divan-ı kebir

DİVAN-I KEBİR
* Dünya, cihanın gizli hükümlerini
ihtiva eden bir kitap gibidir. Senin canın
da o kitabın baş yazısı. Düşün de bu
meseleyi iyi anla!
* Daima neşeli ol; arada sırada gelen
cefalarla yüzünü ekşit ama gönlünü hoş
tut, suyu döndür, başka tarafa aksın. Sen
de sus artık, eşeğin boynundaki o oyalayıcı çıngırağı çöz!
* Şu yeryüzünde aradığın rızıklardan
başka, göklerde ne gizli manevi rızıklar
var. Ekmek hazırlayan fırıncının fırınından başka yerlerde ne ekmekler pişebilmektedir. Haberin yok.
* İki gözünü de kapamışsın; “Aydın gün
nerede?” diyorsun. Hâlbuki günü aydınlatan güneş gözüne düşüyor da, sana;
“Aç kapıyı!” diyor; “Ben buradayım.”
* Seni, bu tarafa da çekerler, öte tarafa da
çekerler. Ey bulanmış, tortulanmış su, şu
tortudan şu bulanıklıktan kurtul da,
göklere, yücelere yönel!...
* Gökyüzü tamamıyla baş, yeryüzü de
tamamıyla ayak olsa, ben ne gökyüzüne
baş korum, ne de yeryüzüne ayak basarım. Çünkü ben bunların her ikisinden
de değilim; ben başka bir yerdenim,
başka bir alemdenim.
* Ne zamana kadar, imansızlığa doğru
geri gideceksin? Küfre varma, ileriye gel
artık, dine, imana gel!
* Sen zehri şifalı bir şerbet gibi gör; bu
yüzden zehre sarıl! Sonunda sen, nereden geldiğini düşün de aslının aslına gel!
* Maddi varlığınla, bedeninle yeryüzüne
bağlısın, burada dünyaya geldin doğdun. Burada yiyor, içiyor, dolaşıyorsun.
Fakat sen, yeryüzünde yaşıyorsun, ama
mana bakımından gökyüzünde yaşayanlardansın. Gerçek inancın incilerinin
dizildiği iplik gibisin. Bütün güzellikler,
hoşluklar, üstünlükler sende mevcuttur.
* Hakk’ın nur mahzeni sana verilmiş,
sana emanet edilmiştir. Sen, ne olduğunu
nereden geldiğini düşün de, aslının
aslına gel!
* Ey dost; gizleniyor sandığın senin
gözüne apaçık görünmede ama sen idrak
edemiyorsun. Aklını başına al da
hakikati gör ve aslının aslına gel!
* Senin lütfun, ihsanın olmasa kimsecikler oynamaz. Dünyada görünen bütün
varlıklar, insanlar, hayvanlar, balıklar,
kuşlar, böcekler, gözümüzün gördüğü
bütün zerreler senin lütfunla, senin
aşkınla oynayıp durmaktadır. Hatta
analarının rahimlerinde bulunan çocuklar
bile senin lütfunla oynarlar, sağa sola
dönerler.
* Rahimde oynamak da nedir ki? Yoklukta oynamak da bir şey mi? Çocuk,
yokluktan bu hale gelinceye kadar geçirdiği merhalelerde ne oyunlar oynadı.
Mezarlardaki kemikler bile senin nurunla oynar dururlar.
* Dostlar bizi, dünya perdelerinde karagözler gibi çok oynattılar. Bu dünyada,
çeşitli merhalelerde oynayıp durdunuz.
Şimdi vakit geçirmeden, o hakikat cihanında, öteki dünyadaki oyuna, oynamaya hazırlanın.
* Canlar, şu etten, kemikten yaratılmış
bedenleri ile kaba saba kalıplar içinde
böyle oynarlarsa, o ağır beden yükünü
attıkları zaman nasıl oynarlar, onların
oyunlarını o zaman seyret!
* Doğmadan önce, daha ana rahminde
iken, o daracık yerde canlandığımıza, can
bağışlandığına şükretmek için, rahimlerin kara kilitlerinde çok tepindik oynadık.
* Hepimiz, bütün insanlar, oynaya
oynaya şu bedava olan sayısız dünya
nimetlerine şükretmek için Hakk’ın
dergahından gelmiş Sufileriz. Hakk
aşıklarıyız.
* Neşeli bahar! Bizim sevgilimiz geldi.
Güllerle, çiçeklerle, şekerlerle, daha
yüzlerce armağan ile ötelerden çıkageldi.
* Getirdiği armağanlarla kucağımızı
dolduran sevgili bize diyor ki: “Bu dünya
gurbetinde nasılsınız? Ne haldesiniz?
Ezel âleminden bu fani âleme gelmek
için yollara düştünüz; yolculuk nasıl
geçti? Birçok menziller aldınız, zahmetlere katlandınız. Haydi, kalkın, mutlu
olduğumuz diyarımıza beraber geri
dönelim.”
* Biz bu dünyada yaşamaya başladığımızdan beri yine can şehrinden gizli açık
elçiler gelmede; “Gel, yakınlarına dön,
yakınlarına ulaş!” diye bizi çağırmakta.
* “Bu fani dünyada yeni dostlar edindiniz, bizi bıraktınız, bizi unuttunuz. Bu
dünya nimetleri ile oyalanıyorsunuz.
Belki de durumunuzdan memnunsunuz.
Ama biz sizsiz edemiyoruz. Halimiz hoş
değil.” diye elçiler can şehrinden böyle
haberler getirmedeler.
* Ey hoca! Senin bu dünyadaki mahzunluğun, kederin, sebebini bir türlü
bulamadığın iç sıkıntıların, senden evvel
giden, seni özleyen dostlarının akrabalarının ah edişlerindendir. Hiç düşünmüyor musun? Bu dünyada kime candan
bağlandınsa, kimi dost edindinse seni
bırakıp gitti.
* Üzülme, sus; şikâyet de etme! Onların
himmetleri, sevgileri seninledir. Senin
belalardan, felaketlerden kurtulman da
onların himmetlerinden, onların tesirlerindendir.
* Birbirinden ayrı düşmüş parçaları hoş
bir şekilde birleştirmek, o padişahlar
padişahı için zor değildir. Bu nasıl olur
deme, bu işe şaşma! Çünkü baksana,
parça parça dumanlar onun eli ile birleşmiş, gökyüzü haline gelmiştir.
* Gönül, buğday tanesi gibidir, biz de
değirmen gibiyiz. Değirmen hiç niçin
döndüğünü bilir mi?
* Beden de değirmen taşı gibi, düşüncelerimiz de onu döndüren suya benzer.
Taş der ki: “Bu dönme işini su bilir.”
* Su da; “Bu işi ancak değirmenci bilir.”
der. Çünkü bu suyu değirmene akıtan
odur.
* Değirmencide der ki: “Ey ekmek yiyen
kişi, şu değirmen dönmeseydi kim ekmekçi olurdu?
* Macera bu, hikâye uzar gider. Sus, sen
bu işi Hakk’a sor da cevabını gönlünde
ara!
* Biz hepimiz Akl-ı küll’ün oğullarıyız.
Bu sebepten de ötelerden “Ey babasının
canı!” diye sesler gelip durmadadır.
* Adım adım yürü, manevi pisliklerini,
günahlarını üstünden at ve aşıkçasına bir
hamle yap da mekansızlık alemine gel!
* Ey zavallı insan! Senin varlığın Hakk’ın
varlığı önünde yoktur. Yoktan ibarettir.
Sen var gibi görünen bir yoksun. İşte bu
hakikati anlarsan şaşkınlıktan kurtulursun.
* Her şeyi sen lütfedersin. Şıraya da,
kadehe de, meyhaneye de zevki neşeyi
sen verirsin.
* Ey saki! Gönle yabancı olan, gönlün
dilinden anlamayan, şu kafir bedeni
Mansur şarabı ile mest et de yola getir!
* Kaza ve kaderin oyunlarına karşı hiç
kimsenin hilesi fayda etmez.
* Haberleri olmadan dostlar başımıza
gelecek kaza ve kadere hizmet ederler.
Kaza ve kadere canlarını feda ederler.
* Sen bu dünyada pek garipsin, pek
garipsin, pek garip! Söyle sen nerelisin?
Nerelisin, nereli?
* Sen kiminle berabersin? En yakın
dostun kimdir? Anladım, anladım. Sen
Allah’la berabersin, Allah’la berabersin,
Allah’la beraber!
* Ey büyük ve eşsiz ressamın yaptığı
resimlerin en güzeli, ey seçilmiş resim!
Sen seni yapandan nasıl ayrı kalırsın,
nasıl ayrı kalırsın, nasıl ayrı!
* Niçin ben asıl âlemime; kendi dünyama dönmeyeyim? Burada benim ne işim
var? Gönül nerelidir? Neredendir? Şu
toprak seyrine dalmak neredendir, nedir;
düşünmüyor musun?
* Gönül toprakla dolu tahta bir kap, bir
teneke. O da gönlün mühendisi. O toprağa ne şekiller verir! Neler çizer! Ne
rakamlar döker! Ne hakikatler yazar ne
adlar kaydeder!
* Seni sayı gibi alır, bir başkasına çarpar.
Bu çarpıştan ne sonuçlar meydana gelir!
* Çarpmayı gördün ya, şimdi de pay
edişi seyret! Denize bak nasıl dalgalar
bağışlamada!
* Artık kamil insanlar görünmez oldular.
Dünyada akan mana ırmağının suyu
kesildi. Ey ilkbahar! Göklerden, ötelerden su gönder de şu değirmen dönsün,
yani insanlar yeniden manevi hayatı
yaşasınlar.
* Yeryüzü ile gökyüzü kova ile testiye
benzerler. Fakat insanların ruhlarının
susuzluğunu kovadaki, testideki su
gideremez. Çünkü onların işine yarayacak su yeryüzünden de dışarıdadır,
gökyüzünden de. O su ötelerdedir.
* Ey insanoğlu! Günahlarla, cinayetlerle
dolu şu dünyadan kurtulmak için acele,
yeryüzünden de, gökyüzünden de dışarı
çık; çık da ötelerde mekansızlık alemindeki suyu gör!
* Eşek nerede? Hz. İsa’nın ilahi aşkından
bahsetmek nerede? Darda kalanlara
kapılar açan Allah, ona bu kapıyı açmamıştır.
* Şehvet peşinde koşanlara, bedenlere
gönül verenlere aşktan pek söz açma!
Çünkü onlar, korku ve ümit arasında
yaşamakta, sevap ve günah hesabıyla
uğraşmaktadırlar.
* Ey Hakk âşıkları! Ey mana padişahları!
Bizler ayrılık garipleriyiz. Biz sonunda
dönüp dolaşıp huzuruna varacağımız
Allah’a yalvarmada, yakarmada, feryat
etmekteyiz. Ne olur bu feryadımızı
duyun anlayın!
* Önce Hakk’tan ayrıldık da bu dünyaya
geldik. Fakat biz halden hale, şekilden
şekle girerek, döne dolaşa yine ona
gidiyoruz.
* Ey misafir! Hiçbir menzile hiçbir
durağa gönül verme ki ondan ayrıldığın
zaman, onu kaybettiğin vakit için yanmasın! Gönlün yaralanmasın!
* Çünkü babanın tohumundan gençlik
çağına gelinceye kadar çok menziller
aştın, çok şekillere girdin!
* Rebabın bu feryadı ister Türk olsun,
ister Rum olsun, ister Arap olsun, aşık ise
onun dilincedir, onun dilidir.
* Bu ses altı yönden de dışarı çıkmış,
göklere yükselmiştir. Yönden kaç; ay
ışığından çık kurtul!
* Gece gayb dilberinin mana güzelinin
yüzünün tülüdür, duvağıdır. Gündüz
nasıl olur da geceye eş olabilir?
* Senin nazarında gece, simsiyah bir
tencere gibidir. Çünkü sen onda pişirilen
gece helvasından tatmadın, gecenin
hakikatinin ne olduğunu anlamadın!
* Şunu iyi bil ki zaman sevdanın bir
şeklinden, nakşından ibarettir. Bizim
şeklimiz zamandan dışarıdadır. Zamana
uyup kalmaz; hep değişir. Biz ihtiyarlarız
ama zaman ihtiyarlamaz, hep aynıdır.
* Dünya bir ırmak gibidir. Derenin
içinde akar gider. Biz bu ırmağın dışındayız. Zaman ırmaktaki su gibi akar
gider. Irmağa düşen bizim gölgelerimizdir.
* Burada pek zor, pek ince; anlaşılması
müşkil bir nükte var! O burada değil ama
yine de burada! O yok gibi olan bir
varlık!
* Daha ne kadar zaman; “Çarem ne;
dermanım ne?” diye sızlanıp duracaksın? Sana
kim çare aratıyor? Sen onu ara!
* Daha ne zamana kadar; “Gamdan can
veriyorum!” diye sızlanıp duracaksın?
Can nedir? Bunu bilmek, neden gam
yediğini bilmek istemiyor musun?
* Eğer sen aşık oldunsa aşkın sana delil
olarak yeter! Yok, aşık olmadıysan artık
ne diye delil istersin?
* Bu kadarcık da aklın yok mu ki; bakıp
göresin? Padişah yoksa bu gök kubbe
otağı ne diye kurulmuş?
* Şu gök duvağın, şu gök kubbesinin
ötesinde çok güzel, çok güçlü bir yaratıcı
yoksa şu parıl parıl parlayan sayısız
yıldızlar kendi kendilerine mi parlamaya
başladılar?
* Ermişlerin gözlerindeki ateş gizlilik
perdelerini yaktı, yandırdı. Sen ise perde
arkasında oturmuş, görünmeyen bir şeye
iman edilir mi demedesin.
* Şunu iyi bil ki, gamın, kederin arkasında neşe vardır. Neşenin arkasında da
gam ve keder pusudadır.
* Mademki biz benlikten, senlikten
kurtulunca hep bir oluyoruz. Yeter sus!
Sen bu sözleri kime söylüyorsun?
* Zerrenin de, ovanın da, katrenin de,
deryanın da ne ile nasıl en iyi bir hale
gelip düzene gireceğini bilir. Bütün
kainatı, koyduğu şaşmaz değişmez
kanunlarla saat gibi işletir durur. Her
şeye her yarattığına gereken duyguyu,
gereken vasfı, yaşama zevkini, yaşama
gücünü verir. Bütün yarattıklarına yardımda bulunur. Bütün canlı varlıklar
onun açtığı dünya sofrasına çağırılmışlardır. İyi, kötü herkese rızkını verir,
yedirir. Süslü elbiseler, kürkler giydirir.
Çeşit çeşit renklerle onları süsler. Onun
bilgisine de hudut, sınır yoktur.
* Gönlümüzü bazen sıkar, bağlar, hayatı
zehir eder. Bazen bağlarımızı çözer,
sıkıntılarımızı giderir, bizi rahatlandırır,
mutlu eder, huzura kavuşturur. Eğer
senin gönlün eşek değilse, bu hallerin
nereden geldiğini, kimin işi olduğunu
anlar, bilir; o işin sahibini, o işleri vereni
tanır.
* Eşek bile senin gibi üstün bir varlık
olmadığı halde, sahibi, efendisi olan
eşekçinin bağlamasını, çözmesini bilir,
tanır; bir başkası olmadığını anlar.
* Çünkü onun elinden yem yemiştir, hoş
sular içmiştir. Ne tuhaf, ne şaşılacak
şeydir ki, Allah bu kadarcık olsun sana
bir anlayış, bir seziş vermedi mi? Sana
lütuflarda bulunan, seni yediren, içiren,
seni zevkler içinde yaşatan, seni yarattıklarının en şereflisi seçerek hiçbir
varlığa vermediğini sana veren, sahibini,
efendini, seni yaratanı tanımıyorsun,
yazıklar olsun sana!
* Seni yaratan yüzlerce defa sıktı, derde
düşürdü. Feryat edip durdun. Nasıl, olur
da onu tanımaz olursun? İnkâra kalkarsın. Allah sana akıl verdi. Cüz’i irade
verdi. Peygamberler vasıtasıyla yol
gösterdi. Allah seni kurtarmaya mecbur
değildir.
* Kâfirler gibi ancak belaya uğrayınca
onu hatırlamadasın, başını eğmedesin,
teslim olmadasın. Zaten ötelere mensup
olmayan, öteleri düşünmeyen baş, yarım
habbeye bile değmez.
* Madem Hakk’ın zatını görmeye tahammülün yok; gözünü aç da O’nun
sıfatlarını gör! Madem yönlere, cihetlere
sığmayanı göremiyorsun; O’nun yarattıklarındaki nuru seyret!
* Eski, yıpranmış köhne canı ver gitsin!
Geniş, yeni bir can almaya, kendini
yenilemeye bak! Yokluk, yoksulluk
aleminde salınarak yürü de ermişlerden
zekat al!
* Âşıkları sıkıntılı zamanlarında şaşkın
ve perişan sanma! Onların ızdıraplara,
acılara tahammülüne, sebatına Cudi
Dağı bile dayanamaz, aciz kalır.
* Bütün zorlukların, bütün sıkıntıların,
neşelerin, her türlü işin, gücün aslı,
temeli aşktır. Fakat gönlün ne olduğunu
bilmeyen, saçma, sapan sözlere takılır
kalır.
* Oğlum, aşk şarabı üzümden yapılmadığı için ne helaldir, ne de haram! Sen
kadehi doldur getir! Bak bakalım nöbet
haramın mıdır? Helalin midir?
* Üzerinde yaşadığımız şu aşağılık
dünya çaresiz kalarak kötü yerlere düşen
ve para karşılığında kendilerini azgın
erkeklere satan talihsiz, zavallı kadınlara
benzer. Bunun delili şu ki, bir erkek
belirli bir zaman o kadının yanındadır.
Öbürü de arkada sıra beklemektedir.
* Görüştüğü erkeği yolcu eder, öbürünü
bağrına basar. Öpüşünde ne sevgi vardır
ne de vefa. O zavallı gönlünü vermeden,
vücudunu verir, kendini satar.
* Muhakkak ki, bu dünyadan ötede
başka bir dünya var. Onun da delili,
nişanı şu ki; her gün dünyaya doğanlar
ve yeni gelenler var, yine her gün bu
dünyada yaşama nöbetini savmış, eskiyen, yıprananların da geçip gitmeleri var.
* Yeni bir gün, yeni bir gece yeniden
yeniye bağlar, bahçeler, yeni yapılan
evler insanları avlamak için yeni ağlar,
tuzaklar her an yepyeni bir düşünce,
yepyeni bir doğum, yepyeni bir ölüm.
* Gözün gördüğü şu âlemin ötesinde
sonsuz bir alem olmasaydı yeniler nereden gelir, eskiler nereye giderdi?
* Dünya ırmağın suyu gibidir. Hep aynı
gibi görünür. Fakat yeniden yeniye akar
gider. Gelir, akar; bu nereden geliyor?
* O hocanın kulağı pek keskin ama
kendisi pek kavgacı, kendini de ağıra
satıyor.
* Ben onun gülüşüne baktım da, aldandım. O susuyor. Sessiz gördüm de emin
oldum, içim rahat etti.
* Dikkat et! Aklını başına al! O saman
altında su yürütüyor. Saman altında
coşup köpüren bir deniz gizli.
* Nereye gidersen git akıl anahtardır!
Her kapıyı açar. Fakat burada ne yapabilirsin ki akıl anahtarlığı bırakmış, kilit
olmuştur.
* O senin yüzüne bakar da güler, bu bir
yüz örtüsüdür. Bu gülüşe sakın aldanma!
* O hakikat dağındaki mağarada bir aşk
dostu vardır ki, can onun güzelliği ile
kendini bulur.
* Bir aşığın yol arkadaşı Allah olursa,
artık o yolda tehlike, korku bulunur mu?
* Hakk aşığı seferdedir, yolculuktadır
ama yine de kendisinin ay gibi nurlu
güzel yüzünde karar kılmıştır. Yani
kendinden kendine sefer etmededir.
* Hakk yolunda rüzgârdan daha hızlı
giden kişinin rüzgarı beklemesine lüzum
yoktur!
* Şekil, suret noksanlaşırsa mana azalmaz. Çamurdan yarattığı insana aslan
gibi kuvvet vermemiş, kaplana verdiği
kürkü giydirmemiş ama yarattığı canlıların hiçbirisine vermediğini insana
vermiştir. İnsana kendinden vasıflar
vermiştir. Lütuflarda, ihsanlarda bulunmuştur. Bunlar anlatılamaz ki!
* Sen şimdi cana dikkat et; kendisi
ötelerden gelmiş ilahi bir varlık olduğu
halde, balçıktan yaratılmış beden hapishanesine atılmış. Pislikler içinde kalmıştır. Fakat onun, yani ruhun, canın hapiste
oluşundan, pislikler içinde bulunuşundan haberi bile yoktur.
* Beden Hakk’ın güneşinin yere düşürdüğü gölgeye benzer. Bu yüzdendir ki o,
bir gölge varlık olarak yeryüzünde
sürünmektedir. Hâlbuki Hakk âşıklarının tertemiz canları, kıyılarında ırmaklar
akıp duran aşk cennetinde mest olmuşlardır.
* Ey Mısır’ın Yusuf’u! Gayb âleminden
başını çıkar da şu Mısır’a bir bak! Şehir
kargaşalık içinde. Çarşıda, pazarda hepsi
mest olmuşlar.
* Kardeşim, eğer söyleyebilsem; şu
şaşılacak şeyden bahsedebilsem sen de
şaşırır kalırsın. Arş da mest olur, kürsü
de, gökler de mest olur!
* Meleklere doğru kanat çırpmadayım.
Çünkü benim kolum, kanadım odur.
Başımı göğe vurmadayım. Çünkü başım
da, sarığım da odur!
* Biri bana; “Sus! Senin sözün ne bitmez,
tükenmez sözdür.” derse, ben de la derim
ki: “Azizim! Ben ne yapayım? Benim çok
söylemem de odur! Ondan ibarettir.”
* Padişahın yüzünün güzelliğinden her
an bir güzel mekansızlık aleminden
başını çıkarır da der ki: “Kimde nikah
parası var? Benimle kim evlenebilir?
* Ruhlar harmanının sonu, kıyısı, kenarı
yok! Ancak çok küçük bir karınca o
muazzam, o akıl almaz harmandan pek
küçük bir şey alabildi.
* Ey zavallı insan, gurura kapılma!
Dünya seninle dolsa, kar gibi her tarafı
kaplasan, güneş sıcaklığı vurunca erir,
yok olur gidersin.
* Ey kar yığını! Eri, yok ol! Baştanbaşa
toprak ol, toprak ol da bir bak ilkbahar
gelince, hor görülen, ayak altında ezilen o
toprak nasıl süslenir, güzelleşir!
* Ayak altında çiğnenen o değersiz
toprak, insana balçık olur da şereflenir.
Derecesi yücelir. Öyle bir hal alır ki
parlaklığı ile iki dünyayı da aydınlatır.
* Gönlüm; “Acaba suçum nedir?” diye
kıvranıp duruyor. Çünkü her sebep bir
sonuca bağlıdır.
* Ötelerden ezeli hükmü bildiren sesler
geliyor. Diyorlar ki: “Boş yere kıvranıp
durma! Bu sebep şimdi olan bir sebep
değildir. Bu sebep ezelden gelmektedir.”
* Allah’ın işine akıl ermez. Bağışlar,
suçlandırır, alır, verir. Bu yüzden onun
işi terazi ile tartılamaz.
* Kendi kendine bir şart koş da ahdinden dönmemeye uğraş! Ahdini bozarsan
manevi hastalık gitmez, iyileşme de yok
olur.
* Yaratılışın ezeldeki o ağır ahde uyar
da, bu uymayı kendine huy edinirse;
kirlenmeme, temiz kalma ahdine uyarsa,
o zaman canın elde ettiği yüz binlerce
zevk, içinde doğar, sen mutlu olursun.
* Sana yapılmasını istemediğin şeyleri,
sen de başkasına yapma! Çünkü şu huy
dedikleri, tabiat dedikleri sende de var!
* Her sözü duymamak için kulağına
pamuk tıka! Çünkü sen, tertemiz cansın.
Kötü sözlerden kirlenmeyesin!...
* Hakk’a yaklaşmak istiyorsan ariflerle
düş kalk! Hakk’a kavuşmayı, Hakk’a
kavuşmuş kişilerden iste!
* “Gölge ağaçtan ayrıdır” diyen kişinin
körlüğüne rağmen senin güneşinin
meydana getirdiği gölgede dolaşıp
duruyorum.
* Dünya bir av yeri; yaratılmış olanların
hepsi de av! Avlanan emirden de bir
nişane, bir belgeden başka ortada bir şey
görülmüyor. Eseri meydanda, kendisi
gizli!
* Her tarafta bir iş, bir çalışma var! Her
tarafta yükler, denkler var. Her tarafta;
“Biz emiriz, biz büyük insanlarız” diyenler var. Fakat asıl emirin konağında
ne yük var, ne de denk!
* Hz. İsa dördüncü kat gökten; “Haydi
ey aşıklar, elinizi, ağzınızı yıkayınız! Gök
sofrası kuruluyor. Manevi yemekler
yeme zamanı geldi!” diye bağırıyor.
* Yürü! Yokluk meyhanesinde sevgiliye
karşı yok ol! Nerede iki sarhoş varsa,
orada kavga ve gürültü vardır.
