Fraksiyon-Gezi_Kitabi

Gezi Yazıları
Fraksiyon’da Direnmenin 365 Günü
http://fraksiyon.org | 2014
2 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
İçindekiler
Önsöz .............................................................................................................................. 5
İlk günler ve 31 Mayıs Devrimi......................................................................... 7
Taksim Gezi Parkı Direnişi ve Odak Sorunu Serdar Uğurlu ................... 8
Günü Biz Kazandık Hayatın Direnişi Sürüyor Evren Barış Yavuz .... 11
Amed ve Gazi, Devrim Gezi’sine! Barış Yıldırım ........................................ 13
Ayaklanma Günleri .............................................................................................. 15
Leyla Halid’den Direnişçilere Mesaj Var: “Alanı terketmeyin!” ........ 16
“Fikri Hür, Vicdanı Hür” Orta Sınıfla “Demokratik Cumhuriyet”e
Barış M. Yıldırım .......................................................................................................... 17
Bir Çukur Vardı, O Ne Oldu? İsmail Güney Yılmaz .................................... 22
İstanbul’da Sivil İtaatsizlik: Merkez Beyoğlu’ndan Beşiktaş’a
Kayarken Ömer F. Kurhan ..................................................................................... 27
Gayri Memnunların İsyanı Erhan Demirtaş ................................................. 31
Panikçinin Ağzına Terlikle Vurun! Barış Yıldırım ..................................... 33
Çapulcunun Diyalektiği Onurhan Demirkol ................................................. 36
‘Bekle sönsün yavaş yavaş’a karşı: Genel Grev Genel Direniş ........... 40
Direnişin Talepleri ve Alabileceği Yeni Biçimler Ömer F. Kurhan ... 43
İzmir’den Görünen Direniş Serdar Uğurlu ................................................... 47
Gezi Parkı’nın Çağırdığı Devrim Hayaleti Üzerine Ramazan Kaya .. 50
Yüzde Ellinin Değil Bir Avuç Sömürücünün Partisi Eren Buğlalılar55
Bu isyanın en büyük gücü ve en büyük güçsüzlüğü: Örgütsüzlük
Barış Yıldırım ................................................................................................................ 58
Negri Türkiye’de Yaşasaydı, Beşiktaşlı Olurdu Halil İbrahim Gürel 61
Şafak Kaç?! İsmail Güney Yılmaz ........................................................................ 65
Türkiye’yi Sarsan On Gün Barış M. Yıldırım ................................................. 69
Referandum Önerisi ve Hükümetin Gezi Stratejisi Alişan Akpınar . 72
Gezi Parkı’nda Gezmek! Özgür Apak ............................................................... 76
Parktan Ülkeye Uzanan İsyan......................................................................... 79
Erdoğan’ın Plebisit Önerisi Kabul Edilebilir mi? ...................................... 80
Ankara’nın En Uzun Haziranı Evren Barış Yavuz ...................................... 88
Direnişin Sonu Başlangıç mı? / İzmir Gülistan Öz .................................... 92
Kavga Daha Yeni Başlıyor! Serdar Uğurlu .................................................... 95
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 3
Direnişin İçinde Bulunduğu Aşama, Kazanımlar ve Erdoğan’ın
Kutuplaştırma Siyaseti Taylan Doğan ............................................................ 99
Türk Halkı/Türkiye Halkları; Sizi en çok anlayan Kürt
kardeşlerinizdir! Boran Doğan ........................................................................ 105
Gezi Direnişi ve “Kim Ne Dedi?” Hazırlayan: İsmail Güney Yılmaz107
Gezi Direniş; Nereye? Ceyhan Çılgın ............................................................. 132
Taksim bizimdir dedik; peki ya Lice? Özgür Apak ................................ 138
Henüz Yazılmış Tarihi Okumak .................................................................. 140
Gezi Direnişi ve Direnişin Yarattığı Krizin Örgütlenebilmesi İnan
Gündoğdu..................................................................................................................... 141
Ne Yapmalı? O Tepedeki Makam Koltuğunu Bertaraf Etmeli!
Michael Albert - Çeviren: Ali K. Saysel............................................................ 147
Yeryüzü Ayetleri II: “belirsiz bir düşünce gibi…” Canan Yarar ...... 156
Mızrak İsmail Güney Yılmaz............................................................................... 160
Ekonomi İyi Durumda ama Halk Değil: Türkiye’deki Gösterilerin
Ekonomik Arka Planına İlişkin Notlar Eren Buğlalılar ....................... 163
Gezi İşsizleri’nin yanındayız: Ne gazlarınız ne işçi kıyımlarınız sizi
kurtaramayacak....................................................................................................... 167
Gezi’nin bedel ödeyenleri için dayanışma bayrağı daha daha yukarı
Barış Yıldırım ............................................................................................................. 170
Çünkü öfkemiz büyür gururlanırız… (Dizelerle) Diyar Saraçoğlu 172
Adlarınız Onurumuzdur: Ethem, Abdullah, Mehmet, Ali ve Diğerleri
Süreyya Karacabey ................................................................................................. 174
Hayat ve Barikat Yoklaması Evren Barış Yavuz ...................................... 176
Sanma ki Hikayesi Şu Titreyen Dalların Düşen Yaprakla Biter!
İsmail Güney Yılmaz ............................................................................................... 180
Türkiye Solu, Gezi Direnişi sınavından çaktı mı? Özgür Apak ........ 190
Direnişin Ontolojisi Erdem Bulduruç............................................................ 194
Madem ki Ölüyoruz Öyleyse Varız Süreyya Karacabey ...................... 203
Direniş ve Özgürlerin Ekonomisi Olcay Çelik........................................... 206
Her yer Taksim, Adeviyye dahil! Barış Yıldırım ...................................... 218
Eylül Sendromu, Güz Günleri ....................................................................... 221
Eylül sendromu ve Gezi’nin ilk mahkemesi: 10 Eylül İzmir Barış
Yıldırım ......................................................................................................................... 222
AKP’nin Polisi El Nusralaşmıştır! Tuncay Yılmaz .................................. 226
4 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
İsyanın Aritmetiğindeki “Eşittir” (=) Devrimcidir İsmail Güney
Yılmaz ............................................................................................................................ 228
Hangi Toprak Alsın Sizi? Barış Yıldırım....................................................... 236
Bütün Mümkünlerin Kıyısında; Çatalhöyük’ten Anarres’e, Oradan
Taksim’e Caner Bingöl .......................................................................................... 239
Uyur İdik Uyardılar Sevinç Koçak ................................................................... 244
Kahrolsun Bağzı ‘Marksist’ler! Doğukan Sakar ...................................... 247
Cemevini Camiye Kapı Yapmak Süleyman Altunoğlu .......................... 253
Drogba ‘Ulan!’ Hasan Tübek .............................................................................. 260
“İyiler zaferle çıkmalı bu harpten” |Gezi Tutsağı Kubilay İyit’ten
mektup.......................................................................................................................... 264
Gezi’nin Kültürü, Gezi’nin Sanatı ............................................................... 266
Müzik, Gezi’nin Peşini Bırakmayacak! Diyar Saraçoğlu ..................... 267
Metre Hesabı Hayat, Ton Hesabı Şiddet Oya Yağcı ............................... 273
ForumFest’te Sanatçılar Üzerine Düşeni Yaptı Serdar Türkmen .. 278
Direnişin Ekolojisi; Bağa Gel Bostana Gel Caner Bingöl ..................... 284
Bir Uzun Boylu Haziransa Kent İsmet Ulaş Denkli ................................ 288
Berkin… Berkin… ............................................................................................... 295
Emri Berkin Elvan’dan Aldık! Evren Barış Yavuz ................................... 296
Sıcak Ekmek Kokusundaki Devlet Gölgesi Sevinç Koçak ................... 299
Ethem’i Taşı, Berkin’i Sapanıyla; “Sevdik, İnandık, Anladık” İnan
Gündoğdu..................................................................................................................... 301
Okmeydanı Emri Berkin’den Alır Barış Yıldırım .................................... 305
Yeni Gezi’lere Doğru... ...................................................................................... 309
Haydi Provoke Olalım! Diyar Saraçoğlu ..................................................... 310
Hoşgeldin 31 Mayıs! Ekin Duyurmaz............................................................ 311
Gezi’nin İşi Çıktı, Sonra Gelecek Barış Yıldırım ....................................... 313
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 5
ÖNSÖZ
Fraksiyon.org Yazarlar Kolektifi, Gezi-LiceGülsuyu süreçlerinde direnişin ve isyanın hem içinde
hem “kıyısında”ydı.
Direnmekle iletişmenin bu denli iç içe geçtiği bir
süreçte, kendi yarattığın tarihin aynı anda içinde olup
ona elini sunmakla, kıyısında olup ona gözünü, kulağını sunmak öncelik sonralık sırasına sokulamayacak
denli eşzamanlı ihtiyaçlar. İsyan eden özne hem isyanı hem isyanın kuramını, tarihini ve “şiirini” birlikte
yarattı.
Bu derleme büyük ölçüde direnişin ve yazıların
kronolojik sırasını takip ediyor.
İlk Günler ve 31 Mayıs Devrimi bölümü, direnişin
soluksuz günlerinde “iki gaz arası” yazılan yazılarla
başlıyor.
Ayaklanma Günleri, ülkelerimizin her köşesine yayılan ayaklanmaya sunulan taktik önerileri ve ilk çözümleme girişimlerini barındırıyor.
Parktan Ülkeye Uzanan İsyan başlığı altında Gezi’nin boşaltılmasının ardından direniş farklı biçimlere bürünürken, yazarlarımızın notları var.
Henüz Yazılmış Tarihi Okumak bölümü, adı üstünde, klasik görüşe göre henüz tarih olmamış bir dö-
6 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
nemi, bir iki ay öncesini okuma girişimleri. Direnişin
ve iletişimin bu iç içe geçişi analizleri, tarihleri öyle
40-50 yıl sonrasına bırakmaya izin vermiyor. Bazen
40-50 saat bile çok uzun bir süre.
Eylül Sendromu, Güz Günleri, direnişin güz günlerinde Antakya’ya ve yoksul mahallelere kayan odağını izliyor.
Bunun ardından bir Gezi’nin Kültürü, Gezi’nin Sanatı parantezi açarak direnişin ekolojisi ve sanatına
bakıyoruz. Bu bölüm dizelerle örülmüş bir Gezi gözlemiyle bitiyor.
Berkin Elvan için yazdıklarımız, bir başka kitabı
dolduracak boyutta. Berkin yazılarımızdan bazı seçmeleri Berkin... Berkin... başlığı altında topladık.
Son bölümümüz Yeni Gezi’lere Doğru... başlığını
taşıyor. Çünkü biliyoruz ki yaşadığımız her şey “daha
başlangıç”, mücadelenin kadranı devrimin saatbaşına
doğru ilerliyor...
Fraksiyon
31 Mayıs 2014
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 7
İLK GÜNLER VE 31 MAYIS DEVRİMİ
Direnişin ilk günleri... İsyan köprüyü geçmeye hazırlanıyor...
Fraksiyon yazarlar kolektifinin bir yerinde duran
herkes direnişin de bir yerlerinde duruyor.
İlk soluklanışta bir şeyler yazmaya çalışıyoruz...
8 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
TAKSİM GEZİ PARKI DİRENİŞİ VE ODAK
SORUNU
SERDAR UĞURLU
30 Mayıs 2013
İktidara direnişin her türlüsü önemlidir. Ama duyarlılık
imajı ile direniş farklı şeylerdir. Ağaçlar önemlidir, doğa önemlidir. Parklar yıkılırsa yenileri yapılır. Ama insanlar ölünce sadece ağıt mı yakılır?
Duyarlılık ve direniş halimiz sadece ‚severlik‛ boyutunda
varoluyor. İnsanlığı benliğinde hissetmeyen bir ‚doğa sever‛
imajında. Özünde insan hayatını küçümseyen, dudak büken,
değersiz gören bir ‚kamu vicdanı‛.
İktidarın gündemi değiştirme hızı bu şekilde tutundukça
Reyhanlı’nın külleri göğe savrulacak, ellerini iki yana açan ana
sadece teessüf imajına dönüşecek.
Milliyetçisinden, sosyalistine ülkenin doğusu ile batısı bırakın bölünmeyi, batıdan denli hiç birleşmemiş bile. Roboski’yi
ve Kürdistan sınırını geçtim, en güneyindeki doğusu Reyhanlı
bile anlayamadığı bir yerde.
Ekran ve monitör başından bütün dünya, aşağı mahalle dahil aynı ‚uzak‛ mesafede< Olan bitenlerin ne kadar gerçek olduğuna dair can sıkıntısı oluşmuyor. Canı yanmayanlara
‚olan-biten‛ anlatılamıyor<
Topyekün bir odak bozulması ile karşı karşıyayız. Esas sorunla ve muhatapları ile ne zaman karşı karşıya gelsek devlet
bir hokkabazlık numarasıyla yine ortadan kaybolabiliyor<
Denilebilir ki, yaşam çok yönlüdür ve dünya sadece tek bir
sorundan ibaret değildir. Doğru. Ama odaklanamadığınız hiçbir sorunu da çözemezsiniz. Tabi gerçekten çözmek istiyorsanız. Değilse, devletin en iyi olduğu alan bu odak bozuculuğudur.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 9
Evren Barış Yavuz’un yazısı devlet refleksinin sinsi utanmazlığının altını çiziyordu; Roboski de kürtaj, Reyhanlı’da alkol ve açık beden düşmanlığı politikası. Yazıya belki şu eki
yapmak lazım; Katliam gibi dolayımsız devlet şiddetinin açığa
çıktığı diktatöryal eylemlere, yani hayat ‚biçimine‛ değil hayatın kendisine yönelen devlet varlığı karşısında en ‚risksiz‛ olana meyleden yalandan mücadelecilikle de hesaplaşmalıyız.
Peki neyin gerçek ve odaklanılması gereken olduğuna kim
karar verecek? Herkes kendi çıkarı ve ihtiyacı neyse oraya yönelmez mi? Basit; insan hayatı herkesin çıkarınadır. Kendi türünü katletmekten utanmayan bir egemler sınıfı, doğayı talan
etmekten ve diğer tüm canlıları yok etmekten alıkonulamaz.
İnsan hayatının hesabını soramayan, tüm canlılığın temsili/kendisi olan Doğa’nın hesabını soramaz. İnsan hayatı karşısında kimin hangi rantın peşinde olduğu yalnızca burjuvaları
ilgilendirmelidir.
Şu anki kapanına kısıldığımız ulus devlet sınırlarında; Alevilerin, Ermenilerin, Rumların, Kürtlerin uğradığı katliamlarla
yüzleş/e/meyenler, bunların hesabını soramayanlar elbette gün
yüzü görmezler. Göremeyiz.
Reyhanlı gibi sert ve ağır bir katliamın ardından disiplinli
bir zihinle düşünmek gerekir. Taksim gezi parkı, içki yasağı
dahil, her ne olursa olsun, toplumsal hayata müdahalenin hangi aşamasını temsil ediyor olursa olsun insan hayatını hedef
alan katliamların ötelenip, ‚hayat biçimi‛ argümanın gündeme
gelmesi politize kitlelerin dahi odağını bozmaktadır.
Devlet sizinle içki yasağını, gezi parklarını her türlü tartışır.
Ama bir katliamı tartışmaz. Tartışmayı gündemde tutanları cezalandıracak yer arar. Sadece gündemde tutmakla kalmayıp
hesap sormaya cüret edenleriyse sert kapatma araçlarıyla cezalandırır.
Dünya küçülüyor, haritalardaki sınırlar değişirken belirsizleşiyor. Dünya küçüldükçe korku da ortaklaşacaktır. Ortak
10 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
sanrıların en kötü yanlarından biri ise herkesin kabul ettiği şeyin karşısına dikilmenin zorluğudur. Devlet kendi ikincil,
üçüncül gündemlerini küçük burjuvazinin karşısına dikiyor.
Görmemizi sağlayan güçlü bir merkezi sinir sistemimiz olmadığı için, gündemimizi çevreleyen temsili bir dünya yaratarak yürüttüğü büyük savaş hazırlıklarını gizliyor. Burjuva devlet iktidarı kendi eylemlerini kolektif bir akılsallaştırma ve olağanlaştırma ile gündemleştiriyor. Reyhanlı’yı unutanlar daha
büyük katliamlara hazırlıklı olsunlar.
http://fraksiyon.org/taksim-gezi-parki-direnisi-ve-odaksorunu/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 11
GÜNÜ BİZ KAZANDIK HAYATIN DİRENİŞİ
SÜRÜYOR
EVREN BARIŞ YAVUZ
1 Haziran 2013
31 Mayıs 2013 yılı bu coğrafyanın özgürlük tarihine kazındı< İçinde soluk aldığımız hareket bir ayaklanmadır! Bu bir
isyandır.
Taksim Gezi Parkı’nda günlere yayılan direniş, ‘karnavaldan direnişe’ yürüyüşün, yeni ittifaklar kazanan bir meşruiyet
bilincinin yansımasıdır. Devletin şiddet örgütleme gücüne dayanan saldırıların yıldırmadığı meşruiyet duygusu isyanın kurucu fikirdir.
Direniş, Taksim barikatlarının artçısıdır. Direniş, 2004
NATO barikatlarının, IMF direnişinin, Taksim Meydanı’nın
kapılarını açan sokak savaşının artçısıdır. Artçısı olduğu içindir
ki, gücünün o direnişlerin yarattığı tesirden almaktadır. Ağaçlar, kuşlar ve parkın gölgeleri elbette savunulmuştur ama orada esas savunulan ‘direnme hakkıdır’. Bu hak kazanılmıştır!
Güne yayılan büyük direniş başta İstanbul olmak üzere tüm
kentleri direnişle tanımladı. Direniş öyle hızlı, öyle yakıcıydı ki
devletin zorbalığı sökmedi. Ankara’dan İzmir’e, Eskişehir’den
Aydın’a<. İstanbul ve Ankara’nın semtlerinde< Evlerde, sokak aralarında, çarşılarda bir büyük isyan günlüğü yazıldı.
Güne yayılan yüz binleri içine alan direnişin değiştiren ve
kardeşleştiren gücü mücadeleye yeni bir öykü verdi< Bu öykü
sokağa yayılan ve baş eğmez direnme ısrarıdır. Kökünü topraklarımızın devrimci geleneğinden alan, anti faşist-karakterli
bir sokak hareketidir.
Ayaklanmadır çünkü dizleri üzerine çökertilmiş bir halkın,
ayakları üstüne kalkmasının estetiğidir yaşadığımız. Sokaklar
halka öz güven taşımış, umudunu tazelemiş ve bir özneyi işa-
12 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ret etmiştir< Özne direnişle kurulan ‘hayat’ mücadelesinin savaşçılarıdır.
İstanbul Gezi Parkında titreşimleri alınan fayın kırılması bir
deprem yarattı. Sadece devleti değil, bizzat direnenleri sarsan
bu deprem yoldaşlığın, direnmenin, korku duvarını aşmanın
da en güzel örneklerini verdi güne<
Geceye akan sokak savaşı yepyeni bir olanağı da ortaya
koydu. Karanlığın çökmesiyle sokaktan geri çekilmeyen mücadele güçleri, geceyi ateşlerle sardı.
Sokak savaşına eşlik eden medya savaşı yine bu isyanın derin izlerinden biridir< Devletin ve sermayenin köpekleşen
medyası halkın isyanıyla dalga geçercesine sansür politikasına
sarılırken, sosyal ağları ve alternatif medya ağlarını etkin kullanan mücadele güçleri kendi medyasını kurmayı başarmıştır.
Sokaklarda yoldaşlaşan< Ekmeğini, suyunu, omuz hizasını
hiç tanımadığı dostlarına açan isyancılar, özgürlüğün amentüsünü yeniden yazdılar. 21 yüzyılın sokak savaşını prova ettiler.
Biriktirdiler. Öğrendiler.
Sokağın kaderini belirleyecek olan direnişin gencecik gücüdür. Politik meşruiyetiyle ‘hayat’ı savunanlar, onların arkasına
sıralananlar, gündelik yaşamını isyanla birleştirenler büyük bir
birikim yaratacak ve bu birikimin vuruş gücü mücadeleyi değiştirecektir.
Coğrafyamız sokaklarını özgürlüğün soluğuyla tanımlayan
tüm direnişçileri, cesaretiyle devletin üstüne yürüyen halkımızı
övünnçle kutlarız<
Günü biz kazandık.
Günü ve geceyi biz kazandık<
Yarını biz kazanacağız!
http://fraksiyon.org/gunu-biz-kazandik-hayatin-direnisisuruyor/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 13
AMED VE GAZİ, DEVRİM GEZİ‟SİNE!
BARIŞ YILDIRIM
1 Haziran 2013
‚Dema Amed dişevitand, Stanbol raketî bû, dema Stanbol dişevite
Amed divê ranekeve, şerm e!‚:
Diyarbakır yanıyorken İstanbul uyuyordu, İstanbul yanarken Diyarbakır uyuyor, ayıp oluyor, diyordum dün Amed’e
geldiğimde. Ama dünyanın en onurlu direnişlerinden birini
gerçekleştiren Kürt halkı, haklı isyanı her gördüğü yerde tanır,
tanıyor.
Amed’de 1. Orta Doğu Kadınlar Konferansı’ndayım, bütün
katılımcılarda isyanın heyecanı var. Diyarbakır 2′de harekete
geçecekmiş. Çok geç, Newroz geceden başlamaz mı?
Dün Ankara’nın Tunalı’sı trafikten gözün gözü görmemesi
gereken bir saate, Cuma akşamı yalnızca Gezi destekçilerine
aitti. Kuğulu Park’ı dolduran kitlenin en göz dolduran niteliği
‚beyaz Türk‛lüğüydü, muhtemelen İstanbul’da da kıvılcım bu
kesimlerce başlatıldı.
Ama bu bir halk hareketi. Şu an her şeyden önemlisi mahallelerin, devrimcilerin ve Kürt halkının bu isyana katılması. BDP
vekillerinden bir arkadaşımız sabaha kadar İstanbul’u izlediğinden uyumadığını, ama Kürt halkının da katılma konusunda
tereddütleri olduğunu söyledi.
Tereddütlerin bir kısmı Ulusalcı denilen kesimlerin hegemonyalarını kurma çabası. Örneğin Orhan Pamukoğlu nam faşistin bunun bir parçası olarak görülmesi. Dün Twitter’de ‘DirenGeziParkı BozkurtlarGeliyor’ diye bir slogan vardı. Gezi
Parkı gerçekten de bu sivil faşist güruhunu içine almamak için
direnmelidir! İttifakın da bir sınırı var.
Diğer bir tereddüt kaynağı ise ‚sürece zarar verilmesi‛ korkusu. Dünyaya isyanın onurunu öğreten Kürt halkı, faşizmin
14 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
gaz bombalarının güvencesiyle gelen bir ‚sürece‛ razı gelecek
kadar onursuz değildir.
Anaakım medya 1970’lerin piyango çekilişlerini yayımladığı için şu an herkesin gözünde bir soytarı halinde. Sosyal medya ise çok daha fazla önem kazanıyor. İngiltere direnişleri bize
elbette o medyanın fişinin egemenlerin elinde olduğunu gösterdi, ama dünden beri Twitter’daki 10 ‘Trending Topic’ten 10’u
da Gezi Parkı direnişi hakkında. Aslında bu da direnişte altıyla
üstüyle ‚orta sınıf‛ın rolünü gösteriyor. Ancak devrim twitlenmeyecek. O yüzden emekçi halkın ve onun öncüsü olan
devrimcilerin rolü her zamankinden daha önemli. Direnişteki
örgütsüzlük izleri (örneğin hâlâ güvenilir haberleri teyit edecek
bir, sözgelimi, İletişim Komitesi yok gibi) de devrimcilerin hızla silmesi gereken bir durum.
Direniş ve Halk Komiteleri’ni kurmanın tam zamanıdır.
Dün Twitter’daki direniş etiketlerinden #DirenGeziParkı o
kadar popülerdi ki, bir yanlış yazımı #DirenGaziParkı bile TT
oldu. Bu direnişin ‚anlamlı tashih‛idir. Gezi’deki ateş, Gazi’nin
barikatlarında bundan 18 yıl önce yakılan ateştir. Bu yazım hatasını bir devrim doğrusuna çevirmeliyiz.
Şu anda en önemli şey Amed’in ve Gazi’nin, yani Kürt halkının ve emekçi mahallelerin direnişi sahiplenmesi, direnişe
öncü olmasıdır.
Sabaha 15-16 Haziran’ları hatırlatan bir görüntüyle, Boğaz
Köprü’sünü geçen onbinlerle uyandık (sözün gelişi tabii, çoğumuz hiç uyumadı). Halk ‚köprüyü geçene kadar‛ ayıya dayı
demiş olabilir, ama şimdi ayıya adıyla sesleniyor: Faşizm.
Amed ve Gazi, faşizme karşı devrim Gezi’sine bir an önce
çıkmalıdır, aslında çıktı bile<
http://fraksiyon.org/amed-ve-gazi-devrim-gezisine/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 15
AYAKLANMA GÜNLERİ
İsyan köprüyü geçmişti. Türkiye ve Kürdistan’ın
her yerinde öfkeli bir neşe, coşkulu bir hınçla çatışıyorduk. Bir yandan da aklımızda, ayaklanmanın stratejisi ve taktiğine dair fikretmeler vardı.
16 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
LEYLA HALİD‟DEN DİRENİŞÇİLERE MESAJ
VAR: “ALANI TERKETMEYİN!”
2 Haziran 2013
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi FHKC‘nin efsanevi kadın
gerillası Leyla Halid‘e, Amed’de, 1. Ortadoğu Kadınlar Konferansı‘nda, Türkiye’nin her yerinde faşizme karşı direnen
#OccupyGezi direnişçilerine bir mesajı olup olmadığını sorduk:
Video için tıklayın: Leyla Halid’den Gezi Direnişçilerine
çağrı: Alanı terketmeyin!
Ben, halkım adına, Filistinliler adına şunu söylüyorum, biz her
zaman faşizme karşıyız. Biz her zaman baskıya/zulme karşıyız.
He zaman adaletsizlik altında yaşayan bir halkız.Ve ülkemiz işgal altında, tarihteki son işgal. Bunun sonucu da baskı, zulüm.
Size çağrım şudur:
Hükümet taleplerinizi kabul edene kadar meydanda kalmalısınız, Taksim’de kalmalısınız.
Orayı terk etmeyin.
Barışçıl gösterilerinizle, direnişinizle, oturma eyleminizle orada
kalın.
Ve kadınlara da geniş çaplı olarak her yerde eyleme katılma
çağrısı yapıyorum. Her yerde, yalnızca Taksim’de değil.
Yaşasın halkın hakları için mücadelesi!
http://fraksiyon.org/leyla-halid-taksim-gezi-mesa/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 17
“FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR” ORTA SINIFLA
“DEMOKRATİK CUMHURİYET”E
BARIŞ M. YILDIRIM
2 Haziran 2013
Her türlü yetersizlik ve yanlışa düşme endişesinden uzak
durarak, hemen şimdi tüm ülkeye sürü değil bir halk olduğunu hatırlatan, ‚toplumu savunmak gerekir‛ sözünü somutlaştıran karşı püskürtmenin analizini yapmaya çalışmak zorundayız ki yönümüzü yitirmeden hızla ilerleyelim.
Dile gelecek ilk unsur; birikmiş hıncın, patlama noktasını,
korku eşiğini aşıp, ‚hür vicdanına‛ yöneldiğidir.
AKP hükümeti 2000′den bu yana toplumsal hafızaya reset
attı. Bir yandan, en azından eski tarz zorba devlet modelini
aşma vaadinde bulunurken, bir yandan da bu vaade göre çok
dar ve baskıcı bir pratik izledi. Bunun samimi olmadığı, gerçek
bir demokratikleşme olmadığını bilsek ya da en azından bundan şüphelensek bile, iktidar aygıtının temizlenmesi, cuntacı
Kemalist döneme göre gözle görülür bir özgürlük canlanması
anlamına geldi. Hiçbir şey olmadıysa memleketin tabularına
bir bir saldırı düzenlendi. Kemalizmin faşizan resmi ideolojisinin ağırlığı, hafifledi.
Bunların hepsi iyiydi, AKP iktidarına bu yüzden kerhen ve
şerhen bir destek bile verdik yer yer. Evet kuşkusuz art-niyetli
ve kuşkusuz, son kertede, zorbalardı. Ancak eski tabuların yıkılmasından aldığımız zevk, palavracı demokrasi söyleminin
halkın iştihasını güçlendiren bir etki taşımasıyla birlikte, bizim
de hükmedici bir siyasi güç olmanın uzağında olduğumuz düşünüldüğünde, eski beton rejiminden iyiydi. Bugünümüze değilse bile geleceğimize daha çok hizmet ediyordu.
Bu on senede AKP kendine eski iktidar gibi derinliği ‘ideolojik’ ya da halkla bütünleşik/organik olamayan daha çıplak bir
zor aygıtı kurdu. Sonra bu zor aygıtıyla her yere saldırdı. Ro-
18 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
boski, Reyhanlı katliamları KCK, Balyoz vs. gibi hukuksuzluklar karşısında eski rejimin uzantısı ve siyasal bölünmüşlükler
nedeniyle toplum olarak sinmekle yetindiysek de, Gezi Parkı
gibi tümüyle yeni iktidarın yarattığı ve görünüşte ‘apolitik’ savaş alanında, bizi hiçbir güç durduramadı. Çünkü sadece 10
yıllık olan bu köhne iktidara, bu alanda, yüzyıllık bir bastırılmışlıkla karşı koyduk. Devletin şiddetinden güçlü bir beden ve
AKP hükümetininkinden daha geniş bir zaman kurduk. Taksim’de siyasi partilere dönük ilgisizlik ve hatta tepki de bu açıdan değerlendirilmelidir: Dar politik kamplaşmaları aşan yeni
bir vicdan!
AKP iktidarı dönemince, kendi zenginlerini ve orta-sınıfını
yaratır, onlara AVM üstüne AVM, rezidans üzerine rezidans,
alkolsüz eğlence mekanı üzerine alkolsüz eğlence mekanı, cami
üzerine cami sunarken; eski rejimin zenginleri ve orta-sınıfının
yanı sıra; ‚arkadaş, içki içmiyoruz diye sabaha kadar eğlenip
Allah yolunda olduğumuzu nasıl iddia edeceğiz? Biz Allah’tan
korkarız‛ diye soran vicdan sahibi Müslüman’ı da hızla yanımıza, direnişimizin çadırına gönderdi. İşte, vicdanı olacağımız
gövde bu unsurlardan oluşuyor.
Son günlerde Emek sineması direnişi, THY grevi ve Gezi
Parkı’nda kitap okuyanlara vahşi saldırıyla toplumda geniş bir
yankı uyandıran muhalefet havasının, eski orta-sınıfın tasfiye
çabasıyla da ilintili olduğunu görmeliyiz. Resmi ideolojisi Kemalizm olan bu orta sınıf, saray darbecisi Kemalizm’den, yani
devletin çekirdeğinden ve paramiliter unsurlarından her zaman için daha demokratikti. Yeni sistemde güç kaybetmeleriyle yanımıza, yani aşağıya geldiler ve şimdi ortaklaşıyoruz. Kürt
hareketinin de silahsız olarak bu safta yer alması, bu yüzden
çok ama çok önemli. Eğer para-militer Kemalizm’i alanlarda
hür vicdanını arayan orta-sınıfla sınırlandırmayı başarırsak,
Kürt hareketi de daha güçlü şekilde yerini alacak ve AKP, kendi iktidarını güçlendirmek için başlattığı çözüm arayışıyla,
kendi yıkılışını imzalamış olmanın pişmanlığına gömülecektir.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 19
Bu nedenle, kendi boyundan büyük açılımlar yapmadığı
sürece, AKP artık bir zombi hükümet olarak dolaşacak. Ve
zombi olarak kaldığı sürece de çürüyecek ve 2023′ü kesinlikle
göremeyecek. 2015′i görürse iyi<
Tam da bu noktada, toplumsal muhalefetin kurucu bir direniş hareketine dönüşmesi gerekiyor. Yukarıda direnişin gövdesini oluşturan farklı kesimleri tek bir beden haline getirecek
bir maya gerekli. Ve bu maya, bir yandan eskinin çözülen, bir
yandan da yeninin kurulmakta olan orta-sınıfın değerlerine çalınmak zorunda.
Çerçeve basit: ‚Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti.‛
Ancak lafta değil, ordunun iktidarını perdelemek, bir grup elitistin hayatını kolaylaştırmak için değil. Tüm dil, din, ırk, cinsiyetlerin kendi yaşam olanaklarını sınırsızca gerçekleştirebileceği toplumsal olanı savunan bir demokratik cumhuriyet. Yerele dayanan, halkın doğrudan özne olduğu ve yoksulların da
nimetlerinden yararlanabildiği Demokratik Cumhuriyet. Türbanlı bir kadının hakim olabildiği, türbanlı olduğu için kararlarından şüphe etmediğimiz, Kürtlerin ve her çeşit etnik varlığın
kendi dilini ve ülkesini aynı haritada özgürce, neşeyle yaşadığı
bir demokratik Cumhuriyet. AKP’yi ve Kürt hareketini yarattığını gören bir Cumhuriyetçi bunun neresinden, nasıl rahatsız
olabilir ki?
Kemalist cenah, tekçiliğinin, zorlama ulusçuluğunun, milliyetçiliğinin kısaca faşizminin kaçınılmaz olarak PKK ve AKP
gibi hareketler yarattığını, bu tür hareketlerin de kaçınılmaz
olarak kendisine saldırma konusunda ortaklaştığını ve bunun
suçlusunun da yine doğrudan kendi cumhuriyet algıları ve
pratikleri olduğunu idrak ederse, bundan sonra önemli bir
kısmı kolaylıkla aşılabilecek ve üzerinde yürünebilecek hat
açığa çıkar.
Bu hat, liberalleri, Kürtleri, Cumhuriyetçileri, eşcinselleri,
devrimcileri, sosyalistleri, azınlıkları, Müslümanları bir araya
20 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
getirir ve demokratik kültürü, hükümet/askeri darbeler değil
Haziran direnişimiz temelinde sağlıklı bir toplum inşa etme
yoluna sokabilir. Artık hükümetler raydan çıktığında karşılarında gördükleri askerin urganı değil, halkın vicdanı olur. Eh,
sözüm ona TSK da zaten halk bilinçlenene kadar bu görevi yürüttüğünü söylediğine göre, eski hâliyle pek Kemalizm’e ihtiyacımız kalmadığını kabul ederler. Yoksa kendileri bilir, Kürt
hareketi ve AKP’yle nasıl başa çıkamadıklarını tarih boyunca
tekerrür ve nihayet idrak ederler.
Dolayısıyla, önümüzdeki en somut ihtimal, Cumhuriyetçilerin ve bu geleneğin uzantısı tüm siyasi hareketlerin dürüst,
korkusuz bir özeleştiri yapmasını sağlayabilecekleri bir kanal
açmamızı gerektiriyor. Onlara, ‚Gelin bakalım kardeşler. İyisiniz, güzelsiniz. Aydınlanma, laiklik iyi güzel ama<.‛ diye başlayan cümlelerle hem yanlışlarını inkar edemeyecekleri şekilde
anlatıp, hem de onore etmemiz, para-militer güçlere karşı
uyarmamız gerekiyor. Bunu Kemalizm’e sempati duyan ortasınıfın kabul etmekte zorlanacağını düşünmüyorum.
Daha dar, gürültücü olduğu için sesi çok çıkan asalak faşizan gruba gelince, bunlara karşı ‚büyüklük bizde kalacak‛. Bu
grubun hınç dolu, zerre bilinç içermeyen tepkiselliğini, ancak
engin bir vicdan ve bilinçle aşabiliriz. Bu orta-sınıfın ‚lümpen‛
tabir edebileceğimiz bayrağa ve puta tapan kısmını yönetmesini, onları Cumhuriyet ideali taşıyan koca bir gövdenin safraları
olarak görmeyi ve buna göre konumlandırmayı öğreneceğiz.
Çok sevdikleri bayraklarını nerelerine sarmak istiyorlarsa sarsınlar. M. Kemal’i ya da bir başka tarihsel kişiliği ne kadar istiyorlarsa sevsinler. Toplumcu direnişin tornasından faşizmlerini törpüleyip hınç duygularını sağaltacak bir çerçeve oluşturursak onlardan çekinmemize gerek yok. Ama bunu yaparken
unutmamamız gereken tek şey, muhatabımızın bu ideolojinin
çekirdeğini oluşturan faşizan güçler değil, ‚kent sakinleri‛,
‚yurttaşlar‛ genel başlığı altında, Kemalizm’in ölü cumhuriyetinin orta-sınıfı, bugünün ötekisi olduğudur. Onlara soracağı-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 21
mız soru şudur: ‚Anladınız mı şimdi, size sofra kuran Cumhuriyet’in siz uyurken bize yaptıklarınızı?‛ Bir başka deyişle, bu
para-militer kesime karşı ideolojik bir mücadele yürütmeli,
ama derdimizi onlara değil orta-sınıfa anlatmalıyız.
Yapmamız gereken, demokratik bir anayasa hedefleyen bir
çerçeve oluşturup hem Kemalizm’in orta-sınıfının, hem de
Kürt hareketinin dışında kalamayacağı ve parçası olacağı bir
toplumcu, eski ve yeni orta-sınıfı kuşatan bir çerçeveyi ete kemiğe büründürüp, ülkenin ciğerlerine temiz hava pompalamak. Eskinin ve yeninin orta sınıfı: Onlara ulaşmak, onlarla
birleşmek durumundayız. Onların aradıkları vicdan bizde,
vicdanımızın aradığı beden onlarda.
Devlet denilen asalak makinenin eskisiyle yenisiyle teşhir
olduğu bir yerde, uyanan ve gücünün farkına varan tüm toplumsal kesimler, bu çerçeveye yanıt verecektir. Bu çerçeveyi de,
ancak Taksim çizebilir.
Işık taşınmak ister. Biz de bu toplumun yük taşımak isteyen
en dayanıklı ruhlarıysak, omuzlamamız gereken görev, bence
budur. Aksi takdirde, beş yüz perdelik oyunun neoosmanlıcı/neo-kemalizm isimli bölümünü, yorgun gözlerle izlemeye devam ederiz.
http://fraksiyon.org/fikri-hur-vicdani-hur-orta-siniflademokratik-cumhuriyete/
22 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
BİR ÇUKUR VARDI, O NE OLDU?
İSMAİL GÜNEY YILMAZ
3 Haziran 2013
kanını akıtanlara<
Gezi Parkında küçük sayılabilecek bir grubun gerçekleştirdiği barışçıl nöbete polisin, ağaçları deviren belediye ekipleriyle birlikte sert şekilde müdahalesiyle yükselen tansiyon 31 Haziran gününden itibaren hükumet karşıtı bir halk ayaklanmasına dönüştü. Her tepkisi ve talebi küçümsenen halkın damla
damla biriken ve Reyhanlı katliamıyla demlenen öfkesi vicdanlara tecavüz anlamına gelen mide bulandırıcı park saldırısının
hemen akabinde patladı ve önlenemez bir yükselişle genel bir
isyana evrilip, önce İstanbul’a, sonra tüm Türkiye’ye yayıldı.
İsyanın geldiği noktayı değil hükumet, sanırım hiçbirimiz
tahmin edemezdik.
Ana akım medyanın kesif sansür politikasına karşın halk cumhuriyet tarihinde gerçekleşmiş önceki birkaç kent ayaklanması gibi- tamamen kendiliğinden bir hareketle gün ve gece
boyu uyumadan isyanı büyüttü, genişletti. Yaşanan isyanın
önceki kent ayaklanmalarından -15/16 Haziran, Gazi, 1 Mayıs
’96- farkı ise lokal değil tüm ülke çapında yaşanıyor olması.
Hareketin kendiliğindenliğinin ve devrimci öznenin komutasızlığında şekilleniyor olmasının yarattığı türlü olumsuzluklara
yazının akışı içinde değineceksek de ülke tarihinde hiçbir örneğine rastlanmamış bu nümayişin dün akşama doğrudan beri
getirdiği sonucun devletin İstanbul’un göbeğinden tamamen
silinmesi olduğunu söyleyelim öncelikle.
Yazının kaleme alındığı şu saatlerde -2 Haziran, saat on sekiz suları- Taksim ve çevre semtler tamamen eylemcilerin elinde ve bu durum saatlerdir bu şekilde sürüyor. Ancak burada
unutulmaması gereken mevzu, Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret
olmadığı gerçeği. Şu anda Ankara, İzmir, Adana ve Eskişe-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 23
hir’de devlet terörü ve halkın mukavemeti tüm hızıyla sürmekte, kenara bunu da not edelim. Günün ilerleyen saatlerinde de
İstanbul’da havanın ‚panayır‛dan ‚çatışma‛yatekrar evirilemeyeceğinin garantisini kimse veremez, ki muhtemeldir ki bir
müdahale de olacaktır. Dün Taksim zaferinin coşkusunu yaşarken Beşiktaş’ta sabaha kadar çatışmaların sürdüğünü ve polisin semti tümüyle cehenneme çevirdiğini akıldan bir an için
çıkarmamak gerek.
Bir devlet yenilgiyi kolay kolay kabul etmez, hele ki söz konusu Erdoğan mizacında kibirli ve kindar bir Başbakan ise bu
sonuç çok zor gerçekleşir. Nitekim Erdoğan bugün de alanlara
akan milyonları ‚üç beş çapulcu‛ diye küçümsemiş ve kentteki
rant eksenli dönüşümde kararlı olduğunu üzerine basa basa
yinelemiştir. Taksim boyunca uzanan kitlenin üzerinde sık sık
uçurulan ve ‚Hükumet İstifa!‛ sesleriyle karşılanan polis helikopterinin keşif uçuşları da olası bir müdahalenin sinyalleri
olarak okunmalı.
Geniş ve Kendiliğinden Bir ‚İttifak‛
AKP’nin akıl sır ermez öz güvenli çıkışlarına ve halkın onurunu kırmaya yönelik söylemlerine karşın ülkede artık hiçbir
şeyin eskisi gibi olamayacağı net gibi duruyor. Hükumette,
bilhassa da başındaki Erdoğan’da son birkaç yıldır son derece
belirginleşen ve ‚psikolojik sorunları olmalı‛dan başka türlü
yorumlanamayacak olan bol garezli tavır da zaten insanların
isyana yönelik motivasyonlarını artırmaktan ve başkaldırıya
kan pompalamaktan başka bir işe yaramıyor.
Hükumete karşı muhalefetin çeşitli odaklarına yakın olan
insanların kendi çevrelerinde biriktirdiği isyan sorgusuz sualsiz ideolojiler arası olan ama ideolojiler üstü olmayan bir ittifak
yaratıp tüm memleketi bir isyan gürültüsü ve kargaşasına sokuverdi. İsyanın bileşenlerindeki bu heterojenlik de ister istemez belli başlı rahatsız edici sonuçlar doğurdu.
24 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Bu rahatsız edici olguların başlıcaları olarak alanlarda Sözcü okuru olmakla karakterize olmuş ve genellikle İP periferindekişovenistlerin görünürlüğü ve eylemlerdeki, özellikle duvar
yazılarındaki yoğun cinsiyetçi küfürler olarak sayılabilir.
Politik bir harekette bu kadar çok küfrün kullanılmasının
daha önce dünyada örneği oldu mu bilemiyorum, Batı’nın
muhalif kültüründe küfür bir olgu olarak vardır ‛fuckthesystem‛ vesaire- ve belki oradaki neoliberalizmkarşıtı eylemlerde bu tip şeyler olmuş olabilir ama bizdeki siyasal
şekillenişte sağ ya da sol olsun küfür alenen bir silâh olarak
kullanılmaz, hele ki cinsiyet ayrımcı ifadeler boyutuyla hiç.
Fakat bugün Cihangir’den çıkıp, İstiklâl’den Şişli’ye doğru
ilerlediğinizde duvarlar boyunca göreceğiniz yazıları ben size
sayayım ; ‚top Tayyip‛, ‚polis s.kelim‛, ‚saksocu Tayyip‛,
‚göt Tayyip‛, ‚ibne polis‛, ‚s.kilmiş Tayyip‛, ‚A.Q Tayyip‛,
‚polis a.ına koyayım‛ < Zekâ kırıntısından zerre barındırmayan bu çirkin ifadeler ne yazık ki sokaklara hâkim olan duvar
yazıları ve bunların bir de alanlarda haykırılan ‚slogan‛ daha
doğrusu tezahürat formundaki hâlleri var duyduğumuz;
‚y.rrağımı ye Tayyip‛ gibi. Bu tip işler hem isyanın görkemini
ve ciddiyetini gölgeliyor; hem de mizahî bir zekâyla yazılmış
olan anlamlı duvar yazılarını görünmezleştiriyor: ‚Sinirlenince
Çok Güzel Oluyorsun Türkiye!‛, ‚Piknik Tüpünü Çakmakla
Kontrol Eden Bir Millete Gaz Bombası İşlemez!‛, ‚Şerefine
Tayyip!‛ ya da meydana doğru giden yola ‚Devrime Gider‛
yazılması gibi.
Alanlarda kendiliğinden toplanan kitlenin çok sayıda lümpen barındırmasının yarattığı kontrolsüzlüğün sonucudur
bunlar.
İşin bu yanının bu hâle gelmesinde bir de İngiltere’de tribün holiganizmi temelli gelişip evrenselleşmiş ‚polis karşıtı‛
hareket A.C.A.P.’ın da rolü var kuşkusuz.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 25
Bu geniş halk hareketi içinde şovenistlerin de olduğunu
söyledik. İnsanların Türk bayrağı ya da Atatürk posteri taşımasından biz rahatsız olmayız, zaten kast ettiğimiz de bu
değil. Devrimci öznenin yürüteceği son büyük isyanda omuz
başımızda Türk bayrağı taşıyanlar da, Kur’an taşıyanlar da
olacaktır şüphesiz. Mesele bu günlerde yaşadığımız bu spontanehalk hareketi içinde Kürt düşmanı, hâlâ ordudan medet
uman darbeci bir kliğin maalesef görünür olması ve bunlarınayaklanmanın yörüngesini dengesizleştirmesi. Şu ana kadar bir
kaç saat önce Taksim meydanında Öcalan bayrağı açan küçük
BDP’li grupla, TGB’liler arasında kısa süren çatışma dışında bir
sorun yaşanmadıysa da devrimcilerin kemik şovenistlerlezafer
için ittifak ilişkileri kuramayacağı son derece açık, bunu tartışmak bile anlamsız. İttifak edilemeyecekler arasına eylemlere ve
yer yer çatışmalara katılan MHP’li faşistleri, şamanist Turancıları ve kimi söylemleriyle ‚sola yakın‛ gibi dursa ‚şanlı Sivas
kıyamımız‛ diyebilen İBDA-C’lileri de tabiî ki katalım.
Bunun dışında Mustafa Kemal, laik cumhuriyet ya da İslâm
konusunda politik hassasiyetleri olan geniş kitlelerle devrimci
hareketin çözülemeyecek bir sorunu olamaz, tersine bu kesimleri anti-faşist, anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir çizgide
birleştirip, ihtilalin ırmağına katmak devrimci özneye düşen
sorumluluklardan olarak okunmalı.
Çukur<
Süren ayaklanma üzerine sıcağı sıcağına konuşmanın zorluğunu teslim edersiniz sanırım ama biz bu güçlü halk hareketinin hafızalarımızda bıraktığı silinmez izlerden biraz hasbıhal
ederek yazıyı noktalayalım isterim. Örneğin ben Ankara’da polisi hacamat ettikten sonra polisin kalkanlarına el koyup, tıpkı
onlar gibi -yani ‚ürkek lejyoner adımları‛yla- yürüyen çeşitli
gruplardan mizahtan anlayan devrimcileri ya da tüm bir kentte
gece üçlere dek süren tencere tava gürültüsünün yanaklara bıraktığı gözyaşlarını asla unutmayacağım. Ama bu isyanın bize
26 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
kalan en büyük hatırası ve mirası şüphesiz günlerce yorulmak,
yılmak, boş vermek bilmeden savaşan yüz binlerin coşkuyla
Taksim meydanına akması olacak. Taksim’in zaptıyla hem 1
Mayıs bayramının ‚kaza‛sı kutlanmış oldu; hem de önümüzdeki senenin 1 Mayısı bugünden kazanıldı.
Ve biliyorsunuz bir ‚çukur‛ vardı hani. Bundan sadece bir
ay önce Taksim’in emekçilere yasaklanmasına ve halka uygulanan devlet zulmüne bahane gösterilen o çukur< Dünden itibaren insanlar Taksim meydanını ve Gezi Parkı’nı hıncahınç
doldurmuş durumdalar ya, sâhîo meşhur çukura ne oldu şimdi dersiniz?
İşte o çukur dün gece bir isyan müzesine dönüştürüldü ve
içine de AKP tipi faşizm gömüldü. Gidin görün derim<
http://fraksiyon.org/bir-cukur-vardi-o-ne-oldu/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 27
İSTANBUL‟DA SİVİL İTAATSİZLİK: MERKEZ
BEYOĞLU‟NDAN BEŞİKTAŞ‟A KAYARKEN
ÖMER F. KURHAN
4 Haziran 2013
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Taksim Gezi
Parkı’ndaki yeşil direnişin tetiklediği olaylara ilişkin yaptığı
açıklama, BDP’nin olan bitenlere Fransız kaldığını açıkça gösterdi. Haklı olarak, AKP hükümetinin illallah dedirttiği kitlelerin sivil itaatsizlik eylemlerinin (başkaldırı ya da Kürtçesiyle
serhildanın değil), CHP ve MHP tarafından barış karşıtı manipülasyonlara konu edilmesine itiraz etti. Anlaşılamayan nokta
ise şu: En az BDP kadar, CHP ve MHP’nin de İstanbul’da milyonlara yayılan sivil itaatsizlik eylemlerine Fransız kalmış olması.
Bu defa kitleler siyasetçilerin peşinden değil, siyasetçiler kitlelerin peşinden sürüklendi. Türkiye’de şu sıralar ‚Halkların
kardeşliği‛ gibi bir olgudan söz etmek güç. Fakat bir gözlem,
tanıklık ve yaşanmışlık yazısında (‚Gaz Kardeşliği‛) altını
çizmeye çalıştığım gibi, İstanbul’da güçlü bir halk kardeşliği
meydana geldiğini kabul etmek gerekiyor.
Bu, bir doğa felaketi sırasında insanların ayrı gayrılarını bırakıp kenetlenme, en azından yan yana durma ve yardımlaşma
başarısı göstermesi gibi bir vaka. Polis eliyle uygulanan gaz terörü, sadece hükümetin değil, halkı temsil ve muhalefet ettiğini
iddia eden siyasetçi sınıfın da, irili ufaklı pek çok entelektüel
çevrenin de açmazlarını ortaya koydu. Meseleyi anlamaya çalışan BDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü, yerleşik ideolojik kalıplarla anlaşılması imkânsız bir vaka ile karşı karşıya kaldığımız
tespitinde bulundu. Gerçekliğe kapı aralamak adına doğru bir
tespittir bu. Aynı zamanda halkla kurulan temasın zayıf kaldığının itirafıdır.
28 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
İstanbul halkı, Türkiye tarihinde ilk defa bir kitlesel sivil
itaatsizlik eylemi gerçekleştirdi. Geçmişte, Susurluk kazası
(1996) sonrası meydan gelen tepki ile karşılaştırılabilir belki,
ama bu yanlış olur. ‚Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık‛
eylemleri, başından beri ana akım medya tarafından yönetildi.
Halk da buna itiraz etmedi. Ardından, bu eylemler 28 Şubat
darbesine malzeme olarak kullanıldı. Bugün yaşanan olaylarda
ise, sansüre batan ana akım medya inandırıcılığını yitirmiş ve
eylem yapan kitlelerin hedefi haline gelmiş durumda.
1 Mayıs’ta yapılamayanın, Gezi Parkı’ndaki ‚ağacı sökersin,
sökemezsin‛ gerilimi ve sonrasında meydan gelen gaz terörünün tetiklemesiyle yapıldığı söylenebilir. 1 Mayıs’ta yapılamazdı, çünkü sivil itaatsizlik biçiminde zuhur eden bir eylem
tarzı, oraya öncülük etmek üzere giden sendika ya da siyasi
partilerin dünyasına, taktik anlayışlarına hitap edemiyor. Onlar, var olduğu tartışmalı başka bir halkın peşindeler.
Bir eliyle kurt işareti yapan ya da sol yumruğunu sallayan
ya da sağ elin işaret parmağını kaldıran ya da eliyle V işareti
yapan insanlar yan yana gelebilir mi? Gelebildikleri görülüyor.
Fakat yanılmamak lazım: Bu siyasi kimliklerin ve sembollerin
kaynaşması ve anlaşması değil; bir iki güne yayılan, Kürt renginin oldukça soluk kaldığı geçici bir halk anarşisi dönemi.
Taksim Gezi Parkı eylemcilere teslim edildikten sonra, bu deneyim pratik olarak sona erdi, şenlik ve kutlama biçimleri alan
gösterilere dönüştü.
Öte yandan, tam Gezi Parkı krizi aşıldı derken, beklenmedik bir vaka daha ortaya çıktı: Eylemlerin merkezi Beyoğlu’ndan Beşiktaş’a kayarken, bir yandan CHP’nin kışkırtmış
olduğu, ama artık sahip çıkmakta tereddüt ettiği bir sol hareket
biçimlendi. CHP ‚Başbakan özür dilemelidir‛ derken, Beşiktaş’taki eylemciler ‚Başbakan İstifa!‛ diyor ve Başbakanlık konutuna yürümek istedi. Mevcut iktidarın devrilmesini hedefleyen bir sol hareket inşa edildi. Bu vakayı Taksim Gezi Parkı’nın
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 29
merkezde olduğu sivil itaatsizlik eylemleriyle karıştırmamak
gerekir.
Polisle karşı karşıya gelmeyi, hatta polis terörünü suçlamayı
kabul edilemez gören MHP, meydanı tamamen CHP’ye bıraktı. CHP de meydanı güya hamiliğini yaptığı eylemcilere bıraktı. Sivil itaatsizlik biçiminde başlayan eylemlerin bir başkaldırıya dönüşmesinden ürküyor. Muhtemelen ‚AKP’ye muhalefet
edeyim derken bir canavar mı yarattım?‛ endişesi taşıyor. AKP
hükümetinin başkaldırı izlenimi veren eylemlere dönük tepkisi, özellikle İstanbul dışında çok şiddetli seyretti. Eli sopalı sivil
kolluk görevlileri de devreye girdi. Sokaklarda bir çeşit AKPCHP (tabanı) çatışması yaşandı.
Bu sırada, AKP kurmayları içinde ve başta ABD olmak üzere uluslararası düzeyde eleştiriler yükselişe geçerken, Başbakan
yıllar sonra yeniden liberal ideolojiyle barış köprüleri kurduğunu ima eden söylemler kurmak zorunda kaldı. Liberal çevrelerde yaygınlaşan Erdoğan gitsin, Gül gelsin talepleri bir ölçüde karşılık bulmaya başladı. Başbakan gerçekten de zor günler
yaşadı.
Türkiye’nin barış sürecine Türk-İslam faşizmi siyasetiyle
girmesinin imkânı yok. Polisin Gezi Parkı’nı eylemci kitleye
teslim etmesi ve geri çekilmesiyle, AKP hükümetinin Başbakan’da cisimleşen Türk-İslam faşizmi direnci de kırılmış oldu.
‚Saldırgan İslam‛ anlayışından yeniden ‚ılımlı İslam‛ anlayışına çark etmek zorunda kaldı.
Fakat bir soru askıda kaldı:
Merkezi Taksim’den Beşiktaş’a kayan ve yer yer İstanbul
dışında illere sıçrayan, CHP’nin ortada bıraktığı ve artık sonlanmasını istediği eylemlerin kaderi ne olacak?
Bu eylemler Türk solunun yüksek siyaset düzeyinde içine
girdiği krizi ele veriyor. Askeri darbeye bel bağlamayı bırakmış, giderek özyönetim deneyimi kazanan sivil bir hareket şekilleniyor. Bugüne kadar siyasal ve sosyal tıkaç CHP’nin kont-
30 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
rol ettiği halk tabanında yaşanan bu değişim, savaş koşulları
dışında halk muhalefetinin hangi biçimler alabileceğine ilişkin
güçlü ipuçları veriyor.
Bu hareketin Kürtlerle el ele, olası bir barış sürecinin dinamiği haline gelmesi kolay değil. Olumlu bir gelişme, MHP’nin
bu türden (devletle çatışmayı göze alan) bir sol muhalefetle işbirliği yapamayacağını ilan etmesi oldu. BDP’nin bu gelişmelere Fransız kalması ise, Kürt hareketinin kendi içinde ciddiyetle
sorgulaması gereken büyük bir sorun.
Sadece ‚akil insanların‛ zaman zaman kamuoyu ile paylaştıkları bazı raporları ciddiye almış olsalar, CHP tabanı ile nasıl
ilişki kurulacağını önemli bir mesele haline getirirlerdi. Çeşitli
salon konferanslarıyla vakit kaybedeceklerine, halk buluşmaları düzenlemek, salon konferanslarını bunun üzerine bina etmek gibi bir anlayışın sahibi olurlardı.
Damdan düşer gibi, Gezi Parkı eylemcilere teslim edildikten sonra yapılan kutlamalara Apo posterleriyle girmek ve
‚PKK halktır, halk burada‛ demek inandırıcı olamıyor. Pek çok
direnişçi gibi Sırrı Süreyya Önder’in de hastanede biten Gezi
Parkı performansını dayanak yaparak, bu direnişi biz başlattık,
bu bizim yaşadıklarımızın yanında bir şey mi büyüklenmeleriyle CHP ile siyasi rant kavgası yürütmenin halklara bir faydası yok.
BDP’li siyasi elitler, halk meclisleri ile Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ni, halk buluşmaları ile salon konferanslarını birbirine
karıştırmamaya özen gösterebilirler mi? Güncel gelişmelere
bakıldığında, bu soruya olumlu yanıt vermek kolay değil.
http://fraksiyon.org/istanbulda-sivil-itaatsizlik-merkezbeyoglundan-besiktasa-kayarken/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 31
GAYRİ MEMNUNLARIN İSYANI
ERHAN DEMİRTAŞ
4 Haziran 2013
Yaklaşık bir haftadır süren ve son üç günü şiddetli çatışmalara sahne olan Gezi Parkı direnişi, ağaç kovuğundan çıkıp
Türkiye’nin ve Kürdistan’ın her yanına sirayet etti.
Cuma günü barikat başına geçtiğimde dövüşenler yazılıp
çizildiği gibi ne beyaz Türkler ne kentli orta-sınıf ne de Mustafa
Kemal’in askerleriydi. Kara kuru bir çocuk, bir elinde içi tiner
dolu bir poşet diğer elinde ise taş ile barikat başında iktidarla
hesabını görüyordu. Tarlabaşı Bulvarı’nda ise Kürt gençleri ile
devrimciler yekvücut olmuş her yanı ateşe vermişti.
Cuma günü başlayan bu halk hareketi, sistemle hesabı olan
tüm gayri memnunları omuz omuza dövüşmeye zorlamıştı.
Devrimciler, yurtseverler, reformistler, anti-kapitalist Müslümanlar, eşcinseller ve ulusalcılar.
Ancak Başbakan Erdoğan her konuşmasında hareketin
CHP tarafından organize edildiğini söyleyerek, hareketin içini
boşaltmaya, reformize etmeye, hareketin gerçek sahiplerini gizlemeye çalışıyor. Başbakan bu şekilde hem kendisine hem de
bir bütün olarak devlet iktidarına karşı çıkanların, sorunları
ete-kemiğe bürünen yığınların gücünü öteleme niyetinde.
Çünkü korktuğu CHP ve Mustafa Kemal’in askerleri değil,
korktuğu değişen ve dönüştüren gücü ile halkın kendisidir.
Başbakanın korktuğu, mobeseleri parçalayan ‘devletin malına zarar vermeyin’ diyerek devrimcilere saldıran ulusalcılar değil, bankaların camını çerçevesini indirenlerdir.
Başbakanın korktuğu, polis saldırısında orduyu göreve çağıranlar değil, gezi parkındaki polis araçlarını ateşe verenlerdir.
32 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Başbakanın korktuğu tek başına AKP’ye ve onun uygulamalarına karşı olanlar değil, bir bütün olarak devletin ve iktidarın şiddetine karşı olanlardır. Taksim’e çıkmak isteyen Hikmet Sami Türk’ü alandan kovanlardır.
Direnişin bize öğrettikleri var; ne bu hareketi somut gerçeklerden koparıp ‘devrim’ oluyor edasına kapılacağız ne de hareketi küçümseyip görmezden geleceğiz.
Halk ve direniş öncüsünü arıyor.
Tıpkı 1905’te Petrograd’da ve Moskova’da kurulan barikatların arkasında duran işçi sınıfının, yoksulların, yağmacıların, ayyaşların, evsizlerin ve bütün gayri memnunların Lenin
ve yoldaşları tarafından örgütlenmesi gibi.
http://fraksiyon.org/gayri-memnunlarin-isyani/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 33
PANİKÇİNİN AĞZINA TERLİKLE VURUN!
BARIŞ YILDIRIM
4 Haziran 2013
Şu sıra polisin ve siber-polisin gündeminde yalan haber ve
panik ruh hali yaymak var.
Dün gece İzmir’de Gündoğdu meydanında ‚Güzel günler
göreceğiz‛ şarkısı söylerken aslında meydanın ateş altında olduğunu, ambulansların akın ettiğini duyunca şaşırmadık desek yalan olur.
Tam o an geçtiğimiz ara sokağın adı verilerek TOMA’ların
saldırdığı haberi geldi. TOMA’lar halkın isyanı karşısında
utancından küçülmüş olmalı ki ‚Selamun aleyküm aleyküm
selam<‛ diye başlayıp cinsiyetçi devam eden bir sloganı haykıran eylemcilerden başka bir şey göremedik. Yanıyor, ateş altında, polis mahvetti, Suriyeli mülteciler bıçaklarla saldırdı, halimiz harap denilen yerlerde tek harap olanlar biraz fazla içmiş
taraftar gruplarıydı.
Gerçekten saldırı olan yerler vardı, ama onlardan da makul
ve nesnel tarifler geliyordu, panik ifadeleri değil.
Gün boyu sürekli şöyle ‚özel mesaj‛lar dolaştı: ‚Görümcemin eniştesi polis, dedi ki akşam büyük saldırı var‚, ‚Yanımdaki polis
dolmuşta konuşuyordu, akşam kıyamet kopacak‛ vs. vs.
Bilmek zorundayız ki, görümcemizin eniştesi de olsa polis
polistir. O da, dolmuştaki ‚dikkatsiz‛ polis de zaten bu tür korku haberleri yaymak üzere emin olun emirler almıştır. Zaten
günlerdir bütün güçleriyle saldırıyorlar, direnişi ezebilseydi
ezerlerdi. Şimdi onlar da çok yorgun. Ama psikolojik savaşla,
panik ve korku yayarak biraz rahatlamaya çalışıyorlar.
Elbette burası Türkiye, bu düzen faşizm. Bu akşam helikopter indirip herkesi taraya da bilirler, ama onu da dolmuşta
konuşmazlar.
34 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Güvenilir haber alma kaynaklarımız yavaş, hızlı haber alma kaynaklarımız manipülasyona açık. Bu dilemmayı hem
hızlı hem güvenilir bir haber akışı örgütlenmesiyle çözünceye
kadar, sosyal medya haberlerini mecburen sezgilerimize güvenerek yaymak durumundayız, ama mümkün olduğuncabirinci elden teyit almaya çabalamalıyız. ‘Arkadaşımın Babası
Haber Ajansı‘ böylesi dönemlerde otuzuncu el sayılır.
Panik dili kullanan herkes ya polistir ya polisin aleti
Öldük, bittik, yandık, boğulduk< Diyelim ki öldün, twit
atınca gelip diriltecek miyiz seni? Şunu bir ilke haline getirmeliyiz: İçinde olunan zor durum mümkün olduğunca nesnel
bir dille tarif edilmeli. Felaket, cehennem, yenilgi dili kullananlarınsa muhtemelen polis ya da onların güdümünde kişiler
oldukları bilinmeli.
Gerçekten de sosyal medyada böylesi onlarca kişi dolanıyor. Direniş yanlısı gibi birkaç twit atıp ardından başlıyorlar
‚Ortalık çok kötü, evinize dönün, cehenneme dönecek, kıyamet kopacak‛ diye atıp tutmaya.
İşkence var, ama işkenceyi tarif etmenin bir adabı var.
Eğer karşı konulamaz, dayanılmaz bir işkence manzarası çiziyorsa provokatördür.
Saldırı var ama direniş de var. Sadece saldırıyı anlatıyor,
direnişten bahsetmiyorsa polisin ya bilinçli ya bilinçsiz ajanıdır.
Özel mesaj fetişizminden de vazgeçilsin. Aman çok özel diye paylaşılan şeylerin hemen hepsi web’de ulaşılabilir bilgiler.
Adamlar isterse tüm özel mesajları da izleyebilirler. Ama o kadar bilgiyle başa çıkamazlar. Dikkatli fakat açık paylaşım yapmalıyız.
Özetleyelim:

İçinde bulunduğun durumu mümkün olan en nesnel
dille tarif et

Panik içeren mesajları yayma, panikçileri teşhir et
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 35

Mümkün olan her yerde aldığın bilgiyi teyit et
http://fraksiyon.org/panikcinin-agzina-terlikle-vurun/
36 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ÇAPULCUNUN DİYALEKTİĞİ
ONURHAN DEMİRKOL
4 Haziran 2013
Birikmiş öfke, çok çeşitliydi. O yüzden doğal olarak bu isyan, biçim olarak bir kaos formunda başladı ve şimdi özünde
tutarlılığı arıyor. İsyanın daha ilk günlerinde bu başkaldırının
neye karşı olduğu ve amacının ne olması gerektiğine dair tartışmalar masa üstünde yerini aldığında, sokaktaki ‚kendiliğindenlik‛, teorinin kendisini pratikle sınamasıydı. Gerekli olan
tutarlılık kendisini koşulların belirleyiciliğinde bulacaktır. O
yüzden tartışma, hareketin yönüne bakacak tevazüyü ve sabrı
göstererek ve onunla kol kola ilerlerse eğer, tutarlılığa ulaşmak
kolaylaşır. Mesele neydi mesela?
‚Mesela
Yatak
odama
kadar
Arsız
İnsanları
öldürmeye
kadar
Özür bile dilemeye engel olan kibrin!‛
uzanan
varan
mesele:
elin,
dilin,
kinin,
<öfkesiydi bir kadının diliyle. Mesele, misallerin, meselenin kendisi olacak kadar, gündelik hayatı işgal etmesiydi. Mesele, bireysel hayata müdahalenin, bireyi çoğunluğa ezdirmenin, bir oy çokluğunun faşistçe kullanımındaydı mesela.
Ama asıl mesele, yukarıda sayılanları mesele edinen bilinçten ibaret olmamasıydı öfkenin. Bugün sokakta, meselesinin
adını koyma fırsatı bile bulamamış ama yine de bir derdin boğazlarından fışkırdığını hisseden bir çoğunluk var. Onuncu Yıl
Marşı söyleyenlerin ve türbanlıların, kurt işareti yapanların ve
sosyalistlerin, polis her ses bombası attığında bir an ürküp
anında devlete küfür edenlerin ve kadınların, ‚ibn. Tayyip‛ diye bağıranların ve LGBT bireylerinin, tüm bu çelişkinin ardında hepsini aynı güçle iten, çoğunlukla düşünce yerine duyguya
dayanan bir güç var. Mesele, bu gücün, pratikte hedefini ta-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 37
nımlarken, zamanla kendi bilincine varacak olduğunu görmeye çalışmayan, sabırsız ve kendi öfkesinin sıkıştırdığı alanda
sonuç görmek isteyecek kadar bencil bir ideologlar azınlığının
halkı küçümsemekle sonuçlanacak bir yanlış ideolojiye sürükleniyor olmasıdır. En başta daha eylemin ilk günlerinde Türk
bayraklı kitleyi görüp bunu Cumhuriyet Mitingleri’ne benzeten ve katılmama kararı alan bakış açısı, bu ülkenin dinini hiçe
sayan cumhuriyetçi bakış açısı kadar sakatlanmıştır. Bu ülke
çoğunlukla bayrağını seven ve bir şekilde dinini sahiplenen bir
ülkedir. Mesele, bayrağa ve dine dokunmadan, bu kültürel
kavramlara gücünü veren üretim ilişkilerine dokunacak pratiği
örememektir. Cumhuriyet Mitingleri, bir ideolojinin başka bir
ideolojiye karşı kitlesini toplamasından ibaretken, bu başkaldırıdaki kendiliğindenlik, henüz düşmanının adını koyma fırsatı
bulamamış bir çoğunluğun, bildiği imgeye sarılmasıdır yalnızca.
Mesele, halkın bilincinde yer edinememişlerin, doğrudan
halkı suçlayan bakış açısındaki üsttenliktir mesela. Oysa bu
başkaldırıyı bir ilk yapan şey, tüm bu karma kitlenin ilk kez
doğrudan devleti, otoriteyi, zor gücü reddetmesidir. Bu halkçı
bir sürecin ilk ve aşılması en zor ayağıdır. Aşılmış olan şey,
doğrudan devlete ve polis baskısına karşı, korkuya karşı, sindirilmeye karşı büyüyen tepkinin, cumhuriyet tarihinin en güçlü
devlet gücü zamanında gerçekleşmiş olmasındaki diyalektik
sentezdir. Bunu göremeyen, tarihin gerisinde kalır.
Asıl mesele bir devrimci için Marksizm’i anlamamak ve
somut koşulların somut tahlilini yapmamış olmak değildir;
ekonomik sınıfların karakterini ve üstyapısal kurumların konumundaki değişiklikleri tahlil etme fırsatı bulamamış bir geleneğe sahip olmak da değildir asıl mesele, ya da bunun sonucu olarak toplumuna arkasını dönerek marjinelleşmek de değil,
bunu sürdürmekteki konformizmdir asıl mesele. Bu yönüyle
bu mesele hepimizin meselesidir: Sorunun gerçek adı, birbirimize bakışımızın gerçekliği doğrultusunda doğru konulacaktır.
38 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Sorunun adı, şu an için tamamen üstyapısal araçlarla ilişkili. Ortaya çıkan öfke, var olan öfkenin çok küçük bir kısmı, kültürel bağlamdaki görüntüsü yalnızca. Çünkü sistem hem kültürel hem de ekonomik biçimde sürdürdüğü baskı mekanizmasını, doğası gereği önce kültürel alanda tanımlanabilir kılıyor: tüm ideolojilerin adı bellidir, sistem yalnızca kendi ideolojisinin propagandasını yapar, ama ezilen kültürel kavramların
da adı vardır. O yüzden de ezilen kültür, isyanını kendi dilinde
kurabilir. Dil, din, ahlak, yaşam biçimine dair tehditler, ideolojiye dair faşizan tutumlar, halkın bir kısmını, bir bireysel yaşam
özgürlüğü ideolojisi altında birleştirdi ama öfkenin kendisinde
bulduğu güç, zor gücüne karşı çıkma ve varlığını diretme güdüsüne dayalı. Bu anlamıyla boyun eğmeme, cesaret gösterme
tutumu, bir toplumsal değişmenin lokomotifidir. Fakat asıl büyük öfke, belirlenmiş bir ekonomik alanda halen devasa bir potansiyel şeklinde çıkacak yer arıyor. Eylemin kenarlarında 8-10
yaşındaki tek başına geçen bir çingene çocuğu var gücüyle kepenkleri tekmelerken çıkacak yer arayan isimsiz öfke, kendisini
yine bu eylemlerde yer yer gösteriyor: lümpenlikle suçlanan ve
fırsat bulduğu yerde isimsiz öfkesini dile getirmek için yıkma
ihtiyacı duyan varoş çocuklara iyi bakan, onların dilini anlayabilir: Hiç bir zaman değişmeyecek bir ezilen olma kaderinin,
hep dışarıdan izleyecek ve yarı aç olacağını bilmenin, umutsuzluğun küfrüdür onun dili. AVM’lerin, hizmet sektörünün,
fabrikaların, medyanın, hayatlarının tamamını asgari ücretle
satın aldığı milyonların içindeki saklı öfke, adını sınıf olmanın
bilincinden alacak, sınıfın değişmez kaderindeki umutsuzluğun dile getirilmesinden alacak.
Bu çoğunluk, şu andaki eylemleri kazansalar da hayatları
değişmeyecek. Hayatlarının işten arta kalan zamanlarını, kafası
faturalarıyla meşgulken, bir AVM’de şuursuzca dolaşırken,
barlar sokağındaki gürültünün içinden geçerken, hayat sandığı
şeye katıldığını zannederek geçiren kitle, umutsuzluğunun ve
mutsuzluğunun adını koymak için, sistemin kültürel olanakla-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 39
rını yıkıp aşmak zorunda. Gezi Parkı’na, AVM mi yoksa başka
bir yapı mı yapılacağından emin olma gereği bile duymadan
çıkan isyanın, şimdiye dek AVM olgusuna doğrudan tavır almamış bir toplum yapısından çıkmış olması ilginç bir tesadüf
değildir. Dilin bilinçaltı vardır: ‚üç beş ağacı‛ koruma isyanının bilinçaltında, varlığının tümden sermayeye peşkeş çekilmekte oluşunun kaygısı ve isyanı vardır halkın; polisin, sermayedar azınlığın vahşi koruyucusu olarak tanımlanmışlığı
vardır bu bilinçaltında; kültürel bir kapitalist yemi tatmaktan
vazgeçiş vardır.
İşte bu yüzden şu an sokaktaki öfke, bir aşamadır; yıkılmaz
bilinenin yıkılma olanağıdır, adı konulmayanın adlandırılması
sürecidir, çaresiz imgeleme çare arayışıdır, düşüncenin damıtılması için gerekli kafa karışıklığıdır, doğrunun adlandırılacağı kaos halidir, hakkın küfür şeklindeki antitezidir, senteze
ulaşmanın olası tek tezidir. Çapulcunun, baskı altındaki ilerleme olanağıdır
http://fraksiyon.org/capulcunun-diyalektigi/
40 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
„BEKLE SÖNSÜN YAVAŞ YAVAŞ‟A KARŞI:
GENEL GREV GENEL DİRENİŞ
4 Haziran 2013
Bıraktık isyanın alkışlarına 3 Haziran 63’ü
Nazım Hikmet, dün, ölümünün 50’inci yıl dönümünde, isyancıların olduğu her yerdeydi. ‚Yaşamak bir ağaç gibi tek ve
hür‛ dedi, ‚Güzel günler göreceğiz çocuklar dedi‛, ‚Onlar ümidin
düşmanıdır sevgilim, meyve çağında ağacın‛ dedi. Ama en çok şunu dedi:
‚Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar.‛
Devrimci, AKP’li, sosyalist, ulusalcı, Kürt, sarhoş, kahraman, ağzıbozuk ve taşkındırlar. İsyan eden ve isyancılara küfredenler ki onlardır. Direnişimizde yalnız onların maceraları
vardır.
Yani halk bu ve bu halkın çok önemli bir kısmı direnişin
içinde. Elbette farklı renkleri olacak ve biz bu renklerin bir
kısmını hiç sevmeyeceğiz. Barış M. Yıldırım’ın dediği gibi:
Daha dar, gürültücü olduğu için sesi çok çıkan asalak faşizan
gruba gelince, bunlara karşı ‚büyüklük bizde kalacak‛. Bu grubun hınç dolu, zerre bilinç içermeyen tepkiselliğini, ancak engin
bir vicdan ve bilinçle aşabiliriz.
Kurt işareti ve sol yumrukların yan yana kalkıp ‚milli‛
marş yahut Ciao Bella söylemesi vakayı adiyeden oldu artık. Atatürk ve Öcalan pankartları, devrimci örgütlerin pankartları yurtdışı başta birçok yerde birlikte görülüyor. İnsanlar
futbol tezahüratları, devrimci sloganlar, kimlik beyanları ve
küfürleri birlikte haykırıyorlar. Yalnızca Lenin’in ‘ayaklanma’ kavramıyla değil Bakhtin’in ‘karnaval’ kavramıyla birlikte
anlaşılabilecek bir hal. Sırrı Süreyya doğru söylüyor:
Herkes Engels okusun; halk hareketlerinde farklı vektörlerin
nasıl bir araya gelip, başka bir hat oluşturacağını öğrensin. ‘Bu-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 41
rada o bayrak açtı, diğeri şöyle slogan attı’ laflarını kafaya takmakla olmaz.
‚Bekle sönsün‛ taktiği
Dün Antakya’da bir şehit verdik ve polis şiddeti her yerde
devam etti. Ama büyük kentlerde saldırılar önceki günlere
oranla bir ‚level‛ aşağı atladı. Metropollerdeki kavganın en çetin geçeni Ankara oldu. Taksim’de taciz atışları yaptılar, Beşiktaş’ta ‚müzakere‛yle çözdüler. Dün sivil AKP’li faşistlerin terör estirdiği İzmir’de bugün tek terör estirenler siber polisler
ve onların bilinçli ya da bilinçsiz kuklalarıydı.
Bu eğilim devam ediyor gibi. Bülent Arınç ve Abdullah
Gül’ün karizmayı çizdirmemeye çalışarak yarım ağız özür dilemeleri, CNN Türk’ün bizi penguen belgesellerine hasret bırakarak direnişten canlı yayın yapması, Garanti Bankası müdürünün ‚Ben de çapulcuyum‛ açıklaması vs. hep buna işaret.
Dünün İzmir’i gibi görece ılıman bir ortamdan yazdığım
için eksik gözlemliyor olabilirim. Lakin benim şu anki vargım
şu yönde: Uyguladıkları taktik şu an Yavaş yavaş soğutma. Bir
türlü ağzını dizgine vuramadıkları RTE’yi Afrika’ya gönderdiler, şimdi kademeli olarak şiddeti azaltacaklar (hemen azaltamazlar,
yenilgi
ve
haksızlık
görüntüsü
verir).
Ve sönümlenmemizi bekleyecekler. Başbakanları döndüğünde, bildik küstah tavrıyla ‚Sokaklardan çekilin dedik, devletin gücün gördüler, çekildiler‛ diyecek.
Bu yüzden de şu hak taleplerinin vurgulanması her zamankinden çok önemli:

Gaz bombasının yasaklanması

Gösterilerin önündeki engellerin kalkması

Gözaltındaki herkesin serbest bırakılması (bu kolay)

Gezi Parkı’nın park kalması (bu da görece kolay)

Hükümet istifa.
42 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Ama daha önemlisi:

Antakya ve İstanbul’da verdiğimiz şehitlerimizin hesabının sorulması.
Tunus’ta bir şehitten bir isyan çıktı (emperyalistlerin çanakçılığı olmasaydı da öyle olurdu). Bu yüzden şehitlerimiz
bayraklaştırılmalı. Şu an hak ettikleri vurguyu almıyorlar.
Genel Grev Genel Direniş
Filistinli gerilla Leyla Halid fraksiyon.org aracılığıyla gönderdiği mesajda ‚Talepleriniz yerine gelene kadar alanı terk
etmeyin‛ diyordu. Bu noktada sendikaların eyleme zorlanması
çok önemli.
Şu durumun adını koymalıyız. Siyasi iktisadın kuralları yalnızca egemenler içinde değil ezilenler içinde de çalışıyor: Para konuşuyor!
Ses düzeni başta lojistiği sağlayanlar sarı sendikalar olduğu
için en çok onlar konuşuyor, kendi istedikleri sloganları attırıyorlar.
Örneğin dün İzmir’de kürsüyü kuran sendikalar, Genel
Grev Genel Direniş sloganını mecbur kalıp bir iki kez attı. Kitleden geldikçe de bastılar müziği. Bizim şarkılarımızı bile bize karşı kullanmak mümkün.
Bu yüzden bulunduğumuz her yerde, uzlaşmak için bir
çapkın göz kırpışa tav olabilecek bu sendika çevrelerini süreklileştirilmiş isyanımızla genel greve zorlamalıyız.
http://fraksiyon.org/bekle-sonsun-yavas-yavasa-karsi-genelgrev-genel-direnis/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 43
DİRENİŞİN TALEPLERİ VE ALABİLECEĞİ YENİ
BİÇİMLER
ÖMER F. KURHAN
6 Haziran 2013
Gezi Parkı direnişinin tetiklediği kitlesel sivil itaatsizlik eylemlerinin hangi biçimleri alabileceği hakkında atıp tutmaya
çalışmak, çoğu zaman anlamlı olmadığı gibi etik de değil. Şu
sıralar böyle bir moda var. AKP Hükümeti’ni destekleyen ya
da Başbakan’ın hoyratlığına kırgın liberal çevrelerden Beşiktaş
Çarşı eylemlerinin öne çıkardığı ‚Hükümet İstifa!‛ talebine sarılan radikal sol çevrelere, bir yığın taktik önerme havalarda
uçuşuyor. Dersler çıkarılıyor, dersler veriliyor ve bu derslerin
bir şekilde halka ulaşması ümit ediliyor.
Fakat olan bitenlerin içinden, ama aynı zamanda üzerine
konuşmak geliştirilmesi gereken başka bir zanaat; bu anlamda,
meseleye kafa yoranların dikkatli olmasında fayda var. Bu zanaat ancak katılımcı akıl ve fikir faaliyeti çoğaltılabildiği ölçüde
geliştirilebilir. Öznel ve merkezi iktidar kurgularının güdülemesinden kurtulmak ve iktidarın yayılmasını, paylaşılmasını
bir ön kabul haline getirebilmek gerekiyor.
Olgusal olarak kesin olan: CHP’nin ‚Başbakan özür dilesin!‛ şeklinde sosyal terapi amaçlı, aynı zamanda fırsatçı ve seçim yatırımına dönük önermenin milleti kesmediği. Cumhurbaşkanlığı düzeyinde yapılan AKP-CHP pazarlığının konusu
bu.
CHP’nin hükümetle yaptığı pazarlığın tam istediği sonucu
vermesi mümkün görünmüyor. Nitekim Başbakana vekâlet
eden Bülent Arınç CHP’ye istediğini tam vermedi. Basın açıklamasında, Gezi Parkı’nda yeşile duyarlı ve iyi niyetli insanların karşı karşıya kaldığı ‚orantısız şiddet‛ nedeniyle özür diledi. CHP’yi ise bu kesimin içinde saymadı. Sadece Gezi Parkı
direnişinin parlamenter kahramanlarından BDP milletvekili
44 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Sırrı Süreyya Önder’e pozitif bir gönderme yaptı. 27 Mayıs
1960 darbesi ve öncesindeki öğrenci olaylarının darbe gerekçesi
yapılmasına atıfta bulunarak, dolaylı yoldan bir kez daha
CHP’yi eleştirdi ve muhataplarının çevreciler (mümkünse yeşile duyarlı liberal seçkinler) olabileceğini ilan etti.
Şu anda AKP ve CHP, birbirlerine rakip olsalar da, sistemin
bekası adına denetim dışına çıkan kitleleri yatıştırmanın yollarını arıyor. Liberal ideoloji yardıma koşuyor. AKP kurmayları
‚İslamcı liberal‛ bir portre çizerek, liberal çevrelerle kurulan
köprüleri onarmaya koyuluyor ve onlar aracılığıyla tepkili orta
sınıf kitlelerini yatıştırmayı hedefliyor. Böylece polisle çatışmayı göze alan ayaktakımı ve gençlik gurupları kabak gibi ortada
kalacak.
Muhalefet cephesinde CHP’nin asıl rakibi BDP’nin konuya
gerçekten alaka örgütlemek gibi bir derdi var mı tartışmalı.
Türkiyelileşme ve özelde Gezi Parkı direnişi ihalesi Sırrı Süreyya Önder’in üzerine kalmış görünüyor. Bu giderek daha da
tuhaflaşan yabancılaşma hali ciddi bir sorun elbette, ama bunun ayrıca ele alınmasında fayda var. Sadece bir parantez açıp
BDP’li siyasi elitlere şu hatırlatmayı yapmakla yetinelim: Diyarbakır’da Mart 2006’da yaşanan, aralarında çocukların da olduğu 14 kişinin katledildiği kitlesel direniş eylemlerinde sorgulanan sadece Türk devleti miydi? Yoksa herkesin resmi tarihi
kendine mi?
Asıl konuya dönecek olursak: Böyle zamanlarda ilk yapılması gereken tabii ki direniş içinde meydana gelen örgütlü yapıların ne dediğine ve hatta ne diyemediğine dikkat etmek.
Mesela Taksim Platformu’nun açıklamalarına bakıldığında,
Gezi Parkı’nı merkez alan bazı taleplerle ortaya çıktığı görülüyor. AKP hükümetinin ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
halka rağmen karar alamayacağı vurgulanıyor. Taksim Platformu’nun siyasal katılımı halka yaymak adına oynadığı aracı
rol bir hayli önem kazanmış durumda.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 45
Sorun şu ki, özel olarak Gezi Parkı’nın kaderi, İstanbul’a
yayılan ve yer yer başka şehirlere sıçrayan olayların sadece bir
unsuru. Eylemlerin ana teması özetle şu: ‚Hükümet İstifa!‛ Bu
talebin ‚Hemen şimdi!‛ değil de, yaklaşan seçimlere dönük
pratik bir anlam ve önemi olduğu için, bazı somut taleplerle ortaya çıkmak gerekiyor. Bunların ne olduğu belli; arayıp bulmak için çok zeki olmak gerekmiyor.
Türk-İslam faşizmi siyasetine şu ya da bu düzeyde tepkili
her kesim hükümetin iki noktada geri adım atması gerektiğini
sezmekle kalmıyor, biliyor. Birincisi, ‚alkol düzenlemesi‛ denilen ve epeyce sorunlu olduğu kabul edilen kanunun yeniden
düzenlenmesi; ikincisi ise, inşa edilmesi kesinleşen üçüncü
köprüye konulan adın (Yavuz Sultan Selim) değiştirilmesi.
İkinci konu, özellikle Yavuz Sultan Selim’i pek de hayırla anamayan ve ağırlıklı olarak Alevi toplumunu yakından ilgilendiriyor.
Başbakan Erdoğan Fas’tan mesaj vermiş: ‚5 gün öncesine
göre bugün çok daha gevşemiş, yumuşamış durumda. Aklıselimin daha ortama hâkim olduğu kanaatindeyim. Öyle zannediyorum ki birkaç gün içinde tamamıyla bu normale dönecektir.‛ Bu mesaj şöyle de okunabilir: Bu kitle muhalefeti geçici
olmaya mahkûm. Bir hafta geçmeden duruma hâkim oluruz.
Bu arada Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nı yapma konusunda
inatlaşma devam eder mi, ‚alkol düzenleme yasası‛ bu haliyle
Cumhurbaşkanı’nın onayından geçer mi, üçüncü köprünün
ismi aynen korunur mu türünden meseleler askıda kalmayı
sürdürüyor.
Hükümetin ‚seçmen çoğunluğu‛ diktasına karşı katılımcı
siyasi araçların devreye girmesi, çeşitli siyasi çevre ve derneklerden muhalif siyasi partilere her kesimin aklını başına toplamasına bağlı. Ya CHP gibi siyasi ve sosyal tıkaç olma rolünü icra etmeye devam edecekler ya da halkın içinden, hem çeşitlilik
içeren hem de asgari müşterekler kültürüne saygılı biçimde
46 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
muhalefet etmeyi öğrenecekler. Salon toplantılarında temsil
sanatını icra edeceğim derken meydana gelen çekişmeleri sübjektif ve merkezi iktidar kurgularının emrine vermeyip, farklı
bir siyasi etik geliştirecekler. Merkezi otoriteye dönük tepki ve
eleştirilerden muaf olmadıklarını kabul edecekler.
Sivil itaatsizlik eylemlerine aktif bir şekilde katılan politik
çevreler, yaşadıkları deneyimi temel aldıkları takdirde, Başbakan’ın ima ettiğinden çok farklı bir aklıselime kavuşabilirler.
Bunun yerine hazır ideolojik ve davranış kalıplarına dönüş yaşanırsa, CHP gibi onlar da siyasal ve sosyal tıkaç olma fonksiyonunu icra etmekten kurtulamazlar.
Şu an için yapılması gereken belli: Birkaç asgari noktada ortaklaşıp hükümetin somut olarak geri adım atmasını sağlayacak katılımcı bir örgütsel altyapının kurulması; ardından, taleplerin büyük bir miting eşliğinde ilan edilmesi. Yüksek siyaset dâhil temsili siyaset ile katılımcı siyaset arasında yapıcı bir
bağ kurulması ve bunun samimi bir şekilde örgütlü çalışmaya
yedirilmesi, egemen ideolojik ve davranış kalıplarından kurtulmanın ön koşulu.
http://fraksiyon.org/direnisin-talepleri-ve-alabilecegi-yenibicimler/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 47
İZMİR‟DEN GÖRÜNEN DİRENİŞ
SERDAR UĞURLU
6 Haziran 2013
Devlet uzlaşmaz görünen saldırgan tutumlarıyla kitlenin
siyasal taleplerini en geriye kadar düşürüp isyanı bir öncesiyle
sabitlemeye çalışıyor. Bu tutumuyla açık ki ileri siyasal talepleri engellemeyi oldukça iyi başarıyor. Benzer yöntemi en son
KCK eylemlerinde görmüştük< Ardında havuç sopa politikası
olsa da, yurtsever hareket neredeyse bir yılını KCK’lilerin kim
olduklarını açıklamaya çalışmakla ve en ileri söylem olarak
anadilde savunma ile sınırlı tutmayı başardılar. Benzer talepsizlik gezi parkında da okundu< En belirgini ve başlangıcı
ifade edeni ‚Gezi Parkı’nın parkkalması‛ idi.. Kendi olağanında olan bir akış devlet tarafından uzlaşmaz bir tavırla karşılandı her zamanki gibi. Ardından gelişen ve tüm Türkiye’ye yayılan olaylar ilginç bir nitel sıçramayı yarattı. Yalnız bu olayların
ne kadarının kontrol dışı olduğuna dair kişisel olarak şüphelerim de yok değil. Özellikle daha ilk birkaç günde ABD medyasının ve devletinin Türkiye kamuoyuna yaptığı olumlu telkinler, Fethullah hareketinin Tayyip ile olan kimi gerilimlerinin bu
ayaklanma ile kulak çekme izlenimi yaratması, Kürt hareketinin Ortadoğu düzleminde yapmaya çalıştığı hamlenin muhatabı ve yürütücüsü olan Erdoğan hükümetinin ulusalcılar tarafından çiğnenmesinin de önüne geçmeye çalışmak için olduğunu düşündüğüm geride durma tavrı şüphelerimi derinleştirmekte<
Bu şüpheye, T.C. devletinin (bu yanlışlı tamlamayı unuttuk
nice zamandır) Ortadoğu’da politikaya yön verme laboratuvarı
olarak kullanılan ülkelerden başlıcası olduğunu düşündüğümüzde; eski hantal ve bürokratik yapının yeni Ortadoğu kapitalist yapılaşmasında bir enkazla yola devam edilemeyeceğini
göstermesi, bu enkazın en derinden dönüştürülme ihtiyacını
48 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
son on yıldır açığa çıkarmasıdır. Türkiye devrimci hareketiyle
19 Aralık 2000 zindan katliamıyla hesaplaşan devlet geri kalan
küçük burjuva hareketleri kendine yedeklemeyi önemli ölçüde
başarmış ve sistem içine çekmekte önemli yol almıştı< Ancak
2000 dolaylarında tüm dünya da ekonomik ve siyasal yıkımlar
domino etkisiyle her yere yayılmaya başladığında gerçeklerin
devrimci gücü başka bir politizasyonun önünü açmış ve ülkemizde ‚başka türlü bir şey benim istediğim‛ söylemiyle 2000
sonrası devrimci kuşağın etnik ve cinsel kimlik, ekoloji, kadın
mücadelesi, sanatsal ifade tarzları arayışının içinde kaybolmuş
gibi duruyordu< Oysa bu alanlar hem olumlu hem de olumsuz özellikleri içinde barındırıyor, genel söylemin içinde yok
sayılanların da kendine ait sözleri olduğunu hatırlatıyordu.
Olumsuz olan yanı ise bu hareketlerin genellikle küçük burjuva kültürden beslenerek yoksul sınıfların gündelik yaşam mücadelesinden uzak durmaya çalışması ile şekilleniyor olmasıydı< Tabi ki bu argümanlar iki bakış açısı içinde derinleştirilmeye ve eleştirilmeye açıktır. Sonuçta herkes önce kendi yükünü sırtlanıyor. Geçelim<
Yukarıdaki satırda en sonda birikenlerin oluşturduğu gruplar en sonki ayaklanmayı tutuşturan Taksim Gezi Parkı aktivistlerinin genel yapısını oluşturuyordu. Oysa genel kitle açısından hiç beklenmeyen bir şey oldu ve devletin Taksim Gezi
Parkı’na saldırması aktivistleri önce eylemciye hemen ardından tüm Türkiye’yi farklı renkleriyle isyancıya ve direnişçiye
dönüştürdü. İşin hoş yanı kitleler kendileriyle eğlenmeyi de
başarıyordu. Kitleler çapulcu olmayı bile sevdiler< Devletin
neredeyse 50 yıldır devrimcileri, solcuları öcü gibi gösterme sıfatları çok geç de olsa kitleler tarafından sahiplenildi ve be
nimsendi. Ellerinde Türk bayrakları ve onuncu yıl marşının
ardından binlerce kişi ‚isyan devrim anarşi‛ sloganı atıyordu.
Çok açıkça anlıyoruz, kendi arayan ve ifade etmeye çalışan ve
öncesinin kalıplarına dar gelen bir kitle bu< Bizim bulunduğumuz merkezi alanlarda bu kitleyi küçük burjuvazi oluşturu-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 49
yordu. Ancak mekânsal ayrışmalar yaşandıkça kitlenin yapısı
da hızlı bir dönüşüme uğruyordu. İzmir’de genel itibariyle Alsancak, Basmane, Çankaya üçgeninde oluşan hareketlilik de
son iki bölge daha militan unsurların biriktiği alandı. Devleti
ve polisi en çok zorlayan ve huzursuz eden bölge burasıydı.
AKP ilçe binası temsilinde, kitlenin somut hedefle karşı karşıya
olduğu bu bölge çatışmanın da ruhunu oluşturuyordu. Doğru
ya da yanlış pasifist küçük burjuva kitle ise Alsancak dolaylarında bulunuyor daha lümpenleri ise ellerinde içki şişeleri ile
masa başı ülke kurtarma muhabbetlerinin sokakta canlanmasının şaşkınlığını yaşıyorlardı. Devrimcilerin ve demokratik kitle
örgütlerinin bulunmadığı her alanın ulusalcılar ve olağan Kemalistlik haricinde bir siyasal kimliği bünyesinde kabul etmeyen bir kitle tarafından yönlendirilmeye çalışılması ise vaka-i
adliyeden idi< Bu kitlenin içinde barınan en geri siyasal söylem sahibi topluluklar, mahalleden ülkücü Kemalist gençler ve
stadyum Kemalistleri idi< ‚Mustafa Kemal’in askeri‛ olmak
haricinde atabilecekleri sloganlar ‚o.ç tayyip‛ ve ‚Y<.ramı ye
tayyip‛ gibi melodik cinsiyetçi küfürlerdi< Bir de günde 5 vakit istiklal marşı ve nazari miktarda onuncu yıl marşı< Burası
da açık ki bu kitlenin hiçbir alternatif siyasal projesi ve tahayyülü yoktur. Sınırları AKP öncesidir<
Son olarak, bunlar kadar küçük olan diğer bir burjuva küçüğü kitlesi ise entel ve azılı devrimci masabaşı çokbilircileri
idi< Kürt hareketine ya da devrimci harekete baş sallamanın
haricinde destek vermeyen bu kitle, Kemalistlerle aynı alanda
bulunmanın kendi prensiplerine aykırı olduğunu iddia ediyorlardı< Bu paşalar kendilerine isyan seçiyorlardı, bi’dahakine
onlar da katılacak inşallah< Kedi canınızı sizi<
http://fraksiyon.org/izmirden-gorunen-direnis/
50 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
GEZİ PARKI‟NIN ÇAĞIRDIĞI DEVRİM HAYALETİ
ÜZERİNE
RAMAZAN KAYA
7 Haziran 2013
“Her radikal politikanın görevi sarhoşluğun gücünü devrime kazanmak olmalıdır”
[Walter Benjamin]
Her isyan, her devrim elbette ‚zamansız‛dır ve öngörülemez bir toplumsal patlamadır. Hatta bu müşkül zamanlarda
devrim fikrinden daha ‚zamansız‛ ne olabilir ki? Üstelik ‚zamansız‛ olanın zamanı asla gelmez. Devrim, tarihsel durumdan ayrılmış, damıtılmış bir olaydır her zaman. O, tarihin dar
kapısından teklifsiz bir şekilde özgürlüğün ve arzunun geniş
bahçesine mesiyanik bir giriştir. Devrimlerin başarısız olması,
yapısal bir kaçınılmazlık olsa da insanların devrimci olmasını
engellemez. Devrimler yenilgiye uğradığında bile verili durum
değişir, problemler dönüşüme uğrar. Gilles Deleuze’nin dediği
gibi: ‚Devrimlerin neye döndüğü ile halkların devrimci oluşlarını sürekli birbirine karıştırırlar. Bunlar iki farklı insan kümesiyle ilişkilidir. İnsanın tek umudu devrimci bir oluşta yatar:
katlanılamaz olana karşılık vermesinin tek yolunda. Devrim
oluştur ve oluş tarihe indirgenemez; tarih açısından bakarsak
hep zamansızdır‛.1
Sanırım kabul edilmesi ve tarihten çıkarılması gereken temel ders; siyasetin her zaman bir risk siyaseti olduğu, her siyasal müdahalenin kötü sonuçlar verebileceğidir. Böyle paradoksal bir boyutu olmasaydı, siyaset salt bir tekniğe, ‚iyi toplum‛
yapmak kılavuzuna dönüşürdü. Özgürlüğün yine garantisi
özgürlüktür. Özgürlük, sonsuz ile bağını koruduğu müddetçe
özgürlük olarak kalır. İsyanı, görece örgütsüz, bireysel veya
1
Bülent Diken- İsyan, Devrim, Eleştiri – Metis Yayınları, s.89
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 51
kolektif başkaldırı olarak tanımlamak mümkündür. Bu anlamıyla isyanın uzun bir modern-öncesi tarihi vardır; dahası, bu
anlamda isyan modernlik dünyada da varlığını sürdürür. Ancak devrim, kapitalist gelişme ve kapitalizm analizi ile yakından alakalı olan modernliğin ürünü bir kavramıdır. Dolayısıyla
devrim vaadi modern bir vaattir; zulüm ve adaletsizlik gibi
kadim sorunlara verilen modern bir yanıttır. Nasıl ki devrimsiz
isyan aciz bir eylemse, isyansız devrim de her an reel politik tarafından sömürgeleştirilebilir. Devrim, zamanın donduğu,
tarihin kesintiye uğradığı bir olaydır. Walter Benjamin, tarihi;
sahte olaylar yığını, kronolojik ve ‚boş‛ zamanın felaketlere
doğru ilerlediği belli belirsiz bir akış olarak resmeder. Hareketlilik ve ilerleme olarak anlaşılan modernizm, onun için hareketli bir cehennemdir, ideali salt tekrar, aynı olay-olmayanların
ayrım üretmeyen bengi dönüşüdür. Benjamin için devrim, tarihin ‚acil durum frenini‛ çekip bu belirsiz akışa bir dur demek, tarihselci konformizmden kurtulmaktır. Devrim, kronolojik zamana karşı kairolojik zamandır. Salt tekrarı, kronolojik
zaman akışını bozarak zamanı değiştiren ‚müsait andır‛. Alain
Badio, varlık ile olay arasındaki temel çatışmaya, olayın tarihe
indirgenemezliğine odaklanır. Olay her zaman tarihsel bağlamına, durumuna göre bir fazlalık olarak ortaya çıkar. Olay her
zaman yapının yarılması şeklinde meydana gelir, ‚birin ikiye
bölündüğü‛ bir süreç olarak varlığını gösterir. Olay, var olan
durumun kurallardan kurtulması, kendini bu kurallardan
muaf tutması bakımından istisnaidir. Bu bağlamda her devrim,
tarihsel bir sıçrama veya radikal bir ‚olay‛dır. Dışlananları isyana iten şey, ne onları ezen sosyo-ekonomik mekanizmaları
bilmeleri, ne de dışlandıklarının bilincine varmalarıdır. Onları
harekete geçiren şey, erişimlerinin yasaklandığı daha iyi bir
dünya ve hâkim sınıfların dünyası ile günbegün karşılaşmalarıdır. Jacques Rancière’in hatırlattığı gibi, eşitsizlik daima var
olduğuna göre, her zaman bir isyan sebebi de vardır. O halde
eşitlik siyasetin nihayetinde ulaşmak istediği bir amaçtan ziya-
52 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
de‛ bir çıkış noktası‛, her koşulda bulunulabilecek bir varsayımdır. Rancière için, eşitlik, verili bir bölüşüm sisteminde erişilecek ölçülebilir bir hedef değil, radikal eleştiriye imkân veren
koşuldur, her şartta savunulması gereken bir ilkedir.
Devrim ve isyan geleneği son derece zayıf olan bu ülkede,
Gezi Parkı ‚olayı‛yla başlayan devrimci durum, Türkiye’nin
itaat tarihinde geri döndürülemez bir andır ve devrimci bir kırılmadır. 600 yıl boyunca padişah her hapşırdığında ‚padişahım çok yaşa‛ diyen bir tarihsel geleneğin ve ceberut devlet
kültürünün oluşturduğu bütün otoriter kodların toplumun
şahsında çözülmesidir. Günlerdir devam eden ve Türkiye’nin
birçok kentine sıçrayan bu isyan ateşi aynı zamanda bir o kadar da ‚zamansız‛ bir isyandır. Kürtlerin devletle çözüm müzakerelerine başladığı, Kürt hareketinin dağ kadrolarını geri
çektiği, ‚barış‛ koşullarının ve barış umudunun güçlendiği,
Kürdistan’daki politik mobilizasyonun zayıfladığı bir zaman
dilimine denk geldi. Kürt hareketinin yıllarca haklı mücadelesini ‚Türkiyelileştirme‛ çabası sonuçsuz kaldı ancak gelinen
aşamada Türkiye kentlerinin Kürdistanlaştığını söylemek
mümkün. AKP iktidarının pekiştirdiği polis devletinin şiddet
zincirlerinden boşaldığı, insanların zorla gözaltına alındığı ve
onlarca kişinin canını kaybettiği bu isyan, Türkiye’nin belli
oranda Kürdistanlaştığının fotoğrafıdır. Kürt hareketinin direniş ilhamını geç kalan, Kürt hareketinin yarattığı devrimci anları ve fırsatları yitirmiş bir toplumun gecikmiş uyanışıdır.
Kürtlerin bu gecikmiş isyan haline haklı olarak sitem ettiğini,
öfke duyduğunu söyleyebiliriz. Bu ülkedeki politik kudreti sınırlı devrimci öznelerin Kürt halkıyla olan dayanışmasını, mücadele ortaklığını ve direniş tarihini bilen biri olarak yine de
Türkiye halklarının bu gecikmiş isyanı karşısında sitemden ziyade çok hayıflandığımı söylemek isterim. Kürdistan’da otuz
yıl boyunca süren ‚kirli savaş‛, meydana gelen serhildanlar, silahlı direniş, kitlesel oturmalar, sivil cumalar ve açlık grevleri
yine de isyan ateşinin Türkiye topraklarına taşınmasını sağla-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 53
yamadı. Bugünkü isyan, dediğim zamanlara ve anlara denk
getirilebilseydi belki de bugün Kürt halkı devletle barış müzakerelerine oturmak yerine Türkiye’nin devrimci özneleriyle
devrim sonrasını konuşuyor olacaktı ve Türkiye’nin devrimci
özneleri, Kemalistlerle, ulusalcılarla, şoven solcularla meydanlarda yana yana gelmek zorunda kalmayacaktı. Yine de AKP
iktidarının dışladığı, kısıtladığı, baskıladığı ve ötekileştirdiği
bütün toplumsal katmanların sokağa dökülmüş olması gelecek
adına umudumuzu diri tutması gereken bir gelişmedir. Radikal solun örgütlü gücünün yetersiz olduğu gerçeğinden hareketle, belli ulusalcı ve Kemalist güçlerin hareketi birçok kentte
kontrol ettiğini, militarist sloganlarla, Türk bayraklarıyla hareketin toplumsal enerjisini salt AKP karşıtlığına ve iktidar rüyalarına tercüme etmeye çalıştığı hepimizin malumudur. Ancak
Kemalistlerin ve liberal orta sınıfların kendi yaşam alanlarının
kısıtlanmasına, muhafazakârlaştırılmaya karşı bir hak olarak
başkaldırmasına burun kıvırma hakkına sahip değildir. Bu isyan atmosferinde biz devrimcilere, anarşitlere düşen görev;
otonom alanlar inşa etmek, yeni politik ilişkiler geliştirmek ve
belli bölgelerin ve mekânların kontrolünü ele geçirerek direnişin coşkusunu doyasıya yaşamaktır.
Ortalık, isyanın muhasebesine kafa yoran rasyonel ideologlardan, strateji ve taktik mekteplerinden gelen ‚uzman devrimciler‛den geçilmiyor. İktisat ve iktidar hesaplarının kurulu sofrasına oturmuş bu sefil beyinler, bizim yerimize ne kazandığımızı ve ne kaybettiğimizi hesaplamaya çalışıyorlar. Bu zatların
politik lügatında, bir isyanın bireyde yarattığı dönüşümlerin,
ateşlenen hayal gücünün, mizahın, sanatın, ortaya çıkan dayanışma ilişkilerinin ve komünal değerlerin bir karşılığı yoktur.
Bütün bildikleri, iktidarı ele geçirmeye ne kadar yakınlaştığımızı ölçmektir. Oysa devrim, her şeyden önce itaat ve korku
duvarının aşılmasıdır. Afganistanlı militan feminist Malalaı Joya’nın tabiriyle ‚bir daha asla korkunun gölgesi altında fısılda-
54 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
yarak konuşmayacağım‛ demektir. Sanırım Türkiye halkları
bu eşiği şimdilik atladı.
http://fraksiyon.org/23808/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 55
YÜZDE ELLİNİN DEĞİL BİR AVUÇ
SÖMÜRÜCÜNÜN PARTİSİ
EREN BUĞLALILAR
8 Haziran 2013
Kalabalıklar Başbakan’ı havaalanında karşılıyor. Kısa mesajlarla harekete geçirilmiş, otobüslerle taşınmış bir insan grubu. İktidar partisi bu kişileri oraya getirmek için bütün maddi
olanaklarını seferber etmişse de, bu haksız bir dava ve haksızlığı kitlenin sloganlarına, başbakanın kelimelerine kadar sinmiş, sırıtıyor.
Son günlerin isyancı öfkesiyle olsa gerek, AKP’li kitleler
konusunda hor görücü tavırlar, küçük düşürücü sözler çok
duyulur oldu.Öfkenin hedefi zaman zaman iktidar partisi ve
onun temsil ettiği sömürücü azınlık olmaktan çıktı, partinin
birkaç hak kırıntısıyla kandırdığı, devrimci çevrelerden yalıttığı yoksul kitleler oldu.
Direnişi destekleyen kimi insanlar, AKP’nin ‚biz yüzde elli
oy aldık‛ sözlerini olduğu gibi kabul etti ve geri kalan yüzde elliye sarıldı. Oysa iktidar partisinin politikaları ve bütün kurumlarıyla devlet, ne yüzde ellisi, yalnızca yüzde birin çıkarlarına
hizmet ediyor.
Gezi Parkı’ndaki eylemlerin hızı arttıkça, ABD’deki Wall
Street işgali (Occupy Wall Street) eylemlerine daha fazla referans yapılır oldu. O eylemlerin sloganı ‘yüzde doksan dokuzdu’ ve önemli bir gerçeğe işaret ediyordu: Şu anda ABD’de iktidarda olan demokrat parti yüzde kaç oy alırsa alsın, bu göstermelik demokrasi rejimi, bir avuç tekelin çıkarları için örgütlenmiştir. Onların karşısında ise ezici çoğunluk olan ABD halkı
vardı.
Şimdi bizi yüzde elliye sıkıştırmak ve halkın bir kesimini,
diğer kesimine düşman etmek istiyorlar.
56 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Hayır. AKP’nin kitle tabanı da bizimdir. Bu insanları yanlış düşüncelerinden kurtaramadığımız, onlara gitmediğimiz,
çekip almakta ısrarlı davranmadığımız için sorumluluk bizdedir.
Çok iyi biliyoruz ki, Türkiye’nin her şehrinde direnenlerle AKP’yi destekleyen yoksul halk arasındaki benzerlikler,
farklılıklardan bin kat daha fazladır.
Aynı yerden alışveriş yapar, aynı ekmeği yer, aynı suyu içeriz.
Aynı otobüse biner, aynı okullara gideriz. Korumalarımız
yoktur.
Hiçbirimizin gemiciği yok; hepimiz mezuniyetten sonra işsizlik korkusunu, iş bulsak bile, güvencesizliğin ve artan yaşam
masraflarının endişesini ensemizde hissediyoruz. İhale medyasının ortağı değiliz, bir bankamız yok.
Bu nedenle AKP’nin kitlesi olarak nitelendirilebilecek yoksulları, emekçileri, küçük-burjuva kesimi sadece kimi düşünceleri, farklı yaşam tarzları ve dini inançları yüzünden kendimize yabancılaştırmaktan kaçınmak gerekir.
Böyle yapmak Türkiye’deki demokrasi mücadelesine destek değil, köstek olmaktır. Küçük dünyalar, küçük hedefler ve
küçük ayrıcalıklarla yetinmeyeceğiz. Yalnızca bize benzeyenlerle değil, bizim gibi olmayanlarla da birlikte hareket etmesini
öğreneceğiz. Biz herkesin özgür düşünceye erişme ve bunu
ifade hakkını, eşit ve adaletli bir toplumda yaşama hakkını savunuyoruz.
Bu nedenle kendimizden ve yakın çevremizden başlayarak,
halk sınıfları içerisindeki bütün ayrımcı söz ve uygulamalardan
kendimizi arıtmalıyız. Etkin müdahale edin, çevrenizde, sosyal medyada bu yöndeki ayrımcı paylaşımları sakince uyarın,
nedenlerini mantıklı bir şekilde açıklayın, mücadeleyi büyüttüklerini değil, ona balta vurduklarını söyleyin.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 57
İktidar partisinin dayandığı yoksul halk kitleleri ile, partinin gerçekten hizmet ettiği bir avuç tekelci arasında derin
uçurumlar vardır. Bu iki farklı sınıfın banka hesaplarından
başlayarak, inançları ve yaşamları arasındaki farklılıkların altını çizmeliyiz. Hangi partiye oy veriyor olurlarsa olsunlar, halk
kitleleri arasındaki benzerlikler vurgulanmalı.
Taksim’de ya da başka bir yerde direnenlerin çok akıllı, zeki
ve eğitimli çocuklar olduğu söyleniyor.AKP kitlesinin ise kültürsüzlüğü, ağzı bozukluğu, beceriksizliği ima edilerek, bunun üzerinden bir kültürel üstünlük, karşıtlık yaratılmaya
çalışılıyor. Direnişin gelişmesinde rol oynayan bazı kesimlerde
gözlenen ayrımcı yaşam tarzı ve dindarlık eleştirileri, protestolarda belli bir ağırlığı olan Kemalizmin etkisidir. Bu anlayış sınıfsal çelişkileri yok sayan ve Batıyla Doğu, laikle dindar, ahlaklıyla ayyaş gibi soyut çelişkilerde enerji tüketen küçükburjuva İslamcılığın ikizidir.
Hor görülen kitlelerin bu hali, onlara iktidar partisinin layık
gördüğü yaşantıyla ilgilidir. On yıllardır giderek daha da ağırlaşan bir baskı, yalan ve yoksulluk ağı içerisinde yetiştirilmiştir bu insanlar. Bütün bu süreç boyunca da devrimci düşüncelerin kendilerine ulaşması engellenmiştir. Bunun sorumluluğunu en ağır şekilde duyacağımız yerde, o insanları nasıl
kucaklayacağımızı kara kara düşüneceğimiz yerde, onları kendi kimliklerine hapsetmek, aramızdaki ayrılığı daha da güçlendiren simgelere, görüntülere, metinlere odaklanmak bizim
taktiğimiz olamaz.
İktidarı bütün dayanaklarından, nasıl düşünürse düşünsün
nasıl yaşarsa yaşasın bütün tabanından yalıtmak, onu asıl hizmet ettiği Şahenklerle, Koçlarla, Sabancılarla, Ağaoğluyla ve
Çalıklarla yalnız bırakmak.
İşte bu devrimci taktiktir.
http://fraksiyon.org/yuzde-ellinin-degil-bir-avucsomurucunun-partisi/
58 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
BU İSYANIN EN BÜYÜK GÜCÜ VE EN BÜYÜK
GÜÇSÜZLÜĞÜ: ÖRGÜTSÜZLÜK
BARIŞ YILDIRIM
Başka türlü bir şey bizim isyanımız. Ne New York’a benziyor ne
Mısır’a, Tunus’a.
RedHack, Halka Sesleniş’inde Occupy hareketinin ilk örneğinin Tekel Eylemleri olduğunu söylüyordu. Görünen o ki,
bu hareketin en özgün kalkışması yine bu topraklarda gerçekleşiyor.
Modern zamanlar ne coğrafi ne sosyal olarak
dar kapsayıcı bir eylem dalgası görmedi.
bu
ka-
Bütün bir ülke ayakta: Resmi rakamlara göre, 77 ilde 1
milyonun üstünde insanın katıldığı 603eylem yapıldı2 ve bu
rakamlara dün ve bugünkü devasa Taksim buluşmaları, sokak
sokak Kızılay çatışmaları dahil değil. Şehitlerimiz var, binlerce
insan gözaltına alındı, yaralandı, sakat kaldı.
Bütün bir halk ayakta: Eylemlere katılan kesimlerin tüketici bir listesini yapmak mümkün değil, ama bu ülkede, sınıfsal
ve siyasal kesimlerin bu genişlikte katıldığı eylem dalgalarını
saymak için ikinci elimizin parmaklarına ihtiyaç duymayacağımız kesin.
Eylemin ilk günlerinde ‚Gezi Parkı sivil faşist güruhu içine
almamak için direnmelidir! İttifakın da bir sınırı var,‛ demiştim,
ama ittifak sınır tanımıyor. Faşizme karşı memnuniyetsizlik öyle büyük ki kimse dışarıda kalmak istemiyor. Yine de kolayca
şovenist ve devrimci düşmanı tavırlara kanalize edilebilecek
‚bir kısım unsurlar‛ı müttefik değil katılımcı saymak gerekir.
Her geçen gün bir gerçeği yüzümüze daha çok vuruyor: Bu
isyanın en büyük gücü ve en büyük güçsüzlüğü; örgütsüzlüğü.
2
Kaynak: Yürüyüş Dergisi.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 59
On yıllardır örgüt öcüsüyle ninnilenmiş bir ülkede ve dünyada, biliyoruz ki, bu isyanda örgütlenmelerin güçlü damgası
olsaydı ne coğrafi ne sosyal olarak bu kapsama erişemezdi.
Ve yine biliyoruz ki, aslında örgütsüz hareket diye bir şey
yoktur ve bir hareket örgütsüz gibi görünüyorsa büyük ihtimalle olası en anti-demokratik şekilde yönetiliyordur.
Bütün ülke ayaktayız. Yüz binlercemizin ciğerleri gaz dolu,
üstü başı ıslak, bazılarımız uzuvlarını yitirdi bazılarımız ömrünü. Her gün her gece yenileri ekleniyor bu gaziler ve şehitler listesine.
Sokaklara istediğimiz esprili yazıyı yazma, istediğimiz yaratıcı sloganı haykırmakta özgürüz özgür olmasına,
ama mesela, bütün bu bedeli ödeyen yüz binler adına bu zulmü gerçekleştirenlerlegörüşmeleri yapan kim?

Kim seçti bunları?

Öne sürdükleri talepleri kim belirledi?

Hangisinde ısrar edeceklerini, hangisinde geri adım
atacaklarını kim saptıyor?

