GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN KALKINMASINDA ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ETKİSİ Sonya SOLEYMANİ Yüksek Lisans Tezi İktisat Anabilim Dalı Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN 2014 Her Hakkı Saklıdır T.C. ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI Sonya SOLEYMANİ GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN KALKINMASINDA ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ETKİSİ YÜKSEK LİSANS TEZİ TEZ YÖNETİCİSİ Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN ERZURUM–2014 T.C. ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ TEZ BEYAN FORMU 25/06/2014 SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE BİLDİRİM Atatürk Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğine göre hazırlamış olduğum “GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN KALKINMASINDA ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ETKİSİ” adlı tezin/raporun tamamen kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak gösterdiğimi taahhüt eder, tezimin/raporumun kağıt ve elektronik kopyalarının Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde aşağıda belirttiğim koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım Lisansüstü Eğitim-Öğretim yönetmeliğinin ilgili maddeleri uyarınca gereğinin yapılmasını arz ederim. Tezimin/Raporumun tamamı her yerden erişime açılabilir. iversitesi yerleşkelerinden erişime açılabilir. sürenin sonunda uzatma için başvuruda bulunmadığım takdirde, tezimin/raporumun tamamı her yerden erişime açılabilir. 25.06.2014 Sonya SOLEYMANİ I İÇİNDEKİLER ÖZET............................................................................................................................. IV ABSTRACT .................................................................................................................... V KISALTMALAR DİZİNİ ........................................................................................... VI TABLOLAR DİZİNİ ................................................................................................. VII ŞEKİLLER DİZİNİ .................................................................................................. VIII ÖNSÖZ .......................................................................................................................... IX GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM EKONOMİK KALKINMANIN TANIMI VE KALKINMA SORUNLARINA TEORİK YAKLAŞIM 1.1. EKONOMİK KALKINMA KAVRAMININ TANIMI ........................................ 4 1.2. EKONOMİK KALKINMA TEORİLERİ ............................................................. 6 1.2.1. Doğrusal Aşamalar Teorisi .............................................................................. 6 1.2.2. Yapısal Değişim Teorileri ................................................................................ 7 1.2.3. Uluslar Arası Bağımlılık Teorisi ..................................................................... 9 1.2.4. Neo-Klasik Kalkınma Teorisi ........................................................................ 11 1.2.5. Diğer Kalkınma Teorileri .............................................................................. 12 1.2.5.1. Bölgeler Arası Ticarete Dayanan Kalkınma Teorileri ........................ 12 1.2.5.2. Alan Teorisi ............................................................................................. 13 1.2.5.3. İş Üretimine Dayanan Teoriler.............................................................. 13 1.2.5.4. İktisadi İlke Teorisi ................................................................................ 14 1.2.5.5. Ana Ürün Teorisi .................................................................................... 15 1.2.5.6. Üretim Döngüsü Teorisi ......................................................................... 16 1.2.5.7. Kalkınma Kutupları ............................................................................... 16 1.3. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KALKINMA SORUNLARI ............... 17 1.3.1. Kurumsal Sorunlar ........................................................................................ 17 1.3.2. Demokrasi Sorunları ve Kalkınma Etkisi .................................................... 19 1.3.3. İktisadi Politikalarda Kararsızlık ................................................................. 22 II İKİNCİ BÖLÜM ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TANIMI VE KONUMU 2.1. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TARİHÇESİ ................................................... 26 2.2. TEORİK AÇIDAN ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER ............................................. 29 2.3. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ANA ÜLKEDEKİ KONUMU ....................... 34 2.3.1. ABD Ekonomisinde Çok Uluslu Şirketlerin Rolü ....................................... 37 2.3.1.1. Çok Uluslu Şirketlerin Faaliyetini Etkileyen Faktörler ...................... 39 2.3.1.2. Amerika’nın Yeni Rakipleri .................................................................. 39 2.3.1.3. Çok Uluslu Şirketlerin Uyarıcı Rolü ..................................................... 40 2.3.1.4. İktisadi Karar Vericilerin Rolü ............................................................. 41 2.4. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN EV SAHİPLİĞİ YAPAN ÜLKELERDEKİ KONUMU ...................................................................................................................... 42 2.4.1. GOÜ’lerin İhtiyaçları ve Onları Temin Etme Yöntemleri ......................... 42 2.4.2. Ev Sahipliği Yapan Ülkeyi Seçme ve İş Birliği Çeşidini Değerlendirme... 45 2.4.3. Ev Sahipliği Yapan Devletin Kontrol Politikaları ....................................... 49 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKE EKONOMİLERİNDEKİ ETKİLERİ 3.1. SERMAYE TEMİNİ.............................................................................................. 54 3.2. TEKNOLOJİ TRANSFERİ .................................................................................. 58 3.3. UZMAN İŞ GÜCÜ VE YÖNETİM TECRÜBESİ .............................................. 61 3.4. İHRACAT ETKİSİ ................................................................................................ 62 3.5. İSTİHDAM ETKİSİ .............................................................................................. 63 3.6. BAĞIMLILIK ETKİSİ ......................................................................................... 64 3.7. ENFLASYON ETKİSİ .......................................................................................... 65 3.8. SERMAYE KARININ ÜLKEDEN ÇIKIŞI ........................................................ 66 3.9. DİĞER ETKİLER ................................................................................................. 67 III DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN GELİŞMEKTE OLAN TÜRKİYE VE İRAN EKONOMİLERİNİN KALKINMALARINDAKİ ETKİLERİ 4.1. TÜRKİYE EKONOMİSİ ÖZELLİKLERİ ......................................................... 69 4.2. İRAN EKONOMİSİ ÖZELLİKLERİ ................................................................. 71 4.3. İRAN VE TÜRKİYE EKONOMİLERİNİN GENEL BİR KARŞILAŞTIRILMASI .............................................................................................. 73 4.4. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ GEÇMİŞİ ....................................................................................................................... 74 4.5. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN İRAN EKONOMİSİNDEKİ GEÇMİŞİ ...... 76 4.6. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TÜRKİYE VE İRAN EKONOMİLERİNİN KALKINMALARINDAKİ ETKİLERİ ...................................................................... 77 SONUÇ ........................................................................................................................... 81 KAYNAKÇA ................................................................................................................. 84 ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................... 88 IV ÖZET YÜKSEK LİSANS TEZİ GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN KALKINMASINDA ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ETKİSİ Sonya SOLEYMANİ Tez Danışmanı: Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN 2014, 88 sayfa Jüri: Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN Yrd. Doç. Dr. Ş. Mustafa ERSUNGUR Yrd. Doç. Dr. E. Demet EKİNCİ Günümüze kadar gelişmekte olan ülkeler, kalkınmak için ceşitli yöntemler geliştirilerek yaşadıkları tasarruf ve yatırım yetersizliği sorunlarını, doğrudan yabancı sermaye kaynaklarından yararlanarak çözmeye gayret etmişlerdir. Bunun nedeni doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının sağladığı sermaye, yeni teknolojiler, istihdam artışı, yeni uluslararası pazarlardan yararlanma isteğidir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ise günümüzde Çok Uluslu Şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler tarafından kalkınma aracı olarak kullanılmak istenen çokuluslu şirketlerin, yeni ürün, üretim tarzı, teknoloji transferi ve geniş dış pazarlar yönünde olumlu, ancak transfer fiyatlandırmaları yönünden olumsuz etkileri olmaktadır. Anahtar Kelimeler Iktisadi Kalkınma, çok uluslu şirketler, Gelişmekte olan ülkeler V ABSTRACT MASTER THESIS THE EFFECT OF MULTINATIONAL COMPANIES IN DEVELAPMENT OF DEVELOPING COUNTRIES Sonya SOLEYMANİ Advisor : Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN 2014, 88 pages Jury: Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN Assist Prof. Dr. Ş. Mustafa ERSUNGUR Assist Prof. Dr. E. Demet EKİNCİ Today developing countries are looking for new solutions different from before ones, they Instead of implementing these new solutions, the main reason of remaining underdeveloped is savings deficiency. Developing countries living savings deficiency and investment deficiency, competed to take advantage of foreign capital investments. Reason for this competition is the willingness of taking advantages of direct foreign capital investments, domestic technologies, employment increase and new international markets. Today, foreign capital investments are made by Multinational Corporations. Multinational Corporations which are used as developing mean by developing countries, have positive effect transfer pricing. Key Words: Economic development, multinational corporations, developing countries VI KISALTMALAR DİZİNİ AGÜ : Az Gelişmiş Ülke AR-GE : Araştırma-Geliştirme ÇUŞ : Çok Uluslu Şirket DPT : Devlet Planlama Teşkilatı DSY : Doğrudan Sermaye Yatırımları DTM : Dış Ticaret Müsteşarlığı DTÖ : Dünya Ticaret Örgütü DYY : Doğrudan Yabancı Yatırım GOÜ : Gelişmekte Olan Ülke GSMH : Gayri Safi Milli Hâsıla GSYH : Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla ILO : Uluslararası Çalışma Örgütü İDSS : İhracata Dayalı Sanayileşme Stratejisi İİDSS : İthal İkamesine Dayalı Sanayileşme Stratejisi KİT : Kamu İktisadi Teşekkülü LAIA : Latin Amerika Entegrasyon Birliği MERCOSUR : Güney Amerika Ortak Pazarı NATO : Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü OECD : Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Organizasyonu UNCTAD : Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı UNDP : Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı WTO : Dünya Ticaret Örgütü YASED : Yabancı Sermaye Derneği VII TABLOLAR DİZİNİ Tablo 1.1. Demokratik ve Otoriter Yönetimlerin Karşılaştırılması ............................... 21 Tablo 1.2. Sanayileşmiş Batı Ülkelerinde Net Sermaye Akışı ( milyon dolar) ............. 36 Tablo 4.1. 2011 ve 2012 yıllarında Türkiye Dış Ticareti (Milyon Dolar Olarak) ....... 70 VIII ŞEKİLLER DİZİNİ Şekil 4.1. İran’da Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı, Büyüme ve İşsizlik İlişkisi (2000–2011) ................................................................................................. 78 Şekil 4.2. Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı, Büyüme ve İşsizlik İlişkisi (2000–2011) ..................................................................................... 79 IX ÖNSÖZ Dünya ülkeleri gelişmişlik düzeyi ile gruplandırıldıklarında en yaygın şekilde gelişmiş, az gelişmiş/gelişmekte olan ve geri kalmış ülkeler olarak üç grupta isimlendirme ve değerlendirmeye tabi tutulmaktalar. Gelişmiş ülkeler kategorisine girenler, elde ettikleri üstünlüklerle ekonomik, sosyal ve siyasal kalkınmalarını tamamlamışlardır. Diğer ülkeler ise kalkınmak için çaba göstererek çeşitli gelişme yollarını ve stratejilerini takip etmektedirler. Küreselleşmenin meydana getirdiği sonuçlar nedeniyle ülkeler birbirine daha bağımlı hale gelmiş ve her hangi bir ülkedeki gelişmeler diğer ülkeleri ve bazen tümünü etkilemektedir. Bu etkilenmenin olumsuz yönleri ile birlikte olumlu boyutları da bulunmaktadır. Uluslararası sermayenin ticari hareketleri ve gelişmiş ülkelerden diğer az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere transfer ola bilmesi bu olayın olumlu yönlerinden birini oluşturmaktadır. Sermaye transferinin en önemli yollarından biri çok uluslu şirketler vasıtasıyla yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır. Genellikle gelişmekte olan ülkelerin 1990’lardan sonra tercihleri, doğrudan yabanci sermaye yatırımlarının ülkenin kalkınması amacıyla cezp edilmesi yönünde olmuştur. Konunun sahip olduğu öneminden dolayı, Pol Suizi, Kindlebergr, Dunning ve Hicks gibi birçok büyük iktisatçı bu konuda değişik düşünceler ortaya koymuşlardır. Çok uluslu şirketlerle ilgili değişik iktisadi, siyasal, kültürel ve sosyal eserlerin basılıp, yayıldığına rağmen, bu konu halen kendi önem ve yeniliğini korumaktadır. Çalışmam boyunca yardımını esirgemeyen ve her türlü katkıda bulunan tez danışmanım sayın Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN ve sevgili anne ve babamdan tüm hayatım boyunca destekleri için teşekkür ederim. Erzurum – 2014 Sonya SOLEYMANİ 1 GİRİŞ İkinci Dünya Savaşından sonra küreselleşme süreci ile birlikte ortaya çıkan çok uluslu şirket (ÇUŞ)’lerin dünya çapında yaygınlaşması ve ÇUŞ’lerin gelişmekte olan ülke (GOÜ)’lerin kalkınmasındaki etkileri genellikle bütün az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde gündeme gelmiş ve tartışma konusu olmuştur. Dünya ekonomisinin bir parçası olarak, uluslararası şirketler dikkate değer öneme sahipler. Bu şirketlerin çalışma alanları, ana ülkelerin sınırlarını aşmış ve dünya çapına yayılmıştır. Dünya çapında yayılmalarının yanı sıra, bu şirketlerin bazılarının merkezi, gelişmekte olan ülkelere taşınmıştır. Bu kapsamda GOÜ’ler kalkınmaları yolundaki birçok sorunun ortadan kalkması için bu şirketlerle işbirliği yapma ve kendi ülkelerinde faaliyetlerine zemin hazırlamayı uygun bir yol olarak izlemişlerdir. Bu çalışmanın amacı, uluslararası şirketlerin gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmaları üzerinde bıraktığı olumlu ve olumsuz etkileri araştırarak,bu şirketlerin gelişmekte olan ülkelerde ekonomik kalkınmaya yardımcı olup olmadıklarını ortaya çıkarmaktır. Bu doğrultuda GOÜ’ler arasında yer alanTürkiye ve İran’ın verileri ele alınarak ekonomik kalkınmalarında ÇUŞ’lerin etkileri gozden gecirilmeye çalısılmıstır. Ekonomik kalkınma bütün azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ana amaçlarının önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Kalkınma kavramı, toplumların gelişim sürecine uygun olarak, farklı dönemlerde değişik içerikler kazanmıştır. Hatta aynı dönemde farklı içeriklerde kullanıldığı da görülmektedir. Bu bağlamda kalkınma kavramına yönelik, anlam karışıklığını ortadan kaldırmak için ilk önce kalkınma kavramının tanımı ve kalkınmaya yakın kavramların bu kavramla olan farklılığı açıklığa kavuşturulmalıdır. Ayrıca ekonomi tarihinde bu kavramın nasıl ele alındığının süreci ve kalkınmanın teorik çerçeveleri ele alınıp,gelişmekte olan ülkelerin kalkınmayla ilgili sorunları ve bu sorunları gidermek için başvurdukları yollar genel bir çerçeve içerisinde ortaya koymaya çalışılmıştır. Uluslararası şirketlerin –genellikle Batı Şirketleri- GOÜ’lerin iktisadi, siyasi ve toplumsal hayatında büyük etkiler bırakmış ve günden güne daha etkin bir konuma sahip olmuşlardır. Bu şirketlerin önemi, tüm dünya ekonomi teorisyenlerinin bu hususa yönelmelerine neden olarak bu şirketlerin faaliyetleri ile ilgili büyük tartışmalara 2 sebebiyet yaratmıştır. Bu tartışmalar bu şirketlerin leh ve aleyhinde olarak birçok araştırmanında konusu oluşmuştur. Uluslararası şirketlerin kapsamlı şekilde yaygınlaşması, birçok ekonomi teorisyenlerinin tarafından dünya ekonomisinin geleceğinin bu şirketlerin faaliyetlerinden asılı olduğu görüşünün ileri sürülmesine sebep olmuştur. Ayrıca birçok GOÜ’de de ekonomik gelişmeyi, bu ülkelerin, ÇUŞ’lerle nasıl ilişkide olduğuna bağlı olduğuna dair değerlendirmeler ortaya çıkmıştır. ÇUŞ’ların GOÜ’lerin siyasi ve iktisadi hayatları üzerindeki etkileri bazen aşırı düzeylere ulaşmış ve siyasi hayatı derinden etkilemiştir. Kolombiya, Şili, Panama gibi Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi ÇUŞ’lerle ilgili siyasi ve ekonomik literatürün oluşması bu şirketlerin daha iyi tanımlanması için büyük olanak sağlanmıştır. Son yıllarda bu konu yeni boyutlar kazanmıştır. Birçok GOÜ merkezli şirketler Batı merkezli ÇUŞ’lerle ortaklık yapma girişiminde bulunmuşlar ve ayrıca GOÜ merkezli ÇUŞ’ler kurarak Batılı şirketlerin önemli biçimde rakipleri olmayı başararak büyük maliyetlere imza atmışlardır. Bu başarılı şirketler arasinda Meksika`dan Alfa Grup`, GuneyKore`den Hyundai, Lucky Grup ve Samsung, Hong konk`dan Conic yer almaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda demokrasiye müdahale, , siyasi istikrarsızlık, kamu açığı, askeri müdahaleler gibi siyasi ve iktisadi ortak yönlerin olduğuyla birlikte gelişmiş ülkeler ve dış dünya ile yaşadıkları problemlerde de aynı sorunlar üzerinde ciddi biçimde benzeşmekteler. Çok uluslu şirketlerin bu ülkelerin siyasi, iktisadi ve kültürel heyatlarına bıraktıkları olumlu ve olumsuz etkiler bu ülke yöneticiler ve düşünürlerini ciddi biçimde endişelendirmektedir. Gelişmekte olan ülkeler çok uluslu şirketlerin kendi ülkelerindeki faaliyetlerinin ülkelerinin yararına olup olmadığı konusunda düşünceler ve sorularla karşı karşıya kalmışlardır. Bu ülkeler ilk başta “gelişmekte olan ülkeler, çok uluslu şirketlerin bu ülkelerde çalışmasını desteklemeli mi yoksa önlemeli ?” sorusunu yanıtlamak zorunda kalmışlardır. Cevabın olumlu olduğu takdirde “hangi şartlar ve ilkelere uyulmalıdır?”. Bu sorular doğrultusunda çalışmanın asıl amacı, çok uluslu şirketlerin faaliyetini inceleyerek, gelişmekte olan ülkelerin ekonomisinde olan nitel ve nicel etkilerinin tanımlanmasıdır. 3 Bu çalışmada İlk bölümde kalkınma kavramının tanımı, bu kavramın değişimi ve gelişmesindeki tarihçesi ve kalkınmanın teorik çerçevesi ve ayrıca gelişmekte olan ülkelerdeki kalkınmayla ilgili sorunlar ele alınmıştır. İkinci bölümde çok uluslu şirketlerin tanımı ve bu şirketlerin faaliyeti ile ilgili teorik çerçeve incelenerek bu şirketlerin ana ülkelerde ve ev sahipliği yapan gelişmekte olan ülkelerdeki konumları araştırılmıştır. Bu şirketlerin ana ülkelerde ki faaliyetlerinin incelenmesinde konu kapsamının çok geniş olması ve tez çalışmasının amaçlarının dışına çıkılmaması için bu şirketlerin en önemli merkezlerinden olan Amerika ekonomisindeki konumları göze alınarak değerlendirmeler yapılmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde ise bu şirketlerin gelişmekte olan ülkelerdeki olumlu ve olumsuz etkileri incelenmeye çalışılmıştır. dördüncü bolümde ise İran ve Türkiye ekonomisi üzerinde çalışılmıştır. BU çalışmada bu konuyla ilgili İran’daki bilimsel çalışmalar incelenerek Farsça kaynaklar bir kütüphane çalışması yöntemiyle incelenmiş ve tezin daha zengin hale gelmesine çaba gösterilmiştir. Ayrica İngilizce ve turkce bilimsel kaynaklar gozden gecirilmis ve gelişmekte olan İran ve Türkiye ülkelerindeki konuyla ilgili düşünceler ve araştırmaların sonucu teze aktarılmaya çalışılmıştır. 4 BİRİNCİ BÖLÜM EKONOMİK KALKINMANIN TANIMI VE KALKINMA SORUNLARINA TEORİK YAKLAŞIM Gelişmekte olan ülkelerin kalkınmaları ve kalkınma sorunları ile ilgili araştırmalarda, öncelikle kalkınma kavramına nasıl yaklaşılması gerektiği sorusunu yanıtlamaya çalışmalıyız. Kalkınma literatüründe, kavram üzerinde çok geniş tartışmalar yapılmasına rağmen bu konuyu tamamen açıklamaya kavuşturmak ve sorunları net olarak ortaya koymak iktisatçıları oldukça zorlamıştır. Kavram, bazen kendine yakın anlamlar taşıyan sanayileşme, modernleşme, ilerleme, büyüme ve yapısal değişme gibi kavramlarla iç içe geçmiş, onların yerine kullanılmış ve doğal olarak anlam kaymasına uğramıştır. Bugün de kavramın içeriği açık ve anlaşılır değildir. Teorilerde olduğu gibi günlük konuşmalarda da bazen sanayileşmenin, bazen büyümenin bazen de modernleşmenin yerine kullanılmaktadır (Yavilioğlu, 2002,ss. 59,61). 1.1. EKONOMİK KALKINMA KAVRAMININ TANIMI Kalkınma kavramının ne anlam taşıdığı hakkında bir fikir birliği bulunmamaktadır. Bu belirsizlik dâhilinde kalkınmanın hedefinin ne olacağı sorusu da önem taşımaktadır. Geleneksel anlamda en geniş algılayış olarak salt milli gelirde ortaya çıkan artış veya genel seviyede bir refah artışı ve diğer benzer değişimlere işaret etmektedir. Diğer bir değişle ekonomik kalkınma kavramı ekonomik değerlerde meydana gelen pozitif değişimleri ve iyileşmeyi ifade etmektedir. Ekonomik kalkınma, büyüme, modernleşme, sanayileşme ve yapısal değişme gibi birçok kavramla karıştırılmaktadır. Kalkınma kavramını diğer yakın kavramlarla karşılaştırdığımızda bu kavramın daha geniş bir kapsama sahip olduğunu fark etmekteyiz. Bu kavramlar bazen birbirlerinin yerine kullanılmaktadir. Mesela kalkınma kavramı, modernleşme ve sanayileşme kavramının her ikisini içerecek şekilde kullanılmaktadır. Başka bir durumda sanayileşme kavramı, kalkınma ile modernleşme 5 arasında bir bağ kurulmak istendiğinde ara bir kavram olarak değerlendirilmektedir. Sanayileşme bazen de geri kalmış bir toplumdan gelişmiş bir topluma geçişte, kalkınmanın ve dolayısıyla modernleşmenin olmazsa olmazı olarak kabul edilmektedir (Yavilioğlu, 2002,ss. 63,64). Kalkınma kavramı ile en çok karıştırılan kavramlardan biri büyümedir. Karşılaştırmalar, ekonomik büyümenin daha çok üretim faktörlerinin maksimum verimi sağlayacak şekilde bir araya getirilmesini kapsayan bir denge sorunuyla ilgilendiğini göstermektedir. Ekonomik kalkınma ise iki aşamalı bir süreci ifade etmektedir. Birinci aşama, üretim faktörlerinin yaratılması ve İkinci aşama ise üretim faktörlerinin en uygun bileşimini içerisine almaktadır. Dolayısıyla ekonomik kalkınma kavramı, iktisadi nitelikte olan yapılar yanında sosyal, siyasal nitelikteki yapılarda da gelişme yönünde bir değişme, hatta yeni yapıların oluşturulmasını içeren süreçlere de işaret etmektedir. Yani iktisadi kalkınma sadece ekonomik boyutlarla sınırlanmayan, toplumu sosyolojik, psikolojik ve politik tüm boyutlarıyla kuşatan karmaşık bir süreçtir (Yavilioğlu, 2002,s. 72). Sanayileşme ise daha çok sürekli bir şekilde sürdürülen uygulamalı araştırmalara ve enerji kaynaklarına oturtulmuş bir teknolojinin neden olduğu iktisadi değişmelerdir. Sanayileşme, modernleşme ve kalkınma kavramlarının ve bu kavramlarla ifade edilen süreç ve amaçların ortak paydası olarak bir anlam taşımaktadır. Bu anlamda, sanayileşme sürecinin doğrudan ve dolaylı etkileri, modernleşme ve kalkınma kavramlarının kapsamında yer almakta ve her iki kavramın içeriklerini birbirine yaklaştırmaktadır (Yavilioğlu, 2002,s. 72). Modernleşme ise daha çok farklı sektörlerdeki değişim süreçlerinin birlikte işlemesiyle oluşur. Bu süreçler ise sosyal yapıyı derinden etkiler ve farklılaşmaya yol açar. Farklılaşmalar temelde siyasal, eğitim, dinsel, aile alanlarında belirginleşir. Bu anlamda modernleşme, iktisadi kalkınmayı kapsadığı gibi daha ötesine de gider. Kalkınma ile karıştırılan kavramların genel çerçevesi çizildikten sonra ekonomik kalkınmaya yönelik bir tanımın yapılmasına geçilebilir. Ekonomik kalkınma, ülkelerin ekonomik, toplumsal, siyasi yapılarının değişerek insan yaşamının maddi ve manevi alanda ilerlemesi ve toplumsal refahın artması olarak ifade edilmektedir. Bu bakımdan kalkınma, ölçümlere dayalı olan ve GSMH’daki hızlı artışla belirlenen ekonomik 6 büyümeyi içermekle birlikte, ekonomik ve sosyal değişimleri de kapsar (Siverekli ve Demircan, 2003,s. 99). Ayrıca kalkınmayı, azgelişmiş ülkelerin iç ve dış kaynakları kullanarak ekonomik düzenlemeler yoluyla gelişmiş ülkelere yetişme, toplumsal yapıyı geliştirme çabası (Şan, 2005,s. 11) olarak da tanımlamak mumkundur . Kalkınma sürecinde vurgu daha çok ekonomik faktörler üzerine yapılmaktadır. Bir anlamda ekonomik olmayan faktörlerin, ekonomik faktörlerle ilişkisi ölçüsünde önemi bulunmaktadır. O halde toplumun bir bütün olarak Batı normlarına göre değişmesini veya başka bir ifadeyle; geri kalmış bir ekonominin sanayileşmesini, halkının belli ölçüde devlet yönetimine iştirak etmesini, seküler/rasyonel normların kültüre yayılmasını ve toplum içerisinde seyyaliyetin artmasını bir bütün olarak ifade etmek için kullanacağımız kavram modernleşmedir. Bu bağlamda modernleşme, kalkınmayı da içerisine alacak genişlikte bir anlam taşımaktadır. Geri kalmış bir ekonominin refah düzeyini artırmak için değişimi/dönüşümü ifade edildiğinde kullanacağımız kavram ise kalkınma olmalıdır (Yavilioğlu, 2002,s. 75). 