Genel: 2 Halk Ayaklanmaları: 1 Arap Baharı’ndan Kesitler: Yeni Ortadoğu’yu Anlamak Paul Amar ve Vijay Prashad Dispatches from the Arab Spring: Understanding the New Middle East Edited by Paul Amar & Vijay Prashad Copyright © LeftWord Books Bu kitabın Türkçe yayın hakları AnatoliaLit Ajansı aracılığıyla alınmıştır. Çevirenler: Ömer Can Furtun Seyit Ümmetoğlu Yankı Deniz Tan Editör: Harun Özgür Turgan Redaksiyon: Burcu Ballıktaş Bingöllü Serap Güneş Son Okuma: Nihal Boztekin Kapak Tasarımı ve Grafik: Meltem Ulusoy Kapak Fotoğrafı: Mısırlı eylemci, 1 Şubat 2012’de Port Said stadında Tahrir ayaklanmasının öncülerinden el-Ehli taraftar grubu Ultralar’dan 74 kişinin öldürüldüğü katliamı protesto ediyordu. (6 Şubat 2012, Kahire) © Mohammed Salem/Reuters Birinci Basım: Aralık 2014, İstanbul Baskı ve Cilt: Pasifik Ofset Ltd. Şti. Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha İş Merkezi A Blok K:2 34310 Haramidere-İstanbul Tel: 0212 412 17 77 Matbaa Sertifika No: 12027 ISBN: 978-605-85156-1-1 İntifada Yayınları Halil Rifat Paşa Mah. Yüzer Havuz Sok. No:1/A-566, 34384 Şişli-İstanbul Yayınevi Sertifika No: 30264 W: www.intifadayayinlari.com E: [email protected] T: twitter.com/intifadayayin F: facebook.com/intifadayayinlari Paul Amar ve Vijay Prashad Arap Baharı’ndan Kesitler Yeni Ortadoğu’yu Anlamak Çevirenler: Ömer Can Furtun Seyit Ümmetoğlu Yankı Deniz Tan İçindekiler GİRİŞ: ORTADOĞU’DA DEVRİM YAPMAK Paul Amar ve Vijay Prashad 9 TUNUS Nouri Gana .......................................................................... 19 MISIR Paul Amar .............................................................................. 49 Tahrir ve Özgürleşme ................................................................ Baskıcılar ve Gericiler .............................................................. Devrime Dair Kuşkular ............................................................. Yerel Özyönetim İçin Alternatif Hareketler ................................. Yenilikçi Seçim Hareketleri ...................................................... Yaratıcı Emekçi Eylemleri ........................................................ Sınır Tanımayan Toplumsal Cinsiyet Dayanışmaları .................... Sonuç ....................................................................................... 50 57 66 71 75 80 84 88 BAHREYN Adam Hanieh ................................................................... 99 Bahreyn: Sömürgeciliğin İzleri .................................................. 101 Petrol Çağı ............................................................................... 104 1990’lar İntifadası ................................................................... 107 Ulusal Eylem Sözleşmesi .......................................................... 110 Bahreyn’in Önemi ..................................................................... 112 2011 Ayaklanması ................................................................... 117 SUUDİ ARABİSTAN Toby C. Jones .................................................. 133 Baskı Politikası ........................................................................ 134 Suudi Güvenlik Devleti ............................................................. 137 Ulemanın ve Sivil Toplumun Manipüle Edilmesi ........................ 140 Şii Karşıtlığı ve İran ................................................................ 144 ................................................................. 149 Eylemlilik Kabarışları ve Kamusal Alanlar ............................... 154 Protestonun Coğrafyaları .......................................................... 159 Karşıdevrimci Güçler ............................................................. 165 Sonuçlar .................................................................................. 170 YEMEN Sheila Carapico CEZAYİR Susan Slyomovics ............................................................. 175 Hareketlenen Cezayir .............................................................. 177 Ordunun Gizli İktidarı ............................................................. 182 ................................................................... 191 İktidarı Sağlamlaştırmanın Geleneksel Stratejileri .................... 192 İktidarı Sağlamlaştırmanın Yeni Stratejileri ............................ 197 Fas ve Arap Baharı ................................................................. 200 Zorluklar ................................................................................ 207 FAS Merouan Mekouar LİBYA Anjali Kamat ve Ahmad Shokr ............................................. 217 Kaddafi Yönetimindeki Libya .................................................. 220 2011 İsyanı ............................................................................ 228 Yeni Libya ............................................................................. 245 Sonuç ..................................................................................... 259 .................................................. 279 Protesto Gelenekleri ve Otoriter Baas Rejiminin Yeniden Yapılandırılması .................................................................... 285 İsyanın Dinamikleri ................................................................ 292 Baskının ve Toplumsal Parçalanmanın Dinamikleri .................. 304 Sınıf ve Bölgecilik .................................................................. 309 SURİYE Paulo Gabriel Hilu Pinto ................................................................ 327 Protestolara (Daha) Uzun Bir Bakış ...................................... 331 Protestoların Siyasi Coğrafyası .............................................. 339 2011 Protestoları ................................................................... 345 Yeni ve Eski İttifaklar ............................................................ 349 ÜRDÜN Jilian Schwedler .............................................................. 355 Tarihsel Miraslar ................................................................... 357 Savaş Hayaleti ...................................................................... 361 Devrimci Bir Arap Dünyasında Lübnan’ın İstikrarı ................... 363 Makropolitikanın Ötesinde: Tarihin Ağırlığı .............................. 370 LÜBNAN Maya Mikdashi ................................................................ 375 İstisna Olarak Filistin ............................................................. 378 Bastırılmış Bir Anlatı ve Tarih ................................................ 380 Arap Kolektif Bilincinin Merkezindeki Filistin ......................... 382 Tarih ve Strateji ..................................................................... 384 Koşar Adım Arap Baharı’na .................................................... 388 Devrim Serpiliyor ................................................................... 391 Diaspora ............................................................................... 393 Filistin İç Cephesi ................................................................. 394 FİLİSTİN Toufic Haddad İsrail’deki Filistinliler ........................................................... 399 Sonuç ................................................................................... 401 IRAK Haifa Zangana ...................................................................... 407 Niçin Tahrir Meydanı? ........................................................... 408 Felluce’nin Barışçıl Protestosu ............................................... 410 Tahrir Meydanı’nda ................................................................ 413 Kimdi Onlar? ......................................................................... 414 Zorluklar ve Tepkiler .............................................................. 416 Yüz Gün Daha ...................................................................... 417 Neler Başarıldı? .................................................................... 418 Beklentiler ............................................................................ 421 SUDAN Khalid Mustafa Medani ...................................................... 429 Arap Ayaklanmaları Bağlamında Sudan .................................. 431 Sudan’da Otoriteryenizm: Ne Kadar Dayanıklı? ......................... 435 Ayrılma ve İç Çatışmanın Yinelenmesi ...................................... 440 Sudan’ın Antidemokratik İslamcıları ....................................... 444 Sudan’ın Bölünmesinde Dış Aktörlerin Rolü .............................. 448 Siyasal Dışlama, İç Çatışma ve Petrol Zenginliği İçin Mücadele.... 454 Sudan’da Çatışma mı Demokratikleşme mi? Ortadoğu ve Afrika İçin Ne Söz Konusu? ............................................................... 457 YAZARLAR ...................................................................................... 465 Türkçe Çevriyazı Kitapta geçen Arapça özel adların Türkçe çevriyazıları kullanılmış, kaynakçalarda Batı dillerindeki yazımın yanı sıra köşeli ayraç içinde Türkçe çevriyazı verilmiş, Batı dillerindeki yazımıyla tanınmış adlar olduğu gibi aktarılmıştır. 9 GİRİŞ: ORTADOĞU’DA DEVRİM YAPMAK Paul Amar ve Vijay Prashad Mağrur zorba, kavgada küstah, Yıkımın sevgilisi, hayata düşman! Gülüyorsun acısına âciz bir ülkenin Halkının kanıyla lekelenmiş müstebit elin, Kirletiyorsun büyüsünü bu dünyanın, Ekerek dikenlerini, doğuma yeis getirmek için. Ebu’l-Kasım eş-Şâbbi, İla Tuğat el-Âlem Hepimiz için Arap dünyasını nasıl kavradığımızı yeniden düşünmenin zamanıdır. “Arap Baharı”nın sayısız ayaklanma ve devrimi, görülmemiş bir hız, kuvvet ve coşkuyla bölgeyi kat eden özgürleşme güçlerini ve sosyal adalet ruhunu zincirlerinden çözdü. Bu çağ açıcı hareketler, şiddetli gerilemeler ve umut kırıcı sapmalarla karşılaştıkça dönüşümün ufku şüphe konusu olarak kaldı. Ama ister bölgede ister dünyanın herhangi bir başka yerinde olalım, Arap halkları hakkındaki bilgi edinme, bilgi verme ve değerlendirme biçimlerimizde tam bir devrim 10 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER olduğu şüphesiz. Bunun ışığında, bu kitap dünya okur çevrelerine Arap dünyasını yeni bir biçimde tanıtıyor ve eski anlayış çerçevelerinden kaçınıyor. Yönetimleri su sızdırmaz yekpare bloklar olarak resmeden “otoriteryenizm araştırmaları”nı bir kenara bırakıyoruz. Halk hareketlerini hiçbir düşüncesi olmayan tepkici güruhlar olarak gösteren “Arap Sokağı’nın politik sosyolojisi”nden uzak duruyoruz. Ve onyıllar boyu bölgeyi demokratik siyaset ya da sosyal adalet taleplerinin gelişmesine kültürel olarak elverişsiz gören “Arap ayrıksılığı” anlayışına yer vermiyoruz. Onca Arap ülkesinin diktatörleri gibi bu algı rejimleri de yıkılmıştır. Onların yerine yeni başlangıçlar öneriyoruz. İsyan yöntembiliminden esinlenen bağlanım ve çözümleme biçimleri öneriyoruz. Bölümlerimiz de yazdıklarının nabzı isyanın ritmiyle atan eylemci akademisyenler tarafından kaleme alınmıştır. Yalnızca medyanın ilgisini en çok çekmiş olan ülke ve sahneler için değil, bütün bölge için kapsayıcı bir yeniden giriş sunuyoruz. Yeni egemenlik ve direniş biçimlerine ilişkin kavrayışı toplumsal tarih, siyasi coğrafya, kültürel yaratıcılık, küresel ekonomi politik ve iktidar politikasıyla dokunan kumaşın bütününe işlemek amacındayız. Artık Arap dünyasını incelemenin iflah olmaz emperyal, sömürgeci ya da savaşçı geçmişleri kavramakla sınırlı olmadığında ısrar ediyoruz: Arap dünyasını incelemek, heyecan verici biçimde yaklaşan küresel gelecekleri fark etmeye yönelmektir. İsyanın ilk kibriti Aralık 2010’da Tunus’ta çakıldıktan sonra alevler hızla Kuzey Afrika’dan Körfez ülkelerine, oradan Batı Asya’ya sıçradı. Mısır, Bahreyn, Yemen, Libya ve Suriye’nin kent merkezleri ve kırsal yerleşimleri kaderini değiştirmek için yaşamını feda etmeye gönüllü sıradan insanlarla doldu. Olagelmiş ve onlara göre hep olması gereken dünya halini yitirmek istemeyen rejimlerin silahları hızla ortaya çıktı. Her yönetici seçkinler zümresi, sonsuza dek var olacağına ve laik bile olsa, yerinde tanrının tanıdığı hakla bulunduğuna inanır. GİRİŞ 11 Her yönetici seçkinler zümresi aynı zamanda ayaklananların kandırılmış ya da afyonlanmış olduğuna, akıllarının ermediği bir küresel satranç oyununun piyonları olduklarına inanır. Ama Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla korku duvarı aşıldı ve açılan ateşe ve göz yaşartıcı gaza rağmen kalabalıklar yöneticilerini kıpırdayamaz hale getirerek bölge için yeni bir tarihsel