GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN KALKINMASINDA ÇOK ULUSLU

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN
KALKINMASINDA ÇOK ULUSLU
ŞİRKETLERİN ETKİSİ
Sonya SOLEYMANİ
Yüksek Lisans Tezi
İktisat Anabilim Dalı
Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN
2014
Her Hakkı Saklıdır
T.C.
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
Sonya SOLEYMANİ
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN KALKINMASINDA ÇOK
ULUSLU ŞİRKETLERİN ETKİSİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
TEZ YÖNETİCİSİ
Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN
ERZURUM–2014
T.C.
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
TEZ BEYAN FORMU
25/06/2014
SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
BİLDİRİM
Atatürk Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğine göre
hazırlamış olduğum “GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN KALKINMASINDA ÇOK
ULUSLU ŞİRKETLERİN ETKİSİ” adlı tezin/raporun tamamen kendi çalışmam
olduğunu ve her alıntıya kaynak gösterdiğimi taahhüt eder, tezimin/raporumun kağıt ve
elektronik kopyalarının Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde
aşağıda belirttiğim koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım
Lisansüstü Eğitim-Öğretim yönetmeliğinin ilgili maddeleri uyarınca gereğinin
yapılmasını arz ederim.
Tezimin/Raporumun tamamı her yerden erişime açılabilir.
iversitesi yerleşkelerinden erişime açılabilir.
sürenin sonunda uzatma için başvuruda bulunmadığım takdirde, tezimin/raporumun
tamamı her yerden erişime açılabilir.
25.06.2014
Sonya SOLEYMANİ
I
İÇİNDEKİLER
ÖZET............................................................................................................................. IV
ABSTRACT .................................................................................................................... V
KISALTMALAR DİZİNİ ........................................................................................... VI
TABLOLAR DİZİNİ ................................................................................................. VII
ŞEKİLLER DİZİNİ .................................................................................................. VIII
ÖNSÖZ .......................................................................................................................... IX
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
EKONOMİK KALKINMANIN TANIMI VE KALKINMA SORUNLARINA
TEORİK YAKLAŞIM
1.1. EKONOMİK KALKINMA KAVRAMININ TANIMI ........................................ 4
1.2. EKONOMİK KALKINMA TEORİLERİ ............................................................. 6
1.2.1. Doğrusal Aşamalar Teorisi .............................................................................. 6
1.2.2. Yapısal Değişim Teorileri ................................................................................ 7
1.2.3. Uluslar Arası Bağımlılık Teorisi ..................................................................... 9
1.2.4. Neo-Klasik Kalkınma Teorisi ........................................................................ 11
1.2.5. Diğer Kalkınma Teorileri .............................................................................. 12
1.2.5.1. Bölgeler Arası Ticarete Dayanan Kalkınma Teorileri ........................ 12
1.2.5.2. Alan Teorisi ............................................................................................. 13
1.2.5.3. İş Üretimine Dayanan Teoriler.............................................................. 13
1.2.5.4. İktisadi İlke Teorisi ................................................................................ 14
1.2.5.5. Ana Ürün Teorisi .................................................................................... 15
1.2.5.6. Üretim Döngüsü Teorisi ......................................................................... 16
1.2.5.7. Kalkınma Kutupları ............................................................................... 16
1.3. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KALKINMA SORUNLARI ............... 17
1.3.1. Kurumsal Sorunlar ........................................................................................ 17
1.3.2. Demokrasi Sorunları ve Kalkınma Etkisi .................................................... 19
1.3.3. İktisadi Politikalarda Kararsızlık ................................................................. 22
II
İKİNCİ BÖLÜM
ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TANIMI VE KONUMU
2.1. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TARİHÇESİ ................................................... 26
2.2. TEORİK AÇIDAN ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER ............................................. 29
2.3. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ANA ÜLKEDEKİ KONUMU ....................... 34
2.3.1. ABD Ekonomisinde Çok Uluslu Şirketlerin Rolü ....................................... 37
2.3.1.1. Çok Uluslu Şirketlerin Faaliyetini Etkileyen Faktörler ...................... 39
2.3.1.2. Amerika’nın Yeni Rakipleri .................................................................. 39
2.3.1.3. Çok Uluslu Şirketlerin Uyarıcı Rolü ..................................................... 40
2.3.1.4. İktisadi Karar Vericilerin Rolü ............................................................. 41
2.4. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN EV SAHİPLİĞİ YAPAN ÜLKELERDEKİ
KONUMU ...................................................................................................................... 42
2.4.1. GOÜ’lerin İhtiyaçları ve Onları Temin Etme Yöntemleri ......................... 42
2.4.2. Ev Sahipliği Yapan Ülkeyi Seçme ve İş Birliği Çeşidini Değerlendirme... 45
2.4.3. Ev Sahipliği Yapan Devletin Kontrol Politikaları ....................................... 49
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKE
EKONOMİLERİNDEKİ ETKİLERİ
3.1. SERMAYE TEMİNİ.............................................................................................. 54
3.2. TEKNOLOJİ TRANSFERİ .................................................................................. 58
3.3. UZMAN İŞ GÜCÜ VE YÖNETİM TECRÜBESİ .............................................. 61
3.4. İHRACAT ETKİSİ ................................................................................................ 62
3.5. İSTİHDAM ETKİSİ .............................................................................................. 63
3.6. BAĞIMLILIK ETKİSİ ......................................................................................... 64
3.7. ENFLASYON ETKİSİ .......................................................................................... 65
3.8. SERMAYE KARININ ÜLKEDEN ÇIKIŞI ........................................................ 66
3.9. DİĞER ETKİLER ................................................................................................. 67
III
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN GELİŞMEKTE OLAN TÜRKİYE VE İRAN
EKONOMİLERİNİN KALKINMALARINDAKİ ETKİLERİ
4.1. TÜRKİYE EKONOMİSİ ÖZELLİKLERİ ......................................................... 69
4.2. İRAN EKONOMİSİ ÖZELLİKLERİ ................................................................. 71
4.3. İRAN VE TÜRKİYE EKONOMİLERİNİN GENEL BİR
KARŞILAŞTIRILMASI .............................................................................................. 73
4.4. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ
GEÇMİŞİ ....................................................................................................................... 74
4.5. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN İRAN EKONOMİSİNDEKİ GEÇMİŞİ ...... 76
4.6. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TÜRKİYE VE İRAN EKONOMİLERİNİN
KALKINMALARINDAKİ ETKİLERİ ...................................................................... 77
SONUÇ ........................................................................................................................... 81
KAYNAKÇA ................................................................................................................. 84
ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................... 88
IV
ÖZET
YÜKSEK LİSANS TEZİ
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN KALKINMASINDA ÇOK ULUSLU
ŞİRKETLERİN ETKİSİ
Sonya SOLEYMANİ
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN
2014, 88 sayfa
Jüri: Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN
Yrd. Doç. Dr. Ş. Mustafa ERSUNGUR
Yrd. Doç. Dr. E. Demet EKİNCİ
Günümüze kadar gelişmekte olan ülkeler, kalkınmak için ceşitli yöntemler
geliştirilerek yaşadıkları tasarruf ve yatırım yetersizliği sorunlarını, doğrudan yabancı
sermaye kaynaklarından yararlanarak çözmeye gayret etmişlerdir. Bunun nedeni
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının sağladığı sermaye, yeni teknolojiler, istihdam
artışı, yeni uluslararası pazarlardan yararlanma isteğidir. Doğrudan yabancı sermaye
yatırımları ise günümüzde Çok Uluslu Şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir.
Gelişmekte olan ülkeler tarafından kalkınma aracı olarak kullanılmak istenen çokuluslu
şirketlerin, yeni ürün, üretim tarzı, teknoloji transferi ve geniş dış pazarlar yönünde
olumlu, ancak transfer fiyatlandırmaları yönünden olumsuz etkileri olmaktadır.
Anahtar Kelimeler Iktisadi Kalkınma, çok uluslu şirketler, Gelişmekte olan ülkeler
V
ABSTRACT
MASTER THESIS
THE EFFECT OF MULTINATIONAL COMPANIES IN DEVELAPMENT OF
DEVELOPING COUNTRIES
Sonya SOLEYMANİ
Advisor : Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN
2014, 88 pages
Jury: Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN
Assist Prof. Dr. Ş. Mustafa ERSUNGUR
Assist Prof. Dr. E. Demet EKİNCİ
Today developing countries are looking for new solutions different from before
ones, they Instead of implementing these new solutions, the main reason of remaining
underdeveloped is savings deficiency. Developing countries living savings deficiency
and investment deficiency, competed to take advantage of foreign capital investments.
Reason for this competition is the willingness of taking advantages of direct foreign
capital investments, domestic technologies, employment increase and new international
markets. Today, foreign capital investments are made by Multinational Corporations.
Multinational Corporations which are used as developing mean by developing
countries, have positive effect transfer pricing.
Key Words: Economic development, multinational corporations, developing countries
VI
KISALTMALAR DİZİNİ
AGÜ
: Az Gelişmiş Ülke
AR-GE
: Araştırma-Geliştirme
ÇUŞ
: Çok Uluslu Şirket
DPT
: Devlet Planlama Teşkilatı
DSY
: Doğrudan Sermaye Yatırımları
DTM
: Dış Ticaret Müsteşarlığı
DTÖ
: Dünya Ticaret Örgütü
DYY
: Doğrudan Yabancı Yatırım
GOÜ
: Gelişmekte Olan Ülke
GSMH
: Gayri Safi Milli Hâsıla
GSYH
: Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla
ILO
: Uluslararası Çalışma Örgütü
İDSS
: İhracata Dayalı Sanayileşme Stratejisi
İİDSS
: İthal İkamesine Dayalı Sanayileşme Stratejisi
KİT
: Kamu İktisadi Teşekkülü
LAIA
: Latin Amerika Entegrasyon Birliği
MERCOSUR
: Güney Amerika Ortak Pazarı
NATO
: Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü
OECD
: Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Organizasyonu
UNCTAD
: Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı
UNDP
: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı
WTO
: Dünya Ticaret Örgütü
YASED
: Yabancı Sermaye Derneği
VII
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo 1.1. Demokratik ve Otoriter Yönetimlerin Karşılaştırılması ............................... 21
Tablo 1.2. Sanayileşmiş Batı Ülkelerinde Net Sermaye Akışı ( milyon dolar) ............. 36
Tablo 4.1. 2011 ve 2012 yıllarında Türkiye Dış Ticareti (Milyon Dolar Olarak) ....... 70
VIII
ŞEKİLLER DİZİNİ
Şekil 4.1. İran’da Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı, Büyüme ve İşsizlik İlişkisi
(2000–2011) ................................................................................................. 78
Şekil 4.2. Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı, Büyüme ve İşsizlik
İlişkisi (2000–2011) ..................................................................................... 79
IX
ÖNSÖZ
Dünya ülkeleri gelişmişlik düzeyi ile gruplandırıldıklarında en yaygın şekilde
gelişmiş, az gelişmiş/gelişmekte olan ve geri kalmış ülkeler olarak üç grupta
isimlendirme ve değerlendirmeye tabi tutulmaktalar. Gelişmiş ülkeler kategorisine
girenler, elde ettikleri üstünlüklerle ekonomik, sosyal ve siyasal kalkınmalarını
tamamlamışlardır. Diğer ülkeler ise kalkınmak için çaba göstererek çeşitli gelişme
yollarını ve stratejilerini takip etmektedirler.
Küreselleşmenin meydana getirdiği sonuçlar nedeniyle ülkeler birbirine daha
bağımlı hale gelmiş ve her hangi bir ülkedeki gelişmeler diğer ülkeleri ve bazen tümünü
etkilemektedir. Bu etkilenmenin olumsuz yönleri ile birlikte olumlu boyutları da
bulunmaktadır. Uluslararası sermayenin ticari hareketleri ve gelişmiş ülkelerden diğer
az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere transfer ola bilmesi bu olayın olumlu
yönlerinden birini oluşturmaktadır. Sermaye transferinin en önemli yollarından biri çok
uluslu şirketler vasıtasıyla yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır. Genellikle
gelişmekte olan ülkelerin 1990’lardan sonra tercihleri, doğrudan yabanci sermaye
yatırımlarının ülkenin kalkınması amacıyla cezp edilmesi yönünde olmuştur.
Konunun sahip olduğu öneminden dolayı, Pol Suizi, Kindlebergr, Dunning ve
Hicks gibi birçok büyük iktisatçı bu konuda değişik düşünceler ortaya koymuşlardır.
Çok uluslu şirketlerle ilgili değişik iktisadi, siyasal, kültürel ve sosyal eserlerin basılıp,
yayıldığına rağmen, bu konu halen kendi önem ve yeniliğini korumaktadır.
Çalışmam boyunca yardımını esirgemeyen ve her türlü katkıda bulunan tez
danışmanım sayın Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN ve sevgili anne ve babamdan tüm
hayatım boyunca destekleri için teşekkür ederim.
Erzurum – 2014
Sonya SOLEYMANİ
1
GİRİŞ
İkinci Dünya Savaşından sonra küreselleşme süreci ile birlikte ortaya çıkan çok
uluslu şirket (ÇUŞ)’lerin dünya çapında yaygınlaşması ve ÇUŞ’lerin gelişmekte olan
ülke (GOÜ)’lerin kalkınmasındaki etkileri genellikle bütün az gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerde gündeme gelmiş ve tartışma konusu olmuştur. Dünya ekonomisinin bir
parçası olarak, uluslararası şirketler dikkate değer öneme sahipler. Bu şirketlerin
çalışma alanları, ana ülkelerin sınırlarını aşmış ve dünya çapına yayılmıştır. Dünya
çapında yayılmalarının yanı sıra, bu şirketlerin bazılarının merkezi, gelişmekte olan
ülkelere taşınmıştır. Bu kapsamda GOÜ’ler kalkınmaları yolundaki birçok sorunun
ortadan kalkması için bu şirketlerle işbirliği yapma ve kendi ülkelerinde faaliyetlerine
zemin hazırlamayı uygun bir yol olarak izlemişlerdir.
Bu çalışmanın amacı, uluslararası şirketlerin gelişmekte olan ülkelerin ekonomik
kalkınmaları üzerinde bıraktığı olumlu ve olumsuz etkileri araştırarak,bu şirketlerin
gelişmekte olan ülkelerde ekonomik kalkınmaya yardımcı olup olmadıklarını ortaya
çıkarmaktır. Bu doğrultuda GOÜ’ler arasında yer alanTürkiye ve İran’ın verileri ele
alınarak ekonomik kalkınmalarında ÇUŞ’lerin etkileri gozden gecirilmeye çalısılmıstır.
Ekonomik kalkınma bütün azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ana
amaçlarının önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Kalkınma kavramı, toplumların
gelişim sürecine uygun olarak, farklı dönemlerde değişik içerikler kazanmıştır. Hatta
aynı dönemde farklı içeriklerde kullanıldığı da görülmektedir.
Bu bağlamda kalkınma kavramına yönelik, anlam karışıklığını ortadan kaldırmak
için ilk önce kalkınma kavramının tanımı ve kalkınmaya yakın kavramların bu kavramla
olan farklılığı açıklığa kavuşturulmalıdır. Ayrıca ekonomi tarihinde bu kavramın nasıl
ele alındığının süreci ve kalkınmanın teorik çerçeveleri ele alınıp,gelişmekte olan
ülkelerin kalkınmayla ilgili sorunları ve bu sorunları gidermek için başvurdukları yollar
genel bir çerçeve içerisinde ortaya koymaya çalışılmıştır.
Uluslararası şirketlerin –genellikle Batı Şirketleri- GOÜ’lerin iktisadi, siyasi ve
toplumsal hayatında büyük etkiler bırakmış ve günden güne daha etkin bir konuma
sahip olmuşlardır. Bu şirketlerin önemi, tüm dünya ekonomi teorisyenlerinin bu hususa
yönelmelerine neden olarak bu şirketlerin faaliyetleri ile ilgili büyük tartışmalara
2
sebebiyet yaratmıştır. Bu tartışmalar bu şirketlerin leh ve aleyhinde olarak birçok
araştırmanında konusu oluşmuştur.
Uluslararası şirketlerin kapsamlı şekilde yaygınlaşması, birçok ekonomi
teorisyenlerinin
tarafından
dünya
ekonomisinin
geleceğinin
bu
şirketlerin
faaliyetlerinden asılı olduğu görüşünün ileri sürülmesine sebep olmuştur. Ayrıca birçok
GOÜ’de de ekonomik gelişmeyi, bu ülkelerin, ÇUŞ’lerle nasıl ilişkide olduğuna bağlı
olduğuna dair değerlendirmeler ortaya çıkmıştır.
ÇUŞ’ların GOÜ’lerin siyasi ve iktisadi hayatları üzerindeki etkileri bazen aşırı
düzeylere ulaşmış ve siyasi hayatı derinden etkilemiştir. Kolombiya, Şili, Panama gibi
Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi ÇUŞ’lerle ilgili siyasi ve ekonomik literatürün
oluşması bu şirketlerin daha iyi tanımlanması için büyük olanak sağlanmıştır.
Son
yıllarda bu konu yeni boyutlar kazanmıştır. Birçok GOÜ merkezli şirketler Batı
merkezli ÇUŞ’lerle ortaklık yapma girişiminde bulunmuşlar ve ayrıca GOÜ merkezli
ÇUŞ’ler kurarak Batılı şirketlerin önemli biçimde rakipleri olmayı başararak büyük
maliyetlere imza atmışlardır. Bu başarılı şirketler arasinda Meksika`dan Alfa Grup`,
GuneyKore`den Hyundai, Lucky Grup ve Samsung, Hong konk`dan Conic yer
almaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda demokrasiye müdahale, , siyasi
istikrarsızlık, kamu açığı, askeri müdahaleler gibi siyasi ve iktisadi ortak yönlerin
olduğuyla birlikte gelişmiş ülkeler ve dış dünya ile yaşadıkları problemlerde de aynı
sorunlar üzerinde ciddi biçimde benzeşmekteler. Çok uluslu şirketlerin bu ülkelerin
siyasi, iktisadi ve kültürel heyatlarına bıraktıkları olumlu ve olumsuz etkiler bu ülke
yöneticiler ve düşünürlerini ciddi biçimde endişelendirmektedir. Gelişmekte olan
ülkeler çok uluslu şirketlerin kendi ülkelerindeki faaliyetlerinin ülkelerinin yararına
olup olmadığı konusunda düşünceler ve sorularla karşı karşıya kalmışlardır. Bu ülkeler
ilk başta “gelişmekte olan ülkeler, çok uluslu şirketlerin bu ülkelerde çalışmasını
desteklemeli mi yoksa önlemeli ?” sorusunu yanıtlamak zorunda kalmışlardır. Cevabın
olumlu olduğu takdirde “hangi şartlar ve ilkelere uyulmalıdır?”. Bu sorular
doğrultusunda çalışmanın asıl amacı, çok uluslu şirketlerin faaliyetini inceleyerek,
gelişmekte olan ülkelerin ekonomisinde olan nitel ve nicel etkilerinin tanımlanmasıdır.
3
Bu çalışmada İlk bölümde kalkınma kavramının tanımı, bu kavramın değişimi
ve gelişmesindeki tarihçesi ve kalkınmanın teorik çerçevesi ve ayrıca gelişmekte olan
ülkelerdeki kalkınmayla ilgili sorunlar ele alınmıştır. İkinci bölümde çok uluslu
şirketlerin tanımı ve bu şirketlerin faaliyeti ile ilgili teorik çerçeve incelenerek bu
şirketlerin ana ülkelerde ve ev sahipliği yapan gelişmekte olan ülkelerdeki konumları
araştırılmıştır. Bu şirketlerin ana ülkelerde ki faaliyetlerinin incelenmesinde konu
kapsamının çok geniş olması ve tez çalışmasının amaçlarının dışına çıkılmaması için bu
şirketlerin en önemli merkezlerinden olan Amerika ekonomisindeki konumları göze
alınarak değerlendirmeler yapılmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde ise bu şirketlerin
gelişmekte olan ülkelerdeki olumlu ve olumsuz etkileri incelenmeye çalışılmıştır.
dördüncü bolümde ise İran ve Türkiye ekonomisi üzerinde çalışılmıştır.
BU çalışmada bu konuyla ilgili İran’daki bilimsel çalışmalar incelenerek Farsça
kaynaklar bir kütüphane çalışması yöntemiyle incelenmiş ve tezin daha zengin hale
gelmesine çaba gösterilmiştir. Ayrica İngilizce ve turkce bilimsel kaynaklar gozden
gecirilmis ve gelişmekte olan İran ve Türkiye ülkelerindeki konuyla ilgili düşünceler ve
araştırmaların sonucu teze aktarılmaya çalışılmıştır.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
EKONOMİK KALKINMANIN TANIMI VE KALKINMA SORUNLARINA
TEORİK YAKLAŞIM
Gelişmekte olan ülkelerin kalkınmaları ve kalkınma sorunları ile ilgili
araştırmalarda, öncelikle kalkınma kavramına nasıl yaklaşılması gerektiği sorusunu
yanıtlamaya çalışmalıyız. Kalkınma literatüründe, kavram üzerinde çok geniş
tartışmalar yapılmasına rağmen bu konuyu tamamen açıklamaya kavuşturmak ve
sorunları net olarak ortaya koymak iktisatçıları oldukça zorlamıştır.
Kavram, bazen kendine yakın anlamlar taşıyan sanayileşme, modernleşme,
ilerleme, büyüme ve yapısal değişme gibi kavramlarla iç içe geçmiş, onların yerine
kullanılmış ve doğal olarak anlam kaymasına uğramıştır. Bugün de kavramın içeriği
açık ve anlaşılır değildir. Teorilerde olduğu gibi günlük konuşmalarda da bazen
sanayileşmenin, bazen büyümenin bazen de modernleşmenin yerine kullanılmaktadır
(Yavilioğlu, 2002,ss. 59,61).
1.1. EKONOMİK KALKINMA KAVRAMININ TANIMI
Kalkınma
kavramının
ne
anlam
taşıdığı
hakkında
bir
fikir
birliği
bulunmamaktadır. Bu belirsizlik dâhilinde kalkınmanın hedefinin ne olacağı sorusu da
önem taşımaktadır. Geleneksel anlamda en geniş algılayış olarak salt milli gelirde
ortaya çıkan artış veya genel seviyede bir refah artışı ve diğer benzer değişimlere işaret
etmektedir. Diğer bir değişle ekonomik kalkınma kavramı ekonomik değerlerde
meydana gelen pozitif değişimleri ve iyileşmeyi ifade etmektedir.
Ekonomik kalkınma, büyüme, modernleşme,
sanayileşme ve yapısal değişme
gibi birçok kavramla karıştırılmaktadır. Kalkınma kavramını diğer yakın kavramlarla
karşılaştırdığımızda bu kavramın daha geniş bir kapsama sahip olduğunu fark
etmekteyiz.
Bu kavramlar bazen birbirlerinin yerine kullanılmaktadir. Mesela kalkınma
kavramı, modernleşme ve sanayileşme kavramının her ikisini içerecek şekilde
kullanılmaktadır. Başka bir durumda sanayileşme kavramı, kalkınma ile modernleşme
5
arasında bir bağ kurulmak istendiğinde ara bir kavram olarak değerlendirilmektedir.
Sanayileşme bazen de geri kalmış bir toplumdan gelişmiş bir topluma geçişte,
kalkınmanın ve dolayısıyla modernleşmenin olmazsa olmazı olarak kabul edilmektedir
(Yavilioğlu, 2002,ss. 63,64).
Kalkınma kavramı ile en çok karıştırılan kavramlardan biri büyümedir.
Karşılaştırmalar, ekonomik büyümenin daha çok üretim faktörlerinin maksimum verimi
sağlayacak şekilde bir araya getirilmesini kapsayan bir denge sorunuyla ilgilendiğini
göstermektedir. Ekonomik kalkınma ise iki aşamalı bir süreci ifade etmektedir. Birinci
aşama, üretim faktörlerinin yaratılması ve İkinci aşama ise üretim faktörlerinin en
uygun bileşimini içerisine almaktadır.
Dolayısıyla ekonomik kalkınma kavramı,
iktisadi nitelikte olan yapılar yanında sosyal, siyasal nitelikteki yapılarda da gelişme
yönünde bir değişme, hatta yeni yapıların oluşturulmasını içeren süreçlere de işaret
etmektedir. Yani iktisadi kalkınma sadece ekonomik boyutlarla sınırlanmayan, toplumu
sosyolojik, psikolojik ve politik tüm boyutlarıyla kuşatan karmaşık bir süreçtir
(Yavilioğlu, 2002,s. 72).
Sanayileşme ise daha çok sürekli bir şekilde sürdürülen uygulamalı araştırmalara
ve enerji kaynaklarına oturtulmuş bir teknolojinin neden olduğu iktisadi değişmelerdir.
Sanayileşme, modernleşme ve kalkınma kavramlarının ve bu kavramlarla ifade edilen
süreç ve amaçların ortak paydası olarak bir anlam taşımaktadır. Bu anlamda,
sanayileşme sürecinin doğrudan ve dolaylı etkileri, modernleşme ve kalkınma
kavramlarının kapsamında yer almakta ve her iki kavramın içeriklerini birbirine
yaklaştırmaktadır (Yavilioğlu, 2002,s. 72).
Modernleşme ise daha çok farklı sektörlerdeki değişim süreçlerinin birlikte
işlemesiyle oluşur. Bu süreçler ise sosyal yapıyı derinden etkiler ve farklılaşmaya yol
açar. Farklılaşmalar temelde siyasal, eğitim, dinsel, aile alanlarında belirginleşir. Bu
anlamda modernleşme, iktisadi kalkınmayı kapsadığı gibi daha ötesine de gider.
Kalkınma ile karıştırılan kavramların genel çerçevesi çizildikten sonra ekonomik
kalkınmaya yönelik bir tanımın yapılmasına geçilebilir. Ekonomik kalkınma, ülkelerin
ekonomik, toplumsal, siyasi yapılarının değişerek insan yaşamının maddi ve manevi
alanda ilerlemesi ve toplumsal refahın artması olarak ifade edilmektedir. Bu bakımdan
kalkınma, ölçümlere dayalı olan ve GSMH’daki hızlı artışla belirlenen ekonomik
6
büyümeyi içermekle birlikte, ekonomik ve sosyal değişimleri de kapsar (Siverekli ve
Demircan, 2003,s. 99). Ayrıca kalkınmayı, azgelişmiş ülkelerin iç ve dış kaynakları
kullanarak ekonomik düzenlemeler yoluyla gelişmiş ülkelere yetişme, toplumsal yapıyı
geliştirme çabası (Şan, 2005,s. 11) olarak da tanımlamak mumkundur .
Kalkınma sürecinde vurgu daha çok ekonomik faktörler üzerine yapılmaktadır.
Bir anlamda ekonomik olmayan faktörlerin, ekonomik faktörlerle ilişkisi ölçüsünde
önemi bulunmaktadır. O halde toplumun bir bütün olarak Batı normlarına göre
değişmesini veya başka bir ifadeyle; geri kalmış bir ekonominin sanayileşmesini,
halkının belli ölçüde devlet yönetimine iştirak etmesini, seküler/rasyonel normların
kültüre yayılmasını ve toplum içerisinde seyyaliyetin artmasını bir bütün olarak ifade
etmek için kullanacağımız kavram modernleşmedir. Bu bağlamda modernleşme,
kalkınmayı da içerisine alacak genişlikte bir anlam taşımaktadır. Geri kalmış bir
ekonominin refah düzeyini artırmak için değişimi/dönüşümü ifade edildiğinde
kullanacağımız kavram ise kalkınma olmalıdır (Yavilioğlu, 2002,s. 75).
1.2. EKONOMİK KALKINMA TEORİLERİ
İkinci Dünya Savası’ndan sonra pek çok ekonomist, Keynesyen Büyüme
Teorileri’nin etkisi altında, az gelişmiş ülkelerde kişi basına reel gelir artısı ile ölçülen
büyümeyi esas alarak, iktisadî kalkınmayı tanımlamaya çalışmıştır. Tarihsel gelişim
içinde, büyüme teorileri beş ana grup altında toplanabilir
1. Doğrusal büyüme aşamaları modellerini esas alan teoriler
2. Yapısal değişimi esas alan teoriler
3. Uluslararası bağımlılık teorileri
4. Neo-klasik serbest piyasa teorileri
5. İçsel etkenlere bağlı kalkınma veya yeni kalkınma teorileri
1.2.1. Doğrusal Aşamalar Teorisi
Doğrusal/aşamalı kalkınma teorilerine göre azgelişmiş ülkeler, gelişmiş Avrupa
ülkelerinin kapitalizm öncesine benzer siyasal, sosyo-kültürel ve ekonomik yapılarıa
sahip bulunmaktadir. Bu teoriler, "doğal düzen" anlayışından çıkarılan ve toplumların
siyasal, ekonomik ve toplumsal yapılarının temelde benzer olduklarından,
azgelişmiş
7
ülkelerin, gelişmiş ülkelerin ilerleme yöntemlerini izleyerek kalkınabileceklerini iddia
etmektedirler. Bu bağlamda doğrusal/aşamalı kalkınma teorilerinde her toplumun
doğrusal bir gelişme çizgisi takip edebileceği öngörülmekte, azgelişmişlik gelişmeye
giden yolda geçici bir aşama olarak değerlendirilmektedir. Bu temel varsayım
doğrultusunda tek bir kalkınma yolunu öngörmekle kalmamakta, alternatif bir yolun
var olma ihtimalini de dışlamaktadır. Örneğin W.W. Rostow'a göre komünizm bir geçiş
devresi hastalığıdır (Yavilioğlu, 2002,s. 60).
Kalkınma,
algılanmıştır.
uzun
dönemde
Nitekim
ekonomik
büyümenin
sağlanması,
şeklinde
Rostow,“ekonomik
büyümenin
aşamaları,
ulusların
kalkınmasını, büyümeden hareket ederek evrensel bir süreç olarak” tanımlamaktadır.
Ayrıca kalkınma kavramını, gelişmekte olan ülkeler arasında görülen güney
ülkelerindeki kişi başına reel gelir artışı gibi ekonomik bir boyuta indirgemektedir
(Gediz veUşun, 2005,s. 2)
Rostow’a göre bütün toplumlar tarihsel süreç içerisinde çeşitli aşamalardan
geçmektedir. Bunlar; geleneksel toplum, hazırlık aşamasındaki toplum, kalkış
aşamasındaki toplum, iktisadi olgunlaşma yolundaki toplum ve kitle tüketimi
çağındaki toplum aşamalarından geçerek kalkınmasını tamamlayacağını ileri
sürmektedir (Aktan ve Vural, 2002,s. 17)
1.2.2. Yapısal Değişim Teorileri
Clark ve Fisher, üretim faaliyetlerini birincil (tarım, ormancılık, madencilik vb.)
ikincil (imalât, inşaat vb.) ve üçüncül (hizmetler) faaliyetler olarak ayırmış; ülkelerin
gelişmişliklerini birincil, ikincil ve üçüncül faaliyetlerin toplam ekonomi içindeki
paylarına göre sınıflandırmışlardir. Gelişmekte olan ülkeler kaynaklarını daha çok
birincil faaliyetlere tahsis ederken, gelişmiş olanlar ikincil faaliyetlere, son aşamada
bulunan olgun gelişmiş ülkeler de üçüncül faaliyetlere tahsis etmektedir. Clark, iktisadî
büyüme süreci devam ettiğinde faaliyet yapısının değişeceğini, bunun bir nedeninin
insanların geliri yükseldikçe gelirlerinden birincil ürünlere harcanan kısmın azalarak
diğer ürünlere kayması olduğunu ve böylece ekonomide yapısal değişimin meydana
geleceğini iddia etmektedir. Yani, burada, birincil ürünlere yönelik talebin gelir
esnekliği düşük iken, ikincil ve üçüncül ürünlere olan talebin gelir esnekliğinin yüksek
8
olması durumu olan Engel Kanunu geçerli olmaktadır. Diğer bir neden de, verimlilik
artısıyla birlikte, ücretlerin, imalât ve hizmetler sektörlerinde tarım sektörüne kıyasla
daha hızlı artmasıdır. Bu iki neden, tarımdan sanayiye geçişi ve köyden şehre göçü
harekete geçirmektedir.
