ikinci dönüm noktası başladı, sanayi devrimi. Bu dönemde pek çok sosyal, kültürel ve demokratik gelişmeye ek olarak Thomas Savery tarafından Madenci Dostu olarak bilinen ilk buhar makinesi keşfedilmiş, daha sonra bu fikir Thomas Newcomen tarafından geliştirilerek günümüzdeki buhar makinelerine benzer ilk makine yapılmıştır. 1769 yılında da James Watt tarafından Newcomen Makinesi olarak bilinen makineden kondansatörlü buhar makinesi geliştirilmiştir (Iancu, 2013). Buharla çalışan makinelerin keşfi ile İngiltere başta olmak üzere hızla sanayileşme başlamıştır. Buhar üretmede kömürün kullanılması ile birlikte kömür tüketimi artmış ve 19. yüzyıl başında küresel olarak 10 milyon ton olan kömür üretimi 20. yüzyıl başında 760 milyon tona ulaşmıştır (Ponting, 2008). Günümüzde ise 7,6 milyar ton kadar kömür üretimi yapılmaktadır (World Energy Council, 2013). 19. yüzyıl sonlarına doğru içten yanmalı motor teknolojisinin gelişmeye başlaması ile de petrol de insan hayatına girmiştir. 1890’da 10 milyon ton olan petrol üretimi (Ponting, 2008) 2011 yılında 4 milyar tona çıkmıştır (World Energy Council, 2013). Doğal gazın kullanımı ise 1970’lerden sonra yaygınlaşmaya başlamıştır. Böylece sanayi devrimi ile birlikte kas gücüne dayanan ve kısmen yenilenebilir olarak nitelendirilen odun, su ve rüzgârdan sağlanan enerji yerine fosil yakıt ağırlıklı enerjiye geçilmiştir. Sanayileşme ile birlikte artan enerji ihtiyacının fosil yakıtlardan karşılanmasıyla birlikte hava, su, toprak ve gürültü kirliliği gibi sorunların yanında CO2 ve diğer gazların etkisiyle küresel ısınma sorunu da başladı. Bugün artık sera gazı konsantrasyonlarından söz edilirken 1750 öncesi ve sonrası karşılaştırılıyor. Yukarıda da değinildiği üzere en önemli sera gazları olan CO2’in konsantrasyonu 1750 önce- Buharla çalışan makinelerin keşfi ile İngiltere başta olmak üzere hızla sanayileşme başlamıştır. Buhar üretmede kömürün kullanılması ile birlikte kömür tüketimi artmış ve 19. yüzyıl başında küresel olarak 10 milyon ton olan kömür üretimi 20. yüzyıl başında 760 milyon tona ulaşmıştır sinde 280 ppm civarında iken günümüzde 397 ppm’e kadar çıktı (NOAA, 2014). Geleceğe dönük senaryolarda atmosferdeki CO2 konsantrasyonun 450 ppm’in altında tutulması gerektiği üzerinde duruluyor. Zira 450 ppm CO2 konsantrasyonun yaklaşık 2 °C kadar ısınmaya neden olabileceği, daha fazla ısınmanın ise dünya tarafından tolare edilemeyeceği öngörülüyor. CH4 konsantrasyonları ise % 150 artarak 722 ppm’den 1803 ppm’e ulaştı (IPCC, 2013). Sanayi devrimi ile birlikte kentleşme süreci de başladı. Tarımın başlamasından önce 4 milyon kadar olduğu tahmin edilen nüfus 1800’lerin başında 700 milyona ulaşmıştı ve sadece % 3’ü şehirlerde yaşıyordu (Ponting, 2008). Ancak sanayileşme ile birlikte tarımda da mekanizasyona Mayıs - Haziran 2014 47 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ geçilmesi, gübre ve ilaç kullanılmaya başlaması ile verimin artması köylerdeki yaşamı zorlaştırdı ve köyden kente göç yoğunlaştı. Günümüzde 7 milyarı aşan nüfusun yarıdan fazlası kentlerde yaşıyor. Sanayileşme sürecine benzer şekilde kentleşme de fosil yakıt tüketiminin artmasına yol açtı. Kentlerin çoğunun gıda, enerji, su gibi temel gereksinimlerinin uzak mesafelerden taşınması, kentlilerin karbon ayakizini büyüttü. 20. yüzyılda kentlerin giderek büyümesi ve metropol halini alması, tüketimin artması, kentlilerin bir yerden diğer bir yere ulaşmada da daha fazla yol almasına yol açtı ve daha fazla fosil yakıt tüketimi ile sonuçlandı. Kentleşme süreci ayrıca verimli tarım ve orman alanlarının yapılaşması, 48 Mimar ve Mühendis MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ atmosferdeki karbonun depolandığı alanların kaybedilmesine neden olarak küresel ısınmayı tetikledi. Üstelik koyu renkli çatılar, asfalt yollar, binalar albedoyu düşürerek güneş ışınlarının daha fazla tutulmasını sağladı ve böylece kentsel ısı adası olarak adlandırılan olgu ortaya çıktı. Kentler çevrelerindeki diğer ekosistemlerden 1-2 °C daha sıcak artık. Ek olarak betonlaşan bu yüzeyler nedeniyle yağış suları toprağa ulaşamadığı için ısınma artıyor. Sanayi devriminden önce fosil yakıt kullanımının neredeyse olmaması nedeniyle sadece ormansızlaşma ile oluşan atmosferdeki sera gazı artışları, sanayi devriminden sonra hızlanarak artmıştır. IPCC (2013) tarafından 1750-2011 yılları arasında kümülatif olarak 375 milyar ton karbonun fosil yakıt tüketimi ve çimento sanayinden kaynaklandığı hesaplanmıştır. Yine sanayi devriminden sonra ormansızlaşma ve tarım ile mera arazilerinin kaybedilmesi ile atmosfere 180 milyar kadar karbon salındığı tahmin edilmektedir. 250 yılı aşkın süredir insan faaliyetleri ile atmosfere verilen fazladan 555 milyar ton karbonun 240 milyar tonu atmosferde, 155 milyar tonu okyanuslarda ve 160 milyar tonu da karasal ekosistemlerde depolanmıştır (IPCC, 2013). 2010 yılındaki toplam sera gazı salımları ise 49 milyar CO2 eşdeğer tonu aşmış olup, bunun 17 milyar tonu enerji üretimi, 12 milyar tonu ormansızlaşma ve arazi kullanımı değişikliği, 10 Sanayi devriminden önce fosil yakıt kullanımının neredeyse olmaması nedeniyle sadece ormansızlaşma ile oluşan atmosferdeki sera gazı artışları, sanayi devriminden sonra hızlanarak artmıştır. milyar tonu endüstriyel tesisler, 7 milyar tonu ulaştırma ve 3,2 milyar tonu binalardan kaynaklanmaktadır (IPCC, 2013). Ülkemizde sanayileşme ve kentleşme süreci gelişmiş ülkelere göre daha geç başlamıştır. Sera gazı salımlarımız 1990’da 188,5 milyon ton CO2 eşdeğeri iken 2012 de 439,87 milyon ton CO2 eşdeğerine yükseldi. 22 yıllık dönemde artış % 133,4 ve bu oranla dünya birincisiyiz. Sera gazı salımlarımızın 308,6 milyon tonu enerji üretiminden ve 62,8 milyon tonu endüstriyel proseslerden kaynaklanıyor. 32,3 milyon tonundan ise tarım ve 36,2 milyon tonundan ise atıklar sorumlu. 1990 yılında 3,3 milyon ton CO2 olan kişi başı sera gazı salımlarımız 2012 yılında 5,9 milyon tona yükseldi. Bu değer Amerika Birleşik Devletlerinde 19,8 ton, Kanada’da 17,4 ton, Rusya’da 11,2 ton, Avrupa Birliği ortalaması 10,2 ton ve Çin’de 6,5 ton civarındadır. Küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin önlenmesi için karbon temelli kalkınmadan vazgeçilmesi gereklidir. Ancak yakın zamanda bu durum pek mümkün görünmüyor. Gelişmiş ülkelerin sanayi devriminden sonra atmosfere salınan 555 milyar ton karbonun, dolayısıyla küresel ısınmanın büyük bir kısmından sorumlu olması, gelişmekte olan ülkelerin ise enerji gereksinimlerini karşılamakta fosil yakıttan vazgeçmemeleri Kyoto sonrası görüşmeleri tıkıyor. Her yıl sonunda yapılan Taraflar Konferansları ekonomik pazarlıklar haline dönüşmüş durumda. Ülkemiz de maalesef küresel ısınma ile mücadele konusunda olumlu adımlar atmıyor. Enerjimizin % 75’ini doğal gaz ve kömürle çalışan termik santrallerden sağlıyoruz. Cumhuriyetimizin 100. Kuruluş yılı olan 2023’e kadarki hedefimiz kömür kaynaklarımızın tamamını devreye almak. 40’ın üzerinde termik santral planlanmış durumda. Üstelik yenilenebilir enerji kaynağı olan su kaynakları üzerinde yapılan HES’ler kapasitenin çok üzerinde inşa edildiği için yenilenebilir olma özelliğini kaybetti. Ek olarak kentli nüfusumuz 30 yıldan beri köylü nüfustan fazla. İstanbul başta olmak üzere birçok kentimiz çevrelerindeki tarım, mera ve orman alanlarını yutarak büyüyor. İnşaat sektörü kalkınmanın lokomotifi haline geldi. Kalkınmadaki bu tercihler sera gazı salımlarımızı arttırıyor. Yatırımlarımızda iklim değişikliği projeksiyonlarını dikkate almıyoruz. Örneğin iklim değişikliğine bağlı olarak ülkemiz- de sıcaklıkların 4-5 °C artabileceği ve yağışların ise % 40’a kadar azalabileceği öngörülürken suyun olmadığı Konya’da su yoğunluğu fazla olan şeker pancarı üretiyoruz, üstüne bir de Karapınar’da kömürle çalışan termik santral planlıyoruz. İstanbul gibi bir metropolün su havzalarını riske atan projeleri hayata geçiriyoruz. Ülkemiz için diğer iklim değişikliği öngörülerinden biri de sellerin artacağı. Bu satırlar yazılırken bile Gaziantep’te bir vatandaşımızın hayatını kaybettiği, Ankara’ya deniz geldiği haberleri basında yer alıyordu. İstanbul gibi bir metropol’de 2009 yılında 31 kişinin hayatını kaybettiğini unuttuk bile. Artık iklim değişikliğini dikkate almanın zamanı geldi de geçiyor bile. Kaynakça FAO, 2012. State of World’s Forests 2012. Food and Agriculture Organization of the United Nations, Rome. Iancu, S., 2013. Technology, ecology-interaction and climatic changes. Annals of the Academy of Romanian Scientists Series on Science and Technology of Information 6, 43-62. IPCC, 2013. Climate Change 2013: The Physical Science Basis. Contribution of Working Group I to the Fifth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [Stocker, T.F., D. Qin, G.-K. Plattner, M. Tignor, S.K. Allen, J. Boschung, A. Nauels, Y. Xia, V. Bex and P.M. Midgley (eds.)]. Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom and New York, NY, USA, 1535 pp. NOAA, 2014. Atmospheric carbon dioxide at Mauna Loa Observatory. U.S. Department of Commerce National Oceanic and Atmospheric Administration http://www.esrl.noaa.gov/gmd/ ccgg/trends/ Ponting, C., 2008. Dünyanın Yeşil Tarihi Çevre ve Büyük Uygarlıkların Çöküşü (Çeviri: A. Başçı) Sabancı Üniversitesi, İstanbul. Wolff, E., Spahni R., 2007. Methane and nitrous oxide in the ice core record. Royal Society Philosophical Transactions 365, 1775-1792. World Energy Council, 2013. World Energy Resources 2013 Survey. World Energy Council. Mayıs - Haziran 2014 49 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENLİĞİ Dr.Müslüm BEYAZGÜL Ziraat Y. Mühendisi Gıda güvenliği, yaygın bir anlayışla yurt içinde bir yılda üretilen tarımsal ürün miktarının, ülke nüfusunun bir yılda tükettiği miktarı karşılaması olarak bilinmektedir. Kısacası, gıda güvenliği, üretimin tüketimi karşılama oranıdır. B irleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Gıda Güvenliğini,“Tüm insanların aktif ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için, sağlıklı, güvenilir, besleyicigıdaya fiziksel ve ekonomik olarak erişimi” olarak tanımlamaktadır. Bu tanım; güvenilir gıdayı, yani fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik özellikleri itibariyle tüketime uygun olan ve besin değerini kaybetmemiş olan gıdayı, diğer bir deyişle gıda güvenilirliğini de (food safety) içinde barındıran bir kavramdır (FAO,1996). GIDA GÜVENLİĞİ ve KÜRESEL DURUM Küresel Gıda Güvenliği sorunu, üretim miktarından ziyade üretim ve tüketimdeki lokal veya bölgesel dengesiz dağılımdan kaynaklanmaktadır. Dünya nüfusunun 1/7’si açlık sınırında veya yetersiz beslenmektedir (FAO,2009). Ayrıca,yaklaşık olarak 1,2 milyar insan, diğer bir ifade ile dünya nüfusunun 1/5’i temiz ve güvenilir su temininde güçlükle karşı karşıyadır. Diğer 1,6 milyar insan da ekonomik nedenlerle suya erişimde güçlük çekmektedir (Anonim,2007). TARIMSAL ÜRETİM ve GIDA GÜVENLİĞİ Tarımın gıda güvenliği üzerine etkileri, iki başlık altında değerlendirilmektedir. Bunlardan birincisi, insanların beslen- 50 Mimar ve Mühendis mesi için gıda üretim kaynağı olması, diğeri ise yaşamlarını sürdürebilmesi için işgücü olanağı sağlamasıdır (FAO,2008). Dünya işgücünün ve dolayısıyla geçim kaynağının % 36’sını tarımsal faaliyetler oluşturmaktadır. Türkiye’de ise istihdam edilen 25.5 milyon kişiden 6 milyonu tarımda çalışmakta, yani toplam istihdamın %23.5’i, tarımdan kaynaklanmaktadır (TÜİK, 2013). Asya ve Afrika’nın nüfusun yoğun olduğu ülkelerinde bu oran, % 40-50 düzeylerindedir. Yine bu bölgelerde, düşük gelir düzeyine sahip gelişmekte olan ülkelerde, iklim değişimine bağlı olarak tarımsal üretim faaliyetlerinin olumsuz etkilenmesi, milyonlarca insanın geçim kaynaklarını risk altına girmesine ve gıda güvensizliğinin artmasına neden olacaktır (FAO,2009). GIDA GÜVENLİĞİ ve TÜRKİYE Türkiye’de tarımsal üretimin tüketimi karşılama durumu incelendiğinde ülkemizin çoğu bitkisel üründe gıda güvencesine sahip olduğu söylenebilir. Buğday tüketimi, kişi başı yıllık 214 kg olup, bu oran AB’de 102 kg, ABD’de 83 kg’dır. Buğday, şeker, baklagil, patates gibi ürünlerde tüketimin tamamı ya da büyük bölümü yurtiçi üretimden karşılanmaktadır. Yaş meyve ve sebzenin tümünde üretim, tüketimden fazladır. Ancak Türkiye’de bitkisel yağlarda bir üretim açığı vardır. İklim değişikliği ile yem üretiminde oluşabilecek üretim düşüklüğü, hayvanların yem temininde sorunlar yaratabilir.Yem hammaddelerinde üretim azlığı nedeniyle oluşabilecek fiyat yüksekliği, hayvansal üretimin daha da gerilemesine, bu da nüfusun hayvansal gıdaya ulaşımında sorunlara neden olabilir (Anonim,2012). Türkiye’de tarımsal üretimin tüketimi karşılama durumu incelendiğinde ülkemizin çoğu bitkisel üründe gıda güvencesine sahip olduğu söylenebilir. GIDA GÜVENLİĞİ, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ve TEHDİTLER Tarımın, küresel ısınmanın oluşmasında payı olmakla birlikte, küresel ısınmanın etkilerinin azaltılması yönünde çözümler de sunabileceği vurgulanmaktadır. Bununla ilgili olarak iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve hafifletmek için uygulanabilecek stratejiler üzerinde değerlendirmeler yapılması gerekmektedir. Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliğinin sonuçları, gıda güvenliğinin dört boyutu üzerinde önemli etkilere sahip olacaktır. Bunlar; • Gıda varlığı (üretilen, depolanan ve dağıtımı yapılan gıda miktarı ), • Gıdaya erişim (gıdaya fiziksel ve ekonomik olarak erişebilirlik), • Biyolojik kullanılabilirlik (gıdanın kalite ve güvenilirliği), • Sürdürülebilirlik veya kararlılık (FAO,2008). İklim değişimi ile ilgili olarak gerek küresel ve bölgesel koşullarda ortaya çıkan olumsuz sonuçlar gerekse artan dünya nüfusunun beslenme ihtiyacı, tarımsal üretimin doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanımı ile 2050 yılına kadar ikiye katlanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre gelecekteki talebi karşılayabilmek için (2050 yılına kadar) yıllık küresel buğday üretiminin 1 milyar ton artması, et üretiminin ise 200 milyon artışla 463 milyon tona ulaşması gerekmektedir (FAO,2009). Diğer yandan, dünyada tarım artık sadece gıda üretimi amacıyla yapılmamakta, enerji bitkileri tarımı da giderek yaygınlaşmaktadır. Halen 100 milyon litre olan yıllık etanol ve biyodizel üretiminin, Mart - Nisan 2014 51 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ 2018 yılı itibarıyla toplam 197 milyon litreye ulaşacağı tahmin edilmektedir. Biyoyakıt kullanımındaki artış çiftçilere yeni fırsatlar sunarken, artan gıda fiyatlarının bir sonucu olarak gıda güvenliği üzerinde önemli bir negatif etkisi olabileceği değerlendirmesi de yapılmaktadır. 21.yy’da gıda üretimi; nüfus artışı, iklim değişikliği ve tarımsal ürünlerin biyoyakıt olarak kullanımının etkileşimi içerisinde olacaktır. Bu çerçevede, biyolojik yakıt kullanımının ekonomik, çevresel ve gıda güvencesine yönelik olası etkileri üzerinde daha detaylı analizler yapılmalıdır. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE TÜRKİYE ÜZERİNE OLASI ETKİLERİ Türkiye, kuzey yarım kürede bir geçiş bölgesi olması ve karmaşık bir iklim yapısı arz etmesi nedeniyle, küresel ısınmaya bağlı bir iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkelerden birisi olacaktır. Türkiye’nin farklı bölgeleri iklim değişikliğinden farklı biçimde ve değişik boyutlarda etkilenecektir. Örneğin, 52 Mimar ve Mühendis MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ İklim değişimi ile ilgili olarak gerek küresel ve bölgesel koşullarda ortaya çıkan olumsuz sonuçlar gerekse artan dünya nüfusunun beslenme ihtiyacı, tarımsal üretimin doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanımı ile 2050 yılına kadar ikiye katlanması gerektiğini ortaya koymaktadır. sıcaklık artışından daha çok çölleşme tehdidi altında bulunan Güney Doğu ve İç Anadolu gibi, kurak ve yarı kurak bölgelerle, yeterli suya sahip olmayan yarı nemli Ege ve Akdeniz bölgeleri daha fazla etkilenmiş olacaktır (Türkeş, 1994). İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi projeksiyonlarına göre; • Ülke genelinde ortalama 2-3 °C dolayında sıcaklık artışı öngörülmektedir. Özellikle yaz mevsiminde ülkenin batısındaki sıcaklık artışının doğusuna nazaran 3 - 4 °C daha yüksek olacağı öngörülmektedir. • Türkiye yağışlarında, azalma yönünde değişiklikler öngörülmektedir ve bu değişimlerde bölgesel farklılıklar söz konusudur. • Yağışlarda genel olarak Ege ve Akdeniz kıyıları boyunca azalış, Karadeniz kıyısı boyunca artış öngörülmektedir. • İç Anadolu’da yağış açısından çok az bir değişiklik söz konusu olacak ya da hiçbir değişiklik öngörülmemektedir (Anonim, 2007). İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN TARIMSAL ÜRETİME ETKİSİ Küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişikliği, en başta yağış ve sıcaklık olmak üzere, küresel ve bölgesel düzeylerde bütün iklim parametrelerini doğal değişkenliğin ötesinde etkileyecek ve yeryüzünde on binlerce yıldır hüküm süren iklimi ve dolayısıyla hayatı değiştirecektir. İklimde meydana gelecek değişimler, tarımsal üretimi de bir çok yönden etki- Ülkemizin sahip olduğu doğal zenginlikler dikkate alındığında, iklim değişikliğinin yaratacağı muhtemel riskleri asgari düzeye indirecek çözümleri de içerisinde barındırdığı anlaşılacaktır. Alınacak önlemler; öncelikle su, toprak ve biyoçeşitlilik gibi doğal kaynaklarımızın korunması ve sürdürülebilir kullanımına yönelik olmalıdır. leyecektir. Bunlar; • Yüksek sıcaklık, yağış miktar ve paterninde değişim, • Atmosferik CO2 konsantrasyonunda artış, • Agro-ekolojik zonlarda kutuplara doğru kayma, • Eko sistemin bozulması ve biyolojik çeşitliliğin azalması, • Hastalık ve zararlılarda artış ve • Kuraklık ve su kaynaklarında azalma (IPCC, 2007). Tarım büyük ölçüde doğal koşullarının etkisi altında olduğundan, iklim parametrelerinde meydana gelecek değişimlere karşı oldukça duyarlıdır. Sıcaklık ve CO2 artışı ile gıda üretiminde bir dereceye kadar artış beklenmesine karşın kuraklık riski, taşkın, sel ve ısı dalgalarında artış tarımsal üretim için potansiyel tehdit oluşturmaktadır. İklim değişikliğinin, doğrudan etkisi nedeniyle en çok su kaynaklarını ve rezervlerini etkileyeceği tahmin edilmektedir. Bu sonuçlar, etkilenen bölgelerde yaşayan insan ve diğer varlıklar için yeni riskler ortaya çıkararak, dünyanın bütün bölgelerinde gelecekte gıda güvensizliğine yol açmakta ve geçim kaynakları için tehdit oluşturmaktadır. TARIMSAL ALANDA ÜLKEMİZDE YAPILAN ÇALIŞMALAR İklim değişikliği ve yarattığı güçlüklerle mücadele etmek ve gıda güvencesini sağlamak için öz kaynaklarımızı kullanarak stratejiler geliştirmek ve bunları uygulama alanına koymak ülkemizin hedefleri arasında olmalıdır. Ülkemizin sahip olduğu doğal zenginlikler dikkate alındığında, iklim değişikliğinin yaratacağı muhtemel riskleri asgari düzeye indirecek çözümleri de içerisinde barındırdığı anlaşılacaktır. Alınacak önlemler; öncelikle su, toprak ve biyoçeşitlilik gibi doğal kaynaklarımızın korunması ve sürdürülebilir kullanımına yönelik olmalıdır. Diğer yandan, iklimle uyumlu, sürdürülebilir üretim tekniklerinin geliştirilmesi büyük bir önem taşımak- tadır. Bu kapsamda, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca, ülkemizde politika geliştirilmesi, mevzuat, kurumsal yapılanma ve Ar-Ge kapasitesini geliştirme konularında önemli adımlar atılmıştır. Konuyla ilgili yapılan yasal düzenlemeler ve uygulamaya alınan destekleme politikaları aşağıda verilmiştir. A.Yasal Düzenlemeler • Mera Kanunu (28/2/1998,Kanun No. 4342) • Organik Tarım kanunu (3.12.2004, Kanun No. 5262) • Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanun (3/07/2005, Kanun No. 5403) • Tarım Kanunu(25/4/2006,Kanun No. 5488) • Biyogüvenlik Kanunu(26/3/2010,Kanun No. 5977) • Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda DeğişiklikYapılması Hk. Kanun (30/4/2014Kanun No. 6537) B.Destekleme ve Yönlendirme Politikaları • Organik Tarım veİyi TarımUygulamaları, • Su tasarrufu sağlayacak modern sulama sistemleri, • Toprak İşlemesiz ve az işlemelitarımile • Çevre Amaçlı Tarım Arazilerini Korunması Programı destekleme kapsamına alındı. • Türkiye Tarım Havzalarının Üretim ve Destekleme Modeliuygulamaya konuldu. Mayıs - Haziran 2014 53 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ C. Ar-GE Kapasite Geliştirme GTHB’ca Konya’da Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü bünyesinde 2010 yılında Bitkisel Kuraklık Test Merkezi kurulmuştur. Merkez başta ICARDA olmak üzere Uluslararası kuruluşlarla yürütülecek çalışmalara açık olduğundan Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın, bölgenin gıda güvenliğine katkı sağlaması beklenmektedir. 