PDF İndir - Mimar ve Mühendisler Grubu

Mimar ve Mühendis Mayıs - Haziran 2014 Sayı: 77
77
Sayı: 77 Mayıs - Haziran 2014
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
VE GIDA GÜVENCESİ
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
01
ATMOSFERDEKİ
DEĞİŞİM
02
YER KÜREDEKİ
DEĞİŞİM
03
DENİZLERDEKİ
DEĞİŞİM
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
VE GIDA GÜVENLİĞİ
GIDALARIN IŞINLANMASI
SAĞLIĞA YARARLI MI,
ZARARLI MI?
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE
NÜKLEER ENERJİNİN ROLÜ
Gıda güvenliği, yaygın bir anlayışla
yurt içinde bir yılda üretilen tarımsal
ürün miktarının, ülke nüfusunun...
Gıda ışınlaması; bakteri, küf, böcek ve
parazit gibi canlıların gıdalardan yok
edilmesi ile gıdaların raf ömrünün...
Dünyamızın geçmiş yüz yıllık döneminde
insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera
gazı nedeniyle küresel iklimde...
İmtiyaz Sahibi
Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan
Murat Özdemir
Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar
Doç. Dr. Erdal Osmanlıoğlu
Şehmus Yıldırım
Yayın Danışma Kurulu
Avni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan,
Prof. Dr. İlhan Kocaarslan
Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu,
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet Osmanlıoğlu
Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez,
Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler
İletİşİm Adresİ
Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 217 51 00
Fax: 212 217 22 63
Web: www.mmg.org.tr
E-posta: [email protected]
A BE MEDYA
Yayın Koordİnatörü
İsmail Şaşmaz
[email protected]
Edİtör
Fatih Göksu
Görsel Yönetmen
Ersan Topuz
Reklam
Serdar Erikci
[email protected]
Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7
Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 273 27 50
Fax: 212 273 27 51
Web: www.abemedya.com
Basım
Bilnet Matbaacılık
444 44 03
Yayın Türü
İki ayda bir yayınlanır.
Yerel Süreli Yayın
Ücretsizdir
Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine
aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Sıcakların ve gündemin giderek yoğunlaştığı şu günlerde bizler de büyük bir
telaşla Mimar ve Mühendis
Dergimizin Mayıs-Haziran aylarını kapsayan 77.
sayısını bitirmenin keyfini
yaşamaktayız.
Her zaman olduğu üzere
dolu bir içerikle karşınıza
çıktığımız bu sayımızda
dosya konumuz olarak
“İklim Değişikliği ve Gıda”
başlıklarını incelemeye
çalıştık. İklim değişiklerinin hayatımıza aldığımız
besinler üzerinden nasıl
dahil olduğunu, bu ve buna
benzer olguların henüz
tam olarak insanlarımıza
anlatılmadığını varsayarak
deyim yerindeyse çevresel
bir kaynak oluşturduk.
İklim değişikliği farkına vardığımız üzere son
yıllarda giderek artmıştır.
Sıcak hava dalgaları, yağış,
deniz seviyesinin yükselmesi, insan sağlığını direkt
etkilemektedir. Bununla
birlikte, su ve besin kalitesi,
tarım, kan emilmesi ile
geçen hastalıklar, ve diğer
bilinen veya bilinmeyen
bazı enfeksiyon hastalıkları
dolaylı olarak iklim değişikliğinden etkilenmektedir. Kırsal kesimlerden
şehirlere göç, şehirleşme,
teknoloji, endüstri, toprak
kullanım alışkanlıklarının
değişmesi iklim değişikliğini hızlandırmaktadır. Çevre
için önemli olduğu kadar
bizim içinde ayrı bir öneme
sahip olan iklim değişikliği ve gıdalar üzerindeki
etkisi mevzusunda birçok
akademisyen ve uzmandan
görüşler almanın haricinde
konferans ve seminerleri-
mizde konuyu enine boyuna tartışma fırsatı bulduk.
Tabi ki dergimizi her sayımızda olduğu gibi kültür
sanat bölümümüzü oluşturan sinema, kitaplık ve
gezi sayfalarıyla eğlenceli
hale getirirken şehirlerimiz
üzerine değerli yazılar koymayı da ihmal etmedik.
İyi okumalar dilerim
Sıcak hava dalgaları, yağış, deniz
seviyesinin yükselmesi, insan sağlığını
direkt etkilemektedir. Bununla birlikte,
su ve besin kalitesi, tarım, kan emilmesi
ile geçen hastalıklar, ve diğer bilinen
veya bilinmeyen bazı enfeksiyon
hastalıkları dolaylı olarak iklim
değişikliğinden etkilenmektedir.
Mimar ve Mühendis Mayıs - Haziran 2014 Sayı: 77
Yayın Kurulu
Mahmut Çelik, Osman Şahbaz,
Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı,
Mehmet Kürşat Çapar
EDitörden…
77
Sayı: 77 Mayıs - Haziran 2014
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
VE GIDA GÜVENCESİ
01
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü
Murat Alpay
[email protected]
ATMOSFERDEKİ
DEĞİŞİM
02
YER KÜREDEKİ
DEĞİŞİM
03
DENİZLERDEKİ
DEĞİŞİM
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
VE GIDA GÜVENLİĞİ
GIDALARIN IŞINLANMASI
SAĞLIĞA YARARLI MI,
ZARARLI MI?
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE
NÜKLEER ENERJİNİN ROLÜ
Gıda güvenliği, yaygın bir anlayışla
yurt içinde bir yılda üretilen tarımsal
ürün miktarının, ülke nüfusunun...
Gıda ışınlaması; bakteri, küf, böcek ve
parazit gibi canlıların gıdalardan yok
edilmesi ile gıdaların raf ömrünün...
Dünyamızın geçmiş yüz yıllık döneminde
insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera
gazı nedeniyle küresel iklimde...
İçindekiler
Mimar ve
Mühendis
77
6
24 KAPAK
BİZDEN HABERLER
KISA KISA
İKLİM DEĞİŞikliği ve gıda güvencesi Her yerde ve elbette Türkiye’de de:
Batı’da ve doğu’da kavurucu orman yangınları, Karadeniz’de ve Akdeniz’de
ani seller, güneydoğu’da sinsi kuraklık, tüm ülkede azalan yeraltı
suları... Bunların hiçbiri birer rastlantı ya da “münferit vaka” değil. İklim
değişiyor ve bu, ekmeğimizden suyumuza hayatımızın her yönünü, her anını
derinlemesine etkiliyor...
28
SUYU YAŞAT Kİ, SEN DE YAŞAYASIN
Recep Ali Topçu Adell Armat ür ve Vana Fabrikaları A.Ş. Yön. Kur . Bşk .
32
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ VE
TÜRKİYE Prof . Dr. Mikdat KADIOĞLU İTÜ Meteorolo ji
Mühendisliği Bölümü
36 KÜRESEL ISINMA: GIDA GÜV
ENLİĞİNİN TEHDİT UNSURU
Dr. Mustafa YILDIZ Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Gıda Tarım Konseyi Başkanı
40
KÜRESEL ISINMA, GIDA İHTİYACI VE BUĞDAY ÖRNEĞİ
Doç. Dr. Burhan KARA Süleyman Demirel Üni versitesi Ziraat Fakültesi , Tarla Bitkileri Bölümü
46
SANAYİLEŞME VE
KENTLEŞMENİNİKLİM
DEĞİŞİKLİĞİNE ETKİSİ
Prof . Dr. Doğanay Tolunay İstanbul Üniversitesi, Orman
Fakültesi, Toprak ilmi ve
Ekoloji Anabilim Dalı
50
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA
GÜV ENLİĞİ
Dr. Müslüm BEYAZGÜL Ziraat Y. Mühendisi
56 GIDALARIN IŞINLANMASI SAĞLIĞA YARARLI MI, ZARARLI MI?
Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu MMG Yönetim Kurulu Üyesi
60
SINIR AŞAN MERİÇ NEHRİ HAVZASI VE TRAKYA BÖLGESİ SU SORUNLARI
Prof. Dr. Ahmet İSTANBULLUOĞLU Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi
66
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE BALIKÇILIĞA ETKİSİ Hacer Canan OKGERMAN Mustafa YILDIZ İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi
70
KÜRESEL ISINMA ve DENİZLERİMİZE ETKİLERİ Dr. Mustafa Tolay TOLAY Energy, Bakırköy, İstanbul
76 KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE
NÜKLEER ENERJİNİN ROLÜ
Doç. Dr. Ahmet Erdal OSMANLIOĞLU MMG Yönetim Kurulu Üyesi
80 Guar Ekimi ve İlaçlama
Mehmet SITKI
ETKİNLİK
20
EMANET EDİLEN TABİATI
MUHAFAZA ve İLK SİT ALANI
MEHMET OSMANLIOĞLU MİMAR
86
MÜLAKAT KAZANILMASI GEREKEN
SAVAŞ DEĞİLDİR
MAHMUT ÇELİK
MMG GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
Son Irmak Kurumadan…
Bu sene kurak bir sonbahar ve kış mevsimi
geçirdik. Bunun yanı sıra mevsimler
arası geçişlerdeki dengesizlik ve ani hava
değişiklikleri ile son yıllarda gündemde olan
küresel ısınmanın iklim etkilerini yavaş yavaş
görmeye başlıyor gibiyiz. İklimdeki bu ani
değişikliklerin en önemli etkisi şüphesiz ki
tarım sektörü üzerinde olmaktadır. O nedenle
biz de Mimar ve Mühendis Dergimizin MayısHaziran aylarını kapsayan 77. sayısını, İklim
değişikliğine ve bunun gıda kaynaklarımız
üzerine olan etkisini incelemeye ayırdık.
Her alanda olduğu gibi
tarım alanında da ülkemiz
sahip olduğu potansiyeli,
son yıllarda yakalamış
olduğu kalkınma ivmesi
ile daha verimli bir
şekilde değerlendirecek
politikalar geliştirmelidir.
Her gelişmekte olan
ülke gibi nüfus artışı,
yoğun şehirleşme ve
sanayileşme baskısı
altındaki ülkemizde
tarım sektörü ihmal
edilmemelidi
Küresel ısınma aslında küresel bir sorun
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği
gibi küresel ısınmanın en önemli sebebini
başta karbondioksit olmak üzere sera
gazlarının salınımı oluşturmaktadır. Ülkemiz
karbondioksit salınımında %1.3'lük payla
dünyada 13. sırada yer almaktadır. İlk beş ülke
tahmin edilebileceği gibi Çin, ABD, Hindistan,
Rusya ve Japonya'dır. Bu nedenle küresel
ısınmayla küresel bir mücadele gerekmektedir
ki, zaten bu amaçla 16 Şubat 2005 tarihinde
yürürlüğe giren Kyoto protokolü yapılmıştır.
Biz bu sayımızda salt küresel ısınmanın
mekanizmasını incelemek yerine iklim
değişikliklerinin gıda kaynakları üzerine olan
etkisini değerlendirdik. Zira her ne olursa
olsun insan yaşamının devam edebilmesi
için beslenmeye ve sağlıklı gıda kaynaklarına
ihtiyacı vardır. Bu yıl ülkemizde tarım
sektöründe oldukça kötü bir sezon yaşanmıştır.
Kuraklık, don, dolu fırtına ve hayvan
hastalıklarının üst üste gelmesi birçok üründe
üretim kaybına neden olmuştur. Sonbahar ve
kış aylarının kurak geçmesi ve kar yağışının
olmamasıyla özellikle buğday ve diğer hububat
ürünlerinde %20'ler seviyesinde üretim kaybı
beklenmektedir. Ayrıca ilkbaharda kısa süreli
de olsa meydana gelen don nedeniyle başta
fındık, kayısı, elma, üzüm olmak üzere bir çok
üründe büyük oranda üretim düşüşü meydana
gelmiştir.
Tarımsal üretimi etkileyen en önemli
faktörlerden birisi olan iklim, her ne kadar
tarafımızdan kontrol ve ıslah edilemezse de,
meteorolojik hareketlerin uzmanları tarafından
takip edilmesiyle yağış, don, sıcaklık, rüzgar,
nem, güneşlenme süresi gibi tarımı etkileyen
meteorolojik faktörlerle ilgili oldukça isabetli
tahminler yapılabilmektedir. Bu nedenle bir
bölgede tarımsal bir faaliyette bulunmadan
önce toprakların yerinde ve verimli
kullanılmasının yanı sıra, o bölgenin iklim
hareketleri ve değişiklikleri takip edilerek,
ekim ve hasat sürecindeki olası meteorolojik
değişiklikler öngörülmeye çalışılıp ürün
planlaması yapılmalı ve gerekli tedbirler için
önceden hazırlıklı olunmalıdır.
Her alanda olduğu gibi tarım alanında
da ülkemiz sahip olduğu potansiyeli, son
yıllarda yakalamış olduğu kalkınma ivmesi
ile daha verimli bir şekilde değerlendirecek
politikalar geliştirmelidir. Her gelişmekte
olan ülke gibi nüfus artışı, yoğun şehirleşme
ve sanayileşme baskısı altındaki ülkemizde
tarım sektörü ihmal edilmemelidir. Zira, “Son
ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda,
son balık öldüğünde; beyaz adam paranın
yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” diyen
Kızılderili bilgenin uyarısını önemsemeli ve
şimdiden gerekli tedbirleri almalıyız.
Havasıyla, suyuyla, gıdasıyla sağlıklı,
insanlarıyla huzur ve barış içerisinde gelişen,
büyüyen, kalkınan ve hakça paylaşan bir
Türkiye duasıyla…
Murat ÖZDEMİR
MMG GENEL BAŞKANI
KISA... KISA...
BİZBİZE’DE SOSYAL
GİRİŞİMCİLİK
VE MİKRO FİNANS
KONUŞULDU
B
izbize Konuşmalar etkinliğinde
14 Mayıs Çarşamba günü
Sosyal Girişimcilik, Para Vakıfları ve
Mikrofinans konuları ele alındı. Mimar
ve Mühendisler Grubu’nun Genel
Merkezi’nde gerçekleştirilen seminere,
konuşmacı olarak İsmail Orun katıldı.
Küreselleşme ile girişimcilik ve
girişimcilerin çok önem kazandığını
belirten Orun, genel hatlarıyla girişimci
özelliklerini sıraladı. Osmanlı’dan
günümüze girişimciliğin gelişimini
anlattı. 1800’lü yılların ikinci yarısından
sonra girişimciliğin öneminin Osmanlı
tarafından farkedildiğini dile getiren
Orun, Osmanlı’nın son döneminde tüm
çabalara rağmen Türk mesleklerinin
“askerlik ve memurluk” olduğu anlayışını
ortadan kaldıramadığını söyledi.
KANDİLLİ RASATHANESİ'Nİ ZİYARET ETTİK
M
imar ve Mühendisler Grubu
tarafından organize edilen Teknik Gezi
kapsamında, 16 Nisan tarihinde, ülkemizde
“Yer ve Gök” ile ilgili olarak bütünleşik izleme
sisteminin ilk kurulduğu yer olarak bilimsel
çalışmaların yapılmasına ve uzmanların
yetişmesine katkı sağlayan Boğaziçi
Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem
Araştırma Enstitüsü gezildi. Çok sayıda
üyemizin katılımı ile gerçekleştirilen teknik
gezide, Deprem Erken Uyarı İstasyonu,
Sarsma Tablası Laboratuvarı, Afete Hazırlık
Eğitim Birimi, Kandilli Bilim Müzesi ve
Ulusal Deprem İzleme Merkezi ziyaret edildi.
İZMİR ŞUBEDEN
HAVACILIK PANELİ
M
imar ve Mühendisler Grubu
İzmir Şubesi ve İzmir Yüksek
Teknoloji Enstitüsü (İYTE) işbirliği ile
bu yıl ikincisi düzenlenen Savunma
Sanayi ve Havacılık Paneli, öğrenci,
akademisyen ve Türkiye’nin önde
gelen firmalarının temsilcilerinin
katılımıyla gerçekleştirildi. İYTE Girişim
Topluluğu üyesi Yakup Aydın panelin
amacını savunma sanayi ve havacılık
alanındaki gelişmelerin yakından
takip edilmesi ve edineceğimiz bilgiler
ışığında geleceğimizi şekillendirmeyi
hedeflemek olarak özetlerken. İYTE
Kütüphane Gösteri Merkezi'nde, yapılan
panelin açılışında konuşan Rektör
Prof. Dr. Mustafa Güden, önümüzdeki
dönemde bilgiyi elde etme ve onu
faydalı bilgiye dönüştürmenin çok
daha önem kazanacağına vurgu yaptı.
Yapılan analizlere göre insanlık tarihi
boyunca üretilen bilgi miktarından
daha fazlasının son iki yılda üretildiğini
belirten Prof. Dr. Güden, bu “Büyük
Veri”nin (Big Data), en büyük araştırma
alanlarından biri olacağına işaret etti.
6
Mimar ve Mühendis
KONFERANS’DA YERİMİZİ ALDIK
M
imar ve Mühendisler Grubu’nun da
destekçileri arasında bulunduğu “ICCI
2014 – 20. Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı
ve Konferansı”, 24 Nisan 2014 Perşembe
günü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldız’ın katılımlarıyla İstanbul
Fuar Merkezinde Gerçekleştirildi. 24 – 26
Nisan tarihleri arasında İstanbul Fuar
Merkezi’nde gerçekleştirilen fuarda Mimar
ve Mühendisler Grubu olarak stant açıp, fuarı
ziyaret eden katılımcılara MMG'nin yaptığı
etkinlikler ile “Enerjisini Arayan Türkiye”
konusunu işlediğimiz Enerji dergimizi
dağıtma fırsatı yakaladık.
KISA... KISA...
OSMAN ŞAHBAZ’A BÜYÜK ONUR
A
zerbaycan Cumhuriyeti Vektor Uluslararası İlimler
Üniversitesi Bilimsel Genel Kurul Üyeleri ve Senatosunun kararıyla, Macaristan Kayseri Fahri Konsolosu
ve Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG) Genel Başkan
Yardımcısı Osman Şahbaz'a İktisat ve Siyaset Bilimi
alanında "Fahri Doktor" unvanı verildi. Courtyard Marriott
İstanbul International Airport Hotel Hattusa Ballroom’da
düzenlenen törende Macaristan Fahri Konsolosu ve Türk
Macar İşadamları Derneği(TÜMİŞAD) Başkanı Osman
Şahbaz'a, Fahri Doktor’luk beratını, Vektör Kurucu Başkanı
ve Rektörü Prof. Dr. Elçin İskenderzade takdim etti.
MMG’DE KUTLU DOĞUM HAFTASI
M
imar ve Mühendisler Grubu
Genel Merkezi’nde 16 Nisan
2014 tarihinde “Kutlu Doğum
Haftası” etkinliği çerçevesinde
düzenlenen “Bizbize Konuşmalar”
programına Yrd. Doç. Dr. M. Sadık
Hamidî (AYDIN) katılarak ‘’İslami
Açıdan Mimar ve Mühendislerin
Görevleri’’ konulu bir seminer
verdi. Etkinliğe MMG Genel Başkanı
Murat Özdemir, MMG Eski Genel
Başkanlarından Avni Çebi’nin yanı
sıra çok sayıda üye katıldı. Yrd. Doç.
Dr. M. Sadık Hamidî, mimarlık ve
mühendisliğin önemini vurgulayarak başladığı konuşmasında, “Dünya
var olduğundan beri nice eserler yapılmış, nicesi günümüze kadar gelmiştir. Tıp da çok önemli bir bilim
dalı, fakat çok üstün bir ameliyat
yapıldığını varsayalım, bu ameliyat insanlığa bir eser olarak gözler
önünde durmaz. Bugün ülkemizde
mimar ve mühendislik alanında çok
büyük işler yapılıyor ve yapılmaya
da devam etmelidir” dedi.
MMG DİYARBAKIR
ŞUBEDEN ZİYARETLER
M
MG Diyarbakır Şubesi, yönetim olarak Diyarbakır Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Ufuk Nurullah
BİLGİN’i makamında ziyaret etti. Ziyarette MMG’nin
çalışmaları, misyonu hakkında bölge müdürüne bilgiler
verilirken ‘’Çevre ve şehircilik, kentsel dönüşüm ve değişim, Diyarbakır’ın tarihi ve kültürel zenginliklerinin geliştirilmesi’’ konularında görüş alışverişinde bulunuldu. Ayrıca
Kentsel dönüşüm ve değişim ile ilgili bir panel düzenleme
ve teknik gezi teklifinde bulunuldu. Bundan memnunluk
duyacaklarını belirten Ufuk Nurullah Bilgin panele katkıda
bulunmak istediklerini belirtti.
8
Mimar ve Mühendis
MMG' DEN KOSGEB’E ZİYARET
M
imar ve Mühendisler Grubu’ndan Başkan Murat Özdemir önderliğindeki bir heyet, KOSGEB İkitelli Şubesi'ne ziyarette bulundu. İkitelli Şube
Müdürü Sn. Selahattin Kaya'nın makam odasında gerçekleştirilen görüşmede
KOSGEB hakkında genel bilgiler verildi. İstanbul'da dört şubesi olan merkezin
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile ilgili bir kuruluş olduğu, Küçük ve Orta Ölçekli
İşletmelerin (KOBİ) teknolojik yeniliklere süratle uyumlarını sağlamak, rekabet güçlerini ve düzeylerini yükseltmek amacıyla faaliyetlerde bulunduğu
anlatıldı. MMG çalışmalarını yakından takip ettiğini belirten KOSGEB İkitelli
Şube Müdürü Selahattin KAYA, STK'ların da bu tür desteklerden yaralanması
için gerekli desteği vereceklerini ifade etti.
ETKİNLİK
İBB GENEL SEKRETERİ MMG eski genEL bAŞKAN
yArdIMCISI dr. hayri baraçlı'yı ZİYARET ettik
Mimar ve Mühendisler Grubu olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel
Sekreterliği'ne atanan MMG üyemiz Dr. Hayri BARAÇLI'yı makamında ziyaret ettik.
Z
iyaret esnasında, 1994 yılında
TEKDER üyesi iken MMG ile
tanışıp yönetiminde yer aldığı
MMG'nin önemli bir yerinin olduğunu belirten Baraçlı, İETT'de görev
alması ile aktif olmasa da temaslarının devam ettiğini, MMG'yi yakından takip ettiğini belirtti. MMG'nin
diğer dernekler gibi olmadığını,
teknik bilinirliğinin, etik kavram
duruşunun önemli olduğu, elit projelere imza atmasının önemini ifade
etti. Doğru bildiği değerler konusunda duruşunun değişmediği, teknik
donanıma sahip üyeleri ve Şubeleri
ile daha aktif görevler içinde bulunmasının faydaları değerlendirildi.
İETT'de görev aldığı 2009-2014
yılları arasında özel sektör gibi çalışılması ile başarılı olduğunun konuşulduğu ziyarette, İETT de başardığı
bu çalışma disiplini ile kurum
bilgisinin 128 dünya ülkesinden
büyük olan İstanbul'un hak ettiği
yere ulaşması için kullanılacağı,
kamu bürokrasinden uzak dinamik
bir çalışma içinde olacaklarını, lider
kadro yetiştirmek için çaba sarfede10 Mimar ve Mühendis
ceklerini ifade etti.
2024 (iki dönem) hedefi ile ulaşım,
kentsel dönüşüm, çevre ve turizm
ile ilgili önemli çalışmalar yapılacağı, özellikle Turizmde İstanbul'un
hak ettiği yere gelmesi gerektiği
ve bu çatı altında kültür, kongre,
finans, sağlık ve eğitim turizmi
olarak düzenlemeler yapılacağı,
okumaya gelen üniversite öğrencisine bile turist olarak bakılacak
bir gözlem ile kendi şehrine dönüp
orada değer üreteceği bir bilinç
oluşturması çalışmaların düşünüldüğünü belirtti.
İstanbul'un mıknatıs bir şehir
olmaktan çıkartılması, hayatı
kolaylaştıran düzenlemeler ile
yerleşimi cazip kılan uygulamalara dikkat edilmesi, risk unsurları
çerçevesinde ülke geneline nüfusun
dağılması hususundaki projelere
önem verilmesinin konuşulduğu
ziyaret, İstanbul Beykoz Göllüköyü Mevkiindeki Orman arazisinde
Hayri Baraçlı adına 34 adet dikilen
ağaç sertifikasının kendisine teslimi
ile sonlandı.
Mayıs - Haziran 2014 11
ETKİNLİK
Gübretaş’a Teknik Gezi Düzenledik
Türk çiftçisinin kimyevi gübrelerden yararlanarak yüksek verimli ve kaliteli ürünler
elde etmesi fikrinden yola çıkılarak tarım sektörüne kimyevi gübre girdisi tedarik
etmek amacıyla 1953 yılında kurulan Gübre Fabrikaları Türk Anonim Şirketi’nin
Yarımca’daki tesislerine Mimar ve Mühendisler Grubu olarak üyelerimizin katılımı ile
teknik gezi düzenledik.
G
übre Fabrikaları Türk Anonim
Şirketi (GÜBRETAŞ)’ın Mühendislik
ve Yatırım Müdürü ve MMG Gıda
ve Tarım Kom. Bşk. Nihat ISMUK’un ev
sahipliğinde NPK Gübre Üretim Tesisi ve
Amonyak Terminali Şantiyesi’ne ziyarette bulunduk. Söz konusu geziye MMG
Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr Ali Osman
ÖNCEL, Genel Sekreter Murat ALPAY ve
sektöre yakın MMG üyelerimiz katıldı.
MMG heyetini şantiyeye gelişinde Gübretaş
Yarımca Tesisleri Müdürü Necdet BARLAS, Üretim Müdürü Mustafa VAROL ve
Mekanik Montaj ve Proses Müdürü Hilmi
KÜÇÜKGÖZE karşıladı.
Gübretaş yetkililerinin de hazır bulunduğu ziyarette öncelikle tesisin yenilenen
inşaatı hakkında katılımcılara proje hakkında sunum yapıldı. Fabrikada gerçekleştirilen faaliyetler hakkında bilgi verildi.
12 Mimar ve Mühendis
GÜBRETAŞ’ın Mühendislik ve Yatırımından
sorumlu Müdürü Nihat ISMUK’un sunumunda; şirket tarihinin en büyük yatırımının bu sene yapıldığı, pazarda lider firma
olduklarını, satışta problem yaşamadıklarını, Gübretaş’ın eğitime destek verdiğini,
öğrencilere burs verdiklerini ifade etti. Bu
sunumdan devamla; büyük çaplı ithalatlar
yapıldığı için tesisin deniz kenarında olması
gerektiğini, fabrika arazisine ÇED belgesi
alındıktan sonra liman yapılacağı, yapımı
devam eden tesisin ise Kasım 2014’te
bitmesinin beklendiğini söyledi. 34 metre
yüksekliğinde 25 bin ton kapasitede yeni
yapılan Amonyak Tankı’nın inşaatının
Amerika'dan ithal edilen 193 adet Deprem
İzolatörleri ile güçlendirildiği bir güne denk
gelen Teknik Gezimiz sürecinde, Deprem
Savarların (Deprem İzolatörleri) yerleştirildiğine tanıklık ettik. Bu kapsamda en
güvenli Amonyak Tankı Gübretaş’ta olacak.
Mevcut çalışan fabrika ile yenilenen tesis
binalarının iç içe bulunduğu mekanda
bir aksama olmadan üretiminin devam
ettirildiği, toprak analizine dayalı özel
gübre üretimini ülkemizde ilk başlatması,
2005 yılında başlattıkları Toprak Haritası
Oluşturma Çalışmaları ile önemli AR-GE
çalışmalarına verdikleri destek, ülkemizde
tarımda gübre üretimi sahasında ülkemizin
2500 noktasına yayılmış dağıtım noktalarıyla rakipsiz bir şirketleşmeyi oturtmuş bir
kurum olan Gübretaş’ın pek çok sahada liderlik eden ve çevre dostu ortamı işçilerine
sağlayarak çalışanlarının yüzünü güldüren
çağdaş bir kuruluş olduğu anlaşılmıştır.
Oldukça samimi bir ortamda çalışanların ve
yöneticilerinin güler yüzleri ile eşlik ettikleri gezimiz yenilen yemek ve yapılan son bir
istişare toplantısı ile sonuçlandırılmıştır.
Sakarya 25.000 Seyirci Kapasiteli
Stadyum İnş.
Küçükçekmece Ağız ve Diş Sağlığı
Merkezi Yapımı
Süleyman Ekşi Yapı İnşaat
Taahhüt Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
Kısıklı Mah. Alemdağ Cad. AHES İş Merkezi
No:65-A Kat:3 Üsküdar / İstanbul
Tel:(216) 327 88 22
Fax:(216) 327 88 25
[email protected]
K.B.B Olimpik Yüzme Havuzu Yapimi
Gazi̇osmanpaşa Sarigöl-Yenidoğan
Mahalleleri Kentsel Yenileme Projesi
Kapsaminda Sarigöl Mahallesi 1452
Ada 34 Ve 37 Parsellerde Konut Yap
ETKİNLİK
YAŞAYAN MİMAR SİNAN'I ANLAMAK
2012 yılında MMG ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ile ortaklaşa yapılan
"Mimar Sinan'ı Anlamak" konulu konferansın ikincisi olan "Yaşayan Mimar Sinan'ı
Anlamak 2" konulu konferans 30 Nisan 2014 tarihinde MMG Bursa Şubemiz ve Uludağ
Üniversitesi'nin katkıları ile Uludağ Üniversitesi Hasan Öztimur İnşaat Mühendisliği
Konferans Salonu'nda gerçekleştirildi.
B
ursa Vali yardımcısı Feridun Cemal
Özdemir, Uludağ Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. İrfan Karagöz,
Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nurettin Yavuz, İnşaat Fakültesi Yapı Anabilim
Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Doğangün'ün de
katıldığı konferansa ilgi yoğun oldu. Açılış
konuşmasını yapan MMG Bursa Şube Başkanı Elektrik Mühendisi Ali Yılmaz Mimar
Sinan'ın ülkemiz için önemli bir şahsiyet
olduğunu, eserlerinin bugüne kadar ulaşması ve mimari dehasının hala konuşulur
olması ve 300'den fazla eser bırakmasının onun bir mimar olarak tarihimizde
önemini ifade etti. Uludağ Üniversitesi
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İrfan Karagöz
ise Mimar Sinan'ın sadece Türkiye için
değil birçok ülkede bıraktığı kalıcı eserler
sebebiyle önemli bir mimar olduğu, bugün
dahi çarpık kentleşme ve mimari tasarımdan uzak eserlere bakıldığında onu daha
iyi anlamamız gerektiğini, ayrı güzellik
ve nitelikte olan eserleri sebebiyle adının
yaşatılmasının önemi vurgulayarak bu tür
faaliyetlerinden dolayı MMG'ye teşekkürlerini ifade etti. MMG Genel Başkanı Murat
14 Mimar ve Mühendis
Özdemir yaptığı konuşmada MMG'nin
kuruluş amacı ve yaptığı faaliyetler ile
Sözkonusu Konferansı niçin Bursa'da yapmak istediklerini şöyle ifade etti;
“9 Nisan Mimar Sinan'ın ölüm yıldönümü bu sebeple Nisan ayını onu anma ve
anlamaya ayırıyoruz. MMG olarak şehir
ve mimariye önem veriyoruz, söz konusu
yapılanma ve uygulamaları yakından takip
etmeye çalışıyor, şehirlerin insanı ölçekte
herkes için yaşanır olmasının önemini
vurguluyoruz. 1+1, 1+0 modelde yapılan,
mahalleyi, küçük esnafı ortadan kaldıran,
dev market alışveriş merkezleri, korunaklı
izoleli yapılar ile, toplumu ayrıştıran, kentin kimliğine uygun olduğu düşünülmeden
yapılan yapıların bir çok problemin ana
çıkış kaynağı olduğunu düşünüyor, bu
manada dergilerimizde bu konuları sıkça
gündeme almaya çalışıyoruz. İstanbul'dan
Diyarbakır'a, Kayseri, Kütahya, Edirne'den,
Erzurum'a, Sofya'dan Kırım'a birçok yerde
eser bırakan Sinan Bursa gibi önemli bir
şehirde yapmamıştır. Çünkü Bursa ilk
dönem Osmanlı eserleri ile bir bütünlük
arz ediyor, Sinan kendi anlayışına göre bir
eser yaparsa bunun bütünlüğü bozacağını
yada ahengi bozmamak adına benzer bir
eser yaparsa bunun da kendine yakışmayacağını düşünüyor. Mevcut dokuya ve
kendine olan saygısından Bursa'da eser
inşa etmiyor. Ancak bugün İstanbul ve
Bursa olmak üzere bu tür şehir kimliklerini bozan bir çok proje ortaya konuyor.
MMG olarak bunu gündeme getirmemizi
yanlışta ısrar etmemek adına önem arz
eder” dedi.
Konferansta MMG Yönetim Kurulu Başkan
Yardımcısı Y. Mimar Ali Reyhan Esen
başkanlığında Mimar Sinan Üniversitesinden Prof. Dr. Suphi SAATÇİ "Yazma
Kaynaklara Göre Mimar Sinan", İstanbul
Teknik Üniversitesi'nden Dr. Y. Mimar
Aras NEFTÇİ "Mimar Sinan'ı Görmek",
Uludağ Üniversitesi'nden Doç. Dr. Özlem
K. BAĞBANCI ''Mimar Sinan'ın Mekan Anlayışı'' ve Doç. Dr. Özgür EDİZ ise "Sayısal
Teknolojilerle Sinan'ı Anlamak" konularında sunumlarını yaptılar. Günün anısına
verilen plaket ve fotoğraf çekimleri ile
konferans hayırlara vesile olması temennileri ile sonlandı.
Mayıs - Haziran 2014 15
ETKİNLİK
MMG Olarak, MMG üyesi İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı
Dr. Kadir Topbaş’ı Ziyaret Ettik
Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı Murat Özdemir, Başkan Yardımcıları Mahmut
Çelik, Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Yönetim Kurulu Üyelerinden Prof. Dr. Ali Osman
Öncel, Yavuz Sarı ve Genel Sekreter Murat Alpay’ın katılımı ile gerçekleştirilen ziyarete
MMG Etik Kurul Üyesi Avni Çebi ile Ümit Ünal eşlik etti.
İ
stanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
Sütlücede yer alan Yatırım ve Hizmetleri Bilgilendirme Merkezi’nde
kabul ettiği heyetimizi öncelikle İstanbul’a
yapılan yatırımların sergilendiği salonda gezdiren Sayın Topbaş; başkanlıkları
döneminde gerçekleştirdikleri projeleri
resimler, maketler üzerinde tek tek ayrıntılı bir şekilde anlattı. Söz konusu projelere
ilişkin tanıtım filminin de izlendiği ziyaret
oldukça samimi bir ortamda gerçekleştirildi. Başkan Dr. Kadir Topbaş; göreve
geldikleri günden itibaren Türkiye denince
ilk akla gelen şehir olan İstanbul’un marka
değerini daha da artırmanın gayreti içinde
olduklarını, İstanbulluların her alanda
hayatını kolaylaştıracak ve yaşam kalitelerini yükseltecek başta teknolojik yenilikler
olmak üzere çok sayıda hizmeti hayata
geçirdiklerini, teknolojiyi en iyi kullanan
yerel yönetimlerden biri olarak İstanbul’u,
dünyayı takip eden değil dünyanın takip
ettiği bir kent haline getirmek için hizmetlerine devam ettiklerini dile getirdi.
Yaklaşık olarak, giriş ve çıkışları ile nüfusunun on yedi milyona ulaştığı İstanbul
16 Mimar ve Mühendis
gibi bir metropolün diğer şehirler ile bir
tutulmadan ayrı bir yasa ve yönetim biçimi ile yönetilmesinin daha iyi olabileceği,
kentsel dönüşüm kapsamında İstanbul’a
yapılan yatırımlardan oluşan ranttan
belediyelerinin yeterince pay alamadıklarını, bir değer artışı oluyorsa bunun
kente geri dönmesi gerektiğini dile getirdi.
Kentsel dönüşümün gerekliliklerinden
bahseden Sayın Topbaş dünya ülkelerinin
ciddi bir ekonomik kriz geçirdiği dönemde,
Türkiye’nin bu krizden inşaat sektöründeki hareketlilik sebebiyle etkilenmediğini, birçok sektörü peşinden sürükleyen
inşaattaki ivmenin ekonomiye hareketlilik
sağladığı, bu dönem zarfında Türkiye’nin
dünyadaki bu krizi sadece tekstil ve
benzeri sektörlerle aşmasının mümkün
olmamasından dolayı, bu manada kentsel
dönüşüm için yapılan çalışmaların zarureti
ve faydalarını ifade etti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile 19
üniversite arasında imzalanan protokoller
çerçevesinde Haziran 2006 tarihinden itibaren yürütülmesine başlanan ve "Projem
İstanbul" olarak adlandırılan akademik
araştırmaların desteklenmesi projelerinin
devam ettiğini ve bu kapsamda MMG’nin
de yapacağı benzer çalışmaları desteklemeye hazır olduklarını belirten İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir
Topbaş ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, MMG’nin toplumsal
değerleri korumak adına gerçekleştirdikleri
önemli etkinlikler ile topluma yön verdiğini söyledi.
Kendisine sunulan Mimar ve Mühendis
dergilerini inceleyen İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş MMG
Yönetimini Genel Merkezinde ziyaret etmek istediğini belirtti. Söz konusu ziyaret
fotoğraf çekiminin ardından sona erdi.
ETKİNLİK
SEMPOZYUM:
KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN
SOSYAL BOYUTU
gerçeğinin genellikle göz ardı edildiğini
düşünüyoruz. Şehircilikle ilgili sağlıklı,
içimize sinecek, bu coğrafyanın inanç ve
kültür değerlerinin ürünü diyebileceğimiz şehircilik örneklerini Maalesef ortaya
koyamadık. Toplumsal barışımıza ve
insanımızın huzuruna katkı sağlayacak
şehirleri yeni bir idrak ile inşa ve ihya
ederken, şehirlerimizi yeni bir medeniyetin taşıyıcıları olarak geleceğe taşımalı,
bugün yaptığımız şehirlerle yarınlarımızı
belirlediğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız” gibi konular üzerinde durdu.
K
İTO Başkan Yardımcısı, Murat Kalsın: “MMG’nin rolü önemli”
İTO Başkan Yardımcısı, Murat Kalsın da;
“Son yılların gündemi olan kentsel dönüşümün öneminden bahisle, yapı stoklarının eski olduğu, depreme uygun olmayan
çok yapının bulunduğu, estetikten uzak
çarpık yapılaşmanın olması sebebi
MMG'nin bu işe gönlünü koymuş bir STK
olarak bir fikir ve imar potası olarak gördüğünü belirtti. Konunun sadece teknik
değil sosyal boyutunun incelenmesini
önemsiyorum” dedi.
İstanbul Ticaret Odası (İTO) ile Mimar ve Mühendisler
Grubu (MMG) tarafından ortaklaşa düzenlenen 'Kentsel
Dönüşümün Sosyal Boyutu' konulu sempozyum, Çevre ve
Şehircilik Bakanı İdris Güllüce ve İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın katılımıyla İstanbul
Ticaret Odası’nda (İTO) gerçekleştirildi.
entsel dönüşümün medeniyet,
sosyalleşme ve insan açısından
ele alındığı sempozyuma Esenler
Belediye Başkanı M. Tevfik Göksu, İTO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Çağlar, İTO
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Gökhan
Murat Kalsın ile Mimar ve Mühendisler
Grubu Başkanı Murat Özdemir 'inde yer
aldığı Sempozyuma ilgi oldukça yoğundu.
MMG Başkanı Murat Özdemir:
“Herkes için huzur beldeleri"
Murat Özdemir konuşmasında "MMG
olarak şehirlerimizin yapılanmalarını ve
18 Mimar ve Mühendis
şehircilik uygulamalarını yakından takip
etmeye çalışıyor ve şehirlerimizin insani
ölçeklerde, herkes için huzur beldeleri
olacak şekilde teşkil edilmelerinin önemini sürekli vurguluyoruz. Mahalleyi ortadan kaldıran, kendi içinde bir dünyası
olan, çevresinden izole adeta gettolaşan,
isimlerinde Türkçenin kaybolduğu, çok
katlı, korunaklı, havuzlu sitelerin, orta ve
küçük ölçekli esnafı ortadan kaldıran dev
market ve alışveriş merkezlerinin, çocuk,
yaşlı ve engellilerin şehir içindeki varlıklarını önemsemeyen, doğayla ve coğrafyayla mücadele eden bir yapılaşma
Başkan Topbaş: “Mahalle kültürünü koruyan bir yapılaşmaya
ihtiyaç var”
Sempozyumun açılışında konuşan
Başkan Kadir Topbaş, kentliliğin sosyal
bir evrim, şehirlerin de bir yenileşme
merkezi olduğunu belirterek, İstanbul’da
oluşturulan sitelerin sosyalleşmeyi azalttığını ve insanlar arasındaki uçurumu
arttırdığını söyledi. Yaşam alanlarını birbiriyle ilişkili kılmak ve mahalle duygusunu daha çok yaygınlaştırmak zorunda
oluğumuzu ifade eden Kadir Topbaş, “İnsanlar sokağa çıktığında aidiyet duygusu
gelişiyor. Yönetimleri sorgulayarak ve
yönetimlere katılarak semtinin gelişmesine katkıda bulunuyor” dedi.
"Bir gerçek var: Dünya nüfusu
artmakta. 7 milyar nüfusundan yakın
gelecekte 9 milyara gidecek olan bir
dünyadan bahsediyoruz. Kentler hızla
gelişerek dengeler bozulmaya başladı.
Kent yönetiminde karar organları olarak
bu dengeleri doğru kurmak ve korumak...
Kentler hangi fonksiyonları, işlevleri
üstlenecekler, bunların kararını vermediğimiz için, bugün maalesef yöneticilerin
kendi siyasi perspektifleri doğrultusunda
şehirler gelişti. Her yöneticiye göre yeni,
farklı adımlar atıldığını görmekteyiz. Bu
da gelecek adına kaygı verici. Kurumsal
planlar yapılmalı" dedi.