Chenery’ye göre, Engel Kanunu gereğince bir ülkede sanayinin payının yükselişi,
kişi basına gelirdeki yükselişe eslik eder. Ancak, bu her ülkede görülmeyebilir. Zira iç
talebin kompozisyonundaki değişim, dış ticaret yolu ile dengelenebilir. Birincil
üretimde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olan bir ülke, sanayi payının yükselmemesine
rağmen, daha yüksek bir gelir seviyesine gelebilir. Yine de, talepteki değişim ile
sanayileşme arasında güçlü bir iliskinin varlığı verilerle gösterilmektedir. Bu durumda
Chenery, bir ülkenin büyümesinin, tarihsel olarak, ticaret ve teknolojinin değiştirdiği bir
yapı içinde ortaya çıkabildiğini ileri sürmektedir.
Chenery’ye göre, sanayileşme, iktisadî yapıda üç değişimi gerektirir Birincisi, tüm
sektörler içerisinde imalât sanayinin öneminde artış; ikincisi, sanayi üretiminin
kompozisyonunda değişim (yatırım malları, ara mallar ve tüketim malları) ve sonuncusu
ise olarak, her bir mal için üretim teknikleri ve arz kaynaklarında değişim. Chenery’ye
göre, gelir artıkça tüketim mallarının payı düşerken, yatırım mallarının payı artmaktadır.
Kuznets, toplam gelirdeki değişim ile tüketim, üretim, ticaret ve gelir dağılımındaki
yapısal değişimleri ölçen çalışmasıyla tanınmaktadır. Çalışmasının sonunda, büyümenin
erken aşamalarında ulusal gelirin eşit olmayan şekilde dağıldığı ve daha sonra
büyümenin sonraki aşamalarında bu eşitsizliğin giderildiği sonucuna varmıştır. İktisadî
büyümede; kişi basına gelirin arttığı, öncelikle emeğin ve diğer üretim faktörlerinin
verimliliğinin yüksek olduğu, yapısal değişimin tarım aleyhine ve fakat sanayi ve ticaret
lehine oluştuğu, firmaların kişisel firmalardan daha organize firmalara dönüştüğü,
sosyal yapıda kentleşme ve laikleşme olgularının yaşandığı, ulaşım ve haberleşme
teknolojisinin en yoğun şekilde kullanıldığı dikkat çekmektedir. Ancak, Kuznets,
modern iktisadî büyümenin yayılmasının sınırlı olduğu sonucuna varmıştır.(
Yavilioğlu,2002,s. 75).
Lewis’e göre, gelişmemiş bir iktisadî yapı iki sektörden oluşur Birincisi,
geleneksel, aşırı nüfusa sahip kırsal sektördür. Burada, işgücünün marjinal verimliliğini
sıfırdır. Dolayısıyla, buradan diğer sektöre aktarılacak işgücü, Lewis’e göre üretim
9
kaybına yol açmaz. İkincisi, yüksek verimliliğe sahip modern kentsel endüstriyel
sektördür. Kalkınma sürecinin başlaması, endüstriyel sektörün, tarım sektöründeki gizli
issizleri kendine çekmesi ile baslar. Böylece ekonomi genelinde marjinal verimlilik
artacak, üretim artarken tasarruf imkânları genişleyecek ve yeni sermaye birikimine
kaynak oluşacaktır.(aktan ve vural,2002,s.17)
Lewis’e göre emeğin ücreti sabit kalırsa, endüstriyel sektör daha fazla işgücü
istihdam edebilir ve ayrıca ulusal gelir içinde kârların payı yükselir; bu da yatırımları
harekete geçirir. Böylece ekonominin yapısı değişerek, tarımsal geleneksel sektörden
Endüstriyel sektöre geçiş olur. Lewis’e göre, endüstriyel kesimdeki büyüme,
sadece kâr nedeniyle değil, aynı zamanda yabancı sermaye, kredi ve enflasyon gibi
unsurların etkisiyle de oluşmaktadır. ( Yavilioğlu,2002,s. 75).
1.2.3. Uluslar Arası Bağımlılık Teorisi
Uluslararası
Bağımlılık
Teorileri,
1960'lıyılların
ortalarında
özellikle
gelişmekte olan ülkelerin entelektüelleri arasında artan bir destek kazanmıştır. Bu
teoriler,
GOÜ’lerin kurumsal,
politik ve ekonomilerinin yapılanmaları, zengin
ülkelerle olan bağımlılık ve baskı ilişkisi dâhilinde meydana geldiğini kabul
etmektedirler
(Yavilioğlu, 2002,s. 61).
1970’li yıllarda dünya genelinde meydana
gelen ekonomik bunalımlardan sonra, gelişmiş ülkelerin yeni pazar arayışları neo-liberal
görüşü ortaya çıkarmıştır. Bu yaklaşıma, azgelişmiş ülkelerden ve Marksist
düşünürlerden eleştiri gelmiştir. Bu karşı çıkışlar Bağımlılık Okulu’nca toplumsal
değişmede ekonomik büyümenin öne çıktığı ve kalkınmada tarihsel pratik yerine,
mekanikleşmiş bazı değişkenlerin kullanıldığı (Erdoğan,2013,s.1) gerçeklerinin
eleştirisidir.
Azgelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınması, gelişmiş ülkelerin egemen çıkarlarına
kesinlikle ve temelinden ters düşmektedir. Sanayileşmiş ülkelere birçok önemli
hammaddeyi veren, bu ülkelerin şirketlerine büyük karlar ve yatırım alanları sağlayan
geri kalmış dünya, çok gelişmiş kapitalist Batı için her zaman vazgeçilmez bir dayanak
olmuştur. Baran, azgelişmiş ülkelerin geri kalmış nedenini, Batı Avrupa kapitalizmine
bağlamıştır (Erdoğan,2013,s. 1).
10
1960’lardan sonrası geri kalmış ülkelerin kalkınması için uluslararası kredi ve
yardım kuruluşlarına olan bağımlılıkları giderek artmıştır. Ancak gelişmiş ülkelerin bu
kuruluşlarda daha ağırlıklı bir güce sahip olmaları, azgelişmiş ülkeleri kontrol ve baskı
altına alınmayı kolaylaştırmaktadır. Bu durum gelişmiş ülkelerin, uluslar arası ticarette
sahip oldukları rekabet üstünlükleri lehine avantaj sağlamakta ve gelişmekte olan
ülkeleri ekonomik ve politik yönünde bağımlılığı artırmaktadır. Örneğin bağımlılık
teorileri bağlamında finansal bağımlılık ve reel bağımlılık gösterilebilir. Finansal
Bağımlılık Uluslar arası mali kuruluşlar aracılığıyla dış borçlara dayalı bir ekonomik
sistemi bulunan gelişmekte olan bir ülkenin, bu mali kuruluşta ağırlığı fazla olan
gelişmiş bir ülke ile bir anlaşmazlığa düştüğü bir ortamda kota hakkının kullanılmasıyla
borç yönetiminde yaşayabileceği sorunlar, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve
sosyal yönden etkilenme riskini ortaya koymaktadır. Reel Bağımlılık İki ülkenin ya
karşılıklı ticaret ya da üçüncü pazarda birbirine rakip olması durumda; eğer bir ülkenin
diğeri ile ticaret hacmi yüksek ise mali krizlerden etkilenme olasılığı yüksektir (gelir
etkisi). Diğer bir durumda ise üçüncü bir pazarda birbirinin rakibi olan iki ülkeden birisi
rekabet edebilirliliğini kaybederse devalüasyon yapmaktan kaçınamaz (fiyat etkisi)
(Erdoğan, 2006,s. 43).
Bu genel yaklaşım içerisinde üç ana düşünce akımı vardır. Bunlardan ilki,
Marksist düşüncenin dolaylı bir yansıması olan Neo-Sömürgeci Bağımlılık
Okulu'dur. Bu okul mensupları Üçüncü Dünya geri kalmışlığının varlığını ve devamını,
zengin-fakir ülke ilişkilerine dayalı hayli eşitsiz uluslararası kapitalist sistemin tarihsel
evrimine atfetmektedirler. Bağımlılık teorisi içerisinde bulunan ikinci model, Üçüncü
Dünyanın geri kalmışlığını, gelişmiş ülke yardım birimlerinin ve çok uluslu örgütlerin
bilgisiz uzmanlarının verdiği hatalı ve uygunsuz tavsiyelerine bağlayan Yanlış
Paradigma Modeli'dir. Söz konusu modellerden sonuncusu ise, kalkınma ekonomisinde
genişçe tartışılan Düalist Kalkınma Tezi'dir. Bu tez, zengin ve fakir ülkelerle zengin
ve fakir insanlar arasında çeşitli seviyelerde artan farklılıkların varlığını ve
devamlılığını ifade etmektedir. (Amin, 1991,s.180).Bu açıklamalar doğrultusunda
bağımlılık okulu mensuplarının önemli bir ortak noktaları ortaya çıkmaktadır. O da geri
kalmışlığın başka ülkelerden kaynaklandığına dair kabullerden ibarettir.
11
1.2.4. Neo-Klasik Kalkınma Teorisi
Neo-klasik kalkınma teorisinin esas aşamaları makro iktisadın ana bölümleri ve
alanlarından
oluşmaktadır.
Bu
teori
genel
ekonomiyi
bir
bütün
olarak
değerlendirmektedir. Bu teoriye esasen iktisadi büyüme oranındaki artış olarak kişi
başına gelir ve üretimdeki değişimle hesaplanmaktadır. Bu teori iki ana ilkeden
oluşmaktadır. (Erdoğan,2006,s. 43).
 Genel modellerde birikim oranı büyüme sürecinin başlama uyarıcısıdır. Birikim
yatırımları ve sermayeleri oluşturmakta ve bu yolla büyüme sürecini yöneltmektedir.
 Bölgesel modellerde faktörlerin maliyeti-özellikle nispi gelir ve yatırımlarda
verimlilik
oranı-üretim
faktörleri
sürecini
uyarmakta
bölgesel
büyümeği
sonuçlandırmaktadır.
Neo-klasik büyüme teorisinin tavsiyesi açık ekonomiğe saygınlık verilmesi ve
fiyat mekanizmasının işlevi ve kaynakların verimli tahsisini desteklemektir.
Ulusal ve bölgesel iktisat kendiliğinden dengelenmeye yol almaktadır. Bu teorinin
en basit modellerinde gelişme kuruluşları ve organları gerekli olmamasıyla birlikte bazı
gelişmiş modellerinde değişik geliştirme faaliyetlerinin gerekliliğine değinilmektedir.
İlkin neo-klasik teorilerinde özgür ticaret devletin sınırlandırılması ve küçültmesi
tavsiye edilmekte ve yeni teorilerde ise devletin çok ciddi roller üstlenmesi
gerekmektedir. Bu roller iş ortamları ve hizmetlerinde alt yapıların kurulmasıyla takviye
edilmesi, bilginin özgür ve şeffaf ortamda elde edilmesi vs. Olarak sıralanabilir. Ayrıca
devletin önemli görevlerinden ulusal ve küresel düzeyde birleşmeye yönelmektir.
Çoğu az gelişmiş ülke mevcut kalkınma teorileri doğrultusunda hareket ettiği
halde istenilen sonuçları alamayınca yeni bir arayışa girilmiş ve Neo-Klasik Serbest
Piyasa Teorileri ileri sürülmeye başlamıştır. 1980’li yıllarda Peter Bauer, Ian Little,
Deepak Lal, Bela Balassa, Julian Simon, Jagdish Bhagwati, Anne Krueger ve Harry G.
Johnson gibi ekonomistler neo-liberal kalkınma teorisinin temsilcileri olmuştur. Bu
teoriye göre, devlet müdahalesi kalkınmayı engelleyen bir olgudur ve devletin
ekonomideki rolünü terk ederek piyasayı kendi iç dinamiklerinin isleyişine bırakması,
kalkınmayı da beraberinde getirecektir. Zira devlet ve bürokrasi, özel sektörün
gelişimini engellemektedir. Bu teorinin diğer bir özelliği de küreselleşmeye olumlu
12
gözle bakmasıdır. Eğer gelişmekte olan ülkeler dünya ekonomisi ile daha fazla entegre
olabilirse, devlet müdahalesinin en aza indirildiği, rasyonel davranan iktisadî birimlerce
piyasanın işlediği bu ortamda, dışa açık iktisadî yapı ile kalkınma süreci daha kolay
gerçekleşecektir. (Erdoğan,2006,s. 43).
1.2.5. Diğer Kalkınma Teorileri
1.2.5.1. Bölgeler Arası Ticarete Dayanan Kalkınma Teorileri
Bu teorinin esasları üretim faktörleri ve mallarının miktar ve fiyatının bölgeler
arası ticarete dayalı kalkınmaktaki önemine değinilmesidir. Bu teoride mikro iktisatta
olduğu gibi analizlerin eksenini miktar ve fiyat üzerinde odaklanma oluşturmaktadır.
Bölgeler arası ticarete dayalı büyüme teorisinde kalkınma iktisadi büyüme ile yakın
anlam taşımakta ve tüketicinin refah seviyesinin artması sonucunu vermekte ve ayrıca
bu teoriye esasen kalkınma sürecinin ilerlemesi fiyat mekanizmasına dayanmaktadır
bunun sonucu denge fiyatının istikrarı ve fiyat değişikliğinin kaldırılması ve azalması
amacını gütmektedir (Shahrabi, 2007,s. 33).
Bu teorinin iki özgün güç noktası bulunmaktadır. Birincisi iş yaratma amacı
yerine tüketicinin refahı (genel tüketimde artış)’nın artması bir ana ilke olarak
tanınmaktadır. İkincisi bu teori fiyat/maliyet’in tam belirlenmesine dayanmaktadır. Bu
teorilerde kalkınmanın sürecinin nasıl oluştuğu ve gelişmesine bakmayarak gelişmenin
piyasa fiyatlarına dayalı kendiliğinden baş vermesine önem verilmektedir. Ayrıca
gelişme dinamizmine önemin verilmemesi ve sınırlayıcı noktalar bu teorilerin
eleştirilmesinde önemli noktalar sayılmaktadır. İktisadi düşünürler bu teori esasında
devletin ekonomide müdahale etmemesi, uluslar arası serbest ticaret serbest bölgelerin
artışı ve genel olarak piyasanın rekabete daha fazla açık olmasını savunmaktadırlar. Bu
teoriler devletin işlevlerinde iyileşmeği, yerel yapısal kalkınmanın desteklenmesi ve
yerel verimliliği artıran diğer önlemlerin alınmasına özenle değinmektedirler. Bölgeler
arası ticaret teorisi aslında uluslar arası ticaret teorisini biraz daha kısıtlı kapsamda
gerçekleşmesini göze almaktadır (Farjadi, 1989,s. 86).
13
1.2.5.2. Alan Teorisi
Alan teorisi ekonomiyi üç ana sektöre ayırmaktadır; ilk sektör tarım, orman ve
denizcilikten oluşmakta ve ikinci sektör sanayi ve madencilikten ve üçüncü sektör ise
hizmet ve ticaret sektöründen oluşmaktadır. Bu teoriye esasen ilk iki sektörün gelişmesi
üçüncü sektörün gelişmesine ve üçüncü sektördeki gelişmeler ise ilk iki sektörün
gelişmesi sonucuna sebep olmaktadır. Ekonomik ilerlemenin belirgin göstergelerinden
ekonominin daha geniş sektörlere ayrılması, ayrıca uzmanlaşma, iş bölünmesi ve
verimlilik düzeyinin ilerlemesi sayılmaktadır. İş gücündeki verimlilik düzeyinin artışı
daha yüksek teknik ve teknolojiyi geliştirerek sektörlerin daha fazla gelişme ve
bölünmesine sebep olacağı bu teori esasında savunulmaktadır (Farjadi, 1989,s. 87).
Gelirdeki artış talepteki artışa sebep olarak teknoloji ve üretim artışı sonucunu
vermekle ilkin sektörlerden iş gücünün hizmet ve ticaret sektörüne kaymasına sebep
olacaktır. Teknolojik ilerlemenin olumsuz yönleri bu teoriye göre ekonominin daha
fazla alan ve sektöre ayrılması ve yeni istihdam alanlarının ortaya çıkmasıyla bertaraf
olmaktadır.
Alan teorisi deneme ve işlev açısından cazip görünse de ekonomiyi ilkin ve
sonraki sektörlere ayırması pek yararlı görülmemektedir (Farjadi, 1989,s. 87).
1.2.5.3. İş Üretimine Dayanan Teoriler
Bu teoride iktisadi kalkınma aşamaları iş yaratma, faaliyetlerle ilgilenerek iş
üreten insanlar ve kurumlarla ilerlemektedir. Sanayi ve şirketler ve iktisadi kuruluşlarda
ortaya çıkan değişimler bölgesel ekonomilerin iğcileşmesine ve ilerlemesine sebep
olarak, makro iktisat düzeyine yayılıp, bütün ekonomiği anlamlı bir şekilde ileriye
itmektedir. Bu teoride de iktisadın ana değişme mekanizması yeniliklerin gelişmesiyle
ortaya çıkmaktadır. Yenilik kavramı değişik teorilerde çok farklı tanımlanarak genelde
yeni karışım, yaratıcılık veya yaratıcı risk alma özelliğini taşımaktadır. İş üretme teorisi
itibar açısından bir dolaylı teori sayılmaktadır. Kütle (iş üretenler vs.) iktisadın
kalkınmanın gelişmesini sağlamaktalar. Bu özellik bu teorinin ana özelliği olmasına
rağmen bir zaaf noktası sayılmaktadır. Çünkü bu özellik, bu teorinin uygulanmasında ve
uygulanma süreçlerinde müdahale etmeği zorlamaktadır. Bu teorinin asıl odak noktası iş
14
ve çalışma ve sanayi ortamının iş üretmeye yönelmesini desteklemektir (Shahrabi,
2007,s. 44).
1.2.5.4. İktisadi İlke Teorisi
Bu teorinin içinde ki bölünmeler bir bölgesel ekonominin parçasını içinde
barındırarak ana bölüm ve ek bölümlere ayrılmaktadır. Bu teori yerel ekonomideki
gelişmeyi göz önüne alarak kalkınmayı yerel ekonomide gelir düzeyi, üretim ve
istihdamdaki büyüme ile değerlendirmektedir (Farjadi, 1989,s. 89).. Aslında bu teoride
iktisadi kalkınma iktisadi gelişme ile eş anlamlı tutulmaktadır. Bu teorinin iktisadi
büyüme sonucu veren canlılık ve etkinlik mekanizmasının doğru çalışması yerel
iktisadın
ana
bölümlerinin
yurtiçi
üretimin
ihracatına
olan
fazla
talepten
kaynaklanmaktadır. Bu teorinin odak noktası yerel iktisadın ana bölümlerine verilen
önemden kaynaklanmakta ve ana bölümlerde ortaya çıkan büyüme etki ve oranları
başka bölümlere de yansıyarak tüm ekonomiyi etkileyeceği düşünülmektedir.
Bu
teorinin güçlü yönlerini şöyle sıralanmaktadir. (Farjadi,1989,s. 89).
1.Bu teori kuzey Amerika’da iktisadi gelişmenin esasını oluşturmuştur. Bazı
iktisat uzmanlarınca bu teori kuzey Amerika’daki gelişmelerinin sürecini tamamen
açıklamaktadır.
2.Bu teori esasında planlanan iktisadi geleceği tahmin etmenin çok kolay olduğunu
söyleye biliriz. Belirgin ve açık faktörlerle analiz yöntemine sahip olması bu
teorinin önemini artırmaktadır.
3.İktisadi kalkınma ve büyümede yurt içi üretimin artması gerektiğine gösterdiği
özen ve önemde bu teoriye verilen önemin nedenini açıklamaktadır.
İktisadi ilke teorisi istatistiksel açıdan nicelik boyutu kazana bilir. Çünkü üretim,
gelir ve istihdam düzeyi kolaylıkla ölçülebilmektedir. Bu teorinin esas zaaf noktası ve
yetersizliği uzun süreli bir kalkınmayı planlamaktaki analizinde yetersizliğidir. Bazı
uzmanlar bu teoriği eleştirdiklerinde, ekonominin ana bölümlerine verdiği aşırı önem
karşısında diğer kısımlarının üzerinden basitçe geçmesine değinmekteler. Ayrıca bu
teori bölgesel iktisadı değişik parçaların bütünleşmiş biçimde olduğunu kabul
etmeyerek bölgeleri parçalar halinde dikkate almaktadır (Farjadi, 1989,s. 89).
15
Bu teori sanayiin güçlendirilmesi ve artmasına odaklanarak ihraç edile bilir
ürünlerin artışına odaklanmaktadır. İş gücü ve pazarlamaya önem vermekte ve ihracatı
geliştirmek yolunda iktisadi alt yapıların güçlendirilmesinden yanadır (Shahrabi, 2007,s.
45).
1.2.5.5. Ana Ürün Teorisi
Bu teori sanayi önem ve düzey itibarı ile ayrı sektörlere bölerek farklı
değerlendirmelere tabi tutmaktadır. İhracata yönelik bir yaklaşım olarak ekonomik
kalkınmayı üzün süreli amaçlara odaklanmasını ve istikrarlı bir büyüme süreci olarak
görmektedir. İlk kez Kanada’da uygulanmaya geçen bu yaklaşımın ana üründen kastı
ülke ihracatında önemli yer ve röle sahip olan sanayi sektörüne ve ürünlerine verilmesi
gereken önemi vurgulamaktır. Geleneksel açıdan buğday, balık, ahşap ve bu gibi
ürünler bu teori çerçevede önem arz etmiştir (Farjadi, 1989,s. 93).
Genel olarak bu teorinin güç kaynağı ve hareket ekseni küresel seviyede pazarlana
bilen ve geniş çapta üretile bilen ana ürünlerin üretimine odaklanmaktır. Bu teorinin
güçlü yönlerinden biri kuzey Amerika’nın gelişmesi sürecindeki tarihsel önemi ve etki
sürecidir. Ayrıca geçmişteki gelişmenin başarı nedenlerinin ana ürünlerin üretim ve
ihracatına dayandırılması bu teoriye siyasi ve tarihi itibar sağlamaktadır. Bu teorinin
zaaf noktası iktisadi gelişmenin analizini vermek yerine gelişme sürecini betimlemeye
çalışmasıdır. Bu yüzden bu teori geleceğe yönelik derin tahminler ve analizlerde
bulunmayı zorlaştırmaktadır. Buna rağmen geleceğe yönelik genel bir planın
gelişmesinde derinden etki bırakmaktadır. Küresel ekonominin bölge içi ve dışındaki
potansiyel durumuna bakarak ana ürünlerin pazarlama kabiliyetlerini büyük ölçüde
kaybedene kadar ana ürünlerin üretim ve ihracatına yüksek seviyede özen gösterilmesi
gerektiği bu teori kapsamında önemli yer bulmaktadır. Bu süreçte devlet müdahalesinin
sadece ana ürünlerin daha fazla rekabet gücüne sahip olması açısından gerekli
görülmektedir (Shahrabi, 2007,s. 46).
Bu teorinin ana düşüncesi belli sektörlere fazla odaklanma ve uzmanlaşmayı farklı
verimsiz bölümlerle ilgilenmekten daha önemli görülmesidir.
16
1.2.5.6. Üretim Döngüsü Teorisi
Üretim döngüsü teorisinde ekonomik gelişme aşamaları ürünün gelişme
aşamalarına bağlanmaktadır. Bu teoride ürünlerin yeni guruplar olgun veya istikrar
bulmuş aşaması en ileri aşama olarak değerlendirilmektedir. Zamanın her bölümünde
iktisadi alan yeni ürünlerin üretimine uygunlaştırılmış bölümlere ayrılabilir ve bu
bölümler bu teori esasında gelişmenin dinamiğini oluşturmaktadır. Aslında bu teoride
ekonomik değişim süreci yeniliklerin ortaya çıkışına bağımlıdır. Önce yenilikler ortaya
çıkar istikrar bulmuş ürünlere dönüşür ve daha sonra yayılmaya başlar (Farjadi,
1989,s.97). Bu teori esasında iktisat karar vericileri iktisadi gelişmeyi, üretim döngüsü
teorisi esasında yöneltmek istediklerinde yeni ürünler üreten birimleri belirleyip
destekleyerek ekonomik gelişmeyi sağlayabilirler. Bir ülkenin ekonomik gelişme
sorumluları, iktisadi alt yapının oluşumundaki gerekli olan kaynakları, yeni ürünlerin
üretiminin teşvik ve kalkınmasına sağlayarak bölgelerin gelişmesine ve nihayet ulusal
ekonominin kalkınmasına yardımda bulunabilirler (Shahrabi, 2007,s. 49).
Üretim döngüsü teorisinde her ürünün bir doğuş ve ölüm aşaması vardır. Her yeni
ürünün veya yeni üretim sürecinin doğuşuyla yeni bir piyasa gelişmektedir. Yeni
piyasanın canlanması ile üretim artar ve çok yaygın biçimde diğer üreticilerin dikkatini
çeker. Bu yeni dönem yeni ürünün yaygınlaşma aşaması olarak tanımlanır. Diğer
aşamada bu ürün istikrar bulmuş ve sıradan bir ürüne çevrilmekle gelecekteki yeni
ürünlerin üretimine zemin hazırlar. Bu teori esasında yenilik ortaya çıkmazsa ekonomi,
durgunluğa uğrayarak kalkınma döngüsü çalışmaya devam edemez (Farjadi, 1989,Ss.
97-99).
1.2.5.7. Kalkınma Kutupları
Kutuplu büyüme teorisi bazı sanayiyi analizlerin ana birimi olarak göze
almaktadır. Analiz birimi bir soyut kavram olarak iktisadi alanın bir parçası olmaktadır.
İktisadi gelişme bu teori esasında yeni önder sanayinin büyümesindeki yapısal değişim
olarak tanımlanmaktadır. Başka bir değişle yeni önder sanayinin olumlu ve yapılandırıcı
role büründüğünde iktisat gelişme yoluna girmektedir. Önder sanayi büyüme kutupları
olarak tanımlanmakta ve bu teorinin etkinliği bu birimlere dayanarak baş vermektedir.
Büyüme
kutupları
ilk
adımda
büyüme
sürecini
başlatmakta
ve
büyümeği
17
yaygınlaştırmakta ve genişletmekte rol oynamaktadır. Kutuplu büyüme teorisi iktisadi
gerçeklerden iyi bir kavrayış ve bakış açısı verse de genel bir teori olarak tanınmakta
başarısız
bulunmaktadır.
Büyüme
merkezleri
stratejileri
bu
teorilere
esasen
biçimlenmiştir. Gunnar myrdal’a göre bu teorinin önemli düşünürlerinden sayılmaktadır
(Farjadi, 1989,Ss. 99-1001).
1.3. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KALKINMA SORUNLARI
1.3.1. Kurumsal Sorunlar
Gelişmekte olan ülkelerde geri kalmışlık olgusunu doğuran önemli bir faktörde
kurumların zayıf olmasıdır. Kurumların kalitesinin düşük olması politik gücü kontrol
edenleri kısıtlayamamasına yol açmaktadır. Farklı gruplar arasında rant için kavga daha
büyük olmakta, kavga sonunda kazançlar daha da artmaktadır. Bu da toplumlarda
huzursuzluğa ve ekonomide istikrarsızlığa neden olmaktadır. İyi kurumlar aktörlerin
işlemlerini etkin bir şekilde yapmalarını sağlayan bir çerçeve sunarlar; mülkiyet
haklarını korurlar ve sözleşmelere uyulmasını sağlarlar; yatırım için istikrarlı fakat
rekabetçi bir ortam oluştururlar.
Kurumsal yapılanmanın sağlam olması ekonomik olguları kullanmada ve
yönlendirme de etkin bir rol oynamaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin kaynak
yetersizliğinden dolayı başvurduğu yabancı sermaye yatırımlarını kontrol etmek ancak
etkin bir kurumsal yapıyla mümkündür. Dolayısıyla spekülatif sermaye hareketlerinin
yıkıcı etkilerini azaltmak kolaylaşır.
North, kurumları insanların karşılıklı davranışlarını/ilişkilerini biçimlendiren bir
yapı olarak tanımlamaktadır (Kabaş, 2004,s. 2). Kurumlar gündelik hayatı bir yapıya
kavuşturarak belirsizliği azaltmaktadır. Kurumlar sayesinde, toplumsal standartlar belli
olmakta, insanlar arasındaki iletişim, iş bölümü ve güç birliği sağlanmaktadır.
Kurumlar, yazılı (resmi) veya yazılı olmayan (gayri resmi) belli kurallara bağlı
olarak iki şekilde meydana gelmektedir. Resmi kurallar siyasi ve yasal kurallar,
ekonomik kurallar ve sözleşmelerden oluşmaktadır. Resmi kurumlara örnek olarak
Mülkiyet hakları verile bilir. Kurumların anlamlı olabilmesi için, kuralları ihlal edenleri
engellemek için maliyetli ve güvenilir yaptırımları uygulayabilen bir üstün gücün
18
olması gerekir. Bu güçte yürütmedir. Kurumların istikrarlı olması, değişim
geçirmeyeceği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Uluslararası anlaşmalardan davranış
kurallarına ve normlara, yazılı hukuktan törelere kadar bütün kurumlar sürekli
evrimleşerek yapabileceğimiz tercihleri de değiştirirler. (Kabaş, 2004,s. 2).
Ekonomilerin uzun dönemli verimlilikleri, istikrarlı kurumsal yapılara bağlıdır.
Kaliteli kurumlar, yatırımların verimliliğini iyileştirdiği için büyüme üzerinde doğrudan
etki etmektedir. Zayıf kurumsal yapılar gelişmekte olan ülke ekonomilerinde işlem
maliyetlerini yükseltmekle kalmaz,
mülkiyet haklarının güvence altına alınmamış ve
iyi tanımlanmamış olmasından dolayı, firmaların küçük ölçekli olmasına, düşük
sermaye-teknoloji kullanmalarına ve kısa dönem planlama yapmalarına neden olur.
Etkin olmayan siyasi kurumlar daha zayıf mülkiyet haklarına neden olmakta ve
makroekonomik
verimliliği
düşürmektedir.
İyi
kurumlar,
bürokrasiyi,
rantiye
maliyetlerini ortadan kaldırarak yatırımın etkinliğini artırmakta ve büyümeyi
özendirmektedir.
North’a göre ekonomide aktörlerin (girişimcilerin, finansörlerin, sanayicilerin vs.)
karşılaştığı teşvikler büyük ölçüde kurumlar tarafından belirlenmektedir. Kurumların
belirlediği bu teşvikler etkin veya değildir. Kurumların uyardığı davranışlar daha değerli
bir katma değer üretimine yol açıyorsa büyümeye katkıda bulunmaktadır. Kurumlar
ekonomik özgürlüğü garantileyerek büyümeyi özendirecek kapasiteye sahiptir. Çünkü
üretken faaliyetlerin daha az vergilenmesini sağlamakta, bağımsız bir adli sistem ve özel
mülkiyet haklarının korunmasını temin etmekte, dinamik bir iş çevresi üretmekte, düşük
ve istikrarlı bir fiyat artışıyla rasyonel karar verme sürecini kolaylaştırmaktadır (Kabaş,
2004,s. 3).