1.2. EKONOMİK KALKINMA TEORİLERİ İkinci Dünya Savası’ndan sonra pek çok ekonomist, Keynesyen Büyüme Teorileri’nin etkisi altında, az gelişmiş ülkelerde kişi basına reel gelir artısı ile ölçülen büyümeyi esas alarak, iktisadî kalkınmayı tanımlamaya çalışmıştır. Tarihsel gelişim içinde, büyüme teorileri beş ana grup altında toplanabilir 1. Doğrusal büyüme aşamaları modellerini esas alan teoriler 2. Yapısal değişimi esas alan teoriler 3. Uluslararası bağımlılık teorileri 4. Neo-klasik serbest piyasa teorileri 5. İçsel etkenlere bağlı kalkınma veya yeni kalkınma teorileri 1.2.1. Doğrusal Aşamalar Teorisi Doğrusal/aşamalı kalkınma teorilerine göre azgelişmiş ülkeler, gelişmiş Avrupa ülkelerinin kapitalizm öncesine benzer siyasal, sosyo-kültürel ve ekonomik yapılarıa sahip bulunmaktadir. Bu teoriler, "doğal düzen" anlayışından çıkarılan ve toplumların siyasal, ekonomik ve toplumsal yapılarının temelde benzer olduklarından, azgelişmiş 7 ülkelerin, gelişmiş ülkelerin ilerleme yöntemlerini izleyerek kalkınabileceklerini iddia etmektedirler. Bu bağlamda doğrusal/aşamalı kalkınma teorilerinde her toplumun doğrusal bir gelişme çizgisi takip edebileceği öngörülmekte, azgelişmişlik gelişmeye giden yolda geçici bir aşama olarak değerlendirilmektedir. Bu temel varsayım doğrultusunda tek bir kalkınma yolunu öngörmekle kalmamakta, alternatif bir yolun var olma ihtimalini de dışlamaktadır. Örneğin W.W. Rostow'a göre komünizm bir geçiş devresi hastalığıdır (Yavilioğlu, 2002,s. 60). Kalkınma, algılanmıştır. uzun dönemde Nitekim ekonomik büyümenin sağlanması, şeklinde Rostow,“ekonomik büyümenin aşamaları, ulusların kalkınmasını, büyümeden hareket ederek evrensel bir süreç olarak” tanımlamaktadır. Ayrıca kalkınma kavramını, gelişmekte olan ülkeler arasında görülen güney ülkelerindeki kişi başına reel gelir artışı gibi ekonomik bir boyuta indirgemektedir (Gediz veUşun, 2005,s. 2) Rostow’a göre bütün toplumlar tarihsel süreç içerisinde çeşitli aşamalardan geçmektedir. Bunlar; geleneksel toplum, hazırlık aşamasındaki toplum, kalkış aşamasındaki toplum, iktisadi olgunlaşma yolundaki toplum ve kitle tüketimi çağındaki toplum aşamalarından geçerek kalkınmasını tamamlayacağını ileri sürmektedir (Aktan ve Vural, 2002,s. 17) 1.2.2. Yapısal Değişim Teorileri Clark ve Fisher, üretim faaliyetlerini birincil (tarım, ormancılık, madencilik vb.) ikincil (imalât, inşaat vb.) ve üçüncül (hizmetler) faaliyetler olarak ayırmış; ülkelerin gelişmişliklerini birincil, ikincil ve üçüncül faaliyetlerin toplam ekonomi içindeki paylarına göre sınıflandırmışlardir. Gelişmekte olan ülkeler kaynaklarını daha çok birincil faaliyetlere tahsis ederken, gelişmiş olanlar ikincil faaliyetlere, son aşamada bulunan olgun gelişmiş ülkeler de üçüncül faaliyetlere tahsis etmektedir. Clark, iktisadî büyüme süreci devam ettiğinde faaliyet yapısının değişeceğini, bunun bir nedeninin insanların geliri yükseldikçe gelirlerinden birincil ürünlere harcanan kısmın azalarak diğer ürünlere kayması olduğunu ve böylece ekonomide yapısal değişimin meydana geleceğini iddia etmektedir. Yani, burada, birincil ürünlere yönelik talebin gelir esnekliği düşük iken, ikincil ve üçüncül ürünlere olan talebin gelir esnekliğinin yüksek 8 olması durumu olan Engel Kanunu geçerli olmaktadır. Diğer bir neden de, verimlilik artısıyla birlikte, ücretlerin, imalât ve hizmetler sektörlerinde tarım sektörüne kıyasla daha hızlı artmasıdır. Bu iki neden, tarımdan sanayiye geçişi ve köyden şehre göçü harekete geçirmektedir. Chenery’ye göre, Engel Kanunu gereğince bir ülkede sanayinin payının yükselişi, kişi basına gelirdeki yükselişe eslik eder. Ancak, bu her ülkede görülmeyebilir. Zira iç talebin kompozisyonundaki değişim, dış ticaret yolu ile dengelenebilir. Birincil üretimde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olan bir ülke, sanayi payının yükselmemesine rağmen, daha yüksek bir gelir seviyesine gelebilir. Yine de, talepteki değişim ile sanayileşme arasında güçlü bir iliskinin varlığı verilerle gösterilmektedir. Bu durumda Chenery, bir ülkenin büyümesinin, tarihsel olarak, ticaret ve teknolojinin değiştirdiği bir yapı içinde ortaya çıkabildiğini ileri sürmektedir. Chenery’ye göre, sanayileşme, iktisadî yapıda üç değişimi gerektirir Birincisi, tüm sektörler içerisinde imalât sanayinin öneminde artış; ikincisi, sanayi üretiminin kompozisyonunda değişim (yatırım malları, ara mallar ve tüketim malları) ve sonuncusu ise olarak, her bir mal için üretim teknikleri ve arz kaynaklarında değişim. Chenery’ye göre, gelir artıkça tüketim mallarının payı düşerken, yatırım mallarının payı artmaktadır. Kuznets, toplam gelirdeki değişim ile tüketim, üretim, ticaret ve gelir dağılımındaki yapısal değişimleri ölçen çalışmasıyla tanınmaktadır. Çalışmasının sonunda, büyümenin erken aşamalarında ulusal gelirin eşit olmayan şekilde dağıldığı ve daha sonra büyümenin sonraki aşamalarında bu eşitsizliğin giderildiği sonucuna varmıştır. İktisadî büyümede; kişi basına gelirin arttığı, öncelikle emeğin ve diğer üretim faktörlerinin verimliliğinin yüksek olduğu, yapısal değişimin tarım aleyhine ve fakat sanayi ve ticaret lehine oluştuğu, firmaların kişisel firmalardan daha organize firmalara dönüştüğü, sosyal yapıda kentleşme ve laikleşme olgularının yaşandığı, ulaşım ve haberleşme teknolojisinin en yoğun şekilde kullanıldığı dikkat çekmektedir. Ancak, Kuznets, modern iktisadî büyümenin yayılmasının sınırlı olduğu sonucuna varmıştır.( Yavilioğlu,2002,s. 75). Lewis’e göre, gelişmemiş bir iktisadî yapı iki sektörden oluşur Birincisi, geleneksel, aşırı nüfusa sahip kırsal sektördür. Burada, işgücünün marjinal verimliliğini sıfırdır. Dolayısıyla, buradan diğer sektöre aktarılacak işgücü, Lewis’e göre üretim 9 kaybına yol açmaz. İkincisi, yüksek verimliliğe sahip modern kentsel endüstriyel sektördür. Kalkınma sürecinin başlaması, endüstriyel sektörün, tarım sektöründeki gizli issizleri kendine çekmesi ile baslar. Böylece ekonomi genelinde marjinal verimlilik artacak, üretim artarken tasarruf imkânları genişleyecek ve yeni sermaye birikimine kaynak oluşacaktır.(aktan ve vural,2002,s.17) Lewis’e göre emeğin ücreti sabit kalırsa, endüstriyel sektör daha fazla işgücü istihdam edebilir ve ayrıca ulusal gelir içinde kârların payı yükselir; bu da yatırımları harekete geçirir. Böylece ekonominin yapısı değişerek, tarımsal geleneksel sektörden Endüstriyel sektöre geçiş olur. Lewis’e göre, endüstriyel kesimdeki büyüme, sadece kâr nedeniyle değil, aynı zamanda yabancı sermaye, kredi ve enflasyon gibi unsurların etkisiyle de oluşmaktadır. ( Yavilioğlu,2002,s. 75). 1.2.3. Uluslar Arası Bağımlılık Teorisi Uluslararası Bağımlılık Teorileri, 1960'lıyılların ortalarında özellikle gelişmekte olan ülkelerin entelektüelleri arasında artan bir destek kazanmıştır. Bu teoriler, GOÜ’lerin kurumsal, politik ve ekonomilerinin yapılanmaları, zengin ülkelerle olan bağımlılık ve baskı ilişkisi dâhilinde meydana geldiğini kabul etmektedirler (Yavilioğlu, 2002,s. 61). 1970’li yıllarda dünya genelinde meydana gelen ekonomik bunalımlardan sonra, gelişmiş ülkelerin yeni pazar arayışları neo-liberal görüşü ortaya çıkarmıştır. Bu yaklaşıma, azgelişmiş ülkelerden ve Marksist düşünürlerden eleştiri gelmiştir. Bu karşı çıkışlar Bağımlılık Okulu’nca toplumsal değişmede ekonomik büyümenin öne çıktığı ve kalkınmada tarihsel pratik yerine, mekanikleşmiş bazı değişkenlerin kullanıldığı (Erdoğan,2013,s.1) gerçeklerinin eleştirisidir. Azgelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınması, gelişmiş ülkelerin egemen çıkarlarına kesinlikle ve temelinden ters düşmektedir. Sanayileşmiş ülkelere birçok önemli hammaddeyi veren, bu ülkelerin şirketlerine büyük karlar ve yatırım alanları sağlayan geri kalmış dünya, çok gelişmiş kapitalist Batı için her zaman vazgeçilmez bir dayanak olmuştur. Baran, azgelişmiş ülkelerin geri kalmış nedenini, Batı Avrupa kapitalizmine bağlamıştır (Erdoğan,2013,s. 1). 10 1960’lardan sonrası geri kalmış ülkelerin kalkınması için uluslararası kredi ve yardım kuruluşlarına olan bağımlılıkları giderek artmıştır. Ancak gelişmiş ülkelerin bu kuruluşlarda daha ağırlıklı bir güce sahip olmaları, azgelişmiş ülkeleri kontrol ve baskı altına alınmayı kolaylaştırmaktadır. Bu durum gelişmiş ülkelerin, uluslar arası ticarette sahip oldukları rekabet üstünlükleri lehine avantaj sağlamakta ve gelişmekte olan ülkeleri ekonomik ve politik yönünde bağımlılığı artırmaktadır. Örneğin bağımlılık teorileri bağlamında finansal bağımlılık ve reel bağımlılık gösterilebilir. Finansal Bağımlılık Uluslar arası mali kuruluşlar aracılığıyla dış borçlara dayalı bir ekonomik sistemi bulunan gelişmekte olan bir ülkenin, bu mali kuruluşta ağırlığı fazla olan gelişmiş bir ülke ile bir anlaşmazlığa düştüğü bir ortamda kota hakkının kullanılmasıyla borç yönetiminde yaşayabileceği sorunlar, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve sosyal yönden etkilenme riskini ortaya koymaktadır. Reel Bağımlılık İki ülkenin ya karşılıklı ticaret ya da üçüncü pazarda birbirine rakip olması durumda; eğer bir ülkenin diğeri ile ticaret hacmi yüksek ise mali krizlerden etkilenme olasılığı yüksektir (gelir etkisi). Diğer bir durumda ise üçüncü bir pazarda birbirinin rakibi olan iki ülkeden birisi rekabet edebilirliliğini kaybederse devalüasyon yapmaktan kaçınamaz (fiyat etkisi) (Erdoğan, 2006,s. 43). Bu genel yaklaşım içerisinde üç ana düşünce akımı vardır. Bunlardan ilki, Marksist düşüncenin dolaylı bir yansıması olan Neo-Sömürgeci Bağımlılık Okulu'dur. Bu okul mensupları Üçüncü Dünya geri kalmışlığının varlığını ve devamını, zengin-fakir ülke ilişkilerine dayalı hayli eşitsiz uluslararası kapitalist sistemin tarihsel evrimine atfetmektedirler. Bağımlılık teorisi içerisinde bulunan ikinci model, Üçüncü Dünyanın geri kalmışlığını, gelişmiş ülke yardım birimlerinin ve çok uluslu örgütlerin bilgisiz uzmanlarının verdiği hatalı ve uygunsuz tavsiyelerine bağlayan Yanlış Paradigma Modeli'dir. Söz konusu modellerden sonuncusu ise, kalkınma ekonomisinde genişçe tartışılan Düalist Kalkınma Tezi'dir. Bu tez, zengin ve fakir ülkelerle zengin ve fakir insanlar arasında çeşitli seviyelerde artan farklılıkların varlığını ve devamlılığını ifade etmektedir. (Amin, 1991,s.180).Bu açıklamalar doğrultusunda bağımlılık okulu mensuplarının önemli bir ortak noktaları ortaya çıkmaktadır. O da geri kalmışlığın başka ülkelerden kaynaklandığına dair kabullerden ibarettir. 11 1.2.4. Neo-Klasik Kalkınma Teorisi Neo-klasik kalkınma teorisinin esas aşamaları makro iktisadın ana bölümleri ve alanlarından oluşmaktadır. Bu teori genel ekonomiyi bir bütün olarak değerlendirmektedir. Bu teoriye esasen iktisadi büyüme oranındaki artış olarak kişi başına gelir ve üretimdeki değişimle hesaplanmaktadır. Bu teori iki ana ilkeden oluşmaktadır. (Erdoğan,2006,s. 43). Genel modellerde birikim oranı büyüme sürecinin başlama uyarıcısıdır. Birikim yatırımları ve sermayeleri oluşturmakta ve bu yolla büyüme sürecini yöneltmektedir. Bölgesel modellerde faktörlerin maliyeti-özellikle nispi gelir ve yatırımlarda verimlilik oranı-üretim faktörleri sürecini uyarmakta bölgesel büyümeği sonuçlandırmaktadır. Neo-klasik büyüme teorisinin tavsiyesi açık ekonomiğe saygınlık verilmesi ve fiyat mekanizmasının işlevi ve kaynakların verimli tahsisini desteklemektir. Ulusal ve bölgesel iktisat kendiliğinden dengelenmeye yol almaktadır. Bu teorinin en basit modellerinde gelişme kuruluşları ve organları gerekli olmamasıyla birlikte bazı gelişmiş modellerinde değişik geliştirme faaliyetlerinin gerekliliğine değinilmektedir. İlkin neo-klasik teorilerinde özgür ticaret devletin sınırlandırılması ve küçültmesi tavsiye edilmekte ve yeni teorilerde ise devletin çok ciddi roller üstlenmesi gerekmektedir. Bu roller iş ortamları ve hizmetlerinde alt yapıların kurulmasıyla takviye edilmesi, bilginin özgür ve şeffaf ortamda elde edilmesi vs. Olarak sıralanabilir. Ayrıca devletin önemli görevlerinden ulusal ve küresel düzeyde birleşmeye yönelmektir. Çoğu az gelişmiş ülke mevcut kalkınma teorileri doğrultusunda hareket ettiği halde istenilen sonuçları alamayınca yeni bir arayışa girilmiş ve Neo-Klasik Serbest Piyasa Teorileri ileri sürülmeye başlamıştır. 1980’li yıllarda Peter Bauer, Ian Little, Deepak Lal, Bela Balassa, Julian Simon, Jagdish Bhagwati, Anne Krueger ve Harry G. Johnson gibi ekonomistler neo-liberal kalkınma teorisinin temsilcileri olmuştur. Bu teoriye göre, devlet müdahalesi kalkınmayı engelleyen bir olgudur ve devletin ekonomideki rolünü terk ederek piyasayı kendi iç dinamiklerinin isleyişine bırakması, kalkınmayı da beraberinde getirecektir. Zira devlet ve bürokrasi, özel sektörün gelişimini engellemektedir. Bu teorinin diğer bir özelliği de küreselleşmeye olumlu 12 gözle bakmasıdır. Eğer gelişmekte olan ülkeler dünya ekonomisi ile daha fazla entegre olabilirse, devlet müdahalesinin en aza indirildiği, rasyonel davranan iktisadî birimlerce piyasanın işlediği bu ortamda, dışa açık iktisadî yapı ile kalkınma süreci daha kolay gerçekleşecektir. (Erdoğan,2006,s. 43). 1.2.5. Diğer Kalkınma Teorileri 1.2.5.1. Bölgeler Arası Ticarete Dayanan Kalkınma Teorileri Bu teorinin esasları üretim faktörleri ve mallarının miktar ve fiyatının bölgeler arası ticarete dayalı kalkınmaktaki önemine değinilmesidir. Bu teoride mikro iktisatta olduğu gibi analizlerin eksenini miktar ve fiyat üzerinde odaklanma oluşturmaktadır. Bölgeler arası ticarete dayalı büyüme teorisinde kalkınma iktisadi büyüme ile yakın anlam taşımakta ve tüketicinin refah seviyesinin artması sonucunu vermekte ve ayrıca bu teoriye esasen kalkınma sürecinin ilerlemesi fiyat mekanizmasına dayanmaktadır bunun sonucu denge fiyatının istikrarı ve fiyat değişikliğinin kaldırılması ve azalması amacını gütmektedir (Shahrabi, 2007,s. 33). Bu teorinin iki özgün güç noktası bulunmaktadır. Birincisi iş yaratma amacı yerine tüketicinin refahı (genel tüketimde artış)’nın artması bir ana ilke olarak tanınmaktadır. İkincisi bu teori fiyat/maliyet’in tam belirlenmesine dayanmaktadır. Bu teorilerde kalkınmanın sürecinin nasıl oluştuğu ve gelişmesine bakmayarak gelişmenin piyasa fiyatlarına dayalı kendiliğinden baş vermesine önem verilmektedir. Ayrıca gelişme dinamizmine önemin verilmemesi ve sınırlayıcı noktalar bu teorilerin eleştirilmesinde önemli noktalar sayılmaktadır. İktisadi düşünürler bu teori esasında devletin ekonomide müdahale etmemesi, uluslar arası serbest ticaret serbest bölgelerin artışı ve genel olarak piyasanın rekabete daha fazla açık olmasını savunmaktadırlar. Bu teoriler devletin işlevlerinde iyileşmeği, yerel yapısal kalkınmanın desteklenmesi ve yerel verimliliği artıran diğer önlemlerin alınmasına özenle değinmektedirler. Bölgeler arası ticaret teorisi aslında uluslar arası ticaret teorisini biraz daha kısıtlı kapsamda gerçekleşmesini göze almaktadır (Farjadi, 1989,s. 86). 13 1.2.5.2. Alan Teorisi Alan teorisi ekonomiyi üç ana sektöre ayırmaktadır; ilk sektör tarım, orman ve denizcilikten oluşmakta ve ikinci sektör sanayi ve madencilikten ve üçüncü sektör ise hizmet ve ticaret sektöründen oluşmaktadır. Bu teoriye esasen ilk iki sektörün gelişmesi üçüncü sektörün gelişmesine ve üçüncü sektördeki gelişmeler ise ilk iki sektörün gelişmesi sonucuna sebep olmaktadır. Ekonomik ilerlemenin belirgin göstergelerinden ekonominin daha geniş sektörlere ayrılması, ayrıca uzmanlaşma, iş bölünmesi ve verimlilik düzeyinin ilerlemesi sayılmaktadır. İş gücündeki verimlilik düzeyinin artışı daha yüksek teknik ve teknolojiyi geliştirerek sektörlerin daha fazla gelişme ve bölünmesine sebep olacağı bu teori esasında savunulmaktadır (Farjadi, 1989,s. 87). Gelirdeki artış talepteki artışa sebep olarak teknoloji ve üretim artışı sonucunu vermekle ilkin sektörlerden iş gücünün hizmet ve ticaret sektörüne kaymasına sebep olacaktır. Teknolojik ilerlemenin olumsuz yönleri bu teoriye göre ekonominin daha fazla alan ve sektöre ayrılması ve yeni istihdam alanlarının ortaya çıkmasıyla bertaraf olmaktadır. Alan teorisi deneme ve işlev açısından cazip görünse de ekonomiyi ilkin ve sonraki sektörlere ayırması pek yararlı görülmemektedir (Farjadi, 1989,s. 87). 1.2.5.3. İş Üretimine Dayanan Teoriler Bu teoride iktisadi kalkınma aşamaları iş yaratma, faaliyetlerle ilgilenerek iş üreten insanlar ve kurumlarla ilerlemektedir. Sanayi ve şirketler ve iktisadi kuruluşlarda ortaya çıkan değişimler bölgesel ekonomilerin iğcileşmesine ve ilerlemesine sebep olarak, makro iktisat düzeyine yayılıp, bütün ekonomiği anlamlı bir şekilde ileriye itmektedir. Bu teoride de iktisadın ana değişme mekanizması yeniliklerin gelişmesiyle ortaya çıkmaktadır. Yenilik kavramı değişik teorilerde çok farklı tanımlanarak genelde yeni karışım, yaratıcılık veya yaratıcı risk alma özelliğini taşımaktadır. İş üretme teorisi itibar açısından bir dolaylı teori sayılmaktadır. Kütle (iş üretenler vs.) iktisadın kalkınmanın gelişmesini sağlamaktalar. Bu özellik bu teorinin ana özelliği olmasına rağmen bir zaaf noktası sayılmaktadır. Çünkü bu özellik, bu teorinin uygulanmasında ve uygulanma süreçlerinde müdahale etmeği zorlamaktadır. Bu teorinin asıl odak noktası iş 14 ve çalışma ve sanayi ortamının iş üretmeye yönelmesini desteklemektir (Shahrabi, 2007,s. 44). 1.2.5.4. İktisadi İlke Teorisi Bu teorinin içinde ki bölünmeler bir bölgesel ekonominin parçasını içinde barındırarak ana bölüm ve ek bölümlere ayrılmaktadır. Bu teori yerel ekonomideki gelişmeyi göz önüne alarak kalkınmayı yerel ekonomide gelir düzeyi, üretim ve istihdamdaki büyüme ile değerlendirmektedir (Farjadi, 1989,s. 89).. Aslında bu teoride iktisadi kalkınma iktisadi gelişme ile eş anlamlı tutulmaktadır. Bu teorinin iktisadi büyüme sonucu veren canlılık ve etkinlik mekanizmasının doğru çalışması yerel iktisadın ana bölümlerinin yurtiçi üretimin ihracatına olan fazla talepten kaynaklanmaktadır. Bu teorinin odak noktası yerel iktisadın ana bölümlerine verilen önemden kaynaklanmakta ve ana bölümlerde ortaya çıkan büyüme etki ve oranları başka bölümlere de yansıyarak tüm ekonomiyi etkileyeceği düşünülmektedir. Bu teorinin güçlü yönlerini şöyle sıralanmaktadir. (Farjadi,1989,s. 89). 1.Bu teori kuzey Amerika’da iktisadi gelişmenin esasını oluşturmuştur. Bazı iktisat uzmanlarınca bu teori kuzey Amerika’daki gelişmelerinin sürecini tamamen açıklamaktadır. 2.Bu teori esasında planlanan iktisadi geleceği tahmin etmenin çok kolay olduğunu söyleye biliriz. Belirgin ve açık faktörlerle analiz yöntemine sahip olması bu teorinin önemini artırmaktadır. 3.İktisadi kalkınma ve büyümede yurt içi üretimin artması gerektiğine gösterdiği özen ve önemde bu teoriye verilen önemin nedenini açıklamaktadır. İktisadi ilke teorisi istatistiksel açıdan nicelik boyutu kazana bilir. Çünkü üretim, gelir ve istihdam düzeyi kolaylıkla ölçülebilmektedir. Bu teorinin esas zaaf noktası ve yetersizliği uzun süreli bir kalkınmayı planlamaktaki analizinde yetersizliğidir. Bazı uzmanlar bu teoriği eleştirdiklerinde, ekonominin ana bölümlerine verdiği aşırı önem karşısında diğer kısımlarının üzerinden basitçe geçmesine değinmekteler. Ayrıca bu teori bölgesel iktisadı değişik parçaların bütünleşmiş biçimde olduğunu kabul etmeyerek bölgeleri parçalar halinde dikkate almaktadır (Farjadi, 1989,s. 89). 15 Bu teori sanayiin güçlendirilmesi ve artmasına odaklanarak ihraç edile bilir ürünlerin artışına odaklanmaktadır. İş gücü ve pazarlamaya önem vermekte ve ihracatı geliştirmek yolunda iktisadi alt yapıların güçlendirilmesinden yanadır (Shahrabi, 2007,s. 45). 1.2.5.5. Ana Ürün Teorisi Bu teori sanayi önem ve düzey itibarı ile ayrı sektörlere bölerek farklı değerlendirmelere tabi tutmaktadır. İhracata yönelik bir yaklaşım olarak ekonomik kalkınmayı üzün süreli amaçlara odaklanmasını ve istikrarlı bir büyüme süreci olarak görmektedir. İlk kez Kanada’da uygulanmaya geçen bu yaklaşımın ana üründen kastı ülke ihracatında önemli yer ve röle sahip olan sanayi sektörüne ve ürünlerine verilmesi gereken önemi vurgulamaktır. Geleneksel açıdan buğday, balık, ahşap ve bu gibi ürünler bu teori çerçevede önem arz etmiştir (Farjadi, 1989,s. 93). Genel olarak bu teorinin güç kaynağı ve hareket ekseni küresel seviyede pazarlana bilen ve geniş çapta üretile bilen ana ürünlerin üretimine odaklanmaktır. Bu teorinin güçlü yönlerinden biri kuzey Amerika’nın gelişmesi sürecindeki tarihsel önemi ve etki sürecidir. Ayrıca geçmişteki gelişmenin başarı nedenlerinin ana ürünlerin üretim ve ihracatına dayandırılması bu teoriye siyasi ve tarihi itibar sağlamaktadır. Bu teorinin zaaf noktası iktisadi gelişmenin analizini vermek yerine gelişme sürecini betimlemeye çalışmasıdır. Bu yüzden bu teori geleceğe yönelik derin tahminler ve analizlerde bulunmayı zorlaştırmaktadır. Buna rağmen geleceğe yönelik genel bir planın gelişmesinde derinden etki bırakmaktadır. Küresel ekonominin bölge içi ve dışındaki potansiyel durumuna bakarak ana ürünlerin pazarlama kabiliyetlerini büyük ölçüde kaybedene kadar ana ürünlerin üretim ve ihracatına yüksek seviyede özen gösterilmesi gerektiği bu teori kapsamında önemli yer bulmaktadır. Bu süreçte devlet müdahalesinin sadece ana ürünlerin daha fazla rekabet gücüne sahip olması açısından gerekli görülmektedir (Shahrabi, 2007,s. 46). Bu teorinin ana düşüncesi belli sektörlere fazla odaklanma ve uzmanlaşmayı farklı verimsiz bölümlerle ilgilenmekten daha önemli görülmesidir. 16 1.2.5.6. Üretim Döngüsü Teorisi Üretim döngüsü teorisinde ekonomik gelişme aşamaları ürünün gelişme aşamalarına bağlanmaktadır. Bu teoride ürünlerin yeni guruplar olgun veya istikrar bulmuş aşaması en ileri aşama olarak değerlendirilmektedir. Zamanın her bölümünde iktisadi alan yeni ürünlerin üretimine uygunlaştırılmış bölümlere ayrılabilir ve bu bölümler bu teori esasında gelişmenin dinamiğini oluşturmaktadır. Aslında bu teoride ekonomik değişim süreci yeniliklerin ortaya çıkışına bağımlıdır. Önce yenilikler ortaya çıkar istikrar bulmuş ürünlere dönüşür ve daha sonra yayılmaya başlar (Farjadi, 1989,s.97). Bu teori esasında iktisat karar vericileri iktisadi gelişmeyi, üretim döngüsü teorisi esasında yöneltmek istediklerinde yeni ürünler üreten birimleri belirleyip destekleyerek ekonomik gelişmeyi sağlayabilirler. Bir ülkenin ekonomik gelişme sorumluları, iktisadi alt yapının oluşumundaki gerekli olan kaynakları, yeni ürünlerin üretiminin teşvik ve kalkınmasına sağlayarak bölgelerin gelişmesine ve nihayet ulusal ekonominin kalkınmasına yardımda bulunabilirler (Shahrabi, 2007,s. 49). Üretim döngüsü teorisinde her ürünün bir doğuş ve ölüm aşaması vardır. Her yeni ürünün veya yeni üretim sürecinin doğuşuyla yeni bir piyasa gelişmektedir. Yeni piyasanın canlanması ile üretim artar ve çok yaygın biçimde diğer üreticilerin dikkatini çeker. Bu yeni dönem yeni ürünün yaygınlaşma aşaması olarak tanımlanır. Diğer aşamada bu ürün istikrar bulmuş ve sıradan bir ürüne çevrilmekle gelecekteki yeni ürünlerin üretimine zemin hazırlar. Bu teori esasında yenilik ortaya çıkmazsa ekonomi, durgunluğa uğrayarak kalkınma döngüsü çalışmaya devam edemez (Farjadi, 1989,Ss. 97-99). 1.2.5.7. Kalkınma Kutupları Kutuplu büyüme teorisi bazı sanayiyi analizlerin ana birimi olarak göze almaktadır. Analiz birimi bir soyut kavram olarak iktisadi alanın bir parçası olmaktadır. İktisadi gelişme bu teori esasında yeni önder sanayinin büyümesindeki yapısal değişim olarak tanımlanmaktadır. Başka bir değişle yeni önder sanayinin olumlu ve yapılandırıcı role büründüğünde iktisat gelişme yoluna girmektedir. Önder sanayi büyüme kutupları olarak tanımlanmakta ve bu teorinin etkinliği bu birimlere dayanarak baş vermektedir. Büyüme kutupları ilk adımda büyüme sürecini başlatmakta ve büyümeği 17 yaygınlaştırmakta ve genişletmekte rol oynamaktadır. Kutuplu büyüme teorisi iktisadi gerçeklerden iyi bir kavrayış ve bakış açısı verse de genel bir teori olarak tanınmakta başarısız bulunmaktadır. Büyüme merkezleri stratejileri bu teorilere esasen biçimlenmiştir. Gunnar myrdal’a göre bu teorinin önemli düşünürlerinden sayılmaktadır (Farjadi, 1989,Ss. 99-1001). 1.3. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KALKINMA SORUNLARI 1.3.1. Kurumsal Sorunlar Gelişmekte olan ülkelerde geri kalmışlık olgusunu doğuran önemli bir faktörde kurumların zayıf olmasıdır. Kurumların kalitesinin düşük olması politik gücü kontrol edenleri kısıtlayamamasına yol açmaktadır. Farklı gruplar arasında rant için kavga daha büyük olmakta, kavga sonunda kazançlar daha da artmaktadır. Bu da toplumlarda huzursuzluğa ve ekonomide istikrarsızlığa neden olmaktadır. İyi kurumlar aktörlerin işlemlerini etkin bir şekilde yapmalarını sağlayan bir çerçeve sunarlar; mülkiyet haklarını korurlar ve sözleşmelere uyulmasını sağlarlar; yatırım için istikrarlı fakat rekabetçi bir ortam oluştururlar. Kurumsal yapılanmanın sağlam olması ekonomik olguları kullanmada ve yönlendirme de etkin bir rol oynamaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin kaynak yetersizliğinden dolayı başvurduğu yabancı sermaye yatırımlarını kontrol etmek ancak etkin bir kurumsal yapıyla mümkündür. Dolayısıyla spekülatif sermaye hareketlerinin yıkıcı etkilerini azaltmak kolaylaşır. North, kurumları insanların karşılıklı davranışlarını/ilişkilerini biçimlendiren bir yapı olarak tanımlamaktadır (Kabaş, 2004,s. 2). Kurumlar gündelik hayatı bir yapıya kavuşturarak belirsizliği azaltmaktadır. Kurumlar sayesinde, toplumsal standartlar belli olmakta, insanlar arasındaki iletişim, iş bölümü ve güç birliği sağlanmaktadır. Kurumlar, yazılı (resmi) veya yazılı olmayan (gayri resmi) belli kurallara bağlı olarak iki şekilde meydana gelmektedir. Resmi kurallar siyasi ve yasal kurallar, ekonomik kurallar ve sözleşmelerden oluşmaktadır. Resmi kurumlara örnek olarak Mülkiyet hakları verile bilir. Kurumların anlamlı olabilmesi için, kuralları ihlal edenleri engellemek için maliyetli ve güvenilir yaptırımları uygulayabilen bir üstün gücün 18 olması gerekir. Bu güçte yürütmedir. Kurumların istikrarlı olması, değişim geçirmeyeceği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Uluslararası anlaşmalardan davranış kurallarına ve normlara, yazılı hukuktan törelere kadar bütün kurumlar sürekli evrimleşerek yapabileceğimiz tercihleri de değiştirirler. (Kabaş, 2004,s. 2). Ekonomilerin uzun dönemli verimlilikleri, istikrarlı kurumsal yapılara bağlıdır. Kaliteli kurumlar, yatırımların verimliliğini iyileştirdiği için büyüme üzerinde doğrudan etki etmektedir. Zayıf kurumsal yapılar gelişmekte olan ülke ekonomilerinde işlem maliyetlerini yükseltmekle kalmaz, mülkiyet haklarının güvence altına alınmamış ve iyi tanımlanmamış olmasından dolayı, firmaların küçük ölçekli olmasına, düşük sermaye-teknoloji kullanmalarına ve kısa dönem planlama yapmalarına neden olur. Etkin olmayan siyasi kurumlar daha zayıf mülkiyet haklarına neden olmakta ve makroekonomik verimliliği düşürmektedir. İyi kurumlar, bürokrasiyi, rantiye maliyetlerini ortadan kaldırarak yatırımın etkinliğini artırmakta ve büyümeyi özendirmektedir. North’a göre ekonomide aktörlerin (girişimcilerin, finansörlerin, sanayicilerin vs.) karşılaştığı teşvikler büyük ölçüde kurumlar tarafından belirlenmektedir. Kurumların belirlediği bu teşvikler etkin veya değildir. Kurumların uyardığı davranışlar daha değerli bir katma değer üretimine yol açıyorsa büyümeye katkıda bulunmaktadır. Kurumlar ekonomik özgürlüğü garantileyerek büyümeyi özendirecek kapasiteye sahiptir. Çünkü üretken faaliyetlerin daha az vergilenmesini sağlamakta, bağımsız bir adli sistem ve özel mülkiyet haklarının korunmasını temin etmekte, dinamik bir iş çevresi üretmekte, düşük ve istikrarlı bir fiyat artışıyla rasyonel karar verme sürecini kolaylaştırmaktadır (Kabaş, 2004,s. 3). Gelişmekte olan ülkelerde ise kurumlar zayıf olduğundan, elitler ve politikacılar devleti kontrol edebilmek için farklı yollar denemektedirler. Devleti kontrol edebilmek için verilen mücadele, tamamıyla kötü makroekonomik sonuçlardan ve belirsizlik durumunda meydana gelen rantı elde etmek içindir. Ekonomik istikrarsızlık ile zayıf kurumlara sahip toplumlar arasında aşağıda belirtilen ilişkiler ortaya çıkmaktadır (Acemoğlu, 2002,Ss. 5,12) Kurumsal olarak zayıf mekanizmaları bulunmamaktadır. toplumlarda, politikacılar üzerindeki kontrol 19 Politikacılar üzerinde yeteri kadar kısıtlama olmadığında iktidara gelmek çok büyük kazanç, gelmemek ise çok büyük kayıp olmaktadır. Bu durum, kurumsal olarak zayıf toplumlarda, büyük kavgalara neden olduğundan büyük istikrarsızlığa neden olmaktadır. Zayıf kurumların olduğu toplumlarda, Sözleşmeli düzenlemeler aksak olduğundan, ekonomik ilişkiler, yardımlaşma ve güven üzerine kurulmaktadır. Bu durum ekonomik ilişkileri şoklara karşı dayanıksız yapmaktadır. Kurumları zayıf toplumlarda politikacılar güçlü çıkarları doğrultusunda politikalar yaptıkları için iktidarda kalmaktadırlar. Bu politikalar sürdürülemediğinde ise ekonomide istikrarsızlık olmaktadır. Zayıf kurumların olduğu toplumlarda girişimciler iş alanları olarak sermayeyi daha çabuk yurtdışına çıkarabileceği alanları seçmekte bu da ekonomide kararsızlığa yol açmaktadır. 1.3.2. Demokrasi Sorunları ve Kalkınma Etkisi Demokrasi ile ekonomi arasındaki ilişki konusunda gerek siyasal bilim gerekse ekonomi faaliyetlerinde olumlu ve olumsuz farklı görüşler bulunmaktadır. Olumsuz görüşlerin en güçlü dayanağı sosyalist ülkelerin çeyrek asırda gösterdiği başarılar oluşturmaktadır. Örneğin, 1928 ile 1955 yılları arasında SSCB’nin GSMH’nın yıllık yakaladığı 4,4 ile 6,6 arasındaki büyüme hızı gösterilmektedir. Ekonomik gelişme açısından sermayenin verimliliği sabit kabul edilip, yatırım oranının gelişme düzeyini belirleyeceği ileri sürüldüğünde demokratik olmayan rejimlerin daha elverişli olacağı yönündeki yaklaşım öne çıkmaktadır (Karadağ, 2006,Ss.81,83). Ancak sosyalist ülkelerin çökmesiyle günümüzde artık demokrasi-ekonomi arasındaki ilişki ile ilgili olarak ileri sürülen olumsuz görüşler geçerliliğini yitirmiştir. Demokrasi ile ekonomik gelişme arasında olumlu ilişki olduğuna dair birçok çalışma olmakla birlikte;“Lipset Teziyle” bilinen lipsetin faaliyetleri en önemlisidir. Lipset, ekonomik göstergeler olarak kişi başına gelir, kişi başına doktor sayısı, kişi başına telefon, radyo ve gazete sayısı ve sanayileşme, eğitim ve kentleşme ölçütlerini kullanarak siyasal sistemleri sınıflandırmıştır. Avrupalı ve İngilizce konuşan ulusları “istikrarlı demokrasiler” ve “istikrarsız demokrasiler veya diktatörlükler” olarak ikiye 20 ayırmıştır. Latin Amerikalı ulusları ise, “demokrasiler ve istikrarsız diktatörlükler” veya “istikrarlı diktatörlükler” olarak sınıflandırmıştır. Araştırmanın bulgularına göre Lipset, ekonomik yönden gelişmiş ülkelerin demokrasi açısından da istikrarlı ülkeler olduğunu ileri sürmüştür. Lipset’e göre ekonomik olarak geri toplumlarda otoriter ve totaliter partilerin gelişmiş toplumlara oranla daha fazla taraftar bulmaktadır (Karadağ, 2006,s. 84). Demokrasinin kalitesiyle, kurumsal ve siyasal kapasite arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Zayıf demokrasi kurumsal ve siyasal kapasiteyi düşürmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin zayıf demokrasileri sermaye hareketlerine aşırı bağımlı bir yapıları olmasına yol açmaktadır. Demokrasinin kalitesi siyasi ve ekonomik istikrarı, kurumların ve yönetimin kalitesini etkilemektedir (Alper, 2001,Ss.1,2). Demokrasi öğrenmenin, seyahatin, çalışmanın ve her alandaki iletişiminin üzerinde daha az kısıtlamaların bulunduğu bir ortam oluşturmaktadır. Bunların sonucunda, demokratik ülkelerde daha az yolsuzluk olmakta; daha güçlü yasal yapılar bulunmakta; daha serbest ticaret yapılmakta; siyasi ve ekonomik istikrar bulunmaktadır (Kabaş, 2004,s.6). Bu bağlamda azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde demokrasinin zayıf olduğu, dolayısıyla ekonomik kalkınmanın bundan olumsuz etkilendiği yönündeki yaklaşımlar ağır basmaktadır. Demokrasi, otoriter yönetimler ile karşılaştırıldığında Tablo 1.1’de görüldüğü gibi dört farklı durum görülmektedir. Birincisi, piyasa ekonomisinin olduğu demokrasiler yani iyi performansa ve sosyal göstergelere sahip Batı Demokrasileri. İkincisi, piyasa ekonomisinin olmadığı demokrasiler yani kötü ekonomik performansa ve sosyal göstergelere sahip demokrasiler örneğin Hindistan. Üçüncüsü, piyasa ekonomisinin bulunduğu otoriter yönetimler yani yoksulluğu azaltmış ve sosyal göstergeleri fena olmayan Doğu Asya ülkeleri. Dördüncüsü, piyasa ekonomisi bulunmayan otoriter yönetimler, büyümeye sosyal göstergeleri çok kötü olan eski sosyalist ülkeler (Kabaş, 2004,s. 6). 21 Tablo 1.1. Demokratik ve Otoriter Yönetimlerin Karşılaştırılması Piyasa Ekonomisi Olan Piyasa Ekonomisi Olmayan Ekonomilerinin performansı ve Ekonomilerinin performansı ve Demokratik sosyal göstergeleri iyi ülkeler sosyal Yönetimler Örneğin Batı Demokrasilerinde Yoksulluğu olduğu gibi. azaltmış ve sosyal ülkeler Ekonomilerinin performansı ve Örneğin Hindistan. Otoriter Göstergeleri Yönetimler ülkeler fena örneğin olmayan Doğu Asya ülkeleri. göstergeleri kötü olan Sosyal göstergeleri çok kötü olan ülkeler örneğin eski Sosyalist ülkeler. Kaynak Tolga Kabaş, Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizleri Belirleyen Faktörler ve Uluslararası Finans Sistemi, Yayınlanmamış (Yüksek Lisans Tezi), Çukurova Üniversitesi, Adana 2004, s. 7. Bu dört farklı durumdan bazı neticelere ulaşılmaktadır 1) Bir ülkede demokrasi ve serbest piyasalar varsa, üretim ve verimlilik için dürtüler güçlenmekte; verimlilik ve büyüme artmaktadır. 2) Piyasalar ve rekabet olduğunda demokrasi olsa da olmasa da büyüme sağlanmaktadır. 3) Serbest piyasaların olmadığı demokrasilerde önemli bir büyüme sağlanamamaktadır. Stiglitz’e göre demokrasinin unsurları açıklık ve şeffaflık, etkili katılım için çok önemli unsurlardır. Gizlilik içerisinde ve açık diyalog ile yapılmayan politikalar toplumun çıkarlarına değil özel çıkarlara hizmet etmektedir. Daha fazla şeffaflık ve açıklık ortamında verilen kararlar sosyal kalkınmayı hızlandırmaktadır. (Kabaş, 2004,s. 6). Demokratik kurumlar, seçimler, muhalefet partileri, bağımsız mahkemeler, bağımsız medya ve sivil özgürlükler devletin disipline edilmesini sağlamaktadır. Askeri diktatörler Latin Amerika’yı borç krizine götürürken durumu düzelten demokrasiler olmuştur (Rodrik, 1999,Ss. 23,24). Zayıf demokrasilerde devletin sorumluluğu ve şeffaflığı sınırlıdır. Bu tür demokrasiler popülizmden çok büyük zarar görmekte ve ekonomik reformları yapacak kapasiteye ulaşamamaktadır. Kısa vadeli sermaye girişlerine aşırı bağımlı, spekülatif saldırıların ve finans krizlerinin yaşandığı bir ortam oluşmaktadır. 1980’lerin başından bu yana demokrasi ve piyasa temelli ekonomiler için bir 22 eğilim bulunmaktadır. Demokratik ve piyasa temelli sistemler küreselleşmeden daha çok faydalanmaktadır. Güçlü bir demokrasi, uzun dönem büyümenin anahtarı olan siyasi istikrarın garantisidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan şeffaflık ve sorumluluk, etkin ve duyarlı yönetim ve refah için gereklidir. 1990’larda yaşanan Asya ve Rusya krizleri, şeffaflık ve sorumluluğun yeteri kadar uygulanmadığı durumlara örnek oluşturmaktadır (Kabaş, 2004 ,s.6). 1980 ve 1990’larda ardı ardına yaşanan finans krizleri, demokratik yönetimin, ekonomik reformlarla birlikte başarılı bir şekilde uygulanmamasından kaynaklanmaktadır. Kurumsalcı yaklaşıma göre, demokratik ve piyasa temelli sistemlere geçiş kurumsal çerçevenin kapsamında bütün katılımcılar için aynı kuralların geçerli olduğu bir rekabetçi sistem gereklidir. Bu sistemi de ancak tam anlamıyla işlevsel bir demokrasi sürdürülebilir. 1.3.3. İktisadi Politikalarda Kararsızlık 1990’lı yıllardaki uluslararası krizlerin bilginin temin edilmesindeki zayıflığın etkisi önemli bir yere sahiptir. Bu zayıflıklar birçok seviyede görülmüştür Piyasa katılımcılarının finansal pozisyonlarıyla ilgili bilginin elde edilmesinde ve doğruluğunda; ulusal ekonomik istatistiklerinin sürekli olmasında; yöneticilerin amaçlarıyla ilgili belirsizliklerde ve sözlerine bağlı kalma kapasitelerinde; ulaşılan bilgiye yeteri kadar dikkat edilmemesinden dolayı özel sektörde karar verme sürecinde görülen başarısızlıklarda görülmüştür. Daha fazla şeffaflık ve sorumluluk, finans krizlerinin sıklığını ve şiddetini birkaç yoldan azaltmaktadır. Makro ekonomik perspektiften bakıldığında, şeffaflık ve sorumluluğun artırılması, kararların daha erken ve sorunsuz alınmasını özendirmektedir. Özel sektör kurumları perspektifinden bakıldığında, daha fazla şeffaflık ve sorumluluk, kurumların davranışlarının kendi ve diğer kurumlar açısından ne anlam ifade ettiğinin sorumluluğunu almalarını özendirmektedir (Report, 1998,s. 1). Şeffaflık, devlet yöneticilerinin aldıkları kararlarda, halka ve piyasa katılımcılarına cevap vermelerini sağlayarak devleti disipline edecektir. Genellikle, daha fazla şeffaflık ve sorumluluk, para ve maliye politikalarının amaçları ve tasarımıyla ilgili daha iyi bilgilenmiş kamuoyuna yol açacaktır. Bu da, makro ekonomi 23 politikalarının ve seçeneklerinin kamuoyu tarafından anlaşılmasının ve kredibilitesinin, aynı zamanda, alınan kararların kalitesinin güçlendirilmesini sağlayacaktır (Report, 1998,s. 13). 24 İKİNCİ BÖLÜM ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TANIMI VE KONUMU ÇUŞ’lara birçok tanım yapılmıştır ancak bu tanımlar bu kuruluşların bütün boyutlarına değinmekte yetersiz kalmaktadır. Genel olarak ÇUŞ’lar, sermayelerinin bir kısmını diğer ülkede yatırım yapma özelliğine sahip olmakla bu isimle tanınmaktadır. ÇUŞ’ların en genel özellikleri şöyle sıralana bilir a- Birden çok ülkede ekonomik faaliyet b- Şirketin satış ve gelirinin temel bölümü yabancı kaynaklardan temin edilmesi c- Ana ülkenin dışında şirketin fabrikası, seri imalatı, şubesi ya da bürosu bulunması d- Şirketin yönetmeliği ve yönetim tecrübelerinin evrensel bir boyut taşıması (Rahnoma, 2009,S.132). Normal bir şirketin çok uluslu bir şirkete dönüşebilmesi için aşağıdaki birkaç genel aşamayı geçmesi gerekmektedir; (Mojtahedi, 2003,S. 71). 1- Takas ya da ihracat yoluyla Yabancı müesseselerle, şirketler yada devletlerle ticaret yapmaya başlaması. Bu aşamada üretim hattında çok az değişiklikler yapılır ve iç piyasa eskisi gibi daha fazla önem taşımaktadır. 2- Mal ticaretinin yanı sıra teknoloji ithalatı ya da ihracatına başlaması 3- Yurtdışında ekonomik faaliyetler için yatırım yapmaya başlaması (fabrika kurma, muntaj hattı yapmak, kendi lisansı altında yapım izni vermek ve ...). Bu aşamada küresel meselelerle karşılaşmada şirket yönetimi ve yönetim tecrübeleri gelişme ve artış göstermesine rağmen şirket faaliyetlerinin büyük kısmının ulusal ekonomi kapsamında yapılması da dikkat çekmektedir. 4- Şirket yönetiminin evrensel yön bulması ve yabancı ülkelerde yatırımların çoğalması; Bu aşamada şirketin yurtdışındaki varlıkları, onun servetinin önemli bir bölümünü oluşturmakla birlikte şirketin önemli oranda elde ettiği karın kaynağı ise yurt dışındaki faaliyetlerinden elde edilmektedir. Bu aşamada seri üretim yurtdışındaki tüketicilerin talebi 25 5- Doğrultusunda değişime uğrayarak yurtdışı faaliyetlerinin daha fazla önem kazanmasına yol açacaktır 6- Şirketin sermayesine yabancı sermayelerin katılımının kabul edilmesi ve yabancılara hisse senedi satışı; Şirketin üst düzey yönetim kadrosunda başka ülkelerden olan müdürleri işe alma, dünyanın değişik bölgelerinde ekonomik merkezler ve bürolar tesis etme, Global tüzel kişilik edinme vs. Bu aşamanın diğer boyutlarını oluşturmaktadır. Firma aynı anda bir kaç ülkenin vatandaşı konumundadır. Vergi ödeme bakımından ise bir kaç değişik ülkeye vergi ödemekte ve aynı anda değişik ülkelerin vatandaşlık haklarından yararlanmaktadır (Nahavandi, 1989,S. 48). UŞ’lerin başka ülkelerde faaliyetlerinin ana amacı kar oranlarını daha da çoğaltmaktır. Bu kazanç iki temel yoldan elde edilir a- Başka ülkenin ucuz iş gücü ve ham maddesinden yararlanarak üretim giderlerini azaltmak ve kar oranını çoğaltmak. Aşağıdaki şekilde bu husus kolay bir biçimde gösterilmiştir. b- İkinci ülkenin tüketim piyasasının olanaklarından yararlanmak Birinci ve ikinci ülkelerde üretim masraflarının bir olduğu takdirde ÇUŞ’ler birçok hususta ihracat ve diğer masraflarının olduğu nedeniyle ikinci ülkenin piyasasına ulaşabilmek için ikinci ülkede üretim şubeleri yapmaya başlarlar (Qarebaghiyan, 1994,S. 127). 26 2.1. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TARİHÇESİ “Uluslararası Şirket” kavramı (Multinational corporation) ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkmıştır. Bu kavram, Business Weekdergisinin özel ekinde yayınlanan “Uluslararası Şirketler Başlandı” sözüyle yaygınlaştı (Rahnema, 2009,S.133). Ancak, Uluslararası Şirketlerin dünya ekonomisindeki etkisi Merkantilism dönemine dönmektedir. Gümüş ve altın gibi değerli kaynaklara ulaşabilmenin önemi, o dönemin Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa ve İngiltere gibi güçlü devletleri koloni ülkelerin kaynaklarını külçe altınlar biçiminde kendi ülkelerine aktarma amacıyla yeni şirketler kurmaya yönlendirdi. Bu ülkelerin güçlerinin artması ve ticari şirketlerin kurulmasıyla, dev gemilerle bu ülkelerin fabrikalarında üretilmiş olan eşyaları sömürgelerin piyasasına tanışarak karşılığında sömürge ülkelerin yeraltı kaynakları da sömürgeci devletlere aktarıldı. Bu alışverişler günümüz Uluslararası Şirketlerin anası sayılan şirketler aracılığıyla yapılıyordu. Bu şirketlerin en önemlilerinden Doğu Hint Kompanisi ve Royal African`ı örnek gösterebiliriz. ÇUŞ’ler`i Genel bir tanım yapmak gerekirse, merkezinin bir ülkede de yalnız başka yabancı ülkelerde de merkeze bağımlı firmaları olan ve değişik kurum ve kuruluşlar aracılığıyla ürünlerini üreten ve satan dev şirketler olarak tanımlayabiliriz (Rahnoma, 2009,S. 136). Endüstri Devrimiyle birlikte ÇUŞ’lerin çalışması kendine özgü bir yön bulmuştur. Bu şirketler, ana ülkedeki büyük bankaların yardımıyla gelişmemiş ülkelerin ekonomilerine musallat oldular. ÇUŞ’ler kavramı, ortaya çıktıktan beri değişik şekillerle isimlenmişlerdir. “Uluslararası Ticaret Müessesesi”, “Uluslararası Galeri”, “Uluslararası Şirketler Grubu”, “Çok uluslu Galeri”, “ÇUŞ’ler”, “Uluslararası Ticaret Birimleri”, “Uluslararası Birleşik Gruplar”, ve hatta “Amerika Birleşik Devletleri Dev Şirketi” isimleri ile tanınmışlardır (Rahnoma, 2009,S. 137). İkinci Dünya Savaşından sonraki dönem, Uluslararası Şirketler ve dünya ekonomisinde oldukça hassas bir dönemdir. Çünkü, savaşın Doğu Asya ve Avrupa`da vurmuş olduğu hasar Amerika`nın dünyadaki olan siyasi, askeri ve ekonomik güç ve nüfuzunu artırarak, Amerikan şirketlerinin yatırım yapa bilmeleri için kolaylıklar sağlanmaya başladı. Bu şirketler vasıtasıyla milyarlar dolar Avrupa`da, Latin 27 Amerika`da, Asya`da ve dünyanın diğer bölgelerinde yatırımlar yapıldı. Amerika şirketleri dünyanın tüm bölgelerinde fabrikalar yaptılar ve bu gidişat 60`lı yıllara kadar devam etti. O dönemde Amerika`nın tüm ekonomik faaliyetlerinin arkasında siyasi amaçlar takip edilmekteydi. Bu amaçların büyük kısmı “Tehdit Bölgeleri” inde komonizmin ekonomik yollarla Avrupa`da ve dünyanın diğer bölgelerinde gelişimini önlemekti (Farjadi,1989,s.164). 60`lı yılların ilk çeyreğinden sonra başka Avrupa ülkeleri ve özellikle Büyük Britanya, tekrar eski siyasal ve ekonomik kariyerlerini kazanarak uluslararası şirketler vasıtasıyla dünyanın diğer ülkelerinde şube tesis edip mal ve hizmet üretmeye başlamışlardır. Büyük Britanya ve İngiltere asıllı uluslararası şirketlerin dünya çapında kendilerine özgü bir yer ve önemleri bulunmaktaydı. Büyük Britanya`yı uluslararası şirketler için ikinci ana ülke konumuna getiren asıl nedenler şunları saya biliriz; (Nahavandi, 1989,S. 79). - Büyük Britanya, direk yatırım yapma konusunda yeterli tecrübesi ve tarihi geçmişinin bulunması bu ülkeyi başka devletlere göre daha etkin bir durum kazandırmaktaydı. - Büyük Britanya, Ortak Refah Ülkeleri ile bağlarını koruyarak bu doğrultuda devletlerin himayesinden yararlanıp, eskiden Büyük Britanya sömürgeleri olan ülkelerde yatırım yapmaktaydı. - Büyük Britanya, Amerika`dan sonra ikinci büyük deniz kuvvetine malik ülkeydi. Bu da Büyük Britanya`ya tehlike anında şirketlerinin menfaattarını koruyabileceğini garantiye almıştı. Böylece bu etkenlerin tümü ve diğer başka faktörler, Büyük Britanya`yı dolaysız yatırımlarda yardımcı olmaktaydı. - Sermaye ihracatı konusunda Amerika`nın yanında bulunmasını sağladı. Batı Avrupa`da başlanan ekonomik yenilenme, bu ülkelerin sermaye ihracatına tekrar başlamasına ve onunla birlikte Uluslararası şirketlerin 1965 yılından sonra göze gelir bir biçimde ilerlemesine neden olmuştur. Dolaysız sermaye ihracatı yapan ülkelerin başında Federal Almanya, İsviçre, Hollanda, Fransa, Belçika ve İsveç`i sayabiliriz. Japonya da 1960`lı yıllardan sonra yurt dışında yatırım yapmaya başlamıştır ve bunun için yatırımları için en uygun bölge olarak genellikle Asya`nın doğu bölgelerini ve 28 Pasifik`i seçti. 60`lı yılların sonunda ve 70`li yılların başında, uluslararası şirketlerin faaliyet tarihinde bir dönüş noktası sayılmaktadır. Çünkü Uluslararası şirketlerin sayısı sanayileşmiş Batı ülkelerinde göze gelir bir miktarda artmış ve sayı itibarı ile 10 bin şirkete ulaşmıştır. Sayı itibariyle bu şirketlerin başında Amerikan şirketleri, Büyük Britanya, Almanya, İsviçre, Fransa ve Hollanda şirketleri bulunmaktaydı. Elbette, ülkelerin yabancı sermayeye olan ihtiyacı, sadece Uluslararası Şirketler`in İkinci Dünya Savaşı`ndan sonraki faaliyetlerinden dolayı değil, teknoloji, yönetim kapasitesi ve pazarlamadaki gelişmeler gibi etkenler de bu hususta etkili rol oynamaktaydı. Öte yandan 1950 ve 1960’lı yıllarda milliyetçilik hislerinin kabarması sonucunda Uluslararası Şirketlere yönelik itirazlar olunmaya başladı. GOÜ’lerde, seçkin insanlar, öğrenciler, işçiler, çiftçiler ve işsiz kalan tüccarlar bu şirketleri eleştirmeye ve onlara itiraz etmeye başladılar (Mojtahedi, 2003,S. 78). Sosyal refah, ev, iş taleplerinin çoğaldığı bu dönemde egemen gruplar, Uluslararası Şirketlerden avantajlar alabileceklerinin farkına vardılar. Böylece ev sahipliği yapan ülkeler, söz konusu şirketlere tavırlarını daha da iyileştirsinler diye baskılarını çoğalttılar ve sonuçta Uluslararası Şirketlere belirli ölçüde sınırlamalar getirdiler. Fakat, tüm bu baskılara karşın Uluslararası Şirketler, eskide olduğu gibi gelişmelerine ve inkişaflarına devam ettirdiler (Rahnoma, 2009,s. 138). 1970 yılında yurt dışında 27300 bağımlı şirketi bulunan 7300 qayri-milli şirket bulunmaktaydı. Oysaki 1989 yılında sayısı 35000`e ulaşan bu şirketlerin yurt dışındaki bağlı şirketlerinin sayısı 150000`e yükseldi (Akhavi,1989,s. 46). Başka bir deyişle Uluslararası Şirketler, bu ülkelerdeki maaşların aşağı olması, tüketim pazarının yakınlığı, sermaye dönüşünün yüksek geliri ve yerel şirketlerin rakabet gücünün yetersizliği gibi avantajlardan yararlanarak faaliyet alanlarını gittikçe genişlettiler. Ayrıca 1990 yılında SSCB`nin dağılması sonucunda gelişmekte olan ülkelerin önünü kesen ideolojik engellerin de ortadan kalkması, Uluslararası Şirketlerin daha atılımcı bir biçimde ilerlemesine zemin yarattı. SSCB`nin dağılması, Pazar kültürüne dayanan ekonomi için bir zafer sayılırdı. Buna göre de Doğu Bloku ülkeleri ekonomilerini serbest piyasa sistemine yönelterek yabancı sermayeyi celbetmeye çalıştılaf. Bu da ÇUŞ’lerin daha da ilerlemesine neden oldu (Mojtahedi, 2003 79). 29 2.2. TEORİK AÇIDAN ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Aşağı yukarı çeyrek asır önce, Uluslararası Şirketler, uluslararası çapında hızla çoğalmaya başladıkları zaman, ekonomistlerinde bu konuyla ilgili endişeleri ve merakları da kendini göstermeye başladı. Çünkü Uluslararası Şirketler, uygun koşullar buldukları her yerde konumlanmaya başlıyorlardı. Bu da ev sahipliği yapan ülkelerde, ülke yöneticilerini endişelendiriyordu. Böylece bu şirketlerin, maddi güç, teknoloji ve yönetim kabiliyetleri, yakın zamanda dünya ekonomisini kendi egemenlikleri altına alacakları düşüncesine kaptırıyordu. Bu mesele, Marksizm düşüncesinin yaygınlaşmasıyla daha geniş boyutlar kazanarak birçok ülkenin kitleleri arasında Uluslararası Şirketlerin hakimiyet korkusunu yaymıştı. Yaygın düşüncelerin aksine Uluslararası çıkarcı, dev ve milliyetsiz şirketler, ev sahibi ülkelerle yaptıkları rekabette onları meydandan çıkararak ve halklarını sömürerek ülkelerin taliini ellerine geçiriyorlardı. Bu gibi koşullarda bir sıra üniversite araştırmacısı da yaptıkları analizlerle halkın konuyla ilgili daha fazla meraklanmasına sebep olmaktaydılar. “Rimond Vernon”, 1977`de yayımlanan “Çok uluslular” kitabında kendi düşüncesini şöyle izah etmiştir “Sanayileşmiş toplumların içindeki düzensizlikler tamamen çok uluslu şirketlerde somutlaşmıştır.” (Rahnoma,2009,s.138) 1970`li yılların başında da “Havard Prel Muter” adlı başka bir düşünür 1985 yılına kadar komonist olmayan üretici dünyanın mal varlığının aşağı yukarı yüzde sekseninin sadece 200 ya da 300 büyük şirketin eline geçeceğini ve sonuçta da bu şirketlerin dünya ekonomi sistemlerini ellerine geçireceklerini öngördü (Mojtahedi, 2003,s. 100). Düşünürler tarafından bu gibi savların ortaya atılması, özellikle gelişmemiş ülkelerin geleceğini oldukça kara göstermekteydi. Buna göre de 1970 ve 1980`li yıllarda ev sahipliği yapmakta olan ülkelerde ÇUŞ’lerin faaliyetlerine ilişkin itirazlı ve değişik düşünceler dünya çapında yaygınlaştı. Bu gibi öngörülerin gerçekleşmesi konusundaki endişeler, geçmişin tersine ÇUŞ’lere olan bakış açısını ve ardından onların etkilerini de azaltma yönünde etkiler bıraktı. Buna bakmayarak bazı düşünürlerin ÇUŞ’lerin önemi ve faaliyetleri konusundaki olumlu bakış açıları bu yöndeki hassasiyetlerin ters dönmesine ve “Vernon”un düşüncesinin tersine ÇUŞ’leri refah, iyi gelecek ve modernleşmenin simgesi olarak görülmesini sağladılar. Böylece bir takım devletler de bu fikir değişikliğinin etkisi altında kalarak bu şirketlerle işbirliği yapmaya yöneldiler. 