DİVAN-I KEBİR * Dünya, cihanın gizli hükümlerini ihtiva eden bir kitap gibidir. Senin canın da o kitabın baş yazısı. Düşün de bu meseleyi iyi anla! * Daima neşeli ol; arada sırada gelen cefalarla yüzünü ekşit ama gönlünü hoş tut, suyu döndür, başka tarafa aksın. Sen de sus artık, eşeğin boynundaki o oyalayıcı çıngırağı çöz! * Şu yeryüzünde aradığın rızıklardan başka, göklerde ne gizli manevi rızıklar var. Ekmek hazırlayan fırıncının fırınından başka yerlerde ne ekmekler pişebilmektedir. Haberin yok. * İki gözünü de kapamışsın; “Aydın gün nerede?” diyorsun. Hâlbuki günü aydınlatan güneş gözüne düşüyor da, sana; “Aç kapıyı!” diyor; “Ben buradayım.” * Seni, bu tarafa da çekerler, öte tarafa da çekerler. Ey bulanmış, tortulanmış su, şu tortudan şu bulanıklıktan kurtul da, göklere, yücelere yönel!... * Gökyüzü tamamıyla baş, yeryüzü de tamamıyla ayak olsa, ben ne gökyüzüne baş korum, ne de yeryüzüne ayak basarım. Çünkü ben bunların her ikisinden de değilim; ben başka bir yerdenim, başka bir alemdenim. * Ne zamana kadar, imansızlığa doğru geri gideceksin? Küfre varma, ileriye gel artık, dine, imana gel! * Sen zehri şifalı bir şerbet gibi gör; bu yüzden zehre sarıl! Sonunda sen, nereden geldiğini düşün de aslının aslına gel! * Maddi varlığınla, bedeninle yeryüzüne bağlısın, burada dünyaya geldin doğdun. Burada yiyor, içiyor, dolaşıyorsun. Fakat sen, yeryüzünde yaşıyorsun, ama mana bakımından gökyüzünde yaşayanlardansın. Gerçek inancın incilerinin dizildiği iplik gibisin. Bütün güzellikler, hoşluklar, üstünlükler sende mevcuttur. * Hakk’ın nur mahzeni sana verilmiş, sana emanet edilmiştir. Sen, ne olduğunu nereden geldiğini düşün de, aslının aslına gel! * Ey dost; gizleniyor sandığın senin gözüne apaçık görünmede ama sen idrak edemiyorsun. Aklını başına al da hakikati gör ve aslının aslına gel! * Senin lütfun, ihsanın olmasa kimsecikler oynamaz. Dünyada görünen bütün varlıklar, insanlar, hayvanlar, balıklar, kuşlar, böcekler, gözümüzün gördüğü bütün zerreler senin lütfunla, senin aşkınla oynayıp durmaktadır. Hatta analarının rahimlerinde bulunan çocuklar bile senin lütfunla oynarlar, sağa sola dönerler. * Rahimde oynamak da nedir ki? Yoklukta oynamak da bir şey mi? Çocuk, yokluktan bu hale gelinceye kadar geçirdiği merhalelerde ne oyunlar oynadı. Mezarlardaki kemikler bile senin nurunla oynar dururlar. * Dostlar bizi, dünya perdelerinde karagözler gibi çok oynattılar. Bu dünyada, çeşitli merhalelerde oynayıp durdunuz. Şimdi vakit geçirmeden, o hakikat cihanında, öteki dünyadaki oyuna, oynamaya hazırlanın. * Canlar, şu etten, kemikten yaratılmış bedenleri ile kaba saba kalıplar içinde böyle oynarlarsa, o ağır beden yükünü attıkları zaman nasıl oynarlar, onların oyunlarını o zaman seyret! * Doğmadan önce, daha ana rahminde iken, o daracık yerde canlandığımıza, can bağışlandığına şükretmek için, rahimlerin kara kilitlerinde çok tepindik oynadık. * Hepimiz, bütün insanlar, oynaya oynaya şu bedava olan sayısız dünya nimetlerine şükretmek için Hakk’ın dergahından gelmiş Sufileriz. Hakk aşıklarıyız. * Neşeli bahar! Bizim sevgilimiz geldi. Güllerle, çiçeklerle, şekerlerle, daha yüzlerce armağan ile ötelerden çıkageldi. * Getirdiği armağanlarla kucağımızı dolduran sevgili bize diyor ki: “Bu dünya gurbetinde nasılsınız? Ne haldesiniz? Ezel âleminden bu fani âleme gelmek için yollara düştünüz; yolculuk nasıl geçti? Birçok menziller aldınız, zahmetlere katlandınız. Haydi, kalkın, mutlu olduğumuz diyarımıza beraber geri dönelim.” * Biz bu dünyada yaşamaya başladığımızdan beri yine can şehrinden gizli açık elçiler gelmede; “Gel, yakınlarına dön, yakınlarına ulaş!” diye bizi çağırmakta. * “Bu fani dünyada yeni dostlar edindiniz, bizi bıraktınız, bizi unuttunuz. Bu dünya nimetleri ile oyalanıyorsunuz. Belki de durumunuzdan memnunsunuz. Ama biz sizsiz edemiyoruz. Halimiz hoş değil.” diye elçiler can şehrinden böyle haberler getirmedeler. * Ey hoca! Senin bu dünyadaki mahzunluğun, kederin, sebebini bir türlü bulamadığın iç sıkıntıların, senden evvel giden, seni özleyen dostlarının akrabalarının ah edişlerindendir. Hiç düşünmüyor musun? Bu dünyada kime candan bağlandınsa, kimi dost edindinse seni bırakıp gitti. * Üzülme, sus; şikâyet de etme! Onların himmetleri, sevgileri seninledir. Senin belalardan, felaketlerden kurtulman da onların himmetlerinden, onların tesirlerindendir. * Birbirinden ayrı düşmüş parçaları hoş bir şekilde birleştirmek, o padişahlar padişahı için zor değildir. Bu nasıl olur deme, bu işe şaşma! Çünkü baksana, parça parça dumanlar onun eli ile birleşmiş, gökyüzü haline gelmiştir. * Gönül, buğday tanesi gibidir, biz de değirmen gibiyiz. Değirmen hiç niçin döndüğünü bilir mi? * Beden de değirmen taşı gibi, düşüncelerimiz de onu döndüren suya benzer. Taş der ki: “Bu dönme işini su bilir.” * Su da; “Bu işi ancak değirmenci bilir.” der. Çünkü bu suyu değirmene akıtan odur. * Değirmencide der ki: “Ey ekmek yiyen kişi, şu değirmen dönmeseydi kim ekmekçi olurdu? * Macera bu, hikâye uzar gider. Sus, sen bu işi Hakk’a sor da cevabını gönlünde ara! * Biz hepimiz Akl-ı küll’ün oğullarıyız. Bu sebepten de ötelerden “Ey babasının canı!” diye sesler gelip durmadadır. * Adım adım yürü, manevi pisliklerini, günahlarını üstünden at ve aşıkçasına bir hamle yap da mekansızlık alemine gel! * Ey zavallı insan! Senin varlığın Hakk’ın varlığı önünde yoktur. Yoktan ibarettir. Sen var gibi görünen bir yoksun. İşte bu hakikati anlarsan şaşkınlıktan kurtulursun. * Her şeyi sen lütfedersin. Şıraya da, kadehe de, meyhaneye de zevki neşeyi sen verirsin. * Ey saki! Gönle yabancı olan, gönlün dilinden anlamayan, şu kafir bedeni Mansur şarabı ile mest et de yola getir! * Kaza ve kaderin oyunlarına karşı hiç kimsenin hilesi fayda etmez. * Haberleri olmadan dostlar başımıza gelecek kaza ve kadere hizmet ederler. Kaza ve kadere canlarını feda ederler. * Sen bu dünyada pek garipsin, pek garipsin, pek garip! Söyle sen nerelisin? Nerelisin, nereli? * Sen kiminle berabersin? En yakın dostun kimdir? Anladım, anladım. Sen Allah’la berabersin, Allah’la berabersin, Allah’la beraber! * Ey büyük ve eşsiz ressamın yaptığı resimlerin en güzeli, ey seçilmiş resim! Sen seni yapandan nasıl ayrı kalırsın, nasıl ayrı kalırsın, nasıl ayrı! * Niçin ben asıl âlemime; kendi dünyama dönmeyeyim? Burada benim ne işim var? Gönül nerelidir? Neredendir? Şu toprak seyrine dalmak neredendir, nedir; düşünmüyor musun? * Gönül toprakla dolu tahta bir kap, bir teneke. O da gönlün mühendisi. O toprağa ne şekiller verir! Neler çizer! Ne rakamlar döker! Ne hakikatler yazar ne adlar kaydeder! * Seni sayı gibi alır, bir başkasına çarpar. Bu çarpıştan ne sonuçlar meydana gelir! * Çarpmayı gördün ya, şimdi de pay edişi seyret! Denize bak nasıl dalgalar bağışlamada! * Artık kamil insanlar görünmez oldular. Dünyada akan mana ırmağının suyu kesildi. Ey ilkbahar! Göklerden, ötelerden su gönder de şu değirmen dönsün, yani insanlar yeniden manevi hayatı yaşasınlar. * Yeryüzü ile gökyüzü kova ile testiye benzerler. Fakat insanların ruhlarının susuzluğunu kovadaki, testideki su gideremez. Çünkü onların işine yarayacak su yeryüzünden de dışarıdadır, gökyüzünden de. O su ötelerdedir. * Ey insanoğlu! Günahlarla, cinayetlerle dolu şu dünyadan kurtulmak için acele, yeryüzünden de, gökyüzünden de dışarı çık; çık da ötelerde mekansızlık alemindeki suyu gör! * Eşek nerede? Hz. İsa’nın ilahi aşkından bahsetmek nerede? Darda kalanlara kapılar açan Allah, ona bu kapıyı açmamıştır. * Şehvet peşinde koşanlara, bedenlere gönül verenlere aşktan pek söz açma! Çünkü onlar, korku ve ümit arasında yaşamakta, sevap ve günah hesabıyla uğraşmaktadırlar. * Ey Hakk âşıkları! Ey mana padişahları! Bizler ayrılık garipleriyiz. Biz sonunda dönüp dolaşıp huzuruna varacağımız Allah’a yalvarmada, yakarmada, feryat etmekteyiz. Ne olur bu feryadımızı duyun anlayın! * Önce Hakk’tan ayrıldık da bu dünyaya geldik. Fakat biz halden hale, şekilden şekle girerek, döne dolaşa yine ona gidiyoruz. * Ey misafir! Hiçbir menzile hiçbir durağa gönül verme ki ondan ayrıldığın zaman, onu kaybettiğin vakit için yanmasın! Gönlün yaralanmasın! * Çünkü babanın tohumundan gençlik çağına gelinceye kadar çok menziller aştın, çok şekillere girdin! * Rebabın bu feryadı ister Türk olsun, ister Rum olsun, ister Arap olsun, aşık ise onun dilincedir, onun dilidir. * Bu ses altı yönden de dışarı çıkmış, göklere yükselmiştir. Yönden kaç; ay ışığından çık kurtul! * Gece gayb dilberinin mana güzelinin yüzünün tülüdür, duvağıdır. Gündüz nasıl olur da geceye eş olabilir? * Senin nazarında gece, simsiyah bir tencere gibidir. Çünkü sen onda pişirilen gece helvasından tatmadın, gecenin hakikatinin ne olduğunu anlamadın! * Şunu iyi bil ki zaman sevdanın bir şeklinden, nakşından ibarettir. Bizim şeklimiz zamandan dışarıdadır. Zamana uyup kalmaz; hep değişir. Biz ihtiyarlarız ama zaman ihtiyarlamaz, hep aynıdır. * Dünya bir ırmak gibidir. Derenin içinde akar gider. Biz bu ırmağın dışındayız. Zaman ırmaktaki su gibi akar gider. Irmağa düşen bizim gölgelerimizdir. * Burada pek zor, pek ince; anlaşılması müşkil bir nükte var! O burada değil ama yine de burada! O yok gibi olan bir varlık! * Daha ne kadar zaman; “Çarem ne; dermanım ne?” diye sızlanıp duracaksın? Sana kim çare aratıyor? Sen onu ara! * Daha ne zamana kadar; “Gamdan can veriyorum!” diye sızlanıp duracaksın? Can nedir? Bunu bilmek, neden gam yediğini bilmek istemiyor musun? * Eğer sen aşık oldunsa aşkın sana delil olarak yeter! Yok, aşık olmadıysan artık ne diye delil istersin? * Bu kadarcık da aklın yok mu ki; bakıp göresin? Padişah yoksa bu gök kubbe otağı ne diye kurulmuş? * Şu gök duvağın, şu gök kubbesinin ötesinde çok güzel, çok güçlü bir yaratıcı yoksa şu parıl parıl parlayan sayısız yıldızlar kendi kendilerine mi parlamaya başladılar? * Ermişlerin gözlerindeki ateş gizlilik perdelerini yaktı, yandırdı. Sen ise perde arkasında oturmuş, görünmeyen bir şeye iman edilir mi demedesin. * Şunu iyi bil ki, gamın, kederin arkasında neşe vardır. Neşenin arkasında da gam ve keder pusudadır. * Mademki biz benlikten, senlikten kurtulunca hep bir oluyoruz. Yeter sus! Sen bu sözleri kime söylüyorsun? * Zerrenin de, ovanın da, katrenin de, deryanın da ne ile nasıl en iyi bir hale gelip düzene gireceğini bilir. Bütün kainatı, koyduğu şaşmaz değişmez kanunlarla saat gibi işletir durur. Her şeye her yarattığına gereken duyguyu, gereken vasfı, yaşama zevkini, yaşama gücünü verir. Bütün yarattıklarına yardımda bulunur. Bütün canlı varlıklar onun açtığı dünya sofrasına çağırılmışlardır. İyi, kötü herkese rızkını verir, yedirir. Süslü elbiseler, kürkler giydirir. Çeşit çeşit renklerle onları süsler. Onun bilgisine de hudut, sınır yoktur. * Gönlümüzü bazen sıkar, bağlar, hayatı zehir eder. Bazen bağlarımızı çözer, sıkıntılarımızı giderir, bizi rahatlandırır, mutlu eder, huzura kavuşturur. Eğer senin gönlün eşek değilse, bu hallerin nereden geldiğini, kimin işi olduğunu anlar, bilir; o işin sahibini, o işleri vereni tanır. * Eşek bile senin gibi üstün bir varlık olmadığı halde, sahibi, efendisi olan eşekçinin bağlamasını, çözmesini bilir, tanır; bir başkası olmadığını anlar. * Çünkü onun elinden yem yemiştir, hoş sular içmiştir. Ne tuhaf, ne şaşılacak şeydir ki, Allah bu kadarcık olsun sana bir anlayış, bir seziş vermedi mi? Sana lütuflarda bulunan, seni yediren, içiren, seni zevkler içinde yaşatan, seni yarattıklarının en şereflisi seçerek hiçbir varlığa vermediğini sana veren, sahibini, efendini, seni yaratanı tanımıyorsun, yazıklar olsun sana! * Seni yaratan yüzlerce defa sıktı, derde düşürdü. Feryat edip durdun. Nasıl, olur da onu tanımaz olursun? İnkâra kalkarsın. Allah sana akıl verdi. Cüz’i irade verdi. Peygamberler vasıtasıyla yol gösterdi. Allah seni kurtarmaya mecbur değildir. * Kâfirler gibi ancak belaya uğrayınca onu hatırlamadasın, başını eğmedesin, teslim olmadasın. Zaten ötelere mensup olmayan, öteleri düşünmeyen baş, yarım habbeye bile değmez. * Madem Hakk’ın zatını görmeye tahammülün yok; gözünü aç da O’nun sıfatlarını gör! Madem yönlere, cihetlere sığmayanı göremiyorsun; O’nun yarattıklarındaki nuru seyret! * Eski, yıpranmış köhne canı ver gitsin! Geniş, yeni bir can almaya, kendini yenilemeye bak! Yokluk, yoksulluk aleminde salınarak yürü de ermişlerden zekat al! * Âşıkları sıkıntılı zamanlarında şaşkın ve perişan sanma! Onların ızdıraplara, acılara tahammülüne, sebatına Cudi Dağı bile dayanamaz, aciz kalır. * Bütün zorlukların, bütün sıkıntıların, neşelerin, her türlü işin, gücün aslı, temeli aşktır. Fakat gönlün ne olduğunu bilmeyen, saçma, sapan sözlere takılır kalır. * Oğlum, aşk şarabı üzümden yapılmadığı için ne helaldir, ne de haram! Sen kadehi doldur getir! Bak bakalım nöbet haramın mıdır? Helalin midir? * Üzerinde yaşadığımız şu aşağılık dünya çaresiz kalarak kötü yerlere düşen ve para karşılığında kendilerini azgın erkeklere satan talihsiz, zavallı kadınlara benzer. Bunun delili şu ki, bir erkek belirli bir zaman o kadının yanındadır. Öbürü de arkada sıra beklemektedir. * Görüştüğü erkeği yolcu eder, öbürünü bağrına basar. Öpüşünde ne sevgi vardır ne de vefa. O zavallı gönlünü vermeden, vücudunu verir, kendini satar. * Muhakkak ki, bu dünyadan ötede başka bir dünya var. Onun da delili, nişanı şu ki; her gün dünyaya doğanlar ve yeni gelenler var, yine her gün bu dünyada yaşama nöbetini savmış, eskiyen, yıprananların da geçip gitmeleri var. * Yeni bir gün, yeni bir gece yeniden yeniye bağlar, bahçeler, yeni yapılan evler insanları avlamak için yeni ağlar, tuzaklar her an yepyeni bir düşünce, yepyeni bir doğum, yepyeni bir ölüm. * Gözün gördüğü şu âlemin ötesinde sonsuz bir alem olmasaydı yeniler nereden gelir, eskiler nereye giderdi? * Dünya ırmağın suyu gibidir. Hep aynı gibi görünür. Fakat yeniden yeniye akar gider. Gelir, akar; bu nereden geliyor? * O hocanın kulağı pek keskin ama kendisi pek kavgacı, kendini de ağıra satıyor. * Ben onun gülüşüne baktım da, aldandım. O susuyor. Sessiz gördüm de emin oldum, içim rahat etti. * Dikkat et! Aklını başına al! O saman altında su yürütüyor. Saman altında coşup köpüren bir deniz gizli. * Nereye gidersen git akıl anahtardır! Her kapıyı açar. Fakat burada ne yapabilirsin ki akıl anahtarlığı bırakmış, kilit olmuştur. * O senin yüzüne bakar da güler, bu bir yüz örtüsüdür. Bu gülüşe sakın aldanma! * O hakikat dağındaki mağarada bir aşk dostu vardır ki, can onun güzelliği ile kendini bulur. * Bir aşığın yol arkadaşı Allah olursa, artık o yolda tehlike, korku bulunur mu? * Hakk aşığı seferdedir, yolculuktadır ama yine de kendisinin ay gibi nurlu güzel yüzünde karar kılmıştır. Yani kendinden kendine sefer etmededir. * Hakk yolunda rüzgârdan daha hızlı giden kişinin rüzgarı beklemesine lüzum yoktur! * Şekil, suret noksanlaşırsa mana azalmaz. Çamurdan yarattığı insana aslan gibi kuvvet vermemiş, kaplana verdiği kürkü giydirmemiş ama yarattığı canlıların hiçbirisine vermediğini insana vermiştir. İnsana kendinden vasıflar vermiştir. Lütuflarda, ihsanlarda bulunmuştur. Bunlar anlatılamaz ki! * Sen şimdi cana dikkat et; kendisi ötelerden gelmiş ilahi bir varlık olduğu halde, balçıktan yaratılmış beden hapishanesine atılmış. Pislikler içinde kalmıştır. Fakat onun, yani ruhun, canın hapiste oluşundan, pislikler içinde bulunuşundan haberi bile yoktur. * Beden Hakk’ın güneşinin yere düşürdüğü gölgeye benzer. Bu yüzdendir ki o, bir gölge varlık olarak yeryüzünde sürünmektedir. Hâlbuki Hakk âşıklarının tertemiz canları, kıyılarında ırmaklar akıp duran aşk cennetinde mest olmuşlardır. * Ey Mısır’ın Yusuf’u! Gayb âleminden başını çıkar da şu Mısır’a bir bak! Şehir kargaşalık içinde. Çarşıda, pazarda hepsi mest olmuşlar. * Kardeşim, eğer söyleyebilsem; şu şaşılacak şeyden bahsedebilsem sen de şaşırır kalırsın. Arş da mest olur, kürsü de, gökler de mest olur! * Meleklere doğru kanat çırpmadayım. Çünkü benim kolum, kanadım odur. Başımı göğe vurmadayım. Çünkü başım da, sarığım da odur! * Biri bana; “Sus! Senin sözün ne bitmez, tükenmez sözdür.” derse, ben de la derim ki: “Azizim! Ben ne yapayım? Benim çok söylemem de odur! Ondan ibarettir.” * Padişahın yüzünün güzelliğinden her an bir güzel mekansızlık aleminden başını çıkarır da der ki: “Kimde nikah parası var? Benimle kim evlenebilir? * Ruhlar harmanının sonu, kıyısı, kenarı yok! Ancak çok küçük bir karınca o muazzam, o akıl almaz harmandan pek küçük bir şey alabildi. * Ey zavallı insan, gurura kapılma! Dünya seninle dolsa, kar gibi her tarafı kaplasan, güneş sıcaklığı vurunca erir, yok olur gidersin. * Ey kar yığını! Eri, yok ol! Baştanbaşa toprak ol, toprak ol da bir bak ilkbahar gelince, hor görülen, ayak altında ezilen o toprak nasıl süslenir, güzelleşir! * Ayak altında çiğnenen o değersiz toprak, insana balçık olur da şereflenir. Derecesi yücelir. Öyle bir hal alır ki parlaklığı ile iki dünyayı da aydınlatır. * Gönlüm; “Acaba suçum nedir?” diye kıvranıp duruyor. Çünkü her sebep bir sonuca bağlıdır. * Ötelerden ezeli hükmü bildiren sesler geliyor. Diyorlar ki: “Boş yere kıvranıp durma! Bu sebep şimdi olan bir sebep değildir. Bu sebep ezelden gelmektedir.” * Allah’ın işine akıl ermez. Bağışlar, suçlandırır, alır, verir. Bu yüzden onun işi terazi ile tartılamaz. * Kendi kendine bir şart koş da ahdinden dönmemeye uğraş! Ahdini bozarsan manevi hastalık gitmez, iyileşme de yok olur. * Yaratılışın ezeldeki o ağır ahde uyar da, bu uymayı kendine huy edinirse; kirlenmeme, temiz kalma ahdine uyarsa, o zaman canın elde ettiği yüz binlerce zevk, içinde doğar, sen mutlu olursun. * Sana yapılmasını istemediğin şeyleri, sen de başkasına yapma! Çünkü şu huy dedikleri, tabiat dedikleri sende de var! * Her sözü duymamak için kulağına pamuk tıka! Çünkü sen, tertemiz cansın. Kötü sözlerden kirlenmeyesin!... * Hakk’a yaklaşmak istiyorsan ariflerle düş kalk! Hakk’a kavuşmayı, Hakk’a kavuşmuş kişilerden iste! * “Gölge ağaçtan ayrıdır” diyen kişinin körlüğüne rağmen senin güneşinin meydana getirdiği gölgede dolaşıp duruyorum. * Dünya bir av yeri; yaratılmış olanların hepsi de av! Avlanan emirden de bir nişane, bir belgeden başka ortada bir şey görülmüyor. Eseri meydanda, kendisi gizli! * Her tarafta bir iş, bir çalışma var! Her tarafta yükler, denkler var. Her tarafta; “Biz emiriz, biz büyük insanlarız” diyenler var. Fakat asıl emirin konağında ne yük var, ne de denk! * Hz. İsa dördüncü kat gökten; “Haydi ey aşıklar, elinizi, ağzınızı yıkayınız! Gök sofrası kuruluyor. Manevi yemekler yeme zamanı geldi!” diye bağırıyor. * Yürü! Yokluk meyhanesinde sevgiliye karşı yok ol! Nerede iki sarhoş varsa, orada kavga ve gürültü vardır. * Gaflet içinde yaşayan zavallı kişi halkın cevri cefasından, kötü davranışlarından sızlanır durur. Düşünmez ki halk, Hakk’ın elinde bir sopadan başka