dönemi başlattılar. Bu harikulade olaylar kümesine her yıl kışın karların erimesinden sonra doğanın yeniden doğuşu onuruna “Arap Baharı” adı verildi. Oysa bu protestoların ne döngüyle ne de doğayla ilgisi var. Onlar yerel siyasi hoşnutsuzluklara ve küresel yapısal güçlere dayalı bir dizi benzersiz olay ile insan cesareti ve yaratıcılığının ürünü. Kitabımız Arap Baharı deyiminin genel kabul gördüğünü teslim ediyor, ancak bu dönüşümleri daha çok 1916-18 ve 1936-39’daki büyük ayaklanmaları da kuşkusuz selamlama tonu taşıyan yeni bir Arap Ayaklanması, esSavra el-Arabiye, ve bugün bölgedeki halkların ve partilerin söz ettiği gibi yeni bir Arap Devrimi terimleriyle adlandırıyor. Devrim terimi 1952-67’deki Nâsır dönemine dayanıyor ama aynı zamanda bugün Arap dünyasındaki çeşitli hareketliliklerin anlaşmazlıklara ve çelişkilere konu olan biçimlerde 1979 İran Devrimi’ne, Doğu Avrupa’nın 1989-92’deki yurttaş devrimlerine, Güney Amerika’nın 1980’lerdeki askeri rejim karşıtı ayaklanmalarına, 1990’ların yeni sol popülizmlerine (“Pembe Dalga”) ve 2000’lerin Bolivarcı devrimlerine atıfta bulunduğunu da yansıtıyor. Terimlerden -bahar, ayaklanma, devrim- her birini savunanlar ve yerenler var. Arap teriminin de yetersizlikleri var, özellikle İsyan’ın Libya’da ve baştan başa Mağrib’de yer edinmesinden sonra. Orada Arap olmayan, (küçümseyici biçimde Berberi adıyla bilinen) İmazigen/Emâziğ halkı ayaklanmanın hayati bir parçasının gerçekleşmesini sağladı. Şikâyetlerinden 12 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER biri de Araplar tarafından ayrımcılığa uğratılmalarıydı. Her şeye rağmen Arap Baharı terimi, Arapça konuşan halkların bulunduğu coğrafyanın bir ucundan diğerine, Mağrib’den Maşrık’a dek hüküm süren despotik rejimlere karşı baskı altındaki toplumsal sınıfların coşku verici güç gösterisi için kullanılan bir kısa ada dönüştü. Peki onları harekete geçirmiş olan nedir? İsyanları neden bir gelgit dalgası gibi gerçekleşmiştir? 2010-11’deki başlangıç anını ve ardından gelen dönemi nasıl anlayabiliriz? Yerel dinamikleri, o kadar uzun süre (Kaddafi 42 yıl, Mübarek 30 yıl, Bin Ali 23 yıl) yerinde kalmış liderlerin hızla uzaklaştırılmasını, kendi güvenlik devletlerinin büyük ölçüde şiddete başvurmayan protestocularla karşı karşıya gelince liderlerden vazgeçmeye dünden razı olmasını nasıl kavrarız? Bu protestolar karşısındaki emperyal çekilme manevrasına ve Arap halklarının düşlerini çılgınca bir şiddetle boğan, Atlantik dünyası ve onun Körfez’deki Arap emirlerinden oluşan emperyal iktidar blokuna nasıl bir anlam verebiliriz? Kuzey Afrika ve Batı Asya’ya giriş yolları açmak üzere Truva atı olarak IMF ve insani müdahaleden yararlanan eski emperyal iktidar blokunun, Körfez’deki Arap uyduları ve İsrail’le birlikte Atlantik dünyasının restorasyonuna nasıl bir anlam verebiliriz? Geri çekilme 2011’in başlarında anlık olarak gerçekleşti, ardından karşıdevrim Arap Yarımadası’nda ve sonra Libya ve Suriye’de kendini (inanıyoruz ki sadece geçici olarak) yeniden dayatma yolları buldu. Yeni meşruluk kazanmış İslamcı liderler, Mısır’da ve bölgenin her yanında Batılı diplomatlar, İsrail güvenlik yetkilileri, Körfez yatırımcıları ve IMF bankacılarıyla çabucak ve sıkıntı çekmeden sarmaş dolaş olarak birçok gözlemciyi şaşırttı. Ama bizim için Arap Baharı bu anlamlı tahkimat anlarını aşan bir özgürlük ve adalet dinamiğidir. Her zaman için tepedeki adamları devirmenin ötesinde, aynı zamanda baskıcı yapıları ortaya çıkaran ve iktidar bloklarını kartlarını GİRİŞ 13 göstermek zorunda bırakan bir süreç olmuştur Arap Baharı. İsyan’ın hasımları yalnızca sürülen ya da öldürülen liderler (Bin Ali, Mübarek, Kaddafi) değil, aynı zamanda geçen altmış yıl boyunca pekişmiş bir iktidar blokunun üyeleriydi: ABD ve Avrupalılar, Arap Körfez monarşileri ve tabii İsrail. Dostlarını (Bin Ali ve Mübarek) koruyamayınca, gitmelerine razı olmak zorunda kaldılar. Gene de pes etmediler. IMF çıkageldi, Washington siyasi İslamcılara ulaşabilmek için Riyad’ın aracılık yapmasına izin verdi: İğreti baş sallama ve gülümsemeler, eski iktidar seçkinlerinde eski âdetlerin belki de sürdürülebileceği güvenini uyandırdı. Arap Baharı, düşmanları görünür, seçenekleri elle tutulur kılarak, uzun erimli etkileri olacak dayanışma, örgütlenme, bilinçlenme ve kurumsal dönüşüm süreçlerini harekete geçirerek gerçekten de siyasetin donmuş toprağının buzlarını çözdü. Bölgesel aktörler de kendilerini oyuna soktu. Türkiye ve İran kendi tutkuları uğruna ayaklanmaların hamiliğine soyunmaya çalışıyordu. Körfez Arapları ve yeniden uyanan Mısır da öyle. Başlangıçta amaçları kendilerini yeni toplumsal güçlere model olarak sunmaktı. Türkler modern İslamcılıklarının örnek alınmasını, İranlılar tarihsel 1979 atılımlarının yolundan gidilmesini öneriyor, Körfez Arapları da paralarını ve İslamcılığın (o kadar esnek olmayan Suudilerden o kadar katı olmayan Katarlılara uzanan bir yelpazede) daha tutucu biçimlerine bağlılıklarını sunuyordu. Kendini Arap dünyasının merkezi olarak tanımlayan Mısır’ın kendi hevesleri vardı ve Suriye’deki çatışma çözülmeyecek gibi göründüğünde birbiriyle ilişkisi olmayan (İran ve Suudi Arabistan gibi) bölgesel aktörlere önderliğini kabul ettirmeye çalıştı. Arap İsyanı ve onun buzları çözen baharı, demek ki sadece ulusal devletler içinde yeni toplumsal güçlerin kendini göstermesi değildi. Aynı zamanda eski Büyük Güçler Birleşik Devletler, Avrupa ve Rusya’nın yokluğunda çevrede etkili olmak isteyen bölgesel oluşumların 14 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER ortaya çıkmasıydı. Bizim açımızdan Arap Baharı’nın geniş yayının en az üç uğrağı vardır. Bunlar birinciden üçüncüye kronolojik olarak sınırları çizilebilecek aşamalar değil, biri ilerlerken diğeri gerileyen, derken sıraları değişen, farklı zamansallıkları olan uğraklardır. Bu uğraklar, bölgede henüz hiçbir toplumsal güç kümesinin egemenlik konumunda olmadığı politik akışa işaret ediyor. Dolayısıyla devrim sürmektedir. 1. Uğrak: Arap Baharı, Tunus ve Mısır halklarının sevinçli kalkışması, Atlas dağlarından Kandil dağlarına dek despotik rejimlerin hızla yıkılacağı beklentisi. Bin Ali ve Mübarek’in gidişi simgeseldir. Ama Yemen’in Salih’inin istifası da öyle. Bu otoriter yöneticilerin ve ailelerinin uzaklaştırılacağını pek az kimse bekliyordu. Rejimler son bulmadı ama kleptokrasinin doruğu kesin olarak saf dışı edildi. Bu Arap Baharı, Ürdün’ün başkenti Amman’daki ve Filistinlilerin İşgal Altındaki Topraklar’ındaki göstericiler -2011 baharının iyimserliğiyle bağlantılı sona ermemiş uğraşlar- arasında umut bayrakları açarak sürüyor. 2. Uğrak: Arap Kışı. Körfez İşbirliği Konseyi’nin (en başta Suudi birlikleri) Bahreyn’e girişi ve Libya göklerinde (öncelikle Katar tarafından finanse edilen) NATO uçuşları, Suriye’de dizginlenemeyen baskı ve İsrail’in Batı Şeria’da toprak gasp ederken Gazze’yi bombalaması. Rönesans beklentileri, daha Libya’da Kaddafi rejiminin devrilmesinin ardından sönümlendi. İç savaş ve intikam korkuları her dönemeçte pusudaydı. Bunlar Bin Ali ve Mübarek’in devrilmesi sonrasında var olmayan duygulardı. Toplumsal değişimin duraklaması eski düşmanlıklara yaradı: Mezhepçilik kendini gösterdi ve Arap Baharı’nın ilerlemesini durdurma tehdidi oluşturdu. Suriye’de kan dökülmesi ve İsrail’in Filistinlilere karşı savaşları eski düzenin canlandırılması tehlikesini gösteriyordu. GİRİŞ 15 3. Uğrak: Arap Dirilişi. Yeni rejimlerin (duraksamalı ve katı biçimde sınırlanmış seçimlerle) demokrasiyi kurma ve aman vermeyen bir IMF ile (şimdi Libya maceraları ve Suriye’deki kan gölü üstünde retorikleriyle yükselmeleri sonucunda cesareti artmış) Atlantik güçleri tarafından kendilerine dayatılan neoliberal tüketimcilik politikalarını savuşturma çabaları. Grevler ve gösteriler bütün yoğunluğuyla geri gelerek Mısır’da ve Tunus’ta, Yemen’de ve Bahreyn’de olağanlaştı. Siyasi İslamcılar rejimle aralarındaki uzlaşmaz karşıtlık ilişkisinin yerine anlaşmazlık konusu olan yönetişim programlarını koymaya başladı. Alternatif bir gündemleri ve sağlam bir siyasi hareket çizgileri olmadığından bu yeni İslamcı rejimler bocaladı. Liberal oluşumlar yavaş yavaş ilerleme sağladı, ancak birçoğu kitle tabanı oluşturamayacaklarını ve bayraklarını ileriye taşıma umudunun popülist kişiliklere bağlı olduğunu kabullendi. İşçi sınıfı grevleriyle ve kendini gösteren antiemperyalist jestlerle olduğu kadar aile ve cinsellik gibi konularda yeni bir toplumsal çevrenin habercisi olan yeni toplumsal güçlerin varlığıyla beslenen yeni bir sol doğdu. Bu uğrakta gördüğümüz, yıkmaya uğraştıkları bürokratik despotizmler döneminde askıya alınan etkin ve canlı siyasi tartışma ve pratikler için toplumlarında rekor kıracak bir hızla yer açmaya çalışan siyasi güçlerdi. Arap Baharı’ndan Kesitler: Yeni Ortadoğu’yu Anlamak bölgeyi öğrencilere, genel okur kitlesine ve akademisyenlere tanıtmaya yönelik kabataslak bir karşılaştırmalı gündemden hareketle, gelecek için yeni eylem öznelerinin, yapısal ekonomik oluşumların ve politik olanakların izlenebileceği geçici bir harita sunuyor. Kitap dünyanın en saygı uyandıran düşünce insanlarından, ilgisini bölgeye yöneltmiş olan bir bölümünün yazılarını bir araya getiriyor. Bu kişiler şeytanın, ama aynı zamanda iyimserlik ve umudun saklandığı ayrıntı dünyasında yetişmiş olarak ulusal ve yerel dinamikleri derinlemesine algılıyorlar. Çözümleyici bakışları yalnızca başkentlerdeki protesto 16 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER sahnelerine değil, bu esin verici mücadelelerin ortasında farklı toplumsal sınıflar arasındaki çatışmaları ve yeni toplumsal kimliklerin doğuşunu görmeye çalışarak Sidi Buzid ve Mahalletu’lKûbra’daki, Kerzekân ve Misrata’daki yürekli kalkışmalara da odaklanıyor. Bu kitaba katkısı olan bilim insanları ve gazeteciler, Paris ve Londra ve tabii Washington ve Moskova salonlarında tartışılanların tamamen farkındadır. Kuzey Afrika ve Batı Asya kentlerinde ufku sınırlayan emperyal mantığın da farkındadırlar. Makaleler ülke ülke yazılmıştır, çünkü anayasalarında ve tevarüs ettikleri ulusal birlikte adalet arayan birçok insanın özlemlerini içinde tutan mahfazanın temelde hâlâ ulusal devlet olduğu görüşündeyiz. Demokrasiyle eşitlik arasında bir yerde geleceğe giden yol uzanıyor. Çünkü yeni bir kültür, yeni bir radikal tahayyül ufkunu taşıyan, siyasi ve sosyoekonomik haklara yönelik atılımdır. Arap Baharı’ndan Kesitler, adındaki -den halini son derece ciddiye almaktadır. Sosyal medyanın (Facebook, Twitter) ve Başkan Obama’nın 2009 Kahire konuşmasının tetikleyici rolüne fazlasıyla anlam yüklenmektedir. Gelgelelim bunlar, bölgedeki uzun başkaldırı tarihi ve neoliberal tüketim toplumu politikalarına yönelik protestoların çok daha yakın olan tarihi dikkate alındığında önemini hayli yitiriyor. Bu ayaklanmalar bölgeden doğan ayaklanmalardır ve dolayısıyla, yabancı güçlerin (neoliberal politikalar yönünde IMF’nin, Teröre Karşı Savaş yürütme yönünde ABD’nin baskısı) etkileri birçoklarının hayatını kaplayacak boyutlara varırken bile, dışarıdan birilerinin çekiştirmesiyle gerçekleşmiş ayaklanmalar değildir. Yazarlarımız bize konjonktür içinde birbirini ileri iten ama her toplumu ve her ülkeyi farklı biçimde etkileyen yapısal güçler tarafından harekete geçirilen bu ayaklanmaların nereden çıktığı hakkında fikir veren aşağıdan öyküler sunuyor. Bu farkları dile getirebilmek için isyanların sosyolojisini daha iyi anlamamıza yardımcı olmak üzere yazarlarımız bizi ülkelerin tarihinde bir geziye çıkarıyor. GİRİŞ 17 Arap Baharı bir açılıştı, uzun süreli bir mücadelenin bir aşamasıydı. Despotlarını başlarından atan devletlerde varılan anlaşma, bir liberal demokrasi kurmaktır: Ne din devleti ne askeri devlet. İstihbarat aygıtı dağıtılmış değil. Neoliberal ekonomi politikası taahhütlerine henüz meydan okunmuş değil. İşbaşına geçen siyasi İslamcıların uygun bir ekonomi programı yok ve ellerinde başka bir şey olmadığı için neoliberal ekonomik programı büyük ölçüde benimsemiş durumdalar. İslamcılar ya da liberaller, yoksullara mütevazı popülist transfer ödemeleri dışında (ki bu bile çok muhtemel görünmüyor) başka bir siyasi doğrultu için, örneğin daha güçlü bir sosyal ücret ve kapsayıcı bir sağlık ve eğitim sistemi kurmak için, özgürlük ve adalet amaçlarına bağlı bir toplumsal düzen ve güvenlik sistemi kurmak için, demokrasiyi birtakım seçim oyunları oynanmasından ibaret olmaktan çıkarıp esas meselelere ilişkin ve katılımcı kılmak için, toplumsal cinsiyetler, etnisiteler ve kültürler arasında “böl ve yönet” modellerine uygun kimlik politikalarından ve inanç topluluklarının kantonlaşmasından uzak bir adaletin sağlanması için, nihayet onurlu bir yaşam hakkının gerçeklik kazanması için IMF ve bankalara meydan okumaya gönüllü olacağa benzemiyor. Bu dönem yepyeni gelişmelere ve beklenmedik yeni oluşumlara da, devasa yapısal zorluklara ve geriletici güçlere de tanıklık etti. İşte bu ikisi arasındaki uçurumda, yeni hareketlenmeler, dayanışmalar, dirençler, diriltilen tarihler ve devletleri dönüştürücü süreçler, Arap Baharı’nın zihniyet ve yapılarının isyan ve devrime hayat vermeye devam edeceği vaadiyle ortaya çıkmıştır. 