30 Önce de temas edildiği gibi, uluslararası ilişkiler alanında ÇUŞ’lerin faaliyetlerine ilişkin değişik savlar ve düşünceler ortaya konulmuştur. Bazen, bu şirketleri kalkınma motoru ve Üçüncü Dünya yoksullarını kurtaran bir kurtarıcı sanıldıkları gibi, bazende onları bu ülkeleri sömürmek için bir araç olarak değerlendirilmeleri daha çok kabul edilir düşünce haline gelmiştir (Qarebaghiyan, 1994,s. 129). “Shumpeter” ve “``Galbraith``” gibi bazı ünlü Batı ekonomistleri, çok uluslu şirketleri teknolojik yetenekleri, verimlilik ve yönetim kabiliyetlerindeki becerilerinden dolayı övmüşlerlerdir. Birçok başka yazar da, bu şirketleri dünya ekonomisinin refahı için en önemli araç gibi değerlendirmişler. Örnek olarak “Kindel Berger” bu şirketlerin dünya servetleri ve kaynaklarını dünya çapına dağıtan birer güç gibi görmekteydi ve “Bravn” ise bu şirketlerin dünyanın barış ve kalkınmasının sağlanmasında büyük bir potansiyele sahip olduğundan bahis etmekteydi. Bu şirketlerin lehinde fikir süren düşünürlerin tersine bir grup başka düşünür ve teorisyen, bu şirketleri gelişmekte olan ülkeleri alta çekip çiğnemek için bir araç olduklarını savunmuşlardır (Mojtahedi, 2003,s. 83). Abartılı analizleri bir kenara bırakırsak ÇUŞ’lerin rolü hakkında iki tür fikirle karşı karşıyayız. İkinci Dünya savaşından sonraki ideolojik rekabetin aşırı düzeyde yaşandığı soğuk savaş döneminde, küresel ortamda sosyalizm ve serbest piyasa düşünce kutuplarının içinde Kapitalizm ekonomisi düşüncelerini savunan birinci grup, “Neo klasik” düşünce ekoludur. Klasik kapitalizm teorisinde devletlerin ekonomiye karışmaması gerektiği ve iktisadi faaliyetlerin serbest piyasaya ve piyasa gücüne bırakılması düşüncesi vardı. Böylece serbest ekonomik faaliyetler savunularak, devletin karışmasının sınırlanması savunulmaktaydı. Neoklasik ekonomistler piyasa mekanizmasının sosyal refahla çelişki içinde olduğunu ve toplumun çıkarlarına ters olduğunu iddia eden düşünürlerdi. Bundan dolayı da devletin gerektiği zamanlar müdahale ederek istenilen iyi bir sosyal düzeni garantiye almasını savunurlar. Neoklasikler, geri kalmışlığın nedenlerini geri kalmış ülkelerin içinde aranılması gerektiğine inanır ve kalkınmayı önleyen asıl engelleri, GOÜ’ler`nin kendi içinde saklandığını savunmaktalar (Nahavandi, 1989,s. 81). Yalnız sonuç olarak onlara göre gelişmemişliğin çözümü ise yurt dışında bulunduğu görüşündeydiler. Bu düşünceye göre teknoloji ve kalifiye insani güç, 31 GOÜ’ler`nde kalkınmaya yol açabilecek nitelikte bulmamaktadır ve gelişmiş ülkelerden ithal edilmelidir. Bu grubun en büyük temsilcilerinden Arthur Lewis ve Walt Rostow` örnek gösterilmektedir. İkinci grup ya da radikal ekonomistler, birinci grupun tersine kapitalizm düzeninin temel kuruluşunu ve kurumlarını eleştiriyorlardı. Bunlara göre gelişmiş ülkelerin deneyimleri GOÜ’ler için bir uygulana bilir gelişme modelidir Çünkü, şimdiki kapitalizmin düzeni adaletli değil geri kalmış ülkelerin sömürülmesini sonuçlandırmaktadır. Böylece var olan ilişkiler çerçevesinde ne gelişmiş ülkeler ne de ÇUŞ’lerin hiçbiri üçüncü dünyanın gelişmesine yardımcı olamadıkları düşüncesindeydiler (Rahnoma, 2009,s. 144). Meselenin çözüm yolunu Marksizm`de bulan radikal teorisyen “Pol Baran”, ÇUŞ’ler ve gelişmemiş ülkelerin diğer ülkelerle ilişkilerini insafsızlık olarak görür ve ÇUŞ’leri kendi çıkarları ve menfaatleri uğrunda az gelişmiş ülkelerin doğal kaynaklarını ve piyasalarını ele geçirdikleri kanısındadır. O`na göre tekelci firmalar, gelişmemiş toplumların ekonomik fazlalıklarını cezp etmekle onların sanayileşme proselerini aksatıyor ve erteliyorlar “Bağımlılık Okulu” nun radikal ekonomistleri de gelişmenin ve gelişememenin temel nedenini GOÜ’ler`nin gelişmiş kapitalist ülkelere ve ÇUŞ’lere bağımlı olduklarında arıyorlar. Bu gruba göre, ÇUŞ’ler ve gelişmemiş ekonomiler ilişkilerine aşağıdaki ilişkiler hakimdir (Mojtahedi,2003,s. 117). -ÇUŞ’ler, daha fazla kar elde etmek amacıyla işbölümü sistemini ev sahipliği yapan ülkelere yükleyerek bu ülkeleri kapitalist düzene bağımlı yapmaktalar. -Gelişmiş ülkeler, sermaye sahibi sınıfı ve ÇUŞ’leri destekleyerek onlara en yüksek oranda kar elde edebilme olanağı sağlamaktalar. -ÇUŞ’ler, kendi devletlerinin yardımı ve ortak gelişmemiş ülkelerin sermaye sahiplerinin gücüyle kendi menfaatleri doğrultusunda bu ülkelerin devletlerini baskı altında tutmaktalar. Elbette, unutmamalıyız ki ÇUŞ’leri ve onların üçüncü dünyada faaliyetlerini eleştirenler sadece neo marksist radikal teorisyenler değiller, Kapitalist düzen çerçevesinde kendi düşüncelerini savunanlardan bazıları da ÇUŞ’lerin çalışma sistemlerini eleştirmişlerdir. “Rimon Aron”, şu hususta bu kanaate varmıştır ki yabancı şirketler, yerel sermaye sahiplerinin yardımıyla maaş alanların emeği ile ortaya çıkan menfaetlerini takip ederek, sömürgecilik baskılarını sürekli çoğaltmaktalar Bu alanda 32 Aron`dan başka, Myrdal ve Prebisch de benzer eleştiriler yapmış ve kendi kanılarını ortaya koymuşlardır (Nahavandi, 1989,s. 84). Son birkaç on yılda, ÇUŞ’ler, öncelerinden daha çok küresel ekonomi sahasında önemli rol oynamaya başlamışlardır. BMT`nin vermiş olduğu verilere göre 1992 yılında ÇUŞ’lerin sayısı 35000’den fazladır. Bu şirketler aşağı yukarı 170 bin yabancı tabi şubeyi yönetimi altında tutuyor ve mali açıdan bu şirketlerin sermayesi bazı ülkelerin sermayesinden bile fazladır (Farjadi, 1989,s. 86). 2003 yılında diğer ülkelerde 700000 şubesi olan bu şirketlerin sayısı 63 bine ulaşmıştır. Bu şirketler ve tabi şubeleri, 86 milyon iş gücü ile dünya üretiminin yüzde yirmi beşini ve aşağı yukarı dünya mal ve hizmet ihracatının üçte ikisini gerçekleştirmiştir (Rahnoma, 2009,s. 146). 188 ÇUŞ’in gelir düzeyinden elde edilen bilgi ve verilere göre, bu şirketlerin üretim değerleri 18 bin milyar dolardır ve aşağı yukarı dünya GSYİH’nin yüzde yirmi beşini oluşturmaktadır. Bu 188 şirketten 27 şirket, yani üzde 14`ü gaz ve petrol sektöründe çalışmakta ve bu sektörün dünya çapındaki önemini göstermektedir. Bu hususta dikkate değer olan nokta, ilk 10 şirketten ilk 7 şirket petrol ve gaz alanında çalışmaktadır. Bu sektörün ardından mali hizmetler ÇUŞ’leri kendine doğru çeken ikinci alandır. Dünyanın 188 dev şirketinden 24 şirket, mali hizmetler alanında çalışmaktadır. Son birkaç on yıl içinde “EXXon Mobil”, üç ÇUŞ’in bir parçası olmaya devam etmektedir. Bu şirketin 2007 yılındaki geliri 390 milyar dolardır. Bu şirketin geliri, aşağı yukarı Tayvan ülkesinin GSYİH kadardır ve İran, Yunanistan ve Danimarka`nın GSYİH’den fazladır. Eğer, Romanya ve Singapur`un GSYİH’sını toplarsak, bu toplam, Egzon Mobil`in geliriyle eşleşir. Dünya ÇUŞ’lerinin ilk 10`unun geliri, 2700 milyar dolardır. Bu da Türkiye, Polonya, Endonezya, Belçika ve İsviçre`nin GSYİH ile eşdeğerdir (Mojtahedi, 2003,s. 86). ÇUŞ’ler, dev gövdeleriyle hızla büyümekteler. Şöyle ki günden güne kendi dev ticari ve endüstriyel imparatorluklarını geliştiriyor ve ileri bir düzeyde ülkelerin ekonomik hayatlarına nüfuz etmekteler. Stephen Hymer, bu gidişatı göz önünde bulundurarak, çok uzak olmayan bir gelecekte 300`den 400`e kadar ÇUŞ’ten oluşan bir rejimin dünya endüstrisinin yüzde yetmişine egemen olacağını öngörmüştür (Rahnoma, 2009,s. 85). 33 “Haymer”in öngörüleri gerçeklikten o kadar da uzak değildi. Çünkü günümüzde beş gelişmiş, kapitalist ülke yani ABD., Almanya, Japonya, Fransa ve İngiltere dünyanın 200 ÇUŞ’inin 172`sini kendi ellerinde bulundurmaktadır. Değerlendirmelere göre dünya üretiminin yüzde yirmi beşini elinde bulunduran bu dev şirketlerin 1982 yılında 3000 milyar dolar tutarında olan satışları, 5900 milyar dolara yükselmiştir Son analizde bunların sadece kendi çıkarları ve menfaatleri doğrultusunda ve uluslararası bir çapta çalıştıkları ve milli menfaatleri düşünmedikleri saptanmıştır. ÇUŞ’ler, bu gibi bir güce dayanarak günümüzde devletlerin egemenliğini savaşa davet etmekte ve onların iktidarlarını tehdit etmektedir. Elbette tüm ülkeler eşit biçimde bu şirketlerin etkisi altında kalmıyor. Merkez devletler ya da şirketlerin vatanı, ev sahipliği yapan ülkelerden değişik bir biçimde etkileniyor ve gelişmiş ülkelerin ev sahipliği koşulları, gelişmemiş memleketlerin ev sahipliği şartlarından farklıdır (Qarebaghiyan, 1994,s.132). Bu şirketler genellikle gelişmiş ve endüstriyel ülkelerde yatırım yapmaya ve çalışma alanlarını genişletmeye meraklılar. Halen de sermayelerinin büyük şıkkını bu ülkelerde yatırmaktalar. Ama bunun yanı sıra müsait ve gelişmekte olan ülkelerin de onlar için başka bir çekimi vardır. Son yirmi yılda ÇUŞ’lerin önemi dünya ekonomisinde çoğalmıştır. Yabancı şirketlerin 1980 yılında yatırdıkları 180 milyar dolar direkt sermaye, 2000 yılında 1000 milyar dolara ulaşmıştır (UNCTAD, 2003). Herhalde, dünyanın değişik bölgelerinde günden güne çoğalan ÇUŞ’lerin yatırımları, ülkelerin kültürel, ekonomik ve sosyal hayatında gözardı edilemeyecek büyük etkiler bırakmıştır. Bu şirketlerin çalışma düzenleri, gelişmekte olan ülkelerin yaşam biçimleri ve hayatlarının değişik yönleriyle o kadar sıkı bir biçimde iç içe girmiştir ki bu ülkelerin ekonomik ve sosyal durumlarının analizi, bu şirketlerin önemini ve konumunu dikkate almaksızın olanaksızdır. Son yıllarda Kuzey-Güney ilişkilerine hakim olan atmosferdeki değişikliklerden biri, ÇUŞ’lere yönelik gelişmekte olan ülkelerin değişmiş olan bakış açısıdır. ÇUŞ’lerin toplamda ev sahipliği yapan Kuzey ülkelerine hayırlı mı olmuş, yoksa bu şirketler sadece onları sömürmeye çalışmışlar tartışmaları tartışmacı özelliğini büyük oranda yitirmiş ve karşılığında ekonomik ve teorik bir karışıklık özelliği kazanmıştır. Yabancı şirketlerin üçte ikisinin GOÜ’lerde değil, Amerika, Batı Avrupa ve Japonya`da merkezi 34 büroları bulunan şirketlere bağlı olduklarını düşündüğümüzde, konu daha da ciddi bir boyut kazanır. Şöyle ki bu bürolar, Birinci Dünya ülkelerinde bulunmaktalar ve aşağı yukarı Birinci Dünya ülkelerinin yatırdıkları yatırımların % 75`i yine de Birinci Dünya memleketlerindedir ÇUŞ’lerin büyük bölümü Amerikan`dır. Amerika`nın ÇUŞ’leri 2004 yılında, 21 milyonu Amerika memleketinde çalışmakta olmak üzere aşağı yukarı 30 milyon kişilik bir iş gücüne malikti. Uluslararası ticaret bölümünde dünya ihracatının % 33`ü ve ithalatın % 40`ını çok uluslu Amerikan şirketleri üstlenmişlerdi (Mojtahedi, 2003,s. 87). Geri kalmış Güney ülkeleri ve ÇUŞ’lerin ilişkisi ve bunun gelişmemiş ülkelerin ekonomisine olan etkisi, değişik açılardan değerlendirilmiştir ve sonuçta dikkate değer bir çelişki ortaya çıkmıştır. Bu belirsizliğin ortadan kaldırılması, derin araştırmalar talep etmektedir. Araştırmacı ve düşünürler içinde ÇUŞ’lerin çalışma yöntemleri ve faaliyetlerinin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkileri konusunda fikir birliği yoktur. Bir sıra, bu ilişkilerin olumlu yönlerini savunmakta ve ÇUŞ’lerin gelişmemiş ülkelerin gelişmesine müsait zemin hazırladıklarından yanadırlar (Rahnoma, 2009,s. 159). Bunun karşılığında düşünürlerin bazıları bu şirketlerin yararlarından çok zararları olduklarına inanır ve bunların Güney ülkelerinin gelişme yolunda birer köstek konumunda olduklarını savunurlar. Şöyle ki Behrman, çokuluslu ülkelerin ev sahipliği yapan ülkelerle ilişkin bu şirketlerin yarar ve zararlarını böyle özetliyor Bu şirketlerin sermaye oluşumu, yönetim becerileri, teknolojik üstünlük, rekabet gücü ve diğer üstünlükleri bu şirketlere ev sahipliği yapan gelişmekte olan ülkelere endüstriyel egemenlik tehlikesi, teknolojik bağımlılık ve kalkınma programlarında bozukluğu sonuçlandırmaktadır (Rahnoma, 2009,s. 161). 2.3. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ANA ÜLKEDEKİ KONUMU ÇUŞ’lerin faaliyetleri sadece ev sahipliği yapan ülkelerin ekonomilerini etkileri altında tutmayarak endüstrileşmiş Batı ülkelerinin de üzerinde belirgin bir biçimde etki bırakmaktadır. Bu bölümde ÇUŞ’lerin merkezlerinin bulunduğu ana ülkelerde ve genellikle Batı ülkeleri ve özellikle Amerika’daki konumları ve etkileri tartışılmaya çalışılmıştır. Bütün Batı ülkelerini araştırmamızın konusu edemeyeceğimizden dolayı sadece Amerika Birleşik Devletlerini araştırmamızın merkezinde bulunduracağız. 35 Amerika Birleşik Devletleri yetmişli ve seksenli yıllarda yabancı sermayeyi temin eden en önemli ülke olduğuna göre, ÇUŞ’lerin bu ülkedeki konumuna değineceğiz. Bu konuyu şu şekilde değerlendirmek istediğimizden amacımız, genel olarak ÇUŞ’lerin ana ülkelerde ve özellikle Amerika’da ki faaliyetleri ile tanışmaktır. Bu tanışma sağlandıktan sonra diğer bölümlerde ÇUŞ’lerin bu şirketlere ev sahipliği yapan gelişmekte olan ülkeler (GOU)’deki konumları ve etkilerinin araştırmasına geçebileceğiz. ÇUŞ’lerin en büyük özelliklerinden biri, bu şirketlerin büyük bir bölümünün mülkiyetinin önemli Batı ülkelerine ait olduğudur. ÇUŞ’lerin çalışma alanlarının genişlemesi, Batı ülkelerinin küresel ekonomisi üzerinde büyük rol oynamasından kaynaklanmaktadır. Önemli Batı ülkelerini ekonomik gücü ve hayatı bu şirketlerin ekonomik faaliyetlerine oldukça bağımlıdır ve bu ülkelerin ekonomilerinde, sermaye transferinin ulusal ekonomilerinde oldukça gerekli faktörlerden olması gözükmektedir (Mojtahedi, 2003, s.88). Seksenli yıllardan önceye kadar, ABD., dolaysız yabancı sermayeyi temin eden en önemli ülke konumunda olmuştur ve bu ülkenin ardından, Japonya, Federal Almanya Cumhuriyeti, Büyük Britanya, İsviçre, Hollanda, Kanada ve Fransa dolaysız sermayelerin genel kaynaklarını oluşturmuşlar. Küçük sanayi ülkeler de sermaye ihracatlarını çoğaltabilmişler ve hatta ticaret fazlaları olan bazıları, bu alanda kendilerine özgü bir yer de edinebilmişlerdir. (İskandinavya ülkeleri de bu hususta sermaye ihraç eden ülkeler sırasına girebilmiş ve ihracatlarını da çoğaltabilmeyi başarmışlardır (Nahavandi, 1989, s. 87). 36 Tablo 1.2. SanayileşmişBatı Ülkelerinde Net Sermaye Akışı ( milyon dolar) Net sermaye Transferi Ülke/yıl 2010 245 Avustralya 278 Çin 602 Kanada 260 Rusya 1837 Fransa 1484 Federal Almanya Cum. 601 İtalya 719 Japonya 950 Hollanda 226 Norveç 383 İsveç 1705 Büyük Britanya 3597 ABD. Kaynak: (UN Center on transnational corporation,2010). Yetmişli yıllar içinde, ÇUŞ’lerin çalışma hacimleri dikkate değer bir biçimde çoğalmaktadır. Şöyle ki 1981 yılında 369 ÇUŞ’in toplam mal varlığı 900 milyar doları aşmış bulunmaktadır. Bu tutarın yüzde ellisi ABD Şirketlerine aittir. ABD`den sonra sırasıyla Büyük Britanya, Japonya, Almanya şirketleri, ÇUŞ’lerin kayıtlı olan en çok mal varligina sahiplerdi(Mojtahedi,2003,s. 88). ÇUŞ’lerin farklı sektörlerde ve ticaret evrelerinde olan etkisi farklı olmuştur. Bu şirketler diğer firmalardan ziyade dünya çapında 2001 yılında ağır darbe gördükleri halde bu rekorlardan sonraki kalkınmayı besleyen ve rakabet gücüne malik olan sektörlere (üretim gibi) odaklanmışlar. Bu nedenle bu şirketler ABD. Ekonomisinde güçlü katkıları bulunarak benzeri rolü iyileşmeye giden şimdiki küresel ekonomide de oynayabilmekteler. Bütün bunlarla birlikte, bu şirketlerin yatırım yaptıkları ve rakabet ettikleri evrensel doku değişmektedir. Amerika ekonomisi küresel bazda, ÇUŞ’lerin bu ülkede kuruluşu için bütün önemli etkenleri koruyarak ekonomik cazibelerini korumaktadır. Ancak hızla çoğalan bazı gelişmiş ekonomiler ve yeni yaranmış pazarlar, kendi çekiciliklerini çoğaltmak üzere önemli adımlar atmışlar. Buna göre de bu yeni 37 şirketlerin Amerika’da yatırım yapmalarına ve Amerika’da da faaliyet alanlarının genişlemesine müsait zemin yaratılmaktadır. Böylece Amerika, ÇUŞ’lerin kendine doğru cezbetmede ve rekabette yeni bir aşama içine girmiştir. Bu çeşit şirketlerin, Amerika ekonomisine ister ülke dışı ve isterse de ülke içindeki öneminden dolayı rekabet kabiliyetine sahip olabilmesi için oldukça katkılıdır. ABD,nin uygun politikalarla ÇUŞ’leri koruyup yeni ÇUŞ’leri kendine cezbedebilir, yeni ÇUŞ’lerin yaranmasına zemin hazırlayabilir ve dünyanın herhangi bir bölgesinde bu şirketlerin gelişimine uygun bir ortam yaratabilmektedir. Bütün bunlara bakmayarak ÇUŞ’ler, Amerika’nın diğer firmalarından daha çok uluslararası rekabetten tehlike duya bilmekteler (Qarebaghiyan, 1994 ,s.135). 2.3.1. ABD Ekonomisinde Çok Uluslu Şirketlerin Rolü Amerika`nı ÇUŞ’leri endüstrinin farklı sahalarında dünyanın en ünlü ticari markalarını oluşturmaktalar ve ABD dışında da şubeleri bulunmaktadır, ancak bu 2270 firmanın çoğunluğu Amerika topraklarında çalışmaktalar. Bu firmalar, 1997 yılında, toplam satışlarının yüzde altmışını, iş güçlerinin üçte ikisini, maaşlarının üçte dördünü ve yüzde altmış mal varlıklarını Amerika topraklarında tutmuşlardır. Bu şirketler, ABD şirketlerinin ancak yüzde bir oranından az bir miktarını oluşturmaktalar ancak Amerikan ekonomisi ve gelişmesi üzerindeki etkileri birçok açıdan sayıları ile uygun bir orantı içinde bulunmamaktadır (Rahnoma,2009,s.161). Bu hususta aşağıdaki bulgulara dikkat etmek gerekmektedir; 2007 yılında Amerika`nın ÇUŞ’leri bu ülkenin özel sektörünün gayri safi yurt içi hasılasındaki payı yüzde yirmini oluşturmakla, 1990 yılından itibaren reel GSYİH’deki payı yüzde otuz bir oluşmaktadır ve ortalama olarak bu dönemde yüzde 38 oranında ekonomik gelişmeyi sağlamıştır. Bu firmaların dünya çapında en rakabetçi ve gelişimci sektörlerde faaliyetleri bu ilerlemeye yardımcı olmaktadır. Bu şirketler, Amerika`nın özel sektördeki üçte bir araştırma ve geliştirme bütçesini temin etmekteler. Bu durum, onların yenilik yaratan araştırma ve gelişmeye verdikleri önem ve değerin göstergesidir. 38 Amerika`nın ÇUŞ’leri 2007 yılında aşağı yukarı bu ülkenin ihracatının yarısını ve ithalatının üçte birinden çoğunu tek başına yapmışlardır. Amerika`nın ÇUŞ’leri 2007 yılında özel sektörün iş gücünün yüzde 19`unu ve 1990 yılında istihdam artışının yüzde 11`ini gerçekleştirmişlerdir. Onlar, gelişmiş teknolojinin yaygınlaşmasıyla 1990`lı yıllarda çalışma alanı yaratmaya yardımcı olmuşlardır. Yalnız 2000 yılında “DAT CAM”lar krizinin patlamasıyla istihdam sayısında bir düşüşe uğramışlardır. Bu şirketler, 2001 yılından itibaren başka firmalar gibi tekrar istihdam yaratmaya başlamışlardır. 2000 yılından sonra Amerika`nın ÇUŞ’leri bu ülkenin üretim sektöründe oynamış oldukları rolü belirgin bir biçimde yansıtımışlar. 2000’le 2007 yılları arasında istihdamda üçte bir oranında azalmanın kaynağı bu şirketlerin üretim sektöründe ortaya çıkan düşle ilgili gözükmektedir. Bu dönem içinde Amerika`nın diğer üretici şirketlerinde ve iş alanlarında da benzeri oranda düşüş gözükmektedir. Amerika`nın ÇUŞ’leri, Amerika ekonomisine bıraktıkları dolaysız etkinin yanı sıra dolaylı yoldan da onu etkisi altına almaktadır. Çünkü üretim aşamalarında kullandıkları aracı ürünlerin yüzde doksanını bu ülkede çalışmakta olan firmalardan temin etmekteler. MARA`nın değerlendirmesine göre, bu şirketlerin dolaylı etkilerini de hesaba katarsak Amerika`nın özel sektörünün GSYİH içindeki payı 2007 yılında yüzde otuz dört oranına ulaşmaktadır. Bu ülkenin ÇUŞ’lerinde çalışan Amerikan işçiler, bu şirketlerin diğer çalışanlarına göre daha fazla ücret ve gelir elde etmekteler. Amerikan ÇUŞ’leri, 2007 yılında yönetim ve teknik alanlarında çalışan elemanlarına verdikleri ortalama ücret 102 bin dolardan oluşmaktadır. Bu rakam, bu ülkenin ulusal seviyesindeki ortalama maaştan yüzde otuz yedi fazla olmaktadır. Başka işçilere ödenmiş olan ortalama maaş 45 bin dolardır. Amerikan iş adamları ve yatırımcılarda, ÇUŞ’ler gibi bu ülkedeki servetin yaranmasında büyük role sahipler. 2007 yılında Amerika’da oturan bireyler, tüm Amerikan şirketlerinin net mal varlıklarının %86`sını (5/17 trilyon dolar) ve dolaysız ve bireysel yatırımlar biçiminde yada dolaylı olarak banka ve sigorta şirketleri vasıtasıyla gerçekleştirmişlerdir. 39 2.3.1.1. Çok Uluslu Şirketlerin Faaliyetini Etkileyen Faktörler Amerikan ÇUŞ’lerin, iş, büyüme ve verime olan etkisi, bu şirketlerin sekiz belirli sektöre (üretim, enformasyon, bilim ve teknik hizmetler, toptan ve perakende satış, mali sektör, kamu hizmetleri) olan yoğunlaşmasına dayanmaktadır. Bizim analizlerimizin odaklandığı tarihlerde, yani 2000 ile 2011 yılları arasında Amerika özel sektörünün tüm verim artışı ve yaklaşık %70 katma değer artışı bu sekiz sektörle ilgilidir. Amerikan ÇUŞ’lerinin, verim artışında olan rolü, onların %44 ekonomik faaliyetlerinin, dünya çapında rekabet gücüne sahip olan sektörler çerçevesinde olduğunu yansıtmaktadır. Bunun karşısında, tüm diğer Amerikan şirketlerinin faaliyetlerinden yalnız %24'u bu tür sektörlerde yer almaktadır. Yapılan faaliyetlerin bir kaçı, bir endüstride olan rekabet ortamı, firmanın faaliyetlerinin en iyi şekilde yapılması için yöneticilere olan baskının artırılmasını göstermektedir. Rekabet ne kadar şiddetli ise, verim artışı o kadar artış göstermektedir, çünkü firmalar piyasada kendi hisse değerlerini korumak ve onları artırmak için, yenilikler yapmak zorunluluğu altındalar. Bu baskılar, firmaları maliyetler konusunda da rekabet kabiliyetlerini korumaya mecbur kılmaktadır. Son zamanlarda yapılmış olan akademik araştırmalar da, rekabet ve yeniliğin arasında olan bu bağlantıyı onaylamaktalar (Rahnoma, 2009,s. 164). 2.3.1.2. Amerika’nın Yeni Rakipleri Amerika, ÇUŞ’lere cazip olan ve ortamı onların büyümesi için uygun yapan ekonomik ve kurumsal özelliklerin birçoğuna sahiptir. Bu özellikler güçlü ve sürdürüle bilir bir kalkınma, uzman ve eğitilmiş iş gücü, siyasi istikrar, iş yapmak için uygun bir hukuki ve düzenleyici ortamın olması ve fiziksel ve maddi alt yapıların birlikte var olmasından kaynamaktadır, fakat dünyada bazı ülkeler bu tür şirketleri cezp etme konusunda, Amerika'nın önüne geçmekteler. Diğer ülkelerin ekonomik durumlarının iyileşmesinin ve ticaret yapmak için uygun bir yere dönüşmesi sonucu ABD iktisadı daha fazla rekabet ve baskını kendi üzerinde hissetmektedir. Amerika dışındaki pazarların, çekiciliğinin artmasındaki temel nedenler; nüfus artışı, reel GSYH’nin büyümesi ve servetlerin artmasından 40 kaynaklanmaktadır. Oysaki Amerika`nın GSYH’indeki büyüme 1995`ten 2011`e kadar yıllık olarak %9.2 oranında artış gösterdiği halde Çin ekonomisi %6.9, Hindistan % 9.6 ve Rusya %7.4 oranında gelişmiştir. Yeniyetme pazarlarda reel tüketim hızla büyümektedir. 1995`ten 2011`e kadar ABD ailelerinin yıllık reel tüketiminde büyüme oranı % 3.3`tür. Bu oran Çin, Rusya ve Hindistan`da sırayla % 2.7, %7/6 ve %1.5 olmuştur (Yolcu, 2013). Bazı ülkelerdeki yeni şirketler, başarılı çalışmalarla alt yapıları, deneyimli işçi alımı ve iş atmosferini iyileştiren programlarıyla yeni yatırımları cezp etmek uğrunda Amerika ekonomisi ile rekabet etmekteler. Onlar bu şirketlerin daha istikrarlı ve iyi biçimde çalışabilmeleri için uygun koşullar yaratmaya çalışmışlardır. ABD ekonomisi bazı bakımlardan rekabet meydanında daha dezavantajlı duruma gelmiştir. WEF toplantısında ilan edilen değerlendirmeye göre, bu ülke, 1997 yılından şimdiye kadar temel ve genel verim açısından 15. Rütbeden dünyanın 34. Rütbesine düşmüştür ve şimdilikte iletişim altyapıları ve faaliyet alanında dünyanın 20. Seviyesinde yer almaktadır. Ayrıca bu ülke, insani sermaye alanında eskide olduğu gibi özel üstünlüğe sahip olduğu halde birçok ülkede deneyimli işçilerin ve büyük kitlelerin ortaya çıkışına tanıklık etmekteyiz. 2000 yılında FORCHON GLOBALE`in 500 şirketinin yüzde otuz altısı Amerika`da, ve onların yüzde 16`sının bulunduğu yer G7 ülkeleri (Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere ve Amerika) dışındaydı. 2009 yılında bu iki rakam, sırayla % 28 ve % 33`e ulaşmıştır (Rahnoma, 2009,s. 165). 2.3.1.3. Çok Uluslu Şirketlerin Uyarıcı Rolü Amerika ÇUŞ’ları, gelişebilmeleri için sürekli yeni fırsatlar aramalı ve dünya çapında rekabet güçlerini geliştirmeliler. Bu şirketler, daha fazla kazanabilmek için faaliyetlerini pazarları gelişmekte olan, bol yetenekli yerlere aktarmaktalar. Bu durum, yeni pazarlarda fırsatçılık anlamına gelmektedir. Amerika asıllı ÇUŞ’lar, yeni pazarlarda bulunabilmek üzere yabancı tabilerden bir ağ oluşturma yöntemini kullanmaktalar. Yabancı pazarda bulunmak amacıyla tasarlanmış olan bu tabi şirketler (2007 yılında bu tabi şirketlerin üretiminin sadece yüzde onu Amerika`ya “İhraç” edilmiştir) Amerika için karlı olmuşlardır. 