* Gaflet içinde yaşayan zavallı kişi
halkın cevri cefasından, kötü davranışlarından sızlanır durur. Düşünmez ki
halk, Hakk’ın elinde bir sopadan başka
bir şey değildir.
* Allah’ım bütün bu sopalar, senin
yüzünden, senin emrinle oynar durur.
Her biri de ancak senin verdiğin bir derttir,
senin verdiğin dermandır.
* Söyle bakalım! Bu dünyadan giderken
hangi yoldan gittin? O taraftan gelirken
de hangi gizli yoldan geldin?
* O yol, öyle bir yol ki, bütün canlılar her
gece o yola uçup gidiyorlar. Herkes
uykuya dalmışken, duygularımız bizi
terk eder giderler. Şehir şehir bütün
bedenler boş kafesler gibi. Hiçbir kafeste
kuş yok!
* Kuşun ayağı bağlı olursa, uzak yerlere
uçamaz. Yeryüzünde döne döne alçaklarda uçar. Çünkü uçuşta acemidir.
* Fakat ölümle, beden hapishanesinden
kurtulur, ayağındaki bağı koparır atarsa,
uçacağı yerleri de görür, her seyin sırrının ne olduğunu anlar.
* Bir insan da güzel huyu ile etrafındakilerle uzlaşırsa, halk Hakk’ı tanımazsa,
işin hakikatine vakıf olamazsa, gözü
perdeli ise; o iyi, güzel huy halka kötü
görünür.
* Sen zavallı! Ötelerden dünyaya sürgün
edildin, ayrılığa düştün. Bütün ömrün
dostu aramakla geçti gitti. Gaflet içinde
olduğun için onu gereği gibi arayarak
bulamadınsa ve ölüm zamanı gelip
çatınca onu arayacaksan, bu iş kötü bir
iştir. Aklını başına al da, yaşarken onu
bulmaya çalış!
* Burada, bu dünyada yaşamak, ham
adamın işidir. Ben geldiğim yere dönmek
istiyorum. Geldiğim yer nerede kaldı?
Ben oraya geri dönmem için hangi yola
düşmeliyim?
* Ey avare gönül yolunu şaşırıp boşuna
bu tarafa, bu dünyaya gelme! Orada, o
mana aleminde otur, orası çok hoş bir
yerdir.
* Himmet eder de, bu toprak durağını
kendine mekan edinmezsen yücelerin
yücesinde, ötelerin ötesinde, mana
aleminde kendine bir yer edinirsin.
* Yalnız başına oturup başını öne eğer
de düşüncelere dalarsan, geçmiş zamanlardaki hatalarını, yanlış görüşlerini
anlar da onları düzeltebilirsin.
* Fakat bu yola düşenlerin vasıfları
uyuyup kalmak değil, çevik davranarak,
acele ederek işleri yoluna koymaktır.
Sense bu cihanın nazeninisin. O çevikliği
nasıl elde edebilirsin?
* Allah kanatlarınızı gayretten, çalışıp
çabalamadan yaratmıştır. Mademki
canlısınız, yaşıyorsunuz; harekete geçin!
Gayret gösterin!
* Tembellikle, ümidin kolu kanadı pörsür, çürür. Kolunuz kanadınız kırılıp
dökülünce, artık ne olursunuz bir düşünün!
* Gayret sarf ederek, çalışarak, çabalayarak kurtulmak size zor geliyor. Sanki
sıkılıyor da bu sıkıntılı dünyada, bu kuyu
dibinde kalmaktan sıkılmıyorsunuz?
Peki, öyleyse, kuyu dibinde kalın!
* O benden binlerce can istedi ama ben
onun huzuruna bir tanesini götürdüm.
Gerisi nerede diye sordu:
* Ben de dedim ki: “Onları bırak, sana
borcum olsun, şimdilik bir tane getirdim,
ileride onları da getiririm.”
* O meşhur ressamın yaptığı resimler
evin içinde bulunuyor ama o resimleri
yapanı evin içinde bulamazsın. Ay’ı görmek için yükseklere doğru bak! Ay
yükseklerdedir. Dama doğru bak!
* Akşam namazı vakti gelip de güneş
batınca bu his yolu, şu duygu yolu kapanır da gayb aleminin kapısı açılır ve
insan ötelerden gelen duygulara aşina
olur.
* Çoban nasıl sürüsünü önüne katar da
güderse, uyku meleği de ruhları önüne
katar, gütmeye başlar.
* Onları mekânsızlık âlemine sürer.
Ruhani çayırlığa götürür. Orada onlara
ne manevi şehirler, ne manevi bahçeler
seyrettirir.
* Uyku üstünde yaşadığımız şu yeryüzünün nakşını, suretini insanın gönlünden silince, gökyüzünün kapısı açılır. Ruh
orada nice nice suretler, nice nice acayip
adamlar görür.
* Sanki can hep orada yaşıyormuş, orada
oturuyormuş gibi bu alemi asla hatırlamaz. Bu dünyaya ait derdi, elemi de
kalmaz.
* Burada üstüne titrediği malının, mülkünün derdinden kurtulur da, onlar
aklına bile gelmez. Gamı da kalmaz,
kederi de!...
* Nice ahmak kişi elinde asası olmayan
kör gibi koşa koşa gitti. Dünyanın tuzağına düştü.
* İnsanlar onun nimetlerini kaybedeceklerinden korkarlar, onun üstüne
titrerler. Bu hastalık, ilacı olmayan bir
hastalıktır.
* Ey gönül; beşeriyet halinden, insanlıktan vazgeç de melek ol! Melek huylu
olmazsa insanın hayvandan ne farkı
vardır?
* Söz, söz söylemeyi bilen, sözün kudretini anlayan kişinin yanında büyüktür.
Söz çok değerli bir şeydir. Çünkü söz,
gökten inmiştir.
* Eğer iyi bir söz söylemezsen, bin söz
söylesen onlar söz sayılmaz. Fakat iyi ve
yerinde söz söylersen, bir tek sözün
binlerce söz kadar değeri vardır.
* Söz perdesini kaldırsan da, söz ortaya
çıksa, görünse, o zaman görür ve anlarsın
ki, söz, Allah’ın sanatıdır.
* Söz, yüzünü gösterse, herkes ona gıpta
eder. Bundan dolayı o, yüzünü gizler,
kendini göstermez. Ne mutlu o kişiye ki,
sözde sır sahibidir. Aklına geleni söylemez, sözün nereye varacağını bilir.
* Arştan yere kadar, zerre zerre her şey
konuşmaktadır. Yeryüzü de, anlayışta
tıpkı arşa benzer.
* Sen sırları duymak istiyorsan, sarhoşların yanına git! Çünkü sarhoşlar işin
nereye varacağını düşünmeden, utanmadan, çekinmeden sırları söylerler.
* Şarap, üzümün kızıdır. Kerem ve ihsan
suyundandır. Ağzını açmıştır. Cömertlikten bahsedip durmada, üzüntüsü,
kederi olanları, acı duyanları, neşelendirmektedir.
* Bilhassa üzümün kızı olmayan, arş
şarabı olur da kerem sahibi Hakk’tan
gelirse, onun cömertliğini, onun keremini, onun lütfunu söylese söylese ancak
onu yaratan söyler, başka kimse söyleyemez.
* O arş şarabı, arif kişinin gönlünde
coşar, köpürür. Onun beden küpünün
derinliklerinden dilsiz, dudaksız sana
seslenir, seni içmeye davet eder.
* Bak şu anda sen, yaşıyorum sanıyorsun. Aslında, sen beden kabrinin içindesin, o sana bu beden kabrinin içinde,
zaman zaman ne gönüller kapan hayaller
yaratıyor. Ne güzel tablolar yaratıyor, ne
hoş resimler çiziyor.
* O bunları nerede yapıyor, yaratıyor?
“Kimsecikler laf etmesin” diye o iş yurdunu gizlemiş. O büyük yaratıcıyı, o
eşsiz sanat sahibini bulmak için göğsünü
yarsan bile içeride hiçbir kimseyi bulamazsın.
* Neşeli bahar geldi! Rahmetler saçmaya
başladı. Süs çiçekleri Hz. Ali’nin Zülfikar’ı gibi parıl parıl parlamaya koyuldu.
* Yeryüzünün her zerresi, gökyüzünden
gebe kalmıştı. Dokuz ay doldu da o
yüzden hepsi de kararsız bir halde kıvranıp durmada.
* Ölüyken dirilen ağaçlar, otlar, çiçekler!
Siz, kış mevsiminde neredeydiniz?
Uykularında, ruhların gittiği yerde değil
miydiniz?
* Sizler, her gece duyguların uçup gittiği
yerde, her gece rüyalarda görülüp seyredilen, varılıp beklenen yerdeydiniz.
* Şu görünen beş duyu ile görünmeyen
beş duyu, her gece usanmış, yorulmuş,
melül, mahzun bir halde ayaklarını
sürüyerek o aleme giderler de, seher
vakti canlanmış olarak koşa koşa
kalkar yine bu aleme gelirler.
* Etrafına dikkatle bak da gör; şu dünyada binlerce ahmak, nefsani arzularına
uyarak, şehvete kapılarak, etek dolusu
altını yani yaptığı ibadetlere, iyiliklere
karşı kazandığı sevabı şeytana verip
karşılığında vicdan azabı, dert, keder
satın almaktadır.
* Ey ölüyü “Benim canım!” diye seven,
bağrına basan ahmak! Böylece senin
ölüme mahkum, fani bir güzele bağlanıp
kalman, ilahi bir armağan olan ve bedeninde misafir olarak yaşayan canı da
gönlü de soğutur, üzer.
* Sus artık, harfi, sözü bırak, gök kubbesinin üstündeki meleklerin konuştukları
gibi sen de harfsiz, sözsüz konuş!
* Ruh, sevgilinin güzelliğini seyre dalıp
kendinden geçince dedi ki: “Allah’ın
güzelliğini, Allah’tan başka kimse göremedi.”
* Bu örneklerden her biri bir anlatış, mugalata, bir yanıltıştır. Yoksa Hakk’ın
kuşluk vakti hakkı için diye buyurması
onun yüzünü kıskanmasından başka bir
şey değildir.
* Gönül ile aşk, Muhammed-s.a.v. ile
Hz. Ebubekir gibi beden mağarasının
dostları. Mağara dostlarının canları bir
olduğu halde adları ayrı olursa ne çıkar?
* Tatlı bir narın içindeki taneler bin
olmuş, bir olmuş ne önemi var? Nar
sıkılınca onların hepsi bir olur ya, bu
yüzden taneyi saymak ne işe yarar?
Sayının değeri kalır mı?
* Resim, ressam nasıl isterse öyle olur.
Üzüm, ezilmeden şarap olabilir mi?
* Gölge varlığımızı, bedenimizi toprakla
Müsavi tutanın, toprağımızı yüzlerce
Canla bir tutmaya gücü yetmez mi?
* Allah her kuluna tek başına bir dünya
bağışlar. İki âlemde bunu yapan kimdir?
* Ben ağzımı kapadım, geri kalanını, sen
söyle. Çünkü bu bakışı, o bakışla birleştirdiler.
* Tarlada kalmış döküntü başakları,
daneleri toplamak adamlık mıdır? Böyle
yapmayın; siz yüzlerce harmanın, yüzlerce ambarın sahibisiniz.
* Siz evinin yolunu bilmez değilsiniz,
çünkü siz vuslatın oğlusunuz! Siz bu
pazaryerindensiniz! Kalp ve geçer
akçeyi anlamaz değilsiniz!
* Siz ilk yaratılışınızda melekten doğmuş bir melektiniz. Bugün neden böyle
dilenci gibi sızlanıp duruyorsunuz?
* Herkes ayıptan, hatadan kurtulma
peşinde! Herkes bir hünerin avcısı olmuştur. Siz can meclisinde bulunduğunuz halde, aklınız başınızda kalmışsa,
baştanbaşa ayıpsınız, baştanbaşa hatasınız!
* Âşıklar meydanda dolaşıyorlar ama
sevgili meydanda yok. Bütün dünyada
böyle acaip bir aşkı kim görmüştür?
* Bunları bir tarafa bırak da düşün ki, ana
karnındaki çocuk, ab-ı hayatı anasının
kanından emmededir.
* Hayır, sus, sırları bilen her yerde hazır
ve nazırdır. “Biz ona şah damarından
daha yakınız.” diye buyurmuştur.
* Bizim ölümümüz, ebedi bir düğündür.
Onun sırrı nedir? “O tek bir Allah’tır.”
* Evlerin pencerelerinden içeri giren
güneşin ışığı, her evin içine ayrı ayrı
pencereden girdiği için bölünür gibi
görünür. Ama bütün evlerin pencereleri
kapanırsa bu bölünme, sayı ortadan
kalkar.
* Bir üzüm salkımının üstündeki üzüm
taneleri sayılabilir. Fakat o salkım sıkılırsa meydana gelen şıra da sayı yoktur.
* Aslında ölüm, Allah’ın nuru ile diri
olan kişinin ruhuna, beden zindanından
kurtuluş yardımıdır.
* Ölüp giden kişiye kötü deme, iyi de
deme; çünkü onlar, iyilikten de kötülükten de kurtulmuşlardır.
* Gözünü Hakk uğruna harca, herkesi
kötü görme, görmediğini de söyleme,
söyleme de gözüne bir başka göz, bir
başka görüş verilsin.
* Başkalarında ayıp görmediğin için
sana verilen o göz, gözlerin de gözüdür.
Hiçbir şey ona gizli kalmaz.
* Bir göz, Allah’ın nuruyla bakarsa, her
şeyi apaçık görür. “Beyitte şu hadisten
iktibas var”; Mümin, Allah’ın nuruyla
görür.
* Her ne kadar bütün nurlar Allah’ın
nuru ise de, sen hepsine birden Hakk’ın
nuru deme.
* Baki olan, sonsuz olan nur Allah’ın
nurudur. Fani olan, geçici olan nur,
bedenin sıfatıdır, cismin sıfatıdır.
* Allah’ım, Gayb Aleminin sakileri
mana şarabını sundukça sunsunlar da iki
dünyadan da; “İçtikçe için!” sesi duyulsun.
* Allah’ım sırrı daima örten “Akl-ı küll”
mest olsun da, aşk sırrını örten yer de
açılsın, kaldırılsın!
* Sus artık, ham adamın yanında şaraptan bahsedip durma! Şarabın adını bile
ağzına alma! Çünkü onun hatırına hemen insanı rezil eden üzüm şarabı gelir.
* Ey insanoğlu, senin yokluğun doğuya,
ecelin de batıya benzer. Bu doğu ile batı,
başka bir gökte bulunmaktadır. Çünkü
senin şimdi gördüğün gökyüzü de
fanidir. O da gelip geçicidir.
* Göklerin yolu, senin içindedir. Aşk
kanadını çırp da uçmaya bak! Aşk kanadı
kuvvetlenince artık merdiven kaygısı,
merdiven gamı kalmaz.
* Dünyayı dışından görme, çünkü senin
gözünün içinde bir başka dünya var.
Bundan senin haberin yok. Sen bu görünen dünyaya gözünü kapa da, gözünün
içindeki dünyayı görmeye çalış! Şunu iyi
bil ki, sen iki gözünü de kapayınca, bu
gördüğün dünyadan hiçbir şey kalmayacaktır.
* Hakk’ta yok oluş, bir çeşit mest oluştur.
Yok oluşun arkasında mutlaka bir kendine geliş vardır. Gölge ne kadar uzarsa
uzasın, sonunda güneş vardır.
* Sen ne reddedilenden kaçıyorsun, ne
kabul edilenden kurtuluyorsun; bırak
bu işi; bu iş ne bahse sığar, ne de nağmeye.
* “Artık bu defa toprak olacağım, ayak
altında ezileceğim” diye yüz kere ahdettin. Bir kerecik olsun, ahdinde dursan ne
olur?
* Sen padişah soyundansın. Sen Cebrail’in bile secde ettiği üstün bir varlıksın.
Babanın mülkünü arasan ne olur?
* Ey Hakk’ın velilerini Hakk’tan ayrı
gören kişi, velilere iyi zan beslesen ne
olur?
* Ey insanoğlu, senin de başkalarının da
kafirliği ve imanı onun elindedir, onun
takdiri iledir. Sakın ondan yüz çevirme,
çünkü onun hışmı, gazabı imanı yağma
eder.
* Hakk’ın huzurunda kendisinin cahil
olduğuna, hiçbir şey bilmediğine inanan
kişiyi Hakk, her şeyi bilen bir kişi yapar.
Fakat ona karşı bilgi satmaya kalkışanı;
“Ben her şeyi biliyorum.” diyeni Hakk’ın
gayreti, hiçbir şey bilmez hale sokar.
*Senin varlığını ispat edecek bir belgesi,
bir nişanı olmayan kişinin, güneşi bile
olsa önemi yoktur.
* Ey hacca gidenler! Neredesiniz, neredesiniz! Sevgiliniz buradadır; geliniz,
geliniz!
* Sevgiliniz, sizin komşunuz; hem de
duvarı duvarınıza bitişik komşunuz! Hal
böyle iken siz, çöllerde sersem sersem
dolaşıyorsunuz! Hangi hevaya?
* Eğer sevgilinin manevi olan suretini,
yüzünü görseydiniz, ev sahibi de siz
olurdunuz, ev de siz olurdunuz, Kabe de
siz olurdunuz!
* On keredir o yoldan o eve gittiniz; bir
kere de şu evden şu dama çıkınız!
* Evet, çöller aşarak gittiğiniz o ev çok
latiftir, hoştur, mübarektir! O evin
vasıflarını anlattınız, güzelliklerinden
bahsettiniz ama o evin sahibinden söz
etmediniz, bir haber vermediniz!
* Eğer o gül bahçesini gördünüzse, hani
bir gül demeti? Eğer Allah denizine
daldınızsa, hani bir can incisi?
* Böyle olmakla beraber, çektiğiniz
sıkıntılar, eziyetler dilerim ki size bir
hazine olsun! Fakat ne yazık ki kendiniz,
kendi varlığınız, kendi hazinenize perde
olmuştur!
* Sen, padişaha av ol; avcılığı bırak!
Çünkü avladığın avı ecel doğanı senden
geri alır!
*Bugün, padişahtan daha vefalı kimse
yok; sen ona doğru git! O, seni yanından
hiç ayırmaz!
* Şunu iyi bil ki, bütün insanlar, ölüm
hapishanesindedirler! Hapis olan kimse
seni zindandan kurtaramaz!
* Sen biliyor musun; rıza kapısından
girerek razılık köyüne ulaştığın zaman
orada duyduğun köpek sesleri de ne
oluyor? O sesler, korkak ve ruhen aşağı
olan insanları ürkütür!
* Hâşâ, bu köpek havlamaları, Hakk
yolunun aşığı olan cesur kişinin yüreğini
bile hoplatmaz!
* Cenab-ı Hakk; “Yeryüzü size beşiktir!”
diye buyurdu. İnsan çocuk olmasaydı,
beşiğe bağlı kalır mı idi?
* Gerçeklerden haberli olarak ölen Hakk
aşıkları, sevgilinin huzurunda şeker gibi
erirler!
* Ruh âleminde, elest meclisinde ab-ı
hayat içenler, bir başka tarzda ölürler!
* Ötelerden haberdar olanlar, Hakk
sevgisinde derlenip toplananlar, şu insan
kalabalığı gibi olmazlar!
* Hakk âşıkları, letafette melekleri bile
geride bırakmışlardır! Bu sebeple, diğer
insanlar gibi ölmek, onlardan uzaktır!
* Sen sanır mısın ki, aslanlar da köpekler gibi kapı dışında can verir!
* Hakk âşıkları sevgi yolunda ölürlerse
onları can padişahı karşılar!
* Birbirlerinin canı kesilen, aynı emaneti,
aynı canı taşıdıklarından haberdar olan
Hakk âşıkları, birbirlerinin aşkıyla ölürler!
* Âşıklar, gökyüzüne uçarlar; münkirler
ise, cehennemin dibinde can verirler!
* Ölürken Hakk âşıklarının gönül gözleri açılır da, öteleri, gayb âlemini görürler!
Başkaları ise, ölüm korkusu ile kör ve
sağır olarak ölürler!
* Geceleri ibadetle vakit geçirenler,
Hakk korkusuyla uyumayanlar, ölüm
zamanı gelince korkusuz, rahatça ölürler!
* Bu dünyada boğaz derdine düşenler,
sadece yemeyi, içmeyi düşünenler
öküzleşirler, eşekler gibi ölürler!
* Bugün yaşarken, Hakk’ın nazarından
düşmemek isteyenler, o nazarı, o bakışı
arayanlar, o bakışa karşı neşeli bir halde
gülerek can bağışlarlar!
* Can padişahı, onları lütuf kucağına
alır; onlar, öyle hor ve basit bir halde
ölmezler!
* Ahlaklarını Mustafa-s.a.v.’nın ahlakına benzetenler, Hz. Ebubekir gibi, Hz.
Ömer gibi ölürler!
* Aslında, Hakk âşıklarından ölüm
uzaktır! Onlar, ne ölürler ne de yok
olurlar! Ben bu sözleri; “Şayet ölürlerse,
böyle ölürler!” diye söyledim!
* Sanat pazarında düşünce yoktur; orası,
düşüncenin dışarısındadır; bunu böyle
bil! O havaya kapılan, onun maskarası
olan eserleri seyret, endişeden kurtul da,
içinde huzuru bul!
* “Şu hayale kapılanlar yola düşsünler,
acele etsinler!” diye her an yoklukta bir
şekil gösterir!
* Mademki bana; “Sus” dedi, emre
uymam gerek! İşte ben de susuyorum! O
emir sahibi, bir gün bunu kendisi açıklar!
* Yalnız kaldığın için üzülme! Şu kadarını bil ki; dünyada hiç kimse kimsesiz
kalmaz! Birisi ile uyuşamazsan, anlaşamazsan, onun yerine Allah bir başkasını
senin karşına çıkarır!
* Ben bu evden gidersem, evi boşaltırsam, benim gibi bir başkası, yahut da
benden beteri çıkar gelir!
* Dünya, binlerce yıldan beri insanlara birbirlerinden miras kalmıştır; baba
toprak altına girince, oğul baba yerine
geçer!
* Yalnız insanlar değil, hayvanlar da
böyle! Böyle olmasaydı, dünyada bir tek
canlı varlık göremezdin!
* Güneş, geceleyin gökyüzü damından
çekilip gidince, güneşin yerini yıldızlar,
yahut ay alır!
* İnsan bir hüneri, bir sanatı bırakınca,
tabiatı gereği, bir başka işle, bir başka
sanatla oyalanmaya koyulur!
* Çünkü herkesin gönlüne bir memur
tayin edilmiştir! Bu memur, onları işsiz
güçsüz, sefersiz bırakmaz!
* Tahtayı yontmak, onu mahvetmek için
değildir; doğramacının, marangozun
gönlündeki isteğe uydurmak içindir!
* Bu yüzdendir ki, Allah yolundaki
şerlerin hepsi de hayırdır; onun hayır
oluşu, güzelliği, sonunda meydana çıkar,
görülür!
* Görmez misin; tabak, posta pislikleri
sürer durur; binlerce defa bu işi tekrarlar!
* Maksadı da, derideki gizli illetin çıkmasıdır! Derinin, azdan çoktan haberi
bile yoktur ama tabağın istediği, derinin
temizlenmesidir!
* Günahlardan arınmış, tertemiz, güzel
görünüşlü biri var mıdır ki, şu kirli
yeryüzünden başını kaldırsın da, gökyüzüne, yücelere baksın!
* Toprak ve su ile yapılan balçıktan
temizlenmiş biri var mıdır ki, aslı olan
denizi seyretsin!
* Su, ancak su ile temizlenir, saf bir hale
gelir; görüş de görüşle düzene girer,
görüş elde eder!
* Baştanbaşa görüş ol! Çünkü Hakk’ın
dergahına yol bulan ancak görüştür!
* Bana bak, bana dikkat et ki, senin,
mezarında en yakın dostun, candan
arkadaşın benim! Dükkândan, evden,
bütün seni sevenlerden ayrıldığın zaman
seni, ben karşıladım; yapayalnız kaldığın
vakit, seninle ben düşer kalkarım!
* Mezarda, benim selamımı duyarsın!
Haberin olsun; zaten hiçbir vakit benden
ayrı düşmedin, gözüme görünmez olmadın ki!
* Senin içinde, gölge varlığın ötesinde
akıl gibi, düşünce gibi daima seninle
beraberim; zevk aldığın, neşelendiğin,
sıkıntılara düştüğün, bunaldığın zamanlarda da senin içindeydim; senden ayrı
değilim!
* Ey beden oltasına düşmüş can balığı!
Sen, avcıya bak; oltaya bakma!...
* Başlangıçta, ezelde hep bir asıldık; sen,
o asla bak! Şimdi ulaştığın ve hala içinde
bulunduğun fer’e bakma!...
* Sana varlığı bağışlayanın, mestliği
verenin çevresinde dolaş! Yok olan,
sende bulunmayan şeyler için ağlama
inleme; sende bulunan, var olan şeye de
sevinme, onlara bakma!
* Kötü duygulardan, nefsani isteklerden
kurtulmuşlara bak; onlar yücelere, ötelere koşmadalar! Günahlarla kirlenenlere, dibe çöken tortulara bakma!...
* Kutsal suretlerle dolu olan dünyaya
bak; yolunu bağlayan, fani olan şekle,
surete bakma!...