2011 yılında İç Anadolu Bölgesinde Konya’da bulunan Toprak-Su Araştırma Enstitüsü Çölleşme ile Mücadele konusunda, Trakya Bölgesinde Kırklareli’nde bulunan w Enstitüsü Tarımsal Meteoroloji ve İklim Değişikliği konusunda yeniden yapılandırılmış ve araştırmalarını bu alanda yoğunlaştırmıştır. Ar-Ge kapasite geliştirme faaliyetleri kapsamında; Ankara’da Türkiye Tohum Gen Bankası ve Antalya’da Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Merkezi kurularak faaliyete geçmiştir. D. Araştırma Proje Çalışmaları Türkiye’de 2007 ve 2008 yıllarında yaşanan kuraklık hububat üretiminde 54 Mimar ve Mühendis MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ önemli ölçüde rekolte kayıplarına neden olmuştur. Bu nedenle kuraklığa tolerant çeşit geliştirme çalışmalarına hız verilmiştir. Bitki ıslahı/ çeşit geliştirme ve adaptasyonu konusunda yapılan çalışmalar; Biyotik (hastalık ve zararlılar) ve Abiyotik (kuraklık, sıcaklık ve tuzluluk gibi olumsuz çevre) stres koşullarına tolerant çeşitlerin geliştirilmesi adaptasyonu çalışmaları Araştırma Enstitülerimizde devam etmektedir. Bitki Genetik Kaynaklarının korunması ile ilgili yapılan çalışmalar kapsamında, ülkemizde 12.000’den fazla bitki türü ile 4.000’e yakın endemik (yalnız Türkiye’de bulunan) bitki türü kayıt ve koruma altına alınmıştır. Ayrıca bugüne kadar 2.500 türe ait 68.000 örnek koruma altına alınmış olup ıslah çalışmalarında kullanılmaktadır. Toprak ve Su Kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı konusunda yürütülen araştırma projelerini, bitkilerin sulama programlarının belirlenmesi, su tasarrufu sağlayan sulama yöntemleri, atık suların tarımda kullanılması, toprakta nem korunumu sağlayan kültürel ve teknik önlemlerin araştırılması ve su hasadı şeklinde özetlemek mümkündür. SONUÇ VE ÖNERİLER Genel olarak, iklim değişiminin etkisi, ılıman bölgeler için olumlu; tropik bölgeler için olumsuz olarak öngörülmektedir. Buna karşın, iklim değişikliğinin bölgesel projeksiyonları ve potansiyel etkileri hala belirsizliğini korumaktadır. Bu durum, iklim değişikliğine uyum ve etkilerinin azaltılmasına yönelik çalışmalar için olumsuz bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, iklim değişikliğinin etkileri ve muhtemel riskler bölgesel düzeyde belirlenmeli ve buna uygun mücadele ve uyum stratejileri geliştirilmelidir. Bu kapsamda iklim değişikliğinin; • Eko- sistemler ve biyolojik çeşitliliğe, • Toprak ve su kaynaklarına, • Hastalık ve zararlıların gelişimine, • Tarımsal üretime etkileri bölgesel düzeyde belirlenmelidir. İklim değişikliği, doğrudan etkisi nedeniyle en fazla su kaynaklarını etkileyecektir. Bu nedenle su kaynaklarımızın sürdürülebilir kullanımı büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda, Nehir Havzası konseptine dayalı “Entegre Havza Su Kaynakları Yönetimi” programları geliştirilmeli ve uygulamaya geçirilmelidir. Genetik kaynakların korunması konusundaki Ar-Ge çalışmaları da bölgenin gıda güvenliğini esas alacak şekilde planlanmalıdır. Bu çalışmalar; • Genetik kaynaklarının Exsitu (Doğal Habitatı İçinde) ve Insitu (Doğal Habitatı Dışında) stratejilerle korunması, tanımlanması, kayıt altına alınması ve ıslah çalışmalarında sürdürülebilir şekilde kullanılması; • İleri ıslah teknikleriyle kuraklığa,yüksek sıcaklığa ve tuzluluğa tolerant yüksek verimli yeni çeşitler geliştirilmesi; • Bölge ülkeleri ile materyal değişimive ortak projeler yürütülmesi olarak öngörülmektedir. Kaynakça 1. Anonim, 2007. İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi, T.C.Çevre ve Orman Bakanlığı 2. Anonim, 2007. Coping with water scarcity. Challenge of the twenty-first century. UN-Water. http://www.fao.org/nr/water/ docs/escarcity.pdf 3. Anonim,2012.Türkiye’de İklim DeğişikliğininTarim ve Gıda Güvencesine Etkileri, Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi Yayını, 4. FAO,1996. World Food Summit,13-17 November 1996 Rome, Italy. 5. FAO, 2008. Climate Change and Food Security: A Frame Document, Rome, Italy. 6. FAO,2009. Climate Change And Bioenergy Challenges For Food And Agriculture, 7. IPCC, 2007. Climate Change 2007: Impacts, Adaptation, and Vulnerability 8. TÜİK, 2013.İstihdam EdilenlerinYıllara Göre Iktisadi Faaliyet Kolları ve Dağılımı, 9. Türkeş, M., 1994. Artan Sera Etkisinin Türkiye Üzerindeki Etkileri. TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, 321, 71, Ankara Mayıs - Haziran 2014 55 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ GIDALARIN IŞINLANMASI SAĞLIĞA YARARLI MI, ZARARLI MI? Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu MMG Yönetim Kurulu Üyesi Gıda ışınlaması; bakteri, küf, böcek ve parazit gibi canlıların gıdalardan yok edilmesi ile gıdaların raf ömrünün uzatılması amacıyla kullanılmaktadır. Patates, soğan, sarımsak gibi bitkisel ürünlerde depolama sırasında çimlenmenin önlenmesi amacıyla kullanıldığı gibi baharat ve hububatta böcekleri öldürmek amacıyla da kullanılabilmektedir. Ayrıca meyve ve sebzelerin küfler tarafından bozulmalarına karşı korunması amacıyla da kullanılmaktadır. K iyonizan radyasyonla ışınlanmış gıdaların yararları ve güvenilirliği konusunda toplumun bilgilendirilmesi amacıyla 1990 yılında uluslararası bir danışman grubu oluşturulmuştur. “Gıdaların Işınlanması Uluslararası Danışmanlık Grubu” (ICGFI) adı altında faaliyet gösteren bu grup; Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Atom Enerji Ajansı (IAEA) tarafından alınan ortak kararla kurulmuştur. Bu danışman grubunun yayınladığı dokümanlar gıda ışınlamanın yararlı ve güvenilir olduğuna dair bilgileri içermektedir. Diğer taraftan, gıda ışınlamanın sağlık üzerindeki olumsuz etkilerini araştıran ve bu konuda taraf olan çok sayıda bilim adamı ve sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. Bu yazıda, henüz ülkemizde sınırlı olarak uygulanan ancak bazı ülkelerde oldukça yaygın olan gıda ışınlaması konusu sunulmaktadır. Dünya genelinde oldukça çok sayıda gıda ışınlama tesisinin faaliyet göstermektedir. 2012 yılı itibariyle Avrupa Birliği’nde 22 gıda ışınlama tesisi bulunmaktadır. Avrupa Birliği’ndeki bu tesislerde tıbbi cihaz ve malzemeler ile kozmetik ürünler sterilize edilmekte ve bunların yanı sıra baharatlarda bulunan zararlı mik- 56 Mimar ve Mühendis ro-organizmaların yok edilmesinde de kullanılmaktadır. Avrupa Birliği yasal düzenlemeleri (EC Directive 1999/2/ EC) ithal edilen gıdalarda zararlıların yayılmasını engellemek üzere ışınlanmış olmalarına her ne kadar müsaade ediyorsa olsa da, Avrupa Birliği gıda ışınlamalarını henüz meyve ve sebze üzerindeki zararlılar için kullanmamaktadır. Avrupa Birliği’nde tüm ışınlanmış gıdaların 1999/2/EC ve 1999/3/EC direktiflerine uygun olması koşulu getirilmiştir. Bu direktiflerde; gıdaların sadece dört amaca yönelik olarak ışınlanmasına izin verilmektedir. 1) Gıdadan kaynaklanan hastalıkları azaltmak, 2) Erken tatlanma, çim- lenme ve filizlenmeyi azaltmak, 3) Gıdalarda madde kaybını önlemek 4) Gıdaya zarar veren organizmalardan kurtulmak. Bu amaçların herhangi birisinin varlığı durumunda, eğer sağlığa olumsuz bir etki yaratmayacak ve tüketiciye yarar sağlayacak bir teknolojik gereklilik varsa gıda ışınlanmasına müsaade edilmektedir. Avrupa Birliği, gıda ışınlamalarının ancak onaylanmış ışınlama tesislerinde yapılması koşuluyla izin vermektedir. Işınlanmış gıdaların üzerine “ışınlanmıştır” veya “iyonizan radyasyonla işlem görmüştür” etiketinin yapıştırma şartını getirmiştir. Gıda ışınlama tesisleri her ülkenin yetkili kurumu tarafından onaylanarak Gıda Işınlama Tesisi lisanslanmaktadır. Bazıları sadece kuru baharat ve katkı malzemeleri için onay alırken bazıları (Belçika, Çek Cumhuriyeti, Fransa, İtalya, Hollanda, Polonya ve İngiltere) daha geniş bir gıda çeşidi için lisans almış durumdadır. Yapılan geniş araştırmaların sonucunda 1981 yılında, Gıda ve Tarım Örgütü, Uluslararası Atom Enerji Ajansı ve Dünya Sağlık Örgütü en fazla 10 kGy doza kadar olan ışınlamaların güvenli ve sağlıklı olduğuna karar vermiştir (WHO, 1981). Daha sonradan çıkarılan düzenlemeler de (CODEX STAN 106–1983, (Codex Alimentarius CAC/RCP 19–1979 (Rev.1–1983) (CODEX STAN 106 – 1983, REV.1–2003) bu ışınlama doz sınırını teyit eder niteliktedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından gıda ışınlamanın güveli olduğu ve doğru uygulanan gıda ışınlamanın konserve, pastörizasyon ve donmuş gıda işlemlerinden daha fazla bir risk taşımadığı bildirilmiştir. Bilimsel olarak ışınlanmış gıdaların güvenli olduğuna karar verilmiş olsa da izin verilen dozların üzerindeki ışınlamalar gıdanın organoleptik özelliklerini etkileyebilmektedir. Pratikte ise; yüksek dozda ışınlamanın gıdanın tadında, kokusunda, görünümünde ve hissedilmesinde bazı etkilere rastlandığına dair raporlar bulunmaktadır. Ancak, meyve ve sebzelerdeki zararlılar çok daha düşük ışınlama dozlarında (<400 Gy) nötralize olduğundan yüksek dozlara çıkılmasına gerek yoktur (Hallman, 2001). IŞINLAMA KULLANILAN ÜLKELER Günümüzde ticari gıda ışınlama yapılarak gıdaların raf ömrünün artırılmasına 60’dan fazla ülkede izin verilmiştir. Avrupa Birliği dışında gıda ışınlaması yapan ülkeler; Arjantin, Avustralya, Bengaldeş, Brezilya, Çin, Hindistan, İsrail, Meksika, Filipinler, Rusya, Tayland, Ukrayna, ABD, Vietnam ve Türkiye’dir. (EFSA, 2011). Gıda ışınlamasının, verilen doza bağlı olarak gıdaların içerisindeki makro ve mikro besinlerde değişikliğe neden olduğuna dair çeşitli araştırmalar mevcuttur. Ancak 1 kGy’e kadar olan ışınlamalarda meyve ve sebzelerin kalitesinde önemli bir deği- Yaygın olarak gıda ışınlaması yapan ülkeler Gıda ışınlaması her ne kadar bilimsel ve teknik olarak geniş çevreler tarafından güvenilir ve sağlıklı olduğu kabul görse de, bu tür bir işlemin gıdalarda uygulanmasına karşı çıkıldığı da bir gerçektir. En temel yanılgı ise gıda ışınlaması sonrasında ışınlanan gıdanın radyoaktif hale gelmesidir. şiklik olmadığı gibi raf ömürlerinin uzamasına da katkı sağladığı belirlenmiştir. Gıda ışınlaması her ne kadar bilimsel ve teknik olarak geniş çevreler tarafından güvenilir ve sağlıklı olduğu kabul görse de, bu tür bir işlemin gıdalarda uygulanmasına karşı çıkıldığı da bir gerçektir. En temel yanılgı ise gıda ışınlaması sonrasında ışınlanan gıdanın radyoaktif hale gelmesidir. Lisanslı bir tesiste ışınlanan gıdanın radyoaktif hale gelmesi kullanılan ışının doğası gereği mümkün değildir. Röntgen çektiren bir kişi daha sonra nasıl radyoaktif hale gelmiyorsa gıda da ışınlama sonrasında radyoaktif hale gelmez. Gıda ışınlamasının gıda güvenliği ve insan sağlığı açısından önemini belirtmek için, her yıl binlerce hayatın gıdadan kaynaklı hastalıklardan bu sayede kurtulması gösterilmektedir. ABD’de gıda ışınlanmasından önce özellikle et ve et ürünlerindeki Salmonella ve E.Coli nedeniyle her altı kişiden birisinin gıda zehirlenmesine maruz kaldığı ve yılda 3000 kişinin gıdadan kaynaklanan hastalıklardan hayatını kaybettiği belirtilmiştir. İyonizan radyasyon birçok patojen bakteri için öldürücü- dür. Bakterilerin inaktivasyonunda hedef kromozom, DNA molekülüdür. Mikrobiyal DNA hasarı bakterinin üreme yeteneğini kaybetmesiyle sonuçlanmaktadır. Gıda ışınlaması uygulanması ile bu hayat kayıplarında önemli düşüşler sağlandığı belirtilmektedir. Ancak toplum henüz bu konuda yeterince eğitimli olmadığından radyasyonun gıdayı mutasyona uğratacağı veya gıdanın radyoaktif olacağı endişesini taşımaktadır. Oysa gıda ışınlaması sonrasında gıdanın besin değerinde herhangi bir değişiklik olmadığı ve tüketilmesinde herhangi bir tehlike olmadığı FDA tarafından ifade edilmektedir. Gıda ışınlaması, gıdaların gama veya X-ışınıyla ışınlanması ile gerçekleşmektedir. Radyoaktif elementler (Co-60 veya Cs-137) gıdanın içerisine işleyen yüksek enerjili foton veya gama ışını yayarlar. Bu işlem 30 yıldır çeşitli medikal vb. malzemelerin sterilizasyonunda zaten kullanılmaktadır. Işınlama nötron ile yapılmadığından ışınlanan malzeme radyoaktif olmamaktadır. Ancak diğer taraftan yüksek dozlarda 25-100 kGy ışınlama sonrasında besinlerde bozulmalar olduğuna dair araştırma sonuçları da mevcuttur. GÜVENLİK KONUSU Esasında bir gıdanın ışınlanıp ışınlanmadığını analiz yapmadan anlamak mümkün değildir. Yüksek enerjili ışınların sadece bakterileri öldürdükleri ve vitaminler ile gıdanın besin değerine zarar vermediklerine dair raporlar bulunmaktadır. Bu raporlara göre gıdanın tadı ve pişirme özellikleri değişmezken saklama süresi uzamaktadır. Bu nedenle, gıda ışınlaması- Mayıs - Haziran 2014 57 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Işınlanmış gıda paketlerinde bulunan “Radura” sembolü na “soğuk pastörizasyon” adı da verilmektedir. Çünkü geleneksel sıcak pastörizasyon yerine bu işlemde radyasyon kullanılmaktadır. ABD’de çok fazla ışınlanmış gıda tüketilmektedir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, her yıl insanlar açlıktan hayatını kaybederken dünyadaki gıdanın %25’i zararlı ve bakteriler tarafından kaybedilmektedir. Dünya genelinde yüz milyonlarca insan kontamine gıdalar yüzünden hasta olmaktadır. Bu örgütün raporlarına göre; gıda ışınlaması, gıdalarda patojenik bakterileri ve parazitleri kontrol altına alarak gıdalarımızın daha güvenli ve daha uzun dayanmasını sağlamaktadır. Tüm bu özellikleri nedeniyle, gıda ışınlaması yöntemini kullanmamanın ABD’nin bu yüzyıldaki en büyük sağlık felaketi olacağı savunulmaktadır. ABD’de toplumun bu teknolojiyle henüz yeterince bilgi sahibi olmaması nedeniyle, toplumda endişe ve korkuya neden olacağı için “ışınlanmıştır” ibaresiyle etiketlemeye de karşı çıkılmaktadır. Uluslararası örgütlerin tüm bu açıklamalarına rağmen gıda ışınlamasının zararlarına ilişkin değerlendirilmesi gereken temel hususlar ise; klasik ısıl işlemle azaltılabilecek olan Clostridium Botulinum, gıda ışınlamasının üst sınırı olan 10kGy altındaki ışınlamalarda etkisiz olduğuna dair araştırmalardır. Bu durumda, ışınlanmış gıdalarda botülizme neden olabilecek riskin bulunmasıdır. Aynı zamanda, tiamin, askorbik asit, A ve E vitaminleri ışınlamaya en duyarlı vitaminlerdir. Bu 58 Mimar ve Mühendis vitaminlerin ışınlamayla kaybolduğuna dair iddialar da bu yöntemin başlıca zararları arasında gösterilmektedir. Işınlanmış gıda paketleri üzerinde bulunması gereken “Radura” sembolünün yeterince açık olmaması ise eleştirilmekte ve ışınlanmış olan gıdalarda “ışınlanmıştır” ibaresinin açıkça yazılı olması gerektiği ifade edilmektedir. Sonuç olarak, Birleşmiş Milletler'in uzman kuruluş raporları ışınlanan gıdaların geleneksel yöntemlerle dayanıklı hale getirilen gıdalar kadar güvenilir olduklarını ortaya koymaktadır. İyonize radyasyon enerjisi gıdaların bozulmasına neden olan ve insanlarda gıda kaynaklı hastalıklara neden olan mikroorganizmaların sayılarının azaltılması veya yok edilmesini sağlarken duyusal ve besinsel kaliteyi de maksimum düzeyde korunmaya çalışılmaktadır. Gıda ışınlamasının güvenliği ve etkinliği FDA, USDA, WHO ve FAO gibi otoriteler tarafından bilimsel alanda geniş çalışmalarla onaylanmıştır. Fakat ışınlanmış gıdaların satışı istenilen düzeyde değildir. Tüketicilerin büyük bir bölümünün ışınlanmış gıdaları hala güvenilir bulmadığı bir gerçektir. Bu durum tüketicin ışınlanmış gıdanın radyoaktif hale geldiği ve ışınlamayla gıdada zararlı maddelerin oluşması endişelerinden kaynaklanmaktadır. Gıdaların ışınlanması konusunda ülkemizde ve dünyada tüketicilerin bilgi eksiklikleri ve ışınlanmış gıdaya bakış açılarının olumlu olmaması nedeniyle pazarda ışınlanmış gıdalar yeterli ilgiyi görememiştir. Amerika’da tüketicilerin %80’i ışınlanmış gıdanın güvenliğinden emin olmadıklarını %30’u ışınlanmış gıdaların radyoaktif bir nitelik taşıdıklarını düşünmektedirler. Türkiye’de yapılan çalışmada, ışınlamadan haberdar olan tüketici oranı ise oldukça düşüktür. Gıdaların ışınlama yöntemiyle muhafazası sağlık risklerini en aza indirmekle birlikte günümüzde üzerinde halen araştırılmaların yürütüldüğü bir alandır. Kaynakça Cannon, Raymond J. C.; Hallman, Guy J.; Blackburn, Carl. (2012) The Pros and Cons of Using Irradiation for Phytosanitar Treatments, Outlooks on Pest Management, Volume 23, Number 3, pp. 108-114(7). EFSA (2011) Statement summarising the Conclusions and Recommendations from the Opinions on the Safety of Irradiation of Food. European Food Safety Authority, Parma, Italy. WHO (1981) Wholesomeness of irradiated food. Technical Report Series No: 659. Geneva. Anon. (2004). Commission Decision of 7 October 2004 amending Decision 2002/840/EC adopting the list of approved facilities in third countries for the irradiation of foods. Official Journal of the European Union (2004/691/EC). Anon. (2005). Commission Decision of 4 December 2007 amending Decision 2002/840/EC as regards the list of approved facilities in third countries for the irradiation of foods. Official Journal of the European Union (2007/802/EC). EU (2009). List of Member States’ authorisations of food and food ingredients which may be treated with ionising radiation. Official Journal of the European Union C 283/5, 24.11.2009. Hallman, G.J. (2001). Irradiation as a quarantine treatment, pp.113–130 in, Molins, R. (ed) Food Irradiation Principles and Applications, Wiley-Interscience, New York. Mayıs - Haziran 2014 59 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ SINIR AŞAN MERİÇ NEHRİ HAVZASI VE TRAKYA BÖLGESİ SU SORUNLARI Prof.Dr. Ahmet İSTANBULLUOĞLU Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tüm canlılar için gerekli olan su, insanlığın kurduğu