Gelişmekte olan ülkelerde ise kurumlar zayıf olduğundan, elitler ve politikacılar
devleti kontrol edebilmek için farklı yollar denemektedirler. Devleti kontrol edebilmek
için verilen mücadele, tamamıyla kötü makroekonomik sonuçlardan ve belirsizlik
durumunda meydana gelen rantı elde etmek içindir. Ekonomik istikrarsızlık ile zayıf
kurumlara sahip toplumlar arasında aşağıda belirtilen ilişkiler ortaya çıkmaktadır
(Acemoğlu, 2002,Ss. 5,12)
 Kurumsal
olarak
zayıf
mekanizmaları bulunmamaktadır.
toplumlarda,
politikacılar
üzerindeki
kontrol
19
 Politikacılar üzerinde yeteri kadar kısıtlama olmadığında iktidara gelmek çok
büyük kazanç, gelmemek ise çok büyük kayıp olmaktadır. Bu durum, kurumsal olarak
zayıf toplumlarda, büyük kavgalara neden olduğundan büyük istikrarsızlığa neden
olmaktadır.
 Zayıf kurumların olduğu toplumlarda, Sözleşmeli düzenlemeler aksak
olduğundan, ekonomik ilişkiler, yardımlaşma ve güven üzerine kurulmaktadır. Bu
durum ekonomik ilişkileri şoklara karşı dayanıksız yapmaktadır.
 Kurumları zayıf toplumlarda politikacılar güçlü çıkarları doğrultusunda
politikalar
yaptıkları
için
iktidarda
kalmaktadırlar.
Bu
politikalar
sürdürülemediğinde ise ekonomide istikrarsızlık olmaktadır.
 Zayıf kurumların olduğu toplumlarda girişimciler iş alanları olarak sermayeyi
daha çabuk yurtdışına çıkarabileceği alanları seçmekte bu da ekonomide kararsızlığa yol
açmaktadır.
1.3.2. Demokrasi Sorunları ve Kalkınma Etkisi
Demokrasi ile ekonomi arasındaki ilişki konusunda gerek siyasal bilim gerekse
ekonomi faaliyetlerinde olumlu ve olumsuz farklı görüşler bulunmaktadır. Olumsuz
görüşlerin en güçlü dayanağı sosyalist ülkelerin çeyrek asırda gösterdiği başarılar
oluşturmaktadır. Örneğin, 1928 ile 1955 yılları arasında SSCB’nin GSMH’nın yıllık
yakaladığı 4,4 ile 6,6 arasındaki büyüme hızı gösterilmektedir. Ekonomik gelişme
açısından sermayenin verimliliği sabit kabul edilip, yatırım oranının gelişme düzeyini
belirleyeceği ileri sürüldüğünde demokratik olmayan rejimlerin daha elverişli olacağı
yönündeki yaklaşım öne çıkmaktadır (Karadağ, 2006,Ss.81,83). Ancak sosyalist
ülkelerin çökmesiyle günümüzde artık demokrasi-ekonomi arasındaki ilişki ile ilgili
olarak ileri sürülen olumsuz görüşler geçerliliğini yitirmiştir.
Demokrasi ile ekonomik gelişme arasında olumlu ilişki olduğuna dair birçok
çalışma olmakla birlikte;“Lipset Teziyle” bilinen lipsetin faaliyetleri en önemlisidir.
Lipset, ekonomik göstergeler olarak kişi başına gelir, kişi başına doktor sayısı, kişi
başına telefon, radyo ve gazete sayısı ve sanayileşme, eğitim ve kentleşme ölçütlerini
kullanarak siyasal sistemleri sınıflandırmıştır. Avrupalı ve İngilizce konuşan ulusları
“istikrarlı demokrasiler” ve “istikrarsız demokrasiler veya diktatörlükler” olarak ikiye
20
ayırmıştır. Latin Amerikalı ulusları ise, “demokrasiler ve istikrarsız diktatörlükler” veya
“istikrarlı diktatörlükler” olarak sınıflandırmıştır. Araştırmanın bulgularına göre Lipset,
ekonomik yönden gelişmiş ülkelerin demokrasi açısından da istikrarlı ülkeler olduğunu
ileri sürmüştür. Lipset’e göre ekonomik olarak geri toplumlarda otoriter ve totaliter
partilerin gelişmiş toplumlara oranla daha fazla taraftar bulmaktadır (Karadağ, 2006,s.
84).
Demokrasinin kalitesiyle, kurumsal ve siyasal kapasite arasında yakın bir ilişki
bulunmaktadır. Zayıf demokrasi kurumsal ve siyasal kapasiteyi düşürmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerin zayıf demokrasileri sermaye hareketlerine aşırı bağımlı bir
yapıları olmasına yol açmaktadır. Demokrasinin kalitesi siyasi ve ekonomik istikrarı,
kurumların ve yönetimin kalitesini etkilemektedir (Alper, 2001,Ss.1,2). Demokrasi
öğrenmenin, seyahatin, çalışmanın ve her alandaki iletişiminin üzerinde daha az
kısıtlamaların bulunduğu bir ortam oluşturmaktadır. Bunların sonucunda, demokratik
ülkelerde daha az yolsuzluk olmakta; daha güçlü yasal yapılar bulunmakta; daha serbest
ticaret yapılmakta; siyasi ve ekonomik istikrar bulunmaktadır (Kabaş, 2004,s.6). Bu
bağlamda azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde demokrasinin zayıf olduğu,
dolayısıyla ekonomik kalkınmanın bundan olumsuz etkilendiği yönündeki yaklaşımlar
ağır basmaktadır.
Demokrasi, otoriter yönetimler ile karşılaştırıldığında Tablo 1.1’de görüldüğü
gibi dört farklı durum görülmektedir. Birincisi, piyasa ekonomisinin olduğu
demokrasiler yani iyi performansa ve sosyal göstergelere sahip Batı Demokrasileri.
İkincisi, piyasa ekonomisinin olmadığı demokrasiler yani kötü ekonomik performansa
ve sosyal göstergelere sahip demokrasiler örneğin Hindistan. Üçüncüsü, piyasa
ekonomisinin bulunduğu otoriter yönetimler yani yoksulluğu azaltmış ve sosyal
göstergeleri fena olmayan Doğu Asya ülkeleri.
Dördüncüsü, piyasa ekonomisi
bulunmayan otoriter yönetimler, büyümeye sosyal göstergeleri çok kötü olan eski
sosyalist ülkeler (Kabaş, 2004,s. 6).
21
Tablo 1.1. Demokratik ve Otoriter Yönetimlerin Karşılaştırılması
Piyasa Ekonomisi Olan
Piyasa Ekonomisi Olmayan
Ekonomilerinin performansı ve
Ekonomilerinin performansı ve
Demokratik sosyal göstergeleri iyi ülkeler
sosyal
Yönetimler Örneğin Batı Demokrasilerinde
Yoksulluğu
olduğu gibi. azaltmış ve sosyal
ülkeler
Ekonomilerinin
performansı ve
Örneğin Hindistan.
Otoriter
Göstergeleri
Yönetimler ülkeler
fena
örneğin
olmayan
Doğu
Asya
ülkeleri.
göstergeleri
kötü
olan
Sosyal göstergeleri çok kötü olan
ülkeler örneğin eski Sosyalist
ülkeler.
Kaynak Tolga Kabaş, Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizleri Belirleyen Faktörler ve Uluslararası
Finans Sistemi, Yayınlanmamış (Yüksek Lisans Tezi), Çukurova Üniversitesi, Adana 2004, s. 7.
Bu dört farklı durumdan bazı neticelere ulaşılmaktadır
1) Bir ülkede demokrasi ve serbest piyasalar varsa, üretim ve verimlilik için
dürtüler güçlenmekte; verimlilik ve büyüme artmaktadır.
2) Piyasalar ve rekabet olduğunda demokrasi olsa da olmasa da büyüme
sağlanmaktadır.
3)
Serbest
piyasaların
olmadığı
demokrasilerde
önemli
bir
büyüme
sağlanamamaktadır.
Stiglitz’e göre demokrasinin unsurları açıklık ve şeffaflık, etkili katılım için çok
önemli unsurlardır. Gizlilik içerisinde ve açık diyalog ile yapılmayan politikalar
toplumun çıkarlarına değil özel çıkarlara hizmet etmektedir. Daha fazla şeffaflık ve
açıklık ortamında verilen kararlar sosyal kalkınmayı hızlandırmaktadır. (Kabaş, 2004,s.
6). Demokratik kurumlar, seçimler, muhalefet partileri, bağımsız mahkemeler, bağımsız
medya ve sivil özgürlükler devletin disipline edilmesini sağlamaktadır. Askeri
diktatörler Latin Amerika’yı borç krizine götürürken durumu düzelten demokrasiler
olmuştur (Rodrik, 1999,Ss. 23,24).
Zayıf demokrasilerde devletin sorumluluğu ve şeffaflığı sınırlıdır. Bu tür
demokrasiler popülizmden çok büyük zarar görmekte ve ekonomik reformları yapacak
kapasiteye ulaşamamaktadır. Kısa vadeli sermaye girişlerine aşırı bağımlı, spekülatif
saldırıların ve finans krizlerinin yaşandığı bir ortam oluşmaktadır.
1980’lerin başından bu yana demokrasi ve piyasa temelli ekonomiler için bir
22
eğilim bulunmaktadır. Demokratik ve piyasa temelli sistemler küreselleşmeden daha
çok faydalanmaktadır. Güçlü bir demokrasi, uzun dönem büyümenin anahtarı olan
siyasi istikrarın garantisidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan şeffaflık ve
sorumluluk, etkin ve duyarlı yönetim ve refah için gereklidir. 1990’larda yaşanan Asya
ve Rusya krizleri, şeffaflık ve sorumluluğun yeteri kadar uygulanmadığı durumlara
örnek oluşturmaktadır (Kabaş, 2004 ,s.6).
1980 ve 1990’larda ardı ardına yaşanan finans krizleri, demokratik yönetimin,
ekonomik
reformlarla
birlikte
başarılı
bir
şekilde
uygulanmamasından
kaynaklanmaktadır. Kurumsalcı yaklaşıma göre, demokratik ve piyasa temelli
sistemlere geçiş kurumsal çerçevenin kapsamında bütün katılımcılar için aynı kuralların
geçerli olduğu bir rekabetçi sistem gereklidir. Bu sistemi de ancak tam anlamıyla
işlevsel bir demokrasi sürdürülebilir.
1.3.3. İktisadi Politikalarda Kararsızlık
1990’lı yıllardaki uluslararası krizlerin bilginin temin edilmesindeki zayıflığın
etkisi önemli bir yere sahiptir. Bu zayıflıklar birçok seviyede görülmüştür Piyasa
katılımcılarının
finansal
pozisyonlarıyla
ilgili
bilginin
elde
edilmesinde
ve
doğruluğunda; ulusal ekonomik istatistiklerinin sürekli olmasında; yöneticilerin
amaçlarıyla ilgili belirsizliklerde ve sözlerine bağlı kalma kapasitelerinde; ulaşılan
bilgiye yeteri kadar dikkat edilmemesinden dolayı özel sektörde karar verme sürecinde
görülen başarısızlıklarda görülmüştür. Daha fazla şeffaflık ve sorumluluk, finans
krizlerinin sıklığını ve şiddetini birkaç yoldan azaltmaktadır. Makro ekonomik
perspektiften bakıldığında, şeffaflık ve sorumluluğun artırılması, kararların daha erken
ve sorunsuz alınmasını özendirmektedir. Özel sektör kurumları perspektifinden
bakıldığında, daha fazla şeffaflık ve sorumluluk, kurumların davranışlarının kendi ve
diğer kurumlar açısından ne anlam ifade ettiğinin sorumluluğunu almalarını
özendirmektedir (Report, 1998,s. 1).
Şeffaflık,
devlet
yöneticilerinin
aldıkları
kararlarda,
halka
ve
piyasa
katılımcılarına cevap vermelerini sağlayarak devleti disipline edecektir. Genellikle, daha
fazla şeffaflık ve sorumluluk, para ve maliye politikalarının amaçları ve tasarımıyla
ilgili daha iyi bilgilenmiş kamuoyuna yol açacaktır.
Bu da, makro ekonomi
23
politikalarının ve seçeneklerinin kamuoyu tarafından anlaşılmasının ve kredibilitesinin,
aynı zamanda, alınan kararların kalitesinin güçlendirilmesini sağlayacaktır (Report,
1998,s. 13).
24
İKİNCİ BÖLÜM
ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TANIMI VE KONUMU
ÇUŞ’lara birçok tanım yapılmıştır ancak bu tanımlar bu kuruluşların bütün
boyutlarına değinmekte yetersiz kalmaktadır. Genel olarak ÇUŞ’lar, sermayelerinin bir
kısmını diğer ülkede yatırım yapma özelliğine sahip olmakla bu isimle tanınmaktadır.
ÇUŞ’ların en genel özellikleri şöyle sıralana bilir
a- Birden çok ülkede ekonomik faaliyet
b- Şirketin satış ve gelirinin temel bölümü yabancı kaynaklardan temin edilmesi
c- Ana ülkenin dışında şirketin fabrikası, seri imalatı, şubesi ya da bürosu
bulunması
d- Şirketin yönetmeliği ve yönetim tecrübelerinin evrensel bir boyut taşıması
(Rahnoma, 2009,S.132).
Normal bir şirketin çok uluslu bir şirkete dönüşebilmesi için aşağıdaki birkaç
genel aşamayı geçmesi gerekmektedir; (Mojtahedi, 2003,S. 71).
1- Takas ya da ihracat yoluyla Yabancı müesseselerle, şirketler yada devletlerle
ticaret yapmaya başlaması. Bu aşamada üretim hattında çok az değişiklikler yapılır ve iç
piyasa eskisi gibi daha fazla önem taşımaktadır.
2- Mal ticaretinin yanı sıra teknoloji ithalatı ya da ihracatına başlaması
3- Yurtdışında ekonomik faaliyetler için yatırım yapmaya başlaması (fabrika
kurma, muntaj hattı yapmak, kendi lisansı altında yapım izni vermek ve ...). Bu aşamada
küresel meselelerle karşılaşmada şirket yönetimi ve yönetim tecrübeleri gelişme ve artış
göstermesine rağmen şirket faaliyetlerinin büyük kısmının ulusal ekonomi kapsamında
yapılması da dikkat çekmektedir.
4- Şirket yönetiminin evrensel yön bulması ve yabancı ülkelerde yatırımların
çoğalması; Bu aşamada şirketin yurtdışındaki varlıkları, onun servetinin önemli bir
bölümünü oluşturmakla birlikte şirketin önemli oranda elde ettiği karın kaynağı ise yurt
dışındaki faaliyetlerinden elde edilmektedir. Bu aşamada seri üretim yurtdışındaki
tüketicilerin talebi
25
5- Doğrultusunda değişime uğrayarak yurtdışı faaliyetlerinin daha fazla önem
kazanmasına yol açacaktır
6- Şirketin sermayesine yabancı sermayelerin katılımının kabul edilmesi ve
yabancılara hisse senedi satışı; Şirketin üst düzey yönetim kadrosunda başka ülkelerden
olan müdürleri işe alma, dünyanın değişik bölgelerinde ekonomik merkezler ve bürolar
tesis etme, Global tüzel kişilik edinme vs. Bu aşamanın diğer boyutlarını
oluşturmaktadır. Firma aynı anda bir kaç ülkenin vatandaşı konumundadır. Vergi ödeme
bakımından ise bir kaç değişik ülkeye vergi ödemekte ve aynı anda değişik ülkelerin
vatandaşlık haklarından yararlanmaktadır (Nahavandi, 1989,S. 48).
UŞ’lerin başka ülkelerde faaliyetlerinin ana amacı kar oranlarını daha da
çoğaltmaktır. Bu kazanç iki temel yoldan elde edilir
a- Başka ülkenin ucuz iş gücü ve ham maddesinden yararlanarak üretim
giderlerini azaltmak ve kar oranını çoğaltmak. Aşağıdaki şekilde bu husus kolay bir
biçimde gösterilmiştir.
b- İkinci ülkenin tüketim piyasasının olanaklarından yararlanmak
Birinci ve ikinci ülkelerde üretim masraflarının bir olduğu takdirde ÇUŞ’ler
birçok hususta ihracat ve diğer masraflarının olduğu nedeniyle ikinci ülkenin piyasasına
ulaşabilmek için ikinci ülkede üretim şubeleri yapmaya başlarlar (Qarebaghiyan,
1994,S. 127).
26
2.1. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TARİHÇESİ
“Uluslararası Şirket” kavramı (Multinational corporation) ikinci dünya
savaşından sonra ortaya çıkmıştır. Bu kavram, Business Weekdergisinin özel ekinde
yayınlanan
“Uluslararası
Şirketler
Başlandı”
sözüyle
yaygınlaştı
(Rahnema,
2009,S.133). Ancak, Uluslararası Şirketlerin dünya ekonomisindeki etkisi Merkantilism
dönemine dönmektedir. Gümüş ve altın gibi değerli kaynaklara ulaşabilmenin önemi, o
dönemin Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa ve İngiltere gibi güçlü devletleri koloni
ülkelerin kaynaklarını külçe altınlar biçiminde kendi ülkelerine aktarma amacıyla yeni
şirketler kurmaya yönlendirdi. Bu ülkelerin güçlerinin artması ve ticari şirketlerin
kurulmasıyla, dev gemilerle bu ülkelerin fabrikalarında üretilmiş olan eşyaları
sömürgelerin piyasasına tanışarak karşılığında sömürge ülkelerin yeraltı kaynakları da
sömürgeci devletlere aktarıldı.
Bu alışverişler günümüz Uluslararası Şirketlerin anası sayılan şirketler aracılığıyla
yapılıyordu. Bu şirketlerin en önemlilerinden Doğu Hint Kompanisi ve Royal African`ı
örnek gösterebiliriz. ÇUŞ’ler`i Genel bir tanım yapmak gerekirse, merkezinin bir ülkede
de yalnız başka yabancı ülkelerde de merkeze bağımlı firmaları olan ve değişik kurum
ve kuruluşlar aracılığıyla ürünlerini üreten ve satan dev şirketler olarak tanımlayabiliriz
(Rahnoma, 2009,S. 136).
Endüstri Devrimiyle birlikte ÇUŞ’lerin çalışması kendine özgü bir yön bulmuştur.
Bu şirketler, ana ülkedeki büyük bankaların yardımıyla gelişmemiş ülkelerin
ekonomilerine musallat oldular. ÇUŞ’ler kavramı, ortaya çıktıktan beri değişik
şekillerle isimlenmişlerdir. “Uluslararası Ticaret Müessesesi”, “Uluslararası Galeri”,
“Uluslararası Şirketler Grubu”, “Çok uluslu Galeri”, “ÇUŞ’ler”, “Uluslararası Ticaret
Birimleri”, “Uluslararası Birleşik Gruplar”, ve hatta “Amerika Birleşik Devletleri Dev
Şirketi” isimleri ile tanınmışlardır (Rahnoma, 2009,S. 137).
İkinci Dünya Savaşından sonraki dönem, Uluslararası Şirketler ve dünya
ekonomisinde oldukça hassas bir dönemdir. Çünkü, savaşın Doğu Asya ve Avrupa`da
vurmuş olduğu hasar Amerika`nın dünyadaki olan siyasi, askeri ve ekonomik güç ve
nüfuzunu artırarak, Amerikan şirketlerinin yatırım yapa bilmeleri için kolaylıklar
sağlanmaya başladı. Bu şirketler vasıtasıyla milyarlar dolar Avrupa`da, Latin
27
Amerika`da, Asya`da ve dünyanın diğer bölgelerinde yatırımlar yapıldı. Amerika
şirketleri dünyanın tüm bölgelerinde fabrikalar yaptılar ve bu gidişat 60`lı yıllara kadar
devam etti. O dönemde Amerika`nın tüm ekonomik faaliyetlerinin arkasında siyasi
amaçlar takip edilmekteydi. Bu amaçların büyük kısmı “Tehdit Bölgeleri” inde
komonizmin ekonomik yollarla Avrupa`da ve dünyanın diğer bölgelerinde gelişimini
önlemekti (Farjadi,1989,s.164). 60`lı yılların ilk çeyreğinden sonra başka Avrupa
ülkeleri ve özellikle Büyük Britanya, tekrar eski siyasal ve ekonomik kariyerlerini
kazanarak uluslararası şirketler vasıtasıyla dünyanın diğer ülkelerinde şube tesis edip
mal ve hizmet üretmeye başlamışlardır.
Büyük Britanya ve İngiltere asıllı uluslararası şirketlerin dünya çapında kendilerine
özgü bir yer ve önemleri bulunmaktaydı. Büyük Britanya`yı uluslararası şirketler için
ikinci ana ülke konumuna getiren asıl nedenler şunları saya biliriz; (Nahavandi, 1989,S.
79).
- Büyük Britanya, direk yatırım yapma konusunda yeterli tecrübesi ve tarihi
geçmişinin bulunması bu ülkeyi başka devletlere göre daha etkin bir durum
kazandırmaktaydı.
- Büyük Britanya, Ortak Refah Ülkeleri ile bağlarını koruyarak bu doğrultuda
devletlerin himayesinden yararlanıp, eskiden Büyük Britanya sömürgeleri olan
ülkelerde yatırım yapmaktaydı.
- Büyük Britanya, Amerika`dan sonra ikinci büyük deniz kuvvetine malik ülkeydi.
Bu da Büyük Britanya`ya tehlike anında şirketlerinin menfaattarını koruyabileceğini
garantiye almıştı. Böylece bu etkenlerin tümü ve diğer başka faktörler, Büyük
Britanya`yı dolaysız yatırımlarda yardımcı olmaktaydı.
- Sermaye ihracatı konusunda Amerika`nın yanında bulunmasını sağladı. Batı
Avrupa`da başlanan ekonomik yenilenme, bu ülkelerin sermaye ihracatına tekrar
başlamasına ve onunla birlikte Uluslararası şirketlerin 1965 yılından sonra göze gelir bir
biçimde ilerlemesine neden olmuştur. Dolaysız sermaye ihracatı yapan ülkelerin başında
Federal Almanya, İsviçre, Hollanda, Fransa, Belçika ve İsveç`i sayabiliriz.
Japonya da 1960`lı yıllardan sonra yurt dışında yatırım yapmaya başlamıştır ve bunun
için yatırımları için en uygun bölge olarak genellikle Asya`nın doğu bölgelerini ve
28
Pasifik`i seçti. 60`lı yılların sonunda ve 70`li yılların başında, uluslararası şirketlerin
faaliyet tarihinde bir dönüş noktası sayılmaktadır. Çünkü Uluslararası şirketlerin sayısı
sanayileşmiş Batı ülkelerinde göze gelir bir miktarda artmış ve sayı itibarı ile 10 bin
şirkete ulaşmıştır. Sayı itibariyle bu şirketlerin başında Amerikan şirketleri, Büyük
Britanya, Almanya, İsviçre, Fransa ve Hollanda şirketleri bulunmaktaydı. Elbette,
ülkelerin yabancı sermayeye olan ihtiyacı, sadece Uluslararası Şirketler`in İkinci Dünya
Savaşı`ndan sonraki faaliyetlerinden dolayı değil, teknoloji, yönetim kapasitesi ve
pazarlamadaki gelişmeler gibi etkenler de bu hususta etkili rol oynamaktaydı. Öte
yandan 1950 ve 1960’lı yıllarda milliyetçilik hislerinin kabarması sonucunda
Uluslararası Şirketlere yönelik itirazlar olunmaya başladı. GOÜ’lerde, seçkin insanlar,
öğrenciler, işçiler, çiftçiler ve işsiz kalan tüccarlar bu şirketleri eleştirmeye ve onlara
itiraz etmeye başladılar (Mojtahedi, 2003,S. 78).
Sosyal refah, ev, iş taleplerinin çoğaldığı bu dönemde egemen gruplar,
Uluslararası Şirketlerden avantajlar alabileceklerinin farkına vardılar. Böylece ev
sahipliği yapan ülkeler, söz konusu şirketlere tavırlarını daha da iyileştirsinler diye
baskılarını çoğalttılar ve sonuçta Uluslararası Şirketlere belirli ölçüde sınırlamalar
getirdiler. Fakat, tüm bu baskılara karşın Uluslararası Şirketler, eskide olduğu gibi
gelişmelerine ve inkişaflarına devam ettirdiler (Rahnoma, 2009,s. 138).
1970 yılında yurt dışında 27300 bağımlı şirketi bulunan 7300 qayri-milli şirket
bulunmaktaydı. Oysaki 1989 yılında sayısı 35000`e ulaşan bu şirketlerin yurt dışındaki
bağlı şirketlerinin sayısı 150000`e yükseldi (Akhavi,1989,s. 46).
Başka bir deyişle Uluslararası Şirketler, bu ülkelerdeki maaşların aşağı olması,
tüketim pazarının yakınlığı, sermaye dönüşünün yüksek geliri ve yerel şirketlerin
rakabet gücünün yetersizliği gibi avantajlardan yararlanarak faaliyet alanlarını gittikçe
genişlettiler. Ayrıca 1990 yılında SSCB`nin dağılması sonucunda gelişmekte olan
ülkelerin önünü kesen ideolojik engellerin de ortadan kalkması, Uluslararası Şirketlerin
daha atılımcı bir biçimde ilerlemesine zemin yarattı. SSCB`nin dağılması, Pazar
kültürüne dayanan ekonomi için bir zafer sayılırdı. Buna göre de Doğu Bloku ülkeleri
ekonomilerini serbest piyasa sistemine yönelterek yabancı sermayeyi celbetmeye
çalıştılaf. Bu da ÇUŞ’lerin daha da ilerlemesine neden oldu (Mojtahedi, 2003 79).
29
2.2. TEORİK AÇIDAN ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER
Aşağı yukarı çeyrek asır önce, Uluslararası Şirketler, uluslararası çapında hızla
çoğalmaya başladıkları zaman, ekonomistlerinde bu konuyla ilgili endişeleri ve
merakları da kendini göstermeye başladı. Çünkü Uluslararası Şirketler, uygun koşullar
buldukları her yerde konumlanmaya başlıyorlardı. Bu da ev sahipliği yapan ülkelerde,
ülke yöneticilerini endişelendiriyordu. Böylece bu şirketlerin, maddi güç, teknoloji ve
yönetim kabiliyetleri, yakın zamanda dünya ekonomisini kendi egemenlikleri altına
alacakları
düşüncesine
kaptırıyordu.
Bu
mesele,
Marksizm
düşüncesinin
yaygınlaşmasıyla daha geniş boyutlar kazanarak birçok ülkenin kitleleri arasında
Uluslararası Şirketlerin hakimiyet korkusunu yaymıştı.
Yaygın düşüncelerin aksine Uluslararası çıkarcı, dev ve milliyetsiz şirketler, ev
sahibi ülkelerle yaptıkları rekabette onları meydandan çıkararak ve halklarını sömürerek
ülkelerin taliini ellerine geçiriyorlardı. Bu gibi koşullarda bir sıra üniversite
araştırmacısı da yaptıkları analizlerle halkın konuyla ilgili daha fazla meraklanmasına
sebep olmaktaydılar. “Rimond Vernon”, 1977`de yayımlanan “Çok uluslular” kitabında
kendi düşüncesini şöyle izah etmiştir “Sanayileşmiş toplumların içindeki düzensizlikler
tamamen çok uluslu şirketlerde somutlaşmıştır.” (Rahnoma,2009,s.138)
1970`li yılların başında da “Havard Prel Muter” adlı başka bir düşünür 1985 yılına
kadar komonist olmayan üretici dünyanın mal varlığının aşağı yukarı yüzde sekseninin
sadece 200 ya da 300 büyük şirketin eline geçeceğini ve sonuçta da bu şirketlerin dünya
ekonomi sistemlerini ellerine geçireceklerini öngördü (Mojtahedi, 2003,s. 100).
Düşünürler tarafından bu gibi savların ortaya atılması, özellikle gelişmemiş
ülkelerin geleceğini oldukça kara göstermekteydi. Buna göre de 1970 ve 1980`li yıllarda
ev sahipliği yapmakta olan ülkelerde ÇUŞ’lerin faaliyetlerine ilişkin itirazlı ve değişik
düşünceler dünya çapında yaygınlaştı. Bu gibi öngörülerin gerçekleşmesi konusundaki
endişeler, geçmişin tersine ÇUŞ’lere olan bakış açısını ve ardından onların etkilerini de
azaltma yönünde etkiler bıraktı. Buna bakmayarak bazı düşünürlerin ÇUŞ’lerin önemi
ve faaliyetleri konusundaki olumlu bakış açıları bu yöndeki hassasiyetlerin ters
dönmesine ve “Vernon”un düşüncesinin tersine ÇUŞ’leri refah, iyi gelecek ve
modernleşmenin simgesi olarak görülmesini sağladılar. Böylece bir takım devletler de
bu fikir değişikliğinin etkisi altında kalarak bu şirketlerle işbirliği yapmaya yöneldiler.
30
Önce de temas edildiği gibi, uluslararası ilişkiler alanında ÇUŞ’lerin faaliyetlerine
ilişkin değişik savlar ve düşünceler ortaya konulmuştur. Bazen, bu şirketleri kalkınma
motoru ve Üçüncü Dünya yoksullarını kurtaran bir kurtarıcı sanıldıkları gibi, bazende
onları bu ülkeleri sömürmek için bir araç olarak değerlendirilmeleri daha çok kabul
edilir düşünce haline gelmiştir (Qarebaghiyan, 1994,s. 129).
“Shumpeter” ve “``Galbraith``” gibi bazı ünlü Batı ekonomistleri, çok uluslu
şirketleri teknolojik yetenekleri, verimlilik ve yönetim kabiliyetlerindeki becerilerinden
dolayı övmüşlerlerdir. Birçok başka yazar da, bu şirketleri dünya ekonomisinin refahı
için en önemli araç gibi değerlendirmişler. Örnek olarak “Kindel Berger” bu şirketlerin
dünya servetleri ve kaynaklarını dünya çapına dağıtan birer güç gibi görmekteydi ve
“Bravn” ise bu şirketlerin dünyanın barış ve kalkınmasının sağlanmasında büyük bir
potansiyele sahip olduğundan bahis etmekteydi. Bu şirketlerin lehinde fikir süren
düşünürlerin tersine bir grup başka düşünür ve teorisyen, bu şirketleri gelişmekte olan
ülkeleri alta çekip çiğnemek için bir araç olduklarını savunmuşlardır (Mojtahedi, 2003,s.
83).
Abartılı analizleri bir kenara bırakırsak ÇUŞ’lerin rolü hakkında iki tür fikirle
karşı karşıyayız. İkinci Dünya savaşından sonraki ideolojik rekabetin aşırı düzeyde
yaşandığı soğuk savaş döneminde, küresel ortamda sosyalizm ve serbest piyasa düşünce
kutuplarının içinde Kapitalizm ekonomisi düşüncelerini savunan birinci grup, “Neo
klasik” düşünce ekoludur. Klasik kapitalizm teorisinde devletlerin ekonomiye
karışmaması gerektiği ve iktisadi faaliyetlerin serbest piyasaya ve piyasa gücüne
bırakılması düşüncesi vardı. Böylece serbest ekonomik faaliyetler savunularak, devletin
karışmasının
sınırlanması
savunulmaktaydı.
Neoklasik
ekonomistler
piyasa
mekanizmasının sosyal refahla çelişki içinde olduğunu ve toplumun çıkarlarına ters
olduğunu iddia eden düşünürlerdi. Bundan dolayı da devletin gerektiği zamanlar
müdahale ederek istenilen iyi bir sosyal düzeni garantiye almasını savunurlar.
Neoklasikler, geri kalmışlığın nedenlerini geri kalmış ülkelerin içinde aranılması
gerektiğine inanır ve kalkınmayı önleyen asıl engelleri, GOÜ’ler`nin kendi içinde
saklandığını savunmaktalar (Nahavandi, 1989,s. 81).