19 TUNUS Nouri Gana 4 Şubat 2011’de, İngiliz sunucu ve gazeteci Piers Morgan, CNN’de yayınlanan Piers Morgan Tonight1 adlı televizyon programında, Tunus eski başbakanı Muhammed Gannuşi ile bir röportaj yaptı. İşte bu kısa röportajdan bir alıntı: PIERS MORGAN: Sorabilir miyim, Sayın Başbakan, Mısır’daki olaylar sizi şaşkınlığa uğrattı mı ve Başkan Mübarek’in artık bir an önce gitmesi gerektiğine inanıyor musunuz? MUHAMMED GANNUŞİ: Biz kendi ülkemiz için kaygılanıyoruz. Bizim devrimimiz benzersizdir. Devrime gençler ön ayak oldu. Facebook ve Twitter kaldıraçtı. Devrim barışçıl bir şekilde yürütüldü. Bugün DNA’mız sayesinde geçmişten kopmayı başardık. Bildiğiniz üzere Tunus ihracatçı bir ülke, ama biz devrim ihraç edermiş gibi davranmıyoruz. Biz herkesle dostça ilişkiler içerisindeyiz, hangi bölgede yaşadıklarının bir önemi yok. Gannuşi, Mübarek’e karşı öfkeden köpüren milyonlarca göstericinin Tahrir Meydanı’na akın ettiği ve Tunus’un da kendi kitlesel ayaklanmasına kapıldığı bir sırada, incelikli bir şekilde, bir tutam da mizahı esirgemeksizin, Mısır’ın içişleri konusunda yorum yapmaktan kaçınmış olabilir. Elbette diplomasi bunu zorunlu kılar. Ancak belki de, Başkan Zeynel Abidin Bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de devrilmesinin ardından seçilen ilk 20 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER başbakan ve gururlu bir Tunuslu olarak şöyle diyebilirdi: “Tunus, zeytinyağı ve deglet nur* ihraç etmesiyle tanınır; lakin artık devrimin de temel ihraç ürünlerimiz arasında sayılabileceğini söylemekten mutluluk duyarız.” Şüphesiz, devrimin 2011 yılında Tunus’un her an bulunabilen, mevcudu hiç tükenmeyen ve masrafsız, emsalinden üstün tek ihraç ürünü haline geldiği ileri sürülebilirdi. Abartmaksızın Tunus’taki devrimin, barışçıl bir demokratikleşme vaadi taşıyan -esasen yerli malı bir demokrasinin Arap dünyasında teşvik edilmesine yönelik bir Marshall Planı’ndan aşağı kalmayan- bir örnek olduğu da bir o kadar ileri sürülebilirdi. Arap dünyasının çağdaş tarihi boyunca, Bin Ali kadar çaplı ve köklü bir diktatörün, Arap dünyası için gerçek bir demokrasinin ondan başka ebesi olamayacağı söylenip duran hiçbir yerleşik ideolojiye, toplumsal harekete, siyasi partiye veya dış müdahaleye başvurmaksızın bir halk ayaklanmasıyla devrildiği daha önce hiç görülmemişti. Tunus halkının uzun süredir elinden alınmış ya da çiğnenip aşağılanmış iradesi imkânsızlıkla kur yapma konusunda sakladığı potansiyeli ilk kez ortaya koydu ve yalnızca Tunus’u değil, bütün bölgeyi kapsayacak devrimsel değişimin yolunu açtı. Mesela, yaygın kanının aksine Hüsnü Mübarek’in devrilmesi süreci 25 Ocak 2011’de değil; Muhammed Buazizi adlı Tunuslu genç bir sokak satıcısının, 17 Aralık 2010’da, Sidi Buzid’deki belediye binasının önünde kendini ateşe vermesi ve Bin Ali rejimine karşı hemen başkent Tunus’a ulaşan, buradan da Arap dünyasına sıçrayan bir dizi gösteriyi alevlendirmesi ile başladı. Bu demek değildir ki Tunus, bir halk devrimi için Mısır, Libya, Yemen, Suriye veya başka herhangi bir Arap ülkesinden daha olgun şartlara sahipti. Ancak takiben Arap dünyasının başka yerlerinde ortaya çıkan halk ayaklanmalarının çoğu, *Mağrib (Kuzey Afrika) bölgesine özgü, yarı saydam bir hurma çeşidi (ç.n.) Nouri Gana TUNUS 21 öncü rolü nedeniyle Tunus’a bir teşekkür borçlu olduğu için, belki de Tunus devriminin özüne ilişkin sorular sormaya değecektir. Ne de olsa, özellikle 1947’de Birleşmiş Milletler’in (tarihsel Filistin’in neredeyse tamamını Yahudi yerleşimcilere veren) Filistin’i bölme planını Arapların da kabul etmesi gerektiğini savunduğu için birçok düşman edinmiş ve ağza alınmaz hakaretlere maruz kalmış olan ilk Tunus devlet başkanı Habib Burgiba’nın ödünsüz laiklik ve tedrici gelişme yanlısı felsefesinden ötürü Tunus’un, Arapların dünyasında ne denli kenara itildiği düşünüldüğünde, Arap dünyasını kasıp kavuran devrimci ve demokratikleştirici akımda öncü bir rol oynamış olması hafife alınmamalıdır. Ülke, Arap dünyasında o denli kenara itilmiş bir role sahipti ki, artık Arapların hayal gücünde frankofonluğun* bağrına düşmüş garip bir diyara tekabül eder olmuştu. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) idari merkezi 1982’de, Sabra ve Şatila katliamının ardından Tunus’a taşındığında bu durumun, Tunus’un fevkalade bir sürgün yeri timsali olmasından dolayı, haşin bir ceza olarak algılanmış olmasına şaşmamak gerek. Tunus kadar ufak, Arap siyasetinin uç noktalarına itilmiş bir ülkenin -tam da bu marjinal konumdan taşarak- Arap çağdaşlığını bu denli derin bir dönüşüme uğratması, belki de tarih yazımına bir ironi olarak geçecektir. Tunus’un eski başbakanı ve Bin Ali’nin adamı Muhammed Gannuşi’ye göre, zorbalığa karşı ayaklanmak Tunusluların DNA’sında bulunuyordu. Yine de, Tunus’taki hadisenin cidden olacağı vardı mıydı? Tunusluları, muazzam boyutlara varan işsizliğe, yüksek gıda ve yakıt fiyatlarına, devletin baskısına ve yolsuzluğuna, kısacası Bin Ali *Frankofon: Sözlük anlamı, “Fransızca konuşan kimse”dir; ancak frankofonluk kavramı bu sözlük tanımının ötesinde bir anlam taşır. Coğrafi ve etnik farklar gözetilmeksizin, kültürel altyapısı özsel olarak Fransızcadan etkilenmiş kimseleri tanımlar. Avrupa dışında görülen frankofonluk, Fransız ve Belçikalı sömürge imparatorluklarının bir kalıtıdır. (ç.n.) 49 MISIR Paul Amar 2011’de Tahrir Meydanı ve Mısır’ın genelindeki kitlesel ayaklanmalar ile bunları takip eden iki yıl boyunca devam eden eylem dalgaları, ne tür büyük ölçekli siyasi ve toplumsal değişimler başlattı? Ayaklanmaların sonrasında, baskı ve dışlama çeşitleri ile sosyopolitik felcin devam ettiğini göz önünde bulundurursak, buna başarısız olmuş bir devrim mi demeli, çalınmış bir devrim mi, devam etmekte olan bir devrim mi? Yoksa acaba devrim bile değil miydi? Kalabalık nüfusunun yanı sıra kültürel ve coğrafi bir merkeziliğe de sahip olan Mısır, Arap bölgesinde demokrasi ve sosyal adalet yönündeki eğilimlerin kaderini belirleyebilecek konumdadır. Öyleyse Mısır, “Arap Baharı” ve bölgede gerçekleşebilecek diğer demokrasiye geçişler için bir dayanak noktası olarak düşünülebilir. Peki, yenilikçi ve korkusuz bir halk eylemliliğinin beşiği olarak 2011’de dünyaya ilham kaynağı olmuş bu ülke için gelecek neler getirmekte? Bu bölümde, yukarıdaki sorulara deneme kabilinden cevaplar sunuyorum. Öncelikle, kısaca ülkenin kalkınmasının ekonomi politik tarihinin, zor yoluyla “kalkınmanın terse çevrilmesi” tecrübesinin ve çağdaş tarihinde birbirini izleyen devrimlerin ve sahte devrimlerin bir profilini çizeceğim. Ardından dört devrim tipi tanımlayarak, Mısır tecrübesi için hangi 50 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER kavramları kullanmanın daha isabetli olduğunu saptayacağım. Daha sonra, 2011’den beri yaşanmış en önemli ayaklanma ve bastırılma anlarının bir zaman çizelgesini çıkartarak, bunları üç safha oluşturacak şekilde sınıflandıracağım: Birincisi, 2011’in Ocak ve Şubat aylarında Tahrir Meydanı eylemlerinin gerçekleştiği ve Başkan Mübarek’in devrilmesinin başarıldığı dönem; ikincisi, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin Şubat 2011’den Haziran 2012’ye kadar süren askeri yönetimi; üçüncüsüyse bunu takip eden Müslüman Kardeşler yetkililerinin ve seçimle devlet başkanlığına gelen Muhammed Mursi’nin yönetimi. Bu üç safhada somutlaşmış olan siyasi olayların ve iktidar biçimlerinin sağlam, yapısal birer analizini sunabilmek adına makalenin ikinci yarısında, ülkede süregelen tahakkümün belli başlı altyapılarını birbirinden ayıracak bir çözümleme sunacağım. En heyecan verici ilerleme anlarına olanak veren bu altyapılar arasındaki çatlakları tespit edeceğim. Ayrıca, ilerici hareketlerin her kritik dönemeçte güçlü ters rüzgârlarla karşılaşmasına sebep olan, baskın gruplaşmalar arasındaki birtakım moral bozucu anlaşmalara ve uzlaşılara da dikkat çekeceğim. Sonra, devrimsel derinleşmenin en umut verici göstergelerini inceleyeceğim: yeni özyönetim çeşitleri ve topluluklarca oluşturulan katılımcı yönetim tarzları, ilerici işçi ve öğrenci hareketleri, siyasi parti örgütlenmelerinin heyecan verici dinamik tipleri ve geniş görüşlü birtakım sınıf ve toplumsal cinsiyet dayanışması biçimleri. Bu derinleşen süreçlerin, bir arada düşünüldüğünde, Mısır’daki ayaklanmaların uzun vadede devrimci bir dinamik teşkil ettiğinin görülmesini sağlayacağını öne süreceğim. TAHRİR VE ÖZGÜRLEŞME Mısır 2011’de dünyayı büyüsü altına aldı. 25 Ocak’ta sokağa çıkan milyonlarca yurttaş, kendilerine işkence eden polis Paul Amar MISIR 51 güçleriyle çatışarak ve iki kuşaktan uzun zamandır hareketlerini ve tüm umutlarını ezen, (kalabalık, paramiliter bir toplum polisi olan) gaddar Merkezi Güvenlik Güçleri’yle başa çıkarak, Kahire’nin göbeğindeki Tahrir Meydanı’na akın etti. Tunus’un önceki ay başkaldırmasından ilham alan -ama aynı zamanda 2000 yılı civarında filizlenmeye başlamış, Mısır’ın kendi kitlesel emekçi, feminist, yurttaşlık odaklı ve polis karşıtı hareketlilik dalgasından da güç alan-1 göstericiler, eşi görülmemiş bir kudretle, bir araya gelmiş haykırıyorlardı: “Halk rejimin yıkılmasını istiyor!” ve “Ekmek, özgürlük ve sosyal adalet.” Uzun zamandır özlemi duyulan, halkın önderliğinde halk için yapılacak devrim yoksa sonunda gerçekleşmiş miydi? Elli dokuz yıl önce 1952’de Mısır’da yapılan “Hür Subaylar” askeri darbesi, İngiliz sömürgeciliğinin “himaye”sine son vermişti. 1954’ten sonraysa Hür Subaylar’ın saflarından çıkan bir subay olan Devlet Başkanı Cemal Abdunnâsır’ın pan-Arap milliyetçi görüşü ve Üçüncü Dünya sosyalizmi politikaları, Soğuk Savaş’ın kuşatma politikasının hapishane duvarlarını yıkmaya, Osmanlıların ve Britanya’nın asırlarca süren emperyal egemenliğinin bıraktığı mirasın kökünü kurutmaya çalıştı (Shokr 2012b). Ancak (1970-1981 yılları arasında görevde bulunan) Başkan Enver Sedat’ın dışlama ve kemer sıkma politikaları ile infitah (açık kapı) politikasının yanı sıra Muhammed Hüsnü Mübarek rejiminin (1981-2011) yolsuzluğu ve elitizmi, o kuşağın devrimci çabalarını tersine çevirdi. Arapların “Dünya’nın Anası” dediği ülke, Mısır, uzun insanlık tarihinin büyük bir kısmında gezegendeki başlıca okyanus, çöl ve nehir bazlı ticari rotaların merkezinde serpilen, halkların, kültürlerin, yaratıcılıkların ve inançların çağdan çağa değişmeyen kavşağı işlevini gören, bereketli enerji ve tarım kaynaklarına sahip, dünyanın en zengin ve gelişmiş ülkesi olarak hüküm sürmüştür. Öyle ki, bazı değerlendirmelere göre 19. yüzyılın ortalarında altyapısı, kurumları ve sivil toplum 99 BAHREYN Adam Hanieh 19 Nisan 2011’de Washington Times’ın serbest kürsü sayfasında yayımlanan bir yazıda, Bahreyn hükümdarı Kral Hamad, Şubat ayında bütün ülkeye yayılan gösterilere hükümetinin vermiş olduğu yanıtı gururla anlatıyordu (Khalifa 2011). “Bahreynlilerin sivil ve siyasi hakları konusundaki şikâyetlerinin meşru” olduğuna dikkat çeken Kral, “yüksek maaşlı iş, iktisadi meselelerde şeffaflık ve daha iyi sosyal hizmetlere erişim taleplerini iyi niyetle karşıladıklarını” ileri sürüyor, bu taleplere yanıt olarak, “reform istemlerini değerlendirmek ve istikrarı korumak adına muhalefetle koşulsuz bir diyalog” önermiş olduğunu belirtiyordu. Sürecin “radikal unsurlar” tarafından baltalanmaya çalışıldığına dikkat çeken Kral Hamad, yine de bu konudaki iyimserliği ve halkına olan inancı konusunda ısrar ediyordu: “İstikrar ile aşamalı reform arasında, evrensel insan hakları değerlerine, ifade özgürlüğüne ve dini hoşgörüye her daim bağlı kalmak suretiyle bir denge kurma zamanının artık geldiği konusunda hepimiz hemfikiriz.” Bu sözleri okuyan kayıtsız bir gözlemci pekâlâ Bahreyn yönetiminin, 2011’in birinci yarısı boyunca Kuzey Afrika ile birlikte ülkenin birçok komşusunu da vuran halk ayaklanmalarının bir tekrarının önüne geçmeyi başardığını düşünebilir. Ancak gerçeklik -Ortadoğu rejimlerinin öne sürdüğü savlarda 100 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER sıklıkla karşılaşıldığı üzere- Kral’ın tatlı diliyle tamamen çelişmekteydi. Sadece bu yazının yayımlanmasından önceki hafta içerisinde, hapisteki dört Bahreynli siyasi tutsak hayatını kaybetmişti. Öldürülenlerden biri, ülkenin tek bağımsız gazetesi olan el-Vasat’ın kurucularından Kerim Fahravi’ydi ve ailesine teslim edildiğinde bedeni kesik ve yaralar içerisindeydi. Bir BBC muhabiri, öldürülen bir diğer tutuklunun bedenini şöyle tasvir ediyordu: “Evire çevire dövülmekten yırtıklar içinde kalan sırtı, kanlı bir zebrayı andırıyordu; görünüşe göre elleri ve ayakları kelepçelenerek ağır kablolarla kırbaçlanmıştı” (Gardner 2011). Kral, rejiminin “iyi niyetinden” bahsederken, yirmi yedi yaşındaki Bahreynli bir kadın, Zeyneb el-Havace, tanınmış bir insan hakları savunucusu olan babası Abdulhadi elHavace’nin tutuklanmasına, işkence görmesine ve tecavüz girişimine maruz kalmasına tepki olarak başlattığı açlık grevinin ikinci haftasına giriyordu. İşkencecilerinin paramparça ettiği çene kemiği yüzünden dört saat süren bir ameliyat olan Havace, askeri bir mahkeme tarafından ömür boyu hapse mahkûm edilmişti. Bu göz önündeki vakaların haricinde, Kral yazısını kaleme aldığı sıralarda daha yüzlerce Bahreynli tutuklanmakta, işkence görmekteydi. Ortadoğu’nun diğer köşelerindeki ayaklanmalarla karşılaştırıldığında bu baskı, Batı medyasında sınırlı yer bulmuştu. Yaygın söylemlerde Bahreyn’in tarihi ve son zamanlardaki protestolar hakkında bilgi temelli tartışmaların yokluğu barizdi ve Bahreyn’deki olaylardan bahsedilmesi de 2011’in daha çok gündeme gelen diğer mücadelelerine basit bir ilave olarak kalıyordu. Ne var ki, Bahreyn’in ayaklanması en az diğer isyanlar kadar kayda değerdi. 