Hangi meydanda ne zaman eylem yapacağımız neye
göre belirleniyor?
Tuhaf değil mi? Dünyanın en demokratik sokak hareketi
dünyanın en anti-demokratik yönetim biçimiyle yönetiliyor.
Bu kararların doğruluğu yanlışlığı, yerindeliği yerindesizliği, bu yürütücü grubun samimiyeti üzerine hiçbir şey söylemiyorum. Ama kesin olan bir şey var, koro halinde örgütsüzlüğüne, kendiliğindenliğine, yataylığına kasideler düzülen bu eylem aslında bir elektrik direği kadardikey. Şarkıda türküde
sloganda siber-eylemde yaratıcılığı tavan yapan direniş, sıra
kendi yönetme ve örgütlenme biçimlerini yaratmaya geldiğin-
60 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
de dili tutulduğu için son derece küçük bir kliktarafından yönetiliyor.
Çubuğun bir ucunda mutlak iktidar varsa öbür ucunda mutlak kendiliğindenlik var. Yine direniş kendi yönetim
ve yürütme organlarını, örgütlerini yaratamadığı için, özellikle
de ağır polis terörü altında, nerede hangi eylemin yapılacağına
kitlenin o anki ruh hali karar veriyor.
Elbette alanlarda örgütlü gruplar var ve bunlar gerek Taksim Dayanışması gibi yapılara gerek eylemin akışına müdahale
ve tesir etmeye çalışıyorlar: Örgütlenme yerine lobicilik! Bu
mudur?
Bu direniş kendi örgütlenmelerini kurmak, kendi yönetim,
yürütme, karar alma mekanizmalarını oluşturmak zorundadır.
Paris Komünü’nden ‚konsey, meclis‛ anlamına gelen Sovyetler’e Filistin Halk Komiteleri’nden Venezuela Bolivarcı Komiteler’ine kadar dünya isyan ve devrimleri,
kendi ‚Katılımcı Demokrasi‛ organlarını, kendi karar alma mekanizmalarını oluşturmuşlardır.
Örgütsüzlük örgütün yokluğu değil gizlenmesi demektir.
Kendini düşmandan değil dosttan gizleyen bir örgütse demokratikliğiyle, katılımcılığıyla övünen bir hareketin en son isteyeceği şeydir.
Eylemin başında dile getirdiğim önerimi tekrarlıyorum: Direniş ve Halk Komiteleri’ni kurmanın tam zamanıdır.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 61
NEGRİ TÜRKİYE‟DE YAŞASAYDI, BEŞİKTAŞLI
OLURDU
HALİL İBRAHİM GÜREL
10 Haziran 2013
Futbolun afyon olduğu, lümpen bir alan olduğu, aslında insanların uyku tulumu haline getirilmiş stadyumlarda uyutulduğu tartışmaları, ‚Gezi Parkı Direnişi‛ ve taraftar gruplarının
direnişteki konumu ile ayyuka çıktı. Yaşam alanlarının giderek
ticarileşmesi, futbolun piyasalaştırılması süreciyle de başa baş
gidiyor. Bu anlamda futbolun piyasalaşmasının ikinci boyutundan, taraftarlığın dönüşümüne bakmak, giderek muhalifleşen taraftar gruplarını anlamak açısından yardımcı olabilir.
Oyunun öznelerinin nasıl nesneleştirildiği, piyasada birer
tüketici, stadyumlarda birer izleyici konumuna nasıl sürüklendiğini görmek için lisanslı ürünlere bakalım. Artık taraftarlık
öyle bir hale geldi ki; anlamını lisanslı ürün satın almakta buldu. Lisanslı ürün almayan taraftar, taraftar sayılmaz. Korsan
ürün bir kulübe ihanet göstergesidir. Ürünün üretimi aynı fabrikaya dayansa da, biri lisanslı, diğeri lisanssız olarak tanımlanarak, değeri buna göre belirlenir. Futbol takımlarının arması,
anlamını nerede bulur? Taraftarları olmasa o armanın anlamıyla kendini özdeşleştiren, o arma için kilometrelerce yol giden
insanlar olur muydu? Ya da armanın taşındığı yerler futbol sahası dışına çıkabilir miydi? Bu ortak değerin tekdüzeleştirilmesi, bir şekilde ürünleştirilmesi ve nitel değerinin belirlenmesi
taraftarlıkla özdeştir. Ancak kulüp yöneticileri, taraftarlardan
bağımsız bir biçimde o armanın nerede dikeleceğine, nerede ve
ne fiyatla satılacağına karar verir. Şimdi, armayı kamusal ortak
alanlarla, kulübü devletle, yöneticileri ise hükümetle değiştirirsek, Gezi Parkı ile taraftarlar arasındaki gizemli ilişkiyi anlamlandırabiliriz. Beşiktaş taraftarlığının öznel hali, Beşiktaş’ı diğer
‚büyüklerden‛ ayıran özelliklerden de anlaşılabilir. Semt kül-
62 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
türü, 80’li yılların, 12 Eylül şiddetinde kurulmuş olması, üçüncü büyüklük ve mütevazilik<
Geçtiğimiz günlerde yayılan bir haber, Üniversiteler ile
stadyumlarda denetim ve güç hakkının özel güvenlikten polise
devredilmesi düşüncesi, Gezi Parkı direnişinde futbol taraftarlarının rolü ile perçinlenmiş olmalı. Tribünlerin taşıdığı politik
yaratıcılık alanı, müdahaleleri gazlar ve tazyikli sulara bırakırken, bir korkunun da giderek büyümesine neden oluyor. Uyutacak denilen futbol, meydanlarda, sokaklarda çalar saat işlevi
görüyor. Gündeme gelen denetim değişikliği, Gezi Parkı direnişindeki öznelere bakıldığında, ideolojik ve politik olarak nerelere dayandığını özetler nitelikte. ‚Toplumların afyonu‛ futbol ile, ‚ilim-irfan yuvası‛ üniversitelerin birlikte anılması Gezi
Parkı direnişinde öne çıkan taraftar gruplarını da gördükten
sonra kimseyi şaşırtmıyor.
İtalyan düşünür Antonio Negri, futbol ile, daha doğrusu
futbol kulübü olan Milan ile olan bağını 1998 yılında, Rebibbia
Cezaevinde, 1 Mayıs’ta kaleme aldığı ‚Milan, Kesinlikle‛ yazısıyla anlatıyor. Bu yazıda, futbolun içine düştüğü değer bunalımına ve dönüşümüne değiniyor, bu yıkımdan Milan’ın da etkilendiğini söylüyor;
‚Eskiden, insanlar hangi takımın taraftarı olacağını seçerken (ya
da aileden devralırken) insanlar neye göre karar alacaklarını bilirdi.
AC Milan, Torino ve Roma kent proletaryasının ‚kızıl‛ takımlarıydılar. Öte taraftan Inter, Juventus ve Lazio patronların takımıydı. 70’li
yıllarda Milan taraftar grubu ‚Kızıl-Kara Tugayların‛ kurucuları
arasındaydım. Oğlum ile iki kızımı, birinin erkek arkadaşı Inter’i tutuyor olmasına rağmen Milan geleneğiyle yetiştirdim. Artık bunların
hiçbir anlamı kalmadı. Milan’ı Berlusconi satın aldı ve artık Van Basten’in, Gullitt’in veya Rijkaard’ın Sovyetik profillerini taşıyan tshirtlerini vermiyor‛ (Negri 2010: 164)
Böylesine eylemci bir düşünürün, bir futbol taraftar grubu
kurucusu olması, 90’lı yıllardaki Türkiyeli düşünürlere ve poli-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 63
tik olarak kendilerini solda konumlandıranlara ‚komik‛ gelebilirdi. Türkiye’deki solun, muhalefetin, entelektüellerin v.d. futbola ya da futbol taraftarlığına ilgisi yakın bir zamana tekabül
eder.3 Negri’nin sınıfsal konumlar ile takımlar eşleştirmesini
Türkiye’ye uygulamaya çalışsak, Adanademirspor’un dışında
ilk olarak akla Beşiktaş’ın ‚Halkın Takımı‛ olarak bilinmesi gelecektir.
Diğer taraftan, Türkiye’de futbol tribünlerinde toplumsal
olaylara dair göndermeler yapan4, 1 Mayıs’larda,5 çeşitli protesto eylemlerinde ön saflarda yer alan yine Beşiktaş taraftarları6
olmuştur. Elbette bu görünümler pür-ü pak bir alandan, bir
muhaliflik olanağından ya da bir ‚proleterya takımı‛ndan bahsedilmeye imkan vermez. Ancak Türkiye’de Beşiktaş’ın yazgısı
hep ‚şerefli ikinciliklere‛, üçüncü büyük olmaya, mütevaziliğe
ve kısmi olarak da iki büyük karşısında muhalif olmaya dayanmıştır. Beşiktaş taraftarı diğer ‚iki büyük‛ takım taraftarları
gibi makul bir taraftar olamamıştır. Futbol tribünlerinde tehlike
arz edenlerin meydanlara, direnişlere katıldığında nasıl bir etki
yaratacağını Gezi Parkı direnişi süreci gösterdi. Giderek stadyumlarda izleyiciliğe sıkıştırılmak istenen, seyirciliğe dönüştürülmek istenen taraftarlık, kendini meydanlarda ifade etmeye
başladığında, o müdahale etme çabasının, gösteriye kapılmama çabasının nelere kadir olduğunu anlattı. Bir araya gelmesi
imkânsız olan takım taraftarları ortak bir amaçla
di. Gezi Parkı ile stadyumların ve taraftarlığın dönüşümü araBu görünümden ayrılan bildiğim tek örnek Tanıl hocadır. Kendisi
yazarlık ve akademi süreçlerinden önce de futbol tribünlerindedir.
3
‚Madımak‛, ‚Yunus Parkları Kapatılsın‛, ‚Hüseyin
Üzmez Tutuklansın‛, ‚Çarşı Faşizme Karşı, No RacismIrkçılığa Son‛, ‚Nükleersiz Türkiye‛, ‚Çocuk Pornosuna
Hayır‛, ‚Emek Sinemasına Dokunmayın‛
4
5
http://www.burasikapali.com/2012/1-mayis-ve-carsi/ 29.04.2013
6
http://twicsy.com/i/doumyd 29.04.2013
64 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
sındaki benzerlik, piyasanın belirleyiciliğine karşı yaratıcılık
olanaklarını, alternatif olanaklarını da gösterdi.
Yıllardır tribünden toplumsal meselelere müdahale etmeye
çalışan Çarşı, Beşiktaş çevresindeki direnişin lokomotifi oldu.
Tüm bu noktaları bir araya getirdiğimizde yazının başlığı anlam buluyor;Negri, Türkiye’de yaşasaydı, Beşiktaş’lı olurdu.
Fraksiyon
Notu:
www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=lfuY
03bHZSY
KAYNAKÇA
Negri, A. (2010) Milan, Kesinlikle! (çev: Ulus Baker) Cogito,
Sayı:63, İstanbul: Yapı Kredi.
http://fraksiyon.org/negri-turkiyede-yasasaydi-besiktasliolurdu/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 65
ŞAFAK KAÇ?!
İSMAİL GÜNEY YILMAZ
10 Haziran 2013
Ayaklanma büyüyor düşte ve fiilde. Devrik değil, deviren
bir cümledir bu. İşçinin torna tezgahından, işsizin düğümlenmiş kursağından, memurun ‚bu ayın da bir sonunu getirebilsek‛ temennisinden, köylünün daha döktüğü ter yere düşmeden gasp edilen emeğinden, tiyatrocunun sahnesiz kalmış hevesinden, şiirin itilmesinden, kalemin kırılmasından, derelerin
tutsaklığı, müşterek alanların piyasa masalarına meze edilmesinden, ormanların tıraşlanmış hüznünden, konduları romatizmalı
yokuşlarından,
kadının susturulmuşluğu,
Kürt’ün unutulmuşluğu, Alevî’nin hor
görülmüşlüğünden yükselen
bir
büyük
vicdan
ayaklanmasıdır yaşanan< Büyüyen< Büyütülen kocaman bir halk hareketi<
Bugün Taksim meydanı milyonluk bir komün olmuş haykırıyor isyanın sesini. Ayaklanmanın nefesi Gazi’de, Kızılay’da, Tunalı’da barikat savaşlarına ruh üflüyor. Ezilenler her
renkten bayraklarını alıp, birleşmiş, halk kaosta kendi düzenini
ve evrenini yaratmış güzelleşiyor, güzelleştiriyor.
Zulmün garnizonlarını kuşat!
Yığınlar belki devrime yürümüyor, belki işin içinde onca çelişki var, belki düşman bile kârlı çıkabilir şimdilik bu bitmeyen
kavgadan. Ama Türkiye ve dünya halkları gördü ki, burada
milyonlar bir halk olup kenetlenerek, korku eşiğini ayaklar altına alıp zulümden ve zalimlerinden hesap sorabilmek için gece gündüz, cehennem sıcağı, yaralanma, ölüm, uyku, mahpusluk, yasak demeden akabilirmiş her sokağa ve alana. Bu işin
mazlumların ve onların yine onlardan olan komutanlarının hesabına yazılan en büyük artısı budur kuşkusuz.
Zulmün garnizonlarını kuşat!
66 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Bu onurlu toprakların baş tacı ettiği yiğit Kürt halkından
öğrendiğimiz zulme direnme yöntemleri, serhildan olup damar damar tüm kentlerde bir ateşi harlıyor. Küllenmeyen kızıl
ateş, takvimsiz Newroz ve 1 Mayıslarla ruhumuzu sertçe okşuyor. İstanbul yanıyor, Ankara, İzmir, Antakya, Adana, Dersim yanıyor, aleve ve dumana selâm duruyor asırlık göz yaşlarıyla Amed’in boyun eğmez surları.
Zulmün garnizonlarını kuşat!
Devrimci sol, barikat başlarında vardiyasız nöbetleşiyor
anarşistlerle ve Müslümanlarla. Ermeniler burada, Kürt, Türk,
Laz, Çerkes, Arap, Alevî, Sünnî burada. Çevreci, feminist,
LGBT, hayvan sever, sadece kenti için kaygılı olan burada. Direniş hiç yan yana gelemeyecek olanları birleştiriyor, Lenin’in,
Bakunin’in, Mahir’in, İbo’nun, Deniz’in posterlerinin yanında
aynı kadraja Mustafa Kemal’in ve Öcalan’ın siluetleri giriyor.
Herkes kendi önderini taşıyor alanlara ve sokaklara, tek bir
amaç için müşterek bir savaşla çoğalıyor halkın mukavemetinden doğan ittifak: Adalet!
Zulmün garnizonlarını kuşat!
Kendi seçkinciliğinden başkasının acısına dokunamayanı,
mücadele devletin onca yıllık emek düşmanı karakterine karşıyken T.C.’yi dillerinden düşüremeyenleri, Kürt’e, Ermeni’ye,
türbanlıya düşman olmayı ibadet bellemiş postal sempatizanı
karanlık zihinleri soylu dövüşün standart sapmalarından belleme, isyanı çirkinleştireni zaferinden tecrit et. Fakat yanı başında seninle beraber zulme, piyasaya, sömürgeciliğe, yoklanmaya karşı ay yıldızlı bayrak ya da mushaf elinde dövüşmek isteyeni de hemen kucakla,omuz başına al, siper yâreni
diye bil onu, bir ve halk olup gür sesinle yankıla: Faşizme karşı
omuz omuza!
Zulmün garnizonlarını kuşat!
Aynayı kendine de tutmalı sol. Zaafların, etkisiz kalınan
noktaların, kitleyi komuta edememenin ve 31 Mayıs Halk Ha-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 67
reketinin neden/nasıl kendiliğinden olduğunun, eskide kalmış
olanların, reklamcılığın, kendini ve durumu abartmanın, aşılması gereken sorunların muhasebesini bir iyi çıkarıp,
kendiyle de hesaplaşması gerek devrimcilerin. Yaşanan öncüsüz ama milyonluk kıyam, bu açıdan da ilerletici bir yüzleşme
için büyük bir fırsat olarak değerlendirilmeli.
Zulmün garnizonlarını kuşat!
Başbakan geri adım atmadan söylediği ve eyledikleriyle
durduğu yerin neresi olduğunu keskince çizip, belirginleştirdi.
Hatta ‚bize destek veren % 50′yi evlerinde zor tutuyoruz‛ diyerek iç savaş opsiyonunu da bir kenarda tuttuğunu açıkça belli etmiş oldu. Başbakan’ın % 50′den kastının kimler olduğunu,
bu kadar çeşitlilikteki bir insan kalabalığı ona karşı alanlardayken bilemiyoruz, slogan bile atamayan, bindirilmiş bir kitleyse
eğer söylediği, o ‚% 50″nin ve onun hükümetinin vay hâline!
Bu kadar oy alıp iktidara gelmiş bir insan için varılan durak acı
bir sonu imliyor doğrusu. Ama üzülme Başbakan, namus, vicdan ve onurla yüklenmiş bu ayaklanmanın sonuncu kavgası
sana destek veren ve o çok sevdiğin (!) geniş halk yığınlarının
da çoğunluğunu kazanıp, kurtaracaktır muhakkak!
Zulmün garnizonlarını kuşat!
Kardeşlerimiz dövüşüyor, yaralanıyor, ölüyorlar. Kavga
keskinleşiyor, zalim sultan da öyle. Öfke dinmiyor, örgütleniyor. Devlet de boş durmuyor, silahıyla, ‚Akrep‛iyle, TOMA’sıyla, gazıyla, medyasıyla, yalanı, tehdidi ve gareziyle saldırıyor, yakıyor, yıkıyor. Çatlayan sabır taşından emekçiler
çağlayıp bir nehir oluyorlar çorak toprağı bereketlendiren, bir
meşale oluyorlar karanlıktaki coğrafyayı aydınlatan. Ellerimiz
birleşip, bilinçlerimiz berraklaşıyor, kıvılcım yangına, yangın bir alt üst oluşa evriliyor. Düşeyazıyor şimdi düşe yasak
koyanlar.
Bir düşle yüreklerini ve ülkeyi ısıtıyor onca yoksul, yoksun,
işsiz ve aç.
68 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Ve bakın, Mehmet, Abdullah, Duran ve Ethem bir düşün
içinden size sesleniyorlar;
Kardeşler şafak kaç?!
http://fraksiyon.org/safak-kac/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 69
TÜRKİYE‟Yİ SARSAN ON GÜN
BARIŞ M. YILDIRIM
10 Haziran 2013
Bir alanda olup biteni anlamak için bakılması gereken asıl
yer, o alanda en çok tekrarlanan, en çok coşku yaratan şey olsa
gerektir.
Eğer bu doğruysa, Taksim’e baktığımızda da en sık tekrarlandığını gördüğümüz en coşkun anların, farklı kimliklerin barıştığı ve kaynaştığı sahneler olduğunu görürüz. Bir diğer deyişle, direnişin en çarpıcı yanı onlarca yıldır birbirleri için sabit
bir anlam taşıyan kimliklerin birbirleriyle iç içe geçmesi, ortaklaşması, kesişmesidir. Üstelik, taraflardan birinin kendisinden
feragat ettiği değil iki tarafın da tümüyle eşit olduğu bir biçimde. Kimlikler adeta, ötekilerinden kurtulmalarını ve ortaklaşmalarını kutlamaktadır.
Peki bunca kimliği eritip, birbirine kaynaştıran şey nedir?
AKP karşıtlığı mı? Peki nasıl oluyor da tek bir kimliğe olan
karşıtlık, tüm bu kimlikleri aynı anda ve mekanda birleştirebiliyor?
İlan edilmesinden önceki geleneğini de hesaba kattığımızda
100 yılı aşkın bir siyasal yönetim geleneğine sahip olan ve İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e geçiş sağlayan bir devlet biçimi
olarak Cumhuriyetimiz, kendi varlığını sürdürürken sürekli
olarak sert bir kimlik ekonomisi politikası uygulayageldi.
Cumhuriyet kimliğinin inşası Ermeni meselesi, Varlık Kanunu, Dersim, Kürt sorunu, ‚İrtica‛ sorunu gibi önemli başlıklar yaratarak ilerledi ve tüm bu sorunun bileşenleri ‚Cumhuriyet‛ dışı bırakıldı. Cumhuriyet, böylelikle kimliğini asıl olarak
‚dışarıda bıraktıklarının‛ üzerinde kurarken, kendi kimliğini
bu öteki kimliklerin dışına ve/veya üzerine hiçbir zaman gerçek manada taşıyamadı. Kürt sorunu ve ‚İrtica‛ sorunu yüz yıl
boyunca Cumhuriyet’in peşini bırakmadı ve onun kimlikler
70 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
hiyerarşisinin işleyişi için hep engel oluşturdu. Bu da kimlikler
savaşının süreklileşmesini ve yoğunlaşmasını kaçınılmaz kıldı.
Dünün kurucusu siyasal mantık bugün egemen olsa, aynı sonuçları tekrar yaratacaktır.
AKP’yle birlikte, Cumhuriyet’in en büyük ‚Öteki‛si iktidar
oldu. Bu aynı zamanda, var olan yönetim ilişkilerinin yeniden
düzenlenmesini öngören egemen bir hamleydi. Dipten gelen
değişim talebiyle, yukarıdan gelen değişim talebi ifadesini
AKP’de buldu. Her şey gerektiği gibi ilerledi ve eski devlet aygıtı temizlenip, biçim verilmeye hazır hale geldi. Ancak her iktidar hikayesinde yaşanan şey burada da tekrarlandı ve önce
iktidar bloğunda çatlaklar görülmeye başlandı. Sonra taraflardan biri, Erdoğan hükümeti, egemenliğini ilan etti. Ancak sürecin sonuna gelindiğinde AKP, yeni bir kimlik ekonomisi
kurmak yerine aslında kendi dışındaki herkesi ötekileştirmeyi
başarmış oldu. Kimlik savaşını, kendisinden beklendiği gibi
herkesi asgari ölçülerde tatmin edecek şekilde yönetmek yerine, sorunu daha da içinden çıkılmaz bir hale soktu. Başbakan’ın direnişçilere Çapulcu demesi ve direnişçilerin bu kimliği
muazzam bir neşeyle benimsemesi dahi, savaşımın ne kadar
kimliksel düzeyde cereyan ettiğini göstermektedir. Direniş aracılığıyla arzulanan şey, ortak bir kimlik oluşturabilmektir.
Dolayısıyla, Türkiye’yi sarsan on gün, bin bir tane farklı görüntü altında da olsa, Cumhuriyet’in temel yönetim rejimi olan
kimlik ekonomisi yönetimine karşı bir isyanla, kimliklerin bir
özgürleşme ve kardeşleşmesine sıçramıştır. Bu anlamda, toplum kendisini gebe bırakmıştır. Gebe kaldığı şey, kimliklerin
serbest ve eşit şekilde bir arada yaşadığı, çoğulcu-demokratik
bir cumhuriyettir. Herkesin paylaştığı, ortak bir değer.
Türkiye’yi sarsan on gün, ona başka hiçbir şey kazandıramayacak bile olsa, bu niteliği kazandırmıştır ve bundan sonra
kitlesel muhalefetin üzerinde yürüyeceği yol belirlenmiştir.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 71
Sivil, ötekisiz ve dayanışmacı. Yani kelimenin gerçek anlamıyla, toplumcu. Kürt halkının haklı taleplerini de kapsaması
halinde bu muhalefetin Türkiye için somut bir yaşam alanı sunacağı açıktır.
İsyanın arzusu, kimlikleri oluşturan kişilerin toplum olma
isteğidir. Bu arzu, belki AKP’yi değil ama AKP’yi var eden
devlet geleneğini geri dönülmez şekilde yıkmıştır. Yeter ki, bu
nüveler tohum halini alıp kendine uygun toprakla buluşabilsin.
http://fraksiyon.org/turkiyeyi-sarsan-on-gun/
72 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
REFERANDUM ÖNERİSİ VE HÜKÜMETİN GEZİ
STRATEJİSİ
ALİŞAN AKPINAR
14 Haziran 2013
Şaşkınlığını atan hükümetin Gezi Parkı direnişi ve ülkenin
diğer bölgelerindeki yansımalarıyla ilgili nasıl bir strateji benimseyeceği, ne tür taktikler izleyeceği yavaş yavaş netleşmeye
başladı.
İlk mesajlar AKP’nin kendi tabanına ve bu olaylardan yararlanıp Erdoğan’ı iktidardan düşürebileceklerini düşündükleri yapılaraydı. ‚Menderes’i astılar, Özal’ı zehirlediler, Erdoğan’ı yedirmeyeceğiz‛ şeklinde bir slogan üretildi. Özellikle İslamcı/muhafazakâr tabanda ses bulan bir slogan oldu bu. Ardından ‚faiz lobisi‛ gibi muhayyel bir düşman söylemi dolaşıma sunuldu. Türkiye’nin tarihinin en iyi dönemlerinden birini yaşadığı, IMF’ye olan borcunu kapattığı, askeri vesayeti tasfiye ettiği bir dönemde çıkarları sarsılan faiz lobisi ve iş birlikçilerin bu olayların arkasında olduğu söylemi gazete ve televizyonlarda sık sık tekrarlanır hale getirildi. Bu söylemlerle biraz
vakit kazanan AKP hükümeti konuyla ilgili genel bir strateji
belirlemiş gibi görünüyor.
Özetle söylemek gerekirse; amaç Gezi’yi yalnızlaştırmak,
olabildiğince küçültüp ‚marjinal grupların‛ sürdürdüğü bir
eylem imajını yarattıktan sonra müdahale etmek. Bu amaca
ulaşmak için çeşitli taktikler uygulanıyor. Gezi dışındaki bölgelerde polis aşırı güç kullanımına devam ediyor, binlerce yaralı
var. Bir taraftan muazzam medya gücüyle büyük bir dezenformasyon faaliyeti yürütülürken diğer taraftan Gezi dışındaki
tüm bölgeler özellikle de Taksim meydanı ve çevresi terörize
ediliyor. Yapılan açıklamalarla ailelere seslenerek çocuklarının
can güvenliğinin olmadığı şeklinde şayialar yayılıyor. Örneğin
bazı zamanlarda Gezi Parkında sakin sakin oturan insanları
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 73
arkadaşları arıyor ve ‘orada durum çok kötüymüş’ diye endişelerini iletiyor.
Ancak son günlerde, uygulanan bu taktiklerin işe yaramadığı görüldü. Sosyal medya ve Halk TV gibi farklı iletişim kanalları sayesinde AKP medyasının dezenformasyon çabaları
çoğu zaman etkisiz kaldı. Herkes birbirini bilgilendirmeye çalıştı, moral bozucu haberlere karşı direniş ve dayanışma mesajları verildi. Yalan haberlerin birçoğu kısa sürede deşifre edildi.
Kısmen tutan tek taktik olayın çevre bölgelere yayılması konusunda oldu. Paramiliter güçleri de devreye sokarak polisin aşırı
şiddet kullanımıyla birlikte İstanbul dışı illerdeki kitlesel eylemler zayıflatıldı. Ancak birçok insanın gözü hala Gezi Parkında ve bu dönemsel bir azalma olabilir. Direnişin odağı hala
Gezi Parkı.
Yine ortalığı terörize ederek Geziyi doğal yollardan boşaltma taktiği de şimdilik tutmamış gibi görünüyor. 10- 11 Haziran
günlerinde Parkın çevresinde ve içinde büyük bir şiddet uygulandı. Parkın içine sık sık gaz bombaları atıldı ve plastik mermilerle saldırı yapıldı. Onlarca insan yaralandı. Buna rağmen,
saldırılar sırasında kısa süreli telaşlar yaşasa da insanlar Parkı
terk etmedi, en fazla Parkın arka tarafına giderek bekleyişini
sürdürdü. Çadır kuran birçok insan ise ne olursa olsun yerinden bile kıpırdamadı. Parkı insansızlaştırmayı başaramadılar.
Tümüyle darmadağın ettikleri Parka ertesi gün yardımlar yağdı, Migros’un online alışveriş sitesi kitlendi. Birçok insan parka
gidemese de yardımını ulaştırdı. Parktaki hayat yeniden ve
daha düzenli bir şekilde kuruldu.
Bu iki taktiği kullanmaya devam etmekle birlikte yeni bir
tanesi daha uygulamaya kondu. Hükümet kendi seçtiği kişilerle, ‘görüşmeler yapıyorum’ ve ‘diyaloga açığım’ mesajları vererek, direnişçilerin asla kabul etmeyeceği bazı çözümleri görüşmelerden çıkan uzlaşı gibi sunuyor ve direnişçiler bunları
74 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
reddettiğinde onları uzlaşmaya yanaşmayan marjinal gruplar
olarak ilan etmeye/yalnızlaştırmaya hazırlanıyor.
Referandum önerisi tam olarak böyle bir taktiğin parçası,
gayet popülist bir demokrasi söylemiyle, ‘madem anlaşamıyoruz o zaman halk çözsün referanduma gidelim’ diyerek kendilerinin ne kadar halkçı ve demokrat olduklarını oysa marjinallerin halkı umursamadıkları ve amaçlarının başka olduğu algısını yaratmaya çalışıyor hükümet. Oysa hepimiz biliyoruz ki
direnişçiler referandum gibi bir çözümü kabul etmeyeceklerini
en başta açıkladılar.
Bunun yanında Parkın yıkılıp yerine Topçu Kışlasının yapılması konusunun referanduma sunulması tam bir saçmalık
olacaktır ve bunun demokrasiyle uzaktan yakından alakası
yoktur. Gezi parkı tarihsel değeri de olan bir yeşil alandır bu
alanın yıkımı referandum konusu yapılamaz. Birkaç örnek verelim, Belgrat Ormanlarını yıkıp yerine siteler yapalım ve bunun kararını referandumla halk versin diyemezsiniz ortada insanlığın doğal mirası olan bir orman vardır. Ya da Topkapı Sarayını yıkıp yerine otel yapılması şeklindeki bir kararı da referandum yoluyla alamazsınız. Bu eserler sadece bu ülkeye ait
değildir, insanlığın ortak tarihsel ve doğal hazineleridir. Hiç
kimse referandumla bunları yok edemez. Bunun adı demokrasi
değildir.
Dolayısıyla önümüzdeki günlerde, bu ve buna benzer yöntemler kullanılarak Gezi yalnızlaştırılmaya çalışılacak. Gezide
çok kararlı ve sivil itaatsizlik eyleminden vazgeçmeyecek bir
kitle var zaten. Bununla birlikte her akşam Parkı hınca hınç
dolduran ve yardımlarda bulunan geniş bir destekçi kitlesi de
varlığını korumaya devam ederse müdahale kararı kolay kolay
alınamaz. Ayrıca avukat ve doktorlardan gelen destek de çok
önemli. Bu koşullarda yapılacak bir müdahalenin sonuçları ise
hiç kimse tarafından öngörülemez.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 75
Gezi parkına dokunulmayacağı, Topçu Kışlasının yapımı
projesinden vazgeçildiği ve mahkemelerin verdiği kararlara
uyulacağı açıklamaları gelmeden bu eylemin bitmesi zor görünüyor. Gezi parkında bulunanlar her geçen gün daha organize
hareket ediyor ve sivil itaatsizlik tecrübelerini geliştiriyorlar.
http://fraksiyon.org/referandum-onerisi-ve-hukumetingezi-stratejisi/
76 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
GEZİ PARKI‟NDA GEZMEK!
ÖZGÜR APAK
14 Haziran 2013
28 Mayıs’tan bu yana bu ülkeyi daha yaşanır hale getiren,
içimizde isyanın ateşini körükleyen, başka bir sistemin mümkün olabildiği umudunu yeşerten ve Gezi Parkı ile başlayıp
dalga dalga, şehir şehir, insan insan yayılan bu tarihi direniş
hakkında incelikli bir yazı için şimdilik erken diye düşünüyorum< Elbet bunu layıkıyla yapacak yazarlar çıkacaktır. Benim
derdim ise biraz farklı<
BirGün gazetesinde 05/06/2013 tarihli bir haberde şöyle deniyordu:
Gezi Parkı eylemleri, dünyanın en fazla turist çeken altıncı şehri
İstanbul’da rezervasyon iptallerine yol açtı. Tur Operatörleri
Dönem Sözcüsü Cem Polatoğlu, yaklaşık bir hafta süren eylemlerin turizm sektörünü olumsuz etkilediğini söyledi. Polatoğlu,
bu hafta ve gelecek hafta için rezervasyon yaptıranların yüzde
20-30’unun gelmekten vazgeçtiğini, olayların devam etmesi durumunda faturanın ağır olacağı uyarısında bulundu
Cem Polatoğlu, ‚Şahsıma ait şirketlerde bu hafta ve önümüzdeki hafta için yapılan rezervasyonda önemli oranda iptaller oldu. İptaller konusunda kesin bir rakam veremiyoruz ancak bu hafta ve önümüzdeki hafta için yapılan rezervasyonlarda yüzde 20-30’luk iptaller var. Olaylar devam ederse faturası
ağır olur. Her iki tarafın da sağduyulu, itidalli davranması gerekir.‛
Yıllarca ‚a-politik bunlar, bir şeyden anlamazlar‛ diye
aşağılanmış bir gençlik isyan bayrağını çekmiş; sokak sokak,
meydan meydan direnişe geçmiş; kimlikleri, fraksiyonları bir
kenara koyup yan yana gelmiş ama halen bazılarının zihniyet
devrimi gerçekleşememiş<
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 77
Aynı topraklar üzerinde yaşadığımız sermayedar insanlarla
aramızdaki bu sınıfsal farklılıkların yarattığı zihniyet ve bakış
açısı yamulmaları içimize dokunuyor.
Polatoğlu ‚faturası ağır olur‛ derken kime sesleniyor? Direnişçilere mi? Hükümete mi?
Şayet direnmese, gezip görülecek bir şehir parkı kalmayacak olan; yerine ise tam da Başbakanın tabiriyle ucube bir taş
bina ve AVM dikilecek olan şehrinin heba olmasına gönlü izin
vermeyen insanların Polatoğlu’nun zarar eden şirketlerini
umursayacağını sanmadığımıza göre, şair aslında burada hükümete sesleniyor ve ‚bu işi bitirin‛ mesajı veriyor.
İşte bu yüzden bu direniş artık sadece ağaçlar ve park için
değil; küresel kapitalizmin Türkiye’deki tüm rant talanına ve
de elinde sopasıyla koyun güttüğünü sanan devlete karşı bir
eylemdir.
Haberin devamında ise ‚Olaylara ‘Arap Baharı’ benzetmesi yapılmasına tepki gösteren Polatoğlu, şunları söyledi:
‚Böyle bir benzetme gururumuzu kırdı. Arap Baharı gibi bir
baharı hak eden ülkelerden değiliz. İstanbul’un imajı olumsuz etkilendi. Eylemlerin burada bitmesi büyük önem taşıyor. Yeşili koruma adına başlatılan eylemlerde gerekli mesajları her iki tarafın da aldığına inanıyoruz. Bundan sonrası
provokatörlerin eylemi olur. Sağduyulu olmak lazım.‛ diyor
paşa hazretleri<
Polatoğlu’nun (ve elbette benzerlerinin) derdinin ‚İstanbul’un kötü imajı‛ olmadığı, ülkesindeki gönüllü halk hareketi adına olmayan konuşma hakkını kendinde bulmasında ve
eylemi hükümet ağzıyla ‚provokasyon‛ diye nitelendirmesinde yatıyor.
Bu tür insanların kullandıkları dil ise bize bu eylemin ‚sadece birkaç ağaç için‛ olmadığını da tekrar tekrar ispat ediyor.
Direnişçiler olarak, şayet bir zafere imza atarsak (ki tüm dileğimiz bu), bundan yıllar sonra, belki çocuklarımız ile o parkta
78 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
gezerken, şu an yaşadığımız bu güzel günleri anlatacağız onlara; ve o günlerde tarihin bir öznesi olduğumuzu, bugün bu ülkenin tamamında direnen insanların, her birinin teker teker
Fukuyama’nın, Huntington’ın tezlerini nasıl alt üst ettiğini söyleceğiz.
Daha yaşanılabilir bir dünyaya ulaşmanın yolu kendi evimizden başlıyor; işte bu yüzden DİREN TÜRKİYE!
http://fraksiyon.org/gezi-parkinda-gezmek/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 79
PARKTAN ÜLKEYE UZANAN İSYAN
15-16 Haziran günlerinde tüm ülkede çatışa çatışa
geri çekilmiştik. Gezi boşaltılmıştı, içimizde Gezi’yle
dopdoluydu.
“Bu daha başlangıç...” diyorduk, zihnimizin gözlerini henüz içinden çıkmamış olduğumuz ayaklanma
tarihine çevirerek.
80 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ERDOĞAN‟IN PLEBİSİT ÖNERİSİ KABUL
EDİLEBİLİR Mİ?
17 Haziran 2013
Direnişin ve Toplumsal Hareketliliğin İlk Aşamaları
Önce geldiğimiz aşamayı bazı temel olgulara dayanarak
değerlendirmekte fayda var. Gezi Parkı direnişinin geçtiği
aşamaları büyük ölçüde biliyoruz. Polisin 31 Mayıs sabaha karşı çıplak şiddet kullanarak parktakileri dağıtmaya çalışması, İstanbul’da tarihimizdeki en büyük kitlesel sivil itaatsizliğe dönüşen dayanışmacı bir tepkiye yol açmıştı. Hemen ertesi gün,
yani Cumartesi günü öğlen saatlerinde polisin son birkaç defa
daha kitleyi gazlayarak Gezi Parkı’nı ve Taksim’i terk etmesiyle yeni bir sürece girildi. 11 Haziran Salı’ya kadar Gezi Parkı’nın da ötesinde Taksim, Gezi Parkı direnişini destekleyen,
AKP Hükümeti’ne karşı son derece tepkili ve ne olup bittiğini
gelip yerinde görmek isteyen yüz binlerce kişinin akınına uğradı. Özellikle geçen hafta sonu Gezi Parkı ve Taksim, 1 Mayıs’ları da aşan bir kitleselliğine sahne oldu.
Diğer yandan, polisin Gezi Parkı ve Taksim’den çekilmesinin hemen ardından ikinci bir dalga yükseldi. İstanbul’da Beşiktaş-Gümüşsuyu’nda çatışmalar yaşandı; Halkalı, Kartal, Gazi Mahallesi, Tuzla ve başka birçok semtte sayıları değişen kalabalıklar ağırlıklı olarak barışçıl protestolar düzenlendiler.
Ankara’da, İzmir’de, Anadolu ve Trakya’nın özellikle CHP tabanının geleneksel olarak güçlü olduğu şehirlerde kitlesel protestolara ‚Hükümet İstifa!‛ sloganları eşlik etti.
Serinkanlı bir değerlendirme yapacak olursak, İstanbul’da
Gezi Parkı’na dönük polis şiddetinin tetiklediği kitlesel sivil
itaatsizliğin, polisin Taksim’den çekildiği 1 Haziran Cumartesi
günü sona erdiğini, geriye kalan sürede ise farklı renklerden
AKP muhaliflerinin meydandaki özgürlüğün tadını çıkardığını
söyleyebiliriz.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 81
En çok Beşiktaş-Gümüşsuyu’nda görünür hale gelen, İstanbul’un çeşitli semtlerine ve çok sayıda şehre yayılan ikinci dalgaya dönersek, şunu tespit etmek zor değil: Elbette bu hareketlilik, medyanın yansıtmaya çalıştığının aksine, ‚Gezi Parkı’yla‛
dayanışma duygularıyla sınırlı değildi. Çok büyük ölçüde
CHP tabanının, giderek Türk-İslam faşizminin renklerine boyanan AKP politikalarına karşı bir öfke patlamasıydı. Hükümeti istifaya çağıran veya en azından Türk-İslam faşizminin
damgasını vurduğu politikalara son verilmesini talep eden bu
ikinci dalgaya başlarda CHP öncülük eder gibi göründüyse de,
ardından ‚ana muhalefet partisi‛nin sahneden çekildiğine ve
asgari demokratik taleplere dahi sahip çıkmadığına tanık olduk. CHP’nin artık bütün derdi sanki ‚Başbakan’ın üslubunu
düzeltmesiy‛di.
Türkiye’ye Yayılan Toplumsal Hareketliliğin Sahipsiz Bırakılması
CHP’nin, seçmen tabanını sadece sandıkta kendisini destekleyecek pasif bir kitle olarak görmesi, ikinci dalganın taleplerinin Meclis’te yansımasını bulamamasına yol açtı. Bu demokratik tepki, AKP Hükümet politikalarının ulusal çapta kamusal
bir tartışmaya konu olmasını sağlayamadı. Ankara, Adana, Hatay gibi yerlerde polisin, CHP’nin sınırlarını aşan toplumsal
muhalefete karşı son derece sert tutumu, ölümlere ve ciddi yaralanmalara yol açacak denli şiddet uygulaması bu koşullarda
tamamen bilinçli bir taktikti. Elbette amaç, CHP’nin statükocu
tutumu sayesinde, bir öfke patlamasının ötesine geçemeyen bu
harekete katılanlara gözdağı vermek ve darbecilik/28 Şubatçılık
suçlamalarıyla seslerinin duyulmasını engellemekti: ‚Tencere
Tava Hep Aynı Hava‛ bu tutumun ifadesiydi. Bu konuda hükümet başarılı oldu mu? Evet oldu.
Elbette bu başarıya, hatta aşağıda değineceğim gibi Gezi
Parkı direnişçilerinin yalnızlaştırılmasına katkı sunan sadece
CHP’nin AKP’den aşağı kalmayan statükocu tutumu değildi.
82 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Kendilerini, Türkiye’nin başlıca ilerici demokratik kitle örgütleri olarak lanse eden KESK, DİSK ve bazı meslek örgütleri,
İstanbul’da ve başka birçok şehirde sokaklara dökülen kitlelerin demokratik taleplerini sahiplenecek, bu talepleri AKP’nin
güçlü medya desteğine karşın toplumun gündemine taşıyacak,
darbeci/28 Şubatçı/çapulcu suçlamalarının yarattığı psikolojik
hegemonyayı dağıtacak kapasiteye sahip değildi. ‚Kapasiteye
sahip değildi‛ derken, aslında biraz yumuşak bir ifade kullanmış oluyorum. Bu örgütlerin, kendi tabanlarıyla temaslarını yitirecek denli bürokratikleşmiş olduklarını çoktan beri görüyor
ve biliyoruz. Bu işler, 1 Mayıs’larda Taksim’i zorlama ‚ataklarına‛ veya kamudaki toplu iş görüşmelerinden ‚taktik gereği
çekilip‛ sürekli AKP Hükümeti’nin baskılarından şikayet etmeye benzemiyordu. 5 Haziran grevi sırasında KESK’in kalabalık bir kitleyle Taksim meydanına girmesi ise, moral kazandırıcı bir destek eyleminin ötesinde pek bir işlev görmedi.
Sonuçta gerek Gezi Parkı/Taksim direnişi, gerekse İstanbul’un bazı semtlerini ve birçok şehri kapsayan toplumsal hareketlilik, belki de yakın dünya tarihinde gördüğümüz –kendi
enerjisi ve kararlılığı dışında– hiçbir ciddi kurumsal/örgütsel
desteğe sahip olmayan tek hareket olarak nitelenebilir.
Değişen Dengeler: Taktik Hatalar ve Polisin Taksim’e
Girmesi
Yukarıda değinmeye çalıştığım faktörler, ülke çapında
AKP’nin Türk-İslam faşizmi temelli politikalarını hedef alan
kitle hareketliliğinin sönümlenmesine yol açtı. Tabii ki geride,
eylemlere katılan CHP tabanının önemli bir kesiminin CHP’ye
dönük hayal kırıklığı ve güven yitimini kaldı.
Şimdi sıra Taksim’e ve Gezi Parkı’na gelmişti. Geçen hafta
sonu inanılmaz kalabalıkların ziyaretine sahne olan Taksim
Parkı’nın ilelebet açık bir devrim müzesi şeklinde kalamayacağı aşikârdı ve sanırım ‚Taksim meydanının ne olacağı‛ sorusu
Taksim Dayanışma’nın da kafasını kurcalıyordu.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 83
Her ne kadar sağlıklı bilgiler almak bir hayli zor olsa da,
bildiğim kadarıyla İstanbul Emniyeti belirli aralıklarla polis
güçlerinin Taksim’e gireceğini ve Taksim’in ‚normale‛ döndürüleceğini duyurmuştu. Meydanın boşaltılmasını istemişti.
Bildiğim kadarıyla, aynı sıralarda Taksim Dayanışma’nın
bileşenleri de bu konuyu tartıştı. Bazı bileşenler, polis meydana
girmeden barikatların Taksim Dayanışma’nın inisiyatifiyle
kaldırılmasını, böylece polisin bir güç gösterisine zemin sunulmamasını ve direnişin meşruiyetini korumasını savundu.
Bazı radikal sol gruplar ise, Taksim meydanının bir ‚alan‛ olarak polise karşı savunulması gerektiğinde ısrar etti. Sonuçta
Taksim Dayanışma, Taksim meydanının ‚kurtarılmış bir alan‛
gibi savunulması karşısında estirilecek polis terörünün, direnişin kitlesel temelini zayıflatma ve terörize etme tehlikesine karşı ön-alıcı bir inisiyatif üretemedi. Daha çok bir atalet durumu
hâkim oldu.
Türkiye’ye yayılan kitle hareketinin sönümlenmesinden ve
sıranın Taksim meydanı/Gezi Parkı’na gelmesinden sonra
olanları biliyoruz. Direnişin bileşenlerinin, katılımcı bir çerçevede çabuk kararlar üretebilen bir yapı oluşturamaması, pahalıya mal oldu.
Salı günü sabahleyin polis Taksim’e, güya bayrak ve flamaları toplamak üzere girdi. Bazı grupların molotof kokteyleri vs.
kullanarak alanı ‚savunmaya‛ kalkışacağı az çok belliydi. Polis, medyaya hükümet yanlısı bol miktarda malzeme sağlayan
görüntüler eşliğinde bu gruplarla çatıştı ve sonuçta meydana
yerleşti.
Ardından operasyonun ikinci aşaması geldi. Polisin meydana ‚marjinal gruplarla çatışarak‛ girmesinin önü, önceden
direnişin kendisi tarafından Taksim boşaltılarak kesilemediği
için, Gezi Parkı’na dönük ciddi polis tacizleri başladı. Gruplarla çatışmalar sürerken arada bir-iki gaz bombası da Gezi Par-
84 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
kı’na atıldı ve öğlen saatlerinde polis parkın giriş kısmını işgal
etmeye çalıştı. Kararlı bir sivil direnişle buna izin verilmedi.
Dönüm noktalarından birisi de, Taksim Dayanışma’nın saat
19:00’da herkesi Gezi Parkı direnişine sahip çıkmaya çağırması
oldu. Valiliğin resmi açıklamalarına göre 30-35 bin kişi meydanı doldurdu. Gidenler, daha binlerce kişinin Osmanbey tarafından gelmekte olduğunu söylüyorlar. Bilindiği gibi, polis
destekçi kitlenin belirli bir sayıya ulaşmasını bekledikten sonra
vahşi bir saldırı gerçekleştirdi ve yoğun gazla binlerce kişiyi
dağıttı.
Bu ikinci kırılma noktası İstanbul’da iş çıkışından sonra Gezi Parkı’nı desteklemeye gelen on binlerce kişiyi terörize etti.
