I89 ŞUBAT 2014 19 6 5 KV YÖNETM KURULU’NUN TEMASLARI ŞUBAT 2014 4 KV’DEN 10 12 14 15 16 17 CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL, İKV YÖNETİM KURULU’NU KABUL ETTİ İKV YÖNETİM KURULU’NUN TEMASLARI İKV YÖNETİM KURULU, AB BAKANI VE BAŞMÜZAKERECİ MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU İLE GÖRÜŞTÜ “SORULARLA AB POLİTİKALARI VE TÜRKİYE” SERİSİNİN ÜÇ YENİ KİTABI YAYIMLANDI TOBB BAŞKANI, EUROCHAMBRES AB GENİŞLEME KOMİTESİ BAŞKANLIĞI’NA SEÇİLDİ AVRUPA KOMİSYONU GENİŞLEME GENEL MÜDÜRLÜĞÜ STAJYERLERİ, İKV’Yİ ZİYARET ETTİ 18 PROFİLO ŞİRKETLER TOPLULUĞU KURUCUSU, BAŞKANI VE İKV YÖNETİM KURULU ESKİ BAŞKANI JAK V. KAMHİ RÖPORTAJI 26 30 34 İSTATİSTİK MALİ KONTROL TRANS-AVRUPA AĞLARI 38 44 AB TARIMININ 2014-2020 YOL HARİTASI: YENİ OTP AB’NİN 2013 YILI DIŞ POLİTİKA BİLANÇOSU: AVRUPA DIŞ POLİTİKA SKOR TAHTASI 2014 48 52 AB’NİN İLK YOLSUZLUKLA MÜCADELE RAPORUNUN ARDINDAN YENİ TÜKETİCİ HAKLARININ KORUNMASI HAKKINDAKİ KANUN’UN GETİRDİĞİ DEĞİŞİKLİKLER 56 58 60 62 BAŞBAKAN ERDOĞAN, ALMANYA’YA RESMİ BİR ZİYARET GERÇEKLEŞTİRDİ UKRAYNA’DA SİYASİ DEPREM CENEVRE II GÖRÜŞMELERİNDE İKİNCİ TURA GEÇİLDİ YARATICI AVRUPA PROGRAMI KV FAALYETLER GÖRÜ AÇILAN BALIKLARDA SON GELMELER DOSYA NCELEME GÜNCEL AB VZYONERLER 66 DAVID MITRANY VE İŞLEVSELCİLİK 68 69 70 71 72 73 74 75 75 76 78 79 CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL, İTALYA’YA RESMİ BİR ZİYARETTE BULUNDU CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL, MACARİSTAN’A RESMİ BİR ZİYARET GERÇEKLEŞTİRDİ İSPANYA BAŞBAKANI, TÜRKİYE’YE RESMİ BİR ZİYARETTE BULUNDU ROMANYA DEVLET BAŞKANI, TÜRKİYE’Yİ ZİYARET ETTİ AB TÜRKİYE DELEGASYONU BAŞKANLIĞI’NA AVRUPA KOMİSYONU İÇİŞLERİ GENEL MÜDÜRÜ STEFANO MANSERVISI ATANDI TÜRKİYE-AB BAKANLAR DÜZEYİNDE SİYASİ DİYALOG TOPLANTISI GERÇEKLEŞTİRİLDİ KIBRIS MÜZAKERELERİ İKİ YIL ARADAN SONRA YENİDEN BAŞLIYOR AB’DE VİZE MUAFİYETİNE İLİŞKİN GELİŞMELER HSYK’DA DEĞİŞİKLİKLER YAPAN YASA TBMM’DE KABUL EDİLDİ TARTIŞMALI İNTERNET DÜZENLENMESİ ONAYLANDI İTALYA BAŞBAKANI LETTA İSTİFA ETTİ, YENİ BAŞBAKAN RENZİ GÜVENOYU ALDI AB’Yİ BİR KEZ DAHA DÜŞÜNDÜREN İSVİÇRE TARZI “EVET” GÜNDEMDEN AB AJANSLARI 80 AVRUPA ÇEVRE AJANSI-EEA AB VE ÜÇÜNCÜ ÜLKELER 82 LATİN AMERİKA’NIN GÜÇLENEN EKONOMİSİ: MEKSİKA EKOLOJ PENCERES 88 AB’DE 7’NCİ ÇEP DÖNEMİ BAŞLADI AB HUKUKU’NDAN 92 ÜYE ÜLKELERİN AB HUKUKUNU UYGULAMA KARNESİ: AVRUPA KOMİSYONU’NUN 2012 YILI DEĞERLENDİRMESİ BRÜKSEL’DEN BAKINCA 94 İSVİÇRE AB’YE, GÖÇMEN OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİNİ TATTIRDI I89 30 Mart tarihinde sandık başına gidecek Türkiye, yerel seçimlere bir ay kala olağanüstü bir Şubat ayı geçirdi. Ay kısaydı ama tartışmaları o kadar uzundu ki, ay bitmek bilmedi. Bu yazı hazırlanırken bile Şubat ayı gündemi hızla değişmeye devam ediyor. Gelin, önce bu olağanüstü ayda yaşananlara kısaca bir göz atalım. Şubat ayı, gündemi sarsıcı iddialar, skandallar, kavgalar, yasa teklifleri, polemikler ve atışmalara sahne oldu. Şubat ayı yine Cumhuriyet tarihinin ilklerinin yaşandığı, yeni rekorların kırıldığı bir aydı. Türkiye, Şubat ayının ilk sabahına, kredi kartlarına taksit sınırlaması ile uyanırken, iktidar partisi İstanbul Milletvekili Muhammed Çetin’in partisinden istifasıyla, 17 Aralık operasyonları sonrası Adalet ve Kalkınma Partisi’nden istifa eden vekil sayısı sekize çıktı. Aslında Şubat ayının ilk gününde açıklanan rakamlar, ihracatta Türkiye’nin Cumhuriyet rekorunu kırdığına işaret ediyordu. Ocak ayında 12 milyar 15 milyon dolar ihracat ile yeni bir rekor kırılırken, Bodrum’da, sahibinin ödenmeyen bin liralık borcu yüzünden, Ares ve Lucas isimli köpekler haczedildi. Şubat ayında TBMM, hiç olmadığı kadar çalıştı; vekiller yoruldu. 30 Mart yerel seçimleri öncesinde, Şubat ayı sonu itibarıyla ara tatile giren Meclis’in gündeminde İnternet Yasası, MİT Yasası, HSYK düzenlemesi, Demokratikleşme Paketi ve dershanelerle ilgili yasa tasarısı vardı. Meclis gündemi ağırdı, bir o kadar da kanlı: HSYK düzenlemesinin Meclis Genel Kurulu’ndaki görüşmelerinde Meclis’te kan aktı. Meclis kürsüsünde 15 dakika süren arbede sonucunda bir milletvekilinin burnu kırıldı, üç milletvekili de hastaneye kaldırıldı. Kadın milletvekilleri birbirinin üzerine yürürken, ertesi gün yapılan açıklamalarda üzüntü vardı. Her şeye rağmen, HSYK düzenlemesi, 20 saatlik uzun bir maratonun ardından kabul edildi. İnternet ortamına düzenleme getiren yasa teklifi de. 7 Şubat günü kabul edilen ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayına gönderilen yasa teklifi, TİB Başkanı’na dört saat içerisinde İnternetteki uygunsuz içeriğe müdahale imkânı tanıması itibarıyla, TİB Başkanı’nı “sanal âlemin kralı” yaparken, tekil kullanıcıların İnternet trafiğinin iki yıla kadar saklanması büyük tartışmalara sebebiyet verdi. Teklife ilişkin ilk tepki Avrupa Komisyonu’ndan geldi. Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Štefan Füle’nin sözcüsü Peter Stano, Türkçe ve İngilizce olarak attığı tweet ile “Yasa bu haliyle ifade özgürlüğünü kısıtlar” dedi; Cumhurbaşkanı, Macaristan ziyareti dönüşü teklifi onayladı. Tartışmalı iki konuda yeni düzenlemeler yapılacak dese de, Cumhurbaşkanı Gül’ün Twitter’daki takipçileri bir gün içerisinde hızla düştü. 90 binin üzerinde takipçi @cbabdullahgul’ü takip etmeyi bırakırken, yumurta hesapların Cumhurbaşkanı’nı takip etmeye başladığı, gazetelerin manşetlerine taşındı. Sanal âleme ilişkin yaşanan tartışmaların ilk sinyali, aslında Şubat ayının başında gelmişti. TİB, CHP milletvekili Umut Oran’ın Sabah gazetesinin satışına yönelik Meclis Başkanlığı’na verdiği soru önergesini haber yapan sitelere birer uyarı yazısı gönderdi. Üç gün sonra TİB, “o yazılar sehven yollandı” açıklaması ile kamuoyundan özür diledi. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ ŞUBAT 2014 SAYI: 189 İktisadi Kalkınma Vakfı adına Sahibi: Ömer Cihad Vardan Sorumlu Yayın Yönetmeni: Doç. Dr. Çiğdem Nas Yazı İşleri Yönetmeni: Melih Özsöz Çisel İleri Yeliz Şahin İlge Kıvılcım İnternet ve HSYK düzenlemeleri ile hararetli günler geçiren Türkiye siyasetinin Şubat mesaisi, MİT düzenlemesi ile bir kez daha canlandı. Yeni teklif ile MİT’e geniş yetki verilmesi tartışılırken, Hükümet, MİT’te geri adım attı ve Başbakan’ın Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu Başkanı olmasından vazgeçti. TBMM İçişleri Komisyonu’nda uzun ve hararetli tartışmaların yaşanmasına neden olan düzenlemede, MİT belgelerini yayımlayan gazeteciler için ceza üst sınırı da 12 yıldan 9 yıla düşürüldü. Şubat ayı, Türk demokrasi tarihinin en kritik ve en tartışmalı davaları için de flaş gelişmelerin yaşandığı bir ay oldu. İlk flaş haberi, ayın başında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan verdi ve tutukluluk süresini 7,5 yıldan 5 yıla indirme kararını açıkladı. Cezaevlerinde büyük heyecan yaşanırken, Ergenekon davasında da tahliye umudu doğdu. Ayın ortasında, Anayasa Mahkemesi de bir ilke imza attı: “Yaşam hakkı” gerekçesiyle Mahkeme, tedbiren tahliye yetkisini ilk kez, Ergenekon davasında mahkûm olan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu için kullandı ve Prof. Hilmioğlu tahliye edildi. Cezaevleri yine heyecanlandı; bu karar ile cezaevlerinde bulunan 273 hasta tutuklu ve hükümlü için umut ışığı doğdu. Tutukluluk sürelerine ilişkin ardı ardına yaşanan bu gelişmelere bir yenisi, Şubat ayının üçüncü haftasında eklendi. TBMM, 30 Haziran 2004 tarihinde kurulan Özel Yetkili Mahkemeleri kaldıran yasayı kabul etti. Böylece Türk hukuk sisteminin 10 yıllık tartışmalı bir uygulaması da rafa kalkmış oldu. Ergenekon, Poyrazköy, Balyoz, KCK, Odatv, 28 Şubat, 12 Eylül gibi davalarla, terör suçlarından açılan ve yargılaması süren 5600 davanın seyri, Cumhurbaşkanı’nın da yasayı onaylaması ile değişti. Özel Yetkili Mahkemeler’in kaldırılmasıyla, söz konusu davaların ağır ceza mahkemelerine devredilmesi bekleniyor. Şubat ayında Taksim de gündemden düşmedi. Hiç şüphesiz Gezi protestolarına ilişkin Şubat ayında yaşanan gelişmelerden en yürek acıtanı, Eskişehir’deki Gezi protestoları sırasında hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz’ın, Kayseri’de görülmeye başlanan davasından geldi. Duruşma için farklı illerden Kayseri’ye gelen beş bin kişi, duruşma salonuna oğlunun fotoğrafı ile gelen anne Emel Korkmaz’ın “Aliş’ime nasıl kıydınız?” feryadı ile irkildi. Davanın görülmeye başladığı gün ise Kayseri’den çok uzaklarda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, AKM ve Gezi Parkı’nı da kapsayan yeni Taksim Projesi’ni kamuoyuna tanıttı: “Yeşil dokusu ile çiçeklendirilmiş güzel bir Taksim” Başkan Topbaş’ın hayaliydi. İstanbul Gezi Parkı ile güzelleşirken, İzmir’in Kemalpaşa ilçesindeki 1600 yıllık mozaikler de kurtuldu. İşadamı M. Latif Topbaş, market deposu yapacağı ve zemininde nadide mozaiklerin bulunduğu araziyi, maliyetine devlete iade edeceğini açıkladı. Gezi protestoları 2013 takvimlerinde kalsa da, polemiği Şubat 2014 içinde bolca yaşandı. İstanbul 33’üncü Asliye Mahkemesi, Gezi Parkı protestoları için Yönetim Yeri: Esentepe Mahallesi , Harman Sokak TOBB Plaza, No:10 Kat: 7-8 , Levent 34394 İstanbul Tel: 0212-270 93 00 Faks: 0212-270 30 22 E-posta: [email protected] Brüksel Ofisi: Avenue Franklin Roosevelt 148/A 1000 Buxelles Tel: 00322-646 40 40 Faks: 00322-646 95 38 E-posta: [email protected] Yayın Türü: Yaygın süreli Baskı Yeri ve Tarihi: İstanbul, Mart 2014 Yayına Hazırlık Genel Yönetmen Gürhan Demirbaş Görsel Yönetmen Yavuz Karakaş Sayfa Tasarım Şahin Bingöl Pazarlama Tel: 0212 440 27 65 [email protected] Baskı Dünya Yayıncılık A.Ş. Globus Dünya Basınevi 100. Yıl Mah. 34204, Bağcılar – İSTANBUL Tel: 0212 440 24 24 Dergideki yazılar, kaynak gösterilerek, kısmen veya tamamen yayımlanabilir. Dergiye www.ikv.org.tr adresinden ulaşabilirsiniz. Taksim Platformu üyesi 26 kişi hakkında hazırlanan son iddianameyi, “hangi suçları işlemek için hangi örgütü kurup yönettikleri açıklanmamış” diyerek savcılığa iade etti. Kırklareli’de ise Gezi Davası başlıyordu. CHP Milletvekili İlhan Cihaner, “tabiri caizse bir kent yargılanıyor” dedi; neredeyse her evde bir sanık olduğunu söyledi. Dünya, 14 Şubat Sevgililer Günü’nü kutlarken, Gezi Parkı protestolarına ilişkin başka bir iddia ise kafaların daha fazla karışmasına sebep oldu. Gezi protestoları sırasında Kabataş’ta türbanlı Zehra Develioğlu’na yapıldığı ileri sürülen saldırıya ilişkin MOBESE kamera kayıtları yayımlandı; görüntüler gündemi sarstı. Görüntülerin yayımlanmasının ardından şikâyetçi Develioğlu’nu doğrulayan bazı gazeteciler, saldırı olmadığı ortaya çıkınca özür diledi. Kabataş polemiğinin şimdiye kadar konuşmayan tek ismi, savcılığa suç duyurusunda bulunan Zehra Develioğlu da Şubat ayında görüntülerin yayımlanmasının ardından konuştu: “İlahi kamera olsa bile kimse inanmayacak” dedi; “Kimseye bir şey ispat etmek zorunda değilim” diyerek devam etti. Aslında Şubat ayında Taksim, sadece Gezi Parkı ile gündemde değildi. Kazancı Yokuşu’ndaki bir binada gaz, bomba gibi patladı. Biri ağır, dokuz kişi yaralanırken, Taksim İlkyardım Hastanesi’nin boşaltılmasından sonra, her gün milyonların geldiği Taksim’de acil hizmet verecek bir hastanenin yokluğu tekrar daha gündeme geldi. Taksim’in birkaç kilometre ötesinde ise Haliç metro geçiş köprüsü, Başbakan ve Bakanların katılımıyla açıldı. Dedik ya, Türkiye’nin Şubat gündemi çarpıcı gelişmelere şahitlik etti. Bir yanda hızlanan yerel seçim yarışı, diğer yanda Türkiye’nin demokrasisini masaya yatıran sorunlar, ülkede fırtınalar kopardı. Bu gergin ve karışık ortamda, hiç şüphesiz tebessüm etmemizi sağlayan, ölümünden 461 yıl sonra Şehzade Mustafa’ya tutulan yas oldu. Muhteşem Yüzyıl isimli dizide, Şehzade Mustafa’nın, babası Sultan Süleyman’ın emriyle katledilmesi, milyonları ekran başında gözyaşlarına boğdu. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Şehzade Mustafa’nın kabri başında dua ederken, türbenin restorasyonunun üç ayda bitirileceğini söyledi. Yine Bursa’da bir vatandaş, Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa hakkında “Halkı kin ve nefrete sürüklemek ve azmettirerek boğdurma” suçlarından Bursa Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu; Şehzade Mustafa’ya otopsi yapılmasını istedi. Türkiye, üzerine depo yapılacakken son anda kurtulan 1600 yıllık mozaikleri tartışa dursun, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kentin beş ayrı girişine mermer, taş kaplama ve Osmanlı motifleri ile süslü beş kapı yaptırması projesi de Şubat’ın gündemindeydi. Kapılardan çok, projenin Büyükşehir Belediyesi tarafından 36 milyon TL’ye ihale edilmesi tartışıldı. Aynı günlerde resmi ziyaret kapsamında İtalya’nın başkenti Roma’da bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, “Roma’da ne AVM var, ne gökdelen” diyerek tweet atıyordu. Dedik ya seçim yarışı, 30 Mart’a bir ay kala iyiden iyiye ısındı. Vaatler, projeler, fikirler, programlar havada uçuştu. CHP, Kadıköy’de Belediye Başkan Adayı olarak Aykut Nuhoğlu’nu belirlerken, karşı yakada Sarıyer’de, CHP’nin aday 7 listelerinin teslim zamanı polemik yarattı. Seçimin en zorlu geçeceği Ankara’da ise Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Avrupa’nın en büyük tema parkı olacak Anka Park’ı Ankaralılara tanıttı. İzmir’de ise eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İzmirli seçmene 65 milyar liralık yatırım vadetti. Şubat ayında Türkiye’nin seçim gündeminden akıllarda kalan ise, Giresun’da bir engelli vatandaşa bağışlanan akülü arabanın, kırmızı kurdeleyle açılması oldu. Seçim yaklaştıkça, siyasi partiler seçim kampanyalarına hız verdi. Meydanlarda bir parti, diğerini takip etti. Kimi zaman farklı partilerin destekçileri tartıştı, kavga etti. Seçim araçlarında hoparlörlerin sesleri biraz daha yükseldi. Şubat ayında, Türkiye’de güzel gelişmeler de yaşandı. Ancak bunlar, yoğun ve ağır siyasi gündemin gerisinde kaldı. Sabancı Üniversitesi’nde üç boyutlu yazıcı ile insan hücresinden aort damarı üretilirken, iki ay önce dokuz ilde eş zamanlı düzenlenen sahte ilaç operasyonu iddianamesi, bazı ilaçların içinde aseton olduğunu bile söylüyordu. Türkiye’den çok uzakta, ABD’de ise gündem, Fransa Cumhurbaşkanı’nın eşsiz olarak gerçekleştirdiği ziyaretti. 500 milyondan fazla kişinin kullandığı anında mesajlaşma uygulaması Whatsapp’ın, Facebook tarafından 19 milyar dolara satın alınması ise hayretle karşılandı. Facebook, uygulamanın yaratıcılarına dört milyar dolar nakit ödeme yaptı; şirketin ortakları da şirket çalışanı 55 kişiyi Facebook hissesi ile ödüllendirdi. 2009 yılında Whatsapp’ın kurucusu Jan Koum’un Facebook’a iş başvurusunda bulunduğu, ancak kabul edilmediği gerçeği ise, hafızalarda yer etti. Ve Türkiye’nin 17 Aralık 2013 tarihinden bu yana değişemeyen gündemi, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları... Hiç şüphesiz, Ocak ayında olduğu ve Mart ayında da olacağı gibi, Şubat ayında da iddialara ilişkin gelişmeler gündeme damgasını vurdu. Meclis İçişleri Komisyonu’nda süren MİT yasa teklifi görüşmelerinde, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, MİT’in dinlemelerine ilişkin ilk kez somut rakam verdi: MİT, 2473 kişiyi dinlemişti. Ama 17 Aralık’taki operasyondan sonra özel yetkileri ellerinden alınarak başka adliyelere atanan iki savcı, dinleme konusunda, deyim yerindeyse Şubat ayının bombasını patlattı: İki savcının Selam Terör Örgütü isimli yapılanmaya ilişkin binlerce kişiyi dinlediği iddiası ortaya atıldı. Bu iddia, kayıt listesinde gazeteciler, akademisyenler, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, iş insanları, medya kurumları; yani ünlü-ünsüz binlerce kişinin olması sebebiyle, Türkiye tarihinin en büyük dinleme skandalı iddiası olmaya aday. İnternet düzenlemesi, HSYK düzenlemesi, MİT düzenlemesi, dinleme skandalı iddiaları, yolsuzluk iddiaları ve bu toz duman havada adım adım yaklaşılan 30 Mart yerel seçimleri… Hiç şüphesiz, 17 Aralık sonrasında giderek yoğunlaşan bu atmosfer, 30 Mart’a yaklaştıkça ağırlığını daha fazla hissettirecek gibi görünüyor. İKV olarak, giderek daha vahim hale gelen ve siyasetin saygınlığını yitirmesine sebep olan bu gelişmelerin, hukuk devleti sınırları içerisinde bir an önce çözüme kavuşturulması temennimizi ifade etmek isteriz. Böylesine yoğun bir iç siyaset gündeminin yaşandığı Türkiye’de, hiç şüphesiz Türkiye-AB ilişkileri de, farklı şekillerde gündeme taşındı. Özellikle İnternet ve HSYK düzenlemelerine ilişkin yaşanan tartışmalarda, yine referansımız AB idi. AB’deki uygulamalara gönderme yapıldı; AB’li yetkililerin sözleri ve değerlendirmeleri ele alındı. Başta Avrupa Komisyonu olmak üzere birçok AB kurumu yetkilisi, Türkiye’de yaşananlara ilişkin açıklama yaptı. Ancak yapılan açıklamalar arasında en dikkat çekeni, AP’nin İngiliz üyesi Andrew Duff’tan geldi. “(…) şu anda gerçek bir katılım süreci varmış gibi yapmak, maskaralıktan başka bir şey değil. Sonbaharda ilişkiler askıya alınmazsa sürpriz olur” diyen Duff’a cevap, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tan geldi: Bakanlar Kurulu sonrasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan Yardımcısı, AP üyesinin sözleri hatırlatılınca, “İnternette değişim yokken AB fasıl mı açtı?” diye sordu. Her ne kadar AB’nin Şubat ayı mesaisinde Türkiye önemli bir yer kaplamış olsa da, Şubat ayında Avrupa’nın, hatta dünyanın gözü Ukrayna’nın başkenti Kiev’deydi. Ukrayna’da Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in AB ile ortaklık müzakerelerini ertelemesine öfkelenen muhalefetin kasımdan beri sürdürdüğü gösteriler, ülkenin bağımsızlığını kazanmasından bu yana en büyük şiddete sahne oldu. Muhalefetin parlamentoyu kuşatmasıyla başlayıp, polisin Maidan diye bilinen Bağımsızlık Meydanı’ndaki çadırları boşaltma girişimiyle şiddetlenen çatışmalar, dünyanın ilgisini Kiev’e yöneltti. Protestocular ile hükümet arasında sağlanan ateşkes, Maidan’a yağan faili meçhul kurşunlarla bozuldu. Onlarca gösterici hayatını kaybederken, binlercesi de yaralandı. Ukrayna’dan savaş görüntüleri tüm dünyaya servis edilirken, Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç başkent Kiev’den ayrılıyordu. Ukrayna’da kanın da döküldüğü siyasi kriz, eski Başbakan Yuliya Timoşenko’ya ise özgürlük getirdi. Turuncu Devrim’in simgelerinden Yuliya Timoşenko, parlamento kararının ardından serbest bırakıldı: İlk sözleri “Vatanımız, bugünden sonra artık güneşi görecektir” oldu. Serbest kalmasının ardından Bağımsızlık Meydanı’nda binlerce kişiye seslenen Timoşenko, “Sizler, asrın kahramanlarısınız” dedi. Ukrayna’daki ateş ise sönmek bir yana daha da alevlendi. Ayın sonunda, 1774 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile ilişiği kesilen Kırım, Rusya ile Ukrayna’nın, başka bir deyişle Rusya ile Batı’nın arasındaki nüfuz mücadelesinin odağına yerleşti. Ukrayna’nın Ukraynalı olmayan bölgesi, Kırım Yarımadası, Rusya tarafından işgal edildi. Kiev ve Kırım’dan on binlerce kilometre ötede, Venezuela’da da siyasi kriz vardı. Chavez’in ölümünün ardından başkanlığa gelen Nicolas Madura yönetimine karşı süren gösteriler şiddetlendi. Gösterilerde, 2013 yılında eyalet güzellik yarışmasında taç giyen kraliçe Genesis Carmona başından vurularak hayatını kaybetti. Kıbrıs’ta ise sürpriz bir görüşme vardı: KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile Rum lider Nikos Anastasiades, 1,5 yıl aradan sonra BM Temsilcisi Lisa Buttenheim’ın arabuluculuğunda bir araya geldi. İtalya’da ise gündem, görevine yemin ederek başlayan yeni Başbakan Matteo Renzi idi. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda gerçekleştirilen yemin töreninde, kameralara poz veren Başbakan’ın kabinesinde sekiz kadın bakanın bulunuyor olması, hiç şüphesiz birçoğumuzun alışık olmadığımız bir görüntüydü. 9 Şubat ayı, Türkiye’de, Avrupa’da ve dünyada böyle geçti. Tartışması, polemiği, çatışması, ilkleri, skandalları, mücadelesi bol bir ayı geride bıraktık. İKV Dergisi olarak, bu ayki sayımızda, yoğun geçen Türkiye’nin Şubat gündemine biz de farklı konular ile katkıda bulunmak ve bizden haberleri sizlerin dikkatine sunmak istedik. Bu ayki dergimizin İKV Faaliyetleri bölümünde, 16 Ocak 2014 tarihi itibarıyla göreve başlayan, Sayın Ömer Cihad Vardan Başkanlığındaki İKV Yönetim Kurulu’nun gerçekleştirdiği çeşitli temasları bulabilirsiniz. Şubat ayı Yönetim Kurulumuz için de oldukça yoğun bir aydı. Yönetim Kurulu Başkanımız Sayın Ömer Cihad Vardan’ın başkanlığındaki İKV heyeti, Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek, AB Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, TOBB Yönetim Kurulu Başkanı ve EUROCHAMBRES Başkan Yardımcısı Sayın M. Rifat Hisarcıklıoğlu ile TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu ile biraraya geldi. Hiç şüphesiz, gerçekleştirilen görüşmelerde ele alınan konular, TürkiyeAB müzakere süreci ile Türkiye gündeminde yaşanan gelişmelerdi. Söz konusu temaslara ilişkin ayrıntılı bilgileri, ilerleyen sayfalarda bulabilirsiniz. Bu ayki sayımızda, İKV için çok özel ve ayrı bir yeri olan bir röportaja da yer veriyoruz. 1987-1992 yılları arasında İKV’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten, Vakfımızın beşinci Başkanı; Profilo Şirketler Topluluğu Kurucusu Sayın Jak V. Kamhi ile “Gördüklerim, Yaşadıklarım” adını verdiği kitabı üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. “Hayatım dolu; borcumu ödemek için tümüyle kendimi Türkiye’ye verdim” diyen, Türkiye-AB ilişkileri konusunda neredeyse 50 yıldır çalışmalar yürüten “Gönüllü AB Elçisi” Sayın Kamhi ile gerçekleştirdiğimiz bu röportajı, keyifle okuyacağınızı tahmin ediyoruz. Dedik ya, Türkiye’de Şubat ayında gündemi belirleyen konu yolsuzluk iddialarıydı. Türkiye’de gündem yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile meşgulken, AB tarafında da Şubat ayı içerisinde ilginç bir gelişme yaşandı. Avrupa Komisyonu, 3 Şubat 2014 tarihinde, AB çapında yolsuzlukla mücadele konusunun ele alındığı ilk raporunu açıkladı. Raporda, yolsuzluğun tüm AB üye ülkelerini olumsuz yönde etkileyen bir konu olmasının yanı sıra, AB ekonomisine etkisinin de yılda 120 milyon avronun üzerinde olduğu vurgulanıyor. Raporda, ülke ülke yolsuzluk ve yolsuzlukla mücadeleye yönelik ulusal yasal mevzuatlara yer verilirken, söz konusu yasal mevzuatlardaki eksiklikler ve bu eksikliklerin giderilmesine yönelik öneriler de yer alıyor. Biz de, bu ayki İnceleme bölümümüzde, AB’nin yolsuzlukla mücadeleye ilişkin bu ilk raporuna yakından bakmak istedik. İnceleme bölümünde ele aldığımız bir diğer konu ise tüketici haklarının korunmasına ilişkin yürürlüğe girecek olan yeni Kanun. Avukat Sevde Pelen, yeni düzenlemelerin etki alanının tüketicilerle sınırlı kalmadığını; satıcı, sağlayıcı, ithalatçı, üretici ve benzeri sıfat ile tüketici ile yapılan sözleşmelerin karşı tarafını oluşturan gerçek ve tüzel kişilerin de düzenlemelerin bir parçası olduğunu söylüyor; bunun da birçok sektörü doğrudan ilgilendirdiğine dikkat çekiyor. Dergimizin bu ayki Güncel ve Gündemden bölümlerinde ise Türkiye ve Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan güncel gelişmelere ilişkin kapsamlı bilgilere ulaşabilirsiniz. Şimdiden tüm okurlarımıza keyifli okumalar dileriz. 10 KV FAALYETLER CUMHURBAKANI ABDULLAH GÜL KV YÖNETM KURULU’NU KABUL ETT Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, 7 Şubat 2014 tarihinde, 16 Ocak 2014 tarihinde gerçekleştirilen İKV’nin 51’inci Genel Kurulu’nda Yönetim Kurulu Başkanlığı’na seçilen Ömer Cihad Vardan ve beraberindeki İKV Yönetim Kurulu üyelerini, Tarabya’daki Huber Köşkü’nde kabul etti. Y önetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan’ın başkanlığındaki İKV heyetinde, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu, Muhasip Üye Mehmet Nuri Görenoğlu, Yürütme Kurulu Üyeleri Yavuz Canevi, Hikmet Tanrıverdi ile Üyeler İlhan Soylu, İlyas Gençoğlu, Münir Üstün, Şükrü Alkan, Tuğrul Kudatgobilik, Denetçi Üye Kenan Atalay ve İKV Genel Sekreteri Çiğdem Nas yer aldı. YARIM ASIRLIK KURUM İKV Yönetim Kurulu’nun Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ü ziyareti kapsamında, İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan, 26 Kasım 1965’te kurulan ve neredeyse yarım asırlık bir kurum olan İKV’nin kuruluş amaç ve faaliyetleri hakkında Sayın Cumhurbaşkanı’na bilgi verdi. 19 65 2015 yılının İKV’nin kuruluşunun 50’nci, 2014 yılınınsa İKV Brüksel Temsilciliği’nin kurulmasının 30’uncu yıl dönümü olması vesilesiyle kutlama etkinlikleri yapılacağını kaydeden İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan, Türkiye-AB ilişkilerinde son dönemdeki gelişmeler hakkında da bilgiler aktardı ve İKV’nin önümüzdeki çalışma dönemindeki öncelikli amaç ve faaliyetlerini Sayın Cumhurbaşkanı ile paylaştı. 2014, AB SÜRECNDE YEN MLAT Ziyarette, İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan, özellikle 2014’ün AB ile ilişkilerde yeni bir milat olarak nitelendirildiğini, bunun da İKV’ye önemli bir sorumluluk yüklediğini belirtti. 2013 Yılı Türkiye İlerleme 11 Raporu’nun daha ılımlı bir tonda yayımlanması; 22’nci faslın müzakerelere açılması; Türkiye ile AB arasında Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması ile Vize Muafiyeti Diyaloğu’nun başlatılması; Başbakan Erdoğan’ın Brüksel ve Almanya ziyaretleri; Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ziyareti ile Sayın Cumhurbaşkanı’nın İtalya ziyareti gibi güncel gelişmelerin önemine değinen İKV Yönetim Kurulu Başkanı Vardan, 23 ve 24’üncü fasılların açılmasının da bu ziyaret ve temaslar kapsamında sıklıkla gündeme getirildiğini söyledi. SÜRECE KATKI SALAYACAIZ Yeni İKV Yönetim Kurulu’nun tam bir Türkiye tablosu yansıttığını, farklı iller, sektörler ve dinlerden her biri birbirinden değerli ve son derece deneyimli iş insanlarından oluştuğunu ifade eden Vardan, 2014’de hızlanacağı öngörülen Türkiye’nin AB’ye katılım sürecine, dün olduğu gibi bugün de ellerinden geldiği kadar destek vereceklerini söyledi ve kısa sürede adı geçen fasılların açılacağını ümit ettiklerini ifade etti. MÜSAD’DAK BAARILARI BEKLYORUM Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül ise İKV Yönetim Kurulu Başkan Ömer Cihad Vardan’ı ve yeni İKV Yönetim Kurulu’nu göreve seçilmelerinden ötürü kutladı ve İKV Yönetim Kurulu Başkanı Vardan’ın bu dönemde seçilmesini önemsediğini dile getirerek, Vardan’ın MÜSİAD Başkanı olarak geçmiş dönemde elde edilen başarılarının yeni görevinde de artarak devam edeceğine inandığını ve bunu beklediğini ifade etti. TÜRKYE ZATEN BR AVRUPA ÜLKES Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, ziyarette yaptığı konuşmada, Türkiye’nin zaten bir Avrupa ülkesi olduğunu ve 500 yıllık tarihi boyunca hep Avrupa’ya yöneldiğini, dolayısıyla Avrupa tarihinin bir parçası olduğunu belirtti ve bugün de gerek ekonomik gerekse siyasi ilişkiler açısından Avrupa’nın Türkiye için öneminin devam ettiğini vurguladı. Türkiye için AB hedefinin Avrupa ülkelerindeki gelişmiş standartlara ulaşmak olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Gül, AB’nin sadece ekonomiden ibaret olmadığını ve hukuk devleti ve demokratik standartlar anlamına geldiğini hatırlattı. TÜRKYE KEND DEERLERN KORUYARAK, AB STANDARTLARINA ULAABLR Türkiye’nin kendi değerleri, kültürü ve geleneklerini koruyarak AB standartlarına ulaşmasının önemine değinen Sayın Cumhurbaşkanı, bugün Batı kavramları ile ele aldığımız hukukun üstünlüğü, şeffaflık gibi değerlerin aslında kendi inancımız ve kültürümüzde birebir karşılıklarının olduğunu belirtti. AB üyeliği nihai hedefine ulaşmak kadar, müzakere sürecinin de Türkiye’nin gerekli reformları gerçekleştirerek gelişmesinde etkili olacağını ifade eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bazı fasıllar açılmasa bile Türkiye’nin gerekli uyum ve reform çalışmalarını kendi iyiliği için yapmasının şart olduğunu ve Türkiye’nin üye olma imkânının doğacağı gün geldiğinde hazır olması gerektiğini vurguladı. TÜRKYE’NN EN BÜYÜK ZENGNL GENÇ VE DNAMK NÜFUSU Türkiye’yi, Brezilya ve Rusya gibi dünya ekonomileri ile karşılaştıran Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, Türkiye’nin bu ülkelerle karşılaştırıldığında önemli bir farkı olduğunu, petrol ve gaz gibi doğal kaynakları olmadan 16’ncı büyük ekonomi haline geldiğini ve en büyük avantajının da genç ve dinamik nüfusu olduğunu ifade etti. Cumhurbaşkanı Gül, bu zenginliğin gerçek anlamda ortaya çıkmasının, Türkiye’nin demokratik standartların tam anlamıyla oturduğu bir hukuk devleti olduğunda gerçekleşeceğini belirtti. KV, YENLKÇ VE CESARETLENDRC HAMLELER YAPMALI Ziyarette Cumhurbaşkanı Gül, İKV’nin daha görünür ve yenilikçi olması, her kesimi motive edecek, cesaretlendirecek, yapıcı ve yol gösterici atılımlar, hamleler yapması gerektiğini vurguladı. 12 KV FAALYETLER KV YÖNETM KURULU’NUN TEMASLARI İKV Yönetim Kurulu, TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek, TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu ve TOBB Başkanı ve Eurochambres Başkan Yardımcısı Sayın M. Rifat Hisarcıklıoğlu ile bir araya geldi. G eçtiğimiz ay, 16 Ocak 2014 tarihinde gerçekleştirilen 51’inci Olağan Genel Kurul sonrası göreve gelen yeni İKV Yönetim Kurulu, Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan’ın başkanlığında, 3 Şubat 2014 tarihinde, sırasıyla TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek, TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu ve TOBB Başkanı ve EUROCHAMBRES Başkan Yardımcısı Sayın M. Rifat Hisarcıklıoğlu ile görüşmelerde bulundu. Söz konusu görüşmelerde, 2015 yılında kuruluşunun 50’nci yılını geride bırakacak olan İKV’nin amaç ve faaliyetleri ile Türkiye’nin AB katılım süreci ve güncel gelişmeler konularında görüş alışverişinde bulunuldu. İKV Yönetim Kurulu, 3 Şubat 2014 tarihinde, önce TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek, ardından TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu tarafından, TBMM’de kabul edildi. İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan, Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu, Muhasip Üye Mehmet Nuri Görenoğlu, Üyeler Ahmet Sayar, İlhan Soylu, Şükrü Alkan, Denetçi Üye Hasan Hüseyin Coş- 19 65 kun ve İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas’dan oluşan İKV heyeti, görüşmelerde İKV’nin amaç ve faaliyetleri ile Türkiye’nin AB katılım süreci ve güncel gelişmeler konularında, TBMM Başkanı ve AB Uyum Komisyonu Başkanı ile görüş alışverişinde bulundu. TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek, İKV heyetini kabulünde, Türkiye için AB üyeliği hedefinin bir devlet politikası olduğunu ve Türkiye için önemini koruduğunu ifade etti. İKV’nin 1965 yılında kurulan bir sivil toplum kuruluşu olarak bu alanda çok önemli bir görevi yerine getirdiğine değinen Çiçek, İKV’nin Türkiye’nin AB sürecini geliştirmeye yönelik çalışmalarının takdirle karşılandığını belirtti. TBMM’nin Türkiye’nin AB üyeliğine hazırlık sürecindeki önemli rolünü vurgulayan Çiçek, Türkiye’nin kritik bir süreçten geçtiğini ve bu süreçte AB üyeliği hedefinin demokratikleşme ve hukuk devleti ilkelerini pekiştirici bir etkisi olduğunu vurguladı. İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan ise TBMM Başkanı’na, İKV’nin amaç ve hedefleri hakkında 13 bilgi verdi. 2014 yılının Türkiye-AB ilişkilerinde bir milat olmasını beklendiğini vurgulayan Başkan Vardan, 2013’ün son aylarında 22’nci başlığın müzakerelere açılması, Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması ve ardından 2014’ün ilk ayı içerisinde Başbakan Erdoğan’ın Belçika ve Almanya ziyaretleri; Cumhurbaşkanı Gül’ün İtalya ziyareti ve Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ziyaretlerinin, AB ile olan ilişkilerde bir canlanmaya işaret ettiğini ifade etti. Bu yeni süreçte İKV’ye önemli roller düştüğünü hatırlatan İKV Yönetim Kurulu Başkanı, Vakfın çalışmalarında TBMM, hükümet ve ilgili Bakanlıklar ile koordineli çalışmanın önemine dikkat çekti. TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek ile gerçekleştirilen görüşmede Meclis Başkanı, “Türkiye’nin AB tercihi, bir devlet tercihidir ve stratejik bir tercihtir. Münferit olarak karşı olanlar olsa bile, 1963’ten bu tarafa Türkiye’nin devlet politikası olarak yürütülmektedir. Bu 50 yıllık süreç inişli çıkışlı, bazen çok yoğun çabaların, gayretlerin gösterildiği, bazı dönemlerde de askıya alındığı süreç olmuştur. Ama geldiğimiz nokta itibarıyla Türkiye’nin bu hedefinden prensipte bir sapma söz konusu değil. Biz, AB’ye tam üye olmak istiyoruz ve bunun da şahsen de çok doğru olduğuna inanıyorum. Türkiye’nin menfaatinedir. AB-Türkiye ilişkileri bu 50 yıl içerisinde ‘ne olacak, ne olmayacak?’ bunu da yaşayarak gördük” dedi ve Türkiye’nin AB üyeliğinin her iki tarafın da menfaatine olacağını ifade etti. “Hem Türkiye’nin yararına olacaktır, hem de AB’nin. Türkiye olmadan AB stratejik bir güç olmaz, sorun çözen güç olmaz. Büyük bir ekonomik birliktir, bir dayanışmadır, örnek alınacak pek çok yönü vardır. Ama birçok uluslararası politikada sorun çözen bir güç olarak mütalaa edilmemektedir. Türkiye gibi bir ülkenin AB’ye sağlayacağı çok büyük katkılar var. Halkının çok önemli bir kısmının Müslüman oluşu, demokratik değerleri benimsemesi ve bunları her geçen gün biraz daha kurumsallaşma noktasında yaptığı reformlar dikkate alındığında, AB Türkiye’nin tam üyeliği ile çok önemli kazanımlar elde etmiş olacak. Buna karşılık Türkiye’nin de AB ile ilişkileri arttıkça, geçmişte şu veya bu sebeple yapamadığı bir çok reformlar ki bunlar son derece önemli. Türkiye’nin daha çağdaş, daha demokratik, ileri ülke olmasına imkan verecek reformların yapılmasında AB’nin itici bir rolü olmuştur, bunu görmemiz lazım” diyerek devam eden Çiçek, “Keşke bu reformları çok daha önceden yapabilseydik, Türkiye bugün daha farklı bir noktada olabilirdi” dedi. Konuşmasında, “Maalesef bir kısım ülkeler, Türkiye’nin AB konusunda engel çıkarmaya devam ediyor. Aradan 50 yıl geçmiş, aştığımız fasıl sayısı belli, bir tanesi açıldı kapandı, diğerleri ne zaman kapanacak belli değil. Hatta bazı fasılların açılış kriterleri bile Türkiye’ye bildirilmedi bildiğim kadarıyla. Bunlar bildirilmeyince siz neye göre yasal, yapısal ve kurumsal düzenlemeler yapacaksınız? Bunlar AB’nin önde gelen ülkelerinin politikaları sebebiyle biraz işi ağırdan aldıkları, hatta problemlerini çözmemiş ülkeyi, Rum kesimini içine almak suretiyle, onun arkasından dolanarak, ‘Türkiye’nin üyeliğini arzu etmiyorlar’ gibi bir inanç, kanaat artık toplumumuzda önemli ölçüde yerleşmiştir” diyen TBMM Başkanı Çiçek, İKV’nin aradan geçen 49 yıl içerisinde bu sürecin başarı ile sonlanması bakımından önemi çalışmalarda bulunduğunu belirterek, “Bu çalışmalar bizlere de yol gösteren, destek veren, güç veren çalışmalar. Bu dönemde bu çalışmaları daha büyük bir hızla devam ettirirsiniz. Bazı fasıllar açılacak gibi gözüküyor. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı’nın ziyaretinden sonra bu ihtimal güçlendi. Çünkü bir kısım fasıllar bu ülkenin blokesi sebebiyle görüşülemiyordu. Ümit ederiz, onlar da açılmak suretiyle yeni bir sayfa açılmış olur. Biz yapacaklarımızı onlara da bağlamaksızın, zamanı iyi kullanmamız, yapmamız gereken bir çok işleri de yapmamız lazım. Zaten şartlarda bunu zorluyor. Bu işi ne kadar erken ve çabuk yaparsak, Türkiye bugün bulunduğundan daha güçlü bir noktada olacaktır” şeklinde konuştu. TBMM Başkanı, 2000’li yılların başında Türkiye’de AB’ye üyelik konusundaki destek çok yüksek iken, bu desteğin bugün yarı yarıya olduğunu da vurguladığı konuşmasında, ne olursa olsun Türkiye’nin bu hedeften vazgeçmemesi gerektiğini işaret ederek, “AB olmasa dahi yapılması gereken bir çok iş var. Bunları hepimiz tartışıyoruz. Bunları kendimiz için yaptığımızdan dolayı, AB hedef olmasa bile, bir an evvel gerçekleştirip Türkiye’yi daha ileri bir noktaya götürmemiz gerekiyor” dedi. TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in ardından, İKV heyeti, TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu ile bir araya geldi. Prof. Dr. Tekelioğlu, İKV Yönetim Kurulu üyelerine TBMM AB Uyum Komisyonu çalışmaları hakkında bilgi verirken, Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri doğrultusunda AB üyeliğine hazırlık olarak birçok yeni yasa kabul ettiğinin altını çizdi. Konuşmasında, TBMM AB Uyum Komisyonu’nun bu süreçte önemli bir görev üstlendiğini ifade eden Prof. Dr. Tekelioğlu, Komisyon’un çalışmalarına, sivil toplum örgütlerinin de destek verdiğini ve Komisyon toplantılarında sivil toplum örgütlerinin görüşlerinin dinlendiğini vurguladı. İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan ise, 49 yıldır Türkiye-AB ilişkileri alanında çalışan ihtisas kurumu olarak, TBMM AB Uyum Komisyonu toplantılarına katılarak, uyum çalışmalarına katkıda bulunmaktan memnuniyet duyacaklarını ifade etti. TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek ve TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu’nun ardından, TOBB Başkanı ve EUROCHAMBRES Başkan Yardımcısı Sayın M. Rifat Hisarcıklıoğlu, İKV heyetini TOBB Merkez Bina’da kabul etti. 16 Ocak 2014 tarihinde gerçekleştirilen 51’inci Olağan Genel Kurul sonrası göreve gelen İKV Yönetim Kurulu, TOBB Başkanı ve EUROCHAMBRES Başkan Yardımcısı Sayın M. Rifat Hisarcıklıoğlu’na Vakfın önümüzdeki dönem çalışmaları hakkında bilgi verdi. Görüşmede, Hisarcıklıoğlu, iş dünyasının 1965 yılında İKV’nin kurulmasına önayak olarak büyük bir uzak görüşlülük sergilediğine değindi ve İKV’nin AB konusundaki tek ihtisas kurumu olarak önemli bir görevi yerine getirdiğini vurguladı. İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan ise, TOBB’un İKV faaliyetlerine verdiği desteğe teşekkür etti ve iki kurum arasındaki yakın ilişkilerin devam etmesini ve ortak faaliyetler gerçekleştirilmesini umduğunu belirtti. Görüşme sonrasında TOBB Başkanı ve EUROCHAMBRES Başkan Yardımcısı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, İKV’nin yeni çalışma programı ile ilgili bazı tavsiyelerde bulunurken, yeni Yönetim Kurulu üyelerine başarılar diledi. 