İstanbul’un deprem riski taşıyan bir
şehir olduğuna ve sanayileşme sürecindeki yanlışların izlerini taşıdığına dikkat
çeken Başkan Topbaş, şöyle konuştu;
“Şehrimizde geçmişte maalesef mühendislik hizmetleri almadan sadece
barınma ihtiyacını dikkate alan yapılar
yapılmış. Bu çarpık yapılaşmayı aşmak
için deprem riskini bir şansa dönüştürerek İstanbul’un ranta dönüşmeden yenilenmesini arzu etmekteyiz. Sayın Başbakanımızın ‘TOKİ ve KİPTAŞ kanalıyla
Panel 1: MEDENİYETLERİN
ŞEHİR ALGISI VE KENTSEL
DÖNÜŞÜM
Prof. Dr. Ali Osman ÖNCEL - MMG Yönetim Kurulu Üyesi (Oturum Başkanı)
Prof. Dr. Korkut TUNA, Tarihte Şehirler
ve Dönüşümleri
Prof. Dr. Nevin GÜNGÖR ERGAN, Kentsel Dönüşüm Politikası ve Toplumsal
Katılım
Prof. Dr. Kemal SAYAR, Şehir ve Ruh
Sağlığı
kār amacı gütmeyen modern yapılar
yapınız’ talimatı var. Ancak maalesef
dünyada bir rant ihtirası var. Paris’te
Eyfel Kulesi’nin yakınındaki gökdelenleri görmezini arzu ederim. İstanbul’daki bu yüksek yapılar konusunda mimar
ve mühendisler odası ile sivil toplum
kuruluşlarının daha çok fikir beyan
etmelerini arzu etmekteyiz.” dedi.
Bakan Güllüce: “Türkiye genelinde kentsel dönüşüm sürüyor”
Sempozyumda daha sonra söz alan
Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce
de Marmara depreminde yaşanan acılara dikkat çekerek, İstanbul’daki riskli
yapıların, insanların geleceğinden korkmadığı çağdaş yapılara dönüştürmek
için kentsel dönüşümün kaçınılmaz
olduğunu söyledi.
Kentsel dönüşümün sosyal ve insani tarafına pek dikkat edilmediğini
kaydeden Güllüce, sadece mühendis ve
mimar gözüyle kentsel dönüşümlere
Panel 2: KENTSEL
DÖNÜŞÜM’DEN SOSYAL
DÖNÜŞÜME
Avni ÇEBİ - MMG Etik Kurulu Başkanı
(Oturum Başkanı)
Doç. Dr. Nail YILMAZ, Toplumsal Yapı
Belediyeler ve Kentsel dönüşüm
Yard. Doç. Dr. Berat FINDIKLI, Metropolde Mekânsal ve Tinsel Ayrışmanın
Çoğul Formları
Yard. Doç. Dr. Murat ŞENTÜRK, Kentsel
Dönüşüm Sosyolojisi
Yard. Doç. Dr Aynur CAN, Turgut Cansever Düşüncesinde Şehir Tasavvuru
Hasan POSTACI, Kentsel Dönüşümde
İnsan Hakları İhlalleri
bakılmaması gerektiğini ifade etti. “Bu
işin insani yanı, sosyolojisi, psikolojisi,
birçok parametresi var. Sadece rakamlarla bakıldığı zaman, bina sayısıyla
baktığımız zaman, bu bizi aldatır. Bina
sayısını sayıyorsunuz, yüksekliği ölçüyorsunuz, kilometreyi buluyorsunuz,
yolun genişliğini ölçüyorsunuz, ama
sosyal etkileri çok kolay ölçemiyorsunuz, tartamıyorsunuz, belirleyemiyorsunuz. Bunu ölçemediğiniz için de,
kentsel dönüşümün etkilerini baştan iyi
tartıp, biçip, konuşmak lazım. Sadece
mühendis ve mimarlara bu işi bırakmamak lazım" dedi. Bakan Güllüce, 81
ilde tespitleri yaparak binlerce binanın
dönüşümüne başladıklarını hatırlatarak, dönüşümün halkla birlikte yapılmasına özen gösterdiklerini dile getirdi.
“Olması gerekenle olabilecek olan bazen
örtüşmüyor” diyen Güllüce, İstanbul’un
imar sorunun Anadolu’daki göç veren
şehirlerin imar ve istihdamından başladığını kaydetti.
Panel 3: ŞEHİRLEŞMEDE
MEKÂNSAL DÖNÜŞÜMÜN
TOPLUMSAL ETKİLERİ
Y. Mimar Ali Reyhan ESEN - MMG
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı
(Oturum Başkanı)
Doç. Dr. Hatice AYATAÇ, Şehirleşmede
Mekânsal Dönüşüm
Mimar Semih AKŞEKER, Şehir ve Kent
Ayrımı
Prof. Dr. Abdurrahman GÜNER, Kentsel
Dönüşümde Mühendislik Ahlakı
Yard. Doç. Dr. Ömer Faruk KÜLTÜR,
Şehirlerin Etkisinin İyileştirilmesi
(Kentsel Dönüşüm Nasıl Olmalıdır)
Ali ÖNER, Mekân İnsan İlişkisinin Sosyo-psikolojik Değerlendirilmesi
konulu sunumları gerçekleştirildi.
Mayıs - Haziran 2014 19
MİMARLIK
İLK İLAN EDİLEN
SİT ALANI VE
YEŞİL BİNALAR
"İbrahim ve İsmail'e: "Tavaf edenler, orada ibadet amacıyla
oturanlar, rüku ve secde edenler için Evimi (Kâbe'yi)
temizleyin!" diye emretmiştik" (el-Bakara, 2/135).
Şüphe yok ki Yüce Allah temizdir, temizliği sever. İkramı
boldur, ikramı sever. Cömerttir, cömertliği sever. Artık
evlerinizin çevresini temiz tutun.(Et-Tıbbün Nebevi s.216)
EMANET EDİLEN TABİATI
MUHAFAZA ve İLK SİT ALANI
A
MEHMET OSMANLIOĞLU MİMAR
dem (a.s) dünyaya Allah’ın halifesi olarak gönderildiğinden beri arzın hüsnü
muhafazasına dair yüklendiği emanet,
onun yaratıcıya kulluğu müteakip en
mühim vazifelerinden olmuştur.
Müslümanların yediği, içtiği ve giyindikleri kadar içinde yaşadığı çevrenin de
temizliğine riayet etmesi onların mühim
bir ahlakî sorumluluğudur.
Evlerden başlayarak sokaklar, mahalleler, köyler, kasabalar ve şehirler her
ölçekte temizliğe riayet edilerek hüsnü
muhafaza edilmelidir. İnsanlığa yeryüzünün mescit kılınmasını müjdeleyen
peygamberimiz, ona tüm arzı mescit
temizliğinde muhafaza ve idame ettirme vazifesini de bir kez daha esaslı
bir şekilde hatırlatmaktadır. Allah’ın
ayetlerinden olan tabiatı muhafaza;
hilkati muhafaza sadedinde anlaşılmalıdır. Tabiattan faydalanılırken onu
tahrip etmeden ve sonraki nesillere
ulaştırmanın mesuliyetini asla hatırdan
çıkarmayan bir anlayış ve idrak içinde
bulunmak lâzımdır. Allah (cc) "Şüphesiz
Allah çok tövbe edenleri ve pisliklerden
temizlenenleri sever" (el-Bakara, 2/222)
buyururken manevî temizliği maddî
temizlikten önce zikretmektedir.
Bu bize manevî dünyalarındaki tüm
kirlenmişliklerden arınma gayreti içinde
20 Mimar ve Mühendis
olanların ancak hakikî mânada maddî
dünyayı(arzı) temiz tutmak eylemi içine
girebileceğini hatırlatmaktadır. Günümüzde havayı, çevreyi, tabiatı ve denizleri kirlettikleri hâlde, çevre ve tabiatı
muhafaza havarîleri kesilmiş kapitalist
ve emperyalist batı dünyasının ikiyüzlülüğü bunu daha net biçimde ifade
etmektedir.
Allah kâinatı herşeyin yerli yerinde olduğu bir denge ile yarattı ve muhafazasına insanları memur ederek "Yıldız, bitki
ve ağaç secde ederler. Göğü Allah yükseltti ve mizanı (yani dengeyi) O koydu.
Sakın bu dengeyi bozmayın" (Rahman,
55/ 6,7) ayetleriyle yol gösterip ikaz
etmektedir.
Tabiî çevrenin hüsnü muhafazası
maksadıyla İbrahim (a.s.) Mekke’yi ,
Peygamber Efendimiz (sav)’de Medîne
ve Taif şehirlerini sit alanı ilan ederek
buraları adeta dokunulmaz kılmışlardır.
Bu hususta“Allah’ım! İbrahim Mekke’yi
haram kıldı (kutsal belde ilan etti). Ben
de Medine’nin iki taşlık arasını haram
kıldım (kutsal yer/sit alanı ilan ettim).
Orada hiç kan akıtılmayacak, savaşmak
için silah taşınmayacak, hayvanları gütmek gayesiyle kesilenden başka hiçbir
ot ve ağaç kesilmeyecektir. Allah’ım!
Medine’mize bereket ver! Allah’ım!
Sa’ımıza bereket ver! Allah’ım! Medine’mize
bereket (ve bolluk) ver! Allah’ım! Medine’mize bereket ver! Allah’ım! Bir bereketin
yanında iki bereket ihsan et! Nefsim kudret
elinde olana kasem ederim ki, Medine’nin
hiçbir yolu ve geçidi yoktur ki, orasını koruyan iki melek bulunmasın. Oraya varıncaya
kadar onu korur-lar...” hadisi dikkat çekicidir..
Yine tabiat ve çevreyi korumayı, ağaç
dikimini yaygınlaştırmayı İslâmi ve
insanî bir görev olarak va’z eden
peygamberimiz;“Kıyâmet kopmaya
baş¬ladığında, birinizin elinde bir ağaç
fidanı bu¬lunsa, kıyâmet kopmadan onu
dikmeye gücü ye¬terse, hemen diksin”[9]
hadisiyle eşsiz bir çevre bilincini öğretmektedir. "Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin" (Tirmizî, "Birr",
16) buyurarak merhamet olunmak isteyenlere tüm yeryüzündeki varlıklara merhamet
Allah kâinatı herşeyin yerli
yerinde olduğu bir denge
ile yarattı ve muhafazasına
insanları memur ederek
"Yıldız, bitki ve ağaç secde
ederler. Göğü Allah
yükseltti ve mizanı (yani
dengeyi) O koydu. Sakın bu
dengeyi bozmayın" (Rahman,
55/ 6,7) ayetleriyle yol
gösterip ikaz etmektedir.
etmelerini tavsiye etmiştir.
“O” Bir köpeğe su veren kadının bağışlandığını belirtirken, bir kediye eziyet edip
ölümüne sebep olmanın Allah'ın gazabını
çektiğini vurgulamıştır.
Kendisi bir defasında beş yüz hurma ağacını birden dikmiş (İ Hanbel, 5:354) ve bu
konuda şunları söylemiştir: "Bir Müslüman
bir ağaç diker de bunun meyvesinden
insan, evcil veya vahşi hayvan, veya bir kuş
yiyecek olsa, yenen şey diken için bir sadaka hükmüne geçer" (Müslim, "Müsakat", 10)
Yeryüzü bana mescid kılındı, onun toprağı temiz ve temizleyicidir," buyuran Hz
Peygamber'in Mekke, Medine, Uhud dağı
ve başka yerlere, şehir ve tabiata sevgisini
dile getirmekte, gök cisimleriyle de ilgilenerek onların doğuş ve batışlarını dua fırsatı
olarak değerlendirmiştir.
Çevreyi muhafaza hassasiyetinin oldukça
yüksek olduğu Osmanlı’da ,Sümbül Efendi
yerine vekil olarak Merkez Efendi'yi atar.
Ve de, süs isteyen şeyhine kuru bir çiçek
getirmesi ve sebep olarak:…İbadet halindeki
yeşil çiçekleri ibadetten alıkoymak istemedim, cevabını verir..
Osmanlı topraklarını ziyaret eden Lamartine;
- “Osmanlı Müslümanları canlı ve cansız
mahlûkatın hepsiyle iyi geçinirler. Ağaçlara, kuşlara, köpeklere, velhasıl Allah’ın
yarattığı her şeye hürmet ederler; bizim
memleketlerde başıboş bırakılan veyahut
eziyet edilen bu zavallı hayvan cinslerinin
hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil
ederler. Bütün sokaklarda sokak köpekleri
için muayyen (belirli) aralıklarla su kovaları
sıralanır.” derken, “Moeurs et usages des
Turcs“ adlı kaynakta “Osmanlı Devleti’nde
kasaplar her gün belirli sayıda kedi ve
köpek beslemekle yükümlüdürler... Şam’da
hastalanan kedilerle köpeklerin tedavisi için
bir hayvan hastanesi mevcuttur.” kayıtlarına rastlanmaktadır.
ÇEVRE VE TABİAT
KAYNAKLARININ MUHAFAZASI
İnsanlığın yeryüzünde gerçekleştirdiği en
büyük organizasyon, vücuda getirebildiği
en büyük eser şehirdir. Şehri kurarken onun
konumu, kültürel arka planını oluşturacak
geçmişi, tarihle bağı, yönlendirilmesi, su
kaynaklarına mesafesi, manzarası, güneşlenme oranı, silueti, hâkim rüzgârla ilişkisi,
büyüklüğü, topoğrafyaya uyumu ve buyurgan bir irade olmadan insanların ihtiyaçlarıyla teşekkülü önemli parametrelerdir.
Şehirler inşaa edilirken insanı, tabiatı ve
kaynakları tüketmeyen, enerji bağımlılığı
asgaride tutulabilecek, fazla atık üretmeMayıs - Haziran 2014 21
MİMARLIK
yen, tabîi hayat konforu sağlayan, iklimlendirilmelerinin kolay ve az maliyetli olacak
şekilde kurgulanmaları gerekir. Kaynakların
kullanımının önemli nispette gerçekleştirildiği binaların, işyerlerinin, evlerin ve
giderek büyük ölçekteki mahalle ve şehir
tasarımının, çevre dostu ve optimum kaynak kullanımını öngörmesi daha da önem
kazanmaktadır.
İnsanların kendilerine emanet edilen kaynakları -ne kadar bol olursa olsun- israf
etmeden, sürdürülebilir ve yenilenebilir özellikli seçerek, az atık üreten ve geri dönüşümü mümkün kılacak kaynaklara yönelerek
kullanmaları, onların geleceğe daha huzur
ve güvenle bakmalarını sağlayacaktır.
Allah(cc) mutlak dengeyi, tabiatı ve nesli
muhafazayı kur’an-ı Kerîm’de
“O Allah Göğü yükseltmiştir ve dengeyi
koymuştur”(Rahman,7-9),
" Gerçekten biz, her şeyi bir ölçüde yaratmışızdır." (Kamer,49),
" İnsanların ellerinin işledikleri günahlar
sebebiyle, karada ve denizde fesat meydana çıktı ki(Allah)yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırsın, olur ki, belki geri dönerler”
(Rum,41),
“İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatı
hakkındaki sözü senin hoşuna gider. Kalbindekine de (özü sözüne uygun olduğuna)
Allah’ı şahid tutar. Halbuki kendisi düşmanların en yamanıdır. (Senden) ayrıldı
mı, yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve
nesli helak etmeye çalışır. Allah ise fesadı
sevmez."(Bakara, 204,205) emretmiş ve
insanların kendi elleriyle karada ve denizde
dengeyi bozduklarından ne denli büyük
22 Mimar ve Mühendis
felaketlerle karşı karşıya geldiklerini bildirmektedir.
Aynı konuda bir gün Peygamberimiz (sav),
sahabîlerden birinin abdest alırken suyu
israf ettiğini görür. “Bu israf nedir?” diye
sorar. Bunun üzerine sahabî, “Abdestte
israf olur mu?” diye karşılık verir. Peygamberimiz: “Evet, akan bir nehrin kenarında
bile olsan, normal bir miktarın üzerinde su
kullanman israf olur.” (Ahmed b. Hanbel,
Müsned, II) buyurarak kaynak ne kadar bol
olursa olsun, ibadet maksadıyla dahi olsa
israfın temel yanlışını –ihtiyaçtan fazla
kullanmak- olarak ifade etmiştir.
ÇEVREYE ZARARLI ETKİ OLUŞTURMAYAN, DAHA AZ ENERJİ KULLANAN (YEŞİL)BİNA YAPILABİLİR Mİ?
Binaların kaynak tüketiminde başrolü
oynamakta olduğu ve tüketimin önemli bir
bölümünün binalarda gerçekleştiği bilinmektedir.
Yapılan araştırmalarda, elektriğin yaklaşık
yüzde % 60’ı, kullanılan içme suyunun yaklaşık % 15’i binalarda tüketilmekte olup,
binalardan kaynaklı sera gazı üretimi ise
yaklaşık % 30 oranına ulaşmakta olduğundan, çevre hassasiyeti yüksek toplum
kesimleri %30-35 oranında daha az enerji,
daha az doğal gaz ve daha az su tüketen,
atık maliyetlerini % 50-90 oranında azaltan çevre dostu binaların yapımına ilişkin
taleplerini ortaya koymuşlardır.
Çevre dostu ya da yeşil binalar yapı sektöründe daha değerli, doğaya saygılı, ekolojik, konforlu ve enerji tüketimini azaltan
binalar olarak yeni bir yönelim ve sektör
ortaya çıkarmıştır. Bu yapılara özelliğini;
yer seçimi, tasarım, inovasyon, binada
kullanılan yapı malzemelerinin özellikleri,
yapım aşamasında dikkat edilen çevresel
hassasiyetler, yapım tekniği, atık malzemelerin yeniden kullanımı konularındaki
seçici yaklaşımlar vermektedir.
Bu binaların yatırım maliyeti standart
yolla inşa edilen yapılardan % 10-20 fazla
olmasına rağmen, enerji kullanımında
sağlanan tasarruf sayesinde kısa sürede
maliyet farklarını tolere edebilecek özelliklere sahiptir.
Enerji tasarrufunun ve doğal enerji kaynaklarının kullanımının ön planda tutulduğu bu binalarda, ısıtma ve havalandırmada kullanılan enerji yarı yarıya düşürülebilmekte; bu tür uygulamalar ile enerji tasarrufu, doğayı koruma, yenilebilir enerjinin
kullanımı ve konforlu bir yaşam ortamı ve
aynı zamanda gelecek için temiz bir çevre
bırakma özlemi hedeflenmektedir.
Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre
insanlar zamanlarının yüzde 90’ını bina
içinde geçirmekte olduğundan, sağlık ve
dolayısıyla verimlilikle ilgili sorunların büyük
bir kısmı hava kalitesi düşük, gün ışığı ve
manzarası olmayan ortamlardan kaynaklanmaktadır. İç mekân ortam kalitesinin
artırılmasının, çalışanlar üzerinde göstermiş olduğu olumlu etkiler ile verimlerinin
ne kadar artırdığını hesaplamak çok zor
olmakla birlikte, yapılan bir araştırmaya
göre Yeşil Binalarda çalışanların, diğer
binalardakilere göre yüzde16 daha az
rahatsızlandıkları ve dolayısıyla yüzde 16
daha az iş kaybının olduğu tespit edilmiştir.
TEMEL ARA
GEOTEK
ÇEVRE
DEPREM G
TEMEL ARAŞTIRMA
GEOTEKNİK
P
ÇEVRE KORUMA
DEPREM GÜVENLİĞİ
NETİCE
İnsanlık bir yandan kendilerine emanet
edilen tabiat ve çevreyi hüsnü muhafaza
ederken, öte yandan kaynakların optimum
kullanılarak israfın engellendiği, enerji
bağımlılığının asgariye indirildiği, tabîi
malzemeler kullanılarak insanları zararlı
etkilerden korunan bir şehir ütopya değildir.
Şehirleri dolayısıyla hayatı yaşanılır kılmak
ta, bir cehenneme dönüştürmek te elimizde.. İnanmak ve inancın gereği yaşamak.
İslâm inancı Bakara 204-205’te tabiatı,
çevreyi, kara ve denizleri ve nesli korumayı
emrederken israfı yasaklıyor.. Çevre bilincini
başka yerde aramaya gerek yok.
TEM
GE
D
TEMEL
GEOTÇ
DEPR
EGE YAPI
BATI ATAŞEHİR
DUMANKAYA RİTİM
AĞAOĞLU
MYWORLD
ATAŞEHİR
TEMEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ
GEOTEKNİK
PROJELER
ÇEVRE KORUMA PROJELERİ
MADEN VE SU ARAMA
PROJELERİ
MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR
Firmamız yeraltı araştırmaları
ile ilgili
her PROJELERİ
KENTLEŞME
VE DEPREM
DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ ULAŞIM
PROJELERİ
türlü problemin çözümünde jeofizik,
TAŞ YAPI FİKİRTEPE
jeolojik ve geoteknik yöntemlerle zemin
NUHOĞLU YEDİTEPE-KADIKÖY
TEMELetüdü
ARAŞTIRMA
VE ZEMİN
ETÜDLERİ 1990 yılından
ve sondaj
projelerinde
MADEN VE SU ARAMA
AŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ
TEMEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLER
GEOTEKNİK
PROJELER
itibaren
yüksek
teknoloji
ile kaliteli hizmete
MADEN VE
SU KORUMA
ARAMA PROJELERİ MÜHENDİSLİKPROJELERİ
JEOLOJİ HARİTALAR
ÇEVRE
MADEN
KENTLEŞME
VE DEPREM
PROJELERİ
PROJELERİ
devam
etmektedir.
DEPREMtecrübeli
GÜVENLİĞİ kadrosuyla
PROJELERİ ULAŞIM
PROJEL
PROJELERİ
JEOLOJİ HARİTALAR
MÜHENDİSLİK JEOLOJ
KORUMA PROJELERİ MÜHENDİSLİK
ÇEVRE
KORUMA
PROJELERİ
KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ
KENTLEŞME V
GÜVENLİĞİ PROJELERİ ULAŞIM
DEPREM
GÜVENLİĞİ
PROJELERİ
PROJELERİ
ULAŞIM P
KNİK PROJELER
GEOTEKNİK PROJELER
TEMEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ
A VE ZEMİN ETÜDLERİ
MADEN VE SU ARAMA
TEMEL ARAŞTIRMA VE
PROJELERİ
GEOTEKNİK
PROJELER
TEMEL ARAŞTIRMA VEÇEVREZEMİN
ETÜDLERİ
KORUMA PROJELERİ
PROJELER
PROJELERİ
MADEN VE SU ARAMA
PROJELERİ
GEOTEKNİK
PRO
MADEN VE SU ARAMA
ÇEVRE KORUMA PROJ
DEPREM GÜVENLİĞİ PRO
PROJELERİ
MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR
GEOTEKNİK PROJELER
KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ
DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ ULAŞIM
PROJELERİ
MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR
KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ
İ PROJELERİ ULAŞIM PROJELERİ
MEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ
ÇEVREPROJELER
KORUMA PROJELERİ KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ
EOTEKNİK
TEMEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ
ÇEVRE KORUMA PROJELERİ KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ
MADEN VE SU ARAMA
DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ
DEPREM
GÜVENLİĞİ
ULAŞIM
PROJELERİ
ULAŞIM PROJELERİ
PROJELERİ
GEOTEKNİK
PROJELER
ÇEVRE
KORUMA
PROJELERİ
L ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ
MADEN VE SU ARAMA
PROJELERİ
MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR
MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR
PROJELERİ
TEKNİK PROJELER
MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR
KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ
DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ ULAŞIM
MADEN VE SU ARAMA
PROJELERİ
PROJELERİ TEMEL ARAŞTIRMA VE ZEMİN ETÜDLERİ
JEOLOJİ HARİTALAR
ÇEVRE KORUMA PROJELERİ MÜHENDİSLİK
REM GÜVENLİĞİ PROJELERİ KENTLEŞME VE DEPREM PROJELERİ
GEOTEKNİK
PROJELER
ULAŞIM PROJELERİ
ÇEVRE KORUMA PROJELERİ MÜHENDİSLİK JEOLOJİ HARİTALAR
MADEN VE SU ARAMA
PROJELERİ
KENTLEŞME VE DEPREM PROJE
DEPREM GÜVENLİĞİ PROJELERİ ULAŞIM
PROJELERİ
Adres : Bağdat Caddesi No: 384/8 Maltepe - İSTANBUL
Tel: 0216 442 19 53 (pbx) Faks : 0216 442 19 55
E-Posta : [email protected] Web-Site : www.ematurkey.com
EKŞİOĞLU MİMARLIK
MÜHENDİSLİK
İNŞAAT VE TİCARET LTD. ŞTİ.
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İklİm değİşiKLİĞİ
VE GIDA GÜVENCESİ
Her yerde ve elbette Türkiye’de de: Batı’da ve doğu’da
kavurucu orman yangınları, Karadeniz’de ve Akdeniz’de
ani seller, güneydoğu’da sinsi kuraklık, tüm ülkede
azalan yeraltı suları... Bunların hiçbiri birer rastlantı
ya da “münferit vaka” değil. İklim değişiyor ve bu,
ekmeğimizden suyumuza hayatımızın her yönünü, her
anını derinlemesine etkiliyor...
Mayıs - Haziran 2014 25
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TEHLİKENİN
FARKINDA MIYIZ?
Bilindiği gibi iklim değişikliği aslında 20.yüzyılın
ortasından itibaren etkilerini hissettiren ve dolayısıyla
dikkatleri çekmeye başlayan bir konu. İklim değişikliğinin
tek etkisi yalnızca artan ortalama sıcaklıklar değil.
Küresel ısınma aynı zamanda dünyanın birçok bölgesinde
çok şiddetli fırtınalara, aşırı yağışlara, sellere ve uzun
kuraklıklara yol açıyor.
T
emel etkiler nedeniyle yeraltı su seviyeleri alçalıyor, buzullar eriyor, deniz
seviyesi yükseliyor ve denizlere yakın
yerlerde yer altı suları tuzlulaşıyor. Bütün
bu değişikliklerin bitkisel üretim ya da yeni
deyimiyle gıda güvencesi üzerinde olumsuz
etkileri kadar gıda güvenliği üzerinde de çok
farklı olumsuz etkileri bulunuyor. Artan ısı,
yağışlardaki değişiklikler, daha fazla kuraklık
ve son derece büyük hava olayları sonucunda, buzulların erimesi ve deniz seviyesindeki
artışın tümü, gelişmekte olan ülkelerin
tarımı üzerinde olumsuz etki yaratacak ve
gıda arzı dengesini bozacaktır. Tarımsal
verim, gelişmekte olan ülkelerin çoğunda
düşecektir. Su kaynaklarının ve kalitesinin
azalması sonucunda beslenme bozukluklarında da artış olacaktır.
Gıda ve Tarım Örgütü tarafından yapılan
öngörülere göre 2050 yılında dünya nüfusunun 9.1 milyar olacağı tahmin edilmek26 Mimar ve Mühendis
tedir. Artan dünya nüfusunun beslenebilmesi için doğal kaynakların sürdürülebilir
bir şekilde kullanımı ile 2050 yılına kadar
tarımsal üretimi ikiye katlanabilmesi gereği vurgulanmaktadır. Yine Gıda ve Tarım
Örgütü (FAO) verilerine göre, 2050 yılına
kadar, gelecekteki talebi karşılayabilmek
için yıllık küresel buğday üretiminin 1
milyar ton artması, et üretiminin ise 200
milyon artışla 463 milyon tona ulaşması
gerekiyor.
(Global agriculture towards 2050)
İklim değişikliğinin, gıda fiyatlarındaki
artış ve kırsal çalışma ve geçinme şartları üzerindeki tehditi sonucunda, gıda
üretimi üzerinde olumsuz etkisi olacağı
düşünülmektedir. Bu durum açlık sınırında
olan %10’luk nüfusun 2050 yılında %20’ye
yükselmesine neden olacaktır. Gelişmekte olan ülkeler, kaynaklarının yetersizliği
nedeniyle değişikliklere en az adapte ola-
bilen ülkelerdir. Afrika ve Güney Asya ile
Orta Amerika’nın bir kısmı iklim değişikliklerinden en çok etkilenecek bölgelerdir.
Dünya işgücünün geçim kaynağının %
36’sını tarım oluşturmaktadır. Asya ve
Afrika gibi nüfusun yoğun olduğu ülkelerde bu oran %40-50 düzeylerinde
olmaktadır. (ILO, 2007). İklim Değişimine
bağlı olarak; tarımsal üretimin olumsuz
etkilenmesi Asya ve Afrika gibi düşük
gelir düzeyine sahip olduğu gelişmekte
olan ülkelerde, milyonlarca insanın geçim
kaynaklarının risk altına girmesine ve gıda
Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)
verilerine göre, 2050
yılına kadar, gelecekteki
talebi karşılayabilmek
için yıllık küresel buğday
üretiminin 1 milyar ton
artması, et üretiminin ise
200 milyon artışla 463
milyon tona ulaşması
gerekiyor.
güvensizliğinin artmasına neden olacaktır.
Küresel iklim değişikliğini durdurmak
için tarımda da yapılacak şeyler vardır.
Endüstriyel tarım küresel ısınmada çok
büyük bir paya sahiptir. Yerel üret, yerel
tüket anlayışını hâkim kılabilmek için
küçük ve orta tarım işletmelerinin yok
olmasını önleyecek önlemler alınmalıdır.
Bu işletmelerin doğrudan pazarlama veya
kooperatif pazarlama sistemleri kurmalarına yardımcı olunmalıdır. Tarımsal desteklemeler küresel şirketlerin hegemonyasını önleyecek tarzda tasarlanmalıdır.
İkinci konu ise küresel iklim değişikliğinin
orta vadede durdurulamayacağı gerçeği
karşısında buna uyum gösterme çabalarının gerekmesidir. Yerel tohumlara önem
verme, su hasadı gibi yöntemlerle bunu
yapmak mümkün iken 2006 yılında çıkarılan tohum kanunu ile yerel tohumların
köylülerce satışına yasak getirildiğini
görüyoruz. Hâlbuki bu alanda birçok uluslararası kuruluş ve araştırmacı çok uzun
yıllardır agro-ekolojik yöntemlere dayanan
tarım sistemi üzerinde yayınlar yapıyor ve
ürettiği bilgiyi herkesle paylaşıyor.
Mayıs - Haziran 2014 27
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
SUYU YAŞAT Kİ SEN DE YAŞAYASIN
Recep Ali Topçu
Su insanlığa, tüm canlılara sunulmuş en büyük nimetlerden, rızklardan ve lütuflardan
biridir. Tüm insanlığın ortak malıdır. Canlılara verilmiş en büyük hediyedir. Su insana
emanettir ve suyun sorumluluğu yine insana yüklenmiştir.
E
vrenin her karesinde su vardır.
Kur’an-ı Kerimde belirtildiği gibi
canlı olan, hayat taşıyan her şey
sudan yaratılmıştır. Allah’ın (cc)
Hayy isminin tecellisinin en güzel
görüleceği yer sudur. Su tüm canlıların ortak hammaddesidir. Bir ölçüde
hepimiz suyun ete, kemiğe bürünmüş haliyiz diyebiliriz. Dolayısıyla su
hayattır, hayatın özüdür. Elementlerin efendisi olarak tanımlanan su’yu
hayatımızdan çıkardığımızda geriye
hiç bir şey kalmayacaktır.
Su yaşamın merkezinde…
Doğadan evi, ekmeği, portakalı, diğer
içecekleri her şeyi çıkarabilirsiniz,
ancak suyu çıkardığınızda hiçbir
canlılıktan bahsedilemez. İnsanlar,
hayvanlar, ağaçlar susuz yaşayamaz.
Varlıklar hiyerarşisinde suyun yeri
bambaşkadır. Onu çıkardığınızda
geriye bir şey kalmıyor. Dolayısıyla
onu israf etmek, hayatı, canlılığı
28 Mimar ve Mühendis
israf etmek demektir. Suyla başlayan
hayatımız yine suyumuzun çekilmesiyle son buluyor, başka bir boyuta
geçiyoruz. Aslında hayatımız iki su
parantezi arasında bir süreçtir diyebilir. Suyla gelir, suyla gideriz. Başlangıçta % 100 su iken, cenin haline
dönüştüğümüzde bu oran yüzde 85’e,
yaşlılığa ilerleyen aşamalarda ise bu
oran kademeli olarak azalmakta, sıfıra düşmesiyle birlikte ölüm gerçekleşmektedir. Ölmüş ağaçlar için “suyu
çekilmiş” der çiftçiler. Aynen öyle
de tüm canlıların suyunun çekilmesi
demek ölüm demek. Susuzluk, kuraklık aynı zamanda hayatın kuruması
anlamına geliyor.
Bir bardak suya
mülkümün yarısını veririm…
Suyun maddi anlamını şu kısa anekdot bize ne güzel anlatmaktadır.
Evliyadan İbn-i Semmak (ra) bir gün
Halife Harun Reşid’in (ra) huzuruna
girer. Bu esnada Harun Reşid hizmetçilerinden su ister. Bir bardak su
getirirler. Tam içmek üzere iken İbn-i
Semmak (ra): “Ey Müminlerin Emiri,
biraz bekleyin” der. Sonra da: “Eğer
bu suyu içmekten alıkonulsaydın
onu kaça satın alırdın?” diye sorar.
Halife “Mülkümün yarısını verirdim”
diye cevap verir. Bunun üzerine İbn-i
Semmak “Buyurun için, afiyet olsun”
der. Halife suyu içince İbn-i Semmak:
“içtiğiniz bu suyun vücudunuzdan
çıkmaması halinde, onun dışarı
çıkmasını ne ile satın alırdın?” diye
sorar.
Halife “Mülkümün hepsiyle satın alırdım” diye cevap verir. Bunun üzerine
İbn-i Semmak (ra) “ Kıymeti bir içimlik su ve idrar kadar olan bir mülke
rağbet etmek uygun olmaz” der. Bu
sözler üzerine Harun Reşit (ra) çok
ağlamıştır.
Acaba bizler içtiğimiz bir bardak
suyun değerinin farkında mıyız
acaba?
Araştırmalar, insanın yalnızca yemek
yemeden yaklaşık 40 gün boyunca
yaşamını sürdürebileceğini, susuzluğa
ise, ancak 4 ila 10 gün dayanabileceğini gösteriyor. Yağmurun yeryüzündeki sadece insanlar için değil tüm canlılar için ne kadar büyük bir rahmet
olduğunu elbette biliriz. Bu konudaki
bazı çarpıcı veriler şöyledir:
•Üzerinde yaklaşık yedi milyon
kadar yaprak bulunan bir çınar
ağacı tek bir mevsimde 120 ton
suyu topraktan çekmektedir.
•Bir dönümlük arazideki otlar günde
6 ton su emer.
•Ekili bir tarlada 1 kilo buğday yetiştirmesi için 500 kilo suya gereksinim vardır. 10 dönümlük bir tarla
ise doğru düzgün mahsul verebilmesi için 5 milyon litre suya ihtiyaç
vardır.
•Bazı fasulyeler, çiçek açıncaya
kadar 6 litre, çiçek açtıktan sonraları
ile 5-8 litre su kullanılır.
•Bataklık yosununun suya olan ihtiyacı öyle fazladır ki, mesela 150 kiloluk bir adam cüssesine oranla bataklık yosunu kadar su içmek istese, bu
saniyede 4 litreye denk gelir.
Sıradışı bir element…
Hikmetli bir nimet…
Uzay araştırmacıları uzaya çıktıklarında
ilk baktıkları şey suyun olup olmadığıdır. Su 4 temel elementten biridir. Su ve
diğerleri… Hiçbir element suyun eline
su dökemez. Suyun pek çok istisnai,
mucizevi halleri vardır. Su, doğada
eşi benzeri bulunmayan şaşırtıcı özelliklere sahiptir. Suda görünenden öte
değerler, hikmetler vardır. Suya 360
derece bakabilmek, suyu ebedi, dini,
felsefi, metafizik, tasavvufi, mistik
anlamlarıyla yorumlamak, suya hikmet
gözüyle bakabilmek, sudaki hikmetleri
görebilmek, ona bu gözle bakabilmek,
onu anlayabilmek için gereklidir. Sudaki
muhteşem sanat karşısında hayrete düşmemek mümkün değildir. Dolayısıyla bu
kadar önemli bir elementi tanımamız,
anlamamız, anlamlandırmamız önem
kazanmaktadır. Gelin birlikte suyun
hikmetlerine, derin manalarına bakalım,
yağmur üzerinden bir tefekkür penceresi aralayalım, onu anlamaya çalışalım.
Yağmur rahmettir, bize, dünyamıza akan
hayattır.
Su, bizlere daha çok yağmur yoluyla
ikram edilmektedir. Eğer yağmur taneleri yeryüzüne inerken fizik kurallarına
uysaydı her bir tanesi kurşun gibi inecek ve değdiğini öldürecekti. Yağmur
taneleri mermi hızına (568 km/saat)
erişmesi gerekirken sadece 8-10 km/
saat hızla iniyor dünyamıza. Bu limitin
üstüne çıkmıyor. Daha çok denizlerden
buharlaşma yoluyla bulutlara ulaşan su
buharları tuzlu/acı olduğu halde orada
manevi arıtmadan geçirilerek bize tatlı
olarak gönderilmektedir. 1200 ile 10
000 metre yükseklikten inen yağmurdaki diğer bir hikmet ise inişi esnasında
sürtünmeden dolayı ısınıp sıcak su olarak inmesi gerektiği halde yine canlıları
düşünüyor ve soğuk su olarak iniyor.
İnsanların, hayvanların, bitkilerin, ağaçların üzerine sanki onları okşarcasına
iniyor. Dünyaya gelirken karıncaları
bile düşünüyor. Onlarında üzerine de
şefkatle iniyor. Hiçbir ayırım yapmıyor,
hiç kimseyi incitmiyor. Herkesi seviyor
Varlıklar hiyerarşisinde
suyun yeri bambaşkadır. Onu
çıkardığınızda geriye bir şey
kalmıyor. Dolayısıyla onu israf
etmek, hayatı, canlılığı israf
etmek demektir.
demek ki… Su, büyük bir şefkat ve merhamet sahibidir. Su rahmettir…
Görüldüğü gibi yağmurun miktarından
tutun, damlaların düşüş hızına, iniş şekline, kimyasal yapısına ve sıcaklığına kadar
yağmurun her şeyinde bir ölçünün olduğu ve yağmur hadisesinin insan merkezli
tasarlandığı asrımızdaki ilmi çalışmalar
neticesinde anlaşılmıştır.
Akılsız bulutlar bize nasıl yağmur verebilir? Acaba yağmur damlalarının kurşun
gibi inmesine müsaade etmeyen rahmet
sahibi kim? Elbette damlaların kendisi
olamaz. Yerçekimi kanunu da olamaz,
zira ikisi de bizi tanımaz ve bize acımaz.
Bu işi biz de yapmadığımıza göre kim
yapıyor? Tüm işaretler bizi hepsinin
arkasında bizi seven, bizi bilen yaratıcımız Cenab-ı Allah’ı (cc) gösteriyor. Bize
bu kadar şefkat gösteren suyun da ilgi
Mayıs - Haziran 2014 29
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Hayata, onun içindekilere,
hayatımıza hayat katanlara,
çevremizdeki insanlara,
ağaçlara, hayvanlara yani bir
ölçüde sudan kardeşlerimize
su gibi kardeşçe, yumuşakça
yaklaşmak, onlara su gibi enerji
taşımak, onların gönüllerine
akmak ve onların sevgilisi,
dostu haline gelebilmek ne güzel
değil mi?
ve şefkat görmeye hakkı yok mu sizce?
Şimdi sıra “sudan ucuz” diyerek itibarsızlaştırdığımız suya ilgi ve şefkat göstererek itibarını iade etmekte. Bu şefkati
esirgemeyelim ondan…
Suda sevgiyi, muhabbeti, farklılıkların
birlikteliğini, hoşgörüyü görmek, onun
ardındaki, onu vazifelendiren, yaratan
Yaratıcımızın (cc) büyüklüğünü ve sanatını görmek farkındalığımızı arttırıyor,
hayatımıza anlam katıyor. Hayata, onun
içindekilere, hayatımıza hayat katanlara, çevremizdeki insanlara, ağaçlara,
hayvanlara yani bir ölçüde sudan kardeşlerimize su gibi kardeşçe, yumuşakça
yaklaşmak, onlara su gibi enerji taşımak,
onların gönüllerine akmak ve onların
sevgilisi, dostu haline gelebilmek ne
güzel değil mi?
Yine maddi hayatın koşuşturması içinde göremediğimiz, net resmini çekip
görüntü edemediğimiz şeylerden birisi
de suyu, olayları, eşyaları mana boyutuyla değerlendirmek. Suyun, maddi yönü
kadar manevi yönünü de tanımalıyız
diye düşünüyorum. Her şey ancak manasıyla, ruhuyla, içsel değerleriyle birlikte
olunca değer kazanır. Elin üstü öpülüyor
ancak asıl iş yapan yeri iç kısmı. Kalp ve
sevgi medeniyetinin torunlarıyız, temsilcileriyiz. Dikkat etmemiz gereken husus
maddi ihtiyaçlarımızı gidermek değil,
manevi hayatı, manevi ihtiyaçları ve beslenmeyi ihmal etmemektir. Ruhumuzu,
kalbimizi unutmamaktır.
İlk önce sevgi, gönül
tarlamızın suyu sevgi
Sevgi güçlendiriyor. Sevgi tarafları, eşyaları değerli hale getiriyor. Kendi varlıklarımıza, suya yeni bir değer kazandırmak,
30 Mimar ve Mühendis
yeniden bir kimlik, yeniden bir anlam
yüklemek mümkündür. Ecdadımızın
suyla, eşyayla, tabiatla ilişkiler Rabbani
şefkat, ilahi şefkat, merhamet eksenlidir.
Su, aynen hayat gibi sevince daha güzel.
Suyla iletişimimizi geliştirebilir, yeniden
inşa edebiliriz. Suyla dost olmak ister
misiniz? Su uzattığımız dost elimizi boş
çevirmeyecek, muhakkak ses verecektir.
İnsan ancak tanıdığını, bildiğini, sevdiğini korur. Gelin ilk önce suyumuzu sevelim, onu bize ikram eden Yaratıcımızı,
Cenab-ı Hakkı sevelim. O zaman o bizi
daha çok sevecek, lütuflarını, ikramlarını artıracaktır bize.
İsrafsız hayat bize emredilmektedir
Yememizde, içmemizde israf haram
kılınmıştır bizlere. İhtiyaçlarımızı aşırıya
kaçmadan, minimum miktardaki su ile
karşılamalıyız. Hz. Enes (ra) rivayet ettiğine göre Allah Rasûlü bir sâ' (3,3 litre) ile
beş müd (4,15 litre) arasındaki su miktarı
ile yıkanırdı; bir müd (0,83 litre) ile de
abdest alırdı. Biz kendimize bakalım ve
kendimizi sorgulayalım. Evimizde, işimizde, hayatımızın her karesinde tükettiğimiz her şey aynı zamanda su tüketimi
demektir. Bir A4 kağıdı 10 litre, bir ceket
400 litre, bir kitap 200 litre su demektir.