Elbette amaç, Gezi Parkı’nın etrafını boşaltmaktı. Başarılı olunabildi mi? Bence önemli ölçüde olundu. Çarşamba günü Taksim Dayanışma’nın yine aynı saat için yaptığı çağrı üzerine
meydana gelenler, kaba bir tahminle bir gün önce gelenlerin en
çok üçte biri kadardı.
Hükümet’in İnisiyatifi Ele Geçirmesi ve Plebisit Önerisi
Türkiye’nin pek çok yerinde bir öfke patlaması şeklinde
başlayıp demokratik örgütler ve CHP’den destek bulamayan
ikinci dalga yer yer yoğun polis terörünün de katkısıyla sönümlenirken, Taksim’e Gezi’yi istikrarlı bir şekilde desteklemeye gelen kitlenin büyüklüğü de, Salı günü ‚meydanı savunmaya kararlı‛ grupların katkısı ve ardından barışçıl kitleye
uygulanan yoğun gaz terörünün etkisiyle azaltıldı.
Ana-akım medyanın ve piyasa aktörlerinin yeniden ‚dirlik
düzenlik kurulsun‛ çağrılarının, Başbakan’ın Gezi Parkı-öncesi
statükoyu yeniden tesis etmek üzere başlattığı Gezi Parkı direnişini gözden düşürme, statükodan faydalanan kesimlere de
safını belirlemeleri için gözdağı verme kampanyasının etkili
olduğu bir gerçek.
Bence Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’ye dönük eleştirel
kararı ve Beyaz Saray’ın hükümeti bir kez daha ifade ve gösteri
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 85
özgürlüğüne saygılı olmaya çağıran demeci olmasaydı önceki
gün veya dün Gezi Parkı büyük olasılıkla polis tarafından boşaltılırdı. Nitekim Erdoğan, ‚artık sabrımız taştı, 24 saat vakitleri var‛ diyerek bu yönde işaretler veriyordu.
Bu noktaya kadar ağırlıklı olarak polis terörü ve medya gücüne dayalı dezenformasyonla iş gören ve Gezi Parkı’nın etrafını boşaltmakta bir hayli başarılı olan Başbakan, direnişi tamamen bitirmek için kendi açısından akıllı bir taktiğe başvurdu. Hodri meydan diyerek, ‚plebisit‛ veya halk oylaması önerisi getirdi.
Dün hukukçuların açıklamaları, yapılması düşünülen plebisitle ilgili şu bilgileri içeriyordu: Plebisit, belediyeler yasasına
dayandırılacak. Bu yasadaki bir maddeye göre belediyeler,
herhangi bir proje hakkında yöre halkının eğilimini belirmek
için bu yönteme başvurabiliyorlar. Bir tür kamuoyu yoklaması
gibi. Yasal bir bağlayıcılığı ise bulunmuyor.
Başbakan’la gece geç saatlere kadar görüşen, içinde Taksim
Dayanışma’dan temsilcilerin de bulunduğu heyetin verdiği
bilgilere göre, Erdoğan bir uzlaşma arayışında olduğu imajı veriyor. Öncelikle yasal sürecin bitmesini bekleyeceklerini, bu
arada Gezi Parkı’nda hiçbir düzenlemenin yapılmayacağını
söylüyor. Ardından yapılacak plebisitin sonuçlarına saygılı
olacağını belirterek, Topçu Kışlası inadından geri adım atıyor.
Ne Yapmalı?
Bugün akşama kadar plebisit seçeneği Taksim bileşenleri
arasında tartışılacak ve muhtemelen bir sonuca varılacak. Belki
kesin bir sonuca varılması birkaç gün daha alabilir, ama o kadar.
Erdoğan’ın ‚hodri meydan, halka gidelim‛ derken kafasındaki plan belli: Gezi Parkı direnişçileri ‚hayır, yeşil bir alanın
kaderine halk oylamasıyla karar verilemez‛ diyerek öneriyi
reddederse, Erdoğan direnişçileri halka ve demokratik yöntemlere güvenmemek ve art niyetli olmakla suçlayacak. Böylece
86 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Gezi Parkı’nı bir polis operasyonuyla boşaltmayı, kamu düzeni
adına zorunlu bir tedbir olarak lanse edebilecek duruma gelecek.
Erdoğan’ın plebisit önerisiyle neyin peşinde olduğunu herkes tahmin ediyordur. İstanbul veya Beyoğlu’nda, biat kültürü
yüksek, güçlü seçmen tabanına güveniyor. Yapacağı iki kitlesel
mitingle de parti tabanının özgüvenini yerine getirip muktedirliğini yeniden ilan edecek.
Sorun bizim ne yapacağımızda. En kötü ihtimal, Taksim
Dayanışması’nda karar süreçlerinde yaşanan hantallığın, asgari müştereklerde birleşme kültürünün zayıflığının ve katılımcılık sorununun devam etmesi olacaktır. Plebisit önerisine karşı
şu ya da bu şekilde inisiyatifi ele geçirecek bir yanıt üretememek ve süreci zamana yaymak, direnişini çözücü ve hükümete
zemin kazandırıcı bir yol olur.
İnisiyatifi yeniden ele geçirmek için belki başka yaratıcı
öneriler gündeme gelebilir. Benim önerim, propaganda özgürlüğünün güvence altına alınması, Gezi Parkı’nın bir bölümünün yapılacak kampanyaya tashih edilmesi, direniş bittikten
sonra cadı avına başlanmaması ve ölüm ve yaralanmaların birinci dereceden sorumlularının etkin şekilde soruşturulması
konularında kamuoyu önünde güvence verilmesi koşuluyla
plebisit önerisinin kabul edilmesi.
Hükümet’in büyük medya gücü ve polis baskısının yanı sıra, sol muhalefetin böylesi bir halk hareketliliğini destekleyip
savunamayacak kadar toplum tabanından kopuk olması, Gezi
Parkı direnişini yalnızlaştırdı. Bu bağlamda, önceki hafta yaşanan yaygın halk hareketinin daha demokratik bir yönetim taleplerini Gezi Parkı direnişçilerinin üzerine yıkmak saçma olur.
Elbette insanlar sadece Gezi Parkı korunsun diye sokağa
dökülmedi, polis terörüne maruz kalmadı. Fakat mevcut durumda, yeşil alanla ilgili bir şehir projesine kimlerin nasıl karar
vermesi gerektiği meselesine geri dönmüş bulunuyoruz. Baş-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 87
bakan’ın ve AKP Hükümeti’nin büyük bir şehir projesinde
‚ben yaparım‛ tavrından geri adım atmasını sağlamış olmak,
bir kazanımdır. Plebisit önerisi, İstanbul’da rant amaçlı projelerin yaşam alanları ve çevreyi nasıl tahrip ettiğini topluma anlatma, zaten ‚kentsel dönüşüme‛ tepkili kesimlerle ve AKP tabanıyla bağ kurma olanakları yaratabilir. Elbette şimdiden büyük strateji planları kurmak anlamsız görünüyor. Bütün mesele, plebisit önerisi karşısında, Taksim Dayanışma’nın katılımcı,
bütün bileşenlerin içselleştirdiği asgari ortak paydalarda buluşabilen bir yapıya evrilerek anlamlı bir tartışma yürütebilmesi.
http://fraksiyon.org/erdoganin-plebisit-onerisi-kabuledilebilir-mi/
88 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ANKARA‟NIN EN UZUN HAZİRANI
EVREN BARIŞ YAVUZ
21 Haziran 2013
I. Her söz eksiktir. Yazılan hiçbir şeyin yerini tutamayacağı
o büyük öykü. Bizim haziranımız. Hayatın kırıldığı fay, ömürlerimizin depremi, isyandan insana yürüdüğümüz delirtici
yolculuk. Bitmeyen ve asla bitmeyecek olan o kadim yürüyüş.
II. Mayısın son gecesini not düştüler. Ankara Metin Hoca
için salladığı gövdesini bir daha dikleştirdi. Mayısın 31. gününde İstanbul sokaklarında 30 saattir barikat başlarında olan
on binlerce kardeş için yola çıktı kafile. Ankara’nın sokakları
değişti. Cuma sabaha değin süren o ısrar ve cesaret< 1 Haziran’ı hayata armağan etti.
III. Kentin ortasında. 70 bin yürek şaşkın. Kendi cesaretinden şaşkın, zulme karşı direnişin ona kattığı anlamdan şaşkın.
Kardeşleşmeden, bir olmaktan, direnmekten ve direnirken güzelleşmekten< Şaşkınlık geçince süpürülen paralı askerlerin kalıntılarını sildi. Kapitalin merkezinde Kızıl ve Ay tutuldu.
Kızılay Meydanı bir kucaklaşma, bayramlaşma yeriydi. İsyandan insana bir muştu. Yaralılarını omuzlarında taşıyan, aç olana ekmek bulan, duvarları dünyanın en güçlü medyası kılan
irade ve gencecik öfke. Ankara’da haziran bir bayram yeriydi.
1150 yaralı. Ve Ethem.
IV. Akşam inince 20 saati geçen çatışmadan yorulanların
kentin orta yerine uzandığını gördük. Uzandığını< Onlara anlatılan tüm yalanları kırarken hayat, fısıldadı; ‚yalnız değilsiniz.
Bir kökünüz var bu toprakta< binlerce kardeşiniz ki o kök olup düştüler toprağa‛. Bir günde bir şehir büyür mü? Büyüdü. Yalansız, dolansız, rekabetsiz bir dünyanın ilk ritimleri.
En az 500 gözaltı ve 35 ağır yaralı.
V. Ethem ölümle boğuşuyordu. Barikatların en önündeydi.
Osman’ların Fatih’lerin yol arkadaşı ve her birimizin kardeşi.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 89
Ankara’nın orta yerinde Güvenpark. Vurdular onu. O kardeşimizdi. Zulmün karargahına 2 günü aşkın süredir taş yağıyor.
Plastik mermi, ses bombası, kimyasal gazlar< Halkın üzerine
sürülen savaş araçları. Kürt isyanını bastırmak için temin edilen cümle alçaklık şimdi Anadolu isyanının üzerine sürülüyor.
Ama korku yok. Elleriyle, tırnaklarıyla durduruyorlar her
saldırıyı.
‚Panzerler
Üstümüze
Kalkar
Armut
Çiçeğindeyiz<‛7
VI. Gencecik kadınlar. Bedenleri, ruhları, varoluşları iktidarın cenderesinde olanlar< En önde, en yaman< Bayramlaşmaya gelmiş gibiler. Yüzler örtük. Yüzler yok. Artık her birimizi aynı yüzü paylaşıyoruz. Kardeş, gardaş, yoldaş, arkadaş< Bozkır en yaman esmer çocuklarını da sürüyor barikata.
Yozgatlı, Çorumlu kenar mahalle çocukları sımsıkı tutuyor direnen kardeşlerin ellerini. Pazar gece< Revirler basıldı. Halkın
üzerine araçlar sürüldü. Akreplerden yakın mesafe atışlarıyla
halka kast eden üniformalılar.
VII. Tuzluçayır ile Oran arasındaki bağ< Hakikat. Aleviler
sokakta. İncinmiş, yara almış tarihleriyle gelmişler kardeşlerinin yanına. Mutlaklaşmış kibrin kırdığı kalpler çoktan onarılmış çünkü artık direnmek var. Kırgınlık yok. Kırıklık yok. Sokaklarda, caddelerde barikat savaşı başlamış< Her gün binlerce insan evlerine bir çatışma öyküsüyle gidiyor. Evlerin ve
kalplerin arasında büyüyor o öykü. İsyan, kalkışma, ayağa
kalkma< Çünkü dizlerinde kırılan halk ayağa kalkacak bir
dayanak buldu.Kendine yaslanıyor direniş. Kendini ayağa
kaldırıyor.
7
Enver Gökçe
90 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
VIII. En karanlık zamanlardı. En umutsuz belki. En yorgun.
Ama devrimciler için daha fazlası< Onlar uzun zamandır direnişin ekmeğine, suyuna maya taşıyorlardı. Tutuklamalar,
katliamlar, yoksulluk< Devrimciler sokakları alan, direnen en
binlerce kardeşleriyle yürüdüler düşmanın üzerine ve birikimlerini kattılar sokaklara< Onlarcası hedef alınarak yaralandı.
Direniş İstanbul, İzmir, Antakya, Adana, Mersin ve Eskişehir’de can ile baş ile sürüyorken.
XI. Söz kurmak ve söz yaymak ne denli önemli öğrendik.
Sansür denen o körleşmeyi. O iktidara köleleşmiş medya patronlarını gördük. Çektikleri görüntüleri yayımlanmaya mahcup basın emekçilerini de< Biz kendimiz medya kurduk. Bir
anlatım, bir üslupla büyüttük mütevazi araçlarımızı. Bu haziran günlerinde ‚dövüşen anlattı<‛
X. Gece ve gündüz arasında işine, okuluna gidip akşam barikatlara inen, haber takip eden, hastane ziyaretleri yapan bir
kentten söz ediyoruz. Bozkır. İnsan atlasında bir Anadolu. İnsan bir atlas olunca bütün dünyayı üstlenen büyük ruh. Mahallelerde binler yürüyor her gece. Beklenti büyüyor belirsizlik de.
İstanbul’daki rehavet. Hükümetten günde 7 açıklama. Korkuyor ve hiç dinlemiyoruz. Hiç bilmiyoruz ne diyorlar. Dün kapısından kovuldukları saraylar için halka saldıran riyakarı hiç
dinlemiyoruz. Çarşamba geldi. 20 bin kişi sokakta ama artık
kürsüler, bildik sloganlar, alışılmış seremoni< Nasıl da sakil
durdu. Nasıl da uymadı notası direncin senfonisine.
Not ettik. Bildiğimizi sandığımız,
mız ‘öğretilmiş isyanı’ da yeneceğiz!
gelenek
sandığı-
XI. Devlet alana girdi. Büyük polis ablukası. Yüzlerce gözaltı. Yüzlerce yaralı. 1300 yaralıya ulaştı sayı. Kayıt edilenler ki
yarasını kardeşleriyle iyileştirenleri sayamayacak sayılar. Kent
gergin. Her otobüs bir forum her ev bir meclis. Devlet yalan
kusuyor günlerdir. Yorgunluk yerini bekleyişe bırakırken,
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 91
kentin isyanı az bilen mahallerinde binler haykırıyor. İyi haberler.
XII. Ethem yumdu gözlerini. Gözleri büyüdü Ankara’nın.
Akdere’nin, Nato Yolu’nun, Batıkent’in gözleri büyüdü. Keçiören’e koştular. Adli Tıp önünde mumlar. Cenaze Kızılay’dan
kalkacak. İstanbu’dan kötü haberler geliyor. Elerde telefonlar.
Ama hiçbir telefon artık eskisi gibi açılmıyor. Sokaklardan kuş
ölülerini topluyor, korkmuş köpeklere su veriyorlar. O kuşlarında hesabı sorulur. O attığınız cinayet gazlarının< Kurtuluş
Parkı. Akrepler’den içeriye sıkılan cümle nevale. Ağaçlar koruyor çocukları<.
XIV. İsyan bir duruştur. Biriktirmiş bu şehir. Ulucanlar’da,
19 aralık’ta direnen bir Ankara vardı. Sokaklarında gurbet
kumruları, dalgın kediler, cefakar köpekler< Ağaçlar. Kent
dövüşenlerinden öğrenmiş, Karşıyaka Mezarlığı’nda yatan
canlarından. Deniz’den Mahir’e, Erdal’dan hepinize< Sivas
ateşiyle bilenen, daha nice nice..
XV. Pazar. Sabah. Devlet duvar örmüş. Kızılay Meydanı’da
15 bin kişi direniyor ve Ethem’i çağırıyor. Büyük saldırıyı göğüslerken halk Ethem’İn ailesi çağırıyor gelebilenleri Batıkent’e.
Çok yaralı var. Çok gözaltına alınan. Çok. Batıkent’e 300 kişi
varıyor< Kafile yürürken Ethem’i sayı 25 bin. Binler göğsüne
bastırıyor isyanı.
XVI. Bazı şeyler anlatılır, bazı şeyler ise hayatındır artık.
Sonsuz yolculuktur. 20 günü aşkın süredir devam eden bir diretme, direnme, dik durma çabasının adıdır. Aynalarda kendimizi tanıyamıyoruz. O biz değiliz artık. İsyanın bıraktığı izler, açtığı yollar, sorduğu sorular< Gözlerimizi ufkuna gerdiğimiz o bozkırın içinde bir uğultudur yaşadıklarımız.
XVIII. Ethem, Abdullah ve Mehmet. Selam söyleyin orada
sizi kucaklayacak, alınlarınızı öpecek kardeşlerimize< Benden Hasan’a ayrıca selam edin<
http://fraksiyon.org/ankaranin-en-uzun-hazirani/
92 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
DİRENİŞİN SONU BAŞLANGIÇ MI? / İZMİR
GÜLİSTAN ÖZ
23 Haziran 2013
Direniyoruz. Öyle güzel bir direniş içindeyiz ki sanki sonu
gelmeyecekmiş gibi< Yanımızdan geçerken bize bakıp gülümseyen yaşlı amcalar ve teyzeler, neye tanık olduklarının farkına
büyüyünce varacak olan şaşkın bakışlı çocuklar, sanki evimin
mutfağından çay alıyormuşum gibi rahat davranabildiğim
‚çay köşesi‛, Anarşistlerin ‚deniz kenarında domates?‛diye
sorguladığım bostanı. Ve daha niceleri. Alsancak çadır alanına
gittiğimde hissettiğim işte tam da bu oluyor. Kordon’daki Şirinler Köyü sonsuza dek Kordon’da kalacakmış gibi.
Direnişin ilk birkaç günü İzmir’de, İstanbul ve Ankara’da
olduğu gibi ‚olaylı‛ idi. Özellikle Basmane’ye yürümek isteyen
eylemciler (Basmane’de AKP Konak ilçe binası var), polisin ve
eli sopalı sivillerin orantısız şiddetiyle (orantılı şiddet nasılsa
artık) karşılaştı. Hayatında biber gazına maruz kalmamış ve
belki de kalmayacak olan insanlar biber gazıyla, polisin eylemcilere şiddet uygulamakta haklı olduğunu düşünenler, polis
şiddetiyle tanıştı. Birkaç günü şaşkın (polis nasıl masum sivillere karşı şiddet uygular, aman tanrım!) ve gergin bekleyişler
içinde geçirdikten sonra olayların bir anda durulduğuna tanık
olduk. Daha doğrusu olamadık. Olaylar durulduktan sonra nasıl bu hale geldiğini sorguladık ve sendikaların iki günlük mitinginden sonra ‚olayların yatıştığını‛, Basmane’den giderek
uzaklaştırıldığımızı ve aslında pasif direnişe geçmiş olduğumuzu fark ettik. Sonra çadırlar kuruldu, her gün bazen aynı
bazen farklı gruplar Cumhuriyet Meydanı’nda toplanıp Gündoğdu’ya yürüdü, şarkılar söylendi, halaylar çekildi, başta Ankara ve İstanbul olmak üzere bir çok yerde şiddetli eylemler
yaşanırken biz İzmir’de dilek balonlarını gökyüzüne bırakmakla yetindik.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 93
İzmir’in direnişini yüzeysel olarak anlatmayı bir kenara bırakırsam, gördüğüm manzarayı şöyle ifade edebilirim. Her
gün ‚hem işime giderim hem direnişimi yaparım‛ mantığıyla
saat 19:00/ 20:00 de saygı duruşu ve istiklal marşıyla (hayır açılış konuşması yok) ‚etkinliğe‛ başlayan, çoğunluğunu ırkçı ve
militarist sloganlar atanların oluşturduğu ‚birilerinin askerleri‛
kitlesi, küfürlü sloganlarından asla vazgeçmeyen taraftar grupları, ‚krizi fırsata çevirme‛ girişimlerinde bulunan ana muhalefet partisi< Ve tabi günler sonra Kürtlerin de direnişe dahil
olmak için alana her girmek istediklerinde, birbirinden farklı
grupların ortak paydasını harekete geçirip linç girişimlerine
maruz kalmaları< İronik bir şekilde aslında Kürtlerin, kabul
edildiği üzere, bölücü değil de birleştirici olduğu fikrini aklıma
getirdi.
Hiçbir zaman kendisi hakkında kesin bir yargıya varamadığım İzmir, sonuç olarak direnişiyle de kafamı karıştırmayı
başardı. Aydın, demokrat, laik, çağdaş (uzatabilirsiniz,İzmirliler de abartılmayı sever zaten) İzmirlilerin Basmane’den Gündoğdu’ya yürüyen göstericileri pencerelerden, balkonlardan ıslıklarla, alkışkarla, tencere ve tavalarla selamlamaları, kortejin sonundaki üç malum rengi ve bir posteri gördükten sonra önce şaşırmaları, alkışlarının yarıda kalması, olayın
farkına vardıktan sonra gaz bombası atılmış gibi içeri kaçma
hallerini de hatırladıkça beni gülümseten ve İzmirlilerin farklı
olanlara nasıl hoşgörüyle yaklaştıklarını hatırlatan ayrı bir direniş hatırası olarak kalacaktır aklımda.
Saldırı öncesi son iki gündür zaten gittikçe azalmış olan çadırlar ne zaman Kordon’u terk eder, İzmir’in tuhaf direnişi ne
zaman son bulur bilinmez diye düşünüyorduk. Direnişin İzmir’de çabuk alevlenip erken sönmesini ister post modern direniş olarak nitelendirelim, ister Expo 2020 süreci baltalanmasın diye polisin eylemcilere ‚sert müdahalede‛ bulunmamasını
sebep gösterelim, İzmir’e hiçbir katkı sağlamadığını söylemek
de haksızlık olur. En azından İzmir’de bile insanların ortak bir
94 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
mücadele için (o mücadeleyi arada başka gruplara karşı da veriyorlardı zaten o ayrı) bir araya gelebileceğini görmek,yeniden hayal kurmak için bir sebep olabilir. Aslında<
Evet, evet olabilir<
Gargamel her türlü kötülüğüne rağmen her seferinde Şirinler Köyü’ne bir zarar veremese de, benim Şirinler Köyü diye
adlandırdığım Alsancak’daki çadır kente, Gargamel kadar
sempatik olmayı asla başaramayacak olan polisler 20 Haziran’da baskın gerçekleştirdi. Bir psikoloji öğrencisi olarak, artık polisin her davranışının sebebini insanca sorgulamayı bırakmak üzereyim.
Çadırlar söküldü. İki arkadaşımızın sivil bir araçla kaçırıldığını, sonrasında işkence boyutundaki polis şiddetine maruz
bırakılıp salındığının haberini aldık. Birçok insan gözaltında,
onlarcasının tutuklandığını biliyoruz. Ve tabi, sonsuza kadar
içeride tutamayacaklarını da<
Sonuç olarak; olaylar ne kadar iç karartıcı görünürse görünsün, neredeyse bir ay içinde ‚çapulcu zekası‛ diye bir kavramla tanıştık. Alternatif eylem ve direniş şekilleri bulan, mizahı da
içine katan bir zeka. Sokaklar şimdilik sakin, çadırlar söküldü.
Fakat birçok yerde olduğu gibi İzmir’in çeşitli semtlerinde mahalle forumları düzenlenmeye başlandı. Sokakta yüzüne bakmadan geçtiğimiz insanlarla aynı mekanda yan yana oturuyoruz. Fikirlerimizi özgürce ifade etme imkanı yarattık. Belki de
bu, mutlu sonla bitecek bir hikayenin başlangıcıdır.
http://fraksiyon.org/direnisin-sonu-baslangic-mi-izmir/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 95
KAVGA DAHA YENİ BAŞLIYOR!
SERDAR UĞURLU
23 Haziran 2013
Bizim bu topraklarda yürüdüğümüzü gölgelere giydirilen
ayakkabılardan tanıyacaksınız.
Güneşin altında gölgemizin ne kadar çok olduğunu bilemezsiniz.
Gecenin karanlığında, sokakların sayılamayacak kadar büyük gölgelerin gecesi olduğunu anlayacaksınız.
Bu daha başlangıç!
Yoksul çocukların öfkesiyle tanışmadınız daha.
Şiddetli yıkıcılarla tanışmadınız.
Mahalle aralarından meydanlara küçük selamlar verdiler
sadece.
Emekçi sınıfların öfkesiyle tanışmadınız daha.
Erkek egemen sisteme artık yeter diyen emekçi kadınlarla
tanışmadınız.
Türkiye’de kanat çırpanların Kürdistan’daki fırtınasına daha şahit olmadınız.
Brezilya’dan Yunanistan’dan ses veren dostlarımızla yoldaşlaşmamızı daha görmediniz.
Reyhanlı’nın öfkesini daha bilmiyorsunuz.
Roboski’nin hesabının elbet sorulacağını daha anlamıyorsunuz.
Meydanlarda uçuşan güvercinlerin Hrant’ın çocukları olduğunu anlamıyorsunuz.
Türklerin ay yıldızlı bayraklarını devletin zulmünden ayrıştıracabileğini bilmiyorsunuz daha.
Lazların akarsularına derelerine sahip çıkan deli öfkesinde
horon oynamalarını görmediniz.
96 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Arap çocuklarının diktörlüğün her türlüsünü tanıdığını
bilmiyorsunuz.
Bizi tanımıyorsunuz.
Yıllarca yalnızlığımız içinde çaresizce yalıtıldığımızı biliyoruz.
Bizi sömürdüğünüzü biliyoruz.
Alınteriyle geçinenlerden nefret ettiğinizi biliyoruz.
Allah’a karşı içinizde zerre kadar sevgi olmadığınız biliyoruz.
Allah’dan korkmadığınızı biliyoruz.
Sizin öteki dünyanızın cehenneme çevirdiğiniz bu dünya
olmasını diliyoruz.
Biz bu dünyayı seviyoruz.
İnsanı ve insanı var eden, tüm canlılığı var eden doğayı seviyoruz.
Allah’ı kalbinde yaşatıp ezilene el veren dostumuzu seviyoruz.
Bizim birbirimizi ne kadar çok sevebileceğimizi görmediniz
daha.
Dünyanın tüm ezilenlerin öfkesiyle tanışmadınız.
Silah fabrikalarınızı havaya uçuracağımızı anlamıyorsunuz.
İlaç sanayinizi çökerteceğimizi anlamıyorsunuz.
Bizden korktuğunuzu biliyoruz.
Yapabileceklerimizin sınırını bilmiyorsunuz.
Bankalarınızı, finans sistemlerinizi çökertebileğimizi anlamıyorsunuz.
Örgütsüz olmamıza güvendiğinizi biliyoruz.
Bizi ayrıştırdığınızı biliyoruz.
Irkımızı, dinimizi, cinsiyetimizi silah olarak kullandığınızı
biliyoruz.
Bildiklerimizle tanışmadınız daha.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 97
Gördüğünüz daha esinti.
Fırtınayla tanışmadınız.
Gölgelerimizde donmadınız daha.
Yoksul çocukların ayakkabılarını çıkarmaya hazırlandıklarını göremiyorsunuz.
Kavga daha yeni başlıyor!
Gölgelerimiz evlerinizin içine kadar süzülecek.
Bankalarınız meclisleriniz ordularınız sizi güvende tutamayacak.
Üç kuruşa kul köle ettiğiniz polisleriniz sizi koruyamayacak.
İktidar olmaya gayret edin.
İktidarınızı yıktığımızda kaçacak yeriniz olmayacak.
Sizi yıkacak kudrete sahip olduğumuzu biliyoruz.
Asalak sömürgenler olduğunuzu biliyoruz.
Her şeyi üretenin bizim ellerimiz, zihnimiz olduğunu biliyoruz.
Bunun bilinmesini istemediğinizi biliyoruz.
Hayat biziz.
Hayatı biz üretiyoruz.
Bu daha başlangıç!
Neleri bildiğimizi öğreneceksiniz.
Gölgelerimizi bile ezdirmeyeceğiz size.
Bu daha başlangıç!
Güneşin altında gölgemizin ne kadar çok olduğunu bilemezsiniz.
Bizim bu dünyada yürüdüğümüzü gölgelere giydirilen
ayakkabılardan tanıyacaksınız.
Gördüğünüz daha esinti.
Fırtınayla tanışmadınız.
98 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Bizden korktuğunuzu biliyoruz.
Kavga daha yeni başlıyor!
http://fraksiyon.org/kavga-daha-yeni-basliyor/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 99
DİRENİŞİN İÇİNDE BULUNDUĞU AŞAMA,
KAZANIMLAR VE ERDOĞAN‟IN KUTUPLAŞTIRMA
SİYASETİ
TAYLAN DOĞAN
23 Haziran 2013
Direnişin İçinde Bulunduğu Aşama
Direniş hangi aşamada? Polisin vahşi bir saldırıyla Gezi
Parkı’nı boşaltmasından bir hafta sonra, on binlerin eylemlerde
yaşamını yitirenleri anmak üzere Taksim’e çıkması, direnişin
sürdüğünü dünya âleme gösterdi. Ayrıca hafta içinde Ankara,
Mersin gibi yerlerde protestolar olmuş, Taksim meydanında
‚duran insanlar‛ çoğalmıştı.
Önce bugünkü eylem hakkında birkaç şey söylemek istiyorum: İnsanlar, Erdoğan’a propaganda malzemesi vermemek
için tamamen sivil itaatsizlik esprisiyle hareket etti. Çok disiplinli davrandı ve hükümeti bir kez daha hata yapmaya zorladı:
Sonuçta, tamamen barışçıl bir protesto polis zoruyla dağıtılmış
oldu. O zaman insana sorarlar: Erdoğan’ın orada burada direnişçilere akla hayale gelmez iftiralar atarak mitingler yapmaya
hakkı var da, muhaliflerin barışçıl gösteri yapma hakkı yok
mu? Bu sorunun makul bir yanıtı olmadığı açık.
Ayrıca, geçen bir hafta boyunca direnişin farklı bir aşamaya
girdiğine tanık olduk. Bilindiği gibi, İstanbul’un pek çok semtindeki parklarda bazen yüzlerce, bazen binlerce yurttaş forumlar düzenleyerek aktif direnişe nasıl devam edeceklerini
tartıştılar. Katıldığım forumlarda gözlemleyebildiğim kadarıyla, hissedilen ortak ihtiyaç şu: Örgütlü hareket edebilmek. Gezi
Parkı direnişinin kendiliğinden geliştiğini ve polisin saldırılarına göre ivme kazanıp kaybettiğini hatırlarsak, örgütlü hareket etme ihtiyacı son derece anlaşılırdır. Peki, bu nasıl yapılacak?
100 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Son katıldığım küçük bir forumda aramızdan temsilciler
seçmemiz gerektiğine karar verdik. Somut karar önerileri şekillendirip temsilcilerimize ileteceğiz, onlar da hem aynı yerdeki
başka forumlara hem de başka parklara bu önerilerimizi aktaracaklar. Başka forumlarda alınan kararları da bize bildirecekler. Temsilciler dönüşümlü olarak seçilecek.
Forumlar –elbette sadece kendi gözlemlerimi aktarıyorum–
genellikle mücadele biçimlerine, Türkiye’deki egemen sisteme,
seçimlere, direnişin sorunlarına dair insanların zihinlerinde biriktirdiği düşünceleri dile getirmesiyle başladı. Fakat üç dört
toplantı boyunca durum böyle devam edince, ‚beyin fırtınası‛
diyebileceğimiz bu sürecin somut bir dizi eylem ve faaliyete
doğru evrilmesi ihtiyacı hissedilmeye başlandı. Bundan sonra
ne tür yaratıcı eylemler yapacağız? Kendi medyamız olacak mı,
olacaksa nasıl olacak, direnişte yaralananların hakkı nasıl aranacak, tutuklananlarla nasıl bir dayanışma içine gireceğiz, AKP
tabanıyla nasıl iletişim kurup hakkımızda yürütülen kara propagandayı kırabiliriz< Görebildiğim kadarıyla artık bu ve
benzeri konularda somut adımlar atılmaya çalışılacak. Tabii bu
aşamada dünya deneyimlerinden yararlanmak, örgütlenme
modelleri üzerine kafa yormak son derece önemli.
Direnişin Kazanımları
Geriye dönüp baktığımızda direnişin, AKP Hükümeti’ni
köşeye sıkıştırdığını söyleyebiliriz. Bazı asgari kazanımların
elde edilmesinden veya Hükümet’in ‚ben yaparım, ben ederim‛ tavrından vazgeçirilmesinden söz etmiyorum. Böylesi bir
faşizm karşısında, işçileri ve kamu emekçilerini ‚temsil eden‛
koskoca konfederasyonların içi boşalmış vaziyetteyken, ‚asgari
de olsa somut kazanımlar elde edemedik‛ demek abes olur.
Köşeye sıkıştırmak derken şunu kast ediyorum: 15 Haziran
Cumartesi akşam saatlerinde R. T. Erdoğan’ın emriyle polisin
Gezi Parkı ve çevresine yaptığı ikinci müdahale, toplum vicdanında Başbakan’ın ve partisinin mahkûm olmasına yol açtı. Ço-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 101
luk çocuk Divan Oteli’ne sığınanlara gaz atmalar, revirleri basıp tıbbi malzemeleri toplamalar, yaralıları tedavi eden doktor
ve sağlık görevlilerini tutuklamalar, avukatları yerlerde sürüklemeler, onlarca insanın organ kaybına yol açmalar, en az iki
genci gaz fişeği ve polis kurşunuyla öldürmeler, cenazeye bile
müdahale etmeler, cadı avı başlatıp yüzlerce kişiyi tutuklamalar< Türkiye toplumunun belleğinden kolay kolay silinmeyecektir. AKP’nin ana-akım medya gücü ve Erdoğan’ın karizması
sayesinde muhafazakâr taban üzerindeki denetimi ne kadar
güçlü görünüre görünsün, ben adalet duygusunun er geç ağır
basacağını düşünüyorum.
Erdoğan ve AKP, Soğuk Savaş dönemini çağrıştıran Türkİslam faşizmini terk etmeye pek niyetli görünmüyor. Bu yüzden, seküler kesimlerin yurttaşlık haklarını korumaya dönük
direnişleri sürdükçe benzer hak ihlalleri devam edecek ve AKP
tabanı bir vicdan ve adalet muhasebesi yapmak durumunda
kalacak. Şu anda toplum olarak bir ahlak ve adalet krizi yaşıyoruz. Tıpkı anti-kapitalist Müslümanların dediği gibi, bir dönemin mazlumlarının kendilerini iktidarla özdeşleştirip zalimliklere gözünü kapaması uzun süre sürdürülebilir bir durum
değil.
Kutuplaştırma Politikası ve Türk-İslam Faşizmi
AKP’nin Türk-İslam faşizmi politikasının birkaç faktörün
öne çıkmasıyla başladığı söylenebilir. Dış dinamik tarafında,
AB’nin Türkiye’yi ‚özel statülü ortaklık‛ pozisyonuna itmesi;
örneğin Türkiye’yle müzakere sürecini neredeyse buzdolabına
kaldırıp yargı, temel haklar, adalet, özgürlük, yerel-bölgesel
politikalar fasıllarını hâlâ açmamış olması, hatta bu fasılların
açılış kriterlerini bile daha belirlememiş olması, Türkiye’deki
demokratikleşme sürecinin dış ayağının etkisizleşmesine yol
açtı.
Ardından gelen 2008 dünya ekonomik krizi, Türkiye’yi yeni
pazarlar ve kaynak arayışına iterek yüzünü Ortadoğu’ya dön-
102 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
mesine yol açtı. Bu anlamda, AKP Hükümeti’nin Suriye ve Irak
politikalarında Katar-Suudi Arabistan liderliğindeki Sünni
bloğun içinde yer alması, kendi açısından tutarlı bir yaklaşımdı. AKP Hükümeti bu politikayı, Suudi ve Körfez sermayesinden kaynak akışı sağlamak ve sonunda ABD’nin desteklediği
Sünni blok galip gelirse, bunun sağlayacağı ekonomik-ticari
ranttan pay alabilmek için uyguladı. Böylelikle Türkiye Arap
Baharı’ndan sonra, uzun yıllar serbest seçim yüzü görmemiş
Ortadoğu ülkelerine ‚model oluşturmak‛ için ne kadar demokrasi gerekiyorsa, o kadar ‚demokrasi‛yle yetinebilirdi:
Buna, Erdoğan’ın sıkça tekrarladığı üzere, ifade ve örgütlenme
haklarını yok sayan ‚sandık demokrasi‛ diyebiliriz.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim, iç dinamikle ilgili
faktör. AKP’nin 2002 sonunda seçimleri kazanmasını sağlayan,
90’larda Türkiye devlet sistemine şu ya da bu ölçüde yabancılaşmış kitlelere demokratik haklar tanıma ve ekonomik refah
sağlama vaatleriydi.
Geldiğimiz noktada dönüp baktığımızda AKP’ye büyük bir
halk desteği kazandıran her iki vaadin de gerçekleşmemiş olduğunu görmek zor değil. 2000’li yılların ortalarından itibaren
demokratik haklar sistemli şekilde kısıtlandı ve sivil anayasa
sözü havada kaldı. Medyada Hasan Cemal gibi eleştirel-liberal
kalemlere bile tahammül edilmedi.
Ekonomik düzeyde ise AKP, son derece ilginç oligarşik bir
yapı oluşturdu. Bir yandan, vakıflar, yardım kuruluşları, belediyeler etrafındaki ranttan nemalanan, tabana daha yakın bir
‚yandaşlar topluluğu‛ yaratırken, diğer yandan kendini destekleyen sermaye kesimlerinin de gücüne güç kattı. Geleneksel
İstanbul sermayesi ile birlikte bu yeni burjuvazi, aşırı ucuz, güvencesiz, çoğu kez asgari ücretle çalışan, taşeron statüsündeki
bir emek gücüne dayanarak ‚ekonomik büyüme‛ rekorlarına
imza attı. Tarımda küçük çiftçilerin büyük çoğunluğu, piyasa
mekanizmalarının yarattığı belirsizliğine terk edildi ve bir kıs-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 103
mı köylerini terk ederek şehirlere göç etti. Böylece kalıcı ve sürekli bir işsizlik oluştu.
Bazıları parti ve belediyelerle bağlantıları sayesinde ihaleler
kazanıp hızla zenginleşirken, muhafazakâr tabanın çoğunluğunun durumunu korumakta gittikçe zorlanması, AKP’nin hegemonyasını asıl tehdit eden faktör olarak belirginleşmeye başladı. Anti-kapitalist Müslümanların tam da muhafazakâr tabanda sınıfsal kutuplaşmanın hızlandığı bir dönemde ortaya
çıkması ve görüşlerini dinlemeye hazır insanlar bulması elbette
bir tesadüf sayılamaz.
Bana göre, AKP’yi, Kürtler ve Aleviler gibi geniş azınlıkları
ötekileştirmeye, seküler orta sınıflar üzerinde toplum mühendisliği oyunları oynamaya sevk eden iç faktör esas olarak budur. Bu nedenle, topluma verecek pek bir şeyi kalmayan, üstelik üzerine oturduğu rant pastasını kimseyle paylaşmaya da
razı olmayan AKP ve çevresindeki ‚yeni zengin sınıflar‛, geleneksel devlet yapısının sağladığı hükümet etme imkânlarına
daha çok sarıldı. Oy tabanlarını konsolide etmek üzere, ‚ötekiler‛ yaratma arayışına girdi.
Yukarıdan aşağıya doğru geliştirilen sözde İslamileştirme
programı (üç çocuk yapma teşviki, kürtaj yasağı denemeleri, 3
x 4 eğitim sistemi, ek din dersleri, alkol düzenlemeleri, Alevi
semtlerine İmam Hatip okulları açılması vs.) AKP tabanının
yaşamlarında gerçek bir iyileşme olmadan ‚tatmin‛ olmasını
sağlayacaktı. Böylece AKP’nin oluşturduğu, bütün zenginliği
kendine çeken yeni oligarşi de, yurtdışı finans piyasalarının
çoktan satın aldığı ‚bir başarı hikâyesi olarak yeni Türkiye‛
imajı sayesinde dışarıdan ucuz ve uygun krediler bularak yeni
havalimanı, 3. köprü, otoyollar gibi projelerle kolayca yıkılamayacak bir güç odağı haline gelecekti. Devir, müteahhit bir
arkadaşımın bir cemaat liderinin ağzından aktardığı gibi, ‚çalacaksa, Müslümanlar çalsın‛ devriydi. Yeni 28 Şubatlara karşı
en başta ekonomik olarak güçlenmek gerekiyordu.
104 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Seküler toplum kesimlerinin yığınsal eylemliliği, bu projenin uygulanmasına sekte vurdu. R. T. Erdoğan ve AKP kurmaylarının yaşadığımız toplumsal hareketliliğe ‚faiz lobisi, Batı medyası, dış mihraklar‛ suçlamalarıyla ve vahşi polis uygulamalarıyla tepki vermesinin en önemli nedeni bence bu.
Bundan sonra ne olur? Yazının ilk bölümünde belirttiğim
gibi, seküler muhalefet öz örgütlülüğünü geliştirip demokratik
hak ve özgürlükleri, demagojiler ve asılsız suçlamalarla engellenemeyecek şekilde toplum gündeminin kalıcı bir parçası haline getirebilirse, AKP’nin kurduğu statüko sarsılmaya başlar.
Böylece, AKP tabanı da kendi omzuna basılarak yaratılan zenginliği ve eşitsizliği sorgulamaya başlayabilir. Barış sürecinin
önkoşulu olan demokratik hak ve özgürlükler alanının biraz
olsun genişlemesiyle, AKP tabanı 3. Köprü ve yeni havaalanının kendisine ne faydası olduğunu yüksek sesle sormaya başlayacaktır.
http://fraksiyon.org/direnisin-icinde-bulundugu-asamakazanimlar-ve-erdoganin-kutuplastirma-siyaseti/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 105
TÜRK HALKI/TÜRKİYE HALKLARI; SİZİ EN ÇOK
ANLAYAN KÜRT KARDEŞLERİNİZDİR!
BORAN DOĞAN
23 Haziran 2013
Bir zamanlar Kürdistan<
Bir zamanlar Kürdistan bölgemizde de böyleydi. Örgütlüydüler, finans kapital ve onun uşaklığını yapan faşist zihniyet
tüm vahşetine rağmen dize getiremedi bölge halklarını. 14 yaşında sis bombasıyla vurulanı gösterdi zaman, öz kardeşimiz
vurulmuş gibi üzüldük ağladık; tanıdık bir acıydı, Uğur Kaymaz’dı bizim için, Ceylan Önkol’du< Gözaltında kayıplarımız
meşhurdu. Bir insan gözaltında nasıl kaybolur anlam veremezdik, gözaltında kayıp ibaresinin kalkması için ya itirafçı
olman gerekirdi ya da ölmen. Faili meçhul kavramı vardı bölgede, en az Ethem yoldaş kadar faili belli ölülerimizdi onlar<
Sorgulamak bir yana, bugün gibi sormak bile yasaktı bölgede. Gözlerimizin içine baka baka yalan söylerlerdi, zorumuza giderdi, kızmak bile yasaktı< Sanayide çalışan çaycı Tahsin
vardı, bir gece vurdular onu; meğerse teröristmiş, en az bu gece Taksim’e çıkmaya çalışanlar kadar< DGM’lerimiz vardı,
padişahın biri geldi, el çabukluğuyla tabela değiştirdi ve ÖYM
oluverdi< Tabela dışında farklılıkları vardı elbette, AskerJİTEM gitti, Polis-MİT geldi. Ülkemin batısı pek ilgilenmezdi
gerçekle, sonunda gerçek hepimizi buluverdi. Medya taraflı
dediğimizde gülüp geçildi. Haberler terörist diyorsa teröristi.
Bebek katili olduk sonra, camide seks yapıp, içki içiyorlar safsatası kadar yalandı tümü. Bölgede de kitlesel yürüyüşler yapılıyordu, gerçek mermiler delip geçerdi, kadın, erkek, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı. Sosyal medya yoktu, o zamanlar sosyal
belleğimiz vardı, para ederse< Penguen belgeseli yayınlamazlardı, köylerini boşaltmak istemeyenlerin yanına keleş yerleştirilip ölü bedenlerini banttan izlerdik, hep birlikte< Askere, po-
106 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
lise haklıysan bile karşı durmanın ayıp olduğu, vatan hainliği
olduğuğu dönemlerdi<
Türk halkı/Türkiye halkları; sizi en çok anlayan Kürt kardeşlerinizdir. Ormanlarımız yakıldı. Dağlarımız çıplak değildi
o zamanlar, iklim değişti< ama Akdeniz olmadı.
Tarihtir, kültür hazinemizdir dedik. Sadece çArşı ‚bırakın,
Hasan Keyfine baksın‛ dedi, sular altında kalmaya başladı bile,
duyuramadık. Çare etmedi Ciwan Haco’nun yaklaşık beş yüz
kişiye verdiği konseri< Şimdi ülkemin batısı, çatık kaşlı, zayıf,
esmer çocukları anlamaya başladı yavaş yavaş< Artık geçmiş
zaman kipini bir kenara koyma vakti geldi< Biz bu filmi otuz
yıldır izliyoruz, yaşıyoruz. Hiçleştirilmenizi, yok sayılmanızı
çok iyi anlıyoruz, Kürtler barış sürecinde olmasına rağmen sizleri yalnız bırakmadı, bırakmayacak. Dağdaki mücadelenin askere, polise karşı olmadığının, gerekirse defalarca altı çizeceğiz.
Aynı barikatta sizlerleyiz, sizlerle olmaktan gurur duyacak ve
direnmeye devam edeceğiz. Faşizmi biz çok iyi tanırız< mücadele yollarını da< Bizi bu devrimci mücadeleden zaman
zaman dışlamak isteyenler olacak, medya en küçük olayı manipülasyon haliyle sunacak, artık oyuna gelmeyeceğiz. Biz
Türk kardeşlerimizle birlikte barikatlarda barışacağız< Birimiz
barikatta sıkışınca, diğerimiz kolundan tutup yardımcı olacak,
bir diğerimiz köşede durup polise korkmadıklarını gösterecek.
Yıllardır halkları birbirine düşürmeye çalışan ve kırk bine yakın insanın yaşamını yitirdiği coğrafyanın bir çocuğu olarak
sizlerle aynı yolda yürümekten, aynı revirde tedavi edilmekten, aynı barikatta çatışmaktan gurur duyuyoruz.
http://fraksiyon.org/turk-halkiturkiye-halklari-sizi-en-cokanlayan-kurt-kardeslerinizdir/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 107
GEZİ DİRENİŞİ VE “KİM NE DEDİ?”
HAZIRLAYAN: İSMAİL GÜNEY YILMAZ
23 Haziran 2013
Şimdi yaşanmakta olan tarih için yarına ait uzunca bir dipnot düşeceğiz. Biz burada fikir beyan etmeyeceğiz, analizle uğraşıp perspektif kasmayacağız yahut ajitasyon çekip sizleri
ayaklanmaya çağırmayacağız. Bu satırlarda ‚Gezi Direnişi‛ diye anılan, ama Gezi’yi çoktan aşan ve sürmeye devam eden 31
Mayıs halk hareketine dair kim ne söz etmiş, ne düşünmüş bunun derli toplu, epeyce geniş çerçeveli ve olabildiğince anlamlı
bir özetini size sunmak için çaba harcayacağız. Yani altında ya
da üstünde bizim imzamız olsa da bu bir şahıs yazısı değil, bir
derleme olacak. Fakat hem ‚o bunu dedi, şu bunu dedi, peki
sen ne dedin?‛ diyen olur diye; hem de belki biraz geri beslemelerden nasiplenebilir ve şimdiye dek mevzuya dair yazıp
çizdiğimizin reklamını da bu vesileyle ‚o kadar hakkımız olur
artık!‛ diye umarak aradan çıkarmış oluruz düşüncesiyle şu
linkleri de paylaşmadan geçmeyelim:




https://ismailguneyyilmaz.wordpress.com/201
3/06/05/bir-cukur-vardi-o-ne-oldu/
https://ismailguneyyilmaz.wordpress.com/201
3/06/07/gezi-yorum/;
https://ismailguneyyilmaz.wordpress.com/201
3/06/10/safak-kac/
https://ismailguneyyilmaz.wordpress.com/201
3/06/20/akpnin-algi-yonetimi-ve-terroristwin/
Şimdi fazla can sıkmadan kim ne demiş ona bakalım;
Taksim Dayanışması:
108 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
‚Çağdaş ve demokrat bir ülkede kabul edilemez karar mekanizmaları, Taksim Projesi ile tekrar karşımıza çıkmıştır. Bilimsel, teknik ve demokratik süreçler çalıştırılmadan kamuoyuna sunulan meydan düzenlemesinin geri dönülmez yanlışlara yol açacak olması bizleri bir araya getirmiş ve Taksim Meydanı’na sahip çıkmamızı gerektirmiştir.
Taksim Projesi ilk olarak seçimlerden önce Başbakan tarafından açıklandı. Peşinden, kamuoyuna yayalaştırma projesi
adı altında sunulan plan değişikliği İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi ve 2 numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarafından onaylandı. Plan değişikliği, evrensel şehircilik değerleri göz ardı edilerek, ulaşım planlama ve projelendirme bilim ve tekniği gözetilmeden, üstelik koruma ve hukuk
kurulları ihlal edilerek ilan edildi. İlan edilen, aslında bir ‘betonlaştırma’, ‘insansızlaştırma’ ve ‘kimliksizleştirme’ projesidir. Bu proje aynı zamanda, araç ve yaya güvenliğini tehdit
eden dalış rampaları ve istinat duvarlarıyla, yayaların meydana erişimini engelleyen koridorlaştırılmış kaldırımlarıyla, tarihi
bir ortamın görsel ve yaşamsal bütünlüğünü yok eden bir ‘yer
altı’ projesidir.‛
http://taksimdayanisma.org/ortak-deklarasyon
- ‚Dayanışma’nın talepleri nettir, bir kez daha tekrarlamak
isteriz:
o
Gezi Parkı, Park olarak kalmalıdır. Taksim Gezi Parkına Topçu Kışlası adı altında ya da başka herhangi bir
yapılaşma olmayacağını, projenin iptal edildiğine dair
resmi bir açıklamanın yapılmasını, Atatürk Kültür
Merkezinin yıkılmasına ilişkin girişimlerin durdurulması,
o
Taksim Gezi Parkı’ndaki yıkıma karşı direnişten başlayarak halkın en temel demokratik hak kullanımını
engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 109
uygulatan ve uygulayan, binlerce, insanın yaralanmasına, üç yurttaşımızın ölmesine neden olan sorumlular,
başta İstanbul, Ankara, Hatay Valileri ve Emniyet Müdürleri olmak üzere tüm sorumluların görevden alınmasını, Gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanılmasının yasaklanması,
o
Ülkenin dört bir yanında direnişe katıldığı için gözaltına alınan yurttaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını, haklarında hiçbir soruşturma açılmayacağına ilişkin
açıklama yapılması,
o
1 Mayıs alanı olan Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarımızda, kamusal alanlarımızda toplantı, gösteri, eylem yasaklarına ve fiili
engellemelere son verilmesini; ifade özgürlüğünün
önündeki engellerin kaldırılması‛
http://taksimdayanisma.org/turkiye-cumhuriyetihukumeti-ve-kamuoyuna-2
- ‚Gezi Parkı’na girişin polis şiddeti ile engellenmesi karşısında büyük bir kararlılık gösteren, günlerce sokakta direnenlerin parkın yeniden kazanılmasındaki rolü yadsınamaz ve
bunu kendi renkleriyle yansıtmalarından daha doğal bir şey
olamaz. Ancak, en geniş değerlendirme – tartışma platformlarında çıkan ana eğilim parkta kalışın ‚Taksim Dayanışması‛
çatısı altında sürdürülmesi ve parkta yer alan tüm kişi, kurum,
parti ve inisiyatiflerin bu çatı altında kendini ifade etmesinin
kanallarının yaratılmasıdır.
Direnişimizin 18.gününde 15 Haziran Cumartesi günü içindeki tüm canlılar ile beraber parkımız ve kentimiz, ağaçlarımız,
yaşam alanlarımız, özel yaşamımız, özgürlüklerimiz ve geleceğimiz için Taksim Dayanışması olarak parkımızı ve yaşamımı-
110 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
zı savunmak için nöbete devam ediyoruz. Taleplerimizin takipçisi olmayı sürdürüyoruz. Şiddet emirlerini verenler ve 4
yurttaşımızın ölümüne neden olanlar yargılanana kadar susmayacağız. Bu direniş, Taksim Dayanışmasının ortak iradesinin yansıması ve bütünlüklü bir mücadelenin ortak zemini olacaktır. Bugünden itibaren tüm yurda ve hatta dünyaya yayılan
mücadelemizden gelen dinamizmle ülkemizde yaşanan her
türlü haksızlığa karşı dayanışmamızı sürdüreceğiz.
BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM!‛
http://taksimdayanisma.org/gezi-parkini-kazandiktaleplerimizin-takibine-devam-ediyoruz
‚Unutturmak isteyenler ve varsa hala duymayanlar için bir
kez daha kez daha hatırlatalım.
o
Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm
meydanlarımızda, kamusal alanlarımızda, toplantı,
gösteri, eylem yasaklarına ve fiili engellemelere son
verilmesini; ifade özgürlüğünün önündeki engellerin
kaldırılmasını,
o
Taksim Gezi Parkı’ndaki yıkıma karşı direnişten başlayarak, halkın en temel demokratik hak kullanımını
engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri
uygulatan ve uygulayan; binlerce, insanın yaralanmasına, beş yurttaşımızın ölmesine neden olan sorumluların, başta İstanbul, Ankara, Hatay ve Adana Valileri
ve Emniyet Müdürleri olmak üzere tüm sorumluların
görevden alınmasını,
o
Gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanılmasının
yasaklanmasını,
o
Ülkenin dört bir yanında direnişe katıldığı için gözaltına alınan yurttaşlarımızın derhal serbest bırakılması,
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 111
haklarında hiçbir soruşturma açılmayacağına ilişkin
açıklama yapılmasını,
o
·
Afet zamanlarında da toplanma ve korunma yer-
lerimiz olan Gezi Park’ı başta olmak üzere halkın kullanımına kapalı bütün parklarımızın bir an önce kullanıma açılmasını, önemle ve acilen talep ediyoruz.‛
http://taksimdayanisma.org/19-haziran-tarihli-duyuru
Recep Tayip Erdoğan:
- ‚Biz birkaç tane çapulcunun, o meydana gelip halkımızı
tahrik etmesine seyirci kalmayız. Çünkü bu millet bize reyini
verirken tarihimize sahip çık diye verdi. Şimdi biz 300-500 kişi
oraya gitti diye köprü inşaatını mı durduralım? Bunlar tünellere, tüp geçitlere de karşı çıktılar. Bunların cibilliyetinde bir taş
taş üstüne koymak yok. Efendim Erdoğan diktatör. Ben bu milletin efendisi değilim. Diktatörlük kanımda yok, ben bu milletin hizmetkarıyım. Eğer diktatör arayanlar varsa kendi geçmişlerine baksınlar. Arayanlar varsa işte Taksim Meydanı’nda,
Ankara’da şurada burada. Esnafın camını çerçevesini indirenler ne adına indiriyor? Bunun hukukla bir alakası var mı? Demokrasiyle bir alakası var mı? Hak mücadelesiyle bir alakası
var mı? Kim ödeyecek şimdi onların paralarını? Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var burada. Yine kalkacağız oranın camını,
çerçevesini
bu
hükümet
yapacak.‛ http://www.internethaber.com/uc-bes-capulcuya-papucbirakmayiz-542455h.htm
- ‚Hüseyin Çelik, Başbakan Erdoğan’ın görüşmede, ‚Gezi
Parkı’na yönelik projenin İstanbul halkına sorulabileceği, konuya ilişkin olarak İstanbul’da referandum yapılabileceği‛ teklifini
sunduğunu
bildirdi.‛ http://www.trthaber.com/haber/gundem/basbakandangezi-parki-ile-ilgili-yeni-oneri-89280.html
112 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
- ‚Yaptıkları iş sadece vurup kırma. Kamunun binalarına
saldırma, kamunun binalarını yakıp yıkma. Sivil vatandaşın,
halkın araçlarını yakıp yıkma. Bununla kalmadılar. Benim başörtülü kızlarıma, başörtülü bacılarıma saldırdılar. Bununla da
kalmadılar. Dolmabahçe Camii’ne maalesef bira şişeleriyle
girmek
suretiyle,
ayakkabıyla
onu
da
yaptılar‛ http://www.dunya.com/basortulu-kizlarima-saldirdilarcamiye-bira-siseleriyle-girdiler-194586h.htm
- ‚Türkiye’ye yön vermek için hiç kimsenin haddi yoktur.
Artık bu ülkede çeteler dönemi bitmiştir. Bu ülkede mafya dönemi bitmiştir. Cunta dönemi geri gelmemek üzere bitmiştir.
Faiz lobisi kendine çeki düzen ver. Faiz lobisi yıllarca benim
milletimin alın terini sömürdü. Bundan sonra sömüremeyeceksin. Çok sabrettik, olay sadece bu lobiyi oluşturan bir banka, iki
banka kim varsa hepsi için aynı şeyi söylüyorum. Siz ki bize
karşı böyle bir mücadeleyi başlattınız. Bunun bedelini ağır
ödeyeceksiniz. Borsa’da Tayyip Erdoğan’ın parası yok, çökersen sen çökeceksin. Geçmişte belki birileriyle anlaşıyordunuz.
Ama bu ülkeyi artık sömüremeyeceksiniz. O Geçmişte kaldı.‛http://www.internethaber.com/erdogan-faiz-lobisininumugunu-sikacak-545334h.htm
- ‚Taksim’i Boşalttınız. Boşaltmadığınız takdirde bedeli ne
olursa olsun, Kılıçdaroğlu’na rağmen, terör örgütlerine rağmen
burayı
boşaltacağız.‛http://www.timeturk.com/tr/2013/06/16/basbakan-terororgutlerine-ragmen-taksim-i-bosaltacagiz.html
Abdullah Gül:
- ‚Bu çerçeve içerisinde ‘demokrasiler’ dediğimizde, demokrasilerle tabiiki seçimlerle halkın iradesi ile herşey ortaya
çıkar. Ama ‘demokrasi’ demek ‘sadece seçim’ demek de değildir. Seçimlerin dışında da farklı görüşler, farklı durumlar, itirazlar varsa bunların da çeşitli yollarla dile getirilmesinden daha tabii de bir şey olamaz. Barışçı gösteriler de tabiki bunun bir
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 113
parçasıdır. Bu anlamda son günlerdeki gelişmeleri bu çerçeve
içerisinde görüyorum. Ve şunu da açıklıkla söylemek istiyorum ki, iyi niyetli olarak verilen mesajların da alındığının bilinmesini isterim. İyi niyetli olarak verilen mesajların hepsi
alınmıştır. Bunların muhakkakki günü geldiğinde gereği de
yapılacaktır. Zaten bunun işaretini de eminim ki hepiniz görüyorsunuz. Yalnız, bundan sonra artık dikkatli olmak gerektiğine inanıyorum.‛ http://siyaset.milliyet.com.tr/abdullah-guldemokrasi-sadece/siyaset/detay/1717983/default.htm
Bülent Arınç:
‚Saygı hoşgörü içinde her sorunu aşacağımıza yürekten
inanıyoruz. Vatandaşlarımız meşru makul tepkileri ortaya
kolmuşlardır. Gösteriler bugün farklı boyutlara ulaşmıştır. Vatandaşlarımızın tepkileri marjinal ğruplar tarafından kullanılmakta. Şu ana kadar 244′ü polis olmak üzere 300′ün üzerinde
vatan evladı yaralanmıştır.Abdullah Cömert isimli vatandaşmımız hayatını kaybetmiştir. Arzu etmediğimiz olaydı. Sonunda bu işi ölümle sonuçlandıracaklarını biliyorduk. Ölüm
olmaması için bütün dikkatimizi topluyorduk. Ama maalesef
olmadı.‛ http://www.internethaber.com/bulent-arinc-ozurdiledi-543147h.htm
Egemen Bağış:
‚Medya üzerinde öyle bir pompalama yapıldı ki, öyle bir
ajitasyon yapıldı ki, bunların amacı başka. Bunların amacı,
Türkiye içinde kargaşa çıkarmak, bu büyüme trendini durdurmak, faizleri zıplatmak, istikrar ve güven ortamını bozmak.
Türkiye’nin de uluslararası ilişkilerine zarar vermek. Türkiye’nin hiçbir faydasına değil, tamamen Türkiye’nin huzurunu
kaçırmaya yönelik. Çünkü doğru değil. Doğrular olsa eyvallah!
Ama o kadar çok dezenformasyon, yanlış yönlerdirme gördük
ki bunların hepsi yargı önünde tartışılacaktır. Bunların hepsinin üzerine gidilecektir, analizi yapılacaktır, kimin hangi niyet-
114 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
le yaptığı ortaya çıkarılacaktır. Ama maalesef ana muhalefet
partisi bu süreçte çok kötü bir imtihan vermiştir.‛
Melih Gökçek:
http://www.radikal.com.tr/turkiye/melih_gokcek_zaytung
_haberini_gercek_sandi-1137951
Kemal Kılıçdaroğlu:
- ‚Yargının verdiği karar doğrultusunda polisi derhal Taksim Gezi Alanı’ndan geri çek. Halkla polisi karşı karşıya getirme. Halk kendi kentine yani İstanbul’a sahip çıkıyor. Bunun
için direniyor. Doğayı ve kentini korumak istiyor. Bu andan
itibaren yaşanan her olayın sorumlusu Başbakan’dır. Ne yazık
ki Başbakan, hala sorumluluğunun farkında değildir. Artık İstanbul’da vali diye bir kişi yoktur. Türkiye’de yönetim boşluğu
vardır. Bu boşluk İstanbul’da bütün açıklığı ile gözler önüne
serilmiştir. Şu an itibari ile başbakan olduğunu göster, polisi
geri çek, yargı kararına uyduğunu kamuoyuna açıkla. Bu sizin
görevinizdir. Ana muhalefet partisinin genel başkanı olarak
görevinizi size hatırlatıyor ve zaman geçirmeden uygulanması
için
sorumluluğa
çağırıyorum‛http://www.beyazgazete.com/video/webtv/guncel1/kemal-kilicdaroglu-ndan-taksim-gezi-parki-aciklamasi411190.html
Devlet Bahçeli:
- ‚Yerli ve yabancı işbirlikçileri olan bir komplo devrede‛ http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/06/08/bahcelidenerdogana-gezi-parki-destegi
Abdullah Öcalan:
- ‚Direnişi anlamlı buluyor ve selamlıyorum. Elbetteki bu
duruş yeni bir siyasal kırılma yaratmıştır. Ancak hiç kimse
ulusalcı, milliyetçi, darbeci çevrelere de kendini kullandırmamalı. Bu hareketin onların denetimine girmesine Türkiyeli
demokrat, devrimci, yurtsever ve ilerici çevreler izin verme-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 115
melidir‛ http://www.aksam.com.tr/siyaset/abdullahocalandan-gezi-parki-mesaji/haber-213543
Murat Karayılan:
- ‚Hükümetin bir takım girişimlerini, daha doğrusu bazı tavizlerini, daha iyi değerlendirip eylemsel sürecin başarısını ileriye taşımayı öngörmek daha doğru olurdu. Ama böyle yaklaşılmadı, sürdürülmesinden yana kararlar kılındı. Her ne kadar
şimdi Türkiye’nin değişik yerlerinde direniş sürüyor da olsa ki bu da önemlidir- hükümetin yanlışlarını daha doğru değerlendirme olsaydı, bize göre ayın 13-14′ünde aslında bir değişim
olabilirdi. Bunun olmaması direniş güçlerini zorladı. Ama ne
olursa
olsun
bize
göre
bu
önemli
bir
çıkıştır.‛ http://www.sondakika.com/haber/haber-murat-karayilanin-gezi-parki-aciklamasi-4748079/
Selahattin Demirtaş:
- ‚Eğer bugün savaş durmamış, silahlar susmamış ve Türkiye’nin her tarafına polis asker ve gerilla cenazeleri gitmiş olsaydı, bugün Gezi Parkı’nda özgürlük ruhu, demokratik hak
arayışları değil ırkçı hezeyan milliyetçi gösteriler olacaktı‛http://www.aksam.com.tr/siyaset/bdpli-demirtastan-geziparki-yorumu/haber-213825
Sırrı Süreyya Önder:
- ‚Burayı ihale etmemişler mi? Belediyenin kamyonu burada ne geziyor, niye hafriyat çekiyor? Zabıta araçları burada ne
geziyor? İkincisi bu polis şirketin polisi mi? Çok basit bir şey
soruyoruz biz. Burada her yaştan, her kesimden insan var. İl
koruma kurulu tabiat varlıklarını koruma kararı istiyor. hani.
Yok. Burada engellenmesi gereken nefes alma hakkımızı kullanan bizler değiliz. Burada engellenmesi gereken yasa dışı iş
yapan bütün bu kepçeler, dozerlerdir. Duyan arkadaşlar geliyorlar. Onlar gelene .adar sakin, vakur, kararlı, inatçı bekliyoruz. Büyük olan sizlersiniz. Ben bu bölgenin vekiliyim. Hiz-
116 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
metkarıyım. Görevimi yapıyorum. Sorumluluğumu yerine getiriyorum‛
- ‚Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri< DTK tek cümleyle destek açıklaması yapmadı‛ http://www.aksam.com.tr/siyaset/sirri-sureyya-onderdendtkya-gezi-elestirisi/haber-217773
Mustafa Kamalak (Saadet Partisi):
- ‚Elbette böyle bir olayı durup dururken takdir edecek halimiz yok. Üzülüyoruz, netice itibariyle hayatını kaybeden
gençlerimiz bu milletin evlatlarıdır. Gözlerini kaybeden gençlerimiz bizim evlatlarımızdır. Yakıp yıkılan binalar, ateşe verilen otobüsler ve otomobiller bu milletin alın teridir. Haliyle
üzülüyoruz‛ http://www.gazete5.com/haber/mustafakamalak-tan-gezi-parki-aciklamasi-339160
Mustafa Destici (BBP):
- ‚Komşu ülkelerin ajanları, provokatörleri iş başındadır.
Türkiye’de bu marjinal gruplar, muhalefetteki bazı partiler, Ergenekon ve onun uzantıları ve bu zamana kadar sandık ile siyasi bir yere gelemeyenler artık sandıktan ümidini kesince ve
tabii ki hükümeti değişik yollar ile iç karışıklar, kaos ortamları
ile değişeceği ümidiyle hepsi bir araya gelmişlerdir ve ortak bir
noktada buluşmuşlardır. Hepsinin ortak düşmanı bir yönüyle
hükümet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletidir. Dolayısıyla sokaklardaki hadiseleri masum görmemiz mümkün değildir‛ http://www.haberler.com/bbp-genel-baskanimustafa-destici-den-gezi-parki-4745351-haberi/
Mehmet
Bekaroğlu: http://www.fikirzamani.com/mehmet-bekaroglu-taksimiyazdi/
Mazlum-Der:
http://www.radikal.com.tr/turkiye/mazlum_derde_gezi_p
arki_catlagi-1138337
Sezai Dilbilen/Baran dergisi:
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 117
- ‚Biraz açalım: İhtilal, çatışma, kavga ve yıkma iken inkılab
yapma, inşa ve ibda etmedir. Her ikisi de ruha mahsus bir hadise ve her ikisi de ruhlarda başlayan bir ‚çatışma-kapışma‛
hâli< İnkılap ‚inşa etme‛ hali< Gezi parkı öncesi ve sonrası
ile inkılaba uzak. Yıkmaya daha yakın.
İslam düşmanı Ulusalcılar-Kemalistler farkında olmadan
bir ‚cinnet‛ hali yaşadılar. Hatırlanırsa hadise haklı bir sebebe ağaçlar kesilmesine- dayanan bir protesto şeklinde ortaya çıkmış, insanlar da bu hareketliliği kısmen sempatiyle karşılamıştı. Ancak AKP’nin basireti bağlanmış, ferasetini kaybetmiş, kibir deryasına gömülmüş, çıkar ilişkileri gözlerini kör etmiş politikacı ve bürokratlarının yüzünden bir anda laik batıcı ulusalcı
çevrelere
büyük
bir
koz
verilmiş
oldu.‛ http://www.barandergisi.net/gezi-parki-olaylarimakale,651.html
Bahadır Kubanoğlu/Haksöz:
- ‚Netice olarak ciddi bir süreçten geçtiğimiz bir vakıa. Ancak buradaki aktörleri, örgütlü yapıları, 28 Şubat özlemcilerini,
darbecileri, Kürt sorununun kadim mimarlarını, Barış sürecinin akamete uğraması için ellerini ovuşturanları, Başörtü yasakçılarının dirilen heyecanlarını, Silivri müdavimlerinin eski
hesaplarını, Suriye muhiplerinin goygoyculuklarını, Muhafazakar camiaların durumdan vazife çıkarma basiretsizliklerini,
vurun abalıya siyasetine soyunan liberal-demokrasi aşığı seküler kesimlerin pişkinlik, ukalalık ve sosyal mühendislik heveslerini görmeden yapılacak tahliller sadra şifa olmayacaktır.
Hükümetin ya da emniyetin süreci yönetmede gösterdiği basiretsizlikler üzerine Türkiye tarihi destanı yazmaya çalışan, İslam dünyasının ve özellikle Ortadoğu’nun yönelim ve özlemlerinin doğruluğunu göremeyen, bazen üçüncü dünyacı seküler reflekslerle, bazen soyut liberal gazellerle, çoğu zaman da
darbeci özlemlerle sosyal olaylara yaklaşanların durdukları yeri ve özlemini duydukları tezgahları iyi okumak gerekir. Doğ-
118 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
rusu bunca yazılıp çizilenin ve üretilmek istenen propagandif
siyasetlerin ardından bu olaylarda en masum kalanlar eylemlerin içinde sıcağı sıcağına gelişmeleri yaşayan eyyamcı gençler
ve polislerdir. Gözümüzü eylem alanlarından, eylemlerden
kendi çıkarlarına ve basiretsiz, hikmetsiz, kötücül siyasetlerine
paye çıkaranlara yöneltelim. Bunların kimler olduğunu da zaman
içerisinde
paylaşacağız
inşallah.‛http://www.haksozhaber.net/ne-mutlu-taksimdevrimcisiyim-diyene-27028yy.htm
HÜDA-PAR:
- ‚İlk etapta orada iyi niyetle başlamış bir protesto vardı
ama sonrasında polisin güç kullanması neticesinde farklı bir
mecraya kaydırıldı. Ben de protestoların üçüncü gününde habersiz bir şekilde oradan geçerken polisin attığı biber gazına
maruz kaldım. Bir yönüyle yapılan eylemlerde haklı olabilirlerdi ama derin yapılanmaların payı olan eyleme tamamen
müdahil olup bunu tamamen kontrollerine almak istemeleri ve
bunu Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi şahsıyla bireysel hesaplaşmaya dönüştüğünü yer yer manevi değerlerimize bazı marjinal gruplar tarafından hakaretler yapıldığını üzüntüyle müşahede ettik. Dolayısıyla Gezi Parkı’nda haklılık payı olsa da
olmasa da var olan protestolar artık meşruiyetini kaybetmiştir.
Devam etmesi için neden kalmamıştır. Bizce o eylemler artık
sonlandırılmalı.‛ http://www.rehbergundem.com/Politika/673-Gezi-ParkiOdakli-Gelismeler.html
Türk Solu dergisi çevresi:
http://www.turksolu.org/408/basyazi408.htm
İşçi Partisi:
http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdeta
y&idhaber=5405
DSP:
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 119
- ‚Bugüne kadar özgür olduğunu hissetmeyen ve suskunluk sarmalına kapılmış olan, 12 Eylül’den bu yana kadar yaşamış gençler, ki bunların bir kısmı 35-40 yaşındadır, hepsi 90’lı
yıllarda doğanlarla birlikte omuz omuza vermiş ve hiçbir taşkınlık yapmadan direnişlerini sürdürüyorlar. Bu direniş özgürleşme direnişidir. Bu direniş özellikle ‘Türk Milliyetçiliği’ni
ayaklar altına alıyorum’ diyenlere tavır direnişidir. Bu direniş,
TC ibaresini kamu kurum ve kuruluşlarından kaldırmak isteyenlere karşı bir direniştir. Bu direniş, alkole ilişkin yasa çıkarılırken, alkol kullananları ötekileştiren, onlara ‘sarhoş, alkolik,
ayyaş’ gibi sıfatlar kullanan, onlara farklı imajlar yakıştırmak
isteyenlere
karşı
duruştur.‛ http://www.dsp.org.tr/web/Haber/HaberIcerikGoster.as
px?id=1298
DİSK:
- ‚Sermayenin azgın temsilcileri, İstanbul’u yerle bir edip
yeni rant alanları inşaa etmek üzere verdikleri sözü tutmaya
ant içtiklerini bir kez daha gösterdiler. Kentteki her tarihi binayı rezidans otel, her arsayı beton bina, her parkı AVM, her ağacı kereste ve kamusal alanları kendi özel mülkiyeti olarak gören saltanatçılar 3. Köprünün temelini atarken “Gezi Parkı’nın
katli için de karar verdik” diye buyurdular. Kamusal yaşam
alanlarını savunan insanların üzerine biber gazlarıyla, coplarıyla, panzerleriyle, tomalarıyla bir kez daha yürüdüler.
Kentsel talan süreci şimdi toplumsal yaşamımızın belleği
olan meydanlarımızı ortadan kaldırmaya yönelmiş durumda.
Gökdelenlerin, AVM’lerin, rezidansların, toplu konutların,
otoyolların, katledilen ormanların, yok edilmek istenen parkların, yıkılan tarihi binaların, yapımına başlanan rantsal köprülerin kıskacındayız şimdi.
Siyasal iktidar geçmişin anısını yok etmekte kararlı. İstanbul sil baştan yeniden dizayn edilirken, tarihi de yeniden
yazılmak
isteni-
120 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
yor.‛ http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&Cont
entId=1528
KESK:
- ‚Taksim Gezi Parkı’nda bugün yaşanan polis saldırısı bir
vahşettir. Gezi Parkı’ndaki insanlara yaşlı çocuk demeden polis
acımasızca saldırmıştır. Daha önce açıkladığımız gibi, demokratik tepkimizi göstermek için bugün ve yarın sokaklardayız,
meydanlardayız!Bundan sonraki sürece ilişkin yapacağımız
eylem ve etkinlikler (grev dahil) yarın (pazar) Yürütme Kurulumuzun değerlendirmesi ardından duyurulacaktır.HER YER
TAKSİM
HER
YER
DİRENİŞ!‛ http://www.kesk.org.tr/content/gezi-park%C4%B1ndaya%C5%9Fananlar-bir-vah%C5%9Fettir
TMMOB: http://www.tmmob.org.tr/genel/bizden_detay.p
hp?kod=9122&tipi=2
TTB:
- ‚Ülkemizde son günlerde yaşanan vahşet toplumda sonu
ciddi bir kutuplaşma ve infiale de varacak korkunç görüntülerin oluşmasına yol açmaktadır. Her kimyasal madde çoğunlukla özünde bitkisel kökenlidir. Her kimyasal madde dozuna,
kullanım koşullarına uyulmadığı takdirde toksiktir, zehirdir. Bu tip maddeler ne kadar masum olursa olsunlar kullanım
şekline, dozuna, amacına uyulmaması halinde zehirdir, silahtır. Bunların topluca halkın üzerine kullanılması toplu imha silahı vasfını kazandırır. Nitekim TTB’nin yaptığı tespitlere göre
31 Mayıs 2013’den beri bu gazdan-silahtan- yaralananların sayısı on binleri aşmıştır. Biber gazı ve diğer kimyasal kapsüllerinin yarattığı göz kayıpları başta olmak üzere ciddi organ hasarları yüzlerce kişide oluşmuştur; onlarca kişi hala bu nedenle
yoğun bakımdadır. Doğrudan etkilenmeler sonucu saptanan
ölümler bu gün itibarıyla 4 olmasına rağmen dolaylı etkilenmeler sonucu oluşan ölümlerin sayısı ise bilinmemektedir. Biber
gazının ülkemizde kullanılması artık uluslararası kurallara uy-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 121
gun caydırıcılık vasfını yitirmiş tüm yönleri ile halk için ciddi
bir tehdit unsuru olan bir kimyasal silah vasfına dönüşmüştür.‛ http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/kimyasal3880.html
ÖDP:
- ‚AKP’nin insana, emeğe, çevreye, doğaya ve kentlere
olan bitmek tükenmek bilmeyen saldırıları artık kamusal alanların kolluk kuvvetleri tarafından zorla işgali ve katledilmesi
boyutlarına ulaştı. Emekçileri kent merkezlerinden sürmeye ve
kamusal alanları piyasalaştırmaya dayanan kentsel yıkım ve
rant projeleri için siyasal iktidar nefes alma hakkına dahi saldırır duruma geldi.Özgürlük ve Dayanışma Partisi İstanbul’da
ve tüm ülkedeki rant yıkım ve peşkeş uygulamalarının karşısındadır. Partimiz halkın yaşama ve barınma haklarına sahip
çıktığı her alanda ve özgür gelecek mücadelesinde kavganın
içinde olmuştur ve olacaktır.Bu zorba düzeni yıkmak, yerine
eşitliğin özgürlüğün ve kardeşliğin hüküm sürdüğü bir Türkiye’yi kurmak, bugün Taksim Gezi Parkı’na sahip çıkmaktan
geçmektedir.Gerici rantçı işgalci AKP düzenin yıkalım, Türkiye’yi
yeniden
kuralım.‛ http://odp.org.tr/isgalci-akpyidurduralim-gezi-parkina-sahip-cikalim/
EMEP: http://www.emep.org/news.php?id=1749
TKP:
- ‚Bu sabah polisin Taksim meydanına müdahalesi, ‚müdahale‛den daha bütünlüklü bir planın parçası.AKP hafta sonu
kuru kalabalıkları bile toplamayı beceremedi. Erdoğan’ın havayolundan şehre giderken ara sıra mola verip sağa sola küfretmesiyle bu işin hallolmayacağı görüldü.Şimdi AKP direnişçileri bölmeye oynuyor. Bir taraftan ‚görüşmeci tayinleri‛ başladı. Oysa Direnişin meşru sözcüsü bellidir. Taksim Dayanışması ortadadır. Daha önce hükümetle görüşmüşlerdir ve ortaya koydukları talepler bütün direnişin programıdır.Diğer taraftan polisin Taksim meydanında ‚küçük çatışmalar‛ arzuladığı
122 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
televizyon ekranlarında açıkça seçilmektedir. Hükümet ‚makul göstericiler‛ ile ‚marjinal gruplar‛ ayrımı kurguluyor. Direniş açık seçik bir provokasyonla bölünmek isteniyor.Türkiye
Komünist Partisi Taksim Direnişinin meşruiyetinin zedelenmesine izin vermeyecektir. Direnişin bugüne kadar ortaya çıkan biçimi büyük halk kitlelerinin ayağa kalkmasıdır.‛ http://www.tkp.org.tr/basin-aciklamalari/akpninoyunu-direnisi-bolmek-2167
SDP:
- ‚Sloganda da ifade edildiği üzere ‚daha başlangıç‛ olan
bir eylem sürecinden geçiyoruz. Bundan sonrasını belirleyecek
olan kuşkusuz güç dengeleridir. Direniş kendi haline bırakıldığı koşullarda kazanım elde etmeden sönümlenebilir/sönümlendirilebilir. O nedenle yapılması gereken derhal bu
konuda adımlar atmak ve direnişi süreğenleştirmektir. Direniş
ya da savunma komiteleri oluşturulmalı, gezi parkına çadırlar
yeniden kurulmalı ve tüm İstanbul çapında mümkün olduğu
oranda bu komiteler yaygınlaştırılmalıdır. Bunlar kendi sokaklarında kendi kendini yönetecek yerel inisiyatiflere dönüşmeli
ve yerelin her türlü sorunu görev kapsamında olmalıdır. Gezi
Parkı insanların uğrak yeri haline dönüştürülmeli, sosyal etkinlikler düzenlenmelidir. Direnişin bundan sonraki seyrinde bu
sözü edilenlerin belirleyici hale geleceği unutulmamalıdır.‛http://sosyalistdemokrasipartisi.org/basinaciklamalari/104-gezi-direni%C5%9Fi-ve-taleplerimizh%C3%BCk%C3%BCmet-istifa,-halk-iktidara.html
DSİP:
- ‚Hâlâ 27 Mayıs darbesinden, 28 Şubat’tan ve uluslararası
komplodan söz ediyor. Kibrini gizlemek için hâlâ utanmadan
mağduriyet edebiyatı yapıyor. Bir mitingde, miting yapma
hakkını kullanırken, başka bir gösteriyi düzenleyenleri hedef
gösterme cüretini sergileyebiliyor.Erdoğan tarihi hatasını yaptı.Suç işledi. Apaçık bir suç işledi. Elindeki kamu gücünü, yurt-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 123
taşların bir kısmını siyasi olarak tecrit etmek için kullandı.Fakat
günlerdir direniş sırasında söylediğimiz gibi: Bu daha başlangıç! Mücadeleye devam!Şimdi daha büyük bir hareketi örgütlemek için, sokaklara çıkmak için tüm gücümüzü kullanacağız.Erdoğan elini Gezi’den çekene ve polis şiddetinin sorumluları istifa edip yargılanana kadar ara vermeyeceğiz.Gezi direnişi AKP’nin ilk yenilgisidir. Bugünkü müdahale bu yenilginin
devamıdır.‛ http://dsip.org.tr/index.php/haberler/haberler/dsp-basnacklamalar/280-polis-iddetine-son-erdoan-elini-geziden-cek
Yeşiller
ve
Sol
Gelecek
si: http://yesillervesolgelecek.org/ysgp-diyor-kireferandumu-da-istiyoruz-yasasini-da/
Parti-
TSİP:
- ‚Tam da bu aşamada kimin bu halk eyleminde muradı
nedir davranışlarıyla ortaya çıktı. Oysa yapılan politik değerlendirmelerde kime sorsanız Gezi Parkı eyleminin artık burada
kalmadığını duymanıza karşın, olayın rengi birden bire değiştirildi ve Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, TMMOB İst.
Şb. Başk. Tayfun Kahraman, Tabip Odası Genel Sekreteri Ali
Çerkezoğlu, KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul, DİSK
Genel Başk. Yard. Celal Ovat, TMMOB İst. İl Koordinasyon
Kurulu Sekreteri Süleyman Solmaz’dan oluşan bir kurul kuruldu ve bu kurul Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la görüşerek sözümona halkın isteklerini içeren bir dizi isteği Arınç’a
sundu. Hemen arkasından da kamuoyuna bu istekler kurulca
duyuruldu. İktidarın bu isteklere tepkisi ise aynı tas aynı hamamdı. Şimdi soruyoruz, bu arkadaşlarımız iktidardan yeni
bir tüyo mu aldılar da durup dururken halkın istemlerini
Arınç’a sunarak halkın yığınsal protestolarına gölge düşürmeyi
göze aldılar?‛ http://www.tsip1974.com/yeni_sayfa_760.htm
TKP 1920:
124 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
- ‚Hüseyin Çelik, halkın zekâsıyla alay ediyor. Halk Gezi
Parkı için de, bütün vurgun projeleri için de, AKP’nin gerici ahlak polisliği için de, emperyalist savaş politikası için de, oyunu
zaten kullandı. Hem de bunu, yaralanma, sakatlanma ve ölüm
tehlikesini göze alarak yaptı. Referandum zaten AKP muhafız
birliklerinin, baltacılarının tonlarca zehirli gazı, tazyikli suyu,
copu, sopası, plastik mermisi, gerçek mermisi altında yapıldı.‛ http://www.tkp.org/icerik/direnisten-iyi-referandum-muolur-1174
DİP:
- ‚Hayır, kardeşler, dostlar, yoldaşlar! Bin kere hayır! Böyle
anlaşma olmaz. Son günlerde yaşadığımız, hep beraber yarattığımız isyan, Türkiye tarihinde görülmemiş bir olaydır. Üç
büyük kentin ana meydanlarını özgürleştirdik! Taksim bizimse, Kızılay’da ve Gündoğdu’da kutlamalar yapabiliyorsak, hepimizin kahramanca direnmesindendir. Bütün dünya Türkiye’yi konuşuyor. Bu kadar büyük bir isyan birkaç kırıntıya
söndürülemez!‛http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/dipbildirisi-sokakta-kazandigimizi-masada-geri-vermeyelim
SYKP:
- ‚Devlet, polis ve askeri zor örgütleri üzerinden elinde tuttuğu şiddet tekeliyle Taksim Meydanını, Gezi Parkını, Kızılay
Meydanını zapturapt altına alabilir. Hatta halkı gaz bombalarıyla boğarak, plastik mermilerle vurarak sokaklardan da sürebilir. Ancak ne yaparsa yapsın kitlelerin bilincinde oluşan ‚biz
kazandık‛ hissiyatını silemez. 31 Mayıs – 1 Haziran direnişinin
ardından devletin polisi Taksim Meydanından ve Gezi Parkından çekmek zorunda kalışını, halkın alanları dolduruşunu hafızalardan çıkartamaz.Halklarımız direnişi ve direnişin ortaya
çıkardığı kazanımlar, zihinlere iyice işledi. Devletin görülmemiş şiddetine rağmen bu düzeyde bir kararlılık ve karşı duruşun, ne olursa olsun sokakları terk etmemenin altında yatan
gerçek şudur: Biz Kazandık! Bu isyandan büyük kazanımlarla
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 125
çıktık! Kazandıklarımızı korumaya da kararlıyız!Halkın isyanı,
AKP diktatörlüğünün yüzündeki ‚ileri demokrasi‛ peçesini
yırtıp atmış, tüm politik dengeleri alt üst edip yeniden biçimlenmesinin yolunu açmış, rejim krizinin sona ermeyip aşağıya,
halka doğru inerek farklı biçimlerde sürmekte olduğunu göstermiştir.Halklarımızın en önemli kazanımlarından biri de, Gezi Parkı’nda 15 gün boyunca gerçekleşen özgürlük ortamıdır.
İstanbul halkı, Gezi Parkı ve Taksim çevresinde devletsiz, yasasız, yasaksız bir 15 gün geçirdi. Farklı görüşlerden, halklardan, inançlardan, cinsel tercihlerden insanların Gezi Parkı’nda
tam bir özgürlük içinde yaşadığı, paranın geçmediği, düşüncelerini serbestçe ifade ettiği, ortak yaşamı örgütlediği, dayanıştığı günlerdi bunlar. Gezi Parkı’ndaki 15 gün, özgür bir dünyanın nasıl bir şey olduğuna dair çok değerli bir bilgi, tahayyül
ve deneyim demeti sundu. Bu, tüm direnişçilerin ve toplumun
belleğine kazınmıştır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.‛ https://www.facebook.com/SosyalistYenidenKurulusPa
rtisi
İhsan Eliaçık:
- ‚Yarabbi< 9 gündür bu meydanda direniş içerisinde olan
gençlerin seslerini kavli, soluklarını güçlü eyle. Direnirken ölen
kardeşimize Allah’tan rahmet, kalanlarına marifet diliyoruz.
Zalim Sultan’a karşı, Hakkı haykıran gençleri bu memleketten
eksik
eyleme.‛http://www.radikal.com.tr/turkiye/gezi_parkinda_kandil
li_eylem-1136463
ESP:
- ‚AKP Hükümeti, eğer halkın iradesine saygılıysa o halde
referanduma gerek yoktur. Zira, günlerdir kadını, erkeği, genci
ve yaşlısıyla milyonlar referandumu zaten sokakta yaptı. 9 Haziran günü Taksim Meydanı’nı hıncahınç dolduran bir milyonu aşkın kişi, yine Türkiye’nin dört bir yanında sokaklara çıkan
yüz binler iradesini ortaya koymuştur. AKP, ‚referandum‛ ya
126 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
da ‚plebisit‛ hilesiyle halkı kandırmak yerine milyonların iradesini tanımalıdır. AKP Hükümetinin referandumu çözüm
olarak sunan kararını tanımıyoruz! Kaldı ki, Topçu Kışlası’na
ilişkin mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vardır ve referandum yapmanın yasal, anayasal bir dayanağı yoktur.‛ http://esp.org.tr/ESP/milyonlarin-iradesi-taninsin/
HALK CEPHESİ:
- ‚Osmanlının torunları AKP’lilerde de oyun çok. AKP, emrindeki tüm medya ile direnişimizi bölmeye çalışıyor. Milyonlarca halkı birleştiren faşizmin terörüdür. AKP’yi temelinden
sarsan bizim birliğimizdir. Faşizme karşı birliğimizin bölünmesine izin vermeyelim.‛
http://www.halkinsesitv.com/index.php/acklamalar/10271halk-cephesi-acklamas.html
PARTİZAN:
- ‚Şimdi faşist devletin saldırıları karşısında milyonların ortak sloganı haline gelen ‚Her Yer Taksim Her Yer Direniş‛ şiarını daha güçlü kılmanın ve saldırılara kaşı tek barikat olmanın
vaktidir.Devlet terörüne, faşist baskılara, AKP zulmüne karşı
gelişen mücadeleyi büyütmek için şimdi daha fazla yüklenmenin, daha büyük adımlar atmanın zamanıdır!Ülkenin tüm şehirlerini, tüm sokaklarını eylem alanına çevirmenin; eylem
alanlarını daha güçlü kılmanın vaktidir. Katil devletten hesap
sormanın bilinciyle alanları kızıllaştıralım! İsyanı büyütelim!‛http://www.ozgurgelecek.net/mansethaberler/5486.html?task=view
DHF:
- ‚1 Mayıs Taksim eyleminde yaşanlar ve yine Taksim’de
yapılan her eyleme dönük saldırılar, Hatay Reyhanlı’da gerçekleşen katliamı ülke genelinde yapılan eylemlerle lanetleyenlere yapılan azgınca saldırılar hakim sınıflar ve onların siyasi
temsilcisi AKP hükümetinin demokrasi anlayışıdır. Onların
demokrasiden anladıkları kendi sınıf ve dostlarının özel çıkar-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 127
larını garanti altına almak bunun karşısında ise ezilen milyonların çıkarları üzerinde baskı uygulamaktır. İşte AKP ve ülkemizdeki hakim sınıfların demokrasi rüyası budur. Onların
demokrasi düzeni budur.‛ 1 Mayıs Taksim eyleminde yaşanlar
ve yine Taksim’de yapılan her eyleme dönük saldırılar, Hatay
Reyhanlı’da gerçekleşen katliamı ülke genelinde yapılan eylemlerle lanetleyenlere yapılan azgınca saldırılar hakim sınıflar
ve onların siyasi temsilcisi AKP hükümetinin demokrasi anlayışıdır. Onların demokrasiden anladıkları kendi sınıf ve dostlarının özel çıkarlarını garanti altına almak bunun karşısında ise
ezilen milyonların çıkarları üzerinde baskı uygulamaktır. İşte
AKP ve ülkemizdeki hakim sınıfların demokrasi rüyası budur.
Onların
demokrasi
düzeni
budur.‛http://www.demokratikhaklarfederasyonu.org/aciklama
lar/zulum-saltanatiniz-yikilacak-bir-gun.html
KIZILBAYRAK:
- ‚Kitle hareketleri toplumun derinliklerinde nesnel olarak
mayalanırlar. Kim bu süreçlere önden hazırlıklı ise, kim toplumsal dinamikler içerisinde mevzilenmişse ortaya çıkan kitle
hareketine müdahale olanaklarına sahip olurlar. Son deneyim
bunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Reformizmin kitleleri saran yangını ‚söndürme‛ çabası, bir başka ifadeyle hareketi
dizginleme isteği hayatın o canlı yeşiline çarptı. Ortaya çıkan
mücadele ve direniş isteği reformistlerin boyunu aşınca bu sefer ayak sürüyerek de olsa arkasından gitmek zorunda kaldılar.‛http://www.kizilbayrak.net/anasayfa/guendem/haber/direnenler-cark-edenler/
ALINTERİ:
- ‚Hiç beklemediğimiz anda patladı her şey< Üst üste yağan gaz bombaları, barikatlar, taşlar, çığlıklar< 21. Yüzyılın
özgürlük savaşlarına rengini veren sokak çatışmaları< Öne
atıldık. Pankart elimizde. Fiziksel boyutlarından çok psikolojik
boyutları ağır basan bir savaş bu sanki< Fiziksel olarak bizden
128 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
güçlüler< TOMA’ları, kimyasallı tazyikli suları, çeşit çeşit gaz
bombaları< Ancak bu sefer bir şeyler farklı< Çekilmiyoruz.
Gitgide büyüyoruz. Yaratıcılığımız had safhada. Biz daha güçlüyüz!‛http://www.alinteri.org/?p=19215
PROLETER DEVRİMCİ KÖZ:
- ‚Geçtiğimiz aya damgasını vuran gelişmenin Taksim alanının 1 Mayıs’a kapatılması ve bunu izleyen çatışma ve gelişmeler olacağı sanılıyordu. Öyle olmadı. Mayıs ayı sona ererken
hükümetin koruyup kışkırtarak azdırdığı İstanbul polisi, Taksim Gezi Parkı’ndaki protesto eylemcilerine saldırarak beklenmedik bir öfke patlamasını tetikledi. Taksim’den başlayıp
ülke çapında yayılarak sürmekte olan eylemler ilk günlerden
itibaren ağaçlara sahip çıkma refleksinin ötesine taştı. 1 Mayıs’ta kitlelere kapatılan Taksim Meydanı birkaç gün içinde polise ve hükümet kuvvetlerine kapatıldı. Türkiye’de görülmemiş
çapta bir hükümet karşıtı kitlesel başkaldırı beklenmedik bir
anda gelişti ve sürüyor. Bu gelişme sadece 2013 Mayıs ayına
damga vurmakla kalmadı, bundan sonraki gelişmelerin yönünü
tayin
eden
bir
dönüm
noktası
oldu.‛http://www.kozonline.info/kzphp/haber.php?makale=15
51
HALKEVLERİ:
- ‚Yirmi gündür devlet terörü altında yaşıyoruz. Yaşam
alanlarına sahip çıkan, kesilmesin diye ağaçlara sarılan insanlar
şafak operasyonlarıyla, gaz bombalı, coplu, tazyikli polis şiddetine uğradılar. Yirmi gündür de bu şiddetin her türlüsünü halka yaşattılar. Süreç içindeki tüm gelişmelerden kesin bir şekilde ortaya çıkmıştır ki emri veren bizzat Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’dır‛ http://www.halkevleri.org.tr/basinaciklamalari/akp-fasizm-uygularken-magduru-oynamayacalisiyor
DEVRİMCİ HAREKET:
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 129
- ‚Bugün, egemen yalanın yaygınlık oranına ve makineleşmiş imkanlarına rağmen, sokaktaki eylemin bilinci sistem
dışı algıya açık hale gelmiştir. Anlık ve grupsal çıkarın girdabında, daha temel kazanımları boğmamak için, bu bilince
doğru yerden dokunulmalı ve Gezi Parkı’ndan çıkıp ülke sathına yayılan, ağaç olgusundan çıkıp sistemi sorgular hale gelen
direniş, Tayyip Erdoğan karşıtlığına dönüştürülüp sınırlanmamalı, aksine sistem ile kalıcı bir mücadeleye dönüştürülmesi
yönünde
rol
alınmalıdır.‛http://www.devrimcihareket.net/gundem/192-ktidarnayrtrc-atraksiyonlarnn-panzehiri-marksizminkapsaycldr.html
ANARŞİST
FAALİYET: http://anarsistfaaliyet.org/sokak/meydanlar-bizim-bizkazaniyoruz/
KAOS GL: www.kaosgl.com/sayfa.php?id=14348
JİNEPS:
- ‚Taksim’de bulunan varlığımızı daha da örgütlü kılmak
adına imkan ve olanaklarımız ölçüsünde ve kendi kimlik ve
kültürümüzle emeğin, doğanın, demokrasinin, halkların kardeşliğinin, insan haklarının yanında Taksim Gezi Parkında nöbetteyiz<‛
NOR ZARTONK:
-‚Sistemin yok ederek sahip çıkmaya çalıştığı tarih, eski yok
edişler, katliamlar ve soykırımlar üzerine kuruludur. Tarihe
gerçekten sahip çıkanlar, bugün sokaklarda tarih yazmaktadır.
Bugün sokağa çıkan milyonlar, AKP’yi tarihin çöplüğüne göndermek
için
büyük
bir
adım
atmıştır.‛http://www.norzartonk.org/2013/06/07/gezi-parkifasizme-mezar-olacak/
LAZCA.ORG ve LAZİKA YAYIN KOLEKTİFİ:
http://lazca.org/yazarlar/kamil-aksoylu-toroci/186nuxondi-gezi-parki-cku-ti-mobulurt.html
130 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Mücadele Birliği:
- ‚Halk devrimi yayılıyor ve derinleşiyor. Devrimci ayaklanmanın söneceği beklentisi içinde olanlar hareketin gerçek
içeriğini hiç anlamamışlardır. Olan biten şey Türkiye’de artık
görmeye alıştığımız devrimci kitle eylemlerinden bir değil,
devrimci bir halk ayaklanmasıdır; bir devrimdir. Bu bir halk
devrimidir, halkın kendi özlem ve talepleriyle katıldığı bir devrimdir‛http://www.mucadelebirligi.com/index.php/makaleler/14
3-editoer/602-acil-goerev-gecici-devrim-huekuemetisorununu-coezmek.html
Çarşı: http://www.gazeteciler.com/gundem/carsidanpaylasim-rekoru-kiran-gezi-parki-mektubu-67098h.html
Hüseyin Avni Mutlu:
http://siyaset.milliyet.com.tr/gencler-aranizda-olmakisterdim/siyaset/detay/1720815/default.htm ve:
- ‚Bu müdahalemizi yaparken özellikle yarım saati aşkın
bir süre 40 dakikaya yakın Gezi Parkı’nın boşaltılması yönünde önemli duyurular yaptık. Gezi Parkı’nda bulunan, gerek geceleri de kalan gençler, gerekse bugün ziyaret için gelmiş
gruplar arasındaönemli bir kesim Gezi Parkı’nı kendiliğinden terk etti. Bu yaptığımız uyarılarla ve bir miktar her zaman
ifade ettiğimiz gibi bu gençlerin arasında yer alanmarjinal
grupların polisimizle bir çatışma pozisyonu oldu. Ve bunlara
da uygun bir müdahale tarzıyla, kısa süre içinde Gezi Parkı boşaltılmış oldu. Dolayısıyla Gezi Parkı’yla ilgili yapmış olduğumuz bu çalışmanın fevkalade düzgün, hiçbir sıkıntı oluşmaksızın kısa süre içinde tamamlanmış olması bir memnuniyet oluşturmuştur. Özellikle gençlerin ve yanında bulunan diğer ziyaretçilerin anonslarımıza riayet etmek suretiyle Gezi
Parkı’nı boşaltmış olmaları ve sadece bir miktar marjinal grup
üyesiyle emniyet güçlerimizin kısa süreli bir müsaderesinin
ötesinde de Gezi Parkı’nda herhangi bir sıkıntılı vaka oluşma-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 131
mıştır.‛http://www.samanyoluhaber.com/gundem/ValiMutludan-Gezi-aciklamasi/1017576/
Kadir Topbaş:
http://www.aksam.com.tr/siyaset/kadir-topbastan-flasgezi-parki-aciklamalari/haber-217708
Ahmet
Misbah
Demircan: http://www.youtube.com/watch?v=u9_z_I2jZPQ
http://fraksiyon.org/gezi-direnisi-ve-kim-ne-dedi/
132 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
GEZİ DİRENİŞ; NEREYE?
CEYHAN ÇILGIN
24 Haziran 2013
Az dikkat etsene memedim
Sokaklardan toplayıp attığın
Taş değil yüreğin<8
Henüz isim değişikliği yapıp Fraksiyon adını almadan evvel Haber Fabrikası’nda Resmi İdeolojinin Heykeller ve Anıtlarla İmtihanıbaşlıklı bir yazı yazmış, meydanlar, anıtlar, heykeller ve sair sanatsal üretimlerin resmi ideolojiden nasıl hesap
sorduklarını ve tarihsel belleğimize sundukları katkıyı anlatmaya çalışmıştım. Muktedir ve sistemin kendisiyle hesaplaşılacaksa işgal edilecek alanın Taksim Meydanı olacağının açık olduğunu söylemiştim. ‘Ben söylemiştim inanmamıştınız’cılık
değil, bu hepimizin aklına gelirdi ancak büyük olasılıkla çoğumuz bu denlisini yaşayacağımıza dair bir çözümleme yapamazdık. Bu arada OTPOR üyesi de değilim. Sağolsun iktidar
üyeleri ve ardılları böyle süpersonik açıklamalar yapıyor diye
arada birkaç örgüt ismi öğreniyor, genel kültürümüzü genişletiyoruz. Mavrayı bir kenara bırakıp esasa odaklanalım.
Bizim buralarda iktidarlar ne kadar ustalaştıklarını göstermek için bir şeyi hep yaparlar; herkese ait kamusal alanlara
devletin yumruğunu neşrederek esaslı bir kentsel mekan müdahalesine girişirler. Gezi Parkı özelinde yaşanan ama kapsamı
mağduriyet odaklı büyüyen bu hareketin çıkış noktasına bu
müdahale girişimi ve sancılarını koyabiliriz ama elbette meselenin kendisi daha derinlerde bir yerde. Yaşadığımız dönüşümü Beyoğlu üzerinden mekânsal bir ele alışla inceleyelim.
90’lı yılların ortalarından itibaren daha evvel Ortaköy ve
Arnavutköy’de yaşanmış olan soylulaştırma süreci Beyoğlu’na,
8
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 133
özellikle de Cihangir’e sıçramıştı. 80’li yıllardan sonra yöneticilerin hepsi için kentsel mekan piyasaya ait bir nesneye dönüştürülmeye çalışıldı. Bu noktada ortaya çıkan dönüşüm salt
mekânsal bir sonuca tezahür etmedi, gündelik hayatın da dönüşümüne tekabül etti. Giderek kamusal olan şeylerin birer tüketim nesnesine dönüşmesi ve bu tüketime yönelik kontrolün
piyasa-devlet ortaklığıyla biçimlendirildiği bir süreci hala ve
aslında şu an her zamankinden ağır yaşıyoruz. Cihangir’de yaşanan soylulaştırma yukarıda bahsettiklerimi anlatan bir özet
hikaye aslında. Cihangir soylulaşmadan(!), konut fiyatları fırlamadan evvel ‚arka sokaklar‛ olarak tabir edilen, daha çok
transseksüel ve travesti bireylerin yaşadığı bir ‚ötekiler‛ mekanı olarak yansıtılırdı. Birkaç yıl içinde ‚soylu‛laştı ve tam da
piyasanın istediği üzere Cihangir’i kullanacak sınıflar yerleştirildi. Buradan adeta sürülen ‚ötekiler‛ elbette daha az baskıya
maruz kaldıkları Taksim ve civarında yaşamak zorundaydı.
Haliyle en uygun yer olan Tarlabaşı’na yerleştiler. Bu kez
memleketin bütün ‚öteki‛leri Tarlabaşı’nda bir araya gelmişti.
Devlet dili her zaman bu bir aradalığı bozabilecek güce erişmesini bildi. Ne zaman bir suç işlense medya orada hazır ve nazırdı. Ne zaman kente yönelik kötücül senaryolar ve estetik
kaygılar gelişse orada Tarlabaşı ve yavaş yavaş kentsel merkezlere dönüşen gecekondu alanlarını kaynak gösteren, içinde
bolca ‚varoş‛ kavramını içeren yazılar, haberler, görüntüler orta yere sürüldü. Bir yandan İstanbul’un birçok yeri dönüşüm
alanı ilan edildi, bir yandan bu dönüşüm alanlarının daha hızlı
dönüşmesine neden olabilecek AVM’ler, konut projeleri yapılmasına devam edildi. Velhasıl Tarlabaşı bu kez 5366 sayılı
yasanın yıpranmış tarihi yapılara yönelik yenileme meselesinden yola çıkılarak dönüşüm alanı ilan edildi. Anlayacağınız
Beyoğlu, bir küresel/marka/yaratıcı kent olma
hedefindeki İstanbul’un dönüşümü mutlak suretle gerçekleştirilmesi gereken ilçesi konumuna geleli epey oldu. Bu süreçte Demirören AVM bütün hukuksuz ontolojik varlığı ve
134 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
kabul görmeyen işleviyle İstiklal’in orta yerine bina edildi.
Emek Sineması, İstiklal Kitabevi gibi bir mekan olmaktan çok
daha fazlasını ifade eden yerler kapatıldı. Aslında bir şehircilik
hedefi olan gece-gündüz kullanımının kendiliğinden sürdüğü
İstiklal’de, dışarıya masa sandalye atmış kimi mekanlar sorgusuz sualsiz borçlandırıldı, masa ve sandalyeleri toplatıldı. Mekan sahipleri bir karşı çıkış hamlesine kalkıştılarsa da bir çoğu
Cihangir’deki soylulaştırma, Tarlabaşı’ndaki dönüşüm ve aktardığım diğer süreçlerde pasif bir rol takındıkları için yanlarında duracak ve bu mücadelelerine destek olacak kitleyi yitirmişlerdi. Elbette bu dönüşümü taçlandırmak gerekiyordu ve
tam da bu noktada ‚ustalık dönemi‛ eseri olarak şapkadan
Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi çıktı<
31 Mayıs ve Sonrası
O Cuma akşamı Gezi Parkı’nda olmakta olanı konuşurken
bir arkadaşım sormuştu; ‚Ne diyorsun? Nereye varacak bu işin
sonu?‛ diye. Hiç sakınmadan şunu demiştim; ‚Mekana yönelik
tek başına vicdan ve anı sahiplenmesi bu kentin başka yerlerinde de sürdürülen projelere karşı ses çıkartmayı güçleştirir
çünkü insanların örneğin Sarıyer Pınar Mahallesi’ne dair anısı
yoktur‛. Bu kanıya varmama sebep olan, ilk günlerde Gezi’nin
içine kurulan sahneye konuşmacı olarak çıkan birçok kişinin
Gezi’ye dair anılarını mücadelesine sebep olarak sunmuş olmasıydı. Yanlış bir anlaşılmaya sebep vermemek için söyleyeyim, bu asla ve asla yanlış bir davranış değildir, aksine anılara
sahip çıkmanın kendisi mağdur edilmeye karşı bir duruştur
ancak eğer birçok saç ayağından oluşan bir mücadele hattı kurulacaksa bunun politik-stratejik hattı başka mağduriyetleri de
kapsamalıydı. Nihayetinde 31 Mayıs akşamı İstiklal’e çıktığımızda karşımızda gördüğümüz o direniş coşkusu sistem tarafından başka türlü mağduriyetleri yaşayanların da Gezi’deki
direnişi büyütmeye karar vermesiydi. En önde devlet aklının
uğraşıp didinip bin türlü emekle ‚marjinal, illegal ve aşırı uç‛
ilan ettiği çoğu legal siyasi yollarla mücadelesini sürdüren legal
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 135
partiler ve örgütlenmeler yer alırken, onların hemen arkasında
muhtemelen daha önce hiçbir eylemde polisle böylesi bir karşılaşması olmamış ama en öndeki kitleyle dayanışan ve mücadeleyi bu minvalde yürüten bir kitle vardı o gün. Ertesi gün Gezi
Parkı ve Taksim Meydanı kazanıldığında tarifsiz sevinç içindeki kitle aslında tam da beklenilen birlikteliği oluşturmaya
başlamıştı.
1 Mayıs ve sonrasında talepleri ve hak arama mücadelesi
Taksim Meydanı’nda eylem yaparak yaygınlaştırmak isteyen
bütün girişimler polis engeline takıldı. Yani ki meydan kamusal bir alan olma özelliğini yitirmiş, toplumsallıktan tecrit
edilmiş bir alana evrilmişti. İşte bu yüzden direniş parkı ve
meydanı bütüncül bir sahiplenmeyle ele aldı. Başka kentlerde
süren mücadeleler de bu ele alışı devam ettirdi. Birkaç gün
içinde bu birliktelik egemenlerin istediği üzere flamalılara yönelik bir tür öcüleştirme meselesine dönmeye başladı. Hareket
büyük kısmımız nezdinde Gezi Parkı’nda sürecek bir mücadeleye odaklandı ve meydanda bulunan flamalı(!) kitle iktidarın
çokça niyetlendiği üzere sökülüp atıldı. Meydandakileri söküp
atan bir iktidarın Gezi’dekilere dokunmayacağını söylemek
safdillik olurdu. Nihayetinde Gezi’deki kitleye, talepleri görmezden gelinerek şiddetin halisi uygulandı. Bundan sonrasında da şiddetin süreceği malumun ilamı.
Forumsallaştırdıklarımız
‚Sol memenin altındaki cevahir‛i karartmamak lazım elbette. Çünkü bu hareket bize en çok umudu diri tutmayı öğretti.
Diyelim ki hiçbir şey olmadı, biz hiç değilse birbirimizi anlamaya başladık. Maçka Parkı’ndaki forumda Kürt hareketine
mesafesi almış yürümüşlüğünü bildiğim birkaç arkadaşımın
nasıl da Roboski’yle hemhal olmak istediklerini gördüm. ‚Bu
hareket Roboski’de yaşatılan zulme uzak kaldığı müddetçe
toplumsallaşamaz‛ dedi birisi, orada bulunan ve çoğunluğu
Nişantaşı, Harbiye, Kurtuluş, Beşiktaş gibi yerlerden gelmiş in-
136 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
sanlar bu söyleme gerçekten yürekten bir alkış savurdular.
Başka birisi söz alıp, 31 Mayıs’tan önce bu memleketten 98 yıl
evvel yollanan ataları gibi kendilerinin de gitmek zorunda kalacaklarını düşündüğünü ancak 31 Mayıs’tan sonra bu düşüncenin tümüyle yok olup gittiğini söyledi. Bir Ermeni’ydi.
Hrant’ı anımsadık< Belki de başka bir zaman diliminde olsa
‚marjinal‛ olarak adlandıracağı insanların gözaltında olmasına
karşı ses çıkartılması gerektiğini söyleyen insanlar vardı. ‚Böylesi bir sistem tarafından ‚marjinal‛ olarak adlandırılmanın ta
kendisi sisteme yönelik doğru bir iş yapıldığını gösteriyor‛
demişti kendini her nasılsa apolitik olarak nitelendiren birisi
Gezi’deyken. Diğer forumlarda neler oluyor bilmiyorum, pek
takip edemiyorum. Cihangir’de kısa bir süre kalabildiğim bir
forumda Cihangir ve Beyoğlu üzerinden bir yerel siyaset konuşuluyordu. Forumlardan çıkan sonuç genel olarak bir örgütlenme sürecinin işlemesi gerektiğine yönelik. Bu sürecin doğru
adımlar atarak yerel seçimleri etkilemesi gibi hedeflerde ortaklaşanlar da epey fazla.
Sonuç Yerine; Bir Öneri
Kanaatimce Gezi’deki direniş doğru bir politik hat kurarak