bir şey değildir. * Allah’ım bütün bu sopalar, senin yüzünden, senin emrinle oynar durur. Her biri de ancak senin verdiğin bir derttir, senin verdiğin dermandır. * Söyle bakalım! Bu dünyadan giderken hangi yoldan gittin? O taraftan gelirken de hangi gizli yoldan geldin? * O yol, öyle bir yol ki, bütün canlılar her gece o yola uçup gidiyorlar. Herkes uykuya dalmışken, duygularımız bizi terk eder giderler. Şehir şehir bütün bedenler boş kafesler gibi. Hiçbir kafeste kuş yok! * Kuşun ayağı bağlı olursa, uzak yerlere uçamaz. Yeryüzünde döne döne alçaklarda uçar. Çünkü uçuşta acemidir. * Fakat ölümle, beden hapishanesinden kurtulur, ayağındaki bağı koparır atarsa, uçacağı yerleri de görür, her seyin sırrının ne olduğunu anlar. * Bir insan da güzel huyu ile etrafındakilerle uzlaşırsa, halk Hakk’ı tanımazsa, işin hakikatine vakıf olamazsa, gözü perdeli ise; o iyi, güzel huy halka kötü görünür. * Sen zavallı! Ötelerden dünyaya sürgün edildin, ayrılığa düştün. Bütün ömrün dostu aramakla geçti gitti. Gaflet içinde olduğun için onu gereği gibi arayarak bulamadınsa ve ölüm zamanı gelip çatınca onu arayacaksan, bu iş kötü bir iştir. Aklını başına al da, yaşarken onu bulmaya çalış! * Burada, bu dünyada yaşamak, ham adamın işidir. Ben geldiğim yere dönmek istiyorum. Geldiğim yer nerede kaldı? Ben oraya geri dönmem için hangi yola düşmeliyim? * Ey avare gönül yolunu şaşırıp boşuna bu tarafa, bu dünyaya gelme! Orada, o mana aleminde otur, orası çok hoş bir yerdir. * Himmet eder de, bu toprak durağını kendine mekan edinmezsen yücelerin yücesinde, ötelerin ötesinde, mana aleminde kendine bir yer edinirsin. * Yalnız başına oturup başını öne eğer de düşüncelere dalarsan, geçmiş zamanlardaki hatalarını, yanlış görüşlerini anlar da onları düzeltebilirsin. * Fakat bu yola düşenlerin vasıfları uyuyup kalmak değil, çevik davranarak, acele ederek işleri yoluna koymaktır. Sense bu cihanın nazeninisin. O çevikliği nasıl elde edebilirsin? * Allah kanatlarınızı gayretten, çalışıp çabalamadan yaratmıştır. Mademki canlısınız, yaşıyorsunuz; harekete geçin! Gayret gösterin! * Tembellikle, ümidin kolu kanadı pörsür, çürür. Kolunuz kanadınız kırılıp dökülünce, artık ne olursunuz bir düşünün! * Gayret sarf ederek, çalışarak, çabalayarak kurtulmak size zor geliyor. Sanki sıkılıyor da bu sıkıntılı dünyada, bu kuyu dibinde kalmaktan sıkılmıyorsunuz? Peki, öyleyse, kuyu dibinde kalın! * O benden binlerce can istedi ama ben onun huzuruna bir tanesini götürdüm. Gerisi nerede diye sordu: * Ben de dedim ki: “Onları bırak, sana borcum olsun, şimdilik bir tane getirdim, ileride onları da getiririm.” * O meşhur ressamın yaptığı resimler evin içinde bulunuyor ama o resimleri yapanı evin içinde bulamazsın. Ay’ı görmek için yükseklere doğru bak! Ay yükseklerdedir. Dama doğru bak! * Akşam namazı vakti gelip de güneş batınca bu his yolu, şu duygu yolu kapanır da gayb aleminin kapısı açılır ve insan ötelerden gelen duygulara aşina olur. * Çoban nasıl sürüsünü önüne katar da güderse, uyku meleği de ruhları önüne katar, gütmeye başlar. * Onları mekânsızlık âlemine sürer. Ruhani çayırlığa götürür. Orada onlara ne manevi şehirler, ne manevi bahçeler seyrettirir. * Uyku üstünde yaşadığımız şu yeryüzünün nakşını, suretini insanın gönlünden silince, gökyüzünün kapısı açılır. Ruh orada nice nice suretler, nice nice acayip adamlar görür. * Sanki can hep orada yaşıyormuş, orada oturuyormuş gibi bu alemi asla hatırlamaz. Bu dünyaya ait derdi, elemi de kalmaz. * Burada üstüne titrediği malının, mülkünün derdinden kurtulur da, onlar aklına bile gelmez. Gamı da kalmaz, kederi de!... * Nice ahmak kişi elinde asası olmayan kör gibi koşa koşa gitti. Dünyanın tuzağına düştü. * İnsanlar onun nimetlerini kaybedeceklerinden korkarlar, onun üstüne titrerler. Bu hastalık, ilacı olmayan bir hastalıktır. * Ey gönül; beşeriyet halinden, insanlıktan vazgeç de melek ol! Melek huylu olmazsa insanın hayvandan ne farkı vardır? * Söz, söz söylemeyi bilen, sözün kudretini anlayan kişinin yanında büyüktür. Söz çok değerli bir şeydir. Çünkü söz, gökten inmiştir. * Eğer iyi bir söz söylemezsen, bin söz söylesen onlar söz sayılmaz. Fakat iyi ve yerinde söz söylersen, bir tek sözün binlerce söz kadar değeri vardır. * Söz perdesini kaldırsan da, söz ortaya çıksa, görünse, o zaman görür ve anlarsın ki, söz, Allah’ın sanatıdır. * Söz, yüzünü gösterse, herkes ona gıpta eder. Bundan dolayı o, yüzünü gizler, kendini göstermez. Ne mutlu o kişiye ki, sözde sır sahibidir. Aklına geleni söylemez, sözün nereye varacağını bilir. * Arştan yere kadar, zerre zerre her şey konuşmaktadır. Yeryüzü de, anlayışta tıpkı arşa benzer. * Sen sırları duymak istiyorsan, sarhoşların yanına git! Çünkü sarhoşlar işin nereye varacağını düşünmeden, utanmadan, çekinmeden sırları söylerler. * Şarap, üzümün kızıdır. Kerem ve ihsan suyundandır. Ağzını açmıştır. Cömertlikten bahsedip durmada, üzüntüsü, kederi olanları, acı duyanları, neşelendirmektedir. * Bilhassa üzümün kızı olmayan, arş şarabı olur da kerem sahibi Hakk’tan gelirse, onun cömertliğini, onun keremini, onun lütfunu söylese söylese ancak onu yaratan söyler, başka kimse söyleyemez. * O arş şarabı, arif kişinin gönlünde coşar, köpürür. Onun beden küpünün derinliklerinden dilsiz, dudaksız sana seslenir, seni içmeye davet eder. * Bak şu anda sen, yaşıyorum sanıyorsun. Aslında, sen beden kabrinin içindesin, o sana bu beden kabrinin içinde, zaman zaman ne gönüller kapan hayaller yaratıyor. Ne güzel tablolar yaratıyor, ne hoş resimler çiziyor. * O bunları nerede yapıyor, yaratıyor? “Kimsecikler laf etmesin” diye o iş yurdunu gizlemiş. O büyük yaratıcıyı, o eşsiz sanat sahibini bulmak için göğsünü yarsan bile içeride hiçbir kimseyi bulamazsın. * Neşeli bahar geldi! Rahmetler saçmaya başladı. Süs çiçekleri Hz. Ali’nin Zülfikar’ı gibi parıl parıl parlamaya koyuldu. * Yeryüzünün her zerresi, gökyüzünden gebe kalmıştı. Dokuz ay doldu da o yüzden hepsi de kararsız bir halde kıvranıp durmada. * Ölüyken dirilen ağaçlar, otlar, çiçekler! Siz, kış mevsiminde neredeydiniz? Uykularında, ruhların gittiği yerde değil miydiniz? * Sizler, her gece duyguların uçup gittiği yerde, her gece rüyalarda görülüp seyredilen, varılıp beklenen yerdeydiniz. * Şu görünen beş duyu ile görünmeyen beş duyu, her gece usanmış, yorulmuş, melül, mahzun bir halde ayaklarını sürüyerek o aleme giderler de, seher vakti canlanmış olarak koşa koşa kalkar yine bu aleme gelirler. * Etrafına dikkatle bak da gör; şu dünyada binlerce ahmak, nefsani arzularına uyarak, şehvete kapılarak, etek dolusu altını yani yaptığı ibadetlere, iyiliklere karşı kazandığı sevabı şeytana verip karşılığında vicdan azabı, dert, keder satın almaktadır. * Ey ölüyü “Benim canım!” diye seven, bağrına basan ahmak! Böylece senin ölüme mahkum, fani bir güzele bağlanıp kalman, ilahi bir armağan olan ve bedeninde misafir olarak yaşayan canı da gönlü de soğutur, üzer. * Sus artık, harfi, sözü bırak, gök kubbesinin üstündeki meleklerin konuştukları gibi sen de harfsiz, sözsüz konuş! * Ruh, sevgilinin güzelliğini seyre dalıp kendinden geçince dedi ki: “Allah’ın güzelliğini, Allah’tan başka kimse göremedi.” * Bu örneklerden her biri bir anlatış, mugalata, bir yanıltıştır. Yoksa Hakk’ın kuşluk vakti hakkı için diye buyurması onun yüzünü kıskanmasından başka bir şey değildir. * Gönül ile aşk, Muhammed-s.a.v. ile Hz. Ebubekir gibi beden mağarasının dostları. Mağara dostlarının canları bir olduğu halde adları ayrı olursa ne çıkar? * Tatlı bir narın içindeki taneler bin olmuş, bir olmuş ne önemi var? Nar sıkılınca onların hepsi bir olur ya, bu yüzden taneyi saymak ne işe yarar? Sayının değeri kalır mı? * Resim, ressam nasıl isterse öyle olur. Üzüm, ezilmeden şarap olabilir mi? * Gölge varlığımızı, bedenimizi toprakla Müsavi tutanın, toprağımızı yüzlerce Canla bir tutmaya gücü yetmez mi? * Allah her kuluna tek başına bir dünya bağışlar. İki âlemde bunu yapan kimdir? * Ben ağzımı kapadım, geri kalanını, sen söyle. Çünkü bu bakışı, o bakışla birleştirdiler. * Tarlada kalmış döküntü başakları, daneleri toplamak adamlık mıdır? Böyle yapmayın; siz yüzlerce harmanın, yüzlerce ambarın sahibisiniz. * Siz evinin yolunu bilmez değilsiniz, çünkü siz vuslatın oğlusunuz! Siz bu pazaryerindensiniz! Kalp ve geçer akçeyi anlamaz değilsiniz! * Siz ilk yaratılışınızda melekten doğmuş bir melektiniz. Bugün neden böyle dilenci gibi sızlanıp duruyorsunuz? * Herkes ayıptan, hatadan kurtulma peşinde! Herkes bir hünerin avcısı olmuştur. Siz can meclisinde bulunduğunuz halde, aklınız başınızda kalmışsa, baştanbaşa ayıpsınız, baştanbaşa hatasınız! * Âşıklar meydanda dolaşıyorlar ama sevgili meydanda yok. Bütün dünyada böyle acaip bir aşkı kim görmüştür? * Bunları bir tarafa bırak da düşün ki, ana karnındaki çocuk, ab-ı hayatı anasının kanından emmededir. * Hayır, sus, sırları bilen her yerde hazır ve nazırdır. “Biz ona şah damarından daha yakınız.” diye buyurmuştur. * Bizim ölümümüz, ebedi bir düğündür. Onun sırrı nedir? “O tek bir Allah’tır.” * Evlerin pencerelerinden içeri giren güneşin ışığı, her evin içine ayrı ayrı pencereden girdiği için bölünür gibi görünür. Ama bütün evlerin pencereleri kapanırsa bu bölünme, sayı ortadan kalkar. * Bir üzüm salkımının üstündeki üzüm taneleri sayılabilir. Fakat o salkım sıkılırsa meydana gelen şıra da sayı yoktur. * Aslında ölüm, Allah’ın nuru ile diri olan kişinin ruhuna, beden zindanından kurtuluş yardımıdır. * Ölüp giden kişiye kötü deme, iyi de deme; çünkü onlar, iyilikten de kötülükten de kurtulmuşlardır. * Gözünü Hakk uğruna harca, herkesi kötü görme, görmediğini de söyleme, söyleme de gözüne bir başka göz, bir başka görüş verilsin. * Başkalarında ayıp görmediğin için sana verilen o göz, gözlerin de gözüdür. Hiçbir şey ona gizli kalmaz. * Bir göz, Allah’ın nuruyla bakarsa, her şeyi apaçık görür. “Beyitte şu hadisten iktibas var”; Mümin, Allah’ın nuruyla görür. * Her ne kadar bütün nurlar Allah’ın nuru ise de, sen hepsine birden Hakk’ın nuru deme. * Baki olan, sonsuz olan nur Allah’ın nurudur. Fani olan, geçici olan nur, bedenin sıfatıdır, cismin sıfatıdır. * Allah’ım, Gayb Aleminin sakileri mana şarabını sundukça sunsunlar da iki dünyadan da; “İçtikçe için!” sesi duyulsun. * Allah’ım sırrı daima örten “Akl-ı küll” mest olsun da, aşk sırrını örten yer de açılsın, kaldırılsın! * Sus artık, ham adamın yanında şaraptan bahsedip durma! Şarabın adını bile ağzına alma! Çünkü onun hatırına hemen insanı rezil eden üzüm şarabı gelir. * Ey insanoğlu, senin yokluğun doğuya, ecelin de batıya benzer. Bu doğu ile batı, başka bir gökte bulunmaktadır. Çünkü senin şimdi gördüğün gökyüzü de fanidir. O da gelip geçicidir. * Göklerin yolu, senin içindedir. Aşk kanadını çırp da uçmaya bak! Aşk kanadı kuvvetlenince artık merdiven kaygısı, merdiven gamı kalmaz. * Dünyayı dışından görme, çünkü senin gözünün içinde bir başka dünya var. Bundan senin haberin yok. Sen bu görünen dünyaya gözünü kapa da, gözünün içindeki dünyayı görmeye çalış! Şunu iyi bil ki, sen iki gözünü de kapayınca, bu gördüğün dünyadan hiçbir şey kalmayacaktır. * Hakk’ta yok oluş, bir çeşit mest oluştur. Yok oluşun arkasında mutlaka bir kendine geliş vardır. Gölge ne kadar uzarsa uzasın, sonunda güneş vardır. * Sen ne reddedilenden kaçıyorsun, ne kabul edilenden kurtuluyorsun; bırak bu işi; bu iş ne bahse sığar, ne de nağmeye. * “Artık bu defa toprak olacağım, ayak altında ezileceğim” diye yüz kere ahdettin. Bir kerecik olsun, ahdinde dursan ne olur? * Sen padişah soyundansın. Sen Cebrail’in bile secde ettiği üstün bir varlıksın. Babanın mülkünü arasan ne olur? * Ey Hakk’ın velilerini Hakk’tan ayrı gören kişi, velilere iyi zan beslesen ne olur? * Ey insanoğlu, senin de başkalarının da kafirliği ve imanı onun elindedir, onun takdiri iledir. Sakın ondan yüz çevirme, çünkü onun hışmı, gazabı imanı yağma eder. * Hakk’ın huzurunda kendisinin cahil olduğuna, hiçbir şey bilmediğine inanan kişiyi Hakk, her şeyi bilen bir kişi yapar. Fakat ona karşı bilgi satmaya kalkışanı; “Ben her şeyi biliyorum.” diyeni Hakk’ın gayreti, hiçbir şey bilmez hale sokar. *Senin varlığını ispat edecek bir belgesi, bir nişanı olmayan kişinin, güneşi bile olsa önemi yoktur. * Ey hacca gidenler! Neredesiniz, neredesiniz! Sevgiliniz buradadır; geliniz, geliniz! * Sevgiliniz, sizin komşunuz; hem de duvarı duvarınıza bitişik komşunuz! Hal böyle iken siz, çöllerde sersem sersem dolaşıyorsunuz! Hangi hevaya? * Eğer sevgilinin manevi olan suretini, yüzünü görseydiniz, ev sahibi de siz olurdunuz, ev de siz olurdunuz, Kabe de siz olurdunuz! * On keredir o yoldan o eve gittiniz; bir kere de şu evden şu dama çıkınız! * Evet, çöller aşarak gittiğiniz o ev çok latiftir, hoştur, mübarektir! O evin vasıflarını anlattınız, güzelliklerinden bahsettiniz ama o evin sahibinden söz etmediniz, bir haber vermediniz! * Eğer o gül bahçesini gördünüzse, hani bir gül demeti? Eğer Allah denizine daldınızsa, hani bir can incisi? * Böyle olmakla beraber, çektiğiniz sıkıntılar, eziyetler dilerim ki size bir hazine olsun! Fakat ne yazık ki kendiniz, kendi varlığınız, kendi hazinenize perde olmuştur! * Sen, padişaha av ol; avcılığı bırak! Çünkü avladığın avı ecel doğanı senden geri alır! *Bugün, padişahtan daha vefalı kimse yok; sen ona doğru git! O, seni yanından hiç ayırmaz! * Şunu iyi bil ki, bütün insanlar, ölüm hapishanesindedirler! Hapis olan kimse seni zindandan kurtaramaz! * Sen biliyor musun; rıza kapısından girerek razılık köyüne ulaştığın zaman orada duyduğun köpek sesleri de ne oluyor? O sesler, korkak ve ruhen aşağı olan insanları ürkütür! * Hâşâ, bu köpek havlamaları, Hakk yolunun aşığı olan cesur kişinin yüreğini bile hoplatmaz! * Cenab-ı Hakk; “Yeryüzü size beşiktir!” diye buyurdu. İnsan çocuk olmasaydı, beşiğe bağlı kalır mı idi? * Gerçeklerden haberli olarak ölen Hakk aşıkları, sevgilinin huzurunda şeker gibi erirler! * Ruh âleminde, elest meclisinde ab-ı hayat içenler, bir başka tarzda ölürler! * Ötelerden haberdar olanlar, Hakk sevgisinde derlenip toplananlar, şu insan kalabalığı gibi olmazlar! * Hakk âşıkları, letafette melekleri bile geride bırakmışlardır! Bu sebeple, diğer insanlar gibi ölmek, onlardan uzaktır! * Sen sanır mısın ki, aslanlar da köpekler gibi kapı dışında can verir! * Hakk âşıkları sevgi yolunda ölürlerse onları can padişahı karşılar! * Birbirlerinin canı kesilen, aynı emaneti, aynı canı taşıdıklarından haberdar olan Hakk âşıkları, birbirlerinin aşkıyla ölürler! * Âşıklar, gökyüzüne uçarlar; münkirler ise, cehennemin dibinde can verirler! * Ölürken Hakk âşıklarının gönül gözleri açılır da, öteleri, gayb âlemini görürler! Başkaları ise, ölüm korkusu ile kör ve sağır olarak ölürler! * Geceleri ibadetle vakit geçirenler, Hakk korkusuyla uyumayanlar, ölüm zamanı gelince korkusuz, rahatça ölürler! * Bu dünyada boğaz derdine düşenler, sadece yemeyi, içmeyi düşünenler öküzleşirler, eşekler gibi ölürler! * Bugün yaşarken, Hakk’ın nazarından düşmemek isteyenler, o nazarı, o bakışı arayanlar, o bakışa karşı neşeli bir halde gülerek can bağışlarlar! * Can padişahı, onları lütuf kucağına alır; onlar, öyle hor ve basit bir halde ölmezler! * Ahlaklarını Mustafa-s.a.v.’nın ahlakına benzetenler, Hz. Ebubekir gibi, Hz. Ömer gibi ölürler! * Aslında, Hakk âşıklarından ölüm uzaktır! Onlar, ne ölürler ne de yok olurlar! Ben bu sözleri; “Şayet ölürlerse, böyle ölürler!” diye söyledim! * Sanat pazarında düşünce yoktur; orası, düşüncenin dışarısındadır; bunu böyle bil! O havaya kapılan, onun maskarası olan eserleri seyret, endişeden kurtul da, içinde huzuru bul! * “Şu hayale kapılanlar yola düşsünler, acele etsinler!” diye her an yoklukta bir şekil gösterir! * Mademki bana; “Sus” dedi, emre uymam gerek! İşte ben de susuyorum! O emir sahibi, bir gün bunu kendisi açıklar! * Yalnız kaldığın için üzülme! Şu kadarını bil ki; dünyada hiç kimse kimsesiz kalmaz! Birisi ile uyuşamazsan, anlaşamazsan, onun yerine Allah bir başkasını senin karşına çıkarır! * Ben bu evden gidersem, evi boşaltırsam, benim gibi bir başkası, yahut da benden beteri çıkar gelir! * Dünya, binlerce yıldan beri insanlara birbirlerinden miras kalmıştır; baba toprak altına girince, oğul baba yerine geçer! * Yalnız insanlar değil, hayvanlar da böyle! Böyle olmasaydı, dünyada bir tek canlı varlık göremezdin! * Güneş, geceleyin gökyüzü damından çekilip gidince, güneşin yerini yıldızlar, yahut ay alır! * İnsan bir hüneri, bir sanatı bırakınca, tabiatı gereği, bir başka işle, bir başka sanatla oyalanmaya koyulur! * Çünkü herkesin gönlüne bir memur tayin edilmiştir! Bu memur, onları işsiz güçsüz, sefersiz bırakmaz! * Tahtayı yontmak, onu mahvetmek için değildir; doğramacının, marangozun gönlündeki isteğe uydurmak içindir! * Bu yüzdendir ki, Allah yolundaki şerlerin hepsi de hayırdır; onun hayır oluşu, güzelliği, sonunda meydana çıkar, görülür! * Görmez misin; tabak, posta pislikleri sürer durur; binlerce defa bu işi tekrarlar! * Maksadı da, derideki gizli illetin çıkmasıdır! Derinin, azdan çoktan haberi bile yoktur ama tabağın istediği, derinin temizlenmesidir! * Günahlardan arınmış, tertemiz, güzel görünüşlü biri var mıdır ki, şu kirli yeryüzünden başını kaldırsın da, gökyüzüne, yücelere baksın! * Toprak ve su ile yapılan balçıktan temizlenmiş biri var mıdır ki, aslı olan denizi seyretsin! * Su, ancak su ile temizlenir, saf bir hale gelir; görüş de görüşle düzene girer, görüş elde eder! * Baştanbaşa görüş ol! Çünkü Hakk’ın dergahına yol bulan ancak görüştür! * Bana bak, bana dikkat et ki, senin, mezarında en yakın dostun, candan arkadaşın benim! Dükkândan, evden, bütün seni sevenlerden ayrıldığın zaman seni, ben karşıladım; yapayalnız kaldığın vakit, seninle ben düşer kalkarım! * Mezarda, benim selamımı duyarsın! Haberin olsun; zaten hiçbir vakit benden ayrı düşmedin, gözüme görünmez olmadın ki! * Senin içinde, gölge varlığın ötesinde akıl gibi, düşünce gibi daima seninle beraberim; zevk aldığın, neşelendiğin, sıkıntılara düştüğün, bunaldığın zamanlarda da senin içindeydim; senden ayrı değilim! * Ey beden oltasına düşmüş can balığı! Sen, avcıya bak; oltaya bakma!... * Başlangıçta, ezelde hep bir asıldık; sen, o asla bak! Şimdi ulaştığın ve hala içinde bulunduğun fer’e bakma!... * Sana varlığı bağışlayanın, mestliği verenin çevresinde dolaş! Yok olan, sende bulunmayan şeyler için ağlama inleme; sende bulunan, var olan şeye de sevinme, onlara bakma! * Kötü duygulardan, nefsani isteklerden kurtulmuşlara bak; onlar yücelere, ötelere koşmadalar! Günahlarla kirlenenlere, dibe çöken tortulara bakma!... * Kutsal suretlerle dolu olan dünyaya bak; yolunu bağlayan, fani olan şekle, surete bakma!... * Tuzağından kurtulan baykuşa bakma; aşk tuzağındaki kuşlara bak!... * Pusuya yatmış, senden daha iyi söz söyleyen biri