idarecilik anılarım

BİR MÜDÜRÜN HİKÂYESİ
İlk heyecan
Göreve başladığım tarih yaz tatiline denk gelmişti. Okula gittiğimde, okulu kapalı
buldum. Biraz bekledikten sonra çocuklarına öğrenci belgesi almak için birkaç veli geldi.
Okula idareci olarak atandığımı söyledikten sonra konuşmaya başladık. Okul ve çevre
hakkında bilgi almaya, velilerin okula bakışını, ilgilerini, eğitime karşı yaklaşımlarını
anlamaya çalışıyordum. Aynı zamanda velilerin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik
düzeylerini anlamaya çalışıyordum. Bir müddet sonra okulda ücret karşılığı çalışan hizmetli
geldi. Hizmetli ile tanıştıktan sonra, müdür vekili ile müdür yardımcısının ilçe merkezinde
olduklarını öğrendim. Sene sonu evraklarını hazırlamak, düzenlemek ve teslim etmek için
ilçeye inmişlerdi. Okulun ADSL bağlantısı çalışmadığı için, işlerini halk eğitim merkezinde
yaptıklarını, tanıştıktan sonra öğrendim. Okulun yeni açıldığını, yaklaşık bir yıldır eğitimöğretim faaliyetine devam ettiğini, ilçe ile arasındaki mesafenin 2 km. civarında olduğunu,
atanmadan önce okulu ilk ve tek ziyaretimde öğrenmiştim.
Okulun bulunduğu ilçe, şehir merkezine 35 km. mesafede olup yeni yeni
gelişmekteydi. Okuma-yazma oranı, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olmayan bir yerdi.
Durumu iyi olanlar ise arazi satarak zengin olanlardı.
Mesafeler uzak olsa da…
Yönetici arkadaşlar ile sohbetim sırasında velilerin eğitime ilgisinin ve buna bağlı
olarak veli toplantılarına ilginin de bir hayli düşük olduğunu öğrendim. Okulla, eğitimöğretimle ilgili bazı plân ve projelerimden bahsettiğimde, diğer meslektaşlarımdan bu
projeleri hayata geçirmenin çok zor olduğunu, hiçbir öğretmenin ilçe sınırları içinde
oturmadığını, büyükşehire gidip geldiklerini, iki araçla gelip giden olduğunu, hatta bir
öğretmen arkadaşın okula gelmek için 80 km. yol katettiğini öğrendim. Öğretmen arkadaşlar
ikna edilse bile velilerin ilgisizliğinden ve okulun ilçe merkezine uzak olmasından;
öğrencilerin gidiş geliş sorunundan sözedip şikâyet ettiler. Ben de büyükşehir sınırları
içerisinde oturmaktaydım. Bu konuşmaların ardından biraz şevkim kırıldı desem yalan olmaz.
Bütün bunlara ek olarak ben de merkezden, merkeze yakın ama birçok yönden uzak olan bu
ilçeye gidiş geliş yapmaktaydım.
İlçedeki yöneticilerle tanışmam sırasında; ilçenin Belediye Başkanı’nın “Biz okul
müdürlerimizin ilçede oturmasını tercih ederiz” demesi üzerine ben de; “hiçbir öğretmen
ilçede kalmazken, mesai saatleri dışında öğretmeni ilçede tutamadıktan sonra idarecinin ilçede
olmasının fazla bir anlam ifade etmediğini” söyledim. Öğretmenlerim hiçbiri ilçede
oturmuyordu ve bunlara ben de dahildim. Bu durum hayalimde yaşattığım plan ve projelerime
ket vurur muydu acaba?
Okulumuzda 19 derslik 15 tane kadrolu öğretmen vardı. Yaz tatilinde yaklaşık yarısı
değişti, diğer yarısına yakını da sömestr tatilinde değişti. Okuldaki öğretmenlerin hemen hepsi
meslekte yeniydi ve aynı zamanda eş durumu veya öğrenim durumundan gelen öğretmenlerdi.
Evlerinin büyükşehir merkezinde olmasından dolayı geldikleri ilk günden itibaren tayinlerini
büyükşehir merkezine nasıl yaptırabileceklerini, sabah evden çıktıktan sonra akşam eve nasıl
döneceklerini düşünmekteydiler. Bundan dolayı da “benim okulum, benim öğrencim”
bilincinin oluşmasında sıkıntı yaşanmaktaydı. Bu da özellikle idealleri, hayalleri, planları,
projeleri olan bir idareci için diğer bir handikaptı.