parklarda süren forumlarla başka türlü bir kamusallık icat etmeye çalışıyor. Ancak parkların kendi içine kapanması meselesi de bir sonuç ihtimali dahilinde. Aslında Gezi Parkı ve Taksim Meydanı bizi birbirimizi bir ölçüde anlamaya sevk etti. Ortak nokta sistem tarafından bir şekilde mağdur edilmiş olmaktı
ama henüz birbirini yeterli ölçüde tanıyabilmiş bir kitle değiliz.
Bunun oluşması gerekiyor. Bu hareket LGBT bireyleri, Alevileri, Kürtleri, HES mağduru köylüleri, tarım politikasından
mağdur olan çiftçileri, eril hukuk ve devlet aklının ve toplumsal ahlak/cinsiyet mağdurlarını kısacası kentsel bir meseleyle
başlayan mağduriyetleri hayatın her veçhesinde süren mağduriyetlerle birleştirmeyi de içeriyor. Dolayısıyla bu mağduriyetler anlaşılmalı, hepimizin mağduriyetleri ayrı ayrı incelenmeli.
Örneğin kentsel dönüşüm meselesiyle boğuşan mahallelerle
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 137
iletişim kurulmalı ve onların yaşadıkları mağduriyetleri anlatmak üzere parklara gelip anlatmaları sağlanmalı. Böylelikle
daha sahici bir ilişki kurulacak ve hak arama mücadelelerinde
yan yana durulacaktır. Bu öneri diğer mağduriyet eksenleri
için de geçerlidir.
Her türlü zulme rağmen güzel günler yaşıyoruz ve sahiden
umutsuzluğa teslim olmuşları Şeyh Bedrettin Destanı’ndan şu
mısralarla dürtelim ve noktalayalım;
‚- Sen bakma havanın durgunluğuna
Derya dediğin uyur uyur uyanır‛
http://fraksiyon.org/gezi-direnis-nereye/
138 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
TAKSİM BİZİMDİR DEDİK; PEKİ YA LİCE?
ÖZGÜR APAK
29 Haziran 2013
Bu ülkedeki bir kısım kalınkafalı her ikiyüzlülük sınavından başarıyla geçerken, samimiyet ve dürüstlük sınavlarından
çakmak zorunda mı?
Taksim’de Gezi Parkı’na Toplu Kışlası-AVM vb. ıvır zıvır
yapılmasın ve ağaçlar kesilmesin diye başlayan ve her kesimi
ve kimliği içine alan direniş dalga dalga büyüyüp, bambaşka
yerlere doğru gidiyorken, maalesef o bir kısım kalınkafalılar tarafından da, ‚Lice’liler karakol yapılmasına neden karşı çıkıyorlar?‛ şeklinde devam ediyor<
Kendi hayat standartlarına bağlı; kendi şehrine sahip çıkmaya kararlı bu insanlar, ‚orada, Lice’de bir köy var uzakta‛
namesini söyleyerek aslında bir işkencehane olan karakollara
karşı çıkan halk hakkında atıp tutabiliyor; kendi devletinden
gözü gibi koruduğu hayatının, yaşam standartının o gitmediği
köyde aynı devlet tarafından hunharca harcandığını görmekten aciz yaşamaya devam edebiliyor<
Hatta daha da ileri gidip kendi devletinin, kendi direnişi
için söylediği ‚başkalarının elinde oyuncak olarak alanlara çıkıyorlar‛ sözünü oradaki Kürtler için hiç çekinmeden, gocunmadan, tam bir eşşeklik örneği olarak kullanabiliyor. Bu nasıl
olabiliyor?
Taksim bizimdir dedik; peki Lice bizim değil mi?
Gezi Direnişi’nde ölen ve yaralanan insanlar kadar değeri
yok mu Medeni Yıldırım’ın?
İstanbul’da, Ankara’da ya da her neredeyse orada polis
şiddetine direnirken ‚Kürtler alanlara çıkmadı; yanımızda
durmadılar‛ diye, yanında seninle barikat kurmuş o çocukları
bayrak taşımadıkları için tanımadığından, şimdi aynı devletin
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 139
askeri halka plastik mermiyle değil, gerçek mermiyle ateş
ederken kafanı kuma gömüyor olmanı kabul edemiyorum.
Devlet, polisin yetemediği durumda Jandarmayı kullanabilmek için yasalar, önergeler hazırlıyorken; yani belki yarın,
belki yarından da yakın bir tarihte Gezi Parkı için yeniden eyleme geçtiğinde karşına polis yerine jandarma dikildiğinde,
sosyal medyada çok sık rastlaştığım üzere ‚Askeri suçlamayı
bırakın, onlar görevini yapıyor‛ diyebilecek misin?
‚Polisimiz destan yazdı‛ cümlesi ölenler, gözü çıkanlar,
travma yaşayanlar, gözaltına alınanlar aklına geldiğinde içine
dokunurken, bu sefer ‚Jandarmamız da seyahatname yazdı‛
dediklerinde mutlu mu olacaksın?
Ey arkadaş! Devletin medyası ‚Lice’de örgüt var‛ dedi;
‚molotof var‛ dedi; ‚bellerinde silah var‛ dedi; ellerinde ‚Savaş değil barış istiyoruz‛ yazan bir pankart olduğu halde ‚karakol bastılar‛ dedi; kaymakamı nasıl bir aklın ürünü olduğunu anlamadığımız bir şekilde ‚birbirlerini vurdular‛ dedi; valisi ‚havaya ateş açıldı‛ dedi ve sanki bunların hiçbiri Gezi Direnişi’nde olmamış gibi ve bunların hepsine o zaman gülüp
geçmemiş gibi şimdi nasıl inanabiliyorsun?
Aynı medyanın Gezi Parkı direnişlerindeki yalanlarını deneyimlemiş; dezenformasyonu görmüş; kolluk kuvvetinden
gazını, suyunu, copunu yemiş insanların zihnindeki karakolların hala yıkılmamış olduğunu görmek çok üzücü.
Görünen o ki, ‚ya hep beraber ya hiç birimiz‛ sloganını bazıları yanlış anlamış< Benim derin üzüntüm, kaygım, endişem, kızgınlığım ve hayal kırıklığım budur. Affola.
http://fraksiyon.org/taksim-bizimdir-dedik-peki-ya-lice/
140 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
HENÜZ YAZILMIŞ TARİHİ OKUMAK
Yaz günleri bir yandan Gezi sonrası cadı avlarına
meydan okuyarak, beri yandan henüz hep birlikte
yazmış olduğumuz tarihe okumalar önermeye çalışarak, direnişin İstanbul’dan Antakya’ya ve yoksul mahallelere kaymakta olan odağını takip ederek, ama
her halükarda direnerek ve yeni direnişlere hazırlanarak geçti.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 141
GEZİ DİRENİŞİ VE DİRENİŞİN YARATTIĞI
KRİZİN ÖRGÜTLENEBİLMESİ
İNAN GÜNDOĞDU
30 Haziran 2013
Güncel politikanın değişkenliği iktidar odakları tarafından
tecessüm edilebilirliğiyle ölçülür. Her ne kadar başka biçimlerde boy vermiş, dallanmış budaklanmış olsa da kısa veya uzun
vadede hesaplanmış politik atmosferin sahibi iktidardır. Hayatın bütün alanlarına sirayet eden bu muhasebenin dikiş yerlerinden sökülmesi ancak, ezilenlerin hesap edilemez direniş
manevralarıyla mümkündür. Lafta kolay pratikte zor olan bu
söylemin nirengi noktası tam da burasıdır.
Siyasal alanın örgütlenişi iktidar ile direniş odakları arasında gerçekleşen ‘güç’ gösterisiyle kurulur. Gizli bir uzlaşmanın
ürünü olan bu güç gösterisinin içinde mücadele sonucu açılan
öbekler halinde yarıklar mevcuttur. Mücadelenin açtığı bu yarıklar, herhangi bir toplumsal mesele dolayımıyla diğer yarıklarla birleşerek büyüdüğünde siyasal rejimleri sarsaracak şiddetli depremlere yol açabilir.
Basit bir örnek vermek gerekirse, AKP iktidarının 2013 1
Mayıs’ındaki Taksim yasağı; anayasa değişikliği, kentsel dönüşümün boyutlanması, Suriye müdahalesi gibi bir takım
planların karşısında yer alacak olan muhalif odakların özellikle Türkiye Devrimci Hareketi’nin- boylarının ölçüsünü
almak için tasarlanmıştı.
Şüphe yok ki, Devlet’in elinde hatırı sayılır bilgi ve deneyim
mevcut. Kürt Özgürlük Hareketi’yle girilen ‘barış süreci’nin
yaratmış olduğu ılıman iklimi bozacak, ‘sürece’ zarar verecek,
muhalif odakları radikalleştirecek 1 Mayıs yasağının başka bir
anlamı olmalı. Demek AKP iktidarı, 1 Mayıs’ın Taksim’de büyük bir kitleyle kutlanmasını tehlikeli ve kendi planlarına ters
142 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
düşeceğini düşünüyordu. 2012’de 500 bin kişiyle gerçekleşen 1
Mayıs, 2013 yılında 8 bin kişiyle çatışmaya dönüştü.
Devlet bir hesap yaptı. Basit bir aritmetik değil ama, daha
komplike bir hesap. Kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde giriştikleri ‛çevre düzenlemesi‛ni 1 Mayıs bahanesi olarak kullandı. İşe de yaradı. Bir takım muhalif örgütlerde bile bahanenin çeperini biraz değiştirerek de olsa- yandaş buldu.
Sendikalar göstermelik katılımlarla görevlerini ifa ettiler. Kimileri başka alanları seçerek işçi sınıfının akılsız olduğunu söyledi. Kimilerinin yolu nizamı başka olduğu için şehir değişikliği
yaptılar vs.
Yollar kapatıldı, Taksim’e ulaşım kesildi, 1 Mayıs’a katılımın İstanbul ayağı engellendi büyük ölçüde. Fakat önemli
bir anekdot: Başka illerden gelen örgütler Şişli’deki DİSK binasının önüne kadar gelebildiler. Devlet, sadece ulaşımı keserek
katılımı engellemedi yani. Aynı zamanda ‘rıza‘sını alarak engelledi. Daha önemli olansa, -her ne kadar sosyal medyada direniş hikayeleri anlatılsa da- Devlet, 1 Mayıs’ta bütün muhalif
odakları -özellikle TDH’yi- yendi. 2007, 2008, 2009 yasaklı 1
Mayıs eylemlerini hatırlayın. Devletin kolluk kuvvetleri korkuyordu, çekiniyordu, devrimciler daha çok katılım gösteriyordu, daha hazırlıklı gelip, daha iyi organize olup daha iyi
dövüşüyordu. Sadece fiziki değil, aynı zamanda zihinsel olarak
da, moral üstünlüğü açısından da kuvvetliydi. Bu 1 Mayıs,
Devlet’e, karşısındaki muhalif odakların ne kadar cılız olduğunu gösterdi.
Tabii ki bunda TDH’ne yönelen saldırının, tasfiye ve yok
etme planlarının özellikle AKP iktidarıyla boyutlanması ve
ideo-politik işleyişin çok büyük bir etkisi var. Fakat tam da burada ince bir ayrım beliriyor. 2012, Kürt Özgürlük Hareketi
karşısında aldığı yenilgiye rağmen AKP’nin 11 yıllık iktidarı
boyunca en kuvvetli olduğu yıl oldu. 2023 ve 2071 hedeflerinin
planlamalarının yapıldığı böylesi bir dönemde 1 Mayıs’ın 500
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 143
bini aşkın kişiyle gerçekleşmesi AKP iktidarının işine gelmeyecekti, yasakladı ve önlemini de aldı. Devletin zor kuvvetleri,
DİSK’in önünde toplanan kalabalık caddeye indikten takriben
yarım saat sonra kitleye müdahale etti. Kitlenin çok az olması
ve dağınık olmasına rağmen devrimciler direndiler ve çatıştılar
(Taksim’e ulaşan üç kolda toplam 8 bin kişi vardı). Fakat ağır
yenilgi alındı.
Devlet bunu hesaplamıştı. Hem Taksim’i yasakladı hem de
TDH’nin gücünü ölçtü. Fakat devrimciler durmadı, 2-3-4-5
Mayıs’ta Taksim’i zorlamaya devam etti, küçük gruplar halinde Taksim’e çıkmak isteyenlere polis tüm gücüyle saldırdı,
muvaffak olunamadı. Ardından Erdoğan Kadıköy’ü de yasakladığını söyledi. Yenikapı’da eylem alanı yaptıklarını, bundan
sonraki 1 Mayıs’ların orada yapılacağını duyurdu. Devlet’in
yaptığı hesap tuttu, Taksim ve Kadıköy yasaklarıyla da niyetini
iyice aşikar etti.
11 Mayıs’ta gerçekleşen Reyhanlı Katliamı, toplumda büyük bir infial yaratmış olmasına rağmen, halk sokağa dökülmedi. Sadece sosyalistler değil, parlemontadaki muhalefet de
hükümetin Suriye politikası karşısında rejimi krize sokacak bir
siyaset geliştiremediler. AKP’nin alkol yasağı, yeni köprüye
Yavuz Sultan Selim ismi verilmesi ve bir sabah Gezi Parkı’na
girilip ağaçları sökmeye çalışması, bardağın taşmasına sebep
oldu. 30-40 kişiyle başlayan karşı çıkış, ertesi gün neredeyse
bütün şehirleri saracak bir halk direnişine dönüştü.
Kuşkusuz Devlet bunu hesaplamamıştı. Bu kadar çabuk
yayılacak ve sokaklarda çatışmalarla büyüyecek bir karşı çıkış
beklemiyordu. Direnişin ilk bir kaç günü Devlet açıktır ki, yenildi. Yenilginin getirmiş olduğu asabiyetle iyiden iyiye saldırganlaştı. Özellikle 1 ve 2 Haziran günlerindeki Ankara direnişi, Taksim’deki direnişten farklı olarak kent işgaline dönüştü.
2-3 gün içinde büyüyen bu halk direnişi karşısında şaşkınlık
144 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
yaşayan sadece Devlet değildi, örgütlü muhalif güçler de siyasal olarak nerede konumlanacaklarını kavrayamadılar.
Sosyalistler direnişin ön saflarında, barikatlarda dövüşmek
dışında ne kitleyi yönlendirebilecek kuvvete sahiptiler, ne de
yaşanan şeyin ne olduğunu kavrayacak -politik ve pratik- deneyime sahiptiler. Bildikleri ve ezber ettikleri ayaklanma şablonlarının dışında bir şey yaşanıyordu çünkü -kuşkusuz sosyalistlerin bu Haziran direnişi karşısında yaşadıkları şaşkınlığın
en büyük sebeplerinden biri en zayıf oldukları dönemi yaşıyor
olmalarıdır-.Haliyle direnişin nereye doğru evrilmesi gerektiği
meselesi, sokağın ve halkın iradesine ve direnişin kendiliğindeliğine bırakılmış oldu.
Tuhaf bir biçimde Devlet’in manipülasyon kuvvetleriyle
saldırıyı meşrulaştırma girişimleri büyük oranda boşa düşmüşken, özellikle CHP’nin ve DİSK, KESK, TMMOB, TTB’nin
direnişi yumuşatma girişimleri işe yaradı. Bu muhalif kanatlar
göstermelik eylemler ve açıklamalarla AKP’nin beceremediğini
yapıverdiler. Bu direnişle ortaya çıkan diğer şeylerden biri,
Kürt Özgürlük Hareketi’nin Batı ayağını oluşturan HDK projesinin uzunca vakittir toplumsal muhalefeti örgütleyemediğine
yönelik eleştirilerin ne kadar haklı olduğuydu. En hafif tabirle toplumsal muhalefet dersinden kaldılar.
Direnişle sadece zor aygıtlarıyla başa çıkamayacağını anlayan AKP hükümeti, Taksim Dayanışma Platformu ile bir görüşme
gerçekleştirdi.
Ertesi
gün,
örgütlü
olanların flamalarını Gezi Parkı’ndan kaldırması isteği, görüşme sonuçlarından biriydi. Bununla beraber Taksim Dayanışma Platformu’nun eyleme son vermediği, mücadelenin daha yeni başladığına işaret eden açıklamaları Devlet’in bir başka psikolojik
harp yöntemlerinden birini devreye sokması -’marjinal’, ‘illegal
örgütler’, ‘provakatörler’- Gezi’ye müdahale sinyalini vermiş
oldu.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 145
Ulusalcı ve liberal cenahta karşılık bulan bu söylem, Taksim
Dayanışma Platformu’unun Erdoğan ile yaptığı görüşme sonrası dolaşıma sokuldu. İllegal örgüt manipülasyonu direnişi
içeriden parçalamaya çalışırken, Devlet en büyük operasyonunu gerçekleştirerek Gezi’yi ele geçirdi. Aynı gün SDP’ye yönelik yapılan baskın, Devlet’in bu direnişle büyüyeceğini ve güçleneceğini düşündüğü örgütlü yapılara, sosyalistlere yönelecek
olan gözaltı ve tutuklama dalgasına da işaret ediyordu.
Nitekim bir hafta geçmeden operasyonlar başladı, gözaltına
alınanların çoğu tutuklandı. Mücadelenin nasıl devam edeceği
sorusu boşlukta salınırken, İstanbul parklarında başlayan forumlar hızla diğer şehirlere yayılmaya başladı. Direnişin antifaşist ve anti-kapitalist vurgusu, forumlarda diyalojik bir dilin
inşasına kapı aralıyor -zihnen dinazorlaşmış sağ kanat siyasetin (ulusalcılar, Kürt sağcılar, sosyalist olduğunu iddia eden bir
takım mutaassıpların) nutuklarını saymazsak eğer-. Siyasal pozisyonları farklı sosyalist fraksiyonların, örgütsüzlerin, apolitiklerin, anarşistlerin, ulusalcıların, LGBT bireylerin, feministlerin yanyana geldiği bu direnişin ruhu, onur-adalet-özgürlük taleplerinde ortaklaşmaya dayanıyor.
Direnişin ilk günlerinde ideo-politik atalet yaşayan sosyalistlerin yolunu sokağa çıkan milyonlar (sokağa çıkan insanlar
için 2.5 ila 4.5 milyon arası rakamlar veriliyor) belirledi. Türkiye Devrimci Hareketi’nin 10 yılda katedemediği yolu, 10 günde kateden bu halk hareketi, direnişin ve isyanın ruhunu tazeledi.
Bütün bunlar bu toplumsal kalkışmaların arka planında yıllardır dünyanın her bir parçasında ezilenlerin mücadelesini
sürdüren devrimcilerin ve sosyalistlerin mücadelesini yok
saymak anlamına gelmez. Bilakis yazının girişinde sözü edilen yarıkları yaratanlar devrimcilerdir, sosyalistlerdir. Hayatın
her alanında Devlet faşizminin karşısına çıkan, ezilenlerin sesi
olanların açtığı fay hatlarından yükselir direniş. 1 Mayıs
146 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
2013 örneği bu bağlamda okunmalıdır. Evet, Devlet’in yaptığı
hesabı bozan toplumun büyük bir kesimini saran bu halk direnişidir fakat, direnişin yollarını açan şey ezilenlerin mücadelesidir.
İktidarın politik atmosferi belirlerken kullandığı ‘kontrollü
gerilim stratejisi‘ bu sefer tutmamıştır. Boşlukta salınan mücadelenin nasıl süreceği sorusunun cevabı AKP rejiminin yaşadığı krizin derinleştirilmesinde yatmaktadır. İktidarın bahşettiği
alanlarda değil, kendi belirledikleri alanlarda eylem yapma
hakkı halkın iradesine teslim edilmiştir.
Muhalif odakların acilen direniş muhasebesi yapmaları,
daha öncesinde kullandıkları politik manevraları gözden geçirmeleri, Haziran direnişinin ruhuna uygun ideo-politik ve
pratik programlarını örgütleyebilmeleri ve hayata geçirebilmeleri gerekmektedir. Aksi halde, direnişi yok etme denemelerine
devam eden iktidarın oyununa gelmemiz an meselesi.
http://fraksiyon.org/gezi-direnisi-ve-direnisin-yarattigikrizin-orgutlenebilmesi/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 147
NE YAPMALI? O TEPEDEKİ MAKAM
KOLTUĞUNU BERTARAF ETMELİ!
MİCHAEL ALBERT - ÇEVİREN: ALİ K. SAYSEL
03 Temmuz 2013
Burada, şurada ve her yerde direniş var. Henüz çok fazla
değil, fakat görünen o ki daha fazlası kapıda bekliyor. İnsanlar
yabancılaşmış ve umutsuzlar, ki bu neredeyse her zaman doğru. İnsanlar aynı zamanda bardağı taşıran son damlaya öfke
duyuyorlar: Bir otobüs tarifesine yapılan zam, bir banka kurtarma paketi, bir bütçe kesintisi, bir casusluk raporu. Bu da neredeyse her zaman doğru. Yeni bir gün, düşen yeni bir damla,
taşan yeni bir bardak. O halde şimdi farklı olan ne?
Kimi öngörülemez damlalar yeterli sayıda insanın eyleme
geçmesine ve onlarla beraber diğer pek çok insanın da eyleme
geçmesine yol açar. Bir gecede olan bitenin daha farkında, daha
bilinçli ve daha ahlaklı olmayız. Fakat bir gecede daha umutlu
oluruz. İnsanlar bir anda karamsarlıktan sıyrılıp coşkulu olabilirler. Umutlu olanlar itirazlarıyla caddeleri doldururlar. Belirli
bir eşik aşıldığında, en azından bir süre boyunca, dolan caddeler, caddelerin daha da dolmasına yol açar.
Çok bilmiş uzmanlar, olan biteni otel pencerelerinin ardından izleyerek sorarlar: ‚Neye itiraz ediyorlar? Neden şikayetçiler?‛ Elbette, bu soru zaman kaybından başka bir şey değildir,
çünkü verilecek yanıt ne kadar ustalıklı olursa olsun, kimseye
henüz bilmediği yeni bir şey öğretmez.
Daha cin fikirli uzmanlar ‚Bunun altında yatan geniş ölçekli
memnuniyetsizlik nedir?‛ diye sorarlar. Fakat bu soru bile pek
faydalı değildir, çünkü yine, yanıt aşikârdır. Her şey paramparça. O halde herkesin derin kaygıları var. Bu kaygıları tüm
boyutlarıyla incelikle dile getirmek, onları paylaşmayan pek az
insan için vicdanen eğitici olacaktır, fakat neticede esas olarak,
aç olanlara açlığın zor olduğunu, evsizlere evsizliğin zor oldu-
148 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ğunu ve genelde öfkelilere neden öfkeli olduklarını anlatacaktır. Elbette ki açların, evsizlerin ve öfkelilerin durumu görmeleri için bunu bir de çokbilmiş uzmanlardan dinlemeye ihtiyaçları yoktur.
Evet, İspanya Yunanistan’dan farklıdır. Yunanistan Türkiye’den farklıdır. Türkiye de Brezilya’dan farklıdır. Bunların
tümü birden sırada kim varsa ondan farklıdır. Evet, kimi zaman farklılıklar oldukça önemli olabilir. Bir fark, Brezilya’da
eski bir devrimci gerillanın başkan oluşudur. Türkiye’deki gibi
elit otokratik bir kâbusun başbakan oluşu da diğer bir farklılıktır. Fakat her iki ülkede de, küçük bir grup eylem yapar, etki
tırmanır ve caddeler dolar.
Daha iyi bir soru şu şekilde sorulabilir: ‚Caddeleri dolduran kalabalıklar, göstericiler, direnişçiler hangi noktalarda ortaklaşıyorlar?‛
o
Siyasi yolsuzlukların reddi.
Suç inanılmaz derecede rahatsız edicidir. İkiyüzlülük de.
Caddeleri dolduran herkes, görünen o ki, en azından büyük ölçüde, seçkinlerin çıkarcılıklarının, yalancılıklarının ve dolandırıcılıklarının topyekun reddiyle harekete geçmektedirler.
o
Siyasetin kendisinin reddi.
Yolsuzluklara karşı savaş açmanın bir adım ötesinde insanlar politikacılara, siyasi partilere ve seçimlere lanet okuyorlar.
1960’ların sloganı ‚Eğilme, Bükülme, Değişme!‛, bugün çok
daha yerinde, yeni bir biçim kazanmış gibi görünüyor. ‚Öğretme, sayma, çetele tutma, üye yazma, direktif verme!‛ Caddelerdeki pek çok insan için hükümet ve seçimler, partiler, politikacılar, elbette polis baskısı sorunun bir parçası. Hatta sokaktaki bazıları için, görünen o ki, hükümet sorunun ta kendisi. Sokaktakilerin pek azı için, siyasi hüviyeti olan her şeyden
kaçınmak, modern düşüncenin bir işareti.
o
Programın reddi.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 149
Yolsuzlukların reddinden siyasetin reddine, oradan da her
türden programın reddine ulaşmak küçük birer adımmış gibi
görünüyor. İtiraz sahiplerinin bu kesimi, bir programa sahip
olmanın onu tartışmak, düşünüp taşınmak, talep etmek ve bilhassa bunu yozlaşmış yetkili makamlarla birlikte yapmak anlamına geldiğini hissediyorlar. Tepkileri her türden programı
reddetmek yönünde. Eğer bir programımız olursa, yüzümüzü
yetkililere dönmemiz gerekir, onlara meşruiyet kazandırmış
oluruz diye hissediyorlar ve bunu yapmayı reddediyorlar.
o
Baskının reddi.
Bu kolay. Sık bakalım, biber gazı sık bakalım, copla, ateş et
bakalım. Eminim tepkiyi tahmin edebilirsiniz –sağ ol istemem.
Buna ihtiyacım yok. Buna boyun eğmem.
o
Eyleme geçme arzusu.
Bu elbette apaçık ortada. Caddelerdeki insanların ortak
yönlerinden bahsediyoruz, bunlar zaten eylemdeler. Yani bu
ortaklık son derece aşikâr ve görünür.
Sao Paulo’dan Barselona’ya ve Atina’dan İstanbul’a caddelere akan çevrelerin ortaklaştığı daha pek çok şey tespit etmeye
devam edebilirim. Bizim için muteber olan küreselleşme –
bizim enternasyonalizm olarak adlandırdığımız şey– pek çok
ortaklıklara yol açtı. Fakat yukarıdaki liste şimdilik yeterli çünkü çok önemli bir soruyu doğuruyor: Yukarıdaki ortak noktalara sahip olan itirazlar, nereye doğru yol alacak?
Her yerde herkes biliyor ki her şey paramparça. Herkes itiraz ediyor, hatta henüz itirazını ifade etmeyen pek çok insan
da biliyor ki, görevdeki politikacıların ezici çoğunluğu bizi sarıp sarmalayan adaletsizliklere sadece yolsuzluklara bulaştıkları zamanlarda değil, ellerinden geldiğince çalıştıklarında bile
suç ortağı oluyorlar. Politikacıları reddeden pek çok insan şunu
da biliyor ki –burada herkesin hemfikir olacağına bahse girerim– bu türden siyasi davranış önceden kodlanmış değil. Bu
150 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
genetik değil. Bu, insanların beşikten beri aldıkları eğitimle getirdikleri, bir tür sapkın, öğrenilmiş bir kötülük de değil. Aksine, herkes biliyor ki politikacılar bizleri görünür bir şekilde
sarmalayan adaletsizlik ve yoksulluklara katkıda bulunuyorlar
çünkü yapmaları icap eden şeyi yerine getiriyorlar. Süper zenginler tarafından fonlanan seçim kampanyalarıyla iktidara geldiler. Açıkça süper zenginlere yardım etmek üzere tasarlanmış
pozisyonları işgal ediyorlar. Süper zenginlerin gündemlerinin
egemen olduğu kurallar ve yapılar dahilinde iş görüyorlar.
Demek ki politikacılar ‚yurttaşları‛ satmıyorlar ve aslında
satamazlar, çünkü politikacılar ‚yurttaşları‛ temsil etmiyorlar.
Yegâne satıcı politikacı, o çok nadir olan, gerçekten de halka,
yoksullara, adalet ve hakkaniyete hizmet eden politikacıdır.
Çünkü bu nadir politikacı, hizmet etmesi beklenen çıkar gruplarını, yönetiminin kendilerine hizmet etmek üzere tasarlanmış
olduğu çıkar gruplarını –zengin ve muktedirleri satmaktadır.
Herkes şunu da gayet iyi biliyor ki, yeni bir dünya sihirli bir
şekilde, büyük bir yürüyüşten, tepkileri dile getiren bir slogandan veya atılan bir taştan, yakılan bir ateşten doğmayacak.
Analizi bir adım öteye taşıdığımızda şunu görürüz: Ne istediğini bilmeyen, istediğini talep etmeyen, istediğini uygulayacak
aktif bir programa sahip olmayan bir hareket aslında zımnen
yönetime dilekçe vermektedir. Amaçları konusunda tereddütlü
olan bir hareket iktidara şunu söyleyemez: ‚Bizim arzularımızı
ve gerekli gördüklerimizi, sen elbette aynı fikirde olmasan dahi
yerine getireceksin, eğer bunu yapmazsan seni alaşağı edeceğiz.‛ Aksine, iktidara şunu söylemektedir: ‚Duy bizi, incinmiş
vaziyetteyiz, bu acıyı gider –bunu sen nasıl istiyorsan o şekilde
yap.‛
İronik bir şekilde bu mesaj, itiraz sahiplerinin iktidara dilekçe vermemek ve onu meşrulaştırmamak şeklinde ifade ettikleri niyetleriyle taban tabana zıttır. Elbette, kendilerine dilekçe
verilen seçkinlerin acıyı nasıl hafifletecekleri hususunda hiçbir
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 151
fikri ve acıyı hafifletecek herhangi bir şey vermek yönünde
hiçbir arzuları olmadığı için bu gerçekleşmeyecektir. Eğer yanıt
vermeleri gerektiğini düşünecekleri derecede yeterli baskı hissederlerse, diğer taraftan takip etmeleri gereken yol hususunda
kendilerine bir şey söylenmemişse, manipüle edebilecekleri ve
kendi süper zengin çevrelerinin avantajına doğru bükebilecekleri bir yolu tercih edeceklerdir.
Herkes ve tabii ki caddeleri dolduranlar da biliyorlar ki, yeni bir dünya kurmak için inatçı bir baskı ve yaratıcı bir inşa gerektirir. Sadece itiraz etmek ve herhangi bir seçkin iktidar simsarının belki de onurlu bir şekilde davranabileceğine inanmak
yeterli değildir. Fakat aynı zamanda insanlar acı çekmekte olan
ve yeni bir dünya birden bire ortaya çıkmayacak olsa bile hemen şimdi yaralarının sarılması gereken insanların var olduğunu da biliyorlar.
O halde nasıl bir yanıt ortaya çıkıyor? Paylaştığımız bu bilgiler ve sahip olduğumuz yükümlülükler dikkate alındığında
ne yapmalıyız?
İnsanların durumunda iyileşme sağlayacak değişimleri bugünden kazanmalıyız, fakat bunu itirazın ortadan kalmasına
yol açacak biçimlerde değil, daha ileri mücadelenin önünü açacak biçimlerde yapmalıyız.
Bu hedeflere ulaşabilmek için iki şeyi bir arada yapmalıyız.
Birincisi, durumlarının iyileşmesine ihtiyaç duyan insanlara
gerçekten yarar sağlayacak değişimler için çalışmalıyız. İkincisi, bu değişimleri, uğrunda mücadele etmeye değer daha ileri
arzular yaratacak, hareketin daha fazla taahhüt altına girmesini
ve daha fazla örgütlenmesini sağlayacak ve hatta mümkün olduğunda, hareketin etkisini ve erişimini arttırmak için yaşayan
yapılar kuracak yollardan yapmalıyız. İlk elde kazanılan zaferler cefa çekenlere yardım eder. Benimsenen yöntemler, daha
fazla kazanım elde etme yolundaki çabaları canlandırır, bunlara ışık tutar, güç verir. Hareket yaşar ve büyür.
152 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Bunlar kulağa kolaymış gibi geliyor, fakat elbette zordur.
Daha iyi bir dünyayı kazanmak, atılan her adım için yapılan
çalışmaları engelleyen büyük kuvvetler olmasa bile fevkalade
karmaşık bir iş olurdu. Yine de, bu güç ve baskı merkezleri ve
onların yalanları ve uyguladıkları şiddet karşısında gösterilecek tepkiler, bunların boyutu, her yerde hazır ve nazır oluşları
veya inatçılığı karşısında ağlayıp sızlanmak şeklinde olmamalıdır. Aksine onların hakkından gelinmesi gereken birer engel
olarak mevcudiyetini kabul edip, etrafından dolanılmalı, üzerine gidilmeli, üzerinden geçilmelidir.
Brezilya’daki toplu taşıma meselesini ele alalım. İtirazların
yükselmesine neden olan tarife artışları elbette özellikle yoksulların canını yaktı. Ne istemeliler? Kabaca, tarifeyi eskiden olduğu seviyeye çekmek ve sonra daha da düşürmek harika
olurdu. Bu nasıl tartışılmalı? İyi bir seçenek taşımacılığın bedelsiz olmasını zorlamak olabilir, çünkü insanların koşulları ve
durumları hakkaniyetli olmalıdır. Fakat hükümet razı olur ve
taşımacılığı sübvanse ederse, fakat bunun maliyetini büyük ölçüde ve ezici bir şekilde, mevcut düzenlemeye göre daha yüksek tarife ödeyeceklerden alırsa ne olacak? Belki de hükümet
yoksulların dezavantajına gelir arttıkça azalan oranlı bir şekilde
vergilendirme yapacak. Belki halkı cezalandırmak için sefer
sayısını azaltacak. Her iki durumda da hükümet Peter’ı (yoksul
olanı) farklı bir şekilde kazıklamış olacak. Peter’a (yoksula)
ödeme yaparmış gibi görünürken Paul (zengin) buna gülecek.
Bağlam önemlidir ve Brezilya için en anlamlısının ne olduğuna
dair hiçbir fikrim yok. Fakat belki otomobil taşımacılığı veya
hava taşımacılığı için vergi uygulamak –veya zenginlerin yaptığı her türden seyahati vergilendirmek– bununla otobüs tarifesini ucuzlatmak düşünülebilir. Belki de ödenek, zenginlerin
yarar gördüğü hizmetlerin sınırlandırılmasıyla sağlanmalıdır –
askeri harcamalar gibi. Kısacası, talepler öne sürerken, yoksul
Peter’ın bir cebine koyarken diğer cebinden alınmadığını, aksi-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 153
ne zengin Paul’den alındığını güvence altına alacak talepler
öne sürülmelidir.
Bu akıl yürütme her türden bütçe açığını ele alırken geçerlidir. Talepleri, eğitime erişim, genel anlamda vergiler, ücret
hadleri ve çalışma saatleri gibi konulara genişletebiliriz.
Başka bir boyutu ele alalım. Hareketler hükümet, politikacılar ve medya hakkında ne yapmalılar? Bir olasılık değişim talep etmek olabilir. Diğer bir olasılık da alternatifleri inşa etmek
olabilir. Bunlar birbirini dışlamazlar. Aslında, her biri diğerini
bilgi yönünden beslemeli ve cesaretlendirmelidir.
Örneğin, talepler ne olabilir? Yeni harcamalar, farklı vergiler, farklı toplum güvenliği politikaları, yeni oy verme prosedürleri ve yeni sosyal haklar talep edilebilir. Veya medya için,
gazetelerde yeni bölümler, halk hareketleri veya taban örgütleri tarafından veya halk oylamaları yoluyla denetlenecek TV
haber ve show programları talep edilebilir. Her durumda amaç
insanların yaşamlarını bugün daha iyi kılmak ve hükümet
ve/veya medyayı daha fazla halk katılımı ve denetimine açık
hale getirmektir. Fakat tartışma, nihai uzun erimli değerler ve
amaçlar dikkate alınarak formüle edilmelidir. Örneğin, halkın
öz-yönetimini içermelidir, böylelikle şimdiki kazanımların bir
son olmadığı, gelecekteki değişimleri aramak ve kazanmak
doğrultusunda bir uğrak olduğunun altı çizilmiş olacaktır.
Yaşayan yapılar inşa etmek için oldukça bariz, fakat oldukça zor iki seçenekten biri, yerel yönetişimi ele almak ve aynı
zamanda üst seviyedeki kararlar üzerinde de baskı uygulamak
ve en nihayetinde onu da devralmak üzere mahalle meclislerinin kurulmasıdır. Diğeri, benzer bir şekilde, yönelimi ve yapısı
itibariyle anaakım medyaya alternatif bir medyanın yaratılmasıdır. Hareketler tüm bunlar için nasıl mali kaynak bulacak? Bir
seçenek hükümetten bu çalışmaları sübvanse etmesini talep
etmek olabilir.
154 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Son olarak, hareketin devamını ve taahhütlerinin ve yaratıcılığının zenginleşmesini sağlamak için örgütsel araçlar yaratmak hususunda ne demeli? Araçlardan biri yukarıda sözün ettiğim mahalle meclisleri olabilir, bu bağlamda aktif programların formüle edildiği tartışma mecraları olarak değerlendirilebilir. Diğer bir araç da fikir açıklığının ve vizyonun yayılmasına
hizmet edecek alternatif medya olabilir. Üçüncü bir seçenek
ise, diğer ulusal örgütlerle bağları olan ulusal bir örgüt yaratmak olabilir. Tüm bu örgütler ortak vizyon, strateji ve program
taahhütleri ve dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma prensipleriyle tanımlanmış olabilirler. Bu da program ve mücadele için
bir mecra ve araç sağlayacaktır.
Böyle bir organizasyondan pek çok konuda uluslararası dayanışma geliştirmesi beklenebilir: Barış ve adalet için, ulusal
zenginliğin savaş ve baskı araçlarından alınarak sağlık ve eğitime kaydırılması için, iklim değişikliğini durduracak ciddi ve
etkili bir kampanya için, tüm dünyada daha kısa çalışma süreleri için, minimum ücretler ve genel olarak ücretlerde değişime
giderek gelirin yeniden dağılımı için, vergiler için, kadın ve
geylere dönük şiddetin durdurulması için, ırkçı şiddetin ve
göçmenlere uygulanan baskıların sonlandırılması için kitlesel
uluslararası kampanyalar düzenleyecek şekilde dayanışma geliştirmesi beklenebilir. Bunların tümü, yalnızca acil kazanımlar
elde etmek üzere değil, fakat yeni arzuları ve yeni mücadeleleri
uyandırmak üzere –daha iyi bir dünyaya ulaşmak üzere yürütülebilir.
Kitlesel halk hareketlerinde her zaman olduğu gibi, sonuçlar belirsizdir. Kurulu düzen, İspanya’daki, Yunanistan’daki,
Mısır’daki, Türkiye’deki, Brezilya’daki, tüm Orta Doğu’daki ve
itirazların patladığı her yerdeki enerjiyi gerisin geriye kalıcı
eşitsizliğin hakim olduğu statükoya kanalize etmek üzere cebir
ve kafalama yoluna gidecektir. Sağ kanat insanları provoke
edip korkutarak daha faşizan sonuçlar doğuracak bir girdap
yaratmaya çalışacaktır. Kitlesel itiraz büyük, görünür hatta gi-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 155
rişken olmakla yetinmemelidir –tüm bu özellikler gerekli olsa
da. Esas önemlisi, kitlesel itirazın bilgili, birleşik ve örgütlü olmasıdır.
Sözün özü, şu söylenebilir: Mevcut kitlesel itirazın içerisinde yer alanların kendiliğinden hissetmekte olduklarının aksine,
iktidardaki hükümete ve politikacılara karşı haklı öfkemiz, bizleri yoksullara hemen yardımı dokunacak değişiklik taleplerini
reddetmeye sevk etmemelidir. Evet, hükümetler ve genel olarak seçkinler tarafından tanımlanan bayat gündemlerle kafalanmamak önemlidir. Evet, seçkinlerin zaten var olmayan erdemine ve ihsanına başvurmamak da önemlidir. Bu türden
arayışlar anlamsızdır. Fakat ne olursa olsun, seçkinler toplumun en tepesinde otururken onları bugün daha iyi sonuçlara
zorlamamak için bir neden yoktur. Bizler tercihlerimizi, rasyonalitemizi ve açıklamalarımızı kararlı bir şekilde, o tepedeki
makam koltuğunu tümüyle bertaraf etmeye yöneltmiş olsak bile.
http://fraksiyon.org/ne-yapmali-o-tepedeki-makamkoltugunu-bertaraf-etmeli/
156 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
YERYÜZÜ AYETLERİ II: “BELİRSİZ BİR
DÜŞÜNCE GİBİ…”
CANAN YARAR
08 Temmuz 2013
“Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü gövdesinin
Bir yerden bir yere sürünüyordu…”
Düşen bir kıvılcımın büyümesi miydi ki bu sokaklar, bu
yangın yeri, bu haykırışlar? ‚Her şey böyle başladı‛ yazıyordu
bir görüntünün yırtmacında< Düşen, ağır, koyu bir ağıt; moru
hiç mor olamamış kara bir irin değil miydi ve bir anda değil!
BİR ANDA DEĞİL!< Çok önceden ve hep düşmekte değil,
düşürülmekte olan!
Fazla kibir, sabrı usandırır!
Bellek ağırlığının, ivmesiyle çarpımınca kuvvet bileyen
adımlar boyu bir devinim titrer; bozar lâl olanı!<
“Ola ki…
Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk…
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün
güvercinin
İnanç olduğunu…”
Konuşacaklarımızı tutup da evden sokağa taşışımızda, anne
terliklerinin menzili münasip yerlerimiz değil de sapanlarımızdı bu sefer! Bu sefer her ‚istop‛ sesi, farklı rengi çığırsa da,
aynı yerinden kaçıp koşuşuyorduk ve hiçbir ezan eve davet
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 157
değildi artık!9 Kimyasal tanım ve ayrımlarda bir aralık soluk
kalırdı ya elbet, yazıldı, saptandı, sorgulandı!<
Bir kadın bağırıyordu! Çınlayışı kesik kesik sesiyle dileği
nefes alabilmesi değil, nefes alabilmemizdi!
Faşizm ile insani talep arasında bir ‚doğal‛ talep değil, bir
sentezlenmeye müsait olmayan çelişki vardır! Bir adam değil,
bir mekanik, o sesi duydukça asılıyordu namluya!
Bir çocuk, boğulmaktan sıyrılmaya çalışan babasına, ağlama
özgürlüğünden değil ağlatılma sebepsizliğinden sesleniyordu
‚tuvalete gitmem gerek baba!..‛ Sanki o haklı-haksız! şaşkınlığın parantezi, ‚beni anlayabiliyor musun?‛du<
Bazen, örnek vermek, özelleştirilemez hallerde saçmadır!
‚v.s‛ ve ‚v.b‛ ibaresi, en azından burada bir yorgunluğun, bir
geçiştirmenin değil, bir zihinsel isyanın, bir bellek titremesinin
ibaresidir!
‚v.s‛< ‚v.b‛<
‚Benlik, zorunluluk eksikliğinden olduğu kadar olabilirin
eksikliğinden de umutsuzluğa düşer.‛10
Fazla kibir, saçmada değil!, safsatanda, seni alaya bile konu
olamayacak bir kötü acınası sündürüşe sürükler!
Orada, burada ve şurada bir <11 duruyordu!<
Bağırıyor, boğuluyor, vuruluyor, ölüyordu!<
‚Açın kapılarınızı!‛ dedikçe, çoğalıyordu!
‚Sen‛ diyemeyeceğimiz, öznesinden düşen:
Her sesleniş çaban, sözde cürümünün kaba lafazanlığıydı!
Yüzün ikileminin en mor çukuru, tükürsek ‚şükür‛ bilinesi,
kutsal metinlerin teori ve pratik ironisi midir?
‚Evinize dönün‛ çığırtkanı, evden aslında hiç çıkmamış elit müminleri
saymazsak!
9
10
11
S.Kierkegaard, ‚Ölümcül Hastalık Umutsuzluk‛.
İnadına ‚cinsiyet‛siz!
158 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
‚Onlar, emanetlerini ve verdikleri sözleri gözeten kimselerdir.‛12
İnsan, ölürse acısından değil, kendine üzülmekten bilirdim!
Ölmek< hani gitmek, bazen de nefs-i müdafanın onurudur da,
sen o hiç de bilmediğin dilin nefs-i emare’sinde kaldın!
Bilançon sana kalsın!
‚ ‘Durmadan şeylerin düzenine verip veriştirmek yakışık
olamıyor’ diyordunuz bana. _ ‘Sinir hastası bir zıptıçıktı, cüzam aranan bir Eyüp, bir Buda bozuntusu, miskin ve yolunu
şaşırmış bir İskit isem kabahat benim mi?’‛13
İsyan, duvarda beliriveren sarmaşık misali bir çatlayıştır!
Var<!
Yok<!
Her potansiyel, bir değişim yaratır!
ve
bazı çocukların gece masalları kitaplarda değil, ebeveyn
günlüklerinde kazılıdır;
sonsuz üç noktalı anlatımlara gömülecek onca yaşanan karşısında, bir şükür bellemekse illa, hayır yaşım yetmiş değilse de
henüz, sonsuz teşekkür şu zamanın, ‚bunlar‛ tabirinde ‚öteki‛
söylemini gururla sevip de kucakladığım ‚faiileri‛ne!<
Bazı ölümlerin tarihi yoktur; yaşamlar boyu bir hatırgönüldür adı!
Tahta bir yük değil, gönül borcudur omuzladığın!<
Varsın,
kırılan kemik bilsinler
avurdunda dönüşen zamanı!
12
13
Kur’an-ı kerim, Mêaric Sûresi, 31.
E.M.Cioran, ‚Burukluk‛.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 159
Fazla korku, kibir uyandırır!<
“Ah tutsağın sesi…
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi…”
Bu<
Fazla tanım, aşık usandırır belki,
Tanımsızca bir ‚devam‛!<
Ürküntü duymaksızın kendinin farkına varışın gibi bir mutluluk
ve bıraktığın izlerce yaşam!14
http://fraksiyon.org/yeryuzu-ayetleri-ii-belirsiz-birdusunce-gibi/
14
******
160 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
MIZRAK
İSMAİL GÜNEY YILMAZ
08 Temmuz 2013
Hiç bilmediğimiz bir his için savaşıyoruz.
Mavi kürenin güne kanayan sancısına adanmış binlerce başın ve ekmeksiz beşerin topyekun figanını taşıyoruz mızrak
kınlarımızda. Mızraklarımız bizim, altı üst edecek bir vaveylayı saklıyor ucunda.
Hiç bilmediğimiz bir his için küçük mızraklarımızla topraklarımıza yazıyoruz biz.
Dilleri koparılmış tüm öksüz halkların bütün ihtilaf nehirlerini tek bir deltadan aynı ihtilal ırmağına taşımak için sivriltip
mızraklarımızı milim milim ilerleyerek kanallar açıyoruz binlerce yıldır.
Hiç bilmediğimiz bir his için yaşıyoruz namussuz bir nizamın müptezel taksimatında.
Zemherideyiz ve ısınmak için müşterek hayallerin penceresindeyiz.
Yoksulun bir’ine göz koymuş doksan dokuz’a malik pezevenklerin yıkılacak olan dünyaları için hazırladığımız kutlu
depremin fecrindeyiz.
En çok da gülüşlerimizden tasarruf ederek hiç bilmediğimiz
bir hissin acelesindeyiz.
Ecellerimizden önde yürüyoruz dostlarım, acılarımızdan
çok önde. Zincirinden boşalan kan ve dumanız biz, isiz biz
sonsuz, bir sessizliğiz ki milyonların üstündeyiz, delikli boruların ve iplerin gölgesindeyiz.
Hiç bilmediğimiz bir hissin arifesindeyiz.
Ölümümüz öper zulmün kınındaki Azrail’in gözlerini. Son
bir bakışız biz mızrak kınından fırlamış. Bir tebessümüz sonra,
acı bir ana çığlığıyız, bir parça etiz ya da kan damlası.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 161
Ezilmiş yaz günleriyiz biz güzün tevhidinde yığılı kuru
yaprakların karanlık efkar yolunda kuru ve renksiz, tek ve kabus.
Tek tek<
Beşer beşer<
Ah onar onar<
Gömülü çiçekleriz biz dostlarım.
Hiç bilmediğimiz bir his için, çizilmiş sınrılarını aşan, özlenen bahara adanmış ne de çok çiçeğiz biz ağlamaklı.
Çiçeğiz kinde.
Bilenen dramdayız biz, beklenen intikamdayız.
Ayazdayız, mızraklarımız soğuk.
Hiç bilmediğimiz bir his için<
Erdal‘ız, yağmur ve güneşiz biz, düşünde boğulmuş yeni
yetmeliğin.
Hıdır ve İlyas‘ız, gökyüzüyüz yani ezgili iklimlerin ab-ı hayatında.
Yeniden gündüzü harmanlayan toprağız dostlarım, Apo,
Fatih, Hasan ve Haydar‘ız. Hala sert bakışlı delikanlılarız.
Muştulu yarına
ren Mahir‘iz.
dönen
derenin
çarkına
omuz
ve-
Özlerken Ulaş, mahzunca gülerken Cevahir‘iz.
Hiç bilmediğimiz bir his için<
Sabahın zifir vakti dünyayı çınlatan tek sesiz onunla helalleşirken mağrur, Deniz’iz,
Yusuf’uz, İnan’ız.
Kaypakkaya’yız ayak tabanları yara bere içinde de olsa
akan kanı kırlara emziren, yüreği ve kasketiyle yürüyen< yürüyen< yürüyen<
Ve büyüyen<
Açan solmaz bir gülüz artık Vartinik’te.
162 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Hiç bilmediğimiz bir his için<
Karadeniz’i yükseltip, alçaltan Suphi ve Nejat‘ız.
Kıvılcımlı’yız, ciltler dolusu efkar ve mefkureyiz.
Mahsun ve Kemal‘iz, hiç bilmediğimiz bir his için hiç gülmemişlere ateşi taşıyıp ışık olan.
Sinan, Sabo, Niyazi, Ayşe, Berdan, Yemliha, İdil‘iz, umudun adını köhnemiş duvarlara kanla yazan.
Hasan’ız barikat başında gülümseyen, 17‘leriz dağ başlarında parçalanan, yiğit Basalak‘ız karakolda teşhir masasını
düzenin başına yıkan.
Hiç bilmediğimiz bir his için<
Mezarların ve yıkık konduların keder ve hınç damlayan
duvarlarından sıcak bir tablo çıkaran. Birike birike, büyüye büyüye, soğukta, muştunun sarplığında, hücrenin çıplaklığında,
depremin mühründe, tek yapraklı takvimlerimize harap bedenlerimizi yatırırken biz, bir kelebek ömrü kadarken soluğumuz ve capcansızken tüm mevsimlerimiz.
Hiç bilmediğimiz bir his için yaşıyoruz biz.
Mızraklarınızı kınından çekin!
Nicemiz yandı o his için.
‚Ateşi söndürmeyin!‛
http://fraksiyon.org/mizrak/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 163
EKONOMİ İYİ DURUMDA AMA HALK DEĞİL:
TÜRKİYE‟DEKİ GÖSTERİLERİN EKONOMİK ARKA
PLANINA İLİŞKİN NOTLAR
EREN BUĞLALILAR
10 Temmuz 2013
ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt’in, dönemin Nikaragua diktatörü hakkında, ‚Somoza orospu çocuğu olabilir,
ama o bizim orospu çocuğumuz,‛ dediği rivayet edilir. Roosevelt’in bu sözü gerçekten sarf edip etmediği tartışmalıdır; ama
onun bahsettiği model, –yani bir tür lisanslı diktatörlük– yıllarca Birleşik Devletler’in dış politikası olagelmiştir.
Bugünlerde ABD, Suriye rejimin devrilmesi gereken bir diktatörlük olduğunda ısrar ederek başka Batı ülkeleriyle birlikte
rejime karşı harekete geçiyor. Artık iyice bilindiği gibi, ABD,
Türkiye’yi Ortadoğu için bir demokrasi modeli olarak pazarlayarak Suriye yönetimini devirmek için Türkiye’yi etkin olarak
kullanıyor. ‚Arap Baharı‛ denilen süreçten bile önce, USAID
(ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı) raporunda açıkça ‚Birleşik Devletler Türkiye’nin organize suçlar, uyuşturucuyla mücadele, nükleer silahlanma ve terörle mücadele konularında
bölgesel liderlik üssü olması için çalışmaktadır,‛ denilmiştir (USAID, Kongrenin Bütçe Gerekçelendirme Raporu, 2010,
s.386). Türkiye’yi üs edinen teröristlerin Suriye’nin kuzeyinde
yaptıkları katliamlara bakılırsa, Türk devletinin organize suç
alanında bölgesel bir lider olmayı başardığı açıktır.
Eminim ki Obama ve arkasındaki oligarşi, Türk rejiminin
de bir diktatörlük olduğunu ve kendi halkı karşısında birçok
suç işlediğini biliyordur. Ama burada asıl önemli olan,
ABD’nin bu diktatörlüğün sahibi olup olmadığıdır. Beşar Esad
Amerikalı generallerin Suriye ordusunu ABD’nin çıkarlarına
göre yeniden düzenlemesine izin vermiş ve Türkiye’nin uzun
zamandır yaptığı gibi ülkesini Amerikan askeri üslerine açmış
164 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
olsaydı, Beyaz Saray’da ağırlanır ve Sayın Obama ile yağmur
altında romantik bir basın açıklaması yapabilirdi. Ama olmadı.
Eğer halkın huzursuzluğu hükümetin bir diktatörlük olduğunun kanıtıysa, Türkiye’de bir diktatörlük var demektir. Bu
yazı kaleme alınırken ülkenin bütün büyük kentlerinde kitlesel
halk ayaklanmaları oluyor. Gösteriler ve çatışmalar Ankara’da,
İstanbul’un bazı yerlerinde, İzmir, Adana ve daha pek çok başka kentte sürüyor. İçişleri Bakanlığı 67 kentte 200’den fazla
olayın meydana geldiğini açıkladı.
Neler olduğunu ve her şeyin nasıl başladığını açıklayan birçok yazılı ve görsel açıklama mevcut. Bu yüzden bunları tekrarlamayacağım. Bunun yerine, ucu sadece çok uzaktan seçilebilen buzdağının hiç görünmeyen yüzü hakkında konuşacağım. Çünkü şu anda sokaklarda polisle çatışan insanlar, Türkiye’deki düzenin kendilerinde açtığı bu görünmez derin yaralar
nedeniyle sokaktadır.
Uzun süredir Türkiye hakkında yabancı medyada çıkan
haberler Türkiye’nin ‚istikrarlı ve büyüyen ekonomisini‛ vurgulamayı tercih ediyor. Türkiye’deki milyonerlerin sayısının
on yılda 10,000’in altından 50,000’in üzerine çıktığı söyleniyor.
Ancak kimin ekonomisinin istikrarından ve büyümesinden
bahsedildiğini açıklayan makalelerle nadiren karşılaşabiliyoruz.
İstikrarlı ve büyüyen ekonomi. Kimin sayesinde? Büyüyen
borçlar altında inleyenlerin sayesinde; bütün diğer OECD ülkelerindeki muadillerinden daha ağır ve uzun çalışanlar sayesinde; işsizlik oranları on yılda ikiye katlanan kadınlar sayesinde;
sayısı 3.5 milyonu bulan ve yarısı eğitimlerine devam edemeyen Türk ve Kürt çocuk işçilerin sayesinde. Onların ekonomisi
hiçbir zaman istikrarlı olmadı.
Borçluların sayısı AKP iktidarı döneminde tırmandı. Ekonomist Mustafa Sönmez’in gözlemine göre, ‚2003’te tüketici
kredisi borcu olan 2.4 milyon kişi vardı. Ancak 2012’nin so-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 165
nunda bankalara tüketici kredisi borcu olanların sayısı 13.2
milyona ulaştı.‛ Sönmez’e ait olan aşağıdaki grafik Türkiye’nin
büyüyen ekonomisinin halka olan etkisini gösteriyor:
Türkiye’nin en kötü yaşam kalitesine sahip OECD ülkesi
olması talihsiz, ama bir o kadar da şaşırtıcı olmayan bir durumdur. Şaşırtıcı değildir, çünkü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2011 tarihli bir çalışması Türkiye’deki gelir uçurumunun çok büyük olduğunu göstermiştir. Toplam nüfusun
sadece yüzde 1.2’si aylık 3000 dolar ve üstü gelire sahiptir. Alttaki yüzde 60, günlük 35 dolardan daha az kazanmaktadır. En
alttaki yüzde onluk nüfusun durumunu sizlerin hayal gücüne
bırakıyorum.
Brezilya’nın eski devlet başkanlarından birinin (ki kendisi
de bir başka diktatördü) bir zamanlardediği gibi, ‚Ülkemde
ekonomi iyi durumda ama halk değil‛. Gerçekten de öyle.
Kimin ekonomik büyümesi ve istikrarı, ne pahasına? AKP
iktidarı süresince hapishane nüfusunda tarihi rekorlar kırılmıştır. Muhtemelen bunun nedeni, insanların suç işleme dışında
hayatlarını kazanma yolu bulamamalarıdır. Ama bir neden
daha var: Associated Press’in terör suçlaması nedeniyle verilen
mahkûmiyetler (bunların çoğu siyasi muhalifleri engellemek
için terörizm bahanesine sarılmanın örnekleridir) üzerine hazırladığı rapora göre AKP döneminde ‚12,897 ile *dünyadaki+
bütün terör mahkûmiyetlerinin üçte birini Türkiye oluşturuyor‛. Büyük resmi görmek için aşağıdaki grafiğe bakabilirsiniz:
(Grafik: ‚Türkiye’de Hapishane Nüfusu: 1980’den AKP iktidarına.‛ Pembe boyalı alan AKP iktidarı dönemini gösteriyor.
Değerler bin kişi üzerinden belirtilmiştir.)
Aynı zamanda Türkiye iş kazaları (ya da aslında iş cinayetleri) sayısında son 12 yılda 12,686 ölümle Avrupa’da bir numaradır.
166 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Türkiye’deki gösterilerin sadece bu ekonomik sorunlar nedeniyle başladığını iddia etmiyorum. Hayır, bu indirgemecilik
olur. Ama aynı zamanda ‚siyasi olarak huzursuz ama ekonomik olarak başarılı‛ biçiminde hayali bir Türkiye imgesi yaratan CNN tarzı ‚kültür savaşı‛ teorilerinden de çok sıkıldık ve
bıktık.
Siyaset tamamen ayrı bir konu. Belki daha sonra bunu tartışabiliriz. Şu anda ülkemde yoldaşlar polisle çatışıyor ve mücadelelerinden öğreneceğim çok şey var. Onlardan biri aklımdan
çıkmayan bir Facebook durum yazısı paylaştı; ben de, halkın
öfkesi ve dayanışma ruhu hakkında bir fikir verebilmek için
kendi yazımı onun sözleriyle bitirmek istiyorum:
‚Görme engelli bir abi arkadaşının koluna girmiş ‚bana nereye doğru tas atacağımı söyleyin n’olur‛ diye bağırıyordu. 1314 yaşlarında iki çocukları arkada tas kırarken, anne ve babaları onların kırdıkları tasları barikatın başında polise atıyordu. 70
yaslarında bir amca ‚çocuklar benim gücüm tas atmaya yetmiyor keşke ölsem de cesedimden barikat yapsanız‛ diye ağlıyordu. Tabi bunlar yoğun gaz altında oluyordu. Bizi acıyla mı
siniyorsun Tayyip?‛
Kaynak: http://mrzine.monthlyreview.org/2013/buglalilar070613.h
tml
http://fraksiyon.org/ekonomi-iyi-durumda-ama-halk-degilturkiyedeki-gosterilerin-ekonomik-arka-planina-iliskin-notlar/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 167
GEZİ İŞSİZLERİ‟NİN YANINDAYIZ: NE
GAZLARINIZ NE İŞÇİ KIYIMLARINIZ SİZİ
KURTARAMAYACAK
11 Temmuz 2013
Bu yazıda yer alan işten atma olayları:
o
Berhan Soner’in Olay TV’den atılmasına karşı imza metni
ve basın açıklaması.
o
Marmara
Üniversitesi‘nden Meryem
muş için Onurumuzu
Savunuyoruz hareketinin
Kurtuldestek
metni.
o
Yeditepe Asistan Dayanışması‘nın Barış Dağlı ve iki
asistan arkadaşının işten çıkarılmasına karşı yaptıkları açıklama.
Gezi isyanı bu ülkenin egemenlerini titretmeye devam ediyor. Mehmet’i, Abdullah’ı, Ethem’i şehit verdik. Onlarcamız
yaşamını kalıcı sakatlıklarla sürdürüyor. Her gün evler basılıyor, Gezi Tutsakları’nın sayısı arttıkça artıyor. Çünkü Bertolt
Brecht’in dizelerinde söylenenin retorik değil hakikat olduğunu iyi biliyorlar:
‚Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak
Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini!‛
Şimdi yeni bir silahla saldırıyorlar: Çalışan kıyımları. İktidara yaranmak isteyen patronlar Gezi Direnişi’ni destekleyen
milyonlarca insandan bazılarını seçip işten atıyor. Böylece kendilerini bekleyen sonu geciktireceklerini sanıyorlar.
Onlara iki şey söyleyelim:
Saldırılarınız o sonu geciktirmez, yakınlaştırır.
Halk hesap sormak için o sonun gelmesini beklemez. Sizi
her yerde teşhir edeceğiz, adınız o yüz kızartıcı Gezi Düşman-
168 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ları listesinde yer alacak ve her an halkın tepkisini ensenizde
hissedeceksiniz.
Gezi İşsizleri
Her gün farklı sektörlerden arkadaşlarımız Gezi İşsizleri’nin arasına ekleniyor. Tan Sağtürk Akademi’deki gitar
eğitmenliği görevine ‚Gezi Parkı olaylarına katıldığı için‛ son
verilen müzisyen Devrim Yoldaş bunların en son örneklerinden biri.
Ana akım medyadaki işten atmalar, ‚ayrılmalar‛ ve yasaklamalar (örneğin Doğuş Medya’dan Cem Aydın’ın işten atılması, NTV Tarih Dergisi’nin kapatılması, Sabah’ın ombudsmanının yazısının sansürü vb.) daha görünür durumdayken
medyanın yandaş kıyımları bunlarla sınırlı değil.Bursa Olay
Gazetesi İnternet Sorumlusu Berhan Soner kişisel sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımlar deneniyle işveren baskısına uğradı ve işten atıldı.
‚Artık vatandaş gazeteciyim‛ diyen Berhan Soner daha önce Bursa Çağdaş Gazeteciler Derneği başkanlığı da yapmıştı. Bursa ÇGD utanç verici bir tavırla bu gazeteci kıyımına sessiz kalır ve protesto metnine imzasını koymazken, Aktif İnternet Medyası Derneği (AKİMET) öncülüğündeyapılan basın
açıklamasına TMMOB’dan Bursa Barosu’na birçok kurum katıldı.
Akademinin içinden de bu utanç verici kıyım kampanyasına destek var. Rektörler bile bu kirli dalganın dışında kalamazken, Marmara Üniversitesi’nde 12 yıldır çalışan M. Meryem Kurtulmuş’un görev süresinin uzatılmasında akademik
personelin yeniden atanma teamüllerine ve üniversitelerdeki
idari işlemlere aykırı davranılarak kısıtlamaya gidildi. Yeditepe Üniversitesi‘nden Barış Dağlı da Gezi’ye destek
verdiği için işten atıldı.
Belediyeler de bu aşağılık kampanayaya katılmakta gecikmedi. KESK’in Gezi’ye destek için 4-5 Haziran’da yaptığı iş bı-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 169