Yalnız sonuç olarak onlara göre gelişmemişliğin çözümü ise yurt dışında
bulunduğu görüşündeydiler. Bu düşünceye göre teknoloji ve kalifiye insani güç,
31
GOÜ’ler`nde kalkınmaya yol açabilecek nitelikte bulmamaktadır ve gelişmiş ülkelerden
ithal edilmelidir. Bu grubun en büyük temsilcilerinden Arthur Lewis ve Walt Rostow`
örnek gösterilmektedir. İkinci grup ya da radikal ekonomistler, birinci grupun tersine
kapitalizm düzeninin temel kuruluşunu ve kurumlarını eleştiriyorlardı. Bunlara göre
gelişmiş ülkelerin deneyimleri GOÜ’ler için bir uygulana bilir gelişme modelidir
Çünkü, şimdiki kapitalizmin düzeni adaletli değil geri kalmış ülkelerin sömürülmesini
sonuçlandırmaktadır. Böylece var olan ilişkiler çerçevesinde ne gelişmiş ülkeler ne de
ÇUŞ’lerin
hiçbiri
üçüncü
dünyanın
gelişmesine
yardımcı
olamadıkları
düşüncesindeydiler (Rahnoma, 2009,s. 144).
Meselenin çözüm yolunu Marksizm`de bulan radikal teorisyen “Pol Baran”,
ÇUŞ’ler ve gelişmemiş ülkelerin diğer ülkelerle ilişkilerini insafsızlık olarak görür ve
ÇUŞ’leri kendi çıkarları ve menfaatleri uğrunda az gelişmiş ülkelerin doğal kaynaklarını
ve piyasalarını ele geçirdikleri kanısındadır. O`na göre tekelci firmalar, gelişmemiş
toplumların ekonomik fazlalıklarını cezp etmekle onların sanayileşme proselerini
aksatıyor ve erteliyorlar “Bağımlılık Okulu” nun radikal ekonomistleri de gelişmenin ve
gelişememenin temel nedenini GOÜ’ler`nin gelişmiş kapitalist ülkelere ve ÇUŞ’lere
bağımlı olduklarında arıyorlar. Bu gruba göre, ÇUŞ’ler ve gelişmemiş ekonomiler
ilişkilerine aşağıdaki ilişkiler hakimdir (Mojtahedi,2003,s. 117).
-ÇUŞ’ler, daha fazla kar elde etmek amacıyla işbölümü sistemini ev sahipliği
yapan ülkelere yükleyerek bu ülkeleri kapitalist düzene bağımlı yapmaktalar.
-Gelişmiş ülkeler, sermaye sahibi sınıfı ve ÇUŞ’leri destekleyerek onlara en
yüksek oranda kar elde edebilme olanağı sağlamaktalar.
-ÇUŞ’ler, kendi devletlerinin yardımı ve ortak gelişmemiş ülkelerin sermaye
sahiplerinin gücüyle kendi menfaatleri doğrultusunda bu ülkelerin devletlerini baskı
altında tutmaktalar.
Elbette, unutmamalıyız ki ÇUŞ’leri ve onların üçüncü dünyada faaliyetlerini
eleştirenler sadece neo marksist radikal teorisyenler değiller, Kapitalist düzen
çerçevesinde kendi düşüncelerini savunanlardan bazıları da ÇUŞ’lerin çalışma
sistemlerini eleştirmişlerdir. “Rimon Aron”, şu hususta bu kanaate varmıştır ki yabancı
şirketler, yerel sermaye sahiplerinin yardımıyla maaş alanların emeği ile ortaya çıkan
menfaetlerini takip ederek, sömürgecilik baskılarını sürekli çoğaltmaktalar Bu alanda
32
Aron`dan başka, Myrdal ve Prebisch de benzer eleştiriler yapmış ve kendi kanılarını
ortaya koymuşlardır (Nahavandi, 1989,s. 84).
Son birkaç on yılda, ÇUŞ’ler, öncelerinden daha çok küresel ekonomi sahasında
önemli rol oynamaya başlamışlardır. BMT`nin vermiş olduğu verilere göre 1992 yılında
ÇUŞ’lerin sayısı 35000’den fazladır. Bu şirketler aşağı yukarı 170 bin yabancı tabi
şubeyi yönetimi altında tutuyor ve mali açıdan bu şirketlerin sermayesi bazı ülkelerin
sermayesinden bile fazladır (Farjadi, 1989,s. 86). 2003 yılında diğer ülkelerde 700000
şubesi olan bu şirketlerin sayısı 63 bine ulaşmıştır. Bu şirketler ve tabi şubeleri, 86
milyon iş gücü ile dünya üretiminin yüzde yirmi beşini ve aşağı yukarı dünya mal ve
hizmet ihracatının üçte ikisini gerçekleştirmiştir (Rahnoma, 2009,s. 146).
188 ÇUŞ’in gelir düzeyinden elde edilen bilgi ve verilere göre, bu şirketlerin
üretim değerleri 18 bin milyar dolardır ve aşağı yukarı dünya GSYİH’nin yüzde yirmi
beşini oluşturmaktadır. Bu 188 şirketten 27 şirket, yani üzde 14`ü gaz ve petrol
sektöründe çalışmakta ve bu sektörün dünya çapındaki önemini göstermektedir. Bu
hususta dikkate değer olan nokta, ilk 10 şirketten ilk 7 şirket petrol ve gaz alanında
çalışmaktadır. Bu sektörün ardından mali hizmetler ÇUŞ’leri kendine doğru çeken
ikinci alandır. Dünyanın 188 dev şirketinden 24 şirket, mali hizmetler alanında
çalışmaktadır. Son birkaç on yıl içinde “EXXon Mobil”, üç ÇUŞ’in bir parçası olmaya
devam etmektedir. Bu şirketin 2007 yılındaki geliri 390 milyar dolardır. Bu şirketin
geliri, aşağı yukarı Tayvan ülkesinin GSYİH kadardır ve İran, Yunanistan ve
Danimarka`nın GSYİH’den fazladır. Eğer, Romanya ve Singapur`un GSYİH’sını
toplarsak, bu toplam, Egzon Mobil`in geliriyle eşleşir. Dünya ÇUŞ’lerinin ilk 10`unun
geliri, 2700 milyar dolardır. Bu da Türkiye, Polonya, Endonezya, Belçika ve İsviçre`nin
GSYİH ile eşdeğerdir (Mojtahedi, 2003,s. 86).
ÇUŞ’ler, dev gövdeleriyle hızla büyümekteler. Şöyle ki günden güne kendi dev
ticari ve endüstriyel imparatorluklarını geliştiriyor ve ileri bir düzeyde ülkelerin
ekonomik hayatlarına nüfuz etmekteler. Stephen Hymer, bu gidişatı göz önünde
bulundurarak, çok uzak olmayan bir gelecekte 300`den 400`e kadar ÇUŞ’ten oluşan bir
rejimin dünya endüstrisinin yüzde yetmişine egemen olacağını öngörmüştür (Rahnoma,
2009,s. 85).
33
“Haymer”in öngörüleri gerçeklikten o kadar da uzak değildi. Çünkü günümüzde
beş gelişmiş, kapitalist ülke yani ABD., Almanya, Japonya, Fransa ve İngiltere
dünyanın 200 ÇUŞ’inin 172`sini kendi ellerinde bulundurmaktadır. Değerlendirmelere
göre dünya üretiminin yüzde yirmi beşini elinde bulunduran bu dev şirketlerin 1982
yılında 3000 milyar dolar tutarında olan satışları, 5900 milyar dolara yükselmiştir Son
analizde bunların sadece kendi çıkarları ve menfaatleri doğrultusunda ve uluslararası bir
çapta çalıştıkları ve milli menfaatleri düşünmedikleri saptanmıştır. ÇUŞ’ler, bu gibi bir
güce dayanarak günümüzde devletlerin egemenliğini savaşa davet etmekte ve onların
iktidarlarını tehdit etmektedir. Elbette tüm ülkeler eşit biçimde bu şirketlerin etkisi
altında kalmıyor. Merkez devletler ya da şirketlerin vatanı, ev sahipliği yapan
ülkelerden değişik bir biçimde etkileniyor ve gelişmiş ülkelerin ev sahipliği koşulları,
gelişmemiş
memleketlerin
ev
sahipliği
şartlarından
farklıdır
(Qarebaghiyan,
1994,s.132).
Bu şirketler genellikle gelişmiş ve endüstriyel ülkelerde yatırım yapmaya ve
çalışma alanlarını genişletmeye meraklılar. Halen de sermayelerinin büyük şıkkını bu
ülkelerde yatırmaktalar. Ama bunun yanı sıra müsait ve gelişmekte olan ülkelerin de
onlar için başka bir çekimi vardır. Son yirmi yılda ÇUŞ’lerin önemi dünya
ekonomisinde çoğalmıştır. Yabancı şirketlerin 1980 yılında yatırdıkları 180 milyar dolar
direkt sermaye, 2000 yılında 1000 milyar dolara ulaşmıştır (UNCTAD, 2003).
Herhalde, dünyanın değişik bölgelerinde günden güne çoğalan ÇUŞ’lerin
yatırımları, ülkelerin kültürel, ekonomik ve sosyal hayatında gözardı edilemeyecek
büyük etkiler bırakmıştır. Bu şirketlerin çalışma düzenleri, gelişmekte olan ülkelerin
yaşam biçimleri ve hayatlarının değişik yönleriyle o kadar sıkı bir biçimde iç içe
girmiştir ki bu ülkelerin ekonomik ve sosyal durumlarının analizi, bu şirketlerin
önemini ve konumunu dikkate almaksızın olanaksızdır.
Son yıllarda Kuzey-Güney ilişkilerine hakim olan atmosferdeki değişikliklerden
biri, ÇUŞ’lere yönelik gelişmekte olan ülkelerin değişmiş olan bakış açısıdır. ÇUŞ’lerin
toplamda ev sahipliği yapan Kuzey ülkelerine hayırlı mı olmuş, yoksa bu şirketler
sadece onları sömürmeye çalışmışlar tartışmaları tartışmacı özelliğini büyük oranda
yitirmiş ve karşılığında ekonomik ve teorik bir karışıklık özelliği kazanmıştır. Yabancı
şirketlerin üçte ikisinin GOÜ’lerde değil, Amerika, Batı Avrupa ve Japonya`da merkezi
34
büroları bulunan şirketlere bağlı olduklarını düşündüğümüzde, konu daha da ciddi bir
boyut kazanır. Şöyle ki bu bürolar, Birinci Dünya ülkelerinde bulunmaktalar ve aşağı
yukarı Birinci Dünya ülkelerinin yatırdıkları yatırımların % 75`i yine de Birinci Dünya
memleketlerindedir ÇUŞ’lerin büyük bölümü Amerikan`dır. Amerika`nın ÇUŞ’leri
2004 yılında, 21 milyonu Amerika memleketinde çalışmakta olmak üzere aşağı yukarı
30 milyon kişilik bir iş gücüne malikti. Uluslararası ticaret bölümünde dünya ihracatının
% 33`ü ve ithalatın % 40`ını çok uluslu Amerikan şirketleri üstlenmişlerdi (Mojtahedi,
2003,s. 87).
Geri kalmış Güney ülkeleri ve ÇUŞ’lerin ilişkisi ve bunun gelişmemiş ülkelerin
ekonomisine olan etkisi, değişik açılardan değerlendirilmiştir ve sonuçta dikkate değer
bir çelişki ortaya çıkmıştır. Bu belirsizliğin ortadan kaldırılması, derin araştırmalar talep
etmektedir. Araştırmacı ve düşünürler içinde ÇUŞ’lerin çalışma yöntemleri ve
faaliyetlerinin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkileri konusunda fikir birliği yoktur.
Bir sıra, bu ilişkilerin olumlu yönlerini savunmakta ve ÇUŞ’lerin gelişmemiş ülkelerin
gelişmesine müsait zemin hazırladıklarından yanadırlar (Rahnoma, 2009,s. 159). Bunun
karşılığında düşünürlerin bazıları bu şirketlerin yararlarından çok zararları olduklarına
inanır ve bunların Güney ülkelerinin gelişme yolunda birer köstek konumunda
olduklarını savunurlar. Şöyle ki Behrman, çokuluslu ülkelerin ev sahipliği yapan
ülkelerle ilişkin bu şirketlerin yarar ve zararlarını böyle özetliyor Bu şirketlerin sermaye
oluşumu, yönetim becerileri, teknolojik üstünlük, rekabet gücü ve diğer üstünlükleri bu
şirketlere ev sahipliği yapan gelişmekte olan ülkelere endüstriyel egemenlik tehlikesi,
teknolojik bağımlılık ve kalkınma programlarında bozukluğu sonuçlandırmaktadır
(Rahnoma, 2009,s. 161).
2.3. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ANA ÜLKEDEKİ KONUMU
ÇUŞ’lerin faaliyetleri sadece ev sahipliği yapan ülkelerin ekonomilerini etkileri
altında tutmayarak endüstrileşmiş Batı ülkelerinin de üzerinde belirgin bir biçimde etki
bırakmaktadır. Bu bölümde ÇUŞ’lerin merkezlerinin bulunduğu ana ülkelerde ve
genellikle Batı ülkeleri ve özellikle Amerika’daki konumları ve etkileri tartışılmaya
çalışılmıştır. Bütün Batı ülkelerini araştırmamızın konusu edemeyeceğimizden dolayı
sadece Amerika Birleşik Devletlerini araştırmamızın merkezinde bulunduracağız.
35
Amerika Birleşik Devletleri yetmişli ve seksenli yıllarda yabancı sermayeyi temin eden
en önemli ülke olduğuna göre, ÇUŞ’lerin bu ülkedeki konumuna değineceğiz.
Bu konuyu şu şekilde değerlendirmek istediğimizden amacımız, genel olarak
ÇUŞ’lerin ana ülkelerde ve özellikle Amerika’da ki faaliyetleri ile tanışmaktır. Bu
tanışma sağlandıktan sonra diğer bölümlerde ÇUŞ’lerin bu şirketlere ev sahipliği yapan
gelişmekte
olan
ülkeler
(GOU)’deki
konumları
ve
etkilerinin
araştırmasına
geçebileceğiz.
ÇUŞ’lerin en büyük özelliklerinden biri, bu şirketlerin büyük bir bölümünün
mülkiyetinin önemli Batı ülkelerine ait olduğudur. ÇUŞ’lerin çalışma alanlarının
genişlemesi, Batı ülkelerinin küresel ekonomisi üzerinde büyük rol oynamasından
kaynaklanmaktadır. Önemli Batı ülkelerini ekonomik gücü ve hayatı bu şirketlerin
ekonomik faaliyetlerine oldukça bağımlıdır ve bu ülkelerin ekonomilerinde, sermaye
transferinin ulusal ekonomilerinde oldukça gerekli faktörlerden olması gözükmektedir
(Mojtahedi, 2003, s.88).
Seksenli yıllardan önceye kadar, ABD., dolaysız yabancı sermayeyi temin eden en
önemli ülke konumunda olmuştur ve bu ülkenin ardından, Japonya, Federal Almanya
Cumhuriyeti, Büyük Britanya, İsviçre, Hollanda, Kanada ve Fransa dolaysız
sermayelerin genel kaynaklarını oluşturmuşlar. Küçük sanayi ülkeler de sermaye
ihracatlarını çoğaltabilmişler ve hatta ticaret fazlaları olan bazıları, bu alanda
kendilerine özgü bir yer de edinebilmişlerdir. (İskandinavya ülkeleri de bu hususta
sermaye ihraç eden ülkeler sırasına girebilmiş ve ihracatlarını da çoğaltabilmeyi
başarmışlardır (Nahavandi, 1989, s. 87).
36
Tablo 1.2. SanayileşmişBatı Ülkelerinde Net Sermaye Akışı ( milyon dolar)
Net sermaye Transferi
Ülke/yıl 2010
245
Avustralya
278
Çin
602
Kanada
260
Rusya
1837
Fransa
1484
Federal Almanya Cum.
601
İtalya
719
Japonya
950
Hollanda
226
Norveç
383
İsveç
1705
Büyük Britanya
3597
ABD.
Kaynak: (UN Center on transnational corporation,2010).
Yetmişli yıllar içinde, ÇUŞ’lerin çalışma hacimleri dikkate değer bir biçimde
çoğalmaktadır. Şöyle ki 1981 yılında 369 ÇUŞ’in toplam mal varlığı 900 milyar doları
aşmış bulunmaktadır. Bu tutarın yüzde ellisi ABD Şirketlerine aittir. ABD`den sonra
sırasıyla Büyük Britanya, Japonya, Almanya şirketleri, ÇUŞ’lerin kayıtlı olan en çok
mal varligina sahiplerdi(Mojtahedi,2003,s. 88). ÇUŞ’lerin farklı sektörlerde ve ticaret
evrelerinde olan etkisi farklı olmuştur. Bu şirketler diğer firmalardan ziyade dünya
çapında 2001 yılında ağır darbe gördükleri halde bu rekorlardan sonraki kalkınmayı
besleyen ve rakabet gücüne malik olan sektörlere (üretim gibi) odaklanmışlar. Bu
nedenle bu şirketler ABD. Ekonomisinde güçlü katkıları bulunarak benzeri rolü
iyileşmeye giden şimdiki küresel ekonomide de oynayabilmekteler.
Bütün bunlarla birlikte, bu şirketlerin yatırım yaptıkları ve rakabet ettikleri
evrensel doku değişmektedir. Amerika ekonomisi küresel bazda, ÇUŞ’lerin bu ülkede
kuruluşu için bütün önemli etkenleri koruyarak ekonomik cazibelerini korumaktadır.
Ancak hızla çoğalan bazı gelişmiş ekonomiler ve yeni yaranmış pazarlar, kendi
çekiciliklerini çoğaltmak üzere önemli adımlar atmışlar. Buna göre de bu yeni
37
şirketlerin Amerika’da yatırım yapmalarına ve Amerika’da da faaliyet alanlarının
genişlemesine müsait zemin yaratılmaktadır. Böylece Amerika, ÇUŞ’lerin kendine
doğru cezbetmede ve rekabette yeni bir aşama içine girmiştir. Bu çeşit şirketlerin,
Amerika ekonomisine ister ülke dışı ve isterse de ülke içindeki öneminden dolayı
rekabet kabiliyetine sahip olabilmesi için oldukça katkılıdır.
ABD,nin uygun politikalarla ÇUŞ’leri koruyup yeni ÇUŞ’leri kendine cezbedebilir,
yeni ÇUŞ’lerin yaranmasına zemin hazırlayabilir ve dünyanın herhangi bir bölgesinde
bu şirketlerin gelişimine uygun bir ortam yaratabilmektedir. Bütün bunlara bakmayarak
ÇUŞ’ler, Amerika’nın diğer firmalarından daha çok uluslararası rekabetten tehlike duya
bilmekteler (Qarebaghiyan, 1994 ,s.135).
2.3.1. ABD Ekonomisinde Çok Uluslu Şirketlerin Rolü
Amerika`nı ÇUŞ’leri endüstrinin farklı sahalarında dünyanın en ünlü ticari
markalarını oluşturmaktalar ve ABD dışında da şubeleri bulunmaktadır, ancak bu 2270
firmanın çoğunluğu Amerika topraklarında çalışmaktalar. Bu firmalar, 1997 yılında,
toplam satışlarının yüzde altmışını, iş güçlerinin üçte ikisini, maaşlarının üçte dördünü
ve yüzde altmış mal varlıklarını Amerika topraklarında tutmuşlardır. Bu şirketler, ABD
şirketlerinin ancak yüzde bir oranından az bir miktarını oluşturmaktalar ancak Amerikan
ekonomisi ve gelişmesi üzerindeki etkileri birçok açıdan sayıları ile uygun bir orantı
içinde bulunmamaktadır (Rahnoma,2009,s.161).
Bu hususta aşağıdaki bulgulara dikkat etmek gerekmektedir;
 2007 yılında Amerika`nın ÇUŞ’leri bu ülkenin özel sektörünün gayri safi yurt
içi hasılasındaki payı yüzde yirmini oluşturmakla, 1990 yılından itibaren reel
GSYİH’deki payı yüzde otuz bir oluşmaktadır ve ortalama olarak bu dönemde yüzde 38
oranında ekonomik gelişmeyi sağlamıştır. Bu firmaların dünya çapında en rakabetçi ve
gelişimci sektörlerde faaliyetleri bu ilerlemeye yardımcı olmaktadır.
 Bu şirketler, Amerika`nın özel sektördeki üçte bir araştırma ve geliştirme
bütçesini temin etmekteler. Bu durum, onların yenilik yaratan araştırma ve gelişmeye
verdikleri önem ve değerin göstergesidir.
38
 Amerika`nın ÇUŞ’leri 2007 yılında aşağı yukarı bu ülkenin ihracatının yarısını
ve ithalatının üçte birinden çoğunu tek başına yapmışlardır.
 Amerika`nın ÇUŞ’leri 2007 yılında özel sektörün iş gücünün yüzde 19`unu ve
1990 yılında istihdam artışının yüzde 11`ini gerçekleştirmişlerdir. Onlar, gelişmiş
teknolojinin yaygınlaşmasıyla 1990`lı yıllarda çalışma alanı yaratmaya yardımcı
olmuşlardır. Yalnız 2000 yılında “DAT CAM”lar krizinin patlamasıyla istihdam
sayısında bir düşüşe uğramışlardır. Bu şirketler, 2001 yılından itibaren başka firmalar
gibi tekrar istihdam yaratmaya başlamışlardır.
 2000 yılından sonra Amerika`nın ÇUŞ’leri bu ülkenin üretim sektöründe
oynamış oldukları rolü belirgin bir biçimde yansıtımışlar. 2000’le 2007 yılları arasında
istihdamda üçte bir oranında azalmanın kaynağı bu şirketlerin üretim sektöründe ortaya
çıkan düşle ilgili gözükmektedir. Bu dönem içinde Amerika`nın diğer üretici
şirketlerinde ve iş alanlarında da benzeri oranda düşüş gözükmektedir.
 Amerika`nın ÇUŞ’leri, Amerika ekonomisine bıraktıkları dolaysız etkinin yanı
sıra dolaylı yoldan da onu etkisi altına almaktadır. Çünkü üretim aşamalarında
kullandıkları aracı ürünlerin yüzde doksanını bu ülkede çalışmakta olan firmalardan
temin etmekteler. MARA`nın değerlendirmesine göre, bu şirketlerin dolaylı etkilerini de
hesaba katarsak Amerika`nın özel sektörünün GSYİH içindeki payı 2007 yılında yüzde
otuz dört oranına ulaşmaktadır.
 Bu ülkenin ÇUŞ’lerinde çalışan Amerikan işçiler, bu şirketlerin diğer
çalışanlarına göre daha fazla ücret ve gelir elde etmekteler. Amerikan ÇUŞ’leri, 2007
yılında yönetim ve teknik alanlarında çalışan elemanlarına verdikleri ortalama ücret 102
bin dolardan oluşmaktadır. Bu rakam, bu ülkenin ulusal seviyesindeki ortalama maaştan
yüzde otuz yedi fazla olmaktadır. Başka işçilere ödenmiş olan ortalama maaş 45 bin
dolardır.
 Amerikan iş adamları ve yatırımcılarda, ÇUŞ’ler gibi bu ülkedeki servetin
yaranmasında büyük role sahipler. 2007 yılında Amerika’da oturan bireyler, tüm
Amerikan şirketlerinin net mal varlıklarının %86`sını (5/17 trilyon dolar) ve dolaysız ve
bireysel yatırımlar biçiminde yada dolaylı olarak banka ve sigorta şirketleri vasıtasıyla
gerçekleştirmişlerdir.
39
2.3.1.1. Çok Uluslu Şirketlerin Faaliyetini Etkileyen Faktörler
Amerikan ÇUŞ’lerin, iş, büyüme ve verime olan etkisi, bu şirketlerin sekiz belirli
sektöre (üretim, enformasyon, bilim ve teknik hizmetler, toptan ve perakende satış, mali
sektör, kamu hizmetleri) olan yoğunlaşmasına dayanmaktadır. Bizim analizlerimizin
odaklandığı tarihlerde, yani 2000 ile 2011 yılları arasında Amerika özel sektörünün tüm
verim artışı ve yaklaşık %70 katma değer artışı bu sekiz sektörle ilgilidir.
Amerikan ÇUŞ’lerinin, verim artışında olan rolü, onların %44 ekonomik
faaliyetlerinin, dünya çapında rekabet gücüne sahip olan sektörler çerçevesinde
olduğunu yansıtmaktadır. Bunun karşısında, tüm diğer Amerikan şirketlerinin
faaliyetlerinden yalnız %24'u bu tür sektörlerde yer almaktadır.
Yapılan faaliyetlerin bir kaçı, bir endüstride olan rekabet ortamı, firmanın
faaliyetlerinin en iyi şekilde yapılması için yöneticilere olan baskının artırılmasını
göstermektedir. Rekabet ne kadar şiddetli ise, verim artışı o kadar artış göstermektedir,
çünkü firmalar piyasada kendi hisse değerlerini korumak ve onları artırmak için,
yenilikler yapmak zorunluluğu altındalar. Bu baskılar, firmaları maliyetler konusunda
da rekabet kabiliyetlerini korumaya mecbur kılmaktadır. Son zamanlarda yapılmış olan
akademik araştırmalar da, rekabet ve yeniliğin arasında olan bu bağlantıyı
onaylamaktalar (Rahnoma, 2009,s. 164).
2.3.1.2. Amerika’nın Yeni Rakipleri
Amerika, ÇUŞ’lere cazip olan ve ortamı onların büyümesi için uygun yapan
ekonomik ve kurumsal özelliklerin birçoğuna sahiptir. Bu özellikler güçlü ve sürdürüle
bilir bir kalkınma, uzman ve eğitilmiş iş gücü, siyasi istikrar, iş yapmak için uygun bir
hukuki ve düzenleyici ortamın olması ve fiziksel ve maddi alt yapıların birlikte var
olmasından kaynamaktadır, fakat dünyada bazı ülkeler bu tür şirketleri cezp etme
konusunda, Amerika'nın önüne geçmekteler.
Diğer ülkelerin ekonomik durumlarının iyileşmesinin ve ticaret yapmak için
uygun bir yere dönüşmesi sonucu ABD iktisadı daha fazla rekabet ve baskını kendi
üzerinde hissetmektedir. Amerika dışındaki pazarların, çekiciliğinin artmasındaki temel
nedenler; nüfus artışı, reel GSYH’nin büyümesi ve servetlerin artmasından
40
kaynaklanmaktadır. Oysaki Amerika`nın GSYH’indeki büyüme 1995`ten 2011`e kadar
yıllık olarak %9.2 oranında artış gösterdiği halde Çin ekonomisi %6.9, Hindistan % 9.6
ve Rusya %7.4 oranında gelişmiştir. Yeniyetme pazarlarda reel tüketim hızla
büyümektedir. 1995`ten 2011`e kadar ABD ailelerinin yıllık reel tüketiminde büyüme
oranı % 3.3`tür. Bu oran Çin, Rusya ve Hindistan`da sırayla % 2.7, %7/6 ve %1.5
olmuştur (Yolcu, 2013).
Bazı ülkelerdeki yeni şirketler, başarılı çalışmalarla alt yapıları, deneyimli işçi
alımı ve iş atmosferini iyileştiren programlarıyla yeni yatırımları cezp etmek uğrunda
Amerika ekonomisi ile rekabet etmekteler. Onlar bu şirketlerin daha istikrarlı ve iyi
biçimde çalışabilmeleri için uygun koşullar yaratmaya çalışmışlardır. ABD ekonomisi
bazı bakımlardan rekabet meydanında daha dezavantajlı duruma gelmiştir. WEF
toplantısında ilan edilen değerlendirmeye göre, bu ülke, 1997 yılından şimdiye kadar
temel ve genel verim açısından 15. Rütbeden dünyanın 34. Rütbesine düşmüştür ve
şimdilikte iletişim altyapıları ve faaliyet alanında dünyanın 20. Seviyesinde yer
almaktadır. Ayrıca bu ülke, insani sermaye alanında eskide olduğu gibi özel üstünlüğe
sahip olduğu halde birçok ülkede deneyimli işçilerin ve büyük kitlelerin ortaya çıkışına
tanıklık etmekteyiz. 2000 yılında FORCHON GLOBALE`in 500 şirketinin yüzde otuz
altısı Amerika`da, ve onların yüzde 16`sının bulunduğu yer G7 ülkeleri (Kanada,
Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere ve Amerika) dışındaydı. 2009 yılında bu iki
rakam, sırayla % 28 ve % 33`e ulaşmıştır (Rahnoma, 2009,s. 165).
2.3.1.3. Çok Uluslu Şirketlerin Uyarıcı Rolü
Amerika ÇUŞ’ları, gelişebilmeleri için sürekli yeni fırsatlar aramalı ve dünya
çapında rekabet güçlerini geliştirmeliler. Bu şirketler, daha fazla kazanabilmek için
faaliyetlerini pazarları gelişmekte olan, bol yetenekli yerlere aktarmaktalar. Bu durum,
yeni pazarlarda fırsatçılık anlamına gelmektedir. Amerika asıllı ÇUŞ’lar, yeni
pazarlarda bulunabilmek üzere yabancı tabilerden bir ağ oluşturma yöntemini
kullanmaktalar. Yabancı pazarda bulunmak amacıyla tasarlanmış olan bu tabi şirketler
(2007 yılında bu tabi şirketlerin üretiminin sadece yüzde onu Amerika`ya “İhraç”
edilmiştir) Amerika için karlı olmuşlardır.
41
En son akademik çalışmalar, Amerika dışında Amerikan ÇUŞ’lerinin satışı,
yarattığı faaliyet alanları ve yatırımları, bu ülkenin içindeki faaliyetleriyle paralellik
gösterdiğini kanıtlamaktadır. Sırf bu ülkenin içinde faaliyette olan birçok Amerikan
şirketler, diğer ülkelerin nisbi olarak durumlarının iyileşmesi nedeniyle iç ve dış
rakipleri tarafından baskı altındalar. Bu şirketler, yabancı ülkelerde dolaysız yatırım
yapmakla bu koşulları değiştirmeye çalışmaktalar. Onlar, faaliyetlerinin bir kısmını
yabancı kaynaklarla anlaşma yaparak başka ülkelere aktarmaktalar (Nahavandi,
1989,s.164).
Amerika ekonomisinde ÇUŞ’ler “Taşkömür madenindeki kanarya rolü”
oynayarak gelecekte olası tehlikeleri önceden bildirebilirler. Bu durumda bazı riskler de
söz konusu olmaktadır. Amerika bazı alanlarda rekabet ayrıcalığını kaybederse,
gelecekte şirketlerin yatırım yapmalarından – ister ÇUŞ’lerce isterse de diğer firmalar
tarafından- yoksun olabilir. Amerika dışındaki şirketler, yeni endüstri yaratmak uğrunda
yaptıkları mücadelede zaferi kazanırlarsa ya da kendi ülkelerindeki üstün konumu
Amerikan piyasasını ele geçirmekte kullanırlarsa gelecekte kendilerine ekonomik
üstünlüğü sağlaya bilirler (Rahnoma, 2009,s. 167).
2.3.1.4. İktisadi Karar Vericilerin Rolü
Çoğu politikacılar ve iktisadi karar vericilerin amaçları genel ekonomi için
istikrarlı ve uygun bir ortam hazırlamak istediklerini vurgulamaktalar. Onlar
Amerika`nın bugünkü politikası, özellikle şirketlere yüklediği vergiler, deneyimli
işçilerin ülkeden göçlerine koymuş olduğu sınırlamalar, brokratik karmaşalar vb.
şirketleri, yabancı rekabette olumsuz yönde etkilinmelerinin önünü kesmeye
çalışmaktalar ve bazen de onların bu ülkenin içinde
yatırım
yapmalarını
engellemekteler. Bazı ÇUŞ yöneticileri Amerika`nın rekabet gücünün koruna bilmesi,
sermaye girişi ve yaranmış olan çalışma alanlarını koruyabilme konusunda endişeli
olduklarını bildirmekteler.