41 En son akademik çalışmalar, Amerika dışında Amerikan ÇUŞ’lerinin satışı, yarattığı faaliyet alanları ve yatırımları, bu ülkenin içindeki faaliyetleriyle paralellik gösterdiğini kanıtlamaktadır. Sırf bu ülkenin içinde faaliyette olan birçok Amerikan şirketler, diğer ülkelerin nisbi olarak durumlarının iyileşmesi nedeniyle iç ve dış rakipleri tarafından baskı altındalar. Bu şirketler, yabancı ülkelerde dolaysız yatırım yapmakla bu koşulları değiştirmeye çalışmaktalar. Onlar, faaliyetlerinin bir kısmını yabancı kaynaklarla anlaşma yaparak başka ülkelere aktarmaktalar (Nahavandi, 1989,s.164). Amerika ekonomisinde ÇUŞ’ler “Taşkömür madenindeki kanarya rolü” oynayarak gelecekte olası tehlikeleri önceden bildirebilirler. Bu durumda bazı riskler de söz konusu olmaktadır. Amerika bazı alanlarda rekabet ayrıcalığını kaybederse, gelecekte şirketlerin yatırım yapmalarından – ister ÇUŞ’lerce isterse de diğer firmalar tarafından- yoksun olabilir. Amerika dışındaki şirketler, yeni endüstri yaratmak uğrunda yaptıkları mücadelede zaferi kazanırlarsa ya da kendi ülkelerindeki üstün konumu Amerikan piyasasını ele geçirmekte kullanırlarsa gelecekte kendilerine ekonomik üstünlüğü sağlaya bilirler (Rahnoma, 2009,s. 167). 2.3.1.4. İktisadi Karar Vericilerin Rolü Çoğu politikacılar ve iktisadi karar vericilerin amaçları genel ekonomi için istikrarlı ve uygun bir ortam hazırlamak istediklerini vurgulamaktalar. Onlar Amerika`nın bugünkü politikası, özellikle şirketlere yüklediği vergiler, deneyimli işçilerin ülkeden göçlerine koymuş olduğu sınırlamalar, brokratik karmaşalar vb. şirketleri, yabancı rekabette olumsuz yönde etkilinmelerinin önünü kesmeye çalışmaktalar ve bazen de onların bu ülkenin içinde yatırım yapmalarını engellemekteler. Bazı ÇUŞ yöneticileri Amerika`nın rekabet gücünün koruna bilmesi, sermaye girişi ve yaranmış olan çalışma alanlarını koruyabilme konusunda endişeli olduklarını bildirmekteler. Amerika devleti geçmişteki üstün durum ve koşullara bakmayarak evrensel boyutlu rekabet karşısında Amerikan asıllı ÇUŞ’lerin geleceği ve yabancı sermaye girişinde başarılı olacağına güvenilemez. Bu ülke, kendi ÇUŞ’lerinin faaliyetlerinin devamının, onların iş alanı yaratmaktaki oynadıkları rolü, reel GSYİH’sının büyümesini 42 ve karını kesinlikle tahmin edemez. Bu değişim içinde olan ortamda Amerika politikacıları, önlerindeki seçenekleri değerlendirmek üzere, gelişmekte olan dünya ekonomisi karşısında rekabet gücünü ve üstünlüğünü koruyabilecek yöntemler seçmeliler. Bu ülkenin siyaset adamları, dünya çapında rekabet edebilmekte olan güçlü şirketler için ve Amerika ekonomisine iyi bir gelecek sağlanabilmek üzere uygun bir ortam yaratmalıdırlar (Qarebaghiyan, 1994,s.137). Bir seçenek de, şimdiki durumu kabullenmek ve karşıdaki engelleri kendi başına bırakmaktır. Yalnız şimdiki olumsuz koşulların devam ederse, Amerika`nın rekabet üstünlüğü güçsüzlüğe uğrayabilirken bu ülkenin iş ve yatırım yapmak için dünya çapındaki çekiciliğinden azaltabilir. Bu koşullar, ÇUŞ’lerin Amerika ekonomisindeki konumunu aşağı seviyeye indirecektir. Uygun politikalar, ekonominin rekabet kabiliyetini ve Amerika`nın ÇUŞ’lerinin durumunu iyileştirebilir ve bu yol ile bu ekonominin yıllarca canlı kalmasına ve gelişmesine yardımcı olabilir (Qarebaghiyan, 1994,s.138). 2.4. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN EV SAHİPLİĞİ YAPAN ÜLKELERDEKİ KONUMU Gelişmekte olan ülkelerde ÇUŞ’lerin bulunması uzun bir geçmişe dayanmaktadır. Bu araştırmada ÇUŞ’lerin İkinci Dünya Savaşı`ndan sonraki zaman dilimi içinde faaliyetleri araştırma konusu olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin yabancı dövize olan ihtiyaçları ÇUŞ’leri yatırım yapmak için ülkelerine çağırmalarını zorlayan en önemli nedenlerden biridir. Bu temel ihtiyacın yanı sıra teknoloji ihtiyacı, pazarlama ve yönetim tecrübeleri de oldukça önemlidir. 2.4.1. GOÜ’lerin İhtiyaçları ve Onları Temin Etme Yöntemleri Gelişmekte olan ülkelerin tümünde ekonomik gelişme ve kalkınmaya ulaşabilmek en yüksek hedeftir ve devletlerin hemen hemen hepsi bu önemli amaçlarına ulaşabilmek için iç ve dış politikalarını düzlenmekteler. Gelişmemişlik ve olağanüstü yoksulluk, gelişmeye olan gereksinimi bir milli hedef haline getirmiştir. 43 Ekonomik gelişme, doğal kaynaklara, sermaye, yönetim tecrübeleri, teknoloji ve uzman iş gücü gibi etkenlerden asılıdır ve GOÜ’ler ekonomik gelişmeye ulaşmak için iki temel yöntemden yararlanmaktalar(Nahavandi,1989,s.103) 1- İç kaynaklardan yararlanarak oldukça yavaş ama sürekli gelişmeyi ve sonuçta uygun politikalardan yararlanma koşuluyla güvenilir alt yapıları yaratmayı ve gelişmenin temelini atmayı amaçlamaktalar. 2- İç kaynaklarla beraber dış kaynaklardan yararlanarak gelişmeyi gün teknolojisi, yabancı sermaye ve yönetim tecrübelerini kullanarak daha da hızlı gelişmeyi planlamaktalar. GOÜ’lernin birçoğu kendine çok yüksek ekonomik gelişme amaçları tanımlamaktadır. Bu nedenle de sadece iç kaynaklardan yararlanarak istenilen gelişmeyi elde edemeyip, yabancı teknolojiden yararlanmadan amaçladığı gelişmeye ulaşmak istemekteler. Böylece ülkenin sermaye mallarına olan gereksinimi artmakta ve ülkenin ihracat için yeni kaynakları olmadığı takdirde sermaye ve sermaye malları ithal etmeye olan ihtiyacı artmaktadır. Belirlenen kalkınma mesafesini kat etmek için iki genel yol bulunmaktadır(Nahavandi,1989 ,s.103): 1- İç tüketimi azaltıp, kaynakları yeniden tahsis ederek, ülke ihracatını artırmak. 2- Dengeyi, korumak ve yabancı ülkelere olan ödemelerde denge sağlayıp, sermaye mallarının ithali için gereken dövizi temin etmek amacıyla, yabancı sermayenin girmesini kolaylaştırmak amacıyla uygun zemin hazırlamak. GOÜ devletlerinin birçoğu oldukça geniş sıkıntılarla ülke içinde karşı karşıyalar. İç tüketimin darlığının yanı sıra bu tür ülkelerde kaynak tahsisinin yinelenmesinin oldukça büyük ekonomik yan etkileri vardır. Hatta bazen bu olumsuz etkiler bu tür ülkelerin siyasi egemenlik ve iktidarını tehlikeye atabilmektedir. Bu yüzden ekonomik gelişmeye ulaşabilmek için yabancı sermayeden yararlanmak GOÜ’lerin seçtikleri en kolay yollardan biridir. Böylece bu ülkeler bütçe eksiklerini gidermek için bu yönteme başvurmaktalar. Yabancı mali kaynaklardan yararlanma ve yurtdışından sermaye cezp etmenin aşağıda sayılan örnekleri vere biliriz; (Rahnoma, 2009,s. 168). 1- Yurtdışına iş gücü ihracatı yolu ile döviz elde etmek 44 Dünya iş gücü piyasasında olan şiddetli krizler nedeniyle bu metot istenildiği kadar güvenilir değildir. Ayrıca genellikle iş gücü ihracatı uğurunda yapılan faaliyetler uzman iş gücünün de yurtdışına akmasına neden olmakta ve uzun süre içinde ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilenmesine sebep olmaktadır. 2- Devlet bonosu basımı ve yurtdışında satımı Bu yöntem de bir kaç sınırlı örnek hariç (Kanada ve Avustralya devletlerinin sattığı tahviller) günümüze kadar geniş çapta başarı sağlamamıştır. Çünkü yabancı alıcılar satış yapan GOÜ devletinin bono karşılıklarını ödemelerine güvenmemektedir. 3- İMF gibi uluslararası para fonlarından borç alma Bu gibi kuruluşlardan kredi almak oldukça zordur ve genellikle zor koşullar önerilir ve GOU’lerin ihtiyaçlarına karşılamakta yetersiz sayılmaktadır. 4- İkili anlaşmalar doğrultusunda başka ülke devletlerinin dolaysız yardımları ve kredilerinden yararlanmak Gelişmiş ülkeler mali yardımlarını sunmak için değişik yöntemlerden yararlanırlar. ABD, geniş ekonomik ve askeri yardımlarını dost ülkelere (İsrail, Türkiye, Mısır, Pakistan, Yunanistan, Portakis ve... ) ödemiştir. İngiltere ortak refah ülkelerine birçok dolaysız yardım göndermiş ve Fransa tarafından eskiden kolonisi olan birçok avrupa ülkelerine maddi yardım gönderilmiştir. Son zamanlarda Japonya ve Federal Almanya ve bazı Batı Ülkeleri kendi dost ülkelerine birçok ekonomik yardım yapmışlardır. Bu yardımlardan yararlanabilmek, yardım eden ülke ile oldukça iyi ilişkilerin olmasını gerektirmektedir. Yalnız bu gibi kaynaklar GOU’lerin ihtiyaçlarını karşılayamaz düzeylerdedir. 5- Dolaysız yabancı yatırımdan yararlanma Global sermaye hareketinin en genel biçimi dolaysız yatırımdır. ÇUŞ’ler üretim şubelerini tesis etmek, montaj hatları yapmak vs. ile ev sahipliği yapan ülkede faalit göstererek sermaye ile birlikte teknoloji ve yönetim tecrübelerini de GOÜ’lerne getirebilmekteler. 45 2.4.2. Ev Sahipliği Yapan Ülkeyi Seçme ve İş Birliği Çeşidini Değerlendirme ÇUŞ’lerin ev sahipliği yapacak olan ülkeyi seçmesi oldukça hassas konulardan biridir, çünkü herhangi bir yanlış seçim, gelir elde etmeleri bir kenarda dursun, onları sermayelerinin büyük bir bölümünü kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya getirebilir. Tehlike oranını ölçmek ve elde edilecek kar miktarını belirlemek üzere bu şirketler yabancı ülkelerde yatırım yapmadan önce derinlemesine araştırmalar yapmaktalar. Bazen eş zamanlı olarak bir ülkenin değişik ekonomik sektörlerinde araştırmalar yapılıp, sonuçta bir ülke ve onun en risksiz ve en karlı sektörlerinden biri seçilmektedir. Bu seçimde ev sahipliği yapacak olan ülkenin siyasi sabitliği, ekonomik gelişimi, iç enflasyonu, nakit para oranı, bütçe eksikliği, adli güvenliği, iş ğücü oranı, yabancılara karşı olan kültürel yönü, sermaye dönüşünün niteliği, radikal partilerin iktidarı, mezhebi, milli ve ırk özellikleri, şehircilik oranı, okuryazarlık oranı ve onlarca diğer önemli etkenler değerlendirilmektedir. Batı ülkelerinin birçoğunda dev para mikdarları karşılığında başka ülkelerin konumu ve durumunu ve ÇUŞ’lerle ilişkilerini değerlendirmek üzere özel şirketler yaranmıştır (Farjadi, 1989,s.165). Bu şirketler değişik ülkelerin sosyal durumlarını, ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel durumlarını değerlendirmekteler. Bu gibi değerlendirmeler yıldan yıla değişir ve farklı değişimlerle farklı ülkelerde intibak bulur. Bu hususta düzgün araştırma yapabilmenin önemi o kadar önemlidir k genellikle eski ve deneyimli politikacılardan yararlanmayı zorunlu kılmaktadır. Örneğin ABD eski dış işleri bakanı Hanry Kesenjer halen bu değerlendirme şirketlerinin birinin müdürüdür (Farjadi, 1989,s. 165). ÇUŞ’ler ülke seçimi ile ilgili gereken araştırmaları yaptıktan sonra ekonomik faaliyetleri, kar ve risk oranını göz önünde bulundurarak söz konusu ülkede çalışmak üzere genellikle aşağıdaki yöntemlerden birini seçmekteler. (Mojtahedi, 2003 ,s.89). a- Alım satım büroları yapmakla dolaylı ve dolaysız olarak mal ihracat ve ithalatı b- Ev sahipliği yapan ülkede devlet veya özel şirketler tarafından satışa sunulan bono veya diğer değerli senetlerin alımı ve onların garanti edilmiş kazancını almakla yatırım yapma c- Yapım lisansı vermekle bir şirket ana şirketin üretim teknik ve bilgilerinden ve onun ticari adından iş alanı yaratmak üzere yararlanarak onun karşılığında ana şirkete 46 elde edilmiş kardan sabit bir tutar öder. Bu sözleşmelerde mal üretimi ve pazarlaması yerel şirketlerce yapılmaktadır. d- Üretim sözleşmesi; Bu biçimde yerel şirket ana şirketin teknik bilgilerinden ve üretim aşamalarındaki olanakları ve onun ticari adından yararlanarak mal üretmeye başlar. Ana şirket ise ürünlerin pazarlamasını üstlenir. Böylece ÇUŞ’ler üretim ve taşıma ve ulaştırma masraflarında tasarruf ederek gümrük sınırlamaları üzerinden diğer ülkelerin tüketim piyasasına ulaşa bilmekteler. e- Sözleşmeli projeler; Yapılmış olan sözleşmeye esasen ÇUŞ’ler endüstriyel projeleri yapıp bitirme, insani gücü eğitme, temel kuruluşları kurma vs. faaliyetlerle var olan sözleşme esasında ücret olarak bir yüzde ya da tutar almaktadır. f- Montaj hatları oluşturma; Bu hususlarda yapılmış olan parçalar ana şirketten çıkmış, şube şirkette monte ediliyor. ÇUŞ’ler ev sahipliği yapan ülkenin ucuz iş gücünden yararlanmak, ithalat engellerini aşmak, üçüncü dünya tüketim pazarına ulaşmak vs. amacıyla, ev sahipliği yapan ülkede montaj hatları yapmaktadır. g- Dolaysız olarak ya da başka şirketlerin katılımıyla üretim fabrikaları kurma; Bu biçimde ÇUŞ ev sahipliği yapan ülkede sabit sermayelerinden dolayı bir ekonomik güce çevrilip karşılığında ev sahipliği yapan ülkenin değişimleri karşısında duyarlılıkları çoğalarak böylece hasar görme ve risk oranları artmaktadır. ÇUŞ’ler üretim tesisleri ve fabrikaları yapma hususunda aşağıdaki değişik yöntemlerden yararlanırlar(Mojtahedi,2003,s. 98); 1- Paralel gelişim Bu hususta şirket ev sahipliği yapan ülkede malın benzerini yapmakla ana şirketin markasından yararlanmaktadır. Örneğin Wolks Vagon şirketi Brezilya'da otomobil üretimine başlayarak yerel bir marka adını kullanmaya başlar. 2- Dikey gelişim Bu biçimde bir ürünün parçaları ev sahipliği yapan ülkede yapılarak. Örneğin otomobil sanayiinde daha pahalı iş gücü gerektiren parçaların yapımı, iş gücü daha ucuz olan GOU’de yapılır. 3- Tümleşik Geliştirme 47 Bu tür geliştirme metodunda ÇUŞ’ler değişik faaliyet yapan geniş çapta kuruluşlar kurmakla çalışmaktalar. Örneğin petrokimya endüstrisinde olduğu gibi. Amerikan şirketleri genellikle paralel gelişim metodundan yararlanmışlardır. Oysa ki Japonya ve İngiltere şirketleri, ev sahipliği yapan ülkelerde dikey gelişim stratejisinden yararlanmışlardır. Ve böylece GOU’lerin ucuz iş gücünden yararlanarak önemli malların üretimini kolaylıkla sağlamışlardır. Bu gibi durumlarda, çok uluslu şirketlerin şubelerinin birbirleriyle olan ilişkileri olağanüstü bir önem taşımaktadır. Çünkü her şirket ev sahipliği yapan ülkenin özel avantajlarından yararlanarak, üretimin değişik aşamalarında ürünü daha ucuz fiyatla üretmeyi başarır ve böylece toplamda üretim masrafları azalarak kar oranının artmasını sağlamaktadır. Çok uluslu şirketler fazla kar edebilmek amacıyla ev sahipliği yapan ülkenin dışında bulunmaktalar. Yurt dışı faaliyetlerin kar oranının daha fazla olduğunun nedenlerini şöyle sıralayabiliriz(Farjadi,1989,s. 169); 1- Ev sahipliği yapan ülkelerde, üretim masrafları ana ülkeden azdır. Onun nedeni de doğal kaynakların bulunmasıdır. 2- Yerel şirketlerle rekabet edemedikleri için, ÇUŞ’ler eski ve kullanışsız teknolojiyi ev sahipliği yapan ülkelere aktararak bu alanda tasarruf sağlaya bilmekteler. 3- Reklam, taşıma vs. yan masraflar genellikle GOÜ’lerde endüstriyel Batı ülkelerine göre daha azdır ve devletler de genellikle bu gibi ülkelerde ekonomik faaliyetlere sübvansyon sağlamaktalar.. 4- ÇUŞ’ler, değişik şubeler arası ticaretten yararlanarak büyük oranda kar elde etmekteler. Çünkü her şube diğer şubenin mallarının alıcısı ve o şubenin istediği malların satıcısı olarak özel indirimden yararlanmaktadır. 5- Üçüncü dünyanın ÇUŞ’lere olan ihtiyaçlarından dolayı, bu şirketler devletleri vergileri azaltma konusunda zorlayarak bazen de vergiden kendilerini muaf ede bilmekteler. Oysa ki ana ülkede bu gibi avantajlardan yoksundurlar. 6- Üçüncü dünyanın tüketim pazarında yerel şirketlerin rekabet gücünün az olduğuna göre tekellik yapmak oldukça kolaydır. Oysa ki ana ülkelerde tekelliğe karşı çıkarılmış olan kanunlar bu işi yasaklamaktadır. 48 ÇUŞ’ler, ileri teknoloji, yüklü sermaye, yönetim gücü, uzman iş gücü gibi üstünlüklerinin sayesinde kaliteli ve ucuz mallar üreterek, reklamcılık, mal çeşitliliği, saygın markalardan ve iyi ambalaj gibi özelliklerden yararlanarak iç üreticilirini gittikçe rakabet edemez duruma düşürmekteler. Yerel üretici, rakabet edebilecek durumda olsa bile bu kez “damping” isimli daha etkin bir yönteme baş vurmakla kısa sürede yerel şirketlerin rakabet gücünü ortadan kaldırmaya teşebbüs edebilmekteler. “Damping”, malı kurtulmuş fiyatından ucuz fiyata piyasaya sürmeye denir. ÇUŞ’ler, dampigden yaptıkları zararı gelişmiş ülke piyasalarındaki karlarından karşılayarak yerel rakibi sahneyi terk etmeğe zorlandıktan sonra tekrar mal fiyatlarına zam getirmekle eski zararları karşılaya bilmekteler (Qarebaghiyan, 1994,s. 143). ÇUŞ’lerle iş birliği yapmanın avantajlarından biri mali kaynaklara ulaşabilmektir. ÇUŞ’ler, oldukça geniş mali olanaklara maliktirler. Buna göre de kolaylıkla gelişe bilmekteler. Bu şirketlerin mali kaynakları genellikle aşağıdaki yolların biri ile temin edilir(Farjadi,1989,s. 170): a- Ana ülkenin mali kaynakları ÇUŞ’lerin en temel mali kaynaklarını temin etme yollarından biri ana ülkenin borsa piyasasında hisse satımı ve ana ülke bankalarından kredi alımıdır. b- Şirketin bölünmemiş karlarından ve aşınma masraflarını karşılamak amacıyla ayrılan yüzdeden yararlanma; Normalde, yeni şubelerde kalkınmanın ilk aşamalarında ÇUŞ’ler, şubelerini kollamak üzere bu kaynaklardan yararlanırlar ve gittikçe bu paralar şirketlerin kasalarına geri döner. Geri dönen bu paralar da yeniden diğer şubeleri kollamak amacıyla o şubelere doğru kaya bilir. c- Ev sahipliği yapan ülkenin mali kaynakları Çoğu zaman ÇUŞ’ler, ev sahipliği yapan ülkelerde mali kaynaklara yerel şirketlerden daha kolay ulaşabilmekteler. ÇUŞ’lerin saygınlığı, özel sektörün sermayelerini kendine doğru çekerek genellikle yerel şirketlerden daha fazla kar ödeye bilmekteler. Ev sahipliği yapan ülkenin mali kaynakları devlet yardım ve sübvansiyonlarından, finans şirketlerine ve bankalara sattığı kredi ve hisselerden elde edilir. d- GOÜ’nin mali kaynakları: 49 ÇUŞ’ler GOÜ’lerde sermaye pazarına daha kolay bir biçimde ulaşır ve yerel bankalardan kredi alabilirler. Bazen gelişmiş ve ilerlemiş olan şubeler yeni kurulmuş olan şubelere geçici olarak mali yardımda bulunurlar. Son yıllarda ÇUŞ’ler, yeni bir yöntemle başka ülkelerde çalışmaya başlamışlardır. Bu da, ÇUŞ’lerin yerel şirketlerle iş birliği yapmalarıdır. ÇUŞ’ler, yerel şirketlerle iş birliği yaptıkları için olası herhangi bir tehlikeden koruna bilirler. Aslında ÇUŞ’lerin çalışması, ulusal ekonominin bir parçası olarak değerlendirilir ve bu şirketlerin faaliyetlerine karşı hassasiyetler gittikçe azalmaktadır. 2.4.3. Ev Sahipliği Yapan Devletin Kontrol Politikaları ÇUŞ’lerin yaptığı yatırımlarının gelişmekte olan ülkelerdeki iktisadi- sosyal etkilerin tam olarak belirlemesi basit bir iş değildir. Bu ikisinin arasında olan bağımlılık, bir tarafı tam olarak yenik diğer tarafı ise tam olarak başarılı olan, basit bir oyun gibi algılanamaz. Gelişmekte olan ülkelerde sık rastlanan şey, iş gücüdür, gerçi bazı ülkelerin zengin ham madde kaynakları da var, eksik olan teknoloji, yönetim ve bir çok kon da sermaye ve tüketim piyasasıdır. Bunlar da ÇUŞ’lerin GOÜ’lerne verdiği şeylerdir. Diğer taraftan ise ÇUŞ’ler kendi karlarının peşindeler ve istatistiklerinde gösterdiği gibi, bu şirketler, GOÜ’lerden yatırdıkları yatırımdan daha fazlasını kazanmışlar fakat sermaye çıkışı, üçüncü dünyanın tüm ülkelerinden değildir. Genelde ÇUŞ’lerin asıl kar kaynağı olanlar, petrol üreten ülkelerdir. Güney Kore, Hong Kong, Singapur ve Tayvan gibi diğer ülkeler, güvenilir bir teknolojik temeli yaratmayı başarmışlar. ÇUŞ’lerin, GOÜ’lernin iktisadında bulunması, bu ülkelerin devletlerinin tedbir ve gözetimini gerektiriyor. Kontrol yasalarının uygulanması, ÇUŞ’lerin kar aramasını önlediğinin yanı sıra, ülkenin iktisadına da kabul edilebilir bir gelişme armağan edebilir. GOÜ’lernin çoğunun elinde, ÇUŞ’lerin faaliyetlerinı kontrol edip, onların kar aramasını kısıtlamak için, çeşitli ekonomik politikalar vardir. (Mojtahedi,2003,s. 91). Bunlar bu şekilde sıralanmaktadır (Rahnoma, 2009,s. 186): 1- Yabancı şirketlerin temellükünün, devletin harici temellük konusundaki politikalarını temin edip, ve önemli bir payı dahili yatırımcıya tahsis edecek belirli bir seviyede sınırlandırmak. 50 2- Yabancı şirketlerin şubelerini, tasarruf ve dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla, ülkenin içinde üretilen ham maddeyi kullanmaya mecbur etmek. 3- Yabancı şirketlerin şubelerinin ihracatını kontrol edip, bu şubelerin karını kontrol etmek amacıyla, ihracat pazarları belirlemek. 4- Devletin fiyatlandırmayı kontrol edip, fiyatları piyasadaki fiyatlarla kıyaslaması. 5- Ev sahipliği yapan ülkeden geri dönen sınırlı kar miktarını belirlemek. 6- Şubeye bonus olarak, yönetim hakkı olarak, değişik hizmetler karşılığında vb durumlarda ödenen paraların ev sahipliği yapan ülke tarafından kontrol edilmesi. 7- Ülke içindeki sermayenin az olduğu durumlarda, şirketi harici sermayeden yararlanmaya mecbur etmek. 8- Yabancı şirketleri, yerel müdürleri, yüksek seviyedeki iş pozisyonlarına tayin etmeye mecbur etmek. 9- Yabancı şirketin ülkede yaratmak zorunda olduğu iş imkan sayısını belirlemek. Bu vesileyle, devletin işsizliği kaldırmak ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun olan teknolojiyi temin etmek için olan siyasetleri uygulanır. 10- Şirketi yerel iş gücünü eğitip, teknik becerileri yerel işçilere öğretmeğe mecbur etmek. 11- İşçilerin yabancı şirketlerin karşısında müzakere gücünün artması ve uygun bir ücret miktarı elde etmek için, dahili iş gücünü sendika, topluluk ve bu tür kalıplarda biçimlendirmek. 12- Yabancı şirketlerin şubelerinden vergi almak yoluyla, devletin mali gelirini artırmak üzere, münasip mali siyasetlerin uygulanması (Verimli siyasi vergi, yabancı yatırımcıyı idari bölümlerde yatırım yapmak üzere teşvik etmek için önceliklidir. Bu amaçla, üretim dışında olan ve hizmet sektörlerine ağır maliyetler uygulanır, dolayısıyla yabancı şirketler diğer sektörlerde yatırım yapmaktansa, üretken ve önemli bölümlerde yatırım yapmayı tercih ediyorlar. 13- Dahili müesseselerin rekabet edebileceği güvencesini temin etmek üzere, tekele karşı siyasetler uygulamak. 51 14- İş fırsatı yaratıp, sermaye çıkışını önlemek amacıyla, şirketleri dahili hizmet veren sistemlerden yararlanmaya mecbur etmek. 15- Yabancı şirketleri, ülkede araştırma ve geliştirme merkezleri kurup, gelecek aşamalarda bağımsızlığa kavuşmak amacıyla dahili gücü artırmak. 16- Şirketleri çevre standartları ve sosyal güvence kanunlarına uymaya mecbur etmek. 17- Ülkeye uygun teknoloji girmesi için şiddetli kontrol uygulamak (iş gücü az olup, sermayesi çok olan ülkeler için, sermayeye ihtiyacı olan teknoloji, iş gücü çok oplup da sermayesi az olan ülkeler için ise, iş gücüne ihtiyacı olan teknoloji). 18- Uluslararası müesseseler, örneğin uluslararası ticaret odası, ekonomik işbirliği ve kalkınma teşkilatı, serbest ticaret sendikaları konfederasyonu ve uluslararası ticaret örgütü yardımıyla, ülkeye giren teknolojinin fiyatının devlet tarafından kontrol edilmesi. 19- Şirketleri ülke içindeki üretim zincirini tamamlamaya mecbur edip, emtia üretiminde bağımlı olmamak için sermayesel sanayi oluşturarak uygun ortam yaratmak . Uygun kontrol politikaların uygulanması, ÇUŞ’lerin kar aramasını kısıtlayıp, milli iktisadı, teknolojik olmak ve kısa sürede ekonomik gelişme elde etmek için bağımsız bir ortam yaratmaya götürür. GOÜ’lernin çoğunda, yabancı şirketlerin çalışması için uygun ortam yaratmak kendi başına iktisadi gelişme sayılmaması, belki bu şirketlerin faaliyetleri, ülkenin ekonomik büyüme ve gelişmesi için amaç değil de bir araç olması konusu dikkate alınmamıştır. GOÜ’lerdeki büyük ekonomik sorunlar, ÇUŞ’lerin faaliyetleri ve dahili kredilerden yararlanmanın, kısa bir sürede sosyal sorunları giderebilecek olması için, devletlerin asıl amaca dönüşmesine sebep olmuştur, ve GOÜ’lernin çoğu, ÇUŞ’lerin olumsuz etkilerini dikkate almaksızın, yabancı şirketlerin çalışmasını, ülkelerinde şiddetlendirmek için, bir sürü teşvigi siyaset uygulamaya kalkışmışlar. Halbuki, ÇUŞ’leri, GOÜ’lerni teknolojik yapmakta başarıya ulaşırsa, milli iktisada ait olan şey, yabancı imkanlara bağımlı olan ve uluslararası ilişkiler ve piyasalardaki en küçük sarsılmayla büyük hasarlar gören bir gelişmedir, ve bu tür gelişme uzun sürede gelişmeyi önleyen bir faktöre dönüşecektir. Diğer taraftan, gelişmekte olan ülkelerin bir çoğu ise, yalnızca ÇUŞ’lerin olumsuz etkilerini dikkate alıp, bu şirketlerin GOÜ’lerde olan olumlu etkilerini görmemişler, 52 dolayısıyla da ülkelerinde bu tür şirketlerin çalışmasını önlemişler. Halbuki şayet uygun siyasetler uygulanırsa, olumsuz etkileri ortadan kaldırarak, yabancı şirketler ile işbirliği yapmak vesilesiyle yeni imkanlar elde edilebilir (Nahavandi, 1989,s. 108). Bu bölümün nihai sonucu olarak, şöyle söyleyebiliriz ki, GOÜ’ler eğer teknolojide hızlı bir gelişmeye taliplerse, ÇUŞ’leri çalışmaya teşvik edebilirler, fakat olumsuz etkileri azaltmak için kontrol siyasetlerini uygulamak zorundalar. Böylece şirketlerin kar arama isteğini kontrol altına almalarının yanısıra, olumsuz etkiler elimine edilip, ülke ekonomik gelişme elde eder. 53 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKE EKONOMİLERİNDEKİ ETKİLERİ ÇUŞ’lerin ekonomik etkilerinin tam olarak tahmin etmesi çok zor bir iştir zira değişik iktisadi bölümler ve değişik ülkelerde bu etkiler farklı, bazen zıt bile olmuştur. Bu bölümde nu etkilerin bir kısmını incelemeye çalışılmıştır. Genel olarak, ön yargılardan uzak olarak pozitif ve negatif etkilerin bir arada incelenmesine azmedilmiştir. Bu bölümün ilk kısmında ÇUŞ’lerin GOÜ’lernin ekonomisine olan etkiler göz önünde bulundurulmuştur ki onlardan iktisadi büyüme ve GSYİH nin artması, üretim sanayiindeki üretim artışı ve bu ülkeler tarafından mal ihracatı için yeni piyasaları bulmayı sayabiliriz. Bölümün ikinci kısmında ise, ÇUŞ’lerin GOÜ’lernin ekonomisine olan etkiler göz önünde bulundurulmuştur ki, uygun teknolojiden yararlanmamak, dolayısıyla da GOÜ’lernin çalışkan iş gücünde meydana gelen işsizlik oranının artması, farklı şekillerde oluşan ekonomik bağımlılığı, para sisteminde ortaya çıkan bozukluklar ve inflasyon oluşması, sermaye karının çıkışı ve ÇUŞ’lerin rekabeti önleyen etkilerinden ibarettir. Son olarak da bir kısım devletlerin kontrol politikalarına odaklanmıştır. Bu siyasetleri birer birer incelemek için ayrı ayrı makaleler yazmaya ihtiyaç olduğundan dolayı, bu konulara burada geçici olarak bakılıp, sadece başlıklarını kaydetmeye iktifa edilmiştir. Genel olarak ev sahibi ülkelerin, ÇUŞ’ler ile yaptığı işbirliğinden olan amaçları bunlardan ibarettir (Farjadi,1989,s. 165): 1- Ülkede olmayan ileri teknolojiyi elde edip, modern bilgilerle tanışmak. 