14 KV FAALYETLER KV YÖNETM KURULU, AB BAKANI VE BAMÜZAKEREC MEVLÜT ÇAVUOLU LE GÖRÜTÜ AB Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, 12 Şubat 2014 tarihinde İKV Yönetim Kurulu’nu kabul etti. İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan başkanlığındaki heyette, Başkan Yardımcıları Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu ve Zeynep Bodur Okyay, Muhasip Üye Mehmet Nuri Görenoğlu, Yürütme Kurulu Üyesi Yavuz Canevi, Üyeler Tuğrul Kudatgobilik, İlhan Soylu, İlyas Gençoğlu, Denetçi Üye Kenan Atalay, TOBB AB Dairesi Başkanı Mustafa Bayburtlu ve İKV Genel Sekreteri Çiğdem Nas yer aldı. G örüşmede, AB Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, İKV Yönetim Kurulu’na ziyaretlerinden ötürü teşekkür etti ve İKV’nin, AB sürecinde, Bakanlığın en değerli ortağı olduğunu söyledi. Bakan Çavuşoğlu, AB sürecinde önemli bir ivme yakalandığını ve bu pozitif atmosferi en iyi şekilde değerlendirmek istediklerini belirttiği görüşmede, Ocak ayında AB kurumları ve bazı Üye Devletler ile çok yoğun bir diplomasi trafiğinin gerçekleştirildiğini, yakalanan bu ivmenin Türkiye’nin hızla gerekli reformları gerçekleştirmesi sureti ile içinin doldurulması gerektiğini ifade etti. YALNIZ HSSETTRMEDNZ AB Bakanı ve Başmüzakereci Çavuşoğlu, İKV’nin desteğini her zaman gördüğünü ifade ettiği görüşmede, İKV’nin çalışmalarını her zaman takip ettiğini ve Bakan olduktan sonra bu çalışmalardan daha fazla yararlanacağını vurguladı. AB ile ilgili çalışmalarda “beni yalnız hissettirmediniz” diyerek İKV’ye teşekkür eden Bakan, Bakanlığın üzerinde durduğu gelişmeler hakkında da bilgiler aktardı. Önümüzdeki dönemde Temel Haklar ve Yargı ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik fasılları başta olmak üzere, sadece Türkiye’yi değil AB’yi de yakından ilgilendiren Enerji ve Ekonomik ve Parasal Politika gibi fasılların da açılmasının gündemde olduğunu belirten Bakan Çavuşoğlu, bir sivil toplum örgütü olarak İKV’nin bu süreçte destekleyici rolünün önemine işaret etti. İKV’nin özellikle vize 19 65 konusundaki çalışmalarını takdire şayan bulduğunu belirten AB Bakanı, vize serbestisinin üç buçuk yıl içinde gerçekleşmesini umduklarını ekledi. 49 YILLIK TECRÜBE İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan ise Mevlüt Çavuşoğlu’nu yeni görevinden dolayı kutladı ve yeni İKV Yönetim Kurulu adına teşekkürlerini sundu. İKV’nin 49 yıllık tecrübesi ile Başbakan Erdoğan tarafından AB sürecinde yeni bir milat olarak ilan edilen 2014 yılında AB Bakanlığı’na destek olmaya ve yükünü paylaşmaya devam edeceğini belirten Vardan, İKV’nin önümüzdeki dönemde ön plana alacağı konuları ve hedefleri de anımsatarak, Vakfın tüm çalışmaları ile Bakanlığa destek olacağını söyledi. KENDMZ EVMZDE HSSEDYORUZ İKV Yönetim Kurulu Başkanı Vardan, AB Bakanlığı’nın faaliyet alanı ile İKV’nin çalışmalarının örtüştüğünü belirterek, Vakfın bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da Türkiye’nin AB katılım sürecine katkı sağlamaya devam edeceğini belirtti. Ömer Cihad Vardan, tüm Vakıf üyelerinin AB Bakanlığı’nda, kendilerini evlerinde hissettiğini ifade etti ve AB sürecinin sivil toplum ayağında köklü bir ihtisas kurumu olarak İKV’nin nihai hedef olan tam üyeliğe ulaşılması ve AB nezdinde Türkiye’nin temsil edilmesi için her türlü desteği sunacağını ekledi. 15 “SORULARLA AB POLTKALARI VE TÜRKYE” SERSNN ÜÇ YEN KTABI YAYIMLANDI 2004 yılında İKV tarafından yayımlanan ve temel AB politika alanlarında okuyuculara bilgi vermeyi hedefleyen “15 Soruda 15 AB Politikası” kitapçık serisi, İKV uzmanlarınca “Sorularla AB Politikaları ve Türkiye” başlığı altında güncelleniyor. AB müktesebatının dinamik yapısı dikkate alındığında, politika alanlarında meydana gelen değişikliklerin, kabul edilen yeni düzenlemelerin, politika araçlarının, ileriye dönük belirlenen yeni hedeflerin ve ülkemizin bu başlıklarda AB müktesebatına uyum düzeyinin ilgili kesimlere duyurulması ihtiyacına cevap verebilmek için yapılan bu güncelleme çalışmasında, basit, kolay okunur bir formatta hazırlanan kitapçıklarla ilgili kesimlere ulaşılması öngörülüyor. Bu çerçevede, serinin AB’de Enerji Politikası, Ortak Balıkçılık Politikası ve Ortak Tarım Politikası’nı ele alan kitapçıkları, geçtiğimiz ay yayımlandı. “Sorularla AB Politikaları ve Türkiye” kitapçık serisinin 11’inci kitapçığı olan ve İKV Proje Müdürü Çisel İleri tarafından hazırlanan Enerji Politikası başlıklı yayında, AB’de enerji politikasının tarihsel gelişimi, hedefleri ve amaçları hakkında bilgi veriliyor. Aynı zamanda okurlar, AB’nin yenilenebilir enerji politikası, enerji verimliliği konusunda atılan adımlar, AB’de nükleer enerjiye bakış, AB’nin enerji politikası ile çevrenin korunması alanındaki ilişki, AB-Rusya enerji diyaloğu ve son olarak Türkiye’nin AB enerji politikasına uyum durumu konusunda da bilgilendiriliyor. İKV Uzman Yardımcısı Gökhan Kilit tarafından hazırlanan Ortak Balıkçılık Politikası başlıklı serinin 12’nci kitapçığında ise AB’de balıkçılık politikasının neden ortaya çıktığı, tarihsel gelişimi, hedefleri ve amaçları hakkında detaylı bilgilere yer veriliyor. Kitapçıkta ayrıca, Entegre Denizcilik Politikası ile Ortak Balıkçılık Politikası’na ilişkin mali araçların ve fonların neler olduğu, genişlemenin balıkçılık politikasına etkisi, reform çalışmaları ve Türkiye’nin bu konuda AB’ye uyum durumu da inceleniyor. Son olarak, yine İKV Uzman Yardımcısı Gökhan Kilit tarafından hazırlanan Ortak Tarım Politikası başlıklı yayın da AB’nin tarım politikasını bütün yönleriyle kısa ve anlaşılır şekilde aktarıyor. Bu yayında yer alan sorulara verilen yanıtlar, 2012’de 50’nci yılını kutlayan ve 2013 yılın sonlarında içinde bulunduğu reform dönemini tamamlayan AB’nin tarım politikasının yapısı, işleyişi ve geleceğe yönelik uygulamalarını açıklarken, yayında, Türkiye’nin söz konusu politika alanına uyum amacıyla sürdürdüğü çalışmalar da ele alınıyor. 16 KV FAALYETLER TOBB BAKANI, EUROCHAMBRES AB GENLEME KOMTES BAKANLII’NA SEÇLD Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı ve EUROCHAMBRES Başkan Yardımcısı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, EUROCHAMBRES’ın AB Genişleme ve Komşuluk Politikası Başkanlığı’na seçildi. E kim ayında İstanbul’da gerçekleştirilen EUROCHAMBRES Genel Kurulu’nda seçilen Başkan ve Başkan Yardımcıları ile Başkan Vekillerinin katıldığı ve Brüksel’de gerçekleştirilen EUROCHAMBRES Başkanlık Divanı toplantısında görev dağılımı yapıldı ve EUROCHAMBRES Genel Kurulu’nda tüm oyları alarak Başkan Yardımcısı seçilen TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, Brüksel’deki toplantıda oy birliği ile EUROCHAMBRES AB Genişleme ve Komşuluk 19 65 Politikası Komitesi Başkanlığı’na seçildi. Seçim sonucuna ilişkin bir açıklama yapan Hisarcıklıoğlu, “Ülkem ve iş dünyamız adına gurur duyuyorum” derken, Hisarcıklıoğlu’nun görevi, AB genişleme ve komşuluk politikasıyla ilgili olarak EUROCHAMBRES’ın politikalarının belirlenmesi ve yürütülmesi çalışmalarını yönetmek ve bu kapsamdaki çalışmalarda EUROCHAMBRES’ı, AB kurumları ve üye devletlerde temsil etmek olacak. 17 AVRUPA KOMSYONU GENLEME GENEL MÜDÜRLÜÜ STAJYERLER, KV’Y ZYARET ETT Avrupa Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü’nde görev yapan stajyerlerden oluşan bir heyet, 21 Şubat 2014 tarihinde İKV’yi ziyaret etti. Ziyaret kapsamında düzenlenen toplantıya, İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas, Araştırma Müdürü Melih Özsöz ve Uzman Yardımcısı Yeliz Şahin katıldı. Z iyarette, İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas, öncelikle İKV’nin kuruluş süreci, faaliyet alanları, gerçekleştirilen etkinlikler ve projeler konusunda Avrupa Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü stajyerlerini bilgilendirdi. Daha sonra, Türkiye-AB ilişkiler konusunda bir sunum gerçekleştiren Doç. Dr. Nas, Türkiye’nin AB üyelik sürecini tarihsel bir perspektiften ele aldı. Sunumunda, Türkiye’nin AB ile yürüttüğü katılım müzakerelerindeki güncel durumu değerlendiren Doç. Dr. Nas, Türkiye’nin katılım müzakerelerinde 14 başlığın müzakereye açıldığını, ancak yalnızca bir başlığın geçici olarak kapatılabildiğini vurguladı ve Türkiye’nin müzakereye açabileceği yalnızca üç başlık bulunduğunun altını çizerek, geriye kalan başlıklardan sekiz tanesinin açılmasının ve tüm başlıkların kapatılmasının Kıbrıs sorunu nedeniyle AB Konseyi tarafından bloke edildiğini, diğer başlıkların ise Fransa ve GKRY’nin tek yanlı siyasi engellemeleri nedeniyle açılamadığını kaydetti. Doç. Dr. Nas, Fransa tarafından Sarkozy’nin Cumhurbaşkanlığı döneminde müzakerelere açılması engellenen başlıklardan Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu Başlığı üzerindeki blokajın Hollande döneminde kaldırılmasıyla, bu başlığın Kasım 2013’te müzakerelere açılmasının Türkiye’nin katılım müzakerelerindeki durağanlığın aşılmasına katkıda bulunduğunu ifade etti. İKV Genel Sekreteri, sunumunda ayrıca, önümüzdeki dönemde Türkiye-AB ilişkilerinin gündeminde Vize Muafiyetine Yönelik Diyalog ve Geri Kabul Anlaşması; Gümrük Birliği’nin işleyişindeki sorunların ve AB’nin üçüncü ülkelerle müzakere ettiği Serbest Ticaret Anlaşmaları’ndan kaynaklanan sorunların ele alınması; bazı Üye Devletlerin Türkiye’nin üyeliği konusundaki çekincelerinin ve Türkiye’nin üyeliğine ilişkin önyargıların üstesinden gelinmesi ve AB’nin kurumsal yapısı ve Türkiye’nin oynayacağı muhtemel rolün değerlendirilmesi gibi konuların önemli olacağını ifade etti. Vize ve Türkiye-AB geri kabul süreci ile ilgili bir sunum gerçekleştiren İKV Araştırma Müdürü Melih Özsöz ise, Türk vatandaşlarının AB üyesi devletlere gerçekleştirdikleri seyahatlerinde tabi oldukları vize uygulamasını hukuki, ekonomik ve insani boyutlarıyla oldukça kapsamlı bir şekilde ele aldı. Vize uygulamasının ilk kez 5 Eylül 1980 tarihinde Almanya tarafından “geçici” bir uygulama olarak yürürlüğe konulduğunu kaydeden Özsöz, zamanla kalıcı hale gelen bu uygulamanın adeta Türk vatandaşlarının önüne örülmüş “kağıt bir duvar” halini aldığını ifade etti. Vize uygulamasıyla ilgili, Avrupa’nın en yüksek mahkemesi konumunda olan ABAD tarafından 27 yılda 55 karar alındığına dikkat çeken Özsöz, her bir kararın aslında bir önceki güçlendiren ve Türk vatandaşları tarafından elde edilen hakları ileriye götüren bir niteliği olduğunu söyledi. Türkiye ile AB arasında Aralık 2013’te başlatılan vize muafiyetine diyaloğuna ve Türkiye’ye sunulan vize muafiyeti yol haritasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Özsöz, AB’nin Türkiye ile bu süreci Batı Balkan ülkeleriyle olduğu gibi adil bir şekilde yürütmesi gerektiğine dikkat çekti. 19 65 19 PROFLO RKETLER TOPLULUU KURUCUSU, BAKANI VE ESK KV YÖNETM KURULU BAKANI (1987-1992) JAK V. KAMH: “HAYATIM DOLU; BORCUMU ÖDEMEK ÇN TÜMÜYLE KENDM TÜRKYE’YE VERDM” Jak V. Kamhi. Profilo Şirketler Topluluğu Kurucusu ve Başkanı. Aynı zamanda Türk-Fransız İş Konseyi’nin Onursal Başkanı; 500’üncü Yıl Vakfı’nın Başkanı; Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası Üyesi, Başbakanlık Dış Tanıtım Kurulu Üyesi... 2007 yılında T.C. Devlet Üstün Madalyası; 1991 yılında Dışişleri Bakanlığı Üstün Hizmet Ödülü; yine 1991 yılında Chevalier de la Légion d’Honneur Nişanı; 2006 yılında Officier de la Légion d’Honneur Nişanı; 1997 yılında Fransa Cumhurbaşkanı tarafından Commandeur dans l’Ordre National du Merite Nişanı; 1992 yılında Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu Şeref Madalyası ve Türk-Amerikan Dostluk Konseyi’nin Ticaret Liderliği ödülü; 2003 yılında İspanya Kralı tarafından Commander of the Order of the Spanish Civil Merit Nişanı ile ödüllendirilen; İstanbul Sanayi Odası, TÜSİAD, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Metal Eşya İşverenleri Sendikası ve birçok iş örgütünde, 60 yılı geride bırakan iş hayatı tecrübesi boyunca Başkanlıktan Yönetim Kurulu Üyeliğine kadar çok farklı görevlerde bulunan, Türk sanayisinin duayen isimlerinden biri. Türkiye-AB ilişkileri konusunda neredeyse 50 yıldır çalışmalar yürüten “Gönüllü AB Elçisi”, bu alanda Türkiye’nin önemli ihtisas kurumlarından biri olan İKV için ise Jak V. Kamhi’nin yeri ve önemi çok daha büyük: 1987-1992 yılları arasında İKV’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten, Vakfımızın 5’inci Başkanı. Hiç şüphesiz, 60 yıllık iş hayatı boyunca önemli başarılara imza atan Jak V. Kamhi, pek çok sıfatla Türkiye’nin hem iç hem dış ekonomik ve siyasi yaşamına sayısız katkı sağlamış bir kişi. Babasının tavsiyesi üzerine 15 yaşından beri günlük tutan Jak V. Kamhi, bugüne kadar yazdıklarını “Gördüklerim, Yaşadıklarım” adını verdiği kitabında yayımladı. “Aslında kitap bin sayfa oldu ama yarıya düşürdük” diyen Kamhi, kitabını, 2012 yılında kaybettiği ve “tesellisi ve telafisi mümkün olmayan, hayatımın en büyük acısı” dediği oğlu Hayati Kamhi’ye adıyor. “Gördüklerim, Yaşadıklarım” isimli kitabında, mucit amcasının inanılmaz icatlarından gramer uzmanı büyük dedesine; Türk liderlerden Barack Obama, Hillary Clinton, Jacques Chirac, Şimon Peres gibi dünya liderleriyle olan yakın ilişkisine; Rahmi Koç ile rekabetinden çocukluk, askerlik, evlilik ve iş hayatına kadar pek çok anı bulunuyor. Ancak hiç şüphesiz, anlatırken heyecanını gizleyemediği en özel anısı, Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili. 10 yaşında, Yalova’da sokakta oynarken, Atatürk aracıyla yanlarında duruyor ve otomobilden inerek onların yanına gidiyor. “Nasılsınız çocuklar?” dedikten sonra da tek tek isimlerini soruyor. Atatürk, elini Kamhi’nin başına koyuyor ve “Sen çok zeki birine benziyorsun. Bana öyle geliyor ki hayatta çok güzel şeyler yapacaksın” diyor. Aslında “Gördüklerim, Yaşadıklarım”, Jak V. Kamhi’nin sadece kendi yaşam öyküsünü de anlatmıyor. 1930’ların yeni kurulmuş Cumhuriyeti’nden bugünün Türkiye’sine uzanan, kimi zaman zorlu kimi zaman parlak dönemleri okuma şansı yakalıyor okuyucu. Aslında Türkiye’nin yakın geçmişine şahitlik ediyor. Hem de o dönemin canlı tanığının kaleminden; elbette kendi penceresinden bakarak ama objektifliğini çoğu zaman kaybetmeden. İkinci Dünya Savaşı’nı, 12 Eylül’ü, Ermeni sorununu, Türkiye’nin AB serüvenini, Kıbrıs Barış Harekâtı’nı, İsrail’i, Filistin’i ve birçok konuyu Türkiye’nin bu duayen sanayicisinin kaleminden okuma şansını yakalıyoruz. “Gördüklerim, Yaşadıklarım” dolu dolu bir hayat hikâyesi. Bir nevi Türkiye portresi. Bu portreyi aktaran kitabın önsöz bölümünde, “(...) Kendimi 60 yıl önce dondurup bugünlerde uyandırmam mümkün olsaydı, herhalde başka bir dünyaya gelmiş gibi olurdum” diyor, Başkanımız Jak V. Kamhi. İKV Dergisi olarak biz de, Sayın Başkan Jak V. Kamhi ile yeni kitabı “Gördüklerim Yaşadıklarım”ı, İKV’yi ve Türkiye’nin 50 yılı geride bırakan AB ile ilişkilerini konuştuk. 20 GÖRÜ AB ile ilgilenmeye ne zaman başladınız? 1950’li yıllarda siyasi konulara ilgi duymaya başlamıştım. Bu ilgi, benim dünyayı algılayışımı ve olaylara yaklaşımımı etkilemişti. Avrupa’daki siyasi gelişmeler ve özellikle de Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kuruluşu hakkındaki araştırmalarım, beni Avrupa’ya yakınlaştırdı. Bu sırada, Behçet Osman Ağaoğlu’ndan, İstanbul Sanayi Odası (İSO) seçimlerine katılmam yönünde bir teklif aldım. Dostum Rasin Babür de o günlerde özel olarak beni ziyaret etmiş ve yapılacak seçimlere iştirakimi istemişti. Avrupa konusundaki bilgilerim, İSO’da ilk kez Musevi kökenli birisinin Yönetim Kurulu Üyesi olmasını sağladı. Aslında ben, Avrupa’daki gelişmeler konusunda, Roma’da yaşayan kuzenimden bilgi alıyordum. Amerika’da okumuş olan kuzenim, o dönemde Marshall Yardımı’nın dağıtıcısıydı. Marshall Yardımları nerelere ve kimlere verilecek, niçin verilecek, onların kararını veriyordu. O bakımdan, öncelikle Marshall Yardımı hakkında bilgi aldım. Bu yardımlar, Sovyet Rusya’nın Avrupa’da tesir sahasını büyütme gayretlerini frenlemek, hatta etkisi altındaki ülkeleri kurtarmayı amaçlıyordu. Yıkılmış olan altyapıların yenilenmesi ile Avrupa’yı Sovyet tehdi- 19 65 dinden kurtarmak temel amaçtı. Ancak Avrupa hakkındaki bilgi kaynağım sadece kuzenimle sınırlı değildi. İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında Almanya ve Avusturya’dan kaçan Musevi ve Hristiyan mültecilerden de bilgi alıyordum. Behçet Osman Ağaoğlu, 1955 yılında beni Roma’ya gönderdi. Roma’da Club de Rome (Roma Kulübü) yeni kurulmuştu. Bu, aslında AB’nin başlangıcıydı. Roma Kulübü’nde çok ilginç bir fırsat yakaladım, çünkü esasen bu kulüpte Türkiye’den gitmiş olan yabancılar vardı. Örneğin Avrupa Komisyonu’nda çalışan Émile Noël vardı ve Türkiye’yi çok severdi. Kitabımda da bahsettim: Émile Noël, AET’nin gizli mimarıdır. AET’nin kurulmasında büyük rolü olan ve uzun yıllar Türkiye’de yaşayan Levanten Émile Noël, Roma Kulübü’nün kuruluşu esnasında Genel Sekreter’di. Émile Noël ile kısa sürede dost olmuştuk. Émile Noël beni gördüğü zaman “iyi ki geldiniz” dedi; “Esasen AB için başvuranlar var. Mısır var, siz varsınız” dedi. “Bu konuda araştırma yapıyoruz ve ben sizi destekleyeceğim. Bu konuda iş birliği yapalım” dedi. Tam bu sırada, 1958 yılında Türkiye, AET’ye üyelik için başvurmuş, 1963 yılında da imzalanan Ortaklık Anlaşması ile Türkiye ve Avrupa Topluluğu arasında ilişkiler başlamıştı. Émile Noël, tam üyelik yolunda ilk adım olan Ortaklık Anlaşması hazırlanırken, Yunanistan, Malta ve Kıbrıs’ın yanında Türkiye’yi de kabul ettirmişti. Hatta 1960 askeri müdahalesine rağmen bunu sağlayabilmişti. Böylece, çok kültürlü ve çok inançlı AB vizyonu çerçevesinde Müslüman camiayı Türkiye temsil edecekti. 21 Tam bu noktada İKV kuruluyor, 1965 yılında… 1963 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşması ile Türkiye ve Avrupa Topluluğu arasında ilişkiler başladı. Bu ilişkileri yakından takip etmek ve Topluluk’taki gelişmeler hakkında kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla, 1965 yılında, İSO ve İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) ortak girişimiyle, İktisadi Kalkınma Derneği oluşturuldu. Kurucular arasında yer alan Fazıl Zobu ve Behçet Osman Ağaoğlu, uzun yıllar derneğin başkanlığını da üstelendi ve yapının Avrupa Topluluğu nezdinde Türk özel sektör temsilcisi hüviyetini kazanmasını sağladı. Fazıl Zobu ve Behçet Osman Ağaoğlu, çok kısa bir süre sonra da kurumun, Avrupa Topluluğu’nun Ticaret ve Sanayi Odası olarak bilinen Eurochambres’a üye olarak kabul edilmesinde büyük rol oynadı. Ben, İKV’nin Yönetim Kurulu’na 1977 yılında girdim ve 1983 yılının başından 1992 yılına kadar hizmet verdim. 1985-1987 yılları arasında Başkan Vekilliğini, 1987-1992 yılları arasında ise Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüttüm. Aynı zamanda 1982-1992 yılları arasında da Eurochambres Yönetim Kurulu Üyeliği görevini yerine getirdim. Dernek, 1988 yılında vakıf statüsüne geçti ve İktisadi Kalkınma Vakfı ismini aldı. Biraz İKV’nin ilk yıllarından bahsedelim. O dönem nasıl bir tablo vardı? İKV’deki hizmet yıllarım çok ilginç anılarla doludur. İKV’nin kurucuları olan Fazıl Zobu ve Behçet Osman Ağaoğlu, çok yapıcı insanlardı. Her ikisi de Brüksel bürokrasisinde büyük dostluklar edinmişti. Az önce bahsettiğim üzere, Émile Noël bunlardan sadece biriydi. İKV’de bulunduğum yıllarda, AB konusunda engin bilgiye sahip Büyükelçi Tevfik Saraçoğlu’nun büyük katkısını gördüm. Eurochambres bünyesinde yapılan çalışmalarda ise İKV Genel Sekreteri Haluk Ceyhan ve İKV Brüksel Temsilcisi Hayri Ürgüplü’nün insanüstü gayretlerinin bulunduğunu belirtmek isterim. Yunanlar, Haluk Ceylan ve Hayri Ürgüplü’nün Eurochambres’daki başarılı çalışmaları karşısında, genellikle bizim etkilerimizi azaltmaya gayret edici bir tavır sergilerdi. Ancak Hayri Ürgüplü’nün Brüksel’de bulunması, buna imkân vermiyordu. Eurochambres’da, Komisyon tarafından ortak ülkeler aleyhinde alınması öngörülen birçok karar, zaman zaman ancak bu sayede engellenebilmiştir. Çok daha çetin bir dönemde, İKV, faaliyetlerini yürütüyordu anlaşılan… Mutlaka... İKV Yönetim Kurulu Başkanlığım sürecinde ve ayrıldıktan sonra da Türkiye’nin AB sürecine katkıda bulunmak üzere uğraşlarıma devam ettim. Özellikle, Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası’na (European Roundtable of Industrialists-ERT) tam üye olmadığımız halde, Kurucu Başkan Vicomte d’Avignon’un ısrarıyla, üye olarak kabul edildim ve tam 12 yıl boyunca Türkiye için verdiğim uğraşlarda o kuruluşun gücünü kullanma olanağım oldu. Türkiye’nin AB serüvenine olan katkınız yadsınamaz. Eminiz ki çok zorlu ve hareketli dönemler yaşadınız… Kesinlikle… Bıyığımı AB için keseceğim hiç aklıma gelmezdi. Türkiye’nin 1974 yılında Kıbrıs’a müdahale etmesiyle birlikte, bütün dünyanın gözü Türkiye’ye çevrilmişti. Tabii AB’nin de. Olup biten yetmezmiş gibi, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, AB aleyhinde öyle bir laf etmişti ki bütün ilişkiler tamamen donmuştu. Başbakan Ecevit’in sözü üzerine AB, Türkiye’ye kotalar koymuş, tekstil sektöründe işler durma noktasına gelmişti. Tekstilin yan kolu olan konfeksiyonda da büyük sorunlar oluştu. Ben, o dönemde İKV’de Yönetim Kurulu Başkanı idim. Ne yapılabileceğini düşünürken aklıma gençlik arkadaşım, avukat Mordo Dinar geldi. Mordo Dinar çok ilginç bir kişiydi. Şili diktatörü Pinochet’nin de, Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand’ın da yakın arkadaşıydı. Mordo Dinar ile konuşup, ülkemizin yaşadığı ekonomik sıkıntıları izah ettim ve Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand’dan bir randevu almasını istedim. Mitterand, talebimizi kabul etti ve biz ziyaretine gittik. Mitterand bizi dinledi ve hemen eski Dışişleri Bakanı Cheysson’a talimat verdi. Cheysson o dönemde, AB’nin, yani o dönemki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun Akdeniz Komiseri idi. Çok geçmeden Cheysson bizi davet etti. Aralarında Feyyaz Berker, Asım Kocabıyık, Şarık Tara, Rahmi Koç, Şahap Kocatopçu ve Nejat Eczacıbaşı’nın da bulunduğu bir heyet ile Cheysson’u ziyarete gittik. Ancak bizi Belçikalı bir Komiser karşıladı. Görüşme oldukça sert geçti: Biz “kotayı yükseltin” diyorduk, “hayır, daha da azaltırız” diye cevap geliyordu. Görüşmenin olduğu akşam düzenlediğimiz kokteyle de Cheysson gelmedi. Ancak ertesi sabah, hiçbirimizin beklemediği bir gelişme yaşandı. Türkiye’ye dönmek için havalimanında beklerken, Komiser’in, yanındaki iki kişiyle telaşlı bir şekilde bizim bulunduğumuz tarafa doğru geldiğini gördük. “Yoksa gidiyor musunuz? Ben sizi görmeye geldim” dedi ve arkasından özür diledi. Kotalara bakacaklarını, düzelteceklerini ve en yakın zamanda Komiser Cheysson’un bizleri davet edeceğini iletti. Nitekim Cheysson, İstanbul’a şahsıma bir mektup göndererek, bizleri bir yemek vermek üzere tekrar davet etti. Heyet olarak tekrar Brüksel’e gittik. O yemekte Cheysson, Yunan sempatizanı birisi olduğu için ne zaman söz Türk-Yunan ilişkilerine gelse, sürekli Türkiye’yi suçlamaya devam etti. Bir ara “Siz niçin Yunanlarla kavga ediyorsunuz, niçin daha yakın olmuyorsunuz?” diye sordu. Türk-Yunan İş Konseyi Başkanı Rahmi Koç sözü aldı: “Ben Yunanlar gelsinler diye vizeleri kaldırttım, her istediklerinde Türkiye’ye geliyorlar (…) ama biz vize istediğimiz zaman üç ay bekletip, üç günlük vize veriyorlar” dedi. Tabii Komiser Cheysson’un bunlardan haberi bile yoktu. Şaşırdı. Neden böyle yaptıklarını sordu. İşte o yemekte, Cheysson’un havası da, tavrı da, Türkiye’ye olan bakışı da değişti. İleriki dönemlerde Türkiye’nin en büyük dostlarından biri oldu. Hatta emekli olduğunda ilk ziyaret ettiği şehir İstanbul’du. Kendisi onuruna, eski Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu ile birlikte 22 GÖRÜ bir yemek verdik. Yemekte, emekli Komiser bir konuşma yaptı ve aynen şunları söyledi: “Ben Türkiye’yi hiç böyle bilmezdim ve bunun için de sevmezdim. Siz, bana Türkiye’yi tanıttınız ve sevdirdiniz. Benim için Türkiye’nin Avrupa’ya tam üye olması bir kazançtır ve ben şahsen bunu çok arzu ediyorum. Ama ısrar etmelisiniz. Size birçok şart koşulacak, şunları da yapmalısınız denilecektir. Hepsini tereddütsüz kabul edin, uygulama aşamasında gerekli tedbirleri alırsınız.” Cheysson bunları söyledi ve bana döndü: “AB’nin istekleri bitmez. Hatta bir gün gelecek, itiraz için hiçbir şey bulamadıkları zaman, ‘Arkadaşım Jak bıyıklarını kessin, çünkü biz bıyıklı insanları sevmeyiz’ bile diyeceklerdir. Ne yapalım, çaresiz onu da keseceksin…” dedi. İşte ben de, AB ile müzakerelere başlama kararı alınır alınmaz, bıyıklarımı kestim. Peki, Türkiye karşıtları... Bugün olduğu gibi o günlerde de elbet Türkiye’nin AB üyeliğine karşı duranlar vardı… Yine bir Alman olan AET Başkan Yardımcısı Dr. Bangemann da, Türkiye’nin önündeki kapıları kilitlemek için uğraşan bir isimdi. Bangemann, Türkiye’nin tam üyeliği 19 65 konusunda bir panel tertip etmişti ve panele Türk tarafı olarak Bakan Ali Bozer, Büyükelçi Özdem Sanberk, Merkez Bankası Başkanı Rüştü Saracoğlu, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanı Orhan Güvenen ve İKV Başkanı olarak ben katılmıştım. AET tarafını da Dr. Bangemann ve benim çok iyi dostum olan Vicomte d’Avignon temsil ediyordu. Dr. Bangemann, Brüksel’de yapılan panelde Türkiye’de bir Kürt sorunu bulunduğunu, buna bir çözüm getirilmediği takdirde Türkiye’nin hiçbir zaman Avrupa Topluluğu’na üye olamayacağını söyledi ve böylece Kürt sorunu ilk kez AB’nin gündemine girmiş oldu. Buna bir özel sektör mensubu olarak benim cevap vermem gerekiyordu ve ben de çok sert bir cevap verdim. Topluluğun Türkiye’ye karşı yükümlülüğünü yerine getirmemek için her gün yeni bir bahane peşinde koştuğunu, eleştirilerde ileri sürülen iddiaların benzerlerinin bütün Avrupa ülkelerinde yaşandığını, Fransa’da Korsika, İngiltere’de Kuzey İrlanda ve İspanya’da Bask sorununun olduğunu vurguladım. Arkasından da, içinde yaşadığımız dünyada azınlıklara en çok baskı yapanlar sıralamasında Avrupa ülkelerinin hep en önlerde yer aldığını hatırlatarak, özelikle İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’dan kaçanların gidip Türkiye’ye sığındıklarını ve Türkiye’nin bunların hiçbirini geri çevirmediğini söyledim. Daha sonra da, bunun sadece İkinci Dünya Savaşı’na özgü bir tutum olmadığını, Türkiye’nin tarih boyunca bu tür baskılar altında ezilenlere kucak açtığını belirttim. Bu sert çıkışım Bangemann’ın hiç hoşuna gitmedi elbette; ama bir süre sonra bana telefon ederek, o panelde söylediği sözlerin yanlış algılanmaması için İstanbul’da bir toplantı düzenlememi rica etti. Kendisi için İstanbul’da bir toplantı tertip ettim ancak benzer sözleri tekrar edince Bangemann orada ikinci kez yuhalandı. Bütün bu olaylar Bangemann’ın sinirlerini fena halde bozmuş olmalıydı ki, Ankara’da o tarihteki Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’ye, Kıbrıs ve Kürt sorunlarından hiç bahis açmadan beni şikâyet etti ve “Jak Kamhi’nin bu konuyla meşgul olması, üyelik sürecinize çok zarar verir” dedi. Üstelik ben de oradaydım, bu sözleri duyan Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü beni işaret ederek, “İyi ki Jak Kamhi doğdu” şeklinde cevap verdi ve Bangemann’ın hevesini kursağında bıraktı. 23 Kitabınızda ayrıca, Avrupa Komisyonu’nun bir dönem Genişlemeden Sorumlu Üyesi olan Günther Verheugen’den de bahsediyorsunuz… AB ile Türkiye arasındaki sorunların birisi bitmeden diğeri başlıyordu. Bilhassa, Türkiye’nin “AB’ye seçilebilir” olduğunun teyit edilmesinden sonra, doğal olarak bir müzakere tarihi verilmesi gündeme geldi. Bunun üzerine Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Alman Günther Verheugen, üstü örtülü bir savaş açmış gibi Türkiye’yi her konuda eleştirmeye, bu haliyle hiçbir suretle tam üye olamayacağını söylemeye başladı. Verheugen özellikle Kıbrıs ve Türkiye ekonomisi üzerinde duruyordu ve biz bunu zaten biliyorduk. Bu arada ben, Verheugen’le buluşmak için imkânlar arıyordum ki fırsat ayağımıza geldi. ERT Delegasyonu olarak AB Başkanı Jacques Santer’i ziyaret edecektik. Bu, Komiser Verheugen ile de bir toplantı tertiplemek için iyi bir fırsattı. Toplantıya girmeden önce ERT Başkanı, benden Verheugen’e karşı yumuşak davranmamı ve sert çıkışlarda bulunmamamı rica etti. Komiser Vergeugen, AB’deki genişleme durumunu açıkladıktan sonra bana dönerek, “Hep bizim Türkiye’ye karşı tutumumuzu eleştiriyorsunuz ama sizin Yunanistan’a karşı tutumunuz düzelmedikçe ve ekonominiz sağlıklı bir yola girmedikçe, maalesef Türkiye için hiçbir olanak göremiyorum” dedi. Ben de ERT Başkanı’na dönerek, “Sayın Başkan, müsaadenizle Sayın Komiser’e nerelerde yanıldığını müsait bir dille anlatayım” dedim. Şunları söyledim: “Yunanistan ve Kıbrıs konusunda gerektiği gibi bilgi alamadığınız için böyle neticelere varıyorsunuz. Diyelim ki Kıbrıs konusu ve Ege sorunu bir çözüme kavuşturuldu ama sorun orada bitmiyor ki. Yunan tarafı hiçbir zaman uzlaşmayacak ve hep yeni sorunlarla gelecek. Yunanistan, ezelden beri bize sorun çıkaran ve Türkiye’nin tam üyeliğini her türlü imkânı kullanarak engellemek için çırpınan bir ülkedir. Atina Havaalanı’nda bulundunuz mu hiç? İstanbul’a kalkan uçaklar anons edilirken, ‘Constantinopulos uçağı kalkıyor’ denir. Çünkü Yunanların kendi okullarında da okuttukları ‘Megalo İdea’ yani Büyük İdeal’in amacı, 550 yıl önce Osmanlı’nın fethettiği İstanbul’u ve Anadolu’daki birçok bölgeyi yeniden ele geçirmektir. Bunu, Birinci Dünya Savaşı’nda denediler ama başaramadılar. Ancak hâlâ bu amacın peşindeler. Oysa Yunanistan, tam üyeliğe kabulü sırasında, Türkiye’ye Ankara Anlaşması ile verilecek hakları tanımıştı. Buna rağmen AB, Türkiye’ye karşı topluluk müktesebatını hiçe sayan bir ayrımcılık yapmaktadır. Düşünün ki AB, Türkiye’ye karşı bu hukuki yükümlülüğü karşısında hiçbir anlam ifade etmeyen Yunan vetosunu ileri sürüp, bütün mali yardımları dondurmuş ve bununla da yetinmeyip başka yaptırımlarda bulunmuştur.” Herkes can kulağıyla beni dinliyordu, biraz soluklandım ve sözlerime kaldığım yerden devam ettim: “Kıbrıs konusuna gelince, Türkiye, Birleşmiş Milletler’in kararına uyarak, Kıbrıs’ın egemenliğini korumak ve oradaki soydaşlarının karşılaşabileceği tehlikeleri önlemek üzere müdahalede bulunmuş, bunun neticesinde Kıbrıs halkının egemenliğini sağlamış ve Ada’da süre giden katliamlara son vermiştir. Birçok ülkede farklılıklarından ötürü masum insanlar öldürülürken, Türkiye, 25 yıldır Ada’da güvence sağlamıştır. Bundan dolayı hem AB’nin hem de Kıbrıs halkının Türkiye’yi değil eleştirmek, şükretmesi gerekir. Kıbrıs konusunda, Yunanistan ve Türkiye’yi kenara çekip müzakerelerin iki toplum arasında yürütülmesi sağlanırsa, soruna bir çözüm getirilebilir. Bu arada hatırlatmak isterim ki, ABD Başkanı’nın Kıbrıs konusundaki danışmanı George Stefanopulos, İstanbul’a geldiği zaman kendisi onuruna evimde bir davet vererek görüşme imkânı bulmuştum.” Sözlerimin etkisini görmek için bir süre sustum ve önümdeki bardaktan bir yudum su içtikten sonra yeniden başladım: “Ekonomik duruma gelince, Türkiye ekonomisinin bu hale gelmesinin müsebbibinin siz olduğunuzun bilincinde değilsiniz. AB’nin yan odasına girme vaadi ile dayatılan Gümrük Birliği’ni kabul ettik. Bunu, uzun süredir birçok AB ülkesi arzu ediyordu ama ne yazık ki sadece Türkiye tarafını bağlıyordu. Biz, bu tek yanlı Gümrük Birliği’ni AB’ye şirin gözükmek için onayladık ancak bu nedenle ödemelerde oluşabilecek büyük açıklara karşı hiçbir önlem almadık. Düşünün ki, sadece ilk beş yılda ödeme açığımız 70 milyar dolara yükseldi. Bunun, tarafınızdan eleştirilmesi anlaşılmaz bir tutumdur. AB’nin, Türkiye’yi perişan eden buna benzer başka tutumlarına değinmeyeceğim ancak sizin gibi deneyimli bir politikacının, bu konularda yaptığım açıklamalar değerlendireceğine eminim.” Görüşmemiz tatlı bir şekilde devam etti ve Verheugen, “Anlaşıldı, sizinle daha sık görüşmem gerekecek” dedi. Bu konuşmamdan sonra Verheugen, hiç değilse bir müddet Yunanistan’ın Kıbrıs konusuna müdahalesini önledi ve zaten netice itibarıyla Annan Planı konusunda Kıbrıs’ta 24 Nisan 2004’te yapılan referandumda Türk tarafının “evet,” Rum tarafının ise “hayır” demesi, benim söylediklerimi teyit etmiş oldu. Hiç şüphesiz, yıllar içerisinde kurmuş olduğunuz samimi dostlukların rolü büyük olmuştur… Hayatım dolu; borcumu ödemek için tümüyle kendimi Türkiye’ye verdim. Elbette, insanlar ve ülkeler arasında ilişkilerde, kurulan dostlukların her zaman büyük bir önemi vardır ve pek çok sorunu bu dostluklar sayesinde çözmek mümkün olabilir. Az önce belirttiğim gibi, 1984 yılından itibaren kurduğumuz diyaloglar neticesinde, meselelerin aslını öğrenerek tam bir Türk dostu olan Avrupa Komiseri Claude Cheysson, bunun bir örneğidir. Sayın Komiser ile Marsilya’da düzenlenen Akdeniz Ülkeleri Kolokyumu çerçevesinde bir panele katıldık. Bir yuvarlak masa toplantısıydı ve programdan önce Cheysson’a, “Panelde uyumlu mu yoksa eleştirel mi olayım?” diye sordum. O da, “Eleştirel olun, böylesi çok daha ilginç olur” dedi. Cumhurbaşkanı Özal’ın Avrupa Komisyonu’na tam üyelik başvurusu yaptığı 1987 yılında, Devlet Bakanı Ali Bozer, AB ile ilişkilerden sorumluydu. Ben de o dönem İKV Başkanı idim. Bakan Bozer ile Avrupa’da birçok toplantı düzenledik. Dönemin Avrupa Komisyonu Akdeniz 24 GÖRÜ “GÖRDÜKLERİM YAŞADIKLARIM” Jak V. Kamhi, Remzi Kitabevi, Sayfa Sayısı : 472 Komiseri Abel Matutes ile büyük dostluk kurduk. Matutes önemliydi; çünkü Türkiye’ye pek çok ekonomik imkânın önünü açan Gümrük Birliği projesi için hazırlanan pakette, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler için kredi, yatırım, finans mühendisliği ve politikadan sorumlu olan da Matutes’ti. Sayın Ali Bozer’e de çok şey borçluyuz tabii. Sayın Bozer, tam üyelik başvurusunu takiben Avrupa Komisyonu’na verdiği cevap ile Türkiye’nin tam üyeliği kabul edebilecek bir ülke olduğunu teyit etmiştir. İKV’de Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığım dönemde, Sayın Asım Kocabıyık’ın önerisiyle, birçok iş insanı ile birlikte yurt dışında ziyaretler gerçekleştirdik. Türkiye’ye gelen heyetleri de kabul ediyorduk. Bu ziyaretler kapsamında, gittiğimiz yerlerde ülkemiz hakkında ciddi bilgileri karşı tarafa aktarıyorduk. 