2011’in başlarında ortaya çıkan halk hareketi, siyasi ve sosyoekonomik haklar için Bahreyn’de onlarca yıldır sürdürülen mücadelenin en yeni tezahürüydü. Basının sessizliği ve uluslararası kınamaların yokluğu ise, Bahreynli yöneticilerin uzun süredir ABD’li ve Avrupalı liderler- Adam Hanieh BAHREYN 101 den açıkça destek aldığı savını doğrulamaktaydı. Bu destek, Batı’nın Ortadoğu’daki çıkarları açısından, Bahreyn’in asli bir önem taşıdığına işaret etmektedir. Bu aynı zamanda, 2011’de Arap dünyasında yaşanan ayaklanmaların tam bir değerlendirmesinin yapılabilmesi için Bahreyn’in öyküsünün uluslararası haberlerin arka sayfalarından kurtarılması gerektiği anlamına da geliyor. Bu bölümdeki ana sav, Bahreyn siyasetini Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki dini çatışmaların yüzeysel ve büyük oranda hatalı betimlerinin merceğinden yansıtan egemen bir anlatıyla ters düşmektedir. Aksine bu bölümde Bahreyn’in iki yönlü bir analitik çerçeveye oturtulması hedeflenmektedir: Ortadoğu’da ABD tarafından yön verilen bölgesel düzenin oluşturduğu geniş bağlam ve ülkede tarihsel olarak gelişen ekonomi politiğin belirli özellikleri. Bu bakış açısından hareketle, bu bölümün ilk kısmı ülkenin uzun sömürgelik tecrübesi, bunun toplumsal yapılar üzerinde bıraktığı etkiler ve postkolonyal petrol çağında emek ve siyaset alanlarında beliren mücadeleleri kapsayan kısa bir Bahreyn tarihi sunmaktadır. İkinci kısım, Bahreyn ekonomi politiğinin kilit özellikleri ile Ortadoğu’daki yabancı egemenlik örüntüleri açısından ülkenin önemini ele almaktadır. Son kısım ise, eylemcilerle yapılan görüşmelerden, haber bültenlerinden ve diğer çözümlemelerden beslenerek ayaklanmanın kendisini anlatmakta ve ülkenin gelecekte izlemesi muhtemel güzergâhlar üzerine bir değerlendirmeyle sonuca varmaktadır. BAHREYN: SÖMÜRGECİLİĞİN İZLERİ Yüzlerce yıl boyunca, birbiri ardına gelen sömürgeci ve bölgesel güçler Bahreyn’i Körfez ile Ortadoğu boyunca yayılan daha geniş bir denetim ağının kilit noktalarından biri 133 SUUDİ ARABİSTAN Toby C. Jones Suudi Arabistan’ın kocamış liderleri, 2011 yılı başlarında Ortadoğu’ya hızla yayılan devrimci mayalanmayla derinden sarsıldılar. Mısır ve Tunus toplumları epeydir iktidarda olan diktatörlerini devirirken onlar hüsranla izlediler. Muhalefet hareketleri ülkenin daha yakınında, özellikle de küçük krallık Bahreyn’de harekete geçince kaygı korkuya dönüştü. Orada, Suudi Arabistan’ın doğu kıyısının hemen burnunun dibinde, on binlerce demokrasi yanlısı protestocu, uzun zamandır esSuud’un vasallarından olan bir devlette otoriter yönetimi sona erdirmek için Şubat ayında talihsiz bir seferberlik başlattı. Krallığın, göstericilerin gaddarca bastırılmasına bir kılıf hazırlamak için Bahreyn’in başkenti Manama’ya askeri güç sevk ettiği Mart ayı ortasına gelindiğinde Riyad’ın bölgesel alt üst oluş karşısındaki sıkışmışlığı tamamen gözler önündeydi. Bu askeri müdahale, Suudi Arabistan’daki siyasi seçkinlerin Arap Baharı’nın bölgesel yansımalarını sınırlamak isteyişinin en görünür işaretiydi. Bu yıl boyunca Suudi Arabistan bölgenin en güçlü ve kararlı karşıdevrimci gücü olarak açıkça belirdi (Jones 2011b).1 Krallığın liderleri, Libya’da Muammer Kaddafi’nin ve Suriye’de ölümlerle ve kararsızlıkla geçen aylardan sonra Ağustos’ta Beşar el-Esad’ın devrilmesinden yana tavır alırken, gerçekte buralardaki demokrasi güçlerini destekle- 134 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER miyorlardı (Jones 2011c). Bilakis, kendi çıkarlarına hizmet edecek, siyasi statükoyu az çok muhafaza edecek ve en önemlisi, başlıca rakipleri İran’ın ihtirasını gemleme mücadelelerinde onlara yardımcı olacak neticeler umuyorlardı. Bununla birlikte bölge siyaseti ve Arap Ortadoğu’daki demokratik değişimin jeopolitik sonuçlarına ilişkin kaygıları bir yana, içerideki siyasi değişim hayaleti de krallık seçkinlerini ürkütüyordu. Doğrusu, bölge genelinde otokratlar devrilirken ya da basınç altındayken kaygılanmaları için neden çoktu. Her ne kadar krallık, petrol gelirleriyle dolup taşsa da, petrol zenginliğinin kayda değer bir kısmını kendi vatandaşlarını yatıştırmak için yeniden üleştirse de başka yerlerdeki devrimcilerin harekete geçmesine yardımcı olan birçok sosyal ve siyasal özelliği paylaşıyordu. Petrol bolluğu diyarında -Suudi Arabistan 2009’dan beri 500 milyar dolardan fazla petrol kazancı elde etmişti- birçokları ezici yoksulluğa katlanıyor, birkaç milyon insan krallığın kendi yoksulluk standartlarının altında yaşıyordu. BASKI POLİTİKASI Riyad, sosyal alandaki çaresizliğin ve bunun yarattığı her türlü hayal kırıklığının oldukça farkındaydı. Resmi makamlar, vatandaşları bu sorunları su yüzüne çıkarmaktan alıkoymak için aşırı tedbirler aldı. Ekim 2011’de Suudi makamları film yapımcısı Firas Bukne ve ekibini Riyad’da yoksulluk üzerine bir belgesel yapıp yayınlamaktan dolayı tutukladı (Hill 2011). Başka potansiyel muhalefet dinamikleri de vardı. Suudi Arabistan, kalabalık, huzursuz ve gizli işsiz bir genç erkek ve kadın kuşağının yurdu. Bu, eğitimli ve kavrayışlı ve sadece daha fazla ekonomik olanak değil, aynı zamanda daha fazla siyasi olanak beklentileri içinde olan bir kuşak. Geçen on yıl, bu kuşaktan 149 YEMEN Sheila Carapico 2011 Şubat’ında Tevekkul Kerman, Sana Üniversitesi önündeki platforma çıktı. Bir elinde mikrofon, diğeri sımsıkı sıkılmış havada, bir talep listesi okuyor, barışçıl siyasi değişim çağrısı yapan, slogan atan, bayrak dalgalandıran binlerce göstericiye öncülük ediyordu. Yemen ayaklanmasının lideri olmasa da sembol ismi olacaktı. Başka günlerde ve başka şehirlerde başka yurttaşlar sloganlara öncülük etti: erkekler ve kadınlar, bazen de etki yaratmak için küçük çocuklar. Bu kitlesel gösteriler yoksulluğun vurduğu, önceki eylemlilik dalgalarının bir türlü demokrasiye geçişle sonuçlanmadığı ama gene de ulusal tarihi şekillendirdiği bir ülkede hakiki bir yurttaşlık devrimine can verdi. Tunus ve Mısır’ın verdiği esinin yanı sıra ülkenin kendi protesto geleneklerinden de güç alan Yemenliler, 2011 yılında kamusal alanları daha önce görülmemiş bir şekilde işgal ettiler. Özlemleri karşılanmış olsun olmasın ülkenin demografik çoğunluğunu oluşturan gençler toplumsal bir yurttaş rönesansına hayat vermişti. Kadınların böylesi kitlesel katılımı, sarsıcı bir sosyokültürel değişime dair güçlü bir işaretti. Demokrasi yanlısı gencecik eylemciler, kır saçlı sosyalistler, YouTube videoları, silah taşıyan çobanlar, Kuzeyli fırsatçı politikacılar, isyankâr subaylar, Şii asiler, yüzlerini boyayan çocuklar, göz yaşartıcı gaz kapsülleri, Wikileaks belgeleri, 150 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER gösteri sanatları, yabancı cihatçılar, muhalif aşiret şeyhleri ve Nobel Barış Ödülü sahibi bir kadın: Yemen’in ayaklanması, adeta Azrail ile dans eden şatafatlı, hareketli, çokkatmanlı bir devrim sahnesinde Mısır ve Tunus isyanlarından slogan ve motifleri, Libya ve Suriye’ye özenen baskı unsurlarıyla ve tam anlamıyla gündelik pratiklerle birleştirdi. En önemli hareket hattı, ülke genelindeki kent ve kasabalarda erkek, kadın ve çocukların diktatörlüğe ve şiddet siyasetine karşı coşkusunun günden güne, ama cuma tatillerinde özel bir enerjiyle kabarmasıydı. Halkın elitler arası sokak savaşlarıyla hırpalanmış ve el-Kaide’nin yerel koluna karşı yapılan Amerikan operasyonlarıyla çetrefilleşmiş bu intifadası, ister zaferle ister trajediyle sonuçlansın paha biçilmeyecek bir sosyal, psikolojik ve siyasi önem taşıyordu. Kısa vadedeki sonucu ne olursa olsun, Yemenliler ve diğer Araplarla dayanışma içinde “tabandan” kolektif mücadeleci eylem deneyimi, genç kadın ve erkekler için Tunus ve Mısır’daki gibi dönüştürücü olmuştu. Toplumsal eyleme geçişin gücünü tatmışlardı. 2011 Nobel Barış Ödülü, ülkelerinin amansız ve acımasız iç savaş cehenneminden çıkmasına yardım eden iki Liberyalı kadın ile ülkesinin insan hakları savunucularının sözcülüğünü yapan bir Yemenli arasında paylaştırıldı. Geçici gözaltıdan serbest bırakılmasından kısa bir süre sonra Ocak 2011’de aday gösterilen ve halkın bütün Arap coğrafyasında özgürlük ve adalet haykırışını temsil ettiği için Oslo’daki komite tarafından onurlandırılan Tevekkul Kerman, ödülünü o yılın devrimci kabarışlarındaki tüm Arap göstericilere ve şehitlere adadı. “Çok mutluyum” diyordu New York Times’a, “ve bu ödülü Arap dünyası, Mısır ve Tunus’taki tüm gençlere ve kadınlara adıyorum” (Cowell, Kasinof ve Nossiter 2011) 7 Ekim’de ödül açıklandığında Yemen’in barışçıl gençliği (şebab es-silmiyye) sekiz aydır sokaklardaydı, otuz yıllık diktatörlüğün sona ermesini talep ediyordu. Katılımı dayanma güç- 175 CEZAYİR Susan Slyomovics Bağımsızlık sonrası Cezayir, yiğit bir devrimci ulusal kurtuluş mücadelesi tarihini militerleşmiş bir otoriter yapıyla birleştirir. Siyasi dönüşüm vaat eden bir bağımsızlık savaşı (195462) ile kurulmuş olmasına rağmen Cezayir, askeri idare altında bir siyasi başarısızlığa dönüştü, askeri başarılarıysa iç silahlı müdahaleler, polis eylemleri ve ülkenin kendi nüfusuna yönelen saldırgan kampanyalar alanındaydı. Cezayir, Fransa’nın bölgeyi işgal ettiği ve bir denizaşırı mülk olarak bünyesine kattığı 1830 yılından başlayarak, Fransız askeri ve sömürgeci idaresinden devraldığı yapıyı ve bürokrasileri bağımsızlıktan sonra bile muhafaza ediyordu. 1848’ten başlayarak bu sömürge, Fransa’nın bütünlüğü içinde idari olarak ayrılmaz, ancak hukuken muğlak bir parçası olarak sınıflandırıldı. Öyle ki çoğunluğu oluşturan Cezayirli Müslüman nüfus, çeşitli kılıflar altında, büyük ölçüde Fransız askeri emperyal idaresinin tebaası olarak kaldı. Yerli nüfusun en az üçte birinin öldürüldüğü, yaralandığı yahut yerinden edildiği söylenen 1954-62 yıllarındaki acımasız sömürgesizleştirme savaşının ardından Cezayir, emperyalizmin zulmünü alaşağı edecek tek araç olarak silahlı mücadeleyi gören, başarılı, radikal Üçüncü Dünya devriminin 1960’lardaki somut örneğini oluşturarak Fransız sömürgeci iktidarını ülkeden attı (Fanon 1967). O zamandan beri de Cezayirliler, ister yerli ister sömürgecilik ürünü olsun, birbirini 176 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER izleyen askeri yönetimler altında yaşamaya devam etmektedir. 1980’lerde “Berberi Baharı” hareketi, halk gösterileri ve grevlerin ilk dalgasının müjdecisi oldu. Cezayirlilerin ancak bir azınlığının, tahminen yüzde 15’inin Berberi dilleri konuştuğu kabul edilmekteyse de Cezayir’in Berberi/Amazig kimliğinin tanınmasının ötesine geçerek tek parti idaresine ve tüm Cezayirlilerin temel hak ve özgürlüklerden yoksunluğuna son verilmesi talebini ulusal çapta kapsayan canlı bir yurttaş hareketi başgösterdi. Berberi Baharı hareketi, hükümetin askeri kuvvetleri tarafından şiddetle bastırıldı. Aralık 1991’e gelindiğinde, o zamanki devlet başkanı Şadli Bincedid, ülkenin ilk serbest, çokpartili seçimlerini düzenledi. İslami Selamet Cephesi seçimlerin ilk turunda oyların çoğunu kazanınca, ordunun meşrulaştırıcı güç rolü, Bincedid’i görevden alan ve on dokuz yıllık bir “olağanüstü hal” ilanını getiren 1992 darbesine dayanak oluşturdu. Cezayir, 150 bin ile 200 bin cana mal olan on yıllık bir silahlı çatışmaya ve iç savaşa boğuldu. 