* Tuzağından kurtulan baykuşa bakma;
aşk tuzağındaki kuşlara bak!...
* Pusuya yatmış, senden daha iyi söz
söyleyen biri var; o, şimdi susmakta ama
sen onun susmasına bakma!...
* Beni düşüncenin, endişenin eline
bırakma! Çünkü düşünce de, insanın
kanını bir başka türlü içerden emer
durur!
* Saki! O ham şarabı sunmaz isen, yüzlerce ham düşünce, yüzlerce ham hayal
bana zahmet verir!
* Borcum varsa da, bu eski hırkayı rehin
olarak al ve borç olarak bir başka kadeh
ver!
* Allah’ım! Benim adımı; “Şarap içenlerin Kölesi” koy; ben, başka ad istemiyorum!
* Öküz, elbette bülbül gibi ötemez.
Uyanık olan akıl da mest olmanın, kendinden geçmenin zevkini bilemez.
* Göklerdeki, yerlerdeki eserlerde görülen değişmeyi, halden hale girmeyi
görmüyor musun? Sende ibadetle,
insani vazife ile kendini yenile! Bugünün
dünkü gününden daha iyi olsun!
* Gam yiyenden de bir fayda görmeyecek hale geldikten, toprak olup gittikten
sonra, senin güzel, paha biçilmez cevherini kim bilecek?
* Kendi nefsinin eşeğine hizmetçi olursan, ermişlerin halkasında elbette sana
yer vermezler, seni aşağılarda bırakırlar.
* Can çocuğu, okulun da hocaların da
hocası oldu. Allah’ım sen bu çocuğu o
okuldan ayırma!
* Harfleri saymaksızın gönülde beliren
sözlere dikkat et! Bu sözler nereden
meydana geliyor? Sözlerin rengi yoktur,
fakat bu kainatta her şeyi güzel, hoş bir
şekilde yaratan, her şeyi akıl almaz bir
halde tertip edenden bir şekle bürünüp
gelir. Aslında o sözler bizim değildir.
Bizim ötemizde bulunan birisi o sözleri
bize söyletiyor.
* Putçuya söyle artık put yontmasın!
Benim gönlüm puthane oldu. Başım da
şaraphane, şarap yapılan yer oldu, meyhaneye gitme.
* Bu dünya da öteki dünya da, her ikisi
de senin emrinin kulu, kölesi olmuşlar
sana boyun eğmişlerdir. Eğer istemiyorsan onları birbirine vur, ikisi de dağılsın
gitsin! İstiyorsan onları koru, mamur et!
* Varlık âlemine yokluk güneşinin
nurunu düşür de, herkesi cennet nimetlerini istemez ve cehennem ateşinden
korkmaz bir hale getir!
* Ey soğuk mizaçlı kişi! Senin yıkanmak
için hamamda kullanılan gönül tasın
nerede? Manevi kirlerini ne ile temizleyeceksin? Zavallı; temizlenemeden bu
hamamın yıkanma yerinde ne zamana
kadar oturup kalacaksın?
* Haydi, hamamın yıkanma yerinden çık,
ama büsbütün kirlenmemen için külhan
tarafına gitme, çamaşırların bulunduğu
soyunma yerine gel! Elbiselerini giyinirken orada bulunan resimleri seyret!
* Aslını ararsan, şu dünyadaki altı cihet,
altı yön hamamdır. Hamamınsa sonundur, pencere ise mekansızlık alemidir.
Padişahın o güzel yüzü pencereden
görünmektedir.
* Ey canların canlarının canı! Sen cansın,
hatta candan da öte bir şeysin. Ey madenlerin kimyası! Sen bir madensin ama
daha da ileri bir şeysin!
* Ey baki olan, batmak nedir bilmeyen
güneş! Ey her yerin çarşısının, pazarının
sakisi! Ey zevk ve neşe kaynağı! Sen
güzelliksin, güzellikten de öte başka bir
güzelliksin, başka bir şeysin!
* Ey Hakk mazharı, ey eşi bulunmaz,
şaşılıp kalınacak varlık! Sen her gaybı,
her gaibi bilirsin. Daha da neler bilirsin,
neler!
* Afyona benzeyen aşkla, bazılarını
Leyla edersin, bazılarını Mecnun! Ey
nuru ile gökleri aydınlatan! Sen daha
başka bir şeysin!
* Ey göğüslere nur, sabırlara ümit olan
aziz varlık! Göklerdeki bulutları meçhul
ufuklara doğru sürersin. Daha da neler
edersin neler!
* Ey peygamberlerin övündükleri aziz
varlık, ey velilerin manevi yiyeceği, ey
gönül köşkünü yapan! Sen daha da neler
yaparsın neler!
* Ey mağfiret hazinesi, ey merhamet
denizi! Kapından başka dayanılacak kapı
yok! Zaten senin kapından başka kapı
yok!
* Haberin yok; sen zamanın emrindesin,
onun hükmü altındasın, mekan ise
geçeceğin yerdir! Şu halde aklını başına
al da, kendine muvakkat da olsa huzur
bulacağın bir mekan seç! Zamanın değerini bil! Onu boş yere harcama yerinde ve
güzel harca!
* Sonunda öyle bir hale gelirsin ki,
mekan da, zaman da; mekandakiler de,
zamandakiler de sana bir şey yapamaz-
lar. Çünkü sen mekân ve zaman kaydından kurtulursun.
* Şu gördüğümüz gök kubbe döner ama
aşk gökleri daha da hızlı döner.
* Herkes aşk göklerinden korkar. Fakat o
gök de senin gamınla senden daha da
fazla korkuyor.
* Ey çalgıcı! Zevk ve işrete yeni baştan
başla! Sazını da bir iki tel daha petsen al,
sesini yavaşlat!
* Kavgayı bırak da dostlarla uzlaş, hoş
geçin, savaştan vazgeç! Eline kadehi ve
sürahiyi al!
* Ey ruhanilerin sakisi! Ben bedenden
kurtuldum ruh oldum. Kalk, kalk da halk
kıyametin ihtişamını debdebesini görsün.
* Sevgili ile sen, her ikiniz bir baş olduysanız, iki ayrı beden de bir beden
olduysa, artık geri adım atma, artık şu
başı da sorma!
* Sensiz cihanın ne hüneri, ne değeri
vardır? Sensiz o nasıl var olabilir? Can’la,
cihan da senin kulun ve kölendir. Aslında can da sensin, cihan da sensin.
* Yüzlerce güneş, yüzlerce ay, senin
nurundan alınmış birer parıltıdır. Senin
güneşin manevi olduğu için, hiçbir
zaman batmaz.
* Ey gönül, kendi nakşından, kendi
hayalinden ne kadar çok korkuyor, ne
kadar çok kaçıyorsun! Arkana dön de bir
bak! Senden başka kimse yok! Sen kendi
kendinden kaçıyorsun!
* Artık yeter! Sen sakanın atından da
daha aşağı değilsin ya! Saka bir müşteri
bulunca atın boynundaki çıngırağı çıkarır.
* Bu dünyaya ait olan altı yönden de, beş
duygudan da kurtuldum. Hepsini de
kırdım, geçirdim. Ya Rabbi! Bu beş
duygu ile bu altı yönle bu dünyada kim
savaşabilir; nefsani duygularını ayak
altına alıp da üstün insan olabilir?
* Dün padişahımın sarayına gittim.
Canımı, sakinin elindeki sürahinin içinde
gördüm.
* Ona; “Ey sakilerin canlarına can olan
aziz varlık!” dedim. “Allah aşkına kadehi
doldur, ahdini, peymanını, verdiğin sözü
unutma!”
* Bir hoşça güldü de dedi ki: “Ey kerem
sahibi, hizmette kusur etmem, sana saygı
gösteririm.”
* Güzel yüzü gibi parıl parıl parlayan
şaraptan bir kadehe doldurdu da, kadehi
öptü ve bana sundu.
* Birbiri üstüne birkaç kadeh sundu.
Onları içince içime bir ateş doldu. O ateş
beni benden aldı, kendi ateş madenine
götürdü.
* Baht, kısmet, alın yazısı herkesi bir
meyhaneye çeker götürür. Ben kimim?
Ben kendime ancak gam yemeyi, ızdırap
çekmeyi layık buldum.
* Ben susayım, susayım da, meclisin
emiri kendi gizli meclisinin yüz binlerce
destanını size söylesin.
* İnsan meleklerin yüksek iş ve güçlerini
yapmaz. Yapmış olsa hepsinin uhdesinden gelmek gücündedir.
* Ben bu gibi sözleri sayıp dururken,
gökten şöyle bir ses duydum: “Bunlardan, bu sözlerden vazgeç ki yerine daha
başka bir şey gelsin!”
* Kim bugün bu dünyada nefsanî arzularını, şehvetini gönülden söker atarsa,
her vazgeçtiği, özlem duyduğu, nefsani
isteklerinin, arzularının her biri, mezarında ona bir huri olur, eş dost kesilir.
* Kim azgınlık yolunda at koşturursa, at
ona çifteler atar, o çiftelerden perişan
olur, gider.
* Sen şu gazeli yarıda bırak da ezel
alemini düşün, o güzelliklere hayran ol,
şaşır kal! Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan,
onları tamamlasın, hissettirsin.
* Ey Senayi; gelmiyorsan, git kendi işinle
uğraş! Dünyada herkesin bir işi vardır.
Sen kendi işinle oyalan!
* Görgüsüz ve basit insanlar gibi ne
zamana kadar bir iki lokma ekmek için
coşup duracaksın? Ne zamana kadar,
onun kılıcını yiyeceksin?
* Başını kaldır da bak! Haydi, zevk ve
safa meclisine varalım. Bedensiz can gibi
bir an olsun zevk ve safanın kucağına
kavuşalım. Onunla kucaklaşalım.
* Ben ölümden ebedi zevke, ebedi ömre
ulaşacağımı haber aldım. Cenab-ı
Hakk’ın lütfuna bakınız ki, ölümü ebedi
ömür peygamberi yapmış, onunla
ölümsüzlüğü müjdeliyor.
* Varlığımızın göbeğini ebedi zevk ve
safa ile kestiler. Biz zevk ve safa anasından bayram günü doğduk.
* İnsanların peşinden koştukları zevk ve
safa nedir, diye bana sor, söyleyeyim:
* Ötelerde şu gördüğümüz hayat perdesinin ardında temiz ruhlar zevk ve safadadır. Nefsanî isteklere kapılarak şu
dünyada arzu ettiğimiz zevk ve safa,
onların zevk ve safalarının gölgeleridir.
* Aklını başına al da, altına benzeyen
varlığını gerçek, ebedi zevk ve safaya
ver, gama kedere verme! Manevi zevk ve
safaya layık olmayan altının toprak
başına olsun!
* Dur! Şu gök neden dönüp duruyor,
sana söyleyeyim: Onu zevk, safa yıldızının parıltısı döndürüyor.
* Sana beşin de, dördün de, yedinin de
sırrını söylerdim ama zevk ve safa tavlasında bir iki oyunla yenildim de bu
yüzden söyleyemiyorum, susuyorum.
* Ey hoca! Neden yüzünü ekşitmişsin?
Sen bu şeker ülkesinden, bu tatlılıklar
diyarından git, burada herkes güleryüzlüdür. Burada kimse ekşi suratlı değildir.
* Ezel âlemindeki gönül ülkesindeki
tattan, şeker bile utanır. Sen böyle kaşın
asık, çehren ekşi nereden geldin? Belli ki
sen ötelerden, o neşe diyarından gelmemişsin.
* İman sahibi de, iman da, din de zevklidir, tatlıdır. Helva tablasının ekşi olduğunu sen nerde gördün?
* Bu ekşiliğin hepsi cinsi cinsine gider.
Ekşi, ekşi ile birlikte gider olduğundan
ötürü, ekşilik de senin önünde ve yüzünde toplanmıştır.
* İlahi güneşin ışığı ile sıcaklığı ile olgunlaşmayan meyve, şeker kamışı bile
olsa ekşidir.
* Aşk güneşinin yakışına sabır gerektir.
Sabret, şu uygunsuz hallerine, ekşi
davranışlarına bak da bir iki gün sabret,
olgunlaş, piş!
* Kimi ekşi suratlı görürsen bil ki o, aşk
ateşinden kaçmıştır. Hep gölge içinde
kalan koruk, salkım, baştanbaşa ekşidir.
* Hz. Âdem’in toprağı neden akik ile
dolu? Tutsun da onu madenine kadar
çeksin götürsün diye!
* Gözün de, gönlün de incisi, Allah’ın
Peygamberidir. O incinin getirdiği haberleri kulağına küpe yap!
* Beden ötelerden can şarabı içince,
burada başına gelecek şeyler de aslında
ötelerden olur.
* Hocam! Sen sevgilinin huyunu, vasfını
yanlış anlamışsın. İşin sonucu hakkında
gevşek bir zanna, kötü bir şüpheye
kapılmışsın.
* Gül yüzlülerin hevesine düşmüş, ahmakça sözler söylüyorsun. Ne olurdu,
bir de narçiçeğine benzeyen kendi güzel
yüzünü görseydik.
* Korkudan topalıylasın da yolundan
kalasın diye, yol kesenler aşka ölüm
adını taktılar.
* Bana kulak ver ki, sözümü senin kulağına küpe yapayım. İşte ben kulağıma
küpe ettiğim sözlerden ötürü söze doydum.
* Gözünü aç da her tarafta, altı yönde de
parıl parıl parlayan nuru gör! Ey gözü,
kulağı keskin kişi! Gökyüzüne kulak ver!
Ötelerden gelen coşkunluk seslerini duy!
* Canın selamlarını duy da, artık sözden
kurtul! “Ol” kelamının manasına bak da
şekillere kapılıp kalmaktan kendini
kurtar!
* “Akıl tacdır.” Hz. Ali temsil yolu ile
böyle buyurmuştur. Sen de kendi için ile
kendi özün ile taca bir başka güzellik ver,
yeni bir parlaklık bağışla!
* Ben ölüler gibi dirilip kalkmak için
surun üfürülmesini beklemiyorum. Aşk
bana her an üfürüp yeni bir can bağışlamadadır.
* Can kaydına düşen kişi, nasıl olur da
dünya hocası olur? Dünyaya gönül veren
kişinin hocalık, efendilik hakkı olamaz.
Çünkü o hür değildir, dünyanın kuludur, kölesidir.
* Ay’ın dönüp dolaşması ömrü törpüler,
hayatı kısaltır, azaltır. Hâlbuki sevgilimiz
kendi devrine, devranına çok uzun bir
ömür ihsan etti.
* Diyorlar ki: “Zaman geçip gitti. Biz de
zamanımızı doldurduk. Yaşamımız bitti.
Biz ölünce bizim canımız, ötelere gitmez
ki!” Bu söz de yalan!
* Doğru yolu tutmayanlar, aşk yolunda
yürümeyenler diyorlar ki: “Kulun Hakk’a
varmasına da imkan yoktur!” Bu görüş
de yalan!
* Diyorlar ki: “Kula, gönül sırrını açmazlar, lütfedip kulu gönüllere almazlar,
yukarılara çıkarmazlar!” Bu düşünce de
yalan!
* “Balçıktan yaratılmış olan insanın,
gökyüzünde bulunanlarla, gök ehli ile
dostluk kurmasına imkan yoktur!” diyorlar. Bu sözler de yalan!
* Diyorlar ki: “İnsanın tertemiz ruhu, şu
topraktan yapılmış olan yuvadan, aşk
kanatlarını açıp da havalanamaz, ötelere
gidemez!” Bu söz de yalan!
* Bırak söyleyeyim, sözümden belki
kavga çıkar ama kavgaya kulak verme,
hiç aldırış etme. Bizim saltanatımız ve
kahrımız insanlar tarafından meydana
gelmez.
* Dışarıda iken herkese selamlar ediyorum, âlem selamımla doldu. Sevgili ile
mağaraya girince de; “Sana esenlikler,
selamlar olsun!” derim.
* Kalender, insan değildir. İşte sana kısa,
özlü bir söz: O baştanbaşa bakıştır,
görüştür. Gönül susarak konuşur.
* Bütün kâinat, varlıklar, gönlün sarhoşu, gönlün! Dokuz göğün konakları,
gönle ancak iki adımlık yoldur.
* Ey gönül! Sen bu cihanı onun bahçesi
olarak bil! Herkes, her varlık bu bahçede
rızkını, nasibini bulmaktadır. Bu âlemi
de onun pek büyük bir mağarası say!
Onun lütfu, ihsanı geldiği zaman seni o
karanlık mağaradan dışarı çıkarır.
* Çıkarır da “toprak-su-hava-ateş” birleşiği içinde sana ne gül bahçeleri, reyhanları, türlü türlü şakayık çiçekleri,
menekşeler, laleler hazırlar.
* Dünya ehli sanki örümcektir. Her biri
de sinek avlar durur. Onlardan hiç bahsemte, bana usanç gelmesin.
* Bu kadar latif, bu kadar güzel, sevimli
ve can bağlayıcı olan eşsiz varlığı bulamayan, tanıyamayan ve sevemeyen
kimse cidden ne zavallı, ne kötü, ne sapık
bir kimsedir!
* Ey ruh kuşu! Günahlarından temizlendin, nefsinin kafesinden kurtuldun,
mana kanatların açıldı. Haydi, geldiğin
yere, kendi vatanına doğru uç, uç!
* Şu gönülde nasıl bir iş yurdun, nasıl bir
tezgahın var? Şu gönülde ne putlar
yontuyorsun? Ne putlar yapıyorsun?
* Gönül göklerden de yüce, göklerden
de geniş olmasaydı, şu gönül ata binip
gökleri dolaşamazdı.
* Sustum. Artık gönül hakkında bir şey
söylemeyeceğim. Çünkü gönlün vasıflarını saysam, aklın almaz, gönül senin
düşüncene sığmaz.
* İlahi rahmet gönlün kulağına gizlice
dedi ki: “Ne istersen yap, fakat bizden
ayrı düşme, bizi unutma!”
* Tıpkı gözle gündüz gibi; sen bizimsin,
biz de seniniz. Ne diye bizden ayrılır,
kötü işler yapan, kötü kişilerin yanına
gidersin?
* Gönlün Allah aslanıdır, nefsin ise at.
Akıl meydanı ata dar geldi de o daracık
meydandan sıçradı “Söyle” alanına vardı.
* Sözden harften geç de su gibi nakışlar
kabul eder ol, şekilden şekle gir! Çünkü
harf de dünyadandır, ses de! Dünya da
zaten bir köprüden ibarettir.
* Gül denilen varlık kimdir? Akıl bostanından, can bahçesinden gelmiş bir
haberci. Gül nedir? Solmayan, dökülmeyen, hakikat gülünün güzelliğini,
yüceliğini bildiren bir bilge.
* Siz gülün yapraklarını yolarsınız,
dallarını kırarsınız ama ona yeniden
yeniye can verirler, onu diriltirler, ona
yeniden yeniye kol kanat ihsan ederler.
* Ey hoca sus! Dudağını açma! Gülün
gölgesinde otur da gonca gibi dudak
altından gizlice gülümse!
* Ben görünüşte bir zerrenin yarısından
da küçüğüm. Fakat aşk bakımından
alemden de genişim, dünyadan da büyüğüm.
* Bir damlayım ki, hem damlayım hem
deniz! Çeşitli yönden, çeşitli şekiller ve
hadiselerle denenmedeyim, imtihan
edilmedeyim.
* Bu sözü ben söylemiyorum. Bu söz
aşkın sözü; ben bu ince sözü bilmeyenlerdenim, ben bir hiçim, hiç!
* Bu hikâye, bu aşk macerası binlerce
yıllık bir hikaye. Bunu ben nereden
bileyim? Ben daha dünkü çocuğum.
* Fakat öyle bir çocuğum ki, ben evveline
evvel olmayan, kadim olan o ezeli büyük
varlığa aidim. Beni o yarattı, bu çocuk
yüzyıllardan onunladır.
* Sus, insanın toprağını tozutma! Çünkü
ben peri gibi buralarda gizlenmişim.
* Derken aşktan bir ses geldi. Aşk; “Ey
can” dedi; “Yola düş, bir mihnet ve
ızdırap yurdu yarattım, oraya git!”
* “Ben o mihnet yurdunu istemem!” diye
çok yalvardım, çok ağladım, çok inledim,
çok elbiseler yırttım.
* Şimdi bu dünyadan ötelere gitmekten
nasıl korkuyor, kaçıyorsam, oradan
gelmekten de öyle kaçıyordum, öyle
ürküyordum.
* Ey can, korkma git! Nerede olursan ol,
ben seninle beraberim, sana şah damarından daha yakınım.
* Büyüler yaptı, beni oradan uzaklaştırdı.
* Büyü dünyaları bile yerinden oynatır.
Ben kim oluyorum ki; zaten ben göze bile
görünmüyorum.
* Beni yolumdan alıkoydu. Sonra da
dilediği yola düşürdü. Gerçek yoldan
çıkıp da o yola düşmeseydim kurtulurdum.
* Söyleyeyim; asıl yurduna, nasıl dönersin, ulaşırsın; yazayım. Fakat buraya
varınca kalemim kırıldı.
* Cenab-ı Hakk Hz. Âdem’e kendi ruhundan üfürdüğünden beri, Ademoğulları o üfleyişten öyle mest olmuşlardır ki,
kendilerine verilen canları bile tanımaz
olmuşlardır.
* Ezel şarabı ile mest olan insanoğlu,
mestliğinden uyanıp matem eylemesin
diye ilahi rahmet ecelin boynunu vurmuştur.
* Hakk şarabı helal mi, helaldir. Allah
köyünden gelen şarap haram olamaz.
* Ben bir kulum, köleyim; ama efendimi
azat ettim. Ben öyle birisiyim ki üstadı
üstat ederim.
* Ben öyle bir canım ki, dünyadan daha
dün doğdum. Fakat köhnemiş dünyayı
yeni baştan kurdum, imar ettim.
* Benim davam budur: Ben çeliği çelik
yapan bir mumum.
* Ey yıldız, ey yıldız! Aç dudağını aç,
hani bir sır vardı ya, o sırrı bana vaat ettiğin gibi anlat!
* Her zerre, her damla, hem onu arar
durur, hem de onun sözü ile onun lütfu
ile; “Ben üstadım, ben üstadım.” der
durur.
* Bilmediğimiz, görmediğimiz bir gök
vardır ki, o gökte bir şimşek çakınca
bizler gökyüzüne, ötelere yükseliriz.
Orada kendimizi gösterir, şu yeryüzünü
de işe yaramaz eski bir hasır gibi dürer,
kaldırırız.
* Biz bir an kadim olan aşkın belasını
içmedeyiz. Bir anda elest münacatına
“bela” demedeyiz.
* Yukarısı tamamıyla bağ, bahçe olmuş,
aşağısı baştanbaşa define kesilmiş, bizde
öyle şaşılacak kişileriz ki, ne yukardanız,
ne de aşağıdan!
* Sus, onun varlığı tecelli edince öyle bir
var oluruz ki varlığımızı, var oluşumuzu
biz de bilemeyiz.
* Ey bilgin kişi! Nabzımıza bir el at! Biz
elden çıkmışız, ama hangi elin yüzünden
çıkmışız? Bunu bir anla!
* Puta tapmak kâfirliğin temelidir. Ama
bu canlı puta tapmasak biz kafir oluruz.
* Her cins kendi hayat zincirini sürüyerek, kendi cinsinin yanına gider. Ben;
kimin cinsiyim ki, burada şu tuzağa
tutulmuş kalmışım?
* Sen gönlümün etrafında dönüp duruyorsun. Ben de senin kapının önünde
dönüyorum, dolaşıyorum. Elinde bir
pergel gibiyim. Başı dönmüş bir halde
senin etrafında dönüp duruyorum.
* Şu halk senin hikmet definin çalınmasıyla oynar durur. Fakat senin istediğin
perde vurulmadıkça, bir perde tutsun da
oyuna, çalgıya girişsin; ben bunu ummam.
* Ey hoca, eğer sen insansan neden
şüphelere düşüyor, kuruntulara kapılıyorsun? Üzülüp duruyorsun? Senin
hasedinden, hırs ateşinden canım dumanlar içinde kaldı.
* Ya deli divane bir aşık ol; yahut da
yanımızdan git! Şu hayat perdesine
varlıkla, benlikle aksetme de, perdeyi
yüzüne örtmeyeyim.
* Ben hem kanım, hem de süt. Hem
çocuğum, hem de ihtiyar. Hem kulum
köleyim, hem de emirim. Hem buyum
hem de o!
* Ben hem şekerler dağıtan Şems’im,
hem de Tebriz şehriyim. Hem sakiyim
hem mestim, hem meşhurum, hem de
gizli. Beni hiç kimse göremez.
* İster şerde olayım ister hayırda, hayrım
da şerrim de benden değil, başkasındandır. O beni nereye çekerse oraya giderim.
Başka bir çarem yok.
* Ey usta çalgıcı, vur vur! Elindeki defe
vur! Gönlümün yolunu da vur, beni
şaşırt! Zaten ben evin yolunu kaybetmişim, evi bilmiyorum.
* “Enelhakk” dediği, gerçeği işaret ettiği
için halk gerçeği anlayamadı, Hallac’ı
darağacına çekti. Hallac sağ olsaydı
sırlarımın azametinden ötürü, o beni
darağacına çekerdi.