1989 yılında, ülkemizin tam üyelik başvurusu hakkında hazırlanan raporda yer alan olumlu ifadelerde, bu yapılan faaliyetlerin ve ziyaretlerin etkisi büyüktür. Diğer önemli dostluklarımdan bir tanesi de Lüksemburg’un Başbakanı Jacques Santer iledir. İKV’de Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığım dönemde, kendilerini sık sık ziyaret etme ve ülkemizin önemini anlatma olanağı buldum. AB Başkanı olduğu dönemde de kendisi arada ziyaret eder, AB’nin olumsuz tutumları hakkında kendilerine görüşlerimizi iletirdim. Santer de, Başdanışmanı Serge Abou’nun da yardımlarıyla, çok yapıcı katkılarda bulunurdu. O dönemin dinamikleri ile bugünü kıyasladığınızda nasıl bir fark görüyorsunuz? Evvela size işin temelinden bahsedeyim. Maalesef ki Osmanlı İmparatorluğu’nun büyümesi ve dünyaya hükmetmesi bazı ülkelerde iyi, bazı ülkelerde kötü karşılandı. Hâlâ ona olan düşmanlık, Türkiye insanının üzerinde duruyor. Şunu bilmemiz lazım ki, Türkiye’nin AB’ye girmesini en çok istemeyen Almanya’dır. Fakat Türkiye’de, Fransa’nın ülkemizin AB üyeliğine karşı tutumu ile ilgili genel bir kanı mevcut. Bu aslında doğru değil. Birkaç örnek vereyim: Avrupa Komisyonu’nun Fransız Komiseri Cheysson. Türkiye’yi o kadar severdi ki... Veya Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac... Sayın Chirac sürekli olarak Türkiye’yi savundu. Her ne kadar 19 65 zaman zaman ilişkiler kesintiye uğradıysa da, Chirac sürekli olarak Türkiye’yi destekledi. Veya Michel Rocard... Gümrük Birliği’ne girişimizi sağlayan en mühim kişidir kendisi. Bir de Fransa’da, sadece siyasetçiler ülkemizin AB üyeliğini desteklemiyor. Sanayi destekliyor: Fransa’daki birçok şirket Türkiye’ye geldi. Burada çok ciddi yatırımları var. Fransız şirketlerin birçoğu kendi ülkelerinde para kaybeder ama Türkiye’de para kazanır. Esasen Fransa, Türkiye’deki bu kaynaktan büyük istifade ediyor. Aslında Avrupa içerisinde Türkiye’nin birçok dostu var. Örneğin Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso veya Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası Kurucu Başkanı Vicomte d’Avignon. Birçok kişi, Türkiye’nin bugünkü ekonomik gelişmelerini yakından takip ediyor ve büyümenin, gelişmenin farkında. Az önce belirttiğiniz gibi, Türkiye kamuoyunda, Fransa’nın ülkemizin AB üyeliğine yönelik olumsuz tutumu konusunda yaygın bir kanı var. Ancak siz, bunun tam tersini söylüyorsunuz. Bunun nedeni nedir? AB’nin Türkiye ile müzakere tarihi belirleme tartışmaları sürecinde, birçok ülkede, konu iç siyasete alet ediliyordu. Bu da, özellikle ulusal medyaya çok aykırı seslerin yansımasına neden oluyordu. Fransa’da da aynen böyle oldu. Bu tepkilerin çoğu, Fransa’daki siyasi partiler arası çekişmelerin eseridir. Öteden beri, Fransa eski Cumhurbaşkanları Jacques Chirac ile Valery Giscard d’Estaing arasında bir mücadele var. Düşünün ki, tam bu mücadele ortamında Jacques Chirac, Fransa Cumhurbaşkanı; Valery Giscard d’Estaing ise Avrupa Anayasası’nı oluşturacak Antlaşmayı yapacak ve AB genişlemesi için gerekli değişimleri oluşturacak Convention for the Future of the European Union’ın Başkanı olarak seçildi. Yine Fransa ile ilgili olarak, Türkiye’ye müzakere tarihi verildikten sonra, Fransa’da yerel seçimler yapıldı ve tuhaf bir netice alındı: Toplam 26 seçim bölgesinin sadece ikisinde sağ partiler kazanmış, buna karşılık 23 bölgede sol partiler kazanmış ve bir bölgeyi de Korsikalı bölge partisi almıştı. Bu sonuçları, Fransa Cumhurbaşkanı’nın AB konusunda Türkiye’ye karşı aldığı olumlu tutuma bağlayan çoktu. Bunun üzerine Halk Hareketi Birliği (UMP) Başkanı Juppé istifa etti 25 ve yerine Nicholas Sarkozy geldi. Sarkozy Cumhurbaşkanı olur olmaz, Jacques Chirac’a karşı bir tutum geliştirdi ve Türkiye’nin tam üyeliğine karşı muhalif bir tutum benimsedi. Bu arada, Mayıs 2005 tarihinde, AB Anayasası ile ilgili Fransa’da yapılan referandumda, UMP yandaşları yüzde 2’lik bir farkla “hayır” oyu verdi ve Sarkozy bunu da UMP Başkanı olarak Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı yürüttüğü politikaya bağladı. Şimdi de Türk kamuoyuna gelelim. Kitabınızda çok güzel bir ifade var, vizelerle ilgili olarak: “Bir seyahat koşulu olmaktan çıkıp, bir seyahat engeline dönüştü” diyorsunuz vize uygulaması için… Türk vatandaşları, maalesef AB’yi, bu kuruluşu var eden güven duygusunu zedeleyen tutarsız tavırları sebebiyle yargılıyor. AB üye ülkelerinin Türk vatandaşlarına uyguladığı vize, bu düş kırıklığını artıran unsurların başında gelmekte. Şunu unutmayalım: AB, her şeyden önce bir halklar birliğidir. Oysa Birliğin müstakbel bir ülkesi Jak V. Kamhi kimdir? 1925 yılında İstanbul’da doğdu. Saint Michel Fransız Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Yıldız Teknik Yüksekokulu’ndan mezun olup “Çelik Konstrüksiyon” konusunda Fransa’da ihtisas yaptı. Profilo Şirketler Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı olan Jak V. Kamhi, İSO, İKV, DEİK, MESS, TÜSİAD gibi mesleki kuruluşlarda uzun yıllar Yönetim Kurulu Üyeliği ve bazılarına Başkanlık görevi üstlendi. Atatürkçü düşünce sisteminin yılmaz savunucularından biri olarak, Türkiye’nin dış tanıtımında önemli uluslararası hizmetler ifa etmesi nedeniyle, 1991 yılında Dışişleri Bakanlığı “Üstün Hizmet Ödülü”ne layık görülen Kamhi, bir dönem Başbakanlık Dış Tanıtım Kurulu Üyesi olarak da görev yapmıştır. Ayrıca, 1992 yılında, İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi tarafından kendilerine “Fahri Doktor” unvanı verilmiştir. Türk toplumunun insanlığa örnek sevgi ve hoşgörüsünü tüm dünyaya tanıtmayı hedefleyen 500’üncü Yıl Vakfı’nın kurucusu olan Jak V. Kamhi, 2008 yılına kadar vakfın başkanlığını üstlenmiştir ve halen Onursal Başkanı’dır. Jak V. Kamhi’nin, bu gönüllü kuruluşun katkıları ile 1995 yılının “Dünya Hoşgörü Yılı” olarak seçilmesi yönünde çalışmaları olmuştur. 2007 yılında Kamhi’ye, yurt içi ve yurt dışında ulusal yararlar doğrultusundaki üstün hizmetleri, Türkiye’nin tanıtımı ve yüceltilmesine değerli katkıları ile toplumsal birlik ve bütünlüğe yönelik başarılı çalışmaları nedeniyle, Dışişleri Bakanlığının önerisi, Bakanlar Kurulu Kararı ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından “T.C. Devlet Üstün Madalyası” verilmiştir. Başkanlığını yaptığı Profilo Şirketler Topluluğu tarafından gerçekleştirilen sosyal hizmetler arasında, bir olan Türk halkına yönelik vize uygulamaları, bir seyahat koşulu olmaktan çıkıp, bir seyahat engeline dönüşmüş durumda. Bu, Türkiye ve Avrupa halkları arasındaki iletişimi asgari düzeye indiren bir uygulama halini aldı. Oysa Türkiye’de, AB üyeliği sürecinin desteklenmesi bakımından halklar arası iletişim büyük önem taşıyor. Bir iş insanı olarak, bu haksızlığın en yakın şahitlerinden birisiyim. Bugün, ürettiğimiz mallar AB pazarında serbestçe dolaşırken, aynı şeyi iş insanlarımız için söylemek mümkün değil. Son dönemlerde çeşitli Avrupalı mahkemelerce alınan kararlar da bu haksızlığa işaret ediyor. Bu noktada, beklentiniz nedir? Hiç şüphesiz, AB’den beklentimiz, müzakere eden aday ülke olarak Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulamasını gözden geçirmesidir. Bu yönde bir adım, halkımızın düş kırıklığını bir nebze azaltmaya ve AB’ye katılım sürecimize destek ve inancımızı arttırmaya da yarayacaktır. teknik lise ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dört ilkokul bulunmaktadır. Jak V. Kamhi’nin, çalışmalarının uluslararası alanda yer alması, uluslararası platformda ün kazanması nedeniyle aldığı kimi ödüller ise şöyledir: O 1991 yılında, Fransa Hükümeti tarafından 1991 yılında “Chevalier de la Légion d’Honneur” Nişanı, O 1992 yılında, Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu Şeref Madalyası ile Türk-Amerikan Dostluk Konseyi’nin Ticaret Liderliği Ödülü, O 1997 yılında, Fransa Cumhurbaşkanı tarafından “Commandeur dans l’Ordre National du Merite” Nişanı, O 2003 yılında, İspanya Kralı tarafından “Commander of the Order of the Spanish Civil Merit” Nişanı, O 2006 yılında, Fransa Hükümeti tarafından “Officier de la Légion d’Honneur” Nişanı. Jak V. Kamhi’nin uluslararası alanda üye olduğu vakıf ve derneklerse şöyledir: O Founding Member of the Chairmans’s Club of The Ronald Reagan Presidential Foundation, O International Committee of The Peres Center for Peace, O Member of the Board of United Nations Watch, O World President’s Organization (WPO), O Chief Executives Organization (CEO), O World Business Council. Jak. V. Kamhi, Avrupa’nın sanayi liderleri tarafından kurulmuş olan Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası (ERT) Grubu’na, 1991 yılında üye olarak çağrılan ilk ve tek Türk sanayicisi olup, bu görevinden 2003 yılında ayrılmıştır. Fransızca, İngilizce ve İspanyolca bilen Jak V. Kamhi, evli ve üç erkek çocuk babasıdır. Bu röportaj, İKV’den Melih Özsöz, Çisel İleri ve Yeliz Şahin tarafından gerçekleştirilmiştir. 26 A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R Sema Gençay Çapanoğlu, İKV Uzmanı STATSTK “Demokratik toplumlar, sağlam bir zeminde, güvenilir ve objektif istatistik olmadan çalışamazlar. Bir yandan, AB üyesi ülkelerdeki yerel yönetimlerin ve iş kuruluşlarının AB düzeyindeki karar vericileri bu istatistikler olmadan karar veremez; diğer taraftan, kamu ve medya, çağdaş toplumun doğru bir resmini vermenin yanı sıra siyasetçiler ve diğer ilgili kişilerin performansını değerlendirmek için istatistiğe ihtiyaç duyar.”* * 19 65 http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/about_eurostat/introduction, Erişim Tarihi: 12.01.2014. 27 BALIIN KAPSAMI İstatistik başlığı, istatistiksel altyapı, sınıflandırmalar ve kayıtlar ile sektör istatistiklerini içermektedir. Sektör istatistiklerine konu olan sektörler ise Dış Ticaret İstatistikleri; Tarım ve Balıkçılık İstatistikleri; İşgücü, Gelir Dağılım ve Sosyal Güvenlik İstatistikleri; Turizm, Telekomünikasyon, Bilgi ve İletişim Teknolojileri, Taşımacılık, Ekonomik ve Parasal Politika, Fiyat İstatistikleri; Satın Alma Gücü Paritesi, Yapısal İş İstatistikleri; Enerji İstatistikleri; Bölgesel İstatistikler; Sağlık İstatistikleri; Çevre İstatistikleri; Eğitim ve Kültür İstatistikleri; Ormancılık İstatistikleri ve Demografik İstatistikler olarak düzenlenmiştir. İstatistik başlığı, tarafsızlık, güvenirlik, şeffaflık, kişisel bilgilerin gizliliği ve resmi istatistiklerin dağıtılması ile ilgili temel ilkelere uyumu gerektiriyor. İstatistiğe ilişkin müktesebat da, makroekonomik istatistikler, fiyat istatistikleri, iş istatistikleri, ulaştırma istatistikleri, dış ticaret istatistikleri, demografik ve sosyal istatistikler, tarım istatistikleri, çevre istatistikleri, bilim ve teknoloji istatistikleri ile bölgesel istatistikler gibi çeşitli alanlarda veri toplama usulleri, bu verilerin sınıflandırılması ve metodolojiyi içeriyor. irtibat halinde olarak, onlardan topladığı ulusal verileri uyumlaştırarak birleştiriyor ve karşılaştırılabilir hale getiriyor. Değişen koşullara göre gelişen Eurostat’ın rolünde, günümüzde, Ekonomik ve Parasal Birlik için veri temin edilmesi ve aday ülkelerin istatistik sistemlerinin geliştirilmesi oldukça önem taşıyor. AB düzeyinde karşılaştırılabilir istatistiklerin üretilmesi amacıyla kurulmuş olan Avrupa İstatistik Sistemi (European Statistical System-ESS), AB istatistik kurumu Eurostat ve üye ülkelerde ulusal istatistik kurumları ile istatistiklerinin geliştirilmesi, üretimi ve dağıtımından sorumlu diğer otoriteler arasındaki ortaklıktan oluşuyor. ESS, Eurostat’ın ulusal istatistik kurumları ile yakın iş birliği içinde istatistiklerin uyumlaştırılmasına öncülük ettiği bir ağ olarak faaliyette bulunuyor. ESS, görevlerini yerine getirmek amacıyla üye ülkeler, aday ülkeler ve çeşitli kurumlar ile koordinasyon içinde çalışıyor. ESS’in beraber çalıştığı kurumların başında Avrupa Komisyonu ve genel müdürlükleri, diğer AB kurumları ve Avrupa Merkez Bankası, İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar geliyor. AB’DE STATSTK AB politikalarına ilişkin kararlar ile söz konusu politikaların planlanması ve uygulanmasının güvenilir ve karşılaştırılabilir istatistiklere dayandırılması büyük önem taşıyor. AB, politikalarını AB İstatistik Kurumu Eurostat ve Avrupa İstatistik Sistemi aracılığıyla uyguluyor. Eurostat’ın temel görevi, üye ülkeler ve AB’de bölgeler arasında karşılaştırma yapılabilmesi amacıyla istatistik temin etmektir. AB çapında kararların alınması ve değerlendirmelerin yapılabilmesi, AB düzeyinde istatistiklerin temin edilmesini gerektiriyor. Avrupa Komisyonu’nun genel müdürlüklerinden biri olarak istatistik alanında faaliyet gösteren Eurostat, diğer genel müdürlüklere, Avrupa Komisyonu’na ve diğer AB kurumlarına istatistiki veri temin ediyor. Eurosrat, ulusal istatistik kurumlarıyla BALIA LKN TÜRKYE’NN UYUM ÇALIMALARI O Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), müzakere sürecinde Türkiye İstatistik Sistemi’nin baş aktörü ve koordinatörü olarak, istatistik alanındaki AB müktesebatına uyumun sağlanmasından sorumludur. Türkiye İstatistik Kurumu’nun Avrupa Birliği İstatistik Sistemi’ne uyum çalışmalarında resmi anlamda muhatabı, Eurostat’tır. TÜİK, uyum çalışmalarını Eurostat ile çok yakın bir iş birliği içinde götürüyor. AB’ye uyum kapsamında, istatistik alanında kaydedilen gelişmeler İstatistik başlığının müzakerelere açılması açısından önemlidir. Bunun yanında, İstatistik, aynı zamanda Malların Serbest Dolaşımı, Tarım ve Kırsal Kalkınma, Sosyal Politika ve İstihdam, Çevre, Eğitim ve Kültür Başlık Adı Başlık Numarası Tarama Süreci Başlık Açılma Tarihi İstatistik 18 Tanıtıcı Tarama, 19-20 Haziran 2006 Ayrıntılı Tarama, 17-18 Temmuz 2006 Yok • Türkiye’nin, Türkiye-AB Ortaklık Anlaşması Ek Protokolü’nden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesi (Siyasi Kriter), • Çiftlik kayıtlarının oluşturulmasındaki ilerlemenin ayrıntılı bir tanımı ile istatistiklerin top lanmasına ilişkin öngörülen metodolojinin yanı sıra organizasyon modelinin ortaya koyulması, • Türkiye’nin temel ulusal hesap göstergelerinin ve bu alanda kullanılan metodolojinin ortaya koyulması. 26 Haziran 2007 Başlık Geçici Kapanma Tarihi - Başlığın Açıldığı AB Dönem Başkanlığı Almanya Açılış Kriteri Kapanış Kriteri 28 A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R O gibi müzakerelere konu diğer 35 başlıkta kaydedilecek ilerlemelerin ifade edilmesinde referans olarak kullanılacak sayısal verilerin Türkiye İstatistik Sistemi çıktısı durumundadır. Tarım ve Kırsal Kalkınma başlığına ait açılış kriteri ile İstatistik başlığına ait kapanış kriterinin karşılanmasına yönelik olarak hazırlanan “Tarım İstatistikleri Strateji Belgesi”, Ağustos 2008’de Avrupa Komisyonu’na iletildi. Mart 2009’da Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, revize edilen “Tarım İstatistikleri Strateji Belgesi”ni, Avrupa Komisyonu’na iletilmek üzere Dışişleri Bakanlığı’na gönderdi. Avrupa Komisyonu, ikinci taslak belge hakkında yeniden görüş ve önerilerini Haziran 2009’da iletti. Belge, 2010 yılı sonunda kurulum çalışmaları başlatılan ve alan çalışması Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı il ve ilçe müdürlükleri tarafından yapılan Tarımsal İşletme Kayıt Sisteminin (TİKAS) tamamlanma durumu ve Komisyon görüşleri de dikkate alınarak Haziran 2011’de yeniden güncellendi. Böylece, “Tarım İstatistikleri Strateji Belgesi”nin üçüncü versiyonu O O O 19 65 Komisyon’a iletildi ve Temmuz 2012 tarihinde de Brüksel’de İstatistik başlığı kapanış kriterlerine ilişkin olarak bir çalışma grubu toplantısı yapıldı. “Tarım İstatistikleri Strateji Belgesi”ne ilişkin Avrupa Komisyonu yorumları, Kasım 2012 tarihinde alındı; ardından taslak Belge, Komisyon yorumları da dikkate alınarak güncellendi. 2007-2011 Resmi İstatistik Programı kabul edildi. Program, standartları, veri derleme metodolojilerini ve yayımlama zamanlarını tüm resmi istatistik sağlayıcılar için tanımlıyor. Nüfus istatistikleri ve toplumsal istatistikler alanlarında, Türkiye ilk kez, 2007 nüfus sayımı için adrese dayalı bir nüfus kayıt sistemini tamamladı. TÜİK, AB’deki ekonomik faaliyetlerin istatistiki sınıflandırmasının Türkçe tercümesini yayımladı. TÜİK İnternet sayfasındaki sınıflandırma sağlayıcısı, AB ve uluslararası sınıflandırmalar hakkında detaylı bilgiler sunuyor. TÜİK’in koordinasyon görevi ve idari kapasitesinin geliştirilmesi konusunda ilerleme kaydedildi. Türkiye İstatistik Kanunu revize edildi. Kanun, tüm istatistiki paydaşların TÜİK’e veri sağlaması yükümlülüğünü düzenliyor, bu yükümlülüklere uyulmaması durumunda idari para cezaları verilmesine ilişkin yeni hükümler getiriyor. Kanun’da yer alan bir başka hükümle, dış ticaret verilerinin dağıtımı konusunda pasif gizlilik ilkesi getirildi. Ayrıca, TÜİK, Yüksek Öğrenim Kurumu ve Sağlık Bakanlığı ile iş birliği protokolleri imzaladı. AB’de Ekonomik Faaliyetlerin İstatistiki Sınıflaması, NACE Rev.2 sistemine geçiş çalışmaları yapıldı. NACE Rev.2 sınıflandırmasına uygun olarak yeni kısa dönemli göstergeler yayımlanmaya başlanarak, kısa dönemli iş istatistikleri daha da geliştirildi. TÜİK, tüm sınıflandırmalar için uyum çalışmalarını nihai hale getirdi ve yeni NACE Rev.2’ye göre veri yayımladı. Nüfus ve göç istatistikleri konusunda, yıllık bazda nüfus verileri yayımlanmaya başlandı ve milli eğitim veri tabanı oluşturuldu. Halk sağlığı istatistiklerinde, ölüm sebepleri istatistiklerinin kalitesini iyileştirmek için yeni bir ölüm belgesi şablonu kabul edildi. 29 O O O O O O Bu başlıktaki katılım müzakereleri için kilit alan olan makroekonomik istatistiklerde, Türkiye, ulusal hesaplarını Avrupa Hesap Sistemi ESA 95 ile büyük oranda uyumlaştıran büyük çaplı gözden geçirmeyi tamamladı. “Ulusal Hesaplar”a yönelik olarak ise 2007-2010 yıllarına ilişkin ESA-95 Genel Devlet Hesapları ve EDP Mali Bildirim Tablolarıyla ilgili çalışmalar tamamlandı. TÜİK, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile yeni iş birliği protokolleri imzaladı. İşletmelerle ilgili idari verileri tutan kurumlar arasındaki işbirliği büyük ölçüde gelişti. TÜİK, iş kayıtları sistemini güçlendirdi. TÜİK ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, istatistiki çiftlik kayıtlarının oluşturulmasıyla ilgili çalışmalara başladı ve bu amaçla bir pilot çalışma başlattı. Diğer yandan, il bazında temel iş gücü göstergelerini ve dönemsel veriler yayımlanmaya başlandı. TÜİK, dış ticaret istatistiklerinde dolaylı tanınma ile gizlilik kapsamına giren gizlilik hükümlerini düzenlemek amacıyla, veri gizliliği ve gizli veri güvenliğine ilişkin yönetmeliği revize etti. Resmi İstatistik Programı’nın, istatistiki veri sağlayıcıların görev ve sorumluluklarını değişen metodolojiler, sınıflandırmalar ve veri dağıtım ilkelerinin ışığında güncelleyen üçüncü revizyonunu yayımladı. Adrese dayalı nüfus kayıt sistemine dayanan 2010 yılı nüfus verileri yayımlandı. Ekim-Kasım 2011’de yapılacak nüfus sayımı için hazırlıklar olumlu yönde ilerliyor. İstatistiki altyapı konusunda önemli ilerlemeler kaydedildi. TÜİK, 2012-2016 dönemine ait Resmi İstatistik Programı’nı yayımladı ve istatistik üretim süreci, Avrupa İstatistik Sistemi (ESS) vizyonuyla uyumlu bir şekilde yürütülmeye başlandı. TÜİK, Mayıs 2011’deki emsal tarama faaliyetinin uygulanmasından elde edilen önerilerle, istatistiki bilgiyi daha kullanılabilir hale getirme yolunda atılan önemli bir adım olan mikro veriye erişim için kurallar geliştirdi. Maliye Bakanlığı ile aşırı açık prosedürü bildirim tabloları ve kamu maliyesi tabloları hakkında ortak çalışma, Merkez Bankası ve Hazine ile devlet tahvillerine ilişkin ortak çalışmalar tamamlandı. TÜİK, tarımsal ürün istatistiklerini geliştirmek amacıyla paydaşlarıyla bir protokol imzaladı. TÜİK tarafından 2011 yılında ilk defa kayıt tabanlı veriler ve araştırma verilerini birlikte kullanarak nüfus ve konut sayımı yapıldı, böylece, katılımcıların üzerindeki yükü azaltan modern veri toplama yöntemleri uyguladı. İlk sonuçlar, sayımdan kısa bir süre sonra Ocak 2012’de yayımlandı. Kurumsal kapasiteyi güçlendirmek amacıyla, TÜİK’in kurumsal yapısı gözden geçirildi. İstatistiki altyapı konusunda, etkinliğin artırılması amacıyla, 2013 yılında TÜİK’te kapsamlı bir yeniden yapılandırmaya gidildi. Türkiye, idari veri sahibi kuruluşların NACE O O Rev. 2 sınıflandırmasını kullanma usullerini belirleyen bir düzenleme kabul etti. Sektör istatistikleri konusunda, TÜİK, turizm istatistiklerine yönelik metodolojisini gözden geçirerek AB metodolojisi ile daha uyumlu hale getirdi. Tarımsal istatistikler konusunda, bitkisel üretim tahminlerine ilişkin takvim Eurostat veri toplama dönemleri ile uyumlu hale getirildi. Türkiye’nin İstatistik başlığında kapanış kriterlerinden biri olan, istatistiki çiftlik kayıtlarının oluşturulması hususunda kaydedilen ilerleme ve tarım istatistiklerinin toplanması için öngörülen metodoloji ve organizasyon hakkında ayrıntılı bir açıklamaya ilişkin kriterin yerine getirilmesi amacıyla, tarımsal istatistiklere ilişkin strateji taslağı Avrupa Komisyonu’na sunuldu. AB ile Türkiye arasında istatistik alanında iş birliği ve istatistiki altyapının güçlendirilmesine ilişkin olarak, çeşitli dönemleri kapsayan birçok proje gerçekleştirildi. Halen devam eden projeler, IPA 2011 Çok Yararlananlı İstatistik İşbirliği Programı (Eylül 2012-Ağustos 2014) ve Türk İstatistik Sisteminin Geliştirilmesi Programı Üçüncü Aşaması’dır (TİSG III) (Temmuz 2011-Aralık 2014). GENEL DEERLENDRME Birçok alanda veri temini ve ekonomik değerlendirmelerin yapılmasına destek sağlayan İstatistik başlığı, gerek Türkiye gerekse AB için oldukça önem teşkil ediyor. Doğru, güvenilir, tarafsız ve zamanında veri temini, dağıtımı ve değerlendirilmesi küresel dünyada her ülke ve birey için önem taşıyor. Türkiye’nin istatistik başlığında AB müktesebatıyla uyumu, ileri düzeyde bulunuyor. Bununla birlikte ulusal hesaplar, tarımsal istatistikler ve bölgesel istatistikler konularında daha fazla ilerleme sağlanması gerekiyor. Birçok alanda bölgesel istatistikler mevcut değil ya da ciddi gecikme ile yayımlanıyor. TÜİK ve temel veri sağlayıcılar arasındaki iş birliğinin güçlendirilmesi de önem taşıyor. Maliye Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu başta olmak üzere, temel veri sağlayıcılar ile TÜİK arasındaki iş birliğinin güçlendirilmesi de diğer bir önemli konu. Türkiye’nin, İstatistik başlığının kapanış kriterlerinde belirtilen ve kilit önemde olan, temel ulusal hesap göstergelerini, metodoloji ve kullanılan kaynaklar ile birlikte AB’ye sunması gerekiyor. 30 A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R Yeliz Şahin, İKV Uzman Yardımcısı MAL KONTROL Katılım müzakerelerinin 32’nci başlığındaki AB müktesebatı, sınırlı sayıda yasal düzenlemeden oluşuyor. Mali Kontrol başlığı, yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama gibi alanlarla da bağlantılı olması sebebiyle, diğer başlıklarla da yakından ilgili. “Kamu İç Mali Kontrolü”, “Dış Denetim”, “AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması” ve “Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması” olmak üzere dört alt politika alanı bulunan bu başlık, 26 Haziran 2007’de müzakerelere açıldı. Türkiye, Ek Protokol dışında altı adet teknik kapanış kriteri bulunan bu başlıkta, hâlihazırda üç kapanış kriterini yerine getirmiş durumda. 19 65 31 Başlık Adı Başlık Numarası Tarama Süreci Mali Kontrol 32 Tanıtıcı Tarama-18 Mayıs 2006 Ayrıntılı Tarama-30 Haziran 2006 Açılış Kriteri Kapanış Kriteri Başlık Açılma Tarihi Yok • Kamu İç Mali Kontrolü (KİMK) mevzuatı ve ilgili politikaların kabulü/uygulanması ve yeterli uygulama kapasitesi ile desteklenmesi; • Sayıştay’ın INTOSAI standartları ve kurallarına göre görevini yerine getirmesinin sağlanması için politikaların ve mevzuatın uygulanması; • Türk Ceza Kanunu’nun, PIF Konvansiyonu ve protokollerine uyumunun sağlaması; • Avronun sahteciliğe karşı korunması için gerekli önlemleri ortaya koyan 1338/2001 Sayılı Konsey Tüzüğü’ne yasal ve idari uyumun, en geç Birliğe katılımın ilk günü itibarıyla uygulamaya başlanması; • Avrupa Topluluğu’nu Kuran Antlaşma’nın 280 (3)’üncü Maddesi’nden (hâlihazırda AB’nin İşleyişine Dair Antlaşma’nın 325’inci Maddesi*) kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesi ve Komisyon tarafından yürütülen yerinde kontrol ve teftişlere ilişkin 2185/96 Sayılı Tüzük hükümlerinin uygulanmasını garanti altına alan etkin ve verimli koordinasyon hizmetinin kurulması; • 2182/2004 Sayılı Konsey Tüzüğü’ne yasal ve idari uyumun sağlanarak en geç katılımın ilk günü itibarıyla uygulamaya başlanması. 26 Haziran 2007 Başlık Geçici Kapanma Tarihi - Başlığın Açıldığı AB Dönem Başkanlığı Almanya * Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma’nın (ABİDA) 325’inci Maddesi’nin ilgili kısmı şu şekildedir: “Üye Devletler, kendi mali çıkarlarını etkileyen hileyle mücadele etmek için aldıkları tedbirlerin aynısını, Birliğin mali çıkarlarını etkileyen hileyle mücadele etmek için de alırlar.” BALIIN KAPSAMI Mali Kontrol başlığı kapsamında, Kamu İç Mali Kontrolü (KİMK), Dış Denetim, AB Mali Çıkarlarının Korunması ve Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması olmak üzere dört politika alanı bulunuyor. Bu dört politika alanından ilk ikisi ile ilgili AB mevzuatı bulunmamakla birlikte, aday ülkenin uluslararası kontrol ve iç denetim standartlarını ve AB en iyi uygulamalarını benimsemesini gerektiriyor. Başlık kapsamındaki müktesebat, KİMK alanında AB fonlarının kullanımı da dâhil olmak üzere, tüm kamu sektöründe geçerli olacak uluslararası alanda kabul gören AB ile uyumlu ilke, standart ve metotların kabul edilmesini öngörüyor. Müktesebat, etkili ve şeffaf mali yönetim ve kontrol (MYK) sistemlerinin, işlevsel açıdan bağımsız iç denetim sistemlerinin, gerekli idari yapıların ve yeni oluşturulan KİMK sistemlerinin niteliğini değerlendirmek üzere operasyonel ve finansal açıdan bağımsız bir dış denetim kuruluşunun oluşturulmasını gerektiriyor. Bu başlık, aynı zamanda AB’nin mali çıkarlarının korunması ve AB fonlarında sahtecilikle mücadeleye ilişkin müktesebatı da kapsıyor. Mali kontrol alanındaki müktesebat, genelde tüzük ve kararlar olmak üzere sınırlı sayıda yasal düzenlemeden oluşuyor ve söz konusu tüzük ve kararlar doğrudan etkili olduklarından ulusal mevzuata aktarılmaları için ayrı bir prosedüre gerek duyulmuyor. Mali Kontrol başlığında, aday ülkelerden beklenenleri şu şekilde özetlemek mümkün: KİMK alanında, güvenilir MYK sistemleri ile desteklenen yönetsel hesap verebilirlik; merkezi olmayan ve fonksiyonel olarak bağımsız iç denetim; mali yönetim ve kontrol ile iç denetim sistemlerinin merkezi uyumlaştırıl- ması olmak üzere üç unsura dayalı bir KİMK kavramının geliştirilmesi bekleniyor. Aday ülkenin, kısa ve uzun vadede alınması gereken önlemleri ve tarihlerini öngören bir eylem planından oluşan KİMK Politika Belgesi’ni kabul etmesi gerekiyor. Dış Denetim alanında, aday ülkenin, Uluslararası Yüksek Denetim Kurumları Birliği (International Organisation of Supreme Audit Institutions-INTOSAI) tarafından belirlenen normları, yüksek denetim kurumlarının kurumsal, işlevsel ve mali açıdan bağımsız olmasını öngören Lima Deklarasyonu başta olmak üzere benimsemeleri ve uygulamaları bekleniyor. AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması alanında, Üye Devletler arasında operasyonel iş birliğinin sağlanması ve Üye Devletlerin Komisyon ile şüpheli usulsüzlük ve sahtecilik vakaları konusunda etkin bir iş birliği ve irtibat kapasitesine sahip olmaları gerekiyor. Bu alanda ayrıca, AB Mali Çıkarlarının Korunmasına Dair Sözleşme (PIF Konvansiyonu) ve buna ekli üç Protokol dâhil olmak üzere, ceza yasalarının uyumlaştırılması ve iş birliğinin güçlendirilmesi gerekiyor. Buna ek olarak, AB’nin yolsuzlukla mücadele birimi Avrupa Yolsuzlukla Mücadele Ofisi (European Anti-Fraud OfficeOLAF) ile etkin bir şekilde iş birliği yapılması için ulusal düzeyde Yolsuzlukla Mücadele Koordinasyon Birimi (AntiFraud Coordination Service-AFCOS) oluşturulması gerekiyor. Ayrıca, üye ve aday ülkenin, AB’nin mali çıkarlarının korunması için kendi mali çıkarlarını korumakta aldığı önlemler kadar sıkı önlemler alması da bu alanda üzerinde önemle durulan hususlardan birini oluşturuyor. Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması alanında ise avroya benzer bozukluk ve madalyonların yasaklanması; 32 A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R mali kurumların sahte banknot ve madeni paraları tedavülden kaldırması ve sahteciliğe karşı etkin kurumlar ve prosedürler geliştirilmesi gibi yükümlülükler bulunuyor. 1 Avrupa Komisyonu, “Protection of the European Union’s financial interests - Fight against fraud Annual Report 2012”, COM (2013) 548, 24.07.2013, Brüksel. 2 Avrupa Komisyonu, “Protection of the European Union’s financial interests - Fight against fraud Annual Report 2011”, COM (2012) 408, 19.07.2012, Brüksel. AB’DE MAL KONTROL Mali Kontrol başlığındaki müktesebatta, KİMK alanında, tüm Üye Devletlerin uyması gereken katı bir mevzuat bulunmamakla birlikte, Üye Devletlere esneklik sağlandığı söylenebilir. Bu alanda AB, uluslararası alanda kabul gören INTOSAI ve COSO (Committee on Sponsoring Organisations of the Treadway) standartlarını örnek alıyor. Bu alandaki kısıtlı mevzuat, AB genel bütçesinin oluşturulması ve uygulanması, hesapların sunumu ve denetimine ilişkin kuralları belirleyen 1605/2002 Sayılı Konsey Tüzüğü, 2342/2002 ve 2343/2002 Sayılı Uygulama Tüzükleri’nden oluşuyor. Dış Denetim alanında ise uluslararası alanda kabul gören AB mevzuatı INTOSAI ve Protokolleri benimsenerek uygulanıyor. AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması ile ilgili mevzuat ise 2988/95 Sayılı AB’nin Mali Çıkarlarının Korunmasıyla İlgili Tüzük, 2185/96 ve 1073/99 Sayılı Tüzükler ve PIF Konvansiyonu ile Protokollerinden oluşuyor. Avronun Sahteciliğe Karış Korunması ile ilgili mevzuat, avronun sahteciliğine karşı idari hukukta gerekli 19 65 önlemlere ilişkin 1338/2001 Sayılı Tüzük, Avro Alanı’na dâhil olmayan ülkelerin bu çerçevedeki yükümlülüklerine ilişkin 1339/2001 Sayılı Tüzük ve avro benzeri madalyon ve bozukluklara ilişkin teknik kuralları düzenleyen 2182/2004 Sayılı Tüzük’ten oluşuyor. 1999’dan bu yana faaliyette olan OLAF, AB’nin mali çıkarlarının korunması, dolandırıcılık, yolsuzluk, AB kurumları içerisinde görevi kötüye kullanma da dâhil olmak üzere her tür usulsüzlükle mücadele ve AB kurumlarına sahtecilikle mücadele alanında politika geliştirilmesinde destek verme görevlerini yerine getiriyor. OLAF, AB bütçesinden fonlanan AB kurum veya kuruluşlarında iç soruşturma yapılması ve ulusal düzeyde AB bütçesini ilgilendiren konularda Üye Devlet ve üçüncü ülke yetkili kuruluşlarıyla iş birliği içerisinde yerinde teftişler yoluyla dış soruşturma yapma yetkisine sahip. Her yıl, ABİDA’nın 325 (5)’inci Maddesi uyarınca, AB’nin mali çıkarlarının korunmasına ilişkin bir rapor yayımlayan OLAF’ın 2013 tarihli son raporuna göre, 2012 yılında 392 milyon avro tutarında mali etkiye sahip 1231 adet usulsüzlük vakası rapor edildi1. 2011 yılında ise 2010 yılına kıyasla yüzde 35’lik bir düşüşle 1230 usulsüzlük vakası rapor edilmişti. 2011 yılı usulsüzlük vakalarının etkisi ise bir önceki yıla kıyasla yüzde 37 oranında azalarak 404 milyon avro tutarında olmuştu2. 33 BALIA LKN TÜRKYE’NN UYUM ÇALIMALARI O KİMK alanında, 2002 yılında kabul edilen KİMK Politika Belgesi’nin güncellenmesi ve ilgili mevzuat değişikliklerinin tamamlanarak uygulanması gerektiği, gerek Tarama Sonu Raporu’nda gerekse Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme Raporları’nda Ankara’nın dikkatine sunuldu. 2002 tarihli KİMK Politika Belgesi’nde yönetsel hesap verebilirlik, kontrol, denetim ve teftiş görevlerinin tanımlanması ve iç denetim için daimi bir uyumlaştırma birimi oluşturulması konularının ele alınması gerekliydi. Bu doğrultuda, Maliye Bakanlığı tarafından 13-30 Nisan 2012 tarihleri arasında bir dizi toplantı düzenlenerek, KİMK Politika Belgesi güncellendikten sonra 2 Mayıs 2012 tarihinde görüşleri alınmak üzere kamu kurumlarına iletildi. KİMK sisteminin uluslararası normlar ve AB uygulamaları ile uyumunu sağlayacak olan yeni Politika Belgesi’nin, Avrupa Komisyonu’nun ve ilgili kurumların görüş ve değerlendirmeleri alındıktan sonra nihai haliyle Bakanlar Kurulu tarafından ile kabul edilmesi bekleniyor3. Hâlihazırda, Komisyon ile konuyla ilgili istişareler devam ediyor. Buna ek olarak, 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol (KMYK) Kanunu 12 Aralık 2003 tarihinde kanunlaşarak, 1 Ocak 2006 itibarıyla tüm hükümleriyle yürürlüğe girdi. Söz konusu kanun, kamu mali kaynağının etkili, ekonomik ve etkin bir şekilde toplanması ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve mali saydamlığı sağlamak üzere, kamu mali yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanması ve uygulanmasını, tüm mali işlemlerin muhasebeleştirilmesini ve raporlanmasını ve mali kontrolü düzenlemeyi amaçlıyor4. Kanun’un uygulanmasının iyileştirilmesi amacıyla, bir değişiklik taslağı da hazırlandı. Buna ek olarak, İç Denetçilerin Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 7 Şubat 2013 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. O Dış Denetim alanında, bu başlıktaki müzakerelerde kilit öneme sahip unsurlardan Sayıştay Kanunu revize edilerek, 3 Aralık 2010 tarihinde, 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu olarak yürürlüğe girdi. Yeni Sayıştay Kanunu, INTOSAI standartları ve 5018 Sayılı Kanun ile uyumludur. Yeni Sayıştay Kanunu kapsamında, 2013 yılında, Faaliyet Raporları Değerlendirme Rehberi, Bilişim Sistemleri Denetimi Rehberi, Mali İstatistikleri Değerlendirme Rehberi ve Performans Bilgisi Denetim Rehberi hazırlandı ve yürürlüğe koyuldu. Ayrıca, yeni Sayıştay Kanunu çerçevesinde 2014-2018 dönemini kapsayan Sayıştay Başkanlığı Stratejik Planı Temmuz 2013’te tamamlandı. O AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması alanında, 5 Aralık 2009 tarihli ve 27423 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2009/19 Sayılı Başbakanlık Genelgesi ile Baş- O bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı, Avrupa Komisyonu ve OLAF ile iş birliğinden sorumlu AFCOS olarak tayin edilerek, yasal yetkileri güçlendirildi. Buna ek olarak, Türk Ceza Kanunu, PIF Konvansiyonu ve Protokolleri ile yeterli düzeyde uyumlaştırıldı. Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması alanında ise, 5 Temmuz 2012 tarihli ve 28344 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6352 Sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 102’nci Maddesi uyarınca, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu’na 43/B Maddesi eklenerek sahte paraları tedavülden çekmeyen tüzel kişilere yönelik yaptırımlar getirildi5. Ayrıca, sahte paraları tedavülden kaldırmayan kredi kuruluşlarına da yaptırımlar uygulanmaya başlandı. Buna ek olarak, Türkiye, farklı ulusal otoriterler arasında sahtecilikle mücadele alanında iş birliğinin güçlendirilmesi yoluyla, avro madeni paraları ve banknotlarının Avrupa’da olduğu kadar dünya çapında korunmasını sağlamayı amaçlayan Pericles Programı’na katılım sağlıyor. Sahte Para İzleme Sistemi kapsamında AB kurumları ile iş birliği yapmak üzere Ulusal Merkez Ofis (National Central Office-NCO) olarak atanan Emniyet Genel Müdürlüğü, bu kapsamda Interpol, Europol, Sirene Daire Başkanlığı ve ilgili makamlarla koordineli bir şekilde çalışmalar yürütüyor. Türkiye’nin uyum sürecinin ileri düzeyde olduğu başlıklardan biri olan Mali Kontrol başlığı, 17 Mayıs 2012 tarihinde Türkiye’nin katılım müzakerelerine yeni bir ivme kazandırmak amacıyla faaliyete geçirilen Pozitif Gündem kapsamında hakkında çalışma grubu oluşturulan sekiz başlıktan biri olma özelliği taşıyor6. Pozitif Gündem kapsamında oluşturulan Mali Kontrol Başlığı Çalışma Grubu’nun 20 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirilen ilk toplantısında, başlığın teknik kapanış kriterlerine ilişkin operasyonel sonuçlar belirlendi. AB Bakanlığı’ndan alınan bilgiye göre, Türkiye, Türk Ceza Kanunu’nun PIF Konvansiyonu ile uyumlaştırılması ve Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması’na ilişkin kapanış kriterlerini, 2012 itibarıyla karşılıyor. 2013 yılında da AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması’na ilişkin kapanış kriterinin karşılandığı, Komisyon tarafından AB Bakanlığı’na yazılı olarak teyit edildi7. GENEL DEERLENDRME Mali Kontrol başlığı, genel itibarıyla Türkiye’nin uyum düzeyinin ileri seviyede olduğu başlıklardan biri konumunda bulunuyor. Hâlihazırda, Türk Ceza Kanunu’nun PIF Konvansiyonu ile uyumlaştırılması, Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması ve AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması olmak üzere üç kapanış kriterini karşıladığı Avrupa Komisyonu tarafından teyit edilen Türkiye’nin, bu başlıkta yeni KİMK Politika Belgesi’nin kabul edilmesi ve kamu idaresinde iç ve dış denetim görevlerinin güçlendirilmesi, geri kalan kapanış kriterlerinin karşılanması için önem taşıyor. 3 T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi, “Maliye Bakanlığı’nın İlgili Olduğu Fasıllar”, http://www.abmaliye. gov.tr/Sayfalar/MuzakereFasillari.aspx, Erişim Tarihi: 03.02.2014. 