uygarlıkların da merkezi olmuştur. Tarih boyunca bunun böyle olması bir tesadüf değil aksine bilinçli bir tercihtir. İnsanlar kendi içme ve kullanma ihtiyaçlarını sağlamanın yanında ekinlerini de kolayca sulayabilecekleri alanlara yerleşmiştir. İnşa ettikleri basit sulama kanalları ile daha fazla besin elde etme olanağı sağlamıştır. Artan nüfus zamanla daha çok suya gereksinim duymuştur. Küçük yerleşim yerleri kentleşme sürecine başlayınca ve gelişen mühendislik teknikleriyle birlikte sudan yararlanma ve denetleme adına insanlar su kaynaklarını son sınırlarına kadar kullanmaya başlamıştır. Bu da beraberinde çeşitli toprak ve su sorunlarına da neden olmuştur. G ünümüzde özellikle endüstriyel atıklar ve küresel ısınma nedeniyle temiz su kaynakları giderek azalmaktadır. Dünya bankasının tahminlerine göre 2025 yılında dünya nüfusunun üçte ikisi temiz ve içilebilir sudan mahrum olacaktır. Türkiye de gerekli önlemleri almazsa, belki 2025 yılında değil ama yakın gelecekte temiz su sorunuyla karşı karşıya kalacaktır. Türkiye, bugün su kaynakları hızla tükenen ve kirlenen bir ülkedir. Bir ülkenin veya havzanın su zengini sayılabilmesi için kişi başına düşen 10 bin m3’den fazla suya sahip olması gerekiyor. Oysa Türkiye’de özellikle Trakya’da kişi başına düşen su miktarı 500 m3’dür. Bu durum yalnız su kaynaklarını geliştirmekle kalmayıp, mevcut kaynakları daha akıllıca kullanabilecek çözümleri de aramayı gerektirmektedir. Bölge yer üstü ve yeraltı su kaynaklarının sahip olduğu ekonomi potansiyelinin sürdürülebilir bir yaklaşımla, diğer bir ifade ile sürekli ve dengeli kalkınma prensipleri doğrultusunda, çevresel etkiler de dikkate alınarak geliştirilmesi, sosyo-ekonomik kalkınmada sürekliliğin sağlanması açısından büyük önem arz etmektedir (İstanbulluoğlu ve ark., 2006; 2007). Trakya bölgesi su kaynaklarının yetersiz oluşu ve çok sayıdaki sanayi kuruluşunun endüstriyel üretimleri için ihtiyaç duydukları suyu kullandıktan sonra yer üstü su yollarına 60 Mimar ve Mühendis atıp kurtulmaları, yüzey ve yeraltı su kaynaklarını kirletmekte ve bölge halkının yeterli ve temiz içme-kullanma ve sulama suyu sağlama imkanını büyük oranda engellemektedir. Ancak, Trakya bölgesinin iki katı büyüklükte bir alandan, diğer bir ifade ile başta Bulgaristan olmak üzere ve Yunanistan’dan su toplayıp Türkiye-Yunanistan sınırını oluşturarak Ege Denizi'ne dökülen Meriç Nehri bölge için çok önemli bir su kaynağıdır. Nehir havzası sınır aşan bir akarsu havzası olup uluslararası sorunları da beraberinde taşımaktadır. Bu anlamda havzanın hidrolojik ve hukuki durumunun iyi bilinmesi gerekmektedir. Bugün bu akarsuyun suları ile yaklaşık 500 km2 alanda Türkiye Cumhuriyeti’nde üretilen çeltiğin yarısından fazlası yetiştirilmektedir. Akarsuyun taşkın sorunu, sulama suyu temini ve sulama uygulamalarında yaşanan güçlükler çok önemlidir. Bu çalışma ile tüm bu sorunlara bugünkü ve gelecekteki gereksinmeler noktasından bir bakış sağlanmıştır. Böylece halkın bilgilendirilmesi yanında, ilgili teknik elemanların, yöneticilerin ve siyaset belirleyicilerin planlamaları için bir bilgi kaynağı oluşturulmuştur. 1. Meriç Nehri havzası hidrolojik durumu Meriç Nehri, Türkiye Cumhuriyeti’nin altı adet sınır aşan nehirlerinden Avrupa kıtasında yer alanıdır. Meriç Nehri, Bulgaristan’ın güneybatısındaki Rila Dağları üzerinde, 2925 m. rakımlı Musala Tepesi'nin kuzey yamaçlarından doğmaktadır. Balkan ve Rodop Dağları'ndan gelen kolları da alarak büyüyen nehir, Filibe (Plovdiv)’i geçtik- ten sonra tektonik kökenli çukurluğu izleyerek doğuya doğru akmaktadır. Dimitrovgrad’dan geçtikten sonra Sazlık Deresi kolunu da alan nehir, daha sonra kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda akmaya başlamaktadır. Bulgaristan sınırları içerisinde yaklaşık 280 km yol kateden nehir, Mustafa Paşa (Svilengrad) ile Kapıkule arasında Bulgaristan-Yunanistan arasındaki doğal sınırı (yaklaşık 15 km) oluşturduktan sonra, Edirne yakınlarında, Karaağaç istasyonunun kuzeyinde kalan Maraş köprüsünde Türkiye topraklarına girmektedir. Meriç Nehri, Edirne yakınlarında önce Arda sonra da Tunca Nehirleri ile birleşmektedir. Arda Nehri, Bulgaristan’daki Rodop Dağlarından doğmaktadır. Bulgaristan’da 173 km doğuya doğru aktıktan sonra Yunanistan’a geçip, burada da yaklaşık 30 km kat ettikten sonra, Pazarkule sınır kapısı yakınında Türkiye’ye girmektedir. Türkiye topraklarında ise yalnız 300 m. aktıktan sonra Karaağaç mevkiinde Meriç Nehri ile birleşmektedir. Tunca Nehri, Meriç Nehri’nin en büyük koludur. Bulgaristan’da Balkan Dağları’nın orta kesimlerinden doğan nehir, Karadağ’dan inen su kaynaklarını da alarak, yönünü güneye doğru çevirip Türkiye sınırına doğru akmaktadır. Bulgaristan sınırları içerisinde yaklaşık 230 km. yol kateden nehir, Edirne’nin kuzeyinde, Uzunbayır Trakya bölgesi su kaynaklarının yetersiz oluşu ve çok sayıdaki sanayi kuruluşunun endüstriyel üretimleri için ihtiyaç duydukları suyu kullandıktan sonra yerüstü su yollarına atıp kurtulmaları, yüzey ve yeraltı su kaynaklarını kirletmekte ve bölge halkının yeterli ve temiz içme-kullanma ve sulama suyu sağlama imkanını büyük oranda engellemektedir. Mayıs - Haziran 2014 61 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ mevkiinde Türkiye sınırına ulaşır ve yaklaşık 15 km. Bulgaristan-Türkiye sınırı boyunca doğal sınır olarak aktıktan sonra Suakacağı köyü yakınında Türkiye topraklarına girmektedir. Tunca Nehri, Türkiye topraklarında yaklaşık 40 km. aktıktan sonra Edirne içinde Bülbül Adası mevkiinde Meriç Nehri ile birleşmektedir. Meriç Nehri, Türkiye’de Edirne’yi geçtikten sonra, Türkiye-Yunanistan arasında yaklaşık 190 km. doğal sınır teşkil ederek, Saroz körfezinde Enez yakınında Ege denizine dökülmektedir. Meriç Nehri’ne bu akışı esnasında, Edirne’nin 52 km. mansabından Kızıl Nehir ve yine 109 km. mansabından tamamı Türk topraklarında bulunan Ergene Nehri katılmaktadır. Bulgaristan’ın Rodop Dağları’ndan doğan Kızıl Nehir’in toplam uzunluğu yaklaşık 90 km. olup, bunun 57 km’si Bulgaristan ve 33 km’si Yunanistan topraklarında yer almaktadır. Meriç Nehri havzasını gösteren bir harita Şekil 1’de verilmiştir. Ergene Nehri, Türkiye’de Yıldız Dağları’nın 312 rakımlı Taşpınar tepesi civarındaki kaynaklardan doğan ve Trakya Bölgesini ortasından kateden, 283 km. uzunlukta, önemli bir akarsudur. Başlangıcı Ergene deresi olan nehir, İnanlı yakınlarında Çorlu deresinin de katılmasıyla Ergene Nehri adını almaktadır. Bilahare, başlıcaları kuzeyden Büyük dere, Şeytan deresi, Teke deresi, Süloğlu deresi ile güneyden Kurtul deresi, Hayrabolu deresi olmak üzere toplam 16 ana koldan su toplayarak İpsala yakınlarında Adasarhanlı köyü civarında Meriç Nehri ile birleşmektedir. Meriç Nehri havzası, 32700 km2’si (% 58.4) Bulgaristan’da, 14600 km2’si (% 26.1) Türkiye’de ve 8700 km2’si (% 15.5) Yunanistan’da olmak üzere toplam 56000 km2 alana sahiptir. Sınıraşan bu havza, memba ülkesi olan Bulgaristan’ın yüzölçümünün yaklaşık 1/3’ü kadardır. Türkiye ve Yunanistan ise havzanın mansap ülkeleri olmaktadır. Meriç ana kol ile Arda Nehirlerinin Türkiye’ye girişteki su toplama alanları toplamı 27251 km2, Tunca Nehri ise 62 Mimar ve Mühendis MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Şekil 1. Meriç Nehri havzasını gösteren bir harita Meriç Nehri havzasında karasal iklim görülmekte olup yağışların çoğu kışın düşmektedir. Bulgaristan’da 7’si büyük 3’ü küçük 10 adet baraj Meriç üzerinde, 4 adet baraj Tunca ve 4 adet baraj Arda üzerinde toplam 21 adet baraj (3 milyon m 3 kapasiteli) mevcuttur. 7928 km2’dir. Meriç nehrinin Türkiye topraklarına girişini takiben, Edirne’nin batısında yer alan Meriç köprüsü su akış gözlem istasyonu kayıtlarına göre Meriç’in uzun yıllar ortalama debisi 182 m3/s olmuştur. Ancak rasat süresince ölçülen en yüksek akış Edirne Merkezde 1791 m3/s (14.03.2006), İpsala’da 2632 m3/s (17.03.2006) ve en düşük debi 10 m3/s ölçülmüştür. Meriç Nehri havzası için, Türkiye’den kaynaklanan su potansiyeli Ergene’de 1.2 km3/ yıl, Tunca’da 0.4 km3/yıl, Meriç doğu sahilinde 0.2 km3/yıl; Bulgaristan’dan kaynaklanan su potansiyeli Tunca’da 0.6 km3/yıl, Meriç ve Arda’da 5.1 km3/ yıl; Yunanistan’dan kaynaklanan su potansiyeli 0.5 km3/yıl; dolayısıyla toplam su potansiyeli 8.0 km3/yıl civarındadır. Meriç Nehri, Türkiye Cumhuriyeti yüzölçümünün yaklaşık % 3’üne tekabül eden 23700 km2 alana sahip Trakya Bölgesi içerisinde, 14600 km2 olan Meriç-Ergene havzası için çok önemli bir akarsudur. Zira bu alanın 12200 km2’si (% 83.6) sulanabilir nitelikte arazidir. Meriç Nehri havzasında karasal iklim görülmekte olup yağışların çoğu kışın düşmektedir. Bulgaristan’da 7’si büyük 3’ü küçük 10 adet baraj Meriç üzerinde, 4 adet baraj Tunca ve 4 adet baraj Arda üzerinde toplam 21 adet baraj (3 milyon m3 kapasiteli) mevcuttur. Yunanistan’da Arda üzerinde taşkın önleme amaçlı 1 adet baraj inşa edilmiştir. Türkiye’de ise ana akarsular üzerinde baraj inşa edilecek topoğrafik koşulların yetersizliği nedeniyle, erken ilkbaharda Meriç suyunu depolamayı da amaçlayan, havza içerisinde 7 adet baraj işletilmektedir. Kıyıdaş ülkelerin başlıca su kullanımları sulama sektörüdür. Bulgaristan’da hidroelektrik üretimi, içme suyu ve sanayi içinde kullanılmaktadır. Havzanın yaklaşık 1/3’ü ormanla kaplıdır. Kuru tarım alanlarında hububat, sulu tarım alanlarında çeltik başlıca tarım ürünleridir. 2. Meriç Nehri havzasının Trakya Bölgesi su sorunları Türkiye, Meriç Nehri havzası mansap ülkesi olması sonucu, Bulgaristan sınırından giriş yapan Tunca Nehri ile Yunanistan’la sınır oluşturan Meriç Nehri sularının ortaya çıkardığı sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu sorunların başlıcaları, bölgede önemli maddi kayıplara neden olan taşkın olayları ve yapılan sulu tarım üzerindeki sulama suyu miktar ve kirliğidir. 2.1. Taşkın sorunları Meriç Nehri havzasında en önemli sorunların başında taşkınlar gelmektedir. Kuraklığın aksine taşkınlar su fazlalığını ifade ederler. Akarsuların değişik nedenlerle yatağından taşarak, çevrede- ki arazileri su altında bırakan akış miktarları, genellikle taşkın olarak tanımlanır. Karasal iklimin hâkim olduğu Meriç Nehri havzasında, erken ilkbaharda görülen kar erimeleri, sağanak yağışlar, mevcut barajlardan kontrolsüz su bırakılması ve Meriç Nehri yatak kesitinin yetersiz olması, havzanın mansap kısmında yer alan Türkiye’de önemli taşkınlara neden olmaktadır. Son yıllarda meydana gelen taşkınlar, bölgede can ve mal kaybıyla birlikte tarım alanlarına da çok zarar vermektedir. Meriç Nehri havzası, genellikle siltli ve killi topraklardan oluşan, dalgalı bir topoğrafik yapıya sahiptir. Bu anlamda taşkınlar ile büyük miktarda sediment taşınmaktadır. Taşınan sedimentin 1/3’ünü teşkil eden kum, başta her iki sahili de Türkiye’ye ait olan EdirneKaraağaç bölgesinde olmak üzere, nehir yatağında çökerek yer yer kum adacıkları oluşturmaktadır. Bu kum adacıkları üzerinde mil birikmesi sonucunda da çeşitli çalılar ve ağaçlar yetişmektedir. Buda nehir yatağının daralmasına ve kıyı erozyonuna neden olmaktadır. Erozyon ise Meriç Nehri kıyısında verimli tarım arazilerini yok etmekte ve Türkiye-Yunanistan sınır çizgisini değiştirmektedir (Kocaman ve ark., 2005). Meriç Nehri havzası iki kıyıdaş mansap ülkesi Türkiye ve Yunanistan, söz konusu taşkınların önlenmesi için, aralarında teknik işbirliği çalışmaları başlatmış ve bunları sürdürmektedir. Ancak Bulgaristan’dan gelen kontrolsüz su akışları, önemli taşkınlara neden olmaya devam etmektedir. EdirneMerkez’de 2006 yılında gözlenen 1791 m3/s pik debi, nehrin daha mansabında yer alan İpsala’da 2632 m3/s pik debiye ulaşmıştır. Debi ve süreç olarak, 11-20 Mart 2006’da yaşanan taşkın, kaydedilen yılların en büyük taşkını olarak tespit edilmiştir. Edirne-Merkez ve İpsala ile çok sayıda yerleşim yeri ve toplam 40 000 ha tarım arazisi sular altında kalmıştır. Meriç Nehri’nin farklı yerlerde neden olduğu taşkınlara ait görüntüler Şekil 2’de verilmiştir (Malkaralı ve ark., 2008). Tüm bu yaşanan taşkınların önlenmesi için, Meriç Nehri Şekil 2. Meriç Nehri’nin farklı yerlerde neden olduğu taşkınlara ait görüntüler havzasında taşkın erken uyarı sistemlerinin zorunluluğu saptanmış ve bu anlamda uzaktan algılamalı akış gözlem istasyonlarının kurulması kararlaştırılmıştır. Kurulacak istasyonlardan sağlanacak meteorolojik ve hidrolojik verilerin karşılıklı değişimi, alınmakta olan mühendislik çözümlerini çok daha başarılı kılacaktır. 2.2. Sulama suyu miktar ve kirlilik sorunları Meriç Nehri suları, Türkiye’ye giriş yaptığı noktadan itibaren, bölgede yaygın tarımı yapılan çeltik sulamasında kullanılmaktadır. Zira çeltik, Meriç ve Ergene Nehirleri boyunca uzanan irili ufaklı alüvyal ovalarda tek ve değişmez ürün durumundadır. Türkiye toplam çeltik üretiminin yarıya yakınını bu bölgeden sağlamaktadır. Sulama mevsimi içerisinde pompajla sağlanan su, arazide yer alan sulama suyu dağıtım sistemlerine verilmektedir. Ancak sulama mevsimi ortalarında artan su ihtiyacı ve mevsimsel olarak azalan Meriç Nehri debisi sulama suyu temininde yetersizliğe neden olmaktadır. Bunun giderilmesi için, DSİ tarafından, bölgede Altınyazı, Karasaz ve Karpuzlu (Hamzadere inşa halinde) barajları inşa edilmiştir. Bu barajlar sulama mevsimi öncesi erken Mayıs - Haziran 2014 63 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ ilkbaharda Meriç Nehri’nden kademeli bir şekilde terfi ettirilen suyla doldurulmaktadır. Sulama mevsiminde ihtiyaç duyulan yoğun su gereksinimi bu şekilde karşılanmaya çalışılmaktadır (DSİ, 2001). Bölgede yaklaşık 500 km2 alanda çeltik ekimi yapılmaktadır. Bunun için gerekli sulama suyu ihtiyacı 1.4 km3 kadardır. Oysa sulama suyuna yoğun ihtiyaç duyulan dönemde Meriç Nehri debisi 0.3 km3’e kadar inmektedir. Bu durum, yaşanan susuzluğun bir kanıtı olup, geçmişte Bulgaristan’dan ücret karşılığı su alınmasına neden olmuştur. Ayrıca sulama suyunun sulama sahasında toprak kanallar ile dağıtılması ve birçok yerde tahliye kanallarında yer alan suların tekrar sulamada kullanılması bölgede diğer önemli toprak ve su sorunlarıdır. Havzanın yüzey sularını toplarken Bulgaristan’da yer alan çok sayıda sanayi ve yerleşim alanlarına ait atık sularıyla kirlenen Meriç Nehri, benzer koşullardaki Ergene Nehri’nin katılmasıyla da çok daha yoğun bir şekilde kirlenmektedir. Zira Ergene Nehri tüm Trakya Bölgesi yerleşim yerleri ve sanayisinin atık su kanalı işlevini görmesi nedeniyle, özellikle Muratlı ilçesi çıkışında, çok kirlenmiş bir akarsu olup, çoğu zaman sulama suyu olma kriterleri dışına çıkmaktadır (Adiloğlu ve ark., 2004). Bölgede yapılan gözlemler ve çok az sayıdaki araştırmalar çeltik sulamasında kullanılan bu suların çeltik alanlarının elden çıkmasına, çeltik veriminin düşmesine, toprakların ve yeraltı sularının kirlenmesine neden olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. (DSİ, 2001; Başer ve ark, 2004). Ergene nehri suyu, bölgenin kuzeybatı ve batı sınırını oluşturan Meriç Nehri'ne döküldüğü noktadan aşağı kısımlarda, bu nehirle karıştıktan sonra özellikle çeltik alanlarının sulanmasında kullanılması mümkün olmaktadır (Tok, 2004). Ayrıca, Ergene Nehri'nin bir kısım kolları ve çok sayıdaki Karadeniz ve Marmara denizine dökülen küçük akarsularda sulama suyu açısından bir sorun bulunmamaktadır. 64 Mimar ve Mühendis MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Şekil 3. Bölgede yapıla gelen çeltik sulama uygulamalarına ait görüntüler 3. Trakya Bölgesi’nde yeraltı suyu potansiyeli Trakya Bölgesi yeraltı suyu havzası, ince kum, silt ve gölsel kireçtaşlarından oluşan üst ve onun altında yer alan kil ve ara tabakalı çakıl, kum ve zayıf çimentolu kumtaşlarından oluşan alt akiferlerin birbirleri ile ilişkileri nedeniyle hidrolojik olarak bir tek akiferden oluşmaktadır. Doğu-batı istikametinde yer alan akiferin orta kısmında basınçlı akifer şartları gözlenmektedir. Akifer sınırları fay ve antiklinal gibi yapısal unsurlar tarafından belirlenmiş olup ortalama kalınlığı 600 m civarındadır (Kırsaç, 2003). Havzada yapılan hidrolojik çalışmalar kapsamında 1960’lı yıllardan beri birçok araştırma kuyusu açılmış olup halen havzanın çeşitli yerlerinde 13 adet araştırma kuyusu mevcuttur. Bundan başka Toprak-Su Kooperatiflerinin sulama suyu temini için açtıkları 500 işletme kuyusu ve 5000 civarında özel sondaj kuyusu bulunmaktadır. Kuyu derinlikleri 100-250 m arasında değişmektedir (Konukcu ve ark., 2004). Akifere açılan gözlem kuyuları su seviyeleri ile bölgeye düşen toplam yıllık yağış değerleri arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Toplam kullanılabilir yeraltı suyu rezervi yaklaşık 0.4 milyar m3 kadardır. Akiferin beslenme ayları Kasım-Mayıs aylarıdır. Çekim ise tüm yıl sanayi ve içme suyu tahsisleri ile Nisan-Eylül sulama mevsimidir. Su havzasının orta kasımda özellikle Çerkezköy, Çorlu ve Lüleburgaz civarında açılan çok sayıdaki kuyu incelendiğinde; su seviyesinin 1970’li yıllarda değişmediği, 1980’li yıllarda çok az düştüğü ve 1990’lı yıllardan sonra ise çok hızlı düştüğü saptanmıştır. Hatta bir kısım kuyularda sahasal düşmeler gözlenmiştir. Bu yörelerde Çorlu, Karıştıran, Ergene ve Kaynarca derelerinin petrokimyasal atıkların dışında diğer endüstriyel ve evsel atıklarla yoğun bir şekilde kirlenme sorunu vardır. Ayrıca bu derelerin yağış havzalarındaki tarımsal faaliyetler nedeniyle zirai ilaç ve gübre kullanımı da kirliliğe katkıda bulunmaktadır. Son yıllarda doğal gaz üretim sahalarına yakın kısımlarda açılmış olan içme ve sulama suyu kuyularında tuzluluk ve ağır metal konsantrasyonlarında artışlar görülmüştür. Akiferin ekonomik kömür yatakları ve doğal gaz rezervleri içermesi nedeniyle kuyu derinlikleri arttıkça sodyum bikarbonat, bor, muhtelif iyon Trakya Bölgesini bir baştan bir başa kat eden Ergene nehri ve kollarının kirlenmesi ve bölgedeki yeraltı suyu akiferinin mevcut durumu bölge için ivedi bir çözümü zorunlu kılan büyük bir tehlike arzetmektedir. konsantrasyonu, EC ve metan gazı artışları saptanmıştır (Kırsaç, 2003). Trakya Bölgesini bir baştan bir başa kat eden Ergene nehri ve kollarının kirlenmesi ve bölgedeki yeraltı suyu akiferinin mevcut durumu bölge için ivedi bir çözümü zorunlu kılan büyük bir tehlike arz etmektedir. Zira başta Tekirdağ, Çorlu ve Lüleburgaz olmak üzere çok sayıda belediye içme ve kullanma suyunu bu yeraltı suyu kaynaklarından temin etmektedir. Bu da bölge insan sağlığı ve çevre açısından çok önemlidir. 