* İnsanları sarhoş eden, coşup köpüren
şarapla aynı cinstenim. Hırkalarını
satanlardan değilim. Neden durumu
sevgiliden gizleyeyim, örtüneyim? Ben
mestim.
* Bilmiyorum, sen güneş misin, Zühre
yıldızı mısın? Yoksa ay mısın? Aşkla başı
dönmüş bu deliden ne istiyorsun, bilmiyorum.
* Galaksilerin süslediği hudutsuz göklerde, güzeller gibi sayısız yıldızların
etrafında döndükleri dergahın nasıl bir
dergahtır bilmiyorum.
* İnsanların padişahlığı masaldan ibaret!
İri taneli inci, padişahın nazarında nasıl
değersizse, mana padişahlığının yanında
da dünya padişahlığı öyle değersizdir.
Ben baki olan ölümsüz padişahlar padişahından başka bir padişah bilmiyorum.
* Sen ne de sonsuz bir güneşsin ki, senin
ışığın içinde oynaşan bütün zerreler söz
söylemede. Sen Allah’ın zatının nuru
musun? Yoksa Allah mısın, bilmiyorum!
* Ben bu dokuz kat göğü, insanı büyüleyen şaheserler ortaya koyan ressamı
gereği gibi bilemiyorum, bilemiyorum.
* Bana her tarafa gitme, sen üstatsın,
buraya gel diyorsun, ama ben o mekansızlık yerini bilmiyorum, bilmiyorum.
* O bazen benim yakamı tutar, beni
hırpalar, perişan eder. Beni hırpalayan o
güzel huyluyu bilemiyorum, bilemiyorum.
* Ben musikiden zevk alan, güzel seslileri dinlemeyi iş edinmiş bir canım.
Çalgıcı olmadıkça huzur bulamıyorum.
Musikiyi ve neşe arayan canımı bilemiyorum, bilemiyorum.
* Yeryüzü bir kadın gibi, gökyüzü de
onun kocası. Bu kadın kedi gibi kendi
yavrularını yiyor. Fakat ben ne kadını
biliyorum, ne de o kocayı.
* Zahire bakan, görünüşe kapılan; “Hz.
Âdem’e melekler secde ettiler” der. Ama
Hz. Âdem’in hakikatini gören; “Aptal!”
der, “Nasıl olur da Adem bedenden
ibaret olur, buna imkan var mı? Melekler
Hz. Âdem’e değil, Hz. Âdem’de bulunana
secde ettiler.”
* Ben takdirin, o acı emrin hükmü altındayım. Bazen kervanbaşıyım, bazen
deve, bazen göç davuluna tokmak vururum. Bazen bayrağın perçemi olurum.
* İster davul, ister davul çalan olayım. O
büyük padişahın ordugahındayım ya! Bu
değişikliklerden, bu renkten renge girişlerden ne diye üzüleyim! Ne olursam
olayım, padişahın hizmetindeyim ya!
* Ben bir mum gibi söz söylemeden her
şeyin suretini gösteririm. Eğri büğrü
düşünmem. Çünkü düşündeki yazının
işareti olurum.
* Aşk der ki: “Ey aklı başında olan kişi!
Sunduğum şarabı ganimet bil. Al, iç
sarhoş ol! Ey aç kişi! Seni doyurduk. Ey
burnu koku almayan! Seni iyileştirdik.”
* Efendimizin, sahibimizin nimetlerine
şükrettik. Zaten efendimiz buna layık, bu
zevkin sonu yoktur. Bu kadeh, adi kadeh
değildir. Bu aşk şarabı kadehi kırılmaz.
* Ey seher vakti bana şarap sunan sevgili! Nazı bırak da bir şeyler söyle. Seninle
de mest olmak istiyorum: “Hiç olmazsa
şarabı sana ben verdim.” diye söylen!
* Bütün dünya ve dünyadakiler,
kendi vesveselerine uymuş, yollarını
kaybetmişler, dinlerinden dönmüşlerdir.
Bense öyle büyük bir aşkın lütfu ile kendi
şerrimden bile kurtulmuşum.
* Kendimden şu yüzden incinip durmadayım: Ben kabıma sığamıyorum, bir
yerdeyim ki, oraya baş bile sığmıyor.
Sarıktan kaçarsam haklıyım.
* Bulunduğum hale, bu devlete ulaşmam için binlerce yıl gerek. Kıymetini
bilmez de bu sefer kaçarsam, bu devleti
bir daha nerede elde edebilirim?
* Hasta değilim, namert de değilim.
Niçin güzellerden çekineyim? Mide
fesadına uğramadım ki meyhaneden
kaçayım.
* Ben kapımın önünde düşüp yıkılan
sarhoşu hor görmem. Kapımdan sürüp
kovmam. Evimde şarap varsa, önüne
korum. Onunla beraber ben de içmeye
başlarım.
* Misafirim olan sarhoş benim canımdır.
Başımın tacıdır. Benim sultanımdır. O
bana o kadar azizdir ki, yerde oturmasın,
kalksın, benim başımın üstüne otursun.
* Ey sarhoş dostum, ey bana çok yakın
olan aziz varlık! Bana çok içir, beni çok
sarhoş et! Çünkü ben az sarhoş olduğum
günü ömür saymam.
* Ömrümü altın gibi şaraba vakfettiğimden sakiden başkasının yüzüne
bakmam. Sakinin emrinden dışarı çıkmam.
* Ben kendimi ne zamana kadar deneyeceğim? Ne zamana kadar şu aklı
sorguya çekeceğim? Ben sarhoş olduğum
gün kendini düşüncelere kaptırmış ilan
canımın gemisi olurum da, gezer dururum. Hâlbuki aklım başımda olduğu
gün, demir atmış bir gemi gibi, olduğum
yerde kalırım.
* Beden şarabı nerede? Can şarabı nerede? Beden şarabı üzümden yapılır. Can
şarabı ise ötelerden gelir. Gök nerede, ip
nerede? Sen, sonu baş ağrısı olan hayırsız
bir kadehle sarhoşsun. Bense ötelerden
gelen Kevser havuzunun şarabı ile sarhoşum.
* Şunlar da senden ibaret, bunlar da!
Bundan da münezzehsin, ondan da! O
geniş ova da sensin, şu dağ da! Kerem
ovası da sensin! Çünkü her şeyi sen
yarattın, her şey senin emrinle var oldu.
* Söz söyleme aşkı da sensin, susma
sevdası da sen! Anlayış da sensin, kendinden geçiş de sen! Kâfirlik de hidayet
de senden, adalet de sitem de sendendir.
* Ey padişahlar padişahına padişah olan!
Ey akıl, ey can ülkesine taht kuran, ey
yüzlerce eseri, nişanesi olduğu halde,
kendini göstermeyen! Ey yokluk denizi
olan aziz varlık!
* Resimler aynı kalemden çıktıklarını
bilselerdi, her resim ile süt ile bal gibi
kaynaşır, birleşirdi.
* Senin civarında can vermek için sana
doğru gelene, gayretin; “Git!” der. Lütfun, ihsanın; “Beri gel!” diye çağırır.
* Herkes bir vehim, bir hayal peşine
takılmıştır. Yerden yere çeker durur.
Fakat o hayal ordularını çeken de sensin.
* Ey mülk sahibi, ey devlet sahibi! Sonunda bir hayal getirirsin. Üstünlüğü,
büyüklüğü bir önce gelen hayalden
kapar alırsın. Onu bunun esiri yaparsın.
Hikmetinden sual olunmaz.
* Susayım, dudaklarımı yumayım da şu
dünya benim bu sözlerimden karışmasın, darmadağın olmasın. Zaten sen söze
sığmıyorsun, artık fazla eksik ne söyleyeyim?
* Şu dünyada yaşayan insanlar, hep
“ben” ve “biz” deyip duruyorlar. Şu
yüz binlerce ben ve biz içinde acaba ben
nasıl bir benim? İnsan kalabalığından
gelen gürültüye kulak ver! Beni konuşturmamak için elini, ağzıma koyma!
* Asıl olan sensin, ben kimim? Ben senin
elinde bir aynayım. Sen her ne gösterirsen, ben oyum.
* Ezel mühendisi, can için gizli bir ev
yaptı. Biz o evin içinde mühendisle
beraber oturmuşuz, evin hesaplarını
yapıp duruyoruz.
* Senin nefesinle kaç defa öldüm, yine
dirilirim. Senin yüzünden bir kere değil,
bin kere ölsem korkmam. Ben yine ilk
öldüğüm gibi, yine o çeşit ölürüm.
* Anasının kucağında ölen çocuk gibi
Rahman’ın rahmet kucağında, acıyış
bağışlayış kucağında ölürüm.
* Bu ne biçim söz? Âşık olan ölür müymüş? Ab-ı hayat kaynağında ölmeme
imkan var mı?
* Sen aklın da aklısın, gönlün de gönlüsün. Sen yüzlerce cansın, artık biz de
senin sayende şu gölge varlığa, şu bedene sırtımızı dönmeliyiz.
* Mademki gökyüzü damına bizim için
çadır kurdular. Eşeklerin yayıldığı şu
yeryüzü çayırlığından niçin çadırımızı
sökmeyelim?
* Biz dağlardan aşağılara doğru akan sel
gibiyiz. Sen ise denizsin. Biz uzun zamandan beri senden uzak düştüğümüzden ötürü başımızı ayak yapmışız. Koşa
koşa yüzümüzü yerlere süre süre denize,
asıl vatanımıza gidiyoruz.
* Sana doğru koşarken bu yolda sel gibi
naralar atmadayız. Yüz üstü akmadayız,
denize yol bulamamış, çukur yerlerde
kalmış, kendi çevresinde dönen kokmuş
su gibi kendimizi bağlamamışız.
* Gizlemek, meydana çıkarmaya tam
bir sebeptir; susmak, dilsiz gibi davranmak
da anlatışın ta kendisidir!
* Hayatta iken yaptıkların, her düşünce
çocuğunun, senin ölümünden sonra
mezarının etrafında; “Baba, baba!” diye
dönüp dolaştıklarını görürsün!
* Güzel düşüncelerinden huriler, güzel
delikanlılar doğar; çirkin düşüncelerinden ise koca şeytanlar meydana gelir!
* Mühendisin gizli düşüncesini, tasavvurunu seyret; ondan köşk olmuş, saray
meydana gelmiş! Ezeli takdirin sırrına
bak; ondan bunca dünyalar var olmuş!
* Kendi sırrını, gizlediğin şeyi biliyorsun
ama o gizlideki gizleneni bilmiyorsun?
Gizlenen, gönüle benzer; gizlediğin şey
de, dil gibidir!
* Gizlediğin şey güzel bile olsa, emin
olma! Emin olma ki, emin olmayanlar
daima eman bulurlar!
* “Ey süsen! Yazıklar olsun sana; dilini
niçin çıkardın? diye sordum. “Ya bizim
gibi konuşma, dilini tut yahut da durumu anlat!”
* Dedi ki: “Dilim söz söylemez ama
halimizi bildirir! İşin sonu iyi olmasaydı,
hiç çimenler gelişir, yeşerir miydi?”
* Sen Hz. İsa ol da, senin evin olmasın;
ne zararı var! Sen, göz ol da, sana bir göz
örtüsü kalmayacakmış; kalmasın!
* Bugün sen mi daha güzelsin, ben mi
daha güzelim? Sen; bensiz nasılsın,
benimle beraber olunca nasılsın?
* Hayır, hayır! “Ben” “sen” deme; bunları
bırak! Zaten sen ben ayrı değiliz ki!
Seninle benim bir ayrılığımız yok ki;
“sen” “ben” deyip duruyorsun!
* Sen, sensiz, ötelerde, ta göğün üstünde
idin; ben de, yıllar boyunca bensiz dim!
* Ben kabuktayım, kabuk gibiyim; sense
özsün, özüm gibi tatsın, sudan ibaretsin!
Ben nerdeyim, sen nerdesin? Kabukla öz
bir olur mu?
* Bütün bu perdelerin ardından, bir gün
ansızın çıkagelir! Bir tecelli, seni senden
alır, bütün putlar kırılır! O zaman, ne bu
kalır, ne de o!
* Uykuda iken can bedenden çıkıp gider,
hayal alemine dalar! Beden, olduğu
yerde kalır; sen, artık başka şekle bakma!
* Sen dersin ki: “Ben rüyada kendimi
gördüm! Sanki bir selvi imişim; yüzüm
bir lalelik, bedenim ise gül, yasemen!...”
* Fakat uyanınca, o selvi hayali geçer
gider ve can, beden evine döner gelir! İşte
bu hallerde, bilenlere, anlayanlara ibretler vardır!
* Bu hususta söylenecek çok şeyler var!
Var ama; fitne çıkacağından korkuyorum, söyleyemiyorum!
* Tövbeyi bozmak, binlerce tövbe tuzağından kurtulmak zamanı geldi!
* Gönlün ve canın ellerini çözmek,
gamın ve kederin ellerini bağlamak
gerekiyor!
* Sevgili, bir bağı çözer, koparırsa dikkatle bak; o çözmede, o koparmada
yüzlerce bağlama yüzlerce uzlaştırma
vardır!
* Kendini ölü gibi gösterme ki, insan
ruhu ile dirilesin!...
* Dedi ki: “Benlikten kurtulduğun,
kendin aradan çıkarak söylediğin söz,
Kur’an’ın esrarıdır!
* Sen arada olmayarak yaptığın iş, iyi bil
ki, Hakk’ın yaptığı iştir!
* Gazelin geride kalan kısmını gizlice
söyleyeceğim! Çünkü bu söz; hamların,
anlayışı kıt kişilerin yanında söylenecek
söz değildir!
* Gökyüzü bir hırka gibi sema ediyor;
fakat hırkanın içindeki sofu görünmüyor! Ey Müslümanlar! Bedensiz bir
hırkanın oynadığını kim görmüştür?
* Hırka, beden ile oynar; beden de canla
oynar! Canın boynunu da, sevgilinin aşkı
bir iple bağlamıştır!
* “Filan sana kâfir diyor, bir başkası da
sana din adamı diyor!...” Bunlardan
vazgeç, gözünü aç da, bundan sonra
etrafına halkın gözü ile bakma!
* Allah, sana basiret gözü, gönül vermiş!
Öyle bir göz vermiş ki, senin mahmur
bakışlarına karşı Cebrail’in kanadı secdeye kapanır!
* Şekil ve suret âşıkları, “Bal bulurum!”
ümidiyle ayran çanağına düşen sinek
gibi şekle, surete, görünüşe kapılmışlardır!
* Ey Hakk aşığı; neşelen! Seni yükseklere
uçuracak kanatların olduktan sonra
balçıktan sana ne gam var?
* Ey rahmetten kovulmuş olan Şeytan
insan, Cebrail’in bile sana kul, köle
olmasını istiyorsan, benliği bırak; git, Hz.
Adem’e secde et de…
* Kanlar içen, birçok yolcunun ölümüne
sebep olan çölün sendeki Kabe’den haberi
olsaydı, her taraftan ırmaklar akar, gül
bahçeleri yetişirdi!
* Gönül sahnesinden her an insanoğlu
gibi biri doğup çıkar fakat ortada ne
erkek vardır, ne de kadın!
* Derken, onun yanından, arkasından
adamcıklar dökülür ve yeryüzü onlarla
dolar taşar!
* Bu şekilde, daha elli beyit söylemek
isterdim ama sen ağız açar konuşursun,
diye ben, ağzımı kapadım!
* Her padişahın kulları onu korurlar,
bekçilik yaparlar! Bizim padişahımız ise
kullarını korur, onları gözetir; onlara
gözcülük, bekçilik yapar!
* Bizim padişahımız, uykuyu da bilmez,
uyanıklığı da! O, bize çok yakındır, o
bizim canımızın, damarlarımızın içinde
dolaşmaktadır!
* Allah’ın kaza ve kader oku, yaydan
fırladı!
* Gayb; yeryüzüne ekilmiş tohum, topraktan baş gösterdi, bir ağaç gibi boy attı,
apaçık meydana çıktı!
* Yıldızların dolaştıkları yer gökyüzüdür; hayvan da, selvi gibi, yasemin gibi
toprağa bağlıdır! Herkesin, her şeyin bir
yurdu, bir vatanı vardır! Ey insanoğlu;
senin vatanın neresidir?
* Sen, canların canısın; âşık olmayan
canları kır, yok et! Asıl insan sensin;
insan olmayanları, insan şeklindeki
varlıkları ortadan kaldır!
* Sen, ölümsüz bir cevhersin! Gel, gözlere gir, gözlerde kal; senin gibi olmayanları taşlarla kır geçir!
* Ey mana güneşi! Hakk’ın göklerinde
ilahi nurlar saç, gözleri kamaştırarak
parla; gökyüzündeki yıldızları kır, birbirine geçir!
* Halkın gönüllerini, gaybı bilir bir hale
getir; kendi ayıplarını değil de, başkalarının ayıplarını görenlerin gönüllerini
kır!
* İz, eser; izi, eseri olmayana perdedir;
izsizliği, esersizliği al; izi, eseri kır geçir!
* Karanlık geceyi gündüz gibi aydınlat;
bekçilerin insafsızlığını kır geçir!
* Ey Tebrizli Şems! Sen, Hakk’ın bir
güneşisin; can mumunu da, şamdanını da
kır geçir!
* Aklını başına al, çalış çabala da bilgisizlik leğenini gönlünün üstünden kaldır! Kaldır da, can maşrıkın-
dan-doğusundan parlak bir gün belirsin,
ortalığı aydınlatsın!
* Ey Tebrizli Şems; sen, can maşrıkından
doğ! Çünkü senin güneşin candır; bütün
dünya ise bedendir!
* Gel de, benim gönlümden kelimesiz,
sözsüz nükteler duy; aklın almadığı,
şaşırıp kaldığı, anlamaya sığmayan
şeyleri anla!...
* Sen herkesi kör, alemi sersem mi
sanıyorsun? İnsanların taş gibi duygusuz
sandığın yüreklerinde öyle bir ateş
vardır ki; sır perdesini tamamıyla yakar,
yok eder!...
* Sır perdesi yanınca insan, Hızır-a.s.’ın
hikayelerindeki manayı da, ledün bilgisini de tamamıyla anlar!
* Canın da, gönlün de içinde o eski ezeli
aşktan güzel hikayeler belirir; yeni şekiller
meydana gelir!
* Sen; “Ant olsun kuşluğa ki,…” suresini
okuyunca, güneşin ne halde olduğunu
gör! “Hiç kimse ona eş olamaz!” ayetini
okuyunca da, manevi altın madenini
seyret!
* Ey ilkbahar; sen, bizim canımızsın!
Bize yeniden can ver, canımızı tazele;
bağları bahçeleri çiçeklerle doldur; tarla
ları, ovaları gençleştir!
* Eğer sen iyi insan isen; pek büyük bir
kişi isen, git de eğreti padişahlığa, eğreti
taç ve kemere, eğreti servete, mala mülke
gülmeyi ölüm vaktinde ecelden öğren!
* Ey hoca! Eğer sen İsa huylu isen,
şehvet duygularını gideremediği için
üzülen, gamlanan erkek ve kadına;
“Gülmeyi git de Hz. İsa’dan öğren!” de!
* Canlar, ruh âleminden geldiler, toprağa ve suya esir oldular! Sen, bu balçık
yurduna bir baskın yap da, esirleri kur-
tar!
* Samandan ve ottan başka bir şey
görmeyen hayvan canı, Allah’ın kudreti
ile akıl, fikir gül bahçesine layık oldu!
* Allah’a yemin ederim ki, ne yağlı
yemeklere meylim var, ne de ballı tatlıları canım istiyor! Altın dolu kasede de,
altın kasede de gözüm yok!
* Bütün yeryüzündekileri zamanı gelince öldürüyorsun! Bu hali gören ay,
gökyüzünden bağırıyor! Diyor ki: “Bu
ne şaşılacak şey; bu ne kudret, bu ne
temkin, bu ne cömertlik!...”
* Allah’a hamd olsun ki, bu ülkeye
ulaştım! Aşkın, bana; “Oturma, yürü!”
dedi. Meğer tamamıyla doğru imiş! İşte,
dediği çıktı; yürüyorum!
* Beni ayakta görünce başı ile işaret etti
de; “Otur, rahatına bak!” dedi. “Ne diliyorsan dile; o, eline geçecek, muradına
erişeceksin!”
* Bütün varlıklar onun aşkı ile mest
olmuşlar da, ona secde etmedeler! Kurt
ile kuzu uzlaşmış; gönüllerde ne haset
kalmış, ne de kin!...
* Öyle mest olmuşlar ki, köyün yolu ile
evin yolunu ayırt edemiyorlar! Biz insan
mıyız, yoksa kırmızı gül müyüz; farkında bile değiller!
* Herkes eline bir kadeh şarap almış;
“Söyle ey şekerler gibi tatlı, güzel padişah! Ne yapayım; bunu içeyim mi, yoksa
birisine mi bağışlayayım?” diyor!
* O da cevap verip diyor ki: “Sen içmene
bak; neden bağışlamak istiyorsun? Hele
sıra sana gelince, bağışlamanın yeri mi
var?” bunu duydum da içtim. Zaten ben,
onun kuluyum; içmeyeyim de ne yapayım?
* Sen, bu arş şarabını iç! Bu öyle bir
şarap ki, bir kadehini ölünün avucuna
koysan, ölü dirilir, telkine cevap verir!
* Artık bu dünya evinden bıktım, usandım; göklerin üstüne çıkmak, ötelere
gitmek zamanı geldi!
* Ey hakikati göremeyen körlerin emiri!
Ben sana; “Delileri azdırma, imansızları
coşturma!” demiyor muydum? Mademki
inanmıyorsun, sus, söyleme!
* Bana; “Görünmez âlemde olanları
göster!” diyorsun; yiğit, yürekli erlerin
hayvanlarla ne ilgisi var?
* Şu dünyada her şey, insanoğlunun
aklının eseridir; bu yüzden her şey,
insanoğlunun aklının kölesidir! İşin tuhaf
tarafı şu ki; akıl da gelmiş; “Ben, ilahi
aşkla mest olanların kuluyum, kölesiyim!” diyor!
* Dünyanın her cüz’ünü, her parçasını
seyret; hepsi de hareket halindedir; bir
yerden bir yere geçip gitmedeler! Şunu
iyi bil ki; her şey, bir yolculuktan gelmiştir!
* Hoca! Senin elini tutup çekeceğiz; seni,
iyiden de, kötüden de kurtaracağız!
* Gaflet gecesidir; senin mest oluşun da
uzadıkça uzadı! Ama biz, sabah güneşi
gibi doğup her tarafı aydınlatacağız!
* Dünya bahçelerindeki her meyve oldu,
kemale geldi! Ey taş kesilmiş üzüm
koruğu; sen, bir türlü olmayacak mısın?
* Ey gönül; galiba sen işin farkında
değilsin! Sen, asıl kendi şehrinden sürülmüşsün; sen, burada gurbettesin! “Ey
Allah’ım! Benim adamlarım nerede;
soyum sopum nerede?” diye feryatlar
içinde, şu kirli dünyada kalmışım!...
* Gönlüme; “Nasılsın?” diye sordum.
Dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki; haya-
line ev olduğumdan beri, canıma canlar
katmadasın!...”
* Topraktan doğmak, toprakta çürümek
hayvan işidir; gönlün, canın işi değildir!
* Dedim ki: “Ben, ötelerden gelip bu
bedene girdim, iki-üç gün bu bedende
kaldım! Bu balçık bedenden beni geldiğim yere ne zaman çağıracaklar?” diye
korku ve ümit içinde yaşıyorum.
* Dedi ki: “Sen, balçıkta değilsin; sen, bu
taraftasın, mana alemindesin! Şu görünen, senin gölgendir! Benim sanatım,
seni tuttu, bu mana aleminden aldı
götürdü, balçık bedene hapsetti; bir
gölge varlık olarak seni, birkaç gün için
bu dünyada bıraktı!”
* Dilberim, beni yaratanım bu sözü
söyleyince, aklım başımdan uçtu gitti!
Hikayenin kalan kısmından akl-ı küll bile
bir koku alamaz! Artık, ben kim oluyorum da konuşuyorum, konuşmak benim
ne haddime!...
* Ey gönül! Seni anlatmaya dilim dönmüyor, gücüm yetmiyor; harfler, seni
anlatmaya kafi gelmiyor! Seni anlatmak
için yeni harfler, yeni kelimeler bulmak
gerek!
* Gül bahçesi, yüzlerce gülle dolar,
dedikodu biter, zaman doğurmaya
başlar, zaman doğurmaya başlar!
* Dünyayı yok saymak, görmemezlikten
gelmektir; geldiği ve tekrar gideceği
alemi düşünmek, kendini anlamaya,
bilmeye çalışmaktır!
* Bu dünya vatanının altı yönü vardır!
Orada kıbleler çoktur; tek bir kıble arama! Yürü; sen, yoklukta yuva kur; orada
yönsüzlük, vatansızlık kıble yeridir!
Yokluk sırrını anlamaya çalış!...
* İçinde yaşadığımız zaman, bir eskicidir; hep eskiler alır satar! Sen, orada
ölümsüzlük arama; ölümsüz yaşayış
yaylasını, zamanın dışında ara!
* Sen balçıktan yaratılmış idin, gönül
oldun; bilgisizdin akıllandın! Seni bu
çeşit buraya getiren, yine çekip sürüyerek seni buradan oraya götürecektir!