var; o, şimdi susmakta ama sen onun susmasına bakma!... * Beni düşüncenin, endişenin eline bırakma! Çünkü düşünce de, insanın kanını bir başka türlü içerden emer durur! * Saki! O ham şarabı sunmaz isen, yüzlerce ham düşünce, yüzlerce ham hayal bana zahmet verir! * Borcum varsa da, bu eski hırkayı rehin olarak al ve borç olarak bir başka kadeh ver! * Allah’ım! Benim adımı; “Şarap içenlerin Kölesi” koy; ben, başka ad istemiyorum! * Öküz, elbette bülbül gibi ötemez. Uyanık olan akıl da mest olmanın, kendinden geçmenin zevkini bilemez. * Göklerdeki, yerlerdeki eserlerde görülen değişmeyi, halden hale girmeyi görmüyor musun? Sende ibadetle, insani vazife ile kendini yenile! Bugünün dünkü gününden daha iyi olsun! * Gam yiyenden de bir fayda görmeyecek hale geldikten, toprak olup gittikten sonra, senin güzel, paha biçilmez cevherini kim bilecek? * Kendi nefsinin eşeğine hizmetçi olursan, ermişlerin halkasında elbette sana yer vermezler, seni aşağılarda bırakırlar. * Can çocuğu, okulun da hocaların da hocası oldu. Allah’ım sen bu çocuğu o okuldan ayırma! * Harfleri saymaksızın gönülde beliren sözlere dikkat et! Bu sözler nereden meydana geliyor? Sözlerin rengi yoktur, fakat bu kainatta her şeyi güzel, hoş bir şekilde yaratan, her şeyi akıl almaz bir halde tertip edenden bir şekle bürünüp gelir. Aslında o sözler bizim değildir. Bizim ötemizde bulunan birisi o sözleri bize söyletiyor. * Putçuya söyle artık put yontmasın! Benim gönlüm puthane oldu. Başım da şaraphane, şarap yapılan yer oldu, meyhaneye gitme. * Bu dünya da öteki dünya da, her ikisi de senin emrinin kulu, kölesi olmuşlar sana boyun eğmişlerdir. Eğer istemiyorsan onları birbirine vur, ikisi de dağılsın gitsin! İstiyorsan onları koru, mamur et! * Varlık âlemine yokluk güneşinin nurunu düşür de, herkesi cennet nimetlerini istemez ve cehennem ateşinden korkmaz bir hale getir! * Ey soğuk mizaçlı kişi! Senin yıkanmak için hamamda kullanılan gönül tasın nerede? Manevi kirlerini ne ile temizleyeceksin? Zavallı; temizlenemeden bu hamamın yıkanma yerinde ne zamana kadar oturup kalacaksın? * Haydi, hamamın yıkanma yerinden çık, ama büsbütün kirlenmemen için külhan tarafına gitme, çamaşırların bulunduğu soyunma yerine gel! Elbiselerini giyinirken orada bulunan resimleri seyret! * Aslını ararsan, şu dünyadaki altı cihet, altı yön hamamdır. Hamamınsa sonundur, pencere ise mekansızlık alemidir. Padişahın o güzel yüzü pencereden görünmektedir. * Ey canların canlarının canı! Sen cansın, hatta candan da öte bir şeysin. Ey madenlerin kimyası! Sen bir madensin ama daha da ileri bir şeysin! * Ey baki olan, batmak nedir bilmeyen güneş! Ey her yerin çarşısının, pazarının sakisi! Ey zevk ve neşe kaynağı! Sen güzelliksin, güzellikten de öte başka bir güzelliksin, başka bir şeysin! * Ey Hakk mazharı, ey eşi bulunmaz, şaşılıp kalınacak varlık! Sen her gaybı, her gaibi bilirsin. Daha da neler bilirsin, neler! * Afyona benzeyen aşkla, bazılarını Leyla edersin, bazılarını Mecnun! Ey nuru ile gökleri aydınlatan! Sen daha başka bir şeysin! * Ey göğüslere nur, sabırlara ümit olan aziz varlık! Göklerdeki bulutları meçhul ufuklara doğru sürersin. Daha da neler edersin neler! * Ey peygamberlerin övündükleri aziz varlık, ey velilerin manevi yiyeceği, ey gönül köşkünü yapan! Sen daha da neler yaparsın neler! * Ey mağfiret hazinesi, ey merhamet denizi! Kapından başka dayanılacak kapı yok! Zaten senin kapından başka kapı yok! * Haberin yok; sen zamanın emrindesin, onun hükmü altındasın, mekan ise geçeceğin yerdir! Şu halde aklını başına al da, kendine muvakkat da olsa huzur bulacağın bir mekan seç! Zamanın değerini bil! Onu boş yere harcama yerinde ve güzel harca! * Sonunda öyle bir hale gelirsin ki, mekan da, zaman da; mekandakiler de, zamandakiler de sana bir şey yapamaz- lar. Çünkü sen mekân ve zaman kaydından kurtulursun. * Şu gördüğümüz gök kubbe döner ama aşk gökleri daha da hızlı döner. * Herkes aşk göklerinden korkar. Fakat o gök de senin gamınla senden daha da fazla korkuyor. * Ey çalgıcı! Zevk ve işrete yeni baştan başla! Sazını da bir iki tel daha petsen al, sesini yavaşlat! * Kavgayı bırak da dostlarla uzlaş, hoş geçin, savaştan vazgeç! Eline kadehi ve sürahiyi al! * Ey ruhanilerin sakisi! Ben bedenden kurtuldum ruh oldum. Kalk, kalk da halk kıyametin ihtişamını debdebesini görsün. * Sevgili ile sen, her ikiniz bir baş olduysanız, iki ayrı beden de bir beden olduysa, artık geri adım atma, artık şu başı da sorma! * Sensiz cihanın ne hüneri, ne değeri vardır? Sensiz o nasıl var olabilir? Can’la, cihan da senin kulun ve kölendir. Aslında can da sensin, cihan da sensin. * Yüzlerce güneş, yüzlerce ay, senin nurundan alınmış birer parıltıdır. Senin güneşin manevi olduğu için, hiçbir zaman batmaz. * Ey gönül, kendi nakşından, kendi hayalinden ne kadar çok korkuyor, ne kadar çok kaçıyorsun! Arkana dön de bir bak! Senden başka kimse yok! Sen kendi kendinden kaçıyorsun! * Artık yeter! Sen sakanın atından da daha aşağı değilsin ya! Saka bir müşteri bulunca atın boynundaki çıngırağı çıkarır. * Bu dünyaya ait olan altı yönden de, beş duygudan da kurtuldum. Hepsini de kırdım, geçirdim. Ya Rabbi! Bu beş duygu ile bu altı yönle bu dünyada kim savaşabilir; nefsani duygularını ayak altına alıp da üstün insan olabilir? * Dün padişahımın sarayına gittim. Canımı, sakinin elindeki sürahinin içinde gördüm. * Ona; “Ey sakilerin canlarına can olan aziz varlık!” dedim. “Allah aşkına kadehi doldur, ahdini, peymanını, verdiğin sözü unutma!” * Bir hoşça güldü de dedi ki: “Ey kerem sahibi, hizmette kusur etmem, sana saygı gösteririm.” * Güzel yüzü gibi parıl parıl parlayan şaraptan bir kadehe doldurdu da, kadehi öptü ve bana sundu. * Birbiri üstüne birkaç kadeh sundu. Onları içince içime bir ateş doldu. O ateş beni benden aldı, kendi ateş madenine götürdü. * Baht, kısmet, alın yazısı herkesi bir meyhaneye çeker götürür. Ben kimim? Ben kendime ancak gam yemeyi, ızdırap çekmeyi layık buldum. * Ben susayım, susayım da, meclisin emiri kendi gizli meclisinin yüz binlerce destanını size söylesin. * İnsan meleklerin yüksek iş ve güçlerini yapmaz. Yapmış olsa hepsinin uhdesinden gelmek gücündedir. * Ben bu gibi sözleri sayıp dururken, gökten şöyle bir ses duydum: “Bunlardan, bu sözlerden vazgeç ki yerine daha başka bir şey gelsin!” * Kim bugün bu dünyada nefsanî arzularını, şehvetini gönülden söker atarsa, her vazgeçtiği, özlem duyduğu, nefsani isteklerinin, arzularının her biri, mezarında ona bir huri olur, eş dost kesilir. * Kim azgınlık yolunda at koşturursa, at ona çifteler atar, o çiftelerden perişan olur, gider. * Sen şu gazeli yarıda bırak da ezel alemini düşün, o güzelliklere hayran ol, şaşır kal! Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, onları tamamlasın, hissettirsin. * Ey Senayi; gelmiyorsan, git kendi işinle uğraş! Dünyada herkesin bir işi vardır. Sen kendi işinle oyalan! * Görgüsüz ve basit insanlar gibi ne zamana kadar bir iki lokma ekmek için coşup duracaksın? Ne zamana kadar, onun kılıcını yiyeceksin? * Başını kaldır da bak! Haydi, zevk ve safa meclisine varalım. Bedensiz can gibi bir an olsun zevk ve safanın kucağına kavuşalım. Onunla kucaklaşalım. * Ben ölümden ebedi zevke, ebedi ömre ulaşacağımı haber aldım. Cenab-ı Hakk’ın lütfuna bakınız ki, ölümü ebedi ömür peygamberi yapmış, onunla ölümsüzlüğü müjdeliyor. * Varlığımızın göbeğini ebedi zevk ve safa ile kestiler. Biz zevk ve safa anasından bayram günü doğduk. * İnsanların peşinden koştukları zevk ve safa nedir, diye bana sor, söyleyeyim: * Ötelerde şu gördüğümüz hayat perdesinin ardında temiz ruhlar zevk ve safadadır. Nefsanî isteklere kapılarak şu dünyada arzu ettiğimiz zevk ve safa, onların zevk ve safalarının gölgeleridir. * Aklını başına al da, altına benzeyen varlığını gerçek, ebedi zevk ve safaya ver, gama kedere verme! Manevi zevk ve safaya layık olmayan altının toprak başına olsun! * Dur! Şu gök neden dönüp duruyor, sana söyleyeyim: Onu zevk, safa yıldızının parıltısı döndürüyor. * Sana beşin de, dördün de, yedinin de sırrını söylerdim ama zevk ve safa tavlasında bir iki oyunla yenildim de bu yüzden söyleyemiyorum, susuyorum. * Ey hoca! Neden yüzünü ekşitmişsin? Sen bu şeker ülkesinden, bu tatlılıklar diyarından git, burada herkes güleryüzlüdür. Burada kimse ekşi suratlı değildir. * Ezel âlemindeki gönül ülkesindeki tattan, şeker bile utanır. Sen böyle kaşın asık, çehren ekşi nereden geldin? Belli ki sen ötelerden, o neşe diyarından gelmemişsin. * İman sahibi de, iman da, din de zevklidir, tatlıdır. Helva tablasının ekşi olduğunu sen nerde gördün? * Bu ekşiliğin hepsi cinsi cinsine gider. Ekşi, ekşi ile birlikte gider olduğundan ötürü, ekşilik de senin önünde ve yüzünde toplanmıştır. * İlahi güneşin ışığı ile sıcaklığı ile olgunlaşmayan meyve, şeker kamışı bile olsa ekşidir. * Aşk güneşinin yakışına sabır gerektir. Sabret, şu uygunsuz hallerine, ekşi davranışlarına bak da bir iki gün sabret, olgunlaş, piş! * Kimi ekşi suratlı görürsen bil ki o, aşk ateşinden kaçmıştır. Hep gölge içinde kalan koruk, salkım, baştanbaşa ekşidir. * Hz. Âdem’in toprağı neden akik ile dolu? Tutsun da onu madenine kadar çeksin götürsün diye! * Gözün de, gönlün de incisi, Allah’ın Peygamberidir. O incinin getirdiği haberleri kulağına küpe yap! * Beden ötelerden can şarabı içince, burada başına gelecek şeyler de aslında ötelerden olur. * Hocam! Sen sevgilinin huyunu, vasfını yanlış anlamışsın. İşin sonucu hakkında gevşek bir zanna, kötü bir şüpheye kapılmışsın. * Gül yüzlülerin hevesine düşmüş, ahmakça sözler söylüyorsun. Ne olurdu, bir de narçiçeğine benzeyen kendi güzel yüzünü görseydik. * Korkudan topalıylasın da yolundan kalasın diye, yol kesenler aşka ölüm adını taktılar. * Bana kulak ver ki, sözümü senin kulağına küpe yapayım. İşte ben kulağıma küpe ettiğim sözlerden ötürü söze doydum. * Gözünü aç da her tarafta, altı yönde de parıl parıl parlayan nuru gör! Ey gözü, kulağı keskin kişi! Gökyüzüne kulak ver! Ötelerden gelen coşkunluk seslerini duy! * Canın selamlarını duy da, artık sözden kurtul! “Ol” kelamının manasına bak da şekillere kapılıp kalmaktan kendini kurtar! * “Akıl tacdır.” Hz. Ali temsil yolu ile böyle buyurmuştur. Sen de kendi için ile kendi özün ile taca bir başka güzellik ver, yeni bir parlaklık bağışla! * Ben ölüler gibi dirilip kalkmak için surun üfürülmesini beklemiyorum. Aşk bana her an üfürüp yeni bir can bağışlamadadır. * Can kaydına düşen kişi, nasıl olur da dünya hocası olur? Dünyaya gönül veren kişinin hocalık, efendilik hakkı olamaz. Çünkü o hür değildir, dünyanın kuludur, kölesidir. * Ay’ın dönüp dolaşması ömrü törpüler, hayatı kısaltır, azaltır. Hâlbuki sevgilimiz kendi devrine, devranına çok uzun bir ömür ihsan etti. * Diyorlar ki: “Zaman geçip gitti. Biz de zamanımızı doldurduk. Yaşamımız bitti. Biz ölünce bizim canımız, ötelere gitmez ki!” Bu söz de yalan! * Doğru yolu tutmayanlar, aşk yolunda yürümeyenler diyorlar ki: “Kulun Hakk’a varmasına da imkan yoktur!” Bu görüş de yalan! * Diyorlar ki: “Kula, gönül sırrını açmazlar, lütfedip kulu gönüllere almazlar, yukarılara çıkarmazlar!” Bu düşünce de yalan! * “Balçıktan yaratılmış olan insanın, gökyüzünde bulunanlarla, gök ehli ile dostluk kurmasına imkan yoktur!” diyorlar. Bu sözler de yalan! * Diyorlar ki: “İnsanın tertemiz ruhu, şu topraktan yapılmış olan yuvadan, aşk kanatlarını açıp da havalanamaz, ötelere gidemez!” Bu söz de yalan! * Bırak söyleyeyim, sözümden belki kavga çıkar ama kavgaya kulak verme, hiç aldırış etme. Bizim saltanatımız ve kahrımız insanlar tarafından meydana gelmez. * Dışarıda iken herkese selamlar ediyorum, âlem selamımla doldu. Sevgili ile mağaraya girince de; “Sana esenlikler, selamlar olsun!” derim. * Kalender, insan değildir. İşte sana kısa, özlü bir söz: O baştanbaşa bakıştır, görüştür. Gönül susarak konuşur. * Bütün kâinat, varlıklar, gönlün sarhoşu, gönlün! Dokuz göğün konakları, gönle ancak iki adımlık yoldur. * Ey gönül! Sen bu cihanı onun bahçesi olarak bil! Herkes, her varlık bu bahçede rızkını, nasibini bulmaktadır. Bu âlemi de onun pek büyük bir mağarası say! Onun lütfu, ihsanı geldiği zaman seni o karanlık mağaradan dışarı çıkarır. * Çıkarır da “toprak-su-hava-ateş” birleşiği içinde sana ne gül bahçeleri, reyhanları, türlü türlü şakayık çiçekleri, menekşeler, laleler hazırlar. * Dünya ehli sanki örümcektir. Her biri de sinek avlar durur. Onlardan hiç bahsemte, bana usanç gelmesin. * Bu kadar latif, bu kadar güzel, sevimli ve can bağlayıcı olan eşsiz varlığı bulamayan, tanıyamayan ve sevemeyen kimse cidden ne zavallı, ne kötü, ne sapık bir kimsedir! * Ey ruh kuşu! Günahlarından temizlendin, nefsinin kafesinden kurtuldun, mana kanatların açıldı. Haydi, geldiğin yere, kendi vatanına doğru uç, uç! * Şu gönülde nasıl bir iş yurdun, nasıl bir tezgahın var? Şu gönülde ne putlar yontuyorsun? Ne putlar yapıyorsun? * Gönül göklerden de yüce, göklerden de geniş olmasaydı, şu gönül ata binip gökleri dolaşamazdı. * Sustum. Artık gönül hakkında bir şey söylemeyeceğim. Çünkü gönlün vasıflarını saysam, aklın almaz, gönül senin düşüncene sığmaz. * İlahi rahmet gönlün kulağına gizlice dedi ki: “Ne istersen yap, fakat bizden ayrı düşme, bizi unutma!” * Tıpkı gözle gündüz gibi; sen bizimsin, biz de seniniz. Ne diye bizden ayrılır, kötü işler yapan, kötü kişilerin yanına gidersin? * Gönlün Allah aslanıdır, nefsin ise at. Akıl meydanı ata dar geldi de o daracık meydandan sıçradı “Söyle” alanına vardı. * Sözden harften geç de su gibi nakışlar kabul eder ol, şekilden şekle gir! Çünkü harf de dünyadandır, ses de! Dünya da zaten bir köprüden ibarettir. * Gül denilen varlık kimdir? Akıl bostanından, can bahçesinden gelmiş bir haberci. Gül nedir? Solmayan, dökülmeyen, hakikat gülünün güzelliğini, yüceliğini bildiren bir bilge. * Siz gülün yapraklarını yolarsınız, dallarını kırarsınız ama ona yeniden yeniye can verirler, onu diriltirler, ona yeniden yeniye kol kanat ihsan ederler. * Ey hoca sus! Dudağını açma! Gülün gölgesinde otur da gonca gibi dudak altından gizlice gülümse! * Ben görünüşte bir zerrenin yarısından da küçüğüm. Fakat aşk bakımından alemden de genişim, dünyadan da büyüğüm. * Bir damlayım ki, hem damlayım hem deniz! Çeşitli yönden, çeşitli şekiller ve hadiselerle denenmedeyim, imtihan edilmedeyim. * Bu sözü ben söylemiyorum. Bu söz aşkın sözü; ben bu ince sözü bilmeyenlerdenim, ben bir hiçim, hiç! * Bu hikâye, bu aşk macerası binlerce yıllık bir hikaye. Bunu ben nereden bileyim? Ben daha dünkü çocuğum. * Fakat öyle bir çocuğum ki, ben evveline evvel olmayan, kadim olan o ezeli büyük varlığa aidim. Beni o yarattı, bu çocuk yüzyıllardan onunladır. * Sus, insanın toprağını tozutma! Çünkü ben peri gibi buralarda gizlenmişim. * Derken aşktan bir ses geldi. Aşk; “Ey can” dedi; “Yola düş, bir mihnet ve ızdırap yurdu yarattım, oraya git!” * “Ben o mihnet yurdunu istemem!” diye çok yalvardım, çok ağladım, çok inledim, çok elbiseler yırttım. * Şimdi bu dünyadan ötelere gitmekten nasıl korkuyor, kaçıyorsam, oradan gelmekten de öyle kaçıyordum, öyle ürküyordum. * Ey can, korkma git! Nerede olursan ol, ben seninle beraberim, sana şah damarından daha yakınım. * Büyüler yaptı, beni oradan uzaklaştırdı. * Büyü dünyaları bile yerinden oynatır. Ben kim oluyorum ki; zaten ben göze bile görünmüyorum. * Beni yolumdan alıkoydu. Sonra da dilediği yola düşürdü. Gerçek yoldan çıkıp da o yola düşmeseydim kurtulurdum. * Söyleyeyim; asıl yurduna, nasıl dönersin, ulaşırsın; yazayım. Fakat buraya varınca kalemim kırıldı. * Cenab-ı Hakk Hz. Âdem’e kendi ruhundan üfürdüğünden beri, Ademoğulları o üfleyişten öyle mest olmuşlardır ki, kendilerine verilen canları bile tanımaz olmuşlardır. * Ezel şarabı ile mest olan insanoğlu, mestliğinden uyanıp matem eylemesin diye ilahi rahmet ecelin boynunu vurmuştur. * Hakk şarabı helal mi, helaldir. Allah köyünden gelen şarap haram olamaz. * Ben bir kulum, köleyim; ama efendimi azat ettim. Ben öyle birisiyim ki üstadı üstat ederim. * Ben öyle bir canım ki, dünyadan daha dün doğdum. Fakat köhnemiş dünyayı yeni baştan kurdum, imar ettim. * Benim davam budur: Ben çeliği çelik yapan bir mumum. * Ey yıldız, ey yıldız! Aç dudağını aç, hani bir sır vardı ya, o sırrı bana vaat ettiğin gibi anlat! * Her zerre, her damla, hem onu arar durur, hem de onun sözü ile onun lütfu ile; “Ben üstadım, ben üstadım.” der durur. * Bilmediğimiz, görmediğimiz bir gök vardır ki, o gökte bir şimşek çakınca bizler gökyüzüne, ötelere yükseliriz. Orada kendimizi gösterir, şu yeryüzünü de işe yaramaz eski bir hasır gibi dürer, kaldırırız. * Biz bir an kadim olan aşkın belasını içmedeyiz. Bir anda elest münacatına “bela” demedeyiz. * Yukarısı tamamıyla bağ, bahçe olmuş, aşağısı baştanbaşa define kesilmiş, bizde öyle şaşılacak kişileriz ki, ne yukardanız, ne de aşağıdan! * Sus, onun varlığı tecelli edince öyle bir var oluruz ki varlığımızı, var oluşumuzu biz de bilemeyiz. * Ey bilgin kişi! Nabzımıza bir el at! Biz elden çıkmışız, ama hangi elin yüzünden çıkmışız? Bunu bir anla! * Puta tapmak kâfirliğin temelidir. Ama bu canlı puta tapmasak biz kafir oluruz. * Her cins kendi hayat zincirini sürüyerek, kendi cinsinin yanına gider. Ben; kimin cinsiyim ki, burada şu tuzağa tutulmuş kalmışım? * Sen gönlümün etrafında dönüp duruyorsun. Ben de senin kapının önünde dönüyorum, dolaşıyorum. Elinde bir pergel gibiyim. Başı dönmüş bir halde senin etrafında dönüp duruyorum. * Şu halk senin hikmet definin çalınmasıyla oynar durur. Fakat senin istediğin perde vurulmadıkça, bir perde tutsun da oyuna, çalgıya girişsin; ben bunu ummam. * Ey hoca, eğer sen insansan neden şüphelere düşüyor, kuruntulara kapılıyorsun? Üzülüp duruyorsun? Senin hasedinden, hırs ateşinden canım dumanlar içinde kaldı. * Ya deli divane bir aşık ol; yahut da yanımızdan git! Şu hayat perdesine varlıkla, benlikle aksetme de, perdeyi yüzüne örtmeyeyim. * Ben hem kanım, hem de süt. Hem çocuğum, hem de ihtiyar. Hem kulum köleyim, hem de emirim. Hem buyum hem de o! * Ben hem şekerler dağıtan Şems’im, hem de Tebriz şehriyim. Hem sakiyim hem mestim, hem meşhurum, hem de gizli. Beni hiç kimse göremez. * İster şerde olayım ister hayırda, hayrım da şerrim de benden değil, başkasındandır. O beni nereye çekerse oraya giderim. Başka bir çarem yok. * Ey usta çalgıcı, vur vur! Elindeki defe vur! Gönlümün yolunu da vur, beni şaşırt! Zaten ben evin yolunu kaybetmişim, evi bilmiyorum. * “Enelhakk” dediği, gerçeği işaret ettiği için halk gerçeği anlayamadı, Hallac’ı darağacına çekti. Hallac sağ olsaydı sırlarımın azametinden ötürü, o beni darağacına çekerdi. * İnsanları sarhoş eden, coşup köpüren şarapla aynı cinstenim. Hırkalarını satanlardan değilim. Neden durumu sevgiliden gizleyeyim, örtüneyim? Ben mestim. * Bilmiyorum, sen güneş misin, Zühre yıldızı