Fazladan tükettiğimiz, israf ettiğimiz her
Suyu anlar, anlamlandırırsak
onu ve sudan yaratılmış tüm
insanları, canlıları korur,
geliştiririz. İnsan bildiğine
dosttur, bilmediğine yabancıdır,
düşmandır. Suyu tanırsak daha
çok seveceğiz.
şey su israfı demektir. Tasarruf ettiğimiz
her şey su tasarrufu demektir. Tasarruf
bilinci bireyde başlar, önce birey tasarruf
edecek ki aile tasarruf etsin, aile tasarruf
edecek ki ülke tasarruf etsin, ülke tasarruf
edecek ki dünya yarar sağlasın. Parolamız
1 kişiyi değiştirebilmek olmalı, çünkü 1
kişiyi değiştirmek aileyi değiştirmek, ailenin değişimi de Türkiye' nin değişimi ve
gelişimi demektir...
Sürdürülebilir bir yaşam,
sürdürülebilir bir dünya için suyu
korumak zorundayız.
Sorumluluk hepimizin. Sorumluluk duy-
gusuna sahip bir insan, her hareketinin
muhtemel neticelerini düşünür. Tarihe
karşı sorumluluk, tarih şuurunun, çevreye karşı sorumluluk vatan sevgisinin ve
vatandaşlık şuurunun ifadesidir. Yaşadığı ülkeyi gerçekten seven insan, onu
korumak için azami ölçüde gayret ve
dikkat gösterir. Ülkesini, vatanını seven,
sorumluluğunun bilincinde olan insan,
suyu, toprağı, doğal kaynakları, giyeceklerimizi, yiyeceklerimizi israf etmez,
gerektiğinde bu kaynaklara kendisinden daha az sahip canlılarla paylaşır.
Yaşarken yaşatma idealini hiçbir zaman
unutmaz.
Küçük adımlarla hemen başlayalım.
Küçük adımlarla başlayalım suyu, toprağımızı sevmeye. Önce israf etmemeye, onu
anlamaya, anlamlandırmaya ve onunla
ilişkimizi geliştirmeye güzel bir niyet edelim. Büyük sonuçlar küçük uygulamaların
sonucudur. Küçük mütevazi adımların
bileşkesi muhteşem iş ve hayat sonuçlarına götürür. Bütünün kalitesi bileşenlerin
kalitesine bağlıdır. Hayat bütününün kalitesi onu oluşturan detayların kalitesiyle
ortaya çıkar.
Suyu anlar, anlamlandırırsak onu ve
sudan yaratılmış tüm insanları, canlıları
korur, geliştiririz. İnsan bildiğine dosttur, bilmediğine yabancıdır, düşmandır.
Suyu tanırsak daha çok seveceğiz. Haydi
suyumuzu sevmeyle başlayalım işe, sevgi
içeren güzel sözler söyleyelim, su içerken
bardağı öpen, dudak payına güzel sözler,
ayetler yazan ecdadımız gibi biz de onu
severek aziz kılalım. Haydi gelin onu sevmeyi, ona kalbimizi, gözlerimizi açmayı
birlikte öğrenelim. Gönül mimarlarımız
Hz. Mevlana (ks), Yunus Emre gibi büyüklerimizin yaklaşımıyla Yaratanımızdan
ötürü suyu ve sudan yaratılmışları sevdiğimizde önce kendimizle, sonra çevremizdekilerle iletişim kalitemiz yükselecek,
yaşamımızın kalitesi artacaktır. Umulur
ki, sevgiyi seven, nefretten nefret eden
insanların yaşadığı böyle bir dünya gelecekte huzur ve kardeşliğin yeşerdiği bir
sulh adacığı haline gelir. Su bağı ile birbirine bağlı tüm insanlar, canlılar birbirini
sever, bir dağı bölüşemeyen maddeci
anlayıştakilere rağmen bir dalı paylaşan
sudan kardeşler haline gelir. Sudan kardeşliği büyütürsek, temiz ve duru su damlaları olarak birleşip bir okyanus oluşturabilirsek canlıları birbirinden ayrıştıran
hususlar azalacak, kardeşlik duyguları
gelişecektir. Suyu yaşat ki, sen de yaşayabilesin. Su gibi duru, su gibi coşkulu ve su
gibi aziz olunuz.
Mart - Nisan 2014 31
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ VE TÜRKİYE
Prof. Dr. Mikdat KADIOĞLU İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
Maalesef insanlığın son yüzyıl içinde karada ve suda yaptığı ve hala yapmakta olduğu
tahribatın bir sonucu olarak toprak ve su ile birlikte havanın da bileşimi önemli ölçüde
bozuldu. Artık hızla artan sanayi ve yerleşim bölgelerinden çıkan sera gazları ile çevre
ve atmosfer büyük miktarda kirlenmekte ve küresel ölçekte havanın ısınma eğilimi de
giderek artmaktadır. Sonuç olarak, artık insan iklimi, iklim de insanı büyük ölçüde
etkiliyor. Bunun neticesinde 3. bin yılda insanlık küresel iklim değişimi problemiyle karşı
karşıyadır.
1. Giriş
Yaklaşık olarak son 150 yıldır gittikçe
artan ve aşırı miktarda tüketilen petrol,
kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtları ve
arazi örtüsündeki değişimler nedeniyle,
büyük miktarda zararlı gaz ve parçacıklar
atmosfere salınmaktadır. Bunların sonu
olarak, atmosferdeki CO2 ozon (O3)'ü
seyrelten kloroflorokarbon (CFC) gazları
ve karbondioksit (CO2), metan (CH4) ile
diazot monoksit (N2O) gibi sera gazlarının
miktarlarında önemli artışlar olmuştur. Bu
artışlardan dolayı atmosferde kuvvetlenen
sera işlemi de beraberinde günümüzdeki
küresel iklim değişimi ve küresel ısınma
problemini ortaya çıkartmıştır.
Sanayi devriminden önce dünyanın ortalama hava sıcaklığı 15°C idi. Yani yaşama
uygun hava sıcaklığını atmosferin sera
etkisine borçluyuz. Atmosferin sera etkisi
olmasaydı dünyada ortalama hava sıcaklığı
-18°C olacaktı. Yani, atmosferin sera etkisi
hava sıcaklığını 33°C arttırmıştır. Sanayi
devriminden sonra atmosfere salınan sera
gazları nedeniyle de dünyanın ortalama
hava sıcaklığı 15,6°C ye yükselmiştir. Her
ne kadar insanlar hızlı bir iklim değişi32 Mimar ve Mühendis
mine kendini uydurabilir ve ondan
korunabilir, fakat bitkiler ve hayvanlar
bu değişimlere ayak uyduramadığı için
insanların besin zincirini de oluşturan
tüm ekolojik sistem tehlikededir.
Özetle, IPCC (Hükümetlerarası İklim
Değişimi Paneli) tarafından 2030 yılı
için yapılan senaryolara göre artacak
olan olası iklimsel tehlikeler (uç meteorolojik olaylar) şunlardır:
• Sıcak hava dalgaları
• Orman yangınları
• Tarımsal haşereler
• Kuraklık, su kıtlığı ve tarımsal
rekoltede düşüşler
• Şiddetli yağışlar (ani sel ve şehir
sellerinde artış)
• Tropikal fırtınaların, yani tayfunlar
sayısı ve şiddeti,
• Tarım, agro-kültür, hayvancılık,
tatlı su depolamasının üzerindeki
etkiler,
• Sıtma ve malarya gibi hastalıkları
taşıyan böceklerin normalde bulundukları bölgeden çıkarak yayılması.
Yiyecek gıda ve içecek su kalmadığında
diğer bütün sosyo-ekonomik kaygılar
anlamsız kalır. Bu nedenle sürdürülebilir gelişme, “gelecek nesillerin ihtiyaçlarından fedakârlık etmemelerini sağlayacak şekilde günümüz ihtiyaçlarının karşılanması, sosyal maliyetler de dikkate
alınarak zamanında önlemlerin alınması
ve uyum çalışmalarının yapılması” şeklinde temel hedef olarak alınmalıdır. Bu
bakış acısı ile günümüzde hükümetler
tarafından acil olarak ele alınması gereken kuraklık risk yönetimi geliştirilmeli,
çevre kirliliği önlenmeli ve doğal kaynaklar korunmalıdır.
2. Türkiye’ye Olası Etkiler
Türkiye, bugüne kadar insan kaynaklı
iklim değişikliği ile ilgili çalışmaları
küresel ölçekte incelemiş, bunların ülkemiz coğrafyasına etkilerinin değerlendi-
hükümetler tarafından acil
olarak ele alınması gereken
kuraklık risk yönetimi
geliştirilmeli, çevre kirliliği
önlenmeli ve doğal kaynaklar
korunmalıdır.
rilmesinde ise yetersiz kalmış. Hâlbuki
iklim değişikliği senaryolarının küresel
ölçekten bölgesel ölçeğe, iklim modelleri
yoluyla indirgenmesi ve sonuçlarının
incelenmesi, ülkemizin enerji, tarım ve
su kaynakları yönetimi gibi alanlardaki
gelecekle ilgili planlamalarını yakından
ilgilendirmekte. IPCC iklim değişikliği
senaryoları genellikle 2070-2100 yılları
arasında, atmosferdeki karbondioksit
oranlarının günümüzden en az iki kat ve
daha fazla olacağı varsayımından yola
çıkar. Kötü senaryolardan biri, SRES A2
olarak adlandırılır. Bu senaryoya göre
model sonuçlarından üretilen sıcaklık
ve yağıştaki değişimler, bugünün (19611990) ve geleceğin (2070-2100) iklimini
temsil eden 30 yıllık periyotların farkının alınmasıyla ortaya çıkar.
Önol’un (2007) elde ettiği sonuçlara
göre, Türkiye üzerinde, yıllık ortalama sıcaklıktaki artış 2,5-4°C arasında
olmakla beraber, özellikle Ege Bölgesi
ve Doğu Anadolu’nun önemli bir kısmındaki artış 4°C’ye ulaşmakta. Ege
Bölgesi üzerinde yıllık ortalamadaki bu
değişimin asıl nedeniyse, yaz aylarındaki Avrupa kaynaklı sıcak hava dalgasının bu bölgemizi de etkilemesidir.
Yaz aylarında sıcaklıklarda 6°C’ye varan
artışlar beklenmekte (Şekil 1). Ortalama
sıcaklıktaki bu düzeyde bir yükselmenin orman yangınlarından hayvan ve
bitki çeşitliliğine, oradan insan sağlığına
kadar çok çeşitli alanlarda etkilerinin
olacağı aşikâr. Sıcaklık artışı ayrıca
mevsim geçişlerini de etkileyecek, ülkemiz üzerinde yaz mevsimi ilkbahar ve
sonbahar aylarını da kapsayacak şekilde
genişleyecek.
Yağış açısından önemli değişiklikler
yaşanacak. Özellikle kış aylarında,
Türkiye’nin Ege, Akdeniz ve Güneydoğu
Mayıs - Haziran 2014 33
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Türkiye yarı kurak bir ülkedir.
Ayrıca kuraklık sosyo-ekonomik
etkileri, kalıcılığı ve çözüm
bulmadaki zorluk nedeniyle
dünyadaki en tehlikeli doğal
afet olarak kabul edilmektedir.
Anadolu’yu da kapsayan güney bölümünde yüzde 20 ila 50 arasında azalıyor
(Şekil 2). Verilere göre, bu bölgelerdeki
su havzalarımız ciddi tehlike altında.
Karadeniz bölgemiz ise aynı oranda
olmasa da önemli ölçüde yağış artışıyla
karşı karşıya. Rüzgâr patenlerindeki
değişimler güney bölgelerimize nem girişini yavaşlatacak ve yağışın azalmasına
sebep olacak. Yine yağıştaki değişimin
belirgin olduğu sonbahar mevsiminde
ise Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun bir
kısmını kapsayan bölgede yüzde 50’yi
aşan artışlar beklenmekte. Yukarı ve
orta Fırat-Dicle havzasını da kapsayan,
ülkemizin su-enerji politikaları için çok
önemli olan, bu bölgesindeki sonbahar
mevsimindeki yağış artışının tek başına
değerlendirilmesi yanlış olabilir. Çünkü
kış mevsiminden kalan yağış bütçesindeki açık ve gelecekteki sıcaklık artışıyla
paralel artacak buharlaşma göz önünde
bulundurulduğunda, ortaya pek olumlu
bir görüntü çıkmıyor.
Türkiye yarı kurak bir ülkedir. Ayrıca
kuraklık sosyo-ekonomik etkileri, kalıcılığı ve çözüm bulmadaki zorluk nedeniyle
dünyadaki en tehlikeli doğal afet olarak
kabul edilmektedir. Kuraklık şehirlerde
kullanma suyu kıtlığının yanı sıra, tarımsal ürün ve hidro elektrik üretiminde de
büyük düşüşlere yol açabilir. Bu nedenle,
su havzalarının ve tarım alanlarının
korunması büyük önem arz etmektedir.
Ayrıca kuraklık, ülke içinde şehir sınırlarını aşan sular ile beraber ülke sınırlarını
aşan sularda da büyük sıkıntılara yol
açabilecektir.
Ülkemizde kuraklığın şiddetini yakın bir
gelecekte bugünkünden çok daha fazla
hissedebileceği açıktır. Bu nedenle, suyun
artan önemi göz önünde bulundurularak, ilerideki yıllarda, suyun yönetimine,
kuraklık planlarına, suyun yeniden kullanımıyla ilgili sistemlerin geliştirilmesi
34 Mimar ve Mühendis
Şekil 1. 2100 yılında hava sıcaklıklarında beklenen değişimlerin yersel ve mevsimsel dağılımı 2071-2100 yılları ortalamasının
1961-2000 yılları ortalamasından olabilecek farklar şeklinde gösterilmektedir (Önol, 2007).
ve sulama tekniklerinin iyileştirilmesi
çabaları yoğunluk kazanmalıdır. Akdeniz
havzası genelindeki su kaynaklarıyla ilgili
bölgesel değişiklikleri belirlemek üzere,
bölgesel çalışmalara gereksinim vardır.
Bu nedenle, su kaynakları yatırımlarının
ve tesislerin planlanması ve işletilmesinde iklim değişiminin söz konusu etkilerinin de göz önünde bulundurulması
zorunludur.
Şekil 2. 2100 yılında yağışlarda beklenen değişimlerin yersel ve mevsimsel dağılımı 2071-2100 yılları ortalamasının 1961-2000
yılları ortalamasından olabilecek farklar şeklinde gösterilmektedir (Önol, 2007).
Ülkemiz için su, enerji ve
tarım açısından da son derece
önemlidir. Sulama ve enerji
amaçlı ülkemizde çok sayıda
su yapısı inşa edilmiş ve
edilmektedir. Bu su yapılarının
amaçlarına uygun faaliyet
gösterebilmesi, ancak yeterli
miktarda yağışın düşmesi ile
mümkündür.
Ülkemiz için su, enerji ve tarım açısından da son derece önemlidir. Sulama
ve enerji amaçlı ülkemizde çok sayıda
su yapısı inşa edilmiş ve edilmektedir.
Bu su yapılarının amaçlarına uygun
faaliyet gösterebilmesi, ancak yeterli
miktarda yağışın düşmesi ile mümkündür. Buharlaşma, küresel ısınma ile
artacak ve ülkemizde daha şiddetli ve
uzun süreli kuraklıklar görülecektir.
Bu nedenle hem su kaynakları, hem de
genelde yağışa bağlı olan kuru tarım ve
hidro-elektrik enerji üretimini ciddi bir
şekilde etkilenebilecektir. Ayrıca hidrolojik döngüdeki değişimler, sulama ve su
sağlama problemlerinin yanı sıra ani sel
olaylarında da artışı beraberinde getirebilecektir.
3. Sonuç
Özetle, küresel iklim değişiminin ülkemizdeki su kaynaklarına olası kötü
etkileri başlıklar halinde şu şekilde özetlenebilir:
• Yağışta yazın büyük azalma olacak
fakat buharlaşma artabilecek.
• Yağışların mevsimsel dağılımı ve
şiddeti değişecek. Ani sellerde artışlar beklenmekte.
• 1987’den beri zaten ortalamanın
altında gerçekleşen kar örtüsü daha
da azalabilecek.
• Akımları sadece miktarı azalmayacak aynı zamanda pik zamanları da
değişecektir.
• Kuraklığın sıklığı ve şiddeti artabilecek.
• “Su stresi” artacak. Şehir ve ülke
sınırlarını aşan nehirlerin kullanımı
dâhil birçok uluslararası, ulusal ve
yerel su kaynağının paylaşımında
problemler çıkabilecek.
• Yüksek basınç kuşağının kuzeye
kayması ile ülkemizde hâkim olabi-
lecek tropikal iklime benzer bir kuru
hava, daha sık, uzun süreli kuraklıklara, orman yangınlarına ve tropikal
hastalıklarda artışlara neden olabilecek.
• Kuş cenneti ve benzeri milli parklar tahrip olup, kuşların göç yolları
ve konaklama yerleri değişecek.
Sonuç olarak suyun kısıtlı, yağışların
bazı bölgeler dışında miktar ve dağılımının düzensiz olduğu, büyük şehirlerde ve tarımsal üretimde suyun kısıtlı
bulunduğu, içme, kullanma ve sulama
suyu kalitesinin gün geçtikçe artan sanayi ve diğer çevre kirlilikleri neticesinde
düştüğü ve küresel ısınma düşünülürse,
ülkemizin kuraklığın şiddetini çok yakın
bir zamanda bugünkünden çok daha
fazla hissedeceği açıkça görülmektedir.
KAYNAKLAR
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
http://unfccc.int/2860.php
IPCC, 2001: The Global Climate of the 21st Century
WG I (Science) Summary for Policy-Makers, Third
Assessment Report.
Kadıoğlu, M. (Editör), 2001: Kuraklık Kıranı. Güncel
Yayıncılık, İstanbul, 128.s.
Kadıoğlu, M., 1993: Türkiye'de İklim Değişikliği ve Olası
Etkileri. Çevre Koruma, 47, 34-37.
Kadıoğlu, M., 1997: Trends in Surface Air Temperature
Data Over Turkey. International Journal of Climatology,
17, 511-520.
Kadıoğlu, M., 1998: Possible climate changes over
Greater Anatolian Project (GAP), Int. Symposium on
Water Supply and Tratment 25-26 May, 1998, İstanbul,
pp. 65-144.
Kadıoğlu, M., 2000: Regional Variability of Seasonal
Precipitation in Turkey. Int. Journal of Climatology, 20,
1743-1760.
Kadıoğlu, M., 2001: Küresel İklim Değişimi ve
Türkiye:Bildiğiniz Havaların Sonu, Güncel Yayıncılık, 3.ü
Baskı, İstanbul.
Kadıoğlu, M., 2007: 99 Sayfada Küresel İklim Değişimi
Söyleşi Serhan Yedig, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Önol, B., 2007: Downscaling climate change
scenarios using regional climate model over Eastern
Mediterranean. İTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, Haziran
2007, p: 87.
Mayıs - Haziran 2014 35
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
KÜRESEL ISINMA:
GIDA GÜVENLİĞİNİN TEHDİT UNSURU
Dr. Mustafa YILDIZ Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Gıda Tarım Konseyi Başkanı
Dünyada ve Türkiye'de 2013-2014 yılında özellikle kış aylarında beklenen yağışların
yağmaması sonucu tarımsal üretim önemli ölçüde olumsuz etkilenmiş durumdadır.
Bu durum günlük yaşamımızda tüketmekte olduğumuz gıda zinciri içerisindeki tüm
maddelerin nitelik ve nicelik olarak azalmasına fakat fiyatlarının artmasına neden
olacaktır. Burada daha büyük bir tehlike küresel ısınma ve iklim değişimine bağlı olarak
kuraklığın küresel ölçekte sürekli hale gelmesidir. Bunun yaratacağı olumsuz etkilerin
azaltılmasına dönük önlemler almak ve çözümler geliştirmek durumundayız. Bunun için
bu tehlikeli durumun neden ve sonuç ilişkisini ortaya koymak, gündeme taşımak ve karar
verme noktasında olanların dikkatini konuya çekmek, toplum hafızasının oluşmasına
katkı yapmak geleceğimiz acısından önem taşımaktadır.
B
ir sonuç olarak ortaya çıkan kuraklık aslında küresel ısınma ve iklim
değişiminin devamıdır. Bu nedenle
konunun küresel ölçekte değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım olacaktır.
İnsanlık; geleceğini tehdit eden çok
boyutlu ve çok taraflı karmaşık bir
sorun ile karşı karşıyadır. Ancak
geleceğimizi ilgilendiren bu ciddi
sorunun yeterince farkında olduğumuz söylenemez. Konu; tüm dünyada
bir takım marjinal grupların farklı
siyasi amaçlarına kurban edilmektedir. İnsanlığın ortak sorunu olan bu
önemli konu marjinal gruplara bırakılacak kadar basit ve naif bir konu
değildir. Globalleşen dünyada bir çok
sorun küresel kaynaklı olduğu için
bu sorunların çözümleri de ülkeler
düzeyinde olduğu kadar küresel
ölçekte ele alınmalıdır. İnsanlığın
36 Mimar ve Mühendis
kendi geleceği ile ilgili kararların
alınması için oluşturduğu evrensel
kurumların ( FAO, UNİDO,WHO,
WMO) bu konuda bilimsel ve uygulanabilir, somut sonuçlar elde edecek
aksiyon planları geliştirmeli ve uygulamaya koymalıdır. Dünya da sürdürebilir gıda güvenliği ve buna bağlı
olarak sağlıklı bir yaşamın devamı
en çok doğal kaynakların korunması,
doğru yönetilmesi ile mümkündür.
Geleceği kaybetmemek ve gıda
güvenliğinin sürdürülebilir olmasını
sağlamak için çevre ve iklim değişimlerine daha fazla duyarlı olmak
bir insanlık borcudur. Bizim kuraklık veya susuzluk olarak hissettiğimiz durum küresel bir çok etmenin
ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Bu
oluşum zincirleme bir reaksiyon
göstermektedir.
Küresel Isınma
İklim Değişimi
Dünyada iklim değişimi nedeniyle
ekstrem hava olayları meydana gelmektedir. Dünya nüfusunun sürekli
artması ile artan nüfusun gıda güvenliğinin sağlanması ancak bugünkü gıda
üretiminden daha fazla üretim yapmakla mümkün olacaktır. Bu nedenle
önümüzdeki süreçte gıda üretimi daha
önemli fakat zor hale gelecektir. Gıda
üretiminin küresel ısınma ve iklim
değişiminden olumsuz etkilenmesinin
sürdürülebilir canlı yaşamı üzerinde
ciddi yaşamsal ve sosyoekonomik
etkileri vardır. FAO kaynaklarına göre
Dünya nüfusu 7 milyar düzeyindedir
ve 1,2 milyarı insan gıda güvenliğinden yoksun durumdadır. Çok yakın bir
gelecekte bu korkutucu durum önlem
alınmaz ise daha büyük boyutlara ulaşacaktır. Dünyanın bu günkü durumu
gıdaya erişim konusunda sürdürülebilir değildir.
İklim değişikliğinin gıda güvenliği
üzerine etkili olduğu kadar doğrudan
canlıların yaşamı ve sağlığı üzerinde
de etkili olmaktadır. Bunların en
önemlileri;
-Bulaşıcı hastalıkların vektörleri-
Kuraklık
nin dağılımının değişmesi,
-Allerjik polenlerin mevsimsel türlerinin değişmesi,
-Sıtma, Akdeniz humması, kolera,
ishal,
-Enfeksiyon hastalıklarının artması,
-Akut ve Kronik hastalıklarda artış,
-Yüksek sıcaklık ve radyasyona
bağlı hastalıkların artması.
Hızla artan fosil yakıt kullanımı ve
çevre tahribatı atmosferin bileşimini
değiştirmektedir. Buna bağlı olarak
büyük oranda kirlenen atmosferin
ısınma eğilimi gittikçe artmaktadır.
İnsanların iklim değişimine entegre
diğer canlılara göre daha hızlı olmaktadır. Fakat bitkiler ve hayvanlar bu
değişimlere uyum sağlayamamaktadır.
Bunun sonucunda insanlığın gıda zincirini oluşturan eko sistem tehlikeye
girmektedir ( FABBRI, 2003). Türkiye
yarı kurak iklim kuşağında bir ülkedir
ve kuraklık Türkiye de artık iklimin
doğal bir parçası haline gelmiştir.
Türkiye’de en tehlikeli doğal afetlerden biri olmasına karşın çok az bilinmektedir. Gelip gecen bir doğa olayı
Gıda Güvenliği yok
Dünyada iklim değişimi nedeniyle
ekstrem hava olayları meydana
gelmektedir. Dünya nüfusunun
sürekli artması ile artan
nüfusun gıda güvenliğinin
sağlanması ancak bugünkü gıda
üretiminden daha fazla üretim
yapmakla mümkün olacaktır.
olarak algılanmaktadır.
Küresel İklim Değişiminin Belirtileri (
Fabbri, 2003; Kadıoğlu, 2008)
Kurak olan bölgelerin daha kurak hale
gelmesi,
• Yağış rejiminin değişmesi,
• Mevsimlerin kayması ve sıra dışı
doğa olayların artması,
• Yağmurların büyük kısmının sağanak şeklinde yağması,
• Buzulların erimesi,
• Deniz su seviyesinin yükselmesi
• Orman yangınlarında artış olması,
• Sıcaklıkların artması, fırtına, sel
gibi olayların sıkılığı ve şiddetinin
artması,
• Tarımsal üretimde verimlilik ve
kalite kayıplarının artması,
• Hastalık ve zararlıların çoğalması.
Türkiye’ de tarım önemli su kullanıcısı
olmasına karşın; genel su kaynaklarının
sınırlı olması, sulama projelerinin yetersizliği ve yanlış su kullanımı gibi nedenler tarımsal üretimin istenilen hedeflere
ulaşmasını engellemiştir. Türkiye’nin
kullanılabilir su potansiyeli 112 milyar
m3/yıl. Bunun sadece 42 milyar m3/yıl
olan kısmını kullanıyoruz. Kullandığımız suyun 29,6 milyar m3/yıl tarımda
kullanılmakta, 6,2 milyar m3/yıl içme
ve kullanma suyu olarak tüketilmektedir. Ülkemiz 28 milyon hektar alanda
tarım yapmaktadır. Bunun 16.7 milyon
hektar sulamaya elverişli olmasına
karşın sadece 5 milyon hektarı sulanabilmektedir. Bu oran ekilebilir tarım
alanlarımızın % 20 oluşturmaktadır (
Mayıs - Haziran 2014 37
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Küresel ısınma ve iklim
değişiminin etkilerini
azaltmanın, değişime uyum
sağlayacak tedbirlerin
alınması kadar bu değişimi
meydana getiren nedenleri
ortadan kaldırmakta
gereklidir. Ülke bazında kısa
ve orta vade eylem planları
geliştirilirken küresel ölçekte
insanlığın ortak kurumları
kuraklığı ve iklim değişimini
önlemek için harekete
geçirilmelidir.
DELAL, 2012; DSİ, 2012). Kalan tarım
yapılabilir alanların %80 nin de kuru
tarım yapılmaktadır. Bu göstermektedir ki Türkiye tarımının çok büyük
bir kısmını doğal koşullara acık tarım
uygulamaları ile yapmaktadır. Bu
durum; büyük bir verimsizlik ve kalite kaybına neden olmaktadır.
Bilimsel çalışmalar kuru ve sulu tarım
uygulamalarında verimliliğin 1/6 oranında olduğunu göstermektedir. Sulu
tarım kuru tarıma göre altı kat daha
verimli olduğu anlamına gelmektedir.
Bu sonuç göstermektedir ki tarımsal
üretimde kalite ve verimliliğin artırılması, diğer tarımsal girdilerin etkinliğinin sağlanmasında su en önemli
faktördür. Türkiye sulamaya uygun
tarımsal alanlarını etkin ve verimli
bir model ile sulu tarıma uygun hale
getirdiğinde bugünkü tarımsal üretimini 4 katına çıkaracak bir potansiyele sahiptir. Görüldüğü gibi tarımsal
üretimde verimliliğin arttırılması ve
sürdürülebilir olması su ile birebir
korelasyon göstermektedir. Kuru
tarımda birim alandan alınan ürünün
verimliliği düşük kalite olarak zayıf
ürün anlamına gelmektedir. Türkiye
çok yakın bir zamanda (2007 yılında) tarım sektöründe kuraklığa bağlı
olarak %7 küçülme yaşamıştır. 2014
yılında buna yakın bir küçülmenin
hububat, fındık, yağlı tohumlar ve
zeytine kadar tüm tarım ürünlerini
kapsayan geniş bir yelpazede olacağı
tahmin edilmektedir.
Küresel ısınma ve iklim değişiminin
etkilerini azaltmanın, değişime uyum
sağlayacak tedbirlerin alınması kadar
38 Mimar ve Mühendis
bu değişimi meydana getiren nedenleri ortadan kaldırmakta gereklidir.
Ülke bazında kısa ve orta vade eylem
planları geliştirilirken küresel ölçekte
insanlığın ortak kurumları kuraklığı
ve iklim değişimini önlemek için harekete geçirilmelidir.
Türkiye özelinde alınacak önlemleri,
coğrafi avantajları ve dezavantajları
dikkate alarak orta ve uzun vadeli
önlemleri şöyle sıralanabilir ( KADIOĞLU, 2008; DALAL, 2012)
-Türkiye bütün kurumlarının katılımı ile bu konuda risk analizi yapmalı ve eylem planı hazırlamalıdır.
-Eylem planı tüm iletişim kanalları
kullanılarak kamuoyuna anlatılmalı ve destek alınmalıdır.
-Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim
düzeyinde eğitim programlarına
iklim değişimi ve kuraklık nedenlerini ve sonuçlarını içeren ders
programları koymalıdır.
-Su kaynaklarını etkin kullanım
için gerekli yatırımlar süratle devreye alınmalıdır.
-Sulamada etkinliğin artırılması
için arazi koşullarına bağlı olarak
sulama modeli geliştirilmelidir.
-Kuraklığa dayanıklı yeni tohum
çeşitlerinin geliştirilmesi için
Ar-Ge çalışmaları yapılmalıdır.
-Şehirleşme ve çevre yeni bir anlayışla ele alınmalıdır.
-Yenilenebilir enerji kaynaklarına
yatırım yapılmalıdır.
-Tarımsal ürünler yakıt olarak kullanılmamalıdır.
-Kuraklık, erken uyarı izleme altyapısı kurulmalıdır.
Sonuç olarak küresel ölçekte karşılaşılan en büyük sorunlardan birisi
olan küresel ısınma ve iklim değişimine bağlı olarak gelişen kuraklık
doğal çevre, kent yaşamı, ekonomi,
teknoloji, tarım, gıda, temiz su ve
sağlık olmak üzere hayatımızın her
aşamasını etkilemektedir. Bu nedenle
İklim değişikliği geleceğin değil, bu
günün sorunudur. Acilen önlem alınmalıdır. Çünkü insanlık için yiyecek
gıda ve içecek su kalmadığı durumda
diğer bütün sosyoekonomik kaygılar
anlamsız hale gelmektedir. İnsanlık
için Gıda zaman ve mekan ötesi bir
olgudur. İnsanlık var oldukça önemi
artarak devam edecektir.
KAYNAKLAR
1. KADIOĞLU,M: 2008;Küresel İklim
Değişikliği ve Türkiye. Günümüzden 2100
yılına İklim Değişimi. S, 27-46
2. DELAL. İ: 2012; İklim Değişikliği ve Tarım.
TMMO Ziraat Müh. Odası.
3. DSİ ( Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü):
2012; Tarımda Sulamanın Önemi.
4. FABBARI, M: 2003; İklim Değişiklikleri :
Tehlikede Olan Nedir.
Mayıs - Haziran 2014 39
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
KÜRESEL ISINMA, GIDA
İHTİYACI VE BUĞDAY ÖRNEĞİ
Doç. Dr. Burhan KARA
Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü
Fosil yakıtları, sanayi, ulaştırma, arazi kullanım değişikliği, katı atık yönetimi, hatalı
tarımsal uygulamalar, mera ve orman alanlarının azalması nedeniyle atmosferde
başta CO2 olmak üzere, diğer sera gazları (metan-CH4, azot oksit-N2O ve flora clora
karbonlar-CFC5, vb.) oranının artması sonucu tutulan uzun dalga boylu ışınlar, yüzey
sıcaklıklarını artırmaktadır, sıcaklıklarda meydana gelen bu yükselmeye küresel
ısınma denilmektedir.
2
0. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
bilimsel çevrelerde dünya ikliminin
yavaş yavaş değiştiği, bu değişmenin
kara ve deniz yüzeylerindeki ortalama sıcaklığı artırdığı ve bazı bölgelerde ortalama yağış miktarı azalırken,
bazılarında arttığı, buzulların eridiği
ve deniz seviyesinin yükselmesi şeklinde kendini göstermektedir (IPCC,
2007). Küresel ısınmaya bağlı olarak
yeryüzünün bazı bölgelerinde meteorolojik veriler uzun yıllar otalamalarından farklılık göstermeye başlamıştır ve değişim devam etmektedir. Bu
farklılık; genel olarak sıcak günlerin
sayısının artacağı, soğuk günlerin
sayısının azalacağı, dünyanın pek
çok yerinde artan neme bağlı olarak
şiddetli yağışların ve fırtınaların daha
sık görüleceği, uzun ve sıcak geçecek
olan yazların şiddetli kuraklıkları da
beraberinde getireceği, kış aylarının
daha ılık geçeceği, kar yağışının azalacağı, çölleşme ve iklime bağlı felaketlerin daha güçlü ve sık yaşanacağı
şeklinde kendini göstereceği öngörülmektedir (IPCC, 2001).
Hükümetler arası iklim değişiklikleri
panelinin (IPCC, 2007) Dördüncü
Değerlendirme Raporuna göre, ortalama yüzey sıcaklığı, 1906-2005
döneminde 0.74 °C artmıştır. 1901-
40 Mimar ve Mühendis
2005 döneminde Amerika’nın doğu
bölgelerinde, Avrupa’nın kuzeyi ve
Asya’nın kuzeyi ile iç kesimlerinde
yağışlarda önemli artışlar, Akdeniz
havzası, Afrika’nın orta ve güneyi ile
Asya’nın güneyinde bazı kesimlerde
önemli azalmalar belirlenmiştir. Son
elli yılda ekstrem sıcaklıklarda yaygın
ölçekli değişiklikler yaşanmış, atmosferik su buharında gözlenen artış ve
ısınma ile tutarlı olarak kuvvetli yağış
olaylarının sıklıklarında artış saptanmıştır (Demir ve ark., 2008).
Çeşitli matematiksel iklim modellerinin sonuçlarına göre, iklimde başlayan
değişikliklerin gelecekte de süreceğini
göstermektedir. Sanayileşme, fosil
yakıtlarının giderek artması, mera
ve orman alanlarının azalması, tarım
alanlarının imara açılması vb. küresel
ısınmayı tetikleyen, CO2 ve çeşitli
zararlı gazların salınımını artıran
etkinliklerinin devam etmesi hâlinde
iklim değişikliklerinin yaşanacağı
kaçınılmazdır. Hükümetler arası iklim
değişiklikleri panelinin (IPCC) 2001
yılı raporuna göre atmosfere salınan
sera gazları (CO, CH, CFCs, N ve O)
sonucunda önümüzdeki yüz yıl içerisinde sıcaklıkların 1.4 ile 5.8 0C arasında artış göstereceği belirtilmiştir.
Aynı raporda ortaya atılan senaryolara göre, küresel sıcaklıkta 2100 yılına
kadar ortalama 1. 0C ile 3.5 0C’lik bir
artışı olacağı bildirilmiştir.
Türkiye farklı topoğrafik yapısı nedeniyle, küresel ısınmaya bağlı olarak,
görülebilecek bir iklim değişikliğinden
Son elli yılda ekstrem
sıcaklıklarda yaygın
ölçekli değişiklikler
yaşanmış, atmosferik
su buharında gözlenen
artış ve ısınma ile tutarlı
olarak kuvvetli yağış
olaylarının sıklıklarında
artış saptanmıştır
en fazla etkilenecek ülkeler arasındadır (Öztürk, 2002). Ülkemizde Orta
Anadolu, Doğu Anadolu, Güneydoğu
Anadolu’nun büyük bir kısmı, Akdeniz ve Ege bölgelerinin iç kesimleri
aldıkları yıllık yağış miktarı bakımından yarı kurak bölgelerdir. İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde
de ortalama sıcaklığın yükselmesiyle
kar yağışlarının azalacağı bu bölgelerde daha büyük bir su sıkıntısının
yaşanacağı tahmin edilmektedir. Kar
yağışının azalması sonucu, ilkbahar
yağışları uzun yıllar ortalaması düzeyinde yağsa bile toprağın su muhtevası yeterli seviyeye ulaşamayacaktır
ve bitkiler kuraklık stresi çekecektir.
Gelecekte su sorununun ve toprakta bulunan tuz miktarının artması
sonucunda İç Anadolu ve Güneydoğu
Anadolu’nun daha kurak hale gelerek
çölleşeceği öngörülmektedir (Türkeş,
1998; Öztürk, 2002).
Büyük oranda doğal ekolojik koşullara bağlı olarak yapılan tarımsal
üretim; kuraklık, şiddetli yağışlar,
dolu, don, çoraklık, tuzluluk, zararlılar, hastalıklar, yangın gibi çevre
faktörlerin biri veya birkaçından her
yıl sıkça olumsuz etkilenmektedir.
Küresel ısınma ile değişen iklim
yapısı ve doğal dengenin bozulması,
söz konusu risklerin şiddetini daha
da artırmaktadır. Özellikle kuraklık;
tarımsal üretimin en tehlikeli ve
en büyük afetidir (Öztürk, 2002).
Dünya üzerindeki kullanılabilir tarım
alanları, kendilerini etkileyen stres
faktörlerine göre sınıflandırıldıklaMayıs - Haziran 2014 41
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Hızla artan dünya
nüfusuna paralel olarak
gıda ihtiyacı da hızla
artmaktadır. Küresel
ısınma ve buna bağlı
olarak baş gösteren/
gösterecek kuraklık
gıda ihtiyacının
karşılanabilmesi yeni
yüzyılın en büyük sorunu
olacaktır. Bunun yanı
sıra ekilebilir tarım
alanlarının hızla
azalması tarımsal
üretimi dolayısıyla gıda
ihtiyacına olan talebi
daha da yükseltecektir.
rında kuraklık %26’lık payla en büyük
paya sahiptir (Kalefetoğlu ve Ekmekçi,
2005). Ülkemizde, kullanılan su miktarı
da kişi başına düşen su miktarı 575
m3’tür. Dünya ortalamasıyla karşılaştırıldığında ülkemizin, genel olarak
bilinenin aksine, sınırlı su kaynaklarına sahip ülkeler arasındadır (Türkeş,
1999). Ülkemiz farklı coğrafi koşularından dolayı iklim değişikliğinin neden
olacağı kuraklık, bitkilerde verim
azalması, erken uyanma, vejetasyon
süresinde kısalma, ekim zamanında
değişiklik, vejetasyonda değişme, yazlık
bitkilerin kışlık ekim şansı ve taşıdığı
riskler, su kaynaklarında azalma, kısa
süreli şiddetli yağışlar, kar yağışının
azalması ve don tehlikesi, bitkilerin
artan su isteği, su baskınları, tuzluluk,
çoraklık, erozyon, buharlaşma, topraktaki kullanılabilir suyun miktarında
ve su kaynaklarının depolanmasında
azalma gibi riskler, bölgelere göre etkisi değişmekle birlikte tarımsal üretimi
önemli ölçüde azaltacağı birçok araştırmacı tarafından öngörülmektedir
(Türkeş, 1998; Türkeş, 1999; Öztürk,
2002; Kara ve ark., 2014). Ilık geçen
kış mevsimlerinde badem, kaysı, erik,
kiraz vb. gibi bazı bitkilerde erken
çiçeklenme olasılığından dolayı bazı
42 Mimar ve Mühendis
yıllarda bu bitkilerin son donlardan
zarar görmesine neden olacaktır. Ayrıca vernalizasyon ihtiyacı uzun süren
ve daha düşük sıcaklık isteyen bitkiler
bu ihtiyacını karşılayamama durumu
ortaya çıkabilir. Bu bitkilerin tohum ve
meyve tutumu olumsuz etkilenecektir.
Dolayısıyla verimde azalma ve kalitede
düşme ortaya çıkabilecektir.
Hızla artan dünya nüfusuna paralel olarak gıda ihtiyacı da hızla artmaktadır.
Küresel ısınma ve buna bağlı olarak baş
gösteren/gösterecek kuraklık gıda ihtiyacının karşılanabilmesi yeni yüzyılın
en büyük sorunu olacaktır. Bunun yanı
sıra ekilebilir tarım alanlarının hızla
azalması tarımsal üretimi dolayısıyla
gıda ihtiyacına olan talebi daha da yükseltecektir. Birleşmiş Milletler dünya
nüfusunun 2050 yılında 11.3 milyara
ulaşacağı ve artan nüfusu beslemek için
mevcut gıda miktarının yüzde 70 oranında artması gerektiğini rapor etmiştir (DaMatta ve ark., 2009; UN 2009).
Benzer şekilde Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) raporuna göre, hızla artan
dünya nüfusunu beslemek için bugünkünden çok daha fazla gıda kaynağına
ihtiyaç duyulacaktır. Dünya gıda örgütünün raporlarına göre ise günümüzde
dünya nüfusunun 1 milyardan fazlasının açlık sınırında olduğu bu rakamın
giderek arttığı bildirilmiştir. Yapılan bir
araştırmada dünyada tarım üretiminin
2030 yılına kadar çeşitli nedenlerle
her yıl %1.5 oranında azalabileceği de
ortaya konulmuştur (FAO, 2003; Munir
ve ark., 2010). Buna bağlı olarak gıda
temin etmede güçlükler çekilmekte
ve gıda fiyatları hızla yükselmektedir.