rakma eylemine katılan Mamak Belediyesi’nin KESK-Tüm-BelSen’li 66 kamu çalışanına soruşturma açıldı, 8 kişi ‚geçici görevlendirme‛ bahanesiyle sürgün edildi. KESK, yaptığı bir basın açıklamasıyla bu baskıları ‚faşist zihniyetin ürünü‛ olarak
tanımladı.
Gezi direnişleri sırasında halka düşmanlık yapan ticari işletmelerin akıbetini unutmayın. Halk boykot başta olmak üzere
çeşitli yöntemlerle bunlara tavır aldı, almaya devam ediyor.
Gaz bombalarınızdan, TOMA’larınızdan, tazyikli sularınızdan,
plastik ve gerçek mermilerinizden korkmayan halk, kapitalistlerin aşağılık iş şantajına boyun eğmez. Berhan Soner, Meryem
Kurtulmuş, Mamak Belediye İşçileri ve işten atılan bütün arkadaşlarımız derhal görevlerine iade edilmelidir.
*Burada değinilen kıyımlara karşı çıkan tepki metinleri yazının aşağıdaki adreste yer alan tam metninde ulaşılabilir.+
http://fraksiyon.org/izmir-universiteleri-calisanlari-tutsakogrencilerinin-yaninda/
170 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
GEZİ‟NİN BEDEL ÖDEYENLERİ İÇİN
DAYANIŞMA BAYRAĞI DAHA DAHA YUKARI
BARIŞ YILDIRIM
11 Temmuz 2013
Fakültede bir hazırlık var.
Gezi’nin onlarca tutsağından biri Kubilay İyit, DEÜ Güzel
Sanatlar Fakültesi’nde bütünleme sınavına gelecek. Bu tatil
günlerinde yüze yakın öğrenci arkadaşı ve hocaları toplanmış
onu bekliyorlar.
Kubilay’ın öğrencisi olduğu Müzikoloji Bölümü başta müzisyen arkadaşları bir araya gelmiş Sokak Orkestrası’nın Gezi
Tutsakları için yaptığı ‘Almaya geldik sizi’ şarkısını söylüyor.
Klarnet flüte, cajon gitara, sesler seslere karışıyor. Herkes hep
birlikte söylüyor:
‚Taksim tutsak Gezi tutsak, kışlada ağaç tutsak
His tutsak nefis tutsak, kaskında polis tutsak
- Almaya geldik dostlar almaya geldik sizi
Almaya geldik dostlar tutsak bedenlerinizi<‛
(bu karşılama etkinliğinin Almaya Geldik şarkısıyla birlikte hazırlanmış klibi şu adresten izlenebilir:
http://www.youtube.com/watch?v=MOLwwzoZQEQ&feature
=youtu.be)
Kubilay’ı getiren mavi çelikten hapishane arabası görününce şarkı alkışlarla ve sloganlarla bölünüyor: ‚Her yer Taksim, her
yer direniş!‛
Daha coşkulu bir kalabalık sınav çıkışı kapıda bekliyor. Gezi tutsağını alıp giden zindan arabasının acele eden egzozu
sloganlardan duyulmuyor: ‚Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!‛
Gezi şehitlerimiz var, birbirinden genç ve güzel, faşizmin
dişleri arasında yittiler.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 171
Gezi gazilerimiz, yaralılarımız, sakatlarımız var. Kimi bir
daha göremeyecek, kimi yürüyemeyecek, kimi hâlâ yoğun bakımda.
Gezi işsizlerimiz var, leşlerden arta kalan lokmaları iktidar
onlardan esirgemesin diye direnişçileri kovma sırasına girdiler.
Bir de Gezi tutsaklarımız var.
Her gün yenileri ekleniyor onlara ama her gün ülkenin her
yanından binlerce insan, belki hiç görmedikleri, belki de hiç
görmeyecekleri bir ‚park için‛ ölümü, yaralanmayı, işsiz kalmayı ve tutsaklığı göze alarak sokağa çıkıyor.
Gezi’nin o destansı dayanışma ruhu yalnızca alanlarda çatışmalar sırasında değil, her an her yerde, özellikle de Gezi’nin
bedel ödeyenleri için yükseltilmelidir.
Bu abluka böyle böyle dağılır.
http://fraksiyon.org/gezinin-bedel-odeyenleri-icindayanisma-bayragi-daha-daha-yukari/
172 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ÇÜNKÜ ÖFKEMİZ BÜYÜR GURURLANIRIZ…
(DİZELERLE)
DİYAR SARAÇOĞLU
14 Temmuz 2013
Hep hafızalarımızdan şikayet edilir ya yıllardır. ‚Ne belleksiz
bir toplumuz,‛ der durur insanlar. Yaşananları, geçen ayları, yılları bir bir unuturuz, unuttururlar.
Böyle olmayan anlar da vardır ama!
Ve bizim bir haziranımız
Bir yıl kadar yetecektir dünyaya
Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış15
Haziranımız direnmenin ayıydı ilk, sonra isyanın. Unutulmayacak cinsten.
Çünkü kardeşlerimiz dövüştü, dövüşüyor, dövüşecek İstanbul’da, Ankara’da, Antakya’da<16
‚Nasıl olsa biter‛ dedi binbir kendini bilmez. Saman aleviydik, 90 kuşağıydık, orta sınıftık onlara göre.
Öyle de olmadı, bitmedi!
Tam o sırada bütün görkemiyle
temmuz geliyor
sanki gitmemek üzere17
İsyan’ın sönmediğini görenler kuduruyorlar her gün. 40
günü devireli çok oldu üstelik. Forumların, eylemlerin ardı arkası gelmedi.
15
‚Biraz Daha‛, Turgut Uyar
‚Utanıyorum Yaşamaktan‛, Cahit Irgat (‚Kardeşlerim dövüşüyor./Varşova’da,Paris’te.‚)
16
17
‚Sonsuz Girişim‛, Turgut Uyar
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 173
Derken bir canımızı daha aldılar. Ali İsmail’i. Zafer işaretli
tişörtüyle gencecik, 19 yaşında.
Unutmadığımız anlar da vardır. Mehmet’i, Abdullah’ı, Ethem’i unutmadık. Ali İsmail’i de unutturmayacağız!
Çünkü Ali İsmail hiç 20 yaşında olmadı!
Çünkü Ethem’in annesi Medine’nin annesinin yanında
durdu, omzuna omuz verdi.
Çünkü öfkemiz büyür gururlanırız!
Çünkü
halk denilen bu yangın
içine katarak bizi
kardeşin kardeşi kucaklamasıdır
biraz da gökyüzü<18
Dudaklarımızda sonsuz bir acı
Sussak olmuyor. Olmamalı da!
http://fraksiyon.org/dizelerle-ofkemiz-buyur-gururlaniriz/
18
‚İsmet‛, Gökhan Taner Günsan
174 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ADLARINIZ ONURUMUZDUR: ETHEM,
ABDULLAH, MEHMET, ALİ VE DİĞERLERİ
SÜREYYA KARACABEY
14 Temmuz 2013
Kuşluk vaktinde serçeler, cıvıltılarını anlamayan, tüylerini
kana bulamak için bekleyen bir dünyadan uçarak giderler, küs
yürekleriyle.
İçimiz yanarken, ideal denilen soyut evrenseller, daha ilk
verilen sözde bozulmuşken, herkes duruş değil poz peşindeyken, güvenmek, kutsal bir ayinden kalmış yetim bir sözcükken,
kalbimiz parçalanırken, parçalanırken, sert bir rüzgar kapımı
çarptı, içimdeki bütün sözcüklerEthem, Abdullah, Mehmet,
Ali’nin harfleriyle kırıldı.
Adalet desem siyah bir leke büyüyor ağzımda, merhamet
desem köpüklü, yeşil bir sıvı.
Artık anlaşabileceğimiz hiçbir sözcük kalmadı, koruyamadığımız çocuklarla birlikte buradan uzaklaştı. Bir gülüşe sıktığınız kurşunlarla, küçücük bir çocuğu öldüren korkunç sopalarınızla ortak bir iyinin imkanları için savaşan insanların dünyasından sonsuza dek sürüldünüz, insanlık sözcüğünün bütün
çağrışımlarından da.
Artık sandıklardan sadece yılanlar çıkacak, kurduğunuz
grotesk düzende demokrasicilik oynarken, ortada mantıklı bir
şey varmış gibi açıklamalar yapan uzmanlarınızla uğraşın sonunu getirmek için bütün dünyanın. Bizim dünyamızın kıyısından bile geçmeyi düşünmeyin, artık kovuldunuz ortak bir
düşün bütün ormanlarından. Sizler, hepiniz, çocuklar öldürülürken strateji planları yapan uzmanlar, absürd bir saldırıyı
mantık dizgesinde anlamlandırmaya çalışan yazarlar, hepiniz,
kovuldunuz bizim dünyamızdan.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 175
Oysa onlar ‚özgürlük‛ diye haykırırken ne içtendi. Barbarlığınıza karşı nükteler savururken, galiz düzyazılarınıza şarkılarla cevap verirken ne güzeldi. Ben bu çocukların annesiyim,
kardeşiyim,kalbinden başka mülkü olmayanların kuracağı
bir ülke benim ülkem.
Ülkeniz, sınır hesaplarınız, paraya tahvil ettiğiniz ruhunuz,
borsalarda inip çıkan kalbiniz nereden anlayacaktı ki başkaları
için acı çekmesini bilen çocukların güzelliğini. Artık anlaşılmak
falan da istemiyorlar zaten, onlar biliyorlar sadece kendi düşlerine borçlu olduklarını, size değil, hiçbirinize değil.
Ethem, Abdullah, Mehmet, Ali, siz ölürken başka hesaplar
yüzünden başka bir kardeşinizi daha vurmuşlardı sırtından, Medeni’yi; biz hepinizin düşlerini omzumuza aldık, sizden kalan gülüşleri, harfleri, güzel yüzlerinizi. Kalbinize kefiliz, düşlerinize, adlarınız onurumuzdur, güle güle.
http://fraksiyon.org/adlariniz-onurumuzdur-ethemabdullah-mehmet-ali-ve-digerleri/
176 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
HAYAT VE BARİKAT YOKLAMASI
EVREN BARIŞ YAVUZ
15 Temmuz 2013
Bir zamanın içinden geçiyoruz ki o zaman bizi sarmalayan
her şeyin yalın anlatımı oluyor. Zamandan taşıyoruz, zamandan arta kalıyoruz.
Şimdi zamanın yırtıklarından olmakta olan, yürümekte
olan, şiddetlenmekte olana bakma vaktidir.
Bir söyleşisinde ‚Tek günlük devrimci durum, edebiyattan
daha heyecanlı.‛ demişti Uyurkulak. Belki hiç yazılmayacak
günlerin bakış izlerini toplamak düşüyor ellere. İmge kendisini
kuruyor ve hazır bekletiyor, şiir patlıyor sokaklarda, şarkı ram
oluyor hayatın seslerine, sözsüz kalmış anlatacaklarımız hikayesini buluyor. ‚Bana bir şey oldu‛ diyor bazıları, depresyon
hapları çöplerde, gündelik telaşlar unutulmuş, yorgun bedenlerde bir hınç estetiği.
‚Faşizmin maskesini düşürmek‛ diye yola çıktı, yaşlı Avrupa’nın gencecik şehir gerillaları. Düşürdüler demokrasi maskesini polis devletlerinin. Açık ettiler her türlü yalan kesiklerini< Tenlerinde söndürdüler korkunç bir vahşeti. Faşizme bir
tokat gibi bedenlerini çarpan çocukların hayata işledikleri fay,
bizim toprakların ağır işçilerinin coğrafyayı sarsan sebatlarıyla
birleşti. Bu iki demirden sağanak altında yürüdük. Metropollerin oyuklarına saklanmış dağlı anlatımlarda ve sebatkar kuşakların on binlerle açtığı o dehlizlerde<
‚Depresyon ile devrimcilik arasında imkânın sonsuzluğu<‛ diye
mırıldanmışız mayıs günlerinde< Kökünü eskil bir anlatıdan
alan, yepyeni bir ifade oluş. Örselenmiş bir yetimlik gibi, çalınmış çocukluk, kaybedilmiş ev, tamamlanmamış baba gibi<
Her bir yarayı örten o ‚esirgeyen ve bağışlayan direnmenin
adıyla‛ başlamak her bir güne. Karınca emeği, kuş lokması,
mezar kokusu.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 177
Gün kokuyor. Güneş yakıyor bu sözleri. Nostalji yok, melankoli darmadağın, umutsuzluk biçimsiz< Heyecan veren bir
vuruş gücü. Bedenini yeni tanıyanlar, gücünü, korkusuzluğunu, hastalıklarının nasıl da önemsizleştiğini henüz anlayanlar.
Büyük iyileşme. Büyük bir ontoloji için en güzel başlangıç.
Bir toplumsal vakıadan çok bir doğa yıkımı gibi. Deprem
gibi. Beklenmedik, ölçülemez ve elbette tesiri zamanda yerini
bulan. Kırılan her kabukta çatlayan her yüzeyde geçmişin o kara suç ortaklıkları, yanlış yaşanmış doğruların hüznü. Toprakların gördüğü en uzun kan kardeşliği. Daha güçlü vurmak
için yumruklarını sıkan gece evleri, gizli gözyaşı törenleri. Her
birimiz ağlıyoruz ama öyle belli belirsiz karanlıklarda, sokakta
uzun yürürken, birden bire<
Hayat ve barikat yoklaması
Kadınlar. Şanlı bir ayaklanmaya her gün yeni ölüler veren,
sokakta, gündelikte, iş yerlerinde özgürlük ve onur için dik
durmaya çalışan, dayanışan, yeni bir dünya için alıştırmalar
yapan kadınlar. Ayşe Paşalı barikatları, Emine Akçay barikatları< Bedenlerinde uyumadıkları günlerin hıncı, tenlerine sürgün verilen günlerin< Şimdi soluklu bir kadın ayaklanması
için nefesler vakti.
Cinsiyet belalıları. Toplum denen toplama kampının sürgünleri. Devletin cinsiyetine ödenen bedeller, ‘varolma’nın dayanılmaz şiddetini bir özgürlük yürüyüşüne değiş tokuş edenler. Ahmet Yıldız’a yönelen içsel nefreti, barikatlarda dindiren
kardeşler. ‘Onur’ kelamına yürümek, onursuzluk dayatan her
ittifakı dağıtmak vaktidir.
‚Genç olmak yetmiyordu<‛. Devletin ezberine doğaç
okuyan çocuklar. Dünyanın ortasında bir barkodlanmış hayatlar reva görülenler. Ucuz iş gücü planları, reklam pazarlama
anketleri, hedef kitle raporları dışında varlıkları önemsenmeyen sıradan müşteriler, tüketiciler, müstakbel kredi kartı kullanıcıları< Genç olmak yetmiyordu evet. İktidar hayatı çitlerle
178 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
çevirdiğinde, o çitleri kırmak idi genç olmak< Gencecik bir isyanımız, direnme kabiliyetimiz oldu böylelikle. Gelecek fikri
için dövüşürken, geçmişin kapanmadık hesaplarıyla yürümek
vakti. Gezi’den Gazi’ye Anadolu’nun kurulmuş komünleri<
Yoksullar. İş gücü belasının sürgünleri. Bedenleri çalınan
işçiler, sınıf kırımında onar, beşer, kardeşlerini kaybeden o lanetli sınıf. Hiddeti emsalsiz, hatırası kadim yoksullar. Banka
işinde, ajanslarda, fabrikalarda, sanayi sitelerinde, gündelik ev
temizliğinde üç kuruşluk köle ücretine çalışan cemi cümlemiz< Emeğini, hünerini kadavralaşmış bir düzene akıtmak
zorunda kalan o büyük kardeşlik. Uçuşan taş kuşlarının arasında, donatımsız isyankarlarımız< Yeni bir hayatı kuracak
olan korkunç kalabalık.
Kalbi kırılanlar. Hesap edilemez, incitilmek nedir. Kalbi kırılanların sokaklara akan sesidir onurlu bir hayat talebi< Hayasız bir yağmaya, buyurgan devlet diline, gün be gün artan
semiren yalan rejimine karşı hayıflananlar, söylenenler< Söz
oldular. Söz yerini buldu. Yeter! Demek bir politikadır. Talebi
yoktur! Kurucudur! Kimseden bir şey istememesi gerektiğini
öğrenecek olandır<.
Devrimcilik. Topraklarımızın tarihinde bir tek özgürlük
hareketi oldu; Devrimciler. Kök saldılar, yanılgı ve yenilgiler
içinde sürdürülebilir bir isyanı nüveler halinde döktüler hayatın içine. Devletin amansız şiddetini kora kor aldılar koyunlarına. En güzelleri halkımızın, toprağımızın en kıymet bilir kızları ve oğulları kızıl bayraklara sarılı yürüdüler sonsuzluğa.
Adları bir idi. Binler oldular. Dik durulması gereken zamanı,
dişlerin dökülmesi gereken, vinçlerin önüne yatılması, asker
süngüsü önüne durulması gereken vakti onlar bildiler. Bir kucak dolusu ateşle geldiler barikatlara. Şan oldu. Her kusurları,
her eksikleri halkın derin bilgeliğinde sınanacak ve onarılacaktır. Zindanlar, hastaneler, mezarlar< Can olsun.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 179
Aleviler. Sadece katliamlar parantezinde anımsananlar<
Çorum, Maraş, Sivas, Gazi ve dahası< Ama bu toprakların
kadim bilgisi, toprak kokusu, mücadelenin batıni hatırası onlardadır. İnandıkları gibi sade, inandıkları gibi canlara karışarak aramızdan giderler. Alevilerdir bu siyaset sahnesini defalarda alt üst edenler. Alevilerdir isyanların öz suyu ama ismi
çağrılmayan mayası< Cem oluyoruz bunlarla, bu kahırlı bilgiyle büyüyoruz. Alevden saçlarıyla giriyorlar kardeşlerimiz
barikatlara, alevden soluklarıyla özgürlük güçlerine omuzlar
veriyorlar. Bu topraktaki her siyasetten eskidir, dillerine dolanan o binlerce yıllık secere< Aleviler 1990’ların ardından yeniden sinelerini açıyorlar özgürlük tufanına<
Büro ile barikat arasında geçen günler alıştırmadır. Taş falan atmaya değil! Yaşamaya, yaşam kurmaya alıştırmadır. Bu
topraklar içine işleyen bu haziran ayazında küçük harflerle konuşmuş, büyük bir hiddetle dövüşmüştür.
Ve dövüşülmektedir.
‘Cür’et’ demişim yıllar önce. ‘İyileşme’ demişim. ‘Adalet
olacağız’ demişim. İktidardan hiçbir şey istemeyen ve iktidarı
da boşa düşeren bir sözün vaktidir.
Anadolu ve Mezopotamya yeni bir ‚anti-faşist sözleşmeye‛ ilerlemektedir. Hayat politiktir. Hayat kolektiftir. Sokaklarda özlenen, övülen her ses, her edim sosyalizandır< Direnenler hakça bölüşmek ve kardeşçe yaşamak istemektedir. Aşk olsun!
http://fraksiyon.org/hayat-ve-barikat-yoklamasi/
180 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
SANMA Kİ HİKAYESİ ŞU TİTREYEN DALLARIN
DÜŞEN YAPRAKLA BİTER!
İSMAİL GÜNEY YILMAZ
17 Temmuz 2013
Yiğit Antakya halkının ellerinden öperek<
Artık bırakabiliriz üzülmeyi.
Ya da henüz tanışıyoruz hüzünle<
31 Mayıs halk hareketi gerildiği yatağından fırladığı günden bugüne devletin kapsamlı ve çok yönlü saldırılarında bir
değişiklik olmadı. Hükümet,uyutmadan, yedirip, içirmeden
daha da mankurtlaştırdığı kolluk gücüyle ve ilerleyen zaman
içinde ona yedek kuvvet olarak eklemlenen sivil itaatkarlarıyla
direnişçilerin sesini kesebilmek için bilinen, ön görülebilen ve
önceden pek tahmin edilemeyecek -faiz lobisi mavraları vs.tüm araçlarıyla operasyonunu kıyasıya sürdürüyor.
Direnişin parçaları olan güçler de devletin cüretkar müdahalesine aynı cüretle karşı koymaya devam ediyorlar. Ancak isyanın başından bugüne gelinceye işin renginde kimi
önemli değişiklikler de olmadı değil. İlk elden belirtilmesi gereken isyanın başladığı formu olan topyekun ayaklanma halinden -en azından şimdilik- çıkmış olmasıdır sanırım. Başlangıçta ülkenin üç büyük kentinin meydanları olmak üzere çok
sayıda fiili mevzi kazanan hareket, Ankara ve İzmir ve diğer illerde hızla, İstanbul’da ise aşamalı olarak bu kazanımlarını
kaybetti. Taksim’de meydanı ve Gezi Parkı’nı, yani Türkiye’nin
kalbini devletsizleştiren hareket, önce örgütlü sosyalist yapıların elinde bulunan meydanı kaybederek ‚etkisizleştirilme‛ sürecinin içine sokulmuş oldu. Devletin müdahaleye ilk meydandan başlaması ve Gezi’deki grupları sözde, devrimcilerden
ve sol fraksiyonlardan ayırıyormuş, parktakilere derin bir
sempati ve şefkat besliyormuş gibilik havası icat etmesi elbette
ki yaman bir taktikti.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 181
Ne ki bu yaman taktik muhtemelen Başbakan’ın Vali’yi aceleyle ittirmesiyle bir hayli ele yüze bulaştırılmış olsun, yine de
devlet burada istediğini aldı ve isyan patlak verdiğinde, kendi
adına esamesi okunmayan psikolojik üstünlüğü hükümet ele
geçirdi, bunu bir kenara önemle yazalım.
Burada parktaki kimi grupların ve direnişe kendi cephesinden kendince destek veren aydın, yazar, sanatçı takımının gerçekten de ‚çiçek çocuk‛ havası yaratan hareket ve söylemleri
de devletin Gezi’ye doğru uzattığı ekmeğe yağ sürmüş oldu
kuşkusuz, hem de öyle böyle bir yağ değildi bu!
Devrimcileri tanımlarken onları aynen sistemin diliyle
yabanileştiren ‚marjinal‛, ‚radikal‛ gibi sıfatları hiç teklemeden kullananlar da bu açıdan gerici düzenle istemeden ve
dolaylı olarak işbirliği yapmış oldular, acı. Söz gelimi Taksim’in özgürleştirildiği ilk günlerde çevreyi dolaşıp, olan biteni
kafamızda anlamlandırıp, analiz etmeye çalışırken, o an beraber parkı, meydanı ve İstiklal’i turladığımız arkadaşlarımın
sosyal ve mesleki durumları itibariyle birkaç meşhur ‚sosyalist
aydın‛la da sohbet etme imkanı buldum. Hepsinin sanki aralarında sözleşmiş gibi devrimcilere karşı üstenci ve alttan alta uç
veren kindar bir dille ‚marjinaller‛, ‚radikaller‛ deyip onlardan rahatsızlıklarını dillendirdiklerini söylesem size garip gelir
mi acaba? Yo yo, bahsettiğim Ahmet İnseller ya da Fuat Keymanlar değil, bir hayli beri gelin!
‚Yahu ne yaptı ki bu ‘marjinaller’?‛ derseniz eğer, vitrinleri
indirmişler, polise, karşı şiddetle direnmişler filan. Ulan camı
çerçevesi indirilen çok uluslu şirketlerin, garibanların kapılarından içeri adımlarını atamadıkları tekellerin mağazalarının
vitrinleri, yani hani hakkında sayfalarca döşendiğiniz ‚vahşi
kapitalizm‛ var ya işte tam da onun simgeleri, sizi burada geren, ayıpladığınız, ‚provokasyon tespiti‛ ne iten güdü ne? Olası bir devrimin provasını görmüş olmanızın yarattığı konformizminize zeval gelmesi korkusu mu?! Ne?!
182 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Devrimciler, patron-ağanın mülküne değil de mesela Melekler Dürümevi’ne saldırsalardı sebepsiz, eyvallah çekeceğiz
yakarışlarınıza da, öyle bir durum da yok!
Şimdi biraz olsun içimizi boşaltabildikten sonra tekrar birkaç paragraf önceki mevzumuzdan açarak devam edelim. Devletin müdahaleye meydandan başlaması başı sonu ölçülüp, tartılmış fakat aceleden kaynaklı paldır küldürleşip devleti bazı
noktalarda ‚meşruiyet‛ zeminiyle ilgili biraz köşeye sıkıştırarak da olsa planlanmış bir yol haritasının ürünüdür dedik mealen. Sonuç olarak meydan kısa süren bir sokak savaşından sonra polisin eline geçmiş oldu. Yine kısa bir süre hem polisin,
hem de direnişçilerin meydanda durabildiği bir ‚pata durumu‛ süreci yaşanmış olsa da Gezi’ye müdahaleyle devletin
mevziler bazındaki fiili üstünlüğü pekişti.
Başta çok sert geçen ve haftalarca süren Ankara’daki çatışmalı günler ve geceler ile Beşiktaş’ta uzun, birkaç ilde de orta
uzunlukta süren çatışmalar dışında Taksim’in polis tarafından
işgaliyle direniş süreci kendiliğinden ve yavaş yavaş farklı bir
duruma evrildi. Bu andan sonra direnişçilerin, polis saldırılarının yarattığı anlık ve son derece yerel, pek de ‚çatışma‛ sayılamayacak küçük çaplı ‚heyecan ve gerginlikler‛ dışında mutlak bir biçimde savunma düzenine geçtiği söylenebilir.19
Direnişin ‚polisin tomayla sıktığı sudan, gazından ve copundan kaçma görüntüleriyle‛ karakterize olan sürecinin bu
ayağının diğer iki özelliğiyse eylemlere çeşitli biçimlerde katılımın ve hatta ilginin hem yerellerde; hem de ülke çapında belki de dramatik sayılabilecek bir istatistikle düşmesi ve sahneye
sivil faşistlerin sürülmesi olarak okunabilir. Meselenin birinci
boyutunun gayet doğal bir sonuç olduğunu hemen söyleyelim.
Zira eğer başlamış olan bir toplumsal yükseliş herhangi somut
Son birkaç gündür süren Antakya direnişini ayrı bir yere
yazalım elbet.
19
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 183
bir yere varamıyor ve müspet bir nihayete erişmesi giderek zor
gibi görünmeye başlamışsa o eyleme ‚sıradan‛ kitlelerin katılımı mutlak bir biçimde düşecektir, bunda şaşılacak hiçbir şey
yok. Ve sanırım yazının bu durağında eylemlere katılım sayısındaki düşüşte sadece devletin insan öldüren, yaralayan, göz
çıkaran, hapislere tıkan, yalan dolanla farklı duyarlılıkları olan
halk kesimlerine teşhir eden ‚sonuna kadar zembereğinden
boşalmış şiddet‛ eksenli politikalarının payının olmadığını
söylemek gereksiz olacaktır.
Ülke çapındaki eylemlerde katılımcı sayısının giderek
azalmasında ve yaratılan heyecanın belirgin bir biçimde
sönmesinde devrimci hareketin ve diğer sol fraksiyonların
yapısal sorunlarının da büyük etkisi görülmeli. Devrimci hareket ve diğer sol fraksiyonlar, her ne kadar eylemlerde aktif ve
görünür bir biçimde yer almış, tabanlarını en gerisi, en korkağı,
en ilişkisiz kalmışı, en belli belirsiz bir sempati besleyeni dahil
gösterilere katabilmiş olsalar da20 direnişin genelinde gözlemlenen devrimci öznenin iradiliği eksikliği son derece barizdir.
Düşünün ki bir memlekette sosyal bir patlama olmuş, milyonlar hesap sormak için alanlara, caddelere doluşuyor, kelimenin
tam karşılığıyla bir ayaklanma söz konusu ama duvarlarda
devrimcilerin kavgaya çağıran yazılamalarından ziyade çoğu
geri zekalı işi olan lümpen/cinsiyetçi karalamaları görüyorsunuz, olacak iş mi? Ama oldu işte. Elbette ki burada devrimcilere önerilen ya da onlardan beklenen klasik hotzotçu, sekter bir
tavırla eylemleri tamamen kendi kanalına ve alışılageldik yöntemlerine çekmesi, yaratılmış tüm yenilik, özgüllük ve öznellikleri boğması değil, haşa! Fakat devrimci hareketin ve genel
Gazi’de on binlerce kişinin devrimci hareket önderliğinde
otoyolu trafiğe kapatarak gerçekleştirdiği yürüyüşleri ve başta
Okmeydanı olmak üzere devrimci mahallelerdeki geceler boyu
süren güçlü çatışmaları unutmayalım.
20
184 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
olarak sosyalist solun, direnişin samimi olan tüm öznelerini çevreciler, Müslümanlar, Kemalist/laisist duyarlı fakat gelişebilir ilerici bir vizyona sahip olan özneler, feministler, etnisite
kimliklerini ya da Aleviliklerini öne çıkaranlar<- 21 kendi var
olma biçimleriyle kabul ederek onları kendi doğal önderliğindeki kurtuluşa kadar sürecek bir kavga için seferber edememesi ülkenin devrimci sol hareketi adına üzerine düşünülmesi gerekenler listesinde en üstte yer almalı.
En azından yaşadığımız memleket olan İstanbul üzerinden
söylersek, devrimci/sol yapılardaki bu ‚dönüştüremeyen iradesizlik‛ durumu aslında isyanın başından beri bazı gerçeklerle de işaretlerini vermişti. Örneğin Taksim kazanıldıktan sonra
solun meydanda kürsü kurup örgütlediği miting Gezi’deki
karnaval havası sürmesine karşın son derece renksiz ve heyecansızdı. Üstelik bu mitingte sendikaların da hemen hemen
hiçbir görünürlüğü yoktu. Bir sonraki miting, çok geniş katılımlı ve çok daha örgütlü olsa da yine aynı heyecansızlık, ‚işin
nereye gideceğini tam kestirememekten ve direnişin kendine
özgü diğer handikaplarının yarattığı sorunlar‛dan ötürü gelişen ‚tatsızlık‛ yine hakimdi. Aynı durum bir başka boyutuyla
sendikaların yıllar evvelinin çok güçlü bir grev/eylemini hatırlatma amacıyla iddialı bir biçimde isimlendirerek örgütlediği ‚AKP faşizmini ihtar mitingi‛ ve ‚grev‛inde de su yüzüne
ayan beyan çıktı, Taksim’in kıyısına kadar gelen sendikalar
kendilerine güvensizliklerini çok net bir tavırla ifşa edip, dağılma kararı aldılar. Taksim’de kalan kitleler o gün polisle çatışsalar da insan gücünün önemli bir bölümü terk-i mevzi ol-
Anarşistler de devrimci mücadelede Marksistlerin dolaysız ittifakları
sayılmalı. Kürt ulusal kurtuluş hareketi de böyleyse de -umalım ki en
azından şimdilik- ‚konjonktür‛ bu biçimde işlemiyor.
21
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 185
duğu için gerçekleştirilen direniş delikanlıca olsa da devrimciler adına müspet bir sonuç doğamadı.22
Gelelim Taksim mevziinin dağıtılmasından sonraki bir diğer olguya, yani geneli AKP’li olan sivil faşistlerin direnişçilere
karşı gerçekleştirdiği saldırıların artarak, sıradanlaşmasına. Rize merkezde önemli bölümü ulusalcı olan eylemci kitleye faşist
cühelanın gerçekleştirdiği yüzlerce insan katılımlı linç girişiminden ve Konya’daki benzer ama daha az gündem olan saldırılar gelen örgütlü tecavüzlerin önemli belirtileriydi. Tabi ki
bunlardan önce de İzmir, Eskişehir gibi pek çok yerde direnişçilere Ali İsmail’in de katledildiği yoğun saldırılar oldu ama
oradaki ‚sivil görünüm‛lü insanların gerçekten kim oldukları
henüz tam olarak net değil.
Taksim Dayanışması‘nın çağrısını yaptığı ancak polisin
‚asayişi çoktan sağlamış‛ olmasından mütevellit gerçekleşmeyen ve Taksim periferindeki çatışmaların akşama dek sürdüğü
gün Kasımpaşalı faşist bir taraftar grubunun, polisler, ‚morali
bozuk‛ az sayıda eylemci ve esnaftan başka hemen hemen hiç
kimsenin olmadığı İstiklal’e ağızlarında salyalar, ellerinde sopalarla yürümesinden sonra direnişçilere sivil faşist saldırılar
süreklileşti, sıradanlaştı.
Bu saldırıların da hükümetin yaptığı kara propaganda ve
tabanında örgütlediği ‚sosyal ağ‛ sebebiyle ‚normal‛ olduğunu söyleyelim. Bu sitede bu satırları okuyan insanların hemen
hepsinin geldikleri sosyal sınıf ve katmanlar itibariyle herhalde
AKP taraftarı bir yakını ya da tanıdığı illa ki vardır. Onlarla
konuşulduğu vakit, bu insanların hükümetin yaptığı önemli
bir bölümü tuhaf, rasgele ve inandırıcılıktan tüm kesimler nezdinde aslında uzak olan direniş karşıtı propaganda noktasına,
virgülüne kadar inandıkları açıkça görülecektir. Hatta on sekiz,
Sendikalardaki dirençsizlik geçtiğimiz dönemde devrimci hareketin
sendikal ve mesleki diğer örgütlenmelerine yönelik operasyonların
neliğini daha açıkça göstermiştir diye düşünüyorum.
22
186 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
yirmi yaşında insanların sadece bir meseleye dair tepkisini
yüksek sesle ve bir alanda koyduğu için vahşice katledildiklerini söylediğiniz de alacağınız ‚ne işi vardı eylemde, ekmeğine
mi mani oluyorlardı, öldürüldüyse illa ki bir suç işlemiştir!‛ türü cevaplar da size tam anlamıyla dayak yemiş gibi hissettirecektir, peşinen demiş olayım. Bu yüzden henüz konuşmayı
denememiş olanlar hiç diyalog kurmazsa psikolojiniz namına
daha hayırlı bir netice ortaya çıkması ne yazık ki daha yakın ihtimaldir. Bu insanların samimi bir sevgiyle bağlı oldukları
Başbakan, yönettiği ülkenin vatandaşlarının polis ya da sivil
faşist şiddetiyle ölümlerinden dolayı göstermelik bir üzüntü
dahi duymaz, üstelik ‚emri ben verdim!‛, ‚polisin yetkilerini
artıracağız‛ derken ve İslami duyarlılıkları yüksek olan kesimlerin tepkilerini kaşıyacak dezenformatif tebliği elindeki tüm
imkanlarla biteviye sürdürürken aksi durum beklenemezdi.
Gezi süreciyle birlikte AKP, zaten yavaş yavaş kaybetmekte
olduğu kendi doğal tabanı dışındaki kesimleri Etyen Mahçupyan gibi bir iki liberal yazar dışında tamamen kaybederken,
‚sosyal yardımlar‛la ve işe alımlardaki kayırmalarla kurduğu
‚rant müştereki‛ ve dört elle sarıldığı yalan, iftira, ajitasyon
temelli, hitap ettiği kitlenin beynini ve ruhunu esir alan kuvvetli belagatla da geniş bir kesimi de kendi siyaseti çerçevesinde
kemikleştirdi, ‚milisleştirdi‛.
Sıradan bir ülkede aslında solun doğal tabanı olması gereken bu geniş ve çeşitli derecelerde mütedeyyin/geleneksel yoksul köy/kasaba kökenli yığınlar, 12 Eylül’den ve bilhassa da
CHP’nin patlayan yolsuzluk skandalları sonrası kaybettiği İstanbul ve Ankara belediyelerinin Refah Partisi’nin yönetimine
geçmesiyle başlayan süreçte hızla büyüyen ‚yeni sağ‛ akımın
çizgisine kaydı ve geleneksel merkez sağın mutlak çöküşü,
AKP’nin ortaya çıkması ve bununla beraber gelişen, İslami politik hareketteki karakter krizi ve benzeşmeden sonra ‚alternatifsiz‛ bir AKP’nin giderek fanatikleşen ve kadrolaşan tabanını
oluşturdu.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 187
Klasik Milli Görüş tabanıyla birlikte büyük ölçüde eski
merkez sağ kesimi de yutan AKP, kendi yapısı gereği, kendisine seçimlerde destek vermiş diğer farklı kesimleri sonuna dek
yanında tutamayacağının bilincindeydi, bu yüzden kendi doğal tabanında safları sıklaştırma gereği duydu ve bunu başardı.
Planlı ve programlı hareket eden AKP eğer yola ‚tam bir şekli
olmayan karma bir parti‛ olarak devam etse sonunun ANAP
örneğindeki gibi eriyerek yok olma olduğunun farkındaydı ve
tam kalbinde hissettiği bu erime tehdidine karşı da gereği neyse onu yaptı bu süreçte, yani ‚krizi kendince fırsata‛ çevirdi.
Ancak şu iyice yerli yerine konulmalıdır ki bugün iliklerimize kadar hissettiğimiz bu faşist saldırganlık iklimi on yıldır
ülkeyi yöneten AKP’ye özgü bir durum değil, T.C.’deki sisteme, onun kuruluş ve var oluş amaçlarına içkindir ve süreğendir. Bu açıdan bakıldığında ‚Kürtleri artık anlıyoruz‛ diyenler
doğru bir yola girmekle birlikte bize göre asla samimi değiller.
Keza bu ülkede halka baskı ve zulüm Kürdistan’da katmerli
olmakla birlikte oraya özgü bir şey değil, geneldir.
Topraklarımızda Selçuklu ve Osmanlı’nın yöntemlerini Bizans’tan, Memluklerden ve Emevilerden öğrendiği, Cumhuriyet’in de seleflerinden devraldığı halk üzerinde tahakküm eksenli siyaset binlerce yıllık kanıksanmış bir gerçek. Bu yüzden
Kürdistan kan kusarken, bu memleketin Batısı da daha aralıklarla ve biraz daha ‚hafif ‚ dozda olmakla birlikte kan ağladı.
Türkmen kıyımlarında, Ermeni, Asuri, Pontos Rum soykırımlarında, ‚Lazistan kıyamı‛nın ezilmesinde, Güney Marmara
Çerkes sürgününde ve 6-7 Eylül, 1 Mayıs, Çorum, Maraş, Şavşat, Sivas, Gazi ve Hopa’da, 19 Aralık’ta ya da ülkenin her yanında devrimcilere karşı sürdürülen ‚sürek avları‛nda, yargısız infazlarda, onlarca katliamda şiddetin hedefi Kürt halkı değil, diriliş ve direnişin kendisidir.
Oligarşinin faşist karakteri ortadayken, birileri Kürt halkının zulmün elinden neler çektiğini daha yeni anlamışlarsa
188 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
eğer< O halka köy meydanlarında bok yedirilirken, binlerce
çocuğu öldürülüp, köyleri yakılıp, dili, kimliği, kültürü yok sayılırken, aç, susuz, sersefil sürgünlere gönderilirken empati kuramamış da bugün yaşananlarla onları anlamaya yeni başladılarsa yani, onlara biz ancak ‚rojbaş!‛ diyebiliriz!
Biz duygusal insanlarız< En sekterimizden, üç lafından
ikisi silah külah olanımıza, en barikat savaşçımızdan, bir faşist
cezalandırıldığı vakit eşe dosta baklava yetiştirenimize kadar
hepimiz< Duygusal insanlarız. Bir ördeğin kendi halinde paytak paytak yürümesi,bir ayının ya da gorilin bizi insanlığımızdan utandıran efendiliği, tıraşlanmış bir orman, kirletilmiş bir
göl, kafese kapatılmış bir muhabbet kuşu, dostluğumuzu isteyen bir köpek ya da TEM’de paramparça olmuş bir kedi ceseti
bizi ağlatır.
Ve şimdi kardeşlerimizi öldürüyorlar ve susmamızı bekliyorlar bizden, cenazelerimize bile tahammülleri olmayanlar!
Birileri de şiddet tekelinin kırılması ihtimalinden dahi kaygılanıyor, insanlar sokak ortasında vurulup, kafaları, kolları, bacakları kırılırken, gözleri çıkarılırken çocukların, hümanizmden
dem vuruyor biri, öteki ‚ekmek parası‛ diyor, diyor ‚emir kulu‛!
Ve artık<
Bırakabiliriz üzülmeyi.
Ya da henüz tanışıyoruz hüzünle<
Evet, öldü kardeşlerimiz. Öldürdüler. Neye karşı, nasıl bir
öfkedir ki insanlar kafaları patlatılarak, kıyasıya dövülerek öldürüldüler.
Öldü kardeşlerimiz, evet!
Ama<
Sanma ki Hikayesi Şu Titreyen Dalların Düşen Yaprakla
Biter!
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 189
http://fraksiyon.org/sanma-ki-hikayesi-su-titreyen-dallarindusen-yaprakla-biter/
190 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
TÜRKİYE SOLU, GEZİ DİRENİŞİ SINAVINDAN
ÇAKTI MI?
ÖZGÜR APAK
21 Temmuz 2013
Mayıs ayının sonlarında başlayıp Haziran’da tüm Türkiye’de yükselişe geçen ve ramazan ayının gelmesiyle birlikte –
yer yer direnişler çeşitli illlerde sürse de- forumlar ve yeryüzü
sofraları iftar yemeği arasında sıkışan Gezi Direnişi hakkındaki
‚bundan sonra ne olacak?‛ sorusu, gündemin bence en can alıcı sorusudur.
Direnişin ‚a-politikliğine‛ methiyeler düzenlerin yarattığı
hasarın altında kalmak üzereyiz. Yazılan rakamlara göre ‚2,5
milyon insanın katıldığı bir isyan nasıl oluyor da a-politik oluyor?‛ sorusunu bir kenara koyarsak, bir çok farklı siyasetten
gelen insanın ortak eylem kararlılığı göstermesine, tek bir siyasetin ayaklanması olmaması bağlamında ‚a-politik‛ denmesindeki bilinçli ya da bilinçsiz yapılan müdahalenin önüne
geçmek zorundayız.
Bu anlamda forumları yabana atıyor değilim; hatta Tarık
Ali’nin 24 Haziran 2013’de BirGün gazetesinde yayınlanan röportajındaki şu bölüme kesinlikle katılıyorum:
‚Bazen kitlesel bir ayaklamanın başlaması çok kolaydır.
Nasıl ilerletileceği ve gerekirse nasıl sonlandırılacağı meselesi daha zordur. Hareket bölünmemeli. Eylemlere aynı biçimde devam etmek isteyenler ile, ‚Şu an için biraz bir şeyler
kazandık, gücümüzü koruyalım ve eğer gerek olursa 6 ay
sonra yeniden geliriz‛ diyenler arasında bölünme olmamalı.
Çünkü işte o zaman devlet gelip az kalan kitleyi ezme fırsatını yakalamış olur. Tavsiyem şu olacaktır; bu hareketin en
önemli özelliği birleşik bir şekilde, toplumun her kesiminden insanın bir araya gelmesiyle oluşmuş bir hareket olması.
3 ay önce belki bu insanlar birbirleriyle konuşmuyorlardı bi-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 191
le. Yaşam içerisinde farklı farklı görevler ve yerlerde olan insanlar bir araya geldi. Bu birlik bozulursa işte o zaman kritik
bir noktaya gelir ve çok ciddi problemlerle karşı karşıya kalırız<
Biraz nefes almayı ve durmayı mı öneriyorsunuz?
Sonsuza kadar durun demiyorum. Ama hareketin
herhangi bir anlamda yenilgiye maruz kalmaması için durmanız gereken noktayı bilmeniz gerekiyor. Bunlar bizlerin
geçmişten aldığı dersler. Güney Amerika’dan çok iyi hatırlıyorum. Küba’da başarıya ulaşan devrimden sonra Güney
Amerika’nın diğer ülkelerinde de aynı taktiklerin kullanılmasıyla devrimlerin yaşanabileceği düşünüldü. Fakat baktığınızda felaketle sonuçlandı. Bizler gençtik. Aynı şeyleri takip edersek olacak diye düşünüyorduk. Ama çok fazla iyi insan öldü ve diktatörlükler ortaya çıktı.‛
Ancak bu durgunluğun işe yararlığı forumlardan ortak bir
siyaset kanalı açılıp açılmamasına bağlıdır. Bugün geldiğimiz
noktada Anti-Kapitalist Müslümanlar Direnişin siyasi kanalının baş aktörü konumundalar. Benim gibi radikal bir ateistin
bile sayın İhsan Eliaçık ile omuz omuza direnmesinin önünü
açması bağlamında bu önemli bir şeydir elbette; lakin bu direnişe destek vermiş, kökleri 40 yıl öncesinin devrimci örgütlerine dayanan partilerin, grupların ve sendikaların bu direnişin
fikirsel yapısına neredeyse doğru dürüst bir katkı yapamamasının mazereti nedir?
Sayın İhsan Eliaçık’ı forum forum, iftar iftar gezdirip, kendisi de bunu belirtmiş ve kesinkes öyle olmak istemediğini
söylemiş olmasına rağmen onu, Gezi Direnişi’nin neredeyse
tek sözcüsü ve hatta neredeyse pop yıldızı konumuna yükseltmek ve olası bir siyasal kanalın kökünü tek bir insanın ya
da grubun düşün dünyasına bağlamak Türkiye Solu’nun ciddi
bir acizliği ve eksikliğidir.
192 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Sosyalist, anarşist ve komünist gruplar elbette fikir köklerinde anti-kapitalisttirler. Bu anlamda Anti-kapitalist Müslümanlarla omuz omuza olmamızda bir terslik yok; ancak ne var
ki, bugün ulusalcılar bile Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist
bir savaş olduğunu iddia edebiliyorlar. Dönemin emperyalistlerine karşı savaşmakla emperyalizme karşı savaşmanın bir ve
aynı şey olduğunu sanıyor olmaları elbette onların budalalığıdır; fakat yukarıda saydığım bu üç siyaset sadece antiemperyalistlik ve anti-kapitalistlikle tanımlanabilir değildir.
Bundan daha fazlasıdır. Öyleyse sadece anti-kapitalistlik fikrinden herkesi kapsayan bir siyasi söylem çıkarabilir miyiz?
Kendimizi solda nitelendirmemizin nedenlerinden bir tanesi
anti-kapitalist olmamızdır; ve fakat sadece buradan yola çıkarak güçlü bir siyasi kanal açılabilir mi? Bana kalırsa bu temel,
sadece farklı grupları bir araya çeken ve onları birbirine kaynaştıran küçük bir mıknatıs olabilir ancak.
Misal, yeryüzü sofraları iftar eylemi, ben gibi keskin atesitleri, inançsızlığı küfür bellememiş Müslümanlarla barıştırabilmesi anlamında kesinlikle çok önemlidir; yarattığı kardeşlik
duygusu vazgeçilmezdir; Gezi Parkı içerisinde yaptıkları ibadetlerin, aralarında inançsızların da olduğu insanlar tarafından
kollanıp, koruma kalkanına alınması karşılıklı olarak müthiş
bir saygı ve kabul ediş devrimi yaratmıştır. Sayın İhsan Eliaçık’ın sözleri, şimdiye kadar neredeyse hiç ilişki kurmamış;
birbirine en fazla yan gözle bakan zıt kutuplardaki insanları
birleştirmiştir; çok değerlidir<
Ayrıca, bu Direniş, birbirlerine karşılıklı saygı duyan Alevilerin, Kürtlerin ve bir çok ezilen kesim insanının bazılarının ortak ‚ötekisi‛ olan LGBT üyelerine karşı husumetlerini bile büyük oranda yerle bir etmiştir; bunu da yabana atmayalım elbette ama artık hepimizi kapsayacak daha büyük bir siyasi söylemin zamanı da gelmiştir. Çünkü misal ben kendi siyasi fikrimi
‚Mülk Allah’ındır‛ üzerine değil; ‚Mülkiyet hırsızlıktır‛ üzerine kuruyorum. Bu anlamda Anti-kapitalist Müslümanlar ile or-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 193
tak paydalarımızda omuz omuza oluruz; ancak ne benim gibilerin fikirleri, ne de sayın İhsan Eliaçık’ın sözcülüğünü yaptığı
grubun fikirleri bu direnişi oluşturan herkesi kapsamaz. O nedenle, ilk paragrafta sorduğum ‚bundan sonra ne olacak?‛ sorusu üzerine çok ciddi düşünmemiz gerek.
Forumlar, bu direnişin kazanımı olacak siyasi kanalı açabilecek konumdan uzak durumdalar maalesef. İftarlar ve önemli forum konuşmacıların söylemleri haricinde yeni bir fikir ve
eylem üretemiyor olmak ve var olan hazır paket siyasetlere bel
bağlamak; yani kısaca siyasetsizlik bizi bitirmek üzere, kanımca< Tarihin beni yanıltmasını çok ister ve bunu bir madalya
gibi taşıyabilirim üstelik<
Klasik bir klişe ile son veriyorum: ‚Tehlikenin farkında mısınız?‛.
http://fraksiyon.org/turkiye-solu-gezi-direnisi-sinavindancakti-mi/
194 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
DİRENİŞİN ONTOLOJİSİ
ERDEM BULDURUÇ
21 Temmuz 2013
‚Şer aslında biçimsizdir.‛ Halesli Alexander, 13.yy
‚Benlik dedikleri, iç dünyamızdaki kriz yaşayan bir şey değil;
sırtımıza damgasını vurmak istedikleri biçimdir. Aslında hepimiz başka yaratıklar arasında birer yaratık, benzerlikler arasında tekillikler, dünyanın bedenini oluşturan canlı bedenlerken, kendimizi keskin bir şekilde tanımlanan, tek başına, nitelikler çerçevesinde değer biçilebilir, kontrolü mümkün şeyler
haline getirmemizi istiyorlar.‛ [The Invisible Committee]
Kabını Tanımayan İsyan
‚Böylece kabuk parçalanır.‛ K.Marx
Mayıs-Haziran isyanı bize söyledikleri ve bize söylemedikleri ile; siyaset algımıza dair belirli parametrelerin bozuma uğraması açısından ilktir. Biçimsizliğiyle, ele avuca gelmezliğiyle, kategorize edilemezliğiyle ilktir. Mayıs-Haziran İsyanı
Gezi merkez olmak üzere; merkezde ve satıhta eylemli varlıklarıyla bir imkanın olabilirlik koşullarını kendinde taşıdığını
göstermesi açısından ilktir. Bu imkan üzerine İLKliğini tartışmaya açan her itiraz, başka/ayrışık zamansallıklarla kurulan
her anoloji onun taşıdığı imkanı ardışık zamansallıklar hanesine yazarak onun öngünlerini/benzerlerini arama beyhudeliğini
beraberinde getirir. Bu anlamıyla meseleyi buradan okuyanların tutarlılığına diyecek sözümüz yok! Özneleşme diye gelinen
hadiseyi onu koşullayan nedensellikler içinde ısrarla arama çabası öznenin eylemli varlığıyla ürettiği en iyi sözü (eylemli varlığını) tarihsel olan içinde arama girişimiyle an/süreç ayrımını
gözetmeyerek yaşanan anı, hem ‚süreç içindeki belirlenim‛
olarak okuma hatasına düşer, hem de süreç içinde bağlantı
kurma kafasıyla işe koyulduğu için eylemin kendisini benzerler yaratarak okur. Sürecin sabitesi içinde eylemin zamansallı-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 195
ğını sıkıştırarak onu ve onun açığa çıkarttığı eylemselliği/potansiyeli tarihselci okumasına eklemler. Buradan hareketle
öznenin
kendi
nedenselliğinin
(etkilenimi/duygulanımı/çabası) -evrensel doğrular adına- membasını
tarihselde gören eğilim tarafından kategorize ediliyor olması
bu partikülerci operasyon her olayı olay dışı kurgusallıkla
edinmeye kapı aralar. ‚Biz, özneler olarak her zaman bir şimdi
içindeyiz, hep şimdileri yaşarız. Tarihin gerçek sürecinde ‘biz’ yok. O
halde şimdideki biz ile süreçteki ‘biz’ arasında herhangi bir bağlantı
yok. Bugünde ne yaparsak yapalım, sürece giremeyiz. Bugünün sonuçlarının sürece nasıl ‘yansıyacağı’nın test edilme yolu kategorik
olarak yok. Ama biz yine de kendimizi, süreçteki ‘biz’le bağlantılı imgeleriz; bunun olmadığını ‘bilerek’ de böyle yaparız. Bizim hakimiyet
alanımızın sınırı şimdide başlar şimdide biter; şimdinin bir süresi ve
bir yayılımı varsa, -bu, öznesine göre değişir- biz bir süre ve bir yerde
hakimiz demektir. (Ama eğer, şimdi, tanım gereği süre ve yayılımdan
yoksunsa ne olacak?)‛23
Apolitizme düşmemek adına temsil, temsili üstlenmek adına kodlama işlemine girişilir. Özne nesnel olan içinde tanımlıdır diyen; ‘an’ı süreç içinde verili gören bu anlayış sahipleri
öznelliğe çıkan bütün yolları eteğindeki taşları dökmek adına
düzler. Buna mukabil el birliğiyle alandakilerin proletarya mı
prekarya mı yoksa orta sınıf mı olduğu tartışmasına koyuluruz! Gençliğin bir sosyal kategori olmadığı meslekten ‚marksist‛ler tarafından görev aşkıyla dillendirilir. Alanda sınıf var
mıydı, varsa ne oranda idi sorusu eylemi değerli ya da değersiz kılmak adına işletilir. Sorulan sorunun kendisi değil buradan çıkan sonucun politikaya tahvil edilmesidir cürüm teşkil
eden. Yitirdiğimiz dostlarımızın bazılarının işçi olması üzerinden alanda sınıf var demek/sınıf kinini görmek, onların Alevi
M.Kayaoğlu, Geçmiş-Bugün-Gelecek Diyalektiğine Reddiye, Teori ve Politika Dergisi sayı: 14
23
196 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
olduğundan hareketle alanda kimlik var, mezhep var demek
aynı postülattan beslenir. Bundan sonrası laf-ü güzaftır. Hangisinin öne alınacağını masum olmayan okumanız değil sizin
yüce gönlünüz bilir!
Badiocu anlamda ‚olay‛ her yere (uykuda olan varoşlar/işçi
sınıfının yoğun olarak barındığı semtler kastediliyor) değmedi
ise birçoklarının yaşamını ‚durumu‛ kesintiye uğratmadı ise
mesai saatinin bitiminde alandaki kalabalığın arttığını söylemek kendi sınıfçılığımızı tahkim etmekten başka ne işe yarar?
(Alanın ideo-politik veya kültürel iklimi nedir sorusudur değerli olan, bizim verdiğimiz/verebileceğimiz yanıt değil)
Direnişin Gör Dediği
‚Politik temsil alanının sonu geldi.‛ [The Invisible Committee]
‚İsyan ne veba ne de orman yangınına benzer, ilk kıvılcımdan
sonra oradan oraya yayılan, doğrusal bir süreç değildir. Aksine
müzik gibidir; odak noktaları zaman ve mekân içinde dağılmakla birlikte, kendi titreşimlerinin ritmini harekete kazıyabilir,
yoğunluğunu daima arttırır.‛ [The Invisivible Committee]
Barikatta olmasa da; Gezi’de sınıfın sair efradı olarak, egemen ve ezilen ulus milliyetçisi olarak, dindarlar ve heretikler
olarak, devrimciler (komünist, marksist, anarşist, islami) ve evrimciler olarak yerlerimizi aldık. Barikatta olanlar ise tüm bu
tikel kategorizasyondan kayıp geçen tekillikler olarak, akışkanlığı ve oluş haliyle sadece ve sadece devrimcilerdi! (Taşıyıcısı
olduğu ideolojisinden ötürü değil barikat başında olması hasebiyle.) Bu devrimciler hem işçi hem işsiz, hem Alevi hem Sunni, hem dindar hem heretik, hem Kürt hem de Türk’tü
hem< hem< Çoğulunu arayan bu tekillikte, düzeltilmiş yurttaşlık ve bir takım haklar değildi aranılan, peşine DÜŞülen!
Epistemolojini nereden kurarsan kur, hiç kimsenin birbirine
-epistemolojik konumunu ontolojik avantaj olarak sunabileceği
zemin olarak- söyleyecek sözü yok! (Varlık düzeyinde açığa çıkan isyanı, bilgi düzeyinde bir tartışmanın içine çekmek, kendi
kurduğun önermeden çıkardığın sonuçtur; bir analiz değil, bir
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 197
vargıdır!) Epistemolojinden ‚ödün‛ vermek istemiyorsan ve
politikayı da böyle anlaya geliyorsan alanın gerçekliğinden ya
kaçacaksın ya da o gerçekliğe çarpacaksın! Burada formel bir
dönüşümden söz edilmiyor. Öznelere mayalarını ve gıdalarını
aldığı şeyleri bırakmaları da söylenmiyor. Kimin haddine. Eylemdeki karşılaşma anında ya da eylem hazırlığında sana değen şeyin başkalarına da değdiğini zul olarak addetmeyip;
amasız ve fakatsız eylemde bulunmanın engeli saymıyorsan,
olaya dahil olma durumunun kendisi, tikelliğin tutmadığı bir
tekilliği gözler önüne serer. İktidarın eylemcileri çapulcular,
marjinaller gibi farklı tasniflerle kategorize etmesi salt devlet
aklının parlaklığından kaynaklanmıyor. Badiou’nun dillendirdiği üzere ‚İktidar kategorize edemediği tekilliklerin birliğinden korkar.‛ (İktidar yapması gerekeni yapmıştır, fazlasını değil.) Eylem start aldıktan sonrada bu kategorize içeren söylemi boşa
düşürmemek, biz çapulcu değiliz diye ayak diremek hal-i pür
melalimiz olsa gerek. Genele dair bir yargıda bulunursak çapulculuğa ayak direyen sosyalist sol, dışındaki unsurların bir
düzeyde marjinalliği sahiplenmesiyle bir kez daha siyaseten
yenik düşmüştür. Algı kapılarını kırması açısından bu yenilgiler anlamlıdır. Marjinal gruplara övgü, çapulcu gruplara övgü
değildir mesele! İktidar bize marjinal dediğinde marjinal, çapulcu dediğinde çapulcu, köpek dediğinde de köpek olmaktan
asla beis görmemeliyiz.
Direnişin Söylemedikleri
(Temsilci sularda Demokrasi seviciliği)
‚(<) vatanlarının yasalarından başka hiçbir yasaya boyun eğmemeleri, üstelik bağımsız olmaları ve de şerefli bir yaşam sürdürmeleri koşuluyla istisnasız tüm sakinler, büyük meclis için
oy kullanma ve resmi kamu görevi yapma haklarından yararlanır.‛ [Benedictus Spinoza]
Eğer alanda olan hadise bir temsili anlayışın (salt Rousseaucu anlamda da değil) reddi ise (ki ben böyle olduğunu düşünenlerdenim), Mayıs-Haziran isyanını demokratik hassasiyet-
198 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ler, yurttaşlardan devlete itidal çağrısı olarak ele alan pespayeliği karşımıza almalıyız.24
Meramımı biraz daha anlatmak açısından açarsam kendiliğinden hareket ve kendiliğindencilik arasında yapılan ayrım ve
metodik olarak kendiliğinliğin nasıl ele alınmasına dair Leninist vurgu bir tür idealizasyon olmanın önüne geçememiştir.
Sırrı Süreyya’nın tersinden -Leninizm vurgusu bu anlamıyla
manidardır. Bizde başka türlü Leninizm var diyerek yanıt
üretmek, olanı ideal adına perdelemektir. Bunun sonu gelmez.
Varolan deneyimler sosyalizm değildi, henüz bizim istediğimiz
sosyalizm gerçekleşmedi vb. yorumlar üretenlerden herhangi
bir farklılık teşkil etmez. Eğer sahip çıkmayı gerekli görüyorsak
yenilen Leninizmi yedirmeyiz demek yerine orada eksik olan
nedir sorusuyla işe koyulmak gerekir. Bu Lenin’e rağmen değil
Lenin’in açtığı momentten daha ilerisine sıçramak adına yapılmalıdır. Bu soru farklı bir tartışmaya da kapı aralayacağından ötürü şimdilik yalnızca Mayıs-Haziran isyanında Gezi özgülünde temsil ilkesi ve demokrasi kavramını ele alalım. Temsili olmayan demokrasi yoktur ve temsil tümelin içinde, tanımlı aralıkta varlık kazanır. Şüphesiz demokrasi adına da birbirinden hayli farklı değerlendirmeler yapılagelmiştir. Misal
Alain Touraine ‚Demokrasi hukuk devletinden değil, erksiz çoğunluk adına ve egemen çıkarlara karşı ahlaksal özgürlük, adalet- başvurudan doğar‛ der. Devamında bir demokrasi tanımına da girişir.
Touraine için demokrasi; ‚Hukuk devletini egemenlik altındakilerin çıkarlarına uygun düşen bir yönde değiştirmeye çabalayan toplumsal ve siyasal güçtür‛ der.25 Buna karşın Gilles Dauve ve Karl
Nesic için demokrasi diktatörün işkencesi ile eşdeğerdir. Diktatörün işkencesi, demokrasi altında kurallara bağlanarak sürdürülür. Yine Gilles Dauve ve Karl Nesic’ten aktarır isek: ‚Demok-
24
http://www.sessizkalmamakgerek.com/
25
Alain Touraine, Demokrasi Nedir, Olcay Kunal, YKY
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 199
rat olmak insanların aynı özü paylaştıklarından hareket etmektir.
Demokrasi, zamanda ve mekanda ancak çok sınırlı koşullarda bir gerçekliği olmuş olmasına rağmen, onun sayesinde kendini özgürce ifade
eden, kararlar alan ve davranan bir grubun kolektif olumlaması olduğuna inanır. İnsani bir birliğin tümünden gizil bir demos yaratmak,
her ne kadar tarihsel bakımdan açıklanabilirse de, aslında tarihsel bir
tersine yorumlamadır.‛26 Sözcüğün etimolojisine baktığımızda
ise, kratos sözcüğü ile demos arasındaki tezatlık göze çarpar.27 Kavramın bir başka kullanımı da tecavüz anlamı taşımaktadır. Benim buradan hareketle yaptığım okuma yönetsel
erkten yoksun olan çoğunluğun temsil adına altında içerilmeye
çalışılması ve taleplerinin massedilmesi anlamına gelmektedir.
Demos kendi üzerinde ve ona bağlı olmayan bir varolma hakkı
sayesinde vardır ancak. Laclau’nun dediği gibi ‚Her sınıf ideolojik düzeyde hem sınıf olarak hem de halk olarak mücadele eder; daha
doğrusu, kendi sınıfsal çıkarlarını halkın çıkarlarının tamamı gibi sunarak ideolojik söylemine uygunluk vermeye çalışır.‛ Bu anlamıyla
aşağıdanlık ya da radikal gibi ön eklerle işimiz kavramı yeniden kodlamak değil sahiplerine iade etmek olmalıdır. Bizler
tekillikler olarak bu temsili anlayışla savaşırken bir demos söylem inşası ile değil onun kavram dağarcığı dışında düşünmeye
koyulmakla da işe başlayabiliriz.
TMMOB’da süre ile insanlara söz veren akılla, duvar yazılarını müstehcen bulup bunu silmeyi asli gündem belleyenler,
Kansu Yıldırım’ın yazısında değindiği üzere Ankara’da kitle
halk otobüsünü ateşe verirken ona dur diyenler de (bir olayda
sokak çitlerini barikat için söken bir eylemci, örgütlü bir sol
Gilles Dauvé& Karl Nesic, Demokrasinin Ötesinde, Çev.: İhya Kahraman, Sel Yayıncılık,
26
Kratos: Yunancada devlet, iktidar, ülke, memleket, kuvvet, kudret, nüfuz anlamlarına gelen kelime. Halk anlamına gelen demos’la birleştirerek
türetilen demokrasi kavramının tezatlığına gönderme yapılıyor. Kratos
aynı zamanda dayanıklılık ve gücü simgeleyen bir Tanrıdır.( ç.n.)
27
200 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
yapıdan birisinin kendisine yaklaşarak ‚kamunun malı, zarar