Maraton başlıyor
Yaz tatili bitmişti. Eylül ayında seminer çalışmalarının başladığı ilk gün toplantı
yapıldı. Tanışma faslından sonra öğretmen arkadaşlarım görev ve görevlendirme beklerken ne
yapacaklarını sorduklarında; “Bugün hiçbir şey yapmayacaklarını sadece düşünmelerini
istediğimi”, neyi düşüneceklerini sorduklarında ise; “Neleri, nasıl yapabileceğimizi; bu okul
sizlerin çocuklarınızın okulu olsaydı nelerin, nasıl yapılmasını isterdiniz? sorusuna cevap
aramalarını” istedim. “Öğretmenlerden, okul idaresinden, kısaca eğitim-öğretim yuvasından
neler beklerdiniz?” sorusunu da konuşmamın sonuna ekledim. Bütün bunları düşünmelerini
bir sonraki gün, bu konu hakkında konuşacağımızı ifade ettim. Ertesi günkü toplantıda hayal
kırıklığına uğradım. Bir rapor hazırlamalarını beklemiyordum; ama bahsi geçen konuların
düşünüldüğüne inanmam bile beni rahatlatmaya yetecekti. Öğretmenlerin; zaman, yol, gidişgeliş, mesafe, velilerin ilgisizlikleri gibi sıkıntı ve şikâyetleri, benim istediğim konuyu
düşünmelerini engellemişti. Arkadaşlara bir öneri olarak ilçede oturmayı teklif ettim; hatta
böyle bir durumda önce benim ilçeye taşınabileceğimi söyledim. Bunun mümkün olmadığını,
eşlerinin büyükşehirde çalıştığını, çocuklarının da orada okuduklarını söylediler. Tabi, empati
kurduğumda arkadaşlara hak vermiyor değildim. İlçede oturmanın da bir avantajı
görünmüyordu: kaloriferli ev sayısı çok sınırlıydı ve onlar da kiralanmıştı; okuldan 5 dakika
geç çıkılsa 2 km. yol yürünecek ya da taksi ile gitmek zorunda kalınacaktı.
Okul iklimi
Öğretmen arkadaşlar ile yaptığımız ilk toplantıda “klasik bir müdür olmayacağımı;
sevgi, saygı, hoşgörü, gönüllülük ve işbirliği ilkelerine dayalı bir okul iklimi oluşturmaya
çalışacağımı” anlattım. Okulu bir gemiye benzeterek; “benim kaptan olduğumu, ancak
kaptanın tek başına bir şey başaramayacağını, asıl işi yapanların; çarkçı, dümenci, motorcu
olduğunu, yani başarıya ulaşabilmek için asıl işi yapacak olanın öğretmen olduğunu” ifade
ettim.
Kararlara katılım
Çağdaş yönetim anlayışında yöneticinin “personelinin tüm problemlerinin çözümünde
duyarlı olması gerektiğini” anlattım. Benim felsefemde “Herkes müdür olabilir; ama herkes
idareci olamaz” düşüncesi vardı. İdarecilik ayrı bir sanat ve yetenek gerektirirdi. Bunun
bilincindeydim ve bütün mesai arkadaşlarıma bunu daha ilk başta hissettirmek ve göstermek
için elimden geleni yaptım. Okulu birlikte yöneteceğimiz için öğretmenleri ilgilendiren bütün
kararlarda öğretmenin görüşünü alacağımı, bütün görüşlere saygılı olacağımı ifade ettim.
Çünkü alınan kararın, kararı uygulayacak olanların karar alma sürecine katıldığı oranda
başarıya ulaşma olasılığı yüksek olacaktı. Okulu ve idareciyi ilgilendiren bütün konuları
bireysel veya toplu olarak konuşabileceğimizi ifade ettim.
Okulda yaptığım ilk toplantıda ben yaptım oldu demeyip okulu çalışanlarıyla birlikte
yöneteceğimi, sorunlarımızı birlikte çözeceğimizi, sevinçlerimizi birlikte yaşayacağımızı,
üzüntülerimizi birlikte paylaşacağımızı ifade ettim. Okulla, eğitimle ve öğretmenlerle ilgili
her konuyu birlikte konuşarak çözmeye karar vermeye çalıştık. Belki başka idarecilerin; “Bu
idarenin işi, öğretmene de bu sorulur mu? Öğretmen buna da karışır mı?” şeklindeki konuları
da kurulda veya kısa süren toplantılarda görüşüp karara bağlamaya çalıştık.
Çatışma yönetimi
İnsan olan, toplu yaşanılan ve çalışılan her yerde muhakkak çatışmaların yaşanacağını,
bu çatışmaları, bireylere ve kuruma zarar vermeden çözmemiz gerektiğini, çatışmanın da
doğal olduğunu ifade ettim. Çatışmayı olumlu yöne kanalize etmemiz gerektiğini, yoksa
kuruma ve kişilere zarar verebileceğini anlattım. İkili ilişkilerimizde iletişimin kirlenmemesi
için yüz yüze konuşma ve görüşme yapmamız gerektiğini, üçüncü şahıslar aracılığı ile yapılan
iletişimin kirleneceğini, olumsuz sonuçlanacağını, iletişimde % 60-70 oranında vücût dilinin
önemli olduğunu, ses ve sese yüklenen anlamın, sesin tonlamasının, vurgusunun iletişimde
çok önemli olduğunu vurguladım. Sarı zarfımın olmadığını, yani kimseye ceza vermek gibi
bir niyetimin bulunmadığını esprili bir şekilde ifade ettim. Sorunların konuşarak
çözülmesinden yanaydım.
İlk icraat
Okula ilk geldiğimde okulun güvenliğinin zayıf olduğunu, okulun ilçe merkezi
dışında, yapılaşmanın bittiği yerde olduğunu, camların da demirli olmadığını görünce, kendi
kendime; “Bu okulu soyarlar, ama şimdiye kadar neden soymamışlar.” diye düşünmüştüm.
Akşam olunca rahat uyuyamamıştım. Okulun kadrolu hizmetlisi olmadığı için gece bekçisi
görevlendiremediğimden karakola yazı yazmam gerekmekteydi. Göreve başladıktan bir gün
sonra karakola yazı yazdım. Görevimin üçüncü gününde okulu sigorta yaptırdım. Kısa süre
içinde korktuğum başıma geldi; okulumuz soyuldu. Neyse ki sigorta yaptırmıştım; fazla bir
zararımız olmadı. Çünkü sigortadan bilgisayarların zararını karşıladık. Hatta pencerelerin
demirlenmesi için girişimde bulunmuştum. İlçe Belediyesi demir işini üstlenmişti. Okul
soyulduktan sonra Belediye Başkanı; “Hocam; hırsızlar bir hafta daha sabredemediler,
sabretselerdi camlara demir takacaktık.” diyerek espri yaptı. Gerçi hırsız için demir bir engel
değildi. Okulumuzun soyulduğu gece camları demirli olmasına rağmen, ilçe yerleşim
merkezinde bulunan başka bir okul daha soyulmuştu. Hırsızlıktan sonra okula güvenlik için
alarm taktırdık. Yeni bilgisayar sınıfımızı da üçüncü kata çıkararak çelik kapı taktırdık.
Veli seminerleri
Yaptığım bir toplantıda “sevgisini veremeyenin bilgisini de veremeyeceğini, bunun
için öğrencilerle iyi bir iletişim kurmamız gerektiğini” anlattım. Zaten yeni eğitim
programının da bilgi vermekten çok bilgiye ulaşma, bilgiyi kullanma temelini esas aldığını;
öğrencinin yeteneğini keşfetme, ortaya çıkarma ve geliştirmeye dayalı olduğunu belirttim.
Değerlendirmede ise sonucu değil süreci değerlendirmenin gerektiğini yeni müfredatın bunu
getirdiğini söyledim. Eğitim-öğretimde istenen başarıya ulaşmada muhakkak veli, okul ve
çevre işbirliği gerektiğini bunun için veli toplantılarının sık sık yapılması gerektiğini anlattım.
Velileri de bu konuda bilinçlendirmek için rehber öğretmenle görüşerek en az ayda bir veli
eğitim seminerlerinin yapılması için çalışma yapması gerektiğini söyledim. Rehber
öğretmenim de bununla ilgili bir plân yaptı. Seminer konuları: gelişim, öğrenme, ergenlik,
iletişim vb. konulardı. Okulumuzda bir konferans salonu olmadığından ilk seminer
çalışmasını belediye konferans salonunda yaptık.
İşbirlikleri ve yönetimi
Konferans salonu eksikliğinin giderilmesi için bodrum katta iki sınıfın arasındaki
duvarı kaldırarak çok amaçlı salon yapmayı da o gün plânladım. Okullarda yapılacak fiziki
değişiklikle ilgili yazıyı elden takip ederek il milli eğitim müdürlüğüne teslim ettim.
“Eğitime %100 Destek Kampanyası” çerçevesinde ilçe kaymakamının da desteğini
alarak bir kuruluşun genel müdürüyle yetkililerini işbirliği yapmak üzere okula davet ettim.
Geldiklerinde çok amaçlı salonu, sahnesini ve sandalyeleri ile birlikte yapmayı, hatta okulda
ihtiyaç duyduğumuz birçok işi gerçekleştirmeyi de taahhüt ettiler. Fakat çok amaçlı salon için
beklediğimiz onayın yaklaşık dört ay gecikmesi bütün planlarımı altüst etti. Bu arada işbirliği
yaptığımız kuruluşun genel müdürü değişmişti. “Olur” için defalarca ilgili birime gidip
geldikten sonra, hatta görevliyi kendi arabamla getirip götürmeyi vaat ederek sonunda
gecikmeli de olsa “olur”u aldık. Şansımıza yeni genel müdür eğitim-öğretime karşı ilgili bir
öğretmen çocuğuydu. Böylece okulumuz çok amaçlı salonuna kavuşmuş oldu. Açılışını da
okulumuzda düzenlediğimiz “Bahar Şenliği” etkinliğine davet ettiğimiz işbirliği yaptığımız
kuruluş yönetim kurulu başkanına bizzat yaptırdık.
Tedbir
Okulumuz tepe üstünde bir yere yapılmış olduğu için manzarası çok güzeldi. Ama bu
güzellik beraberinde bir sorunu da getiriyordu: yağmur yağdığı zaman şimşekler tepemizde
çakmaktaydı. Bununla ilgili il milli eğitim müdürlüğüne paratoner ve yangın dedektörü için
yazı yazıp elden götürdüm. İlgili şube müdürü ile sürekli görüşerek işi takip ettim. Şube
müdürü de yatırımların plânlandığını bir sonraki seneye yazı yazmaya gerek kalmadan
kendisine hatırlatılması halinde yatırım plânına dâhil edeceğine dair söz verdi. Bir sonraki
sene hatırlattığımda yatırım planına dâhil ederek, okulumuzun paratoneri ve yangın detektörü
de takılarak faaliyete geçti.
Bahçemizi yeşillendirelim
Okulumuz yeni olduğu için çevre düzenlemesi tam yapılmamıştı. Bununla ilgili ilçe ve
büyükşehir belediyesi yeşil bitkiler şubesiyle iletişime geçerek fidan temin ettik. Çevreyi
Koruma Kulübü’nün de katkılarıyla, okul bahçesine başta orman haftası ve nevruz etkinlikleri
çerçevesi olmak üzere, toplam 250 fidan dikimini okul öğrencileri ve öğretmenleriyle birlikte
gerçekleştirdik. Çocukların fidanları korumaları, sahip çıkmaları, yeşili sevmeleri ve çevre
koruma bilincini oluşturmak için her ağacın sahiplenilmesi sağlandı. Her ağacın yanına veya
üzerine hangi sınıfa ait olduğuna dair yazılar yazıldı. Yine kendi imkânlarımızla ve okul
hizmetlilerinin istekli çalışmalarıyla okul bahçesi çimlendirildi ve çiçeklendirildi.
Sorun Çözme
Okulumuzun normal eğitim olması nedeniyle avantajlı yönümüz, öğle arası
öğretmenlere birlikte yemek yememizdi. Bu bize birlikte olma, iletişim kurma ve bazı
konuları yemek sırasında konuşma fırsatı vermekteydi. Sene başında nöbet görevi gündeme
gelince kadrolu öğretmen azlığından, nöbet yerinin çokluğundan dolayı sık nöbet geleceği ve
arkadaşların çok yorulacağını belirttim. Okulumuza görevli ve ücretli öğretmenlerin nöbet
tutma mecburiyeti bulunmadığını; ama arkadaşlara yardımcı olma açısından isteyen
arkadaşların nöbet tutabileceğini söyleyince, mecburi olmamalarına rağmen görevli, ücretli,
rehber öğretmenler ile anasınıfı öğretmeni nöbet tutabileceklerini ifade ettiler. Yeterli
öğretmen gelene kadar da nöbet tuttular. Bu bize sorunları paylaşınca birlikte çözümün daha
kolay olacağını göstermiş oldu. Nöbet tutma konusunda arkadaşlara boş bir çizelge verilerek
hangi gün, kimlerle nöbet tutmak istiyorsa yazmalarını istedik ve bu şekilde nöbet görevi
dağıtılmış oldu. Sürece arkadaşları katarak görev ve sorumluluğu daha fazla hissetmeleri
sağlandı. Sonra program yaparken arkadaşların hangi gün ve saatlerin boş olmasını
istediklerini sorarak mümkün olduğunca bu doğrultuda programı yaptık. Arkadaşlar da
bundan çok memnun kaldılar.
Okuma saati uygulaması
Zaman içinde yapılan çeşitli toplantılarda öğretmen arkadaşlara bizim önemli bir
görevimizin, misyonumuzun olduğunu, bizim hamurumuzun insan olduğunu, ülkenin kaderini
değiştirebileceğimizi sürekli vurgulamaktaydım. İlçe genelinde okumaya ilginin az olduğunu,
hatta ilçe genelindeki öğretmen sayısının benim köyümdeki öğretmen sayısı kadar olduğunu
ifade ettim. Bu ülkenin geleceğini olumlu yönde değiştirmek, geliştirmek için muhakkak
fedakârlık yapmamız gerektiğini, bizim şikâyet etmeye hakkımız olmadığını çünkü
sokaktakini de, ülkeyi yöneteni de bizim yetiştirdiğimizi veya katkımızın olduğunu ifade
etmekteydim. “Bu noktada biz ne yapabiliriz?” diye arkadaşlara sordum ve arkadaşlara
okumaya ilgiyi artırmak için okuma saati uygulaması önerisini getirdim. Arkadaşlar bunun
nasıl olacağını sorduklarında; Okulumuzun 15.00’te dağıldığını, bunun yerine 15.30’da
çıkarak yarım saat okuma saati uygulaması yapabileceğimizi söyledim. Bu süre içinde bütün
öğretmen ve öğrencilerin defter ve kitaplarını çantalarına koyarak okuyacakları kitabı çıkarıp
sadece bunu okumalarını sağlayabileceğimizi ifade ettim. Bu önerime bir öğretmen hemen
itiraz etti. Bir başka öğretmen ise; “Arkadaşlar biz bunu öğrencilerimiz için yapmalıyız;
çünkü çok ihtiyaçları var.” deyince öğretmenler önerimi kabul ettiler.
Uygulamanın nasıl olacağı ile ilgili çeşitli görüşler ortaya atıldı. “Sabah ilk dersten
önce, öğleden sonra ilk dersten önce veya son dersten sonra olsun” tartışması sonucunda, son
saatten sonra öğrencileri rahatsız etmeyecek şekilde müzik yayını eşliğinde yarım saat okuma
saati uygulamasına karar verildi. Uygulama sürecinde durumu tekrar görüşüp değerlendirme
yapabileceğimiz kararlaştırıldı. Bu yaptığımız okuma saati uygulaması okulda ve ilçede dev
bir adımdı. Havalar ısınmaya başlayınca bazı arkadaşlar; okuma saati uygulamasının amacına
ulaştığını, ancak veriminin düştüğünü ileri sürerek uygulamanın kaldırılmasını önerdiler. Ben
“öğrencilere sorulmasını, okuma saati uygulamasından memnun olup olmadıkları ile okuma
saatinin devam edip etmemesinin oylanması gerektiğini” söyledim. Anket hazırlandı,
öğrencilere uygulandı. Uygulamanın devam etmesi yönünde % 70 “Evet”, %30 “Hayır”
sonucu çıktı. Böyle bir sonuç beklemeyen öğretmen arkadaşlar da dâhil, durum herkes için
sevindirici olmuştu. Tabi bu arada uygulama için kaymakamlıktan olur almayı da ihmal
etmedik.
Ödüllendirelim, olumluya yönlendirelim
Öğrencilerle ilişkilerde mümkün olduğunca sevgi ve saygıyı ön plana çıkarmaya
çalıştım. Çünkü sevgisini veremeyenin bilgisini de veremeyeceğini düşünmekteydim.
Öğrencilerimizin ve velilerimizin olumlu ve saygılı olduğunu düşünüyordum. Arkadaşlara da
bu konuda tavsiyelerde bulunuyordum. Öğretmen arkadaşlara: “Biz bu çocukları nasıl daha
olumluya yönlendirebiliriz?” diye sorunca, çocukları ödüllendirme fikri gündeme geldi. En iyi
sınıf, en başarılı öğrenci, en temiz koridor vb. Bu ödüllendirme çalışmalarını yaptık ve çok
yararlı olduğunu gördük. Öğrenciler ödülü, takdir ve teşekkürden daha fazla önemsediler.
Bir gün rehberlik servisine davet edildim. Odada yedi öğrenci üç dört tane öğretmen
vardı. Ne olduğunu sorduğumda altı öğrencinin bir öğrenciyi dövdüklerini öğrendim.
Öğretmen arkadaşlardan bir ikisi bunları cezalandıralım düşüncelerini dillendiriyordu. Ben ise
o öğrencilere: “Hani siz akıllı, uslu, terbiyeli, saygılı, çalışkan öğrencilerdiniz?” dedim. O
sırada rehber öğretmen; “Bunların iki tanesine ödül verecektik!” diyerek beni uyardı. Ben de
ödüllerin verilmemesini, ertelenmesini istedim. İşimin de yoğunluğundan; “Bir sonraki gün
görüşürüz.” diyerek ayrıldım. Ertesi gün sabah, bu öğrencilerin odamın kapısında ellerinde
tek bir gül ile beni beklediklerini gördüm. “Buyurun çocuklar” dediğim zaman; “Müdürüm
biz sana ve okulumuza yakışır şekilde davranmadık, bizi affedin; söz, bir daha sizin karşınıza
böyle çıkmayacağız.” dediler. Gerçektende bir daha karşıma olumsuz bir davranışla
çıkmadılar ve iki öğrenci de sene sonuna kadar sürekli, “Hocam; ödülümüzü ne zaman
vereceksin?” diye sordular. Senenin sonunda ödüllerini verdim.
Sanat ve spor etkinlikleri
Türkçe öğretmenimiz, derslerinde başarılı olmakla birlikte okulumuzun tiyatro
grubunu da çalıştırdı. Tiyatro grubumuz ilçe genelinde birinci oldu. İlçede ve ilde gösteriler
yaptı. Türkçe öğretmeni bir konuşma sırasında; “en iyi imkân ve hoşgörüyü bu okulda
bulduğunu bunun da başarıda katkısının olduğunu” söyledi.
Müzik öğretmenimize boş bir odayı müzik odası olarak tahsis ettik; piyano alamadık
ama bir org aldık. Öğretmenimiz de Türk sanat müziği korosu kurarak başarılı bir çalışma
yaptı. Koronun ilçe şenliğindeki gösterisi herkesin beğenisini ve alkışını almıştı.
Beden eğitimi öğretmenimiz ise okulumuzun futbol takımını çalıştırmış; kendi
okulunda nöbet görevi ve sınıfı olmasına rağmen okulumuzda nöbet tutmuş, sınıf almış, her
türlü etkinliğe katılmıştı. Yapılan bu çalışmalarla en az 30-40 öğrenci zararlı bazı alışkanlıklar
ve uygun olmayan ortamlardan uzak tutulmuş oldu. Yapılan çalışmaların sonucunda
okulumuz futbol takımı il turnuvasında grubunda birinci olup bir üst lige çıktı. İlçede yapılan
turnuvada gol yemeden finale kadar gelip finalde şanssız bir golle ilçe ikincisi oldu.
Görevlendirme olarak okulumuzda çalışan öğretmenlerin çalışmalarıyla kazanılan bu
başarılar, öğrencilerde okulu sahiplenme bilincini geliştirdi.
Son
Acısıyla tatlısıyla koca bir yılı o bahsettiğim, büyük şehre çok yakın ama bir o kadar
da uzak ilçede tamamladım. Hâlâ oralarda hayallerimi, ideallerimi, projelerimi, planlarımı
gerçeğe dönüştürmek için canla başla çalışmaya devam ediyorum.