2- Harici dolaysız yatırım yapma ortamını müsait yapmak tevessütüyle, harici mali kaynaklar elde etmek. 3- Deneyimli ve verimli işletme ve uzman iş gücü elde etmek. 4- ÇUŞ’lerin, ihracat ve yeni piyasalar bulmak konusunda olan imkânlarından yararlanmak . 54 ÇUŞ’lerin başka ülkelerde yaptığı iktisadi çalışmalardan amacı ise, ana ülkenin dışında daha çok kar elde etmektir. Bu iki konuyu aynı anda elde etmek mümkün mü? Birçok ekonomist, GOÜ’lernin ÇUŞ’lerle olan ilişkilerinde, aşağıdaki dört varsayımın olduğuna inanıyorlar (Rahnoma,2009, s.170). a- ÇUŞ’ kendi karını maksimum yapmak peşindedir ve bunun için her türlü koz kullanmaya hazırdır. Bu durumda ev sahipliği yapan ülkenin milli menfaatleri tehlikeye atılıp, ÇUŞ’in karı, ana ülkenin zararı pahasına temin edilir. b- Ev sahipliği yapan ülke, kontrol politikalarıyla ÇUŞ’in kar miktarını sınırlandırıp, şirkete baskı yaparak onu, kendi teknolojik, işletmecilik, sermaye ve piyasa bulma konusunda olan imkanlarının milli iktisat uğruna sarf etmeye mecbur ediyor, halbuki şirkete uygun bir kar garanti edilmiyor. Bu durumda ÇUŞ’ kendi kar oranından şikâyetçi olup, başka ülkelerde daha uygun fırsat ve daha iyi kar elde etmek umuduyla, ev sahipliği yapan ülkede çalışmasını durdurup, kendi tesislerini başka bir ülkeye aktarıyor. c- ÇUŞ’ kendi karını maksimum etmek, ev sahipliği yapan devlet ise kendi menfaatlerini korumak peşindedir. Mevcut çekişmede iki tarafın ortaklığı bir sonuca varmayıp, sonuçta da iki tarafın da mağdur olduğundan dolayı şirketin faaliyetleri durdurulur ve her iki taraf, imkanlarının bir kısmını elden veriyor. d- Ev sahipliği yapan ülkenin menfaatlarını da göz önünde bulundurarak, şirket makul bir kar peşindedir. Ev sahipliği yapan devlet ise uygun teşvik ve kontrol siyasetler uygulayarak, ortamı ÇUŞ’in çalısması için müsait yapıyor, aynı zamanda da şirketin kar oranını makbul bir seviyede kontrol ediyor, bu halde her iki tarafta kar ediyor. Milli iktisat daha önce elde etmeye imkâna olmayan yeni imkanlar bulur, şirket nise makul imkanlar elde ediyor. Tüm bu durumlarda ÇUŞ’in çalışmaları, ev sahipliği yapan ülkenin iktisadında olumlu ve olumsuz etkiler bırakıyor. 3.1. SERMAYE TEMİNİ Günümüzde ülkeler arasında geliştirilen iktisadi ilişkiler, İngiltere’de başlayıp, Batı Avrupa ülkelerinde gelişen sanayi devrimi sırasında ortaya çıkmıştır (Serin, 1981, s.5). Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki dönemde sermaye, tabii kaynaklar ve nüfusa oranla az olduğu alanlardan daha yoğun olduğu alanlara akmıştır. Buakım19.yüzyılda 55 maksimum seviyeye ulaşmıştır. Bin sekiz yüzlü yılarda İngiltere’nin, sömürgelerde yaptığı yatırımlar, yabancı sermaye yatırımlarının başlangıcını temsil ettiği ifade edilmektedir (Akdiş, 2001, s.254). Endüstri devriminin bir sonucu olarak, özellikle batının sanayileşen ülkelerindeki hızlı sermaye birikimi, büyük şirketleri bu sermaye denen fazla karı sağlayacak yatırım alanlarını aramaya yöneltmiştir. Bu yatırım alanları ise, Avrupa endüstrisinin ihtiyacı olan ham maddeleri sağlayacak, doğal kaynak ve ucuz işgücüne sahip dönemin sömürgeleri ve bağımsız az gelişmiş ülkeleri olmuştur (Alpar, 2001, s. 3). 1914'ten sonra uluslar arası sermaye hareketlerinin endüstriyel dağılımında ve yapısında önemli değişiklikler olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte yabancı sermaye yatırımları konusunda, ortaya yeni bir lider ülke çıkmış; artık ABD birincil borç veren, Avrupa ise ana borç veren durumundan ana borçlu durumuna dönüşmüştür (Görgün, 2004, s.17). Ancak 1929–30 Dünya Ekonomik Krizi yabancı sermaye yatırımları için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Daha önce yabancı sermaye yatırımı yapan ülkeler bu yatırımlarını tasfiye etmeye yönelmişlerdir (Uras, 1979, s. 31). İkinci dünya Savaşı’ndan sonra bu alanda önemli siyasal ve ekonomik değişimler meydana gelmiştir. Savaş'tan önceki yıllarda yabancı sermaye yatırımları daha çok portföy yatırımları gibi dolaylı yatırımlardı. Savaştan sonra DYY'ler daha çok önem kazanmaya başlamıştır. Bu gelişmede en büyük etken, 1950'li yıllardan sonra dünya ekonomisinde giderek çok etkin bir yapıya gelen ve önemli bir ekonomik güç ifade eden ÇUŞ’lerin (ÇUŞ) ortaya çıkması olmuştur (Görgün, 2004, s.17). İkinci Dünya Savaşından sonra gelişmekte olan ülkelerin kalkınma çabaları artmıştır. Bu ülkeler sanayileşmiş ülkelere hammadde sağlayıp çeşitli sanayi ürünleri ve sermaye malları ithal eder durumdan kurtulmanın yollarını aramaya başlamışlardır. İşte yabancı sermaye yatırımları, ihtiyaç içindeki gelişmekte olan ülkelerde, teşebbüs yeteneği, teknoloji, yönetim bilgisi ve pazarlama gibi sermaye kaynaklarının potansiyel bir kaynağı olarak kabul edilmiştir. GOÜ’ler, sadece asgari düzenlemeler değil, çeşitli teşviklerle yabancı sermayeleri cezp edecek girişimleri dikkat çekmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin yabancı sermayeye olan bu yaklaşımları ve1960’lardan sonra değişen dünya şartları, bu ülkelerdeki yabancı sermaye yatırımlarının miktarını arttırmıştır. 1960 yılı itibariyle gelişmekte olan ülkelerdeki yabancı sermaye miktarı 2 56 milyar dolar iken, 1982 yılında 10 milyar dolara yükselmiştir (Akdiş,2001,s.244). Gelişmekte olan ülkelere yönelen doğrudan sermaye yatırımı stokunun payı, 1990’da % 20,6’dan 1996’da % 30,2’ye yükselerek artarken; aynı dönemde gelişmiş ülkelerden dışarıya akan tutunmuş sermaye birikimi (GFCF) oranı%3,2’den%8,7’yeyükselmiştir (UNCTAD, 1998). DYY’lar, ülke ayrımı yapmaksızın, bu gün dünyanın her tarafına yayılmıştır. Doğal olarak her ülke yabancı sermaye yatırımlarından farklı oranda pay almaktadır. ÇUŞ’ler kendi uluslar arası faaliyetlerinin hacmine göre birçok kaynağa ulaşabilir. Bazı durumlarda yabancı şirketler üçüncü dünya iç birikimler seferberliği konusunda ise milli bölümlere göre daha çok başarıya ulaşılmıştır. Yabancı şirketler daha çok kar vermek vesilesiyle milli şirketlerin ortaklığı için daha iyi bir ortam yaratıyor. Bu mesele, üretim bölümlerde olan sermayelerin yabancı şirketlere cezb olduğu halde milli iktisada zarar yetirir. Bu sermayenin üretim dışında kullanıldığında, yabancı şirketlerin bu yaptığı sonunda GOÜ’lernin iktisadını güçlendirir. 1980 sonrasında petrol fiyatlarının düşmesi, kredi döngüsünün azalması kullanılan kredilerin etkin ve verimli yatırımlarda kullanılamaması gibi etmenlerle gelişmekte olan ülkelerde dış borç yönetiminde sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. Bu duruma paralel olarak borçlu gelişmekte olan ülkelerin liberal ve özendirici politikalar ile yabancı sermayeyi hem DYY, hem de portföy yatırımları olarak çekme gayreti içerisine girmişler. Neo-liberal iktisadın etkinleşmeye başladığı 1980 sonrasının en önemli özelliği ise ÇUŞ'ların yabancı sermaye yatırımlarının niteliğini ve niceliğini değiştirmeleridir. 1980'li yıllarda Sovyet Rusya ve Çin gibi sosyalist ülkeler, batılı ülkelerle ortak yatırım yapmaya başlamışlardır. Batılı ülkelerin sosyalist ülkelerde yatırım yapmalarının nedenleri, iç pazara dönük üretimden büyük satış imkânlar sağlayarak pazar payını genişletmekte ve dolaylı olarak ÇUŞ'ların ihracatını artırabilmektedir. 1980'lerdeki neoliberal politikaların baskın bir etki yapması, ulaşım ve iletişimdeki önemli gelişmelerin yol açtığı dinamikler, DYY akımında önemli artışların yaşanmasına neden olduğu bir dönem olmuştur. 1990'lı yıllara gelindiğinde ise, Sovyetler Birliği'nin çöküşü ile soğuk savaşın sona ermesi dünyanın ekonomik sisteminin belirleyiciliği ekonomi politiğine yönelik 57 olmuştur. Kapitalist sistemin gerçekliği temelinde, ekonomik hassasiyetlerin özellikle de küreselleşme sürecinde ekonomik ve teknolojik dinamiklerinin rekabet üstünlüğü yaratamamıştır. Bu durum gelişmekte olan ülkeler de siyasal kararların temel belirleyicisi olmuştur (Görgün, 2004,Ss. 17,23). Küreselleşme olgusu ilebirlikte1990'lı yılların ortalarından itibaren ÇUŞ'ların portföy ve doğrudan yatırımlarından ve gelişmiş ülkelerin tasarruf fonlarından pay alabilmek için gelişmekte olan ülkeler arasında rekabet ortamı doğmuştur. Bu küresel ticaret ve yatırımın en önemli unsurları ise ÇUŞ'lardır. Dünyada DYY’ler beş yüz binin üzerinde şirket tarafından gerçekleştirilmektedir. Ancak bunlar içindeki en büyük yüz ÇUŞ tüm şirketlerin yabancı varlıklarının yaklaşık beşte birini kontrol etmektedirler (Ildır, 2001, s.16). Küreselleşmenin etkisi ile artık gelişmekte olan ülkeler arasında, doğrudan yabancı yatırım temelli gelişme stratejileri, sıradan bir olgudur. Küresel DSY (doğrudan sermaye yatırımları) akışlarında artışlar olmasının yanında, gelişmekte olan ülke hükümetleri, yeni teknoloji ve iş organizasyonları ülkelerine çekmek için çeşitli fırsatlar sağlayarak bu yarışın daha da artmasına neden olmaktadır. Küreselleşen dünyada, merkez (core) ve çevre (peripheral)ekonomiler arasında, az sayıdaki yatırım projelerini elde etme yarışında, gelişmekte olan ülke hükümetleri çeşitli teşvik ve sübvansiyonlarla yatırımcıları cezp etmeye çalışmaktadır. Yatırımcılar açısında hangi ülkede daha fazla avantaj varsa; yatırımlar, o ülkeye kaymaktadır. Çünkü bu tür rekabetlerin, ülkelere net fayda sağlama potansiyeli bulunmaktadır (Dunning ve Narula, 2002, s. 142). Finansal küreselleşmenin hızlanması ve özellikle 1990'lı yıllardan sonra uluslararası sermayenin dünya ölçeğinde serbestçe dolaşma imkânını bulmasıyla, dünyada ekonomik krizlerinin arttığı gözlenmektedir. Dolayısıyla uluslararası sermaye hareketlerinin artmasıyla ekonomik krizler arasında çok yakın bir korelâsyon bulunmaktadır. Sermaye hareketleri doğrudan yatırım ve portföy yatırımı olmak üzere iki şekilde meydana gelmektedir. Doğrudan yabancı yatırım, sabit sermaye yatırımı adı altında, sermayenin kaynak ülkeden yatırıma ev sahipliği yapacak ülkedeki şirket hisselerinin uluslararası yatırımcılar tarafından en az %10'unun alınması şeklinde kendini gösterir. Sabit sermaye yatırımlarına ek olarak doğrudan yatırımın ülkelere girişi; şirket birleşmesi 58 ya da devri, özelleştirme uygulamaları, ortak girişim, stratejik ortaklık yada devam eden faaliyetlerin genişletilmesi ile de mümkündür. Doğrudan yabancı yatırımların dışında ortaya çıkan ve tahvil yada hisse senedine doğrudan yatırım şeklinde gerçekleşmeyen, mobilitesi oldukça yüksek olan yatırımlar ise portföy yatırımı içine girer ve uluslararası hukuk ve ilgili ülke hukuku çerçevesinde örgütlenmiş piyasalarda işlem görürler. Bununla birlikte, IMF, opsiyonlar gibi türev ürünleri dolaylı yatırımlar grubuna dâhil etmektedir (Erdoğan, 2006,s. 6). Aslında finansal krizlere neden olan, sermaye hareketlerinin portföy yatırımlarıdır. Sıcak para diye de bilinen bu sermaye hareketleri başlangıçta girdiği ülke refahını artırmaktadır. Daha sonra ülke ekonomisinin kırılganlığına paralel olarak ani çıkışlar yaparak, ülke ekonomisinin çok kötü bir duruma sürüklenmesine neden olmaktadır. Finansal kriz yaşayan ülkelere bakıldığında kriz öncesi dönemde bu ülkelerde genellikle ithalat patlaması yaşandığı ve dış açıkların büyüdüğü görülmektedir. Kısa vadeli sermaye hareketlerine ihtiyaç duyan bu tür ülkelerde, Cari işlemler açığının milli gelir içindeki payının % 4'ü aşması risk olarak ifade edilmektedir. Meksika, Asya ve Türkiye krizlerinde de bu oran %4'ün üzerine çıktığı görülmüştür. Dolayısıyla kısa vadeli borç stokunun resmi döviz rezervlerine oranının %1'den fazla olduğu durumlarda da kriz olasılığı yükselmektedir (Erdoğan, 2006,s. 6). Doğrudan veya Dolaylı Yabancı Sermaye Yatırımlarında ÇUŞ’ların payının büyük olması olası küresel etkilerde sürekli yön değiştirme eğilimine girebilirler. Tabiatı itibariye çıkar beklentisi ile bu şirketler olası hareketlenmeler durumunda beklentilerine yönelik etkisini gösterecektir. Bu durumda ev sahibi ülke ile bağı ne kadar sıkı olursa olsun kendisini hareketlenmelerden uzak tutamayacak ve yer değiştirme ihtiyacı içerisine girecektir. 3.2. TEKNOLOJİ TRANSFERİ Kalkınmanın bir unsuru görülen teknoloji geniş anlamda; insan ve doğa, insan ve insan hakkındaki bilimsel bilgilerin belli amaçları gerçekleştirmek üzere oluşturulan tüm amaçlarını kapsamaktadır. Böylece teknolojinin işlevi, insanların mevcut yeteneklerinden en iyi tarzda yararlanmak ve mevcut olmayan yetenekleri ve bazı yetersizlikleri ikame ederek, insanı, iktisadi unsurlar arasında egemen güç haline 59 etirmektir (Akdiş, 2001,s.253). Doğrudan yabancı yatırımlar ile yenidünya düzeninde ulus ötesi şirketlerin mülkiyet avantajları da değişmektedir. Lojistik ve pazar talepleri ile uyumlu hızlı buluşlar ve yeni teknolojilerin yayılması eskiye göre daha önemli hale gelmiştir. Bundan dolayı, ulus ötesi şirketler, buluşlar ve teknik değişiklikleri daha iyi yönetebilmek için, sunucular, alıcılar ve rakipler ile ilişkilerini değiştirmek durumundadır. Bunu gerçekleştirmek için de bilim, teknoloji, bilgi kurumları ile daha yakın ilişki içinde bulunmaları gerektiğine inanmaktadırlar. Ulus ötesi şirketler, teknolojinin ve ustalığın değişik ülkelere yayılmasını sağlamak için, sürekli yatırımları davet eden yeni bölgelere girmektedirler (DPT, 2000b,s. 3). Teknolojik ilerleme ve gelişme, önemli oranda araştırma ve geliştirme harcamalarını gerektirmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise sermaye birikimi az olduğundan teknolojik gelişmenin hızı da yavaş olur. Bu durumlarda ise devletlere büyük görevler düşmektedir. Devletler sermayenin yönlendirilmesinde ve verdiği teşviklerle teknolojik gelişmesine katkıda bulunurlar (Göbenez,2006,s.175). Böylece teknolojik yenilikler maliyetler düşürülmüş olarak çok uluslu ve uluslar ötesi şirketler tarafından yapılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin ileri sanayi ülkeleri ve ÇUŞ’lerin elinde olan bu teknolojik avantajı ülkelerine çeke bilmenin iki yolu kullanmaktadırlar (Karluk, 2003,s. 34). Teknik bilginin lisans anlaşmaları, teknik yayımlar, ticaret resmi teknik yardım programları ve diğer haberleşme araçları. Özellikle yabancı sermayeli şirketler tarafından gerçekleştirilen doğrudan yatırımlar sayesinde yatırım yapılan ülkeye yeniliğin bizzat şirket tarafından getirilmesi. Birinci yolla teknoloji ithali ülkelere daha pahalıya mal olmakta, geçmişte ülkelerin bu şekilde dışarıya ödedikleri meblağ 1,5 milyar dolara ulaşmış ve bu ülkelere giden yabancı sermayenin yarısından fazlasını oluşturmuş bulunmaktadır. Bu durumda ciddi yabancı sermaye yatırımları ileri teknolojinin transferi konusunda önemli bir kanal olarak ortaya çıkmaktadır. Yeni üretim konularında, ekonomik büyüklükte sanayi yatırımlarının gerçekleştirilmesi ve üretimlerinin sürdürülmesinde, dünya ülkelerinde mevcut en ileri teknolojinin transferi ve teknolojik gelişmelerin sürekli olarak uygulanması ve ülkeye aktarılmasında yabancı sermaye olanaklarından geniş ölçüde 60 yararlanmak mümkündür (Karluk, 2003,Ss.35, 51). Teknoloji transferinde yabancı sermaye yatırımları ile çok uluslu şirketlerin iyi niyetli davranmayacağına dair çeşitli eleştiriler de bulunmaktadır. Yabancı sermaye yatırımlarının gittikleri ülkelere geri teknolojilerini götürdüğü ve ÇUŞ’ler aracılığı ile teknolojinin transfer edilemeyeceği, söylenmesine rağmen bu transferin ve teknolojik gelişmenin gelişmekte olan ülkelerce nasıl elde edile bileceği konusunda tutarlı öneriler getirilememektedir (Akdiş, 2001, s.261). Genelde yabancı sermayeli şirketlerin uluslararasında yeni teknolojilerin yayılmasına katkıda bulunduğu, üretimin gerektirdiği teknolojiyi, üretim yaptıkları ülkeye getirmek zorunda oldukları belirtilmektedir (Karluk, 2003, s.37). Ancak bu konuda yabancı sermaye yatırımlarının yapıldığı ülke idarecilerinin deaktif ve basiretli bir tutum izlemelerini gerekli kılmaktadır. Yatırım yapan yabancı sermayeli kuruluşlar, teknik bilgi ile birlikte çoğunlukla yönetici ve üst seviyede teknisyen niteliğindeki personellide yatırım yapılan ülkeye getirmektedir (Akdiş, 2001,s.263). Gelişmekte olan ülke açısından yabancı sermayenin esas katkısı bu noktada olmaktadır. Bu ülkelerdeki müteşebbisler, yapmayı bilmedikleri bazı şeyleri onlarla beraber iş yaparak onlardan öğrenme imkânı bulmaktadır (Gönensoy, 1982,s.25). Ayrıca yabancı sermaye bankacılık, ihracat, üretim ve teknoloji konusundaki yönetim ve işletmecilik bilgisini de yaygınlaştırmaktadır. Çünkü sadece teknolojinin transferi yeterli olmamakta, bu teknolojinin ülke şartlarına adaptasyonu ve uygulanacak teknik ve idari kadronun yetiştirilmesi de önem taşımaktadır. Yabancı sermayenin bu konuda da yardımları olmaktadır (Akdiş, 2001,s.263). Yabancı Sermayeli girişimciler çoğu zaman teknoloji transferi yanında, üretim teknikleri, yönetim ve işletmecilik teknikleri getirerek yerel girişimcilerin öğrenmesini sağlayarak iş kültürü transferine de öncülük ederek rehber bir pozisyona girmektedir. Teknoloji ve fen bilimi mutlaka GOÜ’lernin gelişiminde çok önemlidir. GOÜ’lerne teknoloji aktarımının asıl sorunlarından birisi, GOÜ’lerne teknoloji ve fen bilimi almak için belirli bir piyasanın olmaması ve teknolojiye yalnızca ÇUŞ’lerle ortaklık etme vesilesiyle ulaşılabilmesidir. Bu yüzden de, teknolojiyi elde edebilmek için ÇUŞ’lerle ortak olmaktan başka bir yol kalmıyor. Diğer taraftan, yabancı şirketler aracılığıyla aktarılan teknolojiye kıymet belirlemek çok zordur, bu mesele ise ÇUŞ’lere, 61 suiistimal yapmak için iyi bir ortam yaratmıştır böyle ki, ücret, kar, imtiyaz hakkı vb konular için çok yüksek rakamlar tayin ediyorlar. Aktarılmış olan teknoloji ile ev sahipliği yapan ülkenin ihtiyaçlarının uyum içinde olması da çok önem taşımaktadır. Uygun olmayan teknolojinin aktarılması takdirde, uzun zamanda milli iktisadın zarar görme riski vardır, bu yüzden de teknoloji uyumluluğu GOÜ’lernin dikkatle kontrol etmesi gereken konulardan biridir. 3.3. UZMAN İŞ GÜCÜ VE YÖNETİM TECRÜBESİ ÇUŞ’lerin temin ettiği işletme ve uzman iş gücünden yararlanmak birçok durumda ev sahipliği yapan ülkenin iktisadının önemli karlar elde etmesine yol açıyor. Diğer taraftan ise yerel iş gücü ve yöneticilerin eğitmesi, diğer bölümlerin gelecekte bu kişilerden yararlanması ve toplumun tüm iktisadi faaliyetlerinin daha çok gelişmeye doğru hareket etmesini sağlar. Bazen ÇUŞ’ler yabancı iş gücü ve yöneticilerden yararlanıp, yerel kişilerin eğitmesi konusunda önemli bir hareket yapmıyor. Bu durumda devletin kontrolü ve onun ÇUŞ’lere, yerel uzman kişiler yetiştirmesi konusunda baskı yapması önemlidir. (Rahnoma,2009,s.175). Üretim amillerinin GOÜ’lerne aktarılması, üretim sanayindeki üretimin artırılmasına sebep olur. Genelde yabancı kaynaklardan yararlanan ülkelerin üretim hacmindeki artış daha çoktur. Latin Amerika ülkelerinden Brezilya, Meksika, Peru, Arjantin, Venezuela, Kolombiya ve Şili, Asya ülkelerinden Güney Kore, Hongkong, Filipin, Endonezya, Hindistan ve Singapur, Afrika ülkelerinden ise Mısır, Elcezayir ve Kenya üçüncü dünyanın, yetmişli yıllarda, harici sermayelerden dolaysız olarak yararlanan en önemli ülkelerindendir. (Farjadi,1989 ,s.192). ÇUŞ’lerin GOÜ’lerde olan önemi bu şekildedir ki, yabancı yatırımı azaltmakla bu ülkelerin teknolojik üretimlerinde azalır. Bir çok üçüncü dünya ülkesinde, ÇUŞ’lerin teknolojik ürünleri ile yaptıkları yatırımları doğru orantılılar. Seksenli yıllarda, Cezayir, Zaire, Kenya, Arjantin, Brezilya ve Şili ülkelerinde yapılan harici dolaysız yatırım düşüş göstermekte, teknolojik üretim ise düşüş gösterip, onun yükselen gidişatından azaldı. Bunun aksine, harici dolaysız yatırım Mısır, Güney Kore, Pakistan, Filipin ve Türkiye gibi ülkelerde artış gösterdi ve bu mevzu, bu ülkelerde teknolojik üretimin artmasına sebep oldu. Hindistan ve Venezuela gibi bir kaç 62 ülke endüstriyel gelişme modellerini değişip, harici dolaysız yatırım yapmak yerine, dahili kaynaklar ve banka istikrarına dayanarak hareket etmişler, bu da bu ülkelerin iktisadi gelişmesine yol açmıştır. (Rahnoma, 2009, s.175,178). Singapur, Endonezya, Malezya gibi ülkelerde ise, üretimin artışı, harici yatırım ile doğru orantılı olarak artılıp. Harici dolaysız yatırım artan yıllarda, endüstriyel üretimler de artmıştır. 3.4. İHRACAT ETKİSİ GOÜ’lernin hızla endüstriyel olmaları, yetmişli yıllarda, teknoloji, sermaye ve harici yönetimin yardımıyla, bu tür ülkelerde üretim sanayiinin, ihracat vesilesiyle gelir elde etmek için uygun bir ortama sahip olmasını sağlamıştır. İhracat, ÇUŞ’lerin, pazarlama imkanlarından yararlanarak, GOÜ’lernin iktisadında özel bir yer kazanmıştır., Güney Kore, Hong Kong, Tayvan ve Singapur başta olmak üzere, bazı GOÜ’lerde ihracat, teknolojik ürünlerin ihracatına doğru eğildi ve teknolojik ihracat payı Güney Kore ve Hong Kong gibi ülkelerde %90’a vardı. 1970 ile 1981 yılları sırasında bazı GOÜ’lernin teknolojik ihracat payı 20 kattan fazla artış gösterdi, bu da bir çok üçüncü dünya ülkesinin yıllık ihracatlarını 2 kata çıkartmış oldukları anlamına geliyor. Endonezya, Güney Kore, Singapur ve Brezilya bu tür ülkelerden sayılır. Tüm bu ülkelerde, ÇUŞ’lerin yapmış olduğu dolaysız harici yatırım çok önem taşımakta, ve ihracat sanayiinin önemli bir kısmı bu şirketlerin iyeliğindedir. Teknolojik ürünlerin ihracatı GOÜ’lerde seksenli yılların sırasında da devam etti fakat yetmişli yıllara göre genelliğinden azaldı. Latin Amerika ve Afrika’nın bir çok ülkesi teknolojik ürünler ihracatında hızlı düşüş yaşadılar, ama Tayvan, Hong Kong, Güney Kore, Singapur, Malezya, Tayland, Filipin ve Endonezya gibi bir çok Asya ülkesi teknolojik ürünler ihracatı konusunda büyük başarılar elde ettiler. Bu ülkelerin endüstriyel ürünlerinin ihracatı genellikle ÇUŞ’lerin pazarlaması sayesinde yapılıp, bu teknolojik ihracatın batıdaki endüstriyel ülkelerin tüketim piyasasındaki oranı ise etkileyici bir artış gösterdi. Tayvan ülkesinin ihracatı 2007 yılında 1700 milyon dolar, 2009 yılında ise 32440 milyon dolardı (UNCTAD raporu 2009, 2010). Üretilen ürünleri 63 ihracat payının, toplam ihracata göre artışı önemli bir konu olup, iktisadi büyümenin bir göstergesidir (Rahnoma, 2009,s.183). 3.5. İSTİHDAM ETKİSİ GOÜ’ler, doğrudan yabancı sermaye yatırımları aracılığıyla ilave dış sermaye, yeni teknoloji, know-how, yeni yönetim becerisi, pazarlama katkısı, ihracat, üretim ve istihdam artışı sağlamayı amaçladığını (Yükseler, 2005,s. 3) ifade etmiştik. Yabancı sermaye ile birlikte, üst düzey yöneticileri de yatırım yapılan ülkeye gitmekte, ancak gerekli diğer işgücü yerli kaynaklardan karşılanmaktadır. Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde büyük bir işsiz potansiyeli bulunmaktadır. Bu açıdan bu ülkelerde işsizliği giderecek yatırımların kendi kaynakları ile gerçekleştirecek imkânlar yetersiz olduğundan, yabancı sermaye yatırımları istihdam için elverişli bir durum oluşturmaktadır. Örneğin, İrlanda’da1960 ve 1982 yılları arasında yapılan yabancı sermaye yatırımları 82.000 İrlandalıya iş imkânı sağlamıştır (Akdiş, 2001,s.269). Diğer bir örnek ise, yabancı sermayenin 2003 yılında İngiltere'de yarattığı yeni iş imkânı 39.600 iken, bir önceki yıl buse ayı 25.500'idi (Uçmazbaş ve Cin, 2004). Doğrudan yabancı yatırım ile GOÜ’leri istihdam olanağı sağladığı zaman içten dışa iş gücü göçüde önlenmiş olacaktır. Dolayısıyla ülke içinde sorun çözülmüş olacaktır. Birçok üçüncü dünya ülkesinde işsizlik ile savaşmak önemli bir amaç haline gelmiştir ve ülkelerin çoğu kendi iktisatlarına uygun, bir taraftan iktisadi büyüme amaçlarına ulaştırabilecek, diğer taraftan ise işsizliği kabul edilebilir bir şekilde azalta bilecek teknolojileri arıyorlar. Diğer taraftan, ÇUŞ’lerin teknolojisi batı ülkelerinin şartları, yani iş gücünün azlığı ve sermaye çokluğuna göre tasarlanmıştır ve bu tur teknoloji genelde sermaye tüketicidir. Kar ise, iş gücüne ihtiyacı olan teknolojinin kullanıldığı zaman, sermayeye ihtiyacı olan teknolojinin kullanıldığına göre daha azdır. Bu nedenler, sermayeye ihtiyacı olan teknolojinin GOÜ’lerne aktarılıp, sermaye artmakta olan bir oran ile iş gücünün yerini geçmesine sebep olmuştur. Bundan dolayı, teknolojik üretime rağmen, ÇUŞ’lerle işbirliği yapan GOÜ’lerde işsizlik oranı artmıştır. Bunun yanı sıra bazen yabancı şirketler, yabancı iş gücünden yararlanmayı tercih ederek işsizliğin daha da artmasına neden olmuşlar. 