Amerika devleti geçmişteki üstün durum ve koşullara bakmayarak evrensel
boyutlu rekabet karşısında Amerikan asıllı ÇUŞ’lerin geleceği ve yabancı sermaye
girişinde başarılı olacağına güvenilemez. Bu ülke, kendi ÇUŞ’lerinin faaliyetlerinin
devamının, onların iş alanı yaratmaktaki oynadıkları rolü, reel GSYİH’sının büyümesini
42
ve karını kesinlikle tahmin edemez. Bu değişim içinde olan ortamda Amerika
politikacıları, önlerindeki seçenekleri değerlendirmek üzere, gelişmekte olan dünya
ekonomisi karşısında rekabet gücünü ve üstünlüğünü koruyabilecek yöntemler
seçmeliler. Bu ülkenin siyaset adamları, dünya çapında rekabet edebilmekte olan güçlü
şirketler için ve Amerika ekonomisine iyi bir gelecek sağlanabilmek üzere uygun bir
ortam yaratmalıdırlar (Qarebaghiyan, 1994,s.137).
Bir seçenek de, şimdiki durumu kabullenmek ve karşıdaki engelleri kendi başına
bırakmaktır. Yalnız şimdiki olumsuz koşulların devam ederse, Amerika`nın rekabet
üstünlüğü güçsüzlüğe uğrayabilirken bu ülkenin iş ve yatırım yapmak için dünya
çapındaki çekiciliğinden azaltabilir. Bu koşullar, ÇUŞ’lerin Amerika ekonomisindeki
konumunu aşağı seviyeye indirecektir. Uygun politikalar, ekonominin rekabet
kabiliyetini ve Amerika`nın ÇUŞ’lerinin durumunu iyileştirebilir ve bu yol ile bu
ekonominin yıllarca canlı kalmasına ve gelişmesine yardımcı olabilir (Qarebaghiyan,
1994,s.138).
2.4. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN EV SAHİPLİĞİ YAPAN ÜLKELERDEKİ
KONUMU
Gelişmekte olan ülkelerde ÇUŞ’lerin bulunması uzun bir geçmişe dayanmaktadır.
Bu araştırmada ÇUŞ’lerin İkinci Dünya Savaşı`ndan sonraki zaman dilimi içinde
faaliyetleri araştırma konusu olmuştur.
Gelişmekte olan ülkelerin yabancı dövize olan ihtiyaçları ÇUŞ’leri yatırım
yapmak için ülkelerine çağırmalarını zorlayan en önemli nedenlerden biridir. Bu temel
ihtiyacın yanı sıra teknoloji ihtiyacı, pazarlama ve yönetim tecrübeleri de oldukça
önemlidir.
2.4.1. GOÜ’lerin İhtiyaçları ve Onları Temin Etme Yöntemleri
Gelişmekte olan ülkelerin tümünde ekonomik gelişme ve kalkınmaya ulaşabilmek
en yüksek hedeftir ve devletlerin hemen hemen hepsi bu önemli amaçlarına ulaşabilmek
için iç ve dış politikalarını düzlenmekteler. Gelişmemişlik ve olağanüstü yoksulluk,
gelişmeye olan gereksinimi bir milli hedef haline getirmiştir.
43
Ekonomik gelişme, doğal kaynaklara, sermaye, yönetim tecrübeleri, teknoloji ve
uzman iş gücü gibi etkenlerden asılıdır ve GOÜ’ler ekonomik gelişmeye ulaşmak için
iki temel yöntemden yararlanmaktalar(Nahavandi,1989,s.103)
1- İç kaynaklardan yararlanarak oldukça yavaş ama sürekli gelişmeyi ve sonuçta
uygun politikalardan yararlanma koşuluyla güvenilir alt yapıları yaratmayı ve
gelişmenin temelini atmayı amaçlamaktalar.
2- İç kaynaklarla beraber dış kaynaklardan yararlanarak gelişmeyi gün
teknolojisi, yabancı sermaye ve yönetim tecrübelerini kullanarak daha da hızlı gelişmeyi
planlamaktalar.
GOÜ’lernin
birçoğu
kendine
çok
yüksek
ekonomik
gelişme
amaçları
tanımlamaktadır. Bu nedenle de sadece iç kaynaklardan yararlanarak istenilen gelişmeyi
elde edemeyip, yabancı teknolojiden yararlanmadan amaçladığı gelişmeye ulaşmak
istemekteler. Böylece ülkenin sermaye mallarına olan gereksinimi artmakta ve ülkenin
ihracat için yeni kaynakları olmadığı takdirde sermaye ve sermaye malları ithal etmeye
olan ihtiyacı artmaktadır. Belirlenen kalkınma mesafesini kat etmek için iki genel yol
bulunmaktadır(Nahavandi,1989 ,s.103):
1- İç tüketimi azaltıp, kaynakları yeniden tahsis ederek, ülke ihracatını artırmak.
2- Dengeyi, korumak ve yabancı ülkelere olan ödemelerde denge sağlayıp,
sermaye mallarının ithali için gereken dövizi temin etmek amacıyla, yabancı
sermayenin girmesini kolaylaştırmak amacıyla uygun zemin hazırlamak.
GOÜ devletlerinin birçoğu oldukça geniş sıkıntılarla ülke içinde karşı karşıyalar.
İç tüketimin darlığının yanı sıra bu tür ülkelerde kaynak tahsisinin yinelenmesinin
oldukça büyük ekonomik yan etkileri vardır. Hatta bazen bu olumsuz etkiler bu tür
ülkelerin siyasi egemenlik ve iktidarını tehlikeye atabilmektedir. Bu yüzden ekonomik
gelişmeye ulaşabilmek için yabancı sermayeden yararlanmak GOÜ’lerin seçtikleri en
kolay yollardan biridir. Böylece bu ülkeler bütçe eksiklerini gidermek için bu yönteme
başvurmaktalar. Yabancı mali kaynaklardan yararlanma ve yurtdışından sermaye cezp
etmenin aşağıda sayılan örnekleri vere biliriz; (Rahnoma, 2009,s. 168).
1- Yurtdışına iş gücü ihracatı yolu ile döviz elde etmek
44
Dünya iş gücü piyasasında olan şiddetli krizler nedeniyle bu metot istenildiği
kadar güvenilir değildir. Ayrıca genellikle iş gücü ihracatı uğurunda yapılan faaliyetler
uzman iş gücünün de yurtdışına akmasına neden olmakta ve uzun süre içinde ülke
ekonomisini olumsuz yönde etkilenmesine sebep olmaktadır.
2- Devlet bonosu basımı ve yurtdışında satımı
Bu yöntem de bir kaç sınırlı örnek hariç (Kanada ve Avustralya devletlerinin
sattığı tahviller) günümüze kadar geniş çapta başarı sağlamamıştır. Çünkü yabancı
alıcılar satış yapan GOÜ devletinin bono karşılıklarını ödemelerine güvenmemektedir.
3- İMF gibi uluslararası para fonlarından borç alma
Bu gibi kuruluşlardan kredi almak oldukça zordur ve genellikle zor koşullar
önerilir ve GOU’lerin ihtiyaçlarına karşılamakta yetersiz sayılmaktadır.
4- İkili anlaşmalar doğrultusunda başka ülke devletlerinin dolaysız yardımları ve
kredilerinden yararlanmak
Gelişmiş
ülkeler mali
yardımlarını
sunmak
için değişik
yöntemlerden
yararlanırlar. ABD, geniş ekonomik ve askeri yardımlarını dost ülkelere (İsrail, Türkiye,
Mısır, Pakistan, Yunanistan, Portakis ve... ) ödemiştir. İngiltere ortak refah ülkelerine
birçok dolaysız yardım göndermiş ve Fransa tarafından eskiden kolonisi olan birçok
avrupa ülkelerine maddi yardım gönderilmiştir. Son zamanlarda Japonya ve Federal
Almanya ve bazı Batı Ülkeleri kendi dost ülkelerine birçok ekonomik yardım
yapmışlardır. Bu yardımlardan yararlanabilmek, yardım eden ülke ile oldukça iyi
ilişkilerin olmasını gerektirmektedir. Yalnız bu gibi kaynaklar GOU’lerin ihtiyaçlarını
karşılayamaz düzeylerdedir.
5- Dolaysız yabancı yatırımdan yararlanma
Global sermaye hareketinin en genel biçimi dolaysız yatırımdır. ÇUŞ’ler üretim
şubelerini tesis etmek, montaj hatları yapmak vs. ile ev sahipliği yapan ülkede faalit
göstererek sermaye ile birlikte teknoloji ve yönetim tecrübelerini de GOÜ’lerne
getirebilmekteler.
45
2.4.2. Ev Sahipliği Yapan Ülkeyi Seçme ve İş Birliği Çeşidini Değerlendirme
ÇUŞ’lerin ev sahipliği yapacak olan ülkeyi seçmesi oldukça hassas konulardan
biridir, çünkü herhangi bir yanlış seçim, gelir elde etmeleri bir kenarda dursun, onları
sermayelerinin büyük bir bölümünü kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya getirebilir.
Tehlike oranını ölçmek ve elde edilecek kar miktarını belirlemek üzere bu şirketler
yabancı ülkelerde yatırım yapmadan önce derinlemesine araştırmalar yapmaktalar.
Bazen eş zamanlı olarak bir ülkenin değişik ekonomik sektörlerinde araştırmalar
yapılıp, sonuçta bir ülke ve onun en risksiz ve en karlı sektörlerinden biri seçilmektedir.
Bu seçimde ev sahipliği yapacak olan ülkenin siyasi sabitliği, ekonomik gelişimi,
iç enflasyonu, nakit para oranı, bütçe eksikliği, adli güvenliği, iş ğücü oranı, yabancılara
karşı olan kültürel yönü, sermaye dönüşünün niteliği, radikal partilerin iktidarı,
mezhebi, milli ve ırk özellikleri, şehircilik oranı, okuryazarlık oranı ve onlarca diğer
önemli etkenler değerlendirilmektedir. Batı ülkelerinin birçoğunda dev para mikdarları
karşılığında başka ülkelerin konumu ve durumunu ve ÇUŞ’lerle ilişkilerini
değerlendirmek üzere özel şirketler yaranmıştır (Farjadi, 1989,s.165). Bu şirketler
değişik ülkelerin sosyal durumlarını, ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel durumlarını
değerlendirmekteler. Bu gibi değerlendirmeler yıldan yıla değişir ve farklı değişimlerle
farklı ülkelerde intibak bulur. Bu hususta düzgün araştırma yapabilmenin önemi o kadar
önemlidir k genellikle eski ve deneyimli politikacılardan yararlanmayı zorunlu
kılmaktadır. Örneğin ABD eski dış işleri bakanı Hanry Kesenjer halen bu
değerlendirme şirketlerinin birinin müdürüdür (Farjadi, 1989,s. 165).
ÇUŞ’ler ülke seçimi ile ilgili gereken araştırmaları yaptıktan sonra ekonomik
faaliyetleri, kar ve risk oranını göz önünde bulundurarak söz konusu ülkede çalışmak
üzere genellikle aşağıdaki yöntemlerden birini seçmekteler. (Mojtahedi, 2003 ,s.89).
a- Alım satım büroları yapmakla dolaylı ve dolaysız olarak mal ihracat ve ithalatı
b- Ev sahipliği yapan ülkede devlet veya özel şirketler tarafından satışa sunulan
bono veya diğer değerli senetlerin alımı ve onların garanti edilmiş kazancını almakla
yatırım yapma
c- Yapım lisansı vermekle bir şirket ana şirketin üretim teknik ve bilgilerinden ve
onun ticari adından iş alanı yaratmak üzere yararlanarak onun karşılığında ana şirkete
46
elde edilmiş kardan sabit bir tutar öder. Bu sözleşmelerde mal üretimi ve pazarlaması
yerel şirketlerce yapılmaktadır.
d- Üretim sözleşmesi; Bu biçimde yerel şirket ana şirketin teknik bilgilerinden ve
üretim aşamalarındaki olanakları ve onun ticari adından yararlanarak mal üretmeye
başlar. Ana şirket ise ürünlerin pazarlamasını üstlenir. Böylece ÇUŞ’ler üretim ve
taşıma ve ulaştırma masraflarında tasarruf ederek gümrük sınırlamaları üzerinden diğer
ülkelerin tüketim piyasasına ulaşa bilmekteler.
e- Sözleşmeli projeler; Yapılmış olan sözleşmeye esasen ÇUŞ’ler endüstriyel
projeleri yapıp bitirme, insani gücü eğitme, temel kuruluşları kurma vs. faaliyetlerle var
olan sözleşme esasında ücret olarak bir yüzde ya da tutar almaktadır.
f- Montaj hatları oluşturma; Bu hususlarda yapılmış olan parçalar ana şirketten
çıkmış, şube şirkette monte ediliyor. ÇUŞ’ler ev sahipliği yapan ülkenin ucuz iş
gücünden yararlanmak, ithalat engellerini aşmak, üçüncü dünya tüketim pazarına
ulaşmak vs. amacıyla, ev sahipliği yapan ülkede montaj hatları yapmaktadır.
g- Dolaysız olarak ya da başka şirketlerin katılımıyla üretim fabrikaları kurma; Bu
biçimde ÇUŞ ev sahipliği yapan ülkede sabit sermayelerinden dolayı bir ekonomik güce
çevrilip karşılığında ev sahipliği yapan ülkenin değişimleri karşısında duyarlılıkları
çoğalarak böylece hasar görme ve risk oranları artmaktadır.
ÇUŞ’ler üretim tesisleri ve fabrikaları yapma hususunda aşağıdaki değişik
yöntemlerden yararlanırlar(Mojtahedi,2003,s. 98);
1- Paralel gelişim
Bu hususta şirket ev sahipliği yapan ülkede malın benzerini yapmakla ana şirketin
markasından yararlanmaktadır. Örneğin Wolks Vagon şirketi Brezilya'da otomobil
üretimine başlayarak yerel bir marka adını kullanmaya başlar.
2- Dikey gelişim
Bu biçimde bir ürünün parçaları ev sahipliği yapan ülkede yapılarak. Örneğin
otomobil sanayiinde daha pahalı iş gücü gerektiren parçaların yapımı, iş gücü daha ucuz
olan GOU’de yapılır.
3- Tümleşik Geliştirme
47
Bu tür geliştirme metodunda ÇUŞ’ler değişik faaliyet yapan geniş çapta
kuruluşlar kurmakla çalışmaktalar. Örneğin petrokimya endüstrisinde olduğu gibi.
Amerikan şirketleri genellikle paralel gelişim metodundan yararlanmışlardır. Oysa
ki Japonya ve İngiltere şirketleri, ev sahipliği yapan ülkelerde dikey gelişim
stratejisinden yararlanmışlardır. Ve böylece GOU’lerin ucuz iş gücünden yararlanarak
önemli malların üretimini kolaylıkla sağlamışlardır. Bu gibi durumlarda, çok uluslu
şirketlerin şubelerinin birbirleriyle olan ilişkileri olağanüstü bir önem taşımaktadır.
Çünkü her şirket ev sahipliği yapan ülkenin özel avantajlarından yararlanarak, üretimin
değişik aşamalarında ürünü daha ucuz fiyatla üretmeyi başarır ve böylece toplamda
üretim masrafları azalarak kar oranının artmasını sağlamaktadır. Çok uluslu şirketler
fazla kar edebilmek amacıyla ev sahipliği yapan ülkenin dışında bulunmaktalar. Yurt
dışı
faaliyetlerin
kar
oranının
daha
fazla
olduğunun
nedenlerini
şöyle
sıralayabiliriz(Farjadi,1989,s. 169);
1- Ev sahipliği yapan ülkelerde, üretim masrafları ana ülkeden azdır. Onun
nedeni de doğal kaynakların bulunmasıdır.
2- Yerel şirketlerle rekabet edemedikleri için, ÇUŞ’ler eski ve kullanışsız
teknolojiyi ev sahipliği yapan ülkelere aktararak bu alanda tasarruf sağlaya bilmekteler.
3- Reklam, taşıma vs. yan masraflar genellikle GOÜ’lerde endüstriyel Batı
ülkelerine göre daha azdır ve devletler de genellikle bu gibi ülkelerde ekonomik
faaliyetlere sübvansyon sağlamaktalar..
4- ÇUŞ’ler, değişik şubeler arası ticaretten yararlanarak büyük oranda kar elde
etmekteler. Çünkü her şube diğer şubenin mallarının alıcısı ve o şubenin istediği
malların satıcısı olarak özel indirimden yararlanmaktadır.
5- Üçüncü dünyanın ÇUŞ’lere olan ihtiyaçlarından dolayı, bu şirketler devletleri
vergileri azaltma konusunda zorlayarak bazen de vergiden kendilerini muaf ede
bilmekteler. Oysa ki ana ülkede bu gibi avantajlardan yoksundurlar.
6- Üçüncü dünyanın tüketim pazarında yerel şirketlerin rekabet gücünün az
olduğuna göre tekellik yapmak oldukça kolaydır. Oysa ki ana ülkelerde tekelliğe karşı
çıkarılmış olan kanunlar bu işi yasaklamaktadır.
48
ÇUŞ’ler, ileri teknoloji, yüklü sermaye, yönetim gücü, uzman iş gücü gibi
üstünlüklerinin sayesinde kaliteli ve ucuz mallar üreterek, reklamcılık, mal çeşitliliği,
saygın markalardan ve iyi ambalaj gibi özelliklerden yararlanarak iç üreticilirini gittikçe
rakabet edemez duruma düşürmekteler. Yerel üretici, rakabet edebilecek durumda olsa
bile bu kez “damping” isimli daha etkin bir yönteme baş vurmakla kısa sürede yerel
şirketlerin rakabet gücünü ortadan kaldırmaya teşebbüs edebilmekteler. “Damping”,
malı kurtulmuş fiyatından ucuz fiyata piyasaya sürmeye denir. ÇUŞ’ler, dampigden
yaptıkları zararı gelişmiş ülke piyasalarındaki karlarından karşılayarak yerel rakibi
sahneyi terk etmeğe zorlandıktan sonra tekrar mal fiyatlarına zam getirmekle eski
zararları karşılaya bilmekteler (Qarebaghiyan, 1994,s. 143).
ÇUŞ’lerle iş birliği yapmanın avantajlarından biri mali kaynaklara ulaşabilmektir.
ÇUŞ’ler, oldukça geniş mali olanaklara maliktirler. Buna göre de kolaylıkla gelişe
bilmekteler. Bu şirketlerin mali kaynakları genellikle aşağıdaki yolların biri ile temin
edilir(Farjadi,1989,s. 170):
a- Ana ülkenin mali kaynakları
ÇUŞ’lerin en temel mali kaynaklarını temin etme yollarından biri ana ülkenin
borsa piyasasında hisse satımı ve ana ülke bankalarından kredi alımıdır.
b- Şirketin bölünmemiş karlarından ve aşınma masraflarını karşılamak amacıyla
ayrılan yüzdeden yararlanma; Normalde, yeni şubelerde kalkınmanın ilk aşamalarında
ÇUŞ’ler, şubelerini kollamak üzere bu kaynaklardan yararlanırlar ve gittikçe bu paralar
şirketlerin kasalarına geri döner. Geri dönen bu paralar da yeniden diğer şubeleri
kollamak amacıyla o şubelere doğru kaya bilir.
c- Ev sahipliği yapan ülkenin mali kaynakları
Çoğu zaman ÇUŞ’ler, ev sahipliği yapan ülkelerde mali kaynaklara yerel
şirketlerden daha kolay ulaşabilmekteler. ÇUŞ’lerin saygınlığı, özel sektörün
sermayelerini kendine doğru çekerek genellikle yerel şirketlerden daha fazla kar ödeye
bilmekteler.
Ev sahipliği yapan ülkenin mali kaynakları devlet yardım ve sübvansiyonlarından,
finans şirketlerine ve bankalara sattığı kredi ve hisselerden elde edilir.
d- GOÜ’nin mali kaynakları:
49
ÇUŞ’ler GOÜ’lerde sermaye pazarına daha kolay bir biçimde ulaşır ve yerel
bankalardan kredi alabilirler. Bazen gelişmiş ve ilerlemiş olan şubeler yeni kurulmuş
olan şubelere geçici olarak mali yardımda bulunurlar.
Son yıllarda ÇUŞ’ler, yeni bir yöntemle başka ülkelerde çalışmaya başlamışlardır.
Bu da, ÇUŞ’lerin yerel şirketlerle iş birliği yapmalarıdır. ÇUŞ’ler, yerel şirketlerle iş
birliği yaptıkları için olası herhangi bir tehlikeden koruna bilirler. Aslında ÇUŞ’lerin
çalışması, ulusal ekonominin bir parçası olarak değerlendirilir ve bu şirketlerin
faaliyetlerine karşı hassasiyetler gittikçe azalmaktadır.
2.4.3. Ev Sahipliği Yapan Devletin Kontrol Politikaları
ÇUŞ’lerin yaptığı yatırımlarının gelişmekte olan ülkelerdeki iktisadi- sosyal
etkilerin tam olarak belirlemesi basit bir iş değildir. Bu ikisinin arasında olan bağımlılık,
bir tarafı tam olarak yenik diğer tarafı ise tam olarak başarılı olan, basit bir oyun gibi
algılanamaz. Gelişmekte olan ülkelerde sık rastlanan şey, iş gücüdür, gerçi bazı
ülkelerin zengin ham madde kaynakları da var, eksik olan teknoloji, yönetim ve bir çok
kon da sermaye ve tüketim piyasasıdır. Bunlar da ÇUŞ’lerin GOÜ’lerne verdiği
şeylerdir. Diğer taraftan ise ÇUŞ’ler kendi karlarının peşindeler ve istatistiklerinde
gösterdiği gibi, bu şirketler, GOÜ’lerden yatırdıkları yatırımdan daha fazlasını
kazanmışlar fakat sermaye çıkışı, üçüncü dünyanın tüm ülkelerinden değildir. Genelde
ÇUŞ’lerin asıl kar kaynağı olanlar, petrol üreten ülkelerdir. Güney Kore, Hong Kong,
Singapur ve Tayvan gibi diğer ülkeler, güvenilir bir teknolojik temeli yaratmayı
başarmışlar. ÇUŞ’lerin, GOÜ’lernin iktisadında bulunması, bu ülkelerin devletlerinin
tedbir ve gözetimini gerektiriyor. Kontrol yasalarının uygulanması, ÇUŞ’lerin kar
aramasını önlediğinin yanı sıra, ülkenin iktisadına da kabul edilebilir bir gelişme
armağan edebilir. GOÜ’lernin çoğunun elinde, ÇUŞ’lerin faaliyetlerinı kontrol edip,
onların
kar
aramasını
kısıtlamak
için,
çeşitli
ekonomik
politikalar
vardir.
(Mojtahedi,2003,s. 91).
Bunlar bu şekilde sıralanmaktadır (Rahnoma, 2009,s. 186):
1- Yabancı şirketlerin temellükünün, devletin harici temellük konusundaki
politikalarını temin edip, ve önemli bir payı dahili yatırımcıya tahsis edecek belirli bir
seviyede sınırlandırmak.
50
2- Yabancı şirketlerin şubelerini, tasarruf ve dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla,
ülkenin içinde üretilen ham maddeyi kullanmaya mecbur etmek.
3- Yabancı şirketlerin şubelerinin ihracatını kontrol edip, bu şubelerin karını
kontrol etmek amacıyla, ihracat pazarları belirlemek.
4- Devletin fiyatlandırmayı kontrol edip, fiyatları piyasadaki fiyatlarla
kıyaslaması.
5- Ev sahipliği yapan ülkeden geri dönen sınırlı kar miktarını belirlemek.
6- Şubeye bonus olarak, yönetim hakkı olarak, değişik hizmetler karşılığında vb
durumlarda ödenen paraların ev sahipliği yapan ülke tarafından kontrol edilmesi.
7- Ülke içindeki sermayenin az olduğu durumlarda, şirketi harici sermayeden
yararlanmaya mecbur etmek.
8- Yabancı şirketleri, yerel müdürleri, yüksek seviyedeki iş pozisyonlarına tayin
etmeye mecbur etmek.
9- Yabancı şirketin ülkede yaratmak zorunda olduğu iş imkan sayısını belirlemek.
Bu vesileyle, devletin işsizliği kaldırmak ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun olan teknolojiyi
temin etmek için olan siyasetleri uygulanır.
10- Şirketi yerel iş gücünü eğitip, teknik becerileri yerel işçilere öğretmeğe
mecbur etmek.
11- İşçilerin yabancı şirketlerin karşısında müzakere gücünün artması ve uygun
bir ücret miktarı elde etmek için, dahili iş gücünü sendika, topluluk ve bu tür kalıplarda
biçimlendirmek.
12- Yabancı şirketlerin şubelerinden vergi almak yoluyla, devletin mali gelirini
artırmak üzere, münasip mali siyasetlerin uygulanması (Verimli siyasi vergi, yabancı
yatırımcıyı idari bölümlerde yatırım yapmak üzere teşvik etmek için önceliklidir. Bu
amaçla, üretim dışında olan ve hizmet sektörlerine ağır maliyetler uygulanır, dolayısıyla
yabancı şirketler diğer sektörlerde yatırım yapmaktansa, üretken ve önemli bölümlerde
yatırım yapmayı tercih ediyorlar.
13- Dahili müesseselerin rekabet edebileceği güvencesini temin etmek üzere,
tekele karşı siyasetler uygulamak.
51
14- İş fırsatı yaratıp, sermaye çıkışını önlemek amacıyla, şirketleri dahili hizmet
veren sistemlerden yararlanmaya mecbur etmek.
15- Yabancı şirketleri, ülkede araştırma ve geliştirme merkezleri kurup, gelecek
aşamalarda bağımsızlığa kavuşmak amacıyla dahili gücü artırmak.
16- Şirketleri çevre standartları ve sosyal güvence kanunlarına uymaya mecbur
etmek.
17- Ülkeye uygun teknoloji girmesi için şiddetli kontrol uygulamak (iş gücü az
olup, sermayesi çok olan ülkeler için, sermayeye ihtiyacı olan teknoloji, iş gücü çok
oplup da sermayesi az olan ülkeler için ise, iş gücüne ihtiyacı olan teknoloji).
18- Uluslararası müesseseler, örneğin uluslararası ticaret odası, ekonomik işbirliği
ve kalkınma teşkilatı, serbest ticaret sendikaları konfederasyonu ve uluslararası ticaret
örgütü yardımıyla, ülkeye giren teknolojinin fiyatının devlet tarafından kontrol edilmesi.
19- Şirketleri ülke içindeki üretim zincirini tamamlamaya mecbur edip, emtia
üretiminde bağımlı olmamak için sermayesel sanayi oluşturarak uygun ortam yaratmak .
Uygun kontrol politikaların uygulanması, ÇUŞ’lerin kar aramasını kısıtlayıp, milli
iktisadı, teknolojik olmak ve kısa sürede ekonomik gelişme elde etmek için bağımsız bir
ortam yaratmaya götürür. GOÜ’lernin çoğunda, yabancı şirketlerin çalışması için uygun
ortam yaratmak kendi başına iktisadi gelişme sayılmaması, belki bu şirketlerin
faaliyetleri, ülkenin ekonomik büyüme ve gelişmesi için amaç değil de bir araç olması
konusu dikkate alınmamıştır. GOÜ’lerdeki büyük ekonomik sorunlar, ÇUŞ’lerin
faaliyetleri ve dahili kredilerden yararlanmanın, kısa bir sürede sosyal sorunları
giderebilecek olması için, devletlerin asıl amaca dönüşmesine sebep olmuştur, ve
GOÜ’lernin çoğu, ÇUŞ’lerin olumsuz etkilerini dikkate almaksızın, yabancı şirketlerin
çalışmasını, ülkelerinde şiddetlendirmek için, bir sürü teşvigi siyaset uygulamaya
kalkışmışlar. Halbuki, ÇUŞ’leri, GOÜ’lerni teknolojik yapmakta başarıya ulaşırsa, milli
iktisada ait olan şey, yabancı imkanlara bağımlı olan ve uluslararası ilişkiler ve
piyasalardaki en küçük sarsılmayla büyük hasarlar gören bir gelişmedir, ve bu tür
gelişme uzun sürede gelişmeyi önleyen bir faktöre dönüşecektir.
Diğer taraftan, gelişmekte olan ülkelerin bir çoğu ise, yalnızca ÇUŞ’lerin olumsuz
etkilerini dikkate alıp, bu şirketlerin GOÜ’lerde olan olumlu etkilerini görmemişler,
52
dolayısıyla da ülkelerinde bu tür şirketlerin çalışmasını önlemişler. Halbuki şayet uygun
siyasetler uygulanırsa, olumsuz etkileri ortadan kaldırarak, yabancı şirketler ile işbirliği
yapmak vesilesiyle yeni imkanlar elde edilebilir (Nahavandi, 1989,s. 108).
Bu bölümün nihai sonucu olarak, şöyle söyleyebiliriz ki, GOÜ’ler eğer
teknolojide hızlı bir gelişmeye taliplerse, ÇUŞ’leri çalışmaya teşvik edebilirler, fakat
olumsuz etkileri azaltmak için kontrol siyasetlerini uygulamak zorundalar. Böylece
şirketlerin kar arama isteğini kontrol altına almalarının yanısıra, olumsuz etkiler elimine
edilip, ülke ekonomik gelişme elde eder.
53
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKE
EKONOMİLERİNDEKİ ETKİLERİ
ÇUŞ’lerin ekonomik etkilerinin tam olarak tahmin etmesi çok zor bir iştir zira
değişik iktisadi bölümler ve değişik ülkelerde bu etkiler farklı, bazen zıt bile olmuştur.
Bu bölümde nu etkilerin bir kısmını incelemeye çalışılmıştır. Genel olarak, ön
yargılardan uzak olarak pozitif ve negatif etkilerin bir arada incelenmesine
azmedilmiştir.
Bu bölümün ilk kısmında ÇUŞ’lerin GOÜ’lernin ekonomisine olan etkiler göz
önünde bulundurulmuştur ki onlardan iktisadi büyüme ve GSYİH nin artması, üretim
sanayiindeki üretim artışı ve bu ülkeler tarafından mal ihracatı için yeni piyasaları
bulmayı sayabiliriz. Bölümün ikinci kısmında ise, ÇUŞ’lerin GOÜ’lernin ekonomisine
olan etkiler göz önünde bulundurulmuştur ki, uygun teknolojiden yararlanmamak,
dolayısıyla da GOÜ’lernin çalışkan iş gücünde meydana gelen işsizlik oranının artması,
farklı şekillerde oluşan ekonomik bağımlılığı, para sisteminde ortaya çıkan bozukluklar
ve inflasyon oluşması, sermaye karının çıkışı ve ÇUŞ’lerin rekabeti önleyen
etkilerinden ibarettir.
Son olarak da bir kısım devletlerin kontrol politikalarına odaklanmıştır. Bu
siyasetleri birer birer incelemek için ayrı ayrı makaleler yazmaya ihtiyaç olduğundan
dolayı, bu konulara burada geçici olarak bakılıp, sadece başlıklarını kaydetmeye iktifa
edilmiştir.
Genel olarak ev sahibi ülkelerin, ÇUŞ’ler ile yaptığı işbirliğinden olan amaçları
bunlardan ibarettir (Farjadi,1989,s. 165):
1- Ülkede olmayan ileri teknolojiyi elde edip, modern bilgilerle tanışmak.
2- Harici dolaysız yatırım yapma ortamını müsait yapmak tevessütüyle, harici
mali kaynaklar elde etmek.
3- Deneyimli ve verimli işletme ve uzman iş gücü elde etmek.
4- ÇUŞ’lerin, ihracat ve yeni piyasalar bulmak konusunda olan imkânlarından
yararlanmak .