* Beni yokluktan var eden, beni yaratan,
her an beni söyletmede! Sonunda da,
beni söyleten kerem buyurdu ve bütün
söylediğim sözler, O oldu!
* Bir zamanlar beden yoktu; ben, tamamıyla candan ibaret idim, seninle göklerde beraber idim! O zamanlar birbirimizle konuşamıyorduk; ne benim söz
söylemem vardı, ne de söz işitmem!
* Biz, dönüp yine efendimize, yaratanımıza gidenlerdeniz; hem de tertemiz bir
özle! Çünkü biz, O’na isyan edenlerden
değil, emirlerine boyun eğenlerdeniz!
* Efendimiz ne diye bizi satın almaya
kalkışır? Zaten biz, kendimizi O’na
satmışız!
* Acıkan kişi fazla yerse, mide fesadına
uğrar! Fakat biz, O’nun bakışlarına
acıkmışız!
* Sen ölüp gidince, toprak altına atılınca,
ebediyen zayi olup gideriz sanırsın!
Halbuki bizler, vade verdiği yerde
O’nunla tekrar buluşacağız!
* Bedenin, bu dünyadandır; gönlün de, o
dünyadandır! Bedenin dostu heva,
heves, şehvet, hiddettir; gönlün dostu da
Hakk’tır!
* Senin gönlün, bu dünyada gariptir;
onun da derdi, gamı gariptir! İkisi de ne
şu yeryüzündendir, ne de gökyüzündendir!
* Eğer sen canın ve aklın dostu isen,
hakiki dosta ulaştın, canını kurtardın
demektir!
* Fakat canın ve aklın dostu değil de
bedenin, heva ve hevesin dostu isen, şu
yeryüzünde kalmaya mahkumsun!
* Sen sonsuzluğun mesti olunca, ezel
kılıcını eline al ve yiğit bir Türk gibi
varlık Hintlisini bozguna uğrat!
* Şu hayvana bak; başı yerdedir! Evet;
otlamakla meşguldür! Sen, hayvan
değilsin; Adem soyundansın! Başını
göklere kaldır!
* Hz. Âdem’in medresesinde Hakk’a
mahrem olunca, gökyüzünün en üst
kürsüsüne otur, ilahi isimlerden ders al!
* Hz. Meryem’in İsa’sı göğe çıktı da
eşeği aşağıda kaldı! Benim de şu bedenim, gölge varlığım yeryüzünde kaldı
da, gönlüm göklere, ötelere yükseldi!
* Sus; artık söyleme! Çünkü şu ağzımızdaki dilin söyledikleri, gönüle, cana
perde olmadadır! Keşke şu yarım yamalak konuşan dilim gönlümün sırlarına
vakıf olmasaydı da, gönlüm konuşsaydı!
* Sen, canımda gizli olduğun halde,
canımın Senden haberi yoktur! Cihan da
zatınla dopdolu; fakat cihanın Sen’den
haberi yok!
* Sen, can ve gönülden ibaret olduğun
için, can Seni nasıl bulabilir? Sen candasın, gönüldesin ama canın da, gönlün de
Sen’den haberi yok!
* Senin manevi hayalinin gönülde nakşı
varsa da, hayal, zatını bilemez! Bu yüzden hayalin de Sen’den haberi yoktur!
Adın dilimde, Seni tespih ediyorum,
zikrediyorum ama Seni zikreden dilimin
de Sen’den haberi yoktur!
*Aslında, yarattığın her şey, bütün
varlıklar namını nişanını bilmektedirler.
Fakat ben, şunu gördüm ki, nam ve nişan
da Sen’den habersizdir!
* Allah’ım! Sen’in zatının ne olduğunu
anlamak için uğraşan gayret sarf eden
bütün mütefekkirler, bilginler, inanç ve
tahminlerinin derinliklerinde kayboldular! Yakin, yani Sen’i tam olarak gereği
gibi bilme de, şüphe de Sen’de!
* Dünya var oldukça bütün insanlar,
yaşadıkları ömür boyu Sen’i anlatsalar,
Sen’in yaratma gücünü, sanatını, kudretini açıklasalar yine bitiremezler! Çünkü
Sen’i etraflıca anlatma, açıklama Sen’den
habersizdir!
* Sinek, Cebrail-a.s.’ın açtığı zaman
gökleri kaplayan, güneşleri göstermeyen
kanadından nasıl bahsedebilir? Allah’ım;
Sen’i tarif eden, anlatan insanların hepsinin de Sen’den haberleri yoktur!
* Ey can Musa’sı; sen, çoban olmuşsun!
Sürüyü bırak, Tur Dağına çık!...
* Ayağından nalınlarını çıkar, Tuva
Sahrası’na yalın ayak yürü!
* Sana dayanak, asa değil, Hakk’tır;
asayı elinden at; ondan vazgeç!
* Heva ve heves Firavunu hayvan olunca, onun boynuna çıngırak tak!
* Ey hoca! Sen, zahit olmaya, bu hususta
bilgi edinmeye uğraş! Çünkü sen, aşkı,
çalışıp çabalamayla elde edemezsin!
* Bundan önce, Tebrizli Şems, bunları
söylemişti; ama işitecek kulak nerede?...
* Güneşe, mehtaba iltifat etme, yüz
verme! Çünkü sen, bu dünyaya ait değilsin! Sen, ötelerden geldin; o eşsiz
güzelden başkasını dileme!
* Kâse nasıl suyun üstünde durmaz
çalkalanırsa, sen de o olmayınca bir
yerde karar kılma, sen de çırpın dur!
Eline kâseyi alıp her mutfağa koşma!
* Bu çarıkla bu posta bağlanmak, aslı
unutmamak iyi bir adettir! Bu âdeti kıble
edin de, onun lütfunun gerisini seyret!...
* Eziyete düşüp belalara uğradın mı,
çarığı görmeye başlıyorsun! Hiçbir illete
uğramamış gibi, hiç hasta olmamış gibi
kendini yorgun say, hasta gör!
* Bizim çarığımızı, erlik suyu gibi düşün;
postumuzu da, ana karnındaki kan say!
Akıl ve görüş incisini ise, padişahın
ihsanından bil!
* Padişahın önüne inciyi koy ki, seni köy
ağası yapsın! Eskileri ver, yenileri al;
taneleri ver de ambarı gör!
* Toprağın her zerresi ruh oldu, tertemiz
can kesildi! Artık ona “toprak dünyası”
deme; ona “her şeyi altın haline getiren
iksirin, ilahi aşkın mayası” de!
* Kimseye kâfir, mümin deme; iyiyi
kötüyü arama! Hepsi de senin yüzünden,
senin aşkınla yıkılmış, kendilerinden
geçmişlerdir! Kendilerine gelmeleri için
bir efsun oku!
* Senin mestin olmayan, senin güzelliğin
ile büyülenmeyen kim vardır? Senin
elinde bir tavla zarı olmayan kimse var
mıdır? Ne olur, kerem elini aç.
* Bizler, güneş ışığı içinde titreyerek
oynaşan zerreleriz! Bu balçık zerresinden
azıcık toprak al da, sürme gibi ayın
gözüne çek!...
* Herkes, aşk ateşine kendini atamaz!
Cins atlar, padişahı taşırlar; işe yaramaz,
ahmak atlar ise, palan yüklenirler, tezek
taşırlar!
* Önce, bizi adam et, aşka layık bir kişi
haline getir! Sonra, bize şarap sun;
kadehi durmadan döndür!...
* Dünya sevgisi, dünya tuzağı öyle
berbat, öyle fena bir tuzaktır ki, padi-
şahlar ve aslanlar, köpekler gibi, o
pisliğin içine düşmüşler, boğazlarına
kadar gömülmüşlerdir!
* Bundan daha fazla şaşılacak bir tuzak
vardır! Oraya düştünse, görürsün ki, aklı
olmayan, saf olan, kendini görmeyen kişi
o tuzağa topuğuna kadar batmıştır da,
zeki olan, aklı başında olan kişi boğazına
kadar o tuzağın içindedir!
* Artık, söylemeyi bırak; nefesin kesiliyor! Ben yorulmasaydım, nefes nefese
gelmeseydim, seni, boğazına kadar söze
garkederdim!
* Bakırı, iksir sürerek altın ederler! Bu,
bir başka bilgidir! Senin yaptığın bu
işlerle bakırın altın olmaz! Ermişlerden
uzak kaldığın için, balçık mertebesinden
kurtulamazsın, yücelemezsin, insan
olamazsın!
* Hakk yolunda nice savaşlar var! Öyle
her yol başında durma; vakit geçti, gün
bitiyor! Sense, lüzumsuz şeylerle oyalanıp duruyorsun!
* Aslında bahar, bağlarda ve bahçelerde
kıyametin kopmasıdır, toprağın içinde
gizli olan sırların açığa çıkmasıdır, meydana vurulmasıdır. Çin güzellerinin
gönüllerini göstermesidir!
* Onlar, gizli bir dille bize diyorlar ki:
“İnsan isen, eğer sende bir gönül varsa
göster! Senin gönlün, insanlığın ne zamana kadar balçık içinde gizlenecektir?”
* Şahin, doğan kuşuna diyor ki: “Bu
güzel avları yokluktan kim aldı da yeryüzüne getirdi?”
* Bir kısım gül yanaklılar, bir kısım
delikanlılar, hepsi de gayb perdesinin
arkasında idiler. Onlar; “Büyüktür onlar;
yazı yazarlar!”
* “Biz, birkaç kişiyiz; öncü olarak geldik!
Bizim arkamızdan güzeller ordusu, o
pusudan çıkarak gelmedeler!”
* Yusuf yüzlüler, o dünyanın Kenan
elinden, tatlı dilli dilberler de, bal denizinden çıkıp geldiler!
* İşte; hurmaya, şekerkamışına, o tane
tane nara, o tane tane incire ötelerden, o
tatlılık, o güzellik diyarından mektuplar
geldi!
* Ötelerde bulunan ova, ne hoş, ne
verimli bir ovadır; elma, rengini ve
kokusunu o ovadan aldı; turunç da, o
güzel kokuyu, o olgunluğu oradan elde
etti!
* Üzüm, geç geldi; çünkü atlı değildi,
yaya olarak geliyordu! Ey geç gelen,
olgun gelen üzüm! Şarabın anası olduğun için sen, bir fitnesin; fakat meyvelerin son gelenisin!
* Ey son gelip önce gelenleri geçen, ey
meyvelerin özü; sen, Allah’ın sağlam
ipine sarılmışsın!
* Senin tatlılığın, görülmemiş bir tatlılıktır; acılığını ise hiç sorma! Acılığın, akıla
benzer; şer de ondandır, hayır da ondandır; küfür de ondan meydana gelir,
din de!
* Bela zamanında şeker gibi tatlısın,
ferahlık zamanında ot gibisin! Devedikeninin üstüne inen kudret helvasına
benziyorsun; acılığın da tatlı bir bela!...
* Ne zamana kadar, “Onlar kördür,
görmezler!” diye özür dileyeceksin?
Onların kör olmamasını istiyorsan,
gözlerine bir görüş ver!
* Gözlerinde perde olmamasını istiyorsan, emret ki, kaldırılsın, körlükten kurtulsunlar!
* Eğer sana Hakk’ın mutfağından ruh
gıdası gelmiyorsa, o zaman git, başını, şu
koyunların ağılına sok, orada kal!
* Ben, senin meyhanende bulunanlara
kulum, köleyim; bizi, meyhaneden
soğutma, meyhaneye sırt çevirtme!
* Biz kim oluyoruz ki, “Yapma, etme!”
diyelim! Fakat mademki dedik, bizim
suçumuza bakma!
* Ey hakkı, hakikati inkâr ederek bize
bakan kişi! Ben, sana karşı başkaları gibi
iki gönüllü değilim; ben, inandığımı
yaşıyorum!
* Kulağıma; “Bize, şu şekle sığmayanlardan bir haber ver!” diyen canların
sesleri geliyor!
* Fakat bu hali kime söyleyeyim? Bu
sesleri kime duyurayım? Cihanda mahrem nerede? Hiçbir şeyden haberi olmayanlara neyi haber vereyim?
* Ey şu bedenin içindeki canı zaman
zaman suretten surete, şekilden şekle
koyan ve ey bu nükteleri düşünüşümden
bile yakın olan Rabbim!
* Geçmiş zamanla gelecek zamanı düşünerek neden üzüleyim? Zamanın tadı
tuzu da Sen’sin, kıblesi de Sen’sin!
* Sen, hakikatlerin canısın; aynı zamanda, gönüller alan hayaller de Sen’sin!
Anlatılamayan, şu ağza sığmayan, yüce,
büyük vasıflar, sıfatlar da Sen’sin!
* Ey saki! Hileyi bırak. Kendini bize
başka türlü gösterme. Sen şarap sun da
hepimizi ölümsüz bir hale getir. Sen de
küpteki şarap gibi saf, tertemiz bir güzelsin.
* Bu verdiğin şarap, nasıl bir sudur ki,
içinde ateş var, yüzlerce alev var. Bir
renk ki, içinde yüzlerce renk parıl parıl
parlamadadır.
* Bu öyle bir sudur ki, ateş gibi yanar,
yakar. Para gibi değerlidir. Hem de öyle
bir para ki, kantarlarla, batmanlarla ne
sayılabilir, ne de terazi ile tartılabilir.
* Kırmızı altın gibi bir şarap fakat üzüm
suyundan değil de nurdan meydana
gelmiş, gözlerden körlüğü giderir. İnsanı
Zuhal yıldızına doğru uçurur.
* O şarabı içip kendinden geçince, içtikçe
içersin. Ve Hakk’la olan bağlılığın artar. O
zaman, o hep sizindir. Siz de hep onunsunuz. Ayrılık dehşetinden kurtulursunuz.
* O şarap, içeni başka türlü bir şey
yapınca, kendinden kurtulunca, manen
Hakk’ı bulunca, onda acayip bir coşkunluk
görünür. Bunun delili, belgesi ise onun
Mansur gibi dudaklarından değil de,
canından “Enel-Hakk” sesinin yükselmesidir. Bu ne güzel güç, ne güzel delildir.
* Kardeşim! Ben erguvan renkli şaraptan
nasıl tövbe edebilirim? O şarap mekânsızlık âleminde, topraktan bitmemiş
üzümden sıkılmıştır.
* İçtiğimiz o şarabın kâselerine çok
okunaklı bir yazı ile şunlar yazılmıştır:
“Bunu içen ölümden de, aşağılık bir hale
düşmeden de kurtulur, aman bulur!”
* Tebriz de yetişir, orada olur, olgunlaşır, bir bu tarafa akar, bir de gönüllere
akar.
* Akıl, bizim size gönderilmiş bir peygamberimizdir. İşte sana bir güzel, fakat
biz ondan da daha güzeliz.
* Bela zor bir şeydir. Ama razı ol, ayrılık
beladan da zordur.
* Kim yücelere yükselmek istiyorsa, şu
sebebe, aşka dayansın!
* Ey dertlere düşen, ızdırap çeken! Gel
kurtul! Şu yurdumuzda muradına eriş,
bu yurt ne de güzel bir yurttur!
* Cennetler içinde cennet, cennetler
içinde cennet meydana getirdik. Ey
komşu, gel orasını vatan edin.
* Bence mekândan, yani bu dünyadan
göçmek, yolculukların en hayırlısıdır.
Çünkü mekânlar, mekânsızlık âleminin
perdeleridir.
* Tavuklar avlunun içinde yeme doğru
uçuşurlar, kuşlar kurtulmak için havalanırlar, uçup giderler.
* Ey genç! Bu uçuşlar arasında fark
vardır. Biri alçaklığa uçuş, öbürü cennetlere uçuştur.
* Biz insanlar yüzlerce azara, yüzlerce
gazaba layığız. Layık olduğumuz cezanın yularını çekip kısan, acıyan, lütfeden,
hak ettiğimiz cezayı bize vermeyen
O’dur.
* O’nun hilminin, yumuşak davranışının
yüzünden dünya küstahlaşıyor. Kul,
padişahlık iddiasına kalkışıyor.
* Ey dost! Hamlık eder, gaflete kapılır,
uyursan, O seni ham bırakmaz.
* Küçüklüğünden, zavallılığından ötürü
bu ana kadar çok yerlerde uyudun kaldın. Buna rağmen O seni aşağılardan
yukarılara doğru çekti durdu.
* Sen toprağa, bitkiye, erlik suyuna
kaçardın. O seni varlık oltasına düşürdü.
Sana hayat verdi.
* Nice yollardan, merhalelerden çekti,
seni misafirliğe getirdi. Seni intikam
almak için getirmedi.
* Derde düşünce O’ndan olduğunu
anlarsın. O bir avuç toprağa varlık,
benlik verdi.
* Bir güneş, ışıkları ile bütün dünyayı
kaplamıştır. Hangisi diyen, O’nu hissetmeyen kişi ne kadar kördür.
* İnsan bunalınca O’ndan başkasını
çağırmaz. Ama dertten kurtulunca yine
çerçöpe takılır.
* Hırsız olduğu, O’ndan çok şeyler
çaldığı için insana işkence gerekir. O
yumuşaklıkla, güzellikle yola gelmez.
* Sus! Farsçayı bırak da Arapça söyle:
“Göçmeyi onlar istemedi, benim ömrüm
istedi.”
* Güneşin nuru içinde dünya, yıldızlar
gibi görünmez oldu. Ben tutayım da bir
hiç olan, görünmez olan şu dünya malını,
şu dünyada olup bitenleri söyleyip
durayım, bu sözler yersiz olmaz mı?
* Sevgiliye doğru uçup giden canı, her
cansıza yaşıyor gibi görünen ölmüş
kişilere anlatayım, doğru olur mu?
* Canın bile mahrem olmadığı bir sözü
dille, ağızla söylemeye kalkışayım, ne
yüzle, bu olur mu?
* Allah’ım, sen yüzlerce canın, yüzlerce
cihanın padişahlar padişahısın. Ben
tutayım, candan laf edeyim, cihandan
söz açayım, yersiz sözlerimden ötürü
beni affet!
* Sana “Üzümün canı nasıldır?” diye
sorarlarsa yaprağına bakmadan söyle!
* Özrünün kabul edilmesini istiyorsan,
sen bize güzel yüzlü çiçeklerden bahset!
* Mest olmuş âşıkları kararsız kılmak
istiyorsan, onlara mahmur nergisin
gözlerini methet!
* Biz bugün şarap içmek istiyoruz.
Haydi, ey güzel, sen bize saki ol, güpe
gündüz şarkılar söyle!
* Sarhoşluk geldi; bıkma, usanma gitti.
Artık yüz kere söyle, bin kere söyle!
* Ey Hakk arifi sevaba girmek, Hakk’ın
rahmetini kazanmak istiyorsan; bir şeyler
söyle! Bize Hakk’tan, hakikatten, aşktan
bahset!
* Ey arif! Seni bekliyoruz. Çabuk gel, bizi
bekletme! Ateşinle yakma, hemen söyle!
* Cenab-ı Hakk, kanı, saf şarap gibi cana
gıda olarak lütfetmiştir. Sen şimdi insanın nurlarla dolu bedenine, kırmızı
yüzüne bak!
* İnsanların birbirlerine karşı duydukları
hiddet, öfke; hep kibirden, kendini
beğenmekten, kendilerini başkalarından
üstün görmekten ileri gelir. Bu yüzden
aklını başına al da, kibirden gönlünü
temizle! Eğer kibirli olmak istemiyorsan,
kibri bırak, alçak gönüllü ol!
* Hiddet, kızgınlık kendini beğenmekten, benlikten doğar. Sen ikisini de ayağının altına al! Onları kendine merdiven
yap da, göklere yüksel!
* Sen nerede bir öfke görürsen, o öfkede
kendini beğenmeyi ara! Benliği ara! Yürü
git, Dahhak ol!
* Kendini beğenmekten ve öfkeden
kurtuldunsa, bir köşeye çekil! Rahatça
huzur içinde yaşa! Eğer bu iki huyla
beraber yaşamaktan zevk alıyorsan git,
gamlara dal! Bahtsız bir ömür sür!
* Köpekler gibi kızmayı bırak da, aslanların kızmasına bak! Aslanların
kükreyişini gördüğün zaman da koyun
gibi yavaş ol!
* Seni öfkelendirecek tatlı lokmayı yeme,
hakkında; “Sen olmasaydın gökleri
yaratmazdım!” denen eşsiz varlıktan
lokma ye, onun kulu, kölesi ol!
* Yürü git “hüve”nin kasabı, aşk kasabı
ol. Kibrin ve hiddetin kanını dök! Ne
zamana kadar bu iki köpekle beraber
uyuyup kalacaksın? Artık aklını başına
al, onlardan kurtul!
* Kendine gel de, az oku! Lüzumsuz
kitaplarla kendini yorma! Sus, sabırlı ol!
Ben seni kitap yapayım, ben seni
Kur’an’ın ta kendisi yapayım.
* Aşkın şekli yoktur. Fakat işi gücü şekil
yapmaktır. Ey gönül! Sen bir türlü şekilden suretten geçemiyorsun. Çünkü onun
cinsinden değilsin.
* Temiz, lekesiz gönüle sahip olan herkes, gönül sesi ile topraktan meydana
gelen bedenin sesini ayırt eder. Bu ses
onun ceylan şekline girmiş aslanının
kükreyişidir.
* Ne zamana kadar; “Hey gönül!” deyip
duracaksın? Şu gönül sevdasından
vazgeç de sus artık! Gönül onun “Hu”
sesini duyunca, artık benim hay ve
huyumun bir değeri kalmaz.
* O yokluktadır, O yokluktadır, O yokluktan doğandır, O yokluktadır. O her
şeyi bilir.
* O latiftir, O latiftir, O emirdir, emirdir.
O mülk ve saltanat sahibi bir emirdir.
* O sığınaktır, O sığınaktır, O her günahkarın, her suçlunun sığınağıdır. O
ışıktır, O ışıktır. O eşi benzeri olmayan
bir ışıktır.
* O sakinliktir, O sakinliktir. O her
deliliği teskin eder. O cihandır. O pek
tatlı bir cihandır.
* Sen sırrını ona söyleyince O bütün
aleme söyler. Gizlesen de bil ki, O her
gönülde olan sırrı bilir.
* Herkes seni terk etse, O seni yalnız
bırakmaz. Gel de şu devlet gölgesine gir!
O kaçırılmaya imkân bulunmayan bir
padişahtır.
* Sen onun harmanına git, O seni canlandırır, yetiştirir, geliştirir. Ey can! Sen
Onun eteğinin altına sığın! O kılıcı da,
oku da sana değdirmez.
* O ne buyurursa; “Duyduk, itaat ettik.”
de! Neden korkuyorsan, ondan seni
ancak O kurtarır, O kurtarır.
* Küfür olsun, günah olsun, isterse
kapkara şeytan olsun, bütün bunlar
O’nun güneşinin ışığında aydınlık veren
bir dolunay olurlar.
* Ben sözü aşkla söylüyorum. Çünkü
dersi aşktan alıyorum. Ben canımı O’nun
önüne koyuyorum. O’na peşkeş çekiyorum. O pek az şey kabul eder. Her şeyi
kabul etmez.
* Benim perde arkasında bir putum var.
Bu dünya putu pek güzeldir. Ama o ölü
bir puttur. Onu diri sanarak bağrına
basma! Çünkü o soğuktur, zemheridir.
* O şık, süslü elbiseler giymiştir. Yüzlerce hileler düşünmektedir. Genç görünmeye çalışıyor ama o binlerce eşten
arta kalan kart bir varlıktır.
* Gönlüm coştu, yüzlerce kaynak akıtmak istiyor ama dünya putu yolumu
kesti. O yol kesmesini pek iyi bilir.
* Ey ıstıraplara düşmüş gönül; sus artık!
Hayırdan, şerden bahsetme! Madem
sırları meydana çıkaranın sırrı onun
huzurundadır, ağzını kapa, gizle!
* İyi, kötü bütün hakikatler aslana
benzerler, onlara dokununca alemi
birbirine katarlar.
* Her insanın topraktan yaratılmış olan
bedeninde nice gökyüzü güneşi vardır.
Orada nice güçlü, kuvvetli kükremiş
aslanlar ceylanlar şekline girmiş, gizlenmişlerdir.
* Bu gizli gerçek, insanların yaratılışı
gibi balçık ile havadan doğmamıştır. Bu
damatla bu gelinden, yani toprakla
havadan çok eşsiz çocuklar doğmuştur.
Ama bu hakikatler onlardan meydana
gelmemiştir. Bunlar görünmez âlemde
tasarlanmışlardır.
* Düşüncenin ayağı balçığa saplanmıştır
ama o nice yerleri dolaşır, Zuhal yıldızının bile üstüne ayak basar.
* “Ey balçığa bulanmış, kirlenmiş insan;
şu tozdan, topraktan yıkan, temizlen!”
diye ta yücelerden peygamberler eliyle
lütuf ve merhamet suyu akıtılmıştır.
* Dünyada böyle bir ay, böyle büyük bir
varlık olamaz. Ey gönül aksak yürü,
inada kalkışma! Beni savaşla korkutuyorsun. Haydi, savaş bakalım, savaş!
* Biz ebediyet şarabı içmiş, Hakk sevgisi
ile mest olmuş kişileriz. Sen ise akıllısın,
hünerlisin; tanınmak istiyorsun, şöhret
peşinde koşuyorsun.
* Mümin isen o seni aramadadır. Kâfir
isen seni imana çağırmadadır. İstersen bu
tarafa git, sıdık ol, doğru bir insan ol.
İstersen o tarafa git, Frenk ol, sapık ol!
* Gözün onun bağında bahçesinde
kalmış. Kulağın onun tatlı sözlerinde.
Sen onun gelirine, ihsanına dal, bal arısı
gibi ol! Onun hurma fidanına sarıl,
salkım salkım meyve ver! İnsanlara
yararlı ol!
* Gökyüzünün beli bükülmüş, onun
okuna yay olmuştur. Su onun emrine
uymuş çağlayarak denize doğru koşmadadır. Doğru isen git bir eren ol! İnsanca
doğru yürümesini bilmiyorsan, eğri
büğrü gidiyorsan, yengeç ol!
* Onun yüce, geniş bir ülkesi var. Nasıl
olursan, ne olursan ol sen ona lazımsın.
Dilersen akik, la’l ol, elmas ol! Dilersen
kerpiç ol, taş ol O büyük ülkeye o da
lazım, bu da.
* Bütün insanlar, ezelden geldiğimiz
için, oraya karşı duyduğumuz iştiyakta,
özlemde birleşiriz, bir oluruz, ama söze
başlayınca hepimiz ayrı ayrı dillerle
dosta sesleniriz. Hepimizin duygusu bir
ama dillerimiz ayrı.
* Bir mağaraya girince Hz. Muhammed’le, Hz. Ebubekir gibi oluruz. Birbirimize çok yakın oluruz. Çünkü ikilik
benim için ayrı bir mağaradır, senin için
ayrı bir mağaradır.
* Çeşitli hadiselerle çalkanıp duran ve
manevi dikenlerle dolu olan şu dünyada
çok sefer ettik, çok dolaştık durduk.
Artık sen ayağından benlik senlik dikenini çıkar at!
* Fakat bunların ve duyulan manevi
zevklerin hepsinden de daha çok şaşılacak bir şey ki, sen ve ben şu anda burada,
aynı yerde, aynı köşede bulunduğumuz
halde, aynı zamanda hem Irak’ta, hem de
Horasan’da yine beraber bulunuruz.
* Sen ve ben, görünen maddi suretimizle, bedenimizle, şu yeryüzünde kederlerle, ızdıraplarla dolu, gizli dünyadayız.
Öbür suretimizle, manevi yüzümüzle
ebedi cennette huzur ve tatlılıklar içindeyiz.
* Ben benzeri olmayan bir mana ay’ının
kuluyum, kölesiyim. Bana yalnız ay’dan
bahset, onun nurundan söz aç, onun
tatlılıklarını anlat! Ondan başka bir
şeyden söz etme!
* Dünya zahmetlerinden, sıkıntılarından
bahsetme de, gizli defineden başka hiçbir
şeyden söz açma! Eğer gizli defineden
haberin yoksa kendini yorma, zahmet
etme, bize başka bir şey söyleme!
* Dün perişan bir halde idim. Adeta deli
divane oldum, aşk beni gördü de dedi ki:
“Feryat etme, elbiseni yırtma, hiçbir şeye
aldırma; İşte ben geldim.”
* Ona; “Ey aşk!” dedim. “Ben başka bir
şeyden korkuyorum.” O; “Başka şey
yok!” dedi. Ondan hiç söz açma!
* Ben senin kulağına gizli şeyler söyleyeceğim. Aşkımdan bahsedeceğim. Fakat
sen yalnız “peki”, “evet” diye başını salla,
başka hiçbir şey söyleme.
* Aşk yolunda, gönül yolunda can
huylu, ilahi nurlar saçan bir ay beliriverdi. Gönül yolunda sefere çıkmak, yol
almak ne de güzel, ne de hoş. Sakın
bundan hiç söz etme!
* “Ey gönül!” dedim. “Bu aşk yolunda
beliriveren ay, ne biçim bir ay?” Gönül;
“Bu senin anlayacağın bir şey değil. Bunu
geç, bundan hiç bahsetme!” diye bana
işaret etti.
* Bu gönül yolunda beliren ay yüzlü
güzeller güzeli, melek midir; yoksa insan
mıdır? diye sordum. “Bu” dedi, “Melekten de başka bir şey, insandan da. Sen
bundan hiç söz etme, bir şey sorma!”
* “Bu nedir?” dedim, “Söyle! Bunu görünce kendimden geçtim. Altüst oldum.”
“Sen altüst ol, kendinden geç, fakat
ondan hiç söz açma, ne olduğunu sorma!” dedi.
* Ey şu hayallerle insanı oyalayan; güzel
nakışlarla, şekillerle dopdolu olan dünya
evinde oturup kalan kişi; kalk şu evden
çık, pılını pırtını topla al götür! Bu hususta hiçbir söz söyleme!
* “Ey gönül!” dedim. “Gel, bana babalık
et de söyle; sevmek Allah’ın huyu değil
mi?” “Evet” dedi, “Bu böyle ama ey
babasının canı, bu hususta da sen hiçbir
söz söyleme!”
* Şu kirli dünyadan göklere doğru
yüksel, ruhun şad olsun, ötelerde manevi
yürüyüş yap!
* Kötülüklerle dolu, günah ateşleri ile
yanıp kavrulan bu dünya şehrinden
sıçradın, çıktın. Neşe ile kurtuluş evini
yurt edin, orada yaşamaya başla!
* Ey ruh! Şu dünya içinde yaşadığın
beden öldü, yok oldu ise olsun. Sen o
bedeni yaratana git! Beden yıkıldı, toprağa düştü ise düşsün. Sen kendin baştanbaşa can ol, ruh ol!
* Ecel gelip çattığı için yüzün safran gibi
sararıp soldu ise üzülme, ötelerde erguvan renkli lalelikte oturmaya başlarsın!
* Ahbaplarından, dostlarından ayrıldın,
yapayalnız kaldıysan, gam yeme, dostlukla Hakk’a yakın ol!
* Göklere çıkmak için kullarının önüne
koyduğun gizli merdivenden cimriler,
kötü kişiler faydalanamaz.
* Ey gönül, sus artık söyleme! Artık
onun gizli sırlarını araştırma; çünkü Sen
onun gizli şeylerini bilmezsin. Ama o
Sen’in gizli şeylerini bilir.
* “Sana bağlanan şu canı, ne zamana
kadar dünyanın etrafında döndürüp
duracaksın?” diye sordum. “Hiç ses
çıkarma, nereye çekersem tez gel!” dedi.
* Gökyüzü senin matbahındır. Matbahta
bulunanlar da yıldızlardır. Ateş, su senin
malındır. Bütün insanlar da senin çoluğun çocuğundur.
* Düşüncen nereye giderse seni peşinden sürükler, oraya çeker götürür. Sen
düşünceden vazgeç de, kaza ve kader
gibi en ileride yürü, en öne geç!
* Şehvete kapılmak, heva ve hevese
meyil etmek bir kilittir ki, gönüllerimiz
onunla kilitlenir. Sen anahtar ol, anahtarın dişi ol!
* Bir müddet taş oldun, rüzgâr oldun,
su oldun, toprak oldun. Bir müddet de
hayvan oldun, hayvanlık aleminde
dolaştın. Mademki, bir müddet can
haline geldin, hiç olmazsa sevgiliye layık
bir can ol, sevgiliye layık bir can.
* Sevgili bana dedi ki: “Ben bundan
sonra sinekleri şekerden kovacağım. Ne
mutlu o sineklere ki, onları kovan sensin.”
* Felek bir hırsızdır. Ömür kesesini
ondan koru! Onun tanesi tuzaktır. Onun
dirisi de ölü olur.
* Sus artık; zaten söz herkese kolay
görünür. Ama binlerce kişi arasında onu
anlayan bir kişi bile çıkmaz.
* Ey oğul! Senin canına, başına yemin
ederim ki, güzellikte eşin benzerin yoktur. Aynaya bak, kendi güzelliğini seyret!
Aslında aynada görünen güzel sen
değilsin. Senin ötende bulunan kimdir;
biliyor musun?
* Sırrın mecaz değildir, bir gerçektir. Sen
boş yere nazlanmıyorsun. Nazın senin
kendin içindir.
* Sen hem babasın, hem oğul, hem şeker
kamışısın, hem şeker. Senin yerini tutacak kim var söyle!
* Ey oğul! Bu dünyada ne bitti ise, ne
yetişti ise hepsi senin gölgendir. Ey oğul!
iki dünyaya da gölge salan senin devlet
kuşundur.
* Varlıkların hepsi de Sen’in sevdana
kapılmış, altüst olmuşlardır. Neşeyi de,
kederi de Sen’den almışlardır. Ne yazık
ki, her şeyi Sen yarattığın halde, yarattıkların Sen’den habersizdirler.
* Herkes sustu ama gizli âlem, dilsiz
konuşmada, dedikodu nağmeleri olmaksızın dünyaya hutbe okumada…
* Söyle bakalım, bedeni ile dünyanın bir
cüz’ü olan insan, nasıl olur da dünyanın
dışında kalabilir? Islaklık ne zaman
sudan kurtulabilir? Birincisi nasıl olur da
ikincisinden kaçar, ayrılır?
* İki bin yıl gölgenin peşinden koşsan,
sonunda geride kaldığını görürsün. Sen
yine geridesin, gölge ileridedir.
* Hizmetin, çalışman, çabalaman suç
sayılmıştır. Nimetin, sana zahmet olmuştur. Mumun sana ışık değil karanlık
saçmadadır. Arayıp taraman senin elini
ayağını bağlamıştır.
* Bunların sebebini sana anlatırdım, ama
senin gönlünün beli kırılır diye korkuyorum. Gönül şişesini de kırarsan, senin
için o kırıkları tamir etmek yoktur.
* Benden duy, benden işit! Sana gölge de
lazımdır, nur da. İnsana ikisi de gereklidir. “Kötülüklerden sakın itteku” ağacının önüne başını koy da, gölge varlığın
uzasın gitsin.
* Sen, Hakk’ın lütuf ağacından yetiştin,
geliştin. Kanatların çıktı. Sus artık. Güvercinler gibi “bakara, bakara” demeye
kalkışma!
* Ey içten içe inkâr eden; gizlice inkâr
etme! Canına yemin ederim ki, ben alına
yazılan gizli yazıyı bile okurum.
* Zerre zerreye der ki: “Ne vakte kadar
havada titreyerek oradan oraya uçup
duracaksın?” Zaten, hava da, zerre de
hepsi senin havana kapılmışlar, sevdana
düşmüşlerdir.
* Şu hava da sabahın erken saatlerinden
akşama kadar yüzlerce şekle girer, her
şekilde de, her durumda da, Sen’in için
çark vururlar, oynar dururlar.
* Havanın oyununu görmüyorsun ama
ağaçların oyunlarına bak! Yahut da,
canın Rabbi’nin huzurunda secdeye
kapanışını seyret!
* Yeter, sen artık sus; sus da varlıkların
her biri kendi sözüne dalsın. Bütün
huylar, elbette senin dileğine aşık olmazlar.
* Ey insanlar! Aşka sarılın, onun çağrısına cevap verin. Ona gidin, onu bırakmayın. Çünkü Allah aşka ölümsüzlük
vermiştir.
* O uyumayan, daima uyanık olan aşk,
gökyüzünden, ötelerden gelen sevgi
bugün gafilleri, gönülleri uykuda olanları çağırıyor.
* Varlık âleminde asıl yaşayış, duyuş
aşktır. Aşksız yaşayış, yaşayış değildir,
kabuktur.
* Seni aşktan alıp, dünya sevgisine
doğru çeken dost, iyice bil ki senin düşmanındır. O sana haset etmededir.
* Aşk yolunda atlılar gördüm. Atları
yaralanmıştı ama yollarında pek hızlı
gidiyorlardı.
* Onlara; “Böyle hızlı hızlı nereye gidiyorsunuz?” dedim. “Sevgi diyarına
gidiyoruz, sevgi diyarından kaçan helak
olur.” dediler.
* Uykuya dal, dünyadan vazgeç, altı
yönden de kaç! Ne zamana kadar, aptalcasına, başıboş, şurada burada dolaşıp
duracaksın?
* Nasıl olsa seni çekip götüreceklerdir.
Bari sen kendi isteğinle git de, padişahın
yanında yüzün olsun, yerin olsun, şerefin olsun.
* Şu dünyada öteye beriye koşan bir
serseri olmadıysan, varlığından geçseydin, sırları keşif eden İsa sayılırdın, sana
kıl kadar bir şey bile gizli kalmazdı.
* Ben, şu görünen ağzımı kapadım. Gizli
ağzımı açtım. Bir kadeh şarapla “Dedi”
sevdasından kurtuldum.
* Ey oğul, hiç kimse kendi canına doyar
mı? Sen, benim canımsın. Çünkü senin
canınla benim canım, birdir.
* Susuzum, içtikçe içiyorum, kanmıyorum. Benim ölümüm de sudandır, diriliğim de sudandır. Sen suyunu devrettir,
döndür! Ben senin suyu döndürüşünün
kuluyum, kölesiyim.
* Senin aşkın; “Ey dost!” dedi. “Bizim
evimize gir de, hiçbir hırsız evimize
girmeyi düşünmesin.”
* Ben de ona dedim ki: “Ey ayağı uğurlu
aşk! ‘Senin kapının bekçisi benden incinmesin.’ diye ben bu kapıya halka
olurum.”
* Bu sözüme aşk şu cevabı verdi: “Bilirim, sen halka gibi kapının üstündesin,
hem de gönlümün içindesin. Sen hem
dıştasın, hem içtesin. İki vatan da senin
yerin yurdun, malın, mülkün.”
* Sus artık; söyleme, yeter! Rum da Türk
de kıyamete kadar senin yesinler, içsinler.
* Hac’da ihramın giyilmesinin manası
varlık, benlik elbisesini kendinden sıyırıp
atmaktır ama ihramın bu şartını yaşayan,
benlikten, varlıktan kurtulan hacı nerede?
* Varlığını atınca, benlikten kurtulunca,
gel de sen ruh içinde ruhu gör! Çok çok
canlar, hepsi de tek olmuş. Ayrı ayrı
bedenlerde yaşayan canlar birleşmiş.
Yıldızlar nerede?
* Dereler halinde denize doğru koşup
duran, bütün susamış canlar, denize
kavuştukları zaman, denizde yok olurlar,
bu hakikati bilen tek varlık nerede?
* Bu beden eliyle ne yazarsa mutlaka
onu kalemle yazar. Fakat canın kendisine
yazdığı yazıda kalem bulunur mu?
Kalemler nerede?
* İnsanın aklı da, fikri de, ondan ayrı
düştüğü için, soğumasından ileri gelir.
Fakat insan, aşk şarabi ile kırışınca, ne
akıl kalır, ne fikir.
* Evet, aşk şarabı ile kendinden geçişte
bir başka çeşit akıl vardır. Fakat gönlü
yanık bir kişinin aklı nerede, korkulu ve
karışık rüyalara dalmış akıl nerede?
* Kuş, kafeste kaldığı müddetçe bir
başkasının emri altındadır. Kafes kırılıp
da kuş uçunca, ona verilecek emirler
nerededir?
* Akıl başta iken, nefis suçlar işler. Fakat
aklın da aklı gelince, nefsin suçları nerede kalır?
* Beden, bedene temas edince, insan
hamama gitmek zorunda kalır, fakat
ruhların birleşmesinde hamama ihtiyaç
yoktur.
* Nerede o yardımlar, lütuflar; nerede o
hikayeler; ne oldu o açışlar, nerede açan?
* Hepsi de bizde, hepsi de bizimle beraber; biz de kim oluyoruz? Zaten baştan
ayağa kadar hepsi biziz. Bir atasözü var:
“Dünyada arayan muhakkak bulur.”
* Sana karşı Sen bir olarak bilinmedesin.
Kendime göre ise, isimlerinin tecellisi
gereği, Sen’i her yerde müşahede etmedeyim. Sen’in tarafından sana ulaşmak
var, kavuşmak var. Benim yönümde ise,
ayrılık vardır, ayrılık.
* Gözüne perde kesilen lokmadan çok
yeme, yoksa, gidecek yere gidemezsin,
evini kaybedersin.
* Yaşamını o lokmaya bağlı sanırsın,
ama aslında çok yediğin lokma, can
gözüne kıl, baş gözüne perde kesilir.
* Şu dünya çayırlığında pek fazla bayılıp
gezme! “Neden gezmeyecekmişim?” de
deme! Bu fazla dolaşmalar da can gözüne
perdedir.
* Beden tılsımı her zehri bal gibi, şeker
gibi gösteriyor. O, kendini perde arkasında gizleyen bir gelindir. Aslında senin
gerçeği görmene bir perde olmuştur.
* Fazla lokmadan elini çekersen, daha
fazla hayaller belirir gelir. Daha fazla
hayallere dalarsın. Fakat hayallerden
bazıları safa kapısına perde olur.
* Aslında tabiattan gelen hayal, ruh
hayalinin yüzünü örter. O zaman akıl
“Bu cana canlar katan bir perdedir.” diye
haykırır.
* Ey gönül! Sen, çeşit çeşit, renk renk
olan perdelerden çık, sıyrıl, aklını başına
al da; perdeler seni gerçek dosttan ayırmasın.
* “Biz onları temiz şarapla doyurduk.”
ayetinin sırrına eren kişi, hem evveldir,
hem ahirdir, hem sakidir, hem de kadehtir.
* Kalenderler gibi o dilberin vuslat
kadehinden şarap içiyorsun. Şekle,
görünüşe bakma, küfür de, din de bir
süsten, bir nakıştan ibarettir. Sen imanın
özüne bağlan, masal arama taklitle
yaşama!
* İlahi aşk şerbetine susamışsın. Fakat
dünya hayatının mihnetleri, sıkıntıları
seni yaralıyor, hasta ediyor. Sen, bu
gurbette çeşitli ihtiyaçlar, istekler içinde
çırpınırken huzuru, tam inancı bulamazsın.
* İnsanın aklı şekere benzer, bedeni ise
şeker kamışı gibidir. Manalar şaraptır,
harfler ise şarap küpü!
* Eğer gelin güzel değilse, boynuna
taktığı gerdanlıkla, parmaklarına geçirdiği yüzüklerle, bileğindeki bileziklerle,
atlastan yapılmış yahut altın işlemeli
elbiselerle göze hoş görünmez. Gönüller,
güzeller arar, çirkinlerden hoşlanmazlar.
* Sen, mademki bu dünyadan vazgeçip
can meyhanesine gitmiyorsun. Sen, evde
otur da, manevi ve ruhani zevkler veren
şarap yerine, tarhana çorbası iç!
* Yüzlerce ruh sana gönlünü vermiş,
senin kulun, kölen olmuş; sense bir
cariye gibi her an süslenerek müşteri
bulmak için esir pazarına koşuyorsun.
* Sen dünya işlerine dalmışsın, ihtiyaçların, isteklerin, elde edemediklerinin
üzüntüsü içinde ay gibi iki büklüm
olmuşsun. Hâlbuki gökyüzünde senin
üstünlüğünün, güzelliğinin neşesiyle
düğünler oluyor, gök halkı bayram
yapıyor.
* Yüzlerce çeşit nimetler harmanı sana
armağan edilmişken, sen bir tek tane için
bu ihtiyaç tuzağına düşmüşsün.
* Ey “aşk” sözünü duymuş olan kimse;
adını duyduğun aşkı gör! İşitmek nerede? Görünmek nerede?
* Aşkın gönle doğunca, dünyaya karşı
duyulan hırs ölür gider. Dünyada yapılacak binlerce işin varken avare olursun,
işsiz güçsüz kalırsın.
* Aşk köyü sınırında kesik başlar görürsen, korkup kaçma, köyün içine gir de
dikkatle bak; gör ki; öldürülenler ikinci
defa dirilmişlerdir, çünkü aşıklar ölümsüz.
* Kızan kızgınlıkla, kinle yemin eden
sevgiliden feryatlar olsun.
* Bizi de, evi de birbirimize düşürdü,
birbirimize kattı. Sonra hamal tuttu,
varımızı yoğumuzu aldı götürdü, bizi
yoksul bıraktı.
* Gönle kocaman bir kilit vurdu gitti.
Anahtarı da beraber götürdü.
* Sen, Hakk şarabından büyük bir kadeh
doldur da sun, tabiat erlerini araya
sokma!
* Ambar boşalır, kap dolar. O âlem,
ambardır. Bu âlemse kap!
* Kap boşalınca, doldurmak için, tanenin
çürümediği gizli ambarı aramak gerektir.
* Akan suda çerçöp durabilir mi? Ey
benim canım! Koşup duran canda, nasıl
olur da kin bulunur?
* Can gözü, şimdi, ter ü taze dal görmede. Duygu gözü ise, eski bir masala
dalmış.
* Ben, bu yeryüzüne mensup değilim,
ben göklerin tohumuyum. Bir müddet
toprakta kalırım. Baharın adaleti gelince,
o tohum topraktan baş kaldırır, yeşerir.
* Sevgili büyüleyici edasıyla bizi aldattı.
Biz ona karşı ne yapabiliriz ki?
* Nasıl aldanmayalım? Onun elinde öyle
bir zincir var ki, onunla bizi değil, zamanın bile boynunu bağlar.
* Ey çaresiz âşık! Beri gel, görüş sahibi
ol, her şeyin aslını gör! Her şeye bakıp
duran, fakat aslını göremeyen kişilerden,
bakan körlerden olma!
* Güçlü kuvvetli olanlar, neden senin
elini bağladılar, bilir misin? Çünkü sen
henüz bir çocuk gibisin, bu alem de bir
beşiğe benzer.
* Ey terbiyeli, edepli, yumuşak huylu
kul! Sen çocuk gibi bedenin esiri olmuşsun. Esirlikten, zavallılıktan kendini
kurtar! Sen artık çocuk değilsin, akıl
dişlerin çıktı. Onları göster de, mana
dünyasının yemeğini yemeye hazırlan!
* Padişah çocuk kaldıkça ona bakan dadı
çocuğa hayatı zehir eder, zindan eder.
Zaten ana sütü emdikçe, çocuk padişah
olamaz, şarap içemez.
* Ben de kendimde değilim, sen de
kendinde değilsin, şimdi bizi kim eve
götürecek? Sana, kaç defa, iki üç kadeh
az iç diye söyledim.
* Şehirde de aklı başında kimseleri
göremiyorum. Herkes öbüründen beter,
deli divane, öbüründen beter taşkın ve
coşkun.
* Sevgili aşk meyhanesine gel de can
lezzetini seyret, sevgilinin sohbeti olmadıktan sonra, cana bir hoşluk, bir zevk
yoktur.
* Her tarafta elinde şarap testisi, mest
olmuş bir kişi var. Güzelliği ile herkesi
mest edip coşturan saki de eline büyük
bir kadeh almış dolaşıyor.
* Sen kendini meyhaneye vakfetmişsin.
Gelirin de, giderin de şaraptır. Bu vakıftan ayık olanlara, aklı başında olanlara
sakın bir habbe bile verme!
* Evden dışarı çıktım. Bir sarhoşa rastladım. O öyle güzeldi ki, her bakışında
yüzlerce gül bahçesi, yüzlerce köşk gizli
idi.
* Ona; “Nerelisin?” dedim. Benimle alay
eder gibi: “Benim yarımım Türkistanlı,
yarımım Ferganalıyım.
* Yarımım sudan topraktan, yarımım
candan gönülden, yarımım deniz, yarımım baştanbaşa inci.” dedi.
* “Bana, arkadaş ol, ben senin yabancın
değilim. Senin akrabanım.” dedim. Bana
dedi ki: “Ben akrabamla yabancıyı, tanıdıkla tanımadığımı ayırt edemiyorum.”
* Ben aşığım, sarığım da yok. Meyhanecinin yurdundanım. Her şeyi gören
gözlerle dolu bir gönlüm var. Şimdi
durumu açıklayayım mı? Susayım mı?
* Ah, ruhani hamam, nasıl da perileri
davet etmede. Bu dünyada yıkanmak
için soyunanlar, o aleme dalıyor. Aslında
şu mezarlık da elbiselerin çıkarıldığı bir
camekan gibidir. Ruhlar, mezarlarında
beden elbiselerinden soyunarak mana
alemine gitmedeler.
* Aklını başına al da, bu çeşit sırrı açma,
sus! Şu susanlara dikkatle bak! Baştan
ayağa dil olmuşlar ama söylemelerine
izin yoktur.
* Artık sen, gönlü cennet say; dile gelen
sözleri de cehennem farz et! Düşünceler
ise günahı ile sevabı ile bir olanların yeri
olan a’raf!
* Paran olsa da, olmasa da gamdan
yakanı kurtaramıyorsun. Hem yaralı,
hem gamlı olmadansa, elbette paran
varken gamlı olman iyidir.
* Dostların sözlerini dinle, yankesicilerden kaç, topluluktan ayrılma, inatçı
olma, bağırıp çağırma!
* Âdem neden çırılçıplak kaldı? Dünya
neden viran oldu? Nasıl oldu? Neden
oldu da tufan koptu? Bu işler, küçüğün
büyüğe çekişmesinden, bayağı kişinin
yüce kişi ile inada girişmesinden oldu.
* Ey söyleyen! Sus sus da, sevgilinin
aşığa söylediklerini dinle! Çünkü isteyen
aradıkça, istenen inat eder.
* Düşünceye herkes, önden arkadan
tuzak kurar. Düşünceyi tuzağa düşürmek ister.
* Aslında insanın aradığı her şey, her
şekil, her suret düşünceden meydana
gelir. Sen şekle bağlanma, düşünceye
bağlan!
* Gönle gamdan bir peygamber gelince,
ötelerden Cebrail gönle iner. Düşünce
Meryem gibi yüzlerce İsa’ya gebe kalır.
* Sen, şarabı şarap içmesini bilenlere ver!
Gamlı, kederli olanlara ver! Çünkü neşeli
görünenler tamamıyla şekilden ibarettir.
Bu da laftır, başka bir şey değil!
* Sen hilekâr nefsin inadına Hakk’ı
özleyenlerin canları için şu hadisin
zevkine var: “Ben gizli bir hazine idim.
Bilinmeyi sevdim, istedim de onun için
insanları yarattım.”
* Kibirle, kinle dolu olan varlık, nasıl
olur da bir an için olsun sırları görecek?
Yeryüzünde elde edilen bir yaşayış,
denizde ne işe yarar?
* Kadim, ezeli olan varlık sonradan
yaratılanın aynasıdır. Sonradan yaratılan,
önü olmayan varlığın aynasıdır. Onun
ayna gibi parlayan yüzünde her ikisi
de, ikiye ayrılmış saçlar gibi birbirine
karışmıştır.
* Ezel meclisinden gelen canlar, kendilerinden geçmiş, mest bir halde gelirler.
O yüzdendir ki, balçık da mest olmuş
gibi ayağı kayıp duruyor.
* Ey gönül! Şu neşe içinde azatlığı,
selviden öğren de mest olarak suça da,
tövbeye de hiç aldırmayalım.
* Selahaddin, en doğru yolu bilir, görür.
Onun için mest olarak kendi kendinden
kaçmak ister.
* Benim güzel yüzlü, kutlu yüzlü sakim!
O nar renkli kadehi sun, benim hatırım
için vermiyorsan, bari sevgilinin hatırı
için ver!
* Gönül alan saki sensin, hastalara
derman sensin! Neşenle insanı mest
edersin. Çünkü sen, neşe şarabısın. Şifa
ilacısın, acele aşk hastalarına kadehi sun!
* Şarabı kadehe doldur, düşüncenin
boynunu kes! Ey sevgili! Sakın gönlümüzü kırma, sen bize şarap ver!
* Kapalı olan meyhaneyi aç, şu gürültüyü, şu kavgayı bırak! Şaraba susamış
sakiye meyhanecinin küpünden şarap
ver!
* Sen baharın da, yeşilliklerin de canısın.
Selviye de yasemine de parlaklığı sen
verirsin. Ey kurnaz sevgili! Bahaneler
etme, sen bize şarap ver!
* Hile yoluna sapar da mest olanların
elinden kaçarsan, düşmanımız sevinir.
Kör olsun düşman, sen bize kadeh ver!
* Gam verme, ah ettirme, neşeden başkasına yol gösterme! Ah ediş yol bulamamaktandır. Sen bize yolu aç, yükümüzü de ver! Biz gidelim. Sana yük
olmayalım!
* Hepimiz de kavuşma mahrumuyuz.
Sonsuzluk kadehine susamışız. Hırkayı,
sarığı sakiye rehin olarak ver!
* En eski susuz benim. Gönlü, göğsü
yanan benim. Kadehi ve kaseyi kır! Bize
ölçüsüz yol bul, şarap ver!
* Zaten ay da sensin, ay ışığı da sen! Ben,
şu aşk ırmağının balığıyım. Balık ay’a
ulaşamaz. Şu halde ay’dan bana gelir ver!
* Ey kimseye yalvarmamak, yüzsuyu
dökmemek için, ab-ı hayatı yerlere saçan!
Ey minnetle şükretmemek için, zehirleri
ağzına alan mert kişi!
* Böylece mest ve harap olmuşsun, yerle
göğü, iyi ile kötüyü, birbirinden ayırt edebiliyorsun. Kirli su yerine temiz Fırat
suyunu yerlere dökmüşsün!
* Ruh ol, taraf arama! Meşhur kahraman
Zal gibi ol! Sıfattan söz açma! Hiçbir
yerde bulunmayan, bu tevcihatları
dökmüş atmış olan padişaha bak!
* Ah, yazıklar olsun sana! Özü bırakmışsın, kabuğa yönelmişsin. İçin içine
kapanacağın yerde, dışa yüzünü çevir-
mişsin, ne yazık neşeyi bırakmışsın,
gama yenilmişsin!
* Gönül sahibi isen, gönlünü ver, aşık ol!
Gönülsüz hale gel! Aklın varsa aklını
terk et, deli ol! Çünkü bu küçük, zavallı
akıl, senin aşkının gözünde bir su kabarcığı gibi görünür.
* Sonunda gayb alemi gelir yetişir. Seni
şu içinde yaşadığın suret aleminden
çeker, çıkarır.
* Sen, şu beden çadırının içinde yaşıyorsun. Ama şunu iyi bil ki, bu çadırın
içinde çadır kuranla beraber yaşıyorsun.
Sakın gönül ipini, çadırın karanlığından
başkasına bağlama!
* Ey can sakisi! Ömrünü sözle harcama
aşk yetimlerinin malını yeme de sonunda
feryada başlama!
* Ey yeşillikte, lalelikte yaşamış, uyumuş
güzel; uyan, kalk, kalk da şarabı, Allah
sevgisiyle mest olanlardan başkasına
verme!
* Hem sen sensin, hem sen benim. Benim yurdumdan hiç gitme! Sen kuşsun.
Ben de yavruyum. Kıymet bilmez ham
kişilere verme!
* Kendine rehin olmuş, kendine bağlanmış kişinin bilgisine kulak asma!
Hünerine değer verme, senin bildiğin
sana yeter. O şundan bundan nakledilerek
gelen sözlerle fikrini yorma!
* Sen benlik dağını delenlere, padişahlar,
padişahısın. Elinde ağır, sağlam bir aşk
külüngü var. Onu, Ferhat’tan başkasına
verme!
* İyi şeylerden başka bir şey düşünme!
Çünkü düşünce, suret dokumasının
ipliğidir. Güzelleşen, iyi olan her düşünceden doğan her suret güzeldir, iyidir.
* Aydın olan kişiyi dost edin! Çünkü ona
gönülden bir pencere açılmıştır. Toprak
gül, süsen bitirir ama ona su gerekmektedir.
* Daima, manen Hakk’la beraber olursan, güzel, mutlak bir can olursun. Ey
benim canımın canı! Böyle olursan ne de
parlak bir hale gelirsin.
* Hiç ummadığın bir taraftan bir devlet,
bir ikbal gelmiş olur. Artık ah vah etme
zamanı geçmiştir. Hey hey diye neşelenme vakti gelmiş olur. Dolunay gibi
elsiz ayaksız dolaşır durursun.
* Ey sevdası Allah aşkı olan! Ey her
şeyde, her eserinde O’nu arayan! Verdiği
dertlerde O’nun tecellisini sezen! Ey
hakikat madenini isteyen!
* İsteyen de O’dur, istenen de O! Seven
de O, sevilen de O. Yusuf da O’dur,
Yakup da O’dur. O hem gerdanlık olmuş,
hem gerdan!
* Sen bize can şarabını sun! Hepimiz
yine öyle bir haldeyiz ki, şarabı kadehten, başımızı da ayağımızdan ayırt edemiyoruz.
* Mushaf getirelim de, senden başkasının elinden şarap içmeyeceğimize dair
sakiye yemin edelim.
* Kimin canı varsa, ancak o, can bahçesinden koku alır. Fakat ona sahip olan da
baştanbaşa ondan ibaret olduğunu anlar.
* Cenab-ı Hakk’ın kudretine bak ki, aşkı,
aşıklarla, ruhu da topraktan yaratılmış şu
bedenle uzlaştırmıştır.
* Ne zamana kadar şunu bunu, iyiyi
kötüyü birbirinden ayrı göreceksin? Sen,
işin sonuna bak, onlar mezarda birbirlerine karışacaklardır.
* Ne vakte kadar bunun nişanı, izi var;
ötekinin nişanı yok, izi yok diyeceksin?
İzi belirleyene bak, asıl izi belirenle
birleşmiş.
* Ne zamana kadar o cihan, bu cihan
deyip duracaksın? O cihana bak, bu
cihanla nasıl da karışmış. Çünkü bu
cihan, o cihanın ekin yeridir.
* Gönül bir padişaha benzer. Dil de
onun tercümanıdır. Fakat padişaha bak
ki, tercümanı ile uzlaşmış, bir bedende
dostça beraber yaşıyorlar.
* Yeryüzü ile gökyüzü, birbirleriyle içli
dışlı arkadaş olmuşlardır. Çünkü Allah,
onları bizim için birbirleriyle uzlaştırmıştır. Ey birbirlerine yan bakanlar,
birbirlerinden hoşlanmayanlar! Şu ayrılığı bırakın da siz de birbirinizle uzlaşın,
dost olun!
* İlkbaharla sonbahar ortaya koydukları
eserlerle, çeşit çeşit meyveleri yetiştirmek
için nasıl birbirleriyle karışmışlar, dost
olmuşlardır.
* Nice kimseler eğri, huysuz ve hırsızdır.
Ama birbirleriyle ok ve yay gibi uzlaşmışlardır.
* Sevgilinin dudaklarından çıkan selamı
duyan kimse, zamanenin hilesine, işvesine aldanmaz.
* Ey zamanenin iyi işlerinin, kötü işlerinin etkisi altında kalarak kıvranan zavallı! Sen sevgilinin saçlarındaki büklümleri, kıvrımları görmediğin için kıvranmakta, üzülüp durmadasın.
* Elbette bir ney yapan vardır ki, kamışa
şekil, suret veriyor. Nefes verilmeden,
içine üfürülmeden, neyin feryat ettiğini
kim görmüştür?
* Ey güzel! Acını dağıtmak için içtiğin
şaraptan birazcık da bize ver! Kat kat
olan gamını bir yudumcuk neşeyle
beraber biraz bize de sun!
* Gamın bizi yedi bitirdi. Sen bize fazlaca neşe şarabı sun da gama gussaya
hak ettikleri cezayı ver!
* Allah’ın sevdiği kullarına sunduğu
gökyüzü şarabından sun! Sen onu düşmanlara göstermeden dostlara ikram et!
* Savaşları durdur! Çengleri okşa, çenglere Irak-İsfahan perdesinden nağmeler
ver!
* Köpek ağzını açınca, binlerce susuz
mest kişi; “Bana da sun, bana da sun!”
diye kadehler getirdiler.
* Ey güzel! Şu sonbahara bak! Şu çıplakları gör de onlara atlas gibi şaraptan
birer kaftan giydir.
* Gençleri seyretmek için ihtiyarlar
oturmuşlar. Şu iki üç ihtiyara genç şaraptan bir baston ver de ayaklansınlar,
yürüsünler.
* “Sen padişahsın, şarabın da var. Can
şarabından bize de lütfet!” diye ağlaya,
inleye Selahaddin’e baş vur!
* Mana şarabıyla bir kadeh, yüz binlerce
candan daha iyidir. Kalk kumaşımızı
rehine koy da o şaraptan al, bize sun!
* Biz kendimizden de, yakınlarımızdan
da tövbe ettik. Biz asla bu köyden başka
bir yere gitmeyiz.
* Büyük, küçük bir olmamız için şarap
bizi bir renkli yapar.
* Derviş kendinden boşaldı. Sen yokluk
şarabını dolu sun, dolu!
* Kalk kemanın kirişini çek, kemanı ger!
Biz keman gibiyiz. Şarap da kiriş!
* Hünerle dolu akıl, yerinde kaldı. Zaten
şişman ihtiyara layık olan da budur.
* Biz gam yemeyiz. Bunu kim görmüştür? Sen yük çekesin de o ah desin.
* Gamdan kaç, padişahın bulunduğu
tarafa git! İğreti evden çık, orada oturma!
* Ey gönlü mermer gibi katı olan sevgili!
Biz, taş gibi, mermer gibi duygusuza
karşı ne yapabiliriz?
* Şişeler mermere karşı ne yapabilirler?
Kendilerini çarpıp, param parça olmalarından başka ne çareleri vardır?
* Yıldız, karşısında can versin diye,
gerçek sabah gibi gülüyorsun.
* Aşk, kucağını açınca, düşünce korkusundan kaçtı, bir köşeye gizlendi.
* Sabır, düşüncenin bozguna uğradığını
görünce, o da tek başına kaçtı. Bir köşeye
sığındı.
* Sabırla düşünce kaybolunca, sevda
yalnız başına ortada kaldı. O hem ağlıyordu, hem de yanıp yakarıyordu.
* İşler böyle olunca, biz de, akıl ile bin
tarakta bezi olan gönlü tanımaz olduk.
Onlara yabancı kesildik.
* Gerçekten de aşk beyliktir, ululuktur,
şiir de onun davuludur, bayrağıdır.
* Aşk beyi pek huysuzdur, hırçındır,
kendini koru. O seher vakti her şeyi
yağma eder!
* Sen, onu bunu bırak da ayrılığı anlat!
Çünkü ayrılığın korkusundan sözün bile
ödü kopuyor.
* Ey müezzin! İmam, aşkın korkusundan
kaçtı, gizlendi. Sen de artık sus; minareden in!
* Biz kadim olan, önüne evvel düşünülemeyen bir zamandan beri aşka düşen
kişileriz. Bizden olmayanların, bizden
geri kalanların hepsi de bize seyirci
olmuşlardır.
* Fakat seyirciler usandı. Ortada yalnız
kızgın aşk şuleleri ile beslenen gönül
kaldı.
* Biz, gökyüzü gibi güneşin arkadaşıyız,
dostuyuz. Biz onun ışığında yıldız gibi
gizli kalmayız.
* Biz minarenin üstündeki deve gibi
parmakla gösteriliyoruz, tanınmışız.
* Gözünü aç da bedenlerden kaçmış
canları seyret! Can kafesini kırmış, gönül
de bedeni bırakmış, kaçmış gitmiş.
* Canları terbiye eden, yola getiren
yüzlerce aklı gör! Kendinden kendine
sığınmış binlerce varlığı seyret!
* İnsanların ayıplarını söyleme, gaybı
bilene bak! Bilgisizlik dilini kes! Artık
hileye, onu bunu aldatmaya kalkma!
* Ey ney! Herkesin bilmediği gizli sırları
bildiğin için, pek hoşsun, pek hoş sesler
çıkarıyorsun. Zaten duygulu insanlara
hoş gelen bu sesleri, bütün işleri, bütün
gizli sırları bilen çıkarabilir.
* Ey ney! Sen, kendinden sıyrıldın,
çıktın, varlıktan, benlikten kurtuldun,
için de bomboş. Bu yüzden hiç kimsenin
bilmediği sırlarla doldun. Ötelerden
aldığın haberlerle ağlıyorsun, inliyorsun,
bir şeyler demek istiyorsun. Ama bizde o
sırları anlayacak kulak yok. Sen, bir
gölge varlık oldukları halde kendilerine
tapanları biliyorsun. Hakk’ı inkar edenleri de!
* Aslını ararsan, aşkın bu fani alemle
ilgisi yoktur. Ötelerde, gayb aleminde bir
öd ağacı var, yanıyor. Aşk, onun bize
ulaşan hoş kokulu bir dumanıdır. Bir de
yok rengine boyanmış, kendini yok gibi
gösteren çok güçlü bir varlık var. Kainatta
görülen her şeyi o yaratmıştır, bugün de
yaratmaktadır.
* Hem uzaksın, yabancısın, hem de çok
yakınsın, akrabasın. Hem kötü düşünceli
bir dostsun, hem de balsın, şekersin.
* Manalar, manasız dosttan gizlendi.
Yani, hakikatler, hakikatsiz olan dosttan
gizlendi! Hakikati anlamak için gönlün
temiz olması lazım. Nereye varsam,
gitsem, karşıma insan şeklinde bir şeytan
çıkıyor.
* Korkuluk olarak, eşekbaşı dikilmemiş
bir bostanı kim görmüştür? Ben, böyle
bir bostanı ömür boyu aradım, bir kerecik olsun göremedim. Yani herkes manevi varlığı, dini, imanı üstüne değil de
maddi varlığı, malı mülkü üstüne titremektedir.
* Keşke bir an için olsun kendini bilseydin! O insanı büyüleyen güzel yüzünden
haberin olsaydı.
* Sen katırlar gibi çamura düşmüşsün,
balçık içinde yatmış uyumuşsun. Ne
olurdu aklını başına alsaydın da, kendini
güzellerin evlerindeki zevk ve safa
meclislerine çekip götürseydin!
* O tek olan, benzeri bulunmayan padişahı gör! O her yerde hazır ve nazırdır.
Yani O her yerde bulunmakta, her şeyi
de görmektedir. O’ndan hiçbir şey
saklanamaz, O gönüllerden geçeni bile
görür. Yarattığı bütün canlılarla ilgilenmekte, onları gözetmededir, yarattıklarını başıboş bırakmamıştır. Sen O’nun aşk
denizine dal da kendinden geç, kendinden geçiş ne de hoştur, ne de tatlıdır!
* Yürü ey can! Yürü acele yürü! Sen
şaşılacak, acayip bir yolculuktasın. Durma haydi, manalar denizine doğru git!
Çünkü o deryanın en değerli incisisin!
* Bedenin, maddi varlığın birçok konaklar aştı. Mineral, bitki, hayvan mer-
tebelerinden geçti; geldiğin yerleri hatırlamamakta inat etme! Bu tavlada, bu hayVanlık konağından da geçip giderek…
* Aklını başına al da; beden balçığından
da kurtulmaya çalış! Şehvet çamurlarına
bulanmış kanatlarını yıka, temizlen vakit
geçirmeden uçmaya başla! Neden senden evvel uçup giden dostların peşine
düşmedin, senin burada ne işin var?
* Ey ab-ı hayat! Ey can! Seni içinde
mahpus tutan, senin hürriyetini alan şu
beden testisini kır da, şu can ırmağında
akmaya başla! Yani ölmeden evvel öl,
nefsani arzulardan kurtul, her testiyi
kıranın önünde ne zamana kadar kasecilik edeceksin? Yani müritliği bırak da
mert ol, kamil insan ol!
* Şu dağın başından aşağılara doğru
koşan sel gibi, ak! Başını taştan taşa
vurarak, coşarak, köpürerek, feryat
ederek vahdet denizine koş! Bu dağda
kimse kemer kuşanamaz, yani bu dağda
kalmakla kimse yararlı insan olamaz,
kendinden kurtul, insanlığa karış!
* Tembel tabiatlı olan ve hayatta başarıya
ulaşamayan kişi, hiç kimsenin sağlığını,
hoşluğunu istemez.
* Aklını başına al da, başarıya ulaşanlara
haset eden kişilere eteğini kaptırma,
onlar seni aşağılara çekerler.
* Dünyada haset gibi, insanın hem
kendine, hem de başkalarına en fazla
zararı dokunan bir şey yoktur.
* Sen parça parça iken, yani maddi
varlığın çeşitli yerlere dağılmış iken,
unsurlara takılıp kalmışken, ben seni bir
araya topladım, neden vesveseye düştün,
yüz parça oldun?
* Benim aşk mülkümden varını yoğunu
çektin götürdün de, şu gurbet yurdunda
dünyada avare oldun, perişan oldun.
* Sen can oğlusun, senin işin küçük
aşktır. Neden asıl işini bıraktın da başka
çeşit işlere kendini verdin?
* Seni yüzlerce defa parçalayan, birçok
ihtiyarlar peşinde koşturarak hırpalayan,
harap eden bu dünya evinin kapısına
düştün, çevresinde dönüp dolaşıyor,
oradan bir türlü ayrılamıyorsun.
* Sevgilim seher vaktinde bana bir şarap
sundu. Ne olur, daha bir şey yememiş şu
ham adama bana verilen şaraptan veriniz!
* Bu şarap tuhaf bir şaraptır. Bu üzüm
suyundan yapılmamıştır. Onun kadehi
de yoktur. Sarhoşların şarap içerken
yedikleri badem, şeker gibi mezesi de
mevcut değildir.
* Bir saman çöpünü rüzgar nasıl havaya
uçurursa, o şarap da beni öyle havalandırdı. Beni benden kurtardı. İşte sevgili
seher vaktinde o ateşli şarabıyla beni
böyle ağırladı.
* Çok yalvardım; “Bana şarap verme!”
dedim, fakat o bana; “Yapma, yapma iç;
bu fırsat daha ele geçmez.
* Böyle hoş bir şarap, benim gibi bir saki,
sen de sanki içi boş bir ney gibisin. Bu
durumda hangi akılsız, hangi bilgisiz;
‘Ben şarap içmem.’ der?”
* Şu dünyada gördüğümüz her şey, hepsi
bahanelerdir. Ne varsa aşktan ibarettir.
Aşk, Allah’ın evidir. Ey Hakk aşığı, sen de o
evde oturmaktasın.
* Artık bundan fazla söylemem. Fakat
Allah’a yemin ederim ki, şu gönülde
söylenecek ne nükteler, ne manalı sözler
var. Var ama onları söylememe imkan
yok.
* Ey anlayışı olan akıllı kişi! Manen kör
olmuş kişinin körlüğünü gider! Bundan
başka yapacak bir şey yok. İmtihana
kalkışma!
* Allah’ım şuracıkta, şu dünyada kerem
et de, nurunu arttır, arttır da insanın aklı
başına gelsin, nefsine uyup kaybettiği
insanlığını tekrar bulsun!
* İki dünyada da gönlünü kötülüklerden, günahlardan temizleyen, saf, tertemiz bir hale gelen insan ezeldeki “Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?” sesine karşı
“Bela” demesinin yokluk olduğunu
görmüş, anlamıştır.
* Şu topraktan yaratılmış dünya, bir
tepecik gibidir. Yokluk ise onun altına
gömülü bir definedir. Tepenin altında ne
olduğunu bilmeyen çocuklar, onun
üstünde koşuşurlar, eğlenirler, neşelenirler.
* Sevgilinin dudağını överdim, onun can
yüzünü açarak güzelliğini anlatmak
isterdim. Fakat onu anlayacak, ona
ulaşmak için gereken gayreti sarf edecek
kişi nerede?
* İki köyde de, yani iki dünyada da, ona
layık kimsecik yok. Yok ama varsın
olmasın, sen aklını başına al da onun
yoluna canını da, bedenini de at gitsin!
Onun yolundan baş çekme, başını yere
koy da, ona secde et!
* Farkında değilsin ama zavallı insan,
inci mücevher hazinesi sendedir, senindir. Aklını başına al, dükkan derdinden
kurtul, tertemiz ruhla gıdalan! Nur
elbette tandır ekmeğinden iyidir.
* Kıyamet gününü; böyle bir günü kim
görmüştür? O gün öyle bir gündür ki her
şeyi, herkesi gecenin karanlığından
kurtarmış, İnsanları körlükten, görmemezlikten halas etmiştir.
* İnsanlar kazanca, isteklere düşmüşler,
didinip duruyorlar, candan gafletteler.
Fakat can yerinden oynayınca, yani ölüm
gelince feryat ve figana başlarlar. Can
gidince, hayat güneşi tutulunca ne geçim
kalır, ne neşe. İnsan sağken, hayatta iken
kimse canı aklına getirmez. Fakat can
gizlenince eyvahlar olsun, neler olur
neler!
* Ey meclisin neşesi, parlaklığı, ey pazarın canı, hayatı! Ey evin de dükkanın da
tatlılığı, lezzeti; sus! Çünkü söz ortada
duran manalar denizine bir perdedir.
* Sana can şarabı içirsem de artık gam
yeme; kedere kapılma! Gamın da yeri
mi? Artık her neşeli kişiden rehin olarak
neşe al!
* Can şarabı içireyim de, seni iki yüz
kanatlı bir melek yapayım. Bütün beşeri
kirliliklerden, günahlardan temizlenesin.
Böylece insanın işlediği suçları, kötülükleri, vasıfları, huyları üstünden atarak,
insan şeklinde bir melek olasın.
* Daha hayatta iken ruhun bedenden
kurtulması, insanın kendinden kaçması
nasıl olurmuş, eteğinden canlılık tozlarını silkerek, daha yaşarken ölen kişi ne
hale gelirmiş, onları, o halleri sana göstereyim.
* İçli gönüllerin, iman sahibi ruhların
halis ve özel şarap içtikleri seher vaktinde, seni öyle bir mest edeyim ki, artık
günleri ve geceleri saymaktan kurtulasın.
* Kaza ve kader, yaşadığın hayat şartları
gereği karşına çıkardığı hadiselerin,
belaların oklarını atar durur da sonra
sana acır, yardım eder, işini kolaylaştırır.
* Rüzgar buluşma şeker kamışlığından
esip gelmede, o rüzgar öyle tatlı bir
rüzgar ki tadına bakıyor da şeker bile
şekerim diyemiyor.
* Sevgili lütfetti. Seher vaktinde güneş
gibi bir kadeh sundu. O Mansur şarabını
içtim, öyle kendimden geçtim, öyle mest
oldum ki, bedenimin her cüz’ü, her
zerresi duyduğu heyecandan oynamaya
başladı.
* Ben çok mest oldum. O vakit “Dur.”
dedi. “Sana bir kadeh daha sunayım da
şu ayrılık artık aramızdan kalksın.”
* Ey cihan sakilerinin canı! Sun, sun!...
Kerem sahibi, keremlerde bulunur, ay da
aylığını yapar, gökyüzünde ışıklar saçarak mahzun mahzun dolaşır durur.
* Eşi benzeri olmayan Allah’ın Celal
güneşine ant olsun ki, şu başımızın
üstünde dönüp duran, gezip dolaşan gök
kubbesi, yaratıldığından beri senin gibi
bir güzeli bulamadı, göremedi.
* Güzellikte kusursuz, edada eşsiz olan
sevgili; ben susuyorum. Söylediklerimin
tamamını sen söyle! Çünkü seher vaktinde sunduğun can şarabının mestliği
beni benden aldı götürdü.
* Ey insanlar! Bahtlı kişiler, Allah’ın
merhameti ve sevgisi gölgesinde uyurlar.
Kardeş; sakın sende başka bir yerde
uyuma!
* Sen bedeninin her zerresinden bir
feryat duy, bir inilti işit! Çünkü sen
büyük bir şehirsin, hem de bir şehir
değil, belki binlerce şehirsin.
* Senin bedeninde cüz’lerin, hücrelerin
hepsi susarlar ama senin gizli şeylerini
görüyorlar ve çalışmalarını senden
gizlemiyorlar. Onlar bütün gün; “Gel
bakalım, senin neyin var?” diye coşup
köpürüyorlar.
* Sen ölümsüz, uçsuz bucaksız bir deryasın! O deryada sayısız balık var. Bilgisizlik yüzünden, sende bulunan değerleri, meziyetleri reddetme! Ne diye inkar
başını kaşıyıp duruyorsun?
* Evet görünüşte senin bedeninde bulunan hücreler susmada ama onların
hepsi de gizli işler yapıyorlar, hepsi de
kalleşçesine varlığınla kumar oynuyor-
lar, hepsi de hem görünüyor, hem gizli.
Hepsi de birbirini yemekle meşgul, birbirlerinin hem avı, hem avcısı.
* Bedeninin bütün zerreleri sana sesleniyorlar, diyorlar ki: “Sana ne oldu?
Bütün istediğin, söylediğin sözler boş
sözler. O sözlerde sevgiden, dostluktan
hiç bahsedilmiyor.”
* Görünüşte bahçe önce gelir, ama
bahçeden maksat meyvedir. Sen ilk önce
inciyi, sonra gümüşü seversin.
* İsterim ki, hep senden bahsedeyim.
Başkalarından bahsetmeyeyim. Fakat sen
gizlenirsin de, bizi ileri sürersin.
* Bu gidişle menzile varacağın yere nasıl
varacaksın? Bu tembellikle, bu huyla
dilediğine nasıl ulaşabileceksin?
* Bu sırrı çözmek, bu sırra mahrem
olmak sana nasip olmamış, müşkül sırrı
açmayı nasıl başaracaksın?
* Su gibi, şu çamur içinde hapsolup
kaldın! Bedeninin aslı olan bu balçıktan
ne vakit tertemiz, arınmış olarak çıkıp
kurtulacaksın?
* Sen tutuyor, fani varlıklara güveniyorsun, sığınacağı olmayanlara sığınıyorsun. Devlet ve ikbal sahibi padişahlar
padişahına nasıl sığınacaksın?
* Sevgilim sen ab-ı hayatın çeşmesisin.
İlkbaharsın, yeşilliksin. Sen tıpkı bensin.
Kim kendi kendine; “Sen tıpkı bensin.”
diyebilir?
* Ben geceyim, sen aysın. Senin olan,
seni başının üstünde dolaştıran geceden
kaçma’ Ay da kim oluyor? Sen yüzlerce
topluluğun güneşisin.
* Zaten insanlar, O’nu bilirim, O’nu
bilmem görüşü ile dönüp durmadalar.
Sesi, nefesi çıkmayan katırlar gibi gözleri
bağlı dönüp dolaşmadalar.
* Sessiz sedasız olarak istenen de, istemesen de dön dur! Sakın dayanma, kader
yolunda inada kalkma! Çünkü sen zaten
bağlısın, zaten onun elindesin, onun
kulusun.
* Maddi yönden sen fakirsin, fakirsin,
fakir oğlu fakirsin ama manevi yönden,
taşıdığın ilahi emanet sebebiyle büyüksün, büyüksün, büyük oğlu büyüksün.
* Ey şekle bürünmüş, beden elbisesini
giymiş can! Sen kat kat talihsin, devletsin.
Aslında sen ne topraktansın, ne suretsin,
ne göktensin; sen ezelden, göklerin bile
ötesinden gelmişsin.
* Sen o gizli ezel şehrindensin, varlığımızı da o gizli şehre çeker, götürürsün.
Sen ne şey’e aldanırsın, ne de birinin
özrünü kabul edersin.
* Ey saki! Aklın bir işe yaramadığı
anlaşıldı da akıllar kendi evlerini bıraktılar, deliliğin evine taşındılar, onunla
beraber yaşayacaklar. Ortada akıl kalmadığı için çok kişi aşık olacak ve aşk
yolunda çok kanlar dökülecektir. Bu
yüzden delilik kadehi ağzına kadar kanla
doldu.
* Akıllarını kaybedip çılgına dönen
delilik yiğitleri aşka susamış yüzlerce
erkeğin, kadının varlık evlerini ateşe
verdiler, yaktılar.
* Delilik tarağı sevgilinin aşıklarını
zincire vuran saçlarını taradı, onu süsledi
de, biz kıskançlıktan tarak gibi şerha
şerha iki başlı olduk.
* Yanarak ağlayan, tükenen, eriyen aşk
mumunun alevlerine aşk padişahından
zaman zaman delilik pervanesi geliyor.
Kendini alevlere atıp yanıyor. Sen bunu
görmüyor musun?
* Akıldan delilik efsanesini duyduklarından beri; can da, gönül de iki dünyanın varoluş masalına karşı kulaklarını
pamukla tıkadılar, dinlemez oldular.
* Şu sersemliği bırak, aklını başına al da
aşık ol, aşık! Sen padişah oğlusun. Bu esir
oluş, ne zamana kadar sürecek?
* Bir padişah oğluna beylik de, vezirlik
de yakışmaz, ayıp olur. Sakın aşktan
başka bir şeyin peşinde koşma!
* O yükselmiş, beyliğe ulaşmış kişinin
beyliği, beylik değildir. Ecel beyidir.
Yüksek mevki ve vezirlik sevdası aslında
günah ve vebalden ibarettir.
* Rahim zindanına geri dön! Yaradılışın
tamamlanıncaya kadar, temizlenmen, iyi
bir insan olman için sana verilen ömür
bitinceye kadar “Gir şu rahime!” derler.
Ey zavallı insan! Bu dünya rahme benzer.
Sen onun içinde kanlar içmedesin, kanlarla beslenmedesin, bu işten haberin
yok.
* Eğer ben her derdin, her gamın, her
belanın başıma gelmesinden sarsılsaydım, sararıp solsaydım bir adam olamazdım.
* Ey şu karanlık kümbetten, yani dünyadan göçüp kurtulan can! Senin yokluk
ve yoksulluk diyarında çok yapacağın
işler var.
* Ey varını yoğunu gizli görüş evine,
yani ahirete, öteki aleme çekip götüren
varlık! Neden ağlıyorsun?
* Yüzlerce yamadan ibaret olan kirli
beden hırkasından soyunmuş, kutlu
sıfatlar elbisesi giyinmişsin. Sen insan
şeklinde üstün bir varlıksın.
* Var, yok; her şey senin nurunla varlık
mağarasından çıkıyor da ezel bahçesine
geliyor. Ey mana sevgilisi, sen nasıl bir
sevgilisin? Ey mağara, sen ne biçim bir
mağarasın?
* Gönlünde gizlediğini başkalarının
bilmediğini mi sanıyorsun?
* Allah sana uyanıklık ihsan etsin! Sen
gönülleri uyur mu sandın?
* Dünyayı dolduran binlerce ev, binlerce
yapı, gizlice mühendisin gönlüne gelmeden meydana çıkmadı.
* Sırların da ötesinde gizli bir sır var.
Yani her şeyin ötesinde büyük yaratıcı
var. O öyle gizli bir sırdır ki, mühendisin
hatırına, gönlüne gelenler hep ondan, o
sırdan meydana gelmektedir.
* Gönül tertemiz olursa; günahlardan
suçlardan yakasını kurtarırsa, o sır dünyayı tutar. İşte o zaman mekansızlık
alemi belirir, madde kalkar, hiç kimse
ölmez, herkes sonsuzlaşır.
* Cihan zindanına gelmeden önce, ben
hep seninle beraberdim, keşke ızdıraplarla dolu bu dünya tuzağına düşmeseydim. Çünkü senin yanında çok mutlu
idim.
* O kadar çok söyledim: “Ben yerimden
memnunum, sefere çıkmak istemiyorum” dedim. Dedim ama anlatamadım.
Bak bu güç yolculuğa düştüm. Yükseklerden yeryüzüne indim.
* Lütfun beni aldattı da dedi ki: “Korkma, git! Benim keremim, bu yolculukta
kılavuz olur, sana bir zarar gelmez.
* Gurbete gidersen, asıl yurdundan
ayrılırsan, çekeceğin zahmetler, ızdıraplar seni pişirir, hamlığın kalmaz. Sonra
olgun bir halde, hünerlerle dolu bir
bilgin olarak yine vatanına dönersin.”
* Ey Hakk yolcusu! Senin maddi varlığın
toprak makamında iken gizli bir sefer
yapmıştı. Adamlık makamına gelince,
üstünlük mertebesini bulman gerek.
* Gönül adını verdiğin bir damla kana
baksana! Bu manevi varlık ayakla, kanatla gidilmeyen bir yoldan, bütün
dünyanın çevresini dönüp dolaşıyor.
* Allah’a yemin ederim ki, namazı nasıl
kıldığımın farkında değilim! Rüku’ı
tamamladım mı, imam kimdir; haberim
bile yok!
* Bundan sonra ben, her imamın önünde
ve arkasında gölge gibi olayım da, benim
gölgemi düşürenin, beni yaratanın korkusundan bazen secdeye kapanıp güçleneyim, bazen de ayağa kalkıp uzayayım!
* Gölgenin ne değeri vardır? Onun
rüku’ına da bakma, kıyamına da önem
verme; gölgeden bir şey bekleme! Gölge
cansızdır, onda bir can vardır sanma!
* Gölge, hesaba katılmaz; gölge, bir
hiçten ibarettir! Çünkü o, başkasının canı
ile kımıldanır, hareket eder! Gölge, bazen
iki elini çırpar kendini meydana getiren
sahibini arar!
* Varlığım kalmadığı için hep gölgeden
bahsedip dururum! Gölgede ağız bulunur mu? Gölge, kendini düşürenin
emrindedir, ona tabi olur!
* Bir insan, Allah’la beraber bulunur,
Allah yol arkadaşı olunca, o yol ne güzel
yoldur! Sert cehennem bile onun için
ebedi cennet olur!
* Hatırlanmaya sebep olsun diye, “Ne
armağan götüreyim?” deme! Güneş ve
aya, armağan olarak kendi parlak yüzleri
kafidir!
* Sen, güzelce yat, uyu; bahtın, senin için
uyumaz!
* Sana sevme duygusunu vereni, düşünce lütuf edeni, yani Allah’ı düşün;
başka bir şey düşünüp de üzülme! Gerçek sevgiliyi düşünmek, elbette ekmek
kazanmayı düşünme yüzünden çekilen
ızdıraptan iyidir!
* Bu sözleri artık bırak, sus! Sus da, bu
sözleri sana söyleteni düşün, ona doğru
yönel! Candan cihandan geç ki, asıl canı,
asıl cihanı göresin!
* Ey, ara sıra mezarı ve lahdi aklından
geçiriyorsun, son nefesini verince gideceğin yeri düşünüyorsun? Halbuki sen,
şu anda, daha ölüm gelmeden kendi
bedeninin kabrinde yatmaktasın! Gafil
olduğun için, bu nükteyi anlayamıyorsun!...
* Sana rızık vereni düşünmek, ona
şükretmek, onu hatırlamak, minnet
hisleri duymak sana helal rızık yerine
geçecektir! Sen, onu bırakıp da sayılı
rızık peşinde didinip duruyorsun,
dükkan sevdasına kapılıyorsun!...
* Bütün canlar birdir, bir yerden gelmiştir! Görünen her şey, kainatın sahibi,
kainatı yaratan büyük bir varlığın bulunuşunun belirtileridir! Eğer aklın varsa,
şaşı gözünü düzelt de, kainata öyle bak!...
* “Bu nefisle savaşmak ne zor, ne şaşılacak iştir!” diye tembel tembel oturuyorsun! Nefisle savaşmayarak aşk hevasına
uymadığın için asıl şaşılacak kişi, sen
olmuşsun!
* İnsanı, şunun bunun kapısına düşüren
dertler, önceden meydana gelen bir
perdedir! Bu perdenin sonunda, son
ucunda, yine Sen varsın! Her dertli,
sonunda yine Sen’in lütuf kapına başını
vurur!
* Sonunda, sükunete kavuşmaları,
rahat etmeleri için hastaları inletir durursun! Halbuki hakikatte bizim derdimiz de, inleyen, feryat eden de Sen’sin!
* “Sen’sin!” diyen de, vallahi Sen’sin! Bu
meydanda oynanan top da Sen’sin topu
çeviren de Sen! Bu top oyununu seyre-
den de Sen’sin!
* Kölelik de, efendilik de, sultanlık da
hep Sen’in yazındır! Eğri yazı da; doğru
yazı da hep Sen’in mektebinde yazılmıştır!
* Bizim bedenlerimiz, birer evdir, ruhlarımız da, o evlerde birer konuk! Ey
Allah’ım! Biz, yokuz; bedenlerimiz de,
canlarımız da Sen’in gölgenden ibarettir!
Aslında tenlerimiz de, misafir olan
canlarımızın canı da Sen’sin!
* Gel, gel, daha yakın gel! Bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek?
Mademki sen bensin, ben de senim, artık
bu senlik ve benlik nedir?
* Biz, Hakk’ın nuruyuz. Hakk’ın aynasıyız! Şu halde, kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz? Bir
aydınlık bir aydınlıktan neden böyle
kaçıyor?
* Biz, hepimiz, bütün insanlar, tek bir
vücut halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz! Fakat neden
böyle şaşıyız? Aynı vücudun birer uzvu
olduğumuz halde neden zenginler yoksularlı böyle hor görürler?
* Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye
kendi sol elini hor görür? Her ikisi de,
mademki senin elindir, aynı tende
uğurlu ne demek, uğursuz ne demek?
* Biz, hepimiz, bütün insanlar, hakikatte
tek bir cevheriz; aklımız da bir, başımız
da bir! Fakat bu kambur felek yüzünden,
biri iki görür olmuşuz!
* Haydi, şu benlikten kurtul; herkesle
anlaş, herkesle hoş geçin! Sen, kendinde
kaldıkça bir habbesin, bir zerresin! Fakat
herkesle birleştin, herkesle kaynaştın mı,
bir ummansın, bir madensin!
* Bütün insanlarda aynı ruh vardır; fakat
bedenler, tenler yüz binlercedir! Nitekim
dünyada sayısız badem vardır; ama
hepsinde de aynı yağ bulunmaktadır!
* Dünyada çeşitli diller, çeşitli lügatler
var; fakat hepsinin de anlamı birdir!
Çeşitli kaplara konan sular, kaplar kırılınca birleşirler ve bir su halinde akarlar!
* Tevhidin ne demek olduğunu anlar da,
birliği ararsan, gönülden sözü, manasız
düşünceleri söküp atarsan, can mana
gözü açık olanlara haberler gönderir,
onlara gerçekleri söyler!
* Mutlu olmanın sırrını Peygamber
Efendimizden öğren de, Allah sana ne
verirse, ona razı ol!
* Başına gelen derde, belaya razı olur da
ses çıkarmazsan, o anda hemen sana
cennet kapısı açılır!
* Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık bir
dost gibi karşıla, onu kucakla! Zaten o,
sana yabancı değildir; onunla aşinalığın
vardır!
* Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın
suratını asma! Onu, neşe ile karşıla; ona
“Merhaba, hoş geldin!” de!
* Onu güler yüzle, tatlı sözlerle karşıla
da, gönül alıcı o eşsiz varlık, hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın ve güzelliği ortaya çıksın!
* Gam çarşafına bürünerek gelmiş olan o
dilberin çarşafının ucundan sıkıca tut ve
asla bırakma! Onun çarşafının kirliliğine
bakma; içindeki dilber çok güzeldir, çok
tatlıdır, pek de vefalıdır!
* Bu yüzdendir ki, bu mahallede, en çok
kadına düşkün olan benim! Böylece ben,
her güzel yüzlünün çarşafını çeker dururum!
* Bu cihanda hakiki mutluluk, devlet
arama; bulamazsın! İki cihanda selameti,
ona kul olmaklığından iste!
* Aşk sözünü bırak! Zira o, bir geçit
yoludur, bir köprüdür! Sen, elinden
geldiği kadar Allah’a kulluk et, iyi bir
insan ol!
* Ey insanoğlu! Bazen ağlıyorsun, gözyaşı döküyorsun, bazen de altın sevdasına kapılıyor, toprak eliyor, altın kırıntıları arıyorsun! Fakat düşünmüyorsun
ki, sen altın madenisin, değerli bir kimyasın!
* Bir dilenci, padişahtan ihsan isterse,
şaşılmaz! Ama bir padişah dilenciden bir
şeyler ister, dilenirse, işte buna şaşılır!
* Daha şaşılacak şey şu ki; o padişah,
dilenciye o kadar çok yalvarır, o kadar
çok niyazda bulunur ki, dilenci, bu
yakarışlara aldanır da, kendisini padişah
sanır!
* Ey altın zerresi; neşe ile oyna! Oyna;
çünkü sen, manevi altın madeninin
aslının aslındansın! Her neyi arıyorsan;
titreyerek, oynayarak her neyin peşinde
koşuyorsan; bil ki sen, onun aynısısın,
tıpkısısın!
* Güneş bütün ihtişamı ile yüzünü
gösteriyor ve zerreden oynamasını
istiyor. Ey zerre; sana da, eteklerini
toplayarak onun ışığında aşkla şevkle
oynamak yaraşır!
* Ey zerre; sen, bir gün bir güneşi kucaklarsın! Hem nasıl biliyor musun?
Kanadını onun kanadının üzerine koyarak. Bu nükteyi anlarsın ya!
Güneş, zerrenin önüne bir şarap getirir
de; “Ey zerre; bunu iç!” der! Zerre o
şarabı içince, bir can güneşinde mahvolur gider!
* Aslında zerre, şarabı içmekle, beni
göremezsin! İhtarından doğan tecelli ile
bir güneş olur; daha doğrusu, güneşte
yok olur!
* Aşıklara canlar feda olsun! Aşk, hoş bir
hevestir! Ey oğul! Aşka bağlan; geri kalan
şeyler boştur, hevadır!
* Gökyüzünden ta yeryüzüne kadar
ateşten bir aşk zinciri sarkıtmışlardır!
Eğer Hakk’ı hakikati seviyorsan, o zincire
sarıl, yukarılara çık!
* Sen; “Aşk, nasıl şeydir?” diye sorma!
Aşk, bir çeşit deliliktir, divaneliktir;
insanı, zincire vurdurur! Fakat bu zincir,
ahmak ve akılsızlara vurulan zincir
değildir!
* Senin bedenin, gönül kabesine giden
bir devedir! Sen, eşekliğinden ötürü,
gönül kabesine gidemedin; yoksa binecek eşeğin olmadığından değil!
* Sen, eğer Kabe’ye gidemedinse, mutluluk seni oraya çeksin götürsün! Ey boş
şeylerle uğraşan zavallı; kaçma! Çünkü
Hakk’tan başka kaçacak yerin yok!
* Bir an için, altın kırıntısına benzeyen
“din”i al, dilinin altına koy da, senin
kendi gönlünde, kendi içinde nasıl çok
kıymetli bir maden bulunduğunu gör,
anla!
* Sende bulunan beş duygu ışığını gönül
nuru ile aydınlat! Duyguları, beş vakit
namaz gibi bil! Senin gönlün ise, yedi
ayetten ibret olan Fatiha Suresi’ne
benzer!
* Her sabah, göklerden bir ses gelir;
gönlünden dünya sevgisini atabilirsen, o
sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur,
yol alır gidersin!
* Ey ruh aleminden gelen nadir garip!
Bu diyarda nasılsın, ne haldesin? Ey
değerli varlık, ey Hakk devletinin nedimi! Ezeli mahmurlukla nicesin?
* Ey Hakk yoluna düşen kişi! Aklını
başına al, gaflet uykusundan uyan da,
düşünceden de kurtul, hayalden de!... Ya
Rabbi! Şu bizim uykuya dalanlarımıza
bir davulcu gönder!
* Nefis, hırslı ve huyludur; nekestir,
dünya malına aşıktır; dedikodudan
hoşlanır! Bu kötü huyları yüzünden,
sendeki gizli rahmet hazinesinden habersizdir!
* Ey gönül! Kendine gel; “Zahmet çekmeye gücüm kuvvetim yok!” deme!
Kendi saçma görüşlerinden vazgeç; sen,
güçsüz değilsin!
* Herkesin zahmetini bol bol çekiyorsun
da, sende bulunan gizli hazineyi aramak
zahmetine katlanmıyorsun! Bu; tembellitir, hasisliktir, aşağılıklıktır!
* Gönlünde ne varsa, o, senin sözünde,
feryadında gizlenmiştir! Onlar; sözünle,
feryadınla meydana çıkarlar ve derlenir
toparlanır, kıyameti koparırlar!
* Sen; benim sırrımı, gizlediklerimi
herkese söylemeye, nişanı izi belli olmayan o padişahı göstermeye, izini belirtmeye geldin!
* Dün akşam, sarhoş hayalin bana geldi;
elinde bir şarap kadehi vardı! “Ben, içki
içmem!” dedim; “İçmemezlik yapma,
ziyan edersin!” dedi!
* “Eğer içersem, aklım başımdan gider,
utanma nedir bilmem! O zaman elimi
saçlarının üstüne korsam, sen, hemen
benden kaçar gidersin!” diye korkuyorum!
* Nazlanmamı gördü de, bana; “Sen, bir
acayip adamsın!” dedi. “Can, sana yüzünü dönüyor, iltifat ediyor, sen, ondan
yüzünü çeviriyorsun!
* Herkese karşı dalavere yapıyorsun,
düzenler kuruyorsun ama benim gibi
birisine de mi dalavere?... Ben ki, sana
dostum, sana çok yakınım; benden de mi
sır saklıyorsun?
* Yeryüzünün gönlünün hazinesiyim; ne
diye başını yere koyuyorsun, secde
ediyorsun? Gökyüzünün de kıblesi
benim; ne diye yüzünü göğe tutuyor,
ondan bir şey diliyorsun?
* Sana görüş nurunu veren padişaha
doğru bak! Eğer inadından ötürü ondan
baş çekersen, ecel gününde halin nice
olur?
* Eğri otur fakat doğru söyle; insana,
doğru söz yaraşır! Senin canın da, ruhun
da benim! Halbuki sen, beni bırakıp
başka tarafa gidiyorsun!”
* Yeter; bu söz anlatılamaz, ağza gelmez! Hatta bütün zerreleri açsan, herbirini bir ağız haline getirsen, yine anlatılamaz!
* Nereden gelmişsin, biliyor musun?
Sen, Hakk’ın hareminden gelmişsin,
* O ruhani alem, o güzellikler hiç hatırına gelmiyor mu?
* Onları unuttun da, bu dünyada şaşkına
döndün, böyle şaşırıp kaldın!
* Senin başın dönüp durmada! Bir avuç
toprak karşılığında canını veriyorsun; bu
ne ucuz alış veriş?
* O toprağı geri ver; kendi değerini bil!
Sen, köle değilsin; sen padişahsın, sultansın haberin yok!
* Gökyüzünden nice güzel yüzlüler,
senin için gizlice yeryüzüne inmişler!
* Ruh, neden seni bulamaz? Sen, onun
kolusun, kanadısın! Göz, neden seni
göremez? Sen, gözün de, görüşün de
aslısın, temelisin!
* Tövbenin haddine mi düşmüş ki sana
tövbe etsin? Haber kim oluyor ki, seninle
bulunduğu halde başka bir şeyden
haberi olsun?
* O bilgin geçinen ahmak; “Bizden evvel
ölenlerin hepsi de gitti; bir tanesi bile geri
gelmedi!” diyor; eğer o gönlü uyanık bir
adam olsaydı, geri geleni görürdü!
* Arifler, aklı, baba yerine koyarlar;
bedeni de ana sayarlar! Sen, gerçek bir
oğul isen, babanın yüzüne bak!
* İnsanın aşkını arttırarak, onu Hakk’a
ulaştırmayan bilgiden beter işkence
yoktur! “iyi, kötü” diye insanları ayıranlara, ayrı görenlere yazıklar olsun!
* Beden, aşk ile arkadaş olunca, onunla
düşüp kalkmaya başlayınca dayanamadı
da, kendini fazlaca içkiye verdi! Ey hoca;
neden benim bu halimden ürküyorsun
da, bana bakıp yüzünü ekşitiyorsun?
* Renksizlik aleminde, mest olup kendinden geçmek var, şuhluk var! Ey şeyh
efendi; senin gönlün neden böyle daralıyor, neden kendini gamlara kederlere
kaptırıyorsun? Herhalde, senin aşktan
haberin yok!