Dünya Bankası verilerine göre dünya
nominal gıda fiyat indeksi; 1990-2005
yılları arasında yaklaşık ortalama
100 değerinde iken 2006-2010 yılları
arasında ise yaklaşık 150 değerine
ulaşmıştır. 2011 yılı verilerine göre ise
dünya gıda fiyat indeksi 200 değerini
geçmiştir (Erbaş ve Arslan, 2012; FAO
2011). Küresel ısınma ya bağlı olarak
azalacak verim ve artacak gıda ihtiyacını karşılamak için sentetik gıdalara,
aşırı gübrelenmiş ve ilaçlanmış, olumsuz koşullarda depolanmış hatta son
kullanma zamanı geçmiş düşük kaliteli
ürünlerin tüketimi özellikle gelir düzeyi
düşük olan insanlar tarafından artacaktır. Aynı şekilde bitkisel gıdaların
temininde görülecek güçlükler kadar
hayvansal yem miktarındaki temininde
karşılaşılacaktır. Dolayısıyla hayvansal
gıdaların elde edilmesinde güçlükler
yaşanacak bu durum gıda güvenliği,
beslenme ve sağlık sorunlarına yol açacaktır
Küresel ısınmaya bağlı olarak kuraklık
ve don zararından en fazla geri kalmış
ve gelişmekte olan ülkelerin temel gıda
besin maddeleri olan tahıllar (buğday,
çeltik, mısır), yemeklik baklagiller ve
yağ bitkileri vb. gibi doğal yağışlara
bağlı olarak yetiştirilen tüm bitkiler
olumsuz etkilenecek, verim ve kalite
önemli ölçüde düşecektir. Ülkemizde
temel gıda besin maddesi olan buğday
tarımı %75 oranında doğal yağışlara
bağlı olarak (sulanmadan) yetiştirilmektedir. Benzer şekilde yemeklik
baklagiller (nohut, mercimek) ayçiçeği,
aspir gibi yağ bitkileri tarımı büyük
oranda doğal yağışlara bağlıdır. Ülkemizde günlük kalori ihtiyacının %50’
sinden fazlasının karşılandığı buğdayın yıllık otalama üretimi, yıllara göre
değişmekle birlikte 19.0 ile 22.0 milyon
ton arasında değişmektedir. 2006 ile
2008 yılları arasında görülen kısmi
bir kuraklıkta üretim 17.7 milyon tona
kadar düşmüştür. Bu küçük düşüş bile
halk arasında gıda ihtiyacı bakımından
tereddütlere yol açmıştır. Bunun yanında en az küresel ısınma kadar tehlikeli
olan arazilerin imara açılarak tarım
alanlarının azalması (TÜİK verilerine
göre 1970 ve 2005 yılları arasında
9.2 ile 9.6 milyon ha arasında değişen
buğday ekim alanı, 2005’den sonra
düşmeye başlamış ve 2013 yılında 7.77
milyon hektara kadar düşmüştür) gelecekte gıda ihtiyacının karşılanmasında
sorunlar oluşturacaktır. Fotosentez
yapan yeşil bitkiler azalacağı için karbondioksit oranı artacaktır. Ayrıca
tarım alanları üzerine açılan yeni yerleşim alanları üzerinde yaşam için gerekli
olan barınma, beslenme, ısınma, ulaştırma, yol yapımı vb. gibi faaliyetlerden
dolayı kömür ve petrol ürünlerinin
emisyonları nedeniyle atmosferin alt
tabakasının ısınmasına neden olmaktadır. Bu sebepten dolayı özellikle
yaşam faaliyetlerinin olduğu büyük
yerleşim alanlarında kış aylarında kar
yağışı daha az olmakta ve yağış genellikle yağmur şeklinde düşmektedir.
Yağan kar ise erken erimektedir.
Türkiye’de yılda kişi başına ortalama
225 kg buğday tüketilmektedir (Süzer,
2013). Türkiye nüfusu 2012 yılında
75.627 384 olarak sayılmıştır. Her
yıl (75.627 384 x 225 kg/yıl=17.01
milyon ton/yıl) 17.01 milyon ton buğdaya ihtiyaç vardır. Ülkemizde her yıl
yaklaşık 8 milyon ha’lık buğday ekim
alanına dekara 20 kg tohum ekilmektedir (8 milyon ha x 20 kg/da=1.6 milyon ton/yıl) 1.6 milyon ton tohumluk
gerekmektedir. Her yıl hasat, harman,
depolamada ve taşınma sırasındaki
oluşan kayıplar % 3 olduğu bildirilmektedir (Süzer, 2013). Bu her yıl 0.6
milyon ton buğday kaybı anlamına
gelmektedir. Sonuç olarak her yıl,
17.01 milyon ton tüketim + 1.6 milyon
ton tohumluk + 0.6 milyon ton hasat,
harman kayıpları = 19.21 milyon ton
buğdaya ihtiyaç vardır. Ülkemizde
2013 yılı yılında ülke tarihinde rekor
kırılarak 22.05 milyon ton buğday
üretilmiştir. Ancak kuraklığa ve ekim
alanlarındaki azalışa bağlı buğday
üretiminin düşeceği kuvvetli muhtemeldir. Hızla artan nüfus oranının
yanı sıra her yıl ülkemize gelen milyonlarca turist sayısı da düşünülürse,
gelecekte buğday ihtiyacının karşılanmasında güçlükler çekileceği düşünülmektedir.
Sonuç olarak; küresel ısınma canlı
yaşamı üzerinde özellikle kuraklık
tehlikesi olarak etkisini göstermeye
başlamıştır. Çeşitli matematiksel
iklim modelleri, iklimde başlayan
değişikliklerin gelecekte de süreceğini
göstermektedir. Bunun birçok olumsuz etkisi olmakla birlikte en önemli
sonucu bitkisel ve hayvansal gıdaların
azalması ve sağlıklı gıda temininde
zorluklar olarak ortaya çıkacaktır.
Özellikle tatlı su kaynaklarının azalması, tarımsal üretimde önemli ölçüde
Mayıs - Haziran 2014 43
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
KAYNAKLAR
Küresel ısınmaya bağlı olarak kuraklık ve don zararından
en fazla geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin temel gıda
besin maddeleri olan tahıllar (buğday, çeltik, mısır), yemeklik
baklagiller ve yağ bitkileri vb. gibi doğal yağışlara bağlı olarak
yetiştirilen tüm bitkiler olumsuz etkilenecek, verim ve kalite
önemli ölçüde düşecektir.
verim ve kalitenin düşmesine neden
olacaktır. Artan dünya nüfusu ve azalan
tarım alanları buna bağlı olarak tarımsal
üretimin düşmesi ve gıda ihtiyacının
karşılanmaması, gelecekte gıda ve su
savaşlarının çıkması, büyük göç dalgalarının olması ve bir insanlık felaketinin
yaşanacağı endişesini doğurmaktadır.
Küresel ısınma ve gıda ihtiyacına
karşı alınabilecek önlemler
1- Tarım alanlarının azaldığı ve su kaynaklarının giderek tükendiği gerçeği
göz önüne alınırsa gelecekte en önemli
sorunların başında gıda temini gelecektir. Bu sorunun en önemli çözüm
yolu birim alan verimini artırmaktır.
Bunun için kaliteli tohumluğun yanı sıra
sulama, gübreleme, ilaçlama, toprak
işleme gibi kültürel uygulamalarda israfın önlenmesi, tarım teknolojilerinden
yararlanılması ve tarım yapılabilir arazilerin verimli kullanılması zorunluluktur.
2- Yukarıda da belirtildiği gibi gelecekte
gıda temini bakımından en az küresel
ısınma kadar tehlike arz eden durum
tarım alanlarının azalmasıdır. Bu durumun önlenmesi, özellikle tarımsal arazilerin imara açılmasının önüne geçilmesi
ve bunun yasalarla kontrol altına alın44 Mimar ve Mühendis
ması çalışmaları acilen başlatılmalıdır.
TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2000’li
yıllarda toplam ekilebilir alan 27-28
milyon hektar iken, 2013 yılında 24,1
milyon hektara düşmüştür.
3- Alternatif enerji kaynakları üreterek,
küresel ısınmayı tetikleyen fosil yakıtların tüketimi düşürülmeli, orman ve
meralar korunmalı, sanayi alanlarında
kontroller artırılarak zararlı gaz salınımı
azaltılmalıdır.
4- Doğa ve doğal kaynaklar tasarruflu
kullanılmalıdır.
5- İnsanlık sadece kendini değil, başkasını ve geleceği de düşünmeli, küresel
ısınmanın meydana gelmesinde en
büyük neden (% 90) insandır.
6- "Dünya bize atalarımızdan miras
değil, gelecek neslin emanetidir." (Anonim) düşüncesi benimsenmeli ve her
birey üzerine düşeni yapmalıdır.
7- Su hayattır. Yaşamın her aşamasında su tasarruflu kullanılmalı. Özellikle
tarımsal sulamada vahşi sulamadan
vazgeçilerek damlama sulama ve diğer
tasarruflu sulama yöntem ve metotları
kullanılmalıdır. Atık sular arındırılarak
beslenme ve tarım dışındaki alanlarda
(sanayi, oto yıkama vb.) değerlendirilmelidir.
DaMatta, F.M, Grandis, A, Arenque, B.C.
Buckeridge, M.S., 2009. Impacts of climate
changes on crop physiology and food quality.
Food Res. International, 43:1814-1823.
Demir, İ., Kılıç, G., Coşkun, M., 2008. Bölgesel
iklim modeli ile Türkiye için iklim öngörüleri.
HadAMP3 SRES A2 Senaryosu, IV. Atmosfer Bilimleri Sempozyumu, Bildiriler Kitabı,
365-373.
Erbaş, M., Arslan, S., 2012. Açlığın önlenmesi
ve gıda güvencesinin sağlanması. Gıda
Mühendisliği Dergisi, Sayı: 36, s:50-59.
FAO, 2003. World Agriculture: An food and
agricultural organization perspective. Available: http://www.fao.org/ DOCREP/005/
Y4252E/y4252e00.htm.
FAO, 2011. World Food Situation: FAO Food
Price Index. Available: http://www.fao.org/
worldfoodsituation/wfs-home/foodpricesindex/en/.
IPCC, 2001. Birleşmiş Milletler Hükûmetler
Arası İklim Değişikliği Paneli İklim Değişikliği
Özel İhtisas Komisyonu Raporu. www.ekutup.
dpt.gov.tr/cevre/oik548.pdf
IPCC, 2007. Climate Change. The Physical
Science Basis Summary for Policymakers
Contribution of Working Group I to the
Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate, Paris, France.
Kalefetoğlu, T., Ekmekçi, Y., 2005. The effect
of drought on plants and tolerance mechanisms. G. U. J. of Sci., 18(4): 723-740.
Kara, B., Karadoğan, T., Kara, N., 2014. İklim
değişikliği ve tarımda iklimsel riskler. Harman
Time Dergisi, Nisan 2014, Yıl: 2, Sayı: 14,
S: 80-90.
Munir, A., Hanjra, M.A., Qureshi, M.E., 2010.
Global water crisis and future food security
in an era of climate change. Food Policy, 35:
365-377.
Öztürk, K., 2002. Küresel iklim değişikliği ve
Türkiye’ye olası etkileri. G.Ü. Gazi Eğitim Fak.
Der., 22(1): 47-65.
Süzer, S. 2013. Buğday Tarımı. http://hayrabolutb.org.tr/media/ziraat/Bugday-Tarimi.pdf
Erişim: 23.12.2013.
Türkeş, M., 1998. İklimsel değişebilirlik açısından Türkiye’de çölleşmeye eğilimli alanlar.
DMİ/İTÜ II. Hidrometeoroloji Sempozyumu
Bildiri Kitabı, 45-57, Devlet Meteoroloji İşleri
Genel Müdürlüğü, Ankara.
Türkeş, M., 1999. Vulnerability of Turkey to
desertification with respect to precipitation
and aridity conditions. Turk. J. of Eng. and
Environ. Sci., 23:363-380.
Türkeş, M., 2003. Sera gazı salınımlarının
azaltılması için sürdürülebilir teknolojik ve
davranışsal seçenekler. V. Ulusal Çevre
Mühendisliği Kongresi, Çevre Mühendisleri
Odası, Ankara.
UN, 2009. World population prospects: The
2008 revision. Available: http://www.un.org/
esa/population/publications/popnews/
Newsltr_87.pdf
Mayıs - Haziran 2014 45
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
SANAYİLEŞME VE KENTLEŞMENİN
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE ETKİSİ
Prof. Dr. Doğanay Tolunay İstanbul Üniversitesi, Orman Fakültesi, Toprak ilmi ve Ekoloji Anabilim Dalı
Ülkemizin gündeminde pek yer bulamasa da iklim değişikliği çok uzun süredir dünyanın
gündeminde ilk sırada yer alıyor. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)
tarafından 2013 yılında yayınlanan rapora göre dünyamızın yüzey sıcaklıkları 1880-2012
yılları arasında 0,85 °C arttı ve 1983-2012 dönemi son 1400 yılın en sıcak dönemi oldu (IPCC,
2013). Bu artışın en büyük nedeni sera gazları olarak adlandırılan, bir kısmı atmosferde
doğal olarak dahi bulunmayan çeşitli gazların (karbondioksit (CO2), metan (CH4), N2O,
hidroflorokarbonlar (HFC’lar), perflorokarbonlar (PFC’lar), kükürtheksaflorid (SF6))
atmosferdeki konsantrasyonlarının artması.
S
era gazlarının atmosferdeki konsantrasyonunun artmasının en büyük
nedeni fosil yakıtların giderek artan
miktarlarda kullanılması. Ayrıca
başta tropikal ormanlar olmak üzere
dünya genelinde orman alanlarının
azalması, tarım alanlarının ve otlaklarının yapılaşma ile kaybedilmesi,
tarımsal üretimi arttırmak için daha
fazla gübre kullanılması, çöplüklerden sızan CH4 da sera gazlarının
atmosferde birikmesinde etkili. Anlaşılacağı üzere sera gazlarının başlıca
kaynakları doğrudan insan faaliyetleridir. Dünya tarihinde çeşitli doğal
nedenlerle dünyanın sıcaklığının
yükselip azaldığı dönemler olmasına
rağmen, günümüzde insan etkisi ile
ortaya çıkan ısınma süreci küre-
46 Mimar ve Mühendis
sel ısınma olarak adlandırılmakta.
Küresel ısınmanın etkisi sonucunda
iklimlerde gözlemlenen değişiklikler
ise iklim değişikliği olarak nitelendiriliyor.
İnsanların iklim üzerindeki etkisinin
tarihi çok eskilere, tarımı keşfederek
yerleşik düzene geçmelerine kadar
uzanıyor. İronik olarak da insanların
günümüzden 10 bin yıl kadar önce
tarıma başlamasının nedeni iklim
değişikliğidir. Zira 10 bin yıl kadar
önce son buzul çağı sona ermiş ve
ısınmaya bağlı olarak iklimlerin
ılımanlaşması Mezopotamya’da
tarım için uygun şartların oluşmasını
sağlamıştır. İnsanlık tarihinin ilk
dönüm noktası olarak kabul edilen tarıma geçiş evresinden sonra
kentleşme süreci de başlamıştır. Gıda
üretiminin artması nüfusun artmasına yol açmış, artan nüfusu beslemek
için de yeni tarım alanlarına ihtiyaç
duyulmuştur. Bunun sonucu olarak
da başta ormanlar olmak üzere çeşitli ekosistemler tahrip edilerek tarım
alanına dönüştürülmüştür. Birleşmiş
Milletler Gıda ve Tarım Örgütüne
göre son 5 bin yıl içinde orman
alanları 6 milyar hektardan 4 milyar
hektara gerilemiştir (FAO, 2012).
Ruddiman (2003)’e göre buzullardan
alınan örneklere göre günümüzden
8 bin yıl kadar önce atmosferdeki
konsantrasyonu 260 ppm’e kadar
olan CO2’in, 1750’lerdeki konsantrasyonun 280 ppm’e yükselmesinde
orman alanlarındaki bu azalma
etkili olmuştur. Orman alanlarındaki
azalmanın nedeni sadece tarım alanı
açmak değildi. 18. yüzyılın ortalarına
kadar odun dünyanın başlıca enerji
kaynağıydı.
Yine buzul örneklerine dayanarak
sadece atmosferde CO2 değil aynı zamanda CH4 konsantrasyonlarının da
insanların tarıma başlaması ile artmaya başladığı ortaya konmuştur (Wolff
ve Spahni, 2007). 5 bin yıl kadar önce
580 ppb kadar olan CH4 konsantrasyonu pirinç üretiminin yaygınlaşması
ile artmaya başlamış ve 18. yüzyılın
ortalarında 722 ppb’ye ulaşmıştır.
Atmosferdeki sera gazı konsantrasyonları değerlendirilirken 1750 yılı
baz alınmaktadır. Çünkü 18. yüzyılın
ortalarında insanlık tarihinin ikinci dönüm noktası başladı, sanayi
devrimi. Bu dönemde pek çok sosyal,
kültürel ve demokratik gelişmeye ek
olarak Thomas Savery tarafından Madenci Dostu olarak bilinen ilk buhar
makinesi keşfedilmiş, daha sonra bu
fikir Thomas Newcomen tarafından
geliştirilerek günümüzdeki buhar
makinelerine benzer ilk makine yapılmıştır. 1769 yılında da James Watt
tarafından Newcomen Makinesi olarak bilinen makineden kondansatörlü
buhar makinesi geliştirilmiştir (Iancu,
2013). Buharla çalışan makinelerin
keşfi ile İngiltere başta olmak üzere
hızla sanayileşme başlamıştır. Buhar
üretmede kömürün kullanılması ile
birlikte kömür tüketimi artmış ve 19.
yüzyıl başında küresel olarak 10 milyon ton olan kömür üretimi 20. yüzyıl
başında 760 milyon tona ulaşmıştır
(Ponting, 2008). Günümüzde ise
7,6 milyar ton kadar kömür üretimi
yapılmaktadır (World Energy Council,
2013). 19. yüzyıl sonlarına doğru içten
yanmalı motor teknolojisinin gelişmeye başlaması ile de petrol de insan
hayatına girmiştir. 1890’da 10 milyon
ton olan petrol üretimi (Ponting,
2008) 2011 yılında 4 milyar tona çıkmıştır (World Energy Council, 2013).
Doğal gazın kullanımı ise 1970’lerden
sonra yaygınlaşmaya başlamıştır.
Böylece sanayi devrimi ile birlikte kas
gücüne dayanan ve kısmen yenilenebilir olarak nitelendirilen odun, su ve
rüzgârdan sağlanan enerji yerine fosil
yakıt ağırlıklı enerjiye geçilmiştir.
Sanayileşme ile birlikte artan enerji
ihtiyacının fosil yakıtlardan karşılanmasıyla birlikte hava, su, toprak ve gürültü kirliliği gibi sorunların yanında
CO2 ve diğer gazların etkisiyle küresel
ısınma sorunu da başladı. Bugün artık
sera gazı konsantrasyonlarından
söz edilirken 1750 öncesi ve sonrası
karşılaştırılıyor. Yukarıda da değinildiği üzere en önemli sera gazları olan
CO2’in konsantrasyonu 1750 önce-
Buharla çalışan
makinelerin keşfi ile
İngiltere başta olmak
üzere hızla sanayileşme
başlamıştır. Buhar üretmede
kömürün kullanılması ile
birlikte kömür tüketimi
artmış ve 19. yüzyıl başında
küresel olarak 10 milyon
ton olan kömür üretimi 20.
yüzyıl başında 760 milyon
tona ulaşmıştır
sinde 280 ppm civarında iken günümüzde
397 ppm’e kadar çıktı (NOAA, 2014). Geleceğe dönük senaryolarda atmosferdeki
CO2 konsantrasyonun 450 ppm’in altında
tutulması gerektiği üzerinde duruluyor.
Zira 450 ppm CO2 konsantrasyonun yaklaşık 2 °C kadar ısınmaya neden olabileceği,
daha fazla ısınmanın ise dünya tarafından
tolare edilemeyeceği öngörülüyor. CH4
konsantrasyonları ise % 150 artarak 722
ppm’den 1803 ppm’e ulaştı (IPCC, 2013).
Sanayi devrimi ile birlikte kentleşme
süreci de başladı. Tarımın başlamasından
önce 4 milyon kadar olduğu tahmin edilen
nüfus 1800’lerin başında 700 milyona
ulaşmıştı ve sadece % 3’ü şehirlerde yaşıyordu (Ponting, 2008). Ancak sanayileşme
ile birlikte tarımda da mekanizasyona
Mayıs - Haziran 2014 47
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
geçilmesi, gübre ve ilaç kullanılmaya
başlaması ile verimin artması köylerdeki
yaşamı zorlaştırdı ve köyden kente göç
yoğunlaştı. Günümüzde 7 milyarı aşan
nüfusun yarıdan fazlası kentlerde yaşıyor. Sanayileşme sürecine benzer şekilde
kentleşme de fosil yakıt tüketiminin artmasına yol açtı. Kentlerin çoğunun gıda,
enerji, su gibi temel gereksinimlerinin
uzak mesafelerden taşınması, kentlilerin
karbon ayakizini büyüttü. 20. yüzyılda
kentlerin giderek büyümesi ve metropol
halini alması, tüketimin artması, kentlilerin bir yerden diğer bir yere ulaşmada
da daha fazla yol almasına yol açtı ve
daha fazla fosil yakıt tüketimi ile sonuçlandı. Kentleşme süreci ayrıca verimli
tarım ve orman alanlarının yapılaşması,
48 Mimar ve Mühendis
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
atmosferdeki karbonun depolandığı
alanların kaybedilmesine neden olarak
küresel ısınmayı tetikledi. Üstelik koyu
renkli çatılar, asfalt yollar, binalar
albedoyu düşürerek güneş ışınlarının
daha fazla tutulmasını sağladı ve böylece
kentsel ısı adası olarak adlandırılan olgu
ortaya çıktı. Kentler çevrelerindeki diğer
ekosistemlerden 1-2 °C daha sıcak artık.
Ek olarak betonlaşan bu yüzeyler nedeniyle yağış suları toprağa ulaşamadığı
için ısınma artıyor.
Sanayi devriminden önce fosil yakıt
kullanımının neredeyse olmaması nedeniyle sadece ormansızlaşma ile oluşan
atmosferdeki sera gazı artışları, sanayi
devriminden sonra hızlanarak artmıştır. IPCC (2013) tarafından 1750-2011
yılları arasında kümülatif olarak 375
milyar ton karbonun fosil yakıt tüketimi
ve çimento sanayinden kaynaklandığı
hesaplanmıştır. Yine sanayi devriminden
sonra ormansızlaşma ve tarım ile mera
arazilerinin kaybedilmesi ile atmosfere
180 milyar kadar karbon salındığı tahmin edilmektedir. 250 yılı aşkın süredir
insan faaliyetleri ile atmosfere verilen
fazladan 555 milyar ton karbonun 240
milyar tonu atmosferde, 155 milyar tonu
okyanuslarda ve 160 milyar tonu da
karasal ekosistemlerde depolanmıştır
(IPCC, 2013). 2010 yılındaki toplam sera
gazı salımları ise 49 milyar CO2 eşdeğer
tonu aşmış olup, bunun 17 milyar tonu
enerji üretimi, 12 milyar tonu ormansızlaşma ve arazi kullanımı değişikliği, 10
Sanayi devriminden önce fosil
yakıt kullanımının neredeyse
olmaması nedeniyle sadece
ormansızlaşma ile oluşan
atmosferdeki sera gazı
artışları, sanayi devriminden
sonra hızlanarak artmıştır.
milyar tonu endüstriyel tesisler, 7 milyar
tonu ulaştırma ve 3,2 milyar tonu binalardan kaynaklanmaktadır (IPCC, 2013).
Ülkemizde sanayileşme ve kentleşme
süreci gelişmiş ülkelere göre daha geç
başlamıştır. Sera gazı salımlarımız
1990’da 188,5 milyon ton CO2 eşdeğeri
iken 2012 de 439,87 milyon ton CO2
eşdeğerine yükseldi. 22 yıllık dönemde
artış % 133,4 ve bu oranla dünya birincisiyiz. Sera gazı salımlarımızın 308,6
milyon tonu enerji üretiminden ve 62,8
milyon tonu endüstriyel proseslerden
kaynaklanıyor. 32,3 milyon tonundan ise
tarım ve 36,2 milyon tonundan ise atıklar sorumlu. 1990 yılında 3,3 milyon ton
CO2 olan kişi başı sera gazı salımlarımız
2012 yılında 5,9 milyon tona yükseldi.
Bu değer Amerika Birleşik Devletlerinde
19,8 ton, Kanada’da 17,4 ton, Rusya’da
11,2 ton, Avrupa Birliği ortalaması 10,2
ton ve Çin’de 6,5 ton civarındadır.
Küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin
önlenmesi için karbon temelli kalkınmadan vazgeçilmesi gereklidir. Ancak yakın
zamanda bu durum pek mümkün görünmüyor. Gelişmiş ülkelerin sanayi devriminden sonra atmosfere salınan 555
milyar ton karbonun, dolayısıyla küresel
ısınmanın büyük bir kısmından sorumlu
olması, gelişmekte olan ülkelerin ise
enerji gereksinimlerini karşılamakta fosil yakıttan vazgeçmemeleri Kyoto sonrası görüşmeleri tıkıyor. Her yıl sonunda
yapılan Taraflar Konferansları ekonomik
pazarlıklar haline dönüşmüş durumda.
Ülkemiz de maalesef küresel ısınma ile
mücadele konusunda olumlu adımlar
atmıyor. Enerjimizin % 75’ini doğal gaz
ve kömürle çalışan termik santrallerden
sağlıyoruz. Cumhuriyetimizin 100. Kuruluş yılı olan 2023’e kadarki hedefimiz
kömür kaynaklarımızın tamamını devreye almak. 40’ın üzerinde termik santral
planlanmış durumda. Üstelik yenilenebilir enerji kaynağı olan su kaynakları
üzerinde yapılan HES’ler kapasitenin çok
üzerinde inşa edildiği için yenilenebilir
olma özelliğini kaybetti. Ek olarak kentli
nüfusumuz 30 yıldan beri köylü nüfustan fazla. İstanbul başta olmak üzere birçok kentimiz çevrelerindeki tarım, mera
ve orman alanlarını yutarak büyüyor.
İnşaat sektörü kalkınmanın lokomotifi
haline geldi. Kalkınmadaki bu tercihler
sera gazı salımlarımızı arttırıyor. Yatırımlarımızda iklim değişikliği projeksiyonlarını dikkate almıyoruz. Örneğin
iklim değişikliğine bağlı olarak ülkemiz-
de sıcaklıkların 4-5 °C artabileceği ve
yağışların ise % 40’a kadar azalabileceği
öngörülürken suyun olmadığı Konya’da
su yoğunluğu fazla olan şeker pancarı
üretiyoruz, üstüne bir de Karapınar’da
kömürle çalışan termik santral planlıyoruz. İstanbul gibi bir metropolün su
havzalarını riske atan projeleri hayata
geçiriyoruz. Ülkemiz için diğer iklim
değişikliği öngörülerinden biri de
sellerin artacağı. Bu satırlar yazılırken
bile Gaziantep’te bir vatandaşımızın hayatını kaybettiği, Ankara’ya deniz geldiği
haberleri basında yer alıyordu. İstanbul
gibi bir metropol’de 2009 yılında 31 kişinin hayatını kaybettiğini unuttuk bile.
Artık iklim değişikliğini dikkate almanın
zamanı geldi de geçiyor bile.
Kaynakça
FAO, 2012. State of World’s Forests 2012.
Food and Agriculture Organization of the United Nations, Rome.
Iancu, S., 2013. Technology, ecology-interaction
and climatic changes. Annals of the Academy
of Romanian Scientists Series on Science and
Technology of Information 6, 43-62.
IPCC, 2013. Climate Change 2013: The Physical Science Basis. Contribution of Working
Group I to the Fifth Assessment Report of the
Intergovernmental Panel on Climate Change
[Stocker, T.F., D. Qin, G.-K. Plattner, M. Tignor,
S.K. Allen, J. Boschung, A. Nauels, Y. Xia, V. Bex
and P.M. Midgley (eds.)]. Cambridge University
Press, Cambridge, United Kingdom and New
York, NY, USA, 1535 pp.
NOAA, 2014. Atmospheric carbon dioxide at
Mauna Loa Observatory. U.S. Department of
Commerce National Oceanic and Atmospheric
Administration http://www.esrl.noaa.gov/gmd/
ccgg/trends/
Ponting, C., 2008. Dünyanın Yeşil Tarihi Çevre
ve Büyük Uygarlıkların Çöküşü (Çeviri: A. Başçı)
Sabancı Üniversitesi, İstanbul.
Wolff, E., Spahni R., 2007. Methane and nitrous
oxide in the ice core record. Royal Society Philosophical Transactions 365, 1775-1792.
World Energy Council, 2013. World Energy
Resources 2013 Survey. World Energy Council.
Mayıs - Haziran 2014 49
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENLİĞİ
Dr.Müslüm BEYAZGÜL Ziraat Y. Mühendisi
Gıda güvenliği, yaygın bir anlayışla yurt içinde bir yılda üretilen tarımsal ürün
miktarının, ülke nüfusunun bir yılda tükettiği miktarı karşılaması olarak bilinmektedir.
Kısacası, gıda güvenliği, üretimin tüketimi karşılama oranıdır.
B
irleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü
(FAO) Gıda Güvenliğini,“Tüm insanların
aktif ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için, sağlıklı, güvenilir, besleyicigıdaya fiziksel ve ekonomik olarak erişimi”
olarak tanımlamaktadır. Bu tanım; güvenilir gıdayı, yani fiziksel, kimyasal ve
mikrobiyolojik özellikleri itibariyle tüketime uygun olan ve besin değerini kaybetmemiş olan gıdayı, diğer bir deyişle
gıda güvenilirliğini de (food safety) içinde barındıran bir kavramdır (FAO,1996).
GIDA GÜVENLİĞİ ve KÜRESEL DURUM
Küresel Gıda Güvenliği sorunu, üretim
miktarından ziyade üretim ve tüketimdeki lokal veya bölgesel dengesiz
dağılımdan kaynaklanmaktadır. Dünya
nüfusunun 1/7’si açlık sınırında veya
yetersiz beslenmektedir (FAO,2009).
Ayrıca,yaklaşık olarak 1,2 milyar insan,
diğer bir ifade ile dünya nüfusunun 1/5’i
temiz ve güvenilir su temininde güçlükle
karşı karşıyadır. Diğer 1,6 milyar insan
da ekonomik nedenlerle suya erişimde
güçlük çekmektedir (Anonim,2007).
TARIMSAL ÜRETİM ve GIDA GÜVENLİĞİ
Tarımın gıda güvenliği üzerine etkileri,
iki başlık altında değerlendirilmektedir.
Bunlardan birincisi, insanların beslen-
50 Mimar ve Mühendis
mesi için gıda üretim kaynağı olması,
diğeri ise yaşamlarını sürdürebilmesi için işgücü olanağı sağlamasıdır
(FAO,2008). Dünya işgücünün ve
dolayısıyla geçim kaynağının % 36’sını
tarımsal faaliyetler oluşturmaktadır.
Türkiye’de ise istihdam edilen 25.5
milyon kişiden 6 milyonu tarımda
çalışmakta, yani toplam istihdamın
%23.5’i, tarımdan kaynaklanmaktadır
(TÜİK, 2013). Asya ve Afrika’nın nüfusun yoğun olduğu ülkelerinde bu oran,
% 40-50 düzeylerindedir. Yine bu
bölgelerde, düşük gelir düzeyine sahip
gelişmekte olan ülkelerde, iklim değişimine bağlı olarak tarımsal üretim
faaliyetlerinin olumsuz etkilenmesi,
milyonlarca insanın geçim kaynaklarını
risk altına girmesine ve gıda güvensizliğinin artmasına neden olacaktır
(FAO,2009).
GIDA GÜVENLİĞİ ve TÜRKİYE
Türkiye’de tarımsal üretimin tüketimi
karşılama durumu incelendiğinde ülkemizin çoğu bitkisel üründe gıda güvencesine
sahip olduğu söylenebilir. Buğday tüketimi, kişi başı yıllık 214 kg olup, bu oran
AB’de 102 kg, ABD’de 83 kg’dır. Buğday,
şeker, baklagil, patates gibi ürünlerde
tüketimin tamamı ya da büyük bölümü
yurtiçi üretimden karşılanmaktadır. Yaş
meyve ve sebzenin tümünde üretim, tüketimden fazladır. Ancak Türkiye’de bitkisel
yağlarda bir üretim açığı vardır.
İklim değişikliği ile yem üretiminde oluşabilecek üretim düşüklüğü, hayvanların
yem temininde sorunlar yaratabilir.Yem
hammaddelerinde üretim azlığı nedeniyle
oluşabilecek fiyat yüksekliği, hayvansal
üretimin daha da gerilemesine, bu da
nüfusun hayvansal gıdaya ulaşımında
sorunlara neden olabilir (Anonim,2012).
Türkiye’de tarımsal üretimin
tüketimi karşılama durumu
incelendiğinde ülkemizin çoğu
bitkisel üründe gıda güvencesine
sahip olduğu söylenebilir.
GIDA GÜVENLİĞİ, İKLİM
DEĞİŞİKLİĞİ ve TEHDİTLER
Tarımın, küresel ısınmanın oluşmasında
payı olmakla birlikte, küresel ısınmanın
etkilerinin azaltılması yönünde çözümler de sunabileceği vurgulanmaktadır.
Bununla ilgili olarak iklim değişikliğinin
etkilerini azaltmak ve hafifletmek için
uygulanabilecek stratejiler üzerinde
değerlendirmeler yapılması gerekmektedir. Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliğinin sonuçları, gıda güvenliğinin dört
boyutu üzerinde önemli etkilere sahip
olacaktır. Bunlar;
• Gıda varlığı (üretilen, depolanan ve
dağıtımı yapılan gıda miktarı ),
• Gıdaya erişim (gıdaya fiziksel ve
ekonomik olarak erişebilirlik),
• Biyolojik kullanılabilirlik (gıdanın
kalite ve güvenilirliği),
• Sürdürülebilirlik veya kararlılık
(FAO,2008).
İklim değişimi ile ilgili olarak gerek
küresel ve bölgesel koşullarda ortaya
çıkan olumsuz sonuçlar gerekse artan
dünya nüfusunun beslenme ihtiyacı,
tarımsal üretimin doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanımı ile 2050
yılına kadar ikiye katlanması gerektiğini
ortaya koymaktadır. Birleşmiş Milletler
Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine
göre gelecekteki talebi karşılayabilmek
için (2050 yılına kadar) yıllık küresel
buğday üretiminin 1 milyar ton artması,
et üretiminin ise 200 milyon artışla 463
milyon tona ulaşması gerekmektedir
(FAO,2009).
Diğer yandan, dünyada tarım artık sadece gıda üretimi amacıyla yapılmamakta,
enerji bitkileri tarımı da giderek yaygınlaşmaktadır. Halen 100 milyon litre
olan yıllık etanol ve biyodizel üretiminin,
Mart - Nisan 2014 51
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
2018 yılı itibarıyla toplam 197 milyon
litreye ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Biyoyakıt kullanımındaki artış çiftçilere
yeni fırsatlar sunarken, artan gıda fiyatlarının bir sonucu olarak gıda güvenliği
üzerinde önemli bir negatif etkisi olabileceği değerlendirmesi de yapılmaktadır. 21.yy’da gıda üretimi; nüfus artışı,
iklim değişikliği ve tarımsal ürünlerin
biyoyakıt olarak kullanımının etkileşimi
içerisinde olacaktır. Bu çerçevede, biyolojik yakıt kullanımının ekonomik, çevresel ve gıda güvencesine yönelik olası
etkileri üzerinde daha detaylı analizler
yapılmalıdır.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE TÜRKİYE
ÜZERİNE OLASI ETKİLERİ
Türkiye, kuzey yarım kürede bir geçiş
bölgesi olması ve karmaşık bir iklim
yapısı arz etmesi nedeniyle, küresel
ısınmaya bağlı bir iklim değişikliğinden
en fazla etkilenen ülkelerden birisi olacaktır. Türkiye’nin farklı bölgeleri iklim
değişikliğinden farklı biçimde ve değişik boyutlarda etkilenecektir. Örneğin,
52 Mimar ve Mühendis
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İklim değişimi ile ilgili olarak
gerek küresel ve bölgesel
koşullarda ortaya çıkan
olumsuz sonuçlar gerekse
artan dünya nüfusunun
beslenme ihtiyacı, tarımsal
üretimin doğal kaynakların
sürdürülebilir bir şekilde
kullanımı ile 2050 yılına kadar
ikiye katlanması gerektiğini
ortaya koymaktadır.
sıcaklık artışından daha çok çölleşme
tehdidi altında bulunan Güney Doğu
ve İç Anadolu gibi, kurak ve yarı kurak
bölgelerle, yeterli suya sahip olmayan
yarı nemli Ege ve Akdeniz bölgeleri
daha fazla etkilenmiş olacaktır (Türkeş,
1994).
İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi
projeksiyonlarına göre;
• Ülke genelinde ortalama 2-3 °C dolayında sıcaklık artışı öngörülmektedir.
Özellikle yaz mevsiminde ülkenin
batısındaki sıcaklık artışının doğusuna nazaran 3 - 4 °C daha yüksek
olacağı öngörülmektedir.
• Türkiye yağışlarında, azalma
yönünde değişiklikler öngörülmektedir ve bu değişimlerde bölgesel
farklılıklar söz konusudur.
• Yağışlarda genel olarak Ege ve
Akdeniz kıyıları boyunca azalış,
Karadeniz kıyısı boyunca artış öngörülmektedir.
• İç Anadolu’da yağış açısından çok
az bir değişiklik söz konusu olacak
ya da hiçbir değişiklik öngörülmemektedir (Anonim, 2007).
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN
TARIMSAL ÜRETİME ETKİSİ
Küresel ısınmadan kaynaklanan iklim
değişikliği, en başta yağış ve sıcaklık
olmak üzere, küresel ve bölgesel düzeylerde bütün iklim parametrelerini doğal
değişkenliğin ötesinde etkileyecek ve
yeryüzünde on binlerce yıldır hüküm
süren iklimi ve dolayısıyla hayatı değiştirecektir.
İklimde meydana gelecek değişimler,
tarımsal üretimi de bir çok yönden etki-
Ülkemizin sahip olduğu
doğal zenginlikler dikkate
alındığında, iklim değişikliğinin
yaratacağı muhtemel riskleri
asgari düzeye indirecek
çözümleri de içerisinde
barındırdığı anlaşılacaktır.
Alınacak önlemler; öncelikle
su, toprak ve biyoçeşitlilik
gibi doğal kaynaklarımızın
korunması ve sürdürülebilir
kullanımına yönelik olmalıdır.
leyecektir. Bunlar;
• Yüksek sıcaklık, yağış miktar ve
paterninde değişim,
• Atmosferik CO2 konsantrasyonunda artış,
• Agro-ekolojik zonlarda kutuplara
doğru kayma,
• Eko sistemin bozulması ve biyolojik çeşitliliğin azalması,
• Hastalık ve zararlılarda artış ve
• Kuraklık ve su kaynaklarında azalma (IPCC, 2007).
Tarım büyük ölçüde doğal koşullarının
etkisi altında olduğundan, iklim parametrelerinde meydana gelecek değişimlere karşı oldukça duyarlıdır. Sıcaklık
ve CO2 artışı ile gıda üretiminde bir
dereceye kadar artış beklenmesine
karşın kuraklık riski, taşkın, sel ve ısı
dalgalarında artış tarımsal üretim için
potansiyel tehdit oluşturmaktadır. İklim
değişikliğinin, doğrudan etkisi nedeniyle en çok su kaynaklarını ve rezervlerini
etkileyeceği tahmin edilmektedir. Bu
sonuçlar, etkilenen bölgelerde yaşayan
insan ve diğer varlıklar için yeni riskler
ortaya çıkararak, dünyanın bütün bölgelerinde gelecekte gıda güvensizliğine yol
açmakta ve geçim kaynakları için tehdit
oluşturmaktadır.
TARIMSAL ALANDA ÜLKEMİZDE
YAPILAN ÇALIŞMALAR
İklim değişikliği ve yarattığı güçlüklerle
mücadele etmek ve gıda güvencesini
sağlamak için öz kaynaklarımızı kullanarak stratejiler geliştirmek ve bunları
uygulama alanına koymak ülkemizin
hedefleri arasında olmalıdır. Ülkemizin
sahip olduğu doğal zenginlikler dikkate
alındığında, iklim değişikliğinin yaratacağı muhtemel riskleri asgari düzeye
indirecek çözümleri de içerisinde barındırdığı anlaşılacaktır. Alınacak önlemler; öncelikle su, toprak ve biyoçeşitlilik
gibi doğal kaynaklarımızın korunması
ve sürdürülebilir kullanımına yönelik
olmalıdır. Diğer yandan, iklimle uyumlu, sürdürülebilir üretim tekniklerinin
geliştirilmesi büyük bir önem taşımak-
tadır. Bu kapsamda, Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığınca, ülkemizde
politika geliştirilmesi, mevzuat, kurumsal yapılanma ve Ar-Ge kapasitesini
geliştirme konularında önemli adımlar
atılmıştır. Konuyla ilgili yapılan yasal
düzenlemeler ve uygulamaya alınan
destekleme politikaları aşağıda verilmiştir.
A.Yasal Düzenlemeler
• Mera Kanunu (28/2/1998,Kanun
No. 4342)
• Organik Tarım kanunu (3.12.2004,
Kanun No. 5262)
• Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanun (3/07/2005, Kanun No.
5403)
• Tarım Kanunu(25/4/2006,Kanun
No. 5488)
• Biyogüvenlik
Kanunu(26/3/2010,Kanun No.
5977)
• Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda DeğişiklikYapılması Hk.
Kanun (30/4/2014Kanun No. 6537)
B.Destekleme ve Yönlendirme Politikaları
• Organik Tarım veİyi TarımUygulamaları,
• Su tasarrufu sağlayacak modern
sulama sistemleri,
• Toprak İşlemesiz ve az işlemelitarımile
• Çevre Amaçlı Tarım Arazilerini
Korunması Programı destekleme
kapsamına alındı.
• Türkiye Tarım Havzalarının Üretim ve Destekleme Modeliuygulamaya konuldu.
Mayıs - Haziran 2014 53
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
C. Ar-GE Kapasite Geliştirme
GTHB’ca Konya’da Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü
bünyesinde 2010 yılında Bitkisel Kuraklık Test Merkezi kurulmuştur. Merkez
başta ICARDA olmak üzere Uluslararası
kuruluşlarla yürütülecek çalışmalara
açık olduğundan Türkiye’nin bulunduğu
coğrafyanın, bölgenin gıda güvenliğine
katkı sağlaması beklenmektedir. 2011
yılında İç Anadolu Bölgesinde Konya’da
bulunan Toprak-Su Araştırma Enstitüsü
Çölleşme ile Mücadele konusunda, Trakya Bölgesinde Kırklareli’nde bulunan
w Enstitüsü Tarımsal Meteoroloji ve
İklim Değişikliği konusunda yeniden
yapılandırılmış ve araştırmalarını bu
alanda yoğunlaştırmıştır. Ar-Ge kapasite geliştirme faaliyetleri kapsamında;
Ankara’da Türkiye Tohum Gen Bankası
ve Antalya’da Tıbbi ve Aromatik Bitkiler
Merkezi kurularak faaliyete geçmiştir.
D. Araştırma Proje Çalışmaları
Türkiye’de 2007 ve 2008 yıllarında
yaşanan kuraklık hububat üretiminde
54 Mimar ve Mühendis
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
önemli ölçüde rekolte kayıplarına neden
olmuştur. Bu nedenle kuraklığa tolerant
çeşit geliştirme çalışmalarına hız verilmiştir. Bitki ıslahı/ çeşit geliştirme ve
adaptasyonu konusunda yapılan çalışmalar; Biyotik (hastalık ve zararlılar) ve
Abiyotik (kuraklık, sıcaklık ve tuzluluk
gibi olumsuz çevre) stres koşullarına
tolerant çeşitlerin geliştirilmesi adaptasyonu çalışmaları Araştırma Enstitülerimizde devam etmektedir.
Bitki Genetik Kaynaklarının korunması
ile ilgili yapılan çalışmalar kapsamında, ülkemizde 12.000’den fazla bitki
türü ile 4.000’e yakın endemik (yalnız
Türkiye’de bulunan) bitki türü kayıt ve
koruma altına alınmıştır. Ayrıca bugüne
kadar 2.500 türe ait 68.000 örnek koruma altına alınmış olup ıslah çalışmalarında kullanılmaktadır.
Toprak ve Su Kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı konusunda yürütülen
araştırma projelerini, bitkilerin sulama
programlarının belirlenmesi, su tasarrufu sağlayan sulama yöntemleri, atık
suların tarımda kullanılması, toprakta
nem korunumu sağlayan kültürel ve teknik önlemlerin araştırılması ve su hasadı şeklinde özetlemek mümkündür.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Genel olarak, iklim değişiminin etkisi,
ılıman bölgeler için olumlu; tropik bölgeler için olumsuz olarak öngörülmektedir. Buna karşın, iklim değişikliğinin
bölgesel projeksiyonları ve potansiyel
etkileri hala belirsizliğini korumaktadır.
Bu durum, iklim değişikliğine uyum ve
etkilerinin azaltılmasına yönelik çalışmalar için olumsuz bir faktör olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle,
iklim değişikliğinin etkileri ve muhtemel
riskler bölgesel düzeyde belirlenmeli
ve buna uygun mücadele ve uyum stratejileri geliştirilmelidir. Bu kapsamda
iklim değişikliğinin;
• Eko- sistemler ve biyolojik çeşitliliğe,
• Toprak ve su kaynaklarına,
• Hastalık ve zararlıların gelişimine,
• Tarımsal üretime etkileri bölgesel
düzeyde belirlenmelidir.
İklim değişikliği, doğrudan etkisi nedeniyle en fazla su kaynaklarını etkileyecektir. Bu nedenle su kaynaklarımızın
sürdürülebilir kullanımı büyük önem
taşımaktadır. Bu kapsamda, Nehir Havzası konseptine dayalı “Entegre Havza
Su Kaynakları Yönetimi” programları
geliştirilmeli ve uygulamaya geçirilmelidir.
Genetik kaynakların korunması konusundaki Ar-Ge çalışmaları da bölgenin
gıda güvenliğini esas alacak şekilde
planlanmalıdır. Bu çalışmalar;
• Genetik kaynaklarının Exsitu
(Doğal Habitatı İçinde) ve Insitu
(Doğal Habitatı Dışında) stratejilerle
korunması, tanımlanması, kayıt altına alınması ve ıslah çalışmalarında
sürdürülebilir şekilde kullanılması;
• İleri ıslah teknikleriyle
kuraklığa,yüksek sıcaklığa ve tuzluluğa tolerant yüksek verimli yeni
çeşitler geliştirilmesi;
• Bölge ülkeleri ile materyal değişimive ortak projeler yürütülmesi
olarak öngörülmektedir.
Kaynakça
1. Anonim, 2007. İklim Değişikliği Birinci
Ulusal Bildirimi, T.C.Çevre ve Orman
Bakanlığı
2. Anonim, 2007. Coping with water scarcity. Challenge of the twenty-first century.
UN-Water. http://www.fao.org/nr/water/
docs/escarcity.pdf
3. Anonim,2012.Türkiye’de İklim DeğişikliğininTarim ve Gıda Güvencesine Etkileri,
Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi Yayını,
4. FAO,1996. World Food Summit,13-17
November 1996 Rome, Italy.
5. FAO, 2008. Climate Change and Food
Security: A Frame Document, Rome, Italy.
6. FAO,2009. Climate Change And Bioenergy Challenges For Food And Agriculture,
7. IPCC, 2007. Climate Change 2007:
Impacts, Adaptation, and Vulnerability
8. TÜİK, 2013.İstihdam EdilenlerinYıllara
Göre Iktisadi Faaliyet Kolları ve Dağılımı,
9. Türkeş, M., 1994. Artan Sera Etkisinin
Türkiye Üzerindeki Etkileri. TÜBİTAK Bilim
ve Teknik Dergisi, 321, 71, Ankara
Mayıs - Haziran 2014 55
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
GIDALARIN IŞINLANMASI SAĞLIĞA
YARARLI MI, ZARARLI MI?
Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu MMG Yönetim Kurulu Üyesi
Gıda ışınlaması; bakteri, küf, böcek ve parazit gibi canlıların gıdalardan yok edilmesi ile
gıdaların raf ömrünün uzatılması amacıyla kullanılmaktadır. Patates, soğan, sarımsak
gibi bitkisel ürünlerde depolama sırasında çimlenmenin önlenmesi amacıyla kullanıldığı
gibi baharat ve hububatta böcekleri öldürmek amacıyla da kullanılabilmektedir. Ayrıca
meyve ve sebzelerin küfler tarafından bozulmalarına karşı korunması amacıyla da
kullanılmaktadır.
K
iyonizan radyasyonla ışınlanmış
gıdaların yararları ve güvenilirliği
konusunda toplumun bilgilendirilmesi amacıyla 1990 yılında uluslararası
bir danışman grubu oluşturulmuştur.
“Gıdaların Işınlanması Uluslararası
Danışmanlık Grubu” (ICGFI) adı
altında faaliyet gösteren bu grup; Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü
(FAO), Dünya Sağlık Örgütü (WHO)
ve Uluslararası Atom Enerji Ajansı
(IAEA) tarafından alınan ortak kararla
kurulmuştur. Bu danışman grubunun
yayınladığı dokümanlar gıda ışınlamanın yararlı ve güvenilir olduğuna dair
bilgileri içermektedir. Diğer taraftan,
gıda ışınlamanın sağlık üzerindeki
olumsuz etkilerini araştıran ve bu
konuda taraf olan çok sayıda bilim
adamı ve sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. Bu yazıda, henüz ülkemizde sınırlı olarak uygulanan ancak bazı
ülkelerde oldukça yaygın olan gıda
ışınlaması konusu sunulmaktadır.
Dünya genelinde oldukça çok sayıda gıda ışınlama tesisinin faaliyet
göstermektedir. 2012 yılı itibariyle
Avrupa Birliği’nde 22 gıda ışınlama
tesisi bulunmaktadır. Avrupa Birliği’ndeki bu tesislerde tıbbi cihaz
ve malzemeler ile kozmetik ürünler
sterilize edilmekte ve bunların yanı
sıra baharatlarda bulunan zararlı mik-
56 Mimar ve Mühendis
ro-organizmaların yok edilmesinde de
kullanılmaktadır. Avrupa Birliği yasal
düzenlemeleri (EC Directive 1999/2/
EC) ithal edilen gıdalarda zararlıların
yayılmasını engellemek üzere ışınlanmış olmalarına her ne kadar müsaade
ediyorsa olsa da, Avrupa Birliği gıda
ışınlamalarını henüz meyve ve sebze
üzerindeki zararlılar için kullanmamaktadır.
Avrupa Birliği’nde tüm ışınlanmış
gıdaların 1999/2/EC ve 1999/3/EC
direktiflerine uygun olması koşulu
getirilmiştir. Bu direktiflerde; gıdaların sadece dört amaca yönelik olarak
ışınlanmasına izin verilmektedir. 1)
Gıdadan kaynaklanan hastalıkları
azaltmak, 2) Erken tatlanma, çim-
lenme ve filizlenmeyi azaltmak, 3)
Gıdalarda madde kaybını önlemek 4)
Gıdaya zarar veren organizmalardan
kurtulmak. Bu amaçların herhangi
birisinin varlığı durumunda, eğer sağlığa olumsuz bir etki yaratmayacak ve
tüketiciye yarar sağlayacak bir teknolojik gereklilik varsa gıda ışınlanmasına müsaade edilmektedir.
Avrupa Birliği, gıda ışınlamalarının
ancak onaylanmış ışınlama tesislerinde yapılması koşuluyla izin vermektedir. Işınlanmış gıdaların üzerine
“ışınlanmıştır” veya “iyonizan radyasyonla işlem görmüştür” etiketinin
yapıştırma şartını getirmiştir. Gıda
ışınlama tesisleri her ülkenin yetkili
kurumu tarafından onaylanarak
Gıda Işınlama Tesisi
lisanslanmaktadır. Bazıları sadece kuru
baharat ve katkı malzemeleri için onay
alırken bazıları (Belçika, Çek Cumhuriyeti,
Fransa, İtalya, Hollanda, Polonya ve İngiltere) daha geniş bir gıda çeşidi için lisans
almış durumdadır.
Yapılan geniş araştırmaların sonucunda 1981 yılında, Gıda ve Tarım Örgütü,
Uluslararası Atom Enerji Ajansı ve Dünya
Sağlık Örgütü en fazla 10 kGy doza kadar
olan ışınlamaların güvenli ve sağlıklı
olduğuna karar vermiştir (WHO, 1981).
Daha sonradan çıkarılan düzenlemeler de
(CODEX STAN 106–1983, (Codex Alimentarius CAC/RCP 19–1979 (Rev.1–1983)
(CODEX STAN 106 – 1983, REV.1–2003)
bu ışınlama doz sınırını teyit eder niteliktedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)
tarafından gıda ışınlamanın güveli olduğu
ve doğru uygulanan gıda ışınlamanın
konserve, pastörizasyon ve donmuş gıda
işlemlerinden daha fazla bir risk taşımadığı bildirilmiştir.
Bilimsel olarak ışınlanmış gıdaların
güvenli olduğuna karar verilmiş olsa da
izin verilen dozların üzerindeki ışınlamalar gıdanın organoleptik özelliklerini
etkileyebilmektedir. Pratikte ise; yüksek
dozda ışınlamanın gıdanın tadında, kokusunda, görünümünde ve hissedilmesinde
bazı etkilere rastlandığına dair raporlar
bulunmaktadır. Ancak, meyve ve sebzelerdeki zararlılar çok daha düşük ışınlama
dozlarında (<400 Gy) nötralize olduğundan yüksek dozlara çıkılmasına gerek
yoktur (Hallman, 2001).
IŞINLAMA KULLANILAN ÜLKELER
Günümüzde ticari gıda ışınlama yapılarak gıdaların raf ömrünün artırılmasına
60’dan fazla ülkede izin verilmiştir. Avrupa Birliği dışında gıda ışınlaması yapan
ülkeler; Arjantin, Avustralya, Bengaldeş,
Brezilya, Çin, Hindistan, İsrail, Meksika,
Filipinler, Rusya, Tayland, Ukrayna, ABD,
Vietnam ve Türkiye’dir. (EFSA, 2011).
Gıda ışınlamasının, verilen doza bağlı olarak gıdaların içerisindeki makro ve mikro
besinlerde değişikliğe neden olduğuna
dair çeşitli araştırmalar mevcuttur. Ancak
1 kGy’e kadar olan ışınlamalarda meyve
ve sebzelerin kalitesinde önemli bir deği-
Yaygın olarak gıda ışınlaması yapan ülkeler
Gıda ışınlaması her ne kadar
bilimsel ve teknik olarak geniş
çevreler tarafından güvenilir
ve sağlıklı olduğu kabul görse
de, bu tür bir işlemin gıdalarda
uygulanmasına karşı çıkıldığı
da bir gerçektir. En temel
yanılgı ise gıda ışınlaması
sonrasında ışınlanan gıdanın
radyoaktif hale gelmesidir.
şiklik olmadığı gibi raf ömürlerinin uzamasına da katkı sağladığı belirlenmiştir.
Gıda ışınlaması her ne kadar bilimsel ve
teknik olarak geniş çevreler tarafından
güvenilir ve sağlıklı olduğu kabul görse
de, bu tür bir işlemin gıdalarda uygulanmasına karşı çıkıldığı da bir gerçektir. En
temel yanılgı ise gıda ışınlaması sonrasında ışınlanan gıdanın radyoaktif hale
gelmesidir. Lisanslı bir tesiste ışınlanan
gıdanın radyoaktif hale gelmesi kullanılan
ışının doğası gereği mümkün değildir.
Röntgen çektiren bir kişi daha sonra nasıl
radyoaktif hale gelmiyorsa gıda da ışınlama sonrasında radyoaktif hale gelmez.
Gıda ışınlamasının gıda güvenliği ve insan
sağlığı açısından önemini belirtmek için,
her yıl binlerce hayatın gıdadan kaynaklı
hastalıklardan bu sayede kurtulması gösterilmektedir. ABD’de gıda ışınlanmasından önce özellikle et ve et ürünlerindeki
Salmonella ve E.Coli nedeniyle her altı
kişiden birisinin gıda zehirlenmesine
maruz kaldığı ve yılda 3000 kişinin gıdadan kaynaklanan hastalıklardan hayatını
kaybettiği belirtilmiştir. İyonizan radyasyon birçok patojen bakteri için öldürücü-
dür. Bakterilerin inaktivasyonunda hedef
kromozom, DNA molekülüdür. Mikrobiyal
DNA hasarı bakterinin üreme yeteneğini
kaybetmesiyle sonuçlanmaktadır. Gıda
ışınlaması uygulanması ile bu hayat
kayıplarında önemli düşüşler sağlandığı
belirtilmektedir. Ancak toplum henüz bu
konuda yeterince eğitimli olmadığından
radyasyonun gıdayı mutasyona uğratacağı veya gıdanın radyoaktif olacağı
endişesini taşımaktadır. Oysa gıda ışınlaması sonrasında gıdanın besin değerinde
herhangi bir değişiklik olmadığı ve tüketilmesinde herhangi bir tehlike olmadığı
FDA tarafından ifade edilmektedir. Gıda
ışınlaması, gıdaların gama veya X-ışınıyla
ışınlanması ile gerçekleşmektedir. Radyoaktif elementler (Co-60 veya Cs-137)
gıdanın içerisine işleyen yüksek enerjili
foton veya gama ışını yayarlar. Bu işlem
30 yıldır çeşitli medikal vb. malzemelerin
sterilizasyonunda zaten kullanılmaktadır.
Işınlama nötron ile yapılmadığından ışınlanan malzeme radyoaktif olmamaktadır.
Ancak diğer taraftan yüksek dozlarda
25-100 kGy ışınlama sonrasında besinlerde bozulmalar olduğuna dair araştırma
sonuçları da mevcuttur.
GÜVENLİK KONUSU
Esasında bir gıdanın ışınlanıp ışınlanmadığını analiz yapmadan anlamak mümkün
değildir. Yüksek enerjili ışınların sadece
bakterileri öldürdükleri ve vitaminler ile
gıdanın besin değerine zarar vermediklerine dair raporlar bulunmaktadır. Bu
raporlara göre gıdanın tadı ve pişirme
özellikleri değişmezken saklama süresi
uzamaktadır. Bu nedenle, gıda ışınlaması-
Mayıs - Haziran 2014 57
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Işınlanmış gıda paketlerinde bulunan “Radura” sembolü
na “soğuk pastörizasyon” adı da verilmektedir. Çünkü geleneksel sıcak pastörizasyon yerine bu işlemde radyasyon kullanılmaktadır. ABD’de çok fazla ışınlanmış
gıda tüketilmektedir. Birleşmiş Milletler
Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, her yıl
insanlar açlıktan hayatını kaybederken
dünyadaki gıdanın %25’i zararlı ve bakteriler tarafından kaybedilmektedir. Dünya
genelinde yüz milyonlarca insan kontamine gıdalar yüzünden hasta olmaktadır. Bu
örgütün raporlarına göre; gıda ışınlaması,
gıdalarda patojenik bakterileri ve parazitleri kontrol altına alarak gıdalarımızın
daha güvenli ve daha uzun dayanmasını
sağlamaktadır. Tüm bu özellikleri nedeniyle, gıda ışınlaması yöntemini kullanmamanın ABD’nin bu yüzyıldaki en büyük
sağlık felaketi olacağı savunulmaktadır.
ABD’de toplumun bu teknolojiyle henüz
yeterince bilgi sahibi olmaması nedeniyle,
toplumda endişe ve korkuya neden olacağı için “ışınlanmıştır” ibaresiyle etiketlemeye de karşı çıkılmaktadır.
Uluslararası örgütlerin tüm bu açıklamalarına rağmen gıda ışınlamasının zararlarına ilişkin değerlendirilmesi gereken
temel hususlar ise; klasik ısıl işlemle azaltılabilecek olan Clostridium Botulinum,
gıda ışınlamasının üst sınırı olan 10kGy
altındaki ışınlamalarda etkisiz olduğuna
dair araştırmalardır. Bu durumda, ışınlanmış gıdalarda botülizme neden olabilecek
riskin bulunmasıdır. Aynı zamanda,
tiamin, askorbik asit, A ve E vitaminleri
ışınlamaya en duyarlı vitaminlerdir. Bu
58 Mimar ve Mühendis
vitaminlerin ışınlamayla kaybolduğuna
dair iddialar da bu yöntemin başlıca
zararları arasında gösterilmektedir. Işınlanmış gıda paketleri üzerinde bulunması
gereken “Radura” sembolünün yeterince
açık olmaması ise eleştirilmekte ve ışınlanmış olan gıdalarda “ışınlanmıştır” ibaresinin açıkça yazılı olması gerektiği ifade
edilmektedir.
Sonuç olarak, Birleşmiş Milletler'in
uzman kuruluş raporları ışınlanan gıdaların geleneksel yöntemlerle dayanıklı
hale getirilen gıdalar kadar güvenilir
olduklarını ortaya koymaktadır. İyonize
radyasyon enerjisi gıdaların bozulmasına
neden olan ve insanlarda gıda kaynaklı
hastalıklara neden olan mikroorganizmaların sayılarının azaltılması veya yok
edilmesini sağlarken duyusal ve besinsel
kaliteyi de maksimum düzeyde korunmaya çalışılmaktadır. Gıda ışınlamasının
güvenliği ve etkinliği FDA, USDA, WHO
ve FAO gibi otoriteler tarafından bilimsel
alanda geniş çalışmalarla onaylanmıştır.
Fakat ışınlanmış gıdaların satışı istenilen
düzeyde değildir. Tüketicilerin büyük bir
bölümünün ışınlanmış gıdaları hala güvenilir bulmadığı bir gerçektir. Bu durum
tüketicin ışınlanmış gıdanın radyoaktif
hale geldiği ve ışınlamayla gıdada zararlı
maddelerin oluşması endişelerinden kaynaklanmaktadır.
Gıdaların ışınlanması konusunda ülkemizde ve dünyada tüketicilerin bilgi
eksiklikleri ve ışınlanmış gıdaya bakış
açılarının olumlu olmaması nedeniyle
pazarda ışınlanmış gıdalar yeterli ilgiyi
görememiştir. Amerika’da tüketicilerin
%80’i ışınlanmış gıdanın güvenliğinden
emin olmadıklarını %30’u ışınlanmış
gıdaların radyoaktif bir nitelik taşıdıklarını düşünmektedirler. Türkiye’de yapılan
çalışmada, ışınlamadan haberdar olan
tüketici oranı ise oldukça düşüktür. Gıdaların ışınlama yöntemiyle muhafazası
sağlık risklerini en aza indirmekle birlikte günümüzde üzerinde halen araştırılmaların yürütüldüğü bir alandır.
Kaynakça
Cannon, Raymond J. C.; Hallman, Guy J.;
Blackburn, Carl. (2012) The Pros and Cons
of Using Irradiation for Phytosanitar Treatments, Outlooks on Pest Management,
Volume 23, Number 3, pp. 108-114(7).
EFSA (2011) Statement summarising the
Conclusions and Recommendations from
the Opinions on the Safety of Irradiation
of Food. European Food Safety Authority,
Parma, Italy.
WHO (1981) Wholesomeness of irradiated
food. Technical Report Series No: 659.
Geneva.
Anon. (2004). Commission Decision of
7 October 2004 amending Decision
2002/840/EC adopting the list of approved facilities in third countries for the
irradiation of foods. Official Journal of the
European Union (2004/691/EC).
Anon. (2005). Commission Decision of
4 December 2007 amending Decision
2002/840/EC as regards the list of approved facilities in third countries for the
irradiation of foods. Official Journal of the
European Union (2007/802/EC).
EU (2009). List of Member States’ authorisations of food and food ingredients
which may be treated with ionising
radiation. Official Journal of the European
Union C 283/5, 24.11.2009.
Hallman, G.J. (2001). Irradiation as a quarantine treatment, pp.113–130 in, Molins,
R. (ed) Food Irradiation Principles and Applications, Wiley-Interscience, New York.
Mayıs - Haziran 2014 59
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
SINIR AŞAN MERİÇ NEHRİ HAVZASI
VE TRAKYA BÖLGESİ SU SORUNLARI
Prof.Dr. Ahmet İSTANBULLUOĞLU Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Tüm canlılar için gerekli olan su, insanlığın kurduğu uygarlıkların da merkezi
olmuştur. Tarih boyunca bunun böyle olması bir tesadüf değil aksine bilinçli
bir tercihtir. İnsanlar kendi içme ve kullanma ihtiyaçlarını sağlamanın yanında
ekinlerini de kolayca sulayabilecekleri alanlara yerleşmiştir. İnşa ettikleri basit
sulama kanalları ile daha fazla besin elde etme olanağı sağlamıştır. Artan nüfus
zamanla daha çok suya gereksinim duymuştur. Küçük yerleşim yerleri kentleşme
sürecine başlayınca ve gelişen mühendislik teknikleriyle birlikte sudan yararlanma
ve denetleme adına insanlar su kaynaklarını son sınırlarına kadar kullanmaya
başlamıştır. Bu da beraberinde çeşitli toprak ve su sorunlarına da neden olmuştur.
G
ünümüzde özellikle endüstriyel atıklar ve
küresel ısınma nedeniyle temiz su kaynakları
giderek azalmaktadır. Dünya bankasının tahminlerine göre 2025 yılında dünya nüfusunun
üçte ikisi temiz ve içilebilir sudan mahrum
olacaktır. Türkiye de gerekli önlemleri almazsa, belki 2025 yılında değil ama yakın gelecekte temiz su sorunuyla karşı karşıya kalacaktır.
Türkiye, bugün su kaynakları hızla tükenen
ve kirlenen bir ülkedir. Bir ülkenin veya havzanın su zengini sayılabilmesi için kişi başına
düşen 10 bin m3’den fazla suya sahip olması
gerekiyor. Oysa Türkiye’de özellikle Trakya’da
kişi başına düşen su miktarı 500 m3’dür. Bu
durum yalnız su kaynaklarını geliştirmekle
kalmayıp, mevcut kaynakları daha akıllıca
kullanabilecek çözümleri de aramayı gerektirmektedir. Bölge yer üstü ve yeraltı su kaynaklarının sahip olduğu ekonomi potansiyelinin
sürdürülebilir bir yaklaşımla, diğer bir ifade
ile sürekli ve dengeli kalkınma prensipleri
doğrultusunda, çevresel etkiler de dikkate alınarak geliştirilmesi, sosyo-ekonomik kalkınmada sürekliliğin sağlanması açısından büyük
önem arz etmektedir (İstanbulluoğlu ve ark.,
2006; 2007).
Trakya bölgesi su kaynaklarının yetersiz
oluşu ve çok sayıdaki sanayi kuruluşunun
endüstriyel üretimleri için ihtiyaç duydukları
suyu kullandıktan sonra yer üstü su yollarına
60 Mimar ve Mühendis
atıp kurtulmaları, yüzey ve yeraltı su
kaynaklarını kirletmekte ve bölge halkının yeterli ve temiz içme-kullanma ve
sulama suyu sağlama imkanını büyük
oranda engellemektedir. Ancak, Trakya bölgesinin iki katı büyüklükte bir
alandan, diğer bir ifade ile başta Bulgaristan olmak üzere ve Yunanistan’dan
su toplayıp Türkiye-Yunanistan sınırını
oluşturarak Ege Denizi'ne dökülen
Meriç Nehri bölge için çok önemli bir
su kaynağıdır. Nehir havzası sınır aşan
bir akarsu havzası olup uluslararası
sorunları da beraberinde taşımaktadır. Bu anlamda havzanın hidrolojik
ve hukuki durumunun iyi bilinmesi
gerekmektedir. Bugün bu akarsuyun
suları ile yaklaşık 500 km2 alanda Türkiye Cumhuriyeti’nde üretilen çeltiğin
yarısından fazlası yetiştirilmektedir.
Akarsuyun taşkın sorunu, sulama suyu
temini ve sulama uygulamalarında
yaşanan güçlükler çok önemlidir. Bu
çalışma ile tüm bu sorunlara bugünkü
ve gelecekteki gereksinmeler noktasından bir bakış sağlanmıştır. Böylece
halkın bilgilendirilmesi yanında, ilgili
teknik elemanların, yöneticilerin ve
siyaset belirleyicilerin planlamaları için
bir bilgi kaynağı oluşturulmuştur.
1. Meriç Nehri havzası
hidrolojik durumu
Meriç Nehri, Türkiye Cumhuriyeti’nin
altı adet sınır aşan nehirlerinden
Avrupa kıtasında yer alanıdır. Meriç
Nehri, Bulgaristan’ın güneybatısındaki
Rila Dağları üzerinde, 2925 m. rakımlı
Musala Tepesi'nin kuzey yamaçlarından doğmaktadır. Balkan ve Rodop
Dağları'ndan gelen kolları da alarak
büyüyen nehir, Filibe (Plovdiv)’i geçtik-
ten sonra tektonik kökenli çukurluğu
izleyerek doğuya doğru akmaktadır.
Dimitrovgrad’dan geçtikten sonra
Sazlık Deresi kolunu da alan nehir,
daha sonra kuzeybatı-güneydoğu
doğrultusunda akmaya başlamaktadır.
Bulgaristan sınırları içerisinde yaklaşık 280 km yol kateden nehir, Mustafa
Paşa (Svilengrad) ile Kapıkule arasında Bulgaristan-Yunanistan arasındaki
doğal sınırı (yaklaşık 15 km) oluşturduktan sonra, Edirne yakınlarında,
Karaağaç istasyonunun kuzeyinde
kalan Maraş köprüsünde Türkiye topraklarına girmektedir.
Meriç Nehri, Edirne yakınlarında önce
Arda sonra da Tunca Nehirleri ile
birleşmektedir. Arda Nehri, Bulgaristan’daki Rodop Dağlarından doğmaktadır. Bulgaristan’da 173 km doğuya
doğru aktıktan sonra Yunanistan’a
geçip, burada da yaklaşık 30 km kat
ettikten sonra, Pazarkule sınır kapısı
yakınında Türkiye’ye girmektedir.
Türkiye topraklarında ise yalnız 300
m. aktıktan sonra Karaağaç mevkiinde Meriç Nehri ile birleşmektedir.
Tunca Nehri, Meriç Nehri’nin en
büyük koludur. Bulgaristan’da Balkan
Dağları’nın orta kesimlerinden doğan
nehir, Karadağ’dan inen su kaynaklarını da alarak, yönünü güneye doğru
çevirip Türkiye sınırına doğru akmaktadır. Bulgaristan sınırları içerisinde
yaklaşık 230 km. yol kateden nehir,
Edirne’nin kuzeyinde, Uzunbayır
Trakya bölgesi su
kaynaklarının yetersiz
oluşu ve çok sayıdaki
sanayi kuruluşunun
endüstriyel üretimleri
için ihtiyaç duydukları
suyu kullandıktan sonra
yerüstü su yollarına
atıp kurtulmaları,
yüzey ve yeraltı su
kaynaklarını kirletmekte
ve bölge halkının yeterli
ve temiz içme-kullanma
ve sulama suyu sağlama
imkanını büyük oranda
engellemektedir.
Mayıs - Haziran 2014 61
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
mevkiinde Türkiye sınırına ulaşır ve
yaklaşık 15 km. Bulgaristan-Türkiye
sınırı boyunca doğal sınır olarak aktıktan sonra Suakacağı köyü yakınında
Türkiye topraklarına girmektedir.
Tunca Nehri, Türkiye topraklarında
yaklaşık 40 km. aktıktan sonra Edirne
içinde Bülbül Adası mevkiinde Meriç
Nehri ile birleşmektedir. Meriç Nehri,
Türkiye’de Edirne’yi geçtikten sonra,
Türkiye-Yunanistan arasında yaklaşık
190 km. doğal sınır teşkil ederek, Saroz
körfezinde Enez yakınında Ege denizine
dökülmektedir. Meriç Nehri’ne bu akışı
esnasında, Edirne’nin 52 km. mansabından Kızıl Nehir ve yine 109 km. mansabından tamamı Türk topraklarında
bulunan Ergene Nehri katılmaktadır.
Bulgaristan’ın Rodop Dağları’ndan
doğan Kızıl Nehir’in toplam uzunluğu
yaklaşık 90 km. olup, bunun 57 km’si
Bulgaristan ve 33 km’si Yunanistan topraklarında yer almaktadır. Meriç Nehri
havzasını gösteren bir harita Şekil 1’de
verilmiştir.
Ergene Nehri, Türkiye’de Yıldız
Dağları’nın 312 rakımlı Taşpınar tepesi
civarındaki kaynaklardan doğan ve
Trakya Bölgesini ortasından kateden,
283 km. uzunlukta, önemli bir akarsudur. Başlangıcı Ergene deresi olan
nehir, İnanlı yakınlarında Çorlu deresinin de katılmasıyla Ergene Nehri
adını almaktadır. Bilahare, başlıcaları
kuzeyden Büyük dere, Şeytan deresi,
Teke deresi, Süloğlu deresi ile güneyden
Kurtul deresi, Hayrabolu deresi olmak
üzere toplam 16 ana koldan su toplayarak İpsala yakınlarında Adasarhanlı
köyü civarında Meriç Nehri ile birleşmektedir.
Meriç Nehri havzası, 32700 km2’si (%
58.4) Bulgaristan’da, 14600 km2’si
(% 26.1) Türkiye’de ve 8700 km2’si
(% 15.5) Yunanistan’da olmak üzere
toplam 56000 km2 alana sahiptir. Sınıraşan bu havza, memba ülkesi olan
Bulgaristan’ın yüzölçümünün yaklaşık
1/3’ü kadardır. Türkiye ve Yunanistan
ise havzanın mansap ülkeleri olmaktadır. Meriç ana kol ile Arda Nehirlerinin
Türkiye’ye girişteki su toplama alanları
toplamı 27251 km2, Tunca Nehri ise
62 Mimar ve Mühendis
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Şekil 1. Meriç Nehri havzasını gösteren bir harita
Meriç Nehri havzasında karasal iklim görülmekte olup yağışların
çoğu kışın düşmektedir. Bulgaristan’da 7’si büyük 3’ü küçük 10
adet baraj Meriç üzerinde, 4 adet baraj Tunca ve 4 adet baraj
Arda üzerinde toplam 21 adet baraj (3 milyon m 3 kapasiteli)
mevcuttur.
7928 km2’dir. Meriç nehrinin Türkiye
topraklarına girişini takiben, Edirne’nin
batısında yer alan Meriç köprüsü su
akış gözlem istasyonu kayıtlarına göre
Meriç’in uzun yıllar ortalama debisi 182
m3/s olmuştur. Ancak rasat süresince
ölçülen en yüksek akış Edirne Merkezde 1791 m3/s (14.03.2006), İpsala’da
2632 m3/s (17.03.2006) ve en düşük
debi 10 m3/s ölçülmüştür. Meriç Nehri
havzası için, Türkiye’den kaynaklanan su potansiyeli Ergene’de 1.2 km3/
yıl, Tunca’da 0.4 km3/yıl, Meriç doğu
sahilinde 0.2 km3/yıl; Bulgaristan’dan
kaynaklanan su potansiyeli Tunca’da
0.6 km3/yıl, Meriç ve Arda’da 5.1 km3/
yıl; Yunanistan’dan kaynaklanan su
potansiyeli 0.5 km3/yıl; dolayısıyla
toplam su potansiyeli 8.0 km3/yıl civarındadır. Meriç Nehri, Türkiye Cumhuriyeti yüzölçümünün yaklaşık % 3’üne
tekabül eden 23700 km2 alana sahip
Trakya Bölgesi içerisinde, 14600 km2
olan Meriç-Ergene havzası için çok
önemli bir akarsudur. Zira bu alanın
12200 km2’si (% 83.6) sulanabilir nitelikte arazidir.
Meriç Nehri havzasında karasal iklim
görülmekte olup yağışların çoğu kışın
düşmektedir. Bulgaristan’da 7’si büyük
3’ü küçük 10 adet baraj Meriç üzerinde, 4 adet baraj Tunca ve 4 adet baraj
Arda üzerinde toplam 21 adet baraj
(3 milyon m3 kapasiteli) mevcuttur.
Yunanistan’da Arda üzerinde taşkın
önleme amaçlı 1 adet baraj inşa edilmiştir. Türkiye’de ise ana akarsular
üzerinde baraj inşa edilecek topoğrafik
koşulların yetersizliği nedeniyle, erken
ilkbaharda Meriç suyunu depolamayı
da amaçlayan, havza içerisinde 7 adet
baraj işletilmektedir. Kıyıdaş ülkelerin
başlıca su kullanımları sulama sektörüdür. Bulgaristan’da hidroelektrik
üretimi, içme suyu ve sanayi içinde kullanılmaktadır. Havzanın yaklaşık 1/3’ü
ormanla kaplıdır. Kuru tarım alanlarında hububat, sulu tarım alanlarında
çeltik başlıca tarım ürünleridir.
2. Meriç Nehri havzasının Trakya
Bölgesi su sorunları
Türkiye, Meriç Nehri havzası mansap
ülkesi olması sonucu, Bulgaristan
sınırından giriş yapan Tunca Nehri ile
Yunanistan’la sınır oluşturan Meriç
Nehri sularının ortaya çıkardığı sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu
sorunların başlıcaları, bölgede önemli
maddi kayıplara neden olan taşkın olayları ve yapılan sulu tarım üzerindeki
sulama suyu miktar ve kirliğidir.
2.1. Taşkın sorunları
Meriç Nehri havzasında en önemli
sorunların başında taşkınlar gelmektedir. Kuraklığın aksine taşkınlar su fazlalığını ifade ederler. Akarsuların değişik
nedenlerle yatağından taşarak, çevrede-
ki arazileri su altında bırakan akış miktarları, genellikle taşkın olarak tanımlanır. Karasal iklimin hâkim olduğu Meriç
Nehri havzasında, erken ilkbaharda
görülen kar erimeleri, sağanak yağışlar,
mevcut barajlardan kontrolsüz su bırakılması ve Meriç Nehri yatak kesitinin
yetersiz olması, havzanın mansap kısmında yer alan Türkiye’de önemli taşkınlara neden olmaktadır. Son yıllarda
meydana gelen taşkınlar, bölgede can
ve mal kaybıyla birlikte tarım alanlarına
da çok zarar vermektedir.
Meriç Nehri havzası, genellikle siltli ve
killi topraklardan oluşan, dalgalı bir
topoğrafik yapıya sahiptir. Bu anlamda
taşkınlar ile büyük miktarda sediment
taşınmaktadır. Taşınan sedimentin
1/3’ünü teşkil eden kum, başta her iki
sahili de Türkiye’ye ait olan EdirneKaraağaç bölgesinde olmak üzere, nehir
yatağında çökerek yer yer kum adacıkları oluşturmaktadır. Bu kum adacıkları
üzerinde mil birikmesi sonucunda da
çeşitli çalılar ve ağaçlar yetişmektedir.
Buda nehir yatağının daralmasına ve
kıyı erozyonuna neden olmaktadır.
Erozyon ise Meriç Nehri kıyısında
verimli tarım arazilerini yok etmekte ve
Türkiye-Yunanistan sınır çizgisini değiştirmektedir (Kocaman ve ark., 2005).
Meriç Nehri havzası iki kıyıdaş mansap ülkesi Türkiye ve Yunanistan, söz
konusu taşkınların önlenmesi için,
aralarında teknik işbirliği çalışmaları
başlatmış ve bunları sürdürmektedir.
Ancak Bulgaristan’dan gelen kontrolsüz
su akışları, önemli taşkınlara neden
olmaya devam etmektedir. EdirneMerkez’de 2006 yılında gözlenen 1791
m3/s pik debi, nehrin daha mansabında
yer alan İpsala’da 2632 m3/s pik debiye
ulaşmıştır. Debi ve süreç olarak, 11-20
Mart 2006’da yaşanan taşkın, kaydedilen yılların en büyük taşkını olarak
tespit edilmiştir. Edirne-Merkez ve
İpsala ile çok sayıda yerleşim yeri ve
toplam 40 000 ha tarım arazisi sular
altında kalmıştır. Meriç Nehri’nin farklı
yerlerde neden olduğu taşkınlara ait
görüntüler Şekil 2’de verilmiştir (Malkaralı ve ark., 2008). Tüm bu yaşanan
taşkınların önlenmesi için, Meriç Nehri
Şekil 2. Meriç Nehri’nin farklı yerlerde neden olduğu taşkınlara ait görüntüler
havzasında taşkın erken uyarı sistemlerinin zorunluluğu saptanmış ve bu
anlamda uzaktan algılamalı akış gözlem
istasyonlarının kurulması kararlaştırılmıştır. Kurulacak istasyonlardan
sağlanacak meteorolojik ve hidrolojik
verilerin karşılıklı değişimi, alınmakta
olan mühendislik çözümlerini çok daha
başarılı kılacaktır.
2.2. Sulama suyu miktar
ve kirlilik sorunları
Meriç Nehri suları, Türkiye’ye giriş yaptığı noktadan itibaren, bölgede yaygın
tarımı yapılan çeltik sulamasında kullanılmaktadır. Zira çeltik, Meriç ve Ergene
Nehirleri boyunca uzanan irili ufaklı
alüvyal ovalarda tek ve değişmez ürün
durumundadır. Türkiye toplam çeltik
üretiminin yarıya yakınını bu bölgeden
sağlamaktadır. Sulama mevsimi içerisinde pompajla sağlanan su, arazide yer
alan sulama suyu dağıtım sistemlerine
verilmektedir. Ancak sulama mevsimi
ortalarında artan su ihtiyacı ve mevsimsel olarak azalan Meriç Nehri debisi
sulama suyu temininde yetersizliğe
neden olmaktadır. Bunun giderilmesi
için, DSİ tarafından, bölgede Altınyazı,
Karasaz ve Karpuzlu (Hamzadere inşa
halinde) barajları inşa edilmiştir. Bu
barajlar sulama mevsimi öncesi erken
Mayıs - Haziran 2014 63
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
ilkbaharda Meriç Nehri’nden kademeli
bir şekilde terfi ettirilen suyla doldurulmaktadır. Sulama mevsiminde ihtiyaç
duyulan yoğun su gereksinimi bu şekilde karşılanmaya çalışılmaktadır (DSİ,
2001).
Bölgede yaklaşık 500 km2 alanda çeltik
ekimi yapılmaktadır. Bunun için gerekli
sulama suyu ihtiyacı 1.4 km3 kadardır.
Oysa sulama suyuna yoğun ihtiyaç
duyulan dönemde Meriç Nehri debisi
0.3 km3’e kadar inmektedir. Bu durum,
yaşanan susuzluğun bir kanıtı olup, geçmişte Bulgaristan’dan ücret karşılığı su
alınmasına neden olmuştur. Ayrıca sulama suyunun sulama sahasında toprak
kanallar ile dağıtılması ve birçok yerde
tahliye kanallarında yer alan suların
tekrar sulamada kullanılması bölgede
diğer önemli toprak ve su sorunlarıdır.
Havzanın yüzey sularını toplarken
Bulgaristan’da yer alan çok sayıda
sanayi ve yerleşim alanlarına ait atık
sularıyla kirlenen Meriç Nehri, benzer
koşullardaki Ergene Nehri’nin katılmasıyla da çok daha yoğun bir şekilde
kirlenmektedir. Zira Ergene Nehri tüm
Trakya Bölgesi yerleşim yerleri ve
sanayisinin atık su kanalı işlevini görmesi nedeniyle, özellikle Muratlı ilçesi
çıkışında, çok kirlenmiş bir akarsu olup,
çoğu zaman sulama suyu olma kriterleri dışına çıkmaktadır (Adiloğlu ve
ark., 2004). Bölgede yapılan gözlemler
ve çok az sayıdaki araştırmalar çeltik
sulamasında kullanılan bu suların çeltik
alanlarının elden çıkmasına, çeltik veriminin düşmesine, toprakların ve yeraltı
sularının kirlenmesine neden olduğunu
açık bir şekilde göstermektedir. (DSİ,
2001; Başer ve ark, 2004).
Ergene nehri suyu, bölgenin kuzeybatı
ve batı sınırını oluşturan Meriç Nehri'ne
döküldüğü noktadan aşağı kısımlarda,
bu nehirle karıştıktan sonra özellikle
çeltik alanlarının sulanmasında kullanılması mümkün olmaktadır (Tok, 2004).
Ayrıca, Ergene Nehri'nin bir kısım kolları ve çok sayıdaki Karadeniz ve Marmara denizine dökülen küçük akarsularda
sulama suyu açısından bir sorun bulunmamaktadır.
64 Mimar ve Mühendis
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Şekil 3. Bölgede yapıla gelen çeltik sulama uygulamalarına ait görüntüler
3. Trakya Bölgesi’nde
yeraltı suyu potansiyeli
Trakya Bölgesi yeraltı suyu havzası,
ince kum, silt ve gölsel kireçtaşlarından
oluşan üst ve onun altında yer alan
kil ve ara tabakalı çakıl, kum ve zayıf
çimentolu kumtaşlarından oluşan alt
akiferlerin birbirleri ile ilişkileri nedeniyle hidrolojik olarak bir tek akiferden
oluşmaktadır. Doğu-batı istikametinde
yer alan akiferin orta kısmında basınçlı
akifer şartları gözlenmektedir. Akifer
sınırları fay ve antiklinal gibi yapısal
unsurlar tarafından belirlenmiş olup
ortalama kalınlığı 600 m civarındadır
(Kırsaç, 2003). Havzada yapılan hidrolojik çalışmalar kapsamında 1960’lı
yıllardan beri birçok araştırma kuyusu
açılmış olup halen havzanın çeşitli yerlerinde 13 adet araştırma kuyusu mevcuttur. Bundan başka Toprak-Su Kooperatiflerinin sulama suyu temini için
açtıkları 500 işletme kuyusu ve 5000
civarında özel sondaj kuyusu bulunmaktadır. Kuyu derinlikleri 100-250 m
arasında değişmektedir (Konukcu ve
ark., 2004).
Akifere açılan gözlem kuyuları su seviyeleri ile bölgeye düşen toplam yıllık
yağış değerleri arasında doğrusal bir
ilişki bulunmaktadır. Toplam kullanılabilir yeraltı suyu rezervi yaklaşık 0.4
milyar m3 kadardır. Akiferin beslenme
ayları Kasım-Mayıs aylarıdır. Çekim ise
tüm yıl sanayi ve içme suyu tahsisleri
ile Nisan-Eylül sulama mevsimidir. Su
havzasının orta kasımda özellikle Çerkezköy, Çorlu ve Lüleburgaz civarında
açılan çok sayıdaki kuyu incelendiğinde;
su seviyesinin 1970’li yıllarda değişmediği, 1980’li yıllarda çok az düştüğü ve
1990’lı yıllardan sonra ise çok hızlı düştüğü saptanmıştır. Hatta bir kısım kuyularda sahasal düşmeler gözlenmiştir.
Bu yörelerde Çorlu, Karıştıran, Ergene
ve Kaynarca derelerinin petrokimyasal
atıkların dışında diğer endüstriyel ve
evsel atıklarla yoğun bir şekilde kirlenme sorunu vardır. Ayrıca bu derelerin
yağış havzalarındaki tarımsal faaliyetler
nedeniyle zirai ilaç ve gübre kullanımı
da kirliliğe katkıda bulunmaktadır. Son
yıllarda doğal gaz üretim sahalarına
yakın kısımlarda açılmış olan içme ve
sulama suyu kuyularında tuzluluk ve
ağır metal konsantrasyonlarında artışlar
görülmüştür. Akiferin ekonomik kömür
yatakları ve doğal gaz rezervleri içermesi nedeniyle kuyu derinlikleri arttıkça
sodyum bikarbonat, bor, muhtelif iyon
Trakya Bölgesini bir baştan bir başa kat eden Ergene nehri ve kollarının kirlenmesi ve bölgedeki
yeraltı suyu akiferinin mevcut durumu bölge için ivedi bir çözümü zorunlu kılan büyük bir tehlike
arzetmektedir.
konsantrasyonu, EC ve metan gazı artışları saptanmıştır (Kırsaç, 2003).
Trakya Bölgesini bir baştan bir başa kat
eden Ergene nehri ve kollarının kirlenmesi ve bölgedeki yeraltı suyu akiferinin mevcut durumu bölge için ivedi
bir çözümü zorunlu kılan büyük bir
tehlike arz etmektedir. Zira başta Tekirdağ, Çorlu ve Lüleburgaz olmak üzere
çok sayıda belediye içme ve kullanma
suyunu bu yeraltı suyu kaynaklarından
temin etmektedir. Bu da bölge insan
sağlığı ve çevre açısından çok önemlidir.
4. Trakya Bölgesi’nde atık
suyun değerlendirilmesi
Trakya Bölgesinde çoğu sanayi kuruluşu, endüstriyel üretimleri için ihtiyaç
duydukları suyu teminden ve kullandıktan sonra atıp kurtulmaktadır. Belki
tekrar kendisi veya bir başkasının kullanacağı bir kaynak olarak değil, atıp
kurtulmayı daha uygun görmektedir.
Oysa çoğu sanayi kuruluşu, tarımda kullanılan suyun tersine, harcadığı suyun
çok az bir miktarını gerçek anlamıyla
tüketmektedir. Suyun büyük bir bölümü
soğutma, işleme ve suyu ısıtan yada kirleten ama tamamen tüketmeyen diğer
işlemlerde kullanmaktadır. Bu da suyun
geri dönüşmesini, tekrar kullanılmasını
olanaklı kılmaktadır. Bunun için kuruluşların tek başlarına veya birkaç kuruluşun bir araya gelerek su arıtma tesisleri inşa etmeleri ile mümkün olmaktadır. Bu yasalar gereğince de zorunlu
bir durum olmasına karşın başta su
kaynakları olmak üzere çevreyi kirleten
çok sayıda fabrika yasalara direnmektedir. Arıtma tesisi olmayan, olup da
çalıştırmayan fabrikaların kapatılacağına dair merkezi ve yerel yetkililerin
uyarı ve kapatma cezalarına rağmen bu
konuda kanunsuz uygulamalar sürmektedir. Oysa arıtma tesislerinden çıkan
suların çevreyi kirletmeleri önleneceği
gibi özellikle tarım alanlarında ihtiyaç
duyulan su kıtlığını çözme yolunda, yeni
su kaynakları geliştirme bakımından
çok daha ekonomik olmaktadır.
5. Trakya Bölgesi’nde
su temini ve tasarrufu
Trakya Bölgesi'nin su kaynaklarının
yetersiz oluşu ve özellikle önemli akarsuyu olan Ergene Nehri'nin hızla kirlenmesi bölge halkının yeni su kaynakları
geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu
da bölgeye düşen yağışların düştüğü
havzada biriktirilmesini sağlayan küçük
toprak barajların yani göletlerin inşasıdır. Göletler kısa sürede ve küçük maliyetlerle inşa edilecek su depolama yapılarıdır. Hatta barajlar için vazgeçilmez
olan derin vadili ve büyük debili akarsular bu tip küçük su depolama yapıları
için gerekli değildir. Trakya Bölgesi,
her bir belde için bir bazen birkaç gölet
yapımına uygun topografik koşullara
sahip bulunmaktadır (İstanbulluoğlu
ve ark., 2004a; 2004b). Göletlerin yaygınlaştırılması ile tüm bölgenin içme ve
kullanma ile sanayi ve tarım faaliyetleri
için gerekli olan su ihtiyacı çok büyük
oranda karşılanabilir. Ayrıca göletlerde
biriktirilen su kurak dönemler için de
bir güvence olabilir. Yapılan arazi çalışmaları sonucu inşa edilebilecek küçük
toprak baraj sayısı 1500 civarındadır
(Konukcu ve ark., 2004).
Ayrıca çok su tüketen sulu tarımda su
dağıtım sistemlerinin boru içerisine
alınması ve tarla içinde su uygulama
randımanı yüksek yöntemlerin kullanılması gerekmektedir. Bölge sulu
tarımında sulama randımanının % 30
civarlarında olması; su tasarrufu ve
ekonomisi açısından çok önemlidir.
Bunun böyle sürüp gitmesine kayıtsız
kalınmamalıdır.
Mayıs - Haziran 2014 65
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE BALIKÇILIĞA ETKİSİ
Hacer Canan OKGERMAN İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi
Mustafa YILDIZ İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi
Ekosistemler ve canlı türleri (bitkiler – hayvanlar) geçmiş dönemlerde görülen bu
değişikliklere bağlı olarak yaşam mücadelesi vermişler, sonuçta bugünkü biyolojik
çeşitliliğin de ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Bu açıdan değerlendirildiğin de gelecek
iklim değişiklikleri, bu değişikliklerin oranı ve ekosistemler ile insan yaşamı üzerindeki
potansiyel etkileri tümü jeolojik tarih boyunca da yaşanmıştır (www.turcek.org.tr).
İ
klim değişiklikleri özellikle küresel ısınmaya yol açan sera gazlarından, fosil yakıtların yakılması (enerji ve çevrim), sanayi
(enerji ilişkili; kimyasal süreçler ve çimento üretimi, vb. enerji dışı), ulaştırma, arazi
kullanımı değişikliği, katı atık yönetimi ve
tarımsal (enerji ilişkili; anız yakma, çeltik
üretimi, hayvancılık ve gübreleme vb. enerji dışı) etkinliklerden kaynaklanmaktadır
(Türkeş, 2003). CO2’in küresel ısınmaya
neden olan sera gazları içerisindeki payının yüzde 70 olduğu kabul edilmektedir.
Atmosferdeki ömrü ise 200 yıla kadar çıkmaktadır. Önemli sera gazlarından biri olan
Metan (CH4), gerçekte atmosfer içerisinde
daha etkili bir gazdır. Aynı miktardaki karbondioksite oranla en az 23 kat daha fazla
ısıyı tutabilmektedir. Bataklık alanlarından
doğal yollarla atmosfere karışımın dışında
fosil yakıtlar nedeniyle veya atıkların ayrışmasından, pirinç üretiminden kaynaklanmaktadır. Atmosferdeki ömrü ise 12 yıldır.
Diazot monoksit (N2O), ormansızlaşma,
kimya endüstrisi ve tarımda aşırı gübre
kullanımı gibi nedenlerle atmosferdeki
birikimi artmaktadır. Sera etkisi CO2’e
oranla 215 kat daha fazladır. Atmosferdeki
ömrü 120 yıldır.
Sera etkisi yaratan diğer bir etken ise
66 Mimar ve Mühendis
aerosollerdir. Aerosoller doğal veya
antropojenik yollarla atmosfere karışan,
çok küçük tanecikli ve havada asılı duran
katı veya sıvı parçacıklardır. Bunlar aynı
zamanda birer yoğunlaşma çekirdeği
olarak yoğunlaşma ve bulut oluşumunu
artırmaktadır. Bilindiği üzere bulutlanma alınan güneş miktarını etkilemenin
yanında efektif arz radyasyonunu tutmak
suretiyle ısınmayı artırmaktadır. Son olarak, sera etkisi yaratan gazlar içerisinde
en önemlilerinden biri olan su buharı
üzerinde durmak gerekir. Su buharlaşarak atmosfere ısı taşımaktadır. Daha fazla
buharlaşma, atmosfere daha fazlasının
taşınması demektir. Böylece atmosferin
sera etkisi ağırlaşmış olur. Bunun yanında artan su buharının meydana getirdiği
bulut oluşumu neticesinde yüzeye daha
az enerjinin ulaşması da söz konusu
olacaktır. Bu durumda su buharının
neden olduğu sera etkisi bir ölçüde dengelenmiş olacaktır. Böylece su buharı bir
yandan pozitif geri besleme neticesinde
sera etkisini arttırırken, oluşan bulutlar
da güneş enerjisini keserek soğuma
mekanizmalarını devreye sokmaktadır.
Bu açıdan su buharı küresel ısınma konusunda dikkatle ele alınması gereken bir
konudur.
Küresel Isınmanın Balıkçılığa Etkileri
Küresel ısınmanın en belirgin etkileri
kutuplarda görülmektedir. 1950-1990’lı
yıllar arasında 67 buzul üzerinde yapılan
çalışmalarda, buzulların her yıl ortalama
48 cm inceldiği belirlenmiştir (Sağlam
ve diğ., 2008). Bu azalma, buz örtüsüne
bağlı olarak yaşamlarını sürdüren su altı
diatomları, ayı balıkları, kutup ayıları ve
mors gibi canlılar için sorun yaratacaktır
(Brass 2002, Kerr 2002).
Avustralya’da yapılan çalışmalarda sıcaklık, tuzluluk, rüzgar, deniz kimyası, döngüler ve deniz seviyesindeki öngörülen
değişimler için 13 tür grubunda beklenen
reaksiyonları araştırmışlar, tür değişimlerindeki gözlem yetersizlikleri nedeniyle
söz konusu reaksiyonları 4 ana grupta
ortaya koymuşlardır. Bu gruplar:
•Dağılımlar ve stoklar üzerindeki
etkiler: Isınma ile birlikte türler
genellikle ısınan bölgelere doğru
hareket edecekler, pteropodlar gibi
kabuk yapan türlerin bolluğunda
azalmalar meydana gelecektir.
•Hayat döngüsüne ilişkin olayların zamanlaması üzerine etkiler:
Plankton patlamalarının zamanı ve
göçlerin, ısınma ile birlikte daha
erken gerçekleşeceği beklenmektedir.
•Fizyoloji ve davranış üzerine
etkiler: Çevresel değişiklikler, metabolizma, üreme, gelişme, fotosentez
ve solunum hızlarını doğrudan etkileyecektir.
•Topluluklar ve verimlilik üzerine
etkiler: Bu daha çok ekosistem fonksiyonlarına bağlı olarak türleri etkileyecektir. Örneğin bir türün besin
zincirindeki yeri gibi.
Okyanus ve denizlerin önemli habitatlarında olan tropik mercan kayalıkları,
mercan resiflerinin kalsiyum karbonat
iskeletinin oluşmasında mercan polipleri
için besin sağlamasına yardımcı olan
mikroskobik alg ihtiva eden mercanlardan oluşur. Bu tür alanlar, çok sayıda
türle ifade edilen mercan, yumuşakça ve
balık türleri gibi faunal ve floralbioçeşitlilik için kritik habitatlardır. Ayrıca kıyısal
korunma ve genetik materyal deposu
olarak görev yaparlar. Su kalitesi, mercan
kayalıkları için primer bir kısa dönem
tehdidi olup günümüzde iklim değişikliği
kaynaklı büyüyen riskler altındadırlar.
Bu hassas alanlar sera emisyonlarının
yükselmesi ve okyanuslarda asidifikasyon nedeniyle tehdit altındadır. Tropik
fırtınalardaki değişmeler, deniz suyu
seviyelerinin yükselmesi ve kıyısal
akışlar su sıcaklıklarının yükselmesi ve
asitleşme etkisiyle birleşerek mercanların hayatiyetini azaltmaktadır. İklim
değişikliği nedeniyle etkilenen diğer
bir canlı grubu da deniz kaplumbağalarıdır. Su sıcaklığındaki değişmeler bu
canlıların büyüme hızlarını ve embriMayıs - Haziran 2014 67
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
artmasıyla olumsuz yönde etkileneceği
söylenebilir.
Su kalitesi, mercan kayalıkları için primer bir kısa dönem tehdidi
olup günümüzde iklim değişikliği kaynaklı büyüyen riskler altındadır.
Bu hassas alanlar sera emisyonlarının yükselmesi ve okyanuslarda
asidifikasyon nedeniyle tehdit altındadır.
yolarındaki cinsiyet oluşumunu etkilemektedir. Dalga enerjisinde, fırtına
sayı ve kuvvetlerindeki artışlar yuvalandıkları kumsalları tahrip etmekte ve
yumurtaların yaşama oranlarını azaltmaktadır (Sağlam ve diğ., 2008).
Bilim adamları küresel ısınmanın 3 farklı
balıkçılık tipinde yaratacağı etkileri şu
şekilde irdelemişlerdir (Mcculloch, 2006)
1.Gel-git etkisinin olmadığı nehirler,
göller ve kaynaklardaki iç su balıkçılığı: Yüksek su sıcaklıkları iç su balıkçılığı
için en önemli etkiye sahip olabilir. Bitkiler ve kuşlarda olduğu gibi birçok balık
türü çeşitli derecelerde kış soğuğu ve yaz
sıcaklarına ihtiyaç duyar. Bununla birlikte balıkların çoğu daha uygun ortam
sıcaklıklarının bulunduğu ortamlara göç
etmeden veya ölmeden önceki evrelerde
tolerans gösterebilecekleri sıcak veya
soğuk su yaşam limitlerine sahiptir. Su
sıcaklığı arttıkça birçok balık türü daha
soğuk sulara çekilir. Genel olarak kaynağa doğru yüzmek veya daha derin sulara
çekilmek suretiyle soğuk sulara ulaşırlar.
Fakat küçük nehir ve göllerde bu nite68 Mimar ve Mühendis
likteki uygun sahaları bulmak mümkün
değildir. Sonuç olarak, yükselen sıcaklıklar bazı balıklar için bu tip su alanlarını
yaşanılmaz hale getirebilir. Salmon ve
bazı diğer balık türleri iç sularla, kuzeye
akan nehirler yoluyla okyanuslara göç
edebilir. Ancak iç su balıklarının birçoğu
tuzluluğa karşı toleransları olmadığı
için bu göç döngüsünü kendiliklerinden
tamamlayamaz. Bu nedenle insanların
bu balıkları uygun sıcaklıklara nakletmeleri kaçınılmaz bir zorunluluk
haline gelmiştir. Bilim adamları henüz
bu sularda avcılığın genel anlamda
azalacağı veya artacağından emin değildir. Çünkü daha yüksek su sıcaklıkları
genelde biyolojik aktiviteyi teşvik eder
ve bilim adamları büyük göllerdeki
sıcak su balıklarındaki artışın, soğuk su
balıklarının azalma miktarından daha
fazla olacağına inanmaktadır. Fakat bu
fazlalık tek başına önem taşımamaktadır.Yükselen sıcaklıklarla birlikte
oksijen düzeyindeki azalma da birçok
balık türünün yaşamını etkileyebilir.
Son olarak balık populasyonlarının,
artan sıcaklıkla birlikte su kirliliğinin de
2.Gel-git sahalarındaki tatlı su nehirleri, koyları ve okyanus kıyısal sularını da kapsayan kıyı balıkçılığı: Sulak
alan kayıpları, tuzluluk değişimleri ve
yüksek sıcaklıklar, kıyısal zondaki balıkları ve kabuklu canlıları etkileyecektir.
Bu konuda etkilenecek en hassas türler,
kıyısal sulak alanlarda ya üreyen ya
hayatını tümüyle koy içinde geçirenler
veya her iki durumu yaşayan türlerdir.
Kıyılardaki lagün ve bataklıklar, yengeç,
karides ve birçok önemli balık türünün
büyüme alanlarıdır. Üreme faaliyetlerinin çoğu bu tip sahaların açığındaki
15-30 m derinliklerde gerçekleşir. Deniz
suyunun yükselmesi ile birlikte lagün
ve sulak alan girişlerinin sayısı artacak,
balık girişlerine açık hale gelecektir.
Suyun daha fazla yükselmesi halinde
bu ortamlar özelliklerini kaybedecek ve
bulundurdukları su, deniz suyu ile yer
değiştirecektir. Bu nedenle, uzun vadede
denizsuyu seviyesindeki yükselmeler bu
ortamlarda yaşayan türlerin üretiminde azalmalara neden olacaktır. Ticari
balıkçılık açısından önemli olmayan bazı
deniz türleri de kıyısal habitatın taşkınlar
ve erozyonu nedeniyle zarar görecektir.
Kumsala yumurta bırakan bazı yengeç
türleri ile bu yumurtalarla beslenen kuş
türleri tehdit altındadır.Kıyısal alanlarda
yerleşik bulunan midye ve istiridye gibi
sesil organizmalar su yükselmesi ile birlikte daha fazla predatör baskısı altına
gireceklerdir. Yükselen su seviyesi ile birlikte artan su sıcaklığı ve azalan oksijen
düzeyi koylarda balık ölümlerine neden
olacaktır. Koylarda yaşayan türlere ek
olarak kıta sahanlığında bulunan lüfer,
orkinos, uskumru vb. diğer türler muhtemelen daha uygun yaşam alanlarına göç
edeceklerdir.
3.Okyanus balıkçılığı: Bilim adamları derin denizlerdeki balıkların diğer
ortamlardaki balıklara göre iklim değişikliğinden daha az oranda etkileneceğini
tahmin etmektedir. İklimdeki yıldan
yıla olan değişimlerin sera gazlarının
Su sıcaklığı arttıkça birçok
balık türü daha soğuk sulara
çekilirler. Genel olarak
kaynağa doğru yüzmek veya
daha derin sulara çekilmek
suretiyle soğuk sulara
ulaşırlar. Fakat küçük nehir
ve göllerde bu nitelikteki
uygun sahaları bulmak mümkün
değildir. Sonuç olarak, yükselen
sıcaklıklar bazı balıklar için
bu tip su alanlarını yaşanılmaz
hale getirebilir.
etkisiyle içinde bulunduğumuz yüzyıl içerisinde daha sık görüleceği beklentisini
yaratmaktadır. Bununla birlikte okyanus
bilimcileri küresel ısınmanın balıkçılıkta
dalgalanmalar yaratan El Nino vb. nedenleri destekleyeceği konusunda emin
olamamaktadır. Yüksek sıcaklıkların
birçok alanda balıkçılığı zenginleştireceği
muhtemeldir. Genel biyolojik aktivite
yüksek sıcaklıklarda daha fazladır. Bu
nedenle de, ortam yüksek miktarda besin
ihtiva ettiği için balıkların büyümesi hızlı
olacaktır. Ayrıca daha erken yaşlarda
eşeysel olgunluğa ulaşmaları da beklemektedir. Ancak beklenen bu artışlar
kısmen derin okyanus suyunun yüzeye
yükselmesi ile ifade edilen “upwelling”
nedeniyle azalmak suretiyle kısmen dengelenecektir. Derinlerden yükselen sular
okyanusların üst katmanlarına besin
maddelerini taşıyacak, bu da denizel
besin zincirinde ana unsurlardan birisini
teşkil eden fitoplanktonların gelişimini
teşvik edecektir.
Küresel Isınmanın
Türkiye Balıkçılığına Etkisi
Başlangıçta tanımlanmamış olsa da
1940’lı yıllardan itibaren küresel ısınmanın etkisi Türkiye denizlerinde kendisini
göstermeye başlamıştır. Bunun en önemli kanıtı Hint Okyanusu ve Kızıl Deniz
kökenli canlıların Süveyş Kanalı yoluyla
denizlerimize ulaşmalarıdır. Akdeniz’de
bulunduğu bilinen 650 balık türünden
90 adedinin endemik türler olmadığı,
bunların 59 adedinin Süveyş Kanalı
yoluyla Akdeniz’e girdiği ifade edilmek-
tedir (Anon. 2007c). Su sıcaklığına bağlı
olarak sürü oluşturan hamsi balıklarının
kar yağışının olmayışı ve su sıcaklığının
16-17 0C’lere düşmemesi nedeniyle kıyılarımıza gelişi gecikmiş veya sürü oluşturamamışlardır. Bu da gırgır yöntemiyle
avlanan hamsi üretimini olumsuz yönde
etkilemiştir. Su sıcaklığının yükselmesi
ile birlikte hamsinin göç davranışı ve
yollarında değişmeler beklenmelidir.
Beslenmek üzere kıyılarımıza gelen
hamsi sürüleri, kuzey Karadeniz sularının
ısınması ve besin üretiminin artması ile
birlikte daha ısınmış güney Karadeniz
yerine kuzey sularında kalmayı tercih
edebileceklerdir. Bu da balık üretiminin
% 80’ini sağlayan kaynağın ortadan
kalkacağı, balıkçıların işlerini kaybedecekleri anlamına gelmektedir (Sağlam ve
diğ., 2008).
Sonuç olarak denizel ve içsu kaynakları
ekosistemlerini etkileyen iklim değişikliğine karşı sürdürülebilir ve gerçekçi
önlemlerin alınması gerekmektedir.
Bunun için vakit geçirmeden ülke bazında çalışmalar başlatılarak her yerin
daima yeşil kalabilen ve hızlı yetişen, az
su isteyen ve yangına dayanıklı ağaçlarla
ağaçlandırılması gerekir. Çünkü ormanlar güneşten gelen kısa dalga boylu
radyasyonun büyük kısmını absorbe
ettiğinden atmosferin aşırı ısınmasını
engeller, yağışın oluşmasına önemli
katkı sağlar, en önemli CO2 yutağı ve
oksijen kaynağıdır. Mavi karbon tüm
su kaynaklarındaki bitkiler tarafından
tutulan karbondur ve yeşil karbondan %
55 daha fazladır. Denizler ve iç su kaynaklarındaki bitkiler bu karbon atomlarının tutulmasını sağlarlar. Bitkilerin
azalması, tabakalaşma ile sirkülasyonun
düşerek karışımın gerçekleşmemesi ve
asitliğin artması gibi nedenler su kaynaklarının CO2 emilimini azaltmaktadır.
Uluslararası Kyoto iklim sözleşmesine
büyük sanayilere sahip ülkelerin imza
atması ve ekosistemlerin geleceğinin
korunması için her türlü önlemleri
alması büyük önem taşımaktadır.
Kaynakça
Anon 2007c. Global warmingandreportaboutTurkishseas, (in Turkish). http://www.
tudav.org/kureselis.htm.
Brass, G.W. 2002. Arctic Ocean ClimateChange. US ArcticResearchCommission
Special Publication No. 02-1, Arlington,
VA, 14p.
http://www.turcek.org.tr
Kerr, R.A. 2002. A warmerArcticmeanschangeforall. Polar Science297 : 14901492.
Mcculloch, S. 2006. Global warmingthreatensfisheries. Times. December 2006.
Sağlam Erdoğan N.,Düzgüneş E., Balık İ.
2008. Küresel Isınma ve İklim Değişikliği.
E. Ü. Su Ürünleri Dergisi. Cilt: 25 Sayı:
(1): 89-94. ISSN 1300-1590. http://jfas.
ege.edu.tr/
Türkeş, M. 2003. Sera Gazı Salınımlarının
Azaltılması İçin Sürdürülebilir Teknolojik
Ve Davranışsal Seçenekler, V. Ulusal
Çevre Mühendisliği Kongresi, Çevre
Mühendisleri Odası, Ankara.
Mayıs - Haziran 2014 69
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
KÜRESEL ISINMA ve
DENİZLERİMİZE ETKİLERİ
Dr. Mustafa Tolay
İnsanlığın yerleşik yaşama geçişinin tarihi 10 bin yıl
olarak bilinmektedir. Geçen bu süre zarfında insanlığın
yaratmış olduğu medeniyetlerin yanı sıra oluşturduğu
çevre kirliliği günümüzün en önemli problemi olarak
karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın 4.6 milyar yıllık yaşı
göz önüne alındığında çok kısa gibi gözüken 10 bin
yılda dünyamız önemli bir tehlike ile karşı karşıyadır;
“Küresel Isınma”.
D
ünya iklimi insanlığın doğuşundan
beri sanki hiç değişmeyecekmiş gibi
olarak görülmekteydi. Son yüzyılda
ise iklimimizde büyük değişiklikler
gözlenmektedir. Dünya ikliminde
zaman zaman görülen değişimler
son yüzyılda doğrudan insanoğlunun faaliyetleri ile oluşmaktadır.
Küresel ısınma sadece iklim değişikliği değil doğal olarak tüm canlıların
yaşamını etkilemektedir. Denizlerimizde mevcut olan ekolojik denge
geçtiğimiz kırk-elli sene içerisinde
inanılmaz boyutta etkilenmiş ve
kirlilik özellikle Akdeniz’de önemli
sorunlar yaşanmasına yol açmıştır.
İnsanlık tarihi için çok önemli bir
yaşam ortamı olarak kabul edilen
ve medeniyetlerin oluşmasında
çok büyük rol oynayan Akdeniz
günümüzde çok önemli kirlilik
70 Mimar ve Mühendis
problemleri yaşamaktadır. Mevcut
kirlilik kaynaklarına ilaveten küresel
ısınmanın getirmekte olduğu yaşam
değişimi de biyo-çeşitlilik açısından
önemli değişiklikler yaratmaktadır.
Sürdürülen tüm çevre koruma
çabalarına rağmen başta denizlerimiz olmak üzere, hava, toprak ve
iç sularımız hatta yeraltı sularımız
maalesef çevre standartları bakımından kötü durumdadır. Dünya
denizlerinde görülen çevre kirliliği
önemli boyutlara ulaşmıştır ve deniz
canlıları için büyük tehlike oluşturmaktadır. Üç tarafı denizlerle çevrili
olan Türkiye gerçek bir deniz ülkesidir ve yaklaşık 8350 km’ye varan
mükemmel bir kıyı şeridine sahiptir.
Ülkemizden örnek vermek gerekirse, ülkemizi çevreleyen denizlerde
balık yaşamının gittikçe azalması
çevre kirliliğinin belirgin kanıtıdır.
Evsel, endüstriyel ve tarımsal kirlilik
başta Marmara Denizi, Karadeniz,
İzmit Körfezi olmak üzere tüm
denizlerimizi ve iç sularımızı etkilemektedir. Kırk yıl öncesine kadar
Akdeniz’de, Karadeniz'de ve Marmara Denizi’nde bol miktarda değişik
cinste balık mevcut iken, geçen otuz
yıllık süre içerisinde ekolojik denge
bozulmuş ve bu denizlerin zenginliği
hızla yok olmaya başlamıştır. Örneğin, Karadeniz'de 1965’lı yıllarda 23
cins ticari balık avlanırken, şu anda
yalnızca beş-altı cins balık kalmıştır. Petrol kökenli kirliliklerin, ağır
metallerin, herbisit ve pestisitlerin
deniz canlılarında oluşturduğu karsenojenik, mutojenik değişimler ve
farklı organizmaların çeşitli etkileriyle karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca
deniz canlılarını etkileyen kirliliklerin,
aşırı ve yanlış balık avcılığının önlenmesine yönelik gerekli tedbirler gündeme
gelmiştir. Ülkemiz denizlerinde deniz
araçlarından salınan yağ ve yakıtların
yanı sıra yıkama suları, petrol ve kimya
tesislerinden deşarj edilen petrol türevi
kimyasal maddeler petrol kirliliğine
neden olmaktadır.
Tüm bu kirliliklere sebep olan unsur
elbette ki insanoğlu. Sadece geçtiğimiz
kırk yıl içerisinde ülkemizin en verimli, en güzel doğa parçalarını yukarıda
anlatmaya çalıştığımız gibi çok kötü
bir şekilde, geri dönülmez, önlenemez
bir kirlilikle kirletmiş durumdayız.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız bölgesel çevre kirliliğinin küresel boyuttaki yeni oluşumu ise insanlığı daha
fazla korkutmaktadır. Tüm insanlık
için çevre kirliliğinin artık bölgesel
Deniz suyu sıcaklığındaki ve
seviyesindeki artışlar endişe
vericidir. Deniz sularının
yükselmesinin esas nedeni
genel sıcaklıktaki artış olarak
gözlenmektedir.
değil küresel boyutlarda hissedilmeye
başlandığı günümüzde küresel ısınmanın önemi ve vahameti gün geçtikçe
artmaktadır. Dünyanın sadece bir bölgesini değil tüm okyanus ve denizleri
ilgilendiren çok önemli iklim değişiklikleri ile karşı karşıya bulunmaktayız.
Küresel ısınmanın dünya üzerindeki
önemli etkileri denizlerde oluşmaktadır. Küresel ısınmanın etkisi ile okyanus ve denizlerde görülmeye başlanan
deniz suyu sıcaklığı yükselmeleri deniz
canlılarının ekolojik dengesini etkilemekte ve denizlerdeki biyo-çeşitlilik
değişmektedir.
İnsan yaşamının bir parçası olan deniz
taşımacılığı ile farklı denizlere taşınan
tropik deniz canlıları küresel ısınmanın etkisi ile de taşındıkları denizlerde
yaşam ortamlarına kavuştuklarında o
bölgenin biyo-çeşitliliği etkilenmektedir. Farklı türden sıcak bölge deniz
canlılarının yeni denizel ortamlara
kavuşmaları ile canlı çeşitliliği değişmektedir. Bu konuları araştırmak
üzere bilim insanları inanılmaz çabalar
sarf etmektedir. Küresel ısınma ve
denizlere olan etkileri birçok bilim
araştırma merkezinde ve üniversitelerde yoğun bir şekilde araştırılmakta ve
etkileri üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Dünya üzerinde hızla devam eden
küresel ısınma etkileri dünya üzerindeki tüm canlıların geleceğini kötü
yönde etkileyecek boyuttadır.
Mayıs - Haziran 2014 71
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
ARTIŞLAR ENDİŞE VERİCİ
Denizlerdeki gerek sıcaklık gerekse
seviye değişimleri bilim insanları
tarafından ölçülmektedir. Deniz suyu
sıcaklığındaki ve seviyesindeki artışlar
endişe vericidir. Deniz sularının yükselmesinin esas nedeni genel sıcaklıktaki
artış olarak gözlenmektedir. Isınma,
ısınan su katmanının kalınlığı oranında
önem kazanan bir genleşme ile kendini göstermektedir. Deniz suyunun
ısınması ise termik durgunluğun oluşmasının temel nedenlerinden birisidir.
Deniz bilimciler denizlerin yüzeyinin
1890’lardan beri 0.5-0.6 derece yükseldiğini ileri sürebiliyor. Son yüzyılda ise,
dünyadaki ortalama okyanus seviyesi
bölgelere göre 10 ila 20 cm arasında
yükseldiği ve önümüzdeki yüzyılda da
40-60 cm yükseleceği öngörülmektedir.
Bu artışın 1950’lerin başından beri
hızlandığı gözleniyor. Küresel ısınmaya
bağlı olarak yüzeydeki su sıcaklığının
artması suyun genleşmesine yol açıyor
ve su havzası yatay düzlemde kıtaların
şekliyle engellendiği için sular “yükseliyor”. Şimdiden okyanus ortasındaki
Maldiv gibi ada ülkeleri küresel ısınmanın kurbanıdır ve bu ve benzer ada
ülkelerinin toprakları büyük tehdit
altındadır. Benzer şekilde denizle iç içe
olan Bangladeş, Endonezya, Malezya,
Tayland gibi ülkeler sadece deniz seviyesi yükselmesi ve toprak kaybetmek
tehlikesi ile değil denizlerindeki mercanların su ısınması ile ölümlerini de
gözlemektedir. Deniz suyu sıcaklığının
2 artması Karayipler’de son 20 yıl içinde mercanların kitlesel ölümüne neden
olmuştur. Dünya okyanus ve denizlerinde küresel ısınmanın keskin etkileri,
iklim değişikliği, su seviye yükselmesi,
su sıcaklığının artması, termik durgunluğun başlaması, biyolojik çeşitliliğinin
azalması gibi kötü etkenlerle karşımıza
çıkmaktadır. Küresel ısınmanın iklim
değişikliklerine neden olması tüm
insanlığın geleceğini tehdit etmekte,
kuraklık ve susuzluk tehlikeleri oluşmaktadır. Gıda temininde görülecek
olan aksamalar sadece insanlığı değil
tüm canlıları etkileyecektir. Genel
72 Mimar ve Mühendis
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Akdeniz’e giriş yaparak yayılan türlerin bir kısmının insan
aktiviteleriyle bağlantılı olduğu bilinmektedir. İnsanoğlunun en çok
kullandığı denizlerin başında gelen Akdeniz’in canlıları çeşitli insan
faaliyetlerinden etkilenmektedir.
olarak, deniz seviyesinin yükselmesi
ve yüzeyindeki ısı artışı, deniz buzullarının küçülmesi ile tuzluluk oranında,
dalga rejimlerinde ve okyanus dolaşımındaki değişimler denizlerdeki ekolojik yapıları değiştirecektir. Küresel
ısınma ile atmosferde oluşan değişimler atmosfer okyanus ikilisi arasındaki
enerji düzeylerinizdeki değişimleri de
etkilemekte ve kasırgalar daha da şiddetli hissedilmeye başlanmaktadır. Son
yıllarda tüm okyanus kıyılarında görülen El Nino ve El Nina gibi şiddetli tay-
fun olayları küresel ısınmanın sonuçları
olabilir.
Ülkemizde ise küresel ısınmanın özellikle denizlerimiz üzerindeki etkileri
henüz detaylı olarak incelenmemiştir.
Özellikle TÜDAV (Türk Deniz Araştırmaları Vakfı) tarafından hazırlanan
“Küresel Isınma ve Türkiye Denizleri”
başlıklı kapsamlı rapor bu çalışmaların ne kadar önemli olduğunu ortaya
koymaktadır. ''Küresel Isınma ve Türkiye Denizleri'' konulu rapor, küresel
ısınmanın Türkiye denizleri üzerinde
oluşturduğu ve ileride oluşturması
beklenen etkiler ile denizleri bekleyen
tehlikeleri ortaya koymaktadır. Dünya
denizleri ve okyanuslarında önemli değişimlerin yaşandığı belirtilen
raporda, "Küresel ısınma ve deniz suyu
seviyesindeki değişimler ülkemizi acaba
nasıl etkileyecektir, sorusuna cevap
aramaktadır.
Raporda, küresel ısınmanın
Karadeniz'de hamsi göçlerini etkileyeceği, bunun da Türkiye'de milyonlarca
YTL'lik zarara ve birçok balıkçı ailenin
işsiz kalmasına yol açacağı vurgulanmaktadır. Küresel ısınma ile denizlerimizdeki su sıcaklığının artması ve deniz
seviyesinin yükselmesi ile;
Ulaşım aksayacak
Bozulan atmosferik ritim ile denizlerimizde daha farklı bir rüzgar ve akıntı
sistemi ortaya çıkacak, bazı limanlarımızda ulaşım aksayacak, balıkçı filolarımızın ve her türlü deniz araçlarının
seyri zorlaşacak, balık çiftlikleri şiddetli
dalgalara maruz kalacak, adalara ulaşım
aksayacak, deniz ortamı kara alanından
daha riskli bir hal alacaktır. Böylesi bir
duruma hazırlıklı olanlar denizlerde
bayrak gösterirken, hazırlıksız yakalananlar ya ciddi acılar yaşayacak ya da
karaya hapsolarak denizi seyretmek
zorunda kalacaktır.''
Denize kıyısı olan iller zarar görecek
27 ilin deniz kıyısında olması nedeniyle, bu illerdeki kıyı yapıları, balıkçılık,
turizm gibi ticari faaliyetlerin ciddi zarar
göreceği de ifade edilen raporda, nüfus
artışının yüzde 2.1 olduğu Türkiye'de
denizler hala bir protein deposu iken,
küresel ısınma ile ortaya çıkacak
sorunların, geleneksel balık avcılığına,
av türlerine ve yöntemlerine ciddi bir
darbe vuracağı vurgulanmıştır. Raporda,
''Doğanın nasıl bir reaksiyon göstereceğini, değişimlerin hangi bölgelerde nasıl
olacağını saptamanın zor olduğu, bunu
önceden kestirmenin tek yolu denizlerimiz üzerine yaptığımız izlemeleri daha
geniş bir alana yaymak ve izlenilen parametreleri de artırmaktır'' denilmiştir.
Ulusal politika oluşturulmalı,
yoksa muhtaç kalırız
Raporda, değişimleri takip edip ulusal
politikalarını oluşturacakların karlı
çıkacağı, takip etmeyenlerin diğerlerine
muhtaç kalacağı, küresel ısınmanın ülke
denizlerini farklı sorunlarla karşı karşıya bırakacağı kaydedildi.
Yeni canlı türleri
Halen 300 civarında Kızıldeniz kökenli
denizel türün Akdeniz'de yaşadığı kaydedilmiştir. Ülkemiz sularında tespit
edilen Hint Okyanusu kökenli balıkların
sayısı şimdiden 30'un üzerindedir ve
bunların arasında ticari değere sahip
olanlar balıkçılarımızca avlanmaktadır.
Balon balığı, papağan balığı ve benzer
türlerin Doğu Akdeniz'e girmesi ve
koloni oluşturup yerli türlerle alan
rekabetine girmesinin ana nedenlerinden biri Akdeniz'deki su sıcaklığının
artışıdır. Akdeniz'de artık tropikalleşme yaşanmaktadır ve bu tüm havzayı
etkilemektedir. Sadece İskenderun
Körfezi’nde avlanan ticari türler toplam avın % 20’sini oluştururken bu
oranın yakın zamanda artması beklenmektedir. Yani, yeni balık türlerinin
Akdeniz’e girmeleri zamanla balık avcılığında değişimlere neden olmuştur.
Çünkü avın kompozisyonu değişmiş,
Hint okyanusu kökenli, çok renkli
birçok yeni ve ticari değeri olan tür
avlanır hale gelmiştir. Doğu Akdeniz’de
görülen bu balık türlerindeki değişme
ve yeni gelen türlerin tüketici açısından
önemi ise lezzetteki farklılıktır. Birçok
tatil köyünde yenilen bu renkli balıklar
geleneksel tatları aratmakta, çoğu kez
kimse yediği balığın Hint okyanusunun
sıcak sularından geldiğini ve ne olduğunu bilmemektedir.
Akdeniz’e giriş yaparak yayılan türlerin bir kısmının insan aktiviteleriyle
bağlantılı olduğu bilinmektedir. İnsanoğlunun en çok kullandığı denizlerin
başında gelen Akdeniz’in denizel canlıları çeşitli insan faaliyetlerinden etkilenmektedir. Örneğin; 1800’lü yılların
sonuna doğru Süveyş Kanalı’nın açılmasını takiben pek çok sıcak deniz kökenli
Şekil 1. Caulerpataxifolia deniz yosunu
canlı türü Hint Okyanusu ve Kızıl Deniz
üzerinden Akdeniz’e girerek dağılım
alanlarını genişletmeye başlamışlar ve
bu nedenle ekosistem yapısı etkilenmiştir. Bilimsel verilere göre günümüzde
Akdeniz’e Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla
birlikte giren ve “Lesepsiyen Göçmen”
olarak adlandırılan türlerin sayısı
300’ü aşmıştır. Özellikle Akdeniz diğer
denizlere göre insan aktivitelerinin ve
dolayısıyla gemi trafiğinin çok daha
fazla olması sebebi ile diğer denizlerden
daha çok miktarda tür girişi olmaktadır.
Akdeniz’e giriş yapan Hint Okyanusu ve
Kızıldeniz kökenli türlerin girişi direk
veya indirekt olarak insan aktiviteleriyle bağlantılıdır. Bu türler insan aktivitelerinin oluşturduğu çeşitli mekanizmalarla gelmekte, yerleşmekte ve yayılımlarına devam etmektedir. Bu kadar
canlı türü Akdeniz’in kendi canlı türü
sayısının % 4-5’ini oluşturmaktadır. Bu
kadar çok canlı türünün giriş yapması
Akdeniz’e diğer denizlerden daha çok
miktarda tür girişinin olduğunu göstermektedir. Bu türlerin rotası ve olası
biyolojik çeşitlilik üzerine etkileri önem
taşımaktadır. Akdeniz’e giriş yapan türlerin % 67’si Lesepsiyen göçmenlerdir
(Kızıl Deniz’den Süveyş Kanalı yolu ile
gelen türler). İkinci geliş yolu aquakültür yolu ile gelenlerdir. Bu geliş yolu
genelde aquakültür yoluyla yetiştirilen
türlerin kaza sonucu Akdeniz’e kaçmaları ile olmaktadır. Diğer bir geliş yolları
ise tekne ve gemilerin karinalarına
yapışarak gelen türleri, balast suları ile
taşınan türler ve son olarak akvaryum
Mayıs - Haziran 2014 73
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Marmara’da 20 yıl önce nadir görülen Sardalya, Kupes ve Salpa gibi
balıkların bu denizlerde sıkça görülmeye başlanması hatta İğneada
gibi Batı Karadeniz’de avcılığına başlanması deniz suyu sıcaklığının
artışıyla ilişkilendirilmektedir.
ticareti için getirilerek Akdeniz’e kaçan
türler olarak düşünülmektedir. Yabancı
türlerin girişi eksponensiyel olarak
artmaktadır. Akdeniz’de geçen yüzyıl
başında yeni deniz yollarının açılması,
ticaretin hızla artmaya başlamasından
sonra Akdeniz’e giriş yapan yabancı
tür sayısında her 20 yılda bir iki katı
artış gözlenmiştir. Akdeniz’e giriş yapan
türler Akdeniz’in bazı bölgelerinde
daha fazla artış göstermektedir. Örneğin Levanten kıyılar diye bilinen Doğu
Akdeniz kıyıları, Fransa kıyıları veya
lagünler yabancı tür sayılarının daha
fazla artış gösterdiği bölgelerdir. Giriş
yapan yabancı türlerin yayılım kinetiği
(geolojik ve ekolojik olarak) türün girişini, bölgeye adapte oluşunu, yayılmaya
başlamasını ve yöreye kesin adapte
74 Mimar ve Mühendis
olarak yerleşmesini kapsamaktadır.
Giriş yapan türün yeni ortama alışması,
ekosistemdeki değişime adaptasyonu,
yerleşik türlerle mücadelesini, ekosistemin etkileri ile modifikasyona uğraması
ve yeni bir ekosistem yaratması belirli
bir zaman bütününü kapsamaktadır.
Gerek insan aktiviteleri gerekse küresel ısınmanın etkisi ile giriş yaparak
yerleşen yabancı türlerin Akdeniz’e
yerleşmesi başta turizm olmak üzere,
sualtı dalış aktivitelerini, balıkçılık ve
su ürünleri endüstrisini negatif olarak
etkileyebilmektedir. Yeni türlerin ekolojik sisteme girmesi ile beraber biyolojik
sistem değişimi söz konusu olduğundan
ve çeşitli negatif etkiler ortaya çıktığından, yabancı türlerin girişi mutlaka
takip edilmeli ve olumsuz etkiler ortaya
konularak gerekli tedbirler alınmalıdır.
Akdeniz’e giriş yapan türler kesinlikle
sınır tanımamakta ve bu tür canlıların
bilinmeyen olumsuz etkileri sadece
bir ülkeyi değil tüm Akdeniz ülkelerini
etkisi altına almaktadır. Bu nedenle
sorunlar sadece ulusal değil uluslararası boyutta ortaya çıktığından başta
Akdeniz ülkeleri olmak üzere Birleşmiş
Milletler üyeleri konu ile ilgili olarak
acil bir şekilde gerekli çalışmaları yapmak ve önlemleri almak zorundadır.
Daha şimdiden, tropikal yosun türlerinden olan ve 'katil yosun' olarak bilinen
'Caulerpataxifolia' türü yosun (Şekil 1),
“terörist yosun” olarak bilinen “Caulerparacemosa” ile havzada başarılı bir
şekilde gelişmekte, hatta alan kazanmaktadır. Batı Akdeniz'de son 10 yılda
yüzey suyu sıcaklığı 0.2 derece artmıştır. Bu artış 13 derece gibi sabit bir
sıcaklıkta yaşamaya alışan derin deniz
balıkları için tehdit oluşturmaktadır.''
Yüzey suyu sıcaklığındaki artış
Batı Akdeniz'de dip sularındaki sıcaklığın 1960'dan beri 0.12 derece yükseldiği, buna karşın Doğu Akdeniz'deki deniz
suyu yükselmesinin 1992'den beri ortalama 12 santimetre olduğu ifade edilen
raporda, Akdeniz'deki bu sıcaklık artışlarının sadece balıklar ve omurgasız
türleri değil, birçok göçmen tür için de
tehlike olduğu vurgulanmaktadır.
Deniz seviyesinin yükselme etkileri
Deniz suyu seviyesindeki değişimler
Akdeniz’deki uzun ve geniş plajların
supralitoral veya serpinti zonu ile
medcezir bölgesindeki (Mediolitoral)
türleri daha fazla etkileyecektir. Bu canlıların arasında kumsalları üreme alanı
olarak kullanan veya yumurta bırakan
deniz kaplumbağası gibi türlerin üreme
alanları plajların yüzey alanlarının
azalmasıyla tehlike altına girecektir.
Akdeniz’de deniz suyu seviyesindeki
yükselmeler sesil ve sedenter türleri
hareket edemediklerinden dolayı daha
fazla etkilerken balık gibi aktif yüzücü
türleri adaptasyon yeteneği nedeniyle
daha az etkileyecektir.
Marmara ve Karadeniz'de durum
"Akdeniz'de yaşayan, Karadeniz ve
Marmara'da 20 yıl önce nadir görülen
sardalya, kupes ve salpa gibi balıkların bu denizlerde sıkça görülmeye
başlanması, hatta İğneada gibi Batı
Karadeniz'de avcılığına başlanması
deniz suyu sıcaklığının artışıyla ilişkilendirilmektedir. Yine, günbalığı
türünün artık Marmara Denizi'nde de
görülebilmesi, dağılımın Akdeniz'in
güneyinden daha kuzeye çıkması küresel ısınmanın etkileriyle açıklanmaktadır. ''Küresel ısınmanın Karadeniz'de
hamsi göçlerini etkileyeceği, bunun da
Türkiye'de milyonlarca YTL'lik zarara
ve birçok balıkçı ailenin işsiz kalmasına
yol açacağı vurgulanmaktadır.
Denizlerde yaşayan canlılar özellikle de
belli indikatör türler küresel ısınmada
belirteç görevi görür. Balık toplulukları
oşinografik ve çevresel değişiklikleri
göstermede önemli bir işlev görür. Su
sıcaklığı balık türleri için yaşam alanı
ve üreme gibi temel etkenleri belirleyen
bir faktördür. Balıklar larva ve juvenil
denilen ergin öncesi safhalarında su
sıcaklığının değişmesine karşı oldukça
duyarlıdır. Bu nedenle deniz ve nehir
arasında göç eden balıkların bu olumsuzluktan etkilenmeleri kaçınılmazdır.
Akdeniz’de yaşayan ve Karadeniz ve
Marmara’da 20 yıl önce nadir görülen
Sardalya, Kupes ve Salpa gibi balıkların bu denizlerde sıkça görülmeye
başlanması hatta İğneada gibi Batı
Karadeniz’de avcılığına başlanması
deniz suyu sıcaklığının artışıyla ilişkilendirilmektedir. Yine, Thallossomapavo (Gün balığı) türü balıkların artık
Marmara Denizi’nde de görülebilmesi,
dağılımının Akdeniz’in güneyinden daha
kuzeye çıkması küresel ısınmasın etkileriyle açıklanmaktadır.
Eski ile yeni türler
arasında mücadele
"Sulak alanlardaki su seviyesi yükselmeleri yeni türlerin bu alanlara girmesine, eski ile yeni türler arasındaki
mücadeleye de sahne olacaktır. Nihayet,
deniz suyunun ısınması sonucunda
yüksek sıcaklıkta yaşayan bakterilerin
artması ve bunların hastalık oluşturma
kapasiteleri daha da artacaktır. Bunun
küresel boyutta olması da mümkündür.
Küresel ısınma denizlerde yapılan balık
yetiştiriciliği için tehlikedir."
Sadece canlı yaşam etkilenmeyecek
Raporda, küresel ısınmanın sadece canlı
yaşamını direktolarak etkilemeyeceği
"Sulak alanlardaki su seviyesi yükselmeleri yeni türlerin bu
alanlara girmesine, eski ile yeni türler arasındaki mücadeleye de
sahne olacaktır.
ve habitat yıkımlarına da yol açacağı
dile getirilmektedir.
Kurumlararası işbirliği
BM Çevre Programı (UNEP-IOC) ile UNESCO tarafından yürütülen deniz suyu yükselmeleri izleme ağı çalışmalarını takip
edilmesi, ülkede kurulacak birden çok
interdisipliner çalışma grubu ile denizlerin vakit geçirilmeden izleme çalışmalarına başlanması gerektiği ve bu konuda
devletin yetkili organlarının harekete
geçmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Geniş olanaklara sahip Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı'na bağlı Seyir Hidrografi ve
Oşinografi Dairesi ile üniversiteler arasında, uzun süreli araştırma projeleri
başlatılmasının önemi anlatılan raporda, izlenmeden değişimleri anlamanın
mümkün olamayacağı belirtilmektedir.
Gerek TÜDAV tarafından hazırlanan
“Küresel Isınma ve Türkiye Denizleri”
raporu ve gerekse diğer bilimsel kuruluşlar tarafından öne sürülen görüşler
uyarınca ayrıca, ''Sadece kar hedefleyen
üretim anlayışının dünyayı ve insanlığı bir kaosa götürdüğü bir gerçektir.
Mevcut üretim ilişkisiyle gezegenimizde
tüm canlıların geleceği tehlike altına
girmiştir. Küresel iklim değişikliği, yaklaşık 200 yıllık sanayi devrimi ve bunu
izleyen üretim süreçlerinin bir sonucu
olduğuna göre, bu süreçlerin yeniden
değerlendirilmesi, tüm canlıların mutluluk ve refahına göre dizayn edilmesi
gerekir. Aksi takdirde, suyu ısınan,
okyanuslar, denizler veya dünya değil,
buna neden olan biz insanlar ve hiçbir
suçu olmayan diğer canlılar olacaktır''
görüşüne yer verilmektedir.
Kaynakça
-UNEP, “Proceedings of theworkshop on invasiveCaulerpaspecies in theMediterranean”, Heraklion, Crete, Greece, 18-20 March, 1998, MAP
Tech. Reports Series, No: 125, Athena, 1999.
-Ribero,M.A.,Boudouresque,C.F., “Introducedmarineplants, withspecialreferencetomacroalgae: mechanismsandimpact”, Progress in
PhycologicalResearch, Vol; 11 (Eds: F.D.Round,
D.J.Chapman) Biopress Ltd, 1995.
-Boudouresque,C.F., “TheRedSea-Mediterranean
Link: unwantedeffects of canals”, Proceedings
of theNorway/UN Conference on AlienSpecies,
Trondheim, 1-5 July 1996, Eds: O.T.Sandlund,
P.J.Schei, A.Viken, Throndheim, 1996.
-Cirik,Ş.,Öztürk,B, (1991), “Notes sur la présence
d’uneformerareduCaulerparacemosa, en
Méditerranée orientale”, Flora Mediterranea, 1,
pp:217-219.
-Meinesz,A.,Cottalorda,J.M., Chiaverini,D.,
Braun,M., Carvalho,N.,Febvre,M., Ierardi,S.,
Mangialajo,L., Passeron-Seitre,G., Thibaut,T.,
Vaugelas,J., (1997), “Suivi de l’invasion de
l’alguetropicalecaulerpataxifoliadevantles
côtesfrançaises de la Méditerranée: Situationau
31 décembre 1996“ Ed.LaboratoireEnvironnem
entMarinLittoral, Université de Nice-SophiaAntipolis, Nice.
-Piazzi,L.,Balestri,E., Cinelli,F., (1994), “Presence
of Caulerparacemosa in the North-Western
Mediterranean”, Cryptogamie, Algol., 15(3)
pp:183-189.
-Tolay, M.,Cottalorda, J.M., de Vaugelas, J., 1998,
“EcolojicalEffects of TheSpreading of TheInvasiveSeaweedCaulerpataxifolia in TheMediterranean”, SECOTOX 98 International Conference
on EcotoxicologyandEnvironmentalSafety,
19-21 October, Antalya.
-Tolun;L.G.,Okay,O.S., Gaines,A.F., Tolay,M.,
Tüfekçi,H., Kıratlı,N., “Thepollutionstatusandthetoxicity of surfacesediments in İzmit Bay (Marmara Sea), Turkey”, Environment International,
26 (2000), 1-2.
-Meinesz, A., , “Killer Algae”, Daniel Simberloff
(Translator), Univ. of Chicago Press, Chicago,
(November 1999).
-Bethoux , J.P. Gentili ,B. Raunet , J. Taillez ,D.
1990. Warming trend in the Western Mediterraneandeepwater .Nature , 347 , 660-662.
-Bouduresque ,C.F. 1999. TheRedSea – Mediterranean Link : Unwantedeffects of canals .
InvasivespeciesandBiodiversitymanagement ,
213-228. KluwerAcademicPub.Nedherland.
-Francour , P. Bouduresque , J. Harmelin , J.G.
Harmelin , V. M,.L.Quignard. J.P. 1994 .AretheMediterraneanwatersbecomingwarmer ? Information fromBiologicalIndicators .Mar.Poll.Bull.
Vol.28. No: 9, pp.523-526 .Elsevierscience. Ltd.
Gesamp, 1997 . Marine biodiversity : patterns ,
threatsandconservationneeds.ReportsandStudiesNo .62 . London.
-Golani , D. 2002 . LessepsianFishmigrationcharacterisationandimpact on theeasternMediterranean . Workshop on Lessepsianmigration
, Gökçeada . p 1- 9. Tüdav yayınları no . 9.
İstanbul.
-Kadıoğlu, M. 2001. Bildiğiniz havaların sonu ,
Küresel iklim değişimi ve Türkiye . Güncel yayıncılık. 110. 368 s. İstanbul.
-www.globalwarming.org
-www.kuresel-isinma.org
-www.tudav.org
Mayıs - Haziran 2014 75
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE
NÜKLEER ENERJİNİN ROLÜ
Doç. Dr. Ahmet Erdal OSMANLIOĞLU MMG Yönetim Kurulu Üyesi
Dünyamızın geçmiş yüz yıllık döneminde insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı
nedeniyle küresel iklimde 0,5°C sıcaklık artışı meydana gelmiştir. Küresel iklim değişikliği
modelleri üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda; bugün önlem alınırsa bu sıcaklık
artışının 0,5 - 1°C olarak devam edeceği, ancak eğer önlem alınmaz ise bu defa sıcaklığın
1,4° - 5,8°C arasında artarak devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu düzeyde bir sıcaklık artışı
küresel hidrolojik çevrimde önemli değişiklere neden olacaktır.
G
ünümüzde, dünyamızın karşılaştığı
bu sıcaklık artışının önümüzdeki
yüzyılda önemli iklim değişikliklerine
neden olacağı artık bilim çevreleri
tarafından kabul edilmiş olan bir gerçektir. İklim değişikliğinin bu olumsuz etkisiyle küresel su seviyelerinde
ve su akımında değişiklikler ortaya
çıkacak ve ekosistemi doğrudan
etkileyen bu değişiklikler gıda kaynaklarını, tarımsal faaliyetleri, insan
ve hayvan sağlığını dolayısıyla tüm
endüstriyel sektörleri etkileyecektir.
Bunun neticesinde yoğun nüfus alanları başta olmak üzere sosyal ve ekonomik problemler otaya çıkacaktır.
Gerek bölgesel olarak ve gerekse
ülke düzeyinde sera gazlarına neden
olan faaliyetlerin etkili ve birbiriyle
uyumlu olarak yönetilmesi gerekir.
Ülkelerarası İklim Değişikliği (IPCC)
kaldırmaya yönelik tedbirlerin bir
an önce devreye alınmasına ihtiyaç
vardır. Yapılan projeksiyonlarda
bugün önlem alınsa dahi iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının
atmosferimizdeki azalma etkilerinin
ancak 50 yıl sonra görülebileceğini göstermektedir. Bu nedenle bu
süre içerisinde ekosistemin değişen
iklim koşullarına uyabilecek şekilde
korunması hayati önemdedir. Su ve
toprak kaynaklarımızın bu şekilde
etkilenmesi gıda kaynaklarımızın ve
gıda güvencemizi de doğrudan etkileyecektir. Bu koşullar altında, ulusal
iklim değişikliği stratejisi ve eylem
planının uygulamaya konulmasına
ihtiyaç doğmuştur. Bu plan, bir taraftan iklim değişikliğine neden olan
etkilerin bir an önce azaltılarak ve
nihayetinde tamamen ortadan kaldı-
raporlarına göre; Akdeniz coğrafyasında 1°C - 2°C sıcaklık artışının
geniş ölçekte kuraklığa ve oluşan ısı
dalgalarıyla iç bölgelerde etkili sıcak
havaya neden olacağı bildirilmektedir. Ülkemiz için ise küresel iklim
değişikliğinden kaynaklanan sıcaklık
artışının iç bölgelerimizde 5°C artışa
neden olacağı tahmin edilmektedir.
Bilimsel modellemeler yakın gelecekte ülkemizin daha sıcak, daha kurak
ve dengesiz yağış alan bir ülke haline
geleceğini göstermektedir. Bunun
sonucunda yazın sıcaklıklar artacak,
kar yağışı azalacak, yüzey sularımız
kaybolacak, toprak kayıpları ve erozyonlar yaşanacaktır.
Küresel iklim değişikliğinin bu
olumsuz senaryolara doğru gidişini
önlemek için öncelikle bu değişikliğe
neden olan olumsuzlukları ortadan
Greenhouse Gas emıssıons
Manifacturing/
Constriction (18.2%)
Road (21.3%)
International
Aviation (1.9%)
Other Energy
Industries (4.6%)
International
Shipping (2.7%)
Other (15.3%)
Küresel Karbondioksit salınımının sektörel dağılımı
76 Mimar ve Mühendis
1200
1000
800
Domestic Shipping/
Fishing (0.6%)
Electricity/Heat
Production (35.0%)
GLOBAL CO2 EMISSION BY SECTOR
1600
1400
600
400
200
0
nite
Lig
l
Coa
Oil
ral
u
Nat
Gas
Enerji kaynaklarının sera gazı salınımları (WNA,2011)
ar
Sol
Pv
ss
ma
Bio
r
lea
Nuc
c
ctri
ele
ro
Hyd
d
Win
100
90
80
70
60
50
40
30
20
10
0
enerji sektörüdür.
NÜKLEER ENERJİNİN ROLÜ
Bu yazıda iklim değişikliğine neden olan
etkiler arasında en önemlisi olan karbondioksit emisyonunu azaltılmasında
yine en fazla etkileyen enerji sektörü
açısından değerlendirilerek, nükleer
enerjinin üstlendiği rol incelenmektedir. Başta karbondioksit olmak üzere
atmosfere verilen sera gazları küresel
ısınmaya neden olmaktadır. Nükleer
enerji, karbondioksit emisyonuna neden
olmadığından iklim değişikliğine sebep
olan atmosferdeki sera gazı konsantrasyonunun azaltılmasına doğrudan olumlu
katkı sağlamaktadır.
Nükleer enerji üretim zinciri, tümüyle
ele alındığında sera gazı salımı konusunda en temiz seçenektir. Fosil yakıtların yanmasıyla açığa çıkan karbon
monoksit, karbon dioksit, sülfür dioksit
ve azot dioksit gibi sera gazı oluşumuna
sebep olan zararlı gazlar, nükleer sant-
Renewables
Oil
Natural gas wits CCS
Natural gas
Coal with CCS
Coal
Nuclear
2009
6DS, 2050
2DS, 2050
2DS-hi Nuc2050
Elecricity generation (TW-h)
Shares in elektricity generation (%)
rılmasına yönelik olmalı, diğer taraftan
da, mevcut su, tarım, orman ve gıda
kaynaklarımız ile ekosistem, biyolojik ve
bitkisel çeşitliliğimizi korumaya yönelik
olmalıdır. Ülkemiz 2009 tarihi itibariyle
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında Kyoto Protokolünü onaylamıştır. Sözleşmenin temel
amacı; atmosferdeki sera gazı birikimini
tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde
tutmak için insanın iklim üzerindeki
olumsuz etkilerini durdurmaktır Kyoto
Protokolü gelişmiş ülkelerin sera gazı
salınımlarını 1990 yılına göre %5,2 azaltmalarına yönelik bir anlaşmadır. Amaç,
altı adet sera gazının (karbon dioksit,
metan, nitröz oksit, kükürt heksaflorür,
HFC,PFC) yıllık salınım değerlerini azaltmaktır. Küresel iklim değişikliğine neden
olan bu gazlar büyük oranda fosil yakıtların yanması sonrası ortaya çıkmaktadır.
Yoğun olarak kullanılan fosil yakıtlar ise
petrol, doğalgaz ve kömür türleridir. Bu
yakıtların en fazla kullanıldığı sektör ise
8000
7000
6000
5000
4000
3000
2000
1000
0
raller çalışırken atmosfere salınmaz. Bu
nedenle nükleer enerjinin iklim değişikliğine sebep olan atmosferdeki sera
gazı konsantrasyonunun azaltılmasında
büyük rolü vardır (Osmanlıoğlu, 2012).
Günümüzde nükleer santraller, elektrik
sektöründen kaynaklanan sera gazı salımında yıllık olarak yaklaşık %17 azalmaya sebep olmaktadır (ETKB, 2013).
Günümüzde işletmede olan nükleer
santraller sayesinde fosil kaynaklı elektrik üretiminden kaynaklanacak olan
yıllık karbondioksit salınımında 1 Milyar
tondan fazla düşüş sağlanmaktadır. Bu
nedenle, Kyoto protokolü kapsamındaki
yükümlülüklerin karşılanabilmesi için
diğer faktörlerin yanı sıra nükleer enerjinin katkısına ihtiyaç duyulmaktadır.
Enerji kaynakları arasından nükleer
enerji tamamen çıkarılırsa ne olur?
Bunun en yakın örneği Almanya’dır.
Almanya nükleer reaktörlerden vazgeçmesi üzerine enerji açığını linyitten karşılamaya başlamıştır. Bunun sonucunda
kömürden elektrik üretim miktarı geçen
yıl %45 oranında artmıştır. Nükleer kaynak yerine kömür bazlı enerjiye olan bu
geçiş Almanya’nın karbon emisyonunu
25 milyon ton artırmıştır. Bu düzeydeki
bir karbon emisyonu 4,4 milyon aracın
daha yollara çıkmasına eşdeğerdir.
Küresel iklim değişikliği dikkate alınarak dünya elektrik üretimindeki enerji
kaynaklarının payını öngören projeksiyonlara göre 2050 yılında yenilenebilir
enerji kaynakları ile nükleer enerjinin
payının önemli ölçüde artması beklenmektedir.
Karbon emisyonları dikkate alınarak
2020 yılı, 2020-2035 yılları arası ve 450
2020: 4-for-20C
Incrament over
periot 2020-2035
4-for-20C scenario
450 ppm CO2-eq
scenario
Nuclear
Hydro
Wind
Bioenergy
Solar PV
Other
CCS
2050 yılı Enerji Üretim Payları Projeksiyonu.
Temiz enerji kaynaklarının elektrik üretimindeki payları
Mart - Nisan 2014 77
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
Brazil 12%
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Venezuela 11%
Norway 5%
Egypy 4%
India 12%
Russian Federation 3%
Greenland 2%
Canada 2%
Other countries 1%
South Africa 1%
Turkey 13%
Australia 19%
USA 15%
Ülkelerin Toryum Rezervleri
ppm Karbondioksit Eşdeğeri hedefine
göre yapılan projeksiyonlarda, temiz
enerji kaynakları arasında nükleer enerjinin önemli bir kaynak olarak yerini
alacağı görülmektedir.
Nükleer enerji, elektrik üretiminde
sahip olduğu 1.88 Gt karbondioksit
eşdeğeri ile sera gazlarının azaltılmasında en büyük potansiyele sahip olan
enerji türüdür. 2050 yılında küresel
toplam sera gazı düşüşünün 15%’ini
nükleer enerji sağlamış olacaktır
(IAEA,2013). Dünyada yaşanan nükleer kazalar ve son olarak Fukushima
nükleer kazası sonrasında, çok daha
güvenli ve atık sorunu olmayan küçük
modüler reaktör teknolojilerine ağırlık
verilmiştir. Bu reaktörler her açıdan
elektrik üretimine temiz enerji olarak
doğrudan katkı sağlarken büyük güç
reaktörlerinin yerine lokal enerji ihtiyaçlarını karşılamakta çok daha güvenli
ve etkilidir. Lokal enerji ihtiyaçlarına
kısa sürede çözüm olan bu reaktörler
aynı zamanda uzaklara elektrik iletim ihtiyacını azaltacağından şebeke
kayıplarını da büyük oranda ortadan
kaldırmaktadır (Osmanlıoğlu, 2014).
Günümüzde yaklaşık 17 ülke, şebeke
stabilitesi ve işletme koşulları nedeniyle
termik santraller yerine Küçük Modüler
Reaktörleri (KMR) devreye almak üzere
çalışmalar yürütmektedir. Yakın gelecekte KMR’ler en güvenli ve temiz enerji
78 Mimar ve Mühendis
kaynağı olarak nükleer sektörde önemli
rol oynayacaktır.
TORYUM
Nükleer enerjinin uzun dönemde iklim
değişikline yapacağı potansiyel katkıyı
değerlendirirken nükleer teknolojiye
esas olan hammadde kaynaklarının da
değerlendirilmesi gerekir. Günümüzde,
uranyum yakıt çevrimi teknolojileri
konusunda yeterince tecrübe mevcuttur. Ancak daha verimli yakıtlarla ve
daha az yüksek düzeyli atık çıkaran
yeni nesil yakıtlar üzerinde çalışmalar
yürütülmektedir. Uranyumun en gerçekçi alternatifi toryumdur. Toryum,
dünyamızda uranyumdan üç kat daha
fazla bulunmaktadır (IAEA, 2012).
Toryumun nükleer yakıt olarak kullanılması 1947 yıllarında ABD’de başlamış
ve 1960’larda az sayıda toryum yakıtlı
reaktörler işletilmiştir. 2013 yılında
Norveç’te, Halden araştırma reaktöründe toryum yakıt deneyleri yapılmıştır.
Toryum fiziksel özellikleri nedeniyle
uranyum bazlı yakıtlara nazaran daha
güvenlidir. Kurchatov Enstitüsü (Rusya
Federasyonu) ve Thorium Power Corporation (ABD) tarafından yürütülen çalışmalarda toryum bazlı nükleer yakıtın
maliyetinin en az 20% daha düşük olduğu belirtilmiştir (Shropshire vd., 2007).
En fazla toryum rezervlerine sahip olan
ülkeler aynı zamanda en fazla enerji
tüketen ülkelerdir (Brezilya, Hindistan,
ABD). Bu nedenle, bu ülkelerin 25nci
yüzyılda toryum yakıtlı reaktörleri
işletmeye almaları beklenmektedir.
Hindistan uranyum ithalatı yerine kendi
toryum kaynaklarını kullanabileceği
reaktörler üzerinde yoğun çalışmalar
yürütmektedir. Enerji ithalatı yoğun
olan ülkemizin de, kendi geleceği için
bu ülkelerden belki de çok daha fazla bu
kaynağı değerlendirmeye ihtiyacı vardır.
Ülkemiz, 1995 yılında kapatılan ancak
2010-2013 yılları arasında yürütülen
yoğun çalışmalar sonucunda bugün tekrar ve daha güçlü olarak işletmeye alınmayı bekleyen bir araştırma reaktörüne
sahiptir. Diğer taraftan, oldukça önemli
miktarda toryum rezervlerimiz bulunmaktadır. Dünyada nükleer endüstri
daha güvenli ve karbon emisyonu olmayan küçük modüler reaktörlere doğru
hızla gelişmektedir. Gerek küresel iklim
değişikliğine katkısı açısından ve gerekse enerji arz güvenliğimizi sağlamak için
ülkemizin kalkınmasında yapacağımız
en önemli hamle, yerli toryum yakıtlarının araştırılacağı ve teknolojisinin
geliştirileceği araştırma reaktörümüzü
en kısa sürede devreye alarak, küçük
modüler toryum yakıtlı milli reaktörleri
geliştirmek olmalıdır.
Kaynakça
ETKB, 2013. Nükleer Santraller ve Ülkemizde Kurulacak Nükleer Santrale İlişkin
Bilgiler. Nükleer Enerji Proje Uygulama
Dairesi Başkanlığı. Yayın No:1. Ankara.
IAEA, 2013. Climate Change and Nuclear Power. International Atomic Energy
Agency. p.114, Vienna, Austria.
IAEA, 2012. Experiences and Trends of
Manufacturing Technology of Advanced
Nuclear Fuels, IAEA-TECDOC-1686, IAEA,
Vienna, Austria.
Osmanlıoğlu A.E. 2012. “Küresel Enerji
Projeksiyonu” MMG Dergisi No:67 s
54-55. İstanbul.
Osmanlıoğlu, A.E.2014. “Nükleer Enerjide
Yeni Rota” MMG Dergisi No: 75, s. 84-88.
İstanbul.
PBL, 2014. Netherlands Environmental
Assessment Agency Report. Trends in
Global Carbon Emissions. The Hague,
Netherlands.
Shropshire, D.E., et al.2007. Advanced
Fuel Cycle Cost Basis, INL/EXT-0712107, Idaho Natl Lab, ID, USA.
WNA, 2011. Report:Comparison of
Lifecycle Greenhouse Gas Emissions of
Various Electricity Generation Sources.
London, UK.
Mayıs - Haziran 2014 79
DOSYA: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE GIDA GÜVENCESİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Guar Ekimi ve İlaçlama
Mehmet SITKI
Ülkemizin son dönemde keşfedilen ve yem alanında
kullanılan bitkisi Guar’ın ekimi ve bakımı ile ilgili
bilgileri bu makalemde paylaşmaktayım.
Dikim Öncesi Kararlar
Nerede ekim yapılmalı?
Yağış ve dağılımı verimliliğine çok
etkilidir. Büyüme döneminde daha
yüksek verimlilik için 400-500 mm
dağılmış yağış çok önemlidir. Yetersiz
yağmur sonucu bitkide erken yaşlanma görülür ki bu da yaprak ve az tane
olarak sonuçlanır. Aşırı yağmurlarda
daha fazla vegetatif büyüme olmasına
rağmen barınma ve verimde yetersizlik oluşturur. Çiçeklenme ve bakla
oluşum aşamasında toprağın nemi iyi
ve yüksek verim sağlar. Hasad ya da
harmandaki yağış karamış ve çürümüş tohum kalitesine zarar vericidir.
CB toprak ve çevre şartlarına oldukça
duyarlıdır. Bitki iyi sürülmüş, kumlu
(kumlu bitki artıklı, çürümüş yaprak
karışık) topraklarda yetişir. Bununla
birlikte bitki aydınlık topraklarda da
iyi yetişir. Susuzluluğa ve buna bağlı
olarak tuzluluğa hassastır. Bitki ekimi
için yer ve alan seçerken tüm bu
hususlara dikkat edilmesi gerekir.
Kırpma ne kadar sıklıkla olmalıdır?
CB hem yaz mevsiminde hem de
kharif mevsiminde çeşitli sebze
programları, tahıl, yem maddesi ve
endüstriyel amaçlı yetiştirilebilir.
Bitki hem tek ürün hem de karışık olarak iyi büyür. Buğday, arpa,
hardal, pamuk, darı ve sorgum ile
rotasyonu çok faydalı olduğu tespit
edilmiştir. Ancak CB-darı rotasyonları toplam verim açısından birim alan
başına daha etkilidir. CB sulu koşullar altında iki kez üst üste sisteminde
buğday başarı ile yetiştirilebilir. Hardal yetiştirilecek olursa orta derecede verim alınabilir.
80 Mimar ve Mühendis
Hangi tohum ekelim?
CB’nin 90 ve 110 günde olgunlaşan iki
türü vardır. Kurak alanlarda “Asgari
Büyüme Dönemi” için birçok tuhaflıkları vardır. Bazı alanlarda 90 günden
daha az bazı alanlarda ise 120 günü
aşan sürelerdedir. Böyle çeşitli tür
seçiminde üç görüş; 1) mevcut asgari
büyüme dönemi, 2) yem amaçlı olup
endüstriyel ya da diğer amaçlı ve 3)
mevcut kaynakların arazi kırpma zamanı geldiğinde vb. Örneğin, eğer asgari
büyüme dönemi 120 gün ise amaç
yem ve ülke ise uzun süreli çeşitler
kullanılabilir. Ancak arazi sezon sonu
amaçlı kullanılacaksa tahıl/endüstriyel
amacı ile kullanılacaksa erken yetişen
çeşitler yetiştirilebilir. Galaktomannan
(CBsakızı) yüksek molekül ağırlıklı
karbon hidrat polimer endüstrisinde
çok yararlıdır. Ürünün galaktomannan
içeriği ve kalitesi son derece genel ve
özellikle yağış ve hava durumuna göre
değişkendir. Hem içerik hem de kalite
yağmurlarla azaltılır. Bu nedenle erken
çeşitlerin ekimi yağmurların olduğu
dönemde tercih edilmemelidir. Aksine
yağmurların sınırlı olduğu ve erken
biten yerlerde kısa süreli yetişen çeşitleri daha iyi yetişir. Yerel çeşitlerin
genel olgunluk geç ve yıkım gibi biyotik
basınca duyarlı sonuçta hem kharif
sezon (Haziran ortasından Temmuz
ortasına) sulama tesislerinin mevcut,
yağmur yağış ve başlangıç saati bağlı
olarak bulunmaktadır. Yeşil gübreleme
için ortalama ürün muson yağmurlarının başlangıcı ile erken dikim olabilir.
Ekim Sırasında Kararlar
Nasıl Ekelim?
Ekim yöntemi ve boşluk büyük ölçü-
de çeşitlere bağlıdır ve biçim amacı
genişletilmiştir. Tohum biçimi dalsız ve
erken olgunlaşan türlerde 30 cm sıra
aralığı olarak ekimi yapılmalıdır, dallı
ve orta süreli çeşitlerde ise PORA yöntemi ile 45 cm boşluk olması gerekir.
Yem bitkileri için satırlar arasında aralık 30 cm e azaltılırken bitkiden bitkiye
15-20 cm ile 45 cm’e kadar artırılmalıdır. Yeşil gübreleme için PORA yöntemiyle ya da bir örnek tohum yayma
yoluyla sık ekim olabilir.
Ne kadar ekim yapılmalı?
Hektar başına ekilecek ürün için 1520/
ha tohum bitki türüne, ekim zamanına,
alan büyüklüğü, toprak tipi ve nem
durumuna bağlı olarak kullanılabilir.
Biçim arası tohum oranı ana ürün ile
orantılı olarak ayarlanabilir. Yem ve
yeşil gübreleme için optimum tohum
oranı 40-45/ha’dır. Bu oran sebze
amaçlı ise 15 kg/ha tutulmalıdır.
Çoğunlukla sert iklim durumları dikkate alındığında açık bir şekilde görülmektedir ki CB’nin nerede yetiştirile-
Tohum biçimi dalsız ve erken
olgunlaşan türlerde 30 cm
sıra aralığı olarak ekimi
yapılmalıdır, dallı ve orta
süreli çeşitlerde ise PORA
yöntemi ile 45 cm boşluk olması
gerekir. Yem bitkileri için
satırlar arasında aralık 30 cm
e azaltılırken bitkiden bitkiye
15-20 cm ile 45 cm’e kadar
artırılmalıdır. Yeşil gübreleme
için PORA yöntemiyle ya da bir
örnek tohum yayma yoluyla sık
ekim olabilir.
ceği ürün garantisi için darı, mungbean
ve mothbean çeşitleri ile değişik oranlarda karıştırılarak kullanılabilir. Ancak
bu durum daha iyi ve geliştirilmiş
çeşitlerin durumu ile değişmiştir. Şimdi
ağırlıklı olarak daha yüksek kazanç sağlamak için tek ürün hatları yetiştirilir.
Ancak burada kötü hava şartlarında
CB’nin yetiştirilmesinin başarısızlık
şansı daha yüksektir, darı ile 3:1 oranında karıştırıldığında hatalara karşı
risk azaltılacaktır. CB darı veya sorgum
ile 1:2 oranında karıştırılırsa yemin
beslenme düzeyini artırır.
Ne kadar beslenme?
Baklagil olarak bu tür iyi bir başlangıçta 15-20 kg N/ha dozda hariç azotlu
gübre gerektirmez. Ortaya yakın düşük
değerdeki fosforlu topraklarda 30-40
kg/ha düzeyindeki P2O5 uygulamaları
tam yarar sağlar. Ekimden önce en iyi
sonuç için Fosfatik gübre serpilebilir.
Ekim sırasında her hektar başına 5 kg
çinko ve 20 kg sülfür uygulaması bu
besin maddelerinden yetersiz topraklarda faydalıdır. Çinko sülfatın bazal
uygulamasının yokluğunda ekimden 4
ila 6 hafta sonrasında % 5 çinko sülfat
yapraklara sprey olarak uygulanabilir.
Yem için yetiştirilen ürün, 25 kg N ve
50 kg P2O5/ha, sebze için ise 25 kg N
ve 40-50 kg P2O5/ha ihtiyaç duyar.
Ekim öncesinde tüm uygulamalar yapılmış olmalıdır.
Ekim Sonrasında Kararlar
Yabani ot kontrolü
Muson sezonunda özellikle bu ürünün
en yıkıcı düşmanları yabani otlardır.
Yabani otlarla mücadele nem, besin
maddeleri, ışık ve süreyi etkileyeceğinden verimi de büyük ölçüde etkiler.
Periyodik yabani ot mücadelesi ve
çapalama yabani otları kontrol altında
tutmaya yardımcı olur. İlk çapalama
ekimden sonra 25-30. günlerde ikinci
çapalama gerekirse ekimden sonra
40-45. günlerde yapılabilir. Seyrek ya
da yoğun çaba harcanacak alanlarda
herbisitlerle yabani otlar kontrol altına
alınabilir. Treflan ya da basalin karışımları uygulanabilir. Hafif topraklara 1
kg a.i./ha ve orta dokulu topraklara 1,5
a.i./ha oranında uygulama CB içindeki
yabani otları kontrol altına almak için
etkilidir.
Sulama
Derin kök salmış bağlı sistemde çok
rasyonel nem kullanan CB böylece
daha az sulama gerektirir. Normalde,
yağış durumu elverişli ise herhangi bir
sulama gerektirmez. Erken vejetatif
dönemde sulamadan kaçınılmalıdır.
Musonların erken olması durumunda
pod oluşum aşamasında koruyucu bir
sulama uygulanmalıdır. CB yem amaçlı
2-3 sulama gerektirir, yaz aylarında
sebze amaçlı ise 4-5 sulama uygulanabilir.
Hasat ve Harman
CB’nin hasadı bitki yapısı ve kök sistemi nedeniyle zordur.
Mayıs - Haziran 2014 81
SÖYLEŞİ
“MİNYATÜR, HAYAL OLAMAYACAK KADAR
GERÇEK, GERÇEK OLAMAYACAK KADAR
BÜYÜLÜ BİR SANATTIR”
Mimar ve Mühendis Dergimiz için Türkiye’nin minyatür sanatı alanında yetiştirdiği en
büyük değerlerden birisi Sayın Özcan Özcan Bey ile sanatı ve hayatı üzerine son derece
faydalı bir söyleşi gerçekleştirdik.
ÖZCAN ÖZCAN MİNYATÜR SANATÇISI
SÖYLEŞİ GÜLESER EKŞİ
Özcan Bey, minyatüre ne zaman ve nerede başladınız?
Minyatüre 1986 yılında başladım. O zaman bir atölye vardı. Abim,
ablam, onların hepsi geleneksel bölümde okuyorlar. İlk defa da bir
atölye açmışlar. 16 yaşlarındaydım. İşte biri hat yapıyor biri tezhip
yapıyor falan. Sen de minyatür yap dediler. Sonra dedim işte minyatür
nedir diye, bu dediler bana. Sonra Süheyl Ümye’nin Tıp Tarihi Enstitüsü vardı, oraya gittim, geleneksel sanatlarla ilgili çalışılıyordu. Orada
minyatür dersi veriyorlardı. Minyatür demeyeyim de geleneksel sanatlara giriş dersi gibi. Süheyl Bey’in son dönemiydi, sonra karşılaşamadık
onla rahmetli oldu. İşte Hanzade Hanım, Ülker Hanım vardı. Oraya
gittiğimde bana bir çiçek verdiler, bunu yap dediler. Ben de aldım,
yaptım, götürdüm, hayretler içerisinde kalmışlardı. Böyle başladık. O
zamanlar hani şey vardır, değer bulma diye bir olay vardır, minyatür
piyasası da yok o zaman. Üniversite hayatım boyunca da devam
ettim, o zaman değişik olan şeyleri yaptım. Ondan sonra bir taraftan
para kazandık bir taraftan okuduk ve o gün, bu gün minyatür yapıyoruz ama kimse bana bir şeyi öğretmedi, bildiğim bir şeyi yapıyordum
ben. Ama o zaman da minyatürü kimse tanımıyor. Bugünün bakış
açısıyla minyatür yapmak çok daha farklı bir şeydi. Ben kendi desenlerimi yapmaya başladım, ondan sonra olmayan şeylerdi bunlar. Bunlar
daha çok tutulmaya başladı, daha modern, daha günümüze yakın şeyler olduğu için. Bunlar tutulunca o gün bu gündür minyatür yapıyorum.
Sizce minyatür ne demek?
Osmanlı ve İran minyatürü arasındaki farklar nelerdir?
Minyatür, Miniare’den, minirum’dan gelen kırmızıya boyamak kökünden gelen küçük resimlere verilen isim olarak anlatılıyordu. Mesela
Adem kelimesinin İbranice ve Sümerce kırmızıya boyanan anlamında
olduğunu hatta Sümerce iki anlam taşıdığını diğer anlamınında
kandan yapılan anlamına geldiğini gördüm. Yani minyatür kırmızıyla
alakalı, insanla alakalı. Sonra Aide Hanımın “Sakalar, Türkidiler” diye
82 Mimar ve Mühendis
Güleser Ekşi: Yaklaşık 2 senedir Özcan Bey’in
atölyesine devam ediyorum, minyatür, çok renkli ve
çok yönlü bir sanat dalı… Hem aktüel, hem tarihle hem
de resimle içice…
bir kitabı var, burada kelime kökenlerine kadar açmış. Tanrıça Minerva var mesela İtalya’da. Onun yüzü kırmızıya boyanıyormuş. Minyatür
aslında insanın ortaya koyduğu bir şeyler, çizimler anlamına geliyor.
Bense minyatüre şartlanmamış insan doğasının resmi derim. Çünkü
resme girdiğiniz zaman resim sizi şartlıyor.
Minyatür daha doğal, içinizden geldiği gibi çizimin diğer adı. Bu
yönüyle de şunu söyleyebiliyoruz aslında, hani şimdi diyorlar perspektif yok, ışık, gölge yok. Ben ışığı, gölgeyi kullanıyorum ama benim
için ışığın oradan buradan gelmesi önemli değildir, Rembrant’ı bilir
misiniz,onun resimleri vardır mesela batıda. Kendinden ışıklı resimlerdir onlar. Baktığınız zaman karanlıkta bir obje parlar, ışığın nereden
geldiğini göremezsiniz. Işık vardır ama kendinden ışık varmış gibi.