54
ÇUŞ’lerin başka ülkelerde yaptığı iktisadi çalışmalardan amacı ise, ana ülkenin
dışında daha çok kar elde etmektir. Bu iki konuyu aynı anda elde etmek mümkün mü?
Birçok ekonomist, GOÜ’lernin ÇUŞ’lerle olan ilişkilerinde, aşağıdaki dört varsayımın
olduğuna inanıyorlar (Rahnoma,2009, s.170).
a- ÇUŞ’ kendi karını maksimum yapmak peşindedir ve bunun için her türlü koz
kullanmaya hazırdır. Bu durumda ev sahipliği yapan ülkenin milli menfaatleri tehlikeye
atılıp, ÇUŞ’in karı, ana ülkenin zararı pahasına temin edilir.
b- Ev sahipliği yapan ülke, kontrol politikalarıyla ÇUŞ’in kar miktarını
sınırlandırıp, şirkete baskı yaparak onu, kendi teknolojik, işletmecilik, sermaye ve
piyasa bulma konusunda olan imkanlarının milli iktisat uğruna sarf etmeye mecbur
ediyor, halbuki şirkete uygun bir kar garanti edilmiyor. Bu durumda ÇUŞ’ kendi kar
oranından şikâyetçi olup, başka ülkelerde daha uygun fırsat ve daha iyi kar elde etmek
umuduyla, ev sahipliği yapan ülkede çalışmasını durdurup, kendi tesislerini başka bir
ülkeye aktarıyor.
c- ÇUŞ’ kendi karını maksimum etmek, ev sahipliği yapan devlet ise kendi
menfaatlerini korumak peşindedir. Mevcut çekişmede iki tarafın ortaklığı bir sonuca
varmayıp, sonuçta da iki tarafın da mağdur olduğundan dolayı şirketin faaliyetleri
durdurulur ve her iki taraf, imkanlarının bir kısmını elden veriyor.
d- Ev sahipliği yapan ülkenin menfaatlarını da göz önünde bulundurarak, şirket
makul bir kar peşindedir. Ev sahipliği yapan devlet ise uygun teşvik ve kontrol
siyasetler uygulayarak, ortamı ÇUŞ’in çalısması için müsait yapıyor, aynı zamanda da
şirketin kar oranını makbul bir seviyede kontrol ediyor, bu halde her iki tarafta kar
ediyor. Milli iktisat daha önce elde etmeye imkâna olmayan yeni imkanlar bulur, şirket
nise makul imkanlar elde ediyor. Tüm bu durumlarda ÇUŞ’in çalışmaları, ev sahipliği
yapan ülkenin iktisadında olumlu ve olumsuz etkiler bırakıyor.
3.1. SERMAYE TEMİNİ
Günümüzde ülkeler arasında geliştirilen iktisadi ilişkiler,
İngiltere’de başlayıp,
Batı Avrupa ülkelerinde gelişen sanayi devrimi sırasında ortaya çıkmıştır (Serin, 1981,
s.5). Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki dönemde sermaye, tabii kaynaklar ve nüfusa
oranla az olduğu alanlardan daha yoğun olduğu alanlara akmıştır. Buakım19.yüzyılda
55
maksimum seviyeye ulaşmıştır. Bin sekiz yüzlü yılarda İngiltere’nin, sömürgelerde
yaptığı yatırımlar, yabancı sermaye yatırımlarının başlangıcını temsil ettiği ifade
edilmektedir (Akdiş, 2001, s.254). Endüstri devriminin bir sonucu olarak, özellikle
batının sanayileşen ülkelerindeki hızlı sermaye birikimi, büyük şirketleri bu sermaye
denen fazla karı sağlayacak yatırım alanlarını aramaya yöneltmiştir. Bu yatırım alanları
ise, Avrupa endüstrisinin ihtiyacı olan ham maddeleri sağlayacak, doğal kaynak ve ucuz
işgücüne sahip dönemin sömürgeleri ve bağımsız az gelişmiş ülkeleri olmuştur (Alpar,
2001, s. 3).
1914'ten sonra uluslar arası sermaye hareketlerinin endüstriyel dağılımında ve
yapısında önemli değişiklikler olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte yabancı
sermaye yatırımları konusunda, ortaya yeni bir lider ülke çıkmış; artık ABD birincil
borç veren, Avrupa ise ana borç veren durumundan ana borçlu durumuna dönüşmüştür
(Görgün, 2004, s.17). Ancak 1929–30 Dünya Ekonomik Krizi yabancı sermaye
yatırımları için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Daha önce yabancı sermaye
yatırımı yapan ülkeler bu yatırımlarını tasfiye etmeye yönelmişlerdir (Uras, 1979, s. 31).
İkinci dünya Savaşı’ndan sonra bu alanda önemli siyasal ve ekonomik değişimler
meydana gelmiştir. Savaş'tan önceki yıllarda yabancı sermaye yatırımları daha çok
portföy yatırımları gibi dolaylı yatırımlardı. Savaştan sonra DYY'ler daha çok önem
kazanmaya başlamıştır. Bu gelişmede en büyük etken, 1950'li yıllardan sonra dünya
ekonomisinde giderek çok etkin bir yapıya gelen ve önemli bir ekonomik güç ifade eden
ÇUŞ’lerin (ÇUŞ) ortaya çıkması olmuştur (Görgün, 2004, s.17).
İkinci Dünya Savaşından sonra gelişmekte olan ülkelerin kalkınma çabaları
artmıştır. Bu ülkeler sanayileşmiş ülkelere hammadde sağlayıp çeşitli sanayi ürünleri ve
sermaye malları ithal eder durumdan kurtulmanın yollarını aramaya başlamışlardır. İşte
yabancı sermaye yatırımları,
ihtiyaç içindeki gelişmekte olan ülkelerde, teşebbüs
yeteneği, teknoloji, yönetim bilgisi ve pazarlama gibi sermaye kaynaklarının potansiyel
bir kaynağı olarak kabul edilmiştir. GOÜ’ler, sadece asgari düzenlemeler değil, çeşitli
teşviklerle yabancı sermayeleri cezp edecek girişimleri dikkat çekmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerin yabancı sermayeye olan bu yaklaşımları ve1960’lardan
sonra değişen dünya şartları, bu ülkelerdeki yabancı sermaye yatırımlarının miktarını
arttırmıştır. 1960 yılı itibariyle gelişmekte olan ülkelerdeki yabancı sermaye miktarı 2
56
milyar dolar iken, 1982 yılında 10 milyar dolara yükselmiştir (Akdiş,2001,s.244).
Gelişmekte olan ülkelere yönelen doğrudan sermaye yatırımı stokunun payı, 1990’da %
20,6’dan 1996’da % 30,2’ye yükselerek artarken; aynı dönemde gelişmiş ülkelerden
dışarıya akan tutunmuş sermaye birikimi (GFCF) oranı%3,2’den%8,7’yeyükselmiştir
(UNCTAD, 1998). DYY’lar, ülke ayrımı yapmaksızın, bu gün dünyanın her tarafına
yayılmıştır. Doğal olarak her ülke yabancı sermaye yatırımlarından farklı oranda pay
almaktadır.
ÇUŞ’ler kendi uluslar arası faaliyetlerinin hacmine göre birçok kaynağa ulaşabilir.
Bazı durumlarda yabancı şirketler üçüncü dünya iç birikimler seferberliği konusunda ise
milli bölümlere göre daha çok başarıya ulaşılmıştır. Yabancı şirketler daha çok kar
vermek vesilesiyle milli şirketlerin ortaklığı için daha iyi bir ortam yaratıyor. Bu
mesele, üretim bölümlerde olan sermayelerin yabancı şirketlere cezb olduğu halde milli
iktisada zarar yetirir. Bu sermayenin üretim dışında kullanıldığında, yabancı şirketlerin
bu yaptığı sonunda GOÜ’lernin iktisadını güçlendirir.
1980 sonrasında petrol fiyatlarının düşmesi, kredi döngüsünün azalması kullanılan
kredilerin etkin ve verimli yatırımlarda kullanılamaması gibi etmenlerle gelişmekte olan
ülkelerde dış borç yönetiminde sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. Bu duruma paralel
olarak borçlu gelişmekte olan ülkelerin liberal ve özendirici politikalar ile yabancı
sermayeyi hem DYY, hem de portföy yatırımları olarak çekme gayreti içerisine
girmişler.
Neo-liberal iktisadın etkinleşmeye başladığı 1980 sonrasının en önemli özelliği
ise ÇUŞ'ların yabancı sermaye yatırımlarının niteliğini ve niceliğini değiştirmeleridir.
1980'li yıllarda Sovyet Rusya ve Çin gibi sosyalist ülkeler, batılı ülkelerle ortak yatırım
yapmaya başlamışlardır. Batılı ülkelerin sosyalist ülkelerde yatırım yapmalarının
nedenleri, iç pazara dönük üretimden büyük satış imkânlar sağlayarak pazar payını
genişletmekte ve dolaylı olarak ÇUŞ'ların ihracatını artırabilmektedir. 1980'lerdeki neoliberal politikaların baskın bir etki yapması, ulaşım ve iletişimdeki önemli gelişmelerin
yol açtığı dinamikler, DYY akımında önemli artışların yaşanmasına neden olduğu bir
dönem olmuştur.
1990'lı yıllara gelindiğinde ise, Sovyetler Birliği'nin çöküşü ile soğuk savaşın
sona ermesi dünyanın ekonomik sisteminin belirleyiciliği ekonomi politiğine yönelik
57
olmuştur. Kapitalist sistemin gerçekliği temelinde, ekonomik hassasiyetlerin özellikle de
küreselleşme sürecinde ekonomik ve teknolojik dinamiklerinin rekabet üstünlüğü
yaratamamıştır. Bu durum gelişmekte olan ülkeler de siyasal kararların temel
belirleyicisi olmuştur (Görgün, 2004,Ss. 17,23).
Küreselleşme olgusu ilebirlikte1990'lı yılların ortalarından itibaren ÇUŞ'ların
portföy ve doğrudan yatırımlarından ve gelişmiş ülkelerin tasarruf fonlarından pay
alabilmek için gelişmekte olan ülkeler arasında rekabet ortamı doğmuştur. Bu küresel
ticaret ve yatırımın en önemli unsurları ise ÇUŞ'lardır. Dünyada DYY’ler beş yüz binin
üzerinde şirket tarafından gerçekleştirilmektedir. Ancak bunlar içindeki en büyük yüz
ÇUŞ tüm şirketlerin yabancı varlıklarının yaklaşık beşte birini kontrol etmektedirler
(Ildır, 2001, s.16).
Küreselleşmenin etkisi ile artık gelişmekte olan ülkeler arasında, doğrudan
yabancı yatırım temelli gelişme stratejileri, sıradan bir olgudur. Küresel DSY
(doğrudan sermaye yatırımları) akışlarında artışlar olmasının yanında, gelişmekte olan
ülke hükümetleri, yeni teknoloji ve iş organizasyonları ülkelerine çekmek için çeşitli
fırsatlar sağlayarak bu yarışın daha da artmasına neden olmaktadır. Küreselleşen
dünyada, merkez (core) ve çevre (peripheral)ekonomiler arasında, az sayıdaki yatırım
projelerini elde etme yarışında, gelişmekte olan ülke hükümetleri çeşitli teşvik ve
sübvansiyonlarla yatırımcıları cezp etmeye çalışmaktadır. Yatırımcılar açısında hangi
ülkede daha fazla avantaj varsa; yatırımlar, o ülkeye kaymaktadır. Çünkü bu tür
rekabetlerin, ülkelere net fayda sağlama potansiyeli bulunmaktadır (Dunning ve Narula,
2002, s. 142).
Finansal küreselleşmenin hızlanması ve özellikle 1990'lı yıllardan sonra uluslararası
sermayenin dünya ölçeğinde serbestçe dolaşma imkânını bulmasıyla, dünyada ekonomik
krizlerinin arttığı gözlenmektedir. Dolayısıyla uluslararası sermaye hareketlerinin
artmasıyla ekonomik krizler arasında çok yakın bir korelâsyon bulunmaktadır.
Sermaye hareketleri doğrudan yatırım ve portföy yatırımı olmak üzere iki şekilde
meydana gelmektedir. Doğrudan yabancı yatırım, sabit sermaye yatırımı adı altında,
sermayenin kaynak ülkeden yatırıma ev sahipliği yapacak ülkedeki şirket hisselerinin
uluslararası yatırımcılar tarafından en az %10'unun alınması şeklinde kendini gösterir.
Sabit sermaye yatırımlarına ek olarak doğrudan yatırımın ülkelere girişi; şirket birleşmesi
58
ya da devri, özelleştirme uygulamaları, ortak girişim, stratejik ortaklık yada devam eden
faaliyetlerin genişletilmesi ile de mümkündür. Doğrudan yabancı yatırımların dışında
ortaya çıkan ve tahvil yada hisse senedine doğrudan yatırım şeklinde gerçekleşmeyen,
mobilitesi oldukça yüksek olan yatırımlar ise portföy yatırımı içine girer ve uluslararası
hukuk ve ilgili ülke hukuku çerçevesinde örgütlenmiş piyasalarda işlem görürler. Bununla
birlikte, IMF, opsiyonlar gibi türev ürünleri dolaylı yatırımlar grubuna dâhil etmektedir
(Erdoğan, 2006,s. 6).
Aslında
finansal
krizlere
neden
olan,
sermaye
hareketlerinin
portföy
yatırımlarıdır. Sıcak para diye de bilinen bu sermaye hareketleri başlangıçta girdiği ülke
refahını artırmaktadır. Daha sonra ülke ekonomisinin kırılganlığına paralel olarak ani
çıkışlar yaparak, ülke ekonomisinin çok kötü bir duruma sürüklenmesine neden
olmaktadır. Finansal kriz yaşayan ülkelere bakıldığında kriz öncesi dönemde bu
ülkelerde genellikle ithalat patlaması
yaşandığı
ve dış
açıkların
büyüdüğü
görülmektedir. Kısa vadeli sermaye hareketlerine ihtiyaç duyan bu tür ülkelerde, Cari
işlemler açığının milli gelir içindeki payının % 4'ü aşması risk olarak ifade edilmektedir.
Meksika, Asya ve Türkiye krizlerinde de bu oran %4'ün üzerine çıktığı görülmüştür.
Dolayısıyla kısa vadeli borç stokunun resmi döviz rezervlerine oranının %1'den fazla
olduğu durumlarda da kriz olasılığı yükselmektedir (Erdoğan, 2006,s. 6).
Doğrudan veya Dolaylı Yabancı Sermaye Yatırımlarında ÇUŞ’ların payının büyük
olması olası küresel etkilerde sürekli yön değiştirme eğilimine girebilirler. Tabiatı itibariye
çıkar beklentisi ile bu şirketler olası hareketlenmeler durumunda beklentilerine yönelik
etkisini gösterecektir. Bu durumda ev sahibi ülke ile bağı ne kadar sıkı olursa olsun
kendisini hareketlenmelerden uzak tutamayacak ve yer değiştirme ihtiyacı içerisine
girecektir.
3.2. TEKNOLOJİ TRANSFERİ
Kalkınmanın bir unsuru görülen teknoloji geniş anlamda; insan ve doğa, insan ve
insan hakkındaki bilimsel bilgilerin belli amaçları gerçekleştirmek üzere oluşturulan
tüm amaçlarını kapsamaktadır. Böylece teknolojinin işlevi, insanların mevcut
yeteneklerinden en iyi tarzda yararlanmak ve mevcut olmayan yetenekleri ve bazı
yetersizlikleri ikame ederek, insanı, iktisadi unsurlar arasında egemen güç haline
59
etirmektir (Akdiş, 2001,s.253).
Doğrudan yabancı yatırımlar ile yenidünya düzeninde ulus ötesi şirketlerin
mülkiyet avantajları da değişmektedir. Lojistik ve pazar talepleri ile uyumlu hızlı
buluşlar ve yeni teknolojilerin yayılması eskiye göre daha önemli hale gelmiştir.
Bundan dolayı, ulus ötesi şirketler, buluşlar ve teknik değişiklikleri daha iyi
yönetebilmek için, sunucular, alıcılar ve rakipler ile ilişkilerini değiştirmek
durumundadır. Bunu gerçekleştirmek için de bilim, teknoloji, bilgi kurumları ile daha
yakın ilişki içinde bulunmaları gerektiğine inanmaktadırlar. Ulus ötesi şirketler,
teknolojinin ve ustalığın değişik ülkelere yayılmasını sağlamak için, sürekli yatırımları
davet eden yeni bölgelere girmektedirler (DPT, 2000b,s. 3).
Teknolojik ilerleme ve gelişme, önemli oranda araştırma ve geliştirme
harcamalarını gerektirmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise sermaye birikimi az
olduğundan teknolojik gelişmenin hızı da yavaş olur. Bu durumlarda ise devletlere
büyük görevler düşmektedir. Devletler sermayenin yönlendirilmesinde ve verdiği
teşviklerle teknolojik gelişmesine katkıda bulunurlar (Göbenez,2006,s.175). Böylece
teknolojik yenilikler maliyetler düşürülmüş olarak çok uluslu ve uluslar ötesi şirketler
tarafından yapılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin ileri sanayi ülkeleri ve ÇUŞ’lerin
elinde olan bu teknolojik avantajı ülkelerine çeke bilmenin iki yolu kullanmaktadırlar
(Karluk, 2003,s. 34).
 Teknik bilginin lisans anlaşmaları, teknik yayımlar, ticaret resmi teknik yardım
programları ve diğer haberleşme araçları.
 Özellikle yabancı sermayeli şirketler tarafından gerçekleştirilen doğrudan
yatırımlar sayesinde yatırım yapılan ülkeye yeniliğin bizzat şirket tarafından getirilmesi.
Birinci yolla teknoloji ithali ülkelere daha pahalıya mal olmakta, geçmişte
ülkelerin bu şekilde dışarıya ödedikleri meblağ 1,5 milyar dolara ulaşmış ve bu ülkelere
giden yabancı sermayenin yarısından fazlasını oluşturmuş bulunmaktadır. Bu durumda
ciddi yabancı sermaye yatırımları ileri teknolojinin transferi konusunda önemli bir kanal
olarak ortaya çıkmaktadır. Yeni üretim konularında, ekonomik büyüklükte sanayi
yatırımlarının gerçekleştirilmesi ve üretimlerinin sürdürülmesinde, dünya ülkelerinde
mevcut en ileri teknolojinin transferi ve teknolojik gelişmelerin sürekli olarak
uygulanması ve ülkeye aktarılmasında yabancı sermaye olanaklarından geniş ölçüde
60
yararlanmak mümkündür (Karluk, 2003,Ss.35, 51).
Teknoloji transferinde yabancı sermaye yatırımları ile çok uluslu şirketlerin iyi
niyetli davranmayacağına dair çeşitli eleştiriler de bulunmaktadır. Yabancı sermaye
yatırımlarının gittikleri ülkelere geri teknolojilerini götürdüğü ve ÇUŞ’ler aracılığı ile
teknolojinin transfer edilemeyeceği, söylenmesine rağmen bu transferin ve teknolojik
gelişmenin gelişmekte olan ülkelerce nasıl elde edile bileceği konusunda tutarlı öneriler
getirilememektedir (Akdiş, 2001, s.261). Genelde yabancı sermayeli şirketlerin
uluslararasında yeni teknolojilerin yayılmasına katkıda bulunduğu, üretimin gerektirdiği
teknolojiyi, üretim yaptıkları ülkeye getirmek zorunda oldukları belirtilmektedir
(Karluk, 2003, s.37). Ancak bu konuda yabancı sermaye yatırımlarının yapıldığı ülke
idarecilerinin deaktif ve basiretli bir tutum izlemelerini gerekli kılmaktadır.
Yatırım yapan yabancı sermayeli kuruluşlar, teknik bilgi ile birlikte çoğunlukla
yönetici ve üst seviyede teknisyen niteliğindeki personellide yatırım yapılan ülkeye
getirmektedir (Akdiş, 2001,s.263). Gelişmekte olan ülke açısından yabancı sermayenin
esas katkısı bu noktada olmaktadır. Bu ülkelerdeki müteşebbisler, yapmayı bilmedikleri
bazı şeyleri onlarla beraber iş yaparak onlardan öğrenme imkânı bulmaktadır
(Gönensoy, 1982,s.25).
Ayrıca yabancı sermaye bankacılık, ihracat, üretim ve teknoloji konusundaki
yönetim ve işletmecilik bilgisini de yaygınlaştırmaktadır. Çünkü sadece teknolojinin
transferi yeterli olmamakta, bu teknolojinin ülke şartlarına adaptasyonu ve uygulanacak
teknik ve idari kadronun yetiştirilmesi de önem taşımaktadır. Yabancı sermayenin bu
konuda da yardımları olmaktadır (Akdiş, 2001,s.263). Yabancı Sermayeli girişimciler
çoğu zaman teknoloji transferi yanında, üretim teknikleri, yönetim ve işletmecilik
teknikleri getirerek yerel girişimcilerin öğrenmesini sağlayarak iş kültürü transferine de
öncülük ederek rehber bir pozisyona girmektedir.
Teknoloji ve fen bilimi mutlaka GOÜ’lernin gelişiminde çok önemlidir.
GOÜ’lerne teknoloji aktarımının asıl sorunlarından birisi, GOÜ’lerne teknoloji ve fen
bilimi almak için belirli bir piyasanın olmaması ve teknolojiye yalnızca ÇUŞ’lerle
ortaklık etme vesilesiyle ulaşılabilmesidir. Bu yüzden de, teknolojiyi elde edebilmek
için ÇUŞ’lerle ortak olmaktan başka bir yol kalmıyor. Diğer taraftan, yabancı şirketler
aracılığıyla aktarılan teknolojiye kıymet belirlemek çok zordur, bu mesele ise ÇUŞ’lere,
61
suiistimal yapmak için iyi bir ortam yaratmıştır böyle ki, ücret, kar, imtiyaz hakkı vb
konular için çok yüksek rakamlar tayin ediyorlar.
Aktarılmış olan teknoloji ile ev sahipliği yapan ülkenin ihtiyaçlarının uyum içinde
olması da çok önem taşımaktadır. Uygun olmayan teknolojinin aktarılması takdirde,
uzun zamanda milli iktisadın zarar görme riski vardır, bu yüzden de teknoloji
uyumluluğu GOÜ’lernin dikkatle kontrol etmesi gereken konulardan biridir.
3.3. UZMAN İŞ GÜCÜ VE YÖNETİM TECRÜBESİ
ÇUŞ’lerin temin ettiği işletme ve uzman iş gücünden yararlanmak birçok
durumda ev sahipliği yapan ülkenin iktisadının önemli karlar elde etmesine yol açıyor.
Diğer taraftan ise yerel iş gücü ve yöneticilerin eğitmesi, diğer bölümlerin gelecekte bu
kişilerden yararlanması ve toplumun tüm iktisadi faaliyetlerinin daha çok gelişmeye
doğru hareket etmesini sağlar. Bazen ÇUŞ’ler yabancı iş gücü ve yöneticilerden
yararlanıp, yerel kişilerin eğitmesi konusunda önemli bir hareket yapmıyor. Bu
durumda devletin kontrolü ve onun ÇUŞ’lere, yerel uzman kişiler yetiştirmesi
konusunda baskı yapması önemlidir. (Rahnoma,2009,s.175).
Üretim amillerinin GOÜ’lerne aktarılması, üretim sanayindeki üretimin
artırılmasına sebep olur. Genelde yabancı kaynaklardan yararlanan ülkelerin üretim
hacmindeki artış daha çoktur. Latin Amerika ülkelerinden Brezilya, Meksika, Peru,
Arjantin, Venezuela, Kolombiya ve Şili, Asya ülkelerinden Güney Kore, Hongkong,
Filipin, Endonezya, Hindistan ve Singapur, Afrika ülkelerinden ise Mısır, Elcezayir ve
Kenya üçüncü dünyanın, yetmişli yıllarda, harici sermayelerden dolaysız olarak
yararlanan en önemli ülkelerindendir. (Farjadi,1989 ,s.192).
ÇUŞ’lerin GOÜ’lerde olan önemi bu şekildedir ki, yabancı yatırımı azaltmakla bu
ülkelerin teknolojik üretimlerinde azalır. Bir çok üçüncü dünya ülkesinde, ÇUŞ’lerin
teknolojik ürünleri ile yaptıkları yatırımları doğru orantılılar.
Seksenli yıllarda, Cezayir, Zaire, Kenya, Arjantin, Brezilya ve Şili ülkelerinde
yapılan harici dolaysız yatırım düşüş göstermekte, teknolojik üretim ise düşüş gösterip,
onun yükselen gidişatından azaldı. Bunun aksine, harici dolaysız yatırım Mısır, Güney
Kore, Pakistan, Filipin ve Türkiye gibi ülkelerde artış gösterdi ve bu mevzu, bu
ülkelerde teknolojik üretimin artmasına sebep oldu. Hindistan ve Venezuela gibi bir kaç
62
ülke endüstriyel gelişme modellerini değişip, harici dolaysız yatırım yapmak yerine,
dahili kaynaklar ve banka istikrarına dayanarak hareket etmişler, bu da bu ülkelerin
iktisadi gelişmesine yol açmıştır. (Rahnoma, 2009, s.175,178).
Singapur, Endonezya, Malezya gibi ülkelerde ise, üretimin artışı, harici yatırım ile
doğru orantılı olarak artılıp. Harici dolaysız yatırım artan yıllarda, endüstriyel üretimler
de artmıştır.
3.4. İHRACAT ETKİSİ
GOÜ’lernin hızla endüstriyel olmaları, yetmişli yıllarda, teknoloji, sermaye ve
harici yönetimin yardımıyla, bu tür ülkelerde üretim sanayiinin, ihracat vesilesiyle gelir
elde etmek için uygun bir ortama sahip olmasını sağlamıştır. İhracat, ÇUŞ’lerin,
pazarlama imkanlarından
yararlanarak,
GOÜ’lernin
iktisadında
özel
bir
yer
kazanmıştır., Güney Kore, Hong Kong, Tayvan ve Singapur başta olmak üzere, bazı
GOÜ’lerde ihracat, teknolojik ürünlerin ihracatına doğru eğildi ve teknolojik ihracat
payı Güney Kore ve Hong Kong gibi ülkelerde %90’a vardı.
1970 ile 1981 yılları sırasında bazı GOÜ’lernin teknolojik ihracat payı 20 kattan
fazla artış gösterdi, bu da bir çok üçüncü dünya ülkesinin yıllık ihracatlarını 2 kata
çıkartmış oldukları anlamına geliyor. Endonezya, Güney Kore, Singapur ve Brezilya bu
tür ülkelerden sayılır. Tüm bu ülkelerde, ÇUŞ’lerin yapmış olduğu dolaysız harici
yatırım çok önem taşımakta, ve ihracat sanayiinin önemli bir kısmı bu şirketlerin
iyeliğindedir.
Teknolojik ürünlerin ihracatı GOÜ’lerde seksenli yılların sırasında da devam etti
fakat yetmişli yıllara göre genelliğinden azaldı. Latin Amerika ve Afrika’nın bir çok
ülkesi teknolojik ürünler ihracatında hızlı düşüş yaşadılar, ama Tayvan, Hong Kong,
Güney Kore, Singapur, Malezya, Tayland, Filipin ve Endonezya gibi bir çok Asya
ülkesi teknolojik ürünler ihracatı konusunda büyük başarılar elde ettiler. Bu ülkelerin
endüstriyel ürünlerinin ihracatı genellikle ÇUŞ’lerin pazarlaması sayesinde yapılıp, bu
teknolojik ihracatın batıdaki endüstriyel ülkelerin tüketim piyasasındaki oranı ise
etkileyici bir artış gösterdi. Tayvan ülkesinin ihracatı 2007 yılında 1700 milyon dolar,
2009 yılında ise 32440 milyon dolardı (UNCTAD raporu 2009, 2010). Üretilen ürünleri
63
ihracat payının, toplam ihracata göre artışı önemli bir konu olup, iktisadi büyümenin bir
göstergesidir (Rahnoma, 2009,s.183).
3.5. İSTİHDAM ETKİSİ
GOÜ’ler, doğrudan yabancı sermaye yatırımları aracılığıyla ilave dış sermaye,
yeni teknoloji, know-how, yeni yönetim becerisi, pazarlama katkısı, ihracat, üretim ve
istihdam artışı sağlamayı amaçladığını (Yükseler, 2005,s. 3) ifade etmiştik.
Yabancı sermaye ile birlikte, üst düzey yöneticileri de yatırım yapılan ülkeye
gitmekte, ancak gerekli diğer işgücü yerli kaynaklardan karşılanmaktadır. Az gelişmiş
veya gelişmekte olan ülkelerde büyük bir işsiz potansiyeli bulunmaktadır. Bu açıdan bu
ülkelerde işsizliği giderecek yatırımların kendi kaynakları ile gerçekleştirecek imkânlar
yetersiz olduğundan, yabancı sermaye yatırımları istihdam için elverişli bir durum
oluşturmaktadır. Örneğin, İrlanda’da1960 ve 1982 yılları arasında yapılan yabancı
sermaye yatırımları 82.000 İrlandalıya iş imkânı sağlamıştır (Akdiş, 2001,s.269). Diğer
bir örnek ise, yabancı sermayenin 2003 yılında İngiltere'de yarattığı yeni iş imkânı
39.600 iken, bir önceki yıl buse ayı 25.500'idi (Uçmazbaş ve Cin, 2004).
Doğrudan yabancı yatırım ile GOÜ’leri istihdam olanağı sağladığı zaman içten
dışa iş gücü göçüde önlenmiş olacaktır. Dolayısıyla ülke içinde sorun çözülmüş
olacaktır.
Birçok üçüncü dünya ülkesinde işsizlik ile savaşmak önemli bir amaç haline
gelmiştir ve ülkelerin çoğu kendi iktisatlarına uygun, bir taraftan iktisadi büyüme
amaçlarına ulaştırabilecek, diğer taraftan ise işsizliği kabul edilebilir bir şekilde azalta
bilecek teknolojileri arıyorlar. Diğer taraftan, ÇUŞ’lerin teknolojisi batı ülkelerinin
şartları, yani iş gücünün azlığı ve sermaye çokluğuna göre tasarlanmıştır ve bu tur
teknoloji genelde sermaye tüketicidir. Kar ise, iş gücüne ihtiyacı olan teknolojinin
kullanıldığı zaman, sermayeye ihtiyacı olan teknolojinin kullanıldığına göre daha azdır.
Bu nedenler, sermayeye ihtiyacı olan teknolojinin GOÜ’lerne aktarılıp, sermaye
artmakta olan bir oran ile iş gücünün yerini geçmesine sebep olmuştur. Bundan dolayı,
teknolojik üretime rağmen, ÇUŞ’lerle işbirliği yapan GOÜ’lerde işsizlik oranı artmıştır.
Bunun yanı sıra bazen yabancı şirketler, yabancı iş gücünden yararlanmayı tercih ederek
işsizliğin daha da artmasına neden olmuşlar.
64
Bazı GOÜ’ler uygun teknolojiden yararlanıp, iş fırsatı yaratmak konusunda
başarılı olmuşlar. İşsizliği makul bir seviyede kontrol etmeyi başaran Güney Kore,
Singapur ve Hong Kong bu ülkelerden bir kaç tanesi olarak adlandırılabilirler.
Dolayısıyla devletin, ithal olan teknolojiye uyguladığı kontrol çok önemlidir. Bu
ülkelerde harici yatırımı kullanarak seçilmiş olan teknolojik gelişme modeli, sanayi
bölümlerinde azalıp, hizmet bölümlerinde çoğalmak seklinde olarak iş gücünün
dağılımını ise önemli bir şekilde etkilemiştir.