4 Kamile Özel, “Kamu İç Mali Kontrolü Alanında Yapılan Düzenlemeler”, İç Kontrol Merkezi Uyumlaştırma Dairesi İç Kontrol Bülteni, Nisan-Haziran 2008. 5 AB Bakanlığı, “Fasıl 32: Mali Kontrol”, Türkiye tarafından hazırlanan 2013 Yılı İlerleme Raporu: Yapılan Çalışmalar ve Kaydedilen İlerlemeler, s.208-211, www.abgs.gov. tr/files/2013TR%20IR/tthir_ tr_14_01_2013.pdf, 31.12.2013, Erişim Tarihi: 03.02.2014. 6 Pozitif Gündem kapsamında çalışma grubu oluşturulan diğer başlıklar şunlardır: “İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi”, “Şirketler Hukuku”, “Bilgi Toplumu ve Medya”, “İstatistik”, “Yargı ve Temel Haklar”, “Adalet, Özgürlük, Güvenlik” ile “Tüketicinin ve Sağlığının Korunması”. 7 AB Bakanlığı, a.g.e., s.209. 34 A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R Çisel İleri, İKV Proje Müdürü TRANS-AVRUPA ALARI Trans-Avrupa Ağları alanındaki 21’inci başlığın müktesebatı, ulaştırma, telekomünikasyon ve enerji alt başlıklarından oluşmaktadır. Bu başlık kapsamında Trans-Avrupa Ağları’nın kurulması ve geliştirilmesi ile ulusal ağların uygun bir şekilde birbirlerine bağlanması ve birlikte işlerliğinin teşvik edilmesi; İç Pazar’ın avantajlarından tam olarak yararlanılması; ekonomik büyümeye katkıda bulunulması ve Avrupa Birliği içerisinde istihdam yaratılması amaçlanmaktadır. Ülkemizin 19 Aralık 2007 tarihinde müzakerelere başladığı Trans-Avrupa Ağları başlığı için belirlenen kapanış kriteri, hâlihazırda karşılanmaktadır. 19 65 35 Başlık Adı Başlık Numarası Tarama Süreci Trans-Avrupa Ağları 21 Tanıtıcı Tarama-30 Haziran 2006 Ayrıntılı Tarama-29 Eylül 2006 Açılış Kriteri Kapanış Kriteri Başlık Açılma Tarihi Yok • Avrupa Komisyonu ve Türkiye’nin 1692/96/EC Sayılı Karar’ın tadil edilmiş haline göre gelecek TEN-T Ağı üzerinde uzlaşması ve TEN-T Ağı çerçevesinde Avrupa menfaati öncelikli bir proje üzerinde mutabık kalınması; • Türkiye’nin, Türkiye-AB Ortaklık Anlaşması Ek Protokolü’nden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesi (Siyasi Kriter). 19 Aralık 2007 Başlık Geçici Kapanma Tarihi - Başlığın Açıldığı AB Dönem Başkanlığı Portekiz BALIIN KAPSAMI Trans-Avrupa Ağları’nın (TEN) oluşturulması, 1980’lerde malların, hizmetlerin, kişilerin serbestçe dolaşabildiği Tek Pazar’ın ancak modern ve yeterli bir altyapı ile ulusal ağların ve bölgelerin birbiriyle bağlanmasıyla işleyebileceği fikrinden doğmuştur. Bugün Trans-Avrupa Ağları’nın yasal zemini, Avrupa Birliği’ni kuran Antlaşma’nın 154, 155 ve 156’ncı Maddeleri’ne dayanmaktadır. Buna göre, İç Pazar’ın oluşturulması ve ekonomik ve sosyal bütünleşmenin sağlanabilmesi için Trans-Avrupa Ağları’nın geliştirilmesi temel faktördür. Bu ağların geliştirilmesi, ulusal ağların birbiriyle bağlanmasını ve birlikte çalışabilmesini, aynı zamanda ulusal ağlara erişimi içermektedir. Trans-Avrupa Ağları altında ulaştırma, enerji ve telekomünikasyon alanlarında Birliğin ortak çıkarına hizmet eden projelere mali destek sağlanmaktadır. TransAvrupa Ulaştırma (TEN-T) ve Trans-Avrupa Enerji (TEN-E) Ağları alanında Birliğin mali desteği, 20 Haziran 2007 tarihli ve 680/2007 Sayılı Tüzük ile düzenlenmektedir1. TEN-T ile AB içerisinde ve AB’nin komşularıyla arasında kişilerin, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımını kolaylaştırmak amacıyla iyi bir ulaştırma altyapısı oluşturulması, ulusal ve uluslararası yollarının bağlantılarının yapılması amaçlanmaktadır. TEN-E kapsamında, Hazar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde yer alan enerji kaynaklarının AB pazarlarına ulaşması için gerekli petrol ve doğal gaz boru hatlarının inşa edilmesi, elektrik alışverişinin kolaylaşması amacıyla elektrik iletim hatları bağlantılarının gerçekleştirilmesi ve elektrik sistemlerinin birlikte işlerliğinin temin edilmesi önceliklidir. TEN-Telekomünikasyon altında da Avrupa çapında entegre olmuş bir telekomünikasyon ağının ve enformasyon toplumunun oluşturulması hedeflenmektedir2. AB’DE TRANS-AVRUPA ALARI AB’de TEN alanında son dönemdeki en önemli gelişmeler, enerji ve ulaştırma alanlarında Birliğin 2020 ve 2030 hedeflerine erişilebilmesi için öncelikli altyapı koridorlarının belirlenmesi ve yatırımların hayata ge- çirilmesidir. Bu çerçevede, TEN-T alanında kabul edilen yeni AB altyapı politikası ile Üye Devletlerde büyümenin ve rekabetçiliğin desteklenmesi hedeflenmektedir. 2030 yılında temel altyapı ağının tamamlanmasını öngören bu politika ile iki Kuzey-Güney koridoru, üç Doğu-Batı koridoru ve dört çapraz koridor olmak üzere toplam dokuz koridor oluşturulacaktır. Ulaştırmada farklı araçların birbirleriyle bağlantılarının geliştirilmesi, yolcu ve malların taşınmasını kolaylaştırılmakla kalmayacak, aynı zamanda Birliğin iklim politikası hedeflerine ulaşmasına da yardımcı olacaktır. Bu çerçevede, 2014-2020 döneminde ulaştırma altyapısına toplam 26 milyar avro tutarında bütçe ayıran AB, Birliğe en yüksek katma değer sağlayacak projelere öncelik verileceğini açıklamıştır. Birlik tarafından temel altyapının oluşturulması hedefi kapsamında 94 Avrupa limanının demir yolu ve kara yolu ile bağlantısı, 38 havalimanının demir yolu ile büyük şehirlere bağlanması, 15 bin kilometre demir yolunun hızlı ray sistemine yükseltilmesi ve tıkanıkların aşılması için 35 sınır ötesi projenin hayata geçirilmesi planlanmaktadır3. Ayrıca, Birliğin önümüzdeki dönemde TEN-T projelerini yürütmek üzere, İnovasyon ve Ağ Yürütme Ajansı (INEA) kurulmuştur. 1 Ocak 2014 itibarıyla faaliyete geçen INEA, Avrupa’yı Birleştirme Aracı (Connecting Europe Facility-CEF) ve Ufuk 2020 Programı (Horizon 2020) kapsamında fon sağlanacak projelerin uygulanmasının yanı sıra AB teşviklerinden yararlanan projelerin uygulanması, yararlanıcılara teknik destek sağlanması ve Avrupa Komisyonu’na geri bildirimde bulunulması sorumluluklarını üstlenmiştir4. TEN-E alanında ise hedeflenen, 2020 yılına kadar stratejik enerji ağlarının ve depolama araçlarının tamamlanmasıdır. Birliğin enerji ve çevre alanlarındaki hedeflerine ulaşabilmesi, entegre bir enerji iç pazarının oluşturulabilmesi için modern enerji altyapısının önemine dikkat çekilmektedir. Birliğin enerji altyapısını modernize etmesi, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjinin kullanımı ve enerji arzının güvenliği açısından da son derece önemlidir. Tüm bunlardan yola çıkarak Komisyon, 12 öncelikli enerji koridoru belirlemiştir5. 1 http://ec.europa.eu/ transport/wcm/infrastructure/ grants/2008_06_20/2007_ tent_t_ guidlines_en.pdf, Erişim Tarihi: 12 Şubat 2014. 2 T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Resmi İnternet Sayfası, http:// www.abgs.gov.tr/index. php?p=86&l=1, Erişim Tarihi: 12 Şubat 2014. 3 http://ec.europa.eu/transport/ themes/infrastructure/news/ ep-backs-new-eu-infrastructurepolicy_en.htm, Erişim Tarihi: 13 Şubat 2014. 4 http://inea.ec.europa.eu/en/ news__events/newsroom/ introducing_inea_ innovation_and_networks_ executive_agency.htm, Erişim Tarihi: 13 Şubat 2014. 5 http://ec.europa.eu/energy/ infrastructure/index_en.htm, Erişim Tarihi: 13 Şubat 2014. 36 A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R 6 http://www.abgs.gov.tr/index. php?p=86&l=1, Erişim Tarihi: 13 Şubat 2014. 7 T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı, “Fasıl 21: Trans-Avrupa Ağları”, Türkiye Tarafından Hazırlanan 2013 Yılı İlerleme Raporu: Yapılan Çalışmalar ve Kaydedilen İlerlemeler, s.129, www. abgs.gov.tr/files/2013TR%20IR/ tthir_tr_14_01_2013.pdf, 31.12.2013, Erişim Tarihi: 03.02.2014. 8 T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı, a.g.e., s.129. 19 65 BALIA LKN TÜRKYE’NN UYUM ÇALIMALARI O TEN-T alanında AB mevzuatına uyum kapsamında ülkemizde yapılan en önemli çalışma, kısaca TINA olarak adlandırılan Ulaştırma Altyapı İhtiyaçları Değerlendirme Çalışması’dır. TINA ile kara yolu, hava yolu, deniz yolu ve demir yolu olmak üzere dört ulaştırma modunda ülkemizdeki ihtiyaçlar incelenmiş ve bunun sonucunda 33 öncelikli ulaştırma altyapı projesi belirlenmiştir. TINA, aynı zamanda katılım öncesi mali yardım aracı IPA’nın üçüncü bileşeni Ulaştırma Operasyonel Programı kapsamındaki projelerin önceliklerinin belirlenmesinde de temel teşkil etmiştir. O Bu başlık altında teknik kapanış kriterinin ilk bileşeninin karşılanması amacıyla, TINA çalışmasındaki verilerin TEN-T Rehber İlkeleri uyarınca güncellenmesi için “Çekirdek Ağ Veri Güncelleme Dosyası”, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından hazırlanmıştır. O Teknik kriterin ikinci bileşeninin karşılanmasına yönelik olarak, Türkiye ile Avrupa Komisyonu arasında belirlenen “Halkalı-Kapıkule Demiryolu Projesi”, 26 Ocak 2010 tarihinde Brüksel’de Komisyon ile yapılan toplantıda teyit edilmiştir. 25 Ekim 2010 tarihinde Brüksel’de düzenlenen teknik toplantıda ise söz konusu projenin Kapıkule-Halkalı-Ankara-Sivas-Kars şeklinde uzatılması üzerinde mutabık kalınmıştır. O TEN başlığında teknik kapanış kriterinin karşılanmasına yönelik toplantı, 13 Aralık 2010 tarihinde Brüksel’de düzenlenmiş ve teknik kriterin sağlandığı görüşüne varılmıştır6. O Hâlihazırda TEN-T alanında, IPA kapsamındaki Ulaştırma Operasyonel Programı altında proje hazırlanması yönündeki çalışmalar devam etmektedir7. O TEN-E alanında ise Türkiye ve Azerbaycan arasındaki O Trans-Anadolu Boru Hattı Projesi’ne (TANAP) ilişkin Hükümetlerarası Anlaşma ve eki olan Ev Sahibi Ülke Anlaşması, Mart 2013’te onaylanmıştır. Bilindiği üzere TANAP, AB’nin öncelikli projeleri arasında yer alan Güney Gaz Koridoru’nun önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Hazar Bölgesi’nden Avrupa’ya doğal gaz taşınmasına yönelik olarak Şahdeniz Konsorsiyumu, 28 Haziran 2013 tarihinde Şahdeniz sahasının ikinci fazından üretilecek doğal gazın, TAP Projesi ile Avrupa’ya iletilmesine karar vermiştir. Elektrik ağlarına ilişkin olarak, Türkiye elektrik sisteminin Avrupa elektrik sistemi ile eş zamanlı işletilmesine yönelik çalışmalar devam etmektedir. Eş zamanlı deneme işletme dönemi üçüncü aşamasında olup, 2014 yılında kalıcı bağlantının sağlanması öngörülmektedir. Hâlihazırda, Türkiye ve ENTSO-E11 Kıta Avrupası Senkron Bölgesi arasında, ENTSO-E uygulamaları ve AB kurallarına uygun olarak, Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye arasında 12 Mart 2010 tarihinde imzalanan ortak anlaşma çerçevesinde sınırlı bir elektrik ticareti gerçekleştirilmektedir8. GENEL DEERLENDRME Trans-Avrupa Ağları başlığı, Türkiye’nin kapanış kriterini yerine getirdiği ve sınırlı sayıdaki AB mevzuatına uyumun sağlandığı başlıklardan birisidir. Bu başlık kapsamına giren projelerin hayata geçirilmesi, üyelik sonrasında ülkemizin daha fazla öncelikli projenin geliştirilmesi ve uygulanmasında etkin rol oynamasını kolaylaştıracaktır. Nitekim AB’nin bu alandaki çalışmalarının ve önceliklerinin yakından takip edilmesi, ülkemizin enerji, ulaştırma ve telekomünikasyon alanındaki altyapısını geliştirerek ekonomik büyümesine önemli katkı sağlayacaktır. 38 DOSYA Gökhan Kilit, İKV Uzman Yardımcısı AB TARIMININ 2014-2020 YOL HARTASI: YEN OTP 19 65 39 2012’de 50’nci yılını kutlayan Ortak Tarım Politikası (OTP), uzun süren reform sürecini tamamladı ve artık AB, 2014-2020 dönemi için yeni bir tarım politikasına sahip. Hem tarımın son derece hayati bir işlev olan beslenme ile doğrudan bağlantılı olması hem de AB bütçesinin en büyük kısmının bu politika alanına tahsis edilmesi nedeniyle ayrı bir önem taşıyan OTP, AB’nin ilk yıllarında gıda arzını güvence altına almak için oluşturulurken, bugün gelinen noktada verimli, sağlıklı ve çevre dostu bir üretim anlayışı ile ekonomik olarak tarımsal alanda AB’yi dünyanın en önemli aktörü olarak karşımıza çıkarıyor. Şimdi gelin, 2014-2020 dönemi için kabul edilen OTP uygulamasına ve bütçedeki yerine kısaca göz atalım. 40 1 2 Uzman Gözüyle AB Bülteni Mart 2013, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. Uzman Gözüyle AB Bülteni Sayı 7, AB Uyum Dairesi Başkanlığı, AB ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. DOSYA OTP HARCAMALARI OTP harcamalarının AB bütçesinin önemli bölümünü kapsaması, bu politikayı bütçe tartışmalarının da odak noktası yaparken, 2014-2020 Mali Çerçeve içinde tarım, kırsal kalkınma ve balıkçılık konularının yer aldığı başlık için, bir önceki döneme göre yüzde 11,3’lük bir azalma ile yaklaşık 373 milyon avro ayrıldığı görülüyor. Bunun 278 milyon avrosu doğrudan ödemelerle pazar harcamalarını kapsarken, kırsal kalkınma harcamalarına yüzde 14’lük kesinti ile yaklaşık 85 milyon avro ayrılmış. Yeni Mali Çerçeve ile ilk defa Üye Devletlere, kırsal kalkınmadan doğrudan ödemelere para transferi yapma imkânı veriliyor. Buna göre, Üye Devletler kırsal kalkınma önlemlerinin finansmanı için kendilerine ayrılan fonların yüzde 15’ini, doğrudan ödemeler için kullanabilme esnekliğine sahip olurken; AB ortalamasının yüzde 90’ından azı oranında doğrudan ödeme alan ülkelere ise kırsal kalkınma fonlarından ek olarak yüzde 10 oranında aktarım yapılabilecek. Bunun yanında Üye Devletler, doğrudan ödemelere ilişkin kendilerine tahsis edilen AB fonlarının yüzde 15’ine kadar olan kısmını, kırsal kalkınma önlemlerini fi- 19 65 nanse etmek üzere ilave destek olarak da kullanabilecek1. Yeni Mali Çerçeve’de yer alan unsurlardan bir diğeri de, 2,8 milyar avro tutarındaki kriz rezervi. Bu rezerv, öngörülemeyen durumlarda çiftçilerin desteklenmesi için kullanılacak. Ayrıca AB, yeni dönemde küreselleşmenin dolaylı etkilerinden kaynaklanan yeni piyasa koşullarına uyum sağlamalarına yardımcı olmak ve ikili ticaret anlaşmalarının herhangi bir olumsuz etkisini azaltmak amaçlı yıllık 150 milyon avro bütçeli Avrupa Küreselleşme Fonu (European Globalisation Adjustment Fund-EGF) ile çiftçileri destekleyecek. Diğer yandan, Üye Devletlerin, referans dönemi yönteminden vazgeçerek, 2019 yılından itibaren hektar başına sabit oranlı bir ödeme sunan bölgesel modele geçmeleri öngörülüyor. Alternatif olarak Üye Devletler, 2019’a kadar, ortalamanın yüzde 90’ının altında ödeme alan çiftlikler için, 2014’te aldıkları ödeme ile ortalamanın yüzde 90’ı arasındaki farkı üçte bir oranında artıracak ve her bir çiftçinin 2019 itibarıyla ortalamanın en az yüzde 60’ı oranında destek almasını sağlayacak2. Küçük çiftçiler için de Üye Devletlere, çiftçilerin ilk 30 hektarlık arazileri için kendilerine tahsis edilen mali 41 bütçenin yüzde 30’una kadar yıllık ilave yeniden dağıtım ödemesi yapabilme seçeneği sunuluyor. Komisyon, iç yakınsama benzeri bir yaklaşım önerisiyle, hektar başına AB ortalamasının yüzde 90’ının altında destek alan ülkeler için, aldıkları destek miktarı ile AB ortalamasının yüzde 90’ı arasındaki farkın, 2019 itibarıyla üçte bir oranında azaltılmasını öngörmüştü. AKTF ÇFTÇ Doğrudan ödemeler açısından bir diğer konu ise, ödemelerin ihtiyacı olan çiftçilere gitmesinin sağlanması oldu. Bu kapsamda “aktif çiftçi” tanımı getirilirken, doğrudan ödemelerden hariç tutulacak havaalanları, demiryolu hizmetleri, emlak hizmetleri, spor tesisleri ve mesire yerleri gibi iş faaliyetlerini içeren bir negatif liste hazırlandı. Listede yer alan işletme, asıl faaliyet alanının tarım olduğunu kanıtladığı takdirde, ödemelerden faydalanma imkânı tanınıyor. Komisyon bu konuda, aktif çiftçi tanımı için aldığı toplam tarımsal destek miktarının, tarım dışı faaliyetlerinden elde ettiği gelirin yüzde 5’inden az olmaması şartını önermişti. Ancak bunun bürokrasiye getireceği yoğun yük ve tarım dışı faaliyetin tanımlanmasındaki zorluklar sebebiyle uygulanabilir olarak değerlendirilmedi. Tek Ödeme Planı ve belirli koşullar altında verilen üretimle bağlantılı destek ile sınırlı olan ödemeler, üçü zorunlu olmak üzere altı yeni ödeme kalemini içerecek şekilde genişletildi. Bu ödeme planları içinde en önemlisi, Tek Ödeme Planı’nın yerine geçen Temel Ödeme Planı’dır. Üye Devletler, diğer ödeme kalemlerine ayrılan oranlar düşüldükten sonra, kendilerine tahsis edilen mali bütçenin yüzde 70’ini bu ödeme planına tahsis edecek. Komisyon, yeni Üye Devletler için de bu planın geçerli olmasını önermesine rağmen, bu ülkelerin çoğunluğunun uygulamakta oldukları Tek Alan Ödemesi Planı’nın 2020’ye kadar uzatılmasına karar verdi. Temel Ödeme Planı’na ek olarak, doğrudan ödemelerin daha çevreci hale getirilmesi (greening) kapsamında önerilen Yeşil Ödeme, halihazırda doğrudan ödemeden faydalanmak isteyen çiftçilerin uymak zorunda olduğu çapraz uyum standartlarının ötesine geçen ürün farklılaştırması, kalıcı meraların muhafaza edilmesi, arazilerin yüzde 5’inin ekolojik odaklı alanlara tahsis edilmesi gibi bazı çevresel uygulamaların yapılması karşılığında çiftçilere ödenecek. Bu plan, Üye Devletler için zorunlu olup, ulusal zarflarının yüzde 30’u oranında finanse edilecek. Reformun, genç çiftçiler için ödeme planı getirilen kısmında, çitçinin 40 yaşından genç olması ve temel ödeme alması gerektiği de ifade ediliyor. Ödeme, ilk beş yıl süresince, Üye Devletlerin ulusal tavanlarının yüzde 2’si oranına kadar, kırsal kalkınma kapsamındaki kurulum yardımını tamamlayıcı şekilde, ilave yüzde 25’lik bir ödeme olarak yapılacak. Bunun yanında Üye Devletler, çevrenin korunması açısından önemli olan belirli tarım türlerinin teşviki, tarım ürünlerinin pazarlanmasının geliştirilmesi, ekonomik açıdan zayıf bölgelerde arazinin terk edilmesinin önlenmesi ve risk yönetimi gibi konularda ulusal zarflarının yüzde 10’una kadar ilave özel destek sağlayabilmekteydiler. Yeni reformla birlikte bu imkân, hem bütçesel açıdan hem de kapsam açısından genişletildi. Buna göre, belirli bölgelerdeki özel ve belirlenmiş sektörler için, iç yakınsamanın muhtemel olumsuz etkilerini telafi etmek ve mevcut koşulları dikkate almak üzere, hâlihazırda üretimle bağlantılı destek veren Üye Devletler, ulusal tavanlarının yüzde 8’i; daha önce vermiş olduğu ödeme düzeyi yüzde 5’in üstünde olanlar ise yüzde 13’ü oranında üretimle bağlantılı destek verme olanağına sahip. Ayrıca, protein bitkileri için yüzde 2 oranında bir üretimle bağlantılı destek verme olasılığı da bulunuyor. Bir diğer yardım planı da, “Küçük Çiftçi Planı” olarak adlandırılan ve katılımcılarına basitleştirilmiş, sabit bir ödeme sunan, daha esnek çapraz uyum koşulları getiren ve yeşil ödeme yükümlülüklerinden muaf tutan plandır. Bu plana dâhil olan çiftçiler, Üye Devletler tarafından 5001500 avro arasında belirlenen yıllık sabit bir ödeme alabiliyor ve bu plan, Üye Devletlerin ulusal bütçelerinin yüzde 10’una kadar finanse ediliyor. Yeni dönemde ayrıca, Üye Devletlere, tarımsal üretimin zorlu koşullarda gerçekleştirildiği alanlarda üretimin devamlılığının sağlanması ve biyoçeşitliliğin korunması için, ulusal bütçelerinin yüzde 5’ine kadar bir oranda ilave destek sağlayabilme imkânı veriliyor. Bu kapsamda, AB, tüm sektörleri kapsayacak olan ve yıllık doğrudan ödemelerden yapılacak kesintilerle finanse edilen yıllık 400 milyon avro tutarında bir “kriz rezervi” oluşturdu. POLTKA ALANI - REHBER 2014-2020 dönemi için nasıl şekillendiğini anlattığımız AB’nin bu en eski politika alanı, ilk yıllarda gıda arzını güvence altına almayı hedeflerken, bugün AB ekonomisi için ve aday ülke konumunda bulunan ülkemiz için neden önemli? OTP, bizim için sadece uymak zorunda olduğumuz bir politika alanı mı, yoksa iyi bir rehber mi? Dilerseniz bu soruların yanıtlarına da kısaca değinelim… 1950’li yıllardan itibaren ortak bir tarım politikasına sahip AB’nin bu konudaki gelişimi, bizim için bir rehber niteliğindedir. AB, 50 yılı aşan tarım politikası ile 2009-2011 yıllarında yıllık ortalama 177 milyar avro, 2012 yılında ise 42 DOSYA 19 65 43 216 milyar avro tarımsal dış ticaret hacmi yakalamıştır. AB bu rakamlara ulaşırken, 2004 ve 2007 genişlemesinde OTP’ye dâhil olan ülkelerdeki çiftçilerin gelirlerine de katkı sağlamıştır. Yeni üye ülkelerdeki çiftçilerin gelirleri, AB’ye katılım ile birlikte açık bir biçimde artış göstermiştir. Tam zamanlı çalışan bir çiftçinin geliri 2000 ile 2011 arasında Letonya’da beş kat; Estonya’da üç kat; Litvanya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’da iki kat; Slovakya’da ise yüzde 50’den fazla artmıştır3. 2007 ile 2011 arasında çiftçilerin geliri Romanya’da iki katına çıkarken, Bulgaristan’da yüzde 40 oranında yükselmiştir. AB’de kullanılan tarım alanı (yaklaşık 170 milyon hektar) ülkemizdeki kullanılan tarım alanının (yaklaşık 40 milyon hektar) dört katından fazla olmasına rağmen tarımda çalışan işçi sayısı ülkemizden sadece iki kat fazladır. Bununla birlikte tarım istihdamının toplam istihdamdaki payı AB’de yüzde 5 iken ülkemizde yüzde 25 seviyesindedir. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içerisinde tarımın payı AB’de yüzde 1,2; ülkemizde ise yüzde 8,1 olarak gerçekleşirken, toplam ihracattaki tarımsal ürün payı AB’de yüzde 9,3; ülkemizde yüzde 11 olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu veriler göz önünde bulundurulduğunda, tarım sektörü ile ilgili olarak Türkiye’nin karşılaştığı en büyük sorunların arasında, tarım sektörünün yapısı ve geçimini tarım sektöründen kazanan nüfusun fazlalığı yer aldığını görmekteyiz. Türkiye’deki tarım işletmeleri, teknik ve ekonomik işletmecilik şartlarının gerektirdiği ölçülerden uzak, tarım üretimi alanlarındaki altyapı ise yetersiz durumdadır. Sektördeki sorunlarına rağmen AB’ye uyum sağlamaya çalışan ülkemiz tarımında, işletmelerin küçük oluşu, arazilerin çok parçalı olması, sulamadaki yetersizlikler ve kırsal kalkınma bu süreçte sıkıntı yaşanan önemli başlıklar olarak öne çıkmaktadır. Bu sorunlarına rağmen ülkemiz tarımı, 75 milyon ülke nüfusu ve her yıl misafir ettiği 30 milyon turisti beslemeye devam etmektedir. Son 10 yıl içerisinde bitkisel üretimde ortalama yüzde 80, hayvansal üretimde yüzde 117 artış sağlayan sektör, 62,7 milyar dolarlık hasılası ile Avrupa’da ilk sırada yer alırken, 2012 yılında 15 milyar dolar, 2013 yılında ise 16,7 milyar dolar ihracat gerçekleştirmiştir. Bunun yanında çiftçimizin elinde bulunan canlı hayvan değerinin 35 milyar doların üzerinde olduğu belirtilmektedir. Bu rakam, Uluslararası Para Fonu’nun verilerine göre 183 ülkeden 98’inin milli gelirinden fazladır. Bu nedenlerden dolayı tarım politikamızın gelişimi son derece önem taşıyor. AB’nin en kapsamlı politikası olan OTP’ye uyum konusunda yoluna hızlı bir şekilde devam eden ülkemiz tarımı, ekonomik olarak da küresel alanda önemli bir aktör olmaya devam ediyor. Bu anlamda, İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, tarım sektörünün önemini, geçtiğimiz ay İstanbul Sanayi Odası Et, Balık ve Süt Mamulleri Sanayii Meslek Komitesi toplantısında yaptığı konuşmada su şekilde açıklamıştı; “ (…) Başkan olarak sanayi şemsiyesini temsil etsem de cari açık belasına kendi imkânları ile en güçlü desteği tarım sanayi verecek. Çünkü tarımsal üretimde tamamen yerli malı kullanılıyor.” TÜRKYE VE OTP Üyelik sürecinde Türkiye’nin ekonomik ve sosyal hayatın bütün alanlarında olduğu gibi, tarım konusunda da köklü ve somut reformlarla AB’ye uyum sağlaması gerekli. Bu çerçevede tarım sektörü ile ilgili çeşitli yasal düzenlemeler yapılmış ve uygulamaya geçirilmiştir. Sektörün büyüklüğü, ülkemiz nüfusunun önemli bir bölümünü doğrudan ilgilendirmesi ve AB OTP’sinin geçirdiği reform süreçleri, Türkiye’nin uyum çalışmalarını etkileyen unsurlar arasındadır. Bu nedenle, ülkemiz tarım sektörü ile ilgili bütün kesimlerin, AB’de bu sektöre yönelik uygulamaları ve politikaları yakından takip etmesi gereklidir. Türkiye’nin, AB’nin bu en masraflı ve geniş kapsamlı politikasına uyum sağlaması, aynı zamanda sektörün gelişimi açısından büyük önem taşıyor. İKV olarak, bu gerçeklerden hareketle, 2004 yılında yayımladığımız “15 Soruda 15 AB Politikası” serisini “Sorularla AB Politikaları ve Türkiye” adıyla güncelleyerek sizlerle paylaşıyoruz. Serinin bu yayınını, AB OTP’sini bütün yönleriyle kısa ve anlaşılır şekilde aktarmak üzere hazırladık. Bu yayınımızda yer alan sorulara verilen yanıtlar, AB’nin OTP’sinin yapısı, işleyişi ve geleceğe yönelik uygulamalarını açıklarken, Türkiye’nin OTP’ye uyum amacıyla sürdürdüğü çalışmaları da ele alıyor. Çalışmamızın, Türkiye’nin AB üyelik sürecinde ilgili kesimlerin değişen koşullara uyum sağlama çabasına katkı sağlayacağını ümit ediyoruz. 3 Agriculture and Enlargement Report 2012, European Commission. “Sorularla AB Politikaları ve Türkiye Serisi: Ortak Tarım Politikası” Yazar: Yayın No: Sayfa sayısı: ISBN: Gökhan Kilit 266 94 978-605-5984-58-8 44 DOSYA Yeliz Şahin, İKV Uzman Yardımcısı AB’NN 2013 YILI DI POLTKA BLANÇOSU: AVRUPA DI POLTKA SKOR TAHTASI 2014 AB’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (European Council on Foreign Relations-ECFR), her yıl AB’nin ve Üye Devletlerin önemli dış politika konularındaki performanslarını ölçen “Avrupa Dış Politika Skor Tahtası” (European Foreign Policy Scorecard) başlıklı bir rapor hazırlıyor. AB’nin ve 28 AB Üye Devletinin 2013 yılındaki önemli dış politika konularında gösterdikleri performansı ölçen “Avrupa Dış Politika Skor Tahtası 2014”*, 30 Ocak 2014 tarihinde yayımlandı. ECFR’nin raporu, dış politika alanında uzmanlaşan kişiler tarafından sıkça başvurulan, oldukça kapsamlı bir referans kaynağı olarak görülüyor ve dünyaca ünlü dış politika dergisi Foreign Affairs’in “dış politika analizinde öncü bir deney”, AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği görevini yürütmüş olan Javier Solana’nın ise “AB dış politikası konusundaki bilgimizi genişleten paha biçilmez bir araç” sözleriyle anlattığı bu çalışmayı, sizler için inceledik. Bu sayımızda, bardağa dolu tarafından bakarak, AB’nin dış politika alanında imza attığı en önemli başarıları ele alırken, raporun Türkiye ile ilgili bulgularını da sizlerle paylaşacağız. * European Foreign Policy Scorecard 2014, Ocak 2014, http://ecfr.eu/page/-/ECFR94_SCORECARD_2014.pdf 19 65 45 A vrupa Dış Politika Skor Tahtası 2014’te, “Çin”, “Rusya”, “ABD”, “Geniş Avrupa”, “Orta Doğu ve Kuzey Afrika” ile “Çok Taraflı Meseleler” olmak üzere altı kategorideki 66 dış politika konusunda AB’nin, AB kurumlarının ve AB Üye Devletlerinin benimsedikleri politikalar değerlendiriliyor. Buna ek olarak, Üye Devletlerin bu konulardaki etkinlik dereceleri de göz önünde bulundurularak, bahse konu politika alanlarında “öncü” olanlar ve “pasif” kalanlar arasında bir ayrım yapılıyor. Araştırma kapsamında, değerlendirme yapılırken üç önemli parametre göz önünde bulunduruluyor: O “Birlik”, bir diğer deyişle “AB ve Üye Devletler ne ölçüde ortak bir tutum sergileyebildi?” O “Kaynaklar”, yani “Bu konuda ne ölçüde maddi ve diplomatik çaba sarf edildi?” O “Sonuç”, yani “Bu politikanın izlenmesiyle amaçlanan sonuca ne ölçüde ulaşıldı?” İzlenen politikanın asli değerini ölçmeyi amaçlayan ilk iki parametre “5” üzerinden, son parametre ise “10” üzerinden puanlanıyor. Daha sonra elde edilen puana göre o konu ile ilgili bir harf notu belirleniyor. ECFR raporuna göre, 2013 yılı, son üç yıla kıyasla AB’nin dış politika alanında etkinliğini artırdığı bir yıl oldu. “Çin” konusunda AB’nin geçtiğimiz yıl “C+” olan notu, bu yıl “B-“ olarak kaydedildi. “Geniş Avrupa” ile “Orta Doğu ve Kuzey Afrika” alanlarında ise geçtiğimiz yıl “C+” notunu alan AB’nin notu, bu yıl “B-”ye yükseldi. Buna karşılık “Rusya” ve “Çok Taraflı Meseleler” konularında AB, geçen yıla kıyasla vasat bir performans sergiledi. ECFR raporuna göre, AB’nin en başarılı olduğu dış politika konuları, Nisan 2013’te Sırbistan ile Kosova ara- sında ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik anlaşmaya varılması ve Kasım 2013’te İran’ın nükleer programına konusunda geçici bir anlaşma sağlanması oldu. Buna karşılık AB, 2013’te komşu olduğu bölgelere yönelik etkili bir dış politika izlemekte zorlandı. Suriye’deki kriz kötüleşirken, AB’nin Mısır başta olmak üzere bölgedeki ülkelere ilişkin etkin bir komşuluk politikası izleyememesi ve Rusya ile sık sık karşı karşıya gelmesi, ECFR raporuna göre 2013 yılında AB dış politikasının yumuşak karnını oluşturdu. Çin (B-): 2013 yılında, AB’nin Çin ile ilişkilerinde, ABÇin Zirvesi’nin ardından iyileşme kaydedildi. Suriye, Mali ve İran’ın nükleer programı konusunda Çin ile AB arasında iş birliği sağlanması ümit verici bir gelişme olarak kaydedildi. Ancak, Çin ile güneş panelleri konusundaki anlaşmazlık, AB Üye Devletlerinin ekonomik konularda Avrupa Komisyonu’nu baypas etme eğilimini de ortaya koydu. Rusya (C+): Rusya’nın Doğu Ortaklığı kapsamındaki devletlere uyguladığı baskıya etkin bir şekilde cevap vermekte zorlanması, AB’nin Rusya ile ilişkilerindeki performansını olumsuz etkiledi. AB’nin enerji kaynaklarının çeşitlendirme yönündeki politikaları da başarılı olamadı. ABD (B-): 2013 yılı, ECFR’ye göre, transatlantik ilişkilerde büyük bir atılımın yaşandığı bir yıl oldu. Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) müzakerelerine başlanması ve İran’ın nükleer programı alanındaki iş birliği bunun en somut örnekleri olarak kayda geçerken, Suriye’de süren krize bir çözüm bulunması için birlikte çalışmakta başarısız olunması ve Snowden’ın açıklamaları, bu olumlu gelişmeleri gölgeledi. Geniş Avrupa (B-): ECFR’ye göre, Hırvatistan’ın AB üyesi olması ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ın Sırbistan ve Kosova arasın- 46 1 E3+3 veya P5+1 Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya’dan oluşmaktadır. 2 Belçika Dışişleri Bakanı Mark Eyskens’in, 25 Ocak 1991’de The New York Times’da yer alan sözleri: “Europe is an economic giant, a political dwarf and a military worm - Avrupa ekonomik bir dev, siyasi bir cüce ve askeri bir solucandır”, http://www.nytimes. com/1991/01/25/world/war-in-thegulf-europe-gulf-fighting-shatterseuropeans-fragile-unity.html DOSYA da tarihi bir anlaşmaya varılmasında rol oynaması, AB’nin performansının iyileştiği alanlar oldu. Türkiye ile ilişkilerde ümit verici bir iyileşme yaşandı, buna karşılık Ukrayna ve Ermenistan ile Ortaklık Anlaşması konusunda yaşanan sorunlar, AB’nin Rusya’dan gelen baskıya karşı etkin bir politika geliştirmesi gerektiğini ortaya koydu. Orta Doğu ve Kuzey Afrika (B-): ECFR’ye göre, İran’ın nükleer programına çözüm bulunması konusunda E3+31 formatındaki görüşmelerde yakalanan ivme dışında, AB’nin Güney Akdeniz’deki performansı hayal kırıklığı yaratmaya devam etti. Başta Suriye ve Mısır’daki gelişmeler, Avrupa Komşuluk Politikası’nın bölgedeki gelişmelere cevap vermekteki yetersizliğini bir kez daha ortaya koydu. Çok Taraflı Meseleler (B-): ECFR’ye göre AB, 2013 yılında, hızlı gelişen krizler ve oldukça karmaşık çok taraflı müzakereler nedeniyle sınandı. Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne müdahale eden Fransa’nın Üye Devletlerden sınırlı destek görmesi, buna bir örnek oluşturdu. Ayrıca, AB’nin Suriye’deki kriz ve iklim değişikliği konularındaki diplomatik çabaları da hayal kırıklığı yarattı. AB’NN EN ÖNEML BAARILARI Bazı kesimler tarafından “ekonomik açıdan bir dev, siyasi açıdan bir cüce”2 olarak görülen AB’nin, uluslararası arenada etkili bir aktör olup olmadığı, AB alanında çalışmakta olan akademisyenlerin hala cevap aradığı soruların başında geliyor. Küresel mali kriz ve Avro Alanı borç krizi, AB’nin ekonomik başarı hikâyesini tehlikeye atarken; 19 65 uluslararası arenadaki etkinliğini de büyük ölçüde etkilemişti. ECFR raporu, 2013 itibarıyla AB’nin krizin dış politika alanındaki etkilerinden toparlanma eğilimine girdiğini doğruluyor. ECFR raporuna göre AB’nin en büyük iki başarısı, şüphesiz Sırbistan ile Kosova’nın AB arabuluculuğunda sürdürülen üst düzey diyalogda ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde anlaşması ve E3+3 formatında İran’ın nükleer programına ilişkin geçici bir anlaşmaya varılması oldu. Yüksek Temsilci Ashton’ın arabuluculuğunda Belgrad ve Priştine arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda anlaşmaya varılması, AB için şüphesiz tarihi bir başarıydı. AB’nin Mart 2011’de her iki taraftaki halkın günlük hayatını kolaylaştırmak düşüncesiyle teknik konuların ele alındığı bir diyalog olarak başlayan girişimleri, Ekim 2012’de Başbakanlar ve Yüksek Temsilci seviyesine yükseltilerek oldukça tartışmalı ve hassas nitelikteki Kuzey Kosova konusunun ele alındığı üst düzey siyasi bir diyalog haline gelmişti. Yüksek Temsilci Ashton’ın diplomatik çabaları ve AB’nin yumuşak gücü sayesinde, saatlerce süren 10 çetin görüşmenin ardından, 19 Nisan 2013 tarihinde, Sırbistan Başbakanı Ivica Dačić ve Kosova Başbakanı Hashim Thaçi arasında ilişkilerin normalleşmesi yönünde tarihi bir anlaşmaya varılması, bir yandan AB’nin çekim gücünü koruduğunu teyit ederken, diğer yandan da Yüksek Temsilci Ashton ve Avrupa Dış İlişkiler Servisi (EEAS) için bir başarı hikâyesi olarak akıllara kazındı. Sırbistan ve Kosova arasında anlaşmanın sağlanmasında, Üye Devletler arasında Kosova’nın statüsü konusundaki ayrılıkların sürmesine 47 rağmen, AB’nin Belgrad ve Priştine’ye AB ile bütünleşme sürecinde ilerleme perspektifi sunması da buna büyük rol oynadı. İran’ın nükleer programı konusunda, E3+3 formatında sürdürülen görüşmelerde Kasım 2013’te varılan geçici anlaşmada, şüphesiz AB’nin soruna siyasi bir çözüm bulunması yönünde yaptığı arabuluculuk faaliyetleri ve AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ın üstlendiği arabuluculuk büyük rol oynadı. ECFR’ye göre, 2013 yılında, İran’ın nükleer programı konusunda Cenevre’de anlaşmaya varılması önemli bir kazanım olsa da, AB’nin İran ile ilişkilerinde bunun ötesinde bir iyileşme sağlanmadı. Ayrıca, İran’ın nükleer programına ilişkin nihai bir çözüm bulunması yolunda E3+3’ün birlik içerisinde hareket etmeyi sürdürüp sürdüremeyeceği konusunda önemli soru işaretlerinin bulunması da ECFR’ye göre kalıcı bir anlaşma sağlanması konusundaki belirsizliği artırıyor. Raporda ayrıca, 2013 yılında AB ile ABD arasında TTIP müzakerelerine başlanması ile AB-ABD ticari ilişkilerinde yakalanan ivme de AB için büyük bir başarı öyküsü olarak nitelendirildi. ABD ve AB GSYİH’sini yılda yüzde 1 oranında artırması öngörülen TTIP, raporda, “İttifakın 1990’lı yıllardaki NATO genişlemesinden bu yana en muazzam girişimi” olarak nitelendirildi. AB’NN TÜRKYE NOTU: C AB’nin Türkiye ile ilişkileri, ECFR raporunda, “Türkiye ile ikili ilişkiler”, “Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları”, Türkiye ile Kıbrıs meselesi bağlamında ilişkiler” ve “Türkiye ile bölgesel konular bağlamında ilişkileri” olmak üzere dört alt başlıkta inceleniyor. 2013 yılında AB’nin Türkiye ile ilişkiler alanında layık görüldüğü not ise “C”. “Türkiye ile ikili ilişkiler” alt başlığında, AB’nin notu geçtiğimiz yıl “C-”den bu yıl “C+”ya yükseldi. Bu bölümde, Türkiye-AB ilişkilerinde ve müzakere sürecinde 2013 yılında yaşanan iki en önemli gelişme olarak, 3,5 yıllık durağanlığın ardından yeni bir başlığın müzakereye açılarak müzakere sürecindeki durağanlığın aşılmasına ve Aralık 2013’te vize muafiyetine yönelik diyaloğun başlatılmasına yer verildi. Raporda, Kasım 2013’te Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu başlığının müzakereye açılması ile dikkatlerin Yargı ve Temel Haklar ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik başlıklarında (23 ve 24’üncü başlıklar) yoğunlaştığı kaydedildi. Belçika, İtalya ve İsveç gibi Üye Devletlerin bu başlıkların açılmasını istediği, Almanya’nın ise bu duruma temkinli bir şekilde destek verdiği; buna karşılık GKRY’nin bu yönde bir karar alınmasını bloke ettiği belirtildi. Vize muafiyeti konusunda, Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması ile birlikte vize muafiyetine yönelik yol haritasının da resmiyet kazandığı kaydedildi. AB, “Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları” alt başlığındaki geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi “C-” notuna layık görüldü ve AB, bu konudaki gelişmelere seyirci kalmaktan öteye geçemediği için eleştirildi. Rapora göre, 2013 yılında Türkiye’de yaşanan kimi olaylar, AB’yi hazırlıksız yakaladı ve AB bu gelişmelere ilişkin tutarlı bir politika izlemekte zorlandı. AB, “Türkiye ile Kıbrıs meselesi bağlamında ilişkiler” alt başlığında 2012 yılında olduğu gibi, 2013 yılında da “C-” notuna layık görüldü. Rapora göre AB, Kıbrıs meselesine bir çözüm bulunmasını destekliyor, buna karşılık taraflar arasındaki müzakerelere seyirci kalmak dışında bir rol üstlenemiyor. Raporda, GKRY’deki bankacılık krizinin müzakerelerde ilerleme sağlanmasına engel olduğu ve Kıbrıs meselesinin AB’nin Türkiye’ye yönelik politikasını büyük ölçüde zedelemeye devam ettiği belirtildi. AB’nin “Türkiye ile bölgesel konular bağlamında ilişkileri” alt başlığında ise AB’nin notu, 2012 yılında “B-”den 2013 yılında “C+”ya geriledi. Bu konuda, Türkiye’nin Suriye yönetimine ilişkin şahin bir söylem benimsediği kaydedilirken, AB’nin bu söylemin benimsenmesinde bir rol oynamadığı ifade edildi. Buna ek olarak, Türkiye ile AB arasında İran ve Mısır konusunda da farklılıklar yaşandı. 48 NCELEME Melih Özsöz, İKV Araştırma Müdürü Derya Kap, İKV Uzman Yardımcısı AB’NN YOLSUZLUKLA MÜCADELE KARNES 17 Aralık 2013 tarihinden bu yana, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, Türkiye gündemini en fazla meşgul eden konu. Konuya ilişkin yaşanan tartışmalarda, 2005 yılından bu yana üyelik müzakerelerini sürdürdüğümüz AB’nin ismi daha fazla duyulur hale geldi. Bunun nedeni, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ve sonrasında yaşanan gelişmeler konusunda AB tarafından yapılan açıklamalar ile yolsuzlukla mücadeleye ilişkin AB müktesebatı, Türkiye’nin taraf olduğu, yolsuzlukla mücadeleye ilişkin Avrupalı kurumlar ve daha önce bu kurumlar tarafından alınan kararlar ve yolsuzlukla mücadele konusunda AB’deki uygulamalar. Türkiye’de gündem yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile meşgulken, AB tarafında da ilginç bir gelişme yaşandı. Avrupa Komisyonu, 3 Şubat 2014 tarihinde, AB çapında yolsuzlukla mücadele konusunun ele alındığı ilk raporunu yayımladı. Rapora göre yolsuzluk, tüm AB üye ülkelerini olumsuz yönde etkileyen bir konu olmasının yanı sıra yolsuzluğun AB ekonomisine etkisinin yılda 120 milyon avronun üzerinde olduğu vurgulanıyor. Raporda, ülke ülke yolsuzluk ve yolsuzlukla mücadeleye yönelik ulusal yasal mevzuatlara yer verilirken, söz konusu yasal mevzuatlardaki eksiklikler ve bu eksikliklerin giderilmesine yönelik öneriler de yer alıyor. Hiç şüphesiz, yolsuzlukla mücadele, sadece AB üyelik müzakereleri çerçevesinde değil; doğru, sürdürülebilir ve etik yönetişim anlayışının en önemli bileşenlerinden bir tanesi. AB de, sadece üyelik müzakerelerini sürdürdüğü ülkeler ile değil, üyelik perspektifi sunduğu veya sunmaya hazırlandığı farklı coğrafyalardaki tüm ülkeleri ve kendisi için de yolsuzlukla mücadeleyi, demokratikleşme gündeminin ön sıralarında tutuyor. AB’de yolsuzluk konusunda yapılan düzenlemeler, genişleme süreci ile birlikte yeni politika alanlarının ortaya çıkması sonucunda büyük ölçüde artarken; kişilerin, hizmetlerin, malların ve sermayenin serbest dolaşımı, AB’yi yolsuzluk gibi sınır aşan suçlara karşı daha açık hale getiriyor. AB’de yolsuzluk, sadece ekonomik çıkarlara karşı değil, Birliğin temel değerlerini oluşturan demokrasi, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü anlayışına karşı da bir tehdit olarak görülmeye başlanıyor. AB için son derece büyük öneme sahip yolsuzlukla mücadele kapsamında, bu politika alanındaki AB uygulamalarını ve AB’nin ilk yolsuzlukla mücadele raporunu, bu yazımızda ele alıyoruz. 19 65 49 AB’NN LK YOLSUZLUKLA MÜCADELE RAPORU 3 Şubat 2014 tarihinde, AB çapında yolsuzlukla mücadele konusunun ele alındığı ilk raporun kamuoyuna açıklandığı toplantıda konuşan Avrupa Komisyonu’nun İçişlerinden Sorumlu Üyesi Cecilia Malmström, yolsuzluğun vatandaşların demokratik kurumlara ve hukuk devletine olan güvenlerini sarstığının altını çizdi. Malmström, yolsuzluğun her yıl AB ekonomisini milyonlarca avro zarara uğrattığını belirtirken, bu rakamın yıllık 120 milyon avronun üzerine çıktığını söyledi. Avrupa Komisyonu’nun İçişlerinden Sorumlu Üyesi, açıklamasında, üye ülkelerin yolsuzlukla mücadelede son yıllarda önemli adımlar attığını ancak raporun sonuçlarının bu alanda üye ülkelerin daha fazla çaba sarf etmek zorunda olduğunu ortaya çıkardığını söyledi. Raporda, ülke temelinde önerilerde bulunulduğuna dikkat çeken Malmström, Avrupa Komisyonu olarak bu alanda üye ülkeler ile ortak çalışmalar yapmaya her zaman açık olduklarını da hatırlattı. Raporla eş zamanlı olarak yayımlanan bir diğer ilginç veri ise AB’nin resmi istatistik kuruluşu Eurostat’tan geldi1. Avrupa Komisyonu’nun raporu ile aynı gün yayımlanan Eurobarometre araştırması, AB üye ülke kamuoylarında yolsuzluk konusunda var olan görüşleri ortaya koyması açısından önemliydi. Söz konusu anket sonuçlarına göre, AB vatandaşlarının yüzde 76’sı yolsuzluğun ülkelerinde yaygın olduğunu düşünürken, yüzde 56’sı son üç yılda ülkelerinde yolsuzluğun arttığına inanıyor. Avrupa vatandaşlarının yüzde 8’i ise son bir yılda yolsuzluğa birebir şahit olduklarını söylüyor. Görülüyor ki yolsuzluk, sadece AB’nin üyelik müzakerelerini sürdürdüğü ülkeler için değil, üyelik perspektifi sunduğu veya sunmaya hazırlandığı farklı coğrafyalardaki tüm ülkeler ve kendisi için de önemli bir konu. Konuyu Avrupa boyutuyla ele aldığımızda, Kopenhag Siyasi Kriterleri arasında yolsuzlukla mücadelenin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Aynı zamanda Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye’de dâhil tüm aday ülkeler için yayımlanan yıllık ilerleme raporlarında, aday ülkelerin veya potansiyel aday ülkelerin yolsuzlukla mücadelede gösterdiği veya gösteremediği çabalar mercek altına alınıyor. AB veya uluslararası sözleşmeler yoluyla da yolsuzlukla mücadele, tüm ülkeler için uluslararası bir geçerlilik haline geliyor. Ancak yüzlerce araca rağmen yolsuzluk, neredeyse tüm ülkeler için bir gerçek. Eurostat’ın istatistiklerinden de anlaşılacağı üzere, hem de yolsuzlukla mücadeleyi demokrasisinin en üst sıralarına yerleştirmiş Avrupa için bile. 1 Eurostat, “Yolsuzlukla Mücadele”, Eurobarometre 2014, http://ec.europa.eu/ public_opinion/archives/ebs/ ebs_374_en.pdf 50 NCELEME YOLSUZLUUN TANIMI Yolsuzluk, birçok uluslararası sözleşmede çok farklı şekillerde tanımlanıyor. En yalın şekliyle, “kamu gücünün özel çıkarlar amacıyla kötüye kullanılması” (Dünya Bankası, www.worldbank.org/publicsector/anticorrupt/) olarak tanımlanabilen yolsuzluğun tarihi, insanlık tarihi ve devletlerin kurulduğu dönemler kadar eskiye dayanıyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transparency International) tarafından yayımlanan 2013 Yılı Yolsuzluk Araştırması sonuçlarına göre, yolsuzluk dünya genelinde büyük bir sorun olmayı devam ediyor2. 2013 Yolsuzluk Algısı Endeksine göreyse (2013 Corruption Perception Index), dünyada yolsuzlukla mücadelede “mükemmel” sayılabilecek, tek bir ülke bile bulunmuyor. Söz konusu rapora göre, dünya üzerinde yolsuzluğun en az görüldüğü ülkeler Danimarka ve Yeni Zelanda; bu iki ülkeyi Finlandiya, İsveç, Norveç ve Singapur, İsviçre, Hollanda, Avustralya ve Kanada takip ediyor ve bu ülkeler, yolsuzluk konusunda dünyanın en temiz ilk 10 ülkesini oluşturuyor. 175 ülkenin yer aldığı listede Türkiye, Malezya ile birlikte 53’üncü sırada yer alıyor. 2 Uluslararası Şeffaflık Örgütü, http://www.transparency.org/ cpi2013/results 3 Rıdvan Erbaş, “Avrupa Birliği Yolsuzlukla Mücadele Politikası”, 2013, https://anahtar.sanayi. gov.tr/tr/news/-avrupabirligi-yolsuzlukla-mucadelepolitikasi/308 4 Lizbon Antlaşması Madde 83, http://www.abgs.gov.tr/files/ pub/antlasmalar.pdf 5 Stockholm Programı, http:// eur-lex.europa.eu/LexUriServ/ LexUriServ.do?uri=OJ:C:2010:115 :0001:0038:en:PDF 6 Council of Europe Group of States against Corruption-GRECO, http://www.coe.int/t/dghl/ monitoring/greco/default_en.asp AB’DE YOLSUZLUKLA MÜCADELE AB’de yolsuzluk konusunda yapılan düzenlemeler, genişleme süreciyle birlikte yeni politika alanlarının ortaya çıkması sonucunda büyük ölçüde arttı. Kişilerin, hizmetlerin, malların ve sermayenin serbest dolaşımı, AB’yi yolsuzluk gibi sınır aşan suçlara karşı daha açık hale getirirken, AB’de yolsuzluk, sadece ekonomik çıkarlara karşı değil, Birliğin temel değerlerini oluşturan demokrasi, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü anlayışına karşı da bir tehdit olarak görülmeye başlandı3. Genişleme boyutunda, AB’de yolsuzlukla mücadeleden bahsedildiğinde belki de ilk bakılması gereken yer, “Yargı ve Temel Haklar” başlığını taşıyan fasıldır. TürkiyeAB üyelik müzakereleri sürecinin 23 numaralı başlığını oluşturan bu fasıl, genel itibarıyla Birliği bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olarak koruma ve geliştirmeyi amaçlıyor. Bu anlayış çerçevesinde, söz konusu fasıl, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkinliği; yolsuzlukla mücadele ve ifade özgürlüğünü de içeren temel insan hakları ile AB vatandaşlık hakları olmak üzere dört ana başlığı içeriyor. 19 65 AB, yolsuzluğun demokratik kurumların istikrarı ve hukukun üstünlüğü için oluşturduğu ciddi tehdit nedeniyle, yolsuzlukla mücadele edilmesi ve caydırıcılığının artırılmasına yönelik kuvvetli bir yasal çerçeve oluşturmuştur. Bu çerçevede, Lizbon Antlaşması’nın 83’üncü Maddesi (Roma Antlaşması Madde 31), yolsuzluğu “sınır ötesi boyutu olan ciddi suçlar” kapsamına alıyor ve Avrupa Parlamentosu ile Konsey’e, bu suçlara ilişkin asgari kuralları belirleme yetkisi veriyor4. Ayrıca AB, aralarında yolsuzlukla mücadelenin de bulunduğu, üye ülkelerde hukuktan eğitime 170’den fazla alanda ortak düzenleme öngören ve 2010 yılında kabul edilen Stockholm Programı (Stockholm Programme) kapsamında Avrupa Komisyonu’na, üye ülkelerdeki yolsuzlukla mücadele eylem ve çabalarını takip etme yetkisi vermiştir. Söz konusu Program kapsamında ayrıca, Komisyon, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ülkeler Grubu (Council of Europe Group of States against Corruption-GRECO) ile birlikte kapsamlı bir AB yolsuzlukla mücadele politikası geliştirilmesinden de sorumludur5. Bu noktada, özellikle ülkemizde Avrupa Komisyonu İlerleme Raporları ile ismini duymaya alıştığımız, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ülkeler Grubu veya bilinen ismiyle GRECO ile ilgili bazı bilgiler verelim. Kısa ismiyle GRECO, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, yolsuzluklara karşı uluslararası bir eylem programı geliştirme amacıyla, 1994 yılında oluşturduğu Çok Disiplinli Yolsuzlukla Mücadele Grubu’nun (Multidisciplinary Group on Corruption), 1 Mayıs 1999 tarihi itibarıyla aldığı yeni isim ve fonksiyona denk gelmektedir. Yolsuzluklarla mücadelede yol gösterici prensipler ve stratejiler oluşturmak üzere etkin bir mekanizmaya sahip olan GRECO’nun temel amacı, üye ülkelerin yolsuzlukla mücadele sistemlerinin gözlenmesi ve bu ülkelerde yolsuzlukla mücadele kapasitesinin artırılmasına yardımcı olmak olarak öne çıkıyor. Bu sebeple GRECO, yolsuzlukla mücadele alanında ülkelerin ulusal mevzuatlarındaki yetersizlikleri ve eksiklikleri inceliyor; gerekli yasal, kurumsal düzenlemelerin yapılmasını ve reformların hayata geçirilmesi süreçlerine katkıda bulunuyor6. Türkiye’nin, 1 Ocak 2004 tarihinden bu yana GRECO üyesi olduğunu da belirtelim. 51 Hiç şüphesiz AB’nin yolsuzluklarla mücadele stratejisi, Stockholm Programı ve Avrupa Komisyonu ile GRECO arasındaki iş birliğiyle sınırlı değil. Zaman içerisinde AB müktesebatında da yolsuzluklarla mücadele konusunda önemli adımlar atılmış ve Birliğin bu alandaki yetkinliği pekiştirilmiştir. Bu çerçevede atılan adımlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir; O 1997 tarihli Organize Suçla Mücadele İçin Eylem Planı ile yolsuzluğa karşı kapsamlı bir politika oluşturulmuştur; O 1998 tarihli Viyana Eylem Planı ile yolsuzluk, organize suç kapsamına alınmış, yolsuzluk suçlarının ve buna verilecek cezaların asgari şartları belirlenmiştir; O 2000 tarihli Organize Suçların Önlenmesi ve Kontrolüne İlişkin Milenyum Stratejisi ile yolsuzluğa karşı daha genel ve kapsamlı bir AB politikası geliştirilmesi hedeflenmiştir; O 2003 tarihinde, AB üyesi, aday olan ülkeler ve üçüncü ülkelerde yolsuzlukla mücadelenin güçlendirilmesine ilişkin 10 temel ilke belirlenmiştir; O 2011 tarihli, “AB’de Yolsuzlukla Mücadele” başlıklı Avrupa Komisyonu Bildirisi ile yolsuzlukla mücadeleye düzenli bir değerlendirme mekanizmasının kurulmasına karar verilmiştir. AB’DE YOLSUZLUKLA MÜCADELEDE SON DURUM Yolsuzlukla mücadele alanında AB’de var olan kapsamlı yasal ve idari düzenlemelere karşın, AB üye ülkelerinin yolsuzluk karnesine bakıldığında, parlak bir tablo ile karşılaşmak mümkün değil. Avrupa Komisyonu’nun 3 Şubat 2014 tarihinde açıkladığı, Birliğin ilk Yolsuzlukla Mücadele Raporu’na göre, yolsuzluk, AB çapında neredeyse tüm üye ülkelerde görülen bir durum; ancak yolsuzluğun boyutları, ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor7. Raporda AB çapında yolsuzluk ile ilgili şu temel tespitler yer alıyor: 1. Denetim Mekanizmaları: a. Üye ülkeler arasında yolsuzluğu engellemeye yönelik politikalar (etik kurallar, bilinç artırma faaliyetleri, kamu yararına bilgilere kolay erişim gibi) kapsamında ciddi farklılıklar mevcut. Kimi üye ülkeler sıkı politikalar uygulamak suretiyle yolsuzlukla etkin mücadele ederken, kimi üye ülkelerin söz konusu politika ve önleyici tedbirleri uygulamada sınırlı düzeyde kaldıkları görülüyor. b. Birçok üye ülkede, özellikle yerel düzeyde kamu kurumlarının iç ve dış denetim mekanizmaları aracılığıyla takibi konusunda ciddi sıkıntılar mevcut. c. Çıkar çatışmasına ilişkin kurallar konusunda AB üye ülkeleri arasında büyük farklar mevcut olmakla birlikte, özellikle çıkar çatışmalarının beyanının kontrolüne ilişkin mekanizmalar yetersiz. Çıkar çatışmalarının ihlali durumlarında ise, mevcut ceza ve yaptırımlar uygulanmıyor. 2. Kovuşturma ve Cezalandırma: a. Neredeyse tüm üye ülkelerde yolsuzluğu suç sayan yasal düzenlemeler mevcut olmakla birlikte, söz konusu yasal düzenlemeler Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler ve mevcut AB müktesebatı ile uyumlu halde. Ancak başta, özel sektörde yolsuzlukla mücadele edilmesini içeren 2003/568/JHA Sayılı Çerçeve Kararı olmak üzere, bir takım AB düzenlemelerinin ulusal mevzuatlara aktarımında sorunlar yaşanıyor. Kimi üye ülkeler, söz konusu yasal düzenlemeleri, ulusal mevzuatlarına farklı düzeylerde aktardıkları görülüyor. b. Yolsuzlukların kovuşturulması ve cezalandırılması konularında AB üye ülkeleri arasında ciddi uygulama farklılıkları bulunuyor. Kimi üye ülkeler yolsuzluk davalarının kovuşturulması ve cezalandırılmasında sert tedbirlere başvururken, kimi üye ülkelerde yolsuzluk soruşturmalarının çok uzun sürdüğü ve sonuçlandırılmadığı görülüyor. c. Yolsuzluğa ilişkin ulusal istatistikler konusunda birçok üye ülke ciddi eksiklik yaşarken, kimi üye ülke ulusal parlamentolarında mevcut olan milletvekili dokunulmazlığı sebebiyle, yolsuzlukla mücadelede ciddi sıkıntılar yaşanıyor. 3. Siyasi Boyut: a. Siyasi hesap verebilirlik, birçok üye ülke için önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Merkezi ve yerel yönetimlerde siyasi partilerin birçoğunda etik kurallar konusunda eksiklikler var. b. Siyasi partilerin finansmanı konusunda, her ne kadar birçok üye ülkede yasal mevzuat uygulamada olsa da, siyasi partilerin yasa dışı finansmanına ilişkin engelleyici tedbirler, AB çapında kısıtlı düzeyde uygulanabiliyor. AB’DE YOLSUZLUKLA MÜCADELEDE RSKL ALANLAR Raporda yer verilen bir diğer önemli bilgi ise yolsuzlukla mücadele kapsamında AB çapındaki riskli alanlar. Rapora göre, üye ülkelerde genelde yerel yönetimler düzeyinde yolsuzluk çok daha yaygın durumda. Özellikle iç ve dış denetim mekanizmalarının yerel düzeyde etkin olarak kullanılamadığı görülüyor. Bir başka çıktı ise, yolsuzluğun yaygınlaştığı sektörlere ilişkin: Rapora göre birçok üye ülkede kentsel kalkınma, inşaat ve sağlık hizmetleri alanlarında yolsuzluk, diğer alanlara göre çok daha fazla görülüyor. Kamu kurumları ve kamunun sahip olduğu kuruluşlarda yolsuzluğun çok daha büyük boyutlarda gerçekleşiyor olması ise Raporun bize söylediği bir diğer önemli bilgi. Rapor ve AB resmi istatistik kurumunun verileri birlikte analiz edildiğinde, ortaya çıkan sonuç ise şu: Aday ülkelerde de olduğu gibi, AB üye ülkelerinin yolsuzlukla mücadelesi, beklenen seviyede değil. Dolayısıyla üye ülkeler, Avrupa Komisyonu ve diğer Avrupalı kurumlara, AB içinde yolsuzluğun önlenmesi ve cezalandırılması konusunda çok daha fazla iş düşüyor. 7 Avrupa Komisyonu, Yolsuzlukla Mücadele Raporu, 2014, http:// ec.europa.eu/anti-corruptionreport 52 NCELEME Av. Sevde Pelen, Fırat İzgi Avukatlık Ortaklığı YEN TÜKETC HAKLARININ KORUNMASI HAKKINDAK KANUN’UN GETRD DEKLKLER 28 Kasım 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan ve bu tarihten altı ay sonra yürürlüğe girecek olan 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, yürürlükten kalkacak olan 7487 Sayılı Kanun’un bazı hükümlerinde çeşitli değişiklikler yapmakla kalmayıp, yürürlükteki Kanun’da yer almayan yeni düzenlemeler de getiriyor. Bu değişikliklerin ve yeni düzenlemelerin etki alanı tüketicilerle sınırlı kalmıyor; satıcı, sağlayıcı, ithalatçı, üretici ve benzeri sıfat ile tüketici ile yapılan sözleşmelerin karşı tarafını oluşturan gerçek ve tüzel kişilerin parçası olduğu birçok sektörü de kapsıyor. 19 65 53 Y eni Kanun’da tüketici, ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi olarak tanımlanmış ve uzun süredir uygulamada tartışma konusu olan tüketici işlemi kavramı yeniden ele alınarak genişletilmiştir. Yeni kanuna göre tüketici işlemi, mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere, ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere, her türlü sözleşme ve hukuki işlemdir. Bu tanım ile, yürürlükteki Kanun’un yaratmış olduğu, tacirlerin ticari faaliyetleri dışındaki kullanımlarına ilişkin aldıkları mal ve hizmetlerin tüketici işlemi olarak tanımlanıp tanımlanmayacağına ilişkin tartışmalara da son verilmiştir. Yeni Kanun, tekrardan kaçınmak maksadı ile, tüketici sözleşmelerinde uygulanacak temel ilkeleri tek bir maddede düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre, yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüm tüketici sözleşmeleri en az 12 punto büyüklüğünde, anlaşılabilir bir dilde, açık, sade ve okunabilir bir şekilde düzenlenecek olup, bu sözleşmelerin bir nüshası kâğıt üzerinde veya kalıcı veri saklayıcısı ile tüketiciye verilecektir. Sözleşmede yer alan bir hükmün açık ve anlaşılır olmaması veya birden çok anlama gelmesi halinde, bu hüküm, tüketicinin lehine yorumlanacaktır. CAYMA HAKKI SÜRES UZATILDI Cayma hakkı süresi her tüketici sözleşmesi için ayrı ayrı düzenlenmekte olup, bu süre, yürürlükteki Kanun’da genel olarak yedi gündü. Yeni Kanun ile cayma hakkı süresi uzatılmıştır. Tüketicinin, 14 gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin ön ödemeli konut satış sözleşmesinden, devre tatil ve uzun süreli tatil sözleşmelerinden, tüketici kredisi sözleşmelerinden, mesafeli sözleşmelerden ve iş yeri dışında kurulan sözleşmelerden cayma hakkına sahip olması hedeflenmiştir. Bu süre, taksitle satış sözleşmelerinde ise yedi gün olarak kalmıştır. Yeni Kanun ile temerrüt hali dâhil olmak üzere, bileşik faiz uygulanmasının yasaklanması da hedeflenmektedir. Ayıplı mala ilişkin olarak, yeni düzenlemeye göre, teslim tarihinden itibaren altı ay içinde ortaya çıkan ayıpların, teslim tarihinde var olduğu kabul edilecek ve malın ayıplı olmadığının ispat yükünün, satıcıya ait olduğu sonucuna ulaşılacaktır. Tüketicinin, malın teslim veya hizmetin ifa tarihinden itibaren 30 gün içerisinde ayıbı satıcıya veya sağlayıcıya bildirme yükümlülüğü yeni Kanun ile kaldırılacaktır. İkinci el satışlarda da satıcının ayıplı maldan sorumluluğu, yeni Kanun ile düzenlenmiş olup, bu süre bir yıldan, konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda ise üç yıldan az olamayacaktır. TÜKETC KREDLERNDE YENLKLER Tüketici kredisi sözleşmelerinde faiz oranına ilişkin yeni düzenlemeler getirilmiştir. Bu yeni düzenlemeler ışığında, belirli süreli tüketici kredisi sözleşmelerinde faiz oranı sabit olarak belirlenecektir ve sözleşmenin kurulduğu tarihte belirlenen bu oran, tüketici aleyhine değiştiri- 54 NCELEME lemeyecektir. Ayrıca, tüketici kredisi sözleşmelerinde akdî faiz, efektif yıllık faiz veya kredinin toplam maliyetinin yer almaması durumunda, kredi tutarı faizsiz olarak sözleşme süresinin sonuna kadar kullanılacak; efektif faiz oranı olduğundan düşük gösterilmişse, kredinin toplam maliyetinin hesaplanmasında esas alınacak akdî faiz oranı, düşük gösterilen efektif faiz oranına uyacak şekilde yeniden belirlenecektir. Bu hâllerde ödeme planının, yapılan değişikliklere göre yeniden düzenlenmesi hedeflenmektedir. Borcun tamamının ifasını talep edebilmek için gerekli muacceliyet uyarısının süresi uzatılmıştır. Tüketici kredisi sözleşmelerinde tüketicinin temerrüde düşmesi halinde, kredi veren, uygun şartların varlığında borcun tamamının ifasını talep edebilmesi için yürürlükteki Kanun’a göre en az bir hafta süre vererek muacceliyet uyarısında bulunmak zorundayken, bu süre yeni Kanun ile 30 güne çıkartılmıştır. Yeni Kanun, tüketici kredisi ile paralellik gösteren “bağlı kredi” terimini ilk kez kullanmış ve ayrı bir madde ile bağlı kredileri düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre, tüketici kredi sözleşmelerindeki bağlı kredilerde mal veya hizmet, hiç ya da gereği gibi teslim veya ifa edilmez ise, satıcı, sağlayıcı ve kredi veren, tüketicinin satış sözleşmesinden dönme veya bedelden indirim hakkını kullanması hâlinde müteselsilen sorumlu olacaktır. Tüketicinin bedelden indirim hakkını kullanması hâlinde, bağlı kredi de bu oranda indirilecek ve ödeme planı buna göre değiştirilecektir. Tüketicinin sözleşmeden dönme hakkını kullanması hâlinde, o güne kadar yapmış olduğu ödemenin iadesi hususunda 19 65 satıcının, sağlayıcının ve kredi verenin müteselsilen sorumlu olduğu sonucuna ulaşılması arzu edilmektedir. Banka hesabına ilişkin yeni düzenlemeler getirilmiştir. Yeni Kanun’un getirdiği düzenlemeye göre, süreli kredi sözleşmesine veya konut finansmanı sözleşmesine ilişkin bir hesap açılması ve bu hesaptan sadece kredi ile ilgili işlemler yapılması durumunda, tüketiciden bu hesaba ilişkin herhangi bir isim altında ücret veya masraf talep edilemeyecektir. Bu hesap, tüketicinin aksine yazılı talebi olmaması hâlinde, kredinin ödenmesi ile kapanacaktır. Yeni Kanun, tüketicinin açık talimatı olmaksızın, belirli süreli kredi sözleşmesi veya konut finansmanı sözleşmesi ile ilişkili bir kredili mevduat sözleşmesinin de yapılmasının önüne geçmeyi hedeflenmektedir. Yeni Kanun’un getirdiği önemli diğer bir değişiklik ise kredi kartlarına ilişkindir. Yeni düzenlemeye göre, kart çıkaran kuruluşlar, tüketicilere yıllık üyelik aidatı ve benzeri isim altında ücret tahsil etmedikleri bir kredi kartı türü sunmak zorunda olacaktır. Banka ve benzeri kuruluşların tüketiciden alacakları ödemeler de, yeni Kanun ile düzenlenmiş; bankalar, tüketici kredisi veren finansal kuruluşlar ve kart çıkaran kuruluşlar tarafından tüketiciye sunulan ürün veya hizmetlerde, tüketiciden faiz dışında alınacak her türlü ücret, komisyon ve masraf türlerinin, bunlara ilişkin usul ve esasların Bakanlığın görüşü alınarak ve tüketiciyi koruyacak şekilde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından belirleneceği öngörülmüştür. 55 Yeni Kanun, yapı ruhsatı alınmadan, tüketicilerle ön ödemeli konut satış sözleşmesinin yapılmasının önüne geçmeyi de hedeflemektedir. Yeni düzenlemeye göre, bu sözleşmenin kurulmasından en az bir gün önce, Bakanlıkça belirlenen hususları içeren ön bilgilendirme formu tüketicilere verilecektir. Ayrıca satıcı, ancak Bakanlıkça projedeki konut adedi ya da projenin toplam bedeli kriterine göre belirlenecek büyüklüğün üzerindeki projeler için ön ödemeli konut satışına başlayabilecektir. Devir veya teslim süresi ise sözleşme tarihinden itibaren 36 ayı geçemeyecektir. Yürürlükteki Kanun, sadece devre tatili sözleşmesinin unsurlarını belirten bir tanımlama yaparak, usul ve esasların Bakanlıkça belirlendiğini belirtmektedir. Yeni Kanun ise, devre tatil sözleşmesine ek olarak, uzun süreli tatil hizmeti sözleşmesini de aynı madde içinde düzenlemiş ve bu madde içinde birçok ayrıntıya yer vermiştir. Önceden, en az üç yıl süreli olması gereken devre tatil sözleşmelerinin, sadece bir yıldan uzun süreli olması yeterli olacaktır. Devre tatile konu taşınmazın inşa edileceği arsa için yapı ruhsatı alınmadan tüketicilerle ön ödemeli devre tatil sözleşmesi yapılamayacaktır. Tüketicilere devre tatil, uzun süreli tatil hizmeti ve değişim sözleşmeleri kurulmadan en az bir gün önce Bakanlıkça belirlenen hususları içeren ön bilgilendirme formu verilecektir. Devre tatil amaçlı taşınmazın ön ödemeli satışında devir ve teslim süresi, sözleşme tarihinden itibaren 36 ayı geçmeyecektir. Yeni Kanun’a göre, paket tur sözleşmesinin kurulmasından önce tüketiciye ön bilgilendirme amaçlı broşür verilmesi zorunlu olacaktır. Yeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile belirli süreli abonelik sözleşmelerine, sözleşmenin belirlenen süre kadar uzayacağına ilişkin hükümler konulamayacaktır. Abone- lik sözleşmesinin uzamasının tek yolu, sözleşmenin sona ereceği tarihe kadar tüketicinin talepte bulunması ve onay vermesi olacaktır. Ayrıca tüketiciye, belirsiz süreli veya süresi bir yıldan uzun olan belirli süreli abonelik sözleşmesini herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin istediği zaman feshetme hakkı tanınmıştır. Satıcı veya sağlayıcı, abonelik sözleşmesinin tesis edilmesini sağlayan yöntemden daha ağır koşullar içeren bir fesih yöntemi belirleyemeyecektir. Tüketici Haklarının Korunması Hakkında Kanun’da yeni bir terim olan “piramit satış”, yeni Kanun ile ayrı bir maddede düzenlenerek piramit satış sisteminin kurulması, yayılması veya tavsiye edilmesi yasaklanmış, böylece kapıdan kapıya satışın kötüye kullanılmasının önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Yeni Kanun’da, kapıdan satış yerine onu da içine alan iş yeri dışında kurulan sözleşmelerin düzenlenmesi ile yetinilmiş ve bu sözleşmelerin Bakanlık tarafından yetkilendirilmiş satıcı veya sağlayıcılar tarafından kurulacağı belirtilmiştir. İndirimli satışlarda fiyat etiketinde nelerin gösterilmesi gerektiğini de yeni Kanun’da şu şekilde listelemiştir: İndirimli satışa konu edilen mal veya hizmetlerin indirimli satış fiyatı, indirimden önceki fiyatı, tarife ve fiyat listeleri. Tüm bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, yeni Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, basit birkaç değişiklikle sınırlı kalmamış ve etki alanı birçok sektörü kapsayan geniş bir alana yayılmıştır. Ayrıca, hem Türk mevzuatında yeni olan terimler kullanılmış hem de kimi düzenlemelerin kapsamı genişletilmiştir. Kısacası Kanun güncellenerek, günümüz ihtiyaçlarına cevap verecek duruma getirilmeye çalışılmıştır. 56 GÜNCEL BABAKAN ERDOAN ALMANYA’YA RESM BR ZYARET GERÇEKLETRD 19 65 57 Z iyaret sırasında, önce Berlin’deki Alman Dış Politika Cemiyeti’nde bir konuşma yapan Başbakan Erdoğan, 2014 yılının Türkiye-AB ilişkileri bakımından tarihi bir yıl olacağını belirtti. Ardından, çalışma yemeğinde Almanya Şansölyesi Angela Merkel ile bir araya gelen Başbakan Erdoğan, mevkidaşının davetine icabet etmekten duyduğu mutluluğu dile getirdi ve Almanya’da Aralık ayında kurulan koalisyon hükümetine başarılar diledi. Çeşitli konularda görüş alışverişinde bulunan liderlerin gündeminde, Türkiye-AB ilişkileri öncelikli maddelerden birisiydi. Konuyla ilgili olarak, AB sürecine vermiş oldukları destek sebebiyle Almanya’ya teşekkür eden ve bunun artarak devamını özellikle rica ettiğini belirten Başbakan Erdoğan, önümüzdeki dönemde GKRY tarafından bloke edilen başlıklar arasında yer alan 23 ve 24’üncü başlıkların açılmasının önemine dikkat çekti. Bu konuda Şansölye Merkel’in desteğini isteyen Erdoğan, Türkiye ve Almanya’yı, “AB’nin hem stratejik hem de ekonomik konularda küresel Başbakan Erdoğan, 3-4 Şubat 2014 tarihlerinde, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in daveti üzerine Almanya’ya resmi bir ziyarette bulundu. düzeyde oynayacağı rolü güçlendirebilecek iki ülke” olarak tanımladı. Görüşmede, Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanmasının ardından yürütülecek vize muafiyeti müzakerelerinde Almanya’nın yapıcı ve destekleyici tutumunu bundan sonra da sergilemesini arzu ettiğini ifade eden Başbakan Erdoğan, Türkiye ile Almanya arasındaki verimli iş birliğinin yeni hükümet döneminde de güçlenerek süreceğine inandığını vurguladı. Türkiye’nin AB üyelik süreciyle ilgili olarak, göreve geldiği günden beri aynı mesajı veren Şansölye Merkel ise, sürecin ucunun açık olduğunu vurguladı ve katılım müzakerelerinin sürdürülmesinin önemine dikkat çekti. Hatırlanacağı üzere, Türkiye’nin AB katılım müzakerelerinde en fazla başlık, Almanya’nın AB Dönem Başkanlığı sırasında açılmıştı. Erdoğan-Merkel görüşmesinde üzerinde durulan önemli konulardan bir diğeri de Suriye meselesi oldu. Suriye konusunda Cenevre I ve Cenevre II görüşmelerinde istenilen sonuca ulaşılamadığını hatırlatan liderler, mevcut durumu masaya yatırarak, önümüzdeki dönemde atılacak adımları görüştüler. Türkiye’de 700 bine yakın sığınmacı olduğunu belirten Başbakan Erdoğan, bugüne kadar 2,5 milyar dolara yakın harcama yapıldığına, BM’den gelen harcamaların ise ancak 130 milyon doları bulduğuna dikkat çekti. Almanya’da yaşayan üç milyon nüfuslu Türk toplumunun çeşitli sorunlarını teati etme fırsatı yakaladıklarına da değinen Başbakan Erdoğan, Federal Parlamento’da 11 Türk kökenli milletvekilinin yer almasını ve Göç, Mülteciler ve Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanlığı makamına ilk kez Türk kökenli Sosyal Demokrat Parti milletvekili Aydan Özoğuz’un atanmış olmasını memnuniyetle karşıladığını belirtti. Bu siyasetçilerin başarı hikâyelerinin genç nesillere ilham kaynağı olacağını söyleyen Erdoğan, Alman makamlarıyla Türkiye’deki Yüksek Seçim Kurulu arasındaki mutabakat sonrasında, yedi ayrı noktada, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi ilk olmak üzere Almanya’daki Türk vatandaşlarının oy kullanma şansı olacağının müjdesini verdi. Erdoğan-Merkel görüşmesinde ayrıca Almanya ile Türkiye arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler, çifte vatandaşlık, turizm, enerji güvenliği, 2014 Türk-Alman Bilim Yılı ve TürkAlman Üniversitesi konuları da ele alındı. Başbakan Erdoğan, mevkidaşı Angela Merkel’den sonra Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier ile de bir araya gelerek bölgede ve uluslararası alanda öne çıkan sorunlar konusunda görüş alışverişinde bulundu. Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier, Başbakan Erdoğan ile görüşmesinden bir gün önce de Ahmet Davutoğlu ile bir araya gelmiş, görüşmenin ardından Almanya olarak Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinde ilerleme sağlamaya çalışacaklarını, insan hakları ve adalet konularını kapsayan 23 ve 24’üncü başlıkların üzerindeki engellerin kaldırılması için AB nezdinde girişimde bulunacaklarını söylemişti. Konuyla ilgili olarak, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, düzenlenen ortak basın toplantısında, son dönemde Türkiye-AB ilişkilerinde ciddi bir canlanma olduğunu vurgulamış ve yeni başlıkların açılmasının beklendiğini kaydetmişti. 58 GÜNCEL UKRAYNA’DA SYAS DEPREM 82 kişinin ölümüne yol açan ve üç aydır devam eden gösteri ve çatışmalar sonrasında, Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukoviç görevinden azledildi: Ukrayna Parlamentosu, 22 Şubat 2014’te yapılan oturumda, üçte ikinin üzerinde bir çoğunluk ile Cumhurbaşkanı Yanukoviç’i görevden azletti. Parlamento, Ceza Kanunu’nda da değişiklik yaparak, eski Başbakan Yuliya Timoşenko’nun hapisten salıverilmesini onaylarken, Ukrayna Demokratik İttifakı lideri Vitali Klitschko, amaçlarının Ukrayna’yı modern bir Avrupa devleti yapmak olduğunu söyledi. Ukrayna’nın, nüfusun çoğunluğunun Rusça konuştuğu doğu bölgeleri ise Cumhurbaşkanı Yanukoviç’e bağlılıklarını ilan ediyor ve bölgelerini yerel idarelerin yöneteceğini açıklıyor. H atırlanacağı üzere, 21 Şubat tarihinde, üç AB dışişleri bakanının arabuluculuğu ile Cumhurbaşkanı ve muhalefet arasında bir barış anlaşması imzalanmıştı. Anlaşma, erken seçim ve Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kısıtlayan 2004 Anayasası’na dönülmesini içeriyor ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 25 Mayıs’ta yapılması planlanıyor. Parlamento kararı ile özgürlüğüne kavuşan eski Başbakan Yuliya Timoşenko Maidan Meydanı’nda göstericilere seslenirken, Kiev’i terk eden Yanokoviç ise 19 65 olayları bir darbe olarak nitelendirdi ve 1930’larda Nazilerin iktidara gelmesine benzetti. 46 milyon nüfusa sahip olan ve özellikle Rusya’dan Avrupa’ya doğal gaz ihracatında transit ülke konumunda bulunan Ukrayna’nın bölünmesi endişeleri karşısında AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton da bir bildiri yayımladı ve AB’nin Ukrayna’da herkesin ülkenin birliği, egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü koruyacak şekilde sorumlu davranmasını beklediğini kaydetti. 59 AB, UKRAYNA’YA YAPTIRIM UYGULAMA KARARI ALDI Diğer yandan, 20 Şubat’ta toplanan AB Dışişleri Bakanları, Ukrayna’da şiddetten sorumlu olan ve orantısız güç kullananlara karşı yaptırım uygulama kararı aldı. Yaptırıma yönelik önlemler arasında banka hesapları ve varlıkların dondurulması, şiddet ve insan hakları ihlallerinin sorumluları için vize yasağı ve halka karşı kullanılabilecek teçhizatla ilgili ihracat izinlerinin askıya alınması yer alıyor. AB Dışişleri Bakanları toplantısının sonuçlarında, Ukrayna’da giderek kötüleşen durum ile ilgili duyulan endişe de ifade edildi ve şiddetin durdurulması, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı gösterilmesi ve insan hakları ihlallerinin hızla araştırılması çağrısında bulunuldu. Hükümete, azami derecede temkinli davranılması; muhalefete ise şiddet ve radikal eylemlere karışanlara karşı mesafeli bir tutum almaları telkin edildi. Bakanlar ayrıca, Ukrayna’daki siyasi krize kalıcı bir çözüm bulunmasının anayasal reforma, yeni bir kapsayıcı hükümetin kurulmasına ve demokratik seçimlerin yapılabilmesi için uygun koşulların hazırlanmasına bağlı olduğunu belirtti. AB’nin, reform sürecinde Ukrayna’ya destek vermeye hazır olduğu; siyasi ortaklık ve ekonomik entegrasyon önerilerinin hâlâ geçerli olduğu; Ortaklık Anlaşması’nın ABUkrayna iş birliğindeki son nokta olmayacağı; AB’nin, AB ve Ukrayna arasında insani temasları artırmaya bağlı olduğu ve bu amaçla vize kolaylaştırma anlaşmasının sunduğu olanakların kullanılması gerektiği hatırlatıldı. AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ise yaptığı açıklamada, “Durumun yatıştırılması ve siyasi bir çözüm bulunması için tüm taraflara içerici ve anlamlı bir diyaloğa girmeleri çağrısında bulunuyoruz. Bu diyaloğun başlatılmasında esas sorumluluk Cumhurbaşkanı Yanukoviç’tedir” dedi. Bu arada, Rusya ile diplomatik diyaloğun devam ettiği, ABD ile atılan adımların koordine edildiği de bildiriliyor. Toplantıdan önce Almanya, Polonya ve Fransa Dışişleri Bakanları, hükümet karşıtı gösterilerin sürdüğü Ukrayna’nın başkenti Kiev’de, Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç ve muhalefet liderleriyle görüştü; Kiev’de bulunan Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Grigoriy Karasin ise AB yetkililerinin Ukrayna’dan talepte bulunmalarının uygun olmayacağı uyarısında bulundu. Ülkedeki protestolar, geçtiğimiz Kasım ayında Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in AB ile imzalanması planlanan Ortaklık Anlaşması’nı askıya alıp Rusya ile daha yakın ilişkileri tercih etmesinden sonra başlamıştı. 60 GÜNCEL CENEVRE II GÖRÜMELERNDE KNC TURA GEÇLD 22 Ocak 2014 tarihinde İsviçre’nin Montrö kentinde başlayan ve 25 Ocak’ta Cenevre’de devam eden Cenevre II görüşmelerinin ilk turu, 31 Ocak 2014 tarihinde sona erdi. Görüşmelerin ikinci turu ise 10 Şubat’ta başladı. B irleşmiş Milletler (BM) ve Arap Ligi Ortak Özel Temsilcisi Lahdar Brahimi, görüşmelerin birinci turunun sona ermesinin ardından yaptığı açıklamada, sekiz gün süren görüşmelerde taraflar arasında kayda değer bir ilerleme sağlanamadığını ifade etti ve Şam yönetimi ile muhalefet arasında kilit öneme sahip konularda ayrılıkların sürdüğünü belirtti. Brahimi, Şam yakınlarındaki Yermuk’ta bulunan Filistinli mültecilerin kaldığı kampa insani yardım ulaştırılmasının iyi bir haber olduğunu kaydetti, ancak çok daha fazlasına ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekti ve BM’nin Humus’taki merciler ve Şam yönetimi ile insani yardım konusunda görüşmelerini sürdüreceğini belirtti. Brahahimi, ilk tur görüşmelerin tamamlanmasına ilişkin yaptığı açıklamada, Cenevre II Konferansı’nın ilk turunda Suriye yönetimi ve Suriye muhalefetinin savaşı sonlandırmak 19 65 ve krize siyasi bir çözüm bulunması amacıyla ilk kez bir araya geldiklerini belirtti. Montrö’de bir araya gelen 40’ı aşkın devlet, BM ve üç bölgesel kuruluş temsilcisinin, Suriye halkının acılarının dindirilmesi için bir araya geldiklerini ve tarafları Suriye halkının taleplerini karşılamaya ve 30 Haziran 2012 tarihli Cenevre Bildirisi’ni tam anlamıyla uygulamaya çağırdıklarını ifade etti. Hatırlanacağı üzere, 30 Haziran 2012 tarihinde yapılan ve Cenevre II görüşmelerinin temelini oluşturan Cenevre I Bildirisi’nde tarafların “karşılıklı rızasına dayalı, tüm icra yetkilerini elinde bulunduracak bir geçiş hükümeti” kurulması konusunda mutabakat sağlanmıştı. Bu çerçevede, Cenevre II görüşmelerinde Suriye’de süren iç savaşın sonlanması amacıyla şiddet olaylarının durdurulması, insani yardım koridorlarının açılması ve Suriye’de bir geçiş hükümetinin kurulması sürecini başlatarak soruna siyasi çözüm bulunması amaçlanıyor. 61 Brahimi, görüşmelerin zorlu bir şekilde başladığını ancak tarafların zamanla aynı ortamda bulunmaya alıştığını; kendi pozisyonlarını sunduklarını ve birbirilerini dinlediklerini kaydetti. Brahimi, sürecin oldukça yavaş ilerlediğine ancak buna karşın mütevazı da olsa taraflar arasında ortak bir zemin bulunduğuna ve bunun ilerletebileceğine dikkat çekti. Siyasi çözüm yolunda, tarafların Cenevre Bildirisi’nin eksiksiz uygulanması konusunu ele aldıklarını; Suriye’nin geleceğine ilişkin vizyonlarını ve bu vizyona Cenevre Bildirisi’nin uygulanması yoluyla nasıl ulaşılabileceğini anlattıklarını kaydeden Brahimi, daha sonra terörle mücadele başta olmak üzere tüm şekilleriyle şiddetin sonlandırılması konusunu ve tüm yürütme yetkisini kullanacak geçiş hükümeti konusunu ele aldıklarını kaydetti. Taraflar arasındaki uçurumun büyük olduğunu belirten Brahimi, buna karşılık ortak bir zeminin bulunduğunu vurguladı. Brahimi’ye göre, Suriye yönetimi ve muhalefet arasında ortak zemin bulunan konular şu şekilde: O Her iki taraf da Suriye’de siyasi bir çözüme yönelik Cenevre Bildirisi’nin eksiksiz uygulanması konusuna bağlı. O Her iki taraf da Cenevre Bildirisi’nin eksiksiz uygulanması için, çatışmaların kalıcı ve kapsamlı bir şekilde sonlandırılması ve tüm yürütme yetkilerine sahip bir Geçiş Yönetimi ve ulusal diyalog, anayasanın gözden geçirilmesi ve seçimler başta olmak üzere bunu takiben atılacak adımlar konusunda anlaşmaya varmaları gerektiğini biliyor. O Her iki taraf da çatışmanın, halkın kabul edilemez derecede acı çekmesine yol açtığını anlıyor ve şiddetin bir an önce sonlandırılması gerektiğini kabul ediyor. O Her iki taraf da Suriye’nin geleceğinin doğrudan veya dolaylı bir dış müdahale olmaksızın ancak ve ancak Suriye halkı tarafından barışçıl yollardan belirlenebileceğine inanıyor. O O O O O O Her iki taraf da Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün korunmasına ve Suriye’nin bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerektiğine bağlı ve toprak kaybının kabul edilemez olduğunu düşünüyor. Her iki taraf da ülke için Suriye’deki halkın çeşitliğini, kültürel ve tarihi geleneklerini, hoşgörü ve uyum kültürünü yanıtsan bir gelecek öngörüyor. Her iki taraf da Suriye halkının, yönetişimin şeffaf ve hesap verebilir olduğu ve insan hakları ile hukukun üstünlüğüne dayalı olduğu gerçek anlamda demokratik bir Suriye istediklerini anlıyor. Her iki taraf da Suriye halkının insani durumunun ihtiyaca dayalı olarak bir an önce ele alınması gerektiğini anlıyor. Her iki taraf da tüm devlet kurumları ve kamu hizmetlerinin işleyişi ve reformu ile birlikte Suriye’deki tüm halkın emniyet ve güvenliğinin korunması ve garanti altına alınması gerektiğini kabul ediyor. Her iki taraf da aşırıcılık ve terörizmi kesinlikle reddettiklerini ifade ediyor. Bunun kendi değerlendirmesi olduğunu kaydeden Özel Temsilci Brahimi, bir sonraki görüşmelerinde tarafların bu ortak zemini daha ileriye götürebilmelerini ümit ettiğini ifade etti. Tarafların görüşülen konularda ve Cenevre Bildirisi’nin diğer tüm yönleriyle ilgili ayrıntılı pozisyonlarını belirlemeleri için görüşmelere ara verildiğini kaydetti. Cenevre görüşmelerinin birinci turunda öncelikle insani yardımların özellikle kuşatma altındaki Humus’a ulaştırılması ele alınmıştı. Bu sırada, Humus’ta üç günlük bir ateşkes sağlanarak 600 civarında sivil tahliye edildi. Cenevre II görüşmeleri kapsamında, 10 Şubat 2014 tarihinde başlayan ikinci tur görüşmelerinde Suriye’deki bazı bölgelere insani yardımın ulaştırılması için kısmi ateşkes ilan edilmesi konusunun ele alınması bekleniyor. 62 GÜNCEL YARATICI AVRUPA PROGRAMI Avrupa’daki kültür, sinema, televizyon, müzik, edebiyat, sahne sanatları, kültür mirası ve ilgili alanlar, Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilen, Avrupa Komisyonu’nun yeni programı “Yaratıcı Avrupa” ile daha da çok destek bulacak. Önümüzdeki yedi yıl için ayrılan 1,46 milyar avroluk bütçesiyle Program, istihdam ve büyümeye büyük katkısı olan kültür ve yaratıcı sektörler için önemli bir itici güç olacak; Yaratıcı Avrupa ile en az 250 bin sanatçı ve kültür profesyoneline, 2000 sinemaya, 800 film ve 4500 edebi kitap çevirisine destek sağlanacak. Ayrıca, küçük kültürel veya yaratıcı iş girişimleri için de banka kredilerinde 750 milyon avroya kadar erişim sağlayacak yeni bir mali garanti, bu programla sunulacak. Söz konusu garanti mekanizması sadece AB üye ülkeleri için geçerli olacak ve Avrupa bankaları aracılığıyla kullanılacak. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültürel İrtibat Noktası YARATICI AVRUPA PROGRAMI’NA NEDEN HTYAÇ DUYULDU? Kültürün AB ekonomisinde büyük bir yeri bulunuyor: Araştırmalara göre kültür ve yaratıcı sektörlerin gayrisafi milli hasılada yüzde 4,5, istihdamda ise yüzde 4’lük bir payı var (8,5 milyon iş imkânı ve diğer sektörlerdeki etkisi düşünülünce bu rakam artmaktadır). Avrupa, yaratıcı sektör ürünlerinin ihracatında dünya lideri konumunda ve bu yerini koruyabilmesi adına, sektörlerin sınır ötesi iş birliğini geliştirme kapasitesini arttırmaya yönelik yatırımlar gerekiyor. Yaratıcı Avrupa Programı, bu ihtiyaca cevap vererek, yatırımı en çok etkili olacağı hedefe yöneltmeyi amaçlıyor. Yeni programda, kültür eserlerinin üretimi, dağıtımı ve bunlara erişimi temelden değiştiren küreselleşme ve dijital teknolojilerle gelen zorluklar ile beraber iş modellerinin ve gelir kaynaklarının değiştirilmesi gibi kavramlar göz önünde bulunduruluyor. Bu gelişmelerle, kültür ve yaratıcı sektörler için olanaklar da yaratılmış olacak. Program sayesinde sektördekiler bu imkânları kullanarak dijital dönüşümden faydalanabilecek ve daha çok iş ve uluslararası kariyer imkânı oluşacak. 19 65 YARATICI AVRUPA ÇN HANG ÜLKELER FON BAVURUSUNDA BULUNABLR? Yaratıcı Avrupa 28 üye ülkeye ve şartları yerine getiren Avrupa Serbest Ticaret Birliği Ülkelerine (İzlanda, Lichtenstein, Norveç ve İsviçre), üyeliğe aday ve potansiyel aday ülkelere (Karadağ, Sırbistan, eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, Türkiye, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova) ve komşu ülkelere (Ermenistan, Azerbaycan, Beyaz Rusya, Gürcistan, Moldova, Ukrayna, Cezayir, Mısır, Fas, Tunus, Ürdün, Lübnan, Libya, Filistin, Suriye ve İsrail) açık olacak. AB dışındaki ülkeler katkı payı ödeyerek programa girebilirken, bu tutar, ülkenin gayrisafi milli hasılasına ve bunun program bütçesi ile oranına göre belirlenecek. BREYLER HBE ÇN BAVURABLR M? Yaratıcı Avrupa, bireysel başvurulara açık olmayacak; ancak, kültür kuruluşlarının sunduğu projelerle 250 binden fazla sanatçı ve kültür çalışanına destek sağlanmış olacak. Bu, sonuçlara daha kolay ulaşmak ve daha kalıcı bir etki yaratmak üzere daha uygun maliyetli bir yaklaşım 63 olarak belirlendi. Komisyon’un öngörülerine göre, Yaratıcı Avrupa ile desteklenecek projeler sayesinde, doğrudan veya dolaylı olarak milyonlarca kişiye ulaşılacak. YARATICI AVRUPA TAM OLARAK NELER DESTEKLEYECEK? Desteklenen tüm projelerin sınır ötesi bir boyutu olması zorunlu. Bütçenin belli oranları Komisyon tarafından projelere hibe olarak aktarılacak; Program ayrıca, Avrupa Kültür Başkentleri, Avrupa Mirası Markası, Avrupa Miras Günleri ve beş Avrupa ödülünü (Avrupa Kültür Mirası/Europa Nostra Ödülleri, Avrupa Çağdaş Mimari Ödülü, Avrupa Edebiyat Ödülü, Avrupa Çağdaş Müzik Ödülleri (EBBAs) ve Avrupa MEDIA ödülü) de destekleyecek. PROGRAMLA HANG SORUNLARA DENLECEK? Kültür sektörü ve yaratıcı sektörler, Tek Pazar’dan yeterince faydalanamıyor. Sektörün karşılaştığı en büyük sorun, farklı gelenekler ve diller nedeniyle oluşan pazar bölünmesi: Avrupa’da 24 resmi dil, üç alfabe ve yaklaşık 60 resmi lehçe veya azınlık dili kullanılıyor. Bu çeşitlilik Avrupa’nın zengin dokusunu oluşturmakla birlikte, yazarların farklı ülkelerdeki okurlara ulaşmasında, sinema ve tiyatro izleyicilerinin yabancı oyunlara erişimlerinde, müzisyenlerin dinleyicilerle buluşmasında engeller yaratıyor. Geçen ay yapılan bir Eurobarometre araştırmasına göre (IP/13/1023), Avrupalıların yalnızca yüzde 13’ü başka ülkelerin sanatçılarının konserlerine gidiyor ve sadece yüzde 4’ü başka ülkelerin tiyatro performanslarını izleyebiliyor. İzleyici kitlesinin yaratılması ve sektörün hedef kitle ile etkileşim kapasitesine daha çok odaklanılması sayesinde, örneğin medya okuryazarlığı girişimleri veya yeni etkileşimli çevrimiçi araçlarla, ulusal olmayan eserlerin halka ulaşma imkânı artırılabilecek. YARATICI AVRUPA’NIN KÜLTÜR, MEDIA VE MEDIA MUNDUS PROGRAMLARINDAN FARKI NEDR? Yaratıcı Avrupa’da, kültür ve görsel-işitsel sektörleri ayrı ayrı destekleyen mekanizmalar tek bir büyük çatı altında birleşecek, tüm kültür ve yaratıcı sektörlere açık olacak. Ancak görsel-işitsel sektörün ve diğer kültür ve yaratıcı sektörlerin özel ihtiyaçlarına da “Kültür ve MEDIA” alt programları sayesinde cevap verilecek. Bu alt programlar, Kültür ve MEDIA programlarının geçmiş deneyimlerine dayanacak ve gelecekteki zorluklara uygun olarak düzenlenecek. Avrupalı ve uluslararası sektör çalışanlarını ve Avrupa filmlerinin uluslararası dağıtımını destekleyen MEDIA Mundus programı ise, MEDIA alt programına dâhil edilecek. Tek çerçeve altında toplanan bu programla, farklı sektörler arasındaki sinerji en yüksek seviyeye çıkarılacak ve verimlilikle gelişen kazanç artacak. KÜLTÜR ALT PROGRAMI NELER ÇERYOR? Avrupa ve Türkiye’deki sanatçıları ve kültür uygulayıcılarını destekleyecek program dört başlıktan oluşuyor: O O O O Uluslararası İşbirliği Projeleri: 250 bin sanatçı ve kültür sektörü çalışanı, sınır ötesi iş birliği için desteklenecek. Kültür çalışanlarına beceri ve bilgilerini geliştirmeleri için olanaklar sunulacak. Ağlar: Kültür oyuncularının uluslararası çalışabilme kapasitesini güçlendirmek için networkler (ağlar) desteklenecek. Platformlar: Yeni platformlar sayesinde yeni yetenekler sahne bulacak ve Avrupa çapında kültürel ve sanatsal etkinlikler hareketlenecek. Edebiyat: 4500’den fazla edebi eserin çevirisi için hibe desteği sağlanacak. Binlerce kitapsever en sevdikleri yazarları ilk kez kendi dillerinde okuyabilecek. MEDYA ALT PROGRAMI NELER ÇERYOR? Avrupa’nın görsel-işitsel sektörlerini destekleyecek programın başlıkları; Eğitim ve sektör geliştirme desteği: O Binlerce görsel-işitsel sektör uzmanı eğitim faaliyetlerine katılacak (Türkiye dâhil). O Uzun metrajlı film, sinema için animasyon ve belgeseller, TV veya dijital platformlar desteklenecek (Türkiye dâhil değil). O Bilgisayar oyunlarının geliştirilmesi desteklenecek (Türkiye dâhil değil). İzleyici geliştirme ve festivaller: O Her yıl 80’den fazla Avrupa film festivaline destek sağlanacak. O Sinema okuryazarlığı girişimleri için sınır ötesi iş birliğine destek sağlanacak. O Başarılı Avrupa filmlerine ilgi çekmek için gösterimler düzenlenecek. 64 GÜNCEL SEKTÖRLER ARASI DZN NELER KAPSAYACAK? Bu dizinin iki ayağı olacak. Mali Garanti İmkânı, Avrupa Yatırım Fonları tarafından yönetilecek ve 2016’dan itibaren yürürlüğe girecek. Böylece, küçük işletmelerin krediye erişimi daha kolaylaşacak. Sektörler arası dizin, aynı zamanda politika yaratımında, deneysel projelerin desteklenmesinde ve görsel-işitsel sektör ile diğer kültürel ve yaratıcı sektörlerin iş birliği için çalışma, analiz ve daha iyi veri toplama konularında destek sağlayacak. Başvuru sahiplerine destek olacak Yaratıcı Avrupa Masaları da bu dizin altında oluşturulacak. 19 65 YARATICI AVRUPA NASIL YÖNETLECEK? Yaratıcı Avrupa ile sanatsal disiplinlerine bağlı olmaksızın kültür ve yaratım sektörü çalışanlarının daha basit, kolay anlaşılır ve erişilebilir biçimde, AB içindeki ve dışındaki faaliyetler için desteğe ulaşabilecek. Eğitim, Kültür ve Görsel İşitsel Ajans tarafından sürdürülen mevcut yönetim devam edecek; ancak Programa üye olan ülkelerde kurulacak Yaratıcı Avrupa Masaları, programın tanıtım ve yaygınlaştırma faaliyetlerini yürütecek. Ülkemizde, daha önce Kültür Programı’nın ulusal temsilciliğini yürüten Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Kültürel İrtibat 65 Noktası, programa katılım müzakerelerinin sonuçlanmasının ardından, Yaratıcı Avrupa Masası Türkiye olarak faaliyetlerini sürdürecek. TÜRKYE’NN MÜZAKERELER SÜRÜYOR Yaratıcı Avrupa Programı’na ülkemizin katılımına ilişkin müzakereler halen devam ediyor. Avrupa Birliği’nin takvimine istinaden 31 Ocak 2014 tarihine kadar sonuçlanması beklenen üyelik müzakerelerini, ülkemiz adına Avrupa Birliği Bakanlığı yürütürken, Programın ulusal temsilciliğini yürütecek olan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Programa yönelik hazırlıklarını halen sürdürüyor ve farklı illerde tanıtım toplantıları düzenliyor. Bu kapsamda, Programın ilk tanıtım toplantısı, 26 Aralık 2014 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Kültür ve sanat sektörü temsilcilerinin geniş katılımıyla düzenlenen toplantıda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültürel İrtibat Noktası Sorumluları Hale Ural, Hakan Tanrıöver ve Tuba Köksal Programa katılım şartlarına ilişkin detayları sektörle paylaştı. KÜLTÜR PROGRAMI 2013’TE TAMAMLANDI Avrupa Birliği Komisyonu Eğitim Kültür Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen Birlik Programları arasında yer alan Avrupa Kültür Programı, 2013 yılı itibarıyla sona erdi. Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylık müzakereleri sürerken, kültür ve sanat kuruluşlarımızın (tiyatrolar, dans grupları, yayınevleri, orkestralar, sanat galerileri, müzeler, üniversiteler, dernekler, vakıflar, belediyeler gibi) koordinatör olarak katılabildikleri ve yıllık işletme bütçelerine (Avrupa’daki ortakları ile birlikte) yüzde 50 ila yüzde 80 oranında hibe alabildikleri Avrupa Kültür Programı’nın, kültür ve sanat kuruluşlarının sürdürülebilir anlamda faydalanabildikleri tek AB hibesi olması, sektör açısından önemlidir. 2007-2013 döneminde, Avrupa Kültür Programı kapsamında Türkiye, toplam 67 proje gerçekleştirdi ve mali büyüklüğü 60 milyon 417 bin avro olan projelerde lider ve/veya ortak statüsünde yer aldı. Türkiye’den kazanan projeleri incelemek için, http://ccp.gov.tr/ccp/desteklenen-projeler/ İnternet sayfası incelenebilir. TÜRKYE’NN YARATICI AVRUPA PROGRAMI’NA KATILIMI NEDEN ÖNEML? Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu yeni dönemi, kültür sektörünün büyümesi olarak değerlendiriyor. Dünyada, sanayisi ile övünen şehirlerden yaratıcı ve yenilikçi kent kültürü oluşturmakla övünen şehirlere geçiş yapılıyor. Küresel rekabetin anahtar unsuru artık sanayi değil, yaratıcı insanlar ve yaratıcı fikirler olarak kabul ediliyor. Yaratıcılığın ve yenilikçi fikirlerin kültürel alana kanalize edilmesi sayesinde kültürel ilhamla oluşturulacak kentsel stratejiler, bu stratejileri hayata aktaran şehirleri öne çıkararak, kültürel mirasını ve sanatsal üretimini ekonomik, sosyal ve kentsel bir değer haline getiriyor. Kültürel eksenli yaratıcı kent meydana getirmek içinse, her türlü somut ve somut olmayan değeri tanımlama, kullanma ve öne çıkarmaya odaklanmak, kenti bu değerler sayesinde kalkındırmaya çalışırken aynı zamanda kentlilerin refahını yükseltmeyi amaçlamak gerekli. Diğer yandan, kültür değişmeleri, kentleri yozlaştırıcı kimi unsurları da içinde barındırıyor. Ancak, kültür değişmelerinin dönüştürücü, yenileyici, ilerlemeci karakterinin yoğun biçimde hissedildiği alanların başında gelen günümüzün birçok önemli kenti, bu değişimlerin zihinsel dönüştürücülüğünün doğal sonucu olarak, sanayinin egemen olduğu kimliğinden arınıyor ve “Yaratıcı Kent” (Creative City) modeline doğru evriliyor. Yaratıcı kültürü besleyen ve destekleyen bu kentler, yaratıcı kent kimliği üzerinden kültüre dair değişen algıyı başarıyla yöneterek, kültürün ekonominin baş aktörlerinden birisi olmasına da yol açıyor. Bunun sonucunda, yaratıcı kent kavramı, yaratıcı ekonomiyi de üretiyor ve kentlerin mimariden müziğe, plastik sanatlardan endüstriyel tasarıma, sahne sanatlarından sinemaya, kültür mirası yönetiminden geleneksel halk kültürü ürünlerine, reklâmcılık ve iletişim sektöründen gastronomiye, yayıncılıktan müzeciliğe, bilgi teknolojilerinden markalaştırma süreçlerinin yönetimine, içerik endüstrisinden fikri mülkiyet (copyright) endüstrisine değin tüm alanlarda yaratan kent modelleri inşa ediliyor. AB ülkelerinde, yaratıcı ekonomi sektörleri altı milyonu aşkın insanı istihdam etmeye başladı ve otomotiv ve kimya gibi geleneksel sektörlerden yüzde 15 daha fazla büyüme eğilimi yakaladı. Bu anlamda, 2010 yılından bu yana, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültürel İrtibat Noktası, yaratıcı endüstriler ve kültür ekonomisi konusunda çalışmalarını sürdürüyor. Bu kapsamda, TÜİK ve Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’ndan dörtlü NACE kodunda ve sektörü oluşturan firmalar bazında ciro, istihdam, girişim sayılarına ulaşılıyor. Bu durum, kültür ekonomisi kapsamında kültürün, kültürel hazinelerin, yaratıcı faaliyetlerin artık toplumların sürdürülebilir kalkınmalarını sağlayan önemli unsurlarından biri olduğu gerçeğini gösterirken, Avrupa ile entegrasyon sürecinde Yaratıcı Avrupa Programı’na ülkemizin katılımı önem kazanıyor. Yeni program “Yaratıcı Avrupa”, 2020 yılına kadar devam edecek! Daha fazla bilgiye nasıl ulaşabilirim? www.ccp.gov.tr http://ec.europa.eu/creative-europe Nasıl başvurabilirim? Avrupa Eğitim, Görsel-İşitsel ve Kültür Yürütme Ajansı: http://eacea.ec.europa.eu 66 AB VZYONERLER Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri “Avrupa’nın büyük ulusları arasında bir birliğin imkânsız olduğuna dair kanıt yoktur. Aksine, tarih bize, düşman ulusların iyi dost ve müttefik olabileceğini göstermiştir…” David Mitrany DAVID MITRANY VE LEVSELCLK David Mitrany, AB fikrinin mimarı değildir. Ancak Avrupa’nın sorunlarına bir çözüm sunan bütünleşme düşüncesi, onun teorisine dayanır. 1888-1975 yılları arasında yaşayan David Mitrany, Romanya doğumlu bir Britanyalı sosyal bilimcidir ve işlevselcilik olarak adlandırılan teorisini, 1943 yılında yazdığı “İşleyen Bir Barış Sistemi” (A Working Peace System) adlı kitabında ortaya koymuştur. İşlevselcilik yaklaşımı, özellikle 19’uncu yüzyıl sonunda giderek artan devletler arası rekabet ve çatışmaya karşın, uluslararası sistemde barışı tesis etme çabalarının bir sonucudur. Aslında pragmatik bir yöntem sunan işlevselci yaklaşıma göre, bilim ve teknolojideki gelişmeler, ekonomik ve sosyal aktivitelerin devletler tarafından tek başlarına yönetilmesini giderek güçleştirmektedir. Yani, devletlerin uluslararası iş birliğine olan gereksinimleri giderek artmaktadır. Öte yandan, yükselen milliyetçi akımlar, uluslar arasındaki rekabet, artan nüfusun yarattığı baskı, sınırlı kaynakların bölüşümünde önde olma hırsı gibi unsurlar, devletleri iş birliğinden alıkoymakta ve birbirlerine karşı güven duymalarını güçleştirmektedir. 19 65 67 İ şlevselci yaklaşım, devletlerin, teknik ve ekonomik faaliyet alanlarında tedrici ve pragmatik iş birliği sistemleri oluşturarak, zaman içinde barışçı bir dünya topluluğu oluşturabileceklerini öngörür. İşlevselcilik, güç politikasına dayanan realist yaklaşımlardan ayrılır ve devletler üzerinde bir üst otoritenin olmadığı anarşik yapıdaki dünyamızda, savaşın kader olmadığını ve işlevselci entegrasyon ile engellenebileceğini savunur. Devletler, sözü edilen teknik ve ekonomik faaliyetleri işlevsel uluslararası örgütlere devrederek, zaman içinde egemenliklerini diğer ülkeler ile paylaşmayı öğrenecektir ve bu şekilde savaş, hem istenmeyen hem de yüksek maliyeti yüzünden imkânsız olan bir alternatif haline gelecektir. İşlevselci yaklaşım, başlangıçta sınırlı teknik sektörlerde başlayacak olan entegrasyonun giderek yaygınlaşacağını, vatandaşların aidiyetlerini kendi devletlerinden uluslararası işlevsel örgütlere yönelteceklerini ve bu şekilde sürecin siyasal alana yayılacağını öngörmüştür. Spillover yani taşma, sıçrama etkisi olarak adlandırılan bu süreç ile sınırlı bir alanda başlayan entegrasyon, diğer teknik ve ekonomik alanlara yayılacak ve aidiyetlerin transferi ile siyasi alanı da kapsayacaktır. Kendinden önce gelen bazı benzer teorisyenler olsa da, Mitrany, işlevselci yaklaşımın en bilinen ismi olmuştur. Güneydoğu Avrupa ve Balkanlardaki devletler arası ilişkileri ve çatışmaları da inceleyen Mitrany, uzun yıllar İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış ve teorisini oluştururken, İngiliz Fabian Derneği’nin öne sürdüğü fikirlerden etkilenmiştir. Toplumun adım adım geliştirilip düzeltilebileceğine inanan Fabianlar, evrimci sosyalizm yaklaşımını benimsemiştir. Benzer şekilde, insanların ekonomik ve sosyal ihtiyaçları karşılandıkça, bu işlevleri yerine getiren uluslararası örgütler yaygınlaşarak güçlenecek ve devletler üzerinde bir otorite, bir dünya hükümeti, ortaya çıkacaktır. Mitrany, bunun yanında, İngiltere’nin çeşitli şehirlerinde uluslararası barış ile ilgili konferanslar vermiş; İngiliz İşçi Partisi’nin Uluslararası İlişkiler Danışma Grubu üyeliği yapmış; Manchester Guardian adlı gazetenin Berlin muhabiri olarak çalışmış; ABD’de Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nın üyesi olmuş; Princeton, Harvard ve Yale Üniversiteleri’nde dersler vermiştir. Gerek Romanyalı kökeni, gerekse İngiltere ve ABD’deki çalışmalarındaki izlenimleri ile yaşamı boyunca gözlemlediği Birinci Dünya Savaşı, Milletler Cemiyeti’nin çöküşü ve İkinci Dünya Savaşı’nın çıkışı gibi dramatik tarihi olaylar, Mitrany’nin zihinsel dünyasını şekillendirmiştir. Mitrany, bir önceki sayımızda ele aldığımız Kont Kalergi’nin düşüncelerini eleştirmiş ve federalizme karşı işlevselciliği öne sürmüştür. Özellikle Birinci Dünya Savaşı ve iki savaş arası dönemde yaşananlar ve Milletler Cemiyeti’nin başarılı olamaması, Mitrany’nin federal çözümlerden uzaklaşmasına ve dünyada tüm devletlerin tabi olacağı ve düzen ve barışı sağlayacak bir üst otorite- nin ancak işlevselci süreçler sonucunda ortaya çıkabileceği görüşünü geliştirmesine yol açmıştır. 1950’li yıllarda kurulan Avrupa Toplulukları da bu işlevselci yaklaşımı küresel ölçekte değil de Demirperde’nin batısındaki Avrupa ülkeleri arasında hayata geçirmeyi amaçlar. Avrupa Topluluklarının ilki olan “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu” Avrupa sanayi ve ekonomisinin dayandığı iki temel sektörün ortak bir idare altında bir araya getirilmesi yoluyla işlevsel entegrasyonun ilk adımını oluşturmuştur. Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ve Avrupa Ekonomik Topluluğu ile iki sektörde başlayan hareket, tarım dâhil tüm ekonomiyi kapsamış, 1992 itibarıyla Tek Avrupa Pazarı hedefi büyük ölçüde gerçekleşmiş ve Maastricht Antlaşması ile Ekonomik ve Parasal Birlik hedefi öngörülmüştür. Bu süreç içinde Avrupa dış ve güvenlik politikasının da evrildiğini ve ortak bir politika olmasa da bir Avrupa dış politika sistemi oluşturulduğu söylenebilir. Günümüzde, Avrupa entegrasyon sürecine baktığımızda, ekonomik alandan siyasi alana otomatik bir geçişin gerçekleşmesinin oldukça güç olduğunu görüyoruz. Devletlerin ulusal egemenlik paylaşımı konusunda kıskanç olmaları ve ulusal çıkar kavramının ortak Avrupa yararının kimi zaman önüne geçmesi, entegrasyon sürecinin pürüzsüz bir şekilde ilerlemesine engel olmuştur. Özellikle dış ve güvenlik politikasının oluşturulması ve Avrupa kimliğinin AB vatandaşları tarafından bir aidiyet kaynağı olarak benimsenmesi süreçlerinde yaşanan güçlükler, entegrasyonun ekonomiden siyasete sıçramasının o kadar da kolay ve otomatik olmadığını göstermektedir. Öte yandan, biraz da ironik bir şekilde, ekonomik entegrasyonun son aşaması olan Ekonomik ve Parasal Birlik hedefinin gerçekleştirilmesi, siyasi egemenlikten feragat edilmesini gerektirmiştir. Yani ekonomi ve siyaseti birbirinden kesin bir şekilde ayırmak mümkün değildir: Ekonominin idaresi söz konusu olduğunda, siyasi erklerin ulus üstü düzeye devredilmesi de kaçınılmaz olmaktadır. Mitrany, yaşamının sonuna doğru, 1965’te yazdığı “Avrupa Entegrasyonu Beklentisi: Federal veya İşlevsel” adlı makalesinde, Avrupa Topluluklarının gelişimini eleştirel bir açıdan ele almıştır. Mitrany için esas olan, küresel ölçekte ulus üstü işlevsel bütünleşmenin sağlanması olmuştur. Avrupa bütünleşmesi gibi bölgesel hareketler, dünyada barışın sağlanması ülküsü ile yola çıkan Mitrany için hedef saptırmadan başka bir şey değildir. Mitrany, Avrupa Topluluklarının oluşmasını, ulusal sınırlar yerine yeni sınırların ortaya çıkması olarak görmektedir. Oysa Mitrany’ye göre esas hedef, çatışma ve rekabete yol açan sınırların önemini kaybetmesi ve işlevsel mantığın bir dünya hükümetine doğru evrilmesidir. Mitrany, bu önemli noktada, Avrupa entegrasyonunun fikir babaları olan yeni işlevselcilerden ayrılmaktadır. Ancak yeni işlevselcilerin çıkış noktasını işlevselci yaklaşımın oluşturduğunu dikkate alırsak, Mitrany’yi Avrupa vizyonerleri arasında en önemli yerlerden birine koyabiliriz. 68 GÜNDEMDEN CUMHURBAKANI ABDULLAH GÜL, TALYA’YA RESM BR ZYARETTE BULUNDU Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 28 Ocak 2014 tarihinde, İtalyan mevkidaşı Giorgio Napolitano’nun davetlisi olarak, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, AB Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu, milletvekilleri, iş insanları ve akademisyenlerden oluşan üst düzey bir heyetle birlikte İtalya’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret kapsamında, İtalya Ekonomik Kalkınma Bakan Yardımcısı Carlo Calenda, TOBB/DEİK Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, DEİK Türk-İtalyan İş Konseyi Başkanı ve İKV Başkan Yardımcısı Zeynep Bodur Okyay’ın katılımlarıyla gerçekleşen Türkiye-İtalya İş Forumu’na da katılan Cumhurbaşkanı Gül, iki ülke arasındaki iş birliği alanlarında önemli başarılar elde edildiğini, ancak hâlâ alınacak çok mesafe olduğunu belirtti. C umhurbaşkanı Gül ve İtalyan mevkidaşı Napolitano, gerçekleştirdikleri görüşmenin ardından düzenlenen ortak bir basın toplantısında, görüşmelerinde, güncel, bölgesel ve uluslararası konuları ele aldıklarını, ekonomik ve siyasi gelişmeleri değerlendirdiklerini, Akdeniz, Doğu Akdeniz, Kıbrıs sorunu ve Ada’da barışın sağlanması konularında fikir alışverişinde bulunduklarını belirtti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, açıklamasında, Türkiye ile İtalya arasındaki köklü iyi ilişkilere değinirken, İtalya’nın, 19 65 Türkiye’nin AB üyeliğinin en güçlü destekçileri arasında yer aldığını ifade etti ve bu bağlamda, 2014 yılının ikinci yarısında AB Dönem Başkanlığı’nı devralacak olan İtalya’daki tüm temaslarında, Türkiye’nin müzakere sürecini geniş bir şekilde ele alma fırsatı bulacağını kaydetti. Açıklamasında, Türkiye ve İtalya arasındaki ekonomik ilişkilere de değinen Gül, Avrupa’daki ekonomik kriz ortamına rağmen Türkiye’nin dördüncü büyük ticaret ortağı olan İtalya ile 20 milyar dolar düzeyinde bir ticaret hacminin olduğuna dikkat çekerek, finans, bankacılık, ticaret ve karşılıklı yatırımlar konusunda yeni hedefler belirlenerek ekonomik ilişkilerin daha da geliştirilmesi gerektiğini ifade etti. Konuşmasının sonunda, ziyaretinin Türkiye’nin İtalya ile olan ilişkilerinde yeni bir sayfa açacağına inancını dile getiren Cumhurbaşkanı Gül, iki ülke ilişkilerinin siyasi ve ekonomik konularda daha da ileri taşınmasını temenni etti. İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano ise, 2009 yılında Türkiye’ye yaptığı son ziyaretinin ardından ilişkilerin ve iki ülke arasındaki iş birliğinin giderek geliştiğine dikkat çekti. Türkiye’nin AB ile yürüttüğü katılım müzakerelerine de değinen Napolitano, İtalya olarak, müzakerelere istikrarlı destek verdiklerini ifade etti. Müzakere kararının tüm AB üyesi ülkelerin devlet başkanları tarafından oy birliğiyle alındığını hatırlatan Napolitano, bazı önemli Avrupa ülkelerinin müzakereleri yavaşlatarak hatta dondurarak olumsuz etkilediklerini kaydetti. 69 CUMHURBAKANI ABDULLAH GÜL, MACARSTAN’A RESM BR ZYARET GERÇEKLETRD Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 17-18 Şubat 2014 tarihlerinde Macaristan’a resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Gül’ün ziyareti, iki ülke arasında “stratejik ortaklık” seviyesine yükselen siyasi ilişkilerin, ekonomik ve ticari alanda da geliştirilmesine dair ortak çabaya işaret ediyor. M acaristan Cumhurbaşkanı János Áder’in daveti üzerine Macarsitan’a giden Cumhurbaşkanı Gül’e ziyaretinde, Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, MÜSİAD üyesi 100’den fazla iş insanı, milletvekilleri ve gazeteciler eşlik etti. İki ülke Cumhurbaşkanın görüşmesinde, ilişkilerin çok taraflı platformlarda ve ikili düzeyde çok daha ileri bir seviyeye taşınması ortak hedef olarak belirlendi. İki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi, Macaristan’ın Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği destek açısından da büyük önem arz ediyor. Cumhurbaşkanı Gül, onuruna verilen yemekte yaptığı konuşmada, iki ülke arasında tarihi derinliğine sahip ilişkilerin dostluk ve işbirliğine dönüşerek, ekonomik, siyasi ve kültürel alanda daha çok geliştirilmesi gerektiğini vurguladı. Macaristan Cumhurbaşkanı Áder ise, son yıllarda Türkiye’nin tahminlerin ötesinde bir ilerleme kaydederek, uluslararası düzeyde etkinliğinin arttığını söyledi ve Macaristan’ın ihtiyaç duyduğu yatırımlar konusunda Türk dostlarına güvendiklerini kaydetti. Türkiye ve Macaristan arasında, özellikle enerji alanında yapılacak iş birliği ve ekonomik ilişkilerde ilerleme sağlanması kararı alınan ikili görüşmelerde, Cumhurbaşkanı Gül Macar iş insanlarına “Avrupa’nın altıncı büyük ekonomisi olan Türkiye’ye yatırım yapma” çağrısında bulundu; “Avrupa’nın enerji kaynaklarına ulaşmasında Türkiye’nin güvenli bir alternatif olduğu” vurgusunu yaptı. Bunun yanı sıra Gül, “İki milyar dolarlık ticaret hacminin beş milyar dolara çıkarılması ve her iki ülke yatırımlarının karşılıklı olarak artırılması” konusunda tarafların mutabık kaldıklarını da ifade etti. Macar Cumhurbaşkanı Áder de iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2002-2013 yılları arasında dört katına çıktığını kaydetti ve bu oranın artırılmasının hedeflendiğini kaydetti. Daha sonra Cumhurbaşkanı Gül, Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de düzenlenen Üçüncü TürkiyeMacaristan İş Forumu’na, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ile katıldı. 70 GÜNDEMDEN SPANYA BABAKANI TÜRKYE’YE RESM BR ZYARETTE BULUNDU İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, 11 Şubat 2014 tarihinde ülkemize resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret kapsamında Türkiye-İspanya 5’inci Hükümetler Zirvesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve İspanya Başbakanı Mariano Rajoy başkanlığında Ankara’da gerçekleştirildi. Z irve sonrasında yayımlanan ortak bildiride, Türkiye ve İspanya arasındaki Hükümetlerarası Zirve Toplantıları’nın, 5 Nisan 2009 tarihinde İstanbul’da düzenlenen ilk toplantıdan bu yana düzenli olarak gerçekleştirildiği belirtilirken, Zirve’de iki ülkenin ilişkilerini daha da ilerletme ve güçlendirmeye verdikleri önemin teyit edildiği kaydedildi. Parlamentolar arası iş birliğinin öneminin de vurgulandığı görüşmede “Parlamentolar Arası Değişim ve Diyalog Projesi” kapsamında son zamanlarda Türkiye ile İspanya arasında düzenlenen karşılıklı parlamento heyetleri ziyaretlerinin bu alanda itici güç olduğu ifade edildi. Bildiride ayrıca, İspanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine yönelik desteği ve taahhüdü yinelenirken, katılım müzakerelerinde yeni bir başlığın açılmasının memnuniyetle karşılandığı ve Türkiye-AB katılım müzakerelerine ivme kazandırmak için yerleşik uygulamalar ve koşullara bağlı olarak ek başlıkların açılmasına yönelik destek de yer aldı. Taraflar, aynı zamanda Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanmasını ve vize muafiyetine yönelik 19 65 diyaloğun başlatılmasını memnuniyetle karşıladıklarının altını çizerken, ortak eşleştirme programları, bilimsel ve teknik araştırmalar ile akademik ve kurumsal değişimler gibi katılım sürecinin sunduğu bütün fırsat ve araçları kullanma hususunda anlaştıklarını belirtti. Son yıllarda ticari ve ekonomik ilişkilerdeki hızlı gelişmeye değinen ve bu alanda iş birliğinin Türkiye-İspanya ilişkilerinin en önemli boyutlarından biri olduğunu belirten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, 2012 yılında sekiz milyar avroyu aşan ve 2013 verilerine göre yeni bir rekora ulaşması beklenen ikili ticaretin, yakın gelecekte 10 milyar avroyu aşma potansiyeline sahip olduğunu ifade etti. Taraflar, son olarak, ikili ticaretteki büyümenin dengeli ve sürdürülebilir olmasını sağlamak amacıyla beraberce çalışma konusunda iş birliği içinde olacaklarının altını çizdi. Zirve kapsamında, “Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi ile İspanya Dışişleri ve İşbirliği Bakanlığı Diplomasi Okulu Arasında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Muhtırası” da imzalandı. 71 ROMANYA DEVLET BAKANI, TÜRKYE’Y ZYARET ETT Romanya Devlet Başkanı Traian Băsescu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün daveti üzerine, 5-6 Şubat 2014 tarihlerinde Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. T ürkiye ziyaretinde çeşitli kurum ve kuruluşlarla görüşmeler gerçekleştiren Băsescu, Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onuruna verdiği yemeğe katıldı. Türkiye ve Romanya arasındaki siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin tarihsel geçmişiyle günümüzdeki konumu üzerine bir konuşma gerçekleştiren Băsescu, konuşmasında, siyasi ilişkilerdeki güven ortamının daim olduğunu ve Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediklerini ifade etti. Başta tarım, enerji ve kültür alanlarındaki yakın ilişkilerin temelini güçlendiren ikili anlaşmaların önemine değinen Băsescu, ilişkilerin devamını temin ettiklerini ifade etti. Romanya Devlet Başkanı Traian Băsescu’nun onuruna verilen yemeğe ayrıca AB Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır, TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu ve Türkiye’den bazı milletvekilleri de iştirak etti. Konuk Devlet Başkanı onuruna verilen yemekte bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, Türkiye ile Romanya arasındaki ilişkilerin iki yıl önce kurulan Stratejik Ortaklık seviyesine ilerlemesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve bölgesel politika alanında, Balkanlar ve Karadeniz bölgesini ortak kaderlerin ve çıkarların kesiştiği alan olarak nitelendirdi. Cumhurbaşkanı Gül, bu coğrafyada özellikle güvenlik, istikrar ve refahın yükseltilmesinin esas olduğunu ve bu çerçevede Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün, Avrupa Komisyonu’nun Karadeniz coğrafyasındaki ülkelerin AB’ye yakınlaşmasını sağlayacak iş birliğini amaçlayan Karadeniz Sinerjisi’nin ve Romanya’nın hâlihazırda Dönem Başkanlığı’nı üstlendiği Güneydoğu Avrupa Süreci çerçevesinde ilişkilerin daha da güçlendirildiğini aktardı. 2013 yılında, Türkiye ile Romanya arasındaki diplomatik ilişkilerin 135’inci yıl dönümünün kutlandığını belirten Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye’nin, Balkanlar’daki en büyük ekonomik ortağı konumunda olan Romanya ile ticaretinin altı milyar dolara ulaştığını belirtti ve bu miktarın 10 milyar dolara çıkarılması için Devlet Başkanı Băsescu ile konuştuklarını açıkladı. Karşılıklı yarar temelinde stratejik ortaklıkların sürdürülmesi gayreti içinde olduklarını kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, AB’nin konumunun ise özellikle bölgesel politika alanında, istikrar ve güven ortamı çerçevesinde, mevcut işbirliğinin önemli bir parçası olduğunu kaydetti. 72 GÜNDEMDEN AB TÜRKYE DELEGASYONU BAKANLII’NA AVRUPA KOMSYONU ÇLER GENEL MÜDÜRÜ STEFANO MANSERVISI ATANDI Avrupa Komisyonu İçişleri Genel Müdürü Stefano Manservisi, 24 Şubat 2014 tarihinde, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton tarafından, AB Türkiye Delegasyonu Başkanı olarak atandı. Hatırlanacağı üzere, Büyükelçi JeanMaurice Ripert’in görev süresinin Ekim 2013’te dolması ve Fransa’nın Moskova Büyükelçisi olarak atanmasından bu yana AB, Ankara’da geçici olarak maslahatgüzarlık seviyesinde temsil ediliyordu. Y üksek Temsilci Ashton, atama kararıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, Manservisi’nin, kilit öneme sahip bu görev için mükemmel bir aday olduğunu vurguladı. İtalya vatandaşı olan Manservisi’nin, Avrupa Komisyonu’nda uzun yıllar dış ilişkiler alanında üst düzey görevlerde bulunduğu biliniyor. Temmuz 2010’dan bu yana Komisyon’un İçişleri Genel Müdürlüğü’nü yürüten Manservisi, 20042010 yılları arasında Avrupa Komisyonu Kalkınma Genel Müdürlüğü, 2001-2004 yılları arasında da dönemin Komisyon Başkanı Romano Prodi’nin kabine şefliği ve 1995-2000 döneminde ise Komisyon Üyesi Mario Monti’nin kabine şefi yardımcılığı görevlerini üstlenmişti. Ayrıca, AB ile Türkiye arasında Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması ve vize muafiyetine ilişkin diyaloğun başlatılması sürecinde Avrupa Komisyonu adında müzakereleri yürüten Manservisi’nin bu süreçte önemli çalışmalarda bulunduğu biliniyor. 19 65 73 TÜRKYE-AB BAKANLAR DÜZEYNDE SYAS DYALOG TOPLANTISI GERÇEKLETRLD D ışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, toplantıda, Türkiye-AB ilişkileri ve müzakere sürecinde gelinen aşamanın kapsamlı bir şekilde değerlendirildiği ve her iki tarafı da yakından ilgilendiren uluslararası ve bölgesel konulara ilişkin görüş alışverişinde bulunulduğu belirtildi. Bu bağlamda toplantıda, Suriye, İran, Irak, Mısır, Libya, Tunus, Somali, Mali ve AB’nin Doğu Ortaklığı politikası konularının ele alındığı kaydedildi. Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden ve Komşuluk Politikasından Sorumlu Üyesi Füle, toplantının ardından yayımladığı açıklamada, 4’üncü Yargı Reform Paketi ve Demokratikleşme Paketi’ne atıfta bulunarak, Türkiye’de 2013 yılında önemli ilerlemeler kaydedildiğini belirtti. Füle, Bölgesel Politika başlığının müzakereye açılması; Vize Muafiyetine Yönelik Diyaloğun başlatılması ve Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanmasının Türkiye ile AB arasındaki iş birliğine yeni bir ivme kazandırdığını ve her iki tarafın da ilerleme yönündeki güçlü iradesini ortaya koyduğunu kaydetti. Toplantıda, Türkiye’deki güncel gelişmeleri ele aldıklarını ifade eden Füle, Türkiye’nin, katılım müzakerelerini yürüten bir aday ülke olarak katılım süreci ve siyasi kriterlere ilişkin yasaları erken aşamada Komisyon ile istişare etmesi gerektiğini vurguladıklarını ifade etti. Füle, bu konuya, yargının bağımsızlığının önemi ve İnternet yasası bağlamında değindiklerini kaydetti. İnternet yasası konusunda Komisyon’un, AB müktesebatı ve iyi uygulamalarına uyumu konusunda tespit edilen bazı endişelerini yazılı olarak paylaşacağını belirtti. Kıbrıs meselesine kapsamlı bir çözüm bulunmasının herkesin menfaatleri bakımından büyük önem taşıdığı konusunda hemfikir olduklarını belirten Füle, Türkiye’nin Ada’da görüşmelerin yeniden başlatılabilmesi için verdiği desteği takdir ettiklerini belirtti ve görüşmelerin en kısa zamanda yeniden başlatılmasını arzu ettiğini ifade etti. Toplantının ardından açıklamada bulunan Yüksek Temsilci Ashton, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve AB Bakanı Çavuşoğlu’nu Brüksel’de ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Türkiye’nin AB’nin kilit ortağı konumunda bulunduğunu ifade eden Yüksek Temsilci, Türkiye ve AB’nin birlikte büyük zorluklarla karşı karşıya olduklarına ve oldukça geniş ortak menfaatlere sahip olduklarına dikkat çekti. Dış politika alanında, Türkiye-AB iş birliğini güçlendirmenin toplantıda önemli bir gündem maddesi olduğunu ifade eden Yüksek Temsilci Ashton, Suriye’nin gündemin başında yer aldığını kaydetti. Cenevre II görüşmelerinin yeni turuna tam destek verdiklerini kaydeden Ashton, görüşmelerde insani yardıma erişim konusunun sonuçlandırılması çağrısında bulundu. Ashton, Türkiye’nin Suriye’den kaçan sığınmacılara destek sağlamakta oynadığı hayati rolden de övgüyle bahsetti. Türkiye ile AB’nin Suriye’den gelen aşırıcılık tehdidine karşı mücadele etme kararlığına sahip olduklarını kaydeden Ashton, gelecekte bu alandaki iş birliğine yoğunlaşma kararı aldıklarını kaydetti. İran’ın nükleer programına çözüm bulunması yolunda daha fazla ilerleme kaydedilmesi yönündeki umutlarını ve Mısır, Libya ve Tunus’taki demokratik geçiş sürecinin desteklenmesi konusundaki kararlılıklarını dile getirdiklerini kaydeden Ashton, Bosna-Hersek’teki güncel gelişmeleri ve bu konuda hükümetin halkın siyasi, ekonomik ve sosyal endişelerine cevap vermesi gerektiğini ele aldıklarını da kaydetti. Ashton, son olarak Ukrayna’daki durumu ve mevcut krize siyasi bir çözüm bulunması konusunda nasıl destek verileceğini ele aldıklarını belirtti. Türkiye-AB Bakanlar Düzeyinde Siyasi Diyalog Toplantısı, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, AB Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ve Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden ve Komşuluk Politikasından Sorumlu Üyesi Štefan Füle’nin katılımlarıyla, 10 Şubat 2014 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirildi. 74 GÜNDEMDEN KIBRIS MÜZAKERELER K YIL ARADAN SONRA YENDEN BALIYOR KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile GKRY lideri Nikos Anastasiadis, 11 Şubat 2014 tarihinde BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Lisa Buttenheim’ın ev sahipliğinde, Kıbrıs müzakere süreci kapsamında ara bölgede bir araya geldi. Heyetler arası görüşmenin ardından Buttenheim, tarafların mutabakat sağladığı, Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlamasına esas teşkil eden “ortak açıklama metni”ni kamuoyuna açıkladı. S öz konusu ortak açıklama metninde, olası bir çözümün BM Güvenlik Konseyi kararlarında belirtilen iki toplumlu, iki bölgeli, tarafların siyasi eşitliğini içeren bir federasyona dayalı olarak şekillendirileceği belirtiliyor. Buna göre, BM ve AB üyesi olacak birleşik Kıbrıs’ın tek uluslararası kimliği olacak ve Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumları eşit ve tek bir egemenlik çatısı altında bir araya getirecek. Bu kapsamda, ortak açıklama metninde belirtildiği üzere, birleşik Kıbrıs’ın tüm vatandaşları, hem Kıbrıs Türk kurucu devletinin hem de Kıbrıs Rum kurucu devletinin vatandaşı olacak ve federal hükümetin yetkileri anayasa tarafından belirlenecek. Ortak açıklama metninde ayrıca, birleşik Kıbrıs’ın, her iki tarafta eş zamanlı ve ayrı ayrı düzenlenecek referandumdan sonra ortaya çıkacağı belirtiliyor. Kıbrıs müzakerelerinin tekrar başlaması, Türkiye ve AB tarafından da olumlu karşılandı. AB Konseyi Başkanı Herman 19 65 Van Rompuy ve Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso Kıbrıs müzakerelerine ilişkin ortak bir yazılı açıklama yaptı. Açıklamada Eroğlu ve Anastasiadis ortak açıklama metnini kabul ederek gösterdikleri cesaretten ötürü kutlanırken; ayrıca Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso’nun özel temsilcisinin, müzakerelerin yeniden başlamasını takiben bugüne kadar çözümlenemeyen sorunların aşılmasına yönelik çalışmalarda aktif olarak katkıda bulunacağı belirtildi. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı ise, Kıbrıs müzakerelerine ilişkin olarak “Türkiye, Kıbrıs sorununa en kısa zamanda adil ve kalıcı bir siyasi çözüm bulunmasını istemektedir” açıklamasında bulundu. Yapılan açıklamada ayrıca, Türk hükümetinin bu çerçevede BM Genel Sekreteri’nin misyonu kapsamında yeniden başlatılan Kıbrıs müzakere sürecinin başarıyla sonuçlandırılması için yapıcı desteğini koruyacağını ve buna yönelik çalışmalarda katkıda bulunacağı vurgulandı. 75 AB’DE VZE MUAFYETNE LKN GELMELER H atırlanacağı üzere, Kasım 2013 tarihinde Komite, AP Hıristiyan Demokrat Grup üyesi Bulgar parlamenter Mariya Gabriel’e konuya ilişkin verilen yetkiyi desteklemiş, Gabriel de söz konusu ülkelerin vatandaşlarının vizesiz bir şekilde AB üye ülkelerinde dolaşımına olanak sağlayan bir rapor hazırlamıştı. Sadece biyometrik pasaporta sahip söz konusu ülke vatandaşları için geçerli olacak vize muafiyeti kapsamında, Parlamento’nun Sivil Özgürlükler Komitesi, raporu 49’a karşı 1 oy ile kabul ederken, Avrupa Komisyonu’ndan özellikle Peru ve Kolombiya konusunda hassas davranmasını talep etti. Nisan 2014 tarihinde AP Genel Kurulu’nda oylanması beklenen teklif eğer kabul edilirse, bu ülkeler AB’nin, vatandaşlarına vize mecburiyeti getirdiği Si- yah Liste’den (Black List), Beyaz Liste’ye (White List) alınacak. Komite ayrıca, aynı gün AP Sosyalist Grup üyesi Slovenyalı parlamenter Tanja Fajon tarafından hazırlanan ve Moldova vatandaşlarının vizesiz bir şekilde AB içerisinde serbest dolaşımını öngören raporu da oyladı. 46’ya karşı 2 hayır oyu ile kabul edilen rapor, Moldova vatandaşlarına da Schengen üyesi AB üye ülkelerine girişte vize muafiyeti öngörüyor. AP Sivil Özgürlükler Komitesi, Moldova’nın, Doğu Ortaklığı çerçevesinde müzakerelerin yürütüldüğü ülkeler arasında vizesiz seyahate ilişkin tüm kriterleri karşılayan ilk ülke olduğunun altını çizerken, kabul edilen raporun 25 Şubat 2014 tarihinde AP Genel Kurulu’nda görüşülmesi ve en geç Mart ayında Konsey tarafından kabul edilmesi bekleniyor. HSYK’DA DEKLKLER YAPAN YASA TBMM’DE KABUL EDLD Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ve Türkiye Adalet Akademisi’nin yapısında, çalışma usul ve esaslarında değişiklik öngören yasa, 15 Şubat 2014 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayına sunuldu. Y eni yasa ile HSYK üyeleri hakkındaki disiplin soruşturmaları HSYK Genel Kurulu yerine Başkan sıfatıyla Adalet Bakanı tarafından yürütülecek ve karara bağlanacak. Yeni yasaya göre, HSYK Teftiş Kurulu Başkan ve Başkan Yardımcıları Adalet Bakanı tarafından atanacak. Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, HSYK’nın yayımladığı tüm genelgeler yürürlükten kalkacak. Yeni yasa, Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığı’nın, Genel Kurulu’nun ve Yönetim Kurulu’nun yapısına ve görevlerine ilişkin olarak da değişiklikler getiriyor. Yasa ile hâkimlerin ve savcıların meslek içi eğitimlerinin HSYK yerine Adalet Akademisi tarafından yapılması da öngörülüyor. Avrupa Parlamentosu (AP) Sivil Özgürlükler Komitesi, 12 Şubat 2014 tarihinde, 16 Pasifik ve Karayip ülkesi ile Birleşik Arap Emirlikleri, Peru ve Kolombiya’yı da içeren ülke vatandaşlarına vize serbestliği rejimini öngören ve AB Konseyi ile siyasi uzlaşıya varılan teklifi oyladı. 76 GÜNDEMDEN TARTIMALI NTERNET DÜZENLENMES ONAYLANDI 5 Şubat tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen, 2007 tarihli ve 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’da yapılan değişiklik, 18 Şubat 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı. Cumhurbaşkanı Gül, değişikliğe ilişkin itiraz ettiği iki noktanın, yeni bir düzenlemeyle giderileceğini açıkladı. 19 65 77 K abul edilen maddelere göre, İnternet ortamında yapılan bazı düzenlemeler şöyle: > İnternette yer sağlayıcı, yer sağladığı hukuka aykırı içeriği, haberdar edilmesi halinde yayından çıkarmakla yükümlü olacak; > Yer sağlayıcı, yer sağladığı hizmetlere ilişkin trafik bilgilerini bir yıldan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere, yönetmelikte belirlenecek süre kadar saklamakla ve bu bilgilerin doğruluğunu, bütünlüğünü ve gizliliğini sağlamakla yükümlü olacak; > Yer sağlayıcılık bildiriminde bulunmayan veya bu düzenlemedeki yükümlülüklerini yerine getirmeyen yer sağlayıcı hakkında Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından 10 bin TL’den 100 bin TL’ye kadar idari para cezası verilecek; > Erişim sağlayıcı, erişimi engelleme kararı verilen yayınlarla ilgili olarak alternatif erişim yollarını engelleyici tedbirleri almakla yükümlü olacak; > Erişim Sağlayıcıları Birliği kurulacak. Söz konusu Birlik, Elektronik Haberleşme Kanunu kapsamında yetkilendirilen tüm İnternet servis sağlayıcıları ile İnternet erişim hizmeti veren diğer işletmecilerin katılmasıyla oluşan ve koordinasyonu sağlayan bir kuruluş olacak; > Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne üye olmayan İnternet servis sağlayıcıları faaliyette bulunamayacak; > İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ve özel hayatının ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler, doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini isteyebilecek; > Hâkim, erişimin engellenmesine karar verebilecek; > İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin talepleri, yer sağlayıcı tarafından en geç 24 saat içerisinde cevaplandıracak; > Hâkim, yalnızca kişilik hakkının ihlalinin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle kararı verebilecek. Zorunlu olmadıkça, İnternet sitesinde yapılan yayının tümüne yönelik erişimin engellenmesine karar verilemeyecek; > Hâkim, bu madde kapsamında yapılan başvuruyu, en geç 24 saat içinde, duruşma yapmaksızın karara bağlayacak; > Erişim Sağlayıcıları Birliği’nin, erişim sağlayıcıya gön- derdiği içeriğe erişimin engellenmesi kararı, en geç dört saat içerisinde erişim sağlayıcı tarafından yerine getirilecek; > İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğini iddia eden kişiler, TİB’e başvurarak, doğrudan içeriğe erişimin engellenmesi tedbirinin uygulanmasını isteyebilecek. TİB, kendisine gelen bu talebi, uygulanmak üzere Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne bildirecek. Birlik, tedbir talebini en geç dört saat içinde yerine getirecek. Talep daha sonra sulh ceza hâkiminin kararına sunulacak. Hâkim, vereceği kararı en geç 48 saat içinde açıklayacak. Aksi halde, erişimin engellenmesi kararı kendiliğinden kalkacak; > Özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, doğrudan TİB Başkanı’nın emri üzerine erişim engellenebilecek; > Bu karara karşı sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilecek. Diğer yandan, tüm süreci yakından takip eden Avrupalı yetkililerse, söz konusu düzenlemelerin TBMM tarafından kabul edilmesini endişe ile karşıladıklarını bildiriyor. Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden ve Komşuluk Politikası’ndan Sorumlu Üyesi Štefan Füle’nin sözcüsü Peter Stano bu yasaya ilişkin yaptığı açıklamada, yasanın mevcut haliyle ifade özgürlüğüne bazı kısıtlamalar getirdiğini ifade ederken, yasanın Avrupa standartları doğrultusunda yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Štefan Füle ise aynı açıklamayı daha sonra sosyal medya aracılığıyla paylaştı; bu konuda, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye Hükümeti ile birlikte çalışmaya hazır olduğu da açıklandı. Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Dijital Gündemden Sorumlu Üyesi Neelie Kroes da İnternet alanında kabul edilen yeni düzenlemeleri eleştirdi. Avrupa Komisyonu temsilcilerinin yanı sıra AP üyeleri tarafından da söz konusu düzenlemelere ilişkin açıklamalar yapıldı. AP Başkanı Martin Schulz, kabul edilen yeni düzenlemeleri eleştirirken, konuya ilişkin sosyal medyada yaptığı duyuruda, yeni düzenlemeleri “özellikle medya özgürlüğünün can çekiştiği bir ortamda, geriye doğru atılmış bir adım” olarak nitelendirdi. Hollandalı Liberal parlamenter Marietje Schaake ise bu yasaya yönelik yaptığı yazılı açıklamada, dijital alanda özgürlüğün, aday ülkelerin yerine getirmesi gereken kriterlerden biri olduğunu hatırlattı. 78 GÜNDEMDEN TALYA BABAKANI LETTA STFA ETT, YEN BABAKAN RENZI GÜVENOYU ALDI Geçen yıl Şubat ayında, İtalya Cumhurbaşkanı Napolitano tarafından hükümeti kurması için görevlendirilen Demokratik Parti’nin Başkan Yardımcısı Enrico Letta, 14 Şubat 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı’na istifasını sundu; yeni Hükümeti kurmakla görevlendirilen Matteo Renzi ise 25 Şubat’ta güvenoyu almayı başararak göreve başladı. A ralık 2013’te Demokratik Parti Genel Sekreteri olarak seçilen Floransa Belediye Başkanı Matteo Renzi ile Başbakan Letta arasındaki anlaşmazlık sonucunda, 13 Şubat’ta düzenlenen Demokratik Parti’nin Yönetim Kurulu’nda Renzi, Başbakan Letta’nın görevi bırakması ve seçime gidilmeden mevcut parlamento ko- 19 65 şullarında yeni bir hükümet kurulması yönünde öneride bulunmuştu. Enrico Letta’nın Başbakanlıktan istifa etmesi üzerine, Cumhurbaşkanı Napolitano, yeni hükümeti kurması için Matteo Renzi’yi görevlendirdi ve Renzi Hükümeti, 25 Şubat’ta parlamentonun güvenoyunu alarak göreve başladı. 79 AB’Y BR KEZ DAHA DÜÜNDÜREN SVÇRE TARZI “EVET” B ilindiği gibi İsviçre, AB üyeliğini reddeden ancak AB İç Pazarı ve Göç Politikası kapsamında AB ile ilişkilerini ekonomik ve kültürel alanda sürdüren, aynı zamanda 2004 itibarıyla Schengen Alanı’na dâhil olan bir ülke. Referandum sonuçların ardından Brüksel’in tavrı merakla beklenirken, Avrupa Komisyonu’ndan yapılan ilk Bildiri’de*, İsviçre’de yaşanan bu sonucun AB ve İsviçre arasındaki “kişilerin serbest dolaşımı ilkesine aykırı” olduğu açıklandı. Komisyon, yasal düzenlemenin içeriği üzerinden ikili ilişkilerin tekrar gözden geçirileceğini duyururken, Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso’nun ifadeleri ise sonuçların, 28 üyeli AB ile olan ilişkileri ciddi boyutta etkileyebileceği yönündeki endişeleri yansıtıyor. İsviçre’nin yerel basını incelendiğinde de mevcut hükümet ve iş dünyasının yasal düzenlemeye karşı bir tavır sergilediği görülüyor. Düzenlemeye karşı çıkanların en büyük argümanlarından biri, İsviçre’nin en büyük ticaret ortağı konumunda yer olan AB ile ekonomik ilişkilerin sekteye uğraması. Son olarak, yeni AB üyesi olan Hırvatistan’ın vatandaşlarına yönelik serbest dolaşım hakkının İsviçre tarafından uzatılması kararı ise, Brüksel’in ülke ile hâlihazırda bulunan ve görüşmeleri süren bazı kültürel ve eğitim amaçlı AB programlarının askıya almasını kesinleştirdi**: 2014-2020 yıllarını kapsayan 80 milyar avroluk bütçeye sahip araştırma programı Ufuk 2020 (Horizon 2020) ile yine aynı döneme ait 14,7 milyar bütçeli Erasmus+ Programı’nın İsviçre ile durdurulması kararı alındı. Aynı şekilde, AB genelinde kültür, sinema, müzik, edebiyat, sanat ve benzeri alanlarda ortak çalışma platformu sunan 1,46 milyar avroluk “Yaratıcı Avrupa” (Creative Europe) için sürdürülen görüşmelerin ve sınır ötesi elekt- rik anlaşmasının müzakerelerinin de durdurulduğu açıklanıyor. AB ile olan ilişkilerin ciddiyetini öne süren, ülkenin Ulusal Konsey üyesi Hıristiyan Demokrat Kathy Riklin, durdurulan programların, hem İsviçre ekonomisine hem de araştırma konularında elde edilen bilimsel çalışmaların getirilerine zarar vereceği görüşünde. İsviçre’nin yerel basınında yer alan Lozan Federal Teknoloji Enstitüsü’nün açıklamalarına göreyse (Lausanne’s Federal Institute of Technology), Ufuk 2020 Programı ile yılda 80-100 milyon frankın araştırma çalışmaları için kullanıldığı ve üç bine yakın Erasmus öğrencisinin İsviçre’yi ziyaret ettiği açıklanıyor. İsviçre’nin programlara tekrar ne zaman dâhil olacağı ise henüz net değil. Daha önce, 2013 yılının ilk çeyreğinde, İsviçre’nin sekiz AB üye devletinden (Letonya, Litvanya, Estonya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya ve Slovenya) gelen göçmen sayısını kısıtlayan bir senelik düzenlemeyi (safeguard clause) başlatmasıyla, 9 Şubat’a benzer bir tablo gündeme gelmişti. 2006 yılındaki, İsviçre’nin kendi iç pazarını kontrol etme girişimi ve 2010 yılında “suç işleyen yabancıların sınır dışı edilmesine” ilişkin referandumun kabul edilmesi de Komisyon tarafından anlaşmalara aykırı girişimler olarak telaffuz ediliyor. Diğer yandan, 18 Şubat’ta ülkenin Dışişleri Bakanı Didier Burkhalter ile bir araya gelen Almanya Şansölyesi Angela Merkel, referandum sonuçlarını değerlendirdi. Alman Başbakan, sonuçlara saygı duyulması gerektiğini belirtirken, Almanya’nın İsviçre’ye yönelik ciddi boyutlara ulaşan yaptırımlara sıcak bakmadığı telaffuz ediliyor. Bu kapsamda Merkel, AB’nin prensiplerine uyumlu uygulamaların olması gerektiğini ve üç yıllık sürecin bu bağlamda uygulamaları takip etme açısından önemli olduğunu vurguluyor. Muhafazakâr İsviçre Halk Partisi’nin (SVP) başlattığı girişimle, AB üye ülkelerinden gelen göçü sınırlamaya yönelik yasal düzenlemeye ilişkin referandum, İsviçre’de 9 Şubat 2014 tarihinde gerçekleştirildi. İsviçreli seçmenlerin yüzde 50,34’ü, Parti’nin göçü kısıtlama önerisine “evet” dedi. Uygulamanın yürürlüğe girmesi için en fazla üç yıllık zaman bulunuyor. * 9 Şubat 2014 tarihli Avrupa Komisyonu Bildirisi’ne, http:// europa.eu/rapid/press-release_ MEMO-14-96_en.htm İnternet adresinden ulaşılabilir. ** Ayrıntılı bilgiye, http:// www.swissinfo.ch/eng/ science_technology/ EU_freezes_Switzerland_ out_of_research_funds. html?cid=37974638 İnternet adresinden ulaşılabilir. 80 AB AJANSLARI Çisel İleri, İKV Proje Müdürü AVRUPA ÇEVRE AJANSI Kopenhag’da 1994 yılında kurulan Avrupa Çevre Ajansı (AÇA), Birliğin çevre politikasını oluşturma, uygulama, uyum sağlama ve değerlendirme konusunda temel bilgi kaynağı olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Y aklaşık 130 kişinin çalıştığı ve yıllık bütçesi 40 milyon avroyu bulan AÇA’nın görevi, 401/2009 Sayılı Tüzük ile şu şekilde belirlenmiştir1: O O 1 Yazıda kullanılan bilgiler, Avrupa Çevre Ajansı Resmi Sitesi’nden alınmıştır. http://www.eea.europa.eu/ Birlik ve üye ülkelerin çevrenin iyileştirilmesi, çevresel hususların ekonomik politikalarla bütünleştirilmesi ve sürdürülebilirliğe geçiş hakkında bilgilendirilmiş kararlar almalarına yardımcı olmak; Avrupa Çevre Bilgi ve Gözlem Ağı’nı (Eionet) koordine etmektir. Temel olarak AÇA, çevrenin durumu ve çevredeki eğilimler, bunun yanında ekonomik ve sosyal itici güçlerin yol açtığı baskıların analiz edildiği değerlendirmeler hazırlamaktadır. Ayrıca senaryo geliştirme, politika değerlendirme ve veri kalite kontrolü üzerine de çalışmalar yapan AÇA, Eionet’in koordinatörüdür. Kısaca sıralamak gerekirse, AÇA, beş yıllık çevrenin durumu raporları, tematik ve teknik raporlar, brifingler, İnternet üzerindeki önemli olaylar ve bilgi servisleri, multimedya ve eğitimde interaktif-İnternet tabanlı ürünler sunmaktadır. Bunların yanı sıra AÇA, politika yapıcılara uzman tavsiyeleri, konferanslar ve ziyaretler, bilgi sistemleri, halka açık ağlar ve iletişim hizmetleri de sağlamaktadır. Ajans’ın ele aldığı çevresel konular hava kirliliği, biyolojik çeşitlilik, kimyasallar, iklim değişikliği, çevre ve sağlık, arazinin kullanımı, doğal kaynaklar, gürültü, toprak, atık ve malzeme kaynakları, su ve diğer sorunlar başlıklarında toplanmıştır. AÇA’nın faaliyet gösterdiği sektörler ise tarım, enerji, balıkçılık, hane tüketimi, endüstri, nüfus ve ekonomi, turizm ve ulaştırma olarak sıralanabilir. Ajans, çevreyle ilgili konu başlıkları ve sektörle ilgili teknik bilgi ve değerlen- 19 65 dirmeler sağlarken, çevre teknolojileri, politika araçları ve çevre senaryoları hususlarında da yükümlülüklerini yerine getirmektedir. Halen, AB’nin eko-verimli teknolojilerde dünya lideri olduğu ve AB genelinde bu alanda iki milyondan fazla kişinin istihdam edildiği biliniyor. Bununla birlikte, AB’nin eko-endüstrilerinin küresel pazarın üçte birinden fazlasını oluşturduğu ve yılda yüzde 5 civarında büyüme kaydettiği dikkate alındığında, özellikle çevre teknolojilerine giderek daha fazla önem verilmekte ve sıfır emisyonlu sürdürülebilir ekonomiye geçiş hedeflenmektedir. Birliğin bu hedeflerine ulaşması ve var olan potansiyelini hayata geçirebilmesi için AÇA, katı ve yumuşak teknolojiler hakkında bilgi ve enformasyon değişimi sağlamak suretiyle, Çevre Teknolojileri Eylem Planı’nı (ETAP) desteklemekte; çevreye zararlı sübvansiyonların envanteri, çevre teknolojilerine yönelik talebin ve bunlara geçişin nasıl artırılabileceğine ilişkin somut önerilerin desteklenmesine yönelik daha ileri düzeyde analizler için bir dayanak noktası sunmaktadır. AÇA, bir yandan AB’nin çevre politikalarının etkinliğinin belirlenmesi ve piyasa temelli araçlara ilişkin çalışmalar yürütürken, diğer yandan Avrupa’nın çevresi için uzun vadeli beklentileri ve anahtar politika seçimlerinin sonuçlarını da değerlendirmektedir. Daha geniş kapsamlı ve uzun vadeli bir perspektiften bilgi üretmek suretiyle mevcut politika tartışmalarına değer katılması ve Avrupa Çevresel Bilgi Sistemleri’nin gelecekteki eğilimler hakkında bilgi içerecek şekilde düzenlenmesine yardımcı olmayı amaçlayan AÇA, Pan-Avrupa ve küresel düzeylerde, Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi veya Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) GEO-4 senaryoları gibi senaryo temelli değerlendirmeler için bilgi ve uzmanlık sunmaktadır. 81 ÜYE VE BRL YAPAN ÜLKELER AÇA’nın yapısına bakıldığında, Ajans’a üye 33 devleti, 28 AB Üye Devleti’nin yanı sıra İzlanda, Lihtenştayn, Norveç, İsviçre ve Türkiye’nin oluşturduğu görülmektedir. Bunun yanında Arnavutluk, Bosna-Hersek, Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, Karadağ, Sırbistan ve 1244/99 No’lu BM Güvenlik Konseyi Kararı gereği Kosova da iş birliği yapan ülkeler statüsündedir. Bu iş birliği faaliyetleri Eionet’e entegre edilmiştir ve Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) kapsamında AB tarafından desteklenmektedir. KURUMSAL YAPI AÇA, Yönetim Kurulu ve Bürosu tarafından yönetilmektedir. Yönetim Kurulu’na karşı programların uygulanması ve AÇA’nın günlük işleyişinden sorumlu bir Yetkili Müdür ve danışmanlık görevini yürüten bir Bilimsel Komite de Ajans’ın yönetimine katkı sağlamaktadır. Ajans’ın çok yıllı çalışma programını hazırlamak, yıllık çalışma programları ve raporlarını kabul etmek, Yetkili Müdürü atamak ve Bilimsel Komite’nin üyelerini belirlemek gibi görevleri yürüten Yönetim Kurulu, her üye devletin iki temsilcisi, Avrupa Komisyonu’nun iki temsilcisi ve Avrupa Parlamentosu’nun atadığı iki bilim insanından oluşmaktadır. Yönetim Kurulu yılda üç defa toplanmaktadır. Bu toplantılar haricinde Ajans’ın etkili bir biçimde faaliyetlerini sürdürmesi için gerekli yönetim kararları, Büro tarafından alınmaktadır. Büro, genel başkan, en fazla beş başkan yardımcısı, bir Komisyon temsilcisi ve bir adet Parlamento tarafından atanan üyeden oluşmaktadır. AÇA’nın günlük faaliyetlerinin yürütülmesi, Yönetim Kurulu’nun onayladığı programların hayata geçirilmesi ise Yetkili Müdür’ün sorumluluğundadır. Kurumsal yönetimin bir diğer parçası olan Bilimsel Komite ise Yönetim Kurulu ve Yetkili Müdür’e tavsiyede bulunmaktadır. Bilimsel Komite, Ajans’ın çok yıllı ve yıllık çalışma programları hakkında ve bilimsel personelin işe alınması konularında görüş bildirmektedir. AB KURUMLARI LE LKLER AÇA’nın en yakın çalıştığı AB kurumu, Komisyon içerisinde doğrudan muhatabı olan Çevre Genel Müdürlüğü’dür. Ajans’ın Yıllık Planları’nın değerlendirilmesinde, Komisyon’un Çevre Genel Müdürlüğü katkı sağlamaktadır. Çevre konusunda yapılan raporlamalarda ise Ajans, Çevre Genel Müdürlüğü, Ortak Araştırma Merkezi ve Avrupa İstatistik Birimi (Eurostat) ile birlikte çalışmaktadır. Ajans’ın faaliyet alanlarının sadece çevre değil, diğer sektörleri de kapsaması neticesinde ulaştırma, enerji, bölgesel politika, tarım ve araştırma gibi alanlarda faaliyet gösteren Genel Müdürlükler ile de iş birliğine gidilmektedir. Ayrıca AÇA, Avrupa Parlamentosu ile olan ilişkisi kapsamında, talep gelmesi halinde raporlar sunmakta, çalıştaylar ve bilgilendirme toplantıları düzenlemektedir. Bunun yanında Ajans’ın Yetkili Müdürü, özellikle çevre bakanlarının gayri resmi Konsey toplantılarına sıklıkla davet edilmektedir. Türkiye’nin Katılım Anlaşması’nı2 9 Ekim 2000 tarihinde imzaladığı AÇA’nın faaliyetleri, hazırladığı raporlar ve Ajans’ta çalışma imkânlarına ilişkin bilgilere, http://www. eea.europa.eu/ İnternet adresinden erişilebilir3. 2 3 Anlaşma, 28 Ocak 2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. AÇA’nın Türkçe İnternet sayfası, http://www.eea.europa.eu/tr adresinde yer almaktadır. 82 AB ve ÜÇÜNCÜ ÜLKELER Dr. Zeynap Özkurt, İKV Uzman Yardımcısı LATN AMERKA’NIN GÜÇLENEN EKONOMS: MEKSKA 19 65 83 Tarihte birçok gelişmiş Kızılderili uygarlığa ev sahipliği yapan Meksika, bugün Latin Amerika’nın en güçlü ekonomilerinden biri sayılıyor. NAFTA üyeliğinin getirdiği avantajların yanı sıra Kuzey Amerika ülkeleri ile güçlü ekonomik bağları bulunan Meksika’nın ABD’den sonraki en büyük ticaret ortağı ise AB. Avrupa bütünleşme sürecinin ilk yıllarında pekiştirilen diplomatik ilişkiler sayesinde ve özellikle 2000 yılında yürürlüğe giren Küresel Anlaşma’nın ardından, 2010 yılında AB-Meksika Stratejik Ortaklığı’nın hayata geçirilmesiyle beraber, iki aktör güçlü siyasi ve ekonomik bir bağlarla birbirine bağlı konumda yer alıyor. AB ve Üçüncü Ülkeler dosyamızda bu ay, AB’nin Latin Amerika’nın güçlenen ekonomisi olarak nitelendirebileceğimiz Meksika ile olan ilişkilerini ele alıyoruz. 84 AB ve ÜÇÜNCÜ ÜLKELER KÜRESEL GELMELER IIINDA MEKSKA 1980’li yıllardan itibaren ciddi bir ekonomik dönüşüm geçiren Meksika, Latin Amerika’nın en büyük ikinci ekonomisine sahip. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın (North American Free Trade Agreement-NAFTA) 1994 yılında yürürlüğe girmesiyle, o dönemde ABD ve Kanada ile ticaret hacmini üç kat artıran ve 1995 yılında Dünya Ticaret Organizasyonu’na dâhil olan Meksika, liberal bir ekonomiye sahip. 1 Heiligendamn Süreci’nde, G8 liderlerinin yanı sıra Brezilya, Çin, Hindistan, Meksika ve Güney Afrika’dan oluşan G5 liderleri yer almaktadır. Tablo 1: Temel Göstergeler AB Meksika Nüfus (milyon) 509,4 (2013 tahmini) 118,8 (2013 tahmini) Yüzölçümü (milyon km2) 4,32 1,96 GSYİH (milyar dolar) 15,540 (2012 verisi) 1,798 (2012 verisi) Kişi Başı Milli Gelir (dolar) 34.100 (2012 verisi) 15.400 (2012 verisi) İhracat (milyar dolar) 2.170 (2012 verisi) 371,4 (2012 verisi) İthalat (milyar dolar) 2.397 (2012 verisi) 371,2 (2012 verisi) Kaynak: CIA The World Factbook 19 65 Ticaretinin neredeyse yüzde 90’ını serbest ticaret anlaşmaları (STA) kapsamında gerçekleştiren Meksika’nın, bugün itibarıyla ABD, AB ve Japonya başta olmak üzere 50’den fazla ülkeyle STA’sı; neredeyse bütün Latin Amerika ülkeleriyle ikili anlaşmaları; Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (European Free Trade Area-EFTA) ülkeleri ve İsrail ile özel anlaşmaları bulunuyor. Öte yandan, 2012 yılında resmi olarak Trans-Pasifik Ortaklığı müzakerelerine dâhil olan Meksika, geçtiğimiz Temmuz ayında Peru, Kolombiya ve Şili’nin de dâhil olduğu Pasifik İttifakı’na katılmış bulunuyor. Meksika ayrıca, “Heiligendamn Süreci” olarak da bilinen, G8+G51 gruplarının konu odaklı görüşmeler yürüttüğü ve küresel ekonomik yönetişime ilişkin kritik eylem alanlarında ortak mutabakat sağlanmasını hedefleyen süreçte de aktif olarak yer alıyor. Bu durum, hiç şüphesiz, Meksika’nın Latin Amerika’nın ötesinde giderek büyüyen ve güçlenen bir konuma sahip olduğunun göstergesidir. Avrupa bütünleşme sürecinin ilk dönemlerinde, uzun vadede oluşturulması hedeflenen ekonomik alana ilgisini her fırsatta dile getiren Meksika, 1960 yılında, yani Avrupa 85 Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulmasından sekiz yıl sonra, Brüksel’de, ikili ilişkilerin geliştirilmesinde ve sıkı bir diyalog sağlanmasında önemli bir rol oynayacak olan bir temsilcilik açmıştı. Bunu takiben, 1975 yılında, Topluluk ve Meksika arasında çerçeve ticaret anlaşması imzalanmış, iki aktör arasındaki ilişkiler yavaş yavaş şekil almaya başlamıştı2. Zaman içerisinde aşamalı olarak gelişen ve kuvvetlenen AB-Meksika ikili ilişkileri, 1990’lı yıllarda “Küresel Anlaşma” (Global Agreement) olarak da bilinen, “Ekonomik Ortaklık, Siyasi Düzenleme ve İşbirliği” Anlaşması’nın (Economic Partnership, Political Cooperation and Cooperation Agreement) imzalanmasına ilişkin müzakerelerle daha da pekişti ve 8 Aralık 1997 tarihinde imzalanan Küresel Anlaşma’nın 2000 yılında yürürlüğe girmesinin ardından, iki aktör arasındaki ilişkiler daha ileri bir seviyeye taşındı. Demokratik prensiplere dayalı olarak “insan haklarına saygı” ilkesinin esas teşkil ettiği Küresel Anlaşma, AB ve Meksika’nın iç ve dış politikalarını en üst düzeyde oluşturulan kurumsal bağlarla birbirine bağlamakla beraber, 1991 yılında uzlaşı sağlanan Çerçeve Anlaşma’nın da genişletilmiş halini temsil ediyor. Söz konusu anlaşma, hiç şüphesiz, hem AB’ye hem de Meksika’ya birçok katkı sağladı. Bunların başında, AB ve Meksika arasında mallar ve hizmetlere yönelik ticaretin yer aldığı çok taraflı serbest ticaret bölgesinin yaratılmış olması geliyor. Örneğin, anlaşmanın imzalanmasının ardından yalnızca birkaç yıl sonra AB ve Meksika arasındaki ticaret hacmi yüzde 140 artış göstermiş, bu da Meksika’yı AB’nin Latin Amerika’daki en önemli ticaret ortağı konumuna getirmiştir3. Bu gelişme, ayrıca, siyasi diyalog, ticaret ve iş birliği temellerine dayalı olarak, AB-Meksika ilişkilerinin derinleştirilmesi ve güçlendirilmesi için gerekli çerçevenin oluşturulmasına katkı sağlamıştır. 2004 yılından itibaren AB-Meksika ekonomik bağlarının giderek gelişmesiyle birlikte, her iki aktör, mevcut kurumsal ve finansal kaynaklarını bir araya getirme ve üst düzey irtibatlarını artırma kararı aldı. Nitekim ikili arasında özellikle son yıllarda gelişen etkin ve samimi siyasi diyalog neticesinde, AB ve Meksika’nın küresel meselelerde daha yakın bir iş birliği içerisine girmelerinin ardından, ikili ilişkilerin daha sağlam temellere dayandıran siyasi bir çerçevenin oluşturulması gereksinimini de ortaya koydu ve AB ile Meksika, bu gereksinimden hareketle, ortak girişimlerin uyumlu bir şekilde koordine edilmesi ve küresel meselelere daha etkin bir biçimde müdahale edilebilmesi için yeni bir ortaklık oluşturma kararı aldı. AB ve Meksika, bu çerçevede, sonuç odaklı bir yaklaşım belirleyerek, şu alanlarda birlikte çalışma kararı aldı: O Ekonomik büyümenin desteklenmesi; istihdam yaratma, O Latin Amerika’da yabancı yatırımların desteklenmesine yönelik yasal belirliliğin sağlanması, O Çok taraflı ticari sistemin geliştirilip güçlendirilmesi, O İklim değişikliği, O İnsan hakları, O Rio Grubu, O Silah Ticareti Antlaşması. Oldukça zengin ikili ilişkilere sahip olan AB ve Meksika, son dönemde, önemli küresel meselelerde birlikte hareket ederek başarılı girişimlere imza atmakla beraber, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi temel ilkeler açısından da birbirine oldukça yakın hareket ediyor ve birçok tarihi ve kültürel bağla birbirine bağlı konumda yer alıyor. 2 Maria Zandt, “Theory and Practice of the Democracy Clause in the EU’s Relations with Third Countries, The Example of Mexico”, p.1. 3 Delegation of the European Union to Mexico, “The 2000 Global Agreement”, http://eeas. europa.eu/delegations/mexico/ eu_mexico/political_relations/ political_relations_framework/ index_en.htm, Erişim Tarihi: 28 Ocak 2014. 86 AB ve ÜÇÜNCÜ ÜLKELER AB VE MEKSKA LKLERNDE DÖNÜM NOKTASI: STRATEJK ORTAKLIK Küresel Anlaşma’nın 2000 yılında yürürlüğe girmesinin ardından, sosyal uyum, adalet ve insan hakları, sürdürülebilir ekonomik kalkınma, çevre, eğitim ve kültür, bilim ve teknoloji alanlarında ortak çıkarlarını korumak amacıyla kapsamlı bir siyasi diyalog başlatan AB ve Meksika, bu bağlamda, iklim değişikliği, enerji, gıda güvenliği, küresel ekonomi ve güvenlik gibi birçok küresel meselede aralarındaki mevcut iş birliğinin artırılması için gerekli siyasi koşulları oluşturmak için girişimlerde bulundu. Söz konusu AB-Meksika Stratejik Ortaklığı da, sözü edilen küresel meselelerin çözümüne yönelik ortak çalışmaların gerçekleştirilmesi için gereken daha geniş ve iddialı bir siyasi çerçevenin temellerini oluşturdu. Avrupa Komisyonu, AB ve Meksika arasında stratejik ortaklığın kurulmasına ilişkin ilk bildirimini4, 2008 yılının Temmuz ayında, AB Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’na iletti. Bunu takiben AB-Meksika Stratejik Ortaklığı, AB Konseyi’nin bildiriyi 2008 yılının Ekim ayında teyit etmesi ve AP’nin de Mart 2009 tarihinde bildiriye ilişkin olumlu görüş bildirmesinin ardından, Mayıs 2010 tarihinde 4 Communication to the EU Member States (Council) and the European Parliament on 15 July 2008, http:// www.eeas.europa.eu/mexico/docs/ com08_447_en.pdf, Erişim Tarihi: 3 Şubat 2014. 