1990’ların iç savaşları boyunca Cezayir, kamu işletmelerini ve kamu sektörü işçilerini kilit iktisadi aktörler olarak muhafaza eden sınırlı bir neoliberal ekonomik yeniden yapılanma modeli izledi. Devlet yurtiçi doğal kaynakların denetimini elinde tuttuğu ve dış yardım ve yatırımları yönlendirdiği için, başlattığı her idari reform kısmiydi; hidrokarbon sektörü dışında büyümeyi teşvik etmeksizin, rant peşinde koşan bir otoriter rejim profilini güçlendiriyordu sadece. 1962 yılındaki bağımsızlıktan beri nüfus üç katına, 11 milyondan 35 milyona çıkıp, Cezayir’i Afrika’nın en büyük nüfuslu ülkelerinden biri yapınca, kendisini tarihsel olarak devrimci diye konumlandıran bu rejim, Arap Baharı olarak bilinen 21. yüzyıl siyasi devrimlerinin sembolü olan dalga dalga barışçıl demokratik hareketlerin meydan okumalarıyla karşı karşıya kaldı. 191 FAS Merouan Mekouar Aralık 2011’de, ailesi başkentin en yoksul varoşlarından birinde yaşayan Faslı demokrasi yanlısı genç eylemci Kenza, şaşkınlığını benle paylaştı: “Etrafına bak” dedi, “biz Faslıların isyan etmesi için her sebep var, ama hiçbir şey olmuyor!” (kişisel görüşme 2011a). 29 yaşındaki hastane işçisi Kenza, 20 Şubat hareketinin (2011 yılının başlarındaki Tunus ve Mısır devrimlerinin ardından daha fazla özgürlük, onur ve sosyal adalet çağrısıyla ülkede bir araya gelen, geniş bir demokrasi eylemcileri koalisyonu) halkın yaygın hayal kırıklıklarından Fas rejimine karşı kitlesel eylemler başlatmak için yararlanamamasına atıfta bulunuyordu.1 Otuzlu yaşlarının başındaki bir diğer genç Faslı Nuvbi de kişisel blogunda yurttaşlarının harekete geçmekte niçin bu kadar isteksiz olduğunu merak ediyordu: “Buazizi benzeri bir senaryo için her malzeme mevcut. Ve… Hiçbir şey olmuyor! Faslılar aynı yolu izlemiyor... Amerikan çizgi filmlerindeki gibi, fitil ta dinamit lokumuna kadar yanıyor ve sonra sessizlik, beklenen patlama gerçekleşmiyor.” Aslında Kenza ve Nuvbi’nin şaşkınlığını anlamak mümkün. Tunuslu ve Mısırlı komşularının kendi liderlerini devirmelerine yol açan sıkıntıların çoğunu paylaşmakla birlikte, Fas nüfusunun geneli, anlamlı siyasi reformlar için baskı yapmaya ya da monarşinin mutlak yönetimini sorgulamaya pek niyetli görünmüyordu. Bu görünüşteki kayıtsızlık, Fas’ın ekonomik ve sosyal göstergelerinin devrim 192 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER öncesi Tunus’unkilerden de kötü olması göz önüne alındığında daha da kafa karıştırıcıdır. Yaygın yoksulluğa, ekonomik eşitsizliklerin gözle görülür artışına ve yerel ekonomiyi kemiren yerli ahbap çavuş zümresi karşısında büyüyen engellenme duygusuna karşın Kral VI. Muhammed, bölgenin neredeyse başka hiçbir yerinde görülmemiş düzeyde bir popülerliği sürdürdü.2 Bu makalede, 2011’in başından itibaren Arap dünyasına hızla yayılan siyasi dönüşümlerin, elverişli ekonomik ve siyasi koşullara karşın, hükümetin farklı tarihsel muhaliflerini ülkenin bağımsızlığından beri uygulanan bir dizi denenip sınanmış stratejiyi kullanarak zayıflatma becerisi nedeniyle Fas’a ulaşamadığı ileri sürülecek. VI. Muhammed, 1956’dan beri ülkeyi yönetmiş çeşitli kralların adım adım incelik kazandırdığı bu stratejileri, kendi meşruluğunu güçlendirmek ve ülkenin değişen siyasi, ekonomik ve sosyal koşullarına uyarlamak üzere güncellemişti. Ancak, bu makale, monarşi 2011’in fırtınalı olaylarını böyle jestlerle atlatabilmişse de yapısal ekonomik sıkıntıların, evrimleşen bir sınıfsal yapının ve nüfusun bazı kesimlerinin (dijital iletişim araçlarına erişimin demokratikleşmesinden kısmen beslenen) artan cüretinin monarşinin güç üstünlüğünü çok geçmeden sınava sokabileceğini gösterecek. Makalenin ilk iki bölümü, Saray’ın ülkedeki hâkimiyetini muhafaza etmek için kullandığı farklı stratejileri inceleyecek. Bu tartışmayı Fas’ın Arap Baharı sırasında izlediği benzersiz yolun detaylı bir analizi izleyecek. Son bölümse ülkenin gelecekte karşılaşabileceği zorluklara ışık tutacak. İKTİDARI SAĞLAMLAŞTIRMANIN GELENEKSEL STRATEJİLERİ Fas’ın bağımsızlığından beri ülkeyi yöneten kralların üçü de, bir yandan muhalefetin parçalanmasına (ve aşama aşama 217 LİBYA Anjali Kamat ve Ahmad Shokr Aradan geçen yaklaşık otuz yıldan sonra Ebu Salim’in kapıları ardına kadar açıktı. Bu hapishanenin adı bile Libyalılara hâlâ insanın geri dönemeyebileceği bir arafın kâbuslarını, imgelerini çağrıştırıyor. Muammer Kaddafi’nin kırk iki yıllık yönetimini tanımlayan bir korku öğesi olan Ebu Salim, rejimin en ılımlı muhaliflerinin bile, şikâyetlerini fazla yüksek sesle ya da yanlış kişiye dillendirecek olurlarsa kendilerini bulmaktan korktukları bir yerdi. Eylül 2011’deyse bu korkunç yerleşke ziyaretçilerle dolup taşıyordu: hayatlarının onca yılını yitirdikleri küçük penceresiz hücrelerin içini ailelerine göstermek isteyen tutsaklar, Kaddafi terörünün bu sembolünü merak eden mahalle sakinleri ve ülkelerine geri dönmüş, rejimin geçmiş kötülüklerinin izlerini arayan sürgünler… Biz hapishanede gezinirken, Cenevre merkezli insan hakları grubu Libya İnsan Hakları Dayanışması’nın kurucusu, Bingazi doğumlu bir sürgün olan Halid el-Aceyl bize etrafı gösterdi. El-Aceyl’in örgütü, ülkenin sömürge sonrası döneminin en feci katliamını aydınlatmak amacıyla gösterilen uluslararası çabaların başını çekmişti. Halid bize, Libya’da çok iyi bilinen bu hikâyenin nasıl ortaya çıktığını anlattı (kişisel görüşme 2011a). 28 Haziran 1996’da, daha iyi hapishane şartları, aile ziyaretlerinin arttırılması ve adil yargılama isteyen küçük bir İslamcı 218 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER tutsak grubu tarafından isyan başlatılmıştı. Libya güvenlik şefi Abdullah Senusi olay mahalline gelmiş, adil bir çözüm sözü vermiş, ancak ertesi gün silahlı güvenlik güçleri tahminen bin iki yüz siyasi tutsağı üç saat içinde infaz etmişti.1 Bundan on beş yıl sonra kapsamlı bir soruşturma hâlâ açılmamıştı. Ancak, ülkeyi dönüştürecek olan, bu katliamın kurbanlarının isyan etmeye başlayan aileleriydi. 15 Şubat 2011 günü ağır silahlarla donatılmış güvenlik güçleri, mahkemeler yoluyla adalet arayan aileleri temsil eden Bingazili bir avukatı tutukladı. Fethi Tirbil, rejim tarafından uzunca bir süredir inkâr edilen bir katliamın kurbanlarını savunduğu için hapsedilmenin ya da işkence görmenin yabancısı değildi. Ancak Tirbil’in bu seferki alınışı üzerine destekçileri günbatımından hemen sonra kendiliğinden bir eyleme başladı. Öfkeli kitleler gitgide daha da kalabalıklaşarak hükümet binalarına yürümeye başladı. Sloganları Tirbil’in serbest bırakılması talebinden Mısır’da ve Tunus’ta baştan başa duyulan şu nakarata dönüştü: “Eş-şeab yurid iskat en-nizam” (Halk rejimin yıkılmasını istiyor). Vahim bir hesap hatası yaptığını hisseden Senusi, ertesi gün Tirbil’i serbest bıraktı ve ondan eylemleri sonlandırmasını istedi. Ama artık çok geçti; kıvılcım çakılmıştı. Ve artık doğmakta olan ayaklanmanın çatısı çatılmıştı: Şubat’ın ilk günlerinde, komşu Mısır ve Tunus’u kasıp kavurmakta olan değişimlerden ilham almış eylemci ve aydınlardan oluşan bir yeraltı ağı, 17 Şubat’ta ulusal çapta bir gösteri düzenlenmesi için çağrıda bulunmuştu. O sırada neler beklemeleri gerektiğini bilmiyorlardı, Kaddafi’nin güvenlik ve istihbarat ajanları belli ki muhtemel bir isyanı bastırma çabası içinde ülke çapında onlarca tanınmış yazar, sanatçı ve eylemciyi içeri aldı. Ancak Tirbil’in tutuklanmasıyla tetiklenen eylemler daha da büyüdü. İki gün sonra, 17 Şubat günü binlerce insan Kaddafi’nin güvenlik güçlerinin zalimce engellemelerine göğüs gererek Bingazi’nin, Trablus’un, Mısrata’nın ve ülke çapında pek çok şehrin sokaklarına aktı. Anjali Kamat ve Ahmad Shokr LİBYA 219 Kanlı çatışmalarla geçen ve birkaç yüz göstericinin ölümüyle sonuçlanan bir haftanın sonucunda Mısrata, Bingazi ve doğu şehirleri el-Bayda, Derne ve Tobruk ansızın kendilerini Kaddafi’nin demir yumruğundan kurtulmuş buldular. Libya devrimi, Arap dünyası genelinde gerçekleşmekte olan isyanların ruhuna sıkı sıkıya sarılı bir halk ayaklanması olarak başladı. Ancak ayaklanma, hızlı bir şekilde askerileşip NATO da işin içine girince Libya diğerlerinden farklı görülmeye başladı. Libya’nın Arap Baharı’nın şiddet dolu ve karman çorman bir istisnası olarak resmedilmesiyle ülkenin içinde bulunduğu siyasal çalkantı fazlasıyla açık ve kesin formüllere indirgeniyordu: köklü aşiretçilik, emperyal tahakküm, iç savaş ya da İslamcıların iktidarı ele geçirmesi. Bu bölüm, Libya ayaklanmasıyla ilgili bu pek rağbet gören hatalı kavrayışlara değinecek, Kaddafi yönetimine karşı yaygın bir hoşnutsuzluğa sebep olan onlarca yıllık cezalandırıcı güvenlik politikalarını ve sosyoekonomik politikaları göz önüne alan bir isyan anlatısı ortaya koyacak ve Kaddafi’nin yönetim kurumlarının neredeyse tamamen çökmesiyle ortaya çıkan iktidar boşluğu bağlamında açığa çıkan devrim sonrası ihtilafları inceleyecek. NATO ittifakının sağladığı hayati askeri ve mali destekle, isyancı güçlerin verdiği uzun bir savaşın ardından Kaddafi rejimi sonuçta devrildi. Kaddafi karşıtı güçlerin zaferinde uluslararası müdahale hayati bir rol oynamış olsa da, bu asla isyanın halka dayalı yönünü zayıflatmadı. Komşu ülkeler Tunus ve Mısır’daki başarılar, Libya’daki yaygın hoşnutsuzluğa bir umut ve imkân duygusu aşıladı ve nüfusun büyük bir çoğunluğunu Kaddafi rejimini devirmek için verilen sekiz aylık meşakkatli mücadeleye katılma yönünde harekete geçirdi. 279 SURİYE Paulo Gabriel Hilu Pinto Suriye’de Beşar Esad yönetimine karşı protestolar, Bin Ali diktatörlüğünün Tunus devrimiyle yıkılması sonucunda başladı. Kendini yakma eylemlerini de içeren sivil itaatsizlik ve Baas rejiminden hoşnutsuzluk gösterileri, Ocak 2011’de Suriye’nin kamusal alanında yer etmeye başladı.1 Huzursuzluğun bu erken işaretlerine karşın Esad, Wall Street Journal’a (2011) verdiği röportajda Suriye’nin Arap dünyası genelinde yayılmakta olan protesto ve isyan dalgasından etkilenmediğini ve etkilenmeyeceğini ileri sürdü. Olaya ilişkin görüşlerini açıklarken, durumu şöyle anlattı: Durum şu anlama geliyor, eğer durgun bir suyunuz varsa, orada kirlilik ve mikrop da vardır ve bu durgunluk onyıllardır sürdüğünden dolayı, şöyle diyelim, özellikle de son on yılda dünya çapında ve Irak, Filistin, Afganistan da dahil olmak üzere Ortadoğu’daki kimi bölgelerde büyük değişiklikler meydana gelmesine rağmen, bu durgunluk sebebiyle mikroplardan mustaribiz. Yani bölgede gördükleriniz bir tür hastalık. Biz bunu böyle görüyoruz… Pek çok Arap ülkesinden daha zorlu koşullar altındayız, ancak buna rağmen Suriye’de istikrar sürüyor. Peki nasıl? Çünkü halkın düşünceleriyle çok yakından bağlarınız olmalı. Meselenin özü bu. Eğer politikalarınızla halkın düşünceleri ve çıkarları arasında uyuşmazlık olursa, kargaşa yaratan bir hava boşluğu oluşacaktır. 280 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER Bütün bunlara rağmen Şubat ayı itibariyle kitle eylemleri, Tunus ve Mısır devrimlerine damga vuran ulusal ölçekteki ayaklanmalardan daha parçalı ve daha yerel bir yapıya sahip olsalar da Suriye’nin siyasi görünümünün bir parçası haline gelmişti. Polis ve güvenlik güçlerinin, çoğu Suriyeli tarafından genellikle toplumsal yapısal bir sorunla bireysel talihsizliklerinin bir karışımı kabilinden katlanılan tacizleri infial yaratmaya başlamış ve halk eyleme geçmişti. Şubat 2011’de trafik polislerinin Harîka bölgesinde bir tüccarın oğluna saldırması üzerine Şam’da yüzlerce insan gösteri düzenledi. Göstericiler bir yandan hâlâ Suriye’nin başkanı olarak Esad’a bağlılıklarını bildirirken, bir yandan da “Suriye halkı aşağılanamaz” diye slogan atıyorlardı (Al Arabiya News 2011). Esad’ın Baas rejimine karşı açık bir isyana varan olayları başlatan, onun kendinden emin serinkanlılık retoriğine karşın, ironik bir şekilde, güvenlik güçleri gerçekliğinin ta kendisiydi. Esad yönetimine muhalefetin, hatta başka Arap ülkelerindeki protestoculara desteğin tüm olası dışavurumlarını bastırmak üzere vur denince öldürüyorlardı. Şubat ayı boyunca Mısır Devrimi’yle ya da Libyalı isyancılarla dayanışma eylemleri, Suriye güvenlik güçlerinin şiddetli baskısıyla karşılaştı. Şam’daki Libya büyükelçiliği önünde, pek çoğu dövülüp gözaltına alınarak polis tarafından sert bir şekilde dağıtılıncaya dek ellerinde “Halka Özgürlük” ve “Hainler kendi halkını dövenlerdir” yazılı dövizler taşıyan yaklaşık iki yüz kişi toplanmıştı (All4Syria 2011). Baas rejimine karşı ülke genelinde isyanı tetikleyen olay, Suriye-Ürdün sınırına yakın orta büyüklükte bir şehir olan Dera’da yaşandı. Şam’ın güneyindeki verimli tarım bölgesi Havran’ın en önemli şehri olan Dera, kuraklık yıllarından doğrudan etkilenmiş, devlet yatırımlarının yetersizliği ve devlet yetkililerinin kaynakları kötü yönetmesi, kuraklığın olumsuz etkilerini büyütmüştü. Bunun sonucunda şehir, işsizlik ve yoksullukta keskin bir yükseliş yaşamıştı. Buna ek olarak, Paulo Gabriel Hilu Pinto SURİYE 281 Dera’nın sınır bölgesinde bulunması, rejimin güvenlik aygıtının yoğun bir şekilde bölgede bulunması demekti ve şehir sakinleri Esad’ın yönetimde olduğu on yıl boyunca baskının ve hükümet yetkililerinin talancı yolsuzluklarının artışını yoğun bir şekilde hissediyordu. Dera’nın coğrafi ve sosyolojik özellikleri Suriye ayaklanmasının arkasındaki temel nedensel unsurları oluşturuyordu: artan yoksulluk, kırsal bölgelerde azalan devlet hizmet ve yatırımları, şiddetli baskı ortamı ve kaynakları kurutan yolsuzluk. Dolayısıyla Dera’nın ayaklanmanın ilk patlama noktası olması şaşırtıcı değildi. 6 Mart 2011 günü, yaşları on ile on beş arasında değişen on beş kişilik bir çocuk grubu okullarının duvarına Tunus devriminin sloganını (“Eş-şeab yurid iskat en-nizam”-“Halk rejimin yıkılmasını istiyor”) yazdıkları için tutuklandı. Çocuklar sorguya çekildi ve hatta gözaltında işkence gördü. Bu olay sadece onların aile ve akrabaları tarafından değil, aile onurunu ve güvenliğini koruma yeterliği güvenlik güçlerince sınanıp yadsınan Dera nüfusunun büyük bölümü tarafından da “ahlaki bir aşağılama” olarak algılandı.2 Olayların hızlı akışı içinde, tutuklamalardan etkilenen ailelerle yerel dayanışma, devlete karşı kişisel şikâyetleri, rejimi hedef alan siyasi bir infiale dönüştürdü. Günler içerisinde Dera halkı sokaklara çıktı. 25 Mart’a gelindiğinde şehrin merkezi bölgesinin tamamı göstericilerin denetimi altındaydı. Kısa zaman içerisinde gösteriler Duma, Harasta, Hama, Humus, Baniyas, Lazkiye, Qamişlo (Kamişli), Deyr ez-Zor ve Tel Kalah gibi şehir ve kasabalara sıçradı. Bütün bu şehirlerde göstericiler, “Allah, Suriye, hurriye ve bes” (Allah, Suriye, özgürlük ve o kadar) sloganını attı, “Herkes için özgürlük istiyoruz” ve rejime karşı barışçıl mücadele seçiminin göstergesi olan “silmiyye” (barışçıl) yazılı dövizler taşıdı. Her ne kadar Şam ve Halep’te kimi gösteriler olduysa da bu iki şehir gösterilerden pek etkilenmedi. Bunun istisnaları, Şam’daki Meydan ve Halep’teki Sağur gibi ayaklanmaya 282 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER katılan bazı işçi sınıfı mahalleleriydi. Göstericiler çoğunlukla Esad’ın liberal ekonomik reformlarıyla siyasi ve ekonomik olarak önemsizleşen bölgelerden ve toplumsal katmanlardan gelen köylü ve işçi kökenli insanlardı. Buna karşılık, reformlardan fayda gören Şam ve Halep’in ticaret ve sanayi burjuvazisi, Baas karşıtı protestolara duyarsız kaldı. Hatta bu iki şehirde çeşitli vesilelerle Esad’ın hâlâ bir dereceye kadar halk desteğinin olduğunu ya da en azından Şam ve Halep halkının kayda değer bir kesimi tarafından değişimin belirsizliğinden iyi sayıldığını gösteren çok geniş katılımlı hükümet yanlısı eylemler düzenlendi. Şam’daki Esad yanlısı bir gösteride insanlar, “Allah, Suriye, Beşar ve bes” (Allah, Suriye, Beşar ve o kadar) sloganını attı ve yabancı medya organları tarafından ortaya atılan “yalanları” ve Suriye’ye karşı dış “komploları” kınadı. Ayrıca göstericiler “Kulna maak ya Beşar” (Hepimiz seninleyiz Beşar) ve “Mnuhibbak” (Seni seviyoruz [Beşar]) yazılı dövizler taşıdı.3 Baas rejimine karşı gelişen Suriye ayaklanması medyada ilk olarak Tunus ve Mısır devrimlerinin -yani, otoriter siyasi düzene karşı geniş çapta bir isyanın- devamı olarak yansıtıldı. Ancak protestolar ülke çapında genel bir hareketlenme yaratmayı başaramayıp da Suriye toplumundaki dini gruplar arasındaki fay hatları daha da derinleşerek, gitgide askerileşen çatışmalardan kendini kurtaramayan hükümet yanlısı ve hükümet karşıtı konumlanmalarla politikleşince, medyanın büyük bir bölümü ayaklanmayı iç savaş başlangıcı olarak sunmaya başladı. Medyadaki bu temsil biçimleri, ayaklanma sırasında gerçekten de mevcut olan eğilimleri yansıtmakla birlikte, daha büyük ve karmaşık bir toplumsal ve siyasi durumun oldukça kısmi bir tablosunu sunmaktadır. Bu sebeple ben burada Suriye ayaklanmasının dinamiklerini anlamak için otoriter Baas rejiminin Esad yönetiminde yeniden yapılandırılışına ve sanayi ve ticaret burjuvazilerini bünyesine katarken işçileri ve köylüleri dışlayarak rejimin toplumsal temelini nasıl yeniden şekil- Paulo Gabriel Hilu Pinto SURİYE 283 lendirdiğine bakmak zorunda olduğumuzu savunuyorum. Bu süreç, “liberal” ekonomik reformlar ilerledikçe daha da talancı bir hal alan yolsuzluk ağlarıyla dolu olduğu kadar, pek çok açıdan daha da baskıcı bir yönetim sisteminin oluşmasıyla beraber gerçekleşmiştir. Bu tahlilde ayrıca Baas karşıtı gösterilere yakınlığın ya da kayıtsızlığın toplumsal bağlamına da odaklanacağım. Medyadaki tipik bir analizde olacağı gibi aktörlerin siyasi ideolojilerinin ve çıkarlarının altını çizmek yerine, sınıf, bölgesel ve yerel kimlikler, dini kimlik ve duyarlılıkların mezhepçi hareketlilikleri gibi, ayaklanmayı kuşatan siyasi mücadele içerisinde Suriyelilerin o ya da bu tarafa yönelmelerine şekil ve düzen veren toplumsal sebepleri ve güçleri ele alacağım. Protestolar siyasi reform, adalet ve hükümet yolsuzluklarına karşı mücadele talepleriyle başlamıştı, ancak büyüyüp gözle görülür bir ivme kazandıkça hızla özgürlük çağrılarına ve Baas rejimine son verilmesi çağrısına dönüştü. İlk hamle olarak Esad, siyasi reformu ilerletme istekliliğinin göstergesi olabilecek kademeli ödünler vererek ya da Kürtler ve mütedeyyin Sünni Müslümanlar gibi belirli toplumsal grupların taleplerine değinerek ayaklanmayla başa çıkmaya çalıştı. Mart ayında zorunlu askerlik hizmeti süresi yirmi bir aydan on sekiz aya indirildi; Dera’da tutuklanan on beş genç serbest bırakıldı; Dera valisi görevden alındı; kamu sektörü çalışanlarının maaşları artırıldı; basına daha fazla özgürlük sağlanması, yolsuzlukla mücadele ve yeni istihdam alanları oluşturulması tasarıları açıklandı; siyasi tutuklular serbest bırakıldı ve başkanın kabinesi istifa etti. Bu tavizler Nisan ayında daha da çarpıcı bir şekilde devam etti. Öğretmenlerin nikab (peçe) takmalarını yasaklayan yasa kaldırıldı ve Suriye’nin tek kumarhanesi mütedeyyin Müslümanları memnun etmek amacıyla kapatıldı (Bayoumy 2011). 1962 nüfus sayımında acânib (yabancılar) olarak kaydedilen ve o zamandan bu yana devletsizleştirilmiş Cezire’deki (Cizîrê) binlerce Kürde Suriye vatandaşlığı verildi (Al Jazeera 2011a). 327 ÜRDÜN Jilian Schwedler 24 Mart 2011’de kendilerini 24 Mart Gençliği olarak adlandıran yüzlerce Ürdünlü, başkent Amman’da İçişleri Bakanlığı’nın önünde süresiz bir oturma eylemi olarak niyetlendikleri eyleme başladılar. Eylemden önce bir üyelerinin ifade ettiği üzere: Bizler, reform vaatlerinden ve gecikmelerinden yorulan, yolsuzluğun başını alıp gittiğini, ekonomik durumun bozulduğunu, siyasi hayatın gerilediğini, özgürlüklerin eridiğini ve sosyal dokunun dağıldığını gören özgür Ürdünlü genç erkek ve kadınlarız. (Jadaliyya 2011) İlk gün polis daha ziyade barışçıldı, Dahili göbekli kavşağını trafiğe kapattı, göstericileri izleyip aralarında dolaştı ve tansiyonu düşürmeye çalıştı. Gençlik, Ürdün bayrakları dalgalandırıyordu ve Ürdün ulusal kimliğini gösteren kırmızı-beyaz kefiyelerini giymişlerdi, yurtseverliklerini ifade etmenin rejimden gelecek bir baskıcı tepkiyi kıracağını umuyorlardı.1 Asıl protestocular dışında kavşağa erişebilen, yalnızca Sadakat Yürüyüşü’ydü. Bu yürüyüşe katılanların kavşağa (birkaç arabayla birlikte) girip 24 Mart Gençliği’nin karşısında konumlanmalarına müsaade edildi.2 Bu grup, Kral Abdullah’ı öven sloganlar attı ve 24 Mart Gençliği’ne hakaretlere başladı, fakat oturma eyleminin ilk günü büyük ölçüde sakindi, o akşam da pek az olayla geçti (Jadaliyya 2011). Polis esas olarak yansız 328 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER görünüyor, iki taraf şarkı ve sloganlarıyla “en yurtsever” payesi için rekabet eder görünümündeyken gerilimin artmasını önlemeye çalışıyordu.3 Bir görgü tanığının anlattığına göre: Köprünün alt tarafında epeyce iyi örgütlenmiş yirmili yaşlarında bir grup genç vardı. Arapça ve İngilizce dövizleri vardı. Ses sistemi olan bir kamyonları vardı. Etrafta dolaşıp grubu kaldırımda tutmaya çalışan megafonlu alt düzey örgütçüleri vardı. Süpürge ve çöp poşetleri ve bulundukları alanı temiz tutmakla görevli insanları vardı. Çadırları, besinleri, laptopları, internet bağlantıları, dijital kameraları, kayıt kameraları, canlı yayınları, yanı sıra dondurucu havada gürül gürül yanan bir ateşleri vardı. Grubun üyeleri kaldırımın kenarında, kavşağa dönük olarak sıralanmıştı, karşılarında bir başka grup, ikisinin arasında da iki sıra polis vardı. (Tarawnah 2011) Sabahleyin Gençlik namaza dururken, Sadakat Yürüyüşü kabul edilmez sayılan bir davranışla yüksek sesli müziğe başladı. Sayıları artan Sadakat Yürüyüşçüleri 24 Mart Gençliği’ne taş atmaya başlayınca çatışma büyüdü. Ürdünlülerin çoğu, umumi polise Darak toplum polisine beslediği kadar husumet beslemezdi. Darak toplum polisi, ikinci gün öğlen meydana girince 24 Mart Gençliği durumun şiddete evrileceğini fark etti; Darak onları taş atan karşı protestoculardan korumak için orada değildi. Darak, kamplarını dağıtmak için Gençliğe yüklenmeye başladı. Onlarcası tutuklandı ve yüzden fazlası yaralandı; güvenlik güçlerinin ve silahsız çetelerin (o tarihe kadar kötü ünü yayılmış olan baltaciyye) göstericileri kovaladığı, cop ve diğer aletlerle dövdüğü bu saldırganlığı belgeleyen videolar kısa sürede YouTube’a yüklendi.4 Birçok protestocu, kendilerini sıkıştırmak için hızla kurulmuş barikatların etrafından ve çitlerin üzerinde kaçmaya çabaladı. Bu arbedede bir Ürdünlü öldürüldü (Bouziane ve Lenner 2011; Tobin 2012). 355 LÜBNAN Maya Mikdashi Lübnan’ın siyasi sistemini değiştirmek için çalışan bir grup Lübnanlı vatandaş, “Lübnan’da mezhepçi sistemin devrilmesi için: Laik, sivil ve demokratik bir rejime doğru” sloganı altında 27 Şubat 2011’de bir araya geldi. Coşkuları kısa sürede hareketin Facebook sayfasına ve Beyrut sokaklarına taştı. Binlerce kişi, Lübnan’daki siyasi mezhepçiliğin elden geçirilmesini ve yerini liyakate dayalı (meritokratik) ve sivil bir devletin almasını talep ederek şehir genelinde yürüyüş yaptı (Ya Libnan 2011). Siyasi mezhepçilik sisteminin yozlaşmaya, cinsiyetçiliğe ve zayıf devlet kurumlarına yol açtığına kani olan eylemciler, değişim arzularında sivil reformları laikleşme ile bir araya getirdiler. Arap dünyası genelinde meydana gelen halk ayaklanmalarından esinlenen tüm yaşlardan, cinsiyetlerden, sınıflardan ve bölgelerden Lübnanlılar, ülkelerinin siyasi sistemi hakkında bir tartışma açmak çabasıyla bir araya geldiler. Kahire’de, Tunus’ta ve Arap dünyasının genelinde ünlenmiş sözleri haykırdılar: Eş-şeab yurid iskat en-nizam (Halk rejimin yıkılmasını istiyor). Yüzlerce vatandaş, yeni ve farklı bir Lübnan arzularını ifade ederek yağmur altında yürüdü. Tunus ya da Kahire’dekinin aksine protestocular hiçbir direnişle karşılaşmadı ve onları durdurmak için ordu ya da polis personeli sevk edilmedi (Meguerditchian ve Monzer 2011). Birçok eylemci, sivil/laik bir devlet için olan bu ayaklanmanın, Lübnan’ın Arap Baharı’nın 356 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER başlangıcı olmasını umuyordu. Peki, öyle miydi? Lübnan’daki mezhepçi sistemi devirme hareketi, 2011 yılının Arap ayaklanmalarından ilham aldı, fakat protestocular Tunus ve Kahire’deki halk ayaklanmalarını tekrarlayamadılar, çünkü hareketlerinin ölümcül bir kusuru vardı: Geniş bir koalisyonu muhafaza etmek adına grup, bugünün Lübnan’ında en dikkat çekici ve tartışmalı iki siyasi mesele hakkında tartışmayı yasakladı. Bu kararla, siyasi mezhepçilik sistemine içkin siyasi ve iktisadi adaletsizliklere dikkat çekmeye ve bunları değiştirmeye adanmış bir grup, Başbakan Refik el-Hariri’nin 2005 yılında uğradığı suikast hakkında Birleşmiş Milletler Lübnan Özel Mahkemesi’nin yürüttüğü soruşturma ve Güney Lübnan’ı etkin bir biçimde denetimi altında tutan silahlı direniş grubu Hizbullah’ın silahsızlandırılıp silahsızlandırılmaması konularındaki tartışmaya sansür uyguladı.1 Bu konuların tartışılmasının, grubu, Refik Hariri’nin oğlunun liderliğindeki 14 Mart siyasi hareketi ile Hizbullah liderliğindeki muadili 8 Mart hareketinin kutuplaşmış ve alenen mezhepçi kamplarına bölebileceği söylendi. Bu felç edici otosansür uygulamasının yanında devrimcilik heveslilerinin çoğu Lübnan tarihinin belki de en büyük dersini göz ardı etti: Birey kendi kimliğini yaratmaz. Tersine, siyasi kimlikler, karmaşık siyasi, sosyal ve iktisadi güçler arasındaki etkileşimler aracılığıyla şekillenir. Ne tarihin dışında olunabilir ne de sosyal ve siyasal kurumların kimlik inşasında oynadıkları rol inkâr edilebilir. Eylemciler, mezhepçiliğin ve şiddetin mirasını, kirlenmiş giysilermişçesine üstlerinden atabileceklerini hayal etse de bu ikisi, gerçeklikte Lübnan’da yurttaş öznelliğinin kurucu ve kaçınılmaz veçheleri olmuştur. 375 FİLİSTİN Toufic Haddad 15 Mayıs, Filistinliler için özel bir gündür, çünkü 1948 Savaşı ve İsrail’in bağımsızlığının ilanı sırasında Siyonist milisler tarafından 800 bin ülke insanının yerinden yurdundan edilmesi ile anılır. Arap dünyası genelinde Nakba (Arapça “felaket”) olarak bilinen bu olayların geçen altmış yılın ardından önemini kaybetmesi beklenebilirdi. Öyle ki, İsrail’in ilk başbakanı David Ben-Gurion, “İhtiyar [mülteci kuşağı] ölecek ve genç unutacak” diyerek böyle bir beklentiyi açıkça dile getirdi. Fakat tarih aksini gösterdi. Filistinliler 194 sayılı Birleşmiş Milletler Kararı’nda açık bir şekilde ifade edilen ve Genel Kurul’dan 110 defa geçen “geri dönüş haklarının” uygulanmasını talep etmeyi sürdürürken, yurdundan edilmenin anısını kuşaktan kuşağa canlı tutuyorlar. Birleşmiş Milletler Filistin diasporasına dağılmış 58 mülteci kampını* yönetmeye devam etmekle kalmıyor, İsrail’in daha yakın tarihlerde yaşattığı baskı, mülksüzleştirme, devletsizlik ve ayrımcılık deneyimleri genç Filistinli kuşakları eski kuşaklara bağlarken Nakba’nın tarihsel anısı yıldan yıla aktarılıyor. Arapça konuşmayanlar için büyük ölçüde görünmez olan * Kamplar, 1949’da kurulan Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu (UNRWA) tarafından yönetilmektedir. Batı Şeria, Gazze, Lübnan, Suriye ve Ürdün’e dağılmış bu kamplarda 1,5 milyon Filistinli mülteci yaşamaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. www.unrwa.org. (ç.n.) 376 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER bu derin kimlik duygusu ve bilinç, Filistin’in kendi kaderini tayin ve geri dönüş mücadelesinin onyılları boyunca sürekli taşınmıştır. Yıllar geçtikçe Nakba Günü gösterileri, milliyetçi örgütlenme çalışmasının rutin demirbaşı haline geliyor, İsrail bütün Batı Şeria ve Gazze’de, bilinen “sürtüşme noktaları”ndaki güvenlik güçlerinin sayısını devamlı olarak yükseltiyordu. Ancak Arap dünyası genelinde meydana gelen devrimci süreçler bağlamında 2011’deki Nakba anması, niteliksel olarak farklı bir anmaydı ve özellikle bu cüretkâr doğasıyla hatırlanacaktır. İsrail, İşgal Altındaki Filistin Toprakları (İAFT) içerisinde güçlerini toplamışken, asıl harekete geçen Filistin diasporasıydı. Daha iki ay önce Hüsnü Mübarek’i yerinden eden Mısır Devrimi’nde tezahür eden “halkın gücü”nün ateşlediği dört farklı ülkedeki Filistinli mülteci toplulukları, sembolik ve hukuki haklarını pratiğe dökmeye çalışarak Filistin sınırlarına “geri dönüş yürüyüşleri” düzenledi. Bu olayların en dramatik tezahürlerinden birinde binlerce gösterici, Suriye’nin İsrail işgali altındaki Culan (Golan) Tepeleri sınırındaki dağlık bölgeden inerek sınırın iki yakasını ayıran faal bir mayın tarlasına yaklaştılar. “İsrail” tarafındaki yerli Suriyeli Dürzi cemaati üyelerinin cep telefonlarıyla yaptığı çekimler, tel örgülere yaklaşan, Filistin bayrakları taşıyan ve cüretkâr bir şekilde “Halk, Filistin’in kurtuluşunu istiyor” sloganını atan gösterici kortejini yansıtıyordu. Göstericiler tel örgülere yakınlaşınca, çekim yapanların etrafındakiler mayınların tetiklenmesinden korkarak göstericilere daha öteye geçmemeleri için umutsuzca yalvardılar. Fakat nafileydi. Göstericiler sonunda tel örgüye vardı, sloganlarına devam ettiler ve yeterli sayıya ulaştıktan sonra tel örgüye tırmanıp sökmeye başladılar. Sınırın diğer tarafındaki Suriyeli yerli halk göstericileri sıcak bir şekilde karşıladı, onları kadınların zılgıtları arasında bağırlarına basıp öptüler. Çekim yapanlardan biri, kendisini Culan Tepeleri’nden bir Suriyeli mülteci olarak tanıtan ve aynı 407 IRAK Haifa Zangana Arap başkentlerinin çoğunun merkezinde bir Tahrir Meydanı vardır. Bağdat da istisna değildir. 25 Şubat 2011 tarihinden itibaren gösteriler ve sessiz nöbet eylemleri Bağdat’ın Tahrir Meydanı’nda, yanı sıra diğer Irak şehirlerindeki -güneyde Basra, Kut ve Kerbela, kuzeyde Musul ve batıda Ramadi- benzer meydanlarda gerçekleşiyordu. Kürdistan bölgesindeki Erbil ve Süleymaniye’de gerçekleşenler, Arap Baharı tanımını genişletti, çünkü bu eylemlere Arapların yanı sıra Kürtler de katılıyordu. Mısır, Libya, Bahreyn, Yemen ve Suriye’deki protestolara özgü özelliklerin Arap ülkeleri arasında belli benzersiz yönleri olan Irak için geçerli olup olmadığı tartışma konusuydu. Arap Baharı döneminde Irak, mezhebi ve etnik çatlakları kullanıp derinleştiren parlamenter-başkanlık karması bir sistemi arkasında bırakan askeri işgalden çıkıyordu. Bu bölümde Irak protestolarının özgül özelliklerini inceleyeceğim. Bağdat’ın Tahrir Meydanı’nın sembolik önemine, göstericilerin sosyal yapısına ve siyasi iddialarına, karşılaştıkları zorluklara ve bu şiddet içermeyen protestolarla silahlı direniş ve isyan arasındaki ilişkiye göz atacağım. Ayrıca protestocuların neleri başardığını ve geleceklerini nasıl gördüklerini inceleyeceğim. 408 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER NİÇİN TAHRİR MEYDANI? Sahet et-Tahrir, Tahrir Meydanı, yani Kurtuluş Meydanı, Bağdat’taki merkezi meydandır; Bab eş-Şarki, Doğu Kapısı diye de bilinirdi.1 Adını, ünlü Iraklı ressam ve heykeltıraş Cevad Selim (1920-61) tarafından yapılan, Bağdat’ın en tanınan simgelerinden biri olan ünlü Nasb el-Hurriye’den (Özgürlük Anıtı) aldı. 1958’deki 14 Temmuz Devrimi’nden sonra dikilen anıt, Irak halkının Britanya sömürgeci idaresinden kurtuluş mücadelesinden sahneleri betimler ve Cumhuriyet’in kuruluşunu anıtlaştırır. Anıt (50’ye 10 metre alanında ve 6 metre yüksekliğinde) Irak’ın Sümer, Babil ve Asur köklerinden İslami döneme uzanan bir ülke olarak tarihsel sürekliliğini tasvir eden 14 bronz rölyeften oluşur. Bu rölyefler, mimar Rifat el-Çadırcı tarafından tasarlanmış bir fonda yükselir ve Britanya sömürgeciliğinin sona ermesini talep eden halkın -en meşhurları 1920 Devrimi’ndekilerle 1941’deki ve Portsmouth Anlaşması’nın geri çekilmesi ve hükümetin istifasını sağlayan 1948’deki gösteriler olmak üzere- protesto ve gösterilerinin pankartlarından esinlenmiştir. Özgürlük Anıtı, Irak kolektif belleğinin bir parçası ve ulusal kimliğin bir ifadesi olmuştur. Ulusal birliğin ve yabancı hegemonyasına karşı mücadelelerden miras kalan kültürün sembolüdür. “Iraklılığı”, müteakip rejimlerin ulusal sembolleri kendi ideolojilerine göre yeniden tanımlama girişimlerine karşı koymuştur. Sıradan insanların (bir şehidi bağrına basan kadın, bir siyasi tutsak, işçiler ve askerler, geleceği işaret eden bir çocuk) temsiline ilaveten meydanı çevreleyen yerlerin adları, anıtın önemine ilişkin algılamaların şekillendirilmesine katkıda bulunur. Sahet et-Tahrir, Cumhuriye (Cumhuriyet) Köprüsü, Kifâh (Mücadele) Sokağı ve Nasr (Zafer) Meydanı’nı birbirine bağlayan meydandır. Anıtın kendisi, 1970’lerde bahçelerin pınarının estirdiği serin meltemin tadını çıkartmak için genç Bağdatlı- 429 SUDAN Khalid Mustafa Medani Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da 2010 yılında başlayan protestolar, Ortadoğulu ve İslami toplumların çoktandır devam eden tarihdışı kavranışının ve Batı merkezli yanıltmacaların örtbas ettiği bir dizi meseleyi öne çıkardı. Özel olarak, hem ekonomipolitiği hem de kimlik odaklı siyasetleri kilit bir analiz çerçevesindeki eski konumlarına getirmenin hayati önemini gösterdiler. Bölgede “dayanıklı otoriteryenizm” (Schlumberger 2007) fikrine öncelik tanıyan geleneksel tez, uluslararası sermaye, iç ticari çıkarlar ve devletin ürkütücü güvenlik aygıtının birleşik güçlerinin iktidarına meydan okuyan bölge çapında bir sivil toplum tarafından çürütülmüştü. Bu olayların aynı zamanda önemli biçimlerde yeni bir analitik gündeme zemin hazırlanmasına katkısı oldu. Sosyal bilimlerde, uzun zamandır sosyal ve ekonomik sıkıntıların analizi merkezinde tabandan gelen siyasi eylemliliklere odaklanan araştırmacılık, genellikle disiplinler arasındaki sınırları kesen yan uğraşlar konumuna itilmiştir. Bu protestoların gösterdiğiyse, yerel düzeydeki direnişin aslında genel ve devrimci siyasetin mekânı olduğudur. Daha da spesifik olarak sosyal ağların, sınıf ve etnik tabanlı eylemliliklerin gerçekten de devlet düzeyinde devrimci potansiyeli olan sonuçlar doğurabileceğini gösterdiler; her ikisi de Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki sözüm ona kalıcı otoriter rejimlerin siyasi tekelini sarsabilecek olan demokratikleşme ve 430 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER ayrılma da bu sonuçlar arasındadır. Bu devrimci hareketler, çalışma alanının ve entelektüel dikkatin yereli, yanı sıra uluslararası düzeyi kapsaması gerektiğini de bir kere daha teyit etti. Ekonomik küreselleşmeyi ve dış güçlerin petrol zenginliği üzerine çekişmesini eleştirenlerin, bölgede geniş tabanlı bir siyasi ittifaktan ziyade küçük ve elit merkezli bir ideolojik topluluğu temsil ettiği görüşünün itibarı, onlarca yılın ekonomik kemer sıkma tedbirleri konusunda “yaşanmış” deneyimlerini dile getirerek sokaklara çıkan binler tarafından sarsıldı. Tunus’ta genç erkekler ve kadınlar, sadece Avrupa pazarlarına ayarlanmış ve imalatta bölgesel merkezli düşük vasıflı emeğe dayanan bir ekonomik modele karşı harekete geçtiler. Mısır’da hem hizmet sektörünün enformel işçileri hem de formel emek, azgın kemer sıkma politikalarına karşı örgütlendiler. Yemen ve Sudan’da da protestocular, antiterör kampanyalarının farklı sosyal gruplardan insanları kapsayan geniş bir toplum kesitinin yaşam olanaklarının ve siyasi özlemlerinin yıkıma uğramasına yol açmış olan istismarına karşı başkaldırdılar. “Marjinal” bir vaka olmak şöyle dursun, Sudan bu tarihi protestoların periferisinde değil, tam merkezindeydi. Ülkenin bölünmesi ve komşularındaki daha önce örneği görülmemiş protestolar bağlamında hem Kuzey hem de Güney Sudan hükümetlerinin kendi iktidar partilerini dönüştürememeleri ve muhalif grupları kapsayamamaları, bölünme ve çatışmaları şiddetlendirmekte ve Kuzey Sudan’daki Darfur gibi ücra alanları ve yeni Güney Sudan ülkesine komşu Mavi Nil ve petrol zengini Güney Kordofan eyaletleri gibi bölgeleri yabancılaştırmaktaydı. Bu gelişmeler birlikte düşünüldüğünde hem Kuzey hem de Güney Sudan için parçalanma tehdidi oluşturuyorlardı. Devlet Başkanı Ömer Beşir’in Ulusal Kongre Partisi (UKP) ve Güney Sudan’ın Salva Kir liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SHKH), kendi ülkelerindeki çatışmaların ana Khalid Mustafa Medani SUDAN 431 sebeplerine eğilmemişlerdi. Bunun yerine, Sudan’ın çeşitliliği ve kimliği üzerine tartışmayı boğarak iktidara sımsıkı sarıldılar, bunun sonucu da yekpare bir otoriter devletin değil, iç huzursuzluk ve çatışma tehdidi altındaki iki zayıf devletin kalıcılaşması ve hizipleşme oldu. Sudan örneğinde gelecekteki siyasi gelişmelere ilişkin her analiz, ülkenin eşzamanlı olarak köklü siyasi değişimler yaşamakta olan diğer Arap ülkeleriyle benzerliklerini de zıtlıklarını da ele almak zorundaydı. Üstelik Tunus ve Mısır’da tanık olunanlara benzer bir demokratik dönüşümün zorluklarını ve olanaklarını anlamak için ülkenin tarihsel bölünmesinin kökenlerini ve sonuçlarını incelemek hayati önemdedir. ARAP AYAKLANMALARI BAĞLAMINDA SUDAN Batı ve Arap medyasının dikkati Mısır’da Müslüman Kardeşler’in devlet başkanı adayının tarihi zaferine odaklanmışken, 2012 yazında Hartum ve diğer başlıca Sudan kentlerinde yirmi yıldır tanık olunmamış çapta sokak protestoları patlak verdi. Başlangıcında Hartum Üniversitesi öğrencilerinin başını çektiği hükümet karşıtı protestolar, el-Ubeyd, Kosti, el-Gadaref, Port Sudan, Ved Medani, ve Atbara’da ulusal çaplı gösterilere esin kaynağı oldu. Protestolar 26 Haziran 2012’de Hartum Üniversitesi’nin şehir merkezindeki kampüsünden kadın öğrencilerin sokaklara çıkarak “Zamlara hayır” ve “Özgürlük, özgürlük” sloganları atmasıyla başladı. Bu öğrenciler başlangıçta yüzde 35’lik toplu taşıma zammını protesto ettiler ve kampüsün her zaman hazır ve nazır Ulusal İstihbarat ve Güvenlik Teşkilatı’nın (UİGT) varlığından “kurtarılması” çağrısında bulundular. Akabinde Hartum ve diğer şehirlerde genişleyen bir siyasi gündemin sürüklediği günlük protestolara tanık olundu. Tunus, Mısır ve Suriye’deki ayak- 465 YAZARLAR Paul Amar, Santa Barbara California Üniversitesi Küresel ve Uluslararası Çalışmalar Programı’nda doçenttir. Uzmanlık alanları karşılaştırmalı siyaset, uluslararası güvenlik çalışmaları, siyaset sosyolojisi, küresel etnografi, devlet teorileri ve cinsiyet, ırk ve postkolonyal siyaset teorileridir. Ortadoğu ve Latin Amerika’daki demokratik değişimlere odaklanarak Küresel Güney’in megakentlerindeki yeni polis militarizasyonu, güvenlik yönetişimi, insani müdahale ve devletin yeniden yapılandırılması örüntülerinin köken ve kesişimlerinin izlerini sürmektedir. Radyo ve televizyonlarda düzenli röportajları yayınlanan Amar’ın Jadaliyya, Al Jazeera Online, Courrier International, Cairo Times, Frankfurter Allgemeine Zeitung ve diğer uluslararası haber yayınlarında yedi dilde yazıları çıkmaktadır. Yayımlanmış kitapları: The Security Archipelago: Human-Security States, Sexuality Politics, and the End of Neoliberalism; Cairo Cosmopolitan: Politics, Culture, and Urban Space in the New Globalized Middle East (Diane Singerman ile birlikte); New Racial Missions of Policing: International Perspectives on Evolving Law-Enforcement Politics; Global South to the Rescue: Emerging Humanitarian Superpowers and Globalizing Rescue Industries ve The Middle East and Brazil. Shelia Carapico, Richmond Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve uluslararası çalışmalar profesörü ve Kahire Amerikan Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesidir. Middle East Report dergisi yazarlarından, Political Aid: Paradoxes of Democracy Promotion in the Middle East ve Civil Society in Yemen: The 466 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER Political Economy of Activism in Modern Arabia kitaplarının yazarıdır. Amerikan Yemen Çalışmaları Enstitüsü’nün (American Institute for Yemeni Studies) başkanı olan Carapico, Yemen siyaseti ve toplumu, Arap eylemciliği ve Ortadoğu siyaseti üzerine kapsamlı olarak yazmaktadır. Nouri Gana, Los Angeles California Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat ve Yakın Doğu dilleri ve kültürleri bölümlerinde öğretim görevlisidir. Kanada Sosyal Bilimler ve Beşeri Bilimler Araştırma Konseyi Doktora Sonrası Bursu ve Michigan Üniversitesi (Ann Arbor) Rackham Lisansüstü Okulu Fakülte Araştırma Bursu’nun yanısıra birçok ödül almıştır. Halen Arap çağdaşlığının duygu politikası üzerine bir kitap yazmakta ve Arap romanının düşünce tarihi ve çağdaş önemi konulu bir İngilizce makale derlemesini yayıma hazırlamaktadır. Toufic Haddad, Between the Lines: Readings in Israel, the Palestinians, and the U.S. “War on Terror” ve Towards a New Internationalism: Readings in Globalization, the Global Justice Movement, and Palestinian Liberation kitaplarının ortak yazar ve editörüdür. Filistin-İsrail çatışması üzerine yazıları The National, Al Jazeera English, Journal of Palestine Studies, Monthly Review Zine, Znet, CounterPunch, Jadaliyya, Al Akhbar, International Socialist Review ve Socialist Worker gibi çok sayıda basılı yayın ve çevrimiçi haber sitesinde yayımlanmıştır. Halen Londra Üniversitesi Şark ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda (School for Oriental and African Studies - SOAS) kalkınma çalışmaları alanında doktora yapmaktadır. Adam Hanieh, Londra Üniversitesi Şark ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda (SOAS) kalkınma çalışmaları alanında ders vermektedir. Araştırmaları, Ortadoğu’nun ekonomi politiği ve bölgede devlet ve sınıf oluşumu süreçlerine yoğunlaşmıştır. Ca- YAZARLAR 467 pitalism and Class in the Gulf Arab States [Körfez Ülkelerinde Kapitalizm ve Sınıf, Nota Bene Yayınları, 2012] ve Lineages of Revolt: Issues of Contemporary Capitalism in the Middle East kitaplarının yazarıdır. Ortadoğu üzerine araştırma ve yorumları Journal of Palestine Studies, Capital & Class, Historical Materialism, Studies in Political Economy, Monthly Review, Middle East Report, Jadaliyya, Znet ve birçok çevrimiçi ve basılı yayında yayımlanmıştır. Historical Materialism dergisinin yayın kurulu üyesidir. Toby C. Jones, Rutgers Üniversitesi’nde tarih doçentidir. Suudi Arabistan ve Bahreyn’de birkaç yıl olmak üzere Ortadoğu’da yaşamış ve Ortadoğu üzerine kapsamlı olarak çalışmıştır. 2008-2009 yıllarında Princeton Üniversitesi’nin Petrol, Enerji ve Ortadoğu projesinde yer aldı. 2004 ile 2006 yılları arasında Uluslararası Kriz Grubu’nun (International Crisis Group) Basra Körfezi siyasi analisti olarak çalıştı. Çalışma alanları çevre, enerji ve bilim ve teknoloji tarihine yoğunlaşmıştır. Desert Kingdom: How Oil and Water Forged Modern Saudi Arabia kitabının yazarıdır ve şimdilerde America’s Oil Wars adlı yeni kitabı üzerinde çalışmaktadır. International Journal of Middle East Studies, Journal of American History, Middle East Report, Raritan Quarterly Review, The Nation, The Atlantic, Arab Reform Bulletin ve New York Times gibi çeşitli yayınlar için yazılar yazmıştır. Middle East Report dergisinin yayın kurulu üyesidir. Anjali Kamat, Al Jazeera English kanalında yayınlanan güncel gelişmeler belgesel programı Fault Lines’ın yapımcı ve muhabiridir. Filmleri arasında Punishment and Profits: Immigration Detention ve Battle for the Sinai yer alır. 2007’den 2011’e kadar bağımsız televizyon ve radyo programı Democracy Now! için yapımcı/muhabir olarak çalıştı ve ayaklanma sırasında birçok kez Libya’ya gitti. Yazıları Huffington Post, Jadaliyya, The 468 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER Progressive, OPEN Magazine, The Hindu ve Economic and Political Weekly gibi çeşitli yayınlarda çıktı. Khalid Mustafa Medani, McGill Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve İslam araştırmaları doçentidir. Son yayınları arasında “The Horn of Africa in the Shadow of the Cold War: Understanding the Partition of Sudan from a Regional Perspective” (Journal of North African Studies), “Strife and Secession in Sudan” (Journal of Democracy) ve “Informal Networks, Economic Livelihoods and the Politics of Social Welfare: Understanding the Political Consequences of the War on Terrorist Finance” (UCLA Journal of Islamic and Near Eastern Law) bulunuyor. Middle East Report dergisinin yayın kurulunda yer almaktadır. Joining Jihad: Black Markets, Militants, and Clans adlı kitabı yayımlanmak üzeredir. Merouan Mekouar, York Üniversitesi sosyal bilimler fakültesinde doçenttir. Foreign Policy, Open Democracy ve Les Cahiers du Cérium (Université de Montréal) dergilerine yazmaktadır ve Beyond the Arab Spring: Authoritarianism and Democratization in the Arab World kitabındaki bir makalenin Prof. Rex Brynen ile birlikte ortak yazarıdır. Halen “Why Small Things Matter? The Micro-dynamics of Informational Cascades in North Africa” adıyla yayımlanacak bir monografi üzerinde çalışmaktadır. Maya Mikdashi, New York Üniversitesi Hagop Kevorkian Yakın Doğu Çalışmaları Merkezi’nde yüksek lisans çalışmaları yöneticisi ve öğretim üyesidir. About Baghdad belgeselinin yönetmenlerinden ve Jadaliyya sitesinin editörlerindendir. Jadaliyya’da yayımlanan makalelerinin yanı sıra “Queering Citizenship, Queering Middle East Studies” (International Journal of Middle East Studies özel sayısı) ve “What Is Settler Colonialism?” (American Indian Culture and Research Journal özel YAZARLAR 469 sayısı) yayınlarının yazarıdır. Da‘wa Secularism and Religious Conversion: Practicing Citizenship in Contemporary Lebanon adlı kitabı üzerinde çalışmaktadır. Paulo Gabriel Hilu Pinto, Boston Üniversitesi’nde antropoloji doktorası yaptı. Brezilya’nın Fluminense Federal Üniversitesi’nde antropoloji profesörü ve üniversitenin Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nin yöneticisidir. 1999’dan beri Suriye’de ve 2003’ten beri Brezilya’daki Müslüman cemaatleri ile ilgili saha çalışmaları yürütmektedir. Günümüz Suriye’sinde Sufilik ve diğer İslam biçimleri ve Brezilya’daki Arap etnisitesi ve Müslüman cemaatler hakkında çeşitli makale ve kitapların yazarıdır. Vijay Prashad, Lübnan’da Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde Edward Said Kürsüsü’nde misafir öğretim üyesidir. En son The Poorer Nations: A Possible History of the Global South (LeftWord, 2013) kitabı yayımlanmıştır. (Prashad’ın Türkçeye çevrilen ilk kitabı Arap Baharı, Libya Kışı 2012’de Yordam Kitap tarafından yayımlanmıştır – y.n.) Jillian Schwedler, Faith in Moderation: Islamist Parties in Jordan and Yemen ve baskıya hazırlanan Protesting Jordan: Space, Law, Dissent kitaplarının yazarı ve Policing and Prisons in the Middle East kitabının (Laleh Khalili birlikte) editörüdür. Makaleleri World Politics, Comparative Politics, Middle East Policy, Middle East Report, Journal of Democracy ve Social Movement Studies’de yayımlanmıştır. Middle East Report, Jadaliyya, Al Jazeera English ve Middle East Channel’a düzenli olarak yazmaktadır. Middle East Report dergisini yayımlayan Middle East Research and Information Project’in (MERIP) eski yayın kurulu üyesi ve yönetim kurulu başkanı olan Schwedler Ürdün, Yemen ve Mısır’da araştırmalar yürütmüş ve bölgenin birçok yerine seyahat etmiştir. 470 ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER Ahmad Shokr, New York Üniversitesi’nde Ortadoğu tarihi üzerine doktora yapmaktadır. Arap Studies Journal’ın kitap eleştirisi editörü ve Egypt Independent’ın eski editörüdür. Yazıları Middle East Report, Jadaliyya ve Economic and Political Weekly’de çıkmaktadır. 2011 ayaklanması sırasında Libya’ya çeşitli defalar seyahat etmiştir. Susan Slyomovics, Los Angeles California Üniversitesi’nde antropoloji ve Yakın Doğu dilleri ve kültürleri profesörüdür. Kitapları arasında The Object of Memory: Arab and Jew Narrate the Palestinian Village; The Performance of Human Rights in Morocco; Waging War and Making Peace: The Anthropology of “Reparations” ve Clifford Geertz in Morocco bulunuyor. Haifa Zangana, Iraklı yazar ve eylemci. Uluslararası Çağdaş Irak Araştırmaları Derneği (International Association of Contemporary Iraqi Studies -IACIS) kurucu üyesi ve Irak Kadın Dayanışması kurucularındandır. Birleşmiş Milletler Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu’nda toplumsal cinsiyet ve sosyal meseleler konusunda danışmandır. El-Kuds el-Arabi’ye haftada bir köşe yazısı yazmakta ve Irak edebiyatı ile kadın meseleleri üzerine ders vermektedir. Üç romanı ve kısa öykü kitapları yayımlanmış, Irak çalışmalarından Arap edebiyatı, sineması ve kültürüne kadar değişen konularda çeşitli deneme, makale ve kitap eleştirileri yazmıştır. Yayınları arasında Torturer in the Mirror; Women on a Journey: Between Baghdad and London; City of Widows: An Iraqi Woman’s Account of War and Resistance ve Dreaming of Baghdad bulunmaktadır. (Bağımsız Birleşik Irak İçin Kadın Dayanışması hakkında daha fazla bilgi için bkz. http://solidarityiraq.blogspot.com) 471 TEŞEKKÜRLER Adanmış akademisyen ve siyasi çözümlemecilerden oluşan bu üstün nitelikli ekibi bir araya getirerek bu kapsamda bir derleme yayımlamak için birlikte çalıştığımız süre son derece heyecan verici ve aydınlatıcı oldu. İlk olarak bizi, kitabın iki editörünü 2010’da Amerikan Araştırmalar Derneği toplantısında buluşturduğu ve 2011’de Arap ayaklanmaları dalgası başladığında “behemehal” birlikte bir kitap yapmamızı önerdiği için New York Üniversitesi’nden Lisa Duggan’a teşekkür ederiz. Adını vermediğimiz çok sayıda okur ve eleştirmene, taslağın bütününü ya da bölümlerini okumaya zaman ayırarak kitapta önemli düzeltmeler yapılmasını sağlayan çok değerli yorumlar getirdikleri için teşekkür ederiz. Fawwaz Trabulsi, Haider Abdul, Amr Abdelrahman, Mozn Hassan, Ahmed Shukr, Hesham Sallam, Bassam Haddad, Omar Dahi, Mayssun Sukarieh gibi adlarını verdiğimiz başka okurlara kitabın belli bölümlerini didik didik ederek hayati katkılarda bulundukları için borçluyuz. Mısır’da müzik ve milliyetçiliğin toplumsal tarihi konusundaki zevkli ve sezgili tezini yazarken bu kitabın düzeltisini, redaksiyonunu, kaynakça düzenlemesini gözünü kırpmadan üstlenen ve uzman işi bir araştırma asistanlığı sunan Tess Popper’a özel teşekkürlerimizi iletiyoruz. Son olarak dostluk dolu, parıltılı, verimli çalışmaları için yayıncılarımıza, LeftWord Books’tan Sudhanva Deshpande (Delhi) ile University of Minnesota Press’ten Richard Morrison’a (Minneapolis) derin şükranlarımızı sunuyoruz.
© Copyright 2024 Paperzz