Bu ülkede hizmet sektörünün günden güne büyümesi, ilk olarak üretim
sektörlerine iş gücü cezp etmek için uygun bir teknolojinin kullanılmaması, ikinci
olarak ise dahili üretim imkanlarının bir kısmının harici üretim imkanlarının
kullanılmasından dolayı durgun kaldığı, sonuçta da üretken olmayan sektörlere
geçtiğinin göstergesidir. GOÜ’lerdeki hizmet sektörlerinin gelişmesinin doğası,
gelişmiş olan ülkelerin hizmet sektörlerinin gelişmesiyle farklıdır çünkü, gelişmiş
ülkelerde hizmet sektörleri genelde, araştırma ve üretim sektörlerinin refahını artıracak,
üretime bağlı bir şekilde çalışıyor halbuki GOÜ’lerdeki hizmet sektörleri yanlış
fonksiyonlar yaparak o ülkenin iktisadi hastalığının göstergelerindendir.
3.6. BAĞIMLILIK ETKİSİ
Kaç uluslu şirketlerin GOÜ’lerde yaptığı faaliyetlerinin olumsuz etkilerinden biri,
yabancı kaynaklar ve piyasalara olan şiddetli bağımlılıktır. Bu da, yatırım yapmak, mali
politika, pazarlama, mülkiyet, iş ve ticaretin temel karlarının o şirketlerin ana ülkesinde
olan asıl şubesi tarafından alınması ve GOÜ’lerdeki yan şubelerin bu konuda önemli bir
rolünün olmamasından kaynaklanıyor. Ülkenin dışına alınan politik kararların
uygulaması, milli iktisadın bir sürü harici parametreye bağımlılığına yol açıyor. Bu
mevzu seksenli yılların başlangıcında, emtia ve sermaye piyasalarında genel değişimler
yaratarak GOÜ’lernin iktisadını bir hayli etkiledi. ÇUŞ’lerin yatırım yapmasında olan
sınırlılıktan dolayı, bazı ülkelerde milli iktisat ağır bir şekilde hasar gördü. Cezayir’de,
harici yatırımların hacminin azalmasının ardından, teknolojik üretim bu ülkede1982 ile
1983 yılları arasında üçte bire düştü, Zaire’de ise 1982 ve 1983 yıllarında, 1980 yılına
göre teknolojik üretim %6 azaldı. Panama’da teknolojik üretim 1984 yılında 1980 yılına
göre %27’den fazla düşüş göstermiştir. (Farjadi, 1989, s. 212).
65
Arjantin’de teknolojik üretim 1980 yılına göre %220’den fazla azalmıştır.
Brezilya’da ise bu düşüş yaklaşık %11miş. Şili 1982 yılında 1982 yılına göre %15,
Kolombiya ise %6 teknolojik üretim düşüşü yaşamış. Singapur, Malezya, Endonezya,
Tunus, Kenya ve Hong Kong ise, yetmişli yıllarının teknolojik üretimde sahip oldukları
artan hızlarını kaybetmişler. İhracat, harici dolaysız yatırım yapmaya teşvik eden
ülkelerde ise, uluslararası emtia ve sermaye piyasaların değiminden etkilenip, , yetmişli
on yıla teknolojik ürünlerin üretiminin sonunda yükselen ihracat, seksenli yıllarda düşüş
gösterdi. Petrol üreten ülkelerde, petrol fiyatının düştüğünden mütevellit, petrol ihracatı
önemli artış göstermiş, doğu Asya’nın yeni teknolojik olan ülkelerinde ise 1984
yılından beri ihracatın düşüşü belirgin etkileri olmuştur. Bu yılda teknolojik ürünlerin
fiyatı düştü ve onun önemli nedenlerinden biri, petrol üreten ülkelerin, petrol fiyatının
düşüşünün ardından kaybettikleri satın alma gücüydü (Rahnoma, 2009,s. 184).
Bü ülkelerin iktisadi bağımlılıklarının bir diğer önemli boyutu ise, banka
kredilerinden yaygın bir şekilde yararlanmaktı. Harici sermayelerden dolaysız olarak
yararlanmakla başlayan iktisadi bağımlılık, gitgide daha büyük boyutlara ulaşıp,
ÇUŞ’lerden sonra, çok uluslu bankaların ayağını da bu ülkelere açmıştır. Banka
kredileri ve ÇUŞ’lerin GOÜ’lerde olan varlığı birbiriyle doğru orantılıdır. GOÜ’lerde,
bankalar ülkelerin ihracattan kazanan gelir görünümü diğerlerinden iyi olsun diye onlara
borç veriyorlar ve ihracat konusunda, gelişmeyi ölçüp, yargılamak için kullanılan
kriterlerinin biribu tür ülkelerde olan ÇUŞ’lerin bulunmasıdır, ki bu şirketlerin sayısı
arttıkça, verildiği borçların miktarıda artıyor. Diğer taraftan, değişmekte olan faiz oranlı
net borç ise, her gün GOÜ’lernin yabancı sermayelere olan bağımlılığını artmaktadır.
Arjantin’de değişmekte olan faiz oranlı net borç, 1978 yılında 0.8milyar dolardan, 1982
yılında 20.5 milyar dolara vardı. Brezilya ile ilgili artış sırasıyla 18.5 ve 45.5,
Meksika’yla ilgili olan ise sırasıyla 19.5 ve 59.3 milyar dolardır (Erno,1986,s.141).
3.7. ENFLASYON ETKİSİ
Büyük miktarda yabancı sermayenin ülkeye girişi, birçok üçüncü dünya ülkesinin
para sistemi temellerinin bozulmasına neden olmuştur. Devletin ihracat konusunda
yapan teşvik siyasetleri ile birlikte, yabancı ÇUŞ’lerin tüketilir ve sermayesel
ürünlerinin tüketiminde olan artış, yabancı dövizlere karşı milli para değerinin şiddetle
66
düşmesine neden olur. Milli para gitgide değerini kaybederek devletin tekrar yabancı
sermayeleri ülkeye getirme çabalarına sebep olarak olumsuz etkilere neden olmaktadır.
Brezilya’da, 1975 ile 1986 yılları arasında milli paranın değeri, ABD doları karşısında
%149000 düşmüş Şili’de ise bu rakam %2408, Kolombiya’da %660, Meksika’da
%7388, Peru’da yüzde 31, Zaire’de %14550, Türkiye’de %5018, Nijerya’da %550,
Endonezya’da %395, Venezuela’da ise %337dir, hâlbuki milli paraların gerçek değeri
bundan çok düşmüş fakat devletler kendi paralarının değerini yapay şekilde sabit
tutmuşlar ve resmi olmayan piyasalarda paranın değeri daha düşük seviyelere inmiştir
(Mojtahedi, 2003,s. 71).
Yabancı
şirketler
tarafından
yapılan
sermayesel
ve
tüketilir
ürünlerin
tüketimindeki artış, para değerinin düşüşüyle birlikte, GOÜ’lerde şiddetli enflasyona
sebep olmuştur. Düzensiz ihracat ise enflasyonun boyutlarını geliştirmiş ve büyük
seviyede endişe edilecek şekillere sokmuştur. Seksenli yılların başında olan emtia ve
sermaye piyasasının değişimi, bu ülkelerin ihracat değerini düşürmüş ve enflasyonun
daha da artmasına neden olmuştur.
3.8. SERMAYE KARININ ÜLKEDEN ÇIKIŞI
Kar elde etmek, ÇUŞ’lerin, GOÜ’lerde hazır bulunduğunun en önemli nedenidir.
Bu kar, bonus, hizmet, yöneticilik, bilgi satışı, usance, ücret vb değişik şekillerde
üçüncü dünyadan çıkıp, genellikle teknolojik ülkelere aktarılıyor. ÇUŞ’lerin
GOÜ’lerdeki kar miktarını hesaplamak zor ve karmaşık bir iştir. Bağımlı şirketin karı,
ana şirketin değişik ödemeleri ve yerel harçlarını çıktıktan sonra kalan bakiyedir.
Transfer fiyatlandırılması olarak adlandırılan yöntem, şirketlerin gerçek karının
hesaplamasını daha da zorlaştırır.
Bu yöntemde, bağımlı şirketlerin ana şirketlerden aldığı hizmet ve emtianın fiyatı,
kukla olarak piyasa fiyatından daha yüksek blarak belirlenir ve ana şirkete bağımlı olan
şirketten veya onun üçüncü bir ülkedeki şubeleri ya da onun bağımlı şirketlerinin
birinden satılmış olan ürün veya hizmetin fiyatı kukla olarak piyasa fiyatından daha
düşük olarak belirlenir. Bu yöntemde karın gerçek miktarı ÇUŞ’in söylediği miktardan
çok daha fazladır, ve bu mevzu ÇUŞ’lerin belirsizlik içinde olduğuna neden olup, bu
şirketlerin gerçek bilgilerini elde etmeyi imkansız bir iş haline getirmiştir.
67
ÇUŞ’lerin GOÜ’lerde yaptığı yatırımın bir diğer boyutu ise, bu şirketlerin
tüketilir sanayiinde yapan yatırımdır. ÇUŞ’ler genelde ağır sanayide yatırım yapmanın
yüksek harçlı olduğu, aynı zamanda geniş ölçekte üretim yapmak ve güvenilir
altyapının olması gereksiniminden dolayı, tüketilir sanayiinde yatırım yapmaktan
sakınırlar. Diğer taraftan ise, bu sanayiin yapısı, sermayenin gri dönüşünü uzun sürede
mümkün yapıyor, karı ise tüketilir sanayiinden daha azdır. Bu faktörlerden oluşan
tahsilat, ÇUŞ’lerin, GOÜ’lern iktisadının üretim zincirini tamamlamak yerine, kendileri
üretim için harici madde ve faktörler ve yabancı sermayesel emtia ithalına ihtiyacı olan
yeni bir iktisat zinciri yaratmaya kalkışıyorlar, bu mevzu ise GOÜ’lernin bağımlılığını
daha da artırıyor.
Olumsuz etkiler ve faktörlerden oluşan bir derleme, ÇUŞ’lerin GOÜ’lernin
devletleri tarafından kontrol edilmesini milli bir zorunluluk haline getirmiştir. Devletler
ise uygun siyasetler uygulayarak, ÇUŞ’lerin faaliyetleri sonucundaki olumsuz etkileri
ayarlayıp, olumlu etkilerinden tüm olarak yararlanmaya çalışırlar.
ÇUŞ’lerin GOÜ’lerde yaptığı yatırımın bir boyutu ucuz iş gücünden yararlanıp,
bu ülkelerin iş gücünü sömürmektir. ÇUŞ’lerin GOÜ’lernin iktisadında yapan
işbirliğinin esas nedenlerinden biri bu ülkelerin ucuz iş gücünden yararlanmaktır, bu
mevzu ise GOÜ’lerde elde edilen kar, gelişmiş ülkelerde elde edilen kardan daha
yüksektir. Bu konunun boyutları doğu Asya’daki yeni teknolojik olmuş ülkelerde daha
belirgindir. Aşağıdaki çizelge milli üretimdeki iş gücü ücretini, , Japonya (ana ülke
olarak) ve doğu Asya’daki bir kaç ev sahipliği yapan ülke arasında, 1984 ve 1987 yılları
aralığında göstermektedir (Rahnoma, 2009, s. 185).
3.9. DİĞER ETKİLER
Doğrudan yatırım bir sermaye transferi olmakla birlikte, aynı zamanda teşebbüs,
teknoloji,
risk taşıma ve organizasyon aktarımı da sağlamakta ve bu sebeple
işletmelerin kuruluş ve teçhizatının finansmanı olarak değerlendirilmektedir. Doğrudan
yatırım bürolundan dolayı, işletmecilik ustalığı ve know-how’ı da beraberinde
getirmekte, ayrıca rekabet faktörünü ülkeye sokmaktadır (Karluk, 2003,s.100). Mal ve
hizmet fiyatlandırmasının amaçlarının en stratejik olanı rekabetçi bir piyasa konumu
oluşturma veya sürdürmedir. ÇUŞ’lerin nihai hedefi küresel bir ekonomide rekabet
68
edebilmektir. Küresel rekabette piyasaya yerleştikten sonra kazanmayı amaçlayan
ÇUŞ’ler, bazı durumlarda düşük fiyatla mal sata bilmektedir (Işık,2005,s. 36).
Yabancı sermayenin olumlu ve olumsuz daha birçok etkilerini sıralamak
mümkündür (Alpar,2001,Ss.85,88). Yabancı sermayeli şirketlerin uluslararası özel
mülkiyete dayanan serbest rekabet düzenini, gittiği ülkede bir temel düzen olarak kabul
edip, yürürlükte bırakılmasını sağlamak için çaba gösterecekleri bunlardan önem
taşıyanı olarak değerlendirmektedir.
Yabancı sermayeye değer yargılı bakmanın
gerisinde yatan sebepte bu olsa gerektir. Ayrıca yabancı sermaye sosyo- kültürel kurum
ve değerleri çağdaş yönde olmak üzere değiştirme gücünü göstermektedir (Akdiş,
2001,s.296).
Yabancı sermaye ile yeni tüketim kültürü yaygınlaşır ve buna bağlı olarak
geleneksel ihtiyaçların dışında yeni ihtiyaç kalemleri meydana gelir. Dolayısıyla yan
üretim ihtiyaçları ve beraberinde istihdam olanakları ortaya çıkar. Olumlu ve olumsuz
etkilerin sayısını çoğaltmak ve bunlara bir takım delillerde bulmak mümkündür. Ancak
mevcut koşullar altında zengin ülkeler ile pek çok fakir ülke arasındaki büyüyen
eşitsizliği yene bilmenin sadece iki yolu vardır. Ya işsizlik ve istihdam durumundaki
gelişmekte olan ülkelerden sanayileşmiş olanlara doğru bir emek hareketi veya
endüstrileşmiş olanlardan gelişmekte olanlara doğru bir sermaye ve işletmecilik
hareketi. Uzun dönemde birinci yaklaşım, endüstrileşmiş ülkelerde bir yabancı
düşmanlığının patlaması sonucunu verecektir. İkinci yaklaşım ise, gelişme niyetindeki
ülke ve toplumların tercihine kalmış bir olgudur. Bu seçeneği iyi değerlendirmek ve
yabancı sermayeden maksimum faydayı sağlamaya çalışmak, için kurumsal yapıyı
oluşturabilecek ve kontrol mekanizmasını sağlayabilecek beşeri ve siyasi iradelerin
sağlanması gerekmektedir.
69
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN GELİŞMEKTE OLAN TÜRKİYE VE İRAN
EKONOMİLERİNİN KALKINMALARINDAKİ ETKİLERİ
4.1. TÜRKİYE EKONOMİSİ ÖZELLİKLERİ
Türkiye, rekabet kurallarının işlediği, özel sektörün ekonomide öncü, kamunun ise
düzenleyici rol oynadığı, liberal dış ticaret politikasının uygulandığı, mal ve hizmetlerin
bireyler ve kurumlar arasında engelsiz olarak el değiştirebildiği bir serbest piyasa
ekonomisidir. Türkiye’de son yıllarda ekonomideki yapısal reformlara büyük önem
verilmektedir. Geçtiğimiz dönemde özelleştirme süreci hızlandırılmış, kamu maliyesine
düzen getirilmiş, ayrıca mali piyasalardan başlamak üzere tarım, sosyal güvenlik, enerji
ve iletişim sektörlerinde önemli reformlar gerçekleştirilmiştir. Son on yılda Türkiye
ekonomisi, Avrupa Birliğine üyelik sürecinin de etkisiyle büyük bir dönüşüm
gerçekleştirmiş ve pek çok alanda yapısal reformlar hayata geçirilmiştir (T. C. Dış İşleri
Bakanlığı, 2013).
Türkiye’nin GSYH’i 2001 yılında % -5.69 oranında küçülmesinin ardından hızlı
bir büyüme süreci içersine girmis ve 2002-2006 döneminde sırasıyla yıllık % 6.16,
%5.26, % 9.36, %8.40 ve % 6.89 oranında büyüme göstermistir. GSYH (gayrisafi
yurtiçi hasıla) büyümesi 2007 yılında % 4.66 oranında gerçekleşirken, 2008 da % 0,65’e
düşmüştür. 2009’da ise GSYH büyüme oranı % -4.82 olarak gerçekleşmiştir. 2010 ve
2011 yıllarında ise sırasıyla % 9,15 ve % 8,77 olarak kaydedilmiştir.
2008’deki Küresel finansal krizin yol açtığı likidite sıkışıklığı ve başta gelişmiş
ülkelerde olmak üzere büyüme hızında tanık olunan keskin düşüş ve daralma Türkiye
ekonomisi üzerinde etkisini sermaye çıkışı, likidite sıkışıklığı ile dış ve iç talep
daralması yoluyla göstermiş ve başta ihracat ağırlıklı sektörler olmak üzere üretim
düzeylerinde önemli gerilemeler meydana gelmiştir. 2009 yılında daha da derinleşen ve
devam eden bu durum 2010 yılından itibaren yüksek bir ölçüde iyileşmeye başlamıştır
(Kepenek, 2010,s.34).
70
Türkiye’nin 2011 yılında Merkezi Yönetim Bütçe giderleri 312.5 milyar TL.,
Bütçe gelirleri ise 279.0 milyar TL. olarak gerçekleşmiş ve Bütçe açığı, hedeflenen
düzeye göre % 5.3 oranında bir daralmayla 33,5 milyar TL. düzeyinde kalmıştır. 2011
yılında Faiz Dışı Fazla ise 14,0 milyar TL. olmuştur.
Kamu Borç Stokuna gelince Türkiye’de Merkezi Yönetim dış borç stoku, 2011
yılı üçüncü çeyrek sonu itibarıyla 80.1 milyar ABD $ seviyesinde gerçekleşirken, bunun
46.1 milyar ABD $ tutarındaki kısmı uluslararası finansal piyasalardaki tahvil ihraçları
stokundan oluşmaktadır.
Türkiye’nin dış ticaretine baktığımızda son yıllarda uygulanan komşu ülkeler
başta olmak üzere Orta Doğu, Afrika, Uzakdoğu ve Latin Amerika’ya yönelik bölgesel
ticareti geliştirme stratejileri sayesinde dış ticaretin hacmi, yapısı ve yönelimi değişim
göstermektedir (T. C. Dış İşleri Bakanlığı, 2013).
2012 yılında Türkiye 200’den fazla ülkeye ihracat gerçekleştirmiş ve ticaret hacmi
390 milyar $ yaklaşmış, ihracat ise rekor bir düzeye erişerek 152.6 milyar $ olarak
gerçekleşmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun yüzüncü yılı olan 2023 yılı için
ana hedef ihracatı 500 milyar $, toplam ticaret hacmini ise 1 trilyon $
çıkarmaktır(Kepenek, 2010,s.34). Tablo 4.1’de Türkiye’nin 2011 ve 2012 yılındaki dış
ticaret istatistikleri aşağıda sunulmuştur.
Tablo 4.1. 2011 ve 2012 yıllarında Türkiye Dış Ticareti (Milyon Dolar Olarak)
İhracat
İthalat
Dış Ticaret Hacmi
2011
2012
2011
2012
2011
2012
134,9
152,6
240,8
236,5
375,7
389,1
Kaynak :TÜİK
Türkiye’ye gelen dış yatırımlara dikkat ettiğimizde, son on yılda hayata geçirilen
ekonomik reformlar sayesinde Türkiye’nin daha avantajlı bir konuma geldiği
görülmektedir. Yabancı yatırımcıların Türkiye’de yatırım yapması için uygun yasal
altyapı tesis edilmeye çalışılmıştır. Ticaret ve doğrudan yabancı yatırımlar bakımından
Türkiye’yi benzersiz kılan özellik, Avrupa, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya’ya
71
açılan bir kapı özelliği taşımasıdır. Nitekim İstanbul’dan 4 saatlik uçuşla 50’den fazla
ülkeye ve dünya ekonomisinin dörtte birini oluşturan geniş bir pazara erişim
sağlanabilmektedir. Türkiye bürokratik engellerin büyük ölçüde kaldırılması, vergi
sisteminde iyileştirmelerin sağlanması, kar transferlerinin desteklenmesi ve başarılı
özelleştirme programları sayesinde dünyanın önde gelen yatırım merkezlerinden biri
haline gelmektedir. 2012 Nisan ayında yeni teşvik sisteminin yürürlüğe girmesiyle daha
fazla yabancı yatırım çekilmesi amaçlanmıştır (T. C. Dış İşleri Bakanlığı, 2013).
31 Aralık 2012 tarihi itibariyle 32.146 adet yabancı sermayeli firma Türkiye’de
faaliyette bulunmaktadır. 881 adet yabancı firmanın da Türkiyede irtibat bürosu
mevcuttur. 2012 yılı sonu itibariyle Türkiye’de toplam doğrudan yabancı yatırım
miktarı 130 milyar $ aşmıştır (T. C. Dış İşleri Bakanlığı, 2013).
4.2. İRAN EKONOMİSİ ÖZELLİKLERİ
İran ekonomisi yüksek oranda petrol gelirlerine (İran dünya petrol rezervlerinin %
10’una sahiptir) bağımlı görünmektedir. Devlet, genel olarak ekonominin % 35’ini
doğrudan, % 45’ini ise “bonyad” olarak adlandırılan vakıflar aracılığı ile elinde
tutmaktadır. 2010 yılı içinde, sübvansiyonların aşamalı olarak kaldırılmasına başlanmış,
özelleştirme konusunda önemli adımlar atılmış ve KDV uygulamasına başlanmıştır (T.
C. Dış İşleri Bakanlığı, 2013). Küresel mali ve ekonomik krizin etkisinin giderek
hissedilmesiyle İran ekonomisinde 2009 yılında sadece 1,8 oranında büyüme yaşanırken
ancak 2010 yılında %-0,54 oranında oranında bir darlama gorulmustur(World
Development Indicators database, 2013).
Genel bir bakışla İran ekonomisinde gayri safi yurt içi üretim; Tarım, Sanayi ve
Maden, Hizmetler ve Petrol sektörleri olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır. İran
ekonomisi büyük ölçüde petrol gelirlerine dayanır. İran dünyanın dördüncü büyük
petrol rezervine sahip ülkesidir. Suudi Arabistan'ın 263, Venezuela'nın 211, Kanada'nın
175 milyar varillik rezervi bulunuyor. İran, bu üç ülkeyi 137 milyar varillik rezerviyle
takip etmektedir. İran tek başına dünya petrol piyasasının % 9.3'üne sahip. Petrol İhraç
Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) içindeki payı ise % 12’dir. OPEC'te Suudilerden sonra
ikinci büyük ham petrol üreticisi olan İran'ın günlük petrol üretimi 3.7 milyon varil
olarak küresel petrol üretiminin % 5'ine eşit sayılmaktadır. İran, 2010 yılında günde
72
yaklaşık 2.2 milyon varillik petrol ihraç etmiştir. Petrol ihracatından kazanılan gelir İran
hükümetinin gelirlerinin yarısını oluşturmaktadır. İran'ın toplam ihracatının %80'ini de
petrol ihracatı oluştururken 2010 yılında 81.1 milyar dolarlık petrol ihraç etmiştir. Bu
oran bir önceki yıla göre % 23 artışı ifade etmektedir.Türkiye, Çin, Hindistan ve Güney
Kore İran'dan petrol ithalatını artıran ülkeler arasinda yer almaktadirlar. İtalya ve
İngiltere'ye yapılan ihracat ise ambargo uygulamaları nedeniyle düşüş göstermektedir
(Özcan, 2009,s. 27).
Tarım ve hayvancılık da İran ekonomisinde önemli yer tutar. Tarım gelirlerinin
gayri safi yurtiçi hasıladaki payı yaklaşık % 18'dir. Toplam iş gücünün yaklaşık % 25'i
tarım sektöründe çalışmaktadır. Tarıma elverişli alanlarının üçte bire yakın bir kısmı
suludur. Başlıca tarım ürünleri tahıl, bakliyat, sebze, meyve, pamuk, tütün, hurma,
pirinç, mısır, çay, kenevir, haşhaş, narenciye, şeker kamışı, şeker pancarı ve zeytindir
(Yolcu, 2013).
22 Eylül 1980 tarihinde başlayan ve sekiz yıl süren İran - Irak Savaşı ile ABD'nin
öncülüğünde gerçekleştirilen İran'ı yalnız bırakma çabaları ve ambargolar ülke
ekonomisini olumsuz yönde etkilemistir.ayrica petrol ihracatından kaynaklanan döviz
gelirlerinde yaşanan düşüş nedeniyle petrolün gayri safi yurt içi üretimindeki payı
azalma eğilimindedir.
Öte yandan 1994 yılından bugüne dek milli ekonomiye yönelik döviz baskılarının
açığa çıkmasıyla sanayi ve maden sektörü, büyümekte olan ülke ekonomisine ivme
kazandıran asıl faktör haline gelmiştir. Sanayi ve maden sektörünün bünyesinde yer alan
su, elektrik ve gaz alt sektörleri İslâm Devrimi’nin ardından ülke ekonomisinin en canlı
kolu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hizmetler sektöründe, ulaştırma ve haberleşme alt sektörleri büyüme oranı yüksek
olan üniteler içindedir. Bu özellik son yıllarda hizmetler sektörünün milli ekonomideki
yerini daha da sağlamlaştırmasına neden olmuştur. 1988-1994 yılları arasında ulaştırma,
ambarcılık ve haberleşme alt sektörlerinin katma değer oranı %97’den daha fazla bir
artış göstermiştir. Hizmet sektörü, GSYH içindeki payı açısından, en uzun süreli
büyümeyi göstermiş olsa da, sektör dengeli değildir. Üretimin serbestliği ve
ambalajlama ve pazarlamanın, yeni ihracat pazarlarının gelişimini desteklemesi ile
beraber, devlet yatırımı tarım üretimi büyük ölçüde artırmıştır. Ülke çapında son
73
yıllarda birçok barajın yapılması ile, büyük ölçekli sulama ve ihracat amaçlı üretilen
hurma, çiçek ve fıstık gibi tarım ürünleri, sektörler arasında, en hızlı ekonomik
büyümeyi sağladı (Özcan, 2009,s. 32).
Genel olarak söylemek gerekirse son yıllarda milli üretimde yaşanan olumlu
gelişmeler, sektör ve alt sektördeki üretim ve katma değer rakamlarında meydana gelen
artışlar, milli ekonomiye olan eğilimlerin arttığını ortaya koymaktadır. Bunun en somut
göstergesi ise üretimin özellikle de sanayi üretiminin ülke ekonomisinde büyük bir yer
işgal etmiş olmasıdır.
İran’ın 2010 yılı GSYH 412 milyar ABD $, kişi başına milli geliri ise (SGP’ye
göre) 11.755 ABD Doları düzeyindedir. “Economist Intelligence Unit” (EUI) tarafından
yapılan bir değerlendirmede, Nisan 2011 itibariyle % 13,5 seviyesindeki enflasyon
oranının 2011 yılsonu itibariyle % 20,5’e yükselmesinin öngörüldüğü bildirilmektedir.
Aynı değerlendirmeye göre, 2011 yılsonu itibariyle işsizlik oranının %16,2’e (2010’da
% 15,9 idi) yükselmesi, 2010 yılında 3,647 ABD Doları olan İran’daki yabancı
yatırımın ise 2011 yılında 4,150 milyar ABD Dolarına erişmiştir(worldbank verileri,
2013).
4.3.
İRAN
VE
TÜRKİYE
EKONOMİLERİNİN
GENEL
BİR
KARŞILAŞTIRILMASI
Bu bölümde karşılaştırmalı bir yaklaşım izlenerek İran’a ait makroekonomik
büyüklükleri, veri seti elverdiği ölçüde Türkiye’ye ait makroekonomik büyüklükler ile
karşılaştırilmaya çalışilacaktir. Türkiye ve İran, coğrafi konum, tarih, jeopolitik, nüfus
ve kültürel kimlik itibariyle bölgenin en önemli ülkeleridirler. İki ülkenin de iyi
komşuluk ilişkilerine ihtiyacı vardır. Büyüklükleri, geniş bir coğrafi alanda işbirliği
imkanı ve ihtiyacı sunmaktadır. İran, Türkiye’ye Orta Asya icin karayolu ulaşımı fırsatı
sunarken, Türkiye İran için Avrupa’ya açılan bir kapı konumundadır. Jeopolitik
konumları, taraflar açısından önemli stratejik değerler oluşturmaktadır. Ayrıca her iki
ülke 70 milyona yakın nüfusa ve dinamik bir ekonomik hareketliliğe sahiptir. Bu
özelliklerin iki ülke ekonomik ilişkilerine nasıl yansıdığı her zaman merak konusu
olmuştur (Keskin, 2012,s.1).
74
İran-Türkiye ilişkilerinde son dönemde en yogun gelişmeler ekonomik boyutta
gostermektedir. Ticaret hacminin artmasıyla birlikte yatırım alanları hem genişlemekte
ve hem çeşitlenmektedir. İki ülkenin ekonomik açıdan birbirine ihtiyacı vardır. Türkiye,
İran’dan doğal gaz almak ve pazarında yer almak isterken İran Türkiye’ye doğal gaz
satmak ve Avrupa pazarına Türkiye üzerinden ulaşmak niyetindedir. Yıllık 90 bin araç
İran sınırından Orta Asya’ya doğru yol almaktadır. İki ülke ticaret hacmi 20 milyar
dolara yaklaşmıştır İran Türkiye’den demir- çelik ve plastik malzeme ithal etmektedir.
Ayrıca Türkiye İranlılar için turizm açısından çok cazip bir ülke konumundadir (Yolcu,
2013).
Bunlara rağmen İki ülke ticaret hacmi, potansiyelinin altında seyretmektedir.
Doğal gaz ve petrol alımı nedeni ile ticari dengeler Türkiye’nin aleyhine açık
vermektedir. Bu açık 1996’dan günümüze kadar Türkiye aleyhine işlemektedir. Türkiye
bu dengeyi değiştirmek için çabalasa da arzu edilen sonucu alamamıştır. İran’ın
korumacı ekonomik siyaseti, ithal ikameci anlayışı, ekonomik mevzuatı çerçevesinde
dış yatırım zorlukları ve ekonomik çalışma kültürü süreci sıkıntılı hale getirmektedir.
İran’ın ekonomik ve siyasi yapısı liberalleştikçe Türkiye-İran ekonomik ilişkileri ciddi
şekilde gelişebilir (Keskin, 2012,s. 1).
İran, Dünya Bankası’nın kişi başına gelir düzeyi tabanlı ülke gruplandırmasına
göre, Türkiye’nin de yer aldığı ve 3,976$ ile 12,275$ kişi başına gelire sahip ülkeleri
içeren yüksek orta gelirli ülkeler grubunda yer almaktadır. İran’ın bugünün gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeleri ile kıyaslandığında oldukça yüksek bir yatırım oranına sahip
olmasına karşın, yurtiçi tasarruf fazlasına sahip olduğu görülmektedir. Bu durum İran
ekonomisin ulusal tasarrufları ekonomik kalkınmasını gerçekleştirecek yatırımlara
dönüştüremediğini yansıtmaktadır (Yolcu, 2013).
4.4. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ GEÇMİŞİ
Türkiye’de diger gelişmekte olan ülkeler gibi, kalkınmayı sağlayabilmek
için,ayrica Ödemeler Dengesinde açık vermemek için dış yatırıma baş vurulmakta ve bu
yatirimlar da genellikle yabancı sermaye girişi ile karşılamaktadir. Yani tasarruf
açığının neden olduğu dış açıkları (cari işlemler dengesi açıklarını) kapatmada ülkeye
giren yabancı sermaye etken bir faktördür. Makro açıdan baktığımızda bu çerçeve
75
Türkiye’yi dış yatırımlara götürmekle birlikte ülkeye giren her uluslararası sermayenin
de doğrudan dış yatırım anlamına gelmediğini belirtmek gerekir (Kepenek, 2010,s. 39).