mısın? Yoksa ay mısın? Aşkla başı dönmüş bu deliden ne istiyorsun, bilmiyorum. * Galaksilerin süslediği hudutsuz göklerde, güzeller gibi sayısız yıldızların etrafında döndükleri dergahın nasıl bir dergahtır bilmiyorum. * İnsanların padişahlığı masaldan ibaret! İri taneli inci, padişahın nazarında nasıl değersizse, mana padişahlığının yanında da dünya padişahlığı öyle değersizdir. Ben baki olan ölümsüz padişahlar padişahından başka bir padişah bilmiyorum. * Sen ne de sonsuz bir güneşsin ki, senin ışığın içinde oynaşan bütün zerreler söz söylemede. Sen Allah’ın zatının nuru musun? Yoksa Allah mısın, bilmiyorum! * Ben bu dokuz kat göğü, insanı büyüleyen şaheserler ortaya koyan ressamı gereği gibi bilemiyorum, bilemiyorum. * Bana her tarafa gitme, sen üstatsın, buraya gel diyorsun, ama ben o mekansızlık yerini bilmiyorum, bilmiyorum. * O bazen benim yakamı tutar, beni hırpalar, perişan eder. Beni hırpalayan o güzel huyluyu bilemiyorum, bilemiyorum. * Ben musikiden zevk alan, güzel seslileri dinlemeyi iş edinmiş bir canım. Çalgıcı olmadıkça huzur bulamıyorum. Musikiyi ve neşe arayan canımı bilemiyorum, bilemiyorum. * Yeryüzü bir kadın gibi, gökyüzü de onun kocası. Bu kadın kedi gibi kendi yavrularını yiyor. Fakat ben ne kadını biliyorum, ne de o kocayı. * Zahire bakan, görünüşe kapılan; “Hz. Âdem’e melekler secde ettiler” der. Ama Hz. Âdem’in hakikatini gören; “Aptal!” der, “Nasıl olur da Adem bedenden ibaret olur, buna imkan var mı? Melekler Hz. Âdem’e değil, Hz. Âdem’de bulunana secde ettiler.” * Ben takdirin, o acı emrin hükmü altındayım. Bazen kervanbaşıyım, bazen deve, bazen göç davuluna tokmak vururum. Bazen bayrağın perçemi olurum. * İster davul, ister davul çalan olayım. O büyük padişahın ordugahındayım ya! Bu değişikliklerden, bu renkten renge girişlerden ne diye üzüleyim! Ne olursam olayım, padişahın hizmetindeyim ya! * Ben bir mum gibi söz söylemeden her şeyin suretini gösteririm. Eğri büğrü düşünmem. Çünkü düşündeki yazının işareti olurum. * Aşk der ki: “Ey aklı başında olan kişi! Sunduğum şarabı ganimet bil. Al, iç sarhoş ol! Ey aç kişi! Seni doyurduk. Ey burnu koku almayan! Seni iyileştirdik.” * Efendimizin, sahibimizin nimetlerine şükrettik. Zaten efendimiz buna layık, bu zevkin sonu yoktur. Bu kadeh, adi kadeh değildir. Bu aşk şarabı kadehi kırılmaz. * Ey seher vakti bana şarap sunan sevgili! Nazı bırak da bir şeyler söyle. Seninle de mest olmak istiyorum: “Hiç olmazsa şarabı sana ben verdim.” diye söylen! * Bütün dünya ve dünyadakiler, kendi vesveselerine uymuş, yollarını kaybetmişler, dinlerinden dönmüşlerdir. Bense öyle büyük bir aşkın lütfu ile kendi şerrimden bile kurtulmuşum. * Kendimden şu yüzden incinip durmadayım: Ben kabıma sığamıyorum, bir yerdeyim ki, oraya baş bile sığmıyor. Sarıktan kaçarsam haklıyım. * Bulunduğum hale, bu devlete ulaşmam için binlerce yıl gerek. Kıymetini bilmez de bu sefer kaçarsam, bu devleti bir daha nerede elde edebilirim? * Hasta değilim, namert de değilim. Niçin güzellerden çekineyim? Mide fesadına uğramadım ki meyhaneden kaçayım. * Ben kapımın önünde düşüp yıkılan sarhoşu hor görmem. Kapımdan sürüp kovmam. Evimde şarap varsa, önüne korum. Onunla beraber ben de içmeye başlarım. * Misafirim olan sarhoş benim canımdır. Başımın tacıdır. Benim sultanımdır. O bana o kadar azizdir ki, yerde oturmasın, kalksın, benim başımın üstüne otursun. * Ey sarhoş dostum, ey bana çok yakın olan aziz varlık! Bana çok içir, beni çok sarhoş et! Çünkü ben az sarhoş olduğum günü ömür saymam. * Ömrümü altın gibi şaraba vakfettiğimden sakiden başkasının yüzüne bakmam. Sakinin emrinden dışarı çıkmam. * Ben kendimi ne zamana kadar deneyeceğim? Ne zamana kadar şu aklı sorguya çekeceğim? Ben sarhoş olduğum gün kendini düşüncelere kaptırmış ilan canımın gemisi olurum da, gezer dururum. Hâlbuki aklım başımda olduğu gün, demir atmış bir gemi gibi, olduğum yerde kalırım. * Beden şarabı nerede? Can şarabı nerede? Beden şarabı üzümden yapılır. Can şarabı ise ötelerden gelir. Gök nerede, ip nerede? Sen, sonu baş ağrısı olan hayırsız bir kadehle sarhoşsun. Bense ötelerden gelen Kevser havuzunun şarabı ile sarhoşum. * Şunlar da senden ibaret, bunlar da! Bundan da münezzehsin, ondan da! O geniş ova da sensin, şu dağ da! Kerem ovası da sensin! Çünkü her şeyi sen yarattın, her şey senin emrinle var oldu. * Söz söyleme aşkı da sensin, susma sevdası da sen! Anlayış da sensin, kendinden geçiş de sen! Kâfirlik de hidayet de senden, adalet de sitem de sendendir. * Ey padişahlar padişahına padişah olan! Ey akıl, ey can ülkesine taht kuran, ey yüzlerce eseri, nişanesi olduğu halde, kendini göstermeyen! Ey yokluk denizi olan aziz varlık! * Resimler aynı kalemden çıktıklarını bilselerdi, her resim ile süt ile bal gibi kaynaşır, birleşirdi. * Senin civarında can vermek için sana doğru gelene, gayretin; “Git!” der. Lütfun, ihsanın; “Beri gel!” diye çağırır. * Herkes bir vehim, bir hayal peşine takılmıştır. Yerden yere çeker durur. Fakat o hayal ordularını çeken de sensin. * Ey mülk sahibi, ey devlet sahibi! Sonunda bir hayal getirirsin. Üstünlüğü, büyüklüğü bir önce gelen hayalden kapar alırsın. Onu bunun esiri yaparsın. Hikmetinden sual olunmaz. * Susayım, dudaklarımı yumayım da şu dünya benim bu sözlerimden karışmasın, darmadağın olmasın. Zaten sen söze sığmıyorsun, artık fazla eksik ne söyleyeyim? * Şu dünyada yaşayan insanlar, hep “ben” ve “biz” deyip duruyorlar. Şu yüz binlerce ben ve biz içinde acaba ben nasıl bir benim? İnsan kalabalığından gelen gürültüye kulak ver! Beni konuşturmamak için elini, ağzıma koyma! * Asıl olan sensin, ben kimim? Ben senin elinde bir aynayım. Sen her ne gösterirsen, ben oyum. * Ezel mühendisi, can için gizli bir ev yaptı. Biz o evin içinde mühendisle beraber oturmuşuz, evin hesaplarını yapıp duruyoruz. * Senin nefesinle kaç defa öldüm, yine dirilirim. Senin yüzünden bir kere değil, bin kere ölsem korkmam. Ben yine ilk öldüğüm gibi, yine o çeşit ölürüm. * Anasının kucağında ölen çocuk gibi Rahman’ın rahmet kucağında, acıyış bağışlayış kucağında ölürüm. * Bu ne biçim söz? Âşık olan ölür müymüş? Ab-ı hayat kaynağında ölmeme imkan var mı? * Sen aklın da aklısın, gönlün de gönlüsün. Sen yüzlerce cansın, artık biz de senin sayende şu gölge varlığa, şu bedene sırtımızı dönmeliyiz. * Mademki gökyüzü damına bizim için çadır kurdular. Eşeklerin yayıldığı şu yeryüzü çayırlığından niçin çadırımızı sökmeyelim? * Biz dağlardan aşağılara doğru akan sel gibiyiz. Sen ise denizsin. Biz uzun zamandan beri senden uzak düştüğümüzden ötürü başımızı ayak yapmışız. Koşa koşa yüzümüzü yerlere süre süre denize, asıl vatanımıza gidiyoruz. * Sana doğru koşarken bu yolda sel gibi naralar atmadayız. Yüz üstü akmadayız, denize yol bulamamış, çukur yerlerde kalmış, kendi çevresinde dönen kokmuş su gibi kendimizi bağlamamışız. * Gizlemek, meydana çıkarmaya tam bir sebeptir; susmak, dilsiz gibi davranmak da anlatışın ta kendisidir! * Hayatta iken yaptıkların, her düşünce çocuğunun, senin ölümünden sonra mezarının etrafında; “Baba, baba!” diye dönüp dolaştıklarını görürsün! * Güzel düşüncelerinden huriler, güzel delikanlılar doğar; çirkin düşüncelerinden ise koca şeytanlar meydana gelir! * Mühendisin gizli düşüncesini, tasavvurunu seyret; ondan köşk olmuş, saray meydana gelmiş! Ezeli takdirin sırrına bak; ondan bunca dünyalar var olmuş! * Kendi sırrını, gizlediğin şeyi biliyorsun ama o gizlideki gizleneni bilmiyorsun? Gizlenen, gönüle benzer; gizlediğin şey de, dil gibidir! * Gizlediğin şey güzel bile olsa, emin olma! Emin olma ki, emin olmayanlar daima eman bulurlar! * “Ey süsen! Yazıklar olsun sana; dilini niçin çıkardın? diye sordum. “Ya bizim gibi konuşma, dilini tut yahut da durumu anlat!” * Dedi ki: “Dilim söz söylemez ama halimizi bildirir! İşin sonu iyi olmasaydı, hiç çimenler gelişir, yeşerir miydi?” * Sen Hz. İsa ol da, senin evin olmasın; ne zararı var! Sen, göz ol da, sana bir göz örtüsü kalmayacakmış; kalmasın! * Bugün sen mi daha güzelsin, ben mi daha güzelim? Sen; bensiz nasılsın, benimle beraber olunca nasılsın? * Hayır, hayır! “Ben” “sen” deme; bunları bırak! Zaten sen ben ayrı değiliz ki! Seninle benim bir ayrılığımız yok ki; “sen” “ben” deyip duruyorsun! * Sen, sensiz, ötelerde, ta göğün üstünde idin; ben de, yıllar boyunca bensiz dim! * Ben kabuktayım, kabuk gibiyim; sense özsün, özüm gibi tatsın, sudan ibaretsin! Ben nerdeyim, sen nerdesin? Kabukla öz bir olur mu? * Bütün bu perdelerin ardından, bir gün ansızın çıkagelir! Bir tecelli, seni senden alır, bütün putlar kırılır! O zaman, ne bu kalır, ne de o! * Uykuda iken can bedenden çıkıp gider, hayal alemine dalar! Beden, olduğu yerde kalır; sen, artık başka şekle bakma! * Sen dersin ki: “Ben rüyada kendimi gördüm! Sanki bir selvi imişim; yüzüm bir lalelik, bedenim ise gül, yasemen!...” * Fakat uyanınca, o selvi hayali geçer gider ve can, beden evine döner gelir! İşte bu hallerde, bilenlere, anlayanlara ibretler vardır! * Bu hususta söylenecek çok şeyler var! Var ama; fitne çıkacağından korkuyorum, söyleyemiyorum! * Tövbeyi bozmak, binlerce tövbe tuzağından kurtulmak zamanı geldi! * Gönlün ve canın ellerini çözmek, gamın ve kederin ellerini bağlamak gerekiyor! * Sevgili, bir bağı çözer, koparırsa dikkatle bak; o çözmede, o koparmada yüzlerce bağlama yüzlerce uzlaştırma vardır! * Kendini ölü gibi gösterme ki, insan ruhu ile dirilesin!... * Dedi ki: “Benlikten kurtulduğun, kendin aradan çıkarak söylediğin söz, Kur’an’ın esrarıdır! * Sen arada olmayarak yaptığın iş, iyi bil ki, Hakk’ın yaptığı iştir! * Gazelin geride kalan kısmını gizlice söyleyeceğim! Çünkü bu söz; hamların, anlayışı kıt kişilerin yanında söylenecek söz değildir! * Gökyüzü bir hırka gibi sema ediyor; fakat hırkanın içindeki sofu görünmüyor! Ey Müslümanlar! Bedensiz bir hırkanın oynadığını kim görmüştür? * Hırka, beden ile oynar; beden de canla oynar! Canın boynunu da, sevgilinin aşkı bir iple bağlamıştır! * “Filan sana kâfir diyor, bir başkası da sana din adamı diyor!...” Bunlardan vazgeç, gözünü aç da, bundan sonra etrafına halkın gözü ile bakma! * Allah, sana basiret gözü, gönül vermiş! Öyle bir göz vermiş ki, senin mahmur bakışlarına karşı Cebrail’in kanadı secdeye kapanır! * Şekil ve suret âşıkları, “Bal bulurum!” ümidiyle ayran çanağına düşen sinek gibi şekle, surete, görünüşe kapılmışlardır! * Ey Hakk aşığı; neşelen! Seni yükseklere uçuracak kanatların olduktan sonra balçıktan sana ne gam var? * Ey rahmetten kovulmuş olan Şeytan insan, Cebrail’in bile sana kul, köle olmasını istiyorsan, benliği bırak; git, Hz. Adem’e secde et de… * Kanlar içen, birçok yolcunun ölümüne sebep olan çölün sendeki Kabe’den haberi olsaydı, her taraftan ırmaklar akar, gül bahçeleri yetişirdi! * Gönül sahnesinden her an insanoğlu gibi biri doğup çıkar fakat ortada ne erkek vardır, ne de kadın! * Derken, onun yanından, arkasından adamcıklar dökülür ve yeryüzü onlarla dolar taşar! * Bu şekilde, daha elli beyit söylemek isterdim ama sen ağız açar konuşursun, diye ben, ağzımı kapadım! * Her padişahın kulları onu korurlar, bekçilik yaparlar! Bizim padişahımız ise kullarını korur, onları gözetir; onlara gözcülük, bekçilik yapar! * Bizim padişahımız, uykuyu da bilmez, uyanıklığı da! O, bize çok yakındır, o bizim canımızın, damarlarımızın içinde dolaşmaktadır! * Allah’ın kaza ve kader oku, yaydan fırladı! * Gayb; yeryüzüne ekilmiş tohum, topraktan baş gösterdi, bir ağaç gibi boy attı, apaçık meydana çıktı! * Yıldızların dolaştıkları yer gökyüzüdür; hayvan da, selvi gibi, yasemin gibi toprağa bağlıdır! Herkesin, her şeyin bir yurdu, bir vatanı vardır! Ey insanoğlu; senin vatanın neresidir? * Sen, canların canısın; âşık olmayan canları kır, yok et! Asıl insan sensin; insan olmayanları, insan şeklindeki varlıkları ortadan kaldır! * Sen, ölümsüz bir cevhersin! Gel, gözlere gir, gözlerde kal; senin gibi olmayanları taşlarla kır geçir! * Ey mana güneşi! Hakk’ın göklerinde ilahi nurlar saç, gözleri kamaştırarak parla; gökyüzündeki yıldızları kır, birbirine geçir! * Halkın gönüllerini, gaybı bilir bir hale getir; kendi ayıplarını değil de, başkalarının ayıplarını görenlerin gönüllerini kır! * İz, eser; izi, eseri olmayana perdedir; izsizliği, esersizliği al; izi, eseri kır geçir! * Karanlık geceyi gündüz gibi aydınlat; bekçilerin insafsızlığını kır geçir! * Ey Tebrizli Şems! Sen, Hakk’ın bir güneşisin; can mumunu da, şamdanını da kır geçir! * Aklını başına al, çalış çabala da bilgisizlik leğenini gönlünün üstünden kaldır! Kaldır da, can maşrıkın- dan-doğusundan parlak bir gün belirsin, ortalığı aydınlatsın! * Ey Tebrizli Şems; sen, can maşrıkından doğ! Çünkü senin güneşin candır; bütün dünya ise bedendir! * Gel de, benim gönlümden kelimesiz, sözsüz nükteler duy; aklın almadığı, şaşırıp kaldığı, anlamaya sığmayan şeyleri anla!... * Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanıyorsun? İnsanların taş gibi duygusuz sandığın yüreklerinde öyle bir ateş vardır ki; sır perdesini tamamıyla yakar, yok eder!... * Sır perdesi yanınca insan, Hızır-a.s.’ın hikayelerindeki manayı da, ledün bilgisini de tamamıyla anlar! * Canın da, gönlün de içinde o eski ezeli aşktan güzel hikayeler belirir; yeni şekiller meydana gelir! * Sen; “Ant olsun kuşluğa ki,…” suresini okuyunca, güneşin ne halde olduğunu gör! “Hiç kimse ona eş olamaz!” ayetini okuyunca da, manevi altın madenini seyret! * Ey ilkbahar; sen, bizim canımızsın! Bize yeniden can ver, canımızı tazele; bağları bahçeleri çiçeklerle doldur; tarla ları, ovaları gençleştir! * Eğer sen iyi insan isen; pek büyük bir kişi isen, git de eğreti padişahlığa, eğreti taç ve kemere, eğreti servete, mala mülke gülmeyi ölüm vaktinde ecelden öğren! * Ey hoca! Eğer sen İsa huylu isen, şehvet duygularını gideremediği için üzülen, gamlanan erkek ve kadına; “Gülmeyi git de Hz. İsa’dan öğren!” de! * Canlar, ruh âleminden geldiler, toprağa ve suya esir oldular! Sen, bu balçık yurduna bir baskın yap da, esirleri kur- tar! * Samandan ve ottan başka bir şey görmeyen hayvan canı, Allah’ın kudreti ile akıl, fikir gül bahçesine layık oldu! * Allah’a yemin ederim ki, ne yağlı yemeklere meylim var, ne de ballı tatlıları canım istiyor! Altın dolu kasede de, altın kasede de gözüm yok! * Bütün yeryüzündekileri zamanı gelince öldürüyorsun! Bu hali gören ay, gökyüzünden bağırıyor! Diyor ki: “Bu ne şaşılacak şey; bu ne kudret, bu ne temkin, bu ne cömertlik!...” * Allah’a hamd olsun ki, bu ülkeye ulaştım! Aşkın, bana; “Oturma, yürü!” dedi. Meğer tamamıyla doğru imiş! İşte, dediği çıktı; yürüyorum! * Beni ayakta görünce başı ile işaret etti de; “Otur, rahatına bak!” dedi. “Ne diliyorsan dile; o, eline geçecek, muradına erişeceksin!” * Bütün varlıklar onun aşkı ile mest olmuşlar da, ona secde etmedeler! Kurt ile kuzu uzlaşmış; gönüllerde ne haset kalmış, ne de kin!... * Öyle mest olmuşlar ki, köyün yolu ile evin yolunu ayırt edemiyorlar! Biz insan mıyız, yoksa kırmızı gül müyüz; farkında bile değiller! * Herkes eline bir kadeh şarap almış; “Söyle ey şekerler gibi tatlı, güzel padişah! Ne yapayım; bunu içeyim mi, yoksa birisine mi bağışlayayım?” diyor! * O da cevap verip diyor ki: “Sen içmene bak; neden bağışlamak istiyorsun? Hele sıra sana gelince, bağışlamanın yeri mi var?” bunu duydum da içtim. Zaten ben, onun kuluyum; içmeyeyim de ne yapayım? * Sen, bu arş şarabını iç! Bu öyle bir şarap ki, bir kadehini ölünün avucuna koysan, ölü dirilir, telkine cevap verir! * Artık bu dünya evinden bıktım, usandım; göklerin üstüne çıkmak, ötelere gitmek zamanı geldi! * Ey hakikati göremeyen körlerin emiri! Ben sana; “Delileri azdırma, imansızları coşturma!” demiyor muydum? Mademki inanmıyorsun, sus, söyleme! * Bana; “Görünmez âlemde olanları göster!” diyorsun; yiğit, yürekli erlerin hayvanlarla ne ilgisi var? * Şu dünyada her şey, insanoğlunun aklının eseridir; bu yüzden her şey, insanoğlunun aklının kölesidir! İşin tuhaf tarafı şu ki; akıl da gelmiş; “Ben, ilahi aşkla mest olanların kuluyum, kölesiyim!” diyor! * Dünyanın her cüz’ünü, her parçasını seyret; hepsi de hareket halindedir; bir yerden bir yere geçip gitmedeler! Şunu iyi bil ki; her şey, bir yolculuktan gelmiştir! * Hoca! Senin elini tutup çekeceğiz; seni, iyiden de, kötüden de kurtaracağız! * Gaflet gecesidir; senin mest oluşun da uzadıkça uzadı! Ama biz, sabah güneşi gibi doğup her tarafı aydınlatacağız! * Dünya bahçelerindeki her meyve oldu, kemale geldi! Ey taş kesilmiş üzüm koruğu; sen, bir türlü olmayacak mısın? * Ey gönül; galiba sen işin farkında değilsin! Sen, asıl kendi şehrinden sürülmüşsün; sen, burada gurbettesin! “Ey Allah’ım! Benim adamlarım nerede; soyum sopum nerede?” diye feryatlar içinde, şu kirli dünyada kalmışım!... * Gönlüme; “Nasılsın?” diye sordum. Dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki; haya- line ev olduğumdan beri, canıma canlar katmadasın!...” * Topraktan doğmak, toprakta çürümek hayvan işidir; gönlün, canın işi değildir! * Dedim ki: “Ben, ötelerden gelip bu bedene girdim, iki-üç gün bu bedende kaldım! Bu balçık bedenden beni geldiğim yere ne zaman çağıracaklar?” diye korku ve ümit içinde yaşıyorum. * Dedi ki: “Sen, balçıkta değilsin; sen, bu taraftasın, mana alemindesin! Şu görünen, senin gölgendir! Benim sanatım, seni tuttu, bu mana aleminden aldı götürdü, balçık bedene hapsetti; bir gölge varlık olarak seni, birkaç gün için bu dünyada bıraktı!” * Dilberim, beni yaratanım bu sözü söyleyince, aklım başımdan uçtu gitti! Hikayenin kalan kısmından akl-ı küll bile bir koku alamaz! Artık, ben kim oluyorum da konuşuyorum, konuşmak benim ne haddime!... * Ey gönül! Seni anlatmaya dilim dönmüyor, gücüm yetmiyor; harfler, seni anlatmaya kafi gelmiyor! Seni anlatmak için yeni harfler, yeni kelimeler bulmak gerek! * Gül bahçesi, yüzlerce gülle dolar, dedikodu biter, zaman doğurmaya başlar, zaman doğurmaya başlar! * Dünyayı yok saymak, görmemezlikten gelmektir; geldiği ve tekrar gideceği alemi düşünmek, kendini anlamaya, bilmeye çalışmaktır! * Bu dünya vatanının altı yönü vardır! Orada kıbleler çoktur; tek bir kıble arama! Yürü; sen, yoklukta yuva kur; orada yönsüzlük, vatansızlık kıble yeridir! Yokluk sırrını anlamaya çalış!... * İçinde yaşadığımız zaman, bir eskicidir; hep eskiler alır satar! Sen, orada ölümsüzlük arama; ölümsüz yaşayış yaylasını, zamanın dışında ara! * Sen balçıktan yaratılmış idin, gönül oldun; bilgisizdin akıllandın! Seni bu çeşit buraya getiren, yine çekip sürüyerek seni buradan oraya götürecektir! * Beni yokluktan var eden, beni yaratan, her an beni söyletmede! Sonunda da, beni söyleten kerem buyurdu ve bütün söylediğim sözler, O oldu! * Bir zamanlar beden yoktu; ben, tamamıyla candan ibaret idim, seninle göklerde beraber idim! O zamanlar birbirimizle konuşamıyorduk; ne benim söz söylemem vardı, ne de söz işitmem! * Biz, dönüp yine efendimize, yaratanımıza gidenlerdeniz; hem de tertemiz bir özle! Çünkü biz, O’na isyan edenlerden değil, emirlerine boyun eğenlerdeniz! * Efendimiz ne diye bizi satın almaya kalkışır? Zaten biz, kendimizi O’na satmışız! * Acıkan kişi fazla yerse, mide fesadına uğrar! Fakat biz, O’nun bakışlarına acıkmışız! * Sen ölüp gidince, toprak altına atılınca, ebediyen zayi olup gideriz sanırsın! Halbuki bizler, vade verdiği yerde O’nunla tekrar buluşacağız! * Bedenin, bu dünyadandır; gönlün de, o dünyadandır! Bedenin dostu heva, heves, şehvet, hiddettir; gönlün dostu da Hakk’tır! * Senin gönlün, bu dünyada gariptir; onun da derdi, gamı gariptir! İkisi de ne şu yeryüzündendir, ne de gökyüzündendir! * Eğer sen canın ve aklın dostu isen, hakiki dosta ulaştın, canını kurtardın demektir! * Fakat canın ve aklın dostu değil de bedenin, heva ve hevesin dostu isen, şu yeryüzünde kalmaya mahkumsun! * Sen sonsuzluğun mesti olunca, ezel kılıcını eline al ve yiğit bir Türk gibi varlık Hintlisini bozguna uğrat! * Şu hayvana bak; başı yerdedir! Evet; otlamakla meşguldür! Sen, hayvan değilsin; Adem soyundansın! Başını göklere kaldır! * Hz. Âdem’in medresesinde Hakk’a mahrem olunca, gökyüzünün en üst kürsüsüne otur, ilahi isimlerden ders al! * Hz. Meryem’in İsa’sı göğe çıktı da eşeği aşağıda kaldı! Benim de şu bedenim, gölge varlığım yeryüzünde kaldı da, gönlüm göklere, ötelere yükseldi! * Sus; artık söyleme! Çünkü şu ağzımızdaki dilin söyledikleri, gönüle, cana perde olmadadır! Keşke şu yarım yamalak konuşan dilim gönlümün sırlarına vakıf olmasaydı da, gönlüm konuşsaydı! * Sen, canımda gizli olduğun halde, canımın Senden haberi yoktur! Cihan da zatınla dopdolu; fakat cihanın Sen’den haberi yok! * Sen, can ve gönülden ibaret olduğun için, can Seni nasıl bulabilir? Sen candasın, gönüldesin ama canın da, gönlün de Sen’den haberi yok! * Senin manevi hayalinin gönülde nakşı varsa da, hayal, zatını bilemez! Bu yüzden hayalin de Sen’den haberi yoktur! Adın dilimde, Seni tespih ediyorum, zikrediyorum ama Seni zikreden dilimin de Sen’den haberi yoktur! *Aslında, yarattığın her şey, bütün varlıklar namını nişanını bilmektedirler. Fakat ben, şunu gördüm ki, nam ve nişan da Sen’den habersizdir! * Allah’ım! Sen’in zatının ne olduğunu anlamak için uğraşan gayret sarf eden bütün mütefekkirler, bilginler, inanç ve tahminlerinin derinliklerinde kayboldular! Yakin, yani Sen’i tam olarak gereği gibi bilme de, şüphe de Sen’de! * Dünya var oldukça bütün insanlar, yaşadıkları ömür boyu Sen’i anlatsalar, Sen’in yaratma gücünü, sanatını, kudretini açıklasalar yine bitiremezler! Çünkü Sen’i etraflıca anlatma, açıklama Sen’den habersizdir! * Sinek, Cebrail-a.s.’