4. Trakya Bölgesi’nde atık suyun değerlendirilmesi Trakya Bölgesinde çoğu sanayi kuruluşu, endüstriyel üretimleri için ihtiyaç duydukları suyu teminden ve kullandıktan sonra atıp kurtulmaktadır. Belki tekrar kendisi veya bir başkasının kullanacağı bir kaynak olarak değil, atıp kurtulmayı daha uygun görmektedir. Oysa çoğu sanayi kuruluşu, tarımda kullanılan suyun tersine, harcadığı suyun çok az bir miktarını gerçek anlamıyla tüketmektedir. Suyun büyük bir bölümü soğutma, işleme ve suyu ısıtan yada kirleten ama tamamen tüketmeyen diğer işlemlerde kullanmaktadır. Bu da suyun geri dönüşmesini, tekrar kullanılmasını olanaklı kılmaktadır. Bunun için kuruluşların tek başlarına veya birkaç kuruluşun bir araya gelerek su arıtma tesisleri inşa etmeleri ile mümkün olmaktadır. Bu yasalar gereğince de zorunlu bir durum olmasına karşın başta su kaynakları olmak üzere çevreyi kirleten çok sayıda fabrika yasalara direnmektedir. Arıtma tesisi olmayan, olup da çalıştırmayan fabrikaların kapatılacağına dair merkezi ve yerel yetkililerin uyarı ve kapatma cezalarına rağmen bu konuda kanunsuz uygulamalar sürmektedir. Oysa arıtma tesislerinden çıkan suların çevreyi kirletmeleri önleneceği gibi özellikle tarım alanlarında ihtiyaç duyulan su kıtlığını çözme yolunda, yeni su kaynakları geliştirme bakımından çok daha ekonomik olmaktadır. 5. Trakya Bölgesi’nde su temini ve tasarrufu Trakya Bölgesi'nin su kaynaklarının yetersiz oluşu ve özellikle önemli akarsuyu olan Ergene Nehri'nin hızla kirlenmesi bölge halkının yeni su kaynakları geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu da bölgeye düşen yağışların düştüğü havzada biriktirilmesini sağlayan küçük toprak barajların yani göletlerin inşasıdır. Göletler kısa sürede ve küçük maliyetlerle inşa edilecek su depolama yapılarıdır. Hatta barajlar için vazgeçilmez olan derin vadili ve büyük debili akarsular bu tip küçük su depolama yapıları için gerekli değildir. Trakya Bölgesi, her bir belde için bir bazen birkaç gölet yapımına uygun topografik koşullara sahip bulunmaktadır (İstanbulluoğlu ve ark., 2004a; 2004b). Göletlerin yaygınlaştırılması ile tüm bölgenin içme ve kullanma ile sanayi ve tarım faaliyetleri için gerekli olan su ihtiyacı çok büyük oranda karşılanabilir. Ayrıca göletlerde biriktirilen su kurak dönemler için de bir güvence olabilir. Yapılan arazi çalışmaları sonucu inşa edilebilecek küçük toprak baraj sayısı 1500 civarındadır (Konukcu ve ark., 2004). Ayrıca çok su tüketen sulu tarımda su dağıtım sistemlerinin boru içerisine alınması ve tarla içinde su uygulama randımanı yüksek yöntemlerin kullanılması gerekmektedir. Bölge sulu tarımında sulama randımanının % 30 civarlarında olması; su tasarrufu ve ekonomisi açısından çok önemlidir. Bunun böyle sürüp gitmesine kayıtsız kalınmamalıdır. Mayıs - Haziran 2014 65 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE BALIKÇILIĞA ETKİSİ Hacer Canan OKGERMAN İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Mustafa YILDIZ İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Ekosistemler ve canlı türleri (bitkiler – hayvanlar) geçmiş dönemlerde görülen bu değişikliklere bağlı olarak yaşam mücadelesi vermişler, sonuçta bugünkü biyolojik çeşitliliğin de ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Bu açıdan değerlendirildiğin de gelecek iklim değişiklikleri, bu değişikliklerin oranı ve ekosistemler ile insan yaşamı üzerindeki potansiyel etkileri tümü jeolojik tarih boyunca da yaşanmıştır (www.turcek.org.tr). İ klim değişiklikleri özellikle küresel ısınmaya yol açan sera gazlarından, fosil yakıtların yakılması (enerji ve çevrim), sanayi (enerji ilişkili; kimyasal süreçler ve çimento üretimi, vb. enerji dışı), ulaştırma, arazi kullanımı değişikliği, katı atık yönetimi ve tarımsal (enerji ilişkili; anız yakma, çeltik üretimi, hayvancılık ve gübreleme vb. enerji dışı) etkinliklerden kaynaklanmaktadır (Türkeş, 2003). CO2’in küresel ısınmaya neden olan sera gazları içerisindeki payının yüzde 70 olduğu kabul edilmektedir. Atmosferdeki ömrü ise 200 yıla kadar çıkmaktadır. Önemli sera gazlarından biri olan Metan (CH4), gerçekte atmosfer içerisinde daha etkili bir gazdır. Aynı miktardaki karbondioksite oranla en az 23 kat daha fazla ısıyı tutabilmektedir. Bataklık alanlarından doğal yollarla atmosfere karışımın dışında fosil yakıtlar nedeniyle veya atıkların ayrışmasından, pirinç üretiminden kaynaklanmaktadır. Atmosferdeki ömrü ise 12 yıldır. Diazot monoksit (N2O), ormansızlaşma, kimya endüstrisi ve tarımda aşırı gübre kullanımı gibi nedenlerle atmosferdeki birikimi artmaktadır. Sera etkisi CO2’e oranla 215 kat daha fazladır. Atmosferdeki ömrü 120 yıldır. Sera etkisi yaratan diğer bir etken ise 66 Mimar ve Mühendis aerosollerdir. Aerosoller doğal veya antropojenik yollarla atmosfere karışan, çok küçük tanecikli ve havada asılı duran katı veya sıvı parçacıklardır. Bunlar aynı zamanda birer yoğunlaşma çekirdeği olarak yoğunlaşma ve bulut oluşumunu artırmaktadır. Bilindiği üzere bulutlanma alınan güneş miktarını etkilemenin yanında efektif arz radyasyonunu tutmak suretiyle ısınmayı artırmaktadır. Son olarak, sera etkisi yaratan gazlar içerisinde en önemlilerinden biri olan su buharı üzerinde durmak gerekir. Su buharlaşarak atmosfere ısı taşımaktadır. Daha fazla buharlaşma, atmosfere daha fazlasının taşınması demektir. Böylece atmosferin sera etkisi ağırlaşmış olur. Bunun yanında artan su buharının meydana getirdiği bulut oluşumu neticesinde yüzeye daha az enerjinin ulaşması da söz konusu olacaktır. Bu durumda su buharının neden olduğu sera etkisi bir ölçüde dengelenmiş olacaktır. Böylece su buharı bir yandan pozitif geri besleme neticesinde sera etkisini arttırırken, oluşan bulutlar da güneş enerjisini keserek soğuma mekanizmalarını devreye sokmaktadır. Bu açıdan su buharı küresel ısınma konusunda dikkatle ele alınması gereken bir konudur. Küresel Isınmanın Balıkçılığa Etkileri Küresel ısınmanın en belirgin etkileri kutuplarda görülmektedir. 1950-1990’lı yıllar arasında 67 buzul üzerinde yapılan çalışmalarda, buzulların her yıl ortalama 48 cm inceldiği belirlenmiştir (Sağlam ve diğ., 2008). Bu azalma, buz örtüsüne bağlı olarak yaşamlarını sürdüren su altı diatomları, ayı balıkları, kutup ayıları ve mors gibi canlılar için sorun yaratacaktır (Brass 2002, Kerr 2002). Avustralya’da yapılan çalışmalarda sıcaklık, tuzluluk, rüzgar, deniz kimyası, döngüler ve deniz seviyesindeki öngörülen değişimler için 13 tür grubunda beklenen reaksiyonları araştırmışlar, tür değişimlerindeki gözlem yetersizlikleri nedeniyle söz konusu reaksiyonları 4 ana grupta ortaya koymuşlardır. Bu gruplar: •Dağılımlar ve stoklar üzerindeki etkiler: Isınma ile birlikte türler genellikle ısınan bölgelere doğru hareket edecekler, pteropodlar gibi kabuk yapan türlerin bolluğunda azalmalar meydana gelecektir. •Hayat döngüsüne ilişkin olayların zamanlaması üzerine etkiler: Plankton patlamalarının zamanı ve göçlerin, ısınma ile birlikte daha erken gerçekleşeceği beklenmektedir. •Fizyoloji ve davranış üzerine etkiler: Çevresel değişiklikler, metabolizma, üreme, gelişme, fotosentez ve solunum hızlarını doğrudan etkileyecektir. •Topluluklar ve verimlilik üzerine etkiler: Bu daha çok ekosistem fonksiyonlarına bağlı olarak türleri etkileyecektir. Örneğin bir türün besin zincirindeki yeri gibi. Okyanus ve denizlerin önemli habitatlarında olan tropik mercan kayalıkları, mercan resiflerinin kalsiyum karbonat iskeletinin oluşmasında mercan polipleri için besin sağlamasına yardımcı olan mikroskobik alg ihtiva eden mercanlardan oluşur. Bu tür alanlar, çok sayıda türle ifade edilen mercan, yumuşakça ve balık türleri gibi faunal ve floralbioçeşitlilik için kritik habitatlardır. Ayrıca kıyısal korunma ve genetik materyal deposu olarak görev yaparlar. Su kalitesi, mercan kayalıkları için primer bir kısa dönem tehdidi olup günümüzde iklim değişikliği kaynaklı büyüyen riskler altındadırlar. Bu hassas alanlar sera emisyonlarının yükselmesi ve okyanuslarda asidifikasyon nedeniyle tehdit altındadır. Tropik fırtınalardaki değişmeler, deniz suyu seviyelerinin yükselmesi ve kıyısal akışlar su sıcaklıklarının yükselmesi ve asitleşme etkisiyle birleşerek mercanların hayatiyetini azaltmaktadır. İklim değişikliği nedeniyle etkilenen diğer bir canlı grubu da deniz kaplumbağalarıdır. Su sıcaklığındaki değişmeler bu canlıların büyüme hızlarını ve embriMayıs - Haziran 2014 67 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ artmasıyla olumsuz yönde etkileneceği söylenebilir. Su kalitesi, mercan kayalıkları için primer bir kısa dönem tehdidi olup günümüzde iklim değişikliği kaynaklı büyüyen riskler altındadır. Bu hassas alanlar sera emisyonlarının yükselmesi ve okyanuslarda asidifikasyon nedeniyle tehdit altındadır. yolarındaki cinsiyet oluşumunu etkilemektedir. Dalga enerjisinde, fırtına sayı ve kuvvetlerindeki artışlar yuvalandıkları kumsalları tahrip etmekte ve yumurtaların yaşama oranlarını azaltmaktadır (Sağlam ve diğ., 2008). Bilim adamları küresel ısınmanın 3 farklı balıkçılık tipinde yaratacağı etkileri şu şekilde irdelemişlerdir (Mcculloch, 2006) 1.Gel-git etkisinin olmadığı nehirler, göller ve kaynaklardaki iç su balıkçılığı: Yüksek su sıcaklıkları iç su balıkçılığı için en önemli etkiye sahip olabilir. Bitkiler ve kuşlarda olduğu gibi birçok balık türü çeşitli derecelerde kış soğuğu ve yaz sıcaklarına ihtiyaç duyar. Bununla birlikte balıkların çoğu daha uygun ortam sıcaklıklarının bulunduğu ortamlara göç etmeden veya ölmeden önceki evrelerde tolerans gösterebilecekleri sıcak veya soğuk su yaşam limitlerine sahiptir. Su sıcaklığı arttıkça birçok balık türü daha soğuk sulara çekilir. Genel olarak kaynağa doğru yüzmek veya daha derin sulara çekilmek suretiyle soğuk sulara ulaşırlar. Fakat küçük nehir ve göllerde bu nite68 Mimar ve Mühendis likteki uygun sahaları bulmak mümkün değildir. Sonuç olarak, yükselen sıcaklıklar bazı balıklar için bu tip su alanlarını yaşanılmaz hale getirebilir. Salmon ve bazı diğer balık türleri iç sularla, kuzeye akan nehirler yoluyla okyanuslara göç edebilir. Ancak iç su balıklarının birçoğu tuzluluğa karşı toleransları olmadığı için bu göç döngüsünü kendiliklerinden tamamlayamaz. Bu nedenle insanların bu balıkları uygun sıcaklıklara nakletmeleri kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir. Bilim adamları henüz bu sularda avcılığın genel anlamda azalacağı veya artacağından emin değildir. Çünkü daha yüksek su sıcaklıkları genelde biyolojik aktiviteyi teşvik eder ve bilim adamları büyük göllerdeki sıcak su balıklarındaki artışın, soğuk su balıklarının azalma miktarından daha fazla olacağına inanmaktadır. Fakat bu fazlalık tek başına önem taşımamaktadır.Yükselen sıcaklıklarla birlikte oksijen düzeyindeki azalma da birçok balık türünün yaşamını etkileyebilir. Son olarak balık populasyonlarının, artan sıcaklıkla birlikte su kirliliğinin de 2.Gel-git sahalarındaki tatlı su nehirleri, koyları ve okyanus kıyısal sularını da kapsayan kıyı balıkçılığı: Sulak alan kayıpları, tuzluluk değişimleri ve yüksek sıcaklıklar, kıyısal zondaki balıkları ve kabuklu canlıları etkileyecektir. Bu konuda etkilenecek en hassas türler, kıyısal sulak alanlarda ya üreyen ya hayatını tümüyle koy içinde geçirenler veya her iki durumu yaşayan türlerdir. Kıyılardaki lagün ve bataklıklar, yengeç, karides ve birçok önemli balık türünün büyüme alanlarıdır. Üreme faaliyetlerinin çoğu bu tip sahaların açığındaki 15-30 m derinliklerde gerçekleşir. Deniz suyunun yükselmesi ile birlikte lagün ve sulak alan girişlerinin sayısı artacak, balık girişlerine açık hale gelecektir. Suyun daha fazla yükselmesi halinde bu ortamlar özelliklerini kaybedecek ve bulundurdukları su, deniz suyu ile yer değiştirecektir. Bu nedenle, uzun vadede denizsuyu seviyesindeki yükselmeler bu ortamlarda yaşayan türlerin üretiminde azalmalara neden olacaktır. Ticari balıkçılık açısından önemli olmayan bazı deniz türleri de kıyısal habitatın taşkınlar ve erozyonu nedeniyle zarar görecektir. Kumsala yumurta bırakan bazı yengeç türleri ile bu yumurtalarla beslenen kuş türleri tehdit altındadır.Kıyısal alanlarda yerleşik bulunan midye ve istiridye gibi sesil organizmalar su yükselmesi ile birlikte daha fazla predatör baskısı altına gireceklerdir. Yükselen su seviyesi ile birlikte artan su sıcaklığı ve azalan oksijen düzeyi koylarda balık ölümlerine neden olacaktır. Koylarda yaşayan türlere ek olarak kıta sahanlığında bulunan lüfer, orkinos, uskumru vb. diğer türler muhtemelen daha uygun yaşam alanlarına göç edeceklerdir. 3.Okyanus balıkçılığı: Bilim adamları derin denizlerdeki balıkların diğer ortamlardaki balıklara göre iklim değişikliğinden daha az oranda etkileneceğini tahmin etmektedir. İklimdeki yıldan yıla olan değişimlerin sera gazlarının Su sıcaklığı arttıkça birçok balık türü daha soğuk sulara çekilirler. Genel olarak kaynağa doğru yüzmek veya daha derin sulara çekilmek suretiyle soğuk sulara ulaşırlar. Fakat küçük nehir ve göllerde bu nitelikteki uygun sahaları bulmak mümkün değildir. Sonuç olarak, yükselen sıcaklıklar bazı balıklar için bu tip su alanlarını yaşanılmaz hale getirebilir. etkisiyle içinde bulunduğumuz yüzyıl içerisinde daha sık görüleceği beklentisini yaratmaktadır. Bununla birlikte okyanus bilimcileri küresel ısınmanın balıkçılıkta dalgalanmalar yaratan El Nino vb. nedenleri destekleyeceği konusunda emin olamamaktadır. Yüksek sıcaklıkların birçok alanda balıkçılığı zenginleştireceği muhtemeldir. Genel biyolojik aktivite yüksek sıcaklıklarda daha fazladır. Bu nedenle de, ortam yüksek miktarda besin ihtiva ettiği için balıkların büyümesi hızlı olacaktır. Ayrıca daha erken yaşlarda eşeysel olgunluğa ulaşmaları da beklemektedir. Ancak beklenen bu artışlar kısmen derin okyanus suyunun yüzeye yükselmesi ile ifade edilen “upwelling” nedeniyle azalmak suretiyle kısmen dengelenecektir. Derinlerden yükselen sular okyanusların üst katmanlarına besin maddelerini taşıyacak, bu da denizel besin zincirinde ana unsurlardan birisini teşkil eden fitoplanktonların gelişimini teşvik edecektir. Küresel Isınmanın Türkiye Balıkçılığına Etkisi Başlangıçta tanımlanmamış olsa da 1940’lı yıllardan itibaren küresel ısınmanın etkisi Türkiye denizlerinde kendisini göstermeye başlamıştır. Bunun en önemli kanıtı Hint Okyanusu ve Kızıl Deniz kökenli canlıların Süveyş Kanalı yoluyla denizlerimize ulaşmalarıdır. Akdeniz’de bulunduğu bilinen 650 balık türünden 90 adedinin endemik türler olmadığı, bunların 59 adedinin Süveyş Kanalı yoluyla Akdeniz’e girdiği ifade edilmek- tedir (Anon. 2007c). Su sıcaklığına bağlı olarak sürü oluşturan hamsi balıklarının kar yağışının olmayışı ve su sıcaklığının 16-17 0C’lere düşmemesi nedeniyle kıyılarımıza gelişi gecikmiş veya sürü oluşturamamışlardır. Bu da gırgır yöntemiyle avlanan hamsi üretimini olumsuz yönde etkilemiştir. Su sıcaklığının yükselmesi ile birlikte hamsinin göç davranışı ve yollarında değişmeler beklenmelidir. Beslenmek üzere kıyılarımıza gelen hamsi sürüleri, kuzey Karadeniz sularının ısınması ve besin üretiminin artması ile birlikte daha ısınmış güney Karadeniz yerine kuzey sularında kalmayı tercih edebileceklerdir. Bu da balık üretiminin % 80’ini sağlayan kaynağın ortadan kalkacağı, balıkçıların işlerini kaybedecekleri anlamına gelmektedir (Sağlam ve diğ., 2008). Sonuç olarak denizel ve içsu kaynakları ekosistemlerini etkileyen iklim değişikliğine karşı sürdürülebilir ve gerçekçi önlemlerin alınması gerekmektedir. Bunun için vakit geçirmeden ülke bazında çalışmalar başlatılarak her yerin daima yeşil kalabilen ve hızlı yetişen, az su isteyen ve yangına dayanıklı ağaçlarla ağaçlandırılması gerekir. Çünkü ormanlar güneşten gelen kısa dalga boylu radyasyonun büyük kısmını absorbe ettiğinden atmosferin aşırı ısınmasını engeller, yağışın oluşmasına önemli katkı sağlar, en önemli CO2 yutağı ve oksijen kaynağıdır. Mavi karbon tüm su kaynaklarındaki bitkiler tarafından tutulan karbondur ve yeşil karbondan % 55 daha fazladır. Denizler ve iç su kaynaklarındaki bitkiler bu karbon atomlarının tutulmasını sağlarlar. Bitkilerin azalması, tabakalaşma ile sirkülasyonun düşerek karışımın gerçekleşmemesi ve asitliğin artması gibi nedenler su kaynaklarının CO2 emilimini azaltmaktadır. Uluslararası Kyoto iklim sözleşmesine büyük sanayilere sahip ülkelerin imza atması ve ekosistemlerin geleceğinin korunması için her türlü önlemleri alması büyük önem taşımaktadır. Kaynakça Anon 2007c. Global warmingandreportaboutTurkishseas, (in Turkish). http://www. tudav.org/kureselis.htm. Brass, G.W. 2002. Arctic Ocean ClimateChange. US ArcticResearchCommission Special Publication No. 02-1, Arlington, VA, 14p. http://www.turcek.org.tr Kerr, R.A. 2002. A warmerArcticmeanschangeforall. Polar Science297 : 14901492. Mcculloch, S. 2006. Global warmingthreatensfisheries. Times. December 2006. Sağlam Erdoğan N.,Düzgüneş E., Balık İ. 2008. Küresel Isınma ve İklim Değişikliği. E. Ü. Su Ürünleri Dergisi. Cilt: 25 Sayı: (1): 89-94. ISSN 1300-1590. http://jfas. ege.edu.tr/ Türkeş, M. 2003. Sera Gazı Salınımlarının Azaltılması İçin Sürdürülebilir Teknolojik Ve Davranışsal Seçenekler, V. Ulusal Çevre Mühendisliği Kongresi, Çevre Mühendisleri Odası, Ankara. Mayıs - Haziran 2014 69 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ KÜRESEL ISINMA ve DENİZLERİMİZE ETKİLERİ Dr. Mustafa Tolay İnsanlığın yerleşik yaşama geçişinin tarihi 10 bin yıl olarak bilinmektedir. Geçen bu süre zarfında insanlığın yaratmış olduğu medeniyetlerin yanı sıra oluşturduğu çevre kirliliği günümüzün en önemli problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın 4.6 milyar yıllık yaşı göz önüne alındığında çok kısa gibi gözüken 10 bin yılda dünyamız önemli bir tehlike ile karşı karşıyadır; “Küresel Isınma”. D ünya iklimi insanlığın doğuşundan beri sanki hiç değişmeyecekmiş gibi olarak görülmekteydi. Son yüzyılda ise iklimimizde büyük değişiklikler gözlenmektedir. Dünya ikliminde zaman zaman görülen değişimler son yüzyılda doğrudan insanoğlunun faaliyetleri ile oluşmaktadır. Küresel ısınma sadece iklim değişikliği değil doğal olarak tüm canlıların yaşamını etkilemektedir. Denizlerimizde mevcut olan ekolojik denge geçtiğimiz kırk-elli sene içerisinde inanılmaz boyutta etkilenmiş ve kirlilik özellikle Akdeniz’de önemli sorunlar yaşanmasına yol açmıştır. İnsanlık tarihi için çok önemli bir yaşam ortamı olarak kabul edilen ve medeniyetlerin oluşmasında çok büyük rol oynayan Akdeniz günümüzde çok önemli kirlilik 70 Mimar ve Mühendis problemleri yaşamaktadır. Mevcut kirlilik kaynaklarına ilaveten küresel ısınmanın getirmekte olduğu yaşam değişimi de biyo-çeşitlilik açısından önemli değişiklikler yaratmaktadır. Sürdürülen tüm çevre koruma çabalarına rağmen başta denizlerimiz olmak üzere, hava, toprak ve iç sularımız hatta yeraltı sularımız maalesef çevre standartları bakımından kötü durumdadır. Dünya denizlerinde görülen çevre kirliliği önemli boyutlara ulaşmıştır ve deniz canlıları için büyük tehlike oluşturmaktadır. Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye gerçek bir deniz ülkesidir ve yaklaşık 8350 km’ye varan mükemmel bir kıyı şeridine sahiptir. Ülkemizden örnek vermek gerekirse, ülkemizi çevreleyen denizlerde balık yaşamının gittikçe azalması çevre kirliliğinin belirgin kanıtıdır. Evsel, endüstriyel ve tarımsal kirlilik başta Marmara Denizi, Karadeniz, İzmit Körfezi olmak üzere tüm denizlerimizi ve iç sularımızı etkilemektedir. Kırk yıl öncesine kadar Akdeniz’de, Karadeniz'de ve Marmara Denizi’nde bol miktarda değişik cinste balık mevcut iken, geçen otuz yıllık süre içerisinde ekolojik denge bozulmuş ve bu denizlerin zenginliği hızla yok olmaya başlamıştır. Örneğin, Karadeniz'de 1965’lı yıllarda 23 cins ticari balık avlanırken, şu anda yalnızca beş-altı cins balık kalmıştır. Petrol kökenli kirliliklerin, ağır metallerin, herbisit ve pestisitlerin deniz canlılarında oluşturduğu karsenojenik, mutojenik değişimler ve farklı organizmaların çeşitli etkileriyle karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca deniz canlılarını etkileyen kirliliklerin, aşırı ve yanlış balık avcılığının önlenmesine yönelik gerekli tedbirler gündeme gelmiştir. Ülkemiz denizlerinde deniz araçlarından salınan yağ ve yakıtların yanı sıra yıkama suları, petrol ve kimya tesislerinden deşarj edilen petrol türevi kimyasal maddeler petrol kirliliğine neden olmaktadır. Tüm bu kirliliklere sebep olan unsur elbette ki insanoğlu. Sadece geçtiğimiz kırk yıl içerisinde ülkemizin en verimli, en güzel doğa parçalarını yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi çok kötü bir şekilde, geri dönülmez, önlenemez bir kirlilikle kirletmiş durumdayız. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız bölgesel çevre kirliliğinin küresel boyuttaki yeni oluşumu ise insanlığı daha fazla korkutmaktadır. Tüm insanlık için çevre kirliliğinin artık bölgesel Deniz suyu sıcaklığındaki ve seviyesindeki artışlar endişe vericidir. Deniz sularının yükselmesinin esas nedeni genel sıcaklıktaki artış olarak gözlenmektedir. değil küresel boyutlarda hissedilmeye başlandığı günümüzde küresel ısınmanın önemi ve vahameti gün geçtikçe artmaktadır. Dünyanın sadece bir bölgesini değil tüm okyanus ve denizleri ilgilendiren çok önemli iklim değişiklikleri ile karşı karşıya bulunmaktayız. Küresel ısınmanın dünya üzerindeki önemli etkileri denizlerde oluşmaktadır. Küresel ısınmanın etkisi ile okyanus ve denizlerde görülmeye başlanan deniz suyu sıcaklığı yükselmeleri deniz canlılarının ekolojik dengesini etkilemekte ve denizlerdeki biyo-çeşitlilik değişmektedir. İnsan yaşamının bir parçası olan deniz taşımacılığı ile farklı denizlere taşınan tropik deniz canlıları küresel ısınmanın etkisi ile de taşındıkları denizlerde yaşam ortamlarına kavuştuklarında o bölgenin biyo-çeşitliliği etkilenmektedir. Farklı türden sıcak bölge deniz canlılarının yeni denizel ortamlara kavuşmaları ile canlı çeşitliliği değişmektedir. Bu konuları araştırmak üzere bilim insanları inanılmaz çabalar sarf etmektedir. Küresel ısınma ve denizlere olan etkileri birçok bilim araştırma merkezinde ve üniversitelerde yoğun bir şekilde araştırılmakta ve etkileri üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Dünya üzerinde hızla devam eden küresel ısınma etkileri dünya üzerindeki tüm canlıların geleceğini kötü yönde etkileyecek boyuttadır. Mayıs - Haziran 2014 71 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ ARTIŞLAR ENDİŞE VERİCİ Denizlerdeki gerek sıcaklık gerekse seviye değişimleri bilim insanları tarafından ölçülmektedir. Deniz suyu sıcaklığındaki ve seviyesindeki artışlar endişe vericidir. Deniz sularının yükselmesinin esas nedeni genel sıcaklıktaki artış olarak gözlenmektedir. Isınma, ısınan su katmanının kalınlığı oranında önem kazanan bir genleşme ile kendini göstermektedir. Deniz suyunun ısınması ise termik durgunluğun oluşmasının temel nedenlerinden birisidir. Deniz bilimciler denizlerin yüzeyinin 1890’lardan beri 0.5-0.6 derece yükseldiğini ileri sürebiliyor. Son yüzyılda ise, dünyadaki ortalama okyanus seviyesi bölgelere göre 10 ila 20 cm arasında yükseldiği ve önümüzdeki yüzyılda da 40-60 cm yükseleceği öngörülmektedir. Bu artışın 1950’lerin başından beri hızlandığı gözleniyor. Küresel ısınmaya bağlı olarak yüzeydeki su sıcaklığının artması suyun genleşmesine yol açıyor ve su havzası yatay düzlemde kıtaların şekliyle engellendiği için sular “yükseliyor”. Şimdiden okyanus ortasındaki Maldiv gibi ada ülkeleri küresel ısınmanın kurbanıdır ve bu ve benzer ada ülkelerinin toprakları büyük tehdit altındadır. Benzer şekilde denizle iç içe olan Bangladeş, Endonezya, Malezya, Tayland gibi ülkeler sadece deniz seviyesi yükselmesi ve toprak kaybetmek tehlikesi ile değil denizlerindeki mercanların su ısınması ile ölümlerini de gözlemektedir. Deniz suyu sıcaklığının 2 artması Karayipler’de son 20 yıl içinde mercanların kitlesel ölümüne neden olmuştur. Dünya okyanus ve denizlerinde küresel ısınmanın keskin etkileri, iklim değişikliği, su seviye yükselmesi, su sıcaklığının artması, termik durgunluğun başlaması, biyolojik çeşitliliğinin azalması gibi kötü etkenlerle karşımıza çıkmaktadır. Küresel ısınmanın iklim değişikliklerine neden olması tüm insanlığın geleceğini tehdit etmekte, kuraklık ve susuzluk tehlikeleri oluşmaktadır. Gıda temininde görülecek olan aksamalar sadece insanlığı değil tüm canlıları etkileyecektir. Genel 72 Mimar ve Mühendis MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Akdeniz’e giriş yaparak yayılan türlerin bir kısmının insan aktiviteleriyle bağlantılı olduğu bilinmektedir. İnsanoğlunun en çok kullandığı denizlerin başında gelen Akdeniz’in canlıları çeşitli insan faaliyetlerinden etkilenmektedir. olarak, deniz seviyesinin yükselmesi ve yüzeyindeki ısı artışı, deniz buzullarının küçülmesi ile tuzluluk oranında, dalga rejimlerinde ve okyanus dolaşımındaki değişimler denizlerdeki ekolojik yapıları değiştirecektir. Küresel ısınma ile atmosferde oluşan değişimler atmosfer okyanus ikilisi arasındaki enerji düzeylerinizdeki değişimleri de etkilemekte ve kasırgalar daha da şiddetli hissedilmeye başlanmaktadır. Son yıllarda tüm okyanus kıyılarında görülen El Nino ve El Nina gibi şiddetli tay- fun olayları küresel ısınmanın sonuçları olabilir. Ülkemizde ise küresel ısınmanın özellikle denizlerimiz üzerindeki etkileri henüz detaylı olarak incelenmemiştir. Özellikle TÜDAV (Türk Deniz Araştırmaları Vakfı) tarafından hazırlanan “Küresel Isınma ve Türkiye Denizleri” başlıklı kapsamlı rapor bu çalışmaların ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. ''Küresel Isınma ve Türkiye Denizleri'' konulu rapor, küresel ısınmanın Türkiye denizleri üzerinde oluşturduğu ve ileride oluşturması beklenen etkiler ile denizleri bekleyen tehlikeleri ortaya koymaktadır. Dünya denizleri ve okyanuslarında önemli değişimlerin yaşandığı belirtilen raporda, "Küresel ısınma ve deniz suyu seviyesindeki değişimler ülkemizi acaba nasıl etkileyecektir, sorusuna cevap aramaktadır. Raporda, küresel ısınmanın Karadeniz'de hamsi göçlerini etkileyeceği, bunun da Türkiye'de milyonlarca YTL'lik zarara ve birçok balıkçı ailenin işsiz kalmasına yol açacağı vurgulanmaktadır. Küresel ısınma ile denizlerimizdeki su sıcaklığının artması ve deniz seviyesinin yükselmesi ile; Ulaşım aksayacak Bozulan atmosferik ritim ile denizlerimizde daha farklı bir rüzgar ve akıntı sistemi ortaya çıkacak, bazı limanlarımızda ulaşım aksayacak, balıkçı filolarımızın ve her türlü deniz araçlarının seyri zorlaşacak, balık çiftlikleri şiddetli dalgalara maruz kalacak, adalara ulaşım aksayacak, deniz ortamı kara alanından daha riskli bir hal alacaktır. Böylesi bir duruma hazırlıklı olanlar denizlerde bayrak gösterirken, hazırlıksız yakalananlar ya ciddi acılar yaşayacak ya da karaya hapsolarak denizi seyretmek zorunda kalacaktır.'' Denize kıyısı olan iller zarar görecek 27 ilin deniz kıyısında olması nedeniyle, bu illerdeki kıyı yapıları, balıkçılık, turizm gibi ticari faaliyetlerin ciddi zarar göreceği de ifade edilen raporda, nüfus artışının yüzde 2.1 olduğu Türkiye'de denizler hala bir protein deposu iken, küresel ısınma ile ortaya çıkacak sorunların, geleneksel balık avcılığına, av türlerine ve yöntemlerine ciddi bir darbe vuracağı vurgulanmıştır. Raporda, ''Doğanın nasıl bir reaksiyon göstereceğini, değişimlerin hangi bölgelerde nasıl olacağını saptamanın zor olduğu, bunu önceden kestirmenin tek yolu denizlerimiz üzerine yaptığımız izlemeleri daha geniş bir alana yaymak ve izlenilen parametreleri de artırmaktır'' denilmiştir. Ulusal politika oluşturulmalı, yoksa muhtaç kalırız Raporda, değişimleri takip edip ulusal politikalarını oluşturacakların karlı çıkacağı, takip etmeyenlerin diğerlerine muhtaç kalacağı, küresel ısınmanın ülke denizlerini farklı sorunlarla karşı karşıya bırakacağı kaydedildi. Yeni canlı türleri Halen 300 civarında Kızıldeniz kökenli denizel türün Akdeniz'de yaşadığı kaydedilmiştir. Ülkemiz sularında tespit edilen Hint Okyanusu kökenli balıkların sayısı şimdiden 30'un üzerindedir ve bunların arasında ticari değere sahip olanlar balıkçılarımızca avlanmaktadır. Balon balığı, papağan balığı ve benzer türlerin Doğu Akdeniz'e girmesi ve koloni oluşturup yerli türlerle alan rekabetine girmesinin ana nedenlerinden biri Akdeniz'deki su sıcaklığının artışıdır. Akdeniz'de artık tropikalleşme yaşanmaktadır ve bu tüm havzayı etkilemektedir. Sadece İskenderun Körfezi’nde avlanan ticari türler toplam avın % 20’sini oluştururken bu oranın yakın zamanda artması beklenmektedir. Yani, yeni balık türlerinin Akdeniz’e girmeleri zamanla balık avcılığında değişimlere neden olmuştur. Çünkü avın kompozisyonu değişmiş, Hint okyanusu kökenli, çok renkli birçok yeni ve ticari değeri olan tür avlanır hale gelmiştir. Doğu Akdeniz’de görülen bu balık türlerindeki değişme ve yeni gelen türlerin tüketici açısından önemi ise lezzetteki farklılıktır. Birçok tatil köyünde yenilen bu renkli balıklar geleneksel tatları aratmakta, çoğu kez kimse yediği balığın Hint okyanusunun sıcak sularından geldiğini ve ne olduğunu bilmemektedir. Akdeniz’e giriş yaparak yayılan türlerin bir kısmının insan aktiviteleriyle bağlantılı olduğu bilinmektedir. İnsanoğlunun en çok kullandığı denizlerin başında gelen Akdeniz’in denizel canlıları çeşitli insan faaliyetlerinden etkilenmektedir. Örneğin; 1800’lü yılların sonuna doğru Süveyş Kanalı’nın açılmasını takiben pek çok sıcak deniz kökenli Şekil 1. Caulerpataxifolia deniz yosunu canlı türü Hint Okyanusu ve Kızıl Deniz üzerinden Akdeniz’e girerek dağılım alanlarını genişletmeye başlamışlar ve bu nedenle ekosistem yapısı etkilenmiştir. Bilimsel verilere göre günümüzde Akdeniz’e Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla birlikte giren ve “Lesepsiyen Göçmen” olarak adlandırılan türlerin sayısı 300’ü aşmıştır. Özellikle Akdeniz diğer denizlere göre insan aktivitelerinin ve dolayısıyla gemi trafiğinin çok daha fazla olması sebebi ile diğer denizlerden daha çok miktarda tür girişi olmaktadır. Akdeniz’e giriş yapan Hint Okyanusu ve Kızıldeniz kökenli türlerin girişi direk veya indirekt olarak insan aktiviteleriyle bağlantılıdır. Bu türler insan aktivitelerinin oluşturduğu çeşitli mekanizmalarla gelmekte, yerleşmekte ve yayılımlarına devam etmektedir. Bu kadar canlı türü Akdeniz’in kendi canlı türü sayısının % 4-5’ini oluşturmaktadır. Bu kadar çok canlı türünün giriş yapması Akdeniz’e diğer denizlerden daha çok miktarda tür girişinin olduğunu göstermektedir. Bu türlerin rotası ve olası biyolojik çeşitlilik üzerine etkileri önem taşımaktadır. Akdeniz’e giriş yapan türlerin % 67’si Lesepsiyen göçmenlerdir (Kızıl Deniz’den Süveyş Kanalı yolu ile gelen türler). İkinci geliş yolu aquakültür yolu ile gelenlerdir. Bu geliş yolu genelde aquakültür yoluyla yetiştirilen türlerin kaza sonucu Akdeniz’e kaçmaları ile olmaktadır. Diğer bir geliş yolları ise tekne ve gemilerin karinalarına yapışarak gelen türleri, balast suları ile taşınan türler ve son olarak akvaryum Mayıs - Haziran 2014 73 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Marmara’da 20 yıl önce nadir görülen Sardalya, Kupes ve Salpa gibi balıkların bu denizlerde sıkça görülmeye başlanması hatta İğneada gibi Batı Karadeniz’de avcılığına başlanması deniz suyu sıcaklığının artışıyla ilişkilendirilmektedir. ticareti için getirilerek Akdeniz’e kaçan türler olarak düşünülmektedir. Yabancı türlerin girişi eksponensiyel olarak artmaktadır. Akdeniz’de geçen yüzyıl başında yeni deniz yollarının açılması, ticaretin hızla artmaya başlamasından sonra Akdeniz’e giriş yapan yabancı tür sayısında her 20 yılda bir iki katı artış gözlenmiştir. Akdeniz’e giriş yapan türler Akdeniz’in bazı bölgelerinde daha fazla artış göstermektedir. Örneğin Levanten kıyılar diye bilinen Doğu Akdeniz kıyıları, Fransa kıyıları veya lagünler yabancı tür sayılarının daha fazla artış gösterdiği bölgelerdir. Giriş yapan yabancı türlerin yayılım kinetiği (geolojik ve ekolojik olarak) türün girişini, bölgeye adapte oluşunu, yayılmaya başlamasını ve yöreye kesin adapte 74 Mimar ve Mühendis olarak yerleşmesini kapsamaktadır. Giriş yapan türün yeni ortama alışması, ekosistemdeki değişime adaptasyonu, yerleşik türlerle mücadelesini, ekosistemin etkileri ile modifikasyona uğraması ve yeni bir ekosistem yaratması belirli bir zaman bütününü kapsamaktadır. Gerek insan aktiviteleri gerekse küresel ısınmanın etkisi ile giriş yaparak yerleşen yabancı türlerin Akdeniz’e yerleşmesi başta turizm olmak üzere, sualtı dalış aktivitelerini, balıkçılık ve su ürünleri endüstrisini negatif olarak etkileyebilmektedir. Yeni türlerin ekolojik sisteme girmesi ile beraber biyolojik sistem değişimi söz konusu olduğundan ve çeşitli negatif etkiler ortaya çıktığından, yabancı türlerin girişi mutlaka takip edilmeli ve olumsuz etkiler ortaya konularak gerekli tedbirler alınmalıdır. Akdeniz’e giriş yapan türler kesinlikle sınır tanımamakta ve bu tür canlıların bilinmeyen olumsuz etkileri sadece bir ülkeyi değil tüm Akdeniz ülkelerini etkisi altına almaktadır. Bu nedenle sorunlar sadece ulusal değil uluslararası boyutta ortaya çıktığından başta Akdeniz ülkeleri olmak üzere Birleşmiş Milletler üyeleri konu ile ilgili olarak acil bir şekilde gerekli çalışmaları yapmak ve önlemleri almak zorundadır. Daha şimdiden, tropikal yosun türlerinden olan ve 'katil yosun' olarak bilinen 'Caulerpataxifolia' türü yosun (Şekil 1), “terörist yosun” olarak bilinen “Caulerparacemosa” ile havzada başarılı bir şekilde gelişmekte, hatta alan kazanmaktadır. Batı Akdeniz'de son 10 yılda yüzey suyu sıcaklığı 0.2 derece artmıştır. Bu artış 13 derece gibi sabit bir sıcaklıkta yaşamaya alışan derin deniz balıkları için tehdit oluşturmaktadır.'' Yüzey suyu sıcaklığındaki artış Batı Akdeniz'de dip sularındaki sıcaklığın 1960'dan beri 0.12 derece yükseldiği, buna karşın Doğu Akdeniz'deki deniz suyu yükselmesinin 1992'den beri ortalama 12 santimetre olduğu ifade edilen raporda, Akdeniz'deki bu sıcaklık artışlarının sadece balıklar ve omurgasız türleri değil, birçok göçmen tür için de tehlike olduğu vurgulanmaktadır. Deniz seviyesinin yükselme etkileri Deniz suyu seviyesindeki değişimler Akdeniz’deki uzun ve geniş plajların supralitoral veya serpinti zonu ile medcezir bölgesindeki (Mediolitoral) türleri daha fazla etkileyecektir. Bu canlıların arasında kumsalları üreme alanı olarak kullanan veya yumurta bırakan deniz kaplumbağası gibi türlerin üreme alanları plajların yüzey alanlarının azalmasıyla tehlike altına girecektir. Akdeniz’de deniz suyu seviyesindeki yükselmeler sesil ve sedenter türleri hareket edemediklerinden dolayı daha fazla etkilerken balık gibi aktif yüzücü türleri adaptasyon yeteneği nedeniyle daha az etkileyecektir. Marmara ve Karadeniz'de durum "Akdeniz'de yaşayan, Karadeniz ve Marmara'da 20 yıl önce nadir görülen sardalya, kupes ve salpa gibi balıkların bu denizlerde sıkça görülmeye başlanması, hatta İğneada gibi Batı Karadeniz'de avcılığına başlanması deniz suyu sıcaklığının artışıyla ilişkilendirilmektedir. Yine, günbalığı türünün artık Marmara Denizi'nde de görülebilmesi, dağılımın Akdeniz'in güneyinden daha kuzeye çıkması küresel ısınmanın etkileriyle açıklanmaktadır. ''Küresel ısınmanın Karadeniz'de hamsi göçlerini etkileyeceği, bunun da Türkiye'de milyonlarca YTL'lik zarara ve birçok balıkçı ailenin işsiz kalmasına yol açacağı vurgulanmaktadır. Denizlerde yaşayan canlılar özellikle de belli indikatör türler küresel ısınmada belirteç görevi görür. Balık toplulukları oşinografik ve çevresel değişiklikleri göstermede önemli bir işlev görür. Su sıcaklığı balık türleri için yaşam alanı ve üreme gibi temel etkenleri belirleyen bir faktördür. Balıklar larva ve juvenil denilen ergin öncesi safhalarında su sıcaklığının değişmesine karşı oldukça duyarlıdır. Bu nedenle deniz ve nehir arasında göç eden balıkların bu olumsuzluktan etkilenmeleri kaçınılmazdır. Akdeniz’de yaşayan ve Karadeniz ve Marmara’da 20 yıl önce nadir görülen Sardalya, Kupes ve Salpa gibi balıkların bu denizlerde sıkça görülmeye başlanması hatta İğneada gibi Batı Karadeniz’de avcılığına başlanması deniz suyu sıcaklığının artışıyla ilişkilendirilmektedir. Yine, Thallossomapavo (Gün balığı) türü balıkların artık Marmara Denizi’nde de görülebilmesi, dağılımının Akdeniz’in güneyinden daha kuzeye çıkması küresel ısınmasın etkileriyle açıklanmaktadır. Eski ile yeni türler arasında mücadele "Sulak alanlardaki su seviyesi yükselmeleri yeni türlerin bu alanlara girmesine, eski ile yeni türler arasındaki mücadeleye de sahne olacaktır. Nihayet, deniz suyunun ısınması sonucunda yüksek sıcaklıkta yaşayan bakterilerin artması ve bunların hastalık oluşturma kapasiteleri daha da artacaktır. Bunun küresel boyutta olması da mümkündür. Küresel ısınma denizlerde yapılan balık yetiştiriciliği için tehlikedir." Sadece canlı yaşam etkilenmeyecek Raporda, küresel ısınmanın sadece canlı yaşamını direktolarak etkilemeyeceği "Sulak alanlardaki su seviyesi yükselmeleri yeni türlerin bu alanlara girmesine, eski ile yeni türler arasındaki mücadeleye de sahne olacaktır. ve habitat yıkımlarına da yol açacağı dile getirilmektedir. Kurumlararası işbirliği BM Çevre Programı (UNEP-IOC) ile UNESCO tarafından yürütülen deniz suyu yükselmeleri izleme ağı çalışmalarını takip edilmesi, ülkede kurulacak birden çok interdisipliner çalışma grubu ile denizlerin vakit geçirilmeden izleme çalışmalarına başlanması gerektiği ve bu konuda devletin yetkili organlarının harekete geçmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Geniş olanaklara sahip Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi ile üniversiteler arasında, uzun süreli araştırma projeleri başlatılmasının önemi anlatılan raporda, izlenmeden değişimleri anlamanın mümkün olamayacağı belirtilmektedir. Gerek TÜDAV tarafından hazırlanan “Küresel Isınma ve Türkiye Denizleri” raporu ve gerekse diğer bilimsel kuruluşlar tarafından öne sürülen görüşler uyarınca ayrıca, ''Sadece kar hedefleyen üretim anlayışının dünyayı ve insanlığı bir kaosa götürdüğü bir gerçektir. Mevcut üretim ilişkisiyle gezegenimizde tüm canlıların geleceği tehlike altına girmiştir. Küresel iklim değişikliği, yaklaşık 200 yıllık sanayi devrimi ve bunu izleyen üretim süreçlerinin bir sonucu olduğuna göre, bu süreçlerin yeniden değerlendirilmesi, tüm canlıların mutluluk ve refahına göre dizayn edilmesi gerekir. Aksi takdirde, suyu ısınan, okyanuslar, denizler veya dünya değil, buna neden olan biz insanlar ve hiçbir suçu olmayan diğer canlılar olacaktır'' görüşüne yer verilmektedir. Kaynakça -UNEP, “Proceedings of theworkshop on invasiveCaulerpaspecies in theMediterranean”, Heraklion, Crete, Greece, 18-20 March, 1998, MAP Tech. Reports Series, No: 125, Athena, 1999. -Ribero,M.A.,Boudouresque,C.F., “Introducedmarineplants, withspecialreferencetomacroalgae: mechanismsandimpact”, Progress in PhycologicalResearch, Vol; 11 (Eds: F.D.Round, D.J.Chapman) Biopress Ltd, 1995. -Boudouresque,C.F., “TheRedSea-Mediterranean Link: unwantedeffects of canals”, Proceedings of theNorway/UN Conference on AlienSpecies, Trondheim, 1-5 July 1996, Eds: O.T.Sandlund, P.J.Schei, A.Viken, Throndheim, 1996. -Cirik,Ş.,Öztürk,B, (1991), “Notes sur la présence d’uneformerareduCaulerparacemosa, en Méditerranée orientale”, Flora Mediterranea, 1, pp:217-219. -Meinesz,A.,Cottalorda,J.M., Chiaverini,D., Braun,M., Carvalho,N.,Febvre,M., Ierardi,S., Mangialajo,L., Passeron-Seitre,G., Thibaut,T., Vaugelas,J., (1997), “Suivi de l’invasion de l’alguetropicalecaulerpataxifoliadevantles côtesfrançaises de la Méditerranée: Situationau 31 décembre 1996“ Ed.LaboratoireEnvironnem entMarinLittoral, Université de Nice-SophiaAntipolis, Nice. -Piazzi,L.,Balestri,E., Cinelli,F., (1994), “Presence of Caulerparacemosa in the North-Western Mediterranean”, Cryptogamie, Algol., 15(3) pp:183-189. -Tolay, M.,Cottalorda, J.M., de Vaugelas, J., 1998, “EcolojicalEffects of TheSpreading of TheInvasiveSeaweedCaulerpataxifolia in TheMediterranean”, SECOTOX 98 International Conference on EcotoxicologyandEnvironmentalSafety, 19-21 October, Antalya. -Tolun;L.G.,Okay,O.S., Gaines,A.F., Tolay,M., Tüfekçi,H., Kıratlı,N., “Thepollutionstatusandthetoxicity of surfacesediments in İzmit Bay (Marmara Sea), Turkey”, Environment International, 26 (2000), 1-2. -Meinesz, A., , “Killer Algae”, Daniel Simberloff (Translator), Univ. of Chicago Press, Chicago, (November 1999). -Bethoux , J.P. Gentili ,B. Raunet , J. Taillez ,D. 1990. Warming trend in the Western Mediterraneandeepwater .Nature , 347 , 660-662. -Bouduresque ,C.F. 1999. TheRedSea – Mediterranean Link : Unwantedeffects of canals . InvasivespeciesandBiodiversitymanagement , 213-228. KluwerAcademicPub.Nedherland. -Francour , P. Bouduresque , J. Harmelin , J.G. Harmelin , V. M,.L.Quignard. J.P. 1994 .AretheMediterraneanwatersbecomingwarmer ? Information fromBiologicalIndicators .Mar.Poll.Bull. Vol.28. No: 9, pp.523-526 .Elsevierscience. Ltd. Gesamp, 1997 . Marine biodiversity : patterns , threatsandconservationneeds.ReportsandStudiesNo .62 . London. -Golani , D. 2002 . LessepsianFishmigrationcharacterisationandimpact on theeasternMediterranean . Workshop on Lessepsianmigration , Gökçeada . p 1- 9. Tüdav yayınları no . 9. İstanbul. -Kadıoğlu, M. 2001. Bildiğiniz havaların sonu , Küresel iklim değişimi ve Türkiye . Güncel yayıncılık. 110. 368 s. İstanbul. -www.globalwarming.org -www.kuresel-isinma.org -www.tudav.org Mayıs - Haziran 2014 75 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE NÜKLEER ENERJİNİN ROLÜ Doç. Dr. Ahmet Erdal OSMANLIOĞLU MMG Yönetim Kurulu Üyesi Dünyamızın geçmiş yüz yıllık döneminde insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı nedeniyle küresel iklimde 0,5°C sıcaklık artışı meydana gelmiştir. Küresel iklim değişikliği modelleri üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda; bugün önlem alınırsa bu sıcaklık artışının 0,5 - 1°C olarak devam edeceği, ancak eğer önlem alınmaz ise bu defa sıcaklığın 1,4° - 5,8°C arasında artarak devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu düzeyde bir sıcaklık artışı küresel hidrolojik çevrimde önemli değişiklere neden olacaktır. G ünümüzde, dünyamızın karşılaştığı bu sıcaklık artışının önümüzdeki yüzyılda önemli iklim değişikliklerine neden olacağı artık bilim çevreleri tarafından kabul edilmiş olan bir gerçektir. İklim değişikliğinin bu olumsuz etkisiyle küresel su seviyelerinde ve su akımında değişiklikler ortaya çıkacak ve ekosistemi doğrudan etkileyen bu değişiklikler gıda kaynaklarını, tarımsal faaliyetleri, insan ve hayvan sağlığını dolayısıyla tüm endüstriyel sektörleri etkileyecektir. Bunun neticesinde yoğun nüfus alanları başta olmak üzere sosyal ve ekonomik problemler otaya çıkacaktır. Gerek bölgesel olarak ve gerekse ülke düzeyinde sera gazlarına neden olan faaliyetlerin etkili ve birbiriyle uyumlu olarak yönetilmesi gerekir. Ülkelerarası İklim Değişikliği (IPCC) kaldırmaya yönelik tedbirlerin bir an önce devreye alınmasına ihtiyaç vardır. Yapılan projeksiyonlarda bugün önlem alınsa dahi iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının atmosferimizdeki azalma etkilerinin ancak 50 yıl sonra görülebileceğini göstermektedir. Bu nedenle bu süre içerisinde ekosistemin değişen iklim koşullarına uyabilecek şekilde korunması hayati önemdedir. Su ve toprak kaynaklarımızın bu şekilde etkilenmesi gıda kaynaklarımızın ve gıda güvencemizi de doğrudan etkileyecektir. Bu koşullar altında, ulusal iklim değişikliği stratejisi ve eylem planının uygulamaya konulmasına ihtiyaç doğmuştur. Bu plan, bir taraftan iklim değişikliğine neden olan etkilerin bir an önce azaltılarak ve nihayetinde tamamen ortadan kaldı- raporlarına göre; Akdeniz coğrafyasında 1°C - 2°C sıcaklık artışının geniş ölçekte kuraklığa ve oluşan ısı dalgalarıyla iç bölgelerde etkili sıcak havaya neden olacağı bildirilmektedir. Ülkemiz için ise küresel iklim değişikliğinden kaynaklanan sıcaklık artışının iç bölgelerimizde 5°C artışa neden olacağı tahmin edilmektedir. Bilimsel modellemeler yakın gelecekte ülkemizin daha sıcak, daha kurak ve dengesiz yağış alan bir ülke haline geleceğini göstermektedir. Bunun sonucunda yazın sıcaklıklar artacak, kar yağışı azalacak, yüzey sularımız kaybolacak, toprak kayıpları ve erozyonlar yaşanacaktır. Küresel iklim değişikliğinin bu olumsuz senaryolara doğru gidişini önlemek için öncelikle bu değişikliğe neden olan olumsuzlukları ortadan Greenhouse Gas emıssıons Manifacturing/ Constriction (18.2%) Road (21.3%) International Aviation (1.9%) Other Energy Industries (4.6%) International Shipping (2.7%) Other (15.3%) Küresel Karbondioksit salınımının sektörel dağılımı 76 Mimar ve Mühendis 1200 1000 800 Domestic Shipping/ Fishing (0.6%) Electricity/Heat Production (35.0%) GLOBAL CO2 EMISSION BY SECTOR 1600 1400 600 400 200 0 nite Lig l Coa Oil ral u Nat Gas Enerji kaynaklarının sera gazı salınımları (WNA,2011) ar Sol Pv ss ma Bio r lea Nuc c ctri ele ro Hyd d Win 100 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 enerji sektörüdür. NÜKLEER ENERJİNİN ROLÜ Bu yazıda iklim değişikliğine neden olan etkiler arasında en önemlisi olan karbondioksit emisyonunu azaltılmasında yine en fazla etkileyen enerji sektörü açısından değerlendirilerek, nükleer enerjinin üstlendiği rol incelenmektedir. Başta karbondioksit olmak üzere atmosfere verilen sera gazları küresel ısınmaya neden olmaktadır. Nükleer enerji, karbondioksit emisyonuna neden olmadığından iklim değişikliğine sebep olan atmosferdeki sera gazı konsantrasyonunun azaltılmasına doğrudan olumlu katkı sağlamaktadır. Nükleer enerji üretim zinciri, tümüyle ele alındığında sera gazı salımı konusunda en temiz seçenektir. Fosil yakıtların yanmasıyla açığa çıkan karbon monoksit, karbon dioksit, sülfür dioksit ve azot dioksit gibi sera gazı oluşumuna sebep olan zararlı gazlar, nükleer sant- Renewables Oil Natural gas wits CCS Natural gas Coal with CCS Coal Nuclear 2009 6DS, 2050 2DS, 2050 2DS-hi Nuc2050 Elecricity generation (TW-h) Shares in elektricity generation (%) rılmasına yönelik olmalı, diğer taraftan da, mevcut su, tarım, orman ve gıda kaynaklarımız ile ekosistem, biyolojik ve bitkisel çeşitliliğimizi korumaya yönelik olmalıdır. Ülkemiz 2009 tarihi itibariyle Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında Kyoto Protokolünü onaylamıştır. Sözleşmenin temel amacı; atmosferdeki sera gazı birikimini tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde tutmak için insanın iklim üzerindeki olumsuz etkilerini durdurmaktır Kyoto Protokolü gelişmiş ülkelerin sera gazı salınımlarını 1990 yılına göre %5,2 azaltmalarına yönelik bir anlaşmadır. Amaç, altı adet sera gazının (karbon dioksit, metan, nitröz oksit, kükürt heksaflorür, HFC,PFC) yıllık salınım değerlerini azaltmaktır. Küresel iklim değişikliğine neden olan bu gazlar büyük oranda fosil yakıtların yanması sonrası ortaya çıkmaktadır. Yoğun olarak kullanılan fosil yakıtlar ise petrol, doğalgaz ve kömür türleridir. Bu yakıtların en fazla kullanıldığı sektör ise 8000 7000 6000 5000 4000 3000 2000 1000 0 raller çalışırken atmosfere salınmaz. Bu nedenle nükleer enerjinin iklim değişikliğine sebep olan atmosferdeki sera gazı konsantrasyonunun azaltılmasında büyük rolü vardır (Osmanlıoğlu, 2012). Günümüzde nükleer santraller, elektrik sektöründen kaynaklanan sera gazı salımında yıllık olarak yaklaşık %17 azalmaya sebep olmaktadır (ETKB, 2013). Günümüzde işletmede olan nükleer santraller sayesinde fosil kaynaklı elektrik üretiminden kaynaklanacak olan yıllık karbondioksit salınımında 1 Milyar tondan fazla düşüş sağlanmaktadır. Bu nedenle, Kyoto protokolü kapsamındaki yükümlülüklerin karşılanabilmesi için diğer faktörlerin yanı sıra nükleer enerjinin katkısına ihtiyaç duyulmaktadır. Enerji kaynakları arasından nükleer enerji tamamen çıkarılırsa ne olur? Bunun en yakın örneği Almanya’dır. Almanya nükleer reaktörlerden vazgeçmesi üzerine enerji açığını linyitten karşılamaya başlamıştır. Bunun sonucunda kömürden elektrik üretim miktarı geçen yıl %45 oranında artmıştır. Nükleer kaynak yerine kömür bazlı enerjiye olan bu geçiş Almanya’nın karbon emisyonunu 25 milyon ton artırmıştır. Bu düzeydeki bir karbon emisyonu 4,4 milyon aracın daha yollara çıkmasına eşdeğerdir. Küresel iklim değişikliği dikkate alınarak dünya elektrik üretimindeki enerji kaynaklarının payını öngören projeksiyonlara göre 2050 yılında yenilenebilir enerji kaynakları ile nükleer enerjinin payının önemli ölçüde artması beklenmektedir. Karbon emisyonları dikkate alınarak 2020 yılı, 2020-2035 yılları arası ve 450 2020: 4-for-20C Incrament over periot 2020-2035 4-for-20C scenario 450 ppm CO2-eq scenario Nuclear Hydro Wind Bioenergy Solar PV Other CCS 2050 yılı Enerji Üretim Payları Projeksiyonu. Temiz enerji kaynaklarının elektrik üretimindeki payları Mart - Nisan 2014 77 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ Brazil 12% MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Venezuela 11% Norway 5% Egypy 4% India 12% Russian Federation 3% Greenland 2% Canada 2% Other countries 1% South Africa 1% Turkey 13% Australia 19% USA 15% Ülkelerin Toryum Rezervleri ppm Karbondioksit Eşdeğeri hedefine göre yapılan projeksiyonlarda, temiz enerji kaynakları arasında nükleer enerjinin önemli bir kaynak olarak yerini alacağı görülmektedir. Nükleer enerji, elektrik üretiminde sahip olduğu 1.88 Gt karbondioksit eşdeğeri ile sera gazlarının azaltılmasında en büyük potansiyele sahip olan enerji türüdür. 2050 yılında küresel toplam sera gazı düşüşünün 15%’ini nükleer enerji sağlamış olacaktır (IAEA,2013). Dünyada yaşanan nükleer kazalar ve son olarak Fukushima nükleer kazası sonrasında, çok daha güvenli ve atık sorunu olmayan küçük modüler reaktör teknolojilerine ağırlık verilmiştir. Bu reaktörler her açıdan elektrik üretimine temiz enerji olarak doğrudan katkı sağlarken büyük güç reaktörlerinin yerine lokal enerji ihtiyaçlarını karşılamakta çok daha güvenli ve etkilidir. Lokal enerji ihtiyaçlarına kısa sürede çözüm olan bu reaktörler aynı zamanda uzaklara elektrik iletim ihtiyacını azaltacağından şebeke kayıplarını da büyük oranda ortadan kaldırmaktadır (Osmanlıoğlu, 2014). Günümüzde yaklaşık 17 ülke, şebeke stabilitesi ve işletme koşulları nedeniyle termik santraller yerine Küçük Modüler Reaktörleri (KMR) devreye almak üzere çalışmalar yürütmektedir. Yakın gelecekte KMR’ler en güvenli ve temiz enerji 78 Mimar ve Mühendis kaynağı olarak nükleer sektörde önemli rol oynayacaktır. TORYUM Nükleer enerjinin uzun dönemde iklim değişikline yapacağı potansiyel katkıyı değerlendirirken nükleer teknolojiye esas olan hammadde kaynaklarının da değerlendirilmesi gerekir. Günümüzde, uranyum yakıt çevrimi teknolojileri konusunda yeterince tecrübe mevcuttur. Ancak daha verimli yakıtlarla ve daha az yüksek düzeyli atık çıkaran yeni nesil yakıtlar üzerinde çalışmalar yürütülmektedir. Uranyumun en gerçekçi alternatifi toryumdur. Toryum, dünyamızda uranyumdan üç kat daha fazla bulunmaktadır (IAEA, 2012). Toryumun nükleer yakıt olarak kullanılması 1947 yıllarında ABD’de başlamış ve 1960’larda az sayıda toryum yakıtlı reaktörler işletilmiştir. 2013 yılında Norveç’te, Halden araştırma reaktöründe toryum yakıt deneyleri yapılmıştır. Toryum fiziksel özellikleri nedeniyle uranyum bazlı yakıtlara nazaran daha güvenlidir. Kurchatov Enstitüsü (Rusya Federasyonu) ve Thorium Power Corporation (ABD) tarafından yürütülen çalışmalarda toryum bazlı nükleer yakıtın maliyetinin en az 20% daha düşük olduğu belirtilmiştir (Shropshire vd., 2007). En fazla toryum rezervlerine sahip olan ülkeler aynı zamanda en fazla enerji tüketen ülkelerdir (Brezilya, Hindistan, ABD). Bu nedenle, bu ülkelerin 25nci yüzyılda toryum yakıtlı reaktörleri işletmeye almaları beklenmektedir. Hindistan uranyum ithalatı yerine kendi toryum kaynaklarını kullanabileceği reaktörler üzerinde yoğun çalışmalar yürütmektedir. Enerji ithalatı yoğun olan ülkemizin de, kendi geleceği için bu ülkelerden belki de çok daha fazla bu kaynağı değerlendirmeye ihtiyacı vardır. Ülkemiz, 1995 yılında kapatılan ancak 2010-2013 yılları arasında yürütülen yoğun çalışmalar sonucunda bugün tekrar ve daha güçlü olarak işletmeye alınmayı bekleyen bir araştırma reaktörüne sahiptir. Diğer taraftan, oldukça önemli miktarda toryum rezervlerimiz bulunmaktadır. Dünyada nükleer endüstri daha güvenli ve karbon emisyonu olmayan küçük modüler reaktörlere doğru hızla gelişmektedir. Gerek küresel iklim değişikliğine katkısı açısından ve gerekse enerji arz güvenliğimizi sağlamak için ülkemizin kalkınmasında yapacağımız en önemli hamle, yerli toryum yakıtlarının araştırılacağı ve teknolojisinin geliştirileceği araştırma reaktörümüzü en kısa sürede devreye alarak, küçük modüler toryum yakıtlı milli reaktörleri geliştirmek olmalıdır. Kaynakça ETKB, 2013. Nükleer Santraller ve Ülkemizde Kurulacak Nükleer Santrale İlişkin Bilgiler. Nükleer Enerji Proje Uygulama Dairesi Başkanlığı. Yayın No:1. Ankara. IAEA, 2013. Climate Change and Nuclear Power. International Atomic Energy Agency. p.114, Vienna, Austria. IAEA, 2012. Experiences and Trends of Manufacturing Technology of Advanced Nuclear Fuels, IAEA-TECDOC-1686, IAEA, Vienna, Austria. Osmanlıoğlu A.E. 2012. “Küresel Enerji Projeksiyonu” MMG Dergisi No:67 s 54-55. İstanbul. Osmanlıoğlu, A.E.2014. “Nükleer Enerjide Yeni Rota” MMG Dergisi No: 75, s. 84-88. İstanbul. PBL, 2014. Netherlands Environmental Assessment Agency Report. Trends in Global Carbon Emissions. The Hague, Netherlands. Shropshire, D.E., et al.2007. Advanced Fuel Cycle Cost Basis, INL/EXT-0712107, Idaho Natl Lab, ID, USA. WNA, 2011. Report:Comparison of Lifecycle Greenhouse Gas Emissions of Various Electricity Generation Sources. London, UK. Mayıs - Haziran 2014 79 DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Guar Ekimi ve İlaçlama Mehmet SITKI Ülkemizin son dönemde keşfedilen ve yem alanında kullanılan bitkisi Guar’ın ekimi ve bakımı ile ilgili bilgileri bu makalemde paylaşmaktayım. Dikim Öncesi Kararlar Nerede ekim yapılmalı? Yağış ve dağılımı verimliliğine çok etkilidir. Büyüme döneminde daha yüksek verimlilik için 400-500 mm dağılmış yağış çok önemlidir. Yetersiz yağmur sonucu bitkide erken yaşlanma görülür ki bu da yaprak ve az tane olarak sonuçlanır. Aşırı yağmurlarda daha fazla vegetatif büyüme olmasına rağmen barınma ve verimde yetersizlik oluşturur. Çiçeklenme ve bakla oluşum aşamasında toprağın nemi iyi ve yüksek verim sağlar. Hasad ya da harmandaki yağış karamış ve çürümüş tohum kalitesine zarar vericidir. CB toprak ve çevre şartlarına oldukça duyarlıdır. Bitki iyi sürülmüş, kumlu (kumlu bitki artıklı, çürümüş yaprak karışık) topraklarda yetişir. Bununla birlikte bitki aydınlık topraklarda da iyi yetişir. Susuzluluğa ve buna bağlı olarak tuzluluğa hassastır. Bitki ekimi için yer ve alan seçerken tüm bu hususlara dikkat edilmesi gerekir. Kırpma ne kadar sıklıkla olmalıdır? CB hem yaz mevsiminde hem de kharif mevsiminde çeşitli sebze programları, tahıl, yem maddesi ve endüstriyel amaçlı yetiştirilebilir. Bitki hem tek ürün hem de karışık olarak iyi büyür. Buğday, arpa, hardal, pamuk, darı ve sorgum ile rotasyonu çok faydalı olduğu tespit edilmiştir. Ancak CB-darı rotasyonları toplam verim açısından birim alan başına daha etkilidir. CB sulu koşullar altında iki kez üst üste sisteminde buğday başarı ile yetiştirilebilir. Hardal yetiştirilecek olursa orta derecede verim alınabilir. 80 Mimar ve Mühendis Hangi tohum ekelim? CB’nin 90 ve 110 günde olgunlaşan iki türü vardır. Kurak alanlarda “Asgari Büyüme Dönemi” için birçok tuhaflıkları vardır. Bazı alanlarda 90 günden daha az bazı alanlarda ise 120 günü aşan sürelerdedir. Böyle çeşitli tür seçiminde üç görüş; 1) mevcut asgari büyüme dönemi, 2) yem amaçlı olup endüstriyel ya da diğer amaçlı ve 3) mevcut kaynakların arazi kırpma zamanı geldiğinde vb. Örneğin, eğer asgari büyüme dönemi 120 gün ise amaç yem ve ülke ise uzun süreli çeşitler kullanılabilir. Ancak arazi sezon sonu amaçlı kullanılacaksa tahıl/endüstriyel amacı ile kullanılacaksa erken yetişen çeşitler yetiştirilebilir. Galaktomannan (CBsakızı) yüksek molekül ağırlıklı karbon hidrat polimer endüstrisinde çok yararlıdır. Ürünün galaktomannan içeriği ve kalitesi son derece genel ve özellikle yağış ve hava durumuna göre değişkendir. Hem içerik hem de kalite yağmurlarla azaltılır. Bu nedenle erken çeşitlerin ekimi yağmurların olduğu dönemde tercih edilmemelidir. Aksine yağmurların sınırlı olduğu ve erken biten yerlerde kısa süreli yetişen çeşitleri daha iyi yetişir. Yerel çeşitlerin genel olgunluk geç ve yıkım gibi biyotik basınca duyarlı sonuçta hem kharif sezon (Haziran ortasından Temmuz ortasına) sulama tesislerinin mevcut, yağmur yağış ve başlangıç saati bağlı olarak bulunmaktadır. Yeşil gübreleme için ortalama ürün muson yağmurlarının başlangıcı ile erken dikim olabilir. Ekim Sırasında Kararlar Nasıl Ekelim? Ekim yöntemi ve boşluk büyük ölçü- de çeşitlere bağlıdır ve biçim amacı genişletilmiştir. Tohum biçimi dalsız ve erken olgunlaşan türlerde 30 cm sıra aralığı olarak ekimi yapılmalıdır, dallı ve orta süreli çeşitlerde ise PORA yöntemi ile 45 cm boşluk olması gerekir. Yem bitkileri için satırlar arasında aralık 30 cm e azaltılırken bitkiden bitkiye 15-20 cm ile 45 cm’e kadar artırılmalıdır. Yeşil gübreleme için PORA yöntemiyle ya da bir örnek tohum yayma yoluyla sık ekim olabilir. Ne kadar ekim yapılmalı? Hektar başına ekilecek ürün için 1520/ ha tohum bitki türüne, ekim zamanına, alan büyüklüğü, toprak tipi ve nem durumuna bağlı olarak kullanılabilir. Biçim arası tohum oranı ana ürün ile orantılı olarak ayarlanabilir. Yem ve yeşil gübreleme için optimum tohum oranı 40-45/ha’dır. Bu oran sebze amaçlı ise 15 kg/ha tutulmalıdır. Çoğunlukla sert iklim durumları dikkate alındığında açık bir şekilde görülmektedir ki CB’nin nerede yetiştirile- Tohum biçimi dalsız ve erken olgunlaşan türlerde 30 cm sıra aralığı olarak ekimi yapılmalıdır, dallı ve orta süreli çeşitlerde ise PORA yöntemi ile 45 cm boşluk olması gerekir. Yem bitkileri için satırlar arasında aralık 30 cm e azaltılırken bitkiden bitkiye 15-20 cm ile 45 cm’e kadar artırılmalıdır. Yeşil gübreleme için PORA yöntemiyle ya da bir örnek tohum yayma yoluyla sık ekim olabilir. ceği ürün garantisi için darı, mungbean ve mothbean çeşitleri ile değişik oranlarda karıştırılarak kullanılabilir. Ancak bu durum daha iyi ve geliştirilmiş çeşitlerin durumu ile değişmiştir. Şimdi ağırlıklı olarak daha yüksek kazanç sağlamak için tek ürün hatları yetiştirilir. Ancak burada kötü hava şartlarında CB’nin yetiştirilmesinin başarısızlık şansı daha yüksektir, darı ile 3:1 oranında karıştırıldığında hatalara karşı risk azaltılacaktır. CB darı veya sorgum ile 1:2 oranında karıştırılırsa yemin beslenme düzeyini artırır. Ne kadar beslenme? Baklagil olarak bu tür iyi bir başlangıçta 15-20 kg N/ha dozda hariç azotlu gübre gerektirmez. Ortaya yakın düşük değerdeki fosforlu topraklarda 30-40 kg/ha düzeyindeki P2O5 uygulamaları tam yarar sağlar. Ekimden önce en iyi sonuç için Fosfatik gübre serpilebilir. Ekim sırasında her hektar başına 5 kg çinko ve 20 kg sülfür uygulaması bu besin maddelerinden yetersiz topraklarda faydalıdır. Çinko sülfatın bazal uygulamasının yokluğunda ekimden 4 ila 6 hafta sonrasında % 5 çinko sülfat yapraklara sprey olarak uygulanabilir. Yem için yetiştirilen ürün, 25 kg N ve 50 kg P2O5/ha, sebze için ise 25 kg N ve 40-50 kg P2O5/ha ihtiyaç duyar. Ekim öncesinde tüm uygulamalar yapılmış olmalıdır. Ekim Sonrasında Kararlar Yabani ot kontrolü Muson sezonunda özellikle bu ürünün en yıkıcı düşmanları yabani otlardır. Yabani otlarla mücadele nem, besin maddeleri, ışık ve süreyi etkileyeceğinden verimi de büyük ölçüde etkiler. Periyodik yabani ot mücadelesi ve çapalama yabani otları kontrol altında tutmaya yardımcı olur. İlk çapalama ekimden sonra 25-30. günlerde ikinci çapalama gerekirse ekimden sonra 40-45. günlerde yapılabilir. Seyrek ya da yoğun çaba harcanacak alanlarda herbisitlerle yabani otlar kontrol altına alınabilir. Treflan ya da basalin karışımları uygulanabilir. Hafif topraklara 1 kg a.i./ha ve orta dokulu topraklara 1,5 a.i./ha oranında uygulama CB içindeki yabani otları kontrol altına almak için etkilidir. Sulama Derin kök salmış bağlı sistemde çok rasyonel nem kullanan CB böylece daha az sulama gerektirir. Normalde, yağış durumu elverişli ise herhangi bir sulama gerektirmez. Erken vejetatif dönemde sulamadan kaçınılmalıdır. Musonların erken olması durumunda pod oluşum aşamasında koruyucu bir sulama uygulanmalıdır. CB yem amaçlı 2-3 sulama gerektirir, yaz aylarında sebze amaçlı ise 4-5 sulama uygulanabilir. Hasat ve Harman CB’nin hasadı bitki yapısı ve kök sistemi nedeniyle zordur. Mayıs - Haziran 2014 81 SÖYLEŞİ “MİNYATÜR, HAYAL OLAMAYACAK KADAR GERÇEK, GERÇEK OLAMAYACAK KADAR BÜYÜLÜ BİR SANATTIR” Mimar ve Mühendis Dergimiz için Türkiye’nin minyatür sanatı alanında yetiştirdiği en büyük değerlerden birisi Sayın Özcan Özcan Bey ile sanatı ve hayatı üzerine son derece faydalı bir söyleşi gerçekleştirdik. ÖZCAN ÖZCAN MİNYATÜR SANATÇISI SÖYLEŞİ GÜLESER EKŞİ Özcan Bey, minyatüre ne zaman ve nerede başladınız? Minyatüre 1986 yılında başladım. O zaman bir atölye vardı. Abim, ablam, onların hepsi geleneksel bölümde okuyorlar. İlk defa da bir atölye açmışlar. 16 yaşlarındaydım. İşte biri hat yapıyor biri tezhip yapıyor falan. Sen de minyatür yap dediler. Sonra dedim işte minyatür nedir diye, bu dediler bana. Sonra Süheyl Ümye’nin Tıp Tarihi Enstitüsü vardı, oraya gittim, geleneksel sanatlarla ilgili çalışılıyordu. Orada minyatür dersi veriyorlardı. Minyatür demeyeyim de geleneksel sanatlara giriş dersi gibi. Süheyl Bey’in son dönemiydi, sonra karşılaşamadık onla rahmetli oldu. İşte Hanzade Hanım, Ülker Hanım vardı. Oraya gittiğimde bana bir çiçek verdiler, bunu yap dediler. Ben de aldım, yaptım, götürdüm, hayretler içerisinde kalmışlardı. Böyle başladık. O zamanlar hani şey vardır, değer bulma diye bir olay vardır, minyatür piyasası da yok o zaman. Üniversite hayatım boyunca da devam ettim, o zaman değişik olan şeyleri yaptım. Ondan sonra bir taraftan para kazandık bir taraftan okuduk ve o gün, bu gün minyatür yapıyoruz ama kimse bana bir şeyi öğretmedi, bildiğim bir şeyi yapıyordum ben. Ama o zaman da minyatürü kimse tanımıyor. Bugünün bakış açısıyla minyatür yapmak çok daha farklı bir şeydi. Ben kendi desenlerimi yapmaya başladım, ondan sonra olmayan şeylerdi bunlar. Bunlar daha çok tutulmaya başladı, daha modern, daha günümüze yakın şeyler olduğu için. Bunlar tutulunca o gün bu gündür minyatür yapıyorum. Sizce minyatür ne demek? Osmanlı ve İran minyatürü arasındaki farklar nelerdir? Minyatür, Miniare’den, minirum’dan gelen kırmızıya boyamak kökünden gelen küçük resimlere verilen isim olarak anlatılıyordu. Mesela Adem kelimesinin İbranice ve Sümerce kırmızıya boyanan anlamında olduğunu hatta Sümerce iki anlam taşıdığını diğer anlamınında kandan yapılan anlamına geldiğini gördüm. Yani minyatür kırmızıyla alakalı, insanla alakalı. Sonra Aide Hanımın “Sakalar, Türkidiler” diye 82 Mimar ve Mühendis Güleser Ekşi: Yaklaşık 2 senedir Özcan Bey’in atölyesine devam ediyorum, minyatür, çok renkli ve çok yönlü bir sanat dalı… Hem aktüel, hem tarihle hem de resimle içice… bir kitabı var, burada kelime kökenlerine kadar açmış. Tanrıça Minerva var mesela İtalya’da. Onun yüzü kırmızıya boyanıyormuş. Minyatür aslında insanın ortaya koyduğu bir şeyler, çizimler anlamına geliyor. Bense minyatüre şartlanmamış insan doğasının resmi derim. Çünkü resme girdiğiniz zaman resim sizi şartlıyor. Minyatür daha doğal, içinizden geldiği gibi çizimin diğer adı. Bu yönüyle de şunu söyleyebiliyoruz aslında, hani şimdi diyorlar perspektif yok, ışık, gölge yok. Ben ışığı, gölgeyi kullanıyorum ama benim için ışığın oradan buradan gelmesi önemli değildir, Rembrant’ı bilir misiniz,onun resimleri vardır mesela batıda. Kendinden ışıklı resimlerdir onlar. Baktığınız zaman karanlıkta bir obje parlar, ışığın nereden geldiğini göremezsiniz. Işık vardır ama kendinden ışık varmış gibi. Minyatür de böyledir. Benim için nasıl güzel durduğu önemli. Biraz hacim girdiğinizde minyatür farklı olabiliyor . İlk deneyenlere bakıyorum, Behzat denen bir adam var minyatür tarihinde. Aslında Herat Okulu’nun kurucusudur Behzat. Afganistan’da o döneme bakarsanız Türkler var. Zaten o okulların hemen hemen tamamı Türk Okuludur, Bağdat Okulu, Şiraz Okulu. O dönemde devlet Selçuklu biliyorsunuz. Selçuklu’nun mirası da diyebiliriz aslında. Ya hep Türk Devleti olarak kalmış son yüz seneye kadar İran’a da mesela Türk egemenliğinde olduğu için İran demek ne kadar doğrudur o da tartışılır yani. Çünkü onların biçimsel olarak değişimleri Cumhuriyet’ten sonra 1900’lerden sonra İran’da bir şeyler başlıyor. Devinim başlıyor sanat üzerinde. Ondan önceyse tamamen Osmanlı’nın kontrolü altında. O yüzden de Osmanlı tarzı çalışıyorlar. 120 sene önceye gidelim, İran diye bir şey var mı acaba? Onunda öncesinde Selçuklu Afganistan’a kadar bir Selçuklu var, oyüzden de zaten tam bir ayrım yapmak mümkün değil. Minyatürün tarihçesi nereye kadar uzanıyor? Bizde hep şöyle bir yanılgı var. Batıda şu söylenir, minyatür dendiği zaman Türklerle ilgili sekizinci yüzyılda Uygur Türkleriyle başlamış derler, Karaoça harabelerinde bulunduğu falan söylenir. Ama dünya sanat tarihine girdiğiniz zaman ikinci yüzyılda Çinlilerin yapmış olduğu profesyonel minyatürler var. Hatta o kadar profesyoneldir ki ondan sonra gelen hocalarını geçemeyeceklerini tahmin ettikleri için bir dönemi tamamen taklit olarak geçirmişler. Mesela bizde de öyle bir sorun var her şey aynılaşmaya başladı. Minyatürün bende bir sürü tanımı var. Hayal olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar büyülü bir sanat dalıdır. Bunu da Derviş Bey’in “Güneşi Beklerken” filmine minyatürler yapmıştım o dönemde. O film de çok güzel bir filmdi aslında. Ama orda Eflatun diye bir karakter vardı onun hayatı anlatılıyordu Velaskesin“Nedimeler” tablosu. O tablo okadar önemli bir tablodur ki hatta bir ressam gelip bakmış tabloya ve şöyle bağırmış “resim tarihinin ilahiyatı budur”. Düşünebiliyor musun? Çünkü o dönemlerde bütün dinleri kapsadığı düşünülüyor. İlahiyat en zengin bilim dalı olarak görülürken bir resme bakıp işte resim sanatının ilahiyatı yani bilim dalı tarafı, işte en büyük tarafı bu demek oluyor. Osmanlı minyatürlerini, İran minyatürlerinden ayıran nedir? İran minyatürü için son yüz senesine, İran’ın, İran olduktan sonraki durumuna bakmak lazım. İran’dan Mahmut Farşiyan diye bir adam çıktı. İlk durağı İstanbul, buradan Avrupa’ya geçiyor, oradan da Amerika. Batının teknikleri ile minyatürün Batı resim teknikleri doğu oryantalizmini birleştirerek yeni bir tarz ortaya koyuyor. Bu da İran’ın deviniminde çok büyük bir rol oynuyor ama ondan önce mesela Hüseyin Behzat var. Hüseyin Behzat yaptığı bir takım değişiklerle, bu ışık falan çizgisel manada, bir şey sağlıyor yani. En büyük üstatlardan biri zaten, konular çalışılarak gidiliyor. Mesela biz Osmanlının devamı olarak baktığımızda şunu söyleyebiliriz, karmaşıklık yok, net bir minyatür. Çünkü net bir kültürseniz egemen bir kültürseniz net olmak zorundasınız. Fırça kurallıdır; inceden kalına, kalından inceye gider. İran’da bu yok mu, onlarda da var ama bizdeki gibi değil, bilekten çıkartırlar, koldan çıkartırlar onu ve daha çok çizgi nasıl çıkıyorsa öyle gider. O çizgiye yön vermez, çok doğal olarak gider. Bizde ise kural önemlidir, Haliyle çizginizi de kurallı yapmak zorundasınız. Mesela Osmanlı “Kontras” kullanıyor. Kırmızının yanında maviyi kullanıyor. Beyazın yanında siyahı kullanıyor diyeyim, daha net olacak. Kontras kullandığı için zaten vermesi gerekeni veriyor ama orada renkler iç içe giriyor. Aslında Osmanlı satranç oynuyor, her hamlesini kendi belirliyor, İran’da ise daha çok kaderci çıkıyor. Konulara baktığımızda ise aşırı olarak bir hüzün havası görürüz. Osmanlının o neşesi falan yoktur genelde. Çünkü o bölgenin o bunalımını görmeniz gerekiyor çünkü ora tüm peygamberlerin geldiği bir coğrafyadır aslında. İkinci yüzyılda ise, Çinlilerin yaptığı müthiş minyatürleri görürsünüz. Bize sekizinci yüzyılda deyip ağzımıza bal çalıyorlar. Ama dünya sanat tarihinde yerimiz yok. Bende o zaman diyorum ki madem Türklerde başladı diyorsunuz o zaman o yapılanlarında Türk olduğunu söyleyin. Ya da Mısır’daki piramitlerin içerisine çizilmiş resimler var. Bu resimler minyatür aslında. Minyatürle bire bir özdeşleşenleri de var. O zaman deyin ki; Mısır’da o zaman Türk deyin. Ama ne zaman başlamıştır minyatür, rüyayla derim, ilk insana kadar giderim. Mağara dönemi vardır ya o döneme kadar giderim. Rüyalarınız olmadan inancınız olmazdı ve hayvanlar gibi olurduk biz. O yüzden sanatın tarifini yaparken sanat ruhun matematiksel ifadesidir derim. Renklerin minyatürde anlamı nedir sizce? Renklerin minyatürde çok anlamı yok aslında ama inanç olarak baktığınız zaman bu renklerin anlamını görebilirsiniz. Özellikle dinlerin getirmiş olduğu renkler vardır. Mesela Tevrat’ı okuduğunuz zaman şu anlatılır; atlılar, cennetin atlıları, yola çıkar bu atlılar ve aslında rüzgardır bunlar. Bir kısmı siyah, bir kısmı beyaz, bir kısmı da kırmızı atlarla gider. Bu renklerin yönlerini görürsünüz. Bunu Piri Reis’te de görebilirsiniz. Bizde biraz farklıdır. Mesela Karadeniz diyoruz. Kara, kuzey demektir. Ak diyoruz, ak güney… Mesela mavi, beyaz doğu oluyor ama kırmızı batı değildir, orada bir değişim var. Tevrat’takinden farklı bir değişim var. Yanılmıyorsam al, güney oluyor, ak da batı oluyor. Bizde böyle bir fark var. Kara ve mavi beyaz değişmiyor, al ve ak değişiyor. Ama yinede kültürün içine baktığımızda benim hep şu kafama takılmıştır; bence bunun da araştırılması gerekiyor,mesela bizde bir kızıl elma vardır, batı bizim için bir kızıl elmadır değil mi. İstanbul bir kızıl elmadır mesela,ondan alınması gerekmektedir. Şöyle bir şey söyleyebilirim; batıda akımlar arasında bazen bazı şeyleri farklı kullanmak vardır, o akım doğsun, minyatürde de böyle bir şey var Tebriz ve Herat, Şiraz bu okullardan bahsederken bu okulları birbirinden ayıran renklerdir. Yeni bir renk bulunması bir heyecan yaratır mesela, bu turkuaz mavi renkler vardır o, o dönemlerde bulunmuştur. Renklerin çok büyük ayrımları vardır. Boyaların nasıl elde edildiğiyle alakalı şeyler vardır. Bugün çok fazla boya geliştirme teknolojisi var ama o renkleri yakalamak çok zor. Mesela çivit mavi derler Hindistan’dan gelir, turkuaz Türklerden gelir. Mayıs - Haziran 2014 83 SÖYLEŞİ Minyatürün günümüzde geldiği nokta nedir sizce? Minyatür günümüzde iyi bir noktaya geldi diye gösterebiliriz, daha doğrusu çoklaştırıldı diyebiliriz. Türkiye’de sanatla işçilik karıştırılmakta, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bir şeyler yapılmaya çalışılmış ama bugüne gelememiş. O zamanlar çok büyük kayıplarla bir devlet kuruldu. Bir kültür oluşturma kaygınız var, bir takım şeylerin çevirileri yapılıyor, yeniden ortaya konmaya çalışıyor. Osmanlıda sanatçıya ciddi bir önem verilmiş ama bu dönemde tüm bilgisizliğe rağmen bizim sanatlarımızca ciddi bir adamcılık var, ona rağmen minyatürle uğraşan çok insan var ama minyatürü hakkıyla yapan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu sanatı yapan kaç kişi var ki? Türkiye’nin en büyük sorunu bir taklit, iki kültür ve sanat alanındaki eksiktir. Kültür ayrı telden, sanat ayrı telden çalıyor. İkisinin beraber yürümesi lazım. Bu ülkede dekoratif bir anlayışı sanat anlayışı vardır. Dekoratif sanat kalıcı değildir, sadece dönemine aittir, gözünüze hoş gelen şeydir. Bunların içinde minyatür ayrılır. Minyatür dekoratif olarak mı kabul edilmelidir ya da kültür ve sanat anlamında hizmet mi etmeli. Bir şeyler anlatmamız lazım. Gidiyorsunuz kız kulesi, vapur, deniz görüyorsunuz, ne anlatıyor bize; hiçbir şey. Peki, sanat nedir? Bir şeyi iyi yapmak mı, bir toplumu peşinden sürükleyen bir akım oluşturmak mı? Mesela batı akımlarına girdiğiniz zaman şunu görürsünüz; batıda bilim din çatışmasıdır sanat. Çünkü kilise egemendir, hep klasik ikonların yapıldığı yer. Bir gün ne olur bu Mısır’daki Yusuf’un kıtlık tabletinin sahte olduğu ortaya çıkar, Konstantin’in mektupları ortaya çıkar ve insanlar kiliseye karşı çıkar, siz bize yalan söylediniz derler ve manihizm akımı başlar,manihizm kiliseye karşı bir harekettir. Mesela meyve tabaklarından kral portresi falan görürsünüz, saçma sapan şeylerdir. Ne olur, ahlak çöküntüye uğrar ve kilise yeniden devreye girer ve yine bir barok akım ortaya çıkar. Din, bilim çatışmasıdır. Resim yaparken malzeme olarak neleri kullanıyorsunuz? Minyatürde çok fazla şey kullanılıyor. Mesela sulu boya tekniklerinde ne kullanılıyorsa minyatürde de kullanılıyor. Sadece klasiği çalışarak hayatınızı kazanamazsınız, ben tual üzerine bile çalışıyorum. Mesela bizde ısrarcılık var, bazıları klasik boyaların daha sağlam olduğunu ve klasik boyalarla çalışılması gerektiğini düşünür, saygı duyarım ama bugün kimyasalları güçlü boyalar. Bugün bunlar varken ben hala klasik yapacağım demek bana yanlış geliyor. Hani bir tabir var Amerika’yı yeniden mi keşfedeceksiniz diye kalıcılık istiyorsanız, bunlar daha kalıcı. Klasiği tercih edenler var ama ben her tür boya ve fırçayı kullanırım. Önceden kedi tüyü kullanılırmış. Kedi tüyü, kullanması çok zor bir malzeme. En yumuşak tüy odur. Bizim dönemimizde her çeşit fırça var. Ne ile yapmanız gerektiğini bilmeniz gerekiyor. Mesela bir metal yapıyorsunuz, eğer bu metali kedi tüyü ile yaparsanız olmaz. Metal sert bir şey ise bunu sert sentetik fırçalar ile yapmanız gerekir. Objeye göre fırça tipleri değişebilir. Ben böyle kullanıyorum ama farklı çalışanlar da var. Bir milimetrelik mesafeler sizin karakterinizi belli eder. 84 Mimar ve Mühendis Altın mesela artık eziliyor, malzeme olarak kullanılır altın boyanacak yerlerde. Onu da Arap zamkı ile ezersiniz. Ben Türkiye’de hala parmak ile ezildiğini gördüm ama İran’da tokmak ile eziliyor. Gençlere önerileriniz nelerdir? Bu iş böyle bir iş sevgi isteyen, gönül isteyen bir iştir. Malzeme istenmediği kadar çok var. Her şey var. Sadece malzemeleri tanımanız gerek, başlangıç olarak sulu boya olabilir. Çok profesyonel bir makineyi, acemi yeni başlayan birine vermek nasıl uygun olmazsa minyatür için de öyledir. Artık kültür-sanat reformu yapılmalı. Görsel olarak öğrenilenler unutulmuyor ama yazılı öğrenilenler unutuluyor. Görsellik her zaman yazının önüne geçiyor. Yazıyı okuduğunuz zaman o görsellik karşısında bulunursa tam bir bütünlük oluşturur. Benim yapmaya çalıştığım şey bu. Özellikle çocuklardan başlayarak bizi biz yapan sanatları kullanmamız gerekiyor. Talebelerimle beraber ilk örneklerine başladık, bunları kitap haline getirerek bir konsept üzerine çalışmalar yapılmalı. Görsellik vicdanı geliştiren bir kavramdır. İnsan iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini gözü ile algılar. Sanat eserleri arasında büyüyen birisinin kaba olması mümkün müdür. Yazı olmadan zaten olmaz, bir edebiyat olmalı ama edebiyatı yalnız verirseniz bir şey elde edemezsiniz, onu tamamlaması gereken resimdir, minyatürdür. Mayıs - Haziran 2014 85 MAKALE G ünümüzde çok fazla adayın iş başvurusu yaptığını biliyoruz, o zaman çok başvuru arasında etkili bir CV ile bir adım öne çıkarak daha sonraki aşamalara kalabilmek sizin elinizde; etkili bir CV’nin sizin işe giriş biletiniz olduğunu tekrar hatırlayalım istedim. İlk adım olarak mülakatta dikkat edilmesi uygun görülen bazı hususları sizinle paylaşalım. Bu hususlara dikkat etmek sizin hayata bir adım önde başlamanıza vesile olacaktır. 1- Başvuru yaptığınız şirket sizinle ilk görüşmesini yoğunluk nedeniyle telefonla yapmak isteyebilir. O anda dikkat edilecek en önemli husus; asla bu görüşmeyi cep telefonu ile yapmamaktır. Müsait olmadığınızı ve daha sonra sizin onları arayacağınızı beyan ederek sabit telefon ile bu görüşmeyi yapmak daha doğru olacaktır. 2- Mülakat saatine asla geç kalmayın. Görüşme için bulunacağınız bina veya iş yerine başvuru yaptığınız pozisyonun niteliğine göre 15-30 dakika önce gidiniz. Yönetici pozisyonları için 30 dakika erken gitmek sizinle görüşme yapacak kişinin sekretaryası ile diyalog kurmanıza vesile olacak ve şirket ile ilgili bilgi sahibi olmanızı sağlayabilecektir. 3- Telefon görüşmesinde ve binaya girdiğiniz andan görüşme yapacağınız mekana ulaşana kadar kapıdaki güvenlikten başlamak kaydıyla tüm şirket çalışanlarına güler yüzlü ve kibar davranmayı ihmal etmeyin. 4- Başvuru yaptığınız şirket ve pozisyon hakkında araştırma yapmadan asla görüşmeye gitmeyin. 5- Sakın eski iş yerinizle alakalı kötü cümleler sarf etmeyin. Çünkü burada eski şirketiniz hakkında sarf edeceğiniz olumsuz görüşler, iş başvurusu yaptığınız şirkette işe alınıp daha sonra ayrıldığınızda aynı tip davranışta olabileceğinizi akla getirir ve mülakat başlamadan biter. Eski şirketinizden ayrılma nedenlerinizi sıralarken farklı bir sektörde çalışma arzusu, yeni iş yeni heyecan ve daha fazla sorumluluk alma arzusu gibi konulardan bahsetmek daha doğru olacaktır. 6- Cep telefonunuzu açık unutmayın. 7- CV’nizde asla boşluk bırakmayın, bu boşluklar mülakatta zorlanacağınız sorularla karşılaşmanıza sebep olacaktır. Eğer uzun süre işsiz kaldıysanız mülakatta o sürede kendiniz geliştirecek kurs ve seminerlere katıldığınızı ifade ediniz ve tabi ki bu kurs ve seminerlere katılınız . 8- Kıyafetinizin iş görüşmesine uygun ve temiz olmasına dikkat ediniz. 9- Sorulan sorulara net ve anlaşılır cevaplar verin, sakın konuyu değiştirerek görüşmeciyi aldatmaya çalışmayın 10- Sosyal medya sayfalarınızda işiniz ve özel hayatınızla alakalı uygunsuz paylaşımlarınız olmasın. 11- Referanslarınız başvuru yaptığınız iş ve sektörle 86 Mimar ve Mühendis MÜLAKAT KAZANILMASI GEREKEN SAVAŞ DEĞİLDİR MAHMUT ÇELİK MakİNE YükSEK Müh. MMG GENEL BAŞKAN YARDIMCISI İş hayatına başarılı bir giriş yapmak için iş görüşmeleri ve buradaki davranışlarınız büyük rol oynamaktadır. Hayatın ilk merdivenlerini çıkacakken duvara toslamak istemiyorsanız iş görüşmelerinize gitmeden önce yeteri kadar hazırlık yapmalısınız. alakalı olsun. Aile üyelerini ve yüksek mevkide kişileri tehdit gibi referans göstermek samimi olmayacak ve yeterli etkiyi yapmayacaktır. Eğer yüksek mevkide tanıdıklarınız varsa bu işe ne ihtiyacınız var? 12-Ağız ve diş sağlığınız görüşmeyi başlamadan bitirebilir aman dikkat !!!! Mülakatta bazı anlar vardır ki tuzağa düşmek için en uygun yerlerdir. İşte tam mülakat bitecekken görüşmeyi yapan kişi ‘şirketimiz ve başvuru yaptığınız pozisyon hakkında sizinde öğrenmek istediğiniz herhangi bir husus var mı’, sorusunu sorduğunda sizin için korku dolu dakikalar tekrar başlamış olabilir çünkü o andan itibaren harika geçen bir görüşmeyi berbat edebilirsiniz. İşte görüşme sonunda size böyle bir soru sorma fırsatı verildiğinde asla sormamanız gereken sorulardan bir kaçı -Sigara molası var mı? Ne kadar? -Mesai saat kaçta bitecek? -Hafta sonu çalışma var mı? -Öğle yemeği molası var mı, saat kaçta? -Şirket arabası marka ve modeli? -Maaş zammı yılda kaç kez yapılmaktadır? -Makyaj serbest mi? -Kot pantolon giyebilir miyim? Veya fırsat dakikaları başlamış olabilir, kötü geçmiş bir görüşmeyi tekrar toparlayabileceğiniz bazı sorular ise aşağıda belirtilmiştir. -Şirketin hedefleri -Departmanda çalışacak arkadaşlara ait sorular -Çalışma prensipleri vb. Sizi bu kadar zorlayacak, mülakatta çıkabilecek garanti sorular hakkında da kopya verelim de sürpriz goller yemenize mani olmuş olalım. -Ne kadar süre içerisinde şirketimize katkınız olacaktır? -Bize diğer adaylarda farklı ne sunabilirsiniz? -Kendinizi bize anlatır mısınız? -Uzun dönemli bir kariyer planınız var mı? -Başvuru yaptığınız iş için ne çeşit farklı metotlar düşünüyorsunuz? -Başvuru yaptığınız pozisyonu bize tarif eder misiniz, beklentileriniz nedir? -Bizimle ne kadar çalışmayı hedefliyorsunuz? -Ücret ve sosyal haklar beklentiniz ne kadardır? -Neden sizi işe alalım? -Niçin bizim firmamız? -Neden bu sektöre başvuru yaptınız? Bu zorlu maratonu başarıyla bitirdiğinizde size sunulan şartlar ne olursa olsun kabul etmeden önce kendinize sormanız gereken bazı sorular olduğunu da unutmayın. Hayata yeni atıldığınız ve cebinizde yeteri kadar paranız dahi olmadığı anda doğru ve mantıklı kararlar alabilmek zordur. Ancak işte burada yapılacak doğru bir başlangıç, varacağınız hedefe daha kolay ve daha kızlı ulaşmanızı sağlayabilecektir. Başlangıçta ideallerinizi ve işin size yarınlar adına katabileceklerini paradan önde düşünmek zordur ancak gereklidir. - İş yerinizle eviniz arasındaki mesafe? - Şirket kültürü dünya görüşünüze uyuyor mu? - Katkım fark edilebilecek mi? - Teklif edilen görevin gereklerini tam olarak yerine getirebilecek miyim? - Bu şirketle anılmak yarınlar için benim kariyerimde sıkıntı olabilir mi? - Direkt bağlı çalışacağım amirim bana yeni yetiler kazandırabilecek mi? - Yeni işim zihinsel gelişimime katkı sağlayacak mı? - Bu iş yerinde gelecek adına fırsatlar var mı? - Şirket çalışma tarzı benim iş yapma tarzıma uyuyor mu? - Kabul edeceğim pozisyon için yeterli kaynakları alabilecek miyim? - Eğer uzun soluklu olmayacak bir görevse kabul etmek için nedenim nedir? - İşi kabul ettikten sonra potansiyel sorunlar nelerdir? Gördüğümüz gibi işe başvurmak, kabul süreçleri atlatmak, sonunda yeni işimizi kabul etme aşamasında dahi sürekli sorgulayan bir yaklaşımda olmak bize hayatın başlangıcında büyük bir fırsattır. Zaman içerisinde hayat şartları ve ihtiyaçlar bizi sorgulamadan bazı kararlar almak zorunda bırakabilir. İyi bir başlangıç, başarılı yol almaya ve hedefe varmaya araçtır. Mayıs - Haziran 2014 87 SİNEMA AMORES PERROS AMORES PERROS Türkçe ismi ile “PARAMPARÇA AŞKLAR VE KÖPEKLER” üç ana hikayeden oluşan bir dram filmi. Dolayısıyla seyirciyi sıkmadan izlenilebilen filmde kendinizden bir şeyler bulmamanız da çok zor. H ayatların, geçmiş ve geleceğin sentezinde, umutların, beklentilerin, cesaretin, çaresizliğin, hataların, pişmanlıkların aşkı ve köpeğidir bu film. Öyle bir filmdir ki bu film, değişik hayatlara, kendi çerçevelerinde büyüteç tutarak, bu hayatların birbirinden bu kadar uzak olmasına rağmen bir o kadar da yakın olduğunu, empati ile harmanlayarak sunuyor bize. Yönetmen koltuğunda, dram konulu filmlerin ustalarından, Meksikalı yönetmen Alejandro González Inarritu oturuyor. Amores Perros aynı zamanda yönetmenin ilk uzun metraj filmi. Amores Perros’tan sonra 21 Grams (2003), Babel (2006) ve Biutiful (2010) gibi özgün ve sanatsal filmlere imza atmış olan yönetmenin, Meksika sinemasına katkısı büyük. Filmde Meksika’nın çeşitli sosyal statülerine sahip üç insanın kesişen hayatlarını izliyoruz. Yönetmen İnnaritu dramın gerçek yüzünü, insan hayatını ele ala88 Mimar ve Mühendis rak sunuyor. Çok uzağa bakmamamızı, aksine, kendimizi sorgulamamızı istemiş olmalı. Bu yüzden El Chivo, Octavio, Valeria, Daniel, Susana ve Ramiro’nun gelişen olaylar çerçevesinde, kesişen yollarında, kendimizi sadece izleyici olarak görmemiz çok zor. Olay örgüsünün çok başarılı işlendiği, tek bir dakikasında bile kopmadığımız, kopamadığımız bu filmde, tek bir unsurun çıkarılması bütün bu kesişen yolları apayrı bir kulvara çekebilirdi. İnsana özgü tutkuların vücut bulduğu bu filmde, Octavio’nun hırsının ve aşkının ona yaptırdıklarını kimi zaman haklı, kimi zaman düşmanca karşılıyoruz. El Chivo’nun gelecekte yapacaklarını merak edince, geçmişini bilmek istiyoruz. Fakat bu geçmiş tahmin ettiğimizden çok farklı çıkabilir. Susana’nın çaresizliğine üzülmeli miyiz, yoksa hatalarından ders çıkarmamasına sitem mi etmeliyiz? Peki ya Ramiro, o sıradan hayatının asil yoksulluğunda, ailesiyle beraber yaşayarak ölmektense, Çünkü bizler aslında kaybettiklerimiziz… gerçek bir ölümü hak etmemiş midir? Filmin genelinde kullanılan omuz kamerası, izleyiciyi olayların içine çekerek, filmi daha realist bir çerçeveden izlememizi sağlıyor. Filmde dış ve iç çekimler eşit oranda kullanmış. Dış çekimlerde gün ışığının kullanılması gerçekçiliği arttıran bir etken olmuş. Gerçek mekânlar, apartman daireleri ve dış çekimlerde de İnsana özgü tutkuların vücut bulduğu bu filmde, Octavio’nun hırsının ve aşkının ona yaptırdıklarını kimi zaman haklı, kimi zaman düşmanca karşılıyoruz. sokaklar çok iyi kullanılmış. 2001 yılında 53 ödül toplayarak ödül rekortmeni olan dalında aday gösterildiği akademi ödülünü kazanamadı. Yönetmenimiz gelecekte yapacağı başarılı filmlerin sinyallerini Amores Perros ile veriyor. Aşkların ve köpeklerin sonunun benzer olduğu bu film en güzel repliğiyle kendini açıklıyor: Mayıs - Haziran 2014 89 KÜLTÜR SANAT 2000 Yıllık Lahit Bulundu B alıkesir'in Erdek ilçesinde, Roma dönemine ait lahit bulundu. Kyzikos Antik Kenti'ne yakın bir bölgede çevresi kazılmış şekilde toprak altında bulunan lahit, vinç yardımıyla çıkarıldı. Roma dönemine ait yaklaşık 2 bin yıllık olduğu belirlenen lahit, Bandırma Müze Müdürlüğü ekiplerinin incelemesinin ardından Bandırma Müzesi bahçesine getirildi. Müze çalışanlarınca temizlenen lahitin içinden, gözyaşı şişesi, seramik parçaları ve iskelet de çıktığı öğrenildi. Beyazıt Kitap Fuarı Başlıyor İ stanbul'daki Ramazan etkinliklerinin başında gelen ve bu yıl 33'üncüsü gerçekleştirilecek Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı'na 180 yayınevi katılacak. Fuar, okur-yazar buluşmaları ve "Beyazıt Ramazan Sohbetleri" ile zenginleşecek. Vakıf Fuarcılık'tan yapılan açıklamaya göre, Kültür AŞ ve Türkiye Diyanet Vakfı işbirliğiyle düzenlenen fuar, 2010'dan bu yana Beyazıt Meydanı'nı mesken ediniyor. Meydana yayılan birimleriyle Ramazan boyunca İstanbul'un kültür hayatını zenginleştirecek fuar, 11.00 ile 24.00 saatleri arasında ziyaretçilere açık olacak. Çok TV İzlemek Ölüm Sebebi Y eni bir araştırma, çok fazla televizyon izleyen yetişkinlerin erken yaşta ölme riskinin daha fazla olduğunu gösterdi. Araştırmanın katılımcıları üniversiteden mezun olmuş ve 37 yaşlarında olan 13 bin 200 kişiden oluşuyordu. Katılımcılar sekiz yıl boyunca takip edildi ve 97 ölüm kaydedildi. Araştırma, günde 3 saat ve daha fazla televizyon izleyen yetişkinlerin ölüm riskinin, günde 1 saatten az izleyen yetişkinlere göre daha fazla olduğunu kaydetti. Buna ek olarak, araştırmacılar katılımcıların oturarak geçirdikleri zamanın –televizyon izlemek, bilgisayar kullanmak, araba sürmek gibi- ölüm riskini arttırdığını belirtti 90 Mimar ve Mühendis İstanbul Beyazıt Meydanı'ndaki çadırda 173 stantta 180 yayınevinin katılımıyla gerçekleştirilecek fuarın Ankara ayağında ise Kocatepe Camisi avlusunda 56 stantta 85 yayınevinin kitapları sergilenecek. Sevilen yazarlarla okuyucusunu buluşturan birçok imza etkinliğinin yapılacağı fuar süresince Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği'nin katkılarıyla organize edilen "Beyazıt Ramazan Sohbetleri", Beyazıt Devlet Kütüphanesi Konferans Salonu'nda ziyaretçilere her gün sohbet dinleme imkanı sağlayacak. Facebook’tan Twitter'a 500 milyon dolar S osyal paylaşım sitesi Twitter’ın kurucularından Biz Stone, Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg’in “birkaç yıl önce” Twitter’ı satın almak için 500 milyon dolar önerdiğini açıkladı. Sky News kanalına konuşan Stone, Evan William ile Twitter’ı kurdukları zaman siteyi satma fikirlerinin bulunmadığını söyledi. Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg ile arasının pek iyi olmadığını belirten Stone “Henüz işe yeni başladıkları için” teklifi reddettiklerinin altını çizdi. Zuckerberg’ın çok ciddi biri olduğunu da ifade eden Stone “Şaka yapmayı seven biriyim. Zuckerberg ile görüşmemizde yaptığım esprilerde Facebook ekibinden kimsenin yüzü gülümsemiyordu” dedi. Plüton Uydusunda Okyanus Kalıntıları Bulundu N ASA tarafından geliştirilen New Horizons adlı yüksek çözünürlüklü gözlem kamerası, Plüton’un en büyük uydusu olan Charon’daki okyanus kalıntılarını incelemeye hazırlanıyor. Kamera, uydu üzerindeki çatlakları inceleyerek Charon’da bir zamanlar yüzeyaltı bir okyanusun var olup olmadığı sorusuna ışık tutacak. -380 derece yüzey sıcaklığına sahip Plüton ve uyduları böyle bir keşfi kısmen imkansız kılsa da biliminsanları Charon’da bir zamanlar denizin olmasının teorik olarak mümkün olduğunu belirtiyor. Uzmanlar diğer gezegen uyduları için de böyle bir ihtimalin olabileceğine işaret ediyor. Donmuş yüzeylere sahip Jüpiter’in Europa ve Satürn’ün Enceladus adlı uydularının da gelgit hareketlerine bağlı olarak önceden sıvı su bulundurmuş olabileceğine dikkat çekiliyor. Sanat Mutlu Ediyor T HARP TARİHİ MÜZESİ AÇILIYOR K ars'ta 1823 yılında yapılan ve kısa bir süre bitecek restorasyonun çalışmasının ardından bölgenin ilk Harp Müzesi olarak hizmet verecek Büyük Tabya'da çalışmalarda sona gelindi. Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, gazetecilere yaptığı açıklamada, savaş tabyalarıyla ünlü bir kent olan Kars'ta 46 tabya bulunduğunu, Türkiye'de sayı bakımından ilk sırada yer aldıklarını belirtti. Tabyaların şehrin savunması için yapılan askeri sığınma yerleri olduğunu ifade eden Doğanay, "Bu tabyalardan en büyüğü Büyük Tabya. Bu tabyaya yapılan kanlı savaşlar dolayısıyla da halk arasında 'Kanlı Tabya' da deniliyor. Burası, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından Kars Harp Tarihi Müzesi olarak restore edilmeye başlandı" dedi oronto Üniversitesi’nde görevli bilim insanları, beynin sanattan zevk almak için uygun olduğunu kanıtlayan bilimsel bir araştırma yaptı. Brain and Cognition dergisinde yayımlanan makaleye göre sanat eserlerini izlemek, beynin çeşitli bölgelerini harekete geçiriyor. 2004 ile 2012 arasında, yedi ülkede yürütülen çalışmalara göre beynin zevk alma kısımlarını etkin hâle getiren sanat için uzmanlar şu ifadeyi kullanıyor: “İnsan beyni sanatı takdir etmek için çok uygun.” Yaşları 18 ile 59 arasında değişen 330 katılımcı üzerinde yapılan araştırmalarda, katılımcılara daha önce görmedikleri tablolar gösterilmiş. Katılımcılar tabloları izlerken, MRI çekimleriyle beyin olan aktivitelerini gözlemleyen bilim insanları, katılımcılardan gördükleri eserleri yorumlamalarını istedi. Tüm bu süreci gözlemleyen bilim insanları, insanların tabloları izlerken ve onlar hakkında yorum yaparken beynin performansının arttığını ve aynı zamanda zevk aldığını gösteren hormonlar salgıladığını saptadı. TIME Dergisinden Tereyağ Önerisi A BD’nin saygın dergisi TIME’ın Haziran baskısında ABD’de son 40 yıldır kronik boyutlara varan kilo problemlerini düşük yağlı diyetlerin artırdığı ve yağ tüketiminin azalmasına bağlı olarak birçok sağlık probleminin de çoğaldığı belirtiliyor. Makaleye göre, doymuş yağ tüketiminin azaltıldığı 1980 ila 2012 yılları arasında Tip 2 diyabet vakaları ülkede yüzde 166 oranında arttı. Doymuş yağ oranı düşürülen ürünlerin çoğu bugün ciddi boyutlara ulaşan obezite ve diğer hastalıkların tetikleyicisi tatlandırıcılar, yağlar ve bir takım kimyasallar gibi zararlı katkı maddeler içeriyor. Yine doymuş yağ tüketiminin azaltılmasıyla ruh hastalıkları da tesadüf olmayacak ölçüde sık rastlanır oldu. Yağlanmada, karbonhidratların yağdan daha çok rol oynadığına dikkat çekiliyor. Zira vücuda girdikten sonra glikoza dönüşen karbonhidratlar kanda yükselen şeker oranının dengelenmesi için pankreasın daha çok çalışmasına yol açıyor. Bu da glikozun yağ olarak depolanmasına yol açıyor. Aşırı çalışan pankreas birçok hastalıkta rol oynuyor. Mayıs - Haziran 2014 91 KİTAPLIK TÜRKİYE’NİN ANTİK KENTLERİ YAZAR YAŞAR YILMAZ YAYINEVİ YEM YAYINLARI Anadolu MÖ 9600 yılına tarihlenen, dünyada keşfedilmiş en eski yapıyı Göbekli Tepe'de, Hattilere ve Hititlere ait MÖ 2000'lerden kalma antik kentleri Orta Anadolu'da, ilkçağın ünlü antik kentlerini de Ege sahillerinde barındırır. Tarihi kişiliklerine, sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi vb. temel özelliklerine değiniliyor. Antik kentler, kısa süreli yolculuklarla birbirine bağlanabilecek bir ulaşım düzenine ve topoğrafyaya uyarak, sekiz bölgede alfabetik olarak sıralanıyor. "Marmara" bölgesi ile başlayan kitapta, Ege bölgesi "Ege", "İç Ege", "Güneybatı Ege"; Akdeniz bölgesi ise "Batı Akdeniz", "Orta Akdeniz", "Doğu Akdeniz" olarak üçer bölüme ayrılırken, "İç Anadolu-Batı Karadeniz" ise sekizinci bölgeyi oluşturuyor. 92 Mimar ve Mühendis ÇALINMIŞ HASAT - KÜRESEL GIDA SOYGUNUYAZAR VANDANA SHIVA YAYINEVİ BGST Dünyaca ünlü ekolojist, araştırmacı ve aktivist Vandana Shiva, Dünya Ticaret Örgütü ve uluslararası tekellerin dünya tarımına egemen olmaya çalıştığı günümüzde, dünya nüfusunun yüzde 70’ini teşkil eden küçük çiftçi ve yerel cemaatlerin yaşamsal sorunlarını, endüstriyel tarım uygulamaları nedeniyle uğradıkları muazzam kayıpları kendi ülkesi Hindistan ve Asya tarımına ait örneklerle anlatıyor. Genetiği değiştirilmiş organizmalar, yaşam üzerindeki patentler, deli danalar ve endüstriyel su kültürleri üzerine çeşitli bölümler içeren bu kitap, gen mühendisliği ve ticari tarım hakkındaki tartışmalar için geniş bir perspektif sağlayan zengin ve özenle seçilmiş veriler içeriyor. AKIL VE ERDEM GIDA GÜVENLİĞİ YAZAR İBRAHİM KALIN YAYINEVİ KÜRE YAYINLARI YAZAR SÜLEYMAN ERDOĞAN YAYINEVİ HAYAT YAYINLARI Bir tarafta sağlam ve derin kökleri olan ve böylece dünyada bir varolma noktası ("merkezi") bulunan, diğer tarafta açık ufuk perspektifiyle dünyaya bakan ve yeni imkanlara kapı aralayan bir özne olmak mümkün müdür? Bu soru, elinizdeki çalışmanın temel sorunsallarından birini oluşturuyor. Akıl ve Erdem, modernitenin ve aydınlanmanın temel iddialarını sorgularken, bunların Türkiye tecrübesinde tekabül ettiği yeri tespit etmeye çalışıyor ve mevcut ikilemlerin yerine "biz ve onlar" gibi yeni dikotomiler inşa etmektense, moderniteyi de aşan bir varolma ve düşünüş biçiminin imkanlarını araştırıyor. İnsanların yaşamak, fiziki ve ruhi gelişimlerini sağlamak için yeterli miktarda gıdayı alabilmeleri ve bu gıdaların sağlık yönünden güvenli olması insan haklarının esasını oluşturmaktadır. Devlet vatandaşımızın can güvenliğini sağlamaktan sorumludur. Yiyecek kirliliği, bozuk gıdalar, gıda zehirlenmeleri can güvenliğini tehdit etmektedir. Bu kitap bu ve buna benzer birçok konunun üzerinde durmaya çalışmaktayız. OBJEKTİFİN GÖZÜNDEN MÜHENDİSİN GÖRDÜĞÜ Damavend DaĞI / İRAN FOTOĞRAF: OSMAN ARI Mayıs - Haziran 2014 93 AJANDA ÇORLU TARIMTECH, TARIM VE SULAMA TEKNOLOJİLERİ FUARI GIDA - TEK 2014 Gıda ve İçecek Fuarı Sektör: Gıda Şehir: TUYAP- İstanbul Fuar Tarihleri: 18.09.2014 – 21.09.2014 Web: www.tuyap.com.tr TARIMTECH 2014 Tarım ve Sulama Teknolojileri Fuarı Sektör: Tarım Şehir: Çorlu, Orion AVM Fuar Tarihleri: 06.08.2014 – 10.08.2014 Web: www.renklyfuar.com EXPO TUNNEL TURKEY Tünel Yapım Teknolojileri Fuarı Sektör: Yapı, İnşaat Şehir: İFM Yeşilköy Fuar Tarihleri: 28.08.2014 – 31.08.2014 Web: www.demosfuar.com.tr NO DIG EXPO TURKEY Altyapı Teknolojileri Fuarı Sektör: Yapı, İnşaat Şehir: İFM Yeşilköy Fuar Tarihleri: 28.08.2014 – 31.08.2014 Web: www.demosfuar.com.tr CNR GIDA 2014 Gıda, Ekipman ve Makine Fuarı Sektör: Gıda Şehir: İFM Yeşilköy Fuar Tarihleri: 04.09.2014 – 07.09.2014 Web: www.cnrgidafuari.com CeBIT Bilgi ve İletişim Teknolojileri Fuarı Sektör: Bilgisayar Şehir: İFM Yeşilköy Fuar Tarihleri: 11.09.2014 – 14.09.2014 Web: www.cebitbilisim.com 94 Mimar ve Mühendis AIREX Sivil Havacılık ve Havacılık Ekipmanları Fuarı Sektör: Havacılık Şehir: Atatürk Havalimanı Fuar Tarihleri: 25.09.2014 – 28.09.2014 Web: www.istanbulairshow.com INTERMOB 2014 Ahşap Malzemeler ve Aksesuarlar Fuarı Sektör: Mobilya Şehir: TUYAP, İstanbul Fuar Tarihleri: 27.09.2014 – 01.10.2014 Web: www.tuyap.com.tr ÇİZGİ YORUM YAKUP GÜLER 96 Mimar ve Mühendis Geleceğin Konteyneri Yeni Nesil Konteyner 8 Üstün Özellik Daha Genişi Yok! %100 Dökme Yük Ebat Sınırı Yok! En Pratik Kurulum %60 Daha Fazla Isı Yalıtımı Defalarca Kullanım %100 Dönüşümlü %35 Daha Az Karbon Salınımı Boyada Otomotiv Teknolojisi Full demonte vidalı sistemle pratik kurulum ve proje sonrası kolay paketleme. Genel Müdürlük 444 20 35 Orta Mah. Keban Sok. No:4 Orhanlı-Tuzla/İSTANBUL Tel: (0216) 392 20 45 Faks: (0216) 304 06 86 www.karmod.com • [email protected]
© Copyright 2024 Paperzz