verme‛ şeklinde yaptığı uyarıya ‚tamam lan işte bizim malımız; biz neyiz?!‛ karşılığını verdi.),28 kendiliğindenliği önemsediğini söyleyip alanda hoşuna gitmeyen sloganları ulusalcıların diye -kafadan, kitlenin duygularını yansıtmıyor diyemahkum etmeye kalkışanlar da, bu hikayenin yanına bile yaklaşamayanlardır. Öncülük ya da rehberlik nasıl kodlarsak kodlayalım ortak olandan kendini ayrı tutarak, kendini adres göstermek, alanda olma açısından biz ve onlar ayrımı yeniden tedavüle sokmak, hiçbir izahati bünyesinde taşımamaktadır.
Alanda ya da forumlarda olma haliyle biz değil hepimiz varız!
İsyanda olan hadise salt AKP’nin değil burjuva kamusallığının (belirli ölçekte kalınsa da), temsil anlayışının saldırıya
uğraması, boşa düşmesidir. AKP’nin kendi kitlesini klientalist
politikalarıyla muhafaza ettiği de bir gerçeklik iken, bu klientalist uygulamaların dışında tutulanların isyan ettiği yollu görüşler de eylemin ontolojisi dışındaki ve alabildiğine bu eyleme
aksetmesi açısından alabildiğince kadük tartışmalardır. Kitlelerin hangi saiklerle ayaklandığını bir isyan pratiğine yöneldiğini
söylemek de aynı oranda güç. Neden isyan ettiklerini birileri
ya da başkaları değil ortak olanı açığa çıkaran cemaatin üyeleri,
en sarih onlar söylecektir. Kanımca öncü ve artçı ayrımı yapmak da bu ortaklığa gölge düşürmeyecektir. Olayı hissedenler,
paylaşanlar açısından artçı bir pozisyon alış söz konusu iken fitili ateşleyen arkadaş ve taraftar grupları olayı başlatmak açısından öncüdür. Bu öncülük nitel ya da nicel bir ayrıcalık değil
eyleme geçme halinin ifası olması açısından kayıttadır.
Komünal Ethos
Occupy Angara: İsyan ve Olağanüstü Hal, Kansu Yıldırım, 7 Haziran 2013 http://www.sendika.org/2013/06/occupyangara-isyan-ve-olaganustu-hal-kansu-yildirim/
28
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 201
‚Enkaz inşa edenlere bir uyarı: Şehir planlamacılarının devri
kapandıktan sonra, sıra sefalet mahallelerinin ve gettoların yeraltı insanlarına gelecek. Yatakhane şehirlerinin ayrıcalıklıları,
sadece yıkmayı biliyorlar. Yeraltı insanlarının bunlarla karşılaşmasından çok şey umulabilir: Devrim, bu karşılaşmadır.‛
[Internationale Situationniste, sayı: 6 1961]
Eğer alanda özgürlük talebi var diyorsak özgürlüğün a/lojik
değil paylaşılmış varlığın logosu olduğunu unutmamak gerekir. Bizzat logosun kalbinde açık olan logostur o.29 Varolma halinde olmayanlar açısından varlığı paylaşmayanlar açısından
bir uylaşım değil, varolan arasındaki paylaşımdır. Bu anlamıyla varolma halinde olmayanlarla uyuşmak ‚zor‛unda değildir,
burada diyalektiğin uzlaşımcı yönergesinden kopar. ‚O her
türden diyalektiğin her türden ‚ekstatik‛in yerine konulması gereken
şeydir. Zira özgürlük bir öznelliğin tanınma ve kendisinin efendisi
olma süreci değildir. Özgürlük doğumdan başlayarak ta ölüme kadar
-tekilliğin son doğumu- özneyi varlığın paylaşımının mekanına fırlatan şeydir.‛30 Verili bir deneyim alanı içinde önceden kimliklendirilebilir olmayan31dır. Bu anlamıyla politika önceden kimliklendirilmemiş *bu Badiou için bu eksiltilmiş çıkarılmış -substract- demektir, Nancy için ortaklıkta olma (being-incommon) demektir+ öznelliklerin kendi ben tarzlarını ancak
deneyim alanının yeniden şekillendirilmesi mücadelesi içinde
(yani ortaklığa özgü -proper- eylem ve davranışlarla) üretme
etkinliğidir. Burada anahtar kavramının ‘özgü’ (proper) kavramı olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü politikayı mümkün
kılan söz konusu öznellik ancak ortaklığa ‘özgü’ eylem ve davJean-Luc Nancy, Özgürlük Deneyimi, Çev.: Aziz Ufuk
Kılıç, Ara-lık Yay.
29
Jean-Luc Nancy, Özgürlük Deneyimi, Çev.: Aziz Ufuk
Kılıç, Ara-lık Yay.
30
Jacques Ranciére, Uyuşmazlık, Çev.: Hakkı Hünler, Aralık Yay.
31
202 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ranışlarla somutlanabilir. Nitekim somutlanmıştır da! Ortaklıkiçinde-varlık *l'être-en-commun] şu anlama gelir: biz var olsak
bile, varlık ortak bir mülk olarak sahipleneceğimiz herhangi bir
şey değildir, ya da varlık bizim için yalnızca paylaşılmış olmak
kipinde ortaktır.32 Varlık dağıtılmış bir töz değildir yalnızca var
olanlar arasında ve varolanlar halinde paylaşılır. O halde değerlendirme kıstasımız, varlık düzeyinde bu isyanın bize neleri
fısıldadığı ve açtığı imkanları konuşmaktır.
Sonuç Yerine
Birkaç başlık altında toplayacak olursam;
Beklemek ediminin kendisi değil, bekleme siyaseti de değil, ihtiyatı elden bırakmamak adına beklemeyi siyaset haline
getirmek.
Dönüşmemek, bedenen içindeyken dahi kafaca dışarda
durmak, geleneksel siyaset tarzını uygun yer ve zamanda açmak için anı kollamak.
Tarihsel doğrularını politik olana tahvil etmek.
Heyecana kapılıp makro anlatılar sunmak.
Finalist açıklamalarda bulunmak.
Sanıyorum bu gibi tutumlardan kaçındığımızda isyanın
kendisiyle daha gerçekçi bir ilişkilenim kurmuş oluruz. Yaşananın şu an için, bitiş şarkısı değil, bir ricat olduğunu da akıllarda tutarak gezinin imkanlarını fırsata çevirip onun sunduğu
zamansallığın gerisine düşülmeyeceğini de bilerek, o cevherle
o cevherin sunduğu ışıkla yeni şimdilerde ortaklığı kurma yolunda ileriye atılmak, buradaki imkanın izleklerini sürmek ve
hareketin diri tutulmasını sağlamak. O karşılaşma anına hazır
olmak. Aslolan budur! Yönseme değil, reel eylem!
http://fraksiyon.org/direnisin-ontolojisi/
32
Jean-Luc Nancy, Özgürlük Deneyimi,Çev.: Aziz Ufuk Kılıç, Ara-lık Yay.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 203
MADEM Kİ ÖLÜYORUZ ÖYLEYSE VARIZ
SÜREYYA KARACABEY
27 Temmuz 2013
Sanıyorum uzun zamandır, eviniz sandığınız bu ülkede yaşadığı şüpheli- görünmediği kesin cinlerden sayıyordunuz bizi; bunu konuşmalarınızdan, yaptığınız yasalardan, düzenlemelerden falan anlıyorduk. Seslenişleriniz hep benzerlerinize,
evin odalarını paylaştığınız arkadaşlarınıza yönelikti çünkü,
biz arada ‚hey‛ diyorduk, ‚bakın buradayız ve olanlardan
hoşlanmıyoruz‛, kimse cevap vermiyordu bize. Biz yoktuk, istemediğimiz ne varsa oldukça tepeden bir biçimde gerçekleştiriliyordu, açıklama falan da yapılmıyordu bize, mekanlarımız
yok ediliyor, yollarımız daraltılıyor, ifade imkanlarımız giderek daraltılıyor, düşlerimiz çöpe atılıyor ve sorduğumuz sorulara cevap bile verilmiyordu. Anlamıyorduk, anlamadıkça cin
olduğumuza daha çok inanmaya başladık.
Devlet, onun seçtiği yurttaşlar, yöneticiler, yazarlar, doktorlar, öğretmenler, yargıçlar, savcılar, falanlar filanlar birlikte bir saadet zinciri kurmuş, zinciri ülke sınırlarını aşacak biçimde uzatıyorlardı. Niye bizi almıyorsunuz içeri, biz yurttaş
değil miyiz bile diyemiyorduk, demeye kalkışan sesler için
anında mekanın akustiği bozulup, mikrofonun kablosu kesilip
bir kara delik yaratılıyordu.
Kısaca hiçbir yerde artık yoktuk.
Önce tam anlayamadık, özellikle bütün zamanlarda sesleri
kapatılanlar alışkın olduğu için hiç anlamadılar ama ortada bir
tuhaflık vardı; adına sonradan ‚iplenmeyen yurttaşlar‛ denilen
bir kadro sessizleşerek saadet zincirinin dışındaki mutsuzlar
zincirine taşınıyor, önlerinde ‚mutsuzluk meleğiyle‛ sürüldüğü dehlizlerde cep telefonlarının ışığıyla yürümeye çalışıyordu.
Arada birbirlerine ‚biz var mıyız, burası neresi‛ türünden mesajlar atarak, sadece varlığının teyidine çalışıyordu. Bir yerde
204 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
oturuyorduk örneğin, gelip üzerimize bina dikiliyordu, yürüdüğümüz yollara çukur kazılıyor, başka çok fena şeyler de yapılıyor ama bunlar sanki yokmuşuz gibi yapılıyordu. Seçmişlere ve şükredenlere seslenişlerin sevecenliğine karşıt olarak arada biz cinlere de dolaylı biçimde sesleniliyor, nedense bu sesleniş ünlemle başlayıp ünlemle bitiyordu. Giderek var olmadığımıza inanmaya başlamıştık. Yaşadığımız şehirlerde bizim
için hazırlanmış yasak levhaları da olmasaydı hepten hiçlikte
kaybolurduk. Yapma!, içme!, tutma!, dolaşma!, sevme!, gezme!,
yeme! falan gibi anlamakta zorlandığımız tabelalar çoğaldı,
gerçekten anlamıyorduk. Anlamıyorduk, komik buluyorduk
hatta, akıl dışı buluyorduk çok şeyi.
Ama bizim güldüğümüz şeylere gülmüyordu kimse, çok
ciddiydiler ve fena bıyıkları vardı ve herkesi azarlıyorlardı.
Bakın diyorduk, cinlerin de bir sabrı, fıtratı, tahammül sınırı
var, azcık uzak durun, her şeye karışmayın, evet ülkeyi yönetiyor olabilirsiniz ama bizim varlığımızı ele geçirdiğiniz anlamı
çıkmaz bundan, valla çıkmaz, biz başka bir dünyanın çocuklarıyız, o dünyada bize ne yapacağımızı tarif eden yöneticiler
yok, basit bir işbölümü olarak bakıyoruz bütün yöneticiliklere,
kendini bir kurumu yönetirken oranın sahibi gibi davrananlarla çok eğleniyoruz, gülünç çünkü; ayrıca bu kadar sertliği, otoriter dili anlamıyoruz, gülünç çünkü, belediye başkanları, müdürler, amirler, politikacılar tarafından durmadan tehdit edilmeyi sevmiyoruz, herkes işini yapsın ama cinlere de memurları
gibi davranmasın istiyoruz.
Bunları söylüyorduk durmadan, kendini yöneticiliğe fazla
kaptırmış herkese fısıldıyorduk bu bilgiyi, bakın diyorduk Lacan’ın dediği gibi ‚kendini kral sanan bir deliden daha gülünçtür, kendini gerçekten kral sanan bir kral‛, bunları anlaşabilmek için söylüyorduk. Kötü niyetle değil, çünkü insanın
anakronik yanılsaması feci bir şeydir, dünya değişmiş, siyaset
değişmiş ama birileri sanki on sekizinci yüzyılmış gibi dav-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 205
ranmayı sürdürünce, uyarmayı insanlık borcumuz sanıyorduk.
İşte böyle biz yüzde ellinin dışında kaldığımız için görünmez
kılınan cinler sadece görünelim diye çıktık sokağa. Başka bir
derdimiz yoktu, sadece varolduğumuzu anlamanızı istedik, bu
kadarına bile dayanamadınız, feci şeyler yaptınız göründük
diye, belki mahcup olursunuz diye şakaya vurduk çok şeyi,
belki siz de gülersiniz ve bu kadar ciddiyet hakikaten komikmiş dersiniz diye. Bekledik, bağırdık, istemediklerimizi haykırdık, cinler de bu ülkede yaşıyor dedik, gazladınız, copladınız gene aldırmadık, bekledik, ya ne var bunda, dersiniz
diye ama siz arkadaşlarımızı, çocuklarımızı öldürdünüz. Şakanın zamanı o an bitti.
Cinler sadece göründüler, gündüzleri ve geceleri sokakları
beklediler. Çocuklarımızın canını yaktınız. Şaka o zaman bitti.
Cinler dedi ki size ‚Varız, öldüğümüze göre inkar edemezsiniz
varlığımızı‛, cinler ‘gezi’ye bundan çıktı işte. Neden şöyle bağırdılar bir düşünün bence: ‛Bu daha başlangıç, mücadeleye
devam‛ diye.
Düşünün, madem ki ölüyoruz öyleyse varız.
http://fraksiyon.org/madem-ki-oluyoruz-oyleyse-variz/
206 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
DİRENİŞ VE ÖZGÜRLERİN EKONOMİSİ
OLCAY ÇELİK
1 Ağustos 2013
‚Hakikatin tek kuralı ve koşulu vardır, o da onu inşâ etmiş olmaktır.‛
Gimbatista Vico
Direniş ekonomisinden bahsederken aslında neyi ima ettiğimizi açıkça anlatmamız gerekiyor, zira kavram, bakılan
perspektife göre birçok farklı içeriğe ve bağlama işaret edebiliyor. Eğer günlük borsa ve döviz verilerini yorumlayan bir TV
yorumcusu ya da ekonomi akademisyeniysek, ‚direniş ekonomisi‛ bize 18 günlük direnişin ülke ekonomisini ne kadar
zarara uğrattığı ile ilgili analizleri çağrıştıracaktır. İşgüzar bir
muhabir ya da ülkenin başbakanıysak, aynı kavramdan bu sefer de bu direnişi kimin finanse ettiği ile ilgili soruları anlayacağız muhtemelen. Bir işadamı için ise, direniş ekonomisi, çoklukla krizi fırsata çevirme ile ilgili stratejilere işaret edecektir.
Aslında bu kavrayışların tamamı aynı bakış açısının farklı
renkteki filtrelerle resme dökülmüş halleridir. Direniş ekonomisine gerçekten farklı bir perspektiften bakmak için, irade ve
arzularını başkalarının emrine vermek zorunda kalmış kitlelerin, yani ücretli emekçilerin yanında durmamız gerekiyor. Bu
da bizi direnişin ekonomi-politiği üzerine konuşmaya zorluyor.
Tanıklıklar önemlidir. Zira tanıklıklar, tekil olanın kendini
olduğu gibi anlatmasına yardımcı olur ve gerçek benzerliklerin
soyutlama ile değil, somutların yan yana durmasıyla açığa
çıkmasını sağlar. Dolayısıyla direnişe tanıklıklar açısından baktığımızda ne kaybedilen milyon dolarları, ne gizli güçleri, ne de
yeni kâr olanaklarını görürüz. Görülen şey, ekonominin ontolojik unsurlarının, yani her bir somut emeğin, bölüşüme dair
daha önce tatmadığı bir deneyimdir.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 207
“Öyle Bir İstanbul Gördük / Sorarlar Bir gün Sorarlar”
Gezi Parkı merkez olmak üzere Harbiye mevkii, Taşkışla’nın sokakları, Tarlabaşı Bulvarı, Gümüşsuyu yokuşları ve
elbette Taksim Meydanı, devletin ve sermayenin fiili olarak
mevcut olmadığı 11 günlük bir süre boyunca direnişçilerin denetimindeydi. Ben de dâhil birçok insanın daha önce yaşamadığı ancak hepimize bir o kadar da âşina gelen bir şeyler vardı
bu mekânda. Öncelikle belki de ilk defa size ait bir mülkte yürüyormuş hissiyle adımlıyordunuz meydanı, sokakları ve parkı. Özgürdünüz. Bir noktadan kalkıp diğer noktaya giderken
bunu sadece uygun gördüğünüz, yani istediğiniz için yapıyordunuz. Gerçi önceden de özgürce dolaşabiliyordunuz buralarda – kimse size ‚nereye hemşerim?‛ diye çıkışmıyordu ama bu
sefer farklıydı işte. Örneğin iş çıkışında trafiğe kalmamak için
‚özgürce‛ koşmak zorunda değildiniz. Arabaların altında
ezilmemek için ‚özgürce‛ kırmızı ışığın yanmasını beklemiyordunuz. Akşam saat geç olduğu için ‚özgürce‛ eve dönmek
zorunda kalmıyordunuz. Karnınızı doyurmak için cebinizden
‚özgürce‛ bir 20 TL ödemenize gerek yoktu. 5 yıldızlı otellerin
önünden başınızı ‚özgürce‛ öne eğerek geçip gitmek zorunda
da değildiniz. Hâsılı, sizi önüne katıp akmak zorunda bırakan
bir güç dalgası yoktu sanki artık. İlk defa bir şeylerin nasıl olması gerektiğini siz belirliyormuşsunuz gibiydi ki, sizi o bir
hafta boyunca mülk sahibi yapan şey de bu otonomiydi aslında. Herkes bu otonomiye sahip olmuştu bir anda: herkes her
şeyin sahibiydi ve aslında hiç kimse hiçbir şeyin sahibi de değildi. Bu da kafanızdaki ‚mülkiyet‛ kavramının çok da kolay
kavrayamadığınız bir biçimde değişmeye başladığını gösteriyordu. Bireye ait mülkiyetten ortak mülkiyete geçişin bebek
adımlarını deneyimliyordunuz.
Anayasal Düzeni Yıkmaya Teşebbüs…
Ekonomi-politik açısından bu otonomi çok önemlidir, zira
emek-gücünün ve iradenin kiralanamıyor, dolayısıyla devredi-
208 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
lemiyor olması kâr kavramının da buhar olup uçmasına yol
açar. Dolayısıyla biyolojik yeniden üretim ilişkileri açısından
toplam iradenin evrileceği iki yön kalır: izole bireycilik ya da
dayanışma. İlkinde herkes kendisine ait kaynakları kullanırken, ikincisi kaynak kavramı ile mülkiyet kavramı birbiri ile
ilişkisiz hale gelir. Rock’n Coke Festivali’nde ilk forma evrilecek ve öyle kalacak olan kalabalık Gezi’de enteresan (!) bir şekilde hızlıca ikincisine yöneldi. Ekonomik karar alma unsurları
(bildiğiniz insanlar yani), park dışındaki hayatın itici gücü olduğu vaaz edilen kâr güdüsünü ve izole bireyciliği reddettikleri için karar alma eylemi de dolayısıyla artık bireyi değil, kolektifi ilgilendiren bir mesele haline geldi. Dolayısıyla direnişin ilk
günlerinde devletsizliğin ve patronsuzluğun getirdiği ‚sınırlanmama‛ halinin, özgürlüğün sadece bir yüzü olduğu kavrandığında yeni hayatın kurulabilmesi ve idamesi için gerekli
olan güvenlik, barınma ve gıda ihtiyaçları için işbölümü yapmak ve çalışmak gerekiyordu. Bu görevlere sizi kimse atayamazdı. Siz de kimseyi herhangi bir göreve koşamazdınız. Ne
yapılacağına, nasıl yapılacağına, ne ile yapılacağına, ne kadar
sürede yapılacağına hep birlikte karar vermek ve verilen kararı
da yine hep birlikte uygulamak gerekiyordu.
Başbakan konuyla ilgili olarak; ‚Gezi Parkı’nda her şey ücretsiz, kaynağı da enteresan‛ diyerek, alışıldığı üzere iç ve dış
mihraklara işaret etmişti.33 Başbakanın söyleminin açık etmediği nokta, direnişçilerin yeni bir ekonomi-politik deneyimi
gerçekleştiriyor olduğuydu. Kaynak aslında değişmemişti: direnişten önce olduğu ve sonrasında da olacağı gibi, her türlü
ekonomik değeri yaratan bu kaynak insan emeği idi. Dolayısıy-
Radikal.com.tr (13 Haziran 2013), ‚Başbakan Gezi eylemcilerine
kızdı:
Orası
sidik
or‛, Radikal, http://www.radikal.com.tr/politika/basbakan_ge
zi_eylemcilerine_kizdi_orasi_sidik_kokuyor-1137438
33
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 209
la Gezi Parkı’nı anlamak için sorulan soru yanlıştı. Asıl soru,
üretilen değer ‚neden böyle bölüşülüyor?‛ olmalıydı.
Muhakkak ki Gezi Direnişi’nde başından sonuna tam bir
kolektif üretimden söz edemeyiz. Bu, teknik olarak mümkün
değildi. Öncelikle, direniş alttan ve birbiriyle ilişkisiz kanallardan örgütlendiği için, bütünlüklü bir organizmadan ziyade
daha küçük anarşist kolektiflerin yan yana durması ile oluşmuştu: pratik sorunlara dair çözümler yerelden (çadır mahalleleri, taraftar grupları, vb.) gelmişti ve ilk etapta yine bu yerellere dairdi. Yereller arasındaki işbirliği nispeten daha sonra kuruldu. İkinci olarak, yapı nispeten daha bütünlüklü bir işlerlik
kazanmaya başladığında bile kolektifi besleyecek, koruyacak
ve arıtacak metaların üretimi için gerekli hammaddeler (kuru
gıda, şeker, çay, vb.) ve üretim araçları (tencere, servis malzemeleri, gaz maskesi, vb.) bitmiş ürün olarak ‚dışarıdan‛ alınmak zorundaydı. Ancak tabii ki bu faktörleri işlemek için, tarih
boyunca olduğu gibi başından sonuna, yine emeğe ihtiyaç duyuluyordu. Bu emek nasıl ve hangi ilkeye göre sarf edilecekti?
Ayrıca bu emek ile üretilecek olan yeni değerin nasıl paylaşılacağı da düşünülmeliydi. Bunların hiçbiri sorun olmadı. Kimse
neyin nasıl yapılması gerektiğini anlatmadı. Hatta bu konuda
en ufak bir kuramsal tartışma bile dönmedi. Mübadele ekonomisinin yerini ilk andan itibaren dayanışma ekonomisi almıştı.
Dolayısıyla bazıları elinden geldiğince yemek pişirilmesine,
dağıtılmasına, çöplerin toplanıp barikatların inşa edilmesine
katkıda bulunuyordu. Sonunda ise elde edilen artı-değer
(ürünler ve imkânlar), bireylerin katkıda bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, herkesle paylaşılıyordu. Böylesine bir kalabalık elbette ki seyyar satıcıların da iştahını kabartıyordu. İlk
günler buna engel olunamasa da, sonraki günlerde park
mûkimlerinin parktaki her şeyi ücretsiz kılmak adına seyyarları dışarı çıkmaya zorlaması ve son günlere doğru bunu başarabilmiş olmaları, direnişçilerin nasıl bir mikrokozmos kurmaya
çalıştığının en açık göstergesiydi. Birçok ağaca asılmış olan
210 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
‚Parktaki her şey ücretsizdir!‛ tabelaları da yeni ekonomipolitiğin ilkelerinden belki de ilkini dillendiriyordu.
Birçoğu bu kolektif üretime katılmadı elbet. Çekinenler olduğu kadar, böyle bir şeyi fazla romantik bulanlar da oldu.
Ayrıca kolektife katılan kesimin tamamının da kuramsal anlamda dört başı mamur bir kolektiflik algısıyla hareket ettiğini
söylememiz imkânsız< Ancak zaten dikkate değer olan şey de
bu otomatik kolektifleşme pratiğiydi. Bu, çok net bir şekilde insanın kolektif eyleme yatkınlığının ya da ona duyulan arzunun
bir göstergesiydi. Park içerisinde kitaptan ilaca, sigaradan içeceğe birçok metaya bilindik anlamıyla ‚bedelsiz‛ erişebiliyor
olmak ve birçok insanın kendinden daha büyük ancak aynı
zamanda kendini aşmayan bir şey için emek sarf ediyor olması,
bu pratiğe aşina olmayanlara yapılabilecek belki de en verimli
propaganda biçimi oldu diyebiliriz. Bu eğilimi küçümsememek
gerekiyor. Zira direnişçiler ülkenin tam göbeğinde, üstelik tüm
tahakküm biçimlerinin nesneleşmiş halleri olan cami-kışlaAVM troykasının inşa edilmesi istenen yerin tam ortasına biraz
pilav, biraz fasulye, bir-iki bardak da çaydan oluşan, mütevazi
de olsa bir emekçi sofrası kurmuş, haberli ya da habersiz, yeni
bir komün deneyimi inşa etmeye çalışıyorlardı. Özümüz olduğu iddia edilen homo economicus gitmiş, yerini ‚herkese ihtiyacı
kadar‛ ilkesi almaya başlamıştı. Üstelik bunu tüm dünya görüyordu!
Yaşanan bu deneyimin anayasayla ilişkisini görmek önemli< Anayasal düzlem mevcut ekonomi-politikten ayrı bir alan
değil, tam tersi onunla eşbiçimli bir yapıya sahip. Bugün anayasal düzlemde insanlar, Negri ve Hardt’ın da belirttiği üzere,
var olan bireyler olarak değil, sahip olan unsurlar olarak tanımlanıyorlar – tıpkı ekonomik düzlemde olduğu gibi.34 Bura-
Negri, A & Hardt M. (2009), Commonwealth, p.7, Belknap
Press of Harvard University Press
34
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 211
da sahip olmak, en geniş anlamıyla anlaşılmalı: maddî bir
mülke sahip olmak/olmamak, belirli bir yeteneğe sahip olmak/olmamak (liyâkat), iyi bir sicile sahip olmak/olmamak, belirli bir yetkiye sahip olmak/olmamak, vb. Bu da sosyal alanda
karşı karşıya gelen bireylerin değerlerinin karşılaştırılabilir olmasını sağlıyor. Karşılaştırılabilme de ‚daha fazla‛ olana ‚daha az‛ olanı ezme şansı sağlıyor. Daha yüksek fiyatı veren,
kamuya ait ihaleleri alabiliyor, yeterli mülke sahip olan mülksüz insanların emek-güçlerini kiralayıp istediği gibi şekillendirme hakkına sahip oluyor. Daha eğitimli olan toplam bütçeden daha yüksek bir payı hak ediyor. Sicili daha temiz olan
daha etkin pozisyonlarda görev alabiliyor. Böyle baktığımızda
bu ‚daha‛ kavrayışını kavram kümesine dâhil etmeyen Gezi
Parkı deneyimi -biraz uzun boylu bir yorum olsa da- potansiyel olarak bizatihi anayasal düzlemi tehdit etmeye başlamıştı
diyebiliriz. Siyasetin ve bölüşümün insan ile eşya arasında değil, insanlar arasında gerçekleşen bir faaliyet olduğu düşünüldüğünde, efendi arzudan kurtulup kolektif bir hayat inşa etmeye başlayan bir direnişin bedeli bu süre boyunca akamete
uğrattığı finansal değerle değil, gelecekte vaat ettiği ortak yaşamın değeri ile ölçülebilir ancak. ‚Sahip olan‛ bireyler, yavaş
yavaş ‚var olan‛ bireylere dönüşmeye başlaması da ‚daha‛yı
savunan insanlar için sanılandan çok ‚daha‛ maliyetli bir kalkışmadır.
Arzu Tramvayından Özgürlük Travmasına
11 Haziran 2013 sabahı polisin Taksim Meydanı’na saldırması ve işgal etmesi öncesindeki 11 günlük sürecin sonlarına
doğru direnişin iç dinamiklerinin hafif de olsa sekteye uğramaya başladığını biliyoruz. Hatta öyle ki, direnişçiler arasında
esprili bir şekilde ‚Polis saldırmasaydı zaten 2-3 güne bu direniş bitecekti‛ muhabbetleri döndüğüne şahidizdir.
Metin Yeğin ‘Patronsuzlar’ adlı kitabında Brezilya’daki işgal fabrikalarında çalışan bir işçi ile yaptığı röportajlarından bi-
212 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
rinde sorar; ‚Patron ile mi çalışmak daha iyi, patronsuz mu?‛
İşçilerden bazıları; ‚Patronlu dönem daha iyiydi. Düzen ve disiplin vardı. Öyle herkes her şeye karışamazdı. Toplantı üzerine toplantı yapılmıyordu. Patron ne diyorsa o oluyordu‛ ya da
‚Patronla çalışmak daha iyi. Böylece yok genel toplantı, yok
üretim toplantısı filan yapmazdık. Bu yüzden bir de Cumartesi, Pazarlarımız gidiyor‛ şeklinde cevaplar verir.35 Gezi’de de
birçok kişiden duymuşumdur: ‚Abi, birileri söylesin ne yapmamız gerektiğini de yapalım. Böyle sabaha kadar birbirimizi
yiyoruz!‛ Birilerinin neyi nasıl yapacağımızı söylemesi, şüphesiz önceki hayatlarımızdan kalma bir alışkanlık. Hatta daha
fazlası< Arzu ve iradenin ancak ve ancak efendi arzu ve iradesinin yönlendirmesi ile harekete geçebiliyor olması, diğer bir
deyişle otonomisini yitirmiş olması varoluşumuzun bu zamandaki gerçeği haline gelmiş durumda. Bu yanıyla özgürlük
birçoğumuz için oksijenin yeni doğan bebeğin ciğerini yakması
gibi bir doğum travması niteliğinde adeta. Bu açıdan bakıldığında Gezi Direnişi’ndeki sınırlı kolektifleşme ve dayanışma
deneyiminin aşıladığı yeni ekonomi-politiğin kitlelere yayılmasının ve sürdürülebilir olmasının önündeki en büyük engelin
maddi kısıtlardan ziyade, ortaya çıkan bu yeni özgürlük ile ne
yapacağımızı çok da bilmememizden kaynaklandığı inancındayım.
Ancak bunu sadece bireysel bir noktadan okumamak gerekir. Herkesin aynı anda özgürleştiği bir ortamda birey kendininkinin dışında, diğerinin özgürlüğüyle de ne yapacağını bilemiyor. 50 kişilik toplantılarda bile 10. dakikadan sonra bağırış-çağırışların yükselmesi, en basit tartışma kurallarının bile
kolayca ihlal edilebiliyor olması, saatler süren tartışmalardan
neredeyse hiçbir karar çıkmaması tam da bu ne yapacağını bi-
Yeğin, M. (2006), Patronsuzlar, p.83, 85, Versus Kitap
Yayınları
35
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 213
lemememezlik haline işaret ediyor. Dolayısıyla 11 güne dair
temel gereksinimler hızlıca ve umut vaat edici bir şekilde, dayanışma içinde halledilebilirken, biraz daha uzak ve geniş
erimli kararlar dayanışma modeline dair umutları sekteye uğratabiliyor. Diğerini bir araç olarak görmeye alışmış özneler
kendi egolarını dayatmaktan kendilerini alamıyorlar.
Tabii, varoluşumuzun kesit-zamandaki eğiliminin ‚efendi
arzuya tâbiyet‛ ya da ‚küçük arzuları tahakküm altına almak‛
olması tespitinden ‚kolektif eylemin insan doğasına aykırı olduğu‛ sonucunu çıkarmak yanlış olur. Zira bu çıkarım, varoluşun güç ilişkilerinin sosyal ve tarihsel ve dolayısıyla dinamik
ve değişime açık yapısını göz ardı eder. Tarih boyunca karşılaşılan amansız hastalıkları ve türümüze ait fiziksel yetersizlikleri kader olarak görmeyen bir bakış açısının, insanın ekonomik
ve siyasal davranışlarını değişmez kabul etmesi her şeyden önce bu bakış açısının kendi ilkeleriyle çelişmesi anlamına gelir.
Medyamızda bu yeni ekonomi-politiğin insan doğasına aykırı
olduğunu çekinmeden dile getiren bir grubun dışında, direnişi
‚herhangi bir siyasal ve ekonomik bir alternatif üretememekle‛
suçlayanlar da az değildir. Bu zevata göre, direniş kontrolsüz
ve hedefsiz bir yığın hareketi olarak kalmaya yazgılıdır. ‚Alternatif‛ kavramından eğer projelendirilmiş ve fizibilitesi yapılmış-bitmiş, finansman ve eylem planı netleştirilip rol dağıtımı yapılmış bir dosyayı anlıyorsak, evet, bu direniş hiçbir şekilde bir alternatif üretmemiştir. Ama eğer kavramın İngilizce
kökünün ‚to alter‛, yani ‚değişmek‛ olduğunu görebilecek bir
göze ve varlığın bir an değil de bir süreç olduğunu kavrayabilecek birikime sahipsek, bu direniş bize yeni bir ekonominin
kapılarının zorlanmaya başladığını, o koca kapının bir nebze
de olsa hareket etmeye başladığını gösterecektir. Birçoğumuz
için rüya olan bir model, kısıtlı bir ölçekte, kısıtlı bir işlerlikle
de olsa 11 gün boyunca vücut buldu nihayetinde. Kimse kolay
olduğunu söylemedi ama en azından artık bunun ‚imkânsız‛
olmadığını biliyoruz.
214 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Beklenen Şarkı
Direnişin yeni bir ekonomi-politiğin nüvelerini taşıdığını
söylüyoruz. Peki, gerçekten ne beklemeliyiz? Sol kesim olarak
her daim beklentilerimizin zaten çok büyük olduğu ve bir şeyler kazanmaya pek de alışık olmadığımız gerçeğini göz önünde
bulundurarak ilk etapta bu hareketten neleri ‚beklemememiz‛
gerektiğini sıralamanın daha sağlıklı sonuçlar üreteceğine inanıyorum.
Bu direnişten ücretli-emek ve bölüşüm sistemine darbe vurabilecek eylem biçimlerinden biri olan fabrika işgallerine evrilebilecek bir enerji görmek çok gerçekçi olmaz. Zira bu direniş
çoğunlukla özgürlük taleplerinin başlattığı bir orta sınıf hareketi ve bu hareket öznelerinin içerisinde üretken emek sergileyen, dolayısıyla fabrikalarda üretimden gelen gücü kullanabilecek ücretli işçiler azınlıkta. Üretken olmayan emek sergileyen, yani beyaz yakalı diye addettiğimiz ve direnişin yönetici
ruhuna daha yakın olan eğitimli kesimin grev ya da iş yavaşlatma tarzı eylemlere kalkışabilmesi de çok olasılık dâhilinde
gözükmüyor. Gezi Direnişi’nin birçoğunun ilk direniş eylemi
olduğu ve sola eğilimlerinin kuramsal açıdan çok nitelikli olmadığı düşünüldüğünde, bu grubun tepkilerinin bir süre daha
kimlik-yaşam alanı özgürlüğü-partiler siyaseti seviyesinde kalacağını öngörmek zor değil. Direnişin 15. gününden sonra yayılmaya başlayan boykot çağrıları elbette değerli. Ancak bunların birçoğunun hedefini şaşırıp sadece hükümet yanlısı grupların boykotuna dönme riski de var. ‚Sermaye ama iyi‛ diye bir
şey olmadığını, bu talan ve soylulaştırma saldırılarının sermayenin bizatihi iç mantığından türediğinin gösterilmesi gerekiyor. Bu gösterilse bile boykotların ne derece uzun erimli aksiyonlar olacağı konusu şüpheli.
Peki, devrim yürüyüşüne değilse, nereye doğru evrilecek
bu potansiyel? Öncelikle teslim etmek gerekir ki, burada bahsettiğimiz ‚yeni bir ekonomi-politik deneyimi‛ tespitinin sade-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 215
ce bu konularda düşünmeye ve araştırmaya alışmış sınırlı bir
sol sekt grup içindeki tartışmalar olarak kalması riski var. Bu
deneyimi devamlı surette hatırlatmak hafızanın canlılığı için
önemli. Sonuç olarak bu deneyimden dolaylı bir sonuç beklemek daha mâkul gibi duruyor. Her yerde söylenen ve benim
de katıldığım asıl kazanım, kitlelerin politize olmaya başladığı
gerçeği, şüphesiz. Direnişi gerçekleştiren orta sınıf, daha doğrusu eğitimli genç nesil artık kendine yeni bir ilgi alanı bulmuş
gözüküyor. Bu kuşağın jargonuna ‚direnmek‛, ‚polis saldırısı‛, ‚kolektif‛, ‚dayanışma‛, ‚isyan‛, ‚devrim‛ gibi kavramlar
hafiften girmeye başladı. Refleksif düşünebilecek şekilde eğitim görmüş bu kuşak, zihnine dolan bu pratiği kuramsız bırakmayacaktır diye tahmin ediyorum. Bu anlamda sol ideayı
işleyen yayınlara eğilim artacak ve tartışmalar bu eksene kaymaya başlayacaktır. Sol entelektüellere düşen vazifelerden biri
yeni kavram setleri ve fikir sunumları ortaya atmak olabilir.
Bu açıdan Amerikalı marksist ekonomist Richard Wolff’un
‚Democracy at Work‛ adlı sosyal hareket projesi36 iyi bir örnek
olabilir. Wolff, Marksist bir ekonominin ve komünist bir alternatifin gereklerini burjuvazinin pek sevdiği kavramlarla yeniden ifade ederek bir sosyal hareket başlatmış görünüyor. Hareketin kabaca argümanı şöyle: ‚Başkanı, valiyi seçebiliyor, siyasi anlamda temel hak ve özgürlüklerimi oylarımla belirleyebiliyorum. Peki aynı demokrasiye neden işyerinde sahip değilim? Neden işyerinde alınan kararlarda (ne üretilecek, nasıl
üretilecek, gelir nasıl dağıtılacak), siyasette olduğu gibi söz sahibi değilim?‛ Bu projenin amacı kapitalizmi direkt hedef almaktansa patronsuz işyerlerinin avantajlarını anlatmak, dayanışma ekonomisine özendirmek ve daha önemlisi, tamamen işçilerin yönettiği işyerleri arasında dayanışma sağlamak. Amerika’da sayısız ‚Co-op Companies‛ (Müşterek İşletmeler) deneyimi var ve bu ağ ile birbirleriyle dayanışmaya başladılar.
36
http://www.democracyatwork.info/
216 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Orta sınıfın şartları büyük ölçekli şirketlerin işgaline imkân tanımasa da işyerinde demokrasi fikrinin tartışmaya açılması ve
KOBİ’iler ölçeğinde rastlanması muhtemel oluşumlara destek
verilmesi çok da uzak bir hedef gibi gözükmüyor. Böylece hem
demokrasi hem de dayanışma söylemleri üzerinden ekonomiye dokunabilmek mümkün olabilir. Diğer bir deyişle sınıf mücadelesi sömürü üzerinden değil, otonomi üzerinden yürütülebilir.
Diğer bir açıdan, gençlerin yeni somutlanmaya başlayan bu
sol pratiği konuşup tartışacakları, hatta onunla yer yer dalga
bile geçebilecekleri ve süreçlere aktif olarak katılabilecekleri
yeni bir mekân oluşumu faydalı olabilir. Parkları bu açıdan potansiyel alanlar olarak okuyoruz bugünlerde. Sanal dünya dışındaki mekânların kolektifleşmeyi sağlama potansiyellerinin
olması çok da anlaşılmaz bir mesele değil. Üreticilerin ve tüketicilerin birbirlerini görmeden, piyasa için üretim yaptığı ve
yabancılaşmanın soyut emek üzerinden gerçekleştiği dünyada
parklar nispeten birbirimize daha fazla dokunabildiğimiz alanlar olduğu için, emeğin bu soyutluğunu ve mübadelenin yüzsüzlüğünü elimine etme gücüne sahipler. Dolayısıyla parkla
forumların dışında yeni bir ekonominin merkezi de olabilirler.
Örgütlenme ve diğer özneler ile ortak iş yapma pratiğine
daha fazla sahip gözüken devrimci sol örgütlerin de bu mayayı
işlemesi, yeni politikleşmiş bu gençlerin solu ‚kendi anladıkları
gibi‛ yorumlamalarına fırsat vermeleri gerekiyor. Tabii solcu
ablalık ve ağabeylik reflekslerinin ve örgüt yapılarının buna ne
derece izin vereceği noktasında büyük şüphelerim var. O yüzden yeni örgütlenme biçimlerinin siyasal partilerden ziyade
park ve semt meclislerinde oluşması, gençliğin kendi kimliğini
belirleyebilme özgürlüğünü de teminat altına alabilir.
Öteki Emekçiler?
Tüm bu söylenenler elbette sadece ücretli-emekçi kitlesinin
direnişe katılmış ve halihazırda rahatsız olan kesimine dair
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 217
şeyler. Netice itibariyle hükumetin üretim ve tüketim hayatıyla
tanıştırdığı ve AKP’nin seçmen tabanı diyebileceğimiz geniş
bir grup var. Bu insanlar Cumhuriyet tarihinin kendilerine biçtiği ‚bidon kafalı‛ rollerinin dışına AKP ile çıkabildiler ve hükumetin ekonomi politikaları sayesinde istihdama katılarak
asgari de olsa bir yaşam standardı yakalamayı başardılar. Ekonomik göstergeler dışında asıl ‚Türkiye Mucizesi‛ işte tam da
bu kitleyi anlatıyor. Sefalete mâhkum mütedeyyin ve az eğitimli kesim AKP’nin inşaat yatırımları ile istihdam çerçevesine
girdi ve kredi kartı borcuyla da olsa tüketimin güzellikleriyle
tanıştı.37 Gezi Direnişi’ne katılmayan ve hatta bu direnişe karşı
olan bu kesim, doğal olarak tarih boyunca görmedikleri bu güzellikleri kaybetmek istemiyor ve karşısındaki her kalkışmayı
bir tehdit addediyor. Şehirli-eğitimli ücretli-emekçiler ‚öldük
bittik‛ diye isyan etse bile bu kesim, Nasreddin Hoca’nın dediği gibi ‚Biraz da biz ölelim!‛ diyebilir. Dolayısıyla bu kesime
‚kolektifin güzel yüzünü‛ anlatmak, hâlihazırda direnişe kalkışmış kitleye anlatmaktan farklı ve korkarım ki çok daha zor
olacaktır. Mahalle meclislerinin, park forumlarının bu kesimi
kapsayabilecek nitelikte olup olmayacağını birlikte göreceğiz.
Ya da topu tekrar ‚tarihin motoruna‛ paslayıp her şeyi kökünden sallayabilecek bir ekonomik kriz bekleyeceğiz.
http://fraksiyon.org/direnis-ve-ozgurlerin-ekonomisi/
Batur, S. (14 Temmuz 2013) ‚Haziran Ayaklanması’na dair tespitler, öngörüler ve çıkarımlar‛, sendika.org:
37
http://www.sendika.org/2013/07/haziran-ayaklanmasina-dair-tespitlerongoruler-ve-cikarimlar-sertan-batur/
218 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
HER YER TAKSİM, ADEVİYYE DAHİL!
BARIŞ YILDIRIM
17 Ağustos 2013
Bir meydan yüzbinlerce insanla dolu.
Sloganları, ‚Her yer burası!‛ Yüzlerinde gaz maskesi, tişörtlerinde kan, eldivenli elleri zafer işaretiyle yükseliyor.
Ölmeyi göze almışlar, ölebilirler diye kollarına kan gruplarını
ve isimlerini yazmışlar ve ölüyorlar.
Bu meydanda atılan sloganların bir tekini anlamasak bile, o
bizim meydanımız. Hiçbir şey için değilse bile bizim sloganlarımız attıkları, bizim coşkumuzla zafer işareti yaptıkları, kollarına bizim gibi kan gruplarını yazdıkları ve bizim gibi öldükleri için.
Her yer Taksim, demiştik. Her yere Tahrir dahildi. Her yere Rabia’tül Adeviyye dahil.
Henüz ideoloji konuşmuyoruz. Halkı konuşuyoruz. Peki
kimdir halk?
Bu kavram son derece kuramsal açıklamaların ve tartışmaların konusu olabilir. Ama benim çok daha basit bir testim var:
Bir direnişin katılımcıları o ülkenin nüfusunun %1’inden
fazlaysa, o bir halk hareketidir. Çünkü Amerikan #Occupy
hareketi hangi tespiti sloganlaştırmıştı: ‚Biz %99’uz.‛
Hani olmaz ya, diyelim ki bir ülkenin en iyi tahminle %1’ini
oluşturan egemenleri, oligarşileri, tuzu kuruları tek tek tembel kıçlarını kaldırıp sokağa çıktılar. Yedi yıldızlı tatillerini
yarıda kesip, plazalarının 25’inci katlarından inip, yüz binlerce
dolarlık arabalarına binip meydanlara çıktılar. Ben sayılarına
bakarım arkadaş. Baktım ki sayıları mesela 800 binden fazla
(Mısır’ın nüfusu 80 milyon civarı tahmin ediliyor, %1’i 800 bin)
ben onların oligarşi olmadıklarını anlarım.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 219
Yanlış taleplerle orada olabilirler. ABD’nin pohpohladığı bir
darbeyle iktidara gelip, halkın özgürlüklerine faşistçe müdahale hevesleri yine halk hareketiyle kursaklarında bırakılınca, yine ABD’nin pışpışladığı bir başka darbeyle iktidardan indirilmiş bir hareketin sempatizanları olabilirler. Kimse silahsız (en
azından ordularla kıyaslandığı zaman makul silahlara sahip
olmayan) halkı kurşunlayamaz. Kurşunlarlarsa Che Küba’da
yattığı şanlı mezardan kalkıp bir sır fısıldar: ‚Dünyanın öbür
ucunda bir insanın suratında patlayan haksız tokadı hissetmeyen sosyalist olamaz.‛
Müslüman Kardeşler, büyük ölçüde emperyalizmin himayesi altında gelişmiş, Suudi riyali, El Kaide bombası ve
Selefi dinsel mazotuyla devreye sokulan ‚ılımlı islam‛ projesinin acınası piyonlarından biridir. Mısır halkının Mübarek
diktasına karşı mücadelesine dahil olmuş, ABD’nin bölgedeki
en büyük üç desteğinden (diğer ikisi Türkiye ve İsrail) biri olan
Mısır ordusunun fırsatçı müdahalesiyle iktidara gelmiş, gelir
gelmez kifayetsiz şeriat ihtirasını 7 yaşındaki kızlara evlenme
izni çıkararak göstermiş bir faşist çıkar çetesidir.
Sokaklara çıkan yüz binlerin önemli kısmı İhvan denen bu
çetenin sandık-destekçisi olsa da, içinde faşist para-militer tipleri barındırsa da, Gezi’de ölenlerimizin kanı üstünde namaz
kılmaya kalkan AKFaşistler onları çok sever gibi görünse de,
böylesi bir öfke ve kararlılık halkın özelliğidir, oligarşinin değil. Adevviye Meydanı’nda toplanan Müslüman Kardeşler’in
faşist kurmayları değil, halktır. Onları kurşunlayan halkın
iktidarı değil ABD’nin hizmetindeki generallerdir. Öncelikle
bu katliama karşı durmalıyız.
Elbette ordu sopasıyla iktidar gerdeğine giren Mursi gibi
bir faşistin, her tarafından rezillik akan uydurma bir seçim sisteminden geçerek iktidara geldi diye koltuğuna dönmesini,
böylece istediği gibi Mısır halkının ensesinde boza pişirmesini
savunacak değiliz. Seçim sandıklarını da alıp cehennemin di-
220 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
bine gitsinler. Halk kendi iktidarını kurmadıkça bu seçimlerin
hepsi –bu arada bizim yaklaşan seçimlerimiz de– kötü sahnelenmiş demokrasicilik oyunlarından başka bir şey olmayacaklar. Ama biz kurşunlarla delik deşik edilen bir halkın göğsünü görmezden gelemeyiz. Hangi sebeple olursa olsun katledilen bir halkı yalnız bırakamayız.
Çünkü halkın halktan başka kimsesi yok. Elinde Gezi’nin
kanıyla dolaşanlar, yüzü gaz bombalı, eli zafer işaretli, kolu
kan gruplu insanları nasıl anlasınlar? Onları sadece öldürmeyi bilirler, sevmeyi değil. Başlarındaki takke, üstlerindeki
cübbe bize ne denli yabancı gelirse gelsin, onlar halk.
Ve istediği kadar Mısır darbecilerine karşı höt zöt etsinler,
Gezi’yi ve Adevviye’yi gaza ve kana boğanlar kan kardeştir;
ama kendi kanlarıyla değil bizim kanımızla perçinlenmiştir
vahşet kardeşlikleri. Bu katliama karşı AKP hükümetinin neler yaptığını gördük: Birkaç telefon görüşmesi, birkaç beyanat, büyükelçiyi ‚istişare için‛ ülkeye çağırma. Bu sefil adımı
bile ancak iki Avrupa ülkesinden sonra yapabildiler.
Bu ülkenin devrimcileri Filistin halkı için nasıl kahramanca döğüştüyse, Mısır’daki halkın katline karşı da durmalıdır. Meydanları ‚Kahrolsun Demokrasi, Yaşasın Hilafetin Sesi‛
gibi kafiyesi de siyaset vizyonu kadar sefil pankartlarla dolduran ve dayanışmayı hiçbir zaman bilmemiş İslamcı faşistlere
bırakamayız. Mısır halkıyla gerçek dayanışma duygularına sahip olan ama bu faşistlerin etki alanında yürüyen inanmış
Müslümanları da.
Son olarak elbette acıları kıyaslamak etiğe sığmaz, ama acılara karşı seçmeli tepki göstermek hiç sığmaz. Rojava’yı görüp
Lazkiye’yi görmeyen, Adeviyye’ye yanıp Rojava’ya yanmayan, Mısır’da gaza karşı çıkıp Gezi’de gazı alkışlayan ikiyüzlülüğün bütün yüzleri ancak her tür haksızlığa karşı topyekun ve samimi karşı çıkışımızla kararacaktır.
http://fraksiyon.org/her-yer-taksim-adeviyye-dahil/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 221
EYLÜL SENDROMU, GÜZ GÜNLERİ
Direnişin odağı sonbaharla birlikte ODTÜ, Tuzluçayır, Antakya, Gülsuyu-Gülensu’ya yöneldi. Ancak
buralar, adı üstünde, odaktı, bu odaktan tüm ülkeye
doğru direniş ışınları yayılmaya devam ediyordu.
222 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
EYLÜL SENDROMU VE GEZİ‟NİN İLK
MAHKEMESİ: 10 EYLÜL İZMİR
BARIŞ YILDIRIM
10 Eylül 2013
Gökyüzü herkesindir, ama herkes gökyüzünde başka şey
arar; köylü yağmuru, turist maviyi. Gezi mizahına daha uygun
bir metafor dilerseniz: ‚Herkes kendi kafasını yaşar yârim!‛
Temmuz ayının son günlerinde istihbarat birimleri –artık
her kimse onlar– hükümete eylül ve ekim aylarında Gezi’nin
devamının geleceğini bildirdiğinden bu yana bir ‚Eylül is coming‛ sendromudur herkesi sardı. Bülent Arınç ‚Eylülden sonra üniversitelerin açılmasını bahane edebilirler, spor gösterilerini bahane edebilirler,‛ diyerek ‚istihbarat‛ı doğruladı (bkz. You are
scared, Arınç you?).
Gezi İsyanları’nın en ön saflarında yer almış gruplardan ikisinin, öğrenci gençliğin ve taraftar gruplarının kendi habitatlarında kalabalık gruplar halinde bir araya gelecek olmasından
egemenin korkması bir yere kadar anlaşılır.
Ama ruh çağırma seansı sonrasında her tıkırtıda birbirlerini
korkutarak dehşete kapılan liseliler gibi kendi eylül korkularına körükle gitmeleri biraz tuhaf. Başbakan haftada bir ‚Eylül’de huzursuzluk çıkaran bedelini ağır öder‛ diye celalleniyor, iktidarın kalem uşakları tahlile analize doymuyor, eylül
ruhu çağrılıp duruyor. N’oluyor yahu?
Bence olan şu: İktidar, meclisin açılmasıyla birlikte hız vereceği saldırıların, Gezi’de sokakları öğrenmiş halk kitlelerince
cevapsız kalmayacağını bildiği için, bu tepkileri konspirize
ediyor; onları komplo gibi gösterecek ‚istihbarat‛lar ‚sızdırıyor.‛
Rabia Meydanı için ancak dört parmaklarını kıpırdatanlar,
şimdi dört elle Suriye’ye kan ve ateş yetiştiriyor; hem de dün
dayılanır gibi yaptıkları emperyalist efendilerinin zurnasının
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 223
son deliği olarak. Havaalanına ön-ödemeli kitleleri yığan Melih Gökçek ODTÜ’ye baltalarla dalmaya hazırlanıyor. Her
maçta stadyumların kapısına TOMA’ları yığıyorlar. Yüz binlerce ton biber gazı alıyorlar. İktisatçıların aylardır uyardığı
kriz (aslında kronik krizdeki bir ülke için, yalnızca krizin akut
evresi) kapıda, Merkez Bankası başkanı liranın değerini yükselteceğiz cümlesini bitirmeden TL değer kaybediyor. Her beş
gençten ve her dört kadından birinin işsiz olduğu, resmi istatistiklere göre bile işsizlik oranının %9.3 (gerçekte bu rakam en az
%16’ya varıyor) olduğu bir ülkede, iktidara geldiği günden
beridir bu oranı neredeyse mutlak bir tutarlılıkla artıran bir
hükümetin halktan korkmak için çok nedeni var.
Biz ne zaman ayaklanacağımızı sizden öğrenecek değiliz
Savaş hülyaları, yoksulluk, baskı, devlet terörü< Faşizm
palasını daha daha bileyen bir iktidar< Ayaklanmak için hiçbir vakit neden kıtlığı çekmedik.
Gezi, faşizme karşı halk isyanları tarihimizin bir parçasıdır
ve faşizm var olduğu sürece ona karşı isyanlar da sürecektir.
Elbette artık, bu isyanların hepsi, Gezi’nin geleneğiyle silahlanmış olacaktır.
Ama bu, bariz bir şekilde iktidarın sözde istihbarat raporlarıyla tetiklenmiş bir ‚Eylül sendromu‛na kapılmamızı sorunsuz kılmıyor. Özellikle Gezi’nin bir parçası olmuş ‚ulusalcılar‛
(başta onların en gerici kesimi olan Silivri Muhipleri Cemiyeti)
ile bunlarla arasına mesafe koyarken kılı kırktan az yaran bazı
sol yapılar, bu hükümet menşeli sendroma genetik yatkınlık
gösteriyorlar.
Kendiliğinden yönü baskın halk hareketleri, gerillaya benzer; nerede ve ne zaman vuracağı belli olmaz. Gerilladan farkı
şuradadır ki, isyanın yeri ve zamanı yalnızca hasmımız için
değil bizim için de bilinmezlikle doludur. Ayaklanmanın sürpriz doğum günü partisini neşeyle karşılamaya hazır olmak
başka şey, iktidarın verdiği randevuya hazırlanmak başka şey.
224 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Biz ne zaman ayaklanacağımızı iktidardan öğrenecek değiliz. Bunlar hep AKaPe zihniyeti sevgili kardeşlerim. Aklınca
bunlar bize isyan vakti verip ne yapmak istiyorlar? Biz haklı
olarak ayaklanırsak ‚Bak işte komplo‛ demek istiyorlar. Eylülde
hazan yapraklarının ve ülke sokaklarının tozunu attıramazsak
da ‚Bak işte oyunlarını bozduk‛ diyecekler. Biz onların heveslerini kursağında bırakmasını iyi biliriz.
Velhasıl, herkesin eylülü kendine. Bizim eylülümüz belki
eylülde gelir belki haziranda. Ama eninde sonunda gelir.
Ancak, eylülde gerçekten de bir şeyler olacak<
Gezi Tutsaklarının ilk mahkemesi 10 Eylül’de
Gezi direnişine şehitler ve bedenler verdik, onlarcamız sakatlandı, binlercemiz yaralandı, zehirlendi. Yüzlercemizse F
Tipi hücrelere atıldı. Bunları öylesine çürük temeller üzerinde,
yalnızca intikam güdüsüyle tutsak edildiler ki, faşizmin mahkemeleri bile sık sık ‚ara tahliye‛ kararları alıyor, bazıları aramıza geri dönüyor.
Ancak İstanbul’da, Ankara’da, Eskişehir’de, Antakya’da,
Lice’de direnişçileri kurşunlayanlar, ezenler, linç edenler sokaklardayken, sayıları yüzlerle ifade edilen insanımız hâlâ hücrelerde işkence altında. Taciz ediliyorlar, dövülüyorlar, çıplak
aranıyorlar, palasıyla halka saldıran katil adayları sırtı pışpışlanıp sokağa salınırken, onlar için onlarca yıl ceza isteniyor;
odalarına kamera konuluyor fakat dışarıdan gönderilen birkaç
çiçek yaprağı bile onlardan esirgeniyor.
10 Eylül’de saat 10.00’da, Gezi Tutsakları’nın ilk mahkemesi
İzmir’de görülecek. Direnişin dayanışma ruhunu orada göstermeliyiz. O zamana dek, içerideki arkadaşlarımızı yalnız bırakmamak için elimizde kart, mektup, dergi, kitap gönderme
gibi
araçlarımız
var.
Hele
de
http://melisakokusunaozgurluk.tumblr.com adresine uğrayarak, mektuplarınızın içine koyduğunuz melisaları, ıhlamurları,
adaçaylarını, diğer bitkileri, yaprakları, çiçekleri herkesle pay-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 225
laşabilirseniz, onlara kalkacak ellerin biraz daha titremesini
sağlamış olursunuz. Malum, şu sıra yeşilden çok korkuyorlar.
Bu yazı ayrıca 3 Eylül’de Bianet‘te ‘Eylül Sendromu’ başlığıyla
yayımlandı.
http://fraksiyon.org/eylul-sendromu-gezi-mahkemes/
226 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
AKP‟NİN POLİSİ EL NUSRALAŞMIŞTIR!
TUNCAY YILMAZ
10 Eylül 2013
Devlet terörü Türkiye çapında devam ederken, AKP’nin polisi Antakya’da bir cana daha kıydı. Antakyalıların her pazartesi günü Abdullah’ı, Ali İsmail’i, Ethem’i, Medeni’yi, Mehmet’i
anmak ve devlet şiddetini protesto etmek için düzenledikleri
yürüyüşe saldıran polis, yakın mesafeden sıktığı biber gazı fişeğiyle 22 yaşındaki Ahmet Atakan’ı katletti. Gece boyunca
hayatta tutulmaya çalışılan Ahmet ne yazık ki kurtarılamadı.
Abdullah, Ali İsmail’den sonra üçüncü yiğidini de toprağa
vermenin hüznü ve öfkesiyle dolu Antakya. İstanbul’da 31
Mayıs’ta başlayan isyanın en güçlü taşıyıcılarından biri oldu
Antakya halkı. Armutlu’da direniş ateşi neredeyse hiç sönmedi
o günden bu yana. Abdullah Cömert’in ‚memleketi siz mi kurtaracaksınız‛ teslimiyetçiliğine ‚kurtaramasak da yolunda öleceğiz!‛ cevabı direnişlerinin rehberleri oldu hep.
AKP başa geldiği günden bu yana kendisinden olmayana
savaş açmıştı zaten. Ancak son üç aydır gerçek anlamıyla halkla savaşıyor AKP. TOMA’lar, Akrepler, gaz ve ses bombaları,
tabancalar, tüfeklerle halka saldırıyor. Karşısında yürekleriyle
direnenleri ‚düşman‛ olarak görüyor. Katil polisinin uyguladığı zulmü ‚kahramanlık‛ diye anlatıyor. Yalanla, manipülasyonla eşitlik, özgürlük ve adalet için direnenleri karalamaya
çabalıyor.
Polis şiddetinin geldiği noktada artık mızrak çuvala sığmaz
durumda. Mevcut durumda Polis teşkilatı AKP’nin silahlı çetesinden başka bir şey değildir. Nasıl ki El Nusracı, El Kaideci çeteler Suriye’de Alevileri, Kürtleri, kendilerinden yana olmayanları katli vacip ilan edip insanlık dışı işkencelerle katlediyorsa,
AKP’nin polisi de Tuzluçayır’da, Gazi’de, Akkapı’da, Armutlu’da ‚Alevi Piçler, Şerefsiz Fellahlar, hain teröristler, hepinizi
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 227
öldüreceğiz‛ diyerek halka saldırıyor. AKP açıkça bir iç savaşı,
mezhep çatışmasını körüklüyor!
Kendini savunmak için ellerinde cesaretlerinden başka hiçbir şey olmayanlar yaşamlarını, gözlerini, özgürlüklerini yitirirken katiller ellerini kollarını sallayarak katliamlarına devam
ediyorlar.
AKP hükümetinin foyası artık açığa çıkmıştır. AKP halk
düşmanı, ırkçı, mezhepçi, işçi ve kadın düşmanı, emperyalizm
işbirlikçisi bir partidir. Sadece ülkede değil bölgede de savaş
kışkırtıcısıdır. Ve kendilerinden bunlardan öte bir icraat beklenemez.
Öyleyse iş bize düşmektedir. Ezilen ve emekçi halklar olarak Haziran’da doldurduğumuz sokakları yeniden ve daha
güçlü olarak doldurmaktan, kaderimizi elimize almaktan başka bir çaremiz yok! Mehmet, Ethem, Abdullah, Medeni, Ali
İsmail, Ahmet daha eşit, özgür ve adil bir dünya umutları için
düştüler toprağa. Bize de onların umutlarını sahiplenmek, bayraklarını yükseltmek, mücadelelerini zafere ulaştırıncaya kadar
direnmekten başka bir yol düşmez.
Örgütlü bir halkın karşısında hiçbir güç direnemez. Kurutuluşumuz ancak hep birlikte sürdüreceğimiz devrimci mücadeleyle olacaktır. Bu köhnemiş düzeni yıkmak, halkların eşit ve
özgürce bir arada yaşadığı adil bir dünya kurmak Ahmet Atakan’a ve tüm devrim şehitlerine sözümüz olsun. Yolunuz yolumuz, mücadeleniz mücadelemizdir. Halklarımız anılarınızı
özgür günlere taşıyacaktır.
Yaşasın eşitlik, özgürlük ve barış. Yaşasın devrim ve sosyalizm!
http://fraksiyon.org/akpnin-polisi-el-nusralasmistir/
228 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
İSYANIN ARİTMETİĞİNDEKİ “EŞİTTİR” (=)
DEVRİMCİDİR
İSMAİL GÜNEY YILMAZ
17 Eylül 2013
‚Haziran ayaklanması‛, ‚Gezi direnişi‛, ‚31 Mayıs halk hareketi‛< İsyan, hiçbirinin yaşananı karşılayamadığını söyleyebileceğimiz çeşitli adlarla anılıyor. Zaten önemli olan verilen
isim değil, isyanın ne olduğudur. Kimileri bu ayaklanmaya
‚orta sınıf isyanı‛ hatta ‚elitler hareketi‛ vesaire dese de, son
birkaç on yılında kesifleşip, kurallarını sertleştiren neoliberalizmin ortada ve aşağıda yer alan sınıfları savurduğu yerlere
dair doğru bir okuma yapmak gerekiyor. Kaldı ki, ‚Gezi’nin
merkezinin merkezi periferindeki merkezi‛ne dair yapılabilir
diğer tüm tahlilleri bir kenara bıraksak dahi, ayaklanmanın en
başından beri Alevi yoğunluklu ‚devrimci mahalleleri‛n isyana pompaladığı yorulmaz enerji de bu pozitif ya da negatif
‚seçkinci‛ açılımları da, isyanın renginde habire bir ‚sevimlilik‛, ‚muziplik‛ ya da ‚yeni/gepegenç olma‛, ‚masumluk‛ gibi tartışmalı ögeleri belirginleştirme çabasındaki algı yönlendirmecilerini de bir ölçüde bertaraf etmekte. Onların bu yöndeki yaklaşımları, içinde belli belirsiz bir icazetçiliği de büyütmektedir, net.
Direniş ve isyan patlak verdiğinde, bunu başlatanlar devrimciler değildi, bambaşka bir odaktı. Fakat isyan kısa sürede
büyürken devrimciler de akıp giden haysiyet ırmağına tereddütsüz eklemlendiler. Evet, devrimcilerin ya da genel olarak
solun isyanın içindeki varlığı bir eklemlenmeydi, onlar direnişin öncüsü de, yönlendiricisi de olmadılar yahut olamadılar ya
da belki olmak istemediler. Ