Dü ünceniz genç kal DÜŞÜNCE & FİKİR DERGİSİ SAYI: 18 NELSON MANDELLA VAHHAbİLEr VE YAĞMA UMUMİ AŞK HAKKI İNKAr ETMENİN YOLLArI-2 HAN VE YOL IŞİD’in Akaid/İdeolojisi ve Selefi Ekolü... İŞİD’İN MEZArLArLA SAVAŞI YEŞİLAY büYüYOr YIL: 2 AĞUSTOS / 2014 İŞİD’İ TANIYALIM Editörden... Yeniden merhabalar… Bir ay aradan sonra sizinle yeniden bir aradayız. Bize her türlü nimetiyle rızıklandıran Allah’a (c.c) ham ediyoruz. Aylardan Eylül… Haliyle akıllara ilk gelen sonbahar ve Eylül’ün hüznüdür. Bu sayımızda insanın ruhuna işleyen ve bilenler için çokça tefekküre vesile olacak bir iklimdir. Sararan yaprakların toprağın tenine düşmesi kadar ölümü hatırlatan bir tabiat eylemi yoktur. Dolayısıyla tabiatın canlılar ile ilişkisi dikkate alınması da insani bir bilinçtir. Ancak insanoğlunun içinde bulunduğu bunca acı ve keder varken, tabiat ile olan irtibatını pek dikkate alamamaktadır. İnsani değerlerin askıya alındığı coğrafyamızda, tabiat ve insan merkezli deruni yolculuğu fark edemiyoruz. Suriye ve Irak’ta cereyan eden olaylar karşısında insanın kanı donuyor adeta. Bunca kan ve acı yaşanırken Eylül, hüznüyle kapımızdan geçip gidecek gibi. Biz de bu iklimi incitmeden ve biraz erteleyerek farklı bir konuyu ele almak istiyoruz. Ancak konuya girmeden özne yayın ilkelerimiz gereği insanı ve tabiatı koruma ve yaşatma eylemini en erdemli eylem olarak kabul ediyoruz ve son nefesimize kadar bu ilkeyi savunacağımız belirtmek isteriz. Dolayısıyla bu sayımızda Eylül iklimini erteleyip, bunun yerine insan ve tabiatı hedef alan son gelişmeleri ele alıyoruz. IŞİD ile ilgili hazırladığımız bu özel sayıda, örgüt ile ilgili çok önemli konuya parmak bastık. Birçok kaynağa dayanarak ele aldığımız IŞİD dosyasında, makale ve röportajlara da yer verdik. Bir diye konu ise gençlerimizi hedef alan uyuşturucu tuzağıdır. Mehmet Gürhan arkadaşımızın uzun zamandır ilgilendiği bu konu takdire şayan bir çalışmadır. Dergimizin bu sayısı için yapmış olduğu röportaj gerçekten de okumaya ve ibret almaya değer bir çalışmadır. Uyuşturucu bataklığına düşmüş bir gencin hayat hikâyesini sayfamıza taşıyan arkadaşımız Mehmet Gürhan’ın bu gibi çalışmalarını bundan sonra da sayfalarımızda görmek istediğimizi belirtmek isteriz. Sizi dergimizle baş başa bırakırken, sizlerin de söyleyeceği bir sözün olduğuna inanıyoruz. Yazı, şiir, röportaj ve her türlü çalışmalarınızı bize yollayın, yayınlayalım. Tekrar görüşmek üzere… KÜNYE Düşünceniz genç kalsın... FİKİR VE DÜŞÜNCE DERGİSİ Yayın Süresi: AĞUSTOS Yıl: 2 Sayı: 18 Sorumlu Yazı İşleri Müdürü & Editör Aydın ALTAY Genel Yayın Yönetmeni Ferşid PİROUZNİA Haber Müdürü Mehmet GÜRHAN Tercüme Fatma BATKİTAR Fatma Zehra YÜCEL Dilek Çetin Kültür Sanat & Sinema Turgay CANDAN Sanat Yönetmeni Eyyüp Sultan SOYLU Dizgi & Tasarım ERS REKLAM İletişim [email protected] İÇİNDEKİLER 6 10 16 18 22 24 30 32 34 44 46 48 52 NELSON MANDELLA IŞİD’İN AKAİD/İDEOLOjİSİ VE SELEfİ EKOLü... DOc. DR.cEMIL HAKYEMEZ ZİHİNSEL TAŞLAŞMA: VAHHAbİLEr VE YAĞMA ATASOY MÜfTÜOĞLU TEKNOLOjİ’NİN KATLETTİĞİ çOcUKLUK VE ... MEHMET GÜRHAN UMUMİ AŞK AHMET ŞAMLU HAKKI İNKAr ETMENİN YOLLArI-2 MUSA AYDIN YEŞİLAY’DAN ULUSLArArASI UYUŞTUrUcU SEMpOZYUMU YEŞİLAY büYüYOr İŞİD’İ TANIYALIM İŞİD’İN MEZArLArLA SAVAŞI HAN VE YOL YUSUf ÖZKAN ÖZBURUN UYUŞTUrUcU pENçESİNDEN YENİ bİr HAYATA YOLcULUK MEHMET GÜRHAN / RÖPORTAJ YEMEK TArİfLErİ Nelson Mandella Nelson Mandela 18 Temmuz 1918 tarihinde Güney Afrika’nın Transki bölgesinde dünyaya geldi ve oldukça engebeli bir yaşam sürdürdü. Hukukçu olan Mandela 1944 yılında Güney Afrika’ya hakim olan ırkçılıkla mücadele etmek amacıyla Afrika milli kongresi hareketine katıldı. Güney Afrika’da beyaz azınlığın sultası 350 yıllık bir maziye dayanıyordu. Bu ülkede siyahiler beyazların gözünde alçak insanlar olarak sayılıyordu. Siyahiler bu toplumda her türlü sosyal imtiyazdan mahrumdu ve Juhansburgu gibi büyük kentlerin varoşlarında sefih bir hayat sürdürmek zorundaydı. Beyaz azınlığa ait olan milli parti 1948 yılında Güney Afrika’da iktidarın başına geçti ve resmen ırkçı bir düzenin temelini attı. Bu düzene africans dilinde Aparthied adı verildi. Apartayd’ın zalimane ve ırkçı yasaları Afrikalı siyahilerden başka, Asyalı göçmenleri ve melezleri de kapsıyordu. Siyahiler bu düzende bir yere gitmek için 6 7SÖZ mutlaka kimlik kartı taşımaları gerekiyor, aksi takdirde hemen hapse atılıyordu. O dönemde siyasi aktivistlerin zorlu mücadeleleri Mart 1963’te ve Güney Afrika güvenlik güçleri protestocu siyahileri Şarp Vil’de katliam etmelerinin ardından doruk noktasına ulaştı. Şarp Vil’de 67 siyahi katledildikten sonra Güney Afrika’nın ırkçı rejimi ülke genelinde olağanüstü hal durumu ilan etti ve ayrıca Afrika milli kongresi ve Pan african kongresinin faaliyetlerini yasak ilan etti. Bundan sonra siyai aktivistler de bu karara tepki olarak yeraltına çekildi ve o tarihe kadar barışçıl bir şekilde yürütülen mücadeleyi bir kenara bırakarak bu kez silahlı mücadeleye geçti. Askeri eğitimin Cezayir ve Etiyopya’da geçiren Nelson Mandela da Afrika milli kongresinin askeri kanadı olan Milletin mızrağı adlı örgütün liderliğini üstlendi. Arkadaşları Oliver Tambo ve Siril Ramafoza ve diğer bazı yoldaşları ile birlikte defalarca ülkeye ihanet suçundan tutuklanan ve yargılanan Mandela, 1964 yılında yargılandığı mahkemede kendisini savunmak için öyle bir cümle söyledi ki, bu cümle Güney Afrika milletinin siyasi mücadele tarihinde kayda geçti ve Afrika milli kongresinin manifestosu ilan edildi. Mandela mahkemede savunmasının sonunda şöyle konuştu: Demokrasi benim ülkümdür ve ona kavuşmak için canımı bile feda etmeye hazırım. Ben Afrikalıların kurtuluşu için savaşıyor ve bu mücadelede beyazların sultası kadar siyahilerin de sultasına karşı ayaklanırım. Bu ifadeler Nelson Mandela’nın kelime anlamı ile hür bir insan olduğunu ortaya koyuyor. Mandela’nın 18 yılını Roben İsland’da geçirdiği hapis süresi ırkçı yöneticilerin beklentisinin aksine 27 yılla sınırlı kaldı. O dönemde Mandela’nın çabası, Güney Afrika ve aslında tüm Afrika kıtasında siyahilerin seçimlerde oy hakkını elde etme ve her siyahinin bir beyaz gibi kendi ülkesinin kaderini belirlemekte rol ifa etmesini sağlama üzerinde odaklanmıştı. Ancak Mandela’nın mahkemedeki ünlü savunması özgürlüğüne katkı sağlayamadı ve yargıçlar Mandela’yı ömür boyu hapis cezasına çarptı. Nelson Mandela’nın 11 Şubat 1990 tarihinde hapisten çıkması 20. yüzyılın en önemli siyasi hadisesi sayılır. Bu hareket ayrıca Pretoria’nın ırkçı rejimi ile muhalefet arasında müzakere zeminini hazırladı. İki yıl süren müzakerelerin ardından Güney Afrika'da siyahilerin oy hakkı tanındı ve eski ırkçı yasalar Nisan 1994 tarihinde kaldırıldı. Mahkum numarası 46664 olan Mandela, hapisten çıktıktan sonra dünyanın en ünlü siyasi mahkumu olmuştu. Öte yandan Doğu bloku ve eski Sovyetler birliğinin çöküşü, Doğu ve Batı’yı simgeleyen Sovyetler birliği ile Amerika arasında soğuk savaşın da sona ermesine zemin hazırladı ve bu süreçte Pretoria’nın ırkçı rejimi de siyasi baskılara boyun eğmek zorunda kaldı ve Nelson Mandela’nın serbest bırakılmasını kabul etti. 27 Nisan 1994 tarihi Nelsan Mandela’nın AĞUSTOS 2014 7 da ebedileştiren meselenin, Mandela’nın demokrasiye karşı olan yükümlülük duygusu ve iktidarın başında kalma vesvesesinden uzak durması olduğunu belirtiyor. Mandela Güney Afrika halkı arasında büyük sempatiye sahip olmasına rağmen 1999 yılında cumhurbaşkanlığı dönemi sona erince siyasetten çekildi ve ülkesinin yönetimini gençlere bıraktı. O yıllarda Mandela dünyanın bir çok ülkesinden davetler alıyordu ve bu yüzden bir dizi sosyal ve insani faaliyetlere yöneldi ve Mandela vakfını kurarak Güney Afrika’nın yoksul insanlarına yardım etmeye başladı. yaşamında ve Güney Afrika tarihinde tarihi bir gündür. Bugün ilk kez milyonlarca siyahi hayatlarında ilk kez seçim sandıkları başında oy kullandı ve Güney Afrika’da ilk kez iki ırkın katıldığı bir seçim gerçekleşti. Şimdi siyasi bir partiye dönüşen Afrika milli kongresi ilk genel seçimleri kazandı. Nelson Mandela 10 Mayıs 1994 tarihinde Güney Afrika’nın ilk siyahi Cumhurbaşkanı olarak yemin etti. Uzmanlar Nelson Mandela’yı Güney Afrika ve genelde Afrika kıtasının siyaset arenasın- 8 7SÖZ Nelson Mandela 1 Haziran 2004 tarihinde de ileri yaşı yüzünden sosyal faaliyetlerden de çekildiğini ve ömrünün geriye kalan günlerini ailesinin yanında geçirmek istediğini açıkladı. Buna karşın bu mücadeleci şahsiyetin kişiliği son 18 yılda da Güney Afrika’nın siyaset arenasında etkili olmayı sürdürdü. Nitekim 2009 yılında dördüncü genel seçimler sırasında iktidar Afrika milli kongresi işsizliğin ve yoksulluğun tırmanması ve hükümet erkanlarında aşırı fesat yüzünden eleştirilerken ve seçimleri kazanma şansı çok düşükken, Mandela’nın seçimlerin arifesinde yaptığı konuşma ve iktidar partiyi desteklediğini açıklaması, Afrika milli kongresini bir kez daha iktidara taşıdı. BM kendisinden beklenmedik insani bir çıkış yaparak 18 Temmuz Nelson Mandela’nın doğum gününü, uluslararası Mandela günü olarak adlandırdı. BM her yıl bu günde iyi niyet, barış ve dostluk çerçevesinde yapılan uygulamaları takdir ve teşvik ediyor. Bu arada özgürlüğün zorlu yolu adlı Nelsan Mandela’nın yaşamı hakkında kaleme alınan kitap siyahi liderin siyasi faaliyetlerinin detaylarını anlatıyor. Gerçekte Nelson Mandela’ya dünyada siyaset adamları arasında ayrı bir konum kazandıran şey, Mandela’nın milli barış anlayışıdır. Mandela bu politikayı Güney Afrika’da her türlü kaos ve kargaşa ve şiddeti önlemek için izledi. Mandela’nın kabinesini kurarken sloganı “Affet, ama unutma” idi. Mandela’nın Güney Afrika'da ırkçılığın temelini atan Verwoerd'un dul eşi ile çay içme sahnesi veya Güney Afrika'nın beyazlardan oluşan Ragbi takımını dünya şampiyonu oldukları için kutlama sahnesi, Mandela'nın bizzat temelini attığı milli barış politikasının en iyi mısdaklarıydı. Eski siyasi mahkum Nelson Mandela, Güney Afrikalı siyahilerin kimliklerini ihya ederken, bu ülkede yaşayan beyaz azınlığa da iktidarın el değiştirmesinden asla korkmamaları gerektiği konusunda güvence verdi. Oysa o günlerde bir çok gözlemci, yıllarca beyazların zulmü altında inleyen siyahilerin şimdi ırkçı rejimin zincirlerinden kurtulduktan sonra intikam almaya kalkışacağını ve Güney Afrika’da beyaz azınlık ve siyahi çoğunluk arasında ırkçı savaş başlayacağını düşünüyordu. Buna karşın Nelson Mandela Güney Afrika nüfusunu oluşturan beyaz, siyah ve renkli derileri bir arada gökkuşağı renkli millet olarak adlandırdı ve bütün herkesi milli barışa çağırdı. Nelson Mandela’nın inisiyatifi ile Güney Afrika’da gerçekleri araştırma ve milli barış komisyonu kuruldu ve eski ırkçı rejim döneminde siyahileri katledenler ve güvenlik güçleri komisyon karşısında geçmişteki suçlarını itiraf ederek aftan yararlandı. Bugün milyonlarca Afrikalı duaları ile Nelson Mandela’yı uğurluyor. Mandela’nın aşiret adı Milletin atası anlamına gelen Madiba’ydı. Güney Afrika halkı Mandela’yı bu adla anıyor. Güney Afrikalı siyahiler asla Nelson Mandela’yı ve özgürlük yolunda uzun yıllar zindanlarda harcadığı ömrünü ve anılarını unutmayacaktır. Evet, Nelson Mandela insanlara dünyayı değiştirmenin mümkün olduğunu öğretti. AĞUSTOS 2014 9 Doc. Dr.Cemil Hakyemez ile Röportaj IŞİD’in Akaid/İdeolojisi ve Selefi Ekolü ile Olan İlişkisi mezhepsel Bir Savaşa Dönüştürülmeye çalışılan Karanlık Algı ve İslam Dünyasını Tehdit Eden Büyük Tehlike! Bugün Irak’ın orta kesimi ve Suriye’nin bir kısmını eline geçiren Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)’nin Selefi/Vahhabi çizgide olduğu biliniyor. Bu çizgideki İslami hareketlerin toptancı ve dışlayıcı yaklaşımlarından beslenen IŞİD ve El Kaide gibi örgütler ise İslam dünyasındaki en kanlı ve tehlikeli yapılar olarak ortaya çıkıyor. Bu yapıların hedeflerine koyduğu Şii mezhebi ise yine en çok bu yapılara karşı bir tepki gösteriyor ve sertlik sergiliyor. IŞİD’in sahip olduğu düşünsel altyapıyı, Şia’ya karşı düşmanlığı ve aralarındaki mücadeleyi Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cemil Hakyemez ile konuştuk. Selefilik ve Vehhabilik farklı anlamlara sahip olsa da, bugün geniş bir kesim tarafından aynıymış gibi kabul ediliyor. Bu iki kavram arasındaki farklar nelerdir? İslam dünyasında Selefi/Vahhabi hareket nasıl doğmuştur? İslam mezhepler tarihi içinde bu 10 7SÖZ hareketin yeri nedir? Klasik Ehli Sünnet yaklaşım ile ayrıldığı yerler neresidir? “Selef” kavramı, belli bir zaman diliminde yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Bunlar; Hz. Peygamber’in ashabı, Tabiin ve Tebe-i Tabiindir. Kendilerini Selefî olarak tanımlayanlar, Selefîliği, İslam dinini sahabe dönemindeki gibi saf ve arı bir şekilde, bidatlerden, eski medeniyetlerin kalıntılarından ve sonradan ortaya çıkan fırkaların görüşlerinden uzak kalmak diye tarif ederler. Selefiliği tanımlarken iki önemli karakteristik dikkat çeker: 1-Hadis merkezli zahirilik ve metincilik. 2- Kurtulmuş fırka merkezli inhisarcılık ve dışlamacılık. Yani kendilerini “kurtuluşa ermiş fırka” olarak görmeleri. Bu tanım çerçevesinde düşünüldüğünde bu kesim, İslam tarihinin ilk dönemlerinde Ashabu’l-Hadis ismiyle öne çıkmıştır. Ashabu’l-Hadis, 3/9. Asırda birkaç gruba ayrılmış olup bunlar arasında Ahmed b. Hanbel’in taraftarları olan Hanbelilerin, yukarıdaki tanıma en uygun kesim olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Bu tarihi düşünce hattı, Ahmed b. Hanbel’den itibaren 8/14. Asırda İbn Teymiy- ye ve 18. asırda Muhammed b. Abdulvehhab tarafından temsil edilmiş ve günümüze kadar da gelmiştir. Aslında Selefîlik, günümüzdeki anlamıyla bir nevi muhafazakarlık demektir. Çünkü Araplar İslâm dinini kendi öz değerleri olarak gördükleri için kendi geleneksel düşünce kalıplarını zorlayan din yorumlarına hiçbir şekilde müsamaha göstermemişlerdir. Bu yüzden henüz İslam mezheplerinin yeni teşekkül etmeye başladığı dönemlerde özellikle Ebu Hanife vb. mevalinin re’y, yani akla dayalı yorumlarını hep bid’at olarak değerlendirmişlerdir. O dönemde Ashabu’l-Hadis adı altında oluşan bu reaksiyoner tutumun günümüzde Selefilik olarak devam ettiğini görüyoruz. Günümüz dünyasında yükselen islamofobinin, söz konusu hareketin daha da güçlenmesine yol açması bu yüzden olsa gerektir. 18. Asırda ortaya çıkan Vehhabilik de benzer şartların ürünüydü. Osmanlı devletinin Ruslar ve İngilizlerle olan savaşlarından dolayı Arabistan bölgesinde oluşan otorite boşluğu neticesinde kontrolden çıkmış sûfi hareketler ve Şiîlerin imam türbelerine aşırı derecede saygılarına bir de Batının Müslüman topraklarını işgal etmeye başlamaları da eklenince, bunlara karşı bir tepki olarak Vehhabilik hareketinin oluşumu neredeyse kaçınılmaz hale gelmiştir. Selefîlik ya da Vehhabbîlik fark etmez, bunlar elbette Ehl-i Sünnet’in bir parçasıdır. Fakat Ehl-i Sünnet çok geniş bir yapı olduğu için günümüz İslam dünyasında Şiîler dışındaki Müslümanların hemen hemen tamamı Ehl-i Sünnet sayılmaktadır. Bu yüzden onlara “Ehl-i Sünnet’in Aşırıları” demek daha doğru olur. İlk dönemlerde Hanbeliler, sonra da Vehhabiler, sadece Şiîler için değil kendilerinden olmayan Sünnî gruplar için de tehlike oluşturmuşlardır. Hanbeliler, Bağdad’da mescidleri basarak Şafiîleri bile tartaklamışlardır. Benze şekilde, Muhammed b. Abdulvehhab’ın koruyucusu Su’ûd b. Abdülaziz, Medinelilere mektup yazarak onları İslâm’a davet etmiştir. Çelişkiye bakın. Kimi nereye davet ediyor? Medine, İslâm’ın doğduğu yer, kendisi ise Necid bölgesindeki bedevî kabileye mensup bir şahıs. Selefi/Vehhabi çizgi bugün El Kaide, IŞİD gibi radikal ve terörle ilişkilendirilen örgütlerin ideolojik altyapısını oluşturuyor. Bu örgütler neden bu düşünceleri sahipleniyor ve bunu ideolojik temelleri haline getiriyor? Aslında sebebi çok açık. Geleneksel Selefi çizgi hep şiddetten beslenmiştir. Zira tarihsel süreç içerisinde sürekli reaksiyoner olmaları ve özgüven duygusundan ziyade, yenilgi psikolojisi ile hareket ediyor olmaları, Selefî söylemlerin ortak paydası olmuştur. Onların Selef döneminin temsil ettiği hakikate sahip olma duygusu, İslam adına insanlar üzerinde hak iddia etmeleri, yaşadıkları günden hoşnut olmamaları, ötekileştirici din dilini tercih etmeleri ve kıyametin yaklaştığı ve mehdî beklentileri, kendilerinde nefret dilinin gelişmesine yol açmıştır. Bu katı ve dışlayıcı düşünce yapısı, söz konusu radikal örgütler için bulunmaz teolojik ve duygusal imkânlar sunmaktadır. Bununla birlikte sert ve katı mizaçlarından dolayı, tıpkı Hariciler gibi kendi aralarında da anlaşamamaktadırlar. Bu yüzden günümüzde pek çok Selefilik şekli ortaya çıkmıştır. Yani metodolojilerinin çok sert olması, hayatın gerçekliğiyle çatışmakta ve sonuçta zıtlaşmalar, retler ve kesin ayrılıklar AĞUSTOS 2014 11 ortaya çıkmaktadır. Selefi/Vehhabi çizginin en büyük düşmanı olarak Şia mezhebi öne çıkıyor. Şia neden bu mezhebin hedefinde? Bunun farklı sebepleri olabilir. Hatta İslâm öncesi dönemlere dayanan sebepleri olduğunu bile söyleyebiliriz. Şiîliği oluşturan kesim, daha ziyade kendileriyle rekabet içerisinde oldukları güney Arapları olan Yemenli kabileler ile Eski İranlı gruplardan meydana gelmişti. Bunlar, Kuzey Araplarına karşı olan tepkilerini, Müslüman olduktan sonra önce Emeviler, sonra da Abbasilere karşı çıkarak göstermişlerdir. Emevi ve Abbsilerin en önemli rakipleri olan Hz. Ali soyu etrafında bir araya gelerek Şiîliğin oluşumuna kaynaklık etmişlerdir. Kuzey Arap kabileleri ise, İslâm’ı ve Hz. Peygamber’i kendilerinin temsil ettiği psikolojisi içerisinde hareket ederek Şiîleri, kendi değerlerini ve dolayısıyla İslam’ı yıkan baş düşman olarak görmüşlerdir. Hicri üçüncü asırda mezheplerin kurumsallaşmaya başlamasıyla birlikte iki kesim arasındaki çatışmaların sistematik teolojik bir yöne doğru kaydığını görüyoruz. Entelektüel meraktan yoksun ve daha ziyade kabilesel karakterli bu çatışmalar, Abbasî Halifesi Mütevekkil’in münazara ve kelâmî tartışmaları yasaklamasıyla birlikte sokakla- 12 7SÖZ ra taşmıştır. Ehli Hadis’in düşünce yapısı ve zihniyeti, bu çerçevede şekillenmiştir. Hicri dördüncü asrın başlarında İmam İmam Berbehârî (ö. 329/941)’nin Bağdad’da Şiîlere ve kendilerinden olmayan diğer Sünnîlere yaptığının benzerini bu gün Ebu Musab Zerkavi yapmaktadır. Aynı zihniyeti temsil ediyorlar. Her ikisi de Şiilerin camilerini yaktırmıştır. Bu gün Suud’un verdiği desteği o dönemde Abbasi halifesi Mütevekkil ve Muktedir gibi halifeler vermekteydi. IŞİD’in kafir/dinden çıkmış olarak niteledikleri hakkında çok kolay bir şekilde idam/ infaz kararı alabildiğini görüyoruz. Bu kararları hangi dini temellere dayandırıyorlar? Tarihsel miras, yani geleneksel Müslüman din anlayışından yol çıkarak özellikle de Selefî söylemin bir ürünü olan dışlayıcı fetvalar bu işi kolaylaştırmaktadır. On dört asırlık dönemde ortaya çıkan tüm gruplar, kendilerini Hz. Peygamber dönemiyle özdeşleştirip dinin bizzat aslı saydıkları için, kendileri dışındakileri rahatlıkla İslam dışı, kafir, mürted, kanının akıtılması helal olarak görebiliyorlar. Hz. Peygamber’den geldiğini iddia ettikleri meşhur 73 fırka rivayeti de buna çanak tutmaktadır. Her şeyden önce Şii tarih algısıyla Sünni tarih algısı zıtlıklar üzerine inşa edil- miştir. Şiilik, Hz. Peygamberden sonra ilk üç halifeyi gayri meşru sayar. Sünniler ise hilafet sırasını meşrulaştıran bir söylem inşa etmişlerdir. Şayet her iki kesimin din anlayışlarının tarihsel süreç içerisinde oluşan tarihin bir ürünü oldukları kavranamazsa çatışma kaçınılmaz olmaktadır. Şia’nın da bu Selefi/Vehhabi çizgiye karşı çok sert eleştirileri olduğunu biliyoruz. Şia’nın bu eleştirileri hakkında neler söyleyebilirsiniz? Etki-tepki meselesi. Kendilerine en çok karşı olanları hedef seçmeleri çok doğal bir durum olsa gerektir. Şiî değerlere, hatta insanlara yönelik en büyük saldırılar, halife Mütevekkilin iktidarıyla birlikte Hanbeliler, 1802 yılında Kerbela’yı basıp on bine yakın Şiî’yi katleden Vehhabiler ve günümüzde de Selefiler tarafından yapılmaktadır. Bu da ister istemez tepkiye yol açmaktadır. Şiîlik, İslâm dünyasındaki en önemli muhalefet hareketi olduğu için merkezî Sünnî iktidarlarla problemi olanların yolu bir şekilde Şiîlikle kesişmiştir. Bu yüzden Şiîliğin bu güne kadar yaşamasını sağlayan en önemli etkenlerden birinin, muhaliflik ve ötekilik psikolojisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu ötekilik duygusu, Hz. Hüseyin’in katledilmesi benzeri trajik olaylarla özdeşleştirerek kendini dışa vurmuştur. Onlar, anma törenlerinde yas tutarak ve hepsinin trajik şekilde öldüğünü iddia ettikleri imamlarının kabirleri etrafında kenetlenerek, tabiri caizse ezilmişlikten farklı bir haz şekli geliştirmiş ve dinamizmlerini bu günlere kadar taşımışlardır. Fail olarak kendilerine karşı muhatap kabul ettikleri en önemli kesim olarak da, Emevî ve Abbasî veya günümüzde Suudi iktidarlarıyla özdeşleştirdikleri Hanbeîler, Vehhâbîler veya Selefîler olarak nitelenen kesimleri görmüşlerdir. Suudi Arabistan Selefi/Vehhabi çizginin destekleyicisi, İran da Şii dünyanın. İslam tarihinde Sünni ve Şii devletlerin savaşlarına rastlansa da, bu çatışmaların bir mezhep çatışması boyutuna ulaşmadığı görülüyor. Bugün gelinen noktada her iki ülkenin siyasi çıkar ve amaçlarının bugün İslam dünyasını bir mezhep savaşıyla karşı karşıya bıraktığı söylenebilir mi? Devletlerarası çatışmalar, Yavuz Selim ve Şah İsmail dönemlerinde olduğu gibi zaman zaman mezhep boyutuna da taşınmıştır. Fakat bunlar sınırlı olaylardır. Bununla birlikte bu çerçevede her iki tarafın ulemasına verdirtilen tekfir edici fetvalar, halen daha Müslümanlar arasında sıkıntı oluşturmaktadır. Sizin de ifade ettiğiniz gibi bu işlerin temeli siyasi ve ekonomik vb. çıkarlara dayanır. Zaten mezhepler arası farklılıkların temeli de büyük oranda siyasi tutum farklılıklarından kaynaklanmıştır. Çıkar yüzünden kardeşler bile birbirlerine girmektedir. Selefilik veya Cihadi Selefiliğin hedefinde Şiilerin olmasının veya Vehhabiliğin Şiilerle problemi olmasının temelinde bu nedenlerin yattığı bilinmektedir. Suudi Arabistan’ın petrol bölgelerindeki nüfus büyük oranda Şiilerden oluşmasına konunun uzmanları tarafından sık sık dikkat çekilmektedir. Bu demektir ki sorunun temeli ekonomik ve siyasidir. Mezhep ise kendi yaptıklarını meşru gösterme kılıfı olarak kullanılmaktadır. Son olarak geçmişte pek çok İslam mezhebi veya hareketi ortaya çıkmış ve tarihten silinmiştir. Size göre, Selefi/Vahhabi çizginin daha gelişmesi gibi bir durum söz konusu mudur? İslam dünyasında bu akımlara karşı bir bilinç ve savunma mekanizması geliştiriliyor mu? Bu tür grupların, kendi ayakları üzerine basan yeni bir İslâm medeniyeti ortaya çıkana kadar belirleyici etkileri devam edeceği anlaşılmaktadır. Bizim burada ifade etiklerimiz veya İslam dünyasındaki birtakım uzlaştırıcı yaklaşımlar, Müslümanlar özgüvenden eksik ve dış müdahalelere açık olduğu sürece pek fazla karşılık bulmayacaktır. Kanaatimce ne zaman güçlü bir İslam dünyası ortaya çıkar, o zaman bu ve benzeri aşırı grupların çeşitlilik ve renklilikten öte bir etkisi olmaz. AĞUSTOS 2014 13 İslam’a Sonradan Monte Edilen Vehhabilik, El Kaide ve IŞİD Arif Gözel / Ankara Strateji Enstitüsü Kökleri Hz. Ali zamanındaki Haricilik cereyanına dayanan Vehhabilik, İbn-i Teymiyye’nin temelini oluşturduğu ve Muhammed bin Abdulvehhap tarafından 18.yüzyılda ortaya çıkan bir akımdır. İslam dininin dört ana kaynağı olan Kuran, Sünnet, İcma ve Kıyas’tan, Kuran ve Sünnet haricindekileri kabul etmeyen Vehhabiler, kendi mezheplerinden olmayanları Müslüman görmemektedirler. Yalancı peygamberlerin çıktığı Necid bölgesinde görüşleri taraftar toplayan Abdulvehhap, Suudi emirlerden Muhammed bin Suud’la anlaşarak ilk 14 7SÖZ Vehhabi devletinin temellerini 18.yüzyılın son çeyreğinde atmıştır. Osmanlı Devleti’nin Rus ve İran Savaşları’ndan dolayı zor durumda olmasını fırsat bilen Vehhabiler, Basra Körfezi civarında hakimiyetlerini ilan etmişlerdir. 1812 yılında Osmanlı Devleti’nin üzerlerine yürümesi için Kavalalı Mehmet Ali Paşayı görevlendirmesinin ardından Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Tosun Paşa, Vehhabilerin üzerlerine yürümüş ve devletlerini yıkmıştır. Ancak bu savaştan kurtulan Türki bin Abdullah kaçarak ikinci Vehhabi Devletini kurmayı başarmıştır. Daha sonraki yıllarda 1901 yılında Abdulaziz bin Suud, Vehhabi devletini ihya etmiştir. 1916 yılında İngilizlerin de desteğini alan Abdulaziz bin Suud bölgede hakimiyetini ilan etmiştir. 1918 yılı sonlarında Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup olan Osmanlı Devleti’nin Medine’den çekilmesiyle Vehhabiler, Hicaz bölgesini ve Cidde’yi ele geçirmişlerdir. Görüldüğü üzere Vehhabiliğin kurulmasında Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşında mağlup olması ve İngilizlerin Vehhabilere para ve silah yardımı yapması en önemli etkenler olmuştur. Vehhabiliğin temelinde sertlik, taassup ve kendi düşüncelerinde olmayanları küfürle itham etmek vardır. Ayetleri yorumlamanın küfür olduğunu kabul eden bu düşünceye göre bir farzı işlemeyen kimse öldürülür ve malları Vehhabiler arasında paylaşılır. Mezarlara türbe yapılmasını ve mezarlarda dua edilmesini şirk olarak gören bu anlayışa göre amel imanın bir şartıdır dolayısıyla farzları yerine getirmeyenler kafirdir ve kanları helaldir. Farklı coğrafyalarda Selefilik olarak da ortaya çıkan Vehhabiler, en çok Suudi Arabistan’da olmakla beraber Mısır, Hindistan, Afrika ve bazı İslam ülkelerinde de taraftarları mevcuttur. Vehhabiliğin, El Kaide ve Üsame Bin Ladin üzerinde oldukça çok etkisi olmuştur. Bunun yanında çok sayıda El Kaide üyesi aynı zamanda Müslüman Kardeşler’e de üyedir. Usame Bin Ladin’in Afganistan-Sovyet savaşında birlikte hareket ettiği Abdullah Azzam Müslüman Kardeşlerin de üyesidir. Usame bin Ladin, dinsel olmayan politik anlaşmazlıklar nedeniyle Müslüman Kardeşlerle bağını kesmiştir. El Kaide’nin 11 Eylül saldırısını gerçekleştiren 19 teröristinden 15’inin Suudi vatandaşı ve Vehhabi olması örgüt ile Vehhabiliğin iç içe geçtiğini göstermektedir. El Kaide’nin militan, lider yapısı, oluşturulan ideolojinin temellendirme noktalarını Vehhabi mezhebinin radikal din adamlarına dayandırılması ve Vehhabilerin katı yorum tarzı her iki oluşum arasında organik bir bağ olduğunu göstermektedir. IŞİD’in ideolojisini ise tekfirci selefilik olarak nitelendiren Doç. Dr. Mehmet Akif Okur, bu örgütün ideolojik olarak Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan Neo Haricilere benzediklerini belirtti. Doç. Dr. Okur, Selefilik ile Suudi Vehhabiliğin organik bağ taşıdığını vurguladı. Okur, bir benzetmeye gidilecek olursa Vehhabiliğin 1.0. sürümünün Arabistan Vehhabiliği olacağı, 2.0. sürümünün Mısırdaki Selefi hareketin olacağı, 3.0. sürümünün El Kaide örgütü olduğunu ve son sürümünün ise IŞİD örgütü olacağı şeklinde benzetme yapılabileceğini belirtti. AĞUSTOS 2014 15 Zihinsel taşlaşma: Vahhabiler ve yağma Atasoy MüfTüOĞLU Irkçı, mezhepçi, hizipçi kısıtlamalar ve aşırılıklar çoğaldıkça, ahlaki ve insani yanımız azalıyor. Bu tür kısıtlamalar, aşırılıklar ve yozlaşmalar hepimizi tanınamayacak hale getiriyor. Kabileci, milliyetçi, mezhepçi önyargılar ve fanatizmler yüzünden, insanlığın bütününü içerisine alan İslami vizyonu/perspektifi/ufku bütünüyle kaybediyoruz. İslami bilginin, düşüncenin, fikrin, tasavvurun, ırkçı/ mezhepçi çıkarlar ve beklentiler doğrultusunda kullanılması, çarptırılması, suiistimal edilmesi hepimizi ahlaki bir felakete sürüklüyor. Kim olursak olalım, öteki olduğumuz andan itibaren, yanlış yargılara mahkûm edilmiş oluyoruz. Etnik/mezhepçi/hizipçi gerilimler, çatışmalar, bölünmeler İslam toplumlarında asla yaşanmaması gereken büyük bir bilinç körlüğünü yansıtıyor. İslami zihin dünyamızın, pozitivist modelin/yöntemin, yaklaşımın emperyalizmine maruz bırakıldığı tarihten başlayarak günü- 16 7SÖZ müze kadar İslam bir folklor olarak algılanıyor. İslam’ın geçmiş zamanlarla ilgilenmesi, toplumsal sorunlarla değil, bireysel sorunlarla ilgilenmesi isteniyor. İslam’ın, pozitivist dünya görüşünün emperyalizmine maruz bırakıldığı günden bu yana Müslümanlar olarak tarihsel/ ahlaki/mistik yorumların dışına çıkma iradesi gösteremiyoruz. Bu iradesizlik sebebiyle bugünün dünyasında aziz İslam’ın ve Müslümanların siyasal sesi/ifadesi/iradesi/tavrı yoktur. Bugünün dünyasında Müslümanların nerede/nasıl/ne yönde hareket etmeleri gerektiği konusunda Batılı seküler-liberal özne karar veriyor. Toplumlarımız siyasal ve ekonomik anlamda Batılıların müdahalesine muhtaç durumdalar. İslam’ın toplumsal, siyasal, ekonomik anlamından/içeriğinden/amaçlarından hiç söz etmiyoruz. İslami çalışmalar/ etkinlikler, insanlığa ve dünyaya yönelik önerileri olmayan, içe dönük ıslah çalışmalarıyla sınırlı hale geliyor. VAHHABİLERİN YAĞMASI Tasavvufi ilgiler/yapılanmalar ve dil, İslami bütünlüğün önüne geçiyor. Müslüman topluluklar bir yanda herkese cennet vadeden bir anlayışla, bir diğer yanda herkese cehennem tehdidi savuran bir başka anlayışla karşı karşıya bulunuyor. Kendi yorumlarını mutlaklaştıranlar, başka hiçbir yorum, çaba, düşünce, etkinlik ve eyleme saygı duymadıkları için İslami iklim çölleşiyor. İslam’ın, tarihi/ kültürel/medeni/ edebi/ hukuki/siyasal/estetik bütün boyutlarını ve birikimini reddederek, İslam’ı katı/lafızcı fıkhi boyutlara hapseden yeni bir püritenlik/yeni selefilik, kendi yorumları dışında kalan bütün yorumları barbarca tekfir ve tahkir edebiliyor. İçerisinde bulunduğumuz günlerde, 1802 yılında Vahhabiler tarafından Kerbela’ya yönelik olarak gerçekleştirilen katliam ve yağma aynen bir kez daha yaşanıyor. Müslümanlar bu tür katliam ve yağmacılığı durdurabilecek hiçbir güce/ kuruma/dayanışmaya sahip değiller. Bu tür gelişmelerle ilgili olarak yapısal sorgulamalar/hesaplaşmalar/eleştiriler yapılamıyor olması üzüntü vericidir. tarihsel dönüşümlerle ilgili hiçbir çözümleme çabamız yok. Güncel gündemin içerisinde boğuluyoruz. Kronolojik bir hafızaya sahip olduğumuz, niteliksel bir hafızaya sahip olmadığımız için, olaysal tarihle çok ilgilendiğimiz, yapısal tarihle hiç ilgilenmediğimiz için, ikinci el bilgiler, yorumlar ve tercihlerle hayatlarımız sürdürüyoruz. Güncel gündeme mahkûm olmak, yüzer-gezer kimlikler/kişilikler/karakterler oluşturuyor. Sahici varoluşları temsil edemediğimiz için, İslam’ı teatral maskaralıklara dönüştüren uygulamalarla gereği gibi hesaplaşamıyoruz. Teatral maskaralıklar anlamların boşaltılmış olmasıyla ilgilidir. Günümüzde bilgelik, yalnızca bir gösteri biçiminde somutlaşıyor. Yalnızca iman eden, ancak bilmeyen, fark etmeyen, yapmayan, iç ve dış dünyanın gerçeklerine nüfuz etmeyen/ edemeyen, kuşatıcı düşünemeyen ve akledemeyen topluluklara dönüşüyoruz. DÜŞÜNMEK, GENÇ KALMAK DEMEKTİR Hiç kimsenin imtiyazlı olmadığı, peygamberler için bile çizilmiş sınırların olduğu bir sistemde bugün, Müslüman kitlelerin ufkunu kapatan binlerce imtiyazlı/dokunulmaz ‘mübarek zat’lar var. Bireyler her durumda kendi eylemlerinden sorumludurlar, bu eylemlerinin sonuçlarına da katlanacaklardır. İslam hiçbir şekilde kimi imtiyazlı sayılan/sayılabilen kişi ve grupların tekeli altına alınamaz. Uluhiyetle aracılık ve ortaklık olamaz. Allah’a ulaşmak için bir aracıya ihtiyacımız yoktur. Eleştirel yeteneklere sahip Müslüman özneler hiçbir irade/iktidar/ideoloji tarafından araçsallaştırılamaz. Eylemde bulunmayan, içerik üretmeyen hareketsiz bir toplumun iyimserliği, hastalıklı bir iyimserliktir. Allah’ın sınırlarını gözettiğimizde, koruduğumuzda, bu sınırlar doğrultusunda hareket ettiğimizde ibadetlerimizin/dualarımızın bir anlamı olabilir. Aziz İslam’ı, bir antikacı ilgisi içerisinde muhafaza etmeye çalışmak, bugünün dünyasını etkileyebilecek hiçbir özgün içeriğe sahip olmamak demektir. Geçmişimizde ne olduğumuzdan çok, bugün ne olduğumuz üzerinde yoğunlaşmamız çok daha önemlidir. Bugün, bütün toplumları etkileyen büyük Hiçbir yazar/düşünür/âlim/üstad okuyucularının, bağlılarının, beklentilerine bütünüyle karşılık veremez. Kişilik sahibi, onur sahibi, sahici bir yazar/düşünür/âlim hiçbir biçimde kendisini pazarlayamaz. Sahici kişilikler sorumluluklarını gösteriş arzusu duymadan yerine getirirler. Müslümanlar olarak içerisinde bulunduğumuz zihinsel taşlaşmayı istikrar olarak değerlendiren bir geleneğimiz var. Bu taşlaşma nedeniyle toplumlarımız yüzlerce yıl aynı metinleri okuyor, tekrar ediyor, anlatıyor. Bunca zaman boyunca başkaca hiçbir şey yapılmamış gibi, aklımızı/zihnimizi/bilincimizi katılaştıran edilgenleştirici bir gelenek asla sürdürülemez. İnsanlığa, dünyaya, tarihe kapalı zihinsel hapishanelerde yaşamak, yaşamak değildir, bir başka şeydir. Toplumlar düşünmedikleri için, sıradanlaşıyor, sıradanlaştıkça kötürümleşiyor. AĞUSTOS 2014 17 Teknoloji’nin Katlettiği Çocukluk ve Yok Olan Oyunlarımız 7söz/ Mehmet Gürhan İpe basmadan atlamak, yakalanmadan duvarı sobelemek veya üstü üste dizili 9 taşın hepsini yere serebilmek bir hünerdi. İnsanoğlu dünya üzerinde var olduğundan beri, evlerin önü, sokaklar, bahçeler çocukların oyun oynarken attıkları sevinç çığlıklarıyla doluydu. Çocuklar koşarlar, atlarlar, zıplarlar, uzun bir değneği at yaparlar, taşları üst üste yığarlar, ağaçların arkasına veya duvar diplerine saklanarak oyunlar oynarlardı. Artık sokaklar ıssız... Çünkü oyun çağındaki çocuklar evlere tıkılmış, bilgisayarın veya televizyon ekranının karşısında, kola içip, tost yiyerek şişmanlamaktalar... Çocuk- 18 7SÖZ ların boş bıraktığı sokaklara ise, babaları veya komşuları otomobillerini park etmişler. Eskiden sokaktan geçerken top oynayan çocukların vurduğu top yüzümüze gelmesin isterdik, şimdiyse, sokaklarda park etmiş arabaların arasında yol bulabilirsek yürüyebiliyoruz. “Ah, nerede o eski oyunlar” diye söze başlar anneanne, babaanne ve dedeler oyunları anlatırken torunlarına… Yeni nesil çocukların ne kadar şanslı olduklarını ama yine de o eski oyunların nasıl kendilerini mutlu ettiklerinden bahsederler. Çivi, seksek, misket, dokuztaş, körebe, uzun eşek, lastik, yakar top oyunu… Gerçekten de “nerede o eski oyunlar!” Hâlâ oynayan var mıdır o oyunları ya da bilen? Oysa bir hünerdir ipe basmadan atlamak, gizlendiği yerden yakalanmadan çıkmak ve sobelemek duvarı ya da üstü üste dizili 9 taşın hepsini yere serebilmek... Takım kurarken “aldım verdim, ben seni yendim” tekerlemesiyle ilerleyen çocuğun kalbindeki heyecanı hangi bilgisayar oyunu sağlayabilir ki? Geçen zaman bugünümüzü mâzi yaparken, değerlerimizi de beraberinde götürdü. Büyüklerimiz için oyun; gülmek, terlemek, kazanmak, yenildiğinde belki ağlamaktı. Bol hareket içeren o eski oyunlar, hep özlenen olacak... Beş Taş: Karşılıklı iki kişi tarafından oynanır. Kızlar da erkekler de oynar. Taşlar (5 adet) yere atılır. İlk önce BİRLER oynanır. Birlerde; oyuncu bir taşı baş hizasına kadar havaya atar. Havaya attığı taş yere düşüne kadar taşı havaya attığı elle yerden bir taş alıp havaya attığı taşı tutmak zorundadır. Tutamazsa yanar. İkilerde; yine havaya bir taş atıp aynı elle yerden 2 taş almak, Üçlerde; üç taş almak, dörtlerde havaya attığı taş yere düşene kadar 4 taşı da almak ve havadan düşen taşı tutmak zorundadır. Daha sonra işaret parmağını (sol el) orta parmağının üstüne koyup yere dayayarak köprü oluşturulur. Sağ elle de bir taş yukarı atılır. 4 taşı da birbirine değmeyecek gibi köprü kurduğu parmaklarına yakın bir yere bırakır. Havaya attığı taş yere düşmeden köprüden bir taşı diğer tarafa geçirir ve yukarıya attığı taşı yere düşmeden tutar. Dört taşı da birer birer diğer tarafa geçirince bu bölüm de bitmiş olur. Sonra 5 taşı sağ elle havaya atıp birlerde en az bir taş elinin üstünde kalacak şekilde taşları yakalar, elinin üstündeki (tersindeki) taşı tekrar eliyle yukarı atar ve avucuyla yere düşmeden yakalar. Bu hareket ikilerde 2 taş, üçlerde 3 taş, dörtlerde 4 taş ve beşlerde 5 taş elinin üstünde tutulup avucuyla yakalayacak biçimde devam eder. Elinin üzerinde eksik taş yakalarsa ve avucuyla tutamazsa yanmış olur. Yukarıda tüm bu hareketleri yanmadan yapıp tamamlarsa, oyunda başarı sağlamış olur ve rakibine karşı bir oyun ilerde olur. TOPAÇ: İpin bir ucu halka şeklinde orta parmağa geçirilir. Diğer ucu ise topacın etrafına düzgünce sarılır. (Topaç, ağaçtan yapılır ucunda özel çivisi vardır.) İp topaca sarıldıktan sonra elin, hızla ileriye doğru itilip geri çekilmesiyle kazandırılan ivme sonucunda topacın, mümkün olduğunca uzun süre çevrilmeye çalışıldığı bir oyundur. Komutla aynı anda döndürülen topaçlardan en son duran AĞUSTOS 2014 19 topaç sahibinin kazandığı oyundur. Değişik kuralları olan farklı biçimlerde oynanılır. Bu işte ustalaşan çocuklar, yerde dönen topacı avucunun içine alır, avucunun içinde döndürürdü. MİSKET OYUNU: Misket oyunun da değişik versiyonları vardı. Baş dediğimiz oyun türü: Misketler yan yana sıra ile dizilir ve elimizde ki en gösterişli ve ağır misketi ona başlık denirdi. Tabi önceden yere kaç misket dizileceği konuşulurdu ve herkes yere o kadar misket koyardı veya dizerdi. Başlık ile herkes dizili olan misketlerden açılır ve en uzağa açılmış olan ilk atışı yapma hakkına sahip olurdu. Herkes yerdeki misketlerden uzaklığına göre atma sırası belirlenirdi. En yakında olan, misketlerin başında kalırdı ve ilk atacak kişi ona şunu sorardı, Hangi baş? Sağ baş veya sol baş denirdi, o taraftan vuran vurduğu kadar misketi alırdı. En başta ve o baş söylenmişse o başı vuran yerdeki misketlerin tamamını alırdı. Tabi kimse vuramamışsa veya baştan itibaren kalan misketlerde, misketlerin başında durana kalırdı. Burada kural dizili misketlerin aynı hizadan çıkması ve tartışmaya mahal vermemesiydi. Misket oyunundan karlı çıkan yüttüm hepsini yüttüm derdi. İsmi Gondik denilen bir tür vardı. Bu türde iki veya üç kişi ile oynanırdı başlığını birisi ileri doğru atardı, rakibi de onun başlığını vurma- 20 7SÖZ ya çalışırdı. Tabi ki baştan kaç misketine oynandığı konuşulurdu. Misket atmada gondik denilen sitil başlığını yuvarlamazda havadan tam rakibinin, başlığına atma tekniği idi. Ve bu oyunda karış mesafesi kurallardan birisiydi. Eğer rakibinin misketine senin misketin bir karış mesafe içinde ise vurdu, kabul edilirdi. Bu oyun elleri büyük olanlar için avantaj olurdu. Tabi yine Misket ile oynanan Miselles denilen ve yere bir eşit kenar üçgen çizilip, içine misketlerin konması ile oynanan bir tür vardı. Burada amaç başparmağın ile sıkıştırdığın başlığını tek tek üçgenin içindeki misketleri vurarak çizgilerin dışına çıkarmaktı. Eğer başlığınız üçgenin içinde kalırsa yanar ve o ana kadar yerden topladığınız, misketlerde tekrar yere bırakırdınız. Kuyu denilen bir misket oyunu vardı ve bu da iki türlü oynanırdı. Herkes misketin rahatlıkla gireceği bir kuyu açardı ve o kuyudan bir karış mesafeden öbür misketlere atış yapardı veya rakibini kuyusuna misketini sokarsa, oradan oyuna devam ederdi kuyusu ele geçirilmiş oyundan çıkar ve oyunun bitmesini beklerdi. Burada da yine kural misketi başparmak ile fırlatıp rakibinin misketini vurmaktı. Ortada bir kuyu boş ve sahipsiz olan türü de oynanırdı buna da kaptan denirdi. İleriye bir çizgi çizilir bu çizgiye misketler atılır, çizgiye en yakın misketin sahibi birinci olur ve oradan, misketini kuyuya sokan birinci olarak oynamaya hak kazanırdı. Kuyuyu ele geçiren öbürlerini kuyuya yaklaştırmaz ve burayı savunurdu. AĞUSTOS 2014 21 UMUMİ AŞK Gözyaşı bir sırdır... 22 7SÖZ Gülümseme bir sırdır... Aşk bir sırdır... O gecenin gözyaşları, aşkımın gülümseyişiydi Hikaye değilim ki anlatasın Şarkı değilim ki söyleyesin Ses değilim ki işitesin Ya da öylece göre bileceğin bir şey Veya bile bileceğin bir şey Ben, ben ortak acıyım, beni haykır! Ağaç, ormanla konuşur Çimen, ovayla, Yıldız, galaksiyle Ve, ben seninle konuşurum. İsmini bana söyle Elini bana ver Sözünü bana söyle Kalbini bana ver Ben senin köklerini bulmuşum Senin ağzınla konuştum her kesle Ve ellerin benim ellerimi tanır Aydınlık yanlızlıkta seninle ağladım Yaşayanlar için Ve karanlık mezarlıkta seninle söyledim En güzel şarkılarımı Çünkü bu yılın ölüleri dünyadaki en büyük aşıklardı. Elini bana ver Elin beni tanır Ey geç kalmış seninle konuşuyorum Bulutun tufanla Çimenin ovayla Yağmurun denizle Kuşun baharla Ağacın ormanla konuşması gibi Çünkü ben senin köklerini bulmuşum Çünkü sesim senin sesini tanır. Ahmet ŞAMLU Çeviri: Fatma Batkitar AĞUSTOS 2014 23 Musa AYDIN Hakkı İnkar Etmenin Yolları-2 9- Makam ve Mevkii Kaybetme Korkusu: “O kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin âlimleri, onu, o Peygamber’i, oğullarını tanır gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı gerçeği bile bile gizlerler.” “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan ayetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya, mutlaka onlara Allah lânet eder. Lânet edebilecek olanlar da lânet ederler.” “Kitap ehlinden öyle bir güruh da vardır ki, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip bükerler. Hâlbuki o, kitaptan değildir. ‘Bu, Allah katındandır.’ derler; oysa o, Allah katından değildir. Allah’a karşı, kendileri bilip dururken, yalan söylerler.” “İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap 24 7SÖZ indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık-birbirlerine haksız üstünlük sağlama yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” Makam ve mevkisini ve sahip olduğu toplumsal saygınlığını kendisine ekmek kapısı hâline getiren ve gerektiğinde bu statüsünü suiistimal edip insanları istismara kalkışan kimselerin de, bile bile peygamberlere muhalefet etmeleri kaçınılmazdır. Çünkü biliyorlar ki, onlara teslim olup getirdikleri ilâhî mesajların doğruluğuna itiraf ettikleri takdirde herkesten önce onlar haksız yere kazandıkları saygınlığı ve ayrıcalığı kaybedecek ve menfaatleri uğruna yıllarca insanlara yuttur- dukları yalan ve yanlışların hesabını verme durumunda kalacaklardır. Bu yüzden peygamberlere karşı muhalefet ve inkârı akıllarınca bir kurtuluş yolu olarak seçmişlerdir. Birçok ret ve inkâr nedeninde de olduğu gibi, bu da sadece geçmişte olup biten bir durum değil, günümüzde de birçok kimsede hak ve hakikate karşı benzer tavırları sergileyenleri görmemiz mümkündür. 10- Rahatça Günah İşleme: “Hayır, yemin ederim o kıyamet gününe; yine hayır, yemin ederim o sürekli kendini kınayan nefse; acaba insan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski hâline getirmeye gücümüz yeter. Fakat insan (bu inkârcılığıyla) günahı devam ettirmekte önünün açık olmasını (rahat günah işlemesini) ister.” Nefsine ve şeytana uyup bilerek günah işleyen kimse, bir müddet içinde kaygı ve korku hissi yaşar. Şeytanın hilelerinden birisi işte bu noktada devreye girer ve insana şunu telkin eder: “Sen sana söylenenlere ve yapılan itiraz ve davetlere karşı: ‘Ben sizin söylediklerinize inanmıyorum.’ dersen, artık kimse seni rahatsız edemez ve rahatça gönlünün istediği her şeyi yapabilir ve arzularını rahat ve sınırsız bir şekilde tatmin edebilirsin.” Bu, tıpkı birilerinin bu aralar adına “özgürlük” deyip de kendilerini avuttukları ve yaptıkları pislikleri başkalarına karşı savunma ve aklama aracı olarak kullandıkları argümanın aynısıdır. Evet, bu süreç böyle devam ettiği, dönüş ve telafi olmadığı takdirde, zamanla artık ilk baştaki kaygı ve rahatsızlık hissi yerini duyarsızlık ve vurdumduymazlığa bırakır. Hadislerde de bir kimsenin günah işlediğinde rahatsızlık duymasının, iman nurunun henüz tam sönmediğini, ama günah işledikten sonra rahatsızlık duyma yerine zevk, rahatlık ve vurdumduymazlık hâlini yaşamasını ise bu nurun söndüğünü gösterdiği şeklinde beyan edilmiştir. 11- Şeytanın Amelleri Süslemesi: “Onlar Kur’ân’ı düşünmezler mi? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var? Gerçekten doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan, kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür.” “Hiç olmazsa kendilerine baskınımız geldiği zaman olsun, yalvarmalı değiller miydi? Fakat kalpleri katılaştı ve şeytan yaptıklarını kendilerine güzel gösterdi.” “Şeytan, onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, ‘Bugün insanlardan size galip gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.’ demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce, arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi: Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben Allah’tan korkarım. Ayrıca Allah’ın azabı çok çetindir.” “Allah’a yemin olsun ki, biz senden önce birçok ümmetlere peygamberler gönderdik. Ne var ki şeytan, onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. Bugün de o şeytan, kâfirlerin dostudur. Onlar için acı bir azap vardır.” “Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip, ‘Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim. Gerçekten, onlara (Sebelilere) hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkân verilmiş ve büyük bir tahta sahip olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için hidayete giremiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmezler. (Hâlbuki) O büyük Arş’ın sahibi olan Allah’tan başka tapılacak yoktur.” “Ad ve Semud’u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp gö- AĞUSTOS 2014 25 leri inkâra kalkıştılar. 13- Ukalalık ve Bir Taşla İki Kuş Vurma Mantığı: “Şüphesiz haram ayları ertelemek (nesi), kâfirlikte daha ileriye gitmektir ki, kâfir olanlar onunla saptırılır. Allah’ın haram kıldığı ayların sayısını denk getirmek ve sonuçta Allah’ın haram kıldığını helal kılmak için onu bir yıl helal ve bir yıl da haram sayarlar. Kötü işleri kendilerine süslü ve güzel gösterilmiştir. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” rebilecek durumdaydılar.” Kur’ân-ı Kerim’in de açıkça buyurduğu gibi, şeytanın müminler ve Allah’a teslim olanlar üzerinde bir sultası söz konusu değildir. Ama kendisini nefsanî arzularına ve şeytana teslim edenlere baş yol gösterici elbette şeytandır. Şeytanın, dostlarını azdırmak için türlü türlü hileleri vardır. Bunların en önemlilerinden birisi batıl, günah ve isyanı süsleyip püsleyip güzel göstererek gönül rahatlığıyla insanı inkâra sürüklemesidir. Dolayısıyla inkârcılar, günah ve isyan ehli, genellikle yaptıklarının kötü olduğunu kabul etmez, tam tersine bin bir türlü bahane ve teville kendilerini haklı ve yaptıklarının doğru olduğunu göstermeye çalışırlar. Rabbim hepimizi şeytanın hilelerinden muhafaza buyursun! 12- Nankörlük: “Bizim ayetlerimizi öyle nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.” Allah-u Teala’nın Kur’ân’da beyan ettiği sünnetlerinden birisi de, verdiği nimetlere karşı şükredenlere nimetini, lütfünü artırması, nankörlük edenleri ise cezalandırıp nimetlerini ellerinden almasıdır. Allah-u Teala’nın bir önemli nimeti akıldır. Bir diğeri akla yardımcı olan elçileri, peygamberleridir ve bilahare diğer maddî ve manevî nimetleri… Ama niceleri bu ilâhî nimetlerden dolayı şükretme (nimeti veren Mun’im’in/Allah’ın istediği şekilde istifade etme) yerine, küfran ve nankörlük yolunu tuttular. Böylece Rabbü’l-Âlemin de inayet ve lütfünü onlardan kestiği için hak davetçilerine karşı gelmeye yeltenip ilâhî ayet- 26 7SÖZ Bazı zavallılar, bir taraftan hakkı ikrar ve itirafın kendilerine getireceği maslahat ve menfaatleri kaçırmamak, bir taraftan da nefsanî arzularına ulaşmak yolunda önlerine set çekmemek için ukalalık yapıp, tabiri caizse bir taşla iki kuş vurabilmek için zahirde retçi ve inkârcı gözükmemekle birlikte, ilâhî kıstaslara teslim olup kendilerini hakka uyarlama yerine, hakkı kendilerine uyarlamaya ve saptırmaya çalışmışlardır. Bunun tarihte birçok örneklerine rastlamak mümkündür ki, Kur’ân’ın verdiği çarpıcı örneklerden birisi de, müşrikler arasında cereyan eden “nesi” (geciktirme) âdetidir. Olayın özeti şöyledir: Müslümanlar gibi müşrikler de haram aylara inanıyorlardı. Bilindiği gibi bu aylarda savaşmak yasaktı. Fakat müşrikler arasında cereyan eden birçok yanlış ve mantıksız durumlar gibi, haram aylar konusunda da benzer bir durum söz konusuydu. Onlar güya bira taraftan bu yasağı çiğnememek, diğer taraftan ise zalimane hareket ve âdetlerinden geri kalmamak için haram ayların yerini değiştiriyorlardı. Yani bir yıl haram aylardan birini ihlal edip savaşıyorlarken, güya bu yanlışı telafi amaçlı diğer yılda bir başka ayı onun yerine haram ay olarak ilan ediyor ve böylece akıllarınca bir taşla iki kuş vurduklarını sanıyorlardı. Bunun örneklerine günümüzde de (özellikle mürekkep yalamış, ama dinini dünyasına satmış âlim-ulema takımı arasında) sık sık rastlamak mümkündür. Niceleri gerçekten Allah ve Resulü’nün (s.a.a) ne dediğini öğrenip hayata geçirme yerine, zorla ve bin bir türlü tevile başvura- rak Allah ve Resulü’nün (s.a.a) buyruklarını kendi nefsanî istek ve arzularına uyarlamaya çalışmaktadırlar! 14- Çevre-Arkadaş: “O gün zalim kimse ellerini ısıracak: ‘Eyvah!’ diyecek, ‘Keşke Peygamber’in yanında bir yol tutsaydım! Eyvah!’ diyecek: Keşke falancayı dost edinmeseydim!” “Onlar cennettedirler; sorup dururlar suçluların durumunu. ‘Nedir sizi Sekar’a (cehenneme) sokan?’ diye. Suçlular der ki: Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula da yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla dalar giderdik. Ceza gününü yalanlardık. Nihayet bize ölüm gelip çattı.” Dostluk ve arkadaşlığın insanda hem müspet, hem de menfi yönde ne nedenli etkili olduğunu anlatmaya bile gerek yoktur. Öyle ki bu husus artık milletlerin atasözlerine bile farklı şekillerde yansımıştır. Hadislerde de: “Kişi, arkadaşının dini üzeredir.” buyrulmaktadır. Bu yüzden insanın, seçtiği arkadaşa her yönden dikkat etmesi gerekir. Evet, ister tarihte, isterse günümüzde birçok kimseyi doğrulardan uzaklaştırıp hakkı inkâra kadar götüren en önemli faktörlerden birisi, hiç kuşkusuz seçtikleri laubali arkadaşlar ve bulundukları uygunsuz ve kötü ortamlardır maalesef. Elbette şunu da unutmamak gerekir ki, bunlar sadece etkili faktörlerdir. Ama sonuçta insanın seçiminde belirleyici olan, kendi iradesidir. Bu yüzden zor da olsa insan, nefsine ve iradesine hâkim olup kendini bu afetten kurtarabilir. 15- Kavmiyet Taassubu: “Andolsun biz, Nuh’u kavmine gönderdik. ‘Ey kavmim dedi, Allah’a kulluk edin. O’ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ sakınmaz mısınız?’ Bunun üzerine, kavminin içinden kâfir kodaman topluluğu şöyle dediler: Bu, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhak- kak ki bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” “Dediler ki: Ya, demek sen (Hud) tek Allah’a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi (bize) geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir!” “Dediler: Ey Salih! Bundan önce sen bizim içimizde ümit beslenir bir zat idin. Şimdi bizi babalarımızın taptıklarına tapmaktan mı engelliyorsun? Biz, doğrusunu istersen bizi davet ettiğin şeyden kuşkulandıran bir şüphe içindeyiz.” “Peygamberleri dedi ki: ‘Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında da şüphe mi var? O, sizi günahlarınızı bağışlamak için çağırıyor ve belirlenmiş bir süreye kadar size müsaade ediyor.’ Onlar da dediler ki: Siz sadece bizim gibi bir insansınız, bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz…” “Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine uyun.’ dendiği vakit de: ‘Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak, ona uyarız.’ dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?” “Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine (kitaba) ve peygambere gelin!’ dendiği zaman: ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!’ derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler olsa da mı?” “Dediler ki: Sen bizi, atalarımızdan kalan yoldan çeviresin de yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi geldin? Biz ikinize de (Musa ve Harun) inanmayız.” “O zaman o (İbrahim), babasına ve kavmine: ‘Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?’ demişti. Onlar: ‘Biz atalarımızı bunlara tapar bulduk.’ dediler.” Bu konuda şu ayetlere de müracaat edilebilir: Şuarâ, 74; Lokmân, 21; Zuhruf, 2223 AĞUSTOS 2014 27 Kur’ân-ı Kerim’in en çok üzerinde durduğu inkâr nedenlerinden birisi de taassuptur. İster geçmişte, isterse günümüzde gerçeklerle yüzleşen birçoklarının sık sık ileri sürdükleri bahanelerden birisi de: “Biz böyle gördük, böyle götürdük.” mantığıdır. Akıllarını adeta müteahhide veren bu zavallılar, söylenen sözlerin üzerinde düşünüp kafa yorma ve böylece doğru olup olmadığına karar verme yerine, “Bunca geçmişlerimiz, ata-babalarımız yanlış mı yaptılar; böyle bir şey olabilir mi?” deyip, akıllarınca kendilerini rahatlatıyor ve kendilerine sunulan gerçeklerden yüz çeviriyorlar. Oysaki geçmişleri de onlar gibi insandırlar ve onların taşıdığı özellikleri onlar da taşımaktadırlar. Bu mantığı Kur’ân, “Ya onlar akletmemiş, hata yapmışlarsa?” şeklinde dile getirip inkârcıların gafil vicdanlarını uyandırmaya çalışmaktadır. 16- Hizip/Grup/Parti/Mezhep Taassubu: “Derken insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.” “O müşriklerden (olmayın ki) onlar, dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her grup kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.” Taassubun bir versiyonu da hizip, grup, parti, mezhep taassubudur. Evet, niceleri körü körüne mensup oldukları hizbin, mezhep ve fırkanın savunduğu şeyin doğruluk ve yanlışlığına bakmadan: “Partim, grubum, cemaatim, mezhebim söylüyorsa doğrudur, elbet bir hikmeti vardır!!” diyerek, 28 7SÖZ önüne çıkan aykırı her şeyi rahatlıkla inkâra kalkışıyorlar. Oysa karşılaştıkları iddiaların bizzat kendisini ve sunulan delilleri tarafsız bir gözle tahlil etmeye çalışsalar, hak ve batılı kendiliğinden tanıyacaklardır. 17- Yanlış Ölçüler-Saplantılar: “İnsanları (eğri yolun sonundan) korkut, inananlara Rableri nezdindeki yüksek makamları müjdele, diye içlerinden bir adama vahyimizi göndermemiz onlara tuhaf mı geldi? Kâfirler: ‘Hiç şüphesiz bu besbelli bir sihirbaz.’ dediler.” “Seni gördükleri zaman: ‘Bu mu Allah’ın peygamber olarak gönderdiği?’ diye hep seni alaya alıyorlar.” “Şöyle dediler: ‘Bu ne biçim peygamber ki, yemek yer, sokaklarda gezer?! Ona, beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya! Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!’ Bu zalimler, inananlara: ‘Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!’ dediler.” “Baksana, İsrailoğulları’nın Musa’dan sonra ileri gelenlerine! Hani onlar, bir peygamberlerine: ‘Bize bir kumandan gönder de Allah yolunda savaşalım…’ dediler. O da: ‘Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmamazlık eder misiniz?’ dedi. Onlar: ‘Bize ne oldu da yurtlarımızdan çıkarıldığımız ve çocuklarımızdan ayrıldığımız hâlde Allah yolunda savaşmayalım?’ dediler. Bunun üzerine savaş kendilerine farz kılınınca da, onlardan pek azı hariç, yüz çevirdiler. Ama Allah, o zalimleri bilir. Peygamberleri onlara: ‘Allah, size hükümdar olmak üzere Talût’u gönderdi.’ demişti. Onlar: ‘Ona bizim üzerimize hükümdar olmak nereden geldi? Oysa hükümdarlığa biz ondan daha lâyıkız, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir.’ dediler. Peygamberleri de: ‘Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve ona bilgi ve vücut bakımından bir güç, bir genişlik vermiştir.’ dedi. Hem Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir, o her şeyi bilir.” “Buna karşılık, kavminin ileri gelen kâfirlerinden bir kısmı dediler ki: Biz seni bizim gibi insanlardan biri olarak görüyoruz, başka değil. İlk bakışta bizim ayak takımımızdan başkasının senin arkana düştüğünü görmüyoruz. Sizin bizden fazla bir meziyetinizi de görmüyoruz. Aksine, sizi yalancılar sanıyoruz.” “Dediler ki: Ey Şu’ayb! Biz senin söylediklerinin çoğundan bir şey anlamıyoruz. Ayrıca seni içimizde çok zayıf biri olarak görüyoruz. Eğer akrabaların olmasaydı, mutlaka seni recmederdik (taşa tutardık). Senin bize hiçbir üstünlüğün yoktur.” “Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan) kısmı vardır, kitabı bilmezler; ancak birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar.” İnsanların gözünü, kulağını, kalbini perdeleyen faktörlerden birisi de, insanın şu veya bu sebepten dolayı edindiği yanlış ölçüler ve saplantılardır. Örneğin, birileri bir insana peygamber olmayı bir türlü yakıştıramamış, illa melek olması gerektiğinde ısrarcı olmuşlar. Veya toplumun fakir, düşkün, zavallı kesiminden birisinin Allah’ın elçisi olabileceğini bir türlü kendilerine yedirememiş ve olacaksa mutlaka eşraftan, paralı pullu kimselerin arasından olmalıdır demişler! Evet, yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde bu gibi yanlış ölçüler, kuruntu ve saplantılara açık bir şekilde değinilmiştir ve son ayette bunları özetleyerek şöyle buyurmuştur: “Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan) kısmı vardır, kitabı bilmezler; ancak birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar.” 18- Kadercilik Bahanesi: “Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: ‘Allah dileseydi, ne biz ortak koşardık, ne de atalarımız ortak koşardı; hiçbir şeyi de haram kılmazdık.’ Onlardan önce yalanlayanlar da böyle söylemişlerdi de sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.” Birçoklarının doğrular önünde direnmesi, hatta inkâra yeltenmesine yol açan sebep veya bahanelerden birisi de, yanlış yorumlanan veya bilinçlice saptırılan kavramlardır. Bu kavramların başında kader konusu gelir. Yukarıdaki ayette de açıklandığı üzere, bazıları ya cehaletlerinden dolayı ya da kasıtlı olarak saptırılmış bir kader inancına dayanarak inkârlarını haklı göstermeye çalışırlar. Bazıları ise işledikleri günahta kendilerini suçsuz göstermek için suçu kadere yüklerler. Tarihin en gaddar zalimleri dahi bu yola başvurarak cinayetlerini aklamaktan geri durmamışlardır. Oysaki bu gerekçelerinde haklı olurlarsa, o zaman tarihte kimi temize çıkarmak mümkün olmaz ki? Kendini bize adil tanıtan Rabbimizin sonsuz hikmet ve adaletiyle bunu bağdaştırmak mümkün olabilir mi? Ayrıca bunca peygamberin gelmesine, bunca kitabın indirilmesine, bunca tebliğe ve bunun için çekilen onca çile ve zahmete ne gerek vardı? Elbette İslâm’da kaza ve kader diye bir inancın olduğunda şüphe yoktur; ama bütün mesele bunu sağlıklı ve yukarıda bahsedilen mahzurlara yol açmayacak şekilde yorumlayabilmektir ki, bu da Ehlibeyt Mektebi’nin ilgili kaynaklarında yeterince yapılmıştır. Rabbimize ihlâs ve acziyetle yalvarıyor ve O’ndan, doğruları olduğu gibi bize göstermesini ve bizi yukarıda bahsi geçen bütün inkâr ve isyan gerekçe ve bahanelerinden uzak tutmasını diliyoruz. AĞUSTOS 2014 29 Yeşilay’dan Uluslararası Uyuşturucu Sempozyumu Türkiye Yeşilay Cemiyeti; Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Konseyi Pompidou Grubu, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı’yla birlikte İstanbul’da “Uluslararası Uyuşturucu ve Halk Sağlığı Politikaları Sempozyumu” düzenleyecek. Türkiye Yeşilay Cemiyeti, 29 Eylül – 1 Ekim 2014 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenecek olan “Uluslararası Uyuşturucu Politi- 30 7SÖZ kaları ve Halk Sağlığı Sempozyumu”na ev sahipliği yapacak. Yaklaşık 50 ülkeden bin kişinin katılımının öngörüldüğü sempozyumun yakın tarihte ülkemizde ve bölgede düzenlenen en büyük uyuşturucu konferansı olması bekleniyor. Sempozyum, Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC), Avrupa Birliği Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (EMCDDA), Avrupa Konseyi Pompidou Gru- bu gibi uluslararası seviyede uyuşturucu sorunu etrafında 20’den fazla teşkilatı bir araya getirerek önemli bir koordinasyon işlevi üstlenecek. Avrupa başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinden yaklaşık 50 ülkeden 200 kişinin katılacağı sempozyumda, ulusal ve uluslararası alanda politika değişikliğine dönük önemli çıktılara ulaşılması hedefleniyor. Ulusal koordinasyonu güçlendirecek Sempozyumun ulusal seviyede uyuşturucu politikalarının muhatapları olan İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve ilgili kurumlara bağlı diğer kuruluşları bir araya getirerek ulusal koordinasyonu güçlendirmesi bekleniyor. Uyuşturucu politikalarında etkin olan bu teşkilatların dışında uluslararası boyutta faaliyet gösteren çok sayıda sivil toplum kuruluşu da sempozyuma dahil edilerek, etkin bir sivil toplum katılımıyla uluslararası uyuşturucu politikaları çerçevesinin yeniden tartışılması sağlanacak. Ülkemizde uygulanan uyuşturucu ile mücadele politikalarında bütüncül bir yaklaşım ve strateji bulunmuyor. Bu yönüyle sempozyumun, talep azaltımı, arz azaltımı, zarar azaltımı, tedavi ve rehabilitasyon gibi başlıklarda bütünsel bir mücadele stratejisi oluşturulmasına katkı sağlaması bekleniyor. Uyuşturucu politikalarıyla ilgili olan kurumlar başta olmak üzere uyuşturucu sorunu etrafında çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarını ve ülke Yeşilaylarını da sürece dahil ederek, bu alanda mücadele eden sivil toplum kuruluşlarının kapasitelerinin güçlendirilmesi planlanıyor. Ayrıca uyuşturucu madde kullanım sorununun kriminal bir olgu olarak değil bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınması, bu alanda bilimsel temelli ve kanıta dayalı halk sağlığı politikalarının geliştirilmesi sağlanacak. Sonuçları tüm dünyayla paylaşılacak Sempozyum sonuç kitabı yaklaşık 5 bin adet bastırılarak Türkiye’deki üniversitelere, araştırma merkezlerine, kütüphanelere ve uzmanlara dağıtılacak. Uyuşturucuyla mücadelede mevcut ulusal ve uluslararası politikaları değerlendiren, uyuşturucu politikalarındaki tüm süreçleri kapsayan bir politika metninin oluşturulması ve bu metnin “İstanbul Deklarasyonu” olarak söz konusu sempozyum sonuç bildirgesi olarak da tüm dünya ile paylaşılması hedefleniyor. AĞUSTOS 2014 31 Yeşilay büyüyor! Ülke çapında bağımlılıklarla etkin mücadele etmek için çalışan Yeşilay, yılsonuna kadar tüm illerde ve İstanbul’un tüm ilçelerinde, şubeleşmeyi gerçekleştirecek. Geçtiğimiz hafta sonu 16-17 Ağustos tarihinde gerçekleşen ‘Yüksek İstişare Kurulu ve Şubeler Eğitim Programı’nda konuşan Yeşilay Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman, cemiyetin ortaya koyduğu stratejik plana işaret ederek, şubeleşme ve teşkilatlanmayı genişletmek konusunda düğmeye bastıklarını söyledi. Yeşilay şubeleri arasında istişare niteliği taşıyan Yüksek İstişare Kurul Toplantısı’nda, Türkiye’nin farklı illerinden gelen Yeşilay şube yetkililerine hitap eden Karaman, “Yeşilay tüm ülke sathında şubeleşmeye giderek, her insana dokunmayı, toplumun kılcal damarlarına kadar ulaşmayı amaçlıyor. Bu adımla beraber Cemiyet şubeleriyle birlikte daha etkin ve verimli bir şekilde yoluna devam edecek” dedi. Karaman ayrıca şubelere personel ve teknik donanım konu- 32 7SÖZ sunda da destek sözü verdi. Yeşilay, şube teşkilatlanmasının daha kaliteli olması için Ankara’da gerçekleştirdiği programda çeşitli eğitimler verdi. Programda şube yetkililerine, kurumsallaşma hedefine uygun olarak yeni vizyon ve misyon doğrultusunda dünya standartlarına uygun olan çalışma usul ve esasları anlatıldı. Yeşilay Yönetim Kurulu ve Bilim Kurulu üyelerinin de yer aldığı şubeler eğitim programında katılımcılarla istişare edilerek yerel bağımlılık sorunlarına değinildi, sorunların tespit ve çözüm önerileri tartışıldı. Programda ayrıca şube yetkilileri kendi bulundukları il genelinde yaptıkları çalışmaları anlattı. Yeni açılmış şubeler ise yapılan sunumlardan ve diğer şubelerin tecrübelerinden istifade etme ve Yeşilay Cemiyeti’nin yapmış olduğu faaliyetleri daha yakından takip etme fırsatı buldu. Yeşilay Bilim Kurulu üyelerinin bağımlılıklar alanında verdikleri eğitimin yanı sıra şube yetkililerine proje yönetimi, iletişim gibi konularda da sunumlar yapıldı, bilgiler paylaşıldı. AĞUSTOS 2014 33 İşid’i tanıyalım 21. YÜZYILDA ABDESTLİ MOĞOL İSTİLASI Katliamlarıyla dünyanın gündemine oturan IŞİD örgütü, nasıl kuruldu, ideolojisi ve eylemleriyle İslam dünyasında yarattığı algı. Irak ve Şam İslâm Devleti ya da Irak ve Levant İslâm Devleti, kısaca ILİD ya da IŞİD… Irak ve Suriye’de etkinlik gösteren radikal ve fakat İslami bir kılıfla tanınan aktif bir terörist grup. IŞİD, aynı zamanda, Dünya’nın en zengin terör grupları arasında sayılmaktadır. Irak Savaşı’nın ilk yıllarında kurulan ve 2004 yılında El Kaide’ye bağlılığını ilan eden grup bir süre sonra Irak El-Kaidesi adını aldı. Grup genelde Sünnî topluluklar olmak üzere Mücahidîn Şûra Konseyi, el-Kaide, Jaysh el-Fatiheen, Jund el-Sahaba, Katbiyan Ansar el-Tevhid vel Sunnah, Jeish el-Taiifa el-Mansoura gibi farklı isyancı gruplardan oluşur ve 34 7SÖZ onların desteğini alır. Irak ve Levant’te Sünnî nüfusun yoğun olduğu bölgelerde halifeliği kurma hedefi vardır. Şubat 2014’te, sekiz aylık uzun bir güç mücadelesinden sonra, el-Kaide IŞİD ile bütün bağlarını kestiğini duyurdu. Irak Savaşı’nın yoğun olarak yaşandığı dönemlerde Irak’ın Anbar, Nineve, Diyala, Babil, Kerkük ve Selahaddin illerinde çok büyük etkinlik gösterdi. Bakuba’yı başkent ilan etti. Halen devam eden Suriye İç Savaşı’nda Suriye’nin İdlip, Rakka ve Halep bölgelerinde varlık göstermektedir. IŞİD, binlerce sivil Iraklı, Irak hükümet üyeleri ve onların uluslararası müttefiklerinin ölümlerinden sorumlu tutulmaktadır. Irak Savaşı’nın son evrelerine doğru grup gerilemeye başladıysa da, ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle 2012’de gücünü tekrar yenilediği ve üye sayısını iki katından fazla arttırdığı öne sürülür. 2013 yılında El-Cezire’ye sızdırılan bir mektup ve ses kaydıyla El-Kaide lideri Aymen el Zevâhiri, bu grubun Suriye kanadını tasfiye ettiğini açıkladıysa da IŞİD emiri Ebu Bekir Bağdâdî, bu tasfiye kararını reddetiğini ve grubun Suriye’deki operasyonlarına devam edeceğini açıkladı. Nisan 2013 ile birlikte IŞİD, Suriye’nin kuzeyinde hızlı bir şekilde askerî güç kazanmaya başladı. Suriye’nin kuzeyindeki en güçlü gruplardan biri oldu. Grup Suriye’de etkin olduğu bölgelerde şeriat kanunlarını icraya başladı ve rakip gördükleri askerleri, yabancı gazetecileri, yardım kuruluşlarına üye insanları sürgüne gönderdiler veya hapsettiler. Türk istihbarat birimlerinin son değerlendirme raporlarına göre, şu an IŞİD’in içinde 600-700 Türk olduğu tahmin edilmektedir. İsim ve isim değişiklikleri Grup kuruluşundan itibaren pek çok kez ismini değiştirdi. İlk kurulduğu yıllarda ismi “Cemaat el-Tevhid vel-Cihad” idi. Ekim 2004’te “Tanzim Kāidāt el-Cihād fî Bilâd el-Rafidayn” ya da daha çok bilinen “Irak el-Kaidesi” adını aldı. Ocak 2006’da birkaç küçük grupla birleşerek “Mücahidîn Şûrâ Konseyi” adını, Ekim 2006’da da “Irak İslâm Devleti” adını aldı. Nisan 2013’te adı “Irak ve Şam İslâm Devleti” olarak değiştirildi. Temmuz 2014’ten bu yana Ebu Bekir el-Bağdadi’nin sözcüsü Adnani’nin Hilafeti ilan etmesi ile ismi “İslam Devleti” olarak kaldı. Cema’at el-Tevhid vel-Cihad Dönemi Köken[değiştir Cema’at el-Tevhid vel-Cihad (Arapça: ) Ebu Musab Zerkāvî tarafından kuruldu. Yerli ve yabancı İslâmcılardan oluşuyordu. Ürdünlü bir selefî olan Zerkāvî, Sovyet-Afgan Savaşı›na katılmak için Afganistan›a seyahat etmiş, fakat Sovyetlerin askerlerini çekmesiyle o da ülkesine geri dönmüştü. Daha sonra tekrar Afganistan›a geri dönen Zerkāvî, Herat yakınlarında İslâmî militan bir kamp kurarak eğitim vermeye başladı. Başlangıçta gerçek anlamda Müslüman olmadığını düşündüğü Ürdün Krallığı›nı yıkma amaçlı çıktığı yolda başka ülkelere de yayılan bütün bir ağını bu düşünce ve ideal üzerine kurdu. İçinde bulunduğu şebekenin 1999 yılında milenyum saldırılarının da sorumlusu olduğu iddia edilmekte. 2002 yılında Ürdün›de öldürülen ABD›li bir diplomatın da sorumluluğunu örgütü üstlendi. ABD›nin Afganistan›ı işgaliyle Zerkāvî Irak›a gitti. Burada yara aldığı ayağı için tıbbi destek aldı. Irak›ın kuzeydoğusunda etkin Kürt İslâmcı militan bir grup olan Ansar al-İslâm ile geniş bir ilişki ağı kurdu. Ansar örgütünün Irak istihbaratı ile birlikte çalıştığı, Saddam Hüseyin›in bu grubu Kürdistan›ın bağımsızlığı için savaşan seküler Kürt gruplara karşı kullandığı da iddia edilir. Ocak 2003›te Ansar›ın kurucusu Molla Krekar Saddam Hüseyin rejimiyle herhangi bir bağlantıları olmadığını açıkladı. İstihbarat birimlerinin raporlarına göre Zerkāvî ve Saddam arasında herhangi bir bağlantı bulunmadığı, Saddam›ın Ansar grubunu rejime bir tehdit olarak gördüğü ve bu yüzden örgüt içine istihbaratın sızmış olabileceği öne sürüldü. ABD senatosunun 2006 yılında hazırladığı Irak raporunda «savaş sonrası edinilen bilgiye göre Saddam Hüseyin Zerkāvî›yi yakalamaya çalıştı, fakat bunda başarısız oldu» denildi. ABD›nin Irak›ı işgalinden sonra Cema›at el-Tevhid vel-Cihad al-Ansar ve diğer yabancı örgüt üyelerini de içine katarak ağın daha da genişletti ve Irak işgaline katılan güçlere karşı mücadeleye girişti. Irak›a savaşmak için giden pek çok savaşçı bir şekilde Zerkāvî grubunun içinde kendini buldu. Mayıs 2004›te Cema›at el-Tevhid vel-Cihad bir başka aşırı İslâmist militan grup olan Salafiah al-Mujahidiah ile birleşti. Hedef ve taktikler Cema›at el-Tevhid vel-Cihad grubunun amacı Irak›taki koalisyon güçlerinin geri çekilmesini sağlamak, Irak hükumetini düşürmek, işgal kuvvetleriyle birlikte çalışanları öldürmek, Şia nüfusu marjinalize edip askerî AĞUSTOS 2014 35 gücünü kırmak ve tamamen şeriat kanunlarıyla yönetilen bir İslâm devleti kurmak. Cema›at el-Tevhid vel-Cihad›ı Irak›taki diğer isyancı gruplardan ayıran en önemli özellik taktikleriydi. ABD ve koalisyon güçlerine karşı alışılagelmiş silahlarla ve gerilla taktikleriyle saldırmak yerine daha çok bomba yüklü araçlar kullanılarak gerçekleştirilen intihar bombası eylemlerini yaptılar. Grubun ruhânî önder kabul ettiği ve genel başkan yardımcılığı da yapmış olan Filistinli imam Ebu Enes el-Şâmî taktiklerinin ve yöntemlerinin Kur›an ve sünnet kaynaklı olduğunu yine bu kaynaklardan verdiği örneklerle açıklamıştır. İslâm peygamberi Muhammed›in «Her kim Allah yolunda bir Gayrimüslimi öldürürse Allah ona Cehennem›i yasak eder» sözünü ve Enfâl Suresi 12. ayette geçen «O anda Rabbin meleklere şu vahyi veriyordu: Ben sizinle beraberim. Haydi imanı sağlamlaştırın! Kâfirlerin yüreklerine dehşet bırakacağım, hemen boyunlarının üstüne vurun, vurun onların parmaklarına!”[5] benzeri vahiyleri temel prensiplerden biri 36 7SÖZ edindi. Tanzim Kaidat el-Cihad fi Bilâd el-Rafidayn dönemi[değiştir (İki Nehir Topraklarında Cihad Organizasyonunun Tanzim ve Kaidesi) Hedef ve şemsiye organizasyonları[değiştir Temmuz 2005’te Ebu Musab Zerkāvî, Aymen el Zevâhirî’ye yazdığı mektupta Irak Savaşı’nı genişletmek için ABD’nin Irak’tan çıkarılması, halifeliğin kurulması, çatışmaların Irak’ın seküler bölgelerine yayılması ve Arap-İsrail çatışmasında etkin rol alınmasını da kapsayan dört aşamalı bir plândan bahseder. Irak’ın dışındaki bağlantılı gruplar da bu planın uygulanmasında rol aldı, örneğin 2005’te Mısır’da meydana gelen ve çoğu turist olan 88 kişinin öldüğü patlama gibi. Ocak 2006’da Irak el-Kaidesi Irak’ta savaşmakta olan Sünnî grupları bir çatı altında toplamak için Mücahidîn Şûrâ Konseyi adı altında şemsiye bir organizasyon kurdu. Sivillere karşı acımasız şiddet uygulamalarından ve radikal İslâmî doktrinlerinden dolayı Iraklı Sünnî milliyetçilerin ve seküler grupların bu şemsiye organizasyona katılımı zayıf kaldı. Bu sebeplerden ötürü bu çaba başarısızlıkla sonuçlandı. Irak el-Kaidesi saldırılarını ve eylemlerini Ekim 2006’ya kadar Mücahidîn Şûrâ Konseyi’ne atfetti. Ebu Eyüp el Masrî’nin Irak İslâm Devleti’ni ilan etmesiyle bu son bulmuş oldu. Bu tarihten itibaren örgüt eylemlerini Irak İslâm Devleti’ne atfetmeye başladı. Amerikan istihbaratına göre Irak İslâm Devleti’nin ülkeyi Sünnî bir halife devletine dönüştürme hedefi vardır. Saldırı ve eylemleri[değiştir Örgütün gücü tam olarak bilinmemekle birlikte binlerce savaşçıya sahip olduğu tahmin edilmekte. 2006’da ABD istihbaratının hazırladığı raporda Irak El Kaidesi’nin kurucu ve üst düzey üye sayısının 1000’den fazla olduğu belirtildi. Grubunun intihar saldırılarından dolayı çok sayıda üyesini kaybettiği bildirildi fakat bunun grubun gücü üzerinde çok az etkisi olduğu belirtildi. ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle örgütün üye sayısı ikiye katlanarak 1000’den 2500’e çıktı. Grup 2003 yılında Ebu Musab Zerkāvî tarafından ABD’nin Irak’ı işgaline bir tepki olarak kuruldu ve daha sonra 17 Ekim 2004’te el-Kaide’ye bağlılığını ilan etti. Irak’ın dışından gelen yabancı savaşçılar örgüt ağının genişlemesinde büyük rol oynadı. IŞİD, Irak hükümetinin ve onun yabancı destekçilerinin ana hedefi haline geldi ve 2004 ile 2010 yılları arasında bu gruplar arasında gerçekleşen çatışmalarda 6000’e yakın insan öldü. IŞİD sivil halka karşı yapılan saldırıların tamamen kabul edilebilir bir strateji olduğuna dair inançlarını açıkça dile getirdi ve 2004’ten bu yana binlerce sivilin ölümüne sebep oldu. Eylül 2005’te örgüt lideri Ebu Musab Zerkāvî Şia Müslümanlarına karşı savaş ilan etti ve bu tarihten itibaren örgütün Şia yoğunluklara bölgelere saldırıları arttı. 2007 olayları 2006-2007 Mayıs’ı arasında örgüt Bağdat yakınlarındaki Dora’nın kontrolünü ele geçirdi. Pek çok Hıristiyan aile cizye ödememek için bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. ABD’nin de yoğun çabalarıyla Ekim 2007’de örgüt Dora’dan çıkarıldı ve Süryânî kiliseleri yeniden açıldı. Sadece 2007 yılında örgüt yaklaşık 2000 sivil öldürerek Irak’ta büyük bir katliam gerçekleştirdi ve 9 Mart 2007’de Irak içişleri Bakanı örgüt lideri Ebu Ömer el-Bağdâdî’nin Bağdat’ta yakalandığını açıkladı fakat sonrasında yakalanan kişinin o olmadığı söylendi. 19 Nisan 2007’de örgüt bölgesel yönetim kurduğunu ve ilk İslâmî yönetimin temellerinin atıldığını duyurdu. Kurulan emirliğin Ebu Ömer el-Bağdâdî ve 10 Bakanı tarafından yönetileceği ilan edildi. Kurulan emirlikte görev alan isimler: Ebu Ömer el-Bağdâdî (Emir), Abu Abdullah al-Hussainî al-Quraishi al-Bağdâdî (Emir yardımcısı), Abu Abdul Rahman al-Falahî (Başbakan), Abu Ayyub al-Masrî (Savaş Bakanı), Abu Uthman al-Tamîmî (Şeriat kanunları), Abu Bakr al-Jabourî (Halkla İlişkiler), Abu Abdul Jabar al-Janabî (Millî Güvenlik bakanı), Abu Muhammad al-Mashadani (Bilgi dairesi), Abu Abdul Qadir al-Eissâwî (Şehit ve mahkûmlardan sorumlu bakan), Abu Ahmed al-Janabî (Petrol bakanı), Mustafa al-A’arajî (Tarım ve balıkçılık bakanı), Abu Abdullah al-Zabadî (Sağlık bakanı), Mohammed Khalil al-Badrîa (Eğitim bakanı) şeklinde oldu. 3 Mayıs’ta Irak hükumet kaynakları Ebu Ömer el-Bağdâdî ve Ebu Ayyub el-Masrî’nin öldürüldüğünü açıkladı, fakat herhangi bir kanıt ortaya konmadı. Örgüt, bunun üzerine yayınladığı bir açıklamayla bu haberi yalanladı. Daha sonra Taji yakınlarında Irak devlet güç- AĞUSTOS 2014 37 leri ile örgüt arasında çatışma yaşandığı ve örgütün halkla ilişkiler bakanı al-Jabourî’nin öldürüldüğü ortaya çıktı. Örgüt 12 Mayıs’ta Babil yakınlarında bir Iraklı asker ve dört ABD’li askerin ölümüyle sonuçlanan, üç ABD’li askerin de canlı ele geçirildiği saldırıyı üstlendi. Askerlerden biri 11 gün sonra Fırat nehri yakınlarında ölü bulundu. Diğer iki ABD askerininse örgüt tarafından yayınlanan bir videoda infaz edildiği görüntüleri ortaya çıktı. ABD bu askerleri bulmak için 4000’den fazla asker ile arama yapmıştı. Askerlerin cesetleri bir yıl sonra bulundu. ABD el-Kaide’yi Irak’tan silmek için 18 Haziran’da örgütün başkenti Bakuba’da bir operasyon başlattı. 25 Haziran’da örgüt, Bağdat’ta Mansur otelinde al-Anbar örgüt liderleriyle bir araya gelen resmî yetkililere karşı bir intihar saldırısı gerçekleştirdi. Saldırıda altısı Sünnî şeyhi olmak üzere 13 kişi öldü. Örgüt, saldırıyı Iraklı bir asker tarafından tecavüz edilen Sünnî bir kadının intikamını almak için gerçekleştirdiğini açıkladı. Temmuz ayında Ebu Ömer el-Bağdâdî, yayınladığı ses kaydıyla İran’a ültimatom verdi. Ses kaydında “İran’a ve onun yöneticilerine Irak Şia hükümetine destek olmayı bırakmaları için iki ay süre veriyoruz” dendi. Ayrıca Arap ülkelerini İran’la iş yapmamaları konusunda uyardı. İran’ın anti-Sünnî gözüken Irak Hükümeti’ni desteklediği, hatta Sünnî örgütlerle çarpışan Şia grupları eğittiği iddia edildi. da 127 kişi öldü, 448 kişi yaralandı. Her iki saldırıyı da örgüt üstlendi ve örgüt 25 Ocak 2010’da Bağdat’ta meydana gelen ve 41 kişinin ölümüne sebep olan saldırıları ve 4 Nisan 2010’da yine Bağdat’ta meydana gelen ve 42 kişinin ölümü, 224 kişinin de yaralanmasına sebep olan saldırıları da üstlendi. ABD’nin Bakuba’ya başlattığı operasyon neticesinde örgütün pek çok kadrosu başka bölgelere kaçmak zorunda kaldı. 17 Haziran 2010’da Irak Merkez Bankası’na yapılan saldırıda 18 kişi öldü, 55 kişi yaralandı. 31 Ekim 2010’da Bağdat kilise saldırısını da grup üstlendi. 2009-2010 olayları 2012 olayları 25 Ekim 2009’da Bağdat’ta gerçekleştirilen bombalı saldırıda 155 kişi öldü, 721 kişi yaralandı. 8 Aralık 2009’da yine Bağdat’ta gerçekleştirilen bombalı saldırı- 23 Temmuz 2012’de Irak’ın farklı bölgelerinde yaklaşık 32 saldırı gerçekleşti ve neticesinde 116 kişi öldü, 299 kişi yaralandı. IŞİD saldırıları üstlendi. 38 7SÖZ 2013 olayları Nisan 2013’de örgüt lideri Ebu Bekr el-Bağdâdî, yayınladığı bir ses kaydında El Nusra Cephesi’nin Irak İslâm Devleti tarafından kurulduğunu, finanse edildiğini ve desteklendiğini açıkladı. El-Bağdâdî bu iki grubun resmî olarak Irak ve Şam İslâm Devleti adı altında birleştiğini duyurdu. Bunun üzerine El Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammad al-Jawlânî, böyle bir birleşmenin söz konusu olmadığını ve kendileriyle bu konunun istişare edilmediğini yaptığı açıklamayla duyurdu. Haziran 2013’te el-Kaide lideri Aymen el Zevâhirî, yazılı bir açıklamayla her iki lidere hitap ederek birleşmenin karşısında olduğunu ve iki grup arasındaki tansiyonu düşürmek ve sorunu çözmek için bir elçi tayin ettiğini duyurdu. Aynı ay içerisinde Ebu Bekr el-Bağdâdî, sesli bir mesaj yayınlayarak Zevâhirî’nin emrine karşı çıktığını ve birleşmenin gerçekleşeceğini ilan etti. Gazeteci Sarah Birke göre El Nusra Cephesi ile Irak ve Şam İslâm Devleti örgütleri arasında çok büyük farklılıklar var. IŞİD, Beşar Esad güçleriyle savaşmak yerine daha çok kendi kontrolüne geçirdiği bölgelerde kendi kanunlarıyla bir devlet kurma eğiliminde. IŞİD, İslâmî bir devlet kurup şeriatı tatbik etme yolunda çok daha fazla acımasız yöntemler kullanmakta. El Nusra Cephesi ise çok fazla yabancı savaşçıya sahip olsa bile Suriyeli mülteciler tarafından gerçek Suriyeli bir örgüt olarak görülürken IŞİD, “yabancı işgalciler” olarak görülmektedir. AĞUSTOS 2014 39 Temmuz 2013’te Özgür Suriye Ordusu komutanlarından Ebu Bassir El-Jeblâwî, IŞİD tarafından Lazkiye’de konvoyu durdurulup öldürüldü. 30 Eylül 2013’te bâzı İnternet sitelerinde yayınlanan açıklamalarda IŞİD, Reyhanlı’daki saldırıyı üstlendiğini ve ilerde de devam edeceğini duyurdu. Yine Temmuz 2013’te grup, Irak’taki Ebu Gureyb Hapishanesi’ne bir operasyon düzenleyerek burada yatmakta olan çok sayıda örgüt üyesi mahkûmu serbest bıraktı. Raporlara göre grubun üst düzey kadroları da dahil olmak üzere 500’den fazla mahkûm kaçtı. Grup, yaptığı açıklamada operasyonu üstlendi. Operasyonun bir yıl öncesinden Ebu Bekir Bağdâdî tarafından “Duvarları yıkmak” kod adıyla düzenlendiği ve planlandığı açıklandı. Ağustos 2013’te örgüt, Halep’in kuzeyindeki Menagh Hava Üssü’ne saldırdı. Eylül 2013’te Ahrar el Şam komutanı Ebu Übeyde el Binnişi, Malezya’lı İslâmi bir derneğe üye elemanların korunması olayına karıştığı için kaçırılıp öldürüldü. Örgüt üyelerinin Malezya bayrağı ile ABD bayrağını karıştırdığı açıklandı. Eylül 2013’te örgüt, Halep’e bağlı A’zâz’ı Özgür Suriye Ordusu güçlerinden aldı. A’zâz’da görev yapan bir Alman doktoru kaçırmaya çalıştılar. Ekim 2013’te Türk istihbaratının örgütün Türkiye’de büyük şehirlerde intihar saldırısı yapacağına dair edindiği bilgilerden dolayı yüksek alarmda olduğu rapor edildi. Ekim 2013’te Suriye İnsan Hakları Örgütü, “IŞİD Kuzey Suriye’deki en güçlü gruptur ve size bunun dışından bir şey söyleyen yalan söylüyordur” şeklinde bir açıklama yaptı. Aralık 2013’te Halep’in Maskana kasabasında IŞİD ve başka bir İslâmî örgüt olan Ahrar el Şam arasında çatışmaların ya- 40 7SÖZ şandığı rapor edildi. Reyhanlı saldırısı Ana madde: 2013 Reyhanlı bombalı saldırıları 11 Mayıs 2013’te Hatay’ın Reyhanlı kentinde iki bomba yüklü araç patladı. Saldırıda 51 kişi öldü, 140 kişi yaralandı. Saldırı, Türkiye topraklarında gerçekleştirilmiş tarihinin en ölümcül terör saldırısı olmuş, 12 Mayıs 2013’te Suriye istihbaratıyla bağlantıları olduğu iddia edilen dokuz Türk vatandaşı gözaltına alındı. Tutuklananların Suriye rejimi destekli olduğu iddia edildi. ancak sosyal medyada yer alan görüntülü açıklamalarda, bu saldırıyı IŞİD ve koordineli hareket ettiği diğer muhalif gruplar tarafından üstlendi. Mısır protestolarına destek 2011 Arap Baharı hareketiyle Mısır’da 2013 Mısır Askerî Darbesi’ne karşı protestolara el-Kaide bağlantılı örgütler arasından ilk destek IŞİD’den geldi. Bir internet sitesinde yayınlanan mesajda protestoculara seslenen IŞİD; Mısır’da cihat marketi ve şehadet kapılarının açıldığını ve imkânı olan herkesin bu savaşa katılması gerektiği bildirildi. Ayrıca Mısırlıların sekülerizm, demokrasi ve milliyetçilik gibi cehalet yollarını reddetmeleri gerektiği mesajı iletildi. beg’de polis merkezine düzenlenen IŞİD saldırısında üç kişi ölmüş, 11 kişi de yaralanmıştır. Suriye’deki varlığı 17 Mart 2014’te Halep’in Sarin kasabasında YPG’yle çıkan çatışmalar sonucu bölgeyi kontrol altına aldı. Bölgede Süleyman Şah Türbesi de bulunuyor. Bu bölge Türk toprağı sayılıyor ve IŞİD, bir video yayınlayarak Türk Ordusu’na bölgeden çekilmesi için üç gün süre tanıdı. 20 Mart 2014’te Niğde’nin Ulukışla ilçesinde uygulama yapan güvenlik güçlerine ateş açılması sonucu ilk belirlemelere göre iki asker ve bir polis öldü, saldırıyı yapanların IŞİD üyesi olduğu bildirildi. Saldırganlar yakalandı. Raporlarda IŞİD’in Suriye’de devam edegelen iç şavaşın yönünü Nisan 2013’ten itibaren değiştirdiği yazıldı. Örgüt, şeriat kanunlarını da tatbik ettiği Kuzey Suriye’de güçlü bir varlık göstermekte. Amnesty International’ın raporlarına göre örgütün gizli işkence merkezleri bu bölgelerde bulunuyor. Örgüt, güçlü olduğu bölgelerdeki Suriye halkını sigara içme, zina, örgüt kanunlarına karşı gelme veya düşman birliklerine mensup olma gibi suçlamalarla alıkoyuyor, hapsedip işkence ediyor ya da öldürüyor. Yine raporlara göre düzinelerce yabancı gazeteci ve gönüllüler esir tutuldu. Aralık 2013 itibariyle örgüt Atmeh, al-Bab, Azaz ve Jarablus sınır kentlerini kontrolü altında tutarak Türkiye’den Suriye’ye ve Suriye’den Türkiye’ye çıkışları sağlamaktadır. Ayrıca Suriye’de savaşan bâzı diğer isyancı gruplar IŞİD’in karşısında yer aldı. 2014 olayları Ocak 2014’te Anbar’daki çatışmalarda örgüt Felluce’yi ve Ramâdî’nin bir kısmını kontrolü altında aldı. 3 Ocak 2014’te IŞİD Felluce’de bağımsız bir İslâm devleti ilan etti. Halep’te ise İslâmi Cephe ve Özgür Suriye Ordusu, IŞİD’e karşı birlikte bir saldırı başlattı. 25 Ocak 2014’te IŞİD, Lübnan’da Şii Hizbullah’a karşı savaşmak üzere yeni bir milis kanat kurulduğunu açıkladı. 29 Ocak 2014’te ise Türk Ordusu’nun Suriye sınırına yakın bir yerdeki IŞİD konvoyunu vurduğu açıklandı. 18 Şubat 2014’te Irak Süleyman- 1 Mart 2014’te örgüt, hakim olduğu Türkiye sınırındaki A’zâz kasabasını Özgür Suriye Ordusu güçleriyle yapılan yoğun çatışmalar sonucunda terk etti. 27 Nisan 2014’te Irak ordusuna ait helikopterler, Suriye sınırları içindeki sekiz araçlık bir IŞİD konvoyuna saldırdı. Bu Irak ordusunun Körfez Savaşı’ndan sonraki ilk yurtdışı operasyonu oldu. 10 Haziran 2014’te IŞİD, Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’da ve Musul’un başkenti olduğu Ninova vilayetinde kontrolü tamamen ele geçirdi. 11 Haziran 2014’te IŞİD, Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nu ele geçirdi. Başkonsolos ile birlikte 49 kişinin alıkonduğu bildirildi. Musul’da IŞİD’in Başkonsolosluk ve elektrik santrali baskınlarında toplam 80 Türk vatandaşı rehin alındı. Türkiye, Birleşmiş Milletler ve NATO nezdinde girişimde bulunurken Güvenlik Zirvesi Çankaya Köşkü’nde toplandı. 11 Haziran 2014’te Musul Valisi, IŞİD’in Musul’daki Merkez Bankası şubesini yağmaladığını doğruladı. Örgütün buradan 420 milyon dolar aldığı söyleniyor. IŞİD, kendisini âit twitter hesabından merkez banka- AĞUSTOS 2014 41 sı şubesindeki para ve altına el koyduğunu doğruladı. Bu, IŞİD’i Dünya’nın en zengin terör örgütlerinden biri haline getirmektedir.[2] Bu durum aynı zamanda, IŞİD’in artık uluslararası kamuoyu tarafından illegal kabul edilen örgütlerin hepsinden daha fazla paraya hükmettiği anlamına gelmektedir. ri gelirin %20’sini grup merkezine göndermek zorunda olduğu belirlendi. Yüksek rütbeli komutanlar bu gelirleri yeni saldırılar gerçekleştirilebilmesi için yerel veya bölgesel birimlere aktarır. Kayıtlar Irak İslam Devleti’nin nakit para açısından Musul’daki üyelerine bağımlı olduğunu gösterir. 7 Ağustos 2014’te ABD başkanı Barack Obama IŞİD’e karşı bir hava saldırısı emri verdi. Pentagon, uçakların Erbil’i savunan Kürt güçlere saldıran IŞİD topçusunu hedef aldığını duyurdu. 2014’ün ortalarında, Irak istihbarat birimlerinin bir IŞİD ajanından edindiği bilgiye göre örgütün 2 milyar dolarlık finansal gücü var. Bu servetin büyük çoğunluğunun Musul Merkez Bankası’ndan çalınan paralar ve altınlar olduğu belirtilir. Finansal gücü RAND araştırma şirketi tarafından Irak el-Kaidesi ve Irak İslam Devleti’ne ait ele geçirilen 200’den fazla belge, harcama raporu ve benzeri döküman analiz edilerek bir araştırma yapıldı. Araştırma sonuçlarına göre 2005 ile 2010 arası örgüte dışarıdan yağılan bağış oranı sadece %5 idi. Geri kalan operasyonel bütçe açığı Irak içinde karşılandı. Örgüte bağlı birimlerin kaçırma, alıkoyma, rehin alma ve diğer aktivitelerden elde ettikle- 42 7SÖZ IŞİD rutin olarak rehin alma eylemleri gerçekleştirir. Bunların çoğunluğunu tır şoförleri oluşturur. Banka soygunu başka bir gelir kaynağıdır. Örgütün Körfez ülkelerinden yüksek miktarlarda bağış topladığı da iddia edilir. Hem İran hem de Irak, Suudi Arabistan ve Katar’ı IŞİD’i finanse etmekle suçladı. Örgütün ayrıca Doğu Suriye’deki petrol kaynaklarından da gelir elde ettiği iddia edilir. Yine Suriye’nin kuzeyinde elektrik sa- on’a yazılan mektupta, IŞİD’in bu materyalleri nükleer silah yapımında kullanabileceği bilgisi iletildi. Uzmanlar nükleer tehdidin çok küçük olduğu yönünde görüş bildirdi. Önemli üyeleri Liderler Ebu Musab Zerkāvî (2006’da öldürüldü) Ebu Ayyub el-Masrî (2010’da öldürüldü) Ebu Abdullah el-Rashid Bağdâdî (2010’da öldürüldü) Ebu Ömer Bağdâdî Ebu Bekir Bağdâdî Diğer personel Abu Anas al-Shami (2004’te öldürüldü) Abu Azzam (2005’te öldürüldü) tarak da gelir sağladığı öne sürülür. Suriye ve Irak’a gönderilen uluslararası yardımların IŞİD tarafından kullanıldığı rapor edildi. Ekipmanları IŞİD FIM-92 Stinger tipi alçak irtifadaki düşman uçak ve helikopterlerine karşı kullanılan füze sistemlerini ele geçirip kullanmaya başladı. Bunun yanısıra M198 tipi havantopu, araçlara monte edilebilen DŞK ağır makinalı tüfeklere ve en az bir adet Scud füzesine sahiptir. Örgüt Haziran 2014’te Musul Havalimanını ele geçirdiği zaman, Sikorsky UH-60 Black Hawk askeri taşıma ve saldırı helikopterleri ve kargo uçaklarını ele geçirdi. Fakat uzmanlar IŞİD’in bu araçları kullanabilme gücünün henüz olmadığını bildirdi. IŞİD Temmuz 2014’te Musul Üniversitesi’ne ait nükleer materyalleri ele geçirdi. Irak’ın BM Büyükelçisi tarafından Ban Ki-Mo- Abu Omar al-Kurdî (2005’te yakalandı) Abu Omar al-Shishânî Abdul Hadi al-Iraqî (2006’da yakalandı) Abu Yaqub al-Masrî (2007’de öldürüldü) Haitham al-Badrî (2007’de öldürüldü) Hamid Juma Faris Jouri al-Saeedî (2006’da yakalandı) Huthaifa al-Batâwî (2011’de öldürüldü) Khaled al-Mashhadanî (2007’de yakalandı) Mahir al-Zubaydî (2008’de öldürüldü) Mohamed Moumou (2008’de öldürüldü) Sheik Abd-Al-Rahman (2006’da öldürüldü) Yukarıda yer alan bilgiler başta Vikipedi ve birçok kaynaktan yararlanarak ele alınmıştır. AĞUSTOS 2014 43 IŞİD’in mezarlarla savaşı Mümtaz’er Türköne Musul’u ele geçiren IŞİD’in, uyulacak kurallara dair yayımladığı genelgenin bir maddesi toprağın altındakilere dair: Mezar ziyaretleri artık yasak ve türbeler yıkılacak. Musul’u ve çevresini ele geçirerek ve Bağdat’a doğru ilerleyerek dünyayı ayağa kaldıran bir silahlı örgüt, yaşayan- 44 7SÖZ ları bırakıp ölülerle neden uğraşır? Ölülere karşı ilan edilen bu savaş, uzun süreceği anlaşılan bir mezhep savaşının temel akslarından birini gösteriyor. Şii lider Mukteda es-Sadr IŞİD’in yıkma tehdidinde bulunduğu türbeleri koruma yemini ediyor. Bağdat’ın 70 km kuzeyindeki Samarra kenti, 12 imamdan ikisinin mezarına ev sahipliği yaptığı için, başlayan iç savaşın stratejik mevkilerinden biri haline geliyor. Bizim terk edeli henüz üzerinden bir asır geçmeyen Musul ve civarında, IŞİD’in yıkacağı mezarlarda yatanların bir kısmı bizim ceddimiz. Sadece konsolosluk görevlilerine değil, mezardaki ölülere de sahip çıkmamız gerekiyor. IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi, sadece Irak ve Suriye’yi kapsayan geniş çaplı bir iç savaşın ve bölgede dengeleri değiştirecek gelişmelerin başlangıcından ibaret değil. Mezarların yıkılması, geçmişin, yani tarihin sıfırlanması demek. Bizden sonraki kuşaklara miras bırakacağımız kalın bir dosyanın ilk sayfası yazılıyor. Geleceği işte bu mezar, yani tarih düşmanlığına anlam vererek okuyabiliriz. IŞİD’in mezar düşmanlığı, Suudi Arabistan merkezli Vehhabiliğin karakteristik özelliklerinden biri. Selefilik, İbn Teymiyye’den (ölümü: 1328) ilham alan Muhammed bin Abdulvehhab’ın (17031791), Arap yarımadasında yaygın olan mezhebine verilen isim. Bu mezhep aslında çok basit, ancak keskin bir din yorumuna dayanıyor. Üç maddede özetlenebilecek bu prensiplerden ilki, Kur’an’ın mecazî yorumlarını reddedip, lafzî yani literalist yorumunu esas almak; ikincisi Peygamber’den sonra hiç kimsenin sözünü dinî delil olarak benimsememek ve son olarak “ameli imandan bir cüz” kabul etmek. Sonuncusu, ameli eksik olanı, yani farzları yerine getirmemeyi kâfir ilan etmeyi getiriyor. Böylece “el-emru bi’l maruf ve’n-nehyi ani’l-münker”in muhatabı, Selefilerin kafir ilan ettiği Müslümanlar oluyor. Selefi anlayışa dayalı El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin bol bol Müslüman kanı dökmeleri bu yorumun sonucu. Mezar ve türbe düşmanlığı, İslâm’ın tasavvufî yorumlarını reddetmenin eseri. Bu yorumların sonucunda özellikle Cihatçı Selefilik, farklı İslâm anlayışlarına -hepsini kafir ilan ederek- savaş açan, tahammülsüz ve şiddeti zarurî bir araç olarak kullanan bir İslâm anlayışını temsil ediyor. Keskin bir Haricî yorumu bu. Mezar düşmanlığı, yani ölülere açılan savaş aslında pek parlak görünmeyen geçmişe duyulan öfkenin eseri. Tarihe düşmanlığın en kestirme yolu. Tarihte yaşananlar hayal kırıklıkları ile dolu olunca, yaşanmış bir altın çağa yani “selefe” geri dönmek, en kolay kaçış yolu oluyor. Selefiliğin kurucusu olarak bilinen İbn Teymiyye’nin Bağdat’ın 1258’de Moğollar tarafından yakılıp yıkılmasını gören biri olması tesadüf değil. Mezhebin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab’ın mesajının “bedavet ve vahşet” halindeki bedeviler arasında kabul görmesi aynı şekilde anlamlı. Selefi ideoloji, tarihsizliği ve çok kötü olan şartları bir hamlede aşmayı, köksüzlüğü iman haline getirerek mümkün kılıyor. Bu ideolojinin kurucu ve barış vaat eden bir özelliği yok. Radikal İslamcılığın muhalif karakterini sert ve tavizsiz bir şekilde diğer mezhepler karşısında bir mevzide topluyor. Tepkileri derliyor, arkasına alıyor; ama hiç kimseye bir gelecek vaat etmiyor. Mezar yıkıcılığı ve hatıralara saygısızlık, geçmişe duyulan bu öfkenin sonucu. Dayanacakları bir tarihi olmayanlar, mezarları yerle bir ederek geçmişe sünger çekip kendilerince bir intikam alıyorlar. Ya barış, ya birlikte yaşama, bir medeniyet inşa etme çabası? Mekke’ye Medine’ye gidenler, kutsal yerler dışındaki bütün mekânların en fazla on yıllık olduğunu düşünür. Kökü olmayanın geleceği olur mu? Tarihsizlik, her zaman talihsizliktir. Yaşayarak tekrar göreceğiz. AĞUSTOS 2014 45 Yusuf Özkan ÖZBURUN Han ve yol Yol ve han ikilemini, dünya ve ahiret, madde ve mana, akıl ve kalp, haz ve hüzün, düşünce ve eylem, fizik ve metafizik gibi kavram çiftleriyle örtüştürebilir ve tahlilimize uygun bir şekilde düşünebilirsiniz... “Yol” diyor düşünür Cervantes, “handan daima iyidir.” Böylelikle, önümüzde uzayıp gittiğini varsaydığımız tozlu topraklı yolu, içinde eğlencenin, dinlencenin, sıcak yeme- 46 7SÖZ ğin ve en önemlisi insanın en şiddetli ihtiyacını oluşturan yerleşik olma duygusunun karşılık bulacağı handan daha önemli saymamıza işaret ediyordu belki de. İyi ama insanların çoğunluğu, insan duygularının neredeyse tamamı tercihini handan yana koymuyor mu? Yol da neyin nesi, ne işim var yolda, demiyor mu? O zaman soruyu şöyle sormak gerekiyor: Hanın sıcağı mı, yolun tozu toprağı mı? İnsanın yapıp etmelerine, yapıp etmelerinin ardında yatan saiklere bir nebze olsun eğildiğimizde, onu harekete geçiren, yerinde durdurmayan, halden hale koyan en baskın şeyin, ‘kendini göçebelik duygusundan kurtarma çabası’ olduğunu anlarız. Handa sıcak odasında, karnı tok bir halde yatağına uzanmış hayal kurarken bile (mesela güzel bir kadının veya erkeğin hayali olsun bu) sözkonusu ‘göçebelik hissi’ yakasını bir ince dert gibi bırakmaz ve onu yerinden eder. Yerleşik hayallerini bırakıp yerinden tedirgin olan insanın önüne iki seçenek çıkar. Bu tedirginliğini ya hanın bir diğer odasına, örneğin mutfağına geçerek gidermeye çalışmak ya da handan dışarı çıkıp kendini yollara vurmak. Kendini yollara vuranlar daima azdır, hep az olmuştur. Hanın içinde yer değiştirerek kendini müteselli kılmaya çalışmak çoğunluğun yolunu temsil ediyor. Peki ya bir üçüncü seçenekten bahsedilemez mi? Hanın tam içinden, tam orta yerinden geçen yola ne demeli? Halk irfanının bir meyvesi olarak Aşık Veysel’in meşhur türküsünde dile gelen, dünyayı ‘iki kapılı bir han’ olarak nitelemesi bu konuda önümüze yeni düşünce boyutları açmakta ve müşkilimizi halletmektedir. Dünyanın (Varlığın desek daha yerinde olur) bizzat kendisi bir açıdan han, bir açıdan yola dönüşmektedir. Handaki yol, yoldaki han… ‘İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece’ derken burada, ‘han ve gitmek’ mekan problemine, ‘gündüz gece’ ifadesi zaman meselesine açılımlar sağlamaktadır. Dikkat edelim, hanın bir kapısından giriyoruz, hanın içinde gece gündüz yol alıyoruz ve hanın diğer kapısından çıkıp gidiyoruz. Bu nasıl handır ki içinde daima yol alınıyor? İçinde gece gündüz sefer ettiğiniz bir han düşünmek, yolu hana, hanı yola dönüştürüyor ve yazının başında alıntıladığım Cervantes’in ‘Yol handan daima iyidir’ sözündeki iki seçenekli düşünmeye, üçüncüsünü ve dördüncüsünü ilave etmek suretiyle tefekkürü insan fıtratına yakınlaştırıyor ve derinleştiriyor. İnsan fıtratı, yol mu, han mı? gibi iki seçenekli düşünme biçimlerinden rahatsız oluyor ve farklı arayışlara giriyor. Cervantes’in bu sözünde aslında, Aristo mantığının ikili modülasyonunun belirleyiciliğini görmek mümkündür. Yani, üçüncü halin imkansızlığı. Halbuki hem İslam düşüncesinin entelektüel kısmında hem de halk irfanı diye tabir ettiğim bir başka versiyonunda çoklu modülasyon daima saklı bulunmuştur. Bu yönüyle İslam tefekkürünün Aristo Mantığından ziyade Fuzzy Mantığa (Kırçıl, nisbi, puslu, bulanık mantık ya da her neyse) daha yakın durduğu ama hiçbir zaman birebir aynı olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Çünkü, İslam düşüncesinin kendi anlam kodlarından neşet eden nev-i şahsına münhasır bir mantığı olduğundan bahsetmek mümkündür (Beyani Mantık, Bürhani Mantık, İrfani Mantık vs. gibi). Yol ve han ikilemini, dünya ve ahiret, madde ve mana, akıl ve kalp, haz ve hüzün, düşünce ve eylem, fizik ve metafizik gibi kavram çiftleriyle örtüştürebilir ve tahlilimize uygun bir şekilde düşünebilirsiniz: Dünyanın içindeki ahiret, maddenin içindeki mana, kalbin içindeki akıl, hüznün içindeki haz, düşüncenin içindeki eylem, fiziğin içindeki metafizik şeklinde bu listeyi uzatmak mümkündür. Mesela dünya mı, ahiret mi gibi bizi bir tercihte bırakan yanlış yaklaşımlara karşı bizi rahatlatan tavır, dünyanın içindeki ahiret olacaktır. Dünyayı ahiretten tamamen koparan, anlama ve marifete dönüştüremediği için ya unutuşun zindanına terk eden ya da her yönüyle kötü ilan eden yaklaşımlar (ki batı ve İslam dünyasında örnekleri bir hayli fazladır) sağlıklı ve fıtri bir zemine oturmamaktadır. Yine Hz. Ali’nin manevi terbiye yolu olan ‘akıl kalp ittifakı’, aklın içindeki kalbi, kalbin içindeki aklı bulmayı öngörmektedir. Hasılı, birbirinden kopuk bir yol, bir de han diye iki alan yok. Birbirinin içine geçmiş, hangi zaviyeden hangi niyetle yaklaştığına dayanan hanın içinden geçen yol var. Ama beri yandan yolun üstünde konaklayıp orayı yurt edinerek han yapmaya çalışmak da var. Basamakta oturup kalmak, bir türlü evin damına çıkamamak da var. Yolu han edinmek de var. Var oğlu var… AĞUSTOS 2014 47 7SÖZ ÖZEL / röportaj: Mehmet Gürhan Uyuşturucu pençesinden yeni bir hayata yolculuk… İbret dolu bir Savaşın gerçek kahramanının ağzından; Uyuşturucu ve gençlere tavsiyeler. Uyuşturucu bağımlısı 26 yaşında evli ve 3 çocuk babası olan bir gencin hayat hikayesini sizinle paylaşmak istiyoruz. Kişilik haklarına ve toplumdaki önyargıları dikkate alarak şahsın ismini ve fotoğrafını insani bir görevden dolayı yayınlamıyoruz. S-1. Uyuşturucu kullanmaya nasıl başladınız ve sizi böyle ortama sürükleyen sebepleri bizimle paylaşır mısınız? c-1. bence, uyuşturucunun anası sigaradır. Her şey sigara içmekle başlıyor. buna başlamamın sebebi arkadaşımın tavsiye etmesi oldu. bununla beraber, aile içindeki sıkıntılarımı bilen arkadaşlarım “sende iç rahatlarsın” tavsiyesi(!) oldu. Tabi arkadaşlarım bunu içtiği için bende de bir özenti oldu, sigara gibi buna başlamamın sebeplerinden biride arkadaş çevremin hepsi bu uyuşturucu denilen maddeyi kullanmalarıydı. Hangi arkadaşımın yanına gitsem bunu içen muhakkak vardı ve aramızdaki muhabbet sadece uyuşturucu muhabbetiydi. boş zamanımın olması yapacak bir işimin olmamasıydı ve teklif eden arkadaşlarımı kıramamamdı. belki de bunu içmeyeceğim deseydim içmemiş olacak bu illete bulaşmamış olacaktım. 48 7SÖZ S-2. Bu süreçte, sizde uyuşturucunun yaptığı etkileri ve bağımlılığın devamındaki süreçte, sizde ne gibi fiziksel ve ruhsal değişimler oldu? c-2. Uyuşturucunun bende bıraktığı etki vücudumu his ettiğim kadarıyla çok büyük, bunun farkındayım, örneğin uyuşturucuya başlamadan önce duraksamadan 7 - 8 kilometre koşabiliyordum. Şimdi ise 500 metrelik yolu yürüdüğüm zaman nefes nefese kalıyorum. 2 sefer duraklıyorum koşmayı unuttum çünkü koşamıyorum, olmuyor fiziki zararlarımdan biride hafıza kaybım, bir şeyi aklımda tutamıyorum, hemen unutuyorum, bazen yola çıkıyorum bir müddet yol aldıktan sonra nereye gideceğimi unuttuğum oluyor. bunun için seyir halindeyken nereye gidecektim diye kendime soru sormaya bası- lıyorum. Kafatasımın içinde, kocaman bir çukur olduğunu hissediyorum. Fiziksel değişimlerimden biride çok kilo verdim ve şimdi uyuşturucuyu bırakmama rağmen ne yaparsam yapayım kilo alamıyorum. Kemiklerimde ağrılar hissediyorum yorgunluk hissi hiç gitmiyor. Sanki 60 yaşındaymışım gibi bir bedene sahipmişim gibi geliyor. 5 yıl önceki, fotoğrafımla şimdiki yüz şeklim arasında dağlar kadar fark var. Saçlarımın hepsinin döküldüğünü 500 mt. İleriden rahatlıkla farkına varabilirsiniz. Ruhsal değişime gelince; önceden çok sakindim, şimdi çok asabiyim. Çocuğum benimle konuşurken tersliyorum, sanki 500 kişi aynı ağızla benimle konuşuyormuş gibi geliyor, beynim rahatsız oluyor, hemen tepki gösteriyorum ve daha sonra yanlış yaptığımın farkına varıyorum. Çocuğumdan özür diliyorum ama iş işten geçiyor, kalp kırılıyor bir kere, çaresiz kalıyorum. Daha önceleri biriyle tartıştığım zaman yapıcı bir kişiliğim vardı. Şimdi ise tartıştığım zaman hemen harekete geçiyorum istemeden saldırıyorum. Bu yüzden birçok mahkemeye çıktım, adli para cezası aldım. Anlayacağınız beyin alt üst oldu kontrol etmem çok zor oluyor. Daha önceden kendime çok özgüvenim vardı, şimdi ise kendime özgüvenim hiç kalmadı. Başaramam bu işleri deyip sallıyordum ve cesaret edemiyordum. S-3. Uyuşturucuyu kullandığınız andan itibaren bağımlılık sürecinizde, Çevrenizin ve arkadaşlarınızın tepkileri ve size yaklaşımları nasıl oldu? C-3. Çevremdeki arkadaşlarım, komsularım, akrabalarım ben bu uyuşturucuyu içmeye başladıktan bir müddet sonra bendeki anormal hareketleri fark etmeye başladılar. İçmeyen arkadaşlarım benden uzaklaşmaya başladı, her gün evine gittiğim arkadaşım bir bahane bularak beni evinden uzaklaştırmaya başladı. Komşularım çocuklarına benimle konuşup gez- memeleri için tembihlerde bulunmaya başladı. Yanıma gelip çocuğumla arkadaşlık yapmanı istemiyorum diyenler bile oldu. İşe gitme isteğim kalmadı çünkü her zaman aklımda uyuşturucu vardı, işim, arkadaşım, kardeşim, annem, babam, sırdaşım anlayacağınız her şey uyuşturucu olmuştu. Cebimde deste deste para varken, cebimde metelik kalmamaya başladı. Uyuşturucu almak için para lazımdı çevremdeki arkadaş eş dost ailem kim olursa borç istemeye başladım. Aldığımı da veremediğim için borç batağına batıyordum. Herkesten saklanmaya başladım borçlarını istemesinler diye. Çocuğum hasta olurdu param olmadığı için herkesten borç aldığım kredimi bitirdiğim için kimseden daha borç para alamıyordum. Bu sebepten dolayı çocuğumu hastaneye götüremiyordum. Anlayacağınız sıfır olmuştum, bitmek üzere idim. S-4. Bu alışkanlıktan nasıl kurtuldun? Uyuşturucuyu bırakma sebeplerinizi bize anlatır mısınız? C-4. Uyuşturucudan kurtulmamın sebeplerinden biri önce kendime sonra aileme çocuklarıma acımamdı, ama en çok da kendime, çünkü bana bir şey olsaydı hepsi benimle birlikte ölürdü, tek dayanakları bendim. Ben ölseydim onlar bu acımasız dünyada kim bilir neler yapılacaktı. Ben kendimin bu kadar karaktersiz, bu kadar zayıf, iradesiz ve güçsüz olmadığımı zaten biliyordum. Az da olsa bir özgüvenim, irade gücüm vardı ve İslam dinine bağlılığım, ALLAH’tan (c.c) çok korkmam bir etken oldu. Uyuşturucudan nasıl kurtuldum sorusuna gelince söylediğim gibi; önce ailemdi ve benim yaşamam gerektiğini, hayata bu kadar küsmemem gerektiğini, daha bu dünyada çok şey yapmam gerektiğini, İslam dinine vatana aileme arkadaş, yoldaş olmam gerektiği kanaatine varmıştım. Sağlam bir iradem vardı ve bunu kullanma gereğini göstermeye başladım, AĞUSTOS 2014 49 Hangi arkadaşımın yanına gitsem bunu içen muhakkak vardı ve aramızdaki muhabbet sadece uyuşturucu muhabbetiydi. Boş zamanımın olması yapacak bir işimin olmamasıydı ve teklif eden arkadaşlarımı kıramamamdı. Belki de bunu içmeyeceğim deseydim içmemiş olacak bu illete bulaşmamış olacaktım. anlayacağınız beynimde bitirmeye karar verdim. Önce ben bunu içmeyecektim ne olursa olsun önce böyle kendimi şartlandırdım ve sonra içen bütün arkadaşlarımı terk ettim. Kendilerine beni seviyorsanız bir daha yanıma gelmeyin, gelirseniz sizi kırarım diye tembihte bulunup onlardan kurtuldum. daha sonra uyuşturucu içtiğim bütün mekanları, sokakları, virane 50 7SÖZ binaları, park-bahçe, anlayacağınız her nerde içtiysem oraya gitmeme görmeme kararı aldım. Aklıma gelmesin diye ardından dediğim gibi Dine yaklaştım çok sempatim vardı, çok seviyorum peygamber efendimiz (s.a.v) ALLAH (c.c) onlardan utandım. Zaten bir mürşidimiz vardı ve bir vekilimiz onun yanına gitmeye ve namaza başladım. Şükürler olsun ALLAH (c.c) Sanki 60 yaşındaymışım gibi bir bedene sahipmişim gibi geliyor. 5 yıl önceki, fotoğrafımla şimdiki yüz şeklim arasında dağlar kadar fark var. yardım etti, bıraktım. Nihayet yine insan isteyince beynini yönetebiliyormuş, iradene sahip çıkabilince bırakılabiliyormuş, bunu daha iyi anladım. S-5. Bu maddeleri kullanan ve bırakmayı başaran biri olarak, gençlere ve madde bağımlısı olan insanlara, ne gibi tavsiyelerde bulun- mak istersiniz? c-5. bu maddeyi kullanan arkadaşlarıma öncelikle ALLAH (c.c )sizleri affetsin. rabbim Hepimize hidayet verip doğru yoldan ayırmasın. Maneviyat çok önemli, ailenize sabır ve içenlere de kurtulmaları için dua ediyorum. İçen kişilere şunu söylemek istiyor; ayık kafa bence sarhoş kafadan çok daha güzel, çok daha tatlı, çok daha zevkli. şu an nefes aldığım zaman çiçeklerin, toprağın, yemeklerin, oksijenin koku olarak ne varsa hepsinden mükemmel tat ve zevk alıyorum. Koku alma duyularım düzelmeye başladı. Kullanan arkadaşlarıma söylüyorum, bu maddeleri bırakmak o kadar da zor değil. Önce ALLAH’tan (c.c) korkacak, utanacaksın. bunu beynimize nakşetmek lazım. İkincisi ben ne yapıyorum, bu madde beni köle etmiş mantığını beynine yerleştireceksin. Sen köle değilsin. üçüncüsü ben bu uyuşturucuyu bırakıyorum deyip hemen yarın, diğer güne bırakmadan harekete geçeceksin. Kullanan arkadaşlarını terk edip, aramayacak, hatta sana o maddeyi çağrıştıran her şeyden uzak olacaksın. Dördüncüsü, uyuşturucu olmayan bir il, ilçe, memleketin gibi bir yere temiz havası, sakin bir yere gidip bir iki ay hava değişikliği yapacaksın. beşincisi, anlayacağınız bu işi beyinde bitirerek yapacaksınız. ben bir daha içmeyeceğim deyip, kendine sevdiklerine söz vererek yapacaksınız. ben bir şey eklemek istiyorum, bunu bırakamam diyen arkadaşlara söylüyorum, o kadar tıbbi bilgim yok ama bir şey paylaşmak istiyorum; bu uyuşturucu madde beyin kası ile kalp kasını geriyor ve sende buna dayanamadığın için içtikten sonra rahatlama hissediyorsun. fakat bu bir rahatlama değil sadece aldatmaca, benim önerim doktor ve uzman bir hekimden yardım almanız. Yoksunluk krizini atlatma süresi 4 gün, bu kısa süre zarfında dişinizi sıkarsanız emin olun benim gibi inşallah kurtulacaksınız ALLAH c.c yardımcınız kurtulmanız için bizi vesile kılsın. AĞUSTOS 2014 51 Yoğurtlu Patlıcan Malzemeler: 4 adet patlıcan (Adana patlıcanı) Kadınbudu Köfte 2 kase yoğurt 3-4 diş sarımsak Zeytinyağı Tuz, pul biber 1 tatlı kaşığı biber salçası Malzemeler: 1 su bardağı haşlanmış pirinç (süzülmüş) 400 gr kıyma Maydanoz 1 adet rendelenmiş soğan Yapılışı : Patlıcanlar, bütünlüğü bozulmadan 4 parçaya bölünür. Tencerede su kaynatılır. Kaynayan suya tuz atılarak patlıcanlar eklenir ve haşlanır. Patlıcanları haşlandıktan sonra tencereye zeytin yağı pul biber ve salça eklenir. Patlıcanlar zeytin yağlı karışımda bir süre çevirip sotelenir. (Adana patlıcanı serttir ve uzun süre pişirmeye daha uygun bir yapısı vardır. Kolay kolay dağılmaz) Yoğurdu bir kapta çırpma teliyle çırpılır. Yoğurdun içine ezilmiş sarımsak ilave edilir. Patlıcanlar servis tabağına alınır. Üzerine yoğurt ilave edip, zeytinyağlı karışımdan eklenerek servis edilir. 52 7SÖZ Kimyon, karabiber, pul biber, tuz Kızartmak için; 1 su bardağı un 1 adet yumurta Sıvı yağ Yapılışı: Tüm malzemeleri bir kaba alın. Köfte gibi yoğurun. Yuvarlak şekil verip önce çırpılmış yumurtaya sonra una bulayıp kızgın yağda pişirin. Pişirirken çatalla bir kaç kere batırın. Daha iyi pişmesini sağlar. Bu tarif diğer kadınbudu köfte tarifleri gibi yarı çiğ yarı pişmiş olmuyor. Ben bu şekilde daha çok beğeniyorum. Semizotu Çorbası Malzemeler: 1 demet semizotu, 1 adet soğan Yarım havuç, 2 adet domates 1 tatlı kaşığı salça, 2 adet biber Yarim su bardağı mercimek 2 avuç kadar pirinç, 3 yemek kaşığı yağ Yarım limon, 1-2 damla sirke Tuz-karabiber-pulbiber Yapılışı: İlk önce semizotunu saplarıyla birlikte küçük küçük kesip sirkeli suda bekletiyoruz. Sonrasında tencereye küçük doğranmış soğan, havuç ve biberi ekleyip kavuruyoruz. Domatesleri kabuklarından soyup (çok ufak olmasına gerek yok) doğrayıp salçayla birlikte biraz daha kavuruyoruz. Mercimek, pirinç ve tuzu ekleyip karıştırıyoruz tencerenin yarısına kadar su ekliyoruz pirinç pişene kadar pişiriyoruz. Harlı ateşte. Semizotunu bol suda yıkıyoruz (ben yarısını yapıyorum tamamı fazla geliyor diğer yarısını buzlukta saklayabilirsiniz) hazırladığımız malzeme piştikten sonra semiz otunu ekliyoruz biraz daha su ekleyebilirsiniz. Yarım limonu, sirke ve baharatları ekliyoruz kısık ateşte pişmeye bırakıyoruz kıvamını aldıktan sonra altını kapatıp servis yapabilirsiniz. NOT:eksi sevmeyenler çorba piştikten sonra limonları çıkarabilirler. Benim 9 aylık kızım çok seviyor bu çorbayı ve bol vitaminli bebeklerinize ezip yedirebilirsiniz :)) Taze Fasulyeli Bulgur Pilavı Malzemeler: 1 su bardağı pilavlık bulgur Yarım kg taze fasulye 2 domates 2 sivri biber 2 adet kuru soğan 2 kaşık domates salçası 5 kaşık tereyağı 6 bardak sıcak su Yapılışı : Bugün sizlere annemin en güzel yaptığı tariflerden birini vereceğim. Annem bu pilavı şahane yapar, babamın da en sevdiği yemektir;) Önce fasulyeler temizlenir ve doğranır. Kuru soğan ve biberler birlikte tereyağı ile kavrulur. Domatesler ve salça ilave edilir. Fasulyeler eklenir ve 6 bardak sıcak su eklenerek fasulyeler yumuşayana kadar pişirilir. Bulgur ve tuzu ilave edilir ve kısık ateşte suyunu çekene kadar pişirilir. Afiyet olsun AĞUSTOS 2014 53 7sabah.com TIKLAYIN.. HABERİNİZ OLSUN... ESERLERİNİZİN DERGİNİZDE YAYINLANMASINI DİLERSENİZ.... LÜTFEN BİZİMLE İLETİŞİME GEÇİNİZ. ([email protected]) Düşünceniz genç kalsın... Düşünceniz genç kalsın...
© Copyright 2024 Paperzz