Minyatür de böyledir. Benim için nasıl güzel durduğu önemli. Biraz
hacim girdiğinizde minyatür farklı olabiliyor . İlk deneyenlere bakıyorum, Behzat denen bir adam var minyatür tarihinde. Aslında Herat
Okulu’nun kurucusudur Behzat. Afganistan’da o döneme bakarsanız
Türkler var. Zaten o okulların hemen hemen tamamı Türk Okuludur,
Bağdat Okulu, Şiraz Okulu. O dönemde devlet Selçuklu biliyorsunuz.
Selçuklu’nun mirası da diyebiliriz aslında. Ya hep Türk Devleti olarak
kalmış son yüz seneye kadar İran’a da mesela Türk egemenliğinde
olduğu için İran demek ne kadar doğrudur o da tartışılır yani. Çünkü
onların biçimsel olarak değişimleri Cumhuriyet’ten sonra 1900’lerden
sonra İran’da bir şeyler başlıyor. Devinim başlıyor sanat üzerinde.
Ondan önceyse tamamen Osmanlı’nın kontrolü altında. O yüzden de
Osmanlı tarzı çalışıyorlar. 120 sene önceye gidelim, İran diye bir şey
var mı acaba? Onunda öncesinde Selçuklu Afganistan’a kadar bir
Selçuklu var, oyüzden de zaten tam bir ayrım yapmak mümkün değil.
Minyatürün tarihçesi nereye kadar uzanıyor?
Bizde hep şöyle bir yanılgı var. Batıda şu söylenir, minyatür dendiği
zaman Türklerle ilgili sekizinci yüzyılda Uygur Türkleriyle başlamış
derler, Karaoça harabelerinde bulunduğu falan söylenir. Ama dünya
sanat tarihine girdiğiniz zaman ikinci yüzyılda Çinlilerin yapmış
olduğu profesyonel minyatürler var. Hatta o kadar profesyoneldir
ki ondan sonra gelen hocalarını geçemeyeceklerini tahmin ettikleri
için bir dönemi tamamen taklit olarak geçirmişler. Mesela bizde
de öyle bir sorun var her şey aynılaşmaya başladı. Minyatürün
bende bir sürü tanımı var. Hayal olamayacak kadar gerçek, gerçek
olamayacak kadar büyülü bir sanat dalıdır. Bunu da Derviş Bey’in
“Güneşi Beklerken” filmine minyatürler yapmıştım o dönemde.
O film de çok güzel bir filmdi aslında. Ama orda Eflatun diye bir
karakter vardı onun hayatı anlatılıyordu Velaskesin“Nedimeler” tablosu. O tablo okadar önemli bir tablodur ki hatta bir ressam gelip
bakmış tabloya ve şöyle bağırmış “resim tarihinin ilahiyatı budur”.
Düşünebiliyor musun? Çünkü o dönemlerde bütün dinleri kapsadığı
düşünülüyor. İlahiyat en zengin bilim dalı olarak görülürken bir
resme bakıp işte resim sanatının ilahiyatı yani bilim dalı tarafı, işte
en büyük tarafı bu demek oluyor.
Osmanlı minyatürlerini,
İran minyatürlerinden ayıran nedir?
İran minyatürü için son yüz senesine, İran’ın, İran olduktan sonraki durumuna bakmak lazım. İran’dan Mahmut Farşiyan diye bir
adam çıktı. İlk durağı İstanbul, buradan Avrupa’ya geçiyor, oradan
da Amerika. Batının teknikleri ile minyatürün Batı resim teknikleri
doğu oryantalizmini birleştirerek yeni bir tarz ortaya koyuyor. Bu
da İran’ın deviniminde çok büyük bir rol oynuyor ama ondan önce
mesela Hüseyin Behzat var. Hüseyin Behzat yaptığı bir takım
değişiklerle, bu ışık falan çizgisel manada, bir şey sağlıyor yani. En
büyük üstatlardan biri zaten, konular çalışılarak gidiliyor. Mesela
biz Osmanlının devamı olarak baktığımızda şunu söyleyebiliriz,
karmaşıklık yok, net bir minyatür. Çünkü net bir kültürseniz egemen
bir kültürseniz net olmak zorundasınız. Fırça kurallıdır; inceden
kalına, kalından inceye gider. İran’da bu yok mu, onlarda da var
ama bizdeki gibi değil, bilekten çıkartırlar, koldan çıkartırlar onu ve
daha çok çizgi nasıl çıkıyorsa öyle gider. O çizgiye yön vermez, çok
doğal olarak gider. Bizde ise kural önemlidir, Haliyle çizginizi de
kurallı yapmak zorundasınız.
Mesela Osmanlı “Kontras” kullanıyor. Kırmızının yanında maviyi
kullanıyor. Beyazın yanında siyahı kullanıyor diyeyim, daha net
olacak. Kontras kullandığı için zaten vermesi gerekeni veriyor ama
orada renkler iç içe giriyor. Aslında Osmanlı satranç oynuyor, her
hamlesini kendi belirliyor, İran’da ise daha çok kaderci çıkıyor.
Konulara baktığımızda ise aşırı olarak bir hüzün havası görürüz.
Osmanlının o neşesi falan yoktur genelde. Çünkü o bölgenin o
bunalımını görmeniz gerekiyor çünkü ora tüm peygamberlerin geldiği bir coğrafyadır aslında.
İkinci yüzyılda ise, Çinlilerin yaptığı müthiş minyatürleri görürsünüz.
Bize sekizinci yüzyılda deyip ağzımıza bal çalıyorlar. Ama dünya
sanat tarihinde yerimiz yok. Bende o zaman diyorum ki madem
Türklerde başladı diyorsunuz o zaman o yapılanlarında Türk olduğunu söyleyin. Ya da Mısır’daki piramitlerin içerisine çizilmiş resimler
var. Bu resimler minyatür aslında. Minyatürle bire bir özdeşleşenleri
de var. O zaman deyin ki; Mısır’da o zaman Türk deyin. Ama ne
zaman başlamıştır minyatür, rüyayla derim, ilk insana kadar giderim. Mağara dönemi vardır ya o döneme kadar giderim. Rüyalarınız
olmadan inancınız olmazdı ve hayvanlar gibi olurduk biz. O yüzden
sanatın tarifini yaparken sanat ruhun matematiksel ifadesidir derim.
Renklerin minyatürde anlamı nedir sizce?
Renklerin minyatürde çok anlamı yok aslında ama inanç olarak
baktığınız zaman bu renklerin anlamını görebilirsiniz. Özellikle dinlerin getirmiş olduğu renkler vardır. Mesela Tevrat’ı okuduğunuz
zaman şu anlatılır; atlılar, cennetin atlıları, yola çıkar bu atlılar ve
aslında rüzgardır bunlar. Bir kısmı siyah, bir kısmı beyaz, bir kısmı
da kırmızı atlarla gider. Bu renklerin yönlerini görürsünüz. Bunu
Piri Reis’te de görebilirsiniz. Bizde biraz farklıdır. Mesela Karadeniz diyoruz. Kara, kuzey demektir. Ak diyoruz, ak güney… Mesela
mavi, beyaz doğu oluyor ama kırmızı batı değildir, orada bir
değişim var. Tevrat’takinden farklı bir değişim var. Yanılmıyorsam
al, güney oluyor, ak da batı oluyor. Bizde böyle bir fark var. Kara
ve mavi beyaz değişmiyor, al ve ak değişiyor. Ama yinede kültürün içine baktığımızda benim hep şu kafama takılmıştır; bence
bunun da araştırılması gerekiyor,mesela bizde bir kızıl elma vardır,
batı bizim için bir kızıl elmadır değil mi. İstanbul bir kızıl elmadır
mesela,ondan alınması gerekmektedir.
Şöyle bir şey söyleyebilirim; batıda akımlar arasında bazen bazı
şeyleri farklı kullanmak vardır, o akım doğsun, minyatürde de böyle
bir şey var Tebriz ve Herat, Şiraz bu okullardan bahsederken bu
okulları birbirinden ayıran renklerdir. Yeni bir renk bulunması bir
heyecan yaratır mesela, bu turkuaz mavi renkler vardır o, o dönemlerde bulunmuştur. Renklerin çok büyük ayrımları vardır. Boyaların
nasıl elde edildiğiyle alakalı şeyler vardır. Bugün çok fazla boya
geliştirme teknolojisi var ama o renkleri yakalamak çok zor. Mesela
çivit mavi derler Hindistan’dan gelir, turkuaz Türklerden gelir.
Mayıs - Haziran 2014 83
SÖYLEŞİ
Minyatürün günümüzde geldiği nokta nedir sizce?
Minyatür günümüzde iyi bir noktaya geldi diye gösterebiliriz, daha
doğrusu çoklaştırıldı diyebiliriz. Türkiye’de sanatla işçilik karıştırılmakta, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bir şeyler yapılmaya çalışılmış ama bugüne gelememiş. O zamanlar çok büyük kayıplarla
bir devlet kuruldu. Bir kültür oluşturma kaygınız var, bir takım
şeylerin çevirileri yapılıyor, yeniden ortaya konmaya çalışıyor.
Osmanlıda sanatçıya ciddi bir önem verilmiş ama bu dönemde
tüm bilgisizliğe rağmen bizim sanatlarımızca ciddi bir adamcılık
var, ona rağmen minyatürle uğraşan çok insan var ama minyatürü hakkıyla yapan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu
sanatı yapan kaç kişi var ki?
Türkiye’nin en büyük sorunu bir taklit, iki kültür ve sanat alanındaki eksiktir. Kültür ayrı telden, sanat ayrı telden çalıyor. İkisinin
beraber yürümesi lazım. Bu ülkede dekoratif bir anlayışı sanat
anlayışı vardır. Dekoratif sanat kalıcı değildir, sadece dönemine
aittir, gözünüze hoş gelen şeydir. Bunların içinde minyatür ayrılır.
Minyatür dekoratif olarak mı kabul edilmelidir ya da kültür ve
sanat anlamında hizmet mi etmeli. Bir şeyler anlatmamız lazım.
Gidiyorsunuz kız kulesi, vapur, deniz görüyorsunuz, ne anlatıyor
bize; hiçbir şey. Peki, sanat nedir? Bir şeyi iyi yapmak mı, bir
toplumu peşinden sürükleyen bir akım oluşturmak mı? Mesela
batı akımlarına girdiğiniz zaman şunu görürsünüz; batıda bilim
din çatışmasıdır sanat. Çünkü kilise egemendir, hep klasik ikonların yapıldığı yer. Bir gün ne olur bu Mısır’daki Yusuf’un kıtlık
tabletinin sahte olduğu ortaya çıkar, Konstantin’in mektupları
ortaya çıkar ve insanlar kiliseye karşı çıkar, siz bize yalan söylediniz derler ve manihizm akımı başlar,manihizm kiliseye karşı
bir harekettir. Mesela meyve tabaklarından kral portresi falan
görürsünüz, saçma sapan şeylerdir. Ne olur, ahlak çöküntüye
uğrar ve kilise yeniden devreye girer ve yine bir barok akım ortaya çıkar. Din, bilim çatışmasıdır.
Resim yaparken malzeme
olarak neleri kullanıyorsunuz?
Minyatürde çok fazla şey kullanılıyor. Mesela sulu boya tekniklerinde ne kullanılıyorsa minyatürde de kullanılıyor. Sadece klasiği
çalışarak hayatınızı kazanamazsınız, ben tual üzerine bile çalışıyorum. Mesela bizde ısrarcılık var, bazıları klasik boyaların daha
sağlam olduğunu ve klasik boyalarla çalışılması gerektiğini düşünür, saygı duyarım ama bugün kimyasalları güçlü boyalar. Bugün
bunlar varken ben hala klasik yapacağım demek bana yanlış geliyor. Hani bir tabir var Amerika’yı yeniden mi keşfedeceksiniz diye
kalıcılık istiyorsanız, bunlar daha kalıcı. Klasiği tercih edenler var
ama ben her tür boya ve fırçayı kullanırım. Önceden kedi tüyü kullanılırmış. Kedi tüyü, kullanması çok zor bir malzeme. En yumuşak
tüy odur. Bizim dönemimizde her çeşit fırça var. Ne ile yapmanız
gerektiğini bilmeniz gerekiyor. Mesela bir metal yapıyorsunuz,
eğer bu metali kedi tüyü ile yaparsanız olmaz. Metal sert bir şey
ise bunu sert sentetik fırçalar ile yapmanız gerekir. Objeye göre
fırça tipleri değişebilir. Ben böyle kullanıyorum ama farklı çalışanlar da var. Bir milimetrelik mesafeler sizin karakterinizi belli eder.
84 Mimar ve Mühendis
Altın mesela artık eziliyor, malzeme olarak kullanılır altın boyanacak yerlerde. Onu da Arap zamkı ile ezersiniz. Ben Türkiye’de hala
parmak ile ezildiğini gördüm ama İran’da tokmak ile eziliyor.
Gençlere önerileriniz nelerdir?
Bu iş böyle bir iş sevgi isteyen, gönül isteyen bir iştir. Malzeme istenmediği kadar çok var. Her şey var. Sadece malzemeleri tanımanız
gerek, başlangıç olarak sulu boya olabilir. Çok profesyonel bir makineyi, acemi yeni başlayan birine vermek nasıl uygun olmazsa minyatür
için de öyledir. Artık kültür-sanat reformu yapılmalı. Görsel olarak
öğrenilenler unutulmuyor ama yazılı öğrenilenler unutuluyor. Görsellik
her zaman yazının önüne geçiyor. Yazıyı okuduğunuz zaman o görsellik karşısında bulunursa tam bir bütünlük oluşturur. Benim yapmaya
çalıştığım şey bu. Özellikle çocuklardan başlayarak bizi biz yapan
sanatları kullanmamız gerekiyor. Talebelerimle beraber ilk örneklerine
başladık, bunları kitap haline getirerek bir konsept üzerine çalışmalar
yapılmalı. Görsellik vicdanı geliştiren bir kavramdır. İnsan iyi ile kötüyü,
güzel ile çirkini gözü ile algılar. Sanat eserleri arasında büyüyen birisinin kaba olması mümkün müdür. Yazı olmadan zaten olmaz, bir edebiyat olmalı ama edebiyatı yalnız verirseniz bir şey elde edemezsiniz,
onu tamamlaması gereken resimdir, minyatürdür.
Mayıs - Haziran 2014 85
MAKALE
G
ünümüzde çok fazla adayın iş başvurusu yaptığını biliyoruz, o zaman çok başvuru arasında
etkili bir CV ile bir adım öne çıkarak daha sonraki aşamalara kalabilmek sizin elinizde; etkili
bir CV’nin sizin işe giriş biletiniz olduğunu tekrar
hatırlayalım istedim. İlk adım olarak mülakatta
dikkat edilmesi uygun görülen bazı hususları
sizinle paylaşalım. Bu hususlara dikkat etmek sizin hayata
bir adım önde başlamanıza vesile olacaktır.
1- Başvuru yaptığınız şirket sizinle ilk görüşmesini
yoğunluk nedeniyle telefonla yapmak isteyebilir. O
anda dikkat edilecek en önemli husus; asla bu görüşmeyi cep telefonu ile yapmamaktır. Müsait olmadığınızı ve daha sonra sizin onları arayacağınızı beyan
ederek sabit telefon ile bu görüşmeyi yapmak daha
doğru olacaktır.
2- Mülakat saatine asla geç kalmayın. Görüşme için
bulunacağınız bina veya iş yerine başvuru yaptığınız
pozisyonun niteliğine göre 15-30 dakika önce gidiniz.
Yönetici pozisyonları için 30 dakika erken gitmek
sizinle görüşme yapacak kişinin sekretaryası ile
diyalog kurmanıza vesile olacak ve şirket ile ilgili bilgi
sahibi olmanızı sağlayabilecektir.
3- Telefon görüşmesinde ve binaya girdiğiniz andan
görüşme yapacağınız mekana ulaşana kadar kapıdaki
güvenlikten başlamak kaydıyla tüm şirket çalışanlarına güler yüzlü ve kibar davranmayı ihmal etmeyin.
4- Başvuru yaptığınız şirket ve pozisyon hakkında
araştırma yapmadan asla görüşmeye gitmeyin.
5- Sakın eski iş yerinizle alakalı kötü cümleler sarf
etmeyin. Çünkü burada eski şirketiniz hakkında sarf
edeceğiniz olumsuz görüşler, iş başvurusu yaptığınız
şirkette işe alınıp daha sonra ayrıldığınızda aynı tip
davranışta olabileceğinizi akla getirir ve mülakat başlamadan biter. Eski şirketinizden ayrılma nedenlerinizi
sıralarken farklı bir sektörde çalışma arzusu, yeni iş
yeni heyecan ve daha fazla sorumluluk alma arzusu
gibi konulardan bahsetmek daha doğru olacaktır.
6- Cep telefonunuzu açık unutmayın.
7- CV’nizde asla boşluk bırakmayın, bu boşluklar
mülakatta zorlanacağınız sorularla karşılaşmanıza
sebep olacaktır. Eğer uzun süre işsiz kaldıysanız
mülakatta o sürede kendiniz geliştirecek kurs ve
seminerlere katıldığınızı ifade ediniz ve tabi ki bu kurs
ve seminerlere katılınız .
8- Kıyafetinizin iş görüşmesine uygun ve temiz olmasına dikkat ediniz.
9- Sorulan sorulara net ve anlaşılır cevaplar verin,
sakın konuyu değiştirerek görüşmeciyi aldatmaya
çalışmayın
10- Sosyal medya sayfalarınızda işiniz ve özel hayatınızla alakalı uygunsuz paylaşımlarınız olmasın.
11- Referanslarınız başvuru yaptığınız iş ve sektörle
86 Mimar ve Mühendis
MÜLAKAT
KAZANILMASI GEREKEN
SAVAŞ DEĞİLDİR
MAHMUT ÇELİK
MakİNE YükSEK Müh.
MMG GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
İş hayatına başarılı bir giriş yapmak için iş
görüşmeleri ve buradaki davranışlarınız büyük
rol oynamaktadır. Hayatın ilk merdivenlerini
çıkacakken duvara toslamak istemiyorsanız iş
görüşmelerinize gitmeden önce yeteri kadar
hazırlık yapmalısınız.
alakalı olsun. Aile üyelerini ve yüksek mevkide kişileri tehdit gibi referans göstermek
samimi olmayacak ve yeterli etkiyi yapmayacaktır. Eğer yüksek mevkide tanıdıklarınız
varsa bu işe ne ihtiyacınız var?
12-Ağız ve diş sağlığınız görüşmeyi başlamadan bitirebilir aman dikkat !!!!
Mülakatta bazı anlar vardır ki tuzağa düşmek
için en uygun yerlerdir. İşte tam mülakat bitecekken görüşmeyi yapan kişi ‘şirketimiz ve
başvuru yaptığınız pozisyon hakkında sizinde
öğrenmek istediğiniz herhangi bir husus var
mı’, sorusunu sorduğunda sizin için korku dolu
dakikalar tekrar başlamış olabilir çünkü o andan
itibaren harika geçen bir görüşmeyi berbat
edebilirsiniz. İşte görüşme sonunda size böyle
bir soru sorma fırsatı verildiğinde asla sormamanız gereken sorulardan bir kaçı
-Sigara molası var mı? Ne kadar?
-Mesai saat kaçta bitecek?
-Hafta sonu çalışma var mı?
-Öğle yemeği molası var mı, saat kaçta?
-Şirket arabası marka ve modeli?
-Maaş zammı yılda kaç kez yapılmaktadır?
-Makyaj serbest mi?
-Kot pantolon giyebilir miyim?
Veya fırsat dakikaları başlamış olabilir,
kötü geçmiş bir görüşmeyi tekrar toparlayabileceğiniz bazı sorular ise aşağıda
belirtilmiştir.
-Şirketin hedefleri
-Departmanda çalışacak arkadaşlara ait
sorular
-Çalışma prensipleri vb.
Sizi bu kadar zorlayacak, mülakatta çıkabilecek
garanti sorular hakkında da kopya verelim de
sürpriz goller yemenize mani olmuş olalım.
-Ne kadar süre içerisinde şirketimize katkınız olacaktır?
-Bize diğer adaylarda farklı ne sunabilirsiniz?
-Kendinizi bize anlatır mısınız?
-Uzun dönemli bir kariyer planınız var mı?
-Başvuru yaptığınız iş için ne çeşit farklı
metotlar düşünüyorsunuz?
-Başvuru yaptığınız pozisyonu bize tarif
eder misiniz, beklentileriniz nedir?
-Bizimle ne kadar çalışmayı hedefliyorsunuz?
-Ücret ve sosyal haklar beklentiniz ne
kadardır?
-Neden sizi işe alalım?
-Niçin bizim firmamız?
-Neden bu sektöre başvuru yaptınız?
Bu zorlu maratonu başarıyla bitirdiğinizde size
sunulan şartlar ne olursa olsun kabul etmeden
önce kendinize sormanız gereken bazı sorular
olduğunu da unutmayın. Hayata yeni atıldığınız
ve cebinizde yeteri kadar paranız dahi olmadığı
anda doğru ve mantıklı kararlar alabilmek zordur. Ancak işte burada yapılacak doğru bir başlangıç, varacağınız hedefe daha kolay ve daha
kızlı ulaşmanızı sağlayabilecektir.
Başlangıçta ideallerinizi ve işin size yarınlar
adına katabileceklerini paradan önde düşünmek
zordur ancak gereklidir.
- İş yerinizle eviniz arasındaki mesafe?
- Şirket kültürü dünya görüşünüze uyuyor mu?
- Katkım fark edilebilecek mi?
- Teklif edilen görevin gereklerini tam
olarak yerine getirebilecek miyim?
- Bu şirketle anılmak yarınlar için benim
kariyerimde sıkıntı olabilir mi?
- Direkt bağlı çalışacağım amirim bana
yeni yetiler kazandırabilecek mi?
- Yeni işim zihinsel gelişimime katkı sağlayacak mı?
- Bu iş yerinde gelecek adına fırsatlar
var mı?
- Şirket çalışma tarzı benim iş yapma
tarzıma uyuyor mu?
- Kabul edeceğim pozisyon için yeterli
kaynakları alabilecek miyim?
- Eğer uzun soluklu olmayacak bir görevse kabul etmek için nedenim nedir?
- İşi kabul ettikten sonra potansiyel
sorunlar nelerdir?
Gördüğümüz gibi işe başvurmak, kabul süreçleri
atlatmak, sonunda yeni işimizi kabul etme aşamasında dahi sürekli sorgulayan bir yaklaşımda
olmak bize hayatın başlangıcında büyük bir
fırsattır. Zaman içerisinde hayat şartları ve ihtiyaçlar bizi sorgulamadan bazı kararlar almak
zorunda bırakabilir. İyi bir başlangıç, başarılı yol
almaya ve hedefe varmaya araçtır.
Mayıs - Haziran 2014 87
SİNEMA AMORES PERROS
AMORES
PERROS
Türkçe ismi ile “PARAMPARÇA AŞKLAR VE
KÖPEKLER” üç ana hikayeden oluşan bir
dram filmi. Dolayısıyla seyirciyi sıkmadan izlenilebilen filmde kendinizden bir şeyler bulmamanız da çok zor.
H
ayatların, geçmiş ve
geleceğin sentezinde,
umutların, beklentilerin,
cesaretin, çaresizliğin,
hataların, pişmanlıkların aşkı ve köpeğidir bu film. Öyle bir filmdir ki bu film,
değişik hayatlara, kendi çerçevelerinde
büyüteç tutarak, bu hayatların birbirinden bu kadar uzak olmasına rağmen bir
o kadar da yakın olduğunu, empati ile
harmanlayarak sunuyor bize. Yönetmen
koltuğunda, dram konulu filmlerin ustalarından, Meksikalı yönetmen Alejandro
González Inarritu oturuyor. Amores
Perros aynı zamanda yönetmenin ilk
uzun metraj filmi. Amores Perros’tan
sonra 21 Grams (2003), Babel (2006)
ve Biutiful (2010) gibi özgün ve sanatsal
filmlere imza atmış olan yönetmenin,
Meksika sinemasına katkısı büyük.
Filmde Meksika’nın çeşitli sosyal statülerine sahip üç insanın kesişen hayatlarını
izliyoruz. Yönetmen İnnaritu dramın
gerçek yüzünü, insan hayatını ele ala88 Mimar ve Mühendis
rak sunuyor. Çok uzağa bakmamamızı,
aksine, kendimizi sorgulamamızı istemiş
olmalı. Bu yüzden El Chivo, Octavio,
Valeria, Daniel, Susana ve Ramiro’nun
gelişen olaylar çerçevesinde, kesişen yollarında, kendimizi sadece izleyici olarak
görmemiz çok zor. Olay örgüsünün çok
başarılı işlendiği, tek bir dakikasında
bile kopmadığımız, kopamadığımız
bu filmde, tek bir unsurun çıkarılması
bütün bu kesişen yolları apayrı bir kulvara çekebilirdi. İnsana özgü tutkuların
vücut bulduğu bu filmde, Octavio’nun
hırsının ve aşkının ona yaptırdıklarını
kimi zaman haklı, kimi zaman düşmanca karşılıyoruz. El Chivo’nun gelecekte
yapacaklarını merak edince, geçmişini
bilmek istiyoruz. Fakat bu geçmiş tahmin ettiğimizden çok farklı çıkabilir.
Susana’nın çaresizliğine üzülmeli miyiz,
yoksa hatalarından ders çıkarmamasına
sitem mi etmeliyiz? Peki ya Ramiro, o
sıradan hayatının asil yoksulluğunda,
ailesiyle beraber yaşayarak ölmektense,
Çünkü bizler aslında
kaybettiklerimiziz…
gerçek bir ölümü hak etmemiş midir?
Filmin genelinde kullanılan omuz kamerası, izleyiciyi olayların içine çekerek,
filmi daha realist bir çerçeveden izlememizi sağlıyor. Filmde dış ve iç çekimler
eşit oranda kullanmış. Dış çekimlerde
gün ışığının kullanılması gerçekçiliği arttıran bir etken olmuş. Gerçek mekânlar,
apartman daireleri ve dış çekimlerde de
İnsana özgü tutkuların vücut bulduğu bu filmde, Octavio’nun hırsının
ve aşkının ona yaptırdıklarını kimi zaman haklı, kimi zaman düşmanca
karşılıyoruz.
sokaklar çok iyi kullanılmış. 2001 yılında
53 ödül toplayarak ödül rekortmeni olan
dalında aday gösterildiği akademi ödülünü kazanamadı. Yönetmenimiz gelecekte
yapacağı başarılı filmlerin sinyallerini
Amores Perros ile veriyor. Aşkların ve
köpeklerin sonunun benzer olduğu bu
film en güzel repliğiyle kendini açıklıyor:
Mayıs - Haziran 2014 89
KÜLTÜR SANAT
2000 Yıllık
Lahit Bulundu
B
alıkesir'in Erdek ilçesinde, Roma dönemine ait lahit bulundu. Kyzikos Antik
Kenti'ne yakın bir bölgede çevresi kazılmış
şekilde toprak altında bulunan lahit, vinç
yardımıyla çıkarıldı. Roma dönemine ait
yaklaşık 2 bin yıllık olduğu belirlenen lahit,
Bandırma Müze Müdürlüğü ekiplerinin incelemesinin ardından Bandırma Müzesi bahçesine getirildi. Müze çalışanlarınca temizlenen lahitin içinden, gözyaşı şişesi, seramik
parçaları ve iskelet de çıktığı öğrenildi.
Beyazıt Kitap Fuarı Başlıyor
İ
stanbul'daki Ramazan etkinliklerinin başında
gelen ve bu yıl 33'üncüsü gerçekleştirilecek
Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı'na 180 yayınevi
katılacak. Fuar, okur-yazar buluşmaları ve
"Beyazıt Ramazan Sohbetleri" ile zenginleşecek.
Vakıf Fuarcılık'tan yapılan açıklamaya göre,
Kültür AŞ ve Türkiye Diyanet Vakfı işbirliğiyle
düzenlenen fuar, 2010'dan bu yana Beyazıt
Meydanı'nı mesken ediniyor. Meydana yayılan
birimleriyle Ramazan boyunca İstanbul'un kültür
hayatını zenginleştirecek fuar, 11.00 ile 24.00
saatleri arasında ziyaretçilere açık olacak.
Çok TV İzlemek
Ölüm Sebebi
Y
eni bir araştırma, çok fazla televizyon
izleyen yetişkinlerin erken yaşta ölme
riskinin daha fazla olduğunu gösterdi. Araştırmanın katılımcıları üniversiteden mezun
olmuş ve 37 yaşlarında olan 13 bin 200
kişiden oluşuyordu. Katılımcılar sekiz yıl
boyunca takip edildi ve 97 ölüm kaydedildi.
Araştırma, günde 3 saat ve daha fazla
televizyon izleyen yetişkinlerin ölüm riskinin,
günde 1 saatten az izleyen yetişkinlere
göre daha fazla olduğunu kaydetti. Buna ek
olarak, araştırmacılar katılımcıların oturarak
geçirdikleri zamanın –televizyon izlemek, bilgisayar kullanmak, araba sürmek gibi- ölüm
riskini arttırdığını belirtti
90 Mimar ve Mühendis
İstanbul Beyazıt Meydanı'ndaki çadırda 173
stantta 180 yayınevinin katılımıyla gerçekleştirilecek fuarın Ankara ayağında ise Kocatepe
Camisi avlusunda 56 stantta 85 yayınevinin
kitapları sergilenecek. Sevilen yazarlarla okuyucusunu buluşturan birçok imza etkinliğinin yapılacağı fuar süresince Edebiyat Sanat ve Kültür
Araştırmaları Derneği'nin katkılarıyla organize
edilen "Beyazıt Ramazan Sohbetleri", Beyazıt
Devlet Kütüphanesi Konferans Salonu'nda
ziyaretçilere her gün sohbet dinleme imkanı
sağlayacak.
Facebook’tan Twitter'a 500 milyon dolar
S
osyal paylaşım sitesi Twitter’ın kurucularından Biz Stone, Facebook’un
sahibi Mark Zuckerberg’in “birkaç yıl
önce” Twitter’ı satın almak için 500 milyon dolar önerdiğini açıkladı. Sky News
kanalına konuşan Stone, Evan William
ile Twitter’ı kurdukları zaman siteyi
satma fikirlerinin bulunmadığını söyledi.
Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg ile
arasının pek iyi olmadığını belirten Stone
“Henüz işe yeni başladıkları için” teklifi
reddettiklerinin altını çizdi. Zuckerberg’ın
çok ciddi biri olduğunu da ifade eden
Stone “Şaka yapmayı seven biriyim. Zuckerberg ile görüşmemizde yaptığım esprilerde Facebook ekibinden kimsenin yüzü
gülümsemiyordu” dedi.
Plüton Uydusunda Okyanus Kalıntıları Bulundu
N
ASA tarafından geliştirilen New Horizons
adlı yüksek çözünürlüklü gözlem kamerası,
Plüton’un en büyük uydusu olan Charon’daki
okyanus kalıntılarını incelemeye hazırlanıyor.
Kamera, uydu üzerindeki çatlakları inceleyerek
Charon’da bir zamanlar yüzeyaltı bir okyanusun var olup olmadığı sorusuna ışık tutacak.
-380 derece yüzey sıcaklığına sahip Plüton ve
uyduları böyle bir keşfi kısmen imkansız kılsa
da biliminsanları Charon’da bir zamanlar denizin olmasının teorik olarak mümkün olduğunu
belirtiyor.
Uzmanlar diğer gezegen uyduları için de
böyle bir ihtimalin olabileceğine işaret ediyor.
Donmuş yüzeylere sahip Jüpiter’in Europa ve
Satürn’ün Enceladus adlı uydularının da gelgit
hareketlerine bağlı olarak önceden sıvı su
bulundurmuş olabileceğine dikkat çekiliyor.
Sanat Mutlu Ediyor
T
HARP TARİHİ MÜZESİ AÇILIYOR
K
ars'ta 1823 yılında yapılan ve kısa bir
süre bitecek restorasyonun çalışmasının
ardından bölgenin ilk Harp Müzesi olarak hizmet verecek Büyük Tabya'da çalışmalarda sona
gelindi.
Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay,
gazetecilere yaptığı açıklamada, savaş tabyalarıyla ünlü bir kent olan Kars'ta 46 tabya
bulunduğunu, Türkiye'de sayı bakımından ilk
sırada yer aldıklarını belirtti. Tabyaların şehrin
savunması için yapılan askeri sığınma yerleri
olduğunu ifade eden Doğanay, "Bu tabyalardan
en büyüğü Büyük Tabya. Bu tabyaya yapılan
kanlı savaşlar dolayısıyla da halk arasında 'Kanlı
Tabya' da deniliyor. Burası, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından Kars Harp Tarihi Müzesi olarak
restore edilmeye başlandı" dedi
oronto Üniversitesi’nde görevli bilim
insanları, beynin sanattan zevk almak
için uygun olduğunu kanıtlayan bilimsel bir
araştırma yaptı. Brain and Cognition dergisinde yayımlanan makaleye göre sanat
eserlerini izlemek, beynin çeşitli bölgelerini
harekete geçiriyor. 2004 ile 2012 arasında,
yedi ülkede yürütülen çalışmalara göre beynin zevk alma kısımlarını etkin hâle getiren
sanat için uzmanlar şu ifadeyi kullanıyor:
“İnsan beyni sanatı takdir etmek için çok
uygun.” Yaşları 18 ile 59 arasında değişen
330 katılımcı üzerinde yapılan araştırmalarda, katılımcılara daha önce görmedikleri tablolar gösterilmiş. Katılımcılar tabloları izlerken, MRI çekimleriyle beyin olan aktivitelerini
gözlemleyen bilim insanları, katılımcılardan
gördükleri eserleri yorumlamalarını istedi.
Tüm bu süreci gözlemleyen bilim insanları,
insanların tabloları izlerken ve onlar hakkında
yorum yaparken beynin performansının arttığını ve aynı zamanda zevk aldığını gösteren
hormonlar salgıladığını saptadı.
TIME Dergisinden Tereyağ Önerisi
A
BD’nin saygın dergisi TIME’ın Haziran baskısında ABD’de son 40 yıldır kronik boyutlara varan kilo problemlerini düşük yağlı diyetlerin
artırdığı ve yağ tüketiminin azalmasına bağlı
olarak birçok sağlık probleminin de çoğaldığı
belirtiliyor. Makaleye göre, doymuş yağ tüketiminin azaltıldığı 1980 ila 2012 yılları arasında Tip
2 diyabet vakaları ülkede yüzde 166 oranında
arttı. Doymuş yağ oranı düşürülen ürünlerin çoğu
bugün ciddi boyutlara ulaşan obezite ve diğer
hastalıkların tetikleyicisi tatlandırıcılar, yağlar ve
bir takım kimyasallar gibi zararlı katkı maddeler
içeriyor. Yine doymuş yağ tüketiminin azaltılmasıyla ruh hastalıkları da tesadüf olmayacak
ölçüde sık rastlanır oldu. Yağlanmada, karbonhidratların yağdan daha çok rol oynadığına dikkat
çekiliyor. Zira vücuda girdikten sonra glikoza
dönüşen karbonhidratlar kanda yükselen şeker
oranının dengelenmesi için pankreasın daha çok
çalışmasına yol açıyor. Bu da glikozun yağ olarak
depolanmasına yol açıyor. Aşırı çalışan pankreas
birçok hastalıkta rol oynuyor.
Mayıs - Haziran 2014 91
KİTAPLIK
TÜRKİYE’NİN ANTİK KENTLERİ
YAZAR
YAŞAR YILMAZ
YAYINEVİ
YEM YAYINLARI
Anadolu MÖ 9600 yılına
tarihlenen, dünyada keşfedilmiş en eski yapıyı Göbekli Tepe'de, Hattilere ve
Hititlere ait MÖ 2000'lerden kalma antik kentleri
Orta Anadolu'da, ilkçağın
ünlü antik kentlerini de
Ege sahillerinde barındırır.
Tarihi kişiliklerine, sosyal,
kültürel, ekonomik, siyasi
vb. temel özelliklerine
değiniliyor. Antik kentler,
kısa süreli yolculuklarla
birbirine bağlanabilecek
bir ulaşım düzenine ve
topoğrafyaya uyarak, sekiz
bölgede alfabetik olarak
sıralanıyor. "Marmara"
bölgesi ile başlayan kitapta,
Ege bölgesi "Ege", "İç Ege",
"Güneybatı Ege"; Akdeniz
bölgesi ise "Batı Akdeniz",
"Orta Akdeniz", "Doğu Akdeniz" olarak üçer bölüme
ayrılırken, "İç Anadolu-Batı
Karadeniz" ise sekizinci
bölgeyi oluşturuyor.
92 Mimar ve Mühendis
ÇALINMIŞ HASAT
- KÜRESEL GIDA SOYGUNUYAZAR
VANDANA SHIVA
YAYINEVİ
BGST
Dünyaca ünlü ekolojist,
araştırmacı ve aktivist Vandana Shiva, Dünya Ticaret
Örgütü ve uluslararası
tekellerin dünya tarımına
egemen olmaya çalıştığı
günümüzde, dünya nüfusunun yüzde 70’ini teşkil
eden küçük çiftçi ve yerel
cemaatlerin yaşamsal sorunlarını, endüstriyel tarım
uygulamaları nedeniyle uğradıkları muazzam kayıpları kendi ülkesi Hindistan ve
Asya tarımına ait örneklerle
anlatıyor. Genetiği değiştirilmiş organizmalar, yaşam
üzerindeki patentler, deli
danalar ve endüstriyel su
kültürleri üzerine çeşitli
bölümler içeren bu kitap,
gen mühendisliği ve ticari
tarım hakkındaki tartışmalar için geniş bir perspektif
sağlayan zengin ve özenle
seçilmiş veriler içeriyor.
AKIL VE ERDEM
GIDA GÜVENLİĞİ
YAZAR
İBRAHİM KALIN
YAYINEVİ
KÜRE YAYINLARI
YAZAR
SÜLEYMAN ERDOĞAN
YAYINEVİ
HAYAT YAYINLARI
Bir tarafta sağlam ve
derin kökleri olan ve
böylece dünyada bir varolma noktası ("merkezi")
bulunan, diğer tarafta
açık ufuk perspektifiyle
dünyaya bakan ve yeni
imkanlara kapı aralayan
bir özne olmak mümkün müdür? Bu soru,
elinizdeki çalışmanın
temel sorunsallarından
birini oluşturuyor. Akıl
ve Erdem, modernitenin
ve aydınlanmanın temel
iddialarını sorgularken,
bunların Türkiye tecrübesinde tekabül ettiği yeri
tespit etmeye çalışıyor ve
mevcut ikilemlerin yerine
"biz ve onlar" gibi yeni dikotomiler inşa etmektense, moderniteyi de aşan
bir varolma ve düşünüş
biçiminin imkanlarını
araştırıyor.
İnsanların yaşamak, fiziki
ve ruhi gelişimlerini sağlamak için yeterli miktarda
gıdayı alabilmeleri ve bu
gıdaların sağlık yönünden
güvenli olması insan haklarının esasını oluşturmaktadır. Devlet vatandaşımızın
can güvenliğini sağlamaktan sorumludur. Yiyecek
kirliliği, bozuk gıdalar,
gıda zehirlenmeleri can güvenliğini tehdit etmektedir.
Bu kitap bu ve buna benzer
birçok konunun üzerinde
durmaya çalışmaktayız.
OBJEKTİFİN GÖZÜNDEN MÜHENDİSİN GÖRDÜĞÜ
Damavend DaĞI / İRAN
FOTOĞRAF: OSMAN ARI
Mayıs - Haziran 2014 93
AJANDA
ÇORLU TARIMTECH, TARIM VE SULAMA TEKNOLOJİLERİ FUARI
GIDA - TEK 2014
Gıda ve İçecek Fuarı
Sektör: Gıda
Şehir: TUYAP- İstanbul
Fuar Tarihleri: 18.09.2014 – 21.09.2014
Web: www.tuyap.com.tr
TARIMTECH 2014
Tarım ve Sulama Teknolojileri Fuarı
Sektör: Tarım
Şehir: Çorlu, Orion AVM
Fuar Tarihleri: 06.08.2014 – 10.08.2014
Web: www.renklyfuar.com
EXPO TUNNEL TURKEY
Tünel Yapım Teknolojileri Fuarı
Sektör: Yapı, İnşaat
Şehir: İFM Yeşilköy
Fuar Tarihleri: 28.08.2014 – 31.08.2014
Web: www.demosfuar.com.tr
NO DIG EXPO TURKEY
Altyapı Teknolojileri Fuarı
Sektör: Yapı, İnşaat
Şehir: İFM Yeşilköy
Fuar Tarihleri: 28.08.2014 – 31.08.2014
Web: www.demosfuar.com.tr
CNR GIDA 2014
Gıda, Ekipman ve Makine Fuarı
Sektör: Gıda
Şehir: İFM Yeşilköy
Fuar Tarihleri: 04.09.2014 – 07.09.2014
Web: www.cnrgidafuari.com
CeBIT
Bilgi ve İletişim Teknolojileri Fuarı
Sektör: Bilgisayar
Şehir: İFM Yeşilköy
Fuar Tarihleri: 11.09.2014 – 14.09.2014
Web: www.cebitbilisim.com
94 Mimar ve Mühendis
AIREX
Sivil Havacılık ve Havacılık Ekipmanları
Fuarı
Sektör: Havacılık
Şehir: Atatürk Havalimanı
Fuar Tarihleri: 25.09.2014 – 28.09.2014
Web: www.istanbulairshow.com
INTERMOB 2014
Ahşap Malzemeler ve Aksesuarlar Fuarı
Sektör: Mobilya
Şehir: TUYAP, İstanbul
Fuar Tarihleri: 27.09.2014 – 01.10.2014
Web: www.tuyap.com.tr
ÇİZGİ YORUM YAKUP GÜLER
96 Mimar ve Mühendis
Geleceğin Konteyneri
Yeni Nesil Konteyner
8 Üstün Özellik
Daha Genişi Yok!
%100 Dökme Yük
Ebat Sınırı Yok!
En Pratik Kurulum
%60 Daha Fazla Isı Yalıtımı
Defalarca Kullanım
%100 Dönüşümlü
%35 Daha Az
Karbon Salınımı
Boyada
Otomotiv Teknolojisi
Full demonte vidalı sistemle pratik kurulum ve proje sonrası kolay paketleme.
Genel Müdürlük
444 20 35
Orta Mah. Keban Sok. No:4 Orhanlı-Tuzla/İSTANBUL
Tel: (0216) 392 20 45 Faks: (0216) 304 06 86
www.karmod.com • [email protected]