5 Joint Executive Plan of the Strategic Partnership, http://www. consilium.europa.eu/uedocs/cms_ Data/docs/pressdata/en/er/114467. pdf, Erişim Tarihi: 4 Şubat 2014. 6 Communication to the EU Member States (Council) and the European Parliament on 15 July 2008, http:// www.eeas.europa.eu/mexico/docs/ com08_447_en.pdf, Erişim Tarihi: 3 Şubat 2014. p.5. 7 Delegation of the European Union to Mexico, “The Strategic Partnership”, http://eeas.europa.eu/delegations/ mexico/eu_mexico/political_relations/ index_en.htm, Erişim Tarihi: 4 Şubat 2014. 19 65 İspanya’da gerçekleştirilen 5’inci AB-Meksika Zirvesi’nde “AB-Meksika Stratejik Ortaklığı Ortak Yönetim Planı5 ”nın onaylanmasıyla hayata geçirildi. AB-Meksika Stratejik Ortaklığı’nın başlıca hedefi, iki aktörün küresel düzeyde ticaret serbestliği çerçevesinde yakın bir iş birliği kurması olarak nitelendiriliyor. Bu bağlamda, söz konusu stratejik ortaklığın iki seviyede gerçekleşmesi büyük önem taşıyor. Bunlardan ilki, AB ve Meksika arasında etkin bir iş birliğinin oluşturulmasıyla, küresel meselelere çok taraflı olarak müdahale edilmesini; ikincisi ise karşılıklı ilişkilerin ve girişimlerin geliştirilmesinde siyasi ivmenin kazandırılmasını gerekli kılıyor. Dolayısıyla, kendi kendini güçlendiren bir ortaklık çerçevesinde ve mevcut Küresel Anlaşma uyarınca AB ve Meksika’nın müdahil olduğu yeni ve daha etkin siyasi bir çerçevenin oluşturulması söz konusu6. Bugünkü AB-Meksika ikili ilişkilerinin ana hatlarını belirleyen Stratejik Ortaklık, dört ana faaliyet alanına7 odaklanıyor: O Siyasi alan: Çok yanlılık, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, kültürel diyalog, Latin Amerika, bölgesel bütünleşme, Rio Grubu. 87 Kaynak: Eurostat Comext O O O Güvenlik alanı: Terörle mücadele, organize suçlar, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı. Çevre alanı: İklim değişikliği, doğal afetler. balık rezervlerinin aşırı sömürüsüne karşı mücadele. Sosyoekonomik alanlar: Kalkınma politikası, yatırım ve sosyal sorumluluk, teknolojik gelişme ve fikri mülkiyet hakları, açık pazarlar, sosyal politikalar, sosyal koruma, göç, yoksulluk, makro-finansal istikrar, iyi yönetişim, enerji güvenliği. EKONOMK VE TCAR LKLER Brezilya’nın ardından Latin Amerika’nın en büyük ikinci ekonomisi konumunda olan Meksika, 50’den fazla ülkeyle imzaladığı ikili ticaret anlaşmaları ile dünyanın en büyük ticaret ağlarından birine sahip. ABD’nin, Meksika’nın ihracatında yaklaşık yüzde 80’lik bir pay ile ağırlığını koruduğu bu günlerde, Meksika’nın, bu oranı düşürebilmek için hem AB ile ticari ilişkilerini geliştirme çabası içerisinde olduğunu, hem de Brezilya ve Trans-Pasifik Ortaklığı sayesinde Japonya başta olmak üzere Asya ülkeleri ile olan ticaretini artırmayı hedeflediğini görüyoruz8. Meksika, ABD’de başlayan ve tüm dünyaya yayılan mali krizden her ne kadar nasibini almış olsa da, özellikle son 10 yıl içerisinde büyük gelişme kaydetti. Meksika, bugün itibarıyla, Latin Amerika ve Karayip ülkeleri arasında ithalat ve ihracat rakamlarıyla en yüksek paya sahip olmakla beraber, bölge ithalat ve ihracatının üçte birini gerçekleştirmekte ve 2012 yılı itibarıyla dünya ihracat ve ithalat sıralamasında 15’nci sırada yer almaktadır9. Ancak, tüm dünyada olduğu gibi Meksika’nın da, 2008 yılında ortaya çıkan krizden olumsuz etkilendiği ve büyük bir ekonomik çöküş yaşadığını görüyoruz. Krize bağlı olarak ilk başlarda sermaye akışında dalgalanmalar oluşan Meksika’da, daha sonraları likidite darlığı görüldü; tüketim harcamalarında ve yabancı sermaye girişinde düşüş yaşandı. Bunun neticesinde, 2009 yılı içerisinde ekonomik durgunluk içerisine giren Meksika, 2010 yılı içerisinde artan dış talep sayesinde tekrar büyüme kaydetti ve bölgede krizden en az etkilenen ülkelerin başında yer almış oldu. Kaynak: Eurostat Comext Öte yandan, AB-Meksika ticari ilişkilerinin, AB-Meksika Serbest Ticaret Anlaşması’nın 2000 yılında yürürlüğe girmesinin ardından daha da genişlediğini söyleyebiliriz. Söz konusu anlaşma, mallar ve hizmetler ticaretini oldukça kapsamlı ve geniş bir şekilde ele almakla beraber, özellikle kamu alımları, rekabetçilik, fikri mülkiyet hakları ve yatırım alanlarını da kapsıyor. Anlaşma, aynı zamanda iki aktörün tarım ürünleri, hizmetleri ve yatırımlarının da serbestleşmesini öngörmekle beraber, bu sektöre bağlı ticaret serbestisi görüşmeleri halen devam ediyor. İkili ticari ilişkileri ele aldığımızda ise, ABD’den sonra Meksika’nın en önemli ticaret ortağının AB olduğunu görüyoruz. Örneğin, AB ile Meksika arasında 2010 yılında yaklaşık 34 milyar 500 milyon avro değerinde mal ticareti gerçekleştiği gözlemlendi. Öte yandan, AB ile Meksika arasındaki ticaret ürün bazında incelendiğinde, AB’nin Meksika’ya ihraç ettiği ürünlerin başında makine ve ulaşım araçları, kimyasallar ve sanayi ürünlerinin geldiğini (Bkz. Grafik 1); Birliğin Meksika’dan ithal ettiği ürünlerin büyük kısmını ise yine makine ve ulaşım araçlarının oluşturduğunu görüyoruz. AB’nin Meksika’dan ithal ettiği diğer ürünler ise şöyle; mineral yakıtlar, mamul ürünler, kimyasallar, gıda ve canlı hayvanlar ve sanayi ürünleri10 (Bkz. Grafik 2). Öte yandan, 2009 yılında mali krize bağlı olarak yüzde 20 oranında bir düşüş gösteren AB’nin, genel olarak Latin Amerika’ya olan ihracatının 2010 yılında şaşırtıcı bir şekilde yüzde 36 oranında büyüme gösterdiği ve 80 milyar avroya ulaştığı; aynı zamanda ihracattan en büyük payı birinci sırada 31 milyar avroyla Brezilya’nın, ikinci sırada 21 milyar avroyla Meksika’nın yer aldığı vurgulanmalıdır. Görüldüğü üzere, NAFTA üyeliğinin getirdiği avantajların yanı sıra Kuzey Amerika ülkeleri ile güçlü ekonomik bağları bulunan Meksika’nın, ABD’den sonraki en büyük ticaret ortağının AB olması hiç şaşırtıcı değil. Az önce belirtildiği üzere, Avrupa bütünleşme sürecinin ilk yıllarında pekiştirilen diplomatik ilişkiler sayesinde ve özellikle, 2000 yılında yürürlüğe giren Küresel Anlaşma’nın ardından 2010 yılında AB-Meksika Stratejik Ortaklığı’nın hayata geçirilmesiyle beraber, iki aktör güçlü siyasi ve ekonomik bir bağlarla birbirine bağlı konumda yer alıyorlar. 8 T.C. Ekonomi Bakanlığı İhracat Platformu, http://www.ibp.gov. tr/, Erişim Tarihi 7 Şubat 2014. 9 “Latin Amerika’nın Güçlü Ekonomisi”, Turkishtime-Global Export, Ağustos 2013. s.2. 10 “Mexico-EU, Basic Statistical İndicators”, http:// epp.eurostat.ec.europa.eu/ statistics_explained/index.php/ Mexico-EU_-_basic_statistical_ indicators, Erişim Tarihi: 5 Şubat 2014. 88 EKOLOJ PENCERES İlge Kıvılcım, İKV Uzman Yardımcısı Gökhan Kilit, İKV Uzman Yardımcısı AB’DE 7’NC ÇEP DÖNEM BALADI * 19 65 2014 yılında Birliğin yeni mali döneminin başlamasıyla, AB genelinde birçok programın devamı niteliğindeki yeni nesil programlar da uygulanmaya başlandı. AB’de 1973 yılında başlatılan ve AB’nin Çevre Politikası’na yön veren en önemli programlardan biri olan Çevre Eylem Programları’nın (ÇEP) 7’ncisi de bunlardan biri. “Gezegenin Sınırları İçinde, Daha İyi Yaşamak” (Living Well, within the limits of our planet) sloganıyla, Komisyon tasarısının yayımlandığı tarihten yaklaşık bir sene sonra, 17 Ocak 2014 tarihinde yürürlüğe giren program (Madde 5*), Temmuz 2012 tarihinde sona eren 6’ncı ÇEP’in yerini alıyor. 7’nci ÇEP, oldukça geniş bir yelpazeye yayılmış entegre çevre yönetimini üye ülkelere sunarken; AB’nin 2020 yılına kadarki çevre politikasına yön verecek olan program, özellikle “düşük karbon ekonomisine geçişi” hızlandırması beklenen çevre ve iklim politikasının profilini çiziyor. Türkiye’nin de AB çevre mevzuatına uyumu düşünüldüğünde, dikkate alınması gereken bir program olarak gördüğümüz 2014-2020 dönemini kapsayacak AB’nin yeni dönem çevre eylem programını, bu ayki Ekoloji Penceresi’nde ele alacağız. 20 Kasım 2013 tarihinde kabul edilen metne, http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32013D1386:EN:NOT İnternet adresinden ulaşılabilir. 89 29 Kasım 2012 tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından sunulan programın taslak metni, Danimarka Dönem Başkanlığı sırasında (Ocak-Haziran 2012) Avrupa Parlamentosu Çevre Komitesi toplantılarında ve Çevre Konseyi’nin gündeminde görüşlere açılmıştı. 20 Kasım 2013 tarihinde, Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi’nin onayını alarak kabul edilen yeni program, dokuz çalışma alanı içeriyor: O Doğal ve ekolojik hayatın korunması ve iyileştirilmesi (temel öncelik): 2020 Biyoçeşitlilik Stratejisi ve Avrupa’nın Su Kaynaklarının İyileştirilmesi Planı’nı da kapsayan arazi kullanımının iyileştirilmesi, temiz içme suyunun, hava kalitesinin ve doğanın korunması. O Yeşil ve düşük karbonlu ekonomiye geçiş (temel öncelik): “Doing More with less” (Daha azla daha çok iş yapma) sloganıyla, kaynak verimliliğine odaklı ekonomi modeline geçiş ve bunun için 20-20-20 iklim ve enerji hedeflerinin gerçekleştirilmesi. O Çevresel nedenli etkilerin azaltılmasıyla insan sağlığının korunması (temel öncelik): Toksik içermeyen çevre, AB vatandaşlarının bilgilendirilmesi ve daha iyi uygulamalar. O AB çevre mevzuatının daha iyi uygulanması (etkinleştirici öncelik): AB ekonomisine katkı. O Daha iyi bilgi akışının sağlanması (etkinleştirici öncelik): Potansiyel çevresel risklere karşı bilincin artırılması, araştırma ve inovasyon çalışmalarına daha fazla yatırım. O İklim ve çevre çalışmalarına yatırımların artırılması (etkinleştirici öncelik): Özel sektörün ve kamu sektörünün desteği ile çevre dostu ürün ve hizmetlerin AB pazarında artırılması. O Çevresel ve iklim değişikliği düzenlemelerinin, diğer politika alanlarına tamamen entegre edilmesi (etkinleştirici öncelik): Bölgesel balıkçılık, tarım, ulaştırma, enerji gibi politika alanlarıyla paralel çalışmaların yürütülmesi. O Sürdürülebilir şehirler (yatay öncelik): Çevre dostu şehir planlamaları. O AB’nin uluslararası ortamda etkinliğinin artırılması (yatay öncelik): Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (Sustainable Development Goals) ile birlikte, AB’nin küresel yaklaşımlarından biri olacak “Gezegenin Sınırları İçinde, Daha İyi Yaşamak” amacının yaygınlaşması. ENTEGRE ÇEVRE POLTKASININ ÖNCÜSÜ Programlar, Birlik organlarının hukuki bakımdan bağlayıcı olmayan, ancak politik bakımdan belirli niyetlerini ortaya koyan çalışmalar olarak değerlendirilirken; genel beklentiler göstermekle beraber, yeni fikirler veriyor ve sonraki çalışmalar için bir çerçeve ve hukuki zemin inşa ediyor1. Diğer yandan program, bütünüyle yeşil ekonomi, düşük karbon ekonomisi, enerji ve kaynak verimliğini ön plana almasından ötürü, üye ülkeler, Avrupa Parlamentosu, bölgesel veya yerel otoriteler, iş dünyası ve sivil toplum kuruluşlarıyla eş zamanlı çalışmaları öneriyor. Nitekim yeni programın içeriği; Parlamento, Konsey ve ilgili tüm paydaşların görüşlerinin alınmasıyla hazırlandı. Ayrıca programın içeriği, sadece AB’deki gelişmelerle (ekonomik kriz) sınırlı kalmayıp, uluslararası alandaki önemli gelişmelerin sonuçlarının dikkate alınmasıyla şekillendi. Hatırlanacağı üzere, 2003 yılı, Avrupa genelinde aşırı sıcak hava dalgasının yaşandığı bir yıl olmuş; meydana gelen felaketlerin yüzde 64’ü hava ve sıcaklığa bağlı olarak gelişmiş, 20 binden fazla kişi hayatını kaybetmiş ve gıda üretimindeki düşüş AB’de büyük kaygı yaratmıştı2. Aynı şekilde, küresel çevre sorunlarının mevcut ekonomi politikalarına, sosyal hayata ve “insan sağlığına” etkisinin AB sınırları içinde artması, hâlihazırda Avrupa 2020 Stratejisi’nin hedeflerinin bağlayıcılığının sürmesi, Üye Devletlerin ekonomik kriz ortamına girmesiyle AB içinde bazı önemli yapısal reformların yapılması gereksiniminin artması ve Haziran 2012 tarihinde gerçekleşen Rio+20 Zirvesi’nde “küresel vizyon” eksikliğinden bahsedilmesi de program içeriğinin hazırlanmasında önemli rol oynamıştır. Mevcut durumda, bu gelişmelerin ve özellikle ekonomik kriz ortamının yarattığı yapısal reform gerekliliğinin belirginleşmesiyle, yeşil ekonomi gibi AB için yeni fırsatlar sunması beklenen modellerin geliştirilmesi, uzun vadede gündemde kalacaktır. Programda ayrıca, iklim temelli hedeflerin gerçekleştirilmesinde gerek AB gerekse Üye Devletlerin sorumlulukları da tanımlanıyor. Programın bütçe içeriği ise, 7-8 Şubat 2013 tarihinde AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde kabul edilen ve AB’nin 28 üye ülkesi için tasarlanan 2014-2020 Çok Yıllı Mali Çerçevesi (Multiannual Financial Framework-MMF) dâhilinde ele alındı. Tablo 1’de, büyüme ve doğal kaynak kullanımına ilişkin Mali Çerçeve’de belirtilen harcama ödenekleri veriliyor ve bu ödenekler, Mali Çerçeve’nin sadece iki bölümünü oluşturuyor (Bkz. Tablo 1). Tablo 1: 2014-2020 Çok Yıllı Mali Çerçevesi’nde Harcama Ödenekleri (2011 fiyatları, milyon avro) Harcama Ödenekleri 2014 2015 2016 2017 2018 2019 2020 1. Akıllı Büyüme 60.283 61.725 62.771 64.238 65.528 67.214 69.004 1.a. Büyüme, istihdam için rekabet gücü 15.605 16.321 16.726 17.693 18.490 19.700 21.079 1.b. Ekonomik, sosyal ve bölgesel uyum 44.678 45.404 46.045 46.545 47.038 47.514 47.925 2. Sürdürülebilir Büyüme: Doğal 55.883 55.060 54.261 53.448 52.466 51.503 50.558 kaynaklar Kaynak: Avrupa Komisyonu** Çerçeve kapsamında diğer harcama ödeneklerine, http://europa.eu/rapid/press-release_MEMO-13-1004_en.htm İnternet üzerinden ulaşılabilir. ** 1 Damla Cihangir, “Sorularla AB Politikaları-Çevre Politikası”, İktisadi Kalkınma Vakfı, Yayın No: 254, Ocak 2012. 2 European Environment Agency, “Impacts of Europe’s Changing Climate”, EEA Report No: 2/2004, Kopenhag, s.9. 90 EKOLOJ PENCERES ATIKTA 72 MLYAR AVROLUK TASARRUF; 400 BNN ÜZERNDE YEN MKÂNI Program kapsamında, doğru ve tam olarak uygulanan atık yönetimi sonucunda, AB genelinde 2020 yılına kadar yıllık 72 milyar avro tutarında tasarruf sağlanacağı belirtiliyor. Aynı şekilde, geri dönüşüm teknikleriyle de 42 milyar avroluk tasarruf elde edilebileceği açıklanan program, karbon salımını azaltacak yeni büyüme modeliyle, 400 binin üzerinde yeni iş imkânı yaratılacağını öngörüyor. 3 4 İklim Değişikliği Eylem Planı İklim Değişikliği Strateji Belgesi 5 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, “Dünyada ve Türkiye’de Enerji Görünümü”, s.12, http:// www.enerji.gov.tr/yayinlar_ raporlar/Dunyada_ve_ Turkiyede_Enerji_Gorunumu.pdf 6 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın 14 Kasım 2013 tarihli Bütçe Komisyonu’nda sunduğu 2014 Yılı Plan ve Bütçe Konuşma Metni, s.12, http://www.enerji.gov.tr/ yayinlar_raporlar/2014_ Plan_ve_Butce_Komisyonu_ Konusmasi 7 Plan ve Bütçe Konuşma Metni, s.16. 8 Plan ve Bütçe Konuşma Metni, s.14. 9 “Dünyada ve Türkiye’de Enerji Görünümü”, s.13. 10 a.g.e., s.27. TÜRKYE ÇN ÖNEM AB Çevre Politikası, sürekli değişim içinde olan ve uzun vadede entegre çevre yönetimi çerçevesinde birçok farklı politika alanını aynı amaç doğrultusunda birleştiren niteliktedir. AB Çevre Politikası’nın dinamikleri, üye ülkelerin çevre performanslarına da ciddi oranda şekil verebilmektedir. 2020 yılı Çevre Politikası’nın çerçevesini sunan yeni ÇEP, özellikle düşük karbon ekonomisi çerçevesinde, “çevresel sorun riski en az olan üretim” modeli ile “en az tüketime yönelten”, tüketileni de geri dönüşümlü olarak geri kazandıran hedefler içeriyor. Bu bağlamda, Avrupa 2020 hedeflerine paralel nitelikteki 7’nci ÇEP, aday ülkelere de bir anlamda çevre koruma ve iklim değişikliği ile mücadelede, önemle üzerinde durulan çalışmaların çerçevesini sunuyor. Dolayısıyla, AB’nin uzun vadede ne tür bir seçenek doğrultusunda hareket ettiği, aday ülkeler tarafından da takip edilmesi gereken bir husus olarak önem taşıyor. Bununla birlikte, Türkiye’nin çevre ve özellikle iklim değişikliği kapsamındaki ulusal vizyonu ve hedefleri, İklim Değişikliği Strateji Belgesi’nde ve İklim Değişikliği Eylem Planı’nda şu şekilde ifade ediliyor: “(…) Ulusal vizyonu; iklim değişikliği politikalarını kalkınma politikalarıyla entegre etmiş; enerji verimliliğini yaygınlaştırmış; temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını artırmış; iklim değişikliğiyle mücadeleye özel şartları çerçevesinde aktif katılım sağlayan ve yüksek yaşam kalitesiyle refahı tüm vatandaşlarına düşük karbon yoğunluğu ile sunabilen bir ülke olmaktır” (İDEP3 s. 65; İDSB4 s.5). “(…) Stratejik hedefleri; Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ilkesine uygun olarak ve özel koşulları çerçevesinde, iklim değişikliği ile mücadelede ve uyum 19 65 politikaları ile önlemlerini, ulusal kalkınma planlarına dahil etmek; (…) küresel önlemlere kendi imkanları ölçüsünde sürdürülebilir kalkınma ilkeleriyle uyumlaştırılmış kalkınma programını sekteye uğratmadan, sera gazı emisyon artış hızını sınırlayarak katkı sağlamak; (…) azaltım, uyum, teknoloji transferi ve finansman ana başlıklarındaki küresel stratejik amaçların, tarafların sorumlulukları göz önünde bulundurulması suretiyle tasarlanması ve yürütülmesine uyum sağlamak ve uluslararası faaliyetlerde etkin rol oynamak; (…) ihtiyaç duyulan mali kaynaklara erişimi artırmak; (…) mevcut teknoloji ve kalkınma düzeyimiz göz önünde alınarak temiz üretime yönelik Ar-Ge ve inovasyon kapasitesini geliştirmek; (…) uyum kapsamındaki faaliyetleri etkin ve sürekli eşgüdüm sağlayarak, şeffaf, katılımcı ve bilimsel çalışmalara dayanan karar alma süreçleri ile geliştirmek; (…) kamuoyu bilincini artırmak; (…) bütüncül bir bilgi yönetim sistemini oluşturmaktır” (İDEP s.65-66). Bu anlamda, Belgelerde verilen hedeflerin, temiz enerji üretimine yönelik araştırma ve inovasyonlara ayrılması son derece kıymetlidir. Düşük karbonlu ekonomiye geçişte bu önceliklerin öne çıkması kadar, uzun vadede emisyon azaltım hedefinin belirlenmesi ve fosil yakıta olan bağlılığın azaltılması da AB’de yapılandırılan yeni programlara paralel seyir izlenmesi açısından son derece önem arz ediyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre, 2011 yılında Türkiye’de birincil enerji talebi doğal gazda yüzde 32, kömürde yüzde 31, petrolde yüzde 26 ve suda yüzde 4 olarak açıklanıyor5; bu durumun, 2023 yılına gelindiğinde kömürde yüzde 37, doğal gazda yüzde 23, petrolde yüzde 26 ve suda yüzde 4 seviyesinde olacağı tahmin ediliyor6. Lisans verilen kurulu güce bakıldığında da aynı tabloyla karşılaşmak mümkün: 2013 Ekim ayı sonu itibarıyla, kurulu gücün birincil enerji kaynaklarına göre dağılımında, doğal gaz yüzde 31,4, hidrolik yüzde 34,7, kömür yüzde 20,2 ve rüzgâr yüzde 4,4 olarak veriliyordu7. Yine aynı dönemde, elektrik üretiminin yüzde 41,3’ü doğal gaz, yüzde 29,2’si hidrolik ve yüzde 24,2’si kömürden elde edilirken8, enerji tüketiminde Türkiye’de 20022011 yılları arasında yine petrol, kömür ve doğal gaz listenin başında yer alıyor9. Türkiye’de petrol arama ve üretiminin, 2002-2011 arasında 100 milyon dolardan 1,36 milyar dolara çıkarak, yaklaşık on yılda yüzde 13,5 oranında artış gerçekleştiği de veriler arasında yer alıyor10. 91 92 AB HUKUKU’NDAN Feridun Karakeçili, İKV Hukuk İşleri Müdürü ÜYE ÜLKELERN AB HUKUKUNU UYGULAMA KARNES: AVRUPA KOMSYONU’NUN 2012 YILI DEERLENDRMES AB ’nin amaçlarının ve politika hedeflerinin gerçekleştirilmesinde AB hukukunun üye ülkeler tarafından etkili bir şekilde uygulanması büyük önem taşımaktadır. AB kurumlarının hukuken bağlayıcı tasarrufları Tüzük (Regulation), Yönerge (Directive) ve Karar’dır (Decision). Bunlardan Tüzük ve Karar üye ülkelerde doğrudan uygulanır ve doğrudan etkiye sahiptir. Bir başka deyişle bu düzenlemeler, AB vatandaşları nezdinde doğrudan hak ve yükümlülükler doğururlar. Buna karşılık Yönerge ise ilke olarak ilgili olduğu politika alanında gerçekleştirilmesi istenen amacı belirler, fakat bu amaca ulaşmak için iç hukuklarında gerekli düzenle- 19 65 meleri yapma yetkisini üye ülkelere bırakır. Böylece her bir üye ülke, Yönerge’deki amaçları uygulamaya koymak üzere kendi iç hukuk düzenlerine göre en uygun gördükleri hukuki araçları seçebilmektedir. Ancak üye ülkeler, Yönergeleri öngörülen süre içinde ve tam olarak iç hukuklarına aktarmak, doğru ve etkili bir şekilde uygulamak yükümlülüğü altındadır. Avrupa Komisyonu da, üye ülkelerin Yönergeleri iç hukuklarına aktarma performanslarını denetlemek ve gerekirse AB Adalet Divanı’nda ilgili ülkelere karşı dava açmak ve Divan’ın kararı doğrultusunda yaptırımlar uygulamak görev ve yetkisine sahiptir (AB’nin İşleyişine Dair Antlaşma (ABİDA) Madde 258, 260). Yönergelerin ge- 93 * LTıs: İç hukuka geç aktarılan yönergeleri temsil etmektedir. reklerinin yerine getirilmemesi, Yönerge’nin süresinde uygulamaya koyulmaması (iç hukuka geç aktarım) şeklinde olabileceği gibi iç hukuka hatalı aktarılması ya da gerektiği gibi uygulanmaması şeklinde de olabilir. Avrupa Komisyonu, üye ülkelerin Yönergeleri uygulama performanslarını her yıl yayımladığı bir raporla kamuoyuna duyurmaktadır. 2012 yılının değerlendirilmesinin yapıldığı 30’uncu Yıllık Rapor da, 2013 yılı sonunda yayımlanmıştır1. Rapora göre, 2012 yılında üye ülkelerin Yönerge ihlalleri devam etmekle birlikte, önceki yıllara göre düşüş göstermiştir. 2010 yılında 855, 2011 yılında 1185 adet Yönergenin iç hukuka geç aktarımı söz konusu olmasına karşılık, 2012 yılında bu sayı 447’ye düşmüş ve bunların 418’i hakkında Komisyon tarafından ihlal prosedürü başlatılmıştır (2011 yılında soruşturma başlatılan ihlal sayısı 763 olarak gerçekleşmişti). 2012 yılında Yönergelerin iç hukuka geç aktarımı sebebiyle en çok ihlal prosedürü başlatılan sektörler ise ulaştırma (115 prosedür), sağlık ve tüketicilerin korunması (108), çevre (63) ile iç pazar ve hizmetler (53) olmuştur. Komisyon, başlattığı 418 ihlal prosedüründen 35 tanesi için ilgili ülkelere karşı para cezası uygulanması talebiyle Adalet Divanı’nda dava açmıştır. Bu çerçevede Polonya’ya onar, Slovenya’ya beşer, Hollanda ve Finlandiya’ya dörder, Belçika ve Kıbrıs’a üçer, Almanya, Bulgaristan, Slovakya, Lüksemburg, Portekiz ve Macaristan’a da birer dava açılmıştır. Bu davalarda Komisyon’un üye ülkelere uygulanmasını talep ettiği günlük para cezası (Yönergelerin iç hukuka aktarımında gecikilen her gün için) 5.909 avro ile 315.036 avro arasında olmuştur. Yönergelerin iç hukuka geç aktarımına ilişkin bu ihlal prosedürlerinin yanı sıra Komisyon, 2012 yılında Yönergelerin iç hukuka hatalı aktarılması ya da gerektiği gibi uygulanmaması nedenleriyle de üye ülkelere karşı 925 ihlal prosedürü başlatmış, böylece Yönerge ihlallerine bağlı toplam başlatılan prosedür sayısı 1343 olmuştur. Aşağıdaki grafikte, üye ülkeler bazında açılan ihlal prosedürü dağılımı yer almaktadır (Bkz. Grafik 1): Toplam açılan Yönerge ihlali prosedürü sayısında da 2012 yılında düşüş kaydedilmiştir (2009’da 2900, 2010’da 2100, 2011’de 1775 prosedür başlatılmıştı). 2012 yılında açılan 1343 ihlal prosedüründen 1062 tanesi, yapılan görüşmelerden sonra, ilgili ülkelerin Yönergeleri, AB hukukuna uygun hale getirmeleri sonucunda Komisyon tarafından kapatılmıştır. 46 vaka için Komisyon, Adalet Divanı’nda dava açmış ve bunlardan 42 tanesi Komisyon lehine sonuçlanmıştır. Adalet Divanı’nın bu konuda haklarında en fazla karar verdiği ülkeler, Belçika, Portekiz, Hollanda ve Fransa olmuştur. Divan’ın kararlarına en fazla sayıda konu olan sektörler ise çevre (16 karar), vergilendirme ve gümrük birliği (11) ile iç pazar ve hizmetler (6) olarak gerçekleşmiştir. Komisyon’un Raporu, 2012 yılında hem toplam Yönerge ihlali prosedürü sayısında düşüş hem de özellikle Yönergelerin iç hukuka zamanında aktarılması konusunda kayda değer bir gelişme sağlandığını ortaya koymaktadır. Ancak üye ülkelerin, Yönerge ihlallerinin önlenmesi konusunda kat etmeleri gereken önemli mesafeler bulunmaktadır ve daha fazla çaba harcamaları gerekmektedir. Zira Komisyon’a göre, 2013 yılı sonunda, önceki yılda Adalet Divanı’nın aleyhlerinde karar verdiği ancak ilgili ülkelerin Divan’ın kararlarının gereklerini yerine getirip getirmediklerini incelemek üzere açtığı 128 ihlal prosedürü bulunmaktadır. 1 Report from the Commission, 30th Annual Report on Monitoring the Application of EU Law (2012), 22.10.2013 COM (2013) 726 Final 94 BRÜKSEL’DEN BAKINCA 19 65 95 M. Haluk Nuray, İKV Brüksel Temsilcisi SVÇRE AB’YE, GÖÇMEN OLMANIN DAYANILMAZ HAFFLN TATTIRDI 96 BRÜKSEL’DEN BAKINCA Bu yıl, hem Türkiye-AB ilişkileri, hem Türkiye hem de AB açısından enteresan, değerlendirmesi ve yorumlaması güç gelişmelerle başladı. Önce, Aralık ayında Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu faslında müzakerelerin başlaması ile AB müzakere süreci uzun bir aradan sonra tekrar nefes almaya başladı diye sevindik. Sonra, Fransa Devlet Başkanı’nın Türkiye ziyareti ile Sayın Başbakan’ın Brüksel ve Almanya ziyaretleri, dikkatlerin AB’ye yoğunlaşmasına ve umutların yükselmesine yol açtı. Buraya kadar her şey çok iyi gibiydi… Ama 17 Aralık’ta, hiç beklenmedik bir anda, bir yolsuzluk operasyonu şeklinde başlayan ve kısa sürede “paralel yapı” iddiaları ile niteliği ve kapsamı tamamen değişen olaylar zinciri ve AB’nin, Hükümetin bu konuda aldığı ve almayı planladığı yasal önlemlere ve yönetsel uygulamalara her düzeyde gösterdiği tepki, yükselen umutları hızla alaşağı etti. Demokrasimizin kalitesi tartışılmaya başlandı. Öyle ki, müzakere fasıllarının neredeyse yarısını açmış olan Türkiye’nin, Kopenhag Siyasi Kriterleri’ne uyup uymadığının yeniden değerlendirilmesinden bile söz edildi. AB yetkilileri bu konuda sözlü açıklamalarla yetinmediler, endişelerini içeren uyarı mektupları gönderdiler. Evet, dostlar kaygılarını, düşüncelerini, sözlerini sakınmadan dile getirebilmelidir ama tüm bunların yapıcı bir tavırla yerine getirilmesi gerekir. BURUKLUK Gelişmeler kafa karıştırıcı dedim ya, bir kaç örnekle açıklayayım: Fransa Devlet Başkanı Hollande’ın çok geniş ve ekonomik ağırlıklı bir heyetle gerçekleştirdiği ziyaret, başlı başına bir başarı olarak nitelendirildi. Buna ben de katılırım; ancak hâlihazırda Fransa’nın bloke ettiği fasıllardan birini daha kısa vadede serbest bırakacağının net bir sinyalini vermemesi, bizde burukluk yarattı. Gerçi, yıllardır gerilen ilişkilerin bir tek ziyaretle düzeleceğini beklemiyorduk. Ancak Fransa’nın en azından bir fasılda daha blokajını kaldıracağını umut etmeden de duramıyorduk. Fransa, iç siyasetteki hassasiyetleri ne yazık ki aşamadı ve sonuç olarak, Sarkozy’nin “bu başlıklar doğrudan üyeliğe yönelik” diyerek bloke ettiği beş fasıldan dördü halen kapalı. Almanya’da ise Şansölye Merkel, iki yeni faslın açılması ve vize konularında çok olumlu sözler söyledi ancak Türkiye’nin üyeliği konusunda şüpheleri olduğunu, ortak basın toplantısında, kamuoyu önünde açıkça söylemesi ve sürecin ucu açık olduğunu vurgulaması yine burukluk 19 65 yarattı. Brüksel’deki Zirve’de de benzer gelişmeler yaşandı: Medyaya açık toplantılardaki destek sözleri, diplomatik nezaket zarfına sarılmış ince eleştirilerle, kendilerince dengelendi; kulaklara, toplantılarda heyetimize ciddi eleştiriler getirildiği ve “samimi endişelerinin” dillendirildiği fısıldandı. Haliyle, bunlar da bizde burukluk yarattı. Merkel’in Genel Başkanı olduğu partisi CDU’nun, Şubat başında onaylanan Avrupa seçim programında “Türkiye’ye tam üyelik yok” demesi; yetmezmiş gibi, CDU’nun AP seçimleri liste başı adayı seçilen David McAllister’in, daha seçildiği ilk gün bu hususu açıkça dile getirmesi, burukluğumuzu iyice artırdı. İğneyi kendimize batırırsak; bizim de Avrupalı muhataplarımıza rasyonel ve yumuşak bir söylemle, AB kriterlerine uymayı sürdüreceğimizi vurgulamamız gayet güzel ancak fiiliyatta AB kriterleri ile pek de uyumlu olmayan, temel özgürlüklerin inkârı anlamına gelen yasa tasarılarının TBMM’ye sevk edilmiş olması da AB tarafında burukluk yaratmış olmalı. Belki de bu ziyaretlerin, Türkiye’nin de- 97 mokrasi kalitesinin AB tarafından (hem yönetici hem de kamuoyu düzeyinde) sorgulanmadığı bir dönemde yapılması, daha iyi sonuçlanmalarına yol açabilirdi. Yine de, andığımız ziyaretleri, 10 Şubat tarihinde yapılan Dışişleri ve AB Bakanları düzeyindeki Siyasi Diyalog Toplantısı ile birlikte değerlendirince, AB’nin, Türkiye ile ilişkilerinin canlılığını kaybetmesini istemediği açıkça ortaya çıkıyor. Bu karambolde, Kıbrıs’ta yeni bir anlaşma umudu doğuran ve sonu getirilebildiği takdirde Türkiye- AB ilişkilerinin de önünü açacak gelişmeler de haliyle yeterince ilgi toplayamadı. Çözüm için iki toplumun liderleri, 22 ay sonra tekrar bir araya geldi ve çözüm için kararlı oldukları mesajını verdi. Yeni sürecin en önemli özelliği, al-ver süreci olacağının baştan kabulü ve bu defa içeriden yapılandırılmış olması. Adada çözümün, Türkiye-AB ilişkileri üzerinde çok ciddi bir ivme yaratacağı kesin. Bu konudaki gelişmeleri, İKV olarak çok yakından izleyecek ve değerlendirmelerimizi sizlerle paylaşacağız. ALTERNATF MALYET Görüldüğü üzere, olumlu ve olumsuz sinyallerin bir arada olduğu bir dönem yaşıyoruz. Ama umutsuz olmaya da gerek yok. Bence bütün bu iniş ve çıkışlar, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönemin kapısının açılmak üzere olduğunu işaret ediyor. Türkiye’de yaşanan her gelişme Türkiye’nin, “Batı demokrasisinin” kurallarını eksiksiz uygulama ve bu doğrultudan ayrılmama zorunluluğunu daha fazla ortaya koyuyor. Bu çok kısa süreçte şunu tekrar anla- dık ki, demokratikleşme ve demokrasinin kurumsal işleyişi konusundaki her eksikliğin, her aksamanın, sadece siyasi değil ekonomik bedeli de oluyor. Ve de bazen bu bedel çok ağır olabiliyor. Maliyet deyince aklıma, ekonomiye giriş derslerinde öğrendiğimiz bir kavram geldi: Alternatif maliyet. Uluslararası ilişkilerde de geçerliymiş meğer bu kavram... Demek ki zaman zaman, ortağını kaybetmenin maliyetinin hesap edilmesi de, ilişkileri canlandıracak itici güç yaratabiliyormuş. Türkiye-AB ilişkilerinde bu teori çok geçerli: İlişkiler geriliyor ama bir noktada taraflar alternatif maliyet hesabını yapıyor ve aslında birbirlerine ne kadar ihtiyaç duyduklarını anlayarak bir tamirat süreci başlatıyor. Aslında müzakere sürecine de, şimdiki haliyle çok fazla takılıp kalmamak gerek. Türkiye-AB ilişkileri, “şu fasıl açıldı, bu fasıl kapandı” parantezine sığmayacak kadar engin ve derin. Bürokrasi ve diplomasi alanında neler olursa olsun, sürekli gelişen ve derinleşen fiili entegrasyon, ilişkileri ileri taşıyor. Baştan beri söylüyorum; aslen Eski Sovyet Bloku ülkelerini AB’ye (daha doğrusu “Batı’ya”) dâhil etmek üzere icat edilen bu “sen emret-ben yapayım” metodunun, Türkiye’yi üyeliğe taşımaya yetmeyeceğini… AB’yi şu an yöneten siyasetçiler, Türkiye dosyası üzerindeki nihai kararı bir sonraki siyasetçi nesline bırakmayı uygun bulabilir ama bu ilânihaye sürdürülemez. Türkiye, demokratikleşmesini tamamladığı ölçüde, AB tarafından önüne çıkarılan suni engellerin hiç bir anlamı kalmayacaktır; bu engelleri aşmanın yolu mutlaka bulunacaktır. 98 EUROCHAMBRES ve TOBB’un, AB’nin katkılarıyla gerçekleştirdiği araştırma,ilginç veriler ortaya koyuyor. 1 Celal Özcan’ın, 10 Şubat tarihli Hürriyet Avrupa’da yayımlanan “Haftadan” başlıklı köşe yazısından. BRÜKSEL’DEN BAKINCA Haziran ayından bu yana ortaya çıkan bazı gelişmelerin, ülkemizin uluslararası imajını bir ölçüde yıprattığı gerçeğini hemen hemen herkes kabul ediyor. Bunun sebepleri ve sorumluları hakkında farklı bakış açıları var ama yıpranmanın var olduğu konusunda herkes hemfikir. Öte yandan, bu dönemsel algı dalgalanmalarının dışında, toplumun belli başlı kesimlerine yerleşmiş bir de temel Türkiye algısı var ki, belirleyici olan da o zaten. O noktada, AB içinde Türkiye’yi istemeyenler olduğu kadar, isteyenler de var. Örneğin Avrupa iş dünyası... Avrupa işletmelerinin “iş yapma” ve “genişleme” açılarından AB-Türkiye ilişkilerine dair perspektif ve algılamaları konusunda yapılmış olan bir araştırmanın sonuçlarını özetlemek istiyorum. Söz konusu araştırma, EUROCHAMBRES ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından, AB’nin katkılarıyla, Avrupa genelinde 1.760 şirketten oluşan bir temsili örnek grup üzerinden hazırlanmış. Bakalım çoğu küçük ölçekli işletmelerden oluşan bu AB şirketleri, önemli bir ticari ortak ve potansiyel bir Birlik üyesi olarak Türkiye’ye nasıl bakıyor, nasıl ve ne kadar biliyorlar? O Her üç şirketten biri, Türkiye piyasasına aşina olduğunu beyan ediyor O Her üç şirketten biri, Türkiye piyasasına aşina olmadığını, fakat iş ilişkilerini geliştirmek istediğini beyan ediyor Demek ki ortada doldurulması gereken bir bilgi boşluğu var… Araştırmanın en ilginç bölümü ise Avrupa şirketlerinin Türkiye’nin katılım süreci hakkındaki görüşleri… Firmaların bu alandaki bilgi ve bilinç düzeyinin orta seviyede kaldığı anlaşılıyor: O AB şirketlerinin yüzde 52’si üyelik müzakerelerinden haberdar olmakla birlikte, süreç hakkında çok iyi bilgilendirildiklerini ifade edenler sadece %yüzde 9. O Beklendiği üzere Türkiye ile iş yapan şirketler, üyelik sürecimiz konusunda daha bilgili (yüzde 61’e karşı yüzde 22). O Bilgi ve bilinç düzeyi, ülkeden ülkeye büyük farklılıklar gösteriyor: İtalya, Slovenya, Hollanda ve Almanya’da bilgi sahibi şirketlerin oranı yüzde 70’ler civarında seyrediyor. Toplam sonuca bakarsak, burada da daha fazla çaba sarf etmemiz gerektiği açıkça görülüyor. Çünkü bilgisizlik ile güvensizlik at başı gidiyor. Şirketlerin Türkiye’nin AB süreciyle ilgili konularda bilgisi arttıkça, Türkiye’nin AB üyeli- 19 65 ğinin hem kendi işletmelerine hem de içinde bulundukları topluma fayda getireceğine inandıkları görülüyor. Bu araştırmanın sonuçları, Eurobarometre araştırmaları ile de uyumlu. Bir başka deyişle, toplumun hangi kesimine baksanız, az çok aynı görüntü ortaya çıkıyor. Üçte bir Türkiye’ye evet derken, üçte bir hayır diyor… Son üçte bir ise kararsız… Fiili entegrasyonun en önemli rolü, ilk gruba girenlerin sayısını artırmak olmalı. SVÇRE: BUNU NASIL YAPARSIN AB’YE? Değinmek istediğim son husus ise serbest dolaşımla ilgili. Malumunuz, Türk toplumu için serbest dolaşım, bizim elde etmeye çalıştığımız, AB’nin ise bize vermekten sakındığı bir hak. Ancak, bu defa bu denklemi tersine döndüren bir gelişme oldu. AB üyesi olmadan AB ile en yakın ilişkiye sahip olan; Avrupa Serbest Ticaret Birliği olan EFTA’nın kurucu üyesi; ihracatının yüzde 80’ini AB’ye yapan; 1999 yılından bu yana AB ile serbest dolaşım anlaşmasına sahip İsviçre, tüm bunlara rağmen serbest dolaşımın kısıtlanmasını öngören “göçmen kotası uygulamasına” referandumla evet dedi ve AB vatandaşlarının İsviçre’de sahip oldukları çalışma izni hakkına son verdi. Hem de çok az bir farkla: Evet oyları sadece %50,3 çıktı. Bu karar, doğrudan, 2002 yılından bu yana özel izin almadan İsviçre’de çalışabilen AB kökenli kalifiye iş gücünü hedef alıyor. İsviçre ekonomisinin bu karardan zarar göreceğini açıkça anlatan geniş tabanlı karşı kampanyaya rağmen, kazanan sağcı parti SVP oldu. AB şaşkın. Aralarındaki iç içe geçmiş, karşılıklı dengeye dayalı bir anlaşmalar bütününden cımbızla çekilen bir maddesi nasıl iptal edilecek, yeni denge nasıl kurulacak, bu demokratik oylamanın sonuçları uluslararası yükümlülükler karşısında nasıl uygulamaya geçirilecek, AB nasıl bir karşılık verecek henüz bilinmiyor, ama ilginç şeyler olacağı kesin. Durum gerçekten enteresan: Bizim, Gümrük Birliği kararının belli bir maddesini referanduma götürüp iptal etmemiz gibi bir şey İsviçre’nin yaptığı. Bakalım sonu nasıl gelecek? Sıraladığımız ekonomik ve diplomatik hususların yanı sıra referandumun bir de siyasi yan etkisi oldu. Mayıs’ta yapılacak olan AP seçimleri öncesi Fransa, Belçika, Hollanda, İngiltere, İsveç ve Finlandiya başta olmak üzere aşırı sağcı hareketler ciddi bir moral kazandı. Ama tüm bu süreçte benim en hoşuma giden, ruh halimizi en iyi yansıtan şu değerlendirme oldu: Oylama sonucu İsviçre, göçmenleriyle kendisi de çok barışık olmayan AB’ye, yabancı olmanın dayanılmaz hafifliğini tattırdı1. “SORULARLA AB POLTKALARI VE TÜRKYE” SERSNN ÜÇ KTABI YAYIMLANDI 19 6 5
© Copyright 2024 Paperzz