Ekonomik alanda çok büyük etkilere yol açan uluslararası sermaye hareketleri
içinde yer alan Doğrudan Dış Yatırımlar özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında önemini
arttırmaya başlamıştır. Doğrudan Yabancı Yatırımların Türkiye’deki geçmişi Osmanlı
İmparatorluğu dönemindeki yabancı sermayeli kuruluşların faaliyetlerine dayansa da
Cumhuriyet
Dönemiyle
birlikte
bu
kuruluşların
gerek
devletleştirilmesi
gerekse
kapitülasyonlardan elde edilen ayrıcalıklarının sona ermesiyle karlarının azalması neticesinde
1923-1932 ve 1933-1939 dönemlerinde (devletçilik politikasının da etkisiyle) yabancı
yatırımların gelmesi sınırlı olmuştur. 1940’lı yıllar ise II. Dünya Savaşı’nın etkisiyle korumacı
politikaların izlendiği yıllar olurken, 1947 yılında ilk düzenlemelerin yapıldığı yabancı
sermayeye 1950 yılında kabul edilen yasayla da transfer garantisi verilmiştir (Alper, 2001,s.
133).
Dış Yatırımları gerçek anlamda teşvik eden düzenleme ise 1954 yılında kabul
edilen ve bugün de geçerli olan 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunudur. Bu
çerçevede, 1980 yılına kadar olan dönemde Türkiye’ye gelen doğrudan dış yatırımlar bu
kanun başta olmak üzere, 6326 sayılı Petrol Kanunu ve 1567 sayılı Türk Parasının
Kıymetini Koruma Kanunu ile üç kanun çerçevesinde düzenlenmiştir (Karluk,
2003,s.49).
24 Ocak 1980 istikrar tedbirleri ve sonrasında ise gerek mevzuata yönelik
düzenlemeler gerekse yabancı sermayeye olan bakış açısının olumlu yönde değişmesi
ve dünyadaki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına yönelik artan trendin etkisi ile
Türkiye’ye gelen doğrudan dış yatırımlarda büyük artış görülmüştür. Özellikle dışa
dönük büyüme stratejisi çerçevesinde yabancı sermaye yasasında yapılan düzenlemeler,
bürokratik engellerin azaltılması, gerçekçi kur uygulaması bu artışta etkili olmuştur.
Ancak bu dönemde doğrudan dış yatırımlar tamamıyla imalat ve hizmetler sektörü
gibi yabancıların karlı gördüğü alanlara yönelmiş, tarım ve madencilik gibi alanlarda ise
devletin de gerekli düzenlemeleri bu alanlarda yapamamasından dolayı hemen hemen
hiç doğrudan dış yatırım görülmemiştir (Genceli, 1991,s. 85). Doğrudan dış yatırımlar
1980-1989 döneminde 1964-1979 dönemine göre 6 kat artış gösterirken, 1990-2001
arasında da 1980-1989 dönemine göre yine 6 kat artış göstermiştir.
76
Türkiye ekonomisi, dış finansal liberalizasyonunu tamamladığı 1989 yılından
itibaren diğer gelişmekte olan ülkeler gibi yüksek miktarlı yabancı sermayeye ev
sahipliği yapmıştır. Ancak Türkiye ekonomisinde her kriz sürecine paralel olarak
sermaye hareketlerinde yüksek hacimli dalgalanmalar yaşanmaktadır. Türkiye
ekonomisinin, yabancı sermaye akımları içerisinde en istikrarlı uçta yer alan, doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarını çekme konusunda yeterli başarıyı sağlayamadığı
görülmektedir. Öyle ki 2000’li yılların ikinci yarısına kadar Türkiye’ye yönelik
doğrudan yabancı yatırımların payı toplam sermaye girişleri içerisinde oldukça düşük
seviyelerde kalmıştır. Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelere yönelik doğrudan yabancı
sermaye hareketlerinin toplamından aldığı pay 1994-2004 yılları arasında %1'i dahi
aşamamış, en yüksek paya ulaştığı 2006 yılında bile oran sadece %6 olmuştur.
Türkiye’ye yönelik portföy ve diğer yatırımların gelişmekte olan ülkeler içindeki
payının dalgalanma aralığının oldukça geniş olması istikrasız ve ekonomide kırılganlık
yaratan niteliğini açıkça ortaya koymaktadır(Karahan, 2013,s. 313).
4.5. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN İRAN EKONOMİSİNDEKİ GEÇMİŞİ
1979 İran İslam devrimi sonrasını izleyen 20 yıl boyunca hemen hemen hiç
yabancı sermaye alamayan İran, 2000 yılı Mart ayında yürürlüğe konulan ve 2000-2005
yıllarını kapsayan Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı ile birlikte bu durumu
değiştirmeyi ve yabancı yatırımlar için ülkede elverişli bir yatırım iklimi yaratmak
suretiyle önemli miktarda yabancı yatırımı ülkeye çekmeyi planlamıştır. Yabancı
yatırımlar İran Devletinin garantisi altında bulunmakta, yatırım konularında seçici
olunmakta, özellikle ileri teknoloji getiren ve ihracata yönelik projeler olumlu
karşılanmaktadır. Hizmetler sektörü yabancı sermaye kanununun dışında tutulmaktadır
(Konya Ticaret Odası, 2006 ,s. 2).
Hükümetin yabancı yatırımlara ilişkin şüpheci yaklaşımı giderek değişmekte ve
ülkenin sermaye ve teknolojik kaynaklara ulaşmasına imkan sağlayan yabancı
yatırımlar ekonomik kalkınmanın bir parçası olarak görülmektedir. Çünkü yeraltı
kaynakları açısından zengin de olsa İran bunları işleyecek teknolojiye ve donanıma
sahip değildir.
Dolayısıyla know-how ve yabancı yatırımı son yıllarda teşvik
edilmektedir. Yeraltı kaynakları dışında otomotiv sektörünün canlanması için de
77
yabancı yatırımcıya kolaylık sağlanmaktadır. 2002 yılında çıkardığı yabancı yatırımlara
yeni kolaylıklar ve teşvikler getirmeyi, sermaye ve kar transferini güvence altına almayı
hedefleyen “Yabancı Yatırımın Teşviki ve Koruması Yasası” sayesinde İran’a 4-5
milyar dolar yabancı sermaye girişi sağlanmıştır (rajabzade, 2008,s. 6).
İran’da 10’dan fazla serbest bölge bulunmaktadır. İran’da Sebest Ticaret ve Özel
Ekonomik Bölgeler doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı Yüksek Konsey Genel
Sekreterliği tarafından yönetilmektedir. İran yatırım ajansı da yatırım projelerini düzenli
olarak ilan etmektedir.
İslami rejim, nükleer çalışmalar, hiçbir yatırımcının İran’a gitmesi önünde engel
teşkil etmemektedir. Çünkü İran’ın petrol ve doğal gaz kaynağı tüm yatırımcıları
mıknatıs gibi çekmekte ve yabancı firmalar özellikle doğal gaz ve petrol alanlarında
yatırım yapmaktadırlar. İran bu alanda yabancı yatırımcılarla değeri 6-10 milyar doları
bulan ve buy-back sistemine dayalı 10 proje anlaşmasını imzalamıştır. Bunların içinde
en önemlisi Fransız TOTAL firması ile imzalanan 2 milyar dolarlık anlaşmadır. Diğer
alanlarda yabancı sermayeli yatırımlar fazla olmamakla birlikte, Almanya, Japonya,
Fransa, İtalya ve Güney Koreli firmalar İran’da yatırım yapmaktadırlar (Konya Ticaret
Odası, 2006,s. 3).
2004 yılından itibaren Türk şirketleri İran’da yabancı sermaye yatırımı açısında
ikinci sırada yer almıştır. İran ise Türkiye’nin gaz ihtiyacını temin eden ikinci ülke
konumundadır. Ayrıca Türkiye ve İran bir ortak serbest ticaret bölgesinin kurulması için
işbirliği yapmaktalar.
4.6. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TÜRKİYE VE İRAN EKONOMİLERİNİN
KALKINMALARINDAKİ ETKİLERİ
Yüksek işsizlik düzeyi, hızlı nüfus artışı, hammadde ithalatına dayalı üretim
anlayışları kimi nedenlerden dolayı GOÜ’ler, ÇUŞ’leri kendi sorunlarının çözümüne en
iyi yollardan biri olarak düşünmüşlerdir. GOU’lerin istekleri dışında, ÇUŞ’lerin bu
ülkelerde yatırım yapmaları için konuk ülkenin işçilerindeki teknik kapasiteleri,
üretkenlikleri ve teknolojik kapasiteye sahip şirketlerle alt sözleşmeler yapabilmeleri,
uygun altyapı, yurtiçi pazarın büyüklüğü, rahat çalışabilmelerini sağlayacak uygun
hukuki düzenlemeler ve devlet güvencesi ile ülkede siyasi istikrarın temin edilmiş
78
olması kimi göstergeleri gözden geçirmekteler. Başka bir deyişle yatırımları için yüksek
kar ve düşük risk vadeden ülkeleri seçerek faaliyet göstermekteler. ÇUŞ’ler, GOÜ
olarak tanımlanan Iran ve Türkiye’de yatırım yapmak için bu faktörleri gözden
geçirmekteler. Özellikle siyasi istikrara sahip olma konusunda yüksek kriterlere sahip
olmaları gerekmektedir(kepenek,2010,s.34).
Makro ekonomik göstergeler açısından İran ve Türkiye’yi göz önüne alarak
değerlendirmek istediğimizde ÇUŞ’lerin yatırımları ve kalkınma göstergeleri arasında
genellikle bir olumlu ilişkiden bahsetmek mümkündür. Yalnız bu olumlu durumda,
siyasal istikrarın çok önemli röle sahip olduğu söylene bilmektedir. Siyasal istikrarın
zaafa uğraması yabancı yatırımların riskini artırmasından dolayı bu ülkelere yapılan
yabancı yatırımların düşmesi sonucunu vermektedir. İran ile Türkiye’ye çok uluslu
şirketlerin doğrudan yabancı yatırım (DYY) olarak 2000 ile 2011 yılları arasındaki giriş
miktarları ile ortalama büyüme oranları ve işsizlik oranları üzerindeki etkileri ile ilgili
yapılan analizde;
Kaynak World Development Indicators database (www.worldbank.org)
Şekil 4.1. İran’da Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı, Büyüme ve İşsizlik İlişkisi
(2000–2011)
79
İran: Şekil 4.1’de görüldüğü üzere İran’a 2000 ile 2011 yılları arasındaki DYY
yatırımları azda olsa daima artan bir büyüme seyri izlemiştir. 2000 yılında sadece 39
milyon dolar olan dolaysız yabancı yatırımlar 2011 yılına kadar çok az düşüş ve
kalkışlara tabi olan bir seyirle 4 milyar 150 milyon $ ulaşmıştır. Aynı yıllarda işsizlik
verilerine baktığımızda 2000 yılındaki % 11,6 olan işsizlik oranı DYY artışlarına
olumlu tepki göstermeyerek aynı seyirle artmak eğiliminde olmuştur. Büyüme oranı ise
2000 yılında % 5,14 iken 2011 yılında eksilere inerek % -2,3’lere inmiştir. 2000 ile
2011 yılları arasında büyüme ve işsizlik oranları arasındaki ters yönlü ilişki ekonominin
gittikçe kötüleşmesine işaret ederek bu oranların açıkça birbiri ile örtüştüğünü ortaya
koymaktadır. Büyüme oranlarının eksilere düşmesi seyri gittikce artan işsizlik
oranlarıyla örtüşse de DYY’nin artış seyri ile uyum göstermemektedir. Bu olgunun
açıklanmasına Batı devletleri tarafından İran ekonomisine uygulanan çeşitli ambargolar
neden gösterilebilir.
Kaynak World Development Indicators database (www.worldbank.org)
Şekil 4.2. Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı, Büyüme ve İşsizlik İlişkisi
(2000–2011)
80
Türkiye: Şekil 4.2’de görüldüğü üzere Türkiye’de 2000 ile 2001 yıllarında DYY
miktarında artışa rağmen büyüme oranında yavaşlama yaşanmıştır ve bununla paralel
olarak işsizlik oranlarında artış görülmektedir. 2001 yılından 2004’e kadar DYY’de
ortaya çıkan küçük dalgalanmalara bakmayarak ve 2001 yılına göre ortaya çıkan düşüşe
rağmen işsizlik oranları paralellik gösterse de büyüme oranlarında büyük bir sıçrama
ortaya çıkmaktadır. 2001 yılında % -5,69 olan büyüme oranı 2004’de % 9,36 oranında
artış göstermiştir. 2005 ve 2006 yıllarına gelindiğinden DYY oranında bir patlama
ortaya çıkarak 2004 yılındaki 2 milyar 785 milyon dolarlık değerinde olan DYY 2006
yılında 20 milyar 185 milyon dolara ulaşmıştır. Aynı yıllarda Türkiye ekonomisi
büyüme oranında yavaşlama kaydederek 2004 yılındaki %9,36 oranından 2005’te %
8,40’a ve 2006 yılında ise % 6,89 oranına ulaşarak daha küçük bir büyüme oranı elde
etmiştir. 2007 yılında ise DYY oranındaki artışı büyüme oranındaki düşüş ve işsizlik
oranındaki artışı takip ederek genel ekonomi seviyesinde bir kötüleşme görülmektedir.
2008 yılında DYY oranında ortaya çıkan düşüşü işsizlik oranında artış ve büyüme
oranındaki düşüş takip etmesine rağmen, işsizlik oranında DYY düşüş oranına görece
daha çok artış ve büyüme oranında da daha çok düşüş oranı kaydedilmiştir.
Başka bir deyişle 2007 yılında zirve yapan DYY takip eden yıllarda düşüş
trendine girmiştir. Özellikle 2009 Küresel Ekonomik krizin etkisiye 2009 yılında
düşüşün en alt noktası görülmüştür. Kriz sonrası takip eden iki yılda belirli oranlarda
toplarlanma görülmüştür. DYY paralel olarak hem işsizlikte hem de büyümede benzer
süreçler yaşanmıştır. Takip eden yıllarda bu 3 veride küçük seviyeli dalgalanmalar
yaşanmıştır. Bu dalgalanmalar kriz sonrası dönemde toparlanma dönemleri eksene
uygun olarak görülmektedir.
Kriz sonrası toparlanma dönemi yılları incelendiğinde; 2010 ve 2011 yıllardında
oransal olarak en hızlı toparlanan büyüme rakamları olmuştur. DYY incelendiğinde
2010 kismi bir iyileşme görülsede yeterli düzeyde değildir fakat tkaip eden yılda görece
bir iyileşme yaşanmıştır. Bu dönem de işsizlikde genel trende uygun olarak azalış
göstermektedir. Buna göre türkiyede DDY lerin büyüme oranları üzerinde genelde
olumlu bir etkide bulunmadığı ifade edilebilir.
81
SONUÇ
Gelişmekte olan ülkeler kalkınma yolunda çeşitli sorunlarla karşı karşıyadırlar. Bu
sorunların en önemlilerinden birisi sermaye yetersizliğidir. Teknolojik yetersizlik,
deneyimli ve uzman iş gücü yetersizliği, uluslar arası rekabette üretim ve pazarlama
yetersizliği vs. sorunlarda bu ülkeleri kalkınma yolunda yetersiz kılan diğer etkenler
olarak sayılabilir.
Kalkınmak için çaba göstererek çeşitli gelişme yollarını ve
stratejilerini takip eden gelişmekte olan ülkeler, bu sorunları ortadan kaldırmaya yönelik
başvurdukları en önemli yollardan biri çok uluslu şirketlerin kendi ülkelerindeki
faaliyetlerine zemin hazırlamaları olmuştur.
Küreselleşmenin meydana getirdiği sonuçlar nedeniyle ülkeler birbirine daha
bağımlı hale gelmiş ve her hangi bir ülkedeki gelişmeler diğer ülkeleri ve bazen tümünü
etkilemektedir. Bu etkilenmenin olumsuz yönleri ile birlikte olumlu boyutları da
bulunmaktadır. Uluslararası sermayenin ticari hareketleri ve gelişmiş ülkelerden diğer
az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere transfer ola bilmesi bu olayın olumlu
yönlerinden birini oluşturmaktadır. Sermaye transferinin en önemli yollarından biri çok
uluslu şirketler vasıtasıyla yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır. Genellikle
gelişmekte olan ülkelerin 1990’lardan sonra tercihleri, doğrudan sermaye yatırımlarının
ülkenin kalkınması amacıyla cezp edilmesi yönünde olmuştur.
En az iki farklı ülkeden örgütleri bir araya getiren, Çok uluslu şirketler ve onlara
konukluk eden GOÜ’ler bu karşılaşmadan veya ortaklıktan elde edecekleri yararlar
yanında birlikte çalışmanın dezavantajlarını da yaşamaktalar. Gelişmekte olan ülkelerin
birçoğunda demokrasiye müdahale, siyasi istikrarsızlık, kamu açığı, askeri müdahaleler
gibi siyasi ve iktisadi ortak yönlerin olduğuyla birlikte Çok uluslu şirketlerin bu
ülkelerin siyasi, iktisadi ve kültürel hayatlarına bıraktıkları olumlu ve olumsuz etkiler de
bu ülke yöneticiler ve düşünürlerini ciddi biçimde endişelendiren diğer ortak yönlerden
sayılabilir. GOÜ ekonomileri kolay ve hızlı bir şekilde hareket edebilen sermeye ve
işgücü hareketlerine karşı savunmasız bir hal almıştır. Spekülatif baskılar artmış, bir
ülke veya piyasada meydana gelen bir kriz diğer ülke veya piyasaları etkiler hale
gelmiştir.
Gelişmekte olan ülkelerde farklı kalkınma stratejileri uygulanmasına rağmen
DYY’lere önem vermek konusunda ve bu aracı tasarruf ve yatırım yetersizliği
82
sorunlarının ortadan kaldırılmasına uygun bir araç olarak kabullenip kullanılması
konusunda ortak yol izledikleri görülmektedir. Bu aracı kullanmak içinde ÇUŞ’lerin
kendi ülkelerinde çalışmalarına müsait zemin hazırlamaya ve işbirliği yapmaları yoluna
gitmektede ortak yol izledikleri görülmektedir.
GOÜ’lerin ÇUş’lerle yaptıkları işbirliğinden elde ettikleri avantaj ve faydaları
veya diğer bir deyişle bıraktıkları olumlu etkileri, yatırımların artması, yeni
teknolojilerin GOÜ’lere transferi, çeşitli üretim teknolojileri, istihdam alanının
genişlemesi ve bunun sonucunda ve paralel olarak büyüme oranındaki artış ve ihracat
üzerinde bıraktığı olumlu etkiler olarak bu ülkelerin kesin tercihlerini oluşturmakta en
önemli etkenler arasındalar. Bunun karşılığında ÇUŞ’ler daha iyi ve yeni kaynaklara
ulaşmış, yeni piyasalar elde etmişlerdir. ÇUŞ’lerin bıraktığı olumsuz etkilerden, transfer
fiyatlandırması, ekonomi içerisindeki hâkim sektörler üzerindeki bağımlılık etkisi ve
gelir dağılımı bozukluğu gibi etkilerden söz edile bilir.
GOÜ’lerin kalkınmaları yolundaki çeşitli stratejilerin başarılı olup olmadığını
etkileyen yapısal özelliklerinde benzeşmelerine rağmen farklı siyasi, iktisadi ve kültürel
yapıya sahip olmaları, istikrarsızlıklar, enflasyon oranları, iç ve dış borçlar oranında ki
farklılıklar vs. etkenler bu ülkelerin kalkınmadaki başarılarını derinden etkilemektedir.
Bu etkenler GOÜ’lerin ÇUŞ’lerle olan ilişkilerini ve bunlara olan bakış açılarını da
etkilemektedir. GOÜ’lerdeki yapısal ve kurumsal farklıklar hem DYY’lerin hem de
diğer faktörlerin düzey ve nitelik itibarı ile kalkınmadaki rolünün başarısını derinden
etkilemektedir.
Bu çalışmanın teorik bölümünde, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sorunlarının
benzeştiği ve çok uluslu şirketlerin bu ülkelerin kalkınmaları üzerinde olumlu etkiler
bıraktıkları tesbit edilmiştir. Diğer bir deyişle olumsuz etkilerin tespit edilmesine
rağmen olumlu etkiler daha ağırlıklı görülmektedir ve bu olay GOÜ’lerin ÇUŞ’lerle
olan ilişkilerinin devamlılığını sağlamaktadır. Bu durum Türkiye ve İran ülkeleri
hakkında da geçerli sayılır ancak Türkiye ve İran ekonomilerine ait yıllık DYY
oranlarındaki artışlar ve düşüşlerle aynı yıllardaki işsizlik ve büyüme oranlarının
değişmelerini karşılaştırdığımızda söz konusu olumlu etkiler açıkca görülmemektedir.
Bunun nedeni olarak da teorik bölümlerde kapsamlı biçimde ele alınan GOÜ’lerdeki
yapısal sorunları gösterebiliriz.
83
Diğer gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye, küreselleşme olgusu ile birlikte son
yıllarda yaşadıkları ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerle birlikte Çok Uluslu
Şirketlerden kalkınma beklentileri, sağlam ve kararlı kontrol mekanizmaları
kurulmadığı müddetçe arzu edilen amaca ulaşmaları zor görünmektedir. Ama bu şartlar
sağlanmadığı sürece yukarıdaki analizde de görüldüğü üzere Çok uluslu şirketlerin
yatırımları, bu ülkelerin kalkınmaları üzerinde kendi olumlu etkilerini tam olarak açıkça
gösteremeyeceklerdir.
84
KAYNAKÇA
Akhavi, Daryoosh (1989). Tahavvol va Takamole Sakhtare Eqtesade Beynolmellal.
Tahran: Sepid Yayınları.
Dunning, Rajneesh, Narula, John H D (2002). “Industrial Development, Globalization
and Multinational Enterprises: New Realities for Developing Countries”. Oxford
Development Studies, 28(2), 142–167.
Erdoğan Bülent (2006). Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizler ve Finansal Kriz
Modelleri. (Yüksek Lisans Tezi). Kahramanmaraş: Sütçü İmam Üniversitesi
Sosyal Bilimleri Enstitüsü.
Erno, Pascal (1986). Üçüncü Dünyanın Borcu. Tahran: Emirkebir
Farjadi, Gholamali (1989). Daramadi bar Nazariyehaye Roshd va Toseeye Eqtesadi.
Tahran: AlborzYayınları.
Gediz, Burcu ve Ercan, Uşun (Ocak-Şubat 2005). “Sürdürülebilir Büyüme-Yapısal
İstikrarsızlık ve Üretememe Modeli Türkiye”. Active Dergisi, 1-27.
Genceli, Mehmet (1991). “Yabancı Sermaye Yatırımlarının Duyarlılık Analizi”.
İstanbul: İTO Yayın No: 20,.
Gönensoy, Emre (Kasım 1982). “Türkiye Ekonomisi ve Yabancı Sermaye”. (Açık
Oturum). Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Yıl 19, Sayı 11, 15-33.
Görgün, Tuğrul (2004). Doğrudan Yabancı Yatırımların Tarihsel Gelişimi Çerçevesinde
Yatırımların Geliştirilmesinin Etkin Kurumsal Yapılanmaları. (Uzmanlık Tezi).
Ildır, Mehmet Burak (2001). Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının İktisadi
Etkileri Türk Otomotiv Sektörü Örneği, (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul:
Marmara Üniversitesi.
Işık, Hüseyin (2005). Çok Uluslu Şirketlerde Örtülü Kazanç ve Örtülü Sermaye
(Uluslar Arası Düzenlemeler ve Uygulamalar İle Türk Vergi Sisteminin
Karşılaştırılması ve Öneriler. Yayın No2005-370. Ankara: T.C. Maliye
Bakanlığı, Araştırma, Planlama Ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı.
Kabaş, Tolga (2004). Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizleri Belirleyen Faktörler
ve Uluslararası Finans Sistemi, (Yüksek Lisans Tezi). Adana: Çukurova
Üniversitesi.
Karadağ, Ahmet (2006). “Sürdürülebilir Demokrasi”. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi, 7(1), 75-101.
85
Karahan, Özcan (2013). “Türkiye’ye Yönelik Yabancı Sermayelerin Hacmi ve
Kompozisyonundaki Gelişmeler”, Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi,
21(1), 299-316.
Karluk, Rıdvan (2003). Türkiye'de Yabancı Sermaye Yatırımları. İstanbul İ.T.O.,
Ekonomik Yayınlar Dizisi, No. 13.
Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan (2010). Türkiye Ekonomisi. Remzi Kitabevi,
İstanbul.
Mojtahedi, İraj (2003). “Shrkathaye Chand Melliyati dar Sahneye Eqtesade Jahani”.
Ettelaate Siyasi Dergisi, 1(24), 70-93.
Nahavandi, Hooshang (1989). Masaele Toseeye Eqtesadi, Tahran: Simarub Yayınları.
Özcan, Faysal (2009). Dünya’da ve Türkiye’de Serbest Bölge Uygulaması. Maliye
Bakanlığı APKKB, Yayın No: 2009, 293.
Qarebaghiyan, Morteza (1994). Tejarat va Tosee. Tahran: Daneshgahe Tarbiyat
Modarres, Tahqiqate Eqtesadi Yayınları.
Rahnoma, İraj (2009). Afsaneye Tazad va Afsaneye Chand Qotbiye Este’mare
Sarmayedari. Tahran: Damane Basımevi.
Rajabzade, Ahmad (2008). Jamee Shenasiye Tosee Barrasiye Tatbiqi Tarikhiye İran va
Japon. Tahran: Salman Yayıncılık.
Rodrik, Dani ve Velasco, Andres (1999). “Short Term Capital Flows”. Paper Prepared
for the 1999 ABCDE Conference at the World Bank
Samir, Amin, (1991). Eşitsiz Gelişme. (Çev.: A. Kotil), İstanbul: Arba Yayınları.
Serin, Necdet (1981). Kalkınma ve Dış Ticaret; Azgelişmiş Ülkeler ve Türkiye
Yönünden. (3. Baskı). Ankara: Ankara Üniversitesi S.B.F. Yayınları, No 463.
Shahrabi, Shahrokh (2007). Negahi Jame’ va Moruri bar Tarikhe Nazariyate Toseeye
Eqtesadi. Tahran: Alam Yayıncılık.
Siverekli, Demircan, Esra (2003). “Vergilendirmenin Ekonomik Büyüme Ve
Kalkınmaya Etkisi”. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, Sayı 21, Temmuz-Aralık, 97-116.
Uras, Güngör (1979). Türkiye'de Yabancı Sermaye Yatırımları. İstanbul: İktisadi
Yayınlar.
86
Yavilioğlu, Cengiz (2002b). “Geri Kalmışlık Olgusu ve Ekonomistik Kalkınma
Teorileri (Eleştirel Bir Yaklaşım)”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 3(2),
49-70.
RAPORLAR
DPT (2000b). Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları. 8.BYKP, Yayın No: DPT:
5214-ÖİK: 532, http://ekutup.dpt.gov.tr, Ankara, 20.02.2007.
Konya
Ticaret
Odası
(2006).
“İran
Ülke
Raporu”,
Erişim
Tarihi.
10.03.2013.http://www.kto.org.tr/d/file/iran-ulke-raporu.doc
REPORT (1998). of The Working Group on Transparency and Accountability
www.ustreas.gov/press/releases/reports/report31063.pdf, 10.01.2007
UN Center on transnational corporation, TNC in world Development (new York: UK
2010)
UNCTAD (2003). “Dünya Yatırım Raporu 2005”, Trends and Determinants, Geneva
and New York.
UNCTAD (2009). “Dünya Yatırım Raporu 2005”, Trends and Determinants, Geneva
and New York.
UNCTAD (2010). “Dünya Yatırım Raporu 2005”, Trends and Determinants, Geneva
and New York.
İNTERNET KAYNAKLARI
Acemoğlu, Daron - Johnson, Simon - Robinson, James ve Thaicharoen, Yunyong
(2002). "Institutional Causes, Macroeconomic Symptoms: Volatility, Crises and
Growth", Erişim Tarihi: 10.01.2007, www.mit.edu/faculty/acemoğlu.
Aftermath of Capital Account Liberalization (ty). Boğaziçi Üniversitesi, Erişim Tarihi:
10.01.2013, www. boun.edu.tr/papers/pdf/wp-01-14.pdf.
Akdiş, Muhammet (2001). "Küreselleşmenin Finansal Piyasalar Üzerindeki Etkileri ve
Türkiye Finansal Krizler-Beklentiler", Denizli: Pamukkale Üniversitesi İktisadi
ve
İdari
Bilimler
Fakültesi,
http://makdis.pamukkale.edu.tr/
Erişim
Tarihi:
15.02.2013.
87
Aktan, Coşkun Can ve Vural, İstiklal Yaşar (2002). “Çok Uluslu Şirketlerin
Hegemonyası”,
Erişim
Tarihi:
15.03.2013,
http://www.canaktan.org,
15.03.2013.
Alper, C. Emre ve Öniş Ziya (2001). Financial Globalization, the Democratic Deficit
and Recurrent Crises in Emerging Markets: the Turkish Experience in the.
Erdoğan,
İrfan
(2013).
“Neo-Marksizm:
Bağımlılık
ve
Az
Gelişmişlik”,
http://www.irfanerdogan.com/modernlsm/18frank.htm
Göbenez, Yılmaz (2006). “Gelişmekte Olan Ülkelerde Teknoloji”, 25 Aralık, Gen bilim
Türkiye Bilim Sitesi, Erişim Tarihi: 20.02.2013, http://www.genbilim.com.
Güngör, Kamil, (2005). “İktisadın Tarihine Kısa Bir Bakış Ve Merkantilizmden
Günümüze
İktisadi
Düşünceler”,
Erişim
Tarihi:
15.05.2013,
www.ceterisparibus.net.
Keskin,
Arif
(2012).
“İran-Türkiye
İlişkilerinin
Ekonomik
Boyutu”,
http://www.1news.com.tr/yazarlar/20110718011143695.html
Şan, Müjgan (2005). “Kalkınma Planlamasında Bilgi Yönetimi ve Devlet Planlam
Teşkilatı İçin Kurumsal Bilgi Politikası Modeli”. Ankara: Yönetim Bilgi
Merkezi Daire Başkanlığı, Erişim Tarihi: 05.02.2013, http://ekutup.dpt.gov.tr.
T.C. Dış İşleri Bakanlığı (2013). http://www.mfa.gov.tr/turk-ekonomisindeki-songelismeler.tr.mfa
TÜİK
(Türkiye
İstatistik Kurumu). (ty).
http://tuikapp.tuik.gov.tr/disticaretapp/
disticaret.zul?param1=0&param2=0&sitcrev=0&isicrev=0&sayac=5801
Uçmazbaş, Erol ve Cin Ertuğrul (2004). “Yabancı Sermaye Sayesinde İngiltere'deki
İstihdam Artıyor”, İstanbul, Erişim Tarihi: 31.10.2013, http://www.hud.org.tr.
WORLD BANK (2013). World Development Indicators, Erişim Tarihi: 20/11/2013,
http://ddpext.worldbank.org/ext/DDPQQ/report.do?method=showReport.
Yolcu, Ekrem (2013). “İran”, http://www.enfal.de/iran.htm
Yükseler, Zafer (2005). “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve İş/Yatırımı İlişkisi"
T.C. M.B. Yayını, Aralık, Erişim Tarihi: 25.3.2013.http://www.tcmb.gov.tr.
88
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Adı Soyadı
Sonya SOLEYMANİ
Doğum Yeri ve Tarihi
İran, Maku, 1986
Eğitim Durumu
Lisans Öğrenimi
Maku, İslami Azad Universitesi, İran
Y. Lisans Öğrenimi
Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Bildiği Yabancı Diller
Türkçe, Farsça, İngilizce
İletişim
E-Posta Adresi
[email protected]