ın açtığı zaman gökleri kaplayan, güneşleri göstermeyen kanadından nasıl bahsedebilir? Allah’ım; Sen’i tarif eden, anlatan insanların hepsinin de Sen’den haberleri yoktur! * Ey can Musa’sı; sen, çoban olmuşsun! Sürüyü bırak, Tur Dağına çık!... * Ayağından nalınlarını çıkar, Tuva Sahrası’na yalın ayak yürü! * Sana dayanak, asa değil, Hakk’tır; asayı elinden at; ondan vazgeç! * Heva ve heves Firavunu hayvan olunca, onun boynuna çıngırak tak! * Ey hoca! Sen, zahit olmaya, bu hususta bilgi edinmeye uğraş! Çünkü sen, aşkı, çalışıp çabalamayla elde edemezsin! * Bundan önce, Tebrizli Şems, bunları söylemişti; ama işitecek kulak nerede?... * Güneşe, mehtaba iltifat etme, yüz verme! Çünkü sen, bu dünyaya ait değilsin! Sen, ötelerden geldin; o eşsiz güzelden başkasını dileme! * Kâse nasıl suyun üstünde durmaz çalkalanırsa, sen de o olmayınca bir yerde karar kılma, sen de çırpın dur! Eline kâseyi alıp her mutfağa koşma! * Bu çarıkla bu posta bağlanmak, aslı unutmamak iyi bir adettir! Bu âdeti kıble edin de, onun lütfunun gerisini seyret!... * Eziyete düşüp belalara uğradın mı, çarığı görmeye başlıyorsun! Hiçbir illete uğramamış gibi, hiç hasta olmamış gibi kendini yorgun say, hasta gör! * Bizim çarığımızı, erlik suyu gibi düşün; postumuzu da, ana karnındaki kan say! Akıl ve görüş incisini ise, padişahın ihsanından bil! * Padişahın önüne inciyi koy ki, seni köy ağası yapsın! Eskileri ver, yenileri al; taneleri ver de ambarı gör! * Toprağın her zerresi ruh oldu, tertemiz can kesildi! Artık ona “toprak dünyası” deme; ona “her şeyi altın haline getiren iksirin, ilahi aşkın mayası” de! * Kimseye kâfir, mümin deme; iyiyi kötüyü arama! Hepsi de senin yüzünden, senin aşkınla yıkılmış, kendilerinden geçmişlerdir! Kendilerine gelmeleri için bir efsun oku! * Senin mestin olmayan, senin güzelliğin ile büyülenmeyen kim vardır? Senin elinde bir tavla zarı olmayan kimse var mıdır? Ne olur, kerem elini aç. * Bizler, güneş ışığı içinde titreyerek oynaşan zerreleriz! Bu balçık zerresinden azıcık toprak al da, sürme gibi ayın gözüne çek!... * Herkes, aşk ateşine kendini atamaz! Cins atlar, padişahı taşırlar; işe yaramaz, ahmak atlar ise, palan yüklenirler, tezek taşırlar! * Önce, bizi adam et, aşka layık bir kişi haline getir! Sonra, bize şarap sun; kadehi durmadan döndür!... * Dünya sevgisi, dünya tuzağı öyle berbat, öyle fena bir tuzaktır ki, padi- şahlar ve aslanlar, köpekler gibi, o pisliğin içine düşmüşler, boğazlarına kadar gömülmüşlerdir! * Bundan daha fazla şaşılacak bir tuzak vardır! Oraya düştünse, görürsün ki, aklı olmayan, saf olan, kendini görmeyen kişi o tuzağa topuğuna kadar batmıştır da, zeki olan, aklı başında olan kişi boğazına kadar o tuzağın içindedir! * Artık, söylemeyi bırak; nefesin kesiliyor! Ben yorulmasaydım, nefes nefese gelmeseydim, seni, boğazına kadar söze garkederdim! * Bakırı, iksir sürerek altın ederler! Bu, bir başka bilgidir! Senin yaptığın bu işlerle bakırın altın olmaz! Ermişlerden uzak kaldığın için, balçık mertebesinden kurtulamazsın, yücelemezsin, insan olamazsın! * Hakk yolunda nice savaşlar var! Öyle her yol başında durma; vakit geçti, gün bitiyor! Sense, lüzumsuz şeylerle oyalanıp duruyorsun! * Aslında bahar, bağlarda ve bahçelerde kıyametin kopmasıdır, toprağın içinde gizli olan sırların açığa çıkmasıdır, meydana vurulmasıdır. Çin güzellerinin gönüllerini göstermesidir! * Onlar, gizli bir dille bize diyorlar ki: “İnsan isen, eğer sende bir gönül varsa göster! Senin gönlün, insanlığın ne zamana kadar balçık içinde gizlenecektir?” * Şahin, doğan kuşuna diyor ki: “Bu güzel avları yokluktan kim aldı da yeryüzüne getirdi?” * Bir kısım gül yanaklılar, bir kısım delikanlılar, hepsi de gayb perdesinin arkasında idiler. Onlar; “Büyüktür onlar; yazı yazarlar!” * “Biz, birkaç kişiyiz; öncü olarak geldik! Bizim arkamızdan güzeller ordusu, o pusudan çıkarak gelmedeler!” * Yusuf yüzlüler, o dünyanın Kenan elinden, tatlı dilli dilberler de, bal denizinden çıkıp geldiler! * İşte; hurmaya, şekerkamışına, o tane tane nara, o tane tane incire ötelerden, o tatlılık, o güzellik diyarından mektuplar geldi! * Ötelerde bulunan ova, ne hoş, ne verimli bir ovadır; elma, rengini ve kokusunu o ovadan aldı; turunç da, o güzel kokuyu, o olgunluğu oradan elde etti! * Üzüm, geç geldi; çünkü atlı değildi, yaya olarak geliyordu! Ey geç gelen, olgun gelen üzüm! Şarabın anası olduğun için sen, bir fitnesin; fakat meyvelerin son gelenisin! * Ey son gelip önce gelenleri geçen, ey meyvelerin özü; sen, Allah’ın sağlam ipine sarılmışsın! * Senin tatlılığın, görülmemiş bir tatlılıktır; acılığını ise hiç sorma! Acılığın, akıla benzer; şer de ondandır, hayır da ondandır; küfür de ondan meydana gelir, din de! * Bela zamanında şeker gibi tatlısın, ferahlık zamanında ot gibisin! Devedikeninin üstüne inen kudret helvasına benziyorsun; acılığın da tatlı bir bela!... * Ne zamana kadar, “Onlar kördür, görmezler!” diye özür dileyeceksin? Onların kör olmamasını istiyorsan, gözlerine bir görüş ver! * Gözlerinde perde olmamasını istiyorsan, emret ki, kaldırılsın, körlükten kurtulsunlar! * Eğer sana Hakk’ın mutfağından ruh gıdası gelmiyorsa, o zaman git, başını, şu koyunların ağılına sok, orada kal! * Ben, senin meyhanende bulunanlara kulum, köleyim; bizi, meyhaneden soğutma, meyhaneye sırt çevirtme! * Biz kim oluyoruz ki, “Yapma, etme!” diyelim! Fakat mademki dedik, bizim suçumuza bakma! * Ey hakkı, hakikati inkâr ederek bize bakan kişi! Ben, sana karşı başkaları gibi iki gönüllü değilim; ben, inandığımı yaşıyorum! * Kulağıma; “Bize, şu şekle sığmayanlardan bir haber ver!” diyen canların sesleri geliyor! * Fakat bu hali kime söyleyeyim? Bu sesleri kime duyurayım? Cihanda mahrem nerede? Hiçbir şeyden haberi olmayanlara neyi haber vereyim? * Ey şu bedenin içindeki canı zaman zaman suretten surete, şekilden şekle koyan ve ey bu nükteleri düşünüşümden bile yakın olan Rabbim! * Geçmiş zamanla gelecek zamanı düşünerek neden üzüleyim? Zamanın tadı tuzu da Sen’sin, kıblesi de Sen’sin! * Sen, hakikatlerin canısın; aynı zamanda, gönüller alan hayaller de Sen’sin! Anlatılamayan, şu ağza sığmayan, yüce, büyük vasıflar, sıfatlar da Sen’sin! * Ey saki! Hileyi bırak. Kendini bize başka türlü gösterme. Sen şarap sun da hepimizi ölümsüz bir hale getir. Sen de küpteki şarap gibi saf, tertemiz bir güzelsin. * Bu verdiğin şarap, nasıl bir sudur ki, içinde ateş var, yüzlerce alev var. Bir renk ki, içinde yüzlerce renk parıl parıl parlamadadır. * Bu öyle bir sudur ki, ateş gibi yanar, yakar. Para gibi değerlidir. Hem de öyle bir para ki, kantarlarla, batmanlarla ne sayılabilir, ne de terazi ile tartılabilir. * Kırmızı altın gibi bir şarap fakat üzüm suyundan değil de nurdan meydana gelmiş, gözlerden körlüğü giderir. İnsanı Zuhal yıldızına doğru uçurur. * O şarabı içip kendinden geçince, içtikçe içersin. Ve Hakk’la olan bağlılığın artar. O zaman, o hep sizindir. Siz de hep onunsunuz. Ayrılık dehşetinden kurtulursunuz. * O şarap, içeni başka türlü bir şey yapınca, kendinden kurtulunca, manen Hakk’ı bulunca, onda acayip bir coşkunluk görünür. Bunun delili, belgesi ise onun Mansur gibi dudaklarından değil de, canından “Enel-Hakk” sesinin yükselmesidir. Bu ne güzel güç, ne güzel delildir. * Kardeşim! Ben erguvan renkli şaraptan nasıl tövbe edebilirim? O şarap mekânsızlık âleminde, topraktan bitmemiş üzümden sıkılmıştır. * İçtiğimiz o şarabın kâselerine çok okunaklı bir yazı ile şunlar yazılmıştır: “Bunu içen ölümden de, aşağılık bir hale düşmeden de kurtulur, aman bulur!” * Tebriz de yetişir, orada olur, olgunlaşır, bir bu tarafa akar, bir de gönüllere akar. * Akıl, bizim size gönderilmiş bir peygamberimizdir. İşte sana bir güzel, fakat biz ondan da daha güzeliz. * Bela zor bir şeydir. Ama razı ol, ayrılık beladan da zordur. * Kim yücelere yükselmek istiyorsa, şu sebebe, aşka dayansın! * Ey dertlere düşen, ızdırap çeken! Gel kurtul! Şu yurdumuzda muradına eriş, bu yurt ne de güzel bir yurttur! * Cennetler içinde cennet, cennetler içinde cennet meydana getirdik. Ey komşu, gel orasını vatan edin. * Bence mekândan, yani bu dünyadan göçmek, yolculukların en hayırlısıdır. Çünkü mekânlar, mekânsızlık âleminin perdeleridir. * Tavuklar avlunun içinde yeme doğru uçuşurlar, kuşlar kurtulmak için havalanırlar, uçup giderler. * Ey genç! Bu uçuşlar arasında fark vardır. Biri alçaklığa uçuş, öbürü cennetlere uçuştur. * Biz insanlar yüzlerce azara, yüzlerce gazaba layığız. Layık olduğumuz cezanın yularını çekip kısan, acıyan, lütfeden, hak ettiğimiz cezayı bize vermeyen O’dur. * O’nun hilminin, yumuşak davranışının yüzünden dünya küstahlaşıyor. Kul, padişahlık iddiasına kalkışıyor. * Ey dost! Hamlık eder, gaflete kapılır, uyursan, O seni ham bırakmaz. * Küçüklüğünden, zavallılığından ötürü bu ana kadar çok yerlerde uyudun kaldın. Buna rağmen O seni aşağılardan yukarılara doğru çekti durdu. * Sen toprağa, bitkiye, erlik suyuna kaçardın. O seni varlık oltasına düşürdü. Sana hayat verdi. * Nice yollardan, merhalelerden çekti, seni misafirliğe getirdi. Seni intikam almak için getirmedi. * Derde düşünce O’ndan olduğunu anlarsın. O bir avuç toprağa varlık, benlik verdi. * Bir güneş, ışıkları ile bütün dünyayı kaplamıştır. Hangisi diyen, O’nu hissetmeyen kişi ne kadar kördür. * İnsan bunalınca O’ndan başkasını çağırmaz. Ama dertten kurtulunca yine çerçöpe takılır. * Hırsız olduğu, O’ndan çok şeyler çaldığı için insana işkence gerekir. O yumuşaklıkla, güzellikle yola gelmez. * Sus! Farsçayı bırak da Arapça söyle: “Göçmeyi onlar istemedi, benim ömrüm istedi.” * Güneşin nuru içinde dünya, yıldızlar gibi görünmez oldu. Ben tutayım da bir hiç olan, görünmez olan şu dünya malını, şu dünyada olup bitenleri söyleyip durayım, bu sözler yersiz olmaz mı? * Sevgiliye doğru uçup giden canı, her cansıza yaşıyor gibi görünen ölmüş kişilere anlatayım, doğru olur mu? * Canın bile mahrem olmadığı bir sözü dille, ağızla söylemeye kalkışayım, ne yüzle, bu olur mu? * Allah’ım, sen yüzlerce canın, yüzlerce cihanın padişahlar padişahısın. Ben tutayım, candan laf edeyim, cihandan söz açayım, yersiz sözlerimden ötürü beni affet! * Sana “Üzümün canı nasıldır?” diye sorarlarsa yaprağına bakmadan söyle! * Özrünün kabul edilmesini istiyorsan, sen bize güzel yüzlü çiçeklerden bahset! * Mest olmuş âşıkları kararsız kılmak istiyorsan, onlara mahmur nergisin gözlerini methet! * Biz bugün şarap içmek istiyoruz. Haydi, ey güzel, sen bize saki ol, güpe gündüz şarkılar söyle! * Sarhoşluk geldi; bıkma, usanma gitti. Artık yüz kere söyle, bin kere söyle! * Ey Hakk arifi sevaba girmek, Hakk’ın rahmetini kazanmak istiyorsan; bir şeyler söyle! Bize Hakk’tan, hakikatten, aşktan bahset! * Ey arif! Seni bekliyoruz. Çabuk gel, bizi bekletme! Ateşinle yakma, hemen söyle! * Cenab-ı Hakk, kanı, saf şarap gibi cana gıda olarak lütfetmiştir. Sen şimdi insanın nurlarla dolu bedenine, kırmızı yüzüne bak! * İnsanların birbirlerine karşı duydukları hiddet, öfke; hep kibirden, kendini beğenmekten, kendilerini başkalarından üstün görmekten ileri gelir. Bu yüzden aklını başına al da, kibirden gönlünü temizle! Eğer kibirli olmak istemiyorsan, kibri bırak, alçak gönüllü ol! * Hiddet, kızgınlık kendini beğenmekten, benlikten doğar. Sen ikisini de ayağının altına al! Onları kendine merdiven yap da, göklere yüksel! * Sen nerede bir öfke görürsen, o öfkede kendini beğenmeyi ara! Benliği ara! Yürü git, Dahhak ol! * Kendini beğenmekten ve öfkeden kurtuldunsa, bir köşeye çekil! Rahatça huzur içinde yaşa! Eğer bu iki huyla beraber yaşamaktan zevk alıyorsan git, gamlara dal! Bahtsız bir ömür sür! * Köpekler gibi kızmayı bırak da, aslanların kızmasına bak! Aslanların kükreyişini gördüğün zaman da koyun gibi yavaş ol! * Seni öfkelendirecek tatlı lokmayı yeme, hakkında; “Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım!” denen eşsiz varlıktan lokma ye, onun kulu, kölesi ol! * Yürü git “hüve”nin kasabı, aşk kasabı ol. Kibrin ve hiddetin kanını dök! Ne zamana kadar bu iki köpekle beraber uyuyup kalacaksın? Artık aklını başına al, onlardan kurtul! * Kendine gel de, az oku! Lüzumsuz kitaplarla kendini yorma! Sus, sabırlı ol! Ben seni kitap yapayım, ben seni Kur’an’ın ta kendisi yapayım. * Aşkın şekli yoktur. Fakat işi gücü şekil yapmaktır. Ey gönül! Sen bir türlü şekilden suretten geçemiyorsun. Çünkü onun cinsinden değilsin. * Temiz, lekesiz gönüle sahip olan herkes, gönül sesi ile topraktan meydana gelen bedenin sesini ayırt eder. Bu ses onun ceylan şekline girmiş aslanının kükreyişidir. * Ne zamana kadar; “Hey gönül!” deyip duracaksın? Şu gönül sevdasından vazgeç de sus artık! Gönül onun “Hu” sesini duyunca, artık benim hay ve huyumun bir değeri kalmaz. * O yokluktadır, O yokluktadır, O yokluktan doğandır, O yokluktadır. O her şeyi bilir. * O latiftir, O latiftir, O emirdir, emirdir. O mülk ve saltanat sahibi bir emirdir. * O sığınaktır, O sığınaktır, O her günahkarın, her suçlunun sığınağıdır. O ışıktır, O ışıktır. O eşi benzeri olmayan bir ışıktır. * O sakinliktir, O sakinliktir. O her deliliği teskin eder. O cihandır. O pek tatlı bir cihandır. * Sen sırrını ona söyleyince O bütün aleme söyler. Gizlesen de bil ki, O her gönülde olan sırrı bilir. * Herkes seni terk etse, O seni yalnız bırakmaz. Gel de şu devlet gölgesine gir! O kaçırılmaya imkân bulunmayan bir padişahtır. * Sen onun harmanına git, O seni canlandırır, yetiştirir, geliştirir. Ey can! Sen Onun eteğinin altına sığın! O kılıcı da, oku da sana değdirmez. * O ne buyurursa; “Duyduk, itaat ettik.” de! Neden korkuyorsan, ondan seni ancak O kurtarır, O kurtarır. * Küfür olsun, günah olsun, isterse kapkara şeytan olsun, bütün bunlar O’nun güneşinin ışığında aydınlık veren bir dolunay olurlar. * Ben sözü aşkla söylüyorum. Çünkü dersi aşktan alıyorum. Ben canımı O’nun önüne koyuyorum. O’na peşkeş çekiyorum. O pek az şey kabul eder. Her şeyi kabul etmez. * Benim perde arkasında bir putum var. Bu dünya putu pek güzeldir. Ama o ölü bir puttur. Onu diri sanarak bağrına basma! Çünkü o soğuktur, zemheridir. * O şık, süslü elbiseler giymiştir. Yüzlerce hileler düşünmektedir. Genç görünmeye çalışıyor ama o binlerce eşten arta kalan kart bir varlıktır. * Gönlüm coştu, yüzlerce kaynak akıtmak istiyor ama dünya putu yolumu kesti. O yol kesmesini pek iyi bilir. * Ey ıstıraplara düşmüş gönül; sus artık! Hayırdan, şerden bahsetme! Madem sırları meydana çıkaranın sırrı onun huzurundadır, ağzını kapa, gizle! * İyi, kötü bütün hakikatler aslana benzerler, onlara dokununca alemi birbirine katarlar. * Her insanın topraktan yaratılmış olan bedeninde nice gökyüzü güneşi vardır. Orada nice güçlü, kuvvetli kükremiş aslanlar ceylanlar şekline girmiş, gizlenmişlerdir. * Bu gizli gerçek, insanların yaratılışı gibi balçık ile havadan doğmamıştır. Bu damatla bu gelinden, yani toprakla havadan çok eşsiz çocuklar doğmuştur. Ama bu hakikatler onlardan meydana gelmemiştir. Bunlar görünmez âlemde tasarlanmışlardır. * Düşüncenin ayağı balçığa saplanmıştır ama o nice yerleri dolaşır, Zuhal yıldızının bile üstüne ayak basar. * “Ey balçığa bulanmış, kirlenmiş insan; şu tozdan, topraktan yıkan, temizlen!” diye ta yücelerden peygamberler eliyle lütuf ve merhamet suyu akıtılmıştır. * Dünyada böyle bir ay, böyle büyük bir varlık olamaz. Ey gönül aksak yürü, inada kalkışma! Beni savaşla korkutuyorsun. Haydi, savaş bakalım, savaş! * Biz ebediyet şarabı içmiş, Hakk sevgisi ile mest olmuş kişileriz. Sen ise akıllısın, hünerlisin; tanınmak istiyorsun, şöhret peşinde koşuyorsun. * Mümin isen o seni aramadadır. Kâfir isen seni imana çağırmadadır. İstersen bu tarafa git, sıdık ol, doğru bir insan ol. İstersen o tarafa git, Frenk ol, sapık ol! * Gözün onun bağında bahçesinde kalmış. Kulağın onun tatlı sözlerinde. Sen onun gelirine, ihsanına dal, bal arısı gibi ol! Onun hurma fidanına sarıl, salkım salkım meyve ver! İnsanlara yararlı ol! * Gökyüzünün beli bükülmüş, onun okuna yay olmuştur. Su onun emrine uymuş çağlayarak denize doğru koşmadadır. Doğru isen git bir eren ol! İnsanca doğru yürümesini bilmiyorsan, eğri büğrü gidiyorsan, yengeç ol! * Onun yüce, geniş bir ülkesi var. Nasıl olursan, ne olursan ol sen ona lazımsın. Dilersen akik, la’l ol, elmas ol! Dilersen kerpiç ol, taş ol O büyük ülkeye o da lazım, bu da. * Bütün insanlar, ezelden geldiğimiz için, oraya karşı duyduğumuz iştiyakta, özlemde birleşiriz, bir oluruz, ama söze başlayınca hepimiz ayrı ayrı dillerle dosta sesleniriz. Hepimizin duygusu bir ama dillerimiz ayrı. * Bir mağaraya girince Hz. Muhammed’le, Hz. Ebubekir gibi oluruz. Birbirimize çok yakın oluruz. Çünkü ikilik benim için ayrı bir mağaradır, senin için ayrı bir mağaradır. * Çeşitli hadiselerle çalkanıp duran ve manevi dikenlerle dolu olan şu dünyada çok sefer ettik, çok dolaştık durduk. Artık sen ayağından benlik senlik dikenini çıkar at! * Fakat bunların ve duyulan manevi zevklerin hepsinden de daha çok şaşılacak bir şey ki, sen ve ben şu anda burada, aynı yerde, aynı köşede bulunduğumuz halde, aynı zamanda hem Irak’ta, hem de Horasan’da yine beraber bulunuruz. * Sen ve ben, görünen maddi suretimizle, bedenimizle, şu yeryüzünde kederlerle, ızdıraplarla dolu, gizli dünyadayız. Öbür suretimizle, manevi yüzümüzle ebedi cennette huzur ve tatlılıklar içindeyiz. * Ben benzeri olmayan bir mana ay’ının kuluyum, kölesiyim. Bana yalnız ay’dan bahset, onun nurundan söz aç, onun tatlılıklarını anlat! Ondan başka bir şeyden söz etme! * Dünya zahmetlerinden, sıkıntılarından bahsetme de, gizli defineden başka hiçbir şeyden söz açma! Eğer gizli defineden haberin yoksa kendini yorma, zahmet etme, bize başka bir şey söyleme! * Dün perişan bir halde idim. Adeta deli divane oldum, aşk beni gördü de dedi ki: “Feryat etme, elbiseni yırtma, hiçbir şeye aldırma; İşte ben geldim.” * Ona; “Ey aşk!” dedim. “Ben başka bir şeyden korkuyorum.” O; “Başka şey yok!” dedi. Ondan hiç söz açma! * Ben senin kulağına gizli şeyler söyleyeceğim. Aşkımdan bahsedeceğim. Fakat sen yalnız “peki”, “evet” diye başını salla, başka hiçbir şey söyleme. * Aşk yolunda, gönül yolunda can huylu, ilahi nurlar saçan bir ay beliriverdi. Gönül yolunda sefere çıkmak, yol almak ne de güzel, ne de hoş. Sakın bundan hiç söz etme! * “Ey gönül!” dedim. “Bu aşk yolunda beliriveren ay, ne biçim bir ay?” Gönül; “Bu senin anlayacağın bir şey değil. Bunu geç, bundan hiç bahsetme!” diye bana işaret etti. * Bu gönül yolunda beliren ay yüzlü güzeller güzeli, melek midir; yoksa insan mıdır? diye sordum. “Bu” dedi, “Melekten de başka bir şey, insandan da. Sen bundan hiç söz etme, bir şey sorma!” * “Bu nedir?” dedim, “Söyle! Bunu görünce kendimden geçtim. Altüst oldum.” “Sen altüst ol, kendinden geç, fakat ondan hiç söz açma, ne olduğunu sorma!” dedi. * Ey şu hayallerle insanı oyalayan; güzel nakışlarla, şekillerle dopdolu olan dünya evinde oturup kalan kişi; kalk şu evden çık, pılını pırtını topla al götür! Bu hususta hiçbir söz söyleme! * “Ey gönül!” dedim. “Gel, bana babalık et de söyle; sevmek Allah’ın huyu değil mi?” “Evet” dedi, “Bu böyle ama ey babasının canı, bu hususta da sen hiçbir söz söyleme!” * Şu kirli dünyadan göklere doğru yüksel, ruhun şad olsun, ötelerde manevi yürüyüş yap! * Kötülüklerle dolu, günah ateşleri ile yanıp kavrulan bu dünya şehrinden sıçradın, çıktın. Neşe ile kurtuluş evini yurt edin, orada yaşamaya başla! * Ey ruh! Şu dünya içinde yaşadığın beden öldü, yok oldu ise olsun. Sen o bedeni yaratana git! Beden yıkıldı, toprağa düştü ise düşsün. Sen kendin baştanbaşa can ol, ruh ol! * Ecel gelip çattığı için yüzün safran gibi sararıp soldu ise üzülme, ötelerde erguvan renkli lalelikte oturmaya başlarsın! * Ahbaplarından, dostlarından ayrıldın, yapayalnız kaldıysan, gam yeme, dostlukla Hakk’a yakın ol! * Göklere çıkmak için kullarının önüne koyduğun gizli merdivenden cimriler, kötü kişiler faydalanamaz. * Ey gönül, sus artık söyleme! Artık onun gizli sırlarını araştırma; çünkü Sen onun gizli şeylerini bilmezsin. Ama o Sen’in gizli şeylerini bilir. * “Sana bağlanan şu canı, ne zamana kadar dünyanın etrafında döndürüp duracaksın?” diye sordum. “Hiç ses çıkarma, nereye çekersem tez gel!” dedi. * Gökyüzü senin matbahındır. Matbahta bulunanlar da yıldızlardır. Ateş, su senin malındır. Bütün insanlar da senin çoluğun çocuğundur. * Düşüncen nereye giderse seni peşinden sürükler, oraya çeker götürür. Sen düşünceden vazgeç de, kaza ve kader gibi en ileride yürü, en öne geç! * Şehvete kapılmak, heva ve hevese meyil etmek bir kilittir ki, gönüllerimiz onunla kilitlenir. Sen anahtar ol, anahtarın dişi ol! * Bir müddet taş oldun, rüzgâr oldun, su oldun, toprak oldun. Bir müddet de hayvan oldun, hayvanlık aleminde dolaştın. Mademki, bir müddet can haline geldin, hiç olmazsa sevgiliye layık bir can ol, sevgiliye layık bir can. * Sevgili bana dedi ki: “Ben bundan sonra sinekleri şekerden kovacağım. Ne mutlu o sineklere ki, onları kovan sensin.” * Felek bir hırsızdır. Ömür kesesini ondan koru! Onun tanesi tuzaktır. Onun dirisi de ölü olur. * Sus artık; zaten söz herkese kolay görünür. Ama binlerce kişi arasında onu anlayan bir kişi bile çıkmaz. * Ey oğul! Senin canına, başına yemin ederim ki, güzellikte eşin benzerin yoktur. Aynaya bak, kendi güzelliğini seyret! Aslında aynada görünen güzel sen değilsin. Senin ötende bulunan kimdir; biliyor musun? * Sırrın mecaz değildir, bir gerçektir. Sen boş yere nazlanmıyorsun. Nazın senin kendin içindir. * Sen hem babasın, hem oğul, hem şeker kamışısın, hem şeker. Senin yerini tutacak kim var söyle! * Ey oğul! Bu dünyada ne bitti ise, ne yetişti ise hepsi senin gölgendir. Ey oğul! iki dünyaya da gölge salan senin devlet kuşundur. * Varlıkların hepsi de Sen’in sevdana kapılmış, altüst olmuşlardır. Neşeyi de, kederi de Sen’den almışlardır. Ne yazık ki, her şeyi Sen yarattığın halde, yarattıkların Sen’den habersizdirler. * Herkes sustu ama gizli âlem, dilsiz konuşmada, dedikodu nağmeleri olmaksızın dünyaya hutbe okumada… * Söyle bakalım, bedeni ile dünyanın bir cüz’ü olan insan, nasıl olur da dünyanın dışında kalabilir? Islaklık ne zaman sudan kurtulabilir? Birincisi nasıl olur da ikincisinden kaçar, ayrılır? * İki bin yıl gölgenin peşinden koşsan, sonunda geride kaldığını görürsün. Sen yine geridesin, gölge ileridedir. * Hizmetin, çalışman, çabalaman suç sayılmıştır. Nimetin, sana zahmet olmuştur. Mumun sana ışık değil karanlık saçmadadır. Arayıp taraman senin elini ayağını bağlamıştır. * Bunların sebebini sana anlatırdım, ama senin gönlünün beli kırılır diye korkuyorum. Gönül şişesini de kırarsan, senin için o kırıkları tamir etmek yoktur. * Benden duy, benden işit! Sana gölge de lazımdır, nur da. İnsana ikisi de gereklidir. “Kötülüklerden sakın itteku” ağacının önüne başını koy da, gölge varlığın uzasın gitsin. * Sen, Hakk’ın lütuf ağacından yetiştin, geliştin. Kanatların çıktı. Sus artık. Güvercinler gibi “bakara, bakara” demeye kalkışma! * Ey içten içe inkâr eden; gizlice inkâr etme! Canına yemin ederim ki, ben alına yazılan gizli yazıyı bile okurum. * Zerre zerreye der ki: “Ne vakte kadar havada titreyerek oradan oraya uçup duracaksın?” Zaten, hava da, zerre de hepsi senin havana kapılmışlar, sevdana düşmüşlerdir. * Şu hava da sabahın erken saatlerinden akşama kadar yüzlerce şekle girer, her şekilde de, her durumda da, Sen’in için çark vururlar, oynar dururlar. * Havanın oyununu görmüyorsun ama ağaçların oyunlarına bak! Yahut da, canın Rabbi’nin huzurunda secdeye kapanışını seyret! * Yeter, sen artık sus; sus da varlıkların her biri kendi sözüne dalsın. Bütün huylar, elbette senin dileğine aşık olmazlar. * Ey insanlar! Aşka sarılın, onun çağrısına cevap verin. Ona gidin, onu bırakmayın. Çünkü Allah aşka ölümsüzlük vermiştir. * O uyumayan, daima uyanık olan aşk, gökyüzünden, ötelerden gelen sevgi bugün gafilleri, gönülleri uykuda olanları çağırıyor. * Varlık âleminde asıl yaşayış, duyuş aşktır. Aşksız yaşayış, yaşayış değildir, kabuktur. * Seni aşktan alıp, dünya sevgisine doğru çeken dost, iyice bil ki senin düşmanındır. O sana haset etmededir. * Aşk yolunda atlılar gördüm. Atları yaralanmıştı ama yollarında pek hızlı gidiyorlardı. * Onlara; “Böyle hızlı hızlı nereye gidiyorsunuz?” dedim. “Sevgi diyarına gidiyoruz, sevgi diyarından kaçan helak olur.” dediler. * Uykuya dal, dünyadan vazgeç, altı yönden de kaç! Ne zamana kadar, aptalcasına, başıboş, şurada burada dolaşıp duracaksın? * Nasıl olsa seni çekip götüreceklerdir. Bari sen kendi isteğinle git de, padişahın yanında yüzün olsun, yerin olsun, şerefin olsun. * Şu dünyada öteye beriye koşan bir serseri olmadıysan, varlığından geçseydin, sırları keşif eden İsa sayılırdın, sana kıl kadar bir şey bile gizli kalmazdı. * Ben, şu görünen ağzımı kapadım. Gizli ağzımı açtım. Bir kadeh şarapla “Dedi” sevdasından kurtuldum. * Ey oğul, hiç kimse kendi canına doyar mı? Sen, benim canımsın. Çünkü senin canınla benim canım, birdir. * Susuzum, içtikçe içiyorum, kanmıyorum. Benim ölümüm de sudandır, diriliğim de sudandır. Sen suyunu devrettir, döndür! Ben senin suyu döndürüşünün kuluyum, kölesiyim. * Senin aşkın; “Ey dost!” dedi. “Bizim evimize gir de, hiçbir hırsız evimize girmeyi düşünmesin.” * Ben de ona dedim ki: “Ey ayağı uğurlu aşk! ‘Senin kapının bekçisi benden incinmesin.’ diye ben bu kapıya halka olurum.” * Bu sözüme aşk şu cevabı verdi: “Bilirim, sen halka gibi kapının üstündesin, hem de gönlümün içindesin. Sen hem dıştasın, hem içtesin. İki vatan da senin yerin yurdun, malın, mülkün.” * Sus artık; söyleme, yeter! Rum da Türk de kıyamete kadar senin yesinler, içsinler. * Hac’da ihramın giyilmesinin manası varlık, benlik elbisesini kendinden sıyırıp atmaktır ama ihramın bu şartını yaşayan, benlikten, varlıktan kurtulan hacı nerede? * Varlığını atınca, benlikten kurtulunca, gel de sen ruh içinde ruhu gör! Çok çok canlar, hepsi de tek olmuş. Ayrı ayrı bedenlerde yaşayan canlar birleşmiş. Yıldızlar nerede? * Dereler halinde denize doğru koşup duran, bütün susamış canlar, denize kavuştukları zaman, denizde yok olurlar, bu hakikati bilen tek varlık nerede? * Bu beden eliyle ne yazarsa mutlaka onu kalemle yazar. Fakat canın kendisine yazdığı yazıda kalem bulunur mu? Kalemler nerede? * İnsanın aklı da, fikri de, ondan ayrı düştüğü için, soğumasından ileri gelir. Fakat insan, aşk şarabi ile kırışınca, ne akıl kalır, ne fikir. * Evet, aşk şarabı ile kendinden geçişte bir başka çeşit akıl vardır. Fakat gönlü yanık bir kişinin aklı nerede, korkulu ve karışık rüyalara dalmış akıl nerede? * Kuş, kafeste kaldığı müddetçe bir başkasının emri altındadır. Kafes kırılıp da kuş uçunca, ona verilecek emirler nerededir? * Akıl başta iken, nefis suçlar işler. Fakat aklın da aklı gelince, nefsin suçları nerede kalır? * Beden, bedene temas edince, insan hamama gitmek zorunda kalır, fakat ruhların birleşmesinde hamama ihtiyaç yoktur. * Nerede o yardımlar, lütuflar; nerede o hikayeler; ne oldu o açışlar, nerede açan? * Hepsi de bizde, hepsi de bizimle beraber; biz de kim oluyoruz? Zaten baştan ayağa kadar hepsi biziz. Bir atasözü var: “Dünyada arayan muhakkak bulur.” * Sana karşı Sen bir olarak bilinmedesin. Kendime göre ise, isimlerinin tecellisi gereği, Sen’i her yerde müşahede etmedeyim. Sen’in tarafından sana ulaşmak var, kavuşmak var. Benim yönümde ise, ayrılık vardır, ayrılık. * Gözüne perde kesilen lokmadan çok yeme, yoksa, gidecek yere gidemezsin, evini kaybedersin. * Yaşamını o lokmaya bağlı sanırsın, ama aslında çok yediğin lokma, can gözüne kıl, baş gözüne perde kesilir. * Şu dünya çayırlığında pek fazla bayılıp gezme! “Neden gezmeyecekmişim?” de deme! Bu fazla dolaşmalar da can gözüne perdedir. * Beden tılsımı her zehri bal gibi, şeker gibi gösteriyor. O, kendini perde arkasında gizleyen bir gelindir. Aslında senin gerçeği görmene bir perde olmuştur. * Fazla lokmadan elini çekersen, daha fazla hayaller belirir gelir. Daha fazla hayallere dalarsın. Fakat hayallerden bazıları safa kapısına perde olur. * Aslında tabiattan gelen hayal, ruh hayalinin yüzünü örter. O zaman akıl “Bu cana canlar katan bir perdedir.” diye haykırır. * Ey gönül! Sen, çeşit çeşit, renk renk olan perdelerden çık, sıyrıl, aklını başına al da; perdeler seni gerçek dosttan ayırmasın. * “Biz onları temiz şarapla doyurduk.” ayetinin sırrına eren kişi, hem evveldir, hem ahirdir, hem sakidir, hem de kadehtir. * Kalenderler gibi o dilberin vuslat kadehinden şarap içiyorsun. Şekle, görünüşe bakma, küfür de, din de bir süsten, bir nakıştan ibarettir. Sen imanın özüne bağlan, masal arama taklitle yaşama! * İlahi aşk şerbetine susamışsın. Fakat dünya hayatının mihnetleri, sıkıntıları seni yaralıyor, hasta ediyor. Sen, bu gurbette çeşitli ihtiyaçlar, istekler içinde çırpınırken huzuru, tam inancı bulamazsın. * İnsanın aklı şekere benzer, bedeni ise şeker kamışı gibidir. Manalar şaraptır, harfler ise şarap küpü! * Eğer gelin güzel değilse, boynuna taktığı gerdanlıkla, parmaklarına geçirdiği yüzüklerle, bileğindeki bileziklerle, atlastan yapılmış yahut altın işlemeli elbiselerle göze hoş görünmez. Gönüller, güzeller arar, çirkinlerden hoşlanmazlar. * Sen, mademki bu dünyadan vazgeçip can meyhanesine gitmiyorsun. Sen, evde otur da, manevi ve ruhani zevkler veren şarap yerine, tarhana çorbası iç! * Yüzlerce ruh sana gönlünü vermiş, senin kulun, kölen olmuş; sense bir cariye gibi her an süslenerek müşteri bulmak için esir pazarına koşuyorsun. * Sen dünya işlerine dalmışsın, ihtiyaçların, isteklerin, elde edemediklerinin üzüntüsü içinde ay gibi iki büklüm olmuşsun. Hâlbuki gökyüzünde senin üstünlüğünün, güzelliğinin neşesiyle düğünler oluyor, gök halkı bayram yapıyor. * Yüzlerce çeşit nimetler harmanı sana armağan edilmişken, sen bir tek tane için bu ihtiyaç tuzağına düşmüşsün. * Ey “aşk” sözünü duymuş olan kimse; adını duyduğun aşkı gör! İşitmek nerede? Görünmek nerede? * Aşkın gönle doğunca, dünyaya karşı duyulan hırs ölür gider. Dünyada yapılacak binlerce işin varken avare olursun, işsiz güçsüz kalırsın. * Aşk köyü sınırında kesik başlar görürsen, korkup kaçma, köyün içine gir de dikkatle bak; gör ki; öldürülenler ikinci defa dirilmişlerdir, çünkü aşıklar ölümsüz. * Kızan kızgınlıkla, kinle yemin eden sevgiliden feryatlar olsun. * Bizi de, evi de birbirimize düşürdü, birbirimize kattı. Sonra hamal tuttu, varımızı yoğumuzu aldı götürdü, bizi yoksul bıraktı. * Gönle kocaman bir kilit vurdu gitti. Anahtarı da beraber götürdü. * Sen, Hakk şarabından büyük bir kadeh doldur da sun, tabiat erlerini araya sokma! * Ambar boşalır, kap dolar. O âlem, ambardır. Bu âlemse kap! * Kap boşalınca, doldurmak için, tanenin çürümediği gizli ambarı aramak gerektir. * Akan suda çerçöp durabilir mi? Ey benim canım! Koşup duran canda, nasıl olur da kin bulunur? * Can gözü, şimdi, ter ü taze dal görmede. Duygu gözü ise, eski bir masala dalmış. * Ben, bu yeryüzüne mensup değilim, ben göklerin tohumuyum. Bir müddet toprakta kalırım. Baharın adaleti gelince, o tohum topraktan baş kaldırır, yeşerir. * Sevgili büyüleyici edasıyla bizi aldattı. Biz ona karşı ne yapabiliriz ki? * Nasıl aldanmayalım? Onun elinde öyle bir zincir var ki, onunla bizi değil, zamanın bile boynunu bağlar. * Ey çaresiz âşık! Beri gel, görüş sahibi ol, her şeyin aslını gör! Her şeye bakıp duran, fakat aslını göremeyen kişilerden, bakan körlerden olma! * Güçlü kuvvetli olanlar, neden senin elini bağladılar, bilir misin? Çünkü sen henüz bir çocuk gibisin, bu alem de bir beşiğe benzer. * Ey terbiyeli, edepli, yumuşak huylu kul! Sen çocuk gibi bedenin esiri olmuşsun. Esirlikten, zavallılıktan kendini kurtar! Sen artık çocuk değilsin, akıl dişlerin çıktı. Onları göster de, mana dünyasının yemeğini yemeye hazırlan! * Padişah çocuk kaldıkça ona bakan dadı çocuğa hayatı zehir eder, zindan eder. Zaten ana sütü emdikçe, çocuk padişah olamaz, şarap içemez. * Ben de kendimde değilim, sen de kendinde değilsin, şimdi bizi kim eve götürecek? Sana, kaç defa, iki üç kadeh az iç diye söyledim. * Şehirde de aklı başında kimseleri göremiyorum. Herkes öbüründen beter, deli divane, öbüründen beter taşkın ve coşkun. * Sevgili aşk meyhanesine gel de can lezzetini seyret, sevgilinin sohbeti olmadıktan sonra, cana bir hoşluk, bir zevk yoktur. * Her tarafta elinde şarap testisi, mest olmuş bir kişi var. Güzelliği ile herkesi mest edip coşturan saki de eline büyük bir kadeh almış dolaşıyor. * Sen kendini meyhaneye vakfetmişsin. Gelirin de, giderin de şaraptır. Bu vakıftan ayık olanlara, aklı başında olanlara sakın bir habbe bile verme! * Evden dışarı çıktım. Bir sarhoşa rastladım. O öyle güzeldi ki, her bakışında yüzlerce gül bahçesi, yüzlerce köşk gizli idi. * Ona; “Nerelisin?” dedim. Benimle alay eder gibi: “Benim yarımım Türkistanlı, yarımım Ferganalıyım. * Yarımım sudan topraktan, yarımım candan gönülden, yarımım deniz, yarımım baştanbaşa inci.” dedi. * “Bana, arkadaş ol, ben senin yabancın değilim. Senin akrabanım.” dedim. Bana dedi ki: “Ben akrabamla yabancıyı, tanıdıkla tanımadığımı ayırt edemiyorum.” * Ben aşığım, sarığım da yok. Meyhanecinin yurdundanım. Her şeyi gören gözlerle dolu bir gönlüm var. Şimdi durumu açıklayayım mı? Susayım mı? * Ah, ruhani hamam, nasıl da perileri davet etmede. Bu dünyada yıkanmak için soyunanlar, o aleme dalıyor. Aslında şu mezarlık da elbiselerin çıkarıldığı bir camekan gibidir. Ruhlar, mezarlarında beden elbiselerinden soyunarak mana alemine gitmedeler. * Aklını başına al da, bu çeşit sırrı açma, sus! Şu susanlara dikkatle bak! Baştan ayağa dil olmuşlar ama söylemelerine izin yoktur. * Artık sen, gönlü cennet say; dile gelen sözleri de cehennem farz et! Düşünceler ise günahı ile sevabı ile bir olanların yeri olan a’raf! * Paran olsa da, olmasa da gamdan yakanı kurtaramıyorsun. Hem yaralı, hem gamlı olmadansa, elbette paran varken gamlı olman iyidir. * Dostların sözlerini dinle, yankesicilerden kaç, topluluktan ayrılma, inatçı olma, bağırıp çağırma! * Âdem neden çırılçıplak kaldı? Dünya neden viran oldu? Nasıl oldu? Neden oldu da tufan koptu? Bu işler, küçüğün büyüğe çekişmesinden, bayağı kişinin yüce kişi ile inada girişmesinden oldu. * Ey söyleyen! Sus sus da, sevgilinin aşığa söylediklerini dinle! Çünkü isteyen aradıkça, istenen inat eder. * Düşünceye herkes, önden arkadan tuzak kurar. Düşünceyi tuzağa düşürmek ister. * Aslında insanın aradığı her şey, her şekil, her suret düşünceden meydana gelir. Sen şekle bağlanma, düşünceye bağlan! * Gönle gamdan bir peygamber gelince, ötelerden Cebrail gönle iner. Düşünce Meryem gibi yüzlerce İsa’ya gebe kalır. * Sen, şarabı şarap içmesini bilenlere ver! Gamlı, kederli olanlara ver! Çünkü neşeli görünenler tamamıyla şekilden ibarettir. Bu da laftır, başka bir şey değil! * Sen hilekâr nefsin inadına Hakk’ı özleyenlerin canları için şu hadisin zevkine var: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi sevdim, istedim de onun için insanları yarattım.” * Kibirle, kinle dolu olan varlık, nasıl olur da bir an için olsun sırları görecek? Yeryüzünde elde edilen bir yaşayış, denizde ne işe yarar? * Kadim, ezeli olan varlık sonradan yaratılanın aynasıdır. Sonradan yaratılan, önü olmayan varlığın aynasıdır. Onun ayna gibi parlayan yüzünde her ikisi de, ikiye ayrılmış saçlar gibi birbirine karışmıştır. * Ezel meclisinden gelen canlar, kendilerinden geçmiş, mest bir halde gelirler. O yüzdendir ki, balçık da mest olmuş gibi ayağı kayıp duruyor. * Ey gönül! Şu neşe içinde azatlığı, selviden öğren de mest olarak suça da, tövbeye de hiç aldırmayalım. * Selahaddin, en doğru yolu bilir, görür. Onun için mest olarak kendi kendinden kaçmak ister. * Benim güzel yüzlü, kutlu yüzlü sakim! O nar renkli kadehi sun, benim hatırım için vermiyorsan, bari sevgilinin hatırı için ver! * Gönül alan saki sensin, hastalara derman sensin! Neşenle insanı mest edersin. Çünkü sen, neşe şarabısın. Şifa ilacısın, acele aşk hastalarına kadehi sun! * Şarabı kadehe doldur, düşüncenin boynunu kes! Ey sevgili! Sakın gönlümüzü kırma, sen bize şarap ver! * Kapalı olan meyhaneyi aç, şu gürültüyü, şu kavgayı bırak! Şaraba susamış sakiye meyhanecinin küpünden şarap ver! * Sen baharın da, yeşilliklerin de canısın. Selviye de yasemine de parlaklığı sen verirsin. Ey kurnaz sevgili! Bahaneler etme, sen bize şarap ver! * Hile yoluna sapar da mest olanların elinden kaçarsan, düşmanımız sevinir. Kör olsun düşman, sen bize kadeh ver! * Gam verme, ah ettirme, neşeden başkasına yol gösterme! Ah ediş yol bulamamaktandır. Sen bize yolu aç, yükümüzü de ver! Biz gidelim. Sana yük olmayalım! * Hepimiz de kavuşma mahrumuyuz. Sonsuzluk kadehine susamışız. Hırkayı, sarığı sakiye rehin olarak ver! * En eski susuz benim. Gönlü, göğsü yanan benim. Kadehi ve kaseyi kır! Bize ölçüsüz yol bul, şarap ver! * Zaten ay da sensin, ay ışığı da sen! Ben, şu aşk ırmağının balığıyım. Balık ay’a ulaşamaz. Şu halde ay’dan bana gelir ver! * Ey kimseye yalvarmamak, yüzsuyu dökmemek için, ab-ı hayatı yerlere saçan! Ey minnetle şükretmemek için, zehirleri ağzına alan mert kişi! * Böylece mest ve harap olmuşsun, yerle göğü, iyi ile kötüyü, birbirinden ayırt edebiliyorsun. Kirli su yerine temiz Fırat suyunu yerlere dökmüşsün! * Ruh ol, taraf arama! Meşhur kahraman Zal gibi ol! Sıfattan söz açma! Hiçbir yerde bulunmayan, bu tevcihatları dökmüş atmış olan padişaha bak! * Ah, yazıklar olsun sana! Özü bırakmışsın, kabuğa yönelmişsin. İçin içine kapanacağın yerde, dışa yüzünü çevir- mişsin, ne yazık neşeyi bırakmışsın, gama yenilmişsin! * Gönül sahibi isen, gönlünü ver, aşık ol! Gönülsüz hale gel! Aklın varsa aklını terk et, deli ol! Çünkü bu küçük, zavallı akıl, senin aşkının gözünde bir su kabarcığı gibi görünür. * Sonunda gayb alemi gelir yetişir. Seni şu içinde yaşadığın suret aleminden çeker, çıkarır. * Sen, şu beden çadırının içinde yaşıyorsun. Ama şunu iyi bil ki, bu çadırın içinde çadır kuranla beraber yaşıyorsun. Sakın gönül ipini, çadırın karanlığından başkasına bağlama! * Ey can sakisi! Ömrünü sözle harcama aşk yetimlerinin malını yeme de sonunda feryada başlama! * Ey yeşillikte, lalelikte yaşamış, uyumuş güzel; uyan, kalk, kalk da şarabı, Allah sevgisiyle mest olanlardan başkasına verme! * Hem sen sensin, hem sen benim. Benim yurdumdan hiç gitme! Sen kuşsun. Ben de yavruyum. Kıymet bilmez ham kişilere verme! * Kendine rehin olmuş, kendine bağlanmış kişinin bilgisine kulak asma! Hünerine değer verme, senin bildiğin sana yeter. O şundan bundan nakledilerek gelen sözlerle fikrini yorma! * Sen benlik dağını delenlere, padişahlar, padişahısın. Elinde ağır, sağlam bir aşk külüngü var. Onu, Ferhat’tan başkasına verme! * İyi şeylerden başka bir şey düşünme! Çünkü düşünce, suret dokumasının ipliğidir. Güzelleşen, iyi olan her düşünceden doğan her suret güzeldir, iyidir. * Aydın olan kişiyi dost edin! Çünkü ona gönülden bir pencere açılmıştır. Toprak gül, süsen bitirir ama ona su gerekmektedir. * Daima, manen Hakk’la beraber olursan, güzel, mutlak bir can olursun. Ey benim canımın canı! Böyle olursan ne de parlak bir hale gelirsin. * Hiç ummadığın bir taraftan bir devlet, bir ikbal gelmiş olur. Artık ah vah etme zamanı geçmiştir. Hey hey diye neşelenme vakti gelmiş olur. Dolunay gibi elsiz ayaksız dolaşır durursun. * Ey sevdası Allah aşkı olan! Ey her şeyde, her eserinde O’nu arayan! Verdiği dertlerde O’nun tecellisini sezen! Ey hakikat madenini isteyen! * İsteyen de O’dur, istenen de O! Seven de O, sevilen de O. Yusuf da O’dur, Yakup da O’dur. O hem gerdanlık olmuş, hem gerdan! * Sen bize can şarabını sun! Hepimiz yine öyle bir haldeyiz ki, şarabı kadehten, başımızı da ayağımızdan ayırt edemiyoruz. * Mushaf getirelim de, senden başkasının elinden şarap içmeyeceğimize dair sakiye yemin edelim. * Kimin canı varsa, ancak o, can bahçesinden koku alır. Fakat ona sahip olan da baştanbaşa ondan ibaret olduğunu anlar. * Cenab-ı Hakk’ın kudretine bak ki, aşkı, aşıklarla, ruhu da topraktan yaratılmış şu bedenle uzlaştırmıştır. * Ne zamana kadar şunu bunu, iyiyi kötüyü birbirinden ayrı göreceksin? Sen, işin sonuna bak, onlar mezarda birbirlerine karışacaklardır. * Ne vakte kadar bunun nişanı, izi var; ötekinin nişanı yok, izi yok diyeceksin? İzi belirleyene bak, asıl izi belirenle birleşmiş. * Ne zamana kadar o cihan, bu cihan deyip duracaksın? O cihana bak, bu cihanla nasıl da karışmış. Çünkü bu cihan, o cihanın ekin yeridir. * Gönül bir padişaha benzer. Dil de onun tercümanıdır. Fakat padişaha bak ki, tercümanı ile uzlaşmış, bir bedende dostça beraber yaşıyorlar. * Yeryüzü ile gökyüzü, birbirleriyle içli dışlı arkadaş olmuşlardır. Çünkü Allah, onları bizim için birbirleriyle uzlaştırmıştır. Ey birbirlerine yan bakanlar, birbirlerinden hoşlanmayanlar! Şu ayrılığı bırakın da siz de birbirinizle uzlaşın, dost olun! * İlkbaharla sonbahar ortaya koydukları eserlerle, çeşit çeşit meyveleri yetiştirmek için nasıl birbirleriyle karışmışlar, dost olmuşlardır. * Nice kimseler eğri, huysuz ve hırsızdır. Ama birbirleriyle ok ve yay gibi uzlaşmışlardır. * Sevgilinin dudaklarından çıkan selamı duyan kimse, zamanenin hilesine, işvesine aldanmaz. * Ey zamanenin iyi işlerinin, kötü işlerinin etkisi altında kalarak kıvranan zavallı! Sen sevgilinin saçlarındaki büklümleri, kıvrımları görmediğin için kıvranmakta, üzülüp durmadasın. * Elbette bir ney yapan vardır ki, kamışa şekil, suret veriyor. Nefes verilmeden, içine üfürülmeden, neyin feryat ettiğini kim görmüştür? * Ey güzel! Acını dağıtmak için içtiğin şaraptan birazcık da bize ver! Kat kat olan gamını bir yudumcuk neşeyle beraber biraz bize de sun! * Gamın bizi yedi bitirdi. Sen bize fazlaca neşe şarabı sun da gama gussaya hak ettikleri cezayı ver! * Allah’ın sevdiği kullarına sunduğu gökyüzü şarabından sun! Sen onu düşmanlara göstermeden dostlara ikram et! * Savaşları durdur! Çengleri okşa, çenglere Irak-İsfahan perdesinden nağmeler ver! * Köpek ağzını açınca, binlerce susuz mest kişi; “Bana da sun, bana da sun!” diye kadehler getirdiler. * Ey güzel! Şu sonbahara bak! Şu çıplakları gör de onlara atlas gibi şaraptan birer kaftan giydir. * Gençleri seyretmek için ihtiyarlar oturmuşlar. Şu iki üç ihtiyara genç şaraptan bir baston ver de ayaklansınlar, yürüsünler. * “Sen padişahsın, şarabın da var. Can şarabından bize de lütfet!” diye ağlaya, inleye Selahaddin’e baş vur! * Mana şarabıyla bir kadeh, yüz binlerce candan daha iyidir. Kalk kumaşımızı rehine koy da o şaraptan al, bize sun! * Biz kendimizden de, yakınlarımızdan da tövbe ettik. Biz asla bu köyden başka bir yere gitmeyiz. * Büyük, küçük bir olmamız için şarap bizi bir renkli yapar. * Derviş kendinden boşaldı. Sen yokluk şarabını dolu sun, dolu! * Kalk kemanın kirişini çek, kemanı ger! Biz keman gibiyiz. Şarap da kiriş! * Hünerle dolu akıl, yerinde kaldı. Zaten şişman ihtiyara layık olan da budur. * Biz gam yemeyiz. Bunu kim görmüştür? Sen yük çekesin de o ah desin. * Gamdan kaç, padişahın bulunduğu tarafa git! İğreti evden çık, orada oturma! * Ey gönlü mermer gibi katı olan sevgili! Biz, taş gibi, mermer gibi duygusuza karşı ne yapabiliriz? * Şişeler mermere karşı ne yapabilirler? Kendilerini çarpıp, param parça olmalarından başka ne çareleri vardır? * Yıldız, karşısında can versin diye, gerçek sabah gibi gülüyorsun. * Aşk, kucağını açınca, düşünce korkusundan kaçtı, bir köşeye gizlendi. * Sabır, düşüncenin bozguna uğradığını görünce, o da tek başına kaçtı. Bir köşeye sığındı. * Sabırla düşünce kaybolunca, sevda yalnız başına ortada kaldı. O hem ağlıyordu, hem de yanıp yakarıyordu. * İşler böyle olunca, biz de, akıl ile bin tarakta bezi olan gönlü tanımaz olduk. Onlara yabancı kesildik. * Gerçekten de aşk beyliktir, ululuktur, şiir de onun davuludur, bayrağıdır. * Aşk beyi pek huysuzdur, hırçındır, kendini koru. O seher vakti her şeyi yağma eder! * Sen, onu bunu bırak da ayrılığı anlat! Çünkü ayrılığın korkusundan sözün bile ödü kopuyor. * Ey müezzin! İmam, aşkın korkusundan kaçtı, gizlendi. Sen de artık sus; minareden in! * Biz kadim olan, önüne evvel düşünülemeyen bir zamandan beri aşka düşen kişileriz. Bizden olmayanların, bizden geri kalanların hepsi de bize seyirci olmuşlardır. * Fakat seyirciler usandı. Ortada yalnız kızgın aşk şuleleri ile beslenen gönül kaldı. * Biz, gökyüzü gibi güneşin arkadaşıyız, dostuyuz. Biz onun ışığında yıldız gibi gizli kalmayız. * Biz minarenin üstündeki deve gibi parmakla gösteriliyoruz, tanınmışız. * Gözünü aç da bedenlerden kaçmış canları seyret! Can kafesini kırmış, gönül de bedeni bırakmış, kaçmış gitmiş. * Canları terbiye eden, yola getiren yüzlerce aklı gör! Kendinden kendine sığınmış binlerce varlığı seyret! * İnsanların ayıplarını söyleme, gaybı bilene bak! Bilgisizlik dilini kes! Artık hileye, onu bunu aldatmaya kalkma! * Ey ney! Herkesin bilmediği gizli sırları bildiğin için, pek hoşsun, pek hoş sesler çıkarıyorsun. Zaten duygulu insanlara hoş gelen bu sesleri, bütün işleri, bütün gizli sırları bilen çıkarabilir. * Ey ney! Sen, kendinden sıyrıldın, çıktın, varlıktan, benlikten kurtuldun, için de bomboş. Bu yüzden hiç kimsenin bilmediği sırlarla doldun. Ötelerden aldığın haberlerle ağlıyorsun, inliyorsun, bir şeyler demek istiyorsun. Ama bizde o sırları anlayacak kulak yok. Sen, bir gölge varlık oldukları halde kendilerine tapanları biliyorsun. Hakk’ı inkar edenleri de! * Aslını ararsan, aşkın bu fani alemle ilgisi yoktur. Ötelerde, gayb aleminde bir öd ağacı var, yanıyor. Aşk, onun bize ulaşan hoş kokulu bir dumanıdır. Bir de yok rengine boyanmış, kendini yok gibi gösteren çok güçlü bir varlık var. Kainatta görülen her şeyi o yaratmıştır, bugün de yaratmaktadır. * Hem uzaksın, yabancısın, hem de çok yakınsın, akrabasın. Hem kötü düşünceli bir dostsun, hem de balsın, şekersin. * Manalar, manasız dosttan gizlendi. Yani, hakikatler, hakikatsiz olan dosttan gizlendi! Hakikati anlamak için gönlün temiz olması lazım. Nereye varsam, gitsem, karşıma insan şeklinde bir şeytan çıkıyor. * Korkuluk olarak, eşekbaşı dikilmemiş bir bostanı kim görmüştür? Ben, böyle bir bostanı ömür boyu aradım, bir kerecik olsun göremedim. Yani herkes manevi varlığı, dini, imanı üstüne değil de maddi varlığı, malı mülkü üstüne titremektedir. * Keşke bir an için olsun kendini bilseydin! O insanı büyüleyen güzel yüzünden haberin olsaydı. * Sen katırlar gibi çamura düşmüşsün, balçık içinde yatmış uyumuşsun. Ne olurdu aklını başına alsaydın da, kendini güzellerin evlerindeki zevk ve safa meclislerine çekip götürseydin! * O tek olan, benzeri bulunmayan padişahı gör! O her yerde hazır ve nazırdır. Yani O her yerde bulunmakta, her şeyi de görmektedir. O’ndan hiçbir şey saklanamaz, O gönüllerden geçeni bile görür. Yarattığı bütün canlılarla ilgilenmekte, onları gözetmededir, yarattıklarını başıboş bırakmamıştır. Sen O’nun aşk denizine dal da kendinden geç, kendinden geçiş ne de hoştur, ne de tatlıdır! * Yürü ey can! Yürü acele yürü! Sen şaşılacak, acayip bir yolculuktasın. Durma haydi, manalar denizine doğru git! Çünkü o deryanın en değerli incisisin! * Bedenin, maddi varlığın birçok konaklar aştı. Mineral, bitki, hayvan mer- tebelerinden geçti; geldiğin yerleri hatırlamamakta inat etme! Bu tavlada, bu hayVanlık konağından da geçip giderek… * Aklını başına al da; beden balçığından da kurtulmaya çalış! Şehvet çamurlarına bulanmış kanatlarını yıka, temizlen vakit geçirmeden uçmaya başla! Neden senden evvel uçup giden dostların peşine düşmedin, senin burada ne işin var? * Ey ab-ı hayat! Ey can! Seni içinde mahpus tutan, senin hürriyetini alan şu beden testisini kır da, şu can ırmağında akmaya başla! Yani ölmeden evvel öl, nefsani arzulardan kurtul, her testiyi kıranın önünde ne zamana kadar kasecilik edeceksin? Yani müritliği bırak da mert ol, kamil insan ol! * Şu dağın başından aşağılara doğru koşan sel gibi, ak! Başını taştan taşa vurarak, coşarak, köpürerek, feryat ederek vahdet denizine koş! Bu dağda kimse kemer kuşanamaz, yani bu dağda kalmakla kimse yararlı insan olamaz, kendinden kurtul, insanlığa karış! * Tembel tabiatlı olan ve hayatta başarıya ulaşamayan kişi, hiç kimsenin sağlığını, hoşluğunu istemez. * Aklını başına al da, başarıya ulaşanlara haset eden kişilere eteğini kaptırma, onlar seni aşağılara çekerler. * Dünyada haset gibi, insanın hem kendine, hem de başkalarına en fazla zararı dokunan bir şey yoktur. * Sen parça parça iken, yani maddi varlığın çeşitli yerlere dağılmış iken, unsurlara takılıp kalmışken, ben seni bir araya topladım, neden vesveseye düştün, yüz parça oldun? * Benim aşk mülkümden varını yoğunu çektin götürdün de, şu gurbet yurdunda dünyada avare oldun, perişan oldun. * Sen can oğlusun, senin işin küçük aşktır. Neden asıl işini bıraktın da başka çeşit işlere kendini verdin? * Seni yüzlerce defa parçalayan, birçok ihtiyarlar peşinde koşturarak hırpalayan, harap eden bu dünya evinin kapısına düştün, çevresinde dönüp dolaşıyor, oradan bir türlü ayrılamıyorsun. * Sevgilim seher vaktinde bana bir şarap sundu. Ne olur, daha bir şey yememiş şu ham adama bana verilen şaraptan veriniz! * Bu şarap tuhaf bir şaraptır. Bu üzüm suyundan yapılmamıştır. Onun kadehi de yoktur. Sarhoşların şarap içerken yedikleri badem, şeker gibi mezesi de mevcut değildir. * Bir saman çöpünü rüzgar nasıl havaya uçurursa, o şarap da beni öyle havalandırdı. Beni benden kurtardı. İşte sevgili seher vaktinde o ateşli şarabıyla beni böyle ağırladı. * Çok yalvardım; “Bana şarap verme!” dedim, fakat o bana; “Yapma, yapma iç; bu fırsat daha ele geçmez. * Böyle hoş bir şarap, benim gibi bir saki, sen de sanki içi boş bir ney gibisin. Bu durumda hangi akılsız, hangi bilgisiz; ‘Ben şarap içmem.’ der?” * Şu dünyada gördüğümüz her şey, hepsi bahanelerdir. Ne varsa aşktan ibarettir. Aşk, Allah’ın evidir. Ey Hakk aşığı, sen de o evde oturmaktasın. * Artık bundan fazla söylemem. Fakat Allah’a yemin ederim ki, şu gönülde söylenecek ne nükteler, ne manalı sözler var. Var ama onları söylememe imkan yok. * Ey anlayışı olan akıllı kişi! Manen kör olmuş kişinin körlüğünü gider! Bundan başka yapacak bir şey yok. İmtihana kalkışma! * Allah’ım şuracıkta, şu dünyada kerem et de, nurunu arttır, arttır da insanın aklı başına gelsin, nefsine uyup kaybettiği insanlığını tekrar bulsun! * İki dünyada da gönlünü kötülüklerden, günahlardan temizleyen, saf, tertemiz bir hale gelen insan ezeldeki “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sesine karşı “Bela” demesinin yokluk olduğunu görmüş, anlamıştır. * Şu topraktan yaratılmış dünya, bir tepecik gibidir. Yokluk ise onun altına gömülü bir definedir. Tepenin altında ne olduğunu bilmeyen çocuklar, onun üstünde koşuşurlar, eğlenirler, neşelenirler. * Sevgilinin dudağını överdim, onun can yüzünü açarak güzelliğini anlatmak isterdim. Fakat onu anlayacak, ona ulaşmak için gereken gayreti sarf edecek kişi nerede? * İki köyde de, yani iki dünyada da, ona layık kimsecik yok. Yok ama varsın olmasın, sen aklını başına al da onun yoluna canını da, bedenini de at gitsin! Onun yolundan baş çekme, başını yere koy da, ona secde et! * Farkında değilsin ama zavallı insan, inci mücevher hazinesi sendedir, senindir. Aklını başına al, dükkan derdinden kurtul, tertemiz ruhla gıdalan! Nur elbette tandır ekmeğinden iyidir. * Kıyamet gününü; böyle bir günü kim görmüştür? O gün öyle bir gündür ki her şeyi, herkesi gecenin karanlığından kurtarmış, İnsanları körlükten, görmemezlikten halas etmiştir. * İnsanlar kazanca, isteklere düşmüşler, didinip duruyorlar, candan gafletteler. Fakat can yerinden oynayınca, yani ölüm gelince feryat ve figana başlarlar. Can gidince, hayat güneşi tutulunca ne geçim kalır, ne neşe. İnsan sağken, hayatta iken kimse canı aklına getirmez. Fakat can gizlenince eyvahlar olsun, neler olur neler! * Ey meclisin neşesi, parlaklığı, ey pazarın canı, hayatı! Ey evin de dükkanın da tatlılığı, lezzeti; sus! Çünkü söz ortada duran manalar denizine bir perdedir. * Sana can şarabı içirsem de artık gam yeme; kedere kapılma! Gamın da yeri mi? Artık her neşeli kişiden rehin olarak neşe al! * Can şarabı içireyim de, seni iki yüz kanatlı bir melek yapayım. Bütün beşeri kirliliklerden, günahlardan temizlenesin. Böylece insanın işlediği suçları, kötülükleri, vasıfları, huyları üstünden atarak, insan şeklinde bir melek olasın. * Daha hayatta iken ruhun bedenden kurtulması, insanın kendinden kaçması nasıl olurmuş, eteğinden canlılık tozlarını silkerek, daha yaşarken ölen kişi ne hale gelirmiş, onları, o halleri sana göstereyim. * İçli gönüllerin, iman sahibi ruhların halis ve özel şarap içtikleri seher vaktinde, seni öyle bir mest edeyim ki, artık günleri ve geceleri saymaktan kurtulasın. * Kaza ve kader, yaşadığın hayat şartları gereği karşına çıkardığı hadiselerin, belaların oklarını atar durur da sonra sana acır, yardım eder, işini kolaylaştırır. * Rüzgar buluşma şeker kamışlığından esip gelmede, o rüzgar öyle tatlı bir rüzgar ki tadına bakıyor da şeker bile şekerim diyemiyor. * Sevgili lütfetti. Seher vaktinde güneş gibi bir kadeh sundu. O Mansur şarabını içtim, öyle kendimden geçtim, öyle mest oldum ki, bedenimin her cüz’ü, her zerresi duyduğu heyecandan oynamaya başladı. * Ben çok mest oldum. O vakit “Dur.” dedi. “Sana bir kadeh daha sunayım da şu ayrılık artık aramızdan kalksın.” * Ey cihan sakilerinin canı! Sun, sun!... Kerem sahibi, keremlerde bulunur, ay da aylığını yapar, gökyüzünde ışıklar saçarak mahzun mahzun dolaşır durur. * Eşi benzeri olmayan Allah’ın Celal güneşine ant olsun ki, şu başımızın üstünde dönüp duran, gezip dolaşan gök kubbesi, yaratıldığından beri senin gibi bir güzeli bulamadı, göremedi. * Güzellikte kusursuz, edada eşsiz olan sevgili; ben susuyorum. Söylediklerimin tamamını sen söyle! Çünkü seher vaktinde sunduğun can şarabının mestliği beni benden aldı götürdü. * Ey insanlar! Bahtlı kişiler, Allah’ın merhameti ve sevgisi gölgesinde uyurlar. Kardeş; sakın sende başka bir yerde uyuma! * Sen bedeninin her zerresinden bir feryat duy, bir inilti işit! Çünkü sen büyük bir şehirsin, hem de bir şehir değil, belki binlerce şehirsin. * Senin bedeninde cüz’lerin, hücrelerin hepsi susarlar ama senin gizli şeylerini görüyorlar ve çalışmalarını senden gizlemiyorlar. Onlar bütün gün; “Gel bakalım, senin neyin var?” diye coşup köpürüyorlar. * Sen ölümsüz, uçsuz bucaksız bir deryasın! O deryada sayısız balık var. Bilgisizlik yüzünden, sende bulunan değerleri, meziyetleri reddetme! Ne diye inkar başını kaşıyıp duruyorsun? * Evet görünüşte senin bedeninde bulunan hücreler susmada ama onların hepsi de gizli işler yapıyorlar, hepsi de kalleşçesine varlığınla kumar oynuyor- lar, hepsi de hem görünüyor, hem gizli. Hepsi de birbirini yemekle meşgul, birbirlerinin hem avı, hem avcısı. * Bedeninin bütün zerreleri sana sesleniyorlar, diyorlar ki: “Sana ne oldu? Bütün istediğin, söylediğin sözler boş sözler. O sözlerde sevgiden, dostluktan hiç bahsedilmiyor.” * Görünüşte bahçe önce gelir, ama bahçeden maksat meyvedir. Sen ilk önce inciyi, sonra gümüşü seversin. * İsterim ki, hep senden bahsedeyim. Başkalarından bahsetmeyeyim. Fakat sen gizlenirsin de, bizi ileri sürersin. * Bu gidişle menzile varacağın yere nasıl varacaksın? Bu tembellikle, bu huyla dilediğine nasıl ulaşabileceksin? * Bu sırrı çözmek, bu sırra mahrem olmak sana nasip olmamış, müşkül sırrı açmayı nasıl başaracaksın? * Su gibi, şu çamur içinde hapsolup kaldın! Bedeninin aslı olan bu balçıktan ne vakit tertemiz, arınmış olarak çıkıp kurtulacaksın? * Sen tutuyor, fani varlıklara güveniyorsun, sığınacağı olmayanlara sığınıyorsun. Devlet ve ikbal sahibi padişahlar padişahına nasıl sığınacaksın? * Sevgilim sen ab-ı hayatın çeşmesisin. İlkbaharsın, yeşilliksin. Sen tıpkı bensin. Kim kendi kendine; “Sen tıpkı bensin.” diyebilir? * Ben geceyim, sen aysın. Senin olan, seni başının üstünde dolaştıran geceden kaçma’ Ay da kim oluyor? Sen yüzlerce topluluğun güneşisin. * Zaten insanlar, O’nu bilirim, O’nu bilmem görüşü ile dönüp durmadalar. Sesi, nefesi çıkmayan katırlar gibi gözleri bağlı dönüp dolaşmadalar. * Sessiz sedasız olarak istenen de, istemesen de dön dur! Sakın dayanma, kader yolunda inada kalkma! Çünkü sen zaten bağlısın, zaten onun elindesin, onun kulusun. * Maddi yönden sen fakirsin, fakirsin, fakir oğlu fakirsin ama manevi yönden, taşıdığın ilahi emanet sebebiyle büyüksün, büyüksün, büyük oğlu büyüksün. * Ey şekle bürünmüş, beden elbisesini giymiş can! Sen kat kat talihsin, devletsin. Aslında sen ne topraktansın, ne suretsin, ne göktensin; sen ezelden, göklerin bile ötesinden gelmişsin. * Sen o gizli ezel şehrindensin, varlığımızı da o gizli şehre çeker, götürürsün. Sen ne şey’e aldanırsın, ne de birinin özrünü kabul edersin. * Ey saki! Aklın bir işe yaramadığı anlaşıldı da akıllar kendi evlerini bıraktılar, deliliğin evine taşındılar, onunla beraber yaşayacaklar. Ortada akıl kalmadığı için çok kişi aşık olacak ve aşk yolunda çok kanlar dökülecektir. Bu yüzden delilik kadehi ağzına kadar kanla doldu. * Akıllarını kaybedip çılgına dönen delilik yiğitleri aşka susamış yüzlerce erkeğin, kadının varlık evlerini ateşe verdiler, yaktılar. * Delilik tarağı sevgilinin aşıklarını zincire vuran saçlarını taradı, onu süsledi de, biz kıskançlıktan tarak gibi şerha şerha iki başlı olduk. * Yanarak ağlayan, tükenen, eriyen aşk mumunun alevlerine aşk padişahından zaman zaman delilik pervanesi geliyor. Kendini alevlere atıp yanıyor. Sen bunu görmüyor musun? * Akıldan delilik efsanesini duyduklarından beri; can da, gönül de iki dünyanın varoluş masalına karşı kulaklarını pamukla tıkadılar, dinlemez oldular. * Şu sersemliği bırak, aklını başına al da aşık ol, aşık! Sen padişah oğlusun. Bu esir oluş, ne zamana kadar sürecek? * Bir padişah oğluna beylik de, vezirlik de yakışmaz, ayıp olur. Sakın aşktan başka bir şeyin peşinde koşma! * O yükselmiş, beyliğe ulaşmış kişinin beyliği, beylik değildir. Ecel beyidir. Yüksek mevki ve vezirlik sevdası aslında günah ve vebalden ibarettir. * Rahim zindanına geri dön! Yaradılışın tamamlanıncaya kadar, temizlenmen, iyi bir insan olman için sana verilen ömür bitinceye kadar “Gir şu rahime!” derler. Ey zavallı insan! Bu dünya rahme benzer. Sen onun içinde kanlar içmedesin, kanlarla beslenmedesin, bu işten haberin yok. * Eğer ben her derdin, her gamın, her belanın başıma gelmesinden sarsılsaydım, sararıp solsaydım bir adam olamazdım. * Ey şu karanlık kümbetten, yani dünyadan göçüp kurtulan can! Senin yokluk ve yoksulluk diyarında çok yapacağın işler var. * Ey varını yoğunu gizli görüş evine, yani ahirete, öteki aleme çekip götüren varlık! Neden ağlıyorsun? * Yüzlerce yamadan ibaret olan kirli beden hırkasından soyunmuş, kutlu sıfatlar elbisesi giyinmişsin. Sen insan şeklinde üstün bir varlıksın. * Var, yok; her şey senin nurunla varlık mağarasından çıkıyor da ezel bahçesine geliyor. Ey mana sevgilisi, sen nasıl bir sevgilisin? Ey mağara, sen ne biçim bir mağarasın? * Gönlünde gizlediğini başkalarının bilmediğini mi sanıyorsun? * Allah sana uyanıklık ihsan etsin! Sen gönülleri uyur mu sandın? * Dünyayı dolduran binlerce ev, binlerce yapı, gizlice mühendisin gönlüne gelmeden meydana çıkmadı. * Sırların da ötesinde gizli bir sır var. Yani her şeyin ötesinde büyük yaratıcı var. O öyle gizli bir sırdır ki, mühendisin hatırına, gönlüne gelenler hep ondan, o sırdan meydana gelmektedir. * Gönül tertemiz olursa; günahlardan suçlardan yakasını kurtarırsa, o sır dünyayı tutar. İşte o zaman mekansızlık alemi belirir, madde kalkar, hiç kimse ölmez, herkes sonsuzlaşır. * Cihan zindanına gelmeden önce, ben hep seninle beraberdim, keşke ızdıraplarla dolu bu dünya tuzağına düşmeseydim. Çünkü senin yanında çok mutlu idim. * O kadar çok söyledim: “Ben yerimden memnunum, sefere çıkmak istemiyorum” dedim. Dedim ama anlatamadım. Bak bu güç yolculuğa düştüm. Yükseklerden yeryüzüne indim. * Lütfun beni aldattı da dedi ki: “Korkma, git! Benim keremim, bu yolculukta kılavuz olur, sana bir zarar gelmez. * Gurbete gidersen, asıl yurdundan ayrılırsan, çekeceğin zahmetler, ızdıraplar seni pişirir, hamlığın kalmaz. Sonra olgun bir halde, hünerlerle dolu bir bilgin olarak yine vatanına dönersin.” * Ey Hakk yolcusu! Senin maddi varlığın toprak makamında iken gizli bir sefer yapmıştı. Adamlık makamına gelince, üstünlük mertebesini bulman gerek. * Gönül adını verdiğin bir damla kana baksana! Bu manevi varlık ayakla, kanatla gidilmeyen bir yoldan, bütün dünyanın çevresini dönüp dolaşıyor. * Allah’a yemin ederim ki, namazı nasıl kıldığımın farkında değilim! Rüku’ı tamamladım mı, imam kimdir; haberim bile yok! * Bundan sonra ben, her imamın önünde ve arkasında gölge gibi olayım da, benim gölgemi düşürenin, beni yaratanın korkusundan bazen secdeye kapanıp güçleneyim, bazen de ayağa kalkıp uzayayım! * Gölgenin ne değeri vardır? Onun rüku’ına da bakma, kıyamına da önem verme; gölgeden bir şey bekleme! Gölge cansızdır, onda bir can vardır sanma! * Gölge, hesaba katılmaz; gölge, bir hiçten ibarettir! Çünkü o, başkasının canı ile kımıldanır, hareket eder! Gölge, bazen iki elini çırpar kendini meydana getiren sahibini arar! * Varlığım kalmadığı için hep gölgeden bahsedip dururum! Gölgede ağız bulunur mu? Gölge, kendini düşürenin emrindedir, ona tabi olur! * Bir insan, Allah’la beraber bulunur, Allah yol arkadaşı olunca, o yol ne güzel yoldur! Sert cehennem bile onun için ebedi cennet olur! * Hatırlanmaya sebep olsun diye, “Ne armağan götüreyim?” deme! Güneş ve aya, armağan olarak kendi parlak yüzleri kafidir! * Sen, güzelce yat, uyu; bahtın, senin için uyumaz! * Sana sevme duygusunu vereni, düşünce lütuf edeni, yani Allah’ı düşün; başka bir şey düşünüp de üzülme! Gerçek sevgiliyi düşünmek, elbette ekmek kazanmayı düşünme yüzünden çekilen ızdıraptan iyidir! * Bu sözleri artık bırak, sus! Sus da, bu sözleri sana söyleteni düşün, ona doğru yönel! Candan cihandan geç ki, asıl canı, asıl cihanı göresin! * Ey, ara sıra mezarı ve lahdi aklından geçiriyorsun, son nefesini verince gideceğin yeri düşünüyorsun? Halbuki sen, şu anda, daha ölüm gelmeden kendi bedeninin kabrinde yatmaktasın! Gafil olduğun için, bu nükteyi anlayamıyorsun!... * Sana rızık vereni düşünmek, ona şükretmek, onu hatırlamak, minnet hisleri duymak sana helal rızık yerine geçecektir! Sen, onu bırakıp da sayılı rızık peşinde didinip duruyorsun, dükkan sevdasına kapılıyorsun!... * Bütün canlar birdir, bir yerden gelmiştir! Görünen her şey, kainatın sahibi, kainatı yaratan büyük bir varlığın bulunuşunun belirtileridir! Eğer aklın varsa, şaşı gözünü düzelt de, kainata öyle bak!... * “Bu nefisle savaşmak ne zor, ne şaşılacak iştir!” diye tembel tembel oturuyorsun! Nefisle savaşmayarak aşk hevasına uymadığın için asıl şaşılacak kişi, sen olmuşsun! * İnsanı, şunun bunun kapısına düşüren dertler, önceden meydana gelen bir perdedir! Bu perdenin sonunda, son ucunda, yine Sen varsın! Her dertli, sonunda yine Sen’in lütuf kapına başını vurur! * Sonunda, sükunete kavuşmaları, rahat etmeleri için hastaları inletir durursun! Halbuki hakikatte bizim derdimiz de, inleyen, feryat eden de Sen’sin! * “Sen’sin!” diyen de, vallahi Sen’sin! Bu meydanda oynanan top da Sen’sin topu çeviren de Sen! Bu top oyununu seyre- den de Sen’sin! * Kölelik de, efendilik de, sultanlık da hep Sen’in yazındır! Eğri yazı da; doğru yazı da hep Sen’in mektebinde yazılmıştır! * Bizim bedenlerimiz, birer evdir, ruhlarımız da, o evlerde birer konuk! Ey Allah’ım! Biz, yokuz; bedenlerimiz de, canlarımız da Sen’in gölgenden ibarettir! Aslında tenlerimiz de, misafir olan canlarımızın canı da Sen’sin! * Gel, gel, daha yakın gel! Bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Mademki sen bensin, ben de senim, artık bu senlik ve benlik nedir? * Biz, Hakk’ın nuruyuz. Hakk’ın aynasıyız! Şu halde, kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz? Bir aydınlık bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor? * Biz, hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücut halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz! Fakat neden böyle şaşıyız? Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler yoksularlı böyle hor görürler? * Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye kendi sol elini hor görür? Her ikisi de, mademki senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz ne demek? * Biz, hepimiz, bütün insanlar, hakikatte tek bir cevheriz; aklımız da bir, başımız da bir! Fakat bu kambur felek yüzünden, biri iki görür olmuşuz! * Haydi, şu benlikten kurtul; herkesle anlaş, herkesle hoş geçin! Sen, kendinde kaldıkça bir habbesin, bir zerresin! Fakat herkesle birleştin, herkesle kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin! * Bütün insanlarda aynı ruh vardır; fakat bedenler, tenler yüz binlercedir! Nitekim dünyada sayısız badem vardır; ama hepsinde de aynı yağ bulunmaktadır! * Dünyada çeşitli diller, çeşitli lügatler var; fakat hepsinin de anlamı birdir! Çeşitli kaplara konan sular, kaplar kırılınca birleşirler ve bir su halinde akarlar! * Tevhidin ne demek olduğunu anlar da, birliği ararsan, gönülden sözü, manasız düşünceleri söküp atarsan, can mana gözü açık olanlara haberler gönderir, onlara gerçekleri söyler! * Mutlu olmanın sırrını Peygamber Efendimizden öğren de, Allah sana ne verirse, ona razı ol! * Başına gelen derde, belaya razı olur da ses çıkarmazsan, o anda hemen sana cennet kapısı açılır! * Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık bir dost gibi karşıla, onu kucakla! Zaten o, sana yabancı değildir; onunla aşinalığın vardır! * Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın suratını asma! Onu, neşe ile karşıla; ona “Merhaba, hoş geldin!” de! * Onu güler yüzle, tatlı sözlerle karşıla da, gönül alıcı o eşsiz varlık, hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın ve güzelliği ortaya çıksın! * Gam çarşafına bürünerek gelmiş olan o dilberin çarşafının ucundan sıkıca tut ve asla bırakma! Onun çarşafının kirliliğine bakma; içindeki dilber çok güzeldir, çok tatlıdır, pek de vefalıdır! * Bu yüzdendir ki, bu mahallede, en çok kadına düşkün olan benim! Böylece ben, her güzel yüzlünün çarşafını çeker dururum! * Bu cihanda hakiki mutluluk, devlet arama; bulamazsın! İki cihanda selameti, ona kul olmaklığından iste! * Aşk sözünü bırak! Zira o, bir geçit yoludur, bir köprüdür! Sen, elinden geldiği kadar Allah’a kulluk et, iyi bir insan ol! * Ey insanoğlu! Bazen ağlıyorsun, gözyaşı döküyorsun, bazen de altın sevdasına kapılıyor, toprak eliyor, altın kırıntıları arıyorsun! Fakat düşünmüyorsun ki, sen altın madenisin, değerli bir kimyasın! * Bir dilenci, padişahtan ihsan isterse, şaşılmaz! Ama bir padişah dilenciden bir şeyler ister, dilenirse, işte buna şaşılır! * Daha şaşılacak şey şu ki; o padişah, dilenciye o kadar çok yalvarır, o kadar çok niyazda bulunur ki, dilenci, bu yakarışlara aldanır da, kendisini padişah sanır! * Ey altın zerresi; neşe ile oyna! Oyna; çünkü sen, manevi altın madeninin aslının aslındansın! Her neyi arıyorsan; titreyerek, oynayarak her neyin peşinde koşuyorsan; bil ki sen, onun aynısısın, tıpkısısın! * Güneş bütün ihtişamı ile yüzünü gösteriyor ve zerreden oynamasını istiyor. Ey zerre; sana da, eteklerini toplayarak onun ışığında aşkla şevkle oynamak yaraşır! * Ey zerre; sen, bir gün bir güneşi kucaklarsın! Hem nasıl biliyor musun? Kanadını onun kanadının üzerine koyarak. Bu nükteyi anlarsın ya! Güneş, zerrenin önüne bir şarap getirir de; “Ey zerre; bunu iç!” der! Zerre o şarabı içince, bir can güneşinde mahvolur gider! * Aslında zerre, şarabı içmekle, beni göremezsin! İhtarından doğan tecelli ile bir güneş olur; daha doğrusu, güneşte yok olur! * Aşıklara canlar feda olsun! Aşk, hoş bir hevestir! Ey oğul! Aşka bağlan; geri kalan şeyler boştur, hevadır! * Gökyüzünden ta yeryüzüne kadar ateşten bir aşk zinciri sarkıtmışlardır! Eğer Hakk’ı hakikati seviyorsan, o zincire sarıl, yukarılara çık! * Sen; “Aşk, nasıl şeydir?” diye sorma! Aşk, bir çeşit deliliktir, divaneliktir; insanı, zincire vurdurur! Fakat bu zincir, ahmak ve akılsızlara vurulan zincir değildir! * Senin bedenin, gönül kabesine giden bir devedir! Sen, eşekliğinden ötürü, gönül kabesine gidemedin; yoksa binecek eşeğin olmadığından değil! * Sen, eğer Kabe’ye gidemedinse, mutluluk seni oraya çeksin götürsün! Ey boş şeylerle uğraşan zavallı; kaçma! Çünkü Hakk’tan başka kaçacak yerin yok! * Bir an için, altın kırıntısına benzeyen “din”i al, dilinin altına koy da, senin kendi gönlünde, kendi içinde nasıl çok kıymetli bir maden bulunduğunu gör, anla! * Sende bulunan beş duygu ışığını gönül nuru ile aydınlat! Duyguları, beş vakit namaz gibi bil! Senin gönlün ise, yedi ayetten ibret olan Fatiha Suresi’ne benzer! * Her sabah, göklerden bir ses gelir; gönlünden dünya sevgisini atabilirsen, o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alır gidersin! * Ey ruh aleminden gelen nadir garip! Bu diyarda nasılsın, ne haldesin? Ey değerli varlık, ey Hakk devletinin nedimi! Ezeli mahmurlukla nicesin? * Ey Hakk yoluna düşen kişi! Aklını başına al, gaflet uykusundan uyan da, düşünceden de kurtul, hayalden de!... Ya Rabbi! Şu bizim uykuya dalanlarımıza bir davulcu gönder! * Nefis, hırslı ve huyludur; nekestir, dünya malına aşıktır; dedikodudan hoşlanır! Bu kötü huyları yüzünden, sendeki gizli rahmet hazinesinden habersizdir! * Ey gönül! Kendine gel; “Zahmet çekmeye gücüm kuvvetim yok!” deme! Kendi saçma görüşlerinden vazgeç; sen, güçsüz değilsin! * Herkesin zahmetini bol bol çekiyorsun da, sende bulunan gizli hazineyi aramak zahmetine katlanmıyorsun! Bu; tembellitir, hasisliktir, aşağılıklıktır! * Gönlünde ne varsa, o, senin sözünde, feryadında gizlenmiştir! Onlar; sözünle, feryadınla meydana çıkarlar ve derlenir toparlanır, kıyameti koparırlar! * Sen; benim sırrımı, gizlediklerimi herkese söylemeye, nişanı izi belli olmayan o padişahı göstermeye, izini belirtmeye geldin! * Dün akşam, sarhoş hayalin bana geldi; elinde bir şarap kadehi vardı! “Ben, içki içmem!” dedim; “İçmemezlik yapma, ziyan edersin!” dedi! * “Eğer içersem, aklım başımdan gider, utanma nedir bilmem! O zaman elimi saçlarının üstüne korsam, sen, hemen benden kaçar gidersin!” diye korkuyorum! * Nazlanmamı gördü de, bana; “Sen, bir acayip adamsın!” dedi. “Can, sana yüzünü dönüyor, iltifat ediyor, sen, ondan yüzünü çeviriyorsun! * Herkese karşı dalavere yapıyorsun, düzenler kuruyorsun ama benim gibi birisine de mi dalavere?... Ben ki, sana dostum, sana çok yakınım; benden de mi sır saklıyorsun? * Yeryüzünün gönlünün hazinesiyim; ne diye başını yere koyuyorsun, secde ediyorsun? Gökyüzünün de kıblesi benim; ne diye yüzünü göğe tutuyor, ondan bir şey diliyorsun? * Sana görüş nurunu veren padişaha doğru bak! Eğer inadından ötürü ondan baş çekersen, ecel gününde halin nice olur? * Eğri otur fakat doğru söyle; insana, doğru söz yaraşır! Senin canın da, ruhun da benim! Halbuki sen, beni bırakıp başka tarafa gidiyorsun!” * Yeter; bu söz anlatılamaz, ağza gelmez! Hatta bütün zerreleri açsan, herbirini bir ağız haline getirsen, yine anlatılamaz! * Nereden gelmişsin, biliyor musun? Sen, Hakk’ın hareminden gelmişsin, * O ruhani alem, o güzellikler hiç hatırına gelmiyor mu? * Onları unuttun da, bu dünyada şaşkına döndün, böyle şaşırıp kaldın! * Senin başın dönüp durmada! Bir avuç toprak karşılığında canını veriyorsun; bu ne ucuz alış veriş? * O toprağı geri ver; kendi değerini bil! Sen, köle değilsin; sen padişahsın, sultansın haberin yok! * Gökyüzünden nice güzel yüzlüler, senin için gizlice yeryüzüne inmişler! * Ruh, neden seni bulamaz? Sen, onun kolusun, kanadısın! Göz, neden seni göremez? Sen, gözün de, görüşün de aslısın, temelisin! * Tövbenin haddine mi düşmüş ki sana tövbe etsin? Haber kim oluyor ki, seninle bulunduğu halde başka bir şeyden haberi olsun? * O bilgin geçinen ahmak; “Bizden evvel ölenlerin hepsi de gitti; bir tanesi bile geri gelmedi!” diyor; eğer o gönlü uyanık bir adam olsaydı, geri geleni görürdü! * Arifler, aklı, baba yerine koyarlar; bedeni de ana sayarlar! Sen, gerçek bir oğul isen, babanın yüzüne bak! * İnsanın aşkını arttırarak, onu Hakk’a ulaştırmayan bilgiden beter işkence yoktur! “iyi, kötü” diye insanları ayıranlara, ayrı görenlere yazıklar olsun! * Beden, aşk ile arkadaş olunca, onunla düşüp kalkmaya başlayınca dayanamadı da, kendini fazlaca içkiye verdi! Ey hoca; neden benim bu halimden ürküyorsun da, bana bakıp yüzünü ekşitiyorsun? * Renksizlik aleminde, mest olup kendinden geçmek var, şuhluk var! Ey şeyh efendi; senin gönlün neden böyle daralıyor, neden kendini gamlara kederlere kaptırıyorsun? Herhalde, senin aşktan haberin yok!
© Copyright 2024 Paperzz