64 Bazı GOÜ’ler uygun teknolojiden yararlanıp, iş fırsatı yaratmak konusunda başarılı olmuşlar. İşsizliği makul bir seviyede kontrol etmeyi başaran Güney Kore, Singapur ve Hong Kong bu ülkelerden bir kaç tanesi olarak adlandırılabilirler. Dolayısıyla devletin, ithal olan teknolojiye uyguladığı kontrol çok önemlidir. Bu ülkelerde harici yatırımı kullanarak seçilmiş olan teknolojik gelişme modeli, sanayi bölümlerinde azalıp, hizmet bölümlerinde çoğalmak seklinde olarak iş gücünün dağılımını ise önemli bir şekilde etkilemiştir. Bu ülkede hizmet sektörünün günden güne büyümesi, ilk olarak üretim sektörlerine iş gücü cezp etmek için uygun bir teknolojinin kullanılmaması, ikinci olarak ise dahili üretim imkanlarının bir kısmının harici üretim imkanlarının kullanılmasından dolayı durgun kaldığı, sonuçta da üretken olmayan sektörlere geçtiğinin göstergesidir. GOÜ’lerdeki hizmet sektörlerinin gelişmesinin doğası, gelişmiş olan ülkelerin hizmet sektörlerinin gelişmesiyle farklıdır çünkü, gelişmiş ülkelerde hizmet sektörleri genelde, araştırma ve üretim sektörlerinin refahını artıracak, üretime bağlı bir şekilde çalışıyor halbuki GOÜ’lerdeki hizmet sektörleri yanlış fonksiyonlar yaparak o ülkenin iktisadi hastalığının göstergelerindendir. 3.6. BAĞIMLILIK ETKİSİ Kaç uluslu şirketlerin GOÜ’lerde yaptığı faaliyetlerinin olumsuz etkilerinden biri, yabancı kaynaklar ve piyasalara olan şiddetli bağımlılıktır. Bu da, yatırım yapmak, mali politika, pazarlama, mülkiyet, iş ve ticaretin temel karlarının o şirketlerin ana ülkesinde olan asıl şubesi tarafından alınması ve GOÜ’lerdeki yan şubelerin bu konuda önemli bir rolünün olmamasından kaynaklanıyor. Ülkenin dışına alınan politik kararların uygulaması, milli iktisadın bir sürü harici parametreye bağımlılığına yol açıyor. Bu mevzu seksenli yılların başlangıcında, emtia ve sermaye piyasalarında genel değişimler yaratarak GOÜ’lernin iktisadını bir hayli etkiledi. ÇUŞ’lerin yatırım yapmasında olan sınırlılıktan dolayı, bazı ülkelerde milli iktisat ağır bir şekilde hasar gördü. Cezayir’de, harici yatırımların hacminin azalmasının ardından, teknolojik üretim bu ülkede1982 ile 1983 yılları arasında üçte bire düştü, Zaire’de ise 1982 ve 1983 yıllarında, 1980 yılına göre teknolojik üretim %6 azaldı. Panama’da teknolojik üretim 1984 yılında 1980 yılına göre %27’den fazla düşüş göstermiştir. (Farjadi, 1989, s. 212). 65 Arjantin’de teknolojik üretim 1980 yılına göre %220’den fazla azalmıştır. Brezilya’da ise bu düşüş yaklaşık %11miş. Şili 1982 yılında 1982 yılına göre %15, Kolombiya ise %6 teknolojik üretim düşüşü yaşamış. Singapur, Malezya, Endonezya, Tunus, Kenya ve Hong Kong ise, yetmişli yıllarının teknolojik üretimde sahip oldukları artan hızlarını kaybetmişler. İhracat, harici dolaysız yatırım yapmaya teşvik eden ülkelerde ise, uluslararası emtia ve sermaye piyasaların değiminden etkilenip, , yetmişli on yıla teknolojik ürünlerin üretiminin sonunda yükselen ihracat, seksenli yıllarda düşüş gösterdi. Petrol üreten ülkelerde, petrol fiyatının düştüğünden mütevellit, petrol ihracatı önemli artış göstermiş, doğu Asya’nın yeni teknolojik olan ülkelerinde ise 1984 yılından beri ihracatın düşüşü belirgin etkileri olmuştur. Bu yılda teknolojik ürünlerin fiyatı düştü ve onun önemli nedenlerinden biri, petrol üreten ülkelerin, petrol fiyatının düşüşünün ardından kaybettikleri satın alma gücüydü (Rahnoma, 2009,s. 184). Bü ülkelerin iktisadi bağımlılıklarının bir diğer önemli boyutu ise, banka kredilerinden yaygın bir şekilde yararlanmaktı. Harici sermayelerden dolaysız olarak yararlanmakla başlayan iktisadi bağımlılık, gitgide daha büyük boyutlara ulaşıp, ÇUŞ’lerden sonra, çok uluslu bankaların ayağını da bu ülkelere açmıştır. Banka kredileri ve ÇUŞ’lerin GOÜ’lerde olan varlığı birbiriyle doğru orantılıdır. GOÜ’lerde, bankalar ülkelerin ihracattan kazanan gelir görünümü diğerlerinden iyi olsun diye onlara borç veriyorlar ve ihracat konusunda, gelişmeyi ölçüp, yargılamak için kullanılan kriterlerinin biribu tür ülkelerde olan ÇUŞ’lerin bulunmasıdır, ki bu şirketlerin sayısı arttıkça, verildiği borçların miktarıda artıyor. Diğer taraftan, değişmekte olan faiz oranlı net borç ise, her gün GOÜ’lernin yabancı sermayelere olan bağımlılığını artmaktadır. Arjantin’de değişmekte olan faiz oranlı net borç, 1978 yılında 0.8milyar dolardan, 1982 yılında 20.5 milyar dolara vardı. Brezilya ile ilgili artış sırasıyla 18.5 ve 45.5, Meksika’yla ilgili olan ise sırasıyla 19.5 ve 59.3 milyar dolardır (Erno,1986,s.141). 3.7. ENFLASYON ETKİSİ Büyük miktarda yabancı sermayenin ülkeye girişi, birçok üçüncü dünya ülkesinin para sistemi temellerinin bozulmasına neden olmuştur. Devletin ihracat konusunda yapan teşvik siyasetleri ile birlikte, yabancı ÇUŞ’lerin tüketilir ve sermayesel ürünlerinin tüketiminde olan artış, yabancı dövizlere karşı milli para değerinin şiddetle 66 düşmesine neden olur. Milli para gitgide değerini kaybederek devletin tekrar yabancı sermayeleri ülkeye getirme çabalarına sebep olarak olumsuz etkilere neden olmaktadır. Brezilya’da, 1975 ile 1986 yılları arasında milli paranın değeri, ABD doları karşısında %149000 düşmüş Şili’de ise bu rakam %2408, Kolombiya’da %660, Meksika’da %7388, Peru’da yüzde 31, Zaire’de %14550, Türkiye’de %5018, Nijerya’da %550, Endonezya’da %395, Venezuela’da ise %337dir, hâlbuki milli paraların gerçek değeri bundan çok düşmüş fakat devletler kendi paralarının değerini yapay şekilde sabit tutmuşlar ve resmi olmayan piyasalarda paranın değeri daha düşük seviyelere inmiştir (Mojtahedi, 2003,s. 71). Yabancı şirketler tarafından yapılan sermayesel ve tüketilir ürünlerin tüketimindeki artış, para değerinin düşüşüyle birlikte, GOÜ’lerde şiddetli enflasyona sebep olmuştur. Düzensiz ihracat ise enflasyonun boyutlarını geliştirmiş ve büyük seviyede endişe edilecek şekillere sokmuştur. Seksenli yılların başında olan emtia ve sermaye piyasasının değişimi, bu ülkelerin ihracat değerini düşürmüş ve enflasyonun daha da artmasına neden olmuştur. 3.8. SERMAYE KARININ ÜLKEDEN ÇIKIŞI Kar elde etmek, ÇUŞ’lerin, GOÜ’lerde hazır bulunduğunun en önemli nedenidir. Bu kar, bonus, hizmet, yöneticilik, bilgi satışı, usance, ücret vb değişik şekillerde üçüncü dünyadan çıkıp, genellikle teknolojik ülkelere aktarılıyor. ÇUŞ’lerin GOÜ’lerdeki kar miktarını hesaplamak zor ve karmaşık bir iştir. Bağımlı şirketin karı, ana şirketin değişik ödemeleri ve yerel harçlarını çıktıktan sonra kalan bakiyedir. Transfer fiyatlandırılması olarak adlandırılan yöntem, şirketlerin gerçek karının hesaplamasını daha da zorlaştırır. Bu yöntemde, bağımlı şirketlerin ana şirketlerden aldığı hizmet ve emtianın fiyatı, kukla olarak piyasa fiyatından daha yüksek blarak belirlenir ve ana şirkete bağımlı olan şirketten veya onun üçüncü bir ülkedeki şubeleri ya da onun bağımlı şirketlerinin birinden satılmış olan ürün veya hizmetin fiyatı kukla olarak piyasa fiyatından daha düşük olarak belirlenir. Bu yöntemde karın gerçek miktarı ÇUŞ’in söylediği miktardan çok daha fazladır, ve bu mevzu ÇUŞ’lerin belirsizlik içinde olduğuna neden olup, bu şirketlerin gerçek bilgilerini elde etmeyi imkansız bir iş haline getirmiştir. 67 ÇUŞ’lerin GOÜ’lerde yaptığı yatırımın bir diğer boyutu ise, bu şirketlerin tüketilir sanayiinde yapan yatırımdır. ÇUŞ’ler genelde ağır sanayide yatırım yapmanın yüksek harçlı olduğu, aynı zamanda geniş ölçekte üretim yapmak ve güvenilir altyapının olması gereksiniminden dolayı, tüketilir sanayiinde yatırım yapmaktan sakınırlar. Diğer taraftan ise, bu sanayiin yapısı, sermayenin gri dönüşünü uzun sürede mümkün yapıyor, karı ise tüketilir sanayiinden daha azdır. Bu faktörlerden oluşan tahsilat, ÇUŞ’lerin, GOÜ’lern iktisadının üretim zincirini tamamlamak yerine, kendileri üretim için harici madde ve faktörler ve yabancı sermayesel emtia ithalına ihtiyacı olan yeni bir iktisat zinciri yaratmaya kalkışıyorlar, bu mevzu ise GOÜ’lernin bağımlılığını daha da artırıyor. Olumsuz etkiler ve faktörlerden oluşan bir derleme, ÇUŞ’lerin GOÜ’lernin devletleri tarafından kontrol edilmesini milli bir zorunluluk haline getirmiştir. Devletler ise uygun siyasetler uygulayarak, ÇUŞ’lerin faaliyetleri sonucundaki olumsuz etkileri ayarlayıp, olumlu etkilerinden tüm olarak yararlanmaya çalışırlar. ÇUŞ’lerin GOÜ’lerde yaptığı yatırımın bir boyutu ucuz iş gücünden yararlanıp, bu ülkelerin iş gücünü sömürmektir. ÇUŞ’lerin GOÜ’lernin iktisadında yapan işbirliğinin esas nedenlerinden biri bu ülkelerin ucuz iş gücünden yararlanmaktır, bu mevzu ise GOÜ’lerde elde edilen kar, gelişmiş ülkelerde elde edilen kardan daha yüksektir. Bu konunun boyutları doğu Asya’daki yeni teknolojik olmuş ülkelerde daha belirgindir. Aşağıdaki çizelge milli üretimdeki iş gücü ücretini, , Japonya (ana ülke olarak) ve doğu Asya’daki bir kaç ev sahipliği yapan ülke arasında, 1984 ve 1987 yılları aralığında göstermektedir (Rahnoma, 2009, s. 185). 3.9. DİĞER ETKİLER Doğrudan yatırım bir sermaye transferi olmakla birlikte, aynı zamanda teşebbüs, teknoloji, risk taşıma ve organizasyon aktarımı da sağlamakta ve bu sebeple işletmelerin kuruluş ve teçhizatının finansmanı olarak değerlendirilmektedir. Doğrudan yatırım bürolundan dolayı, işletmecilik ustalığı ve know-how’ı da beraberinde getirmekte, ayrıca rekabet faktörünü ülkeye sokmaktadır (Karluk, 2003,s.100). Mal ve hizmet fiyatlandırmasının amaçlarının en stratejik olanı rekabetçi bir piyasa konumu oluşturma veya sürdürmedir. ÇUŞ’lerin nihai hedefi küresel bir ekonomide rekabet 68 edebilmektir. Küresel rekabette piyasaya yerleştikten sonra kazanmayı amaçlayan ÇUŞ’ler, bazı durumlarda düşük fiyatla mal sata bilmektedir (Işık,2005,s. 36). Yabancı sermayenin olumlu ve olumsuz daha birçok etkilerini sıralamak mümkündür (Alpar,2001,Ss.85,88). Yabancı sermayeli şirketlerin uluslararası özel mülkiyete dayanan serbest rekabet düzenini, gittiği ülkede bir temel düzen olarak kabul edip, yürürlükte bırakılmasını sağlamak için çaba gösterecekleri bunlardan önem taşıyanı olarak değerlendirmektedir. Yabancı sermayeye değer yargılı bakmanın gerisinde yatan sebepte bu olsa gerektir. Ayrıca yabancı sermaye sosyo- kültürel kurum ve değerleri çağdaş yönde olmak üzere değiştirme gücünü göstermektedir (Akdiş, 2001,s.296). Yabancı sermaye ile yeni tüketim kültürü yaygınlaşır ve buna bağlı olarak geleneksel ihtiyaçların dışında yeni ihtiyaç kalemleri meydana gelir. Dolayısıyla yan üretim ihtiyaçları ve beraberinde istihdam olanakları ortaya çıkar. Olumlu ve olumsuz etkilerin sayısını çoğaltmak ve bunlara bir takım delillerde bulmak mümkündür. Ancak mevcut koşullar altında zengin ülkeler ile pek çok fakir ülke arasındaki büyüyen eşitsizliği yene bilmenin sadece iki yolu vardır. Ya işsizlik ve istihdam durumundaki gelişmekte olan ülkelerden sanayileşmiş olanlara doğru bir emek hareketi veya endüstrileşmiş olanlardan gelişmekte olanlara doğru bir sermaye ve işletmecilik hareketi. Uzun dönemde birinci yaklaşım, endüstrileşmiş ülkelerde bir yabancı düşmanlığının patlaması sonucunu verecektir. İkinci yaklaşım ise, gelişme niyetindeki ülke ve toplumların tercihine kalmış bir olgudur. Bu seçeneği iyi değerlendirmek ve yabancı sermayeden maksimum faydayı sağlamaya çalışmak, için kurumsal yapıyı oluşturabilecek ve kontrol mekanizmasını sağlayabilecek beşeri ve siyasi iradelerin sağlanması gerekmektedir. 69 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN GELİŞMEKTE OLAN TÜRKİYE VE İRAN EKONOMİLERİNİN KALKINMALARINDAKİ ETKİLERİ 4.1. TÜRKİYE EKONOMİSİ ÖZELLİKLERİ Türkiye, rekabet kurallarının işlediği, özel sektörün ekonomide öncü, kamunun ise düzenleyici rol oynadığı, liberal dış ticaret politikasının uygulandığı, mal ve hizmetlerin bireyler ve kurumlar arasında engelsiz olarak el değiştirebildiği bir serbest piyasa ekonomisidir. Türkiye’de son yıllarda ekonomideki yapısal reformlara büyük önem verilmektedir. Geçtiğimiz dönemde özelleştirme süreci hızlandırılmış, kamu maliyesine düzen getirilmiş, ayrıca mali piyasalardan başlamak üzere tarım, sosyal güvenlik, enerji ve iletişim sektörlerinde önemli reformlar gerçekleştirilmiştir. Son on yılda Türkiye ekonomisi, Avrupa Birliğine üyelik sürecinin de etkisiyle büyük bir dönüşüm gerçekleştirmiş ve pek çok alanda yapısal reformlar hayata geçirilmiştir (T. C. Dış İşleri Bakanlığı, 2013). Türkiye’nin GSYH’i 2001 yılında % -5.69 oranında küçülmesinin ardından hızlı bir büyüme süreci içersine girmis ve 2002-2006 döneminde sırasıyla yıllık % 6.16, %5.26, % 9.36, %8.40 ve % 6.89 oranında büyüme göstermistir. GSYH (gayrisafi yurtiçi hasıla) büyümesi 2007 yılında % 4.66 oranında gerçekleşirken, 2008 da % 0,65’e düşmüştür. 2009’da ise GSYH büyüme oranı % -4.82 olarak gerçekleşmiştir. 2010 ve 2011 yıllarında ise sırasıyla % 9,15 ve % 8,77 olarak kaydedilmiştir. 2008’deki Küresel finansal krizin yol açtığı likidite sıkışıklığı ve başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere büyüme hızında tanık olunan keskin düşüş ve daralma Türkiye ekonomisi üzerinde etkisini sermaye çıkışı, likidite sıkışıklığı ile dış ve iç talep daralması yoluyla göstermiş ve başta ihracat ağırlıklı sektörler olmak üzere üretim düzeylerinde önemli gerilemeler meydana gelmiştir. 2009 yılında daha da derinleşen ve devam eden bu durum 2010 yılından itibaren yüksek bir ölçüde iyileşmeye başlamıştır (Kepenek, 2010,s.34). 70 Türkiye’nin 2011 yılında Merkezi Yönetim Bütçe giderleri 312.5 milyar TL., Bütçe gelirleri ise 279.0 milyar TL. olarak gerçekleşmiş ve Bütçe açığı, hedeflenen düzeye göre % 5.3 oranında bir daralmayla 33,5 milyar TL. düzeyinde kalmıştır. 2011 yılında Faiz Dışı Fazla ise 14,0 milyar TL. olmuştur. Kamu Borç Stokuna gelince Türkiye’de Merkezi Yönetim dış borç stoku, 2011 yılı üçüncü çeyrek sonu itibarıyla 80.1 milyar ABD $ seviyesinde gerçekleşirken, bunun 46.1 milyar ABD $ tutarındaki kısmı uluslararası finansal piyasalardaki tahvil ihraçları stokundan oluşmaktadır. Türkiye’nin dış ticaretine baktığımızda son yıllarda uygulanan komşu ülkeler başta olmak üzere Orta Doğu, Afrika, Uzakdoğu ve Latin Amerika’ya yönelik bölgesel ticareti geliştirme stratejileri sayesinde dış ticaretin hacmi, yapısı ve yönelimi değişim göstermektedir (T. C. Dış İşleri Bakanlığı, 2013). 2012 yılında Türkiye 200’den fazla ülkeye ihracat gerçekleştirmiş ve ticaret hacmi 390 milyar $ yaklaşmış, ihracat ise rekor bir düzeye erişerek 152.6 milyar $ olarak gerçekleşmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun yüzüncü yılı olan 2023 yılı için ana hedef ihracatı 500 milyar $, toplam ticaret hacmini ise 1 trilyon $ çıkarmaktır(Kepenek, 2010,s.34). Tablo 4.1’de Türkiye’nin 2011 ve 2012 yılındaki dış ticaret istatistikleri aşağıda sunulmuştur. Tablo 4.1. 2011 ve 2012 yıllarında Türkiye Dış Ticareti (Milyon Dolar Olarak) İhracat İthalat Dış Ticaret Hacmi 2011 2012 2011 2012 2011 2012 134,9 152,6 240,8 236,5 375,7 389,1 Kaynak :TÜİK Türkiye’ye gelen dış yatırımlara dikkat ettiğimizde, son on yılda hayata geçirilen ekonomik reformlar sayesinde Türkiye’nin daha avantajlı bir konuma geldiği görülmektedir. Yabancı yatırımcıların Türkiye’de yatırım yapması için uygun yasal altyapı tesis edilmeye çalışılmıştır. Ticaret ve doğrudan yabancı yatırımlar bakımından Türkiye’yi benzersiz kılan özellik, Avrupa, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya’ya 71 açılan bir kapı özelliği taşımasıdır. Nitekim İstanbul’dan 4 saatlik uçuşla 50’den fazla ülkeye ve dünya ekonomisinin dörtte birini oluşturan geniş bir pazara erişim sağlanabilmektedir. Türkiye bürokratik engellerin büyük ölçüde kaldırılması, vergi sisteminde iyileştirmelerin sağlanması, kar transferlerinin desteklenmesi ve başarılı özelleştirme programları sayesinde dünyanın önde gelen yatırım merkezlerinden biri haline gelmektedir. 2012 Nisan ayında yeni teşvik sisteminin yürürlüğe girmesiyle daha fazla yabancı yatırım çekilmesi amaçlanmıştır (T. C. Dış İşleri Bakanlığı, 2013). 31 Aralık 2012 tarihi itibariyle 32.146 adet yabancı sermayeli firma Türkiye’de faaliyette bulunmaktadır. 881 adet yabancı firmanın da Türkiyede irtibat bürosu mevcuttur. 2012 yılı sonu itibariyle Türkiye’de toplam doğrudan yabancı yatırım miktarı 130 milyar $ aşmıştır (T. C. Dış İşleri Bakanlığı, 2013). 4.2. İRAN EKONOMİSİ ÖZELLİKLERİ İran ekonomisi yüksek oranda petrol gelirlerine (İran dünya petrol rezervlerinin % 10’una sahiptir) bağımlı görünmektedir. Devlet, genel olarak ekonominin % 35’ini doğrudan, % 45’ini ise “bonyad” olarak adlandırılan vakıflar aracılığı ile elinde tutmaktadır. 2010 yılı içinde, sübvansiyonların aşamalı olarak kaldırılmasına başlanmış, özelleştirme konusunda önemli adımlar atılmış ve KDV uygulamasına başlanmıştır (T. C. Dış İşleri Bakanlığı, 2013). Küresel mali ve ekonomik krizin etkisinin giderek hissedilmesiyle İran ekonomisinde 2009 yılında sadece 1,8 oranında büyüme yaşanırken ancak 2010 yılında %-0,54 oranında oranında bir darlama gorulmustur(World Development Indicators database, 2013). Genel bir bakışla İran ekonomisinde gayri safi yurt içi üretim; Tarım, Sanayi ve Maden, Hizmetler ve Petrol sektörleri olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır. İran ekonomisi büyük ölçüde petrol gelirlerine dayanır. İran dünyanın dördüncü büyük petrol rezervine sahip ülkesidir. Suudi Arabistan'ın 263, Venezuela'nın 211, Kanada'nın 175 milyar varillik rezervi bulunuyor. İran, bu üç ülkeyi 137 milyar varillik rezerviyle takip etmektedir. İran tek başına dünya petrol piyasasının % 9.3'üne sahip. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) içindeki payı ise % 12’dir. OPEC'te Suudilerden sonra ikinci büyük ham petrol üreticisi olan İran'ın günlük petrol üretimi 3.7 milyon varil olarak küresel petrol üretiminin % 5'ine eşit sayılmaktadır. İran, 2010 yılında günde 72 yaklaşık 2.2 milyon varillik petrol ihraç etmiştir. Petrol ihracatından kazanılan gelir İran hükümetinin gelirlerinin yarısını oluşturmaktadır. İran'ın toplam ihracatının %80'ini de petrol ihracatı oluştururken 2010 yılında 81.1 milyar dolarlık petrol ihraç etmiştir. Bu oran bir önceki yıla göre % 23 artışı ifade etmektedir.Türkiye, Çin, Hindistan ve Güney Kore İran'dan petrol ithalatını artıran ülkeler arasinda yer almaktadirlar. İtalya ve İngiltere'ye yapılan ihracat ise ambargo uygulamaları nedeniyle düşüş göstermektedir (Özcan, 2009,s. 27). Tarım ve hayvancılık da İran ekonomisinde önemli yer tutar. Tarım gelirlerinin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı yaklaşık % 18'dir. Toplam iş gücünün yaklaşık % 25'i tarım sektöründe çalışmaktadır. Tarıma elverişli alanlarının üçte bire yakın bir kısmı suludur. Başlıca tarım ürünleri tahıl, bakliyat, sebze, meyve, pamuk, tütün, hurma, pirinç, mısır, çay, kenevir, haşhaş, narenciye, şeker kamışı, şeker pancarı ve zeytindir (Yolcu, 2013). 22 Eylül 1980 tarihinde başlayan ve sekiz yıl süren İran - Irak Savaşı ile ABD'nin öncülüğünde gerçekleştirilen İran'ı yalnız bırakma çabaları ve ambargolar ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemistir.ayrica petrol ihracatından kaynaklanan döviz gelirlerinde yaşanan düşüş nedeniyle petrolün gayri safi yurt içi üretimindeki payı azalma eğilimindedir. Öte yandan 1994 yılından bugüne dek milli ekonomiye yönelik döviz baskılarının açığa çıkmasıyla sanayi ve maden sektörü, büyümekte olan ülke ekonomisine ivme kazandıran asıl faktör haline gelmiştir. Sanayi ve maden sektörünün bünyesinde yer alan su, elektrik ve gaz alt sektörleri İslâm Devrimi’nin ardından ülke ekonomisinin en canlı kolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Hizmetler sektöründe, ulaştırma ve haberleşme alt sektörleri büyüme oranı yüksek olan üniteler içindedir. Bu özellik son yıllarda hizmetler sektörünün milli ekonomideki yerini daha da sağlamlaştırmasına neden olmuştur. 1988-1994 yılları arasında ulaştırma, ambarcılık ve haberleşme alt sektörlerinin katma değer oranı %97’den daha fazla bir artış göstermiştir. Hizmet sektörü, GSYH içindeki payı açısından, en uzun süreli büyümeyi göstermiş olsa da, sektör dengeli değildir. Üretimin serbestliği ve ambalajlama ve pazarlamanın, yeni ihracat pazarlarının gelişimini desteklemesi ile beraber, devlet yatırımı tarım üretimi büyük ölçüde artırmıştır. Ülke çapında son 73 yıllarda birçok barajın yapılması ile, büyük ölçekli sulama ve ihracat amaçlı üretilen hurma, çiçek ve fıstık gibi tarım ürünleri, sektörler arasında, en hızlı ekonomik büyümeyi sağladı (Özcan, 2009,s. 32). Genel olarak söylemek gerekirse son yıllarda milli üretimde yaşanan olumlu gelişmeler, sektör ve alt sektördeki üretim ve katma değer rakamlarında meydana gelen artışlar, milli ekonomiye olan eğilimlerin arttığını ortaya koymaktadır. Bunun en somut göstergesi ise üretimin özellikle de sanayi üretiminin ülke ekonomisinde büyük bir yer işgal etmiş olmasıdır. İran’ın 2010 yılı GSYH 412 milyar ABD $, kişi başına milli geliri ise (SGP’ye göre) 11.755 ABD Doları düzeyindedir. “Economist Intelligence Unit” (EUI) tarafından yapılan bir değerlendirmede, Nisan 2011 itibariyle % 13,5 seviyesindeki enflasyon oranının 2011 yılsonu itibariyle % 20,5’e yükselmesinin öngörüldüğü bildirilmektedir. Aynı değerlendirmeye göre, 2011 yılsonu itibariyle işsizlik oranının %16,2’e (2010’da % 15,9 idi) yükselmesi, 2010 yılında 3,647 ABD Doları olan İran’daki yabancı yatırımın ise 2011 yılında 4,150 milyar ABD Dolarına erişmiştir(worldbank verileri, 2013). 4.3. İRAN VE TÜRKİYE EKONOMİLERİNİN GENEL BİR KARŞILAŞTIRILMASI Bu bölümde karşılaştırmalı bir yaklaşım izlenerek İran’a ait makroekonomik büyüklükleri, veri seti elverdiği ölçüde Türkiye’ye ait makroekonomik büyüklükler ile karşılaştırilmaya çalışilacaktir. Türkiye ve İran, coğrafi konum, tarih, jeopolitik, nüfus ve kültürel kimlik itibariyle bölgenin en önemli ülkeleridirler. İki ülkenin de iyi komşuluk ilişkilerine ihtiyacı vardır. Büyüklükleri, geniş bir coğrafi alanda işbirliği imkanı ve ihtiyacı sunmaktadır. İran, Türkiye’ye Orta Asya icin karayolu ulaşımı fırsatı sunarken, Türkiye İran için Avrupa’ya açılan bir kapı konumundadır. Jeopolitik konumları, taraflar açısından önemli stratejik değerler oluşturmaktadır. Ayrıca her iki ülke 70 milyona yakın nüfusa ve dinamik bir ekonomik hareketliliğe sahiptir. Bu özelliklerin iki ülke ekonomik ilişkilerine nasıl yansıdığı her zaman merak konusu olmuştur (Keskin, 2012,s.1). 74 İran-Türkiye ilişkilerinde son dönemde en yogun gelişmeler ekonomik boyutta gostermektedir. Ticaret hacminin artmasıyla birlikte yatırım alanları hem genişlemekte ve hem çeşitlenmektedir. İki ülkenin ekonomik açıdan birbirine ihtiyacı vardır. Türkiye, İran’dan doğal gaz almak ve pazarında yer almak isterken İran Türkiye’ye doğal gaz satmak ve Avrupa pazarına Türkiye üzerinden ulaşmak niyetindedir. Yıllık 90 bin araç İran sınırından Orta Asya’ya doğru yol almaktadır. İki ülke ticaret hacmi 20 milyar dolara yaklaşmıştır İran Türkiye’den demir- çelik ve plastik malzeme ithal etmektedir. Ayrıca Türkiye İranlılar için turizm açısından çok cazip bir ülke konumundadir (Yolcu, 2013). Bunlara rağmen İki ülke ticaret hacmi, potansiyelinin altında seyretmektedir. Doğal gaz ve petrol alımı nedeni ile ticari dengeler Türkiye’nin aleyhine açık vermektedir. Bu açık 1996’dan günümüze kadar Türkiye aleyhine işlemektedir. Türkiye bu dengeyi değiştirmek için çabalasa da arzu edilen sonucu alamamıştır. İran’ın korumacı ekonomik siyaseti, ithal ikameci anlayışı, ekonomik mevzuatı çerçevesinde dış yatırım zorlukları ve ekonomik çalışma kültürü süreci sıkıntılı hale getirmektedir. İran’ın ekonomik ve siyasi yapısı liberalleştikçe Türkiye-İran ekonomik ilişkileri ciddi şekilde gelişebilir (Keskin, 2012,s. 1). İran, Dünya Bankası’nın kişi başına gelir düzeyi tabanlı ülke gruplandırmasına göre, Türkiye’nin de yer aldığı ve 3,976$ ile 12,275$ kişi başına gelire sahip ülkeleri içeren yüksek orta gelirli ülkeler grubunda yer almaktadır. İran’ın bugünün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri ile kıyaslandığında oldukça yüksek bir yatırım oranına sahip olmasına karşın, yurtiçi tasarruf fazlasına sahip olduğu görülmektedir. Bu durum İran ekonomisin ulusal tasarrufları ekonomik kalkınmasını gerçekleştirecek yatırımlara dönüştüremediğini yansıtmaktadır (Yolcu, 2013). 4.4. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ GEÇMİŞİ Türkiye’de diger gelişmekte olan ülkeler gibi, kalkınmayı sağlayabilmek için,ayrica Ödemeler Dengesinde açık vermemek için dış yatırıma baş vurulmakta ve bu yatirimlar da genellikle yabancı sermaye girişi ile karşılamaktadir. Yani tasarruf açığının neden olduğu dış açıkları (cari işlemler dengesi açıklarını) kapatmada ülkeye giren yabancı sermaye etken bir faktördür. Makro açıdan baktığımızda bu çerçeve 75 Türkiye’yi dış yatırımlara götürmekle birlikte ülkeye giren her uluslararası sermayenin de doğrudan dış yatırım anlamına gelmediğini belirtmek gerekir (Kepenek, 2010,s. 39). Ekonomik alanda çok büyük etkilere yol açan uluslararası sermaye hareketleri içinde yer alan Doğrudan Dış Yatırımlar özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında önemini arttırmaya başlamıştır. Doğrudan Yabancı Yatırımların Türkiye’deki geçmişi Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki yabancı sermayeli kuruluşların faaliyetlerine dayansa da Cumhuriyet Dönemiyle birlikte bu kuruluşların gerek devletleştirilmesi gerekse kapitülasyonlardan elde edilen ayrıcalıklarının sona ermesiyle karlarının azalması neticesinde 1923-1932 ve 1933-1939 dönemlerinde (devletçilik politikasının da etkisiyle) yabancı yatırımların gelmesi sınırlı olmuştur. 1940’lı yıllar ise II. Dünya Savaşı’nın etkisiyle korumacı politikaların izlendiği yıllar olurken, 1947 yılında ilk düzenlemelerin yapıldığı yabancı sermayeye 1950 yılında kabul edilen yasayla da transfer garantisi verilmiştir (Alper, 2001,s. 133). Dış Yatırımları gerçek anlamda teşvik eden düzenleme ise 1954 yılında kabul edilen ve bugün de geçerli olan 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunudur. Bu çerçevede, 1980 yılına kadar olan dönemde Türkiye’ye gelen doğrudan dış yatırımlar bu kanun başta olmak üzere, 6326 sayılı Petrol Kanunu ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu ile üç kanun çerçevesinde düzenlenmiştir (Karluk, 2003,s.49). 24 Ocak 1980 istikrar tedbirleri ve sonrasında ise gerek mevzuata yönelik düzenlemeler gerekse yabancı sermayeye olan bakış açısının olumlu yönde değişmesi ve dünyadaki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına yönelik artan trendin etkisi ile Türkiye’ye gelen doğrudan dış yatırımlarda büyük artış görülmüştür. Özellikle dışa dönük büyüme stratejisi çerçevesinde yabancı sermaye yasasında yapılan düzenlemeler, bürokratik engellerin azaltılması, gerçekçi kur uygulaması bu artışta etkili olmuştur. Ancak bu dönemde doğrudan dış yatırımlar tamamıyla imalat ve hizmetler sektörü gibi yabancıların karlı gördüğü alanlara yönelmiş, tarım ve madencilik gibi alanlarda ise devletin de gerekli düzenlemeleri bu alanlarda yapamamasından dolayı hemen hemen hiç doğrudan dış yatırım görülmemiştir (Genceli, 1991,s. 85). Doğrudan dış yatırımlar 1980-1989 döneminde 1964-1979 dönemine göre 6 kat artış gösterirken, 1990-2001 arasında da 1980-1989 dönemine göre yine 6 kat artış göstermiştir. 76 Türkiye ekonomisi, dış finansal liberalizasyonunu tamamladığı 1989 yılından itibaren diğer gelişmekte olan ülkeler gibi yüksek miktarlı yabancı sermayeye ev sahipliği yapmıştır. Ancak Türkiye ekonomisinde her kriz sürecine paralel olarak sermaye hareketlerinde yüksek hacimli dalgalanmalar yaşanmaktadır. Türkiye ekonomisinin, yabancı sermaye akımları içerisinde en istikrarlı uçta yer alan, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekme konusunda yeterli başarıyı sağlayamadığı görülmektedir. Öyle ki 2000’li yılların ikinci yarısına kadar Türkiye’ye yönelik doğrudan yabancı yatırımların payı toplam sermaye girişleri içerisinde oldukça düşük seviyelerde kalmıştır. Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelere yönelik doğrudan yabancı sermaye hareketlerinin toplamından aldığı pay 1994-2004 yılları arasında %1'i dahi aşamamış, en yüksek paya ulaştığı 2006 yılında bile oran sadece %6 olmuştur. Türkiye’ye yönelik portföy ve diğer yatırımların gelişmekte olan ülkeler içindeki payının dalgalanma aralığının oldukça geniş olması istikrasız ve ekonomide kırılganlık yaratan niteliğini açıkça ortaya koymaktadır(Karahan, 2013,s. 313). 4.5. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN İRAN EKONOMİSİNDEKİ GEÇMİŞİ 1979 İran İslam devrimi sonrasını izleyen 20 yıl boyunca hemen hemen hiç yabancı sermaye alamayan İran, 2000 yılı Mart ayında yürürlüğe konulan ve 2000-2005 yıllarını kapsayan Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı ile birlikte bu durumu değiştirmeyi ve yabancı yatırımlar için ülkede elverişli bir yatırım iklimi yaratmak suretiyle önemli miktarda yabancı yatırımı ülkeye çekmeyi planlamıştır. Yabancı yatırımlar İran Devletinin garantisi altında bulunmakta, yatırım konularında seçici olunmakta, özellikle ileri teknoloji getiren ve ihracata yönelik projeler olumlu karşılanmaktadır. Hizmetler sektörü yabancı sermaye kanununun dışında tutulmaktadır (Konya Ticaret Odası, 2006 ,s. 2). Hükümetin yabancı yatırımlara ilişkin şüpheci yaklaşımı giderek değişmekte ve ülkenin sermaye ve teknolojik kaynaklara ulaşmasına imkan sağlayan yabancı yatırımlar ekonomik kalkınmanın bir parçası olarak görülmektedir. Çünkü yeraltı kaynakları açısından zengin de olsa İran bunları işleyecek teknolojiye ve donanıma sahip değildir. Dolayısıyla know-how ve yabancı yatırımı son yıllarda teşvik edilmektedir. Yeraltı kaynakları dışında otomotiv sektörünün canlanması için de 77 yabancı yatırımcıya kolaylık sağlanmaktadır. 2002 yılında çıkardığı yabancı yatırımlara yeni kolaylıklar ve teşvikler getirmeyi, sermaye ve kar transferini güvence altına almayı hedefleyen “Yabancı Yatırımın Teşviki ve Koruması Yasası” sayesinde İran’a 4-5 milyar dolar yabancı sermaye girişi sağlanmıştır (rajabzade, 2008,s. 6). İran’da 10’dan fazla serbest bölge bulunmaktadır. İran’da Sebest Ticaret ve Özel Ekonomik Bölgeler doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı Yüksek Konsey Genel Sekreterliği tarafından yönetilmektedir. İran yatırım ajansı da yatırım projelerini düzenli olarak ilan etmektedir. İslami rejim, nükleer çalışmalar, hiçbir yatırımcının İran’a gitmesi önünde engel teşkil etmemektedir. Çünkü İran’ın petrol ve doğal gaz kaynağı tüm yatırımcıları mıknatıs gibi çekmekte ve yabancı firmalar özellikle doğal gaz ve petrol alanlarında yatırım yapmaktadırlar. İran bu alanda yabancı yatırımcılarla değeri 6-10 milyar doları bulan ve buy-back sistemine dayalı 10 proje anlaşmasını imzalamıştır. Bunların içinde en önemlisi Fransız TOTAL firması ile imzalanan 2 milyar dolarlık anlaşmadır. Diğer alanlarda yabancı sermayeli yatırımlar fazla olmamakla birlikte, Almanya, Japonya, Fransa, İtalya ve Güney Koreli firmalar İran’da yatırım yapmaktadırlar (Konya Ticaret Odası, 2006,s. 3). 2004 yılından itibaren Türk şirketleri İran’da yabancı sermaye yatırımı açısında ikinci sırada yer almıştır. İran ise Türkiye’nin gaz ihtiyacını temin eden ikinci ülke konumundadır. Ayrıca Türkiye ve İran bir ortak serbest ticaret bölgesinin kurulması için işbirliği yapmaktalar. 4.6. ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN TÜRKİYE VE İRAN EKONOMİLERİNİN KALKINMALARINDAKİ ETKİLERİ Yüksek işsizlik düzeyi, hızlı nüfus artışı, hammadde ithalatına dayalı üretim anlayışları kimi nedenlerden dolayı GOÜ’ler, ÇUŞ’leri kendi sorunlarının çözümüne en iyi yollardan biri olarak düşünmüşlerdir. GOU’lerin istekleri dışında, ÇUŞ’lerin bu ülkelerde yatırım yapmaları için konuk ülkenin işçilerindeki teknik kapasiteleri, üretkenlikleri ve teknolojik kapasiteye sahip şirketlerle alt sözleşmeler yapabilmeleri, uygun altyapı, yurtiçi pazarın büyüklüğü, rahat çalışabilmelerini sağlayacak uygun hukuki düzenlemeler ve devlet güvencesi ile ülkede siyasi istikrarın temin edilmiş 78 olması kimi göstergeleri gözden geçirmekteler. Başka bir deyişle yatırımları için yüksek kar ve düşük risk vadeden ülkeleri seçerek faaliyet göstermekteler. ÇUŞ’ler, GOÜ olarak tanımlanan Iran ve Türkiye’de yatırım yapmak için bu faktörleri gözden geçirmekteler. Özellikle siyasi istikrara sahip olma konusunda yüksek kriterlere sahip olmaları gerekmektedir(kepenek,2010,s.34). Makro ekonomik göstergeler açısından İran ve Türkiye’yi göz önüne alarak değerlendirmek istediğimizde ÇUŞ’lerin yatırımları ve kalkınma göstergeleri arasında genellikle bir olumlu ilişkiden bahsetmek mümkündür. Yalnız bu olumlu durumda, siyasal istikrarın çok önemli röle sahip olduğu söylene bilmektedir. Siyasal istikrarın zaafa uğraması yabancı yatırımların riskini artırmasından dolayı bu ülkelere yapılan yabancı yatırımların düşmesi sonucunu vermektedir. İran ile Türkiye’ye çok uluslu şirketlerin doğrudan yabancı yatırım (DYY) olarak 2000 ile 2011 yılları arasındaki giriş miktarları ile ortalama büyüme oranları ve işsizlik oranları üzerindeki etkileri ile ilgili yapılan analizde; Kaynak World Development Indicators database (www.worldbank.org) Şekil 4.1. İran’da Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı, Büyüme ve İşsizlik İlişkisi (2000–2011) 79 İran: Şekil 4.1’de görüldüğü üzere İran’a 2000 ile 2011 yılları arasındaki DYY yatırımları azda olsa daima artan bir büyüme seyri izlemiştir. 2000 yılında sadece 39 milyon dolar olan dolaysız yabancı yatırımlar 2011 yılına kadar çok az düşüş ve kalkışlara tabi olan bir seyirle 4 milyar 150 milyon $ ulaşmıştır. Aynı yıllarda işsizlik verilerine baktığımızda 2000 yılındaki % 11,6 olan işsizlik oranı DYY artışlarına olumlu tepki göstermeyerek aynı seyirle artmak eğiliminde olmuştur. Büyüme oranı ise 2000 yılında % 5,14 iken 2011 yılında eksilere inerek % -2,3’lere inmiştir. 2000 ile 2011 yılları arasında büyüme ve işsizlik oranları arasındaki ters yönlü ilişki ekonominin gittikçe kötüleşmesine işaret ederek bu oranların açıkça birbiri ile örtüştüğünü ortaya koymaktadır. Büyüme oranlarının eksilere düşmesi seyri gittikce artan işsizlik oranlarıyla örtüşse de DYY’nin artış seyri ile uyum göstermemektedir. Bu olgunun açıklanmasına Batı devletleri tarafından İran ekonomisine uygulanan çeşitli ambargolar neden gösterilebilir. Kaynak World Development Indicators database (www.worldbank.org) Şekil 4.2. Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı, Büyüme ve İşsizlik İlişkisi (2000–2011) 80 Türkiye: Şekil 4.2’de görüldüğü üzere Türkiye’de 2000 ile 2001 yıllarında DYY miktarında artışa rağmen büyüme oranında yavaşlama yaşanmıştır ve bununla paralel olarak işsizlik oranlarında artış görülmektedir. 2001 yılından 2004’e kadar DYY’de ortaya çıkan küçük dalgalanmalara bakmayarak ve 2001 yılına göre ortaya çıkan düşüşe rağmen işsizlik oranları paralellik gösterse de büyüme oranlarında büyük bir sıçrama ortaya çıkmaktadır. 2001 yılında % -5,69 olan büyüme oranı 2004’de % 9,36 oranında artış göstermiştir. 2005 ve 2006 yıllarına gelindiğinden DYY oranında bir patlama ortaya çıkarak 2004 yılındaki 2 milyar 785 milyon dolarlık değerinde olan DYY 2006 yılında 20 milyar 185 milyon dolara ulaşmıştır. Aynı yıllarda Türkiye ekonomisi büyüme oranında yavaşlama kaydederek 2004 yılındaki %9,36 oranından 2005’te % 8,40’a ve 2006 yılında ise % 6,89 oranına ulaşarak daha küçük bir büyüme oranı elde etmiştir. 2007 yılında ise DYY oranındaki artışı büyüme oranındaki düşüş ve işsizlik oranındaki artışı takip ederek genel ekonomi seviyesinde bir kötüleşme görülmektedir. 2008 yılında DYY oranında ortaya çıkan düşüşü işsizlik oranında artış ve büyüme oranındaki düşüş takip etmesine rağmen, işsizlik oranında DYY düşüş oranına görece daha çok artış ve büyüme oranında da daha çok düşüş oranı kaydedilmiştir. Başka bir deyişle 2007 yılında zirve yapan DYY takip eden yıllarda düşüş trendine girmiştir. Özellikle 2009 Küresel Ekonomik krizin etkisiye 2009 yılında düşüşün en alt noktası görülmüştür. Kriz sonrası takip eden iki yılda belirli oranlarda toplarlanma görülmüştür. DYY paralel olarak hem işsizlikte hem de büyümede benzer süreçler yaşanmıştır. Takip eden yıllarda bu 3 veride küçük seviyeli dalgalanmalar yaşanmıştır. Bu dalgalanmalar kriz sonrası dönemde toparlanma dönemleri eksene uygun olarak görülmektedir. Kriz sonrası toparlanma dönemi yılları incelendiğinde; 2010 ve 2011 yıllardında oransal olarak en hızlı toparlanan büyüme rakamları olmuştur. DYY incelendiğinde 2010 kismi bir iyileşme görülsede yeterli düzeyde değildir fakat tkaip eden yılda görece bir iyileşme yaşanmıştır. Bu dönem de işsizlikde genel trende uygun olarak azalış göstermektedir. Buna göre türkiyede DDY lerin büyüme oranları üzerinde genelde olumlu bir etkide bulunmadığı ifade edilebilir. 81 SONUÇ Gelişmekte olan ülkeler kalkınma yolunda çeşitli sorunlarla karşı karşıyadırlar. Bu sorunların en önemlilerinden birisi sermaye yetersizliğidir. Teknolojik yetersizlik, deneyimli ve uzman iş gücü yetersizliği, uluslar arası rekabette üretim ve pazarlama yetersizliği vs. sorunlarda bu ülkeleri kalkınma yolunda yetersiz kılan diğer etkenler olarak sayılabilir. Kalkınmak için çaba göstererek çeşitli gelişme yollarını ve stratejilerini takip eden gelişmekte olan ülkeler, bu sorunları ortadan kaldırmaya yönelik başvurdukları en önemli yollardan biri çok uluslu şirketlerin kendi ülkelerindeki faaliyetlerine zemin hazırlamaları olmuştur. Küreselleşmenin meydana getirdiği sonuçlar nedeniyle ülkeler birbirine daha bağımlı hale gelmiş ve her hangi bir ülkedeki gelişmeler diğer ülkeleri ve bazen tümünü etkilemektedir. Bu etkilenmenin olumsuz yönleri ile birlikte olumlu boyutları da bulunmaktadır. Uluslararası sermayenin ticari hareketleri ve gelişmiş ülkelerden diğer az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere transfer ola bilmesi bu olayın olumlu yönlerinden birini oluşturmaktadır. Sermaye transferinin en önemli yollarından biri çok uluslu şirketler vasıtasıyla yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır. Genellikle gelişmekte olan ülkelerin 1990’lardan sonra tercihleri, doğrudan sermaye yatırımlarının ülkenin kalkınması amacıyla cezp edilmesi yönünde olmuştur. En az iki farklı ülkeden örgütleri bir araya getiren, Çok uluslu şirketler ve onlara konukluk eden GOÜ’ler bu karşılaşmadan veya ortaklıktan elde edecekleri yararlar yanında birlikte çalışmanın dezavantajlarını da yaşamaktalar. Gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda demokrasiye müdahale, siyasi istikrarsızlık, kamu açığı, askeri müdahaleler gibi siyasi ve iktisadi ortak yönlerin olduğuyla birlikte Çok uluslu şirketlerin bu ülkelerin siyasi, iktisadi ve kültürel hayatlarına bıraktıkları olumlu ve olumsuz etkiler de bu ülke yöneticiler ve düşünürlerini ciddi biçimde endişelendiren diğer ortak yönlerden sayılabilir. GOÜ ekonomileri kolay ve hızlı bir şekilde hareket edebilen sermeye ve işgücü hareketlerine karşı savunmasız bir hal almıştır. Spekülatif baskılar artmış, bir ülke veya piyasada meydana gelen bir kriz diğer ülke veya piyasaları etkiler hale gelmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde farklı kalkınma stratejileri uygulanmasına rağmen DYY’lere önem vermek konusunda ve bu aracı tasarruf ve yatırım yetersizliği 82 sorunlarının ortadan kaldırılmasına uygun bir araç olarak kabullenip kullanılması konusunda ortak yol izledikleri görülmektedir. Bu aracı kullanmak içinde ÇUŞ’lerin kendi ülkelerinde çalışmalarına müsait zemin hazırlamaya ve işbirliği yapmaları yoluna gitmektede ortak yol izledikleri görülmektedir. GOÜ’lerin ÇUş’lerle yaptıkları işbirliğinden elde ettikleri avantaj ve faydaları veya diğer bir deyişle bıraktıkları olumlu etkileri, yatırımların artması, yeni teknolojilerin GOÜ’lere transferi, çeşitli üretim teknolojileri, istihdam alanının genişlemesi ve bunun sonucunda ve paralel olarak büyüme oranındaki artış ve ihracat üzerinde bıraktığı olumlu etkiler olarak bu ülkelerin kesin tercihlerini oluşturmakta en önemli etkenler arasındalar. Bunun karşılığında ÇUŞ’ler daha iyi ve yeni kaynaklara ulaşmış, yeni piyasalar elde etmişlerdir. ÇUŞ’lerin bıraktığı olumsuz etkilerden, transfer fiyatlandırması, ekonomi içerisindeki hâkim sektörler üzerindeki bağımlılık etkisi ve gelir dağılımı bozukluğu gibi etkilerden söz edile bilir. GOÜ’lerin kalkınmaları yolundaki çeşitli stratejilerin başarılı olup olmadığını etkileyen yapısal özelliklerinde benzeşmelerine rağmen farklı siyasi, iktisadi ve kültürel yapıya sahip olmaları, istikrarsızlıklar, enflasyon oranları, iç ve dış borçlar oranında ki farklılıklar vs. etkenler bu ülkelerin kalkınmadaki başarılarını derinden etkilemektedir. Bu etkenler GOÜ’lerin ÇUŞ’lerle olan ilişkilerini ve bunlara olan bakış açılarını da etkilemektedir. GOÜ’lerdeki yapısal ve kurumsal farklıklar hem DYY’lerin hem de diğer faktörlerin düzey ve nitelik itibarı ile kalkınmadaki rolünün başarısını derinden etkilemektedir. Bu çalışmanın teorik bölümünde, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sorunlarının benzeştiği ve çok uluslu şirketlerin bu ülkelerin kalkınmaları üzerinde olumlu etkiler bıraktıkları tesbit edilmiştir. Diğer bir deyişle olumsuz etkilerin tespit edilmesine rağmen olumlu etkiler daha ağırlıklı görülmektedir ve bu olay GOÜ’lerin ÇUŞ’lerle olan ilişkilerinin devamlılığını sağlamaktadır. Bu durum Türkiye ve İran ülkeleri hakkında da geçerli sayılır ancak Türkiye ve İran ekonomilerine ait yıllık DYY oranlarındaki artışlar ve düşüşlerle aynı yıllardaki işsizlik ve büyüme oranlarının değişmelerini karşılaştırdığımızda söz konusu olumlu etkiler açıkca görülmemektedir. Bunun nedeni olarak da teorik bölümlerde kapsamlı biçimde ele alınan GOÜ’lerdeki yapısal sorunları gösterebiliriz. 83 Diğer gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye, küreselleşme olgusu ile birlikte son yıllarda yaşadıkları ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerle birlikte Çok Uluslu Şirketlerden kalkınma beklentileri, sağlam ve kararlı kontrol mekanizmaları kurulmadığı müddetçe arzu edilen amaca ulaşmaları zor görünmektedir. Ama bu şartlar sağlanmadığı sürece yukarıdaki analizde de görüldüğü üzere Çok uluslu şirketlerin yatırımları, bu ülkelerin kalkınmaları üzerinde kendi olumlu etkilerini tam olarak açıkça gösteremeyeceklerdir. 84 KAYNAKÇA Akhavi, Daryoosh (1989). Tahavvol va Takamole Sakhtare Eqtesade Beynolmellal. Tahran: Sepid Yayınları. Dunning, Rajneesh, Narula, John H D (2002). “Industrial Development, Globalization and Multinational Enterprises: New Realities for Developing Countries”. Oxford Development Studies, 28(2), 142–167. Erdoğan Bülent (2006). Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizler ve Finansal Kriz Modelleri. (Yüksek Lisans Tezi). Kahramanmaraş: Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü. Erno, Pascal (1986). Üçüncü Dünyanın Borcu. Tahran: Emirkebir Farjadi, Gholamali (1989). Daramadi bar Nazariyehaye Roshd va Toseeye Eqtesadi. Tahran: AlborzYayınları. Gediz, Burcu ve Ercan, Uşun (Ocak-Şubat 2005). “Sürdürülebilir Büyüme-Yapısal İstikrarsızlık ve Üretememe Modeli Türkiye”. Active Dergisi, 1-27. Genceli, Mehmet (1991). “Yabancı Sermaye Yatırımlarının Duyarlılık Analizi”. İstanbul: İTO Yayın No: 20,. Gönensoy, Emre (Kasım 1982). “Türkiye Ekonomisi ve Yabancı Sermaye”. (Açık Oturum). Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Yıl 19, Sayı 11, 15-33. Görgün, Tuğrul (2004). Doğrudan Yabancı Yatırımların Tarihsel Gelişimi Çerçevesinde Yatırımların Geliştirilmesinin Etkin Kurumsal Yapılanmaları. (Uzmanlık Tezi). Ildır, Mehmet Burak (2001). Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının İktisadi Etkileri Türk Otomotiv Sektörü Örneği, (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: Marmara Üniversitesi. Işık, Hüseyin (2005). Çok Uluslu Şirketlerde Örtülü Kazanç ve Örtülü Sermaye (Uluslar Arası Düzenlemeler ve Uygulamalar İle Türk Vergi Sisteminin Karşılaştırılması ve Öneriler. Yayın No2005-370. Ankara: T.C. Maliye Bakanlığı, Araştırma, Planlama Ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı. Kabaş, Tolga (2004). Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizleri Belirleyen Faktörler ve Uluslararası Finans Sistemi, (Yüksek Lisans Tezi). Adana: Çukurova Üniversitesi. Karadağ, Ahmet (2006). “Sürdürülebilir Demokrasi”. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 7(1), 75-101. 85 Karahan, Özcan (2013). “Türkiye’ye Yönelik Yabancı Sermayelerin Hacmi ve Kompozisyonundaki Gelişmeler”, Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 21(1), 299-316. Karluk, Rıdvan (2003). Türkiye'de Yabancı Sermaye Yatırımları. İstanbul İ.T.O., Ekonomik Yayınlar Dizisi, No. 13. Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan (2010). Türkiye Ekonomisi. Remzi Kitabevi, İstanbul. Mojtahedi, İraj (2003). “Shrkathaye Chand Melliyati dar Sahneye Eqtesade Jahani”. Ettelaate Siyasi Dergisi, 1(24), 70-93. Nahavandi, Hooshang (1989). Masaele Toseeye Eqtesadi, Tahran: Simarub Yayınları. Özcan, Faysal (2009). Dünya’da ve Türkiye’de Serbest Bölge Uygulaması. Maliye Bakanlığı APKKB, Yayın No: 2009, 293. Qarebaghiyan, Morteza (1994). Tejarat va Tosee. Tahran: Daneshgahe Tarbiyat Modarres, Tahqiqate Eqtesadi Yayınları. Rahnoma, İraj (2009). Afsaneye Tazad va Afsaneye Chand Qotbiye Este’mare Sarmayedari. Tahran: Damane Basımevi. Rajabzade, Ahmad (2008). Jamee Shenasiye Tosee Barrasiye Tatbiqi Tarikhiye İran va Japon. Tahran: Salman Yayıncılık. Rodrik, Dani ve Velasco, Andres (1999). “Short Term Capital Flows”. Paper Prepared for the 1999 ABCDE Conference at the World Bank Samir, Amin, (1991). Eşitsiz Gelişme. (Çev.: A. Kotil), İstanbul: Arba Yayınları. Serin, Necdet (1981). Kalkınma ve Dış Ticaret; Azgelişmiş Ülkeler ve Türkiye Yönünden. (3. Baskı). Ankara: Ankara Üniversitesi S.B.F. Yayınları, No 463. Shahrabi, Shahrokh (2007). Negahi Jame’ va Moruri bar Tarikhe Nazariyate Toseeye Eqtesadi. Tahran: Alam Yayıncılık. Siverekli, Demircan, Esra (2003). “Vergilendirmenin Ekonomik Büyüme Ve Kalkınmaya Etkisi”. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 21, Temmuz-Aralık, 97-116. Uras, Güngör (1979). Türkiye'de Yabancı Sermaye Yatırımları. İstanbul: İktisadi Yayınlar. 86 Yavilioğlu, Cengiz (2002b). “Geri Kalmışlık Olgusu ve Ekonomistik Kalkınma Teorileri (Eleştirel Bir Yaklaşım)”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 3(2), 49-70. RAPORLAR DPT (2000b). Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları. 8.BYKP, Yayın No: DPT: 5214-ÖİK: 532, http://ekutup.dpt.gov.tr, Ankara, 20.02.2007. Konya Ticaret Odası (2006). “İran Ülke Raporu”, Erişim Tarihi. 10.03.2013.http://www.kto.org.tr/d/file/iran-ulke-raporu.doc REPORT (1998). of The Working Group on Transparency and Accountability www.ustreas.gov/press/releases/reports/report31063.pdf, 10.01.2007 UN Center on transnational corporation, TNC in world Development (new York: UK 2010) UNCTAD (2003). “Dünya Yatırım Raporu 2005”, Trends and Determinants, Geneva and New York. UNCTAD (2009). “Dünya Yatırım Raporu 2005”, Trends and Determinants, Geneva and New York. UNCTAD (2010). “Dünya Yatırım Raporu 2005”, Trends and Determinants, Geneva and New York. İNTERNET KAYNAKLARI Acemoğlu, Daron - Johnson, Simon - Robinson, James ve Thaicharoen, Yunyong (2002). "Institutional Causes, Macroeconomic Symptoms: Volatility, Crises and Growth", Erişim Tarihi: 10.01.2007, www.mit.edu/faculty/acemoğlu. Aftermath of Capital Account Liberalization (ty). Boğaziçi Üniversitesi, Erişim Tarihi: 10.01.2013, www. boun.edu.tr/papers/pdf/wp-01-14.pdf. Akdiş, Muhammet (2001). "Küreselleşmenin Finansal Piyasalar Üzerindeki Etkileri ve Türkiye Finansal Krizler-Beklentiler", Denizli: Pamukkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, http://makdis.pamukkale.edu.tr/ Erişim Tarihi: 15.02.2013. 87 Aktan, Coşkun Can ve Vural, İstiklal Yaşar (2002). “Çok Uluslu Şirketlerin Hegemonyası”, Erişim Tarihi: 15.03.2013, http://www.canaktan.org, 15.03.2013. Alper, C. Emre ve Öniş Ziya (2001). Financial Globalization, the Democratic Deficit and Recurrent Crises in Emerging Markets: the Turkish Experience in the. Erdoğan, İrfan (2013). “Neo-Marksizm: Bağımlılık ve Az Gelişmişlik”, http://www.irfanerdogan.com/modernlsm/18frank.htm Göbenez, Yılmaz (2006). “Gelişmekte Olan Ülkelerde Teknoloji”, 25 Aralık, Gen bilim Türkiye Bilim Sitesi, Erişim Tarihi: 20.02.2013, http://www.genbilim.com. Güngör, Kamil, (2005). “İktisadın Tarihine Kısa Bir Bakış Ve Merkantilizmden Günümüze İktisadi Düşünceler”, Erişim Tarihi: 15.05.2013, www.ceterisparibus.net. Keskin, Arif (2012). “İran-Türkiye İlişkilerinin Ekonomik Boyutu”, http://www.1news.com.tr/yazarlar/20110718011143695.html Şan, Müjgan (2005). “Kalkınma Planlamasında Bilgi Yönetimi ve Devlet Planlam Teşkilatı İçin Kurumsal Bilgi Politikası Modeli”. Ankara: Yönetim Bilgi Merkezi Daire Başkanlığı, Erişim Tarihi: 05.02.2013, http://ekutup.dpt.gov.tr. T.C. Dış İşleri Bakanlığı (2013). http://www.mfa.gov.tr/turk-ekonomisindeki-songelismeler.tr.mfa TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu). (ty). http://tuikapp.tuik.gov.tr/disticaretapp/ disticaret.zul?param1=0¶m2=0&sitcrev=0&isicrev=0&sayac=5801 Uçmazbaş, Erol ve Cin Ertuğrul (2004). “Yabancı Sermaye Sayesinde İngiltere'deki İstihdam Artıyor”, İstanbul, Erişim Tarihi: 31.10.2013, http://www.hud.org.tr. WORLD BANK (2013). World Development Indicators, Erişim Tarihi: 20/11/2013, http://ddpext.worldbank.org/ext/DDPQQ/report.do?method=showReport. Yolcu, Ekrem (2013). “İran”, http://www.enfal.de/iran.htm Yükseler, Zafer (2005). “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve İş/Yatırımı İlişkisi" T.C. M.B. Yayını, Aralık, Erişim Tarihi: 25.3.2013.http://www.tcmb.gov.tr. 88 ÖZGEÇMİŞ Kişisel Bilgiler Adı Soyadı Sonya SOLEYMANİ Doğum Yeri ve Tarihi İran, Maku, 1986 Eğitim Durumu Lisans Öğrenimi Maku, İslami Azad Universitesi, İran Y. Lisans Öğrenimi Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Bildiği Yabancı Diller Türkçe, Farsça, İngilizce İletişim E-Posta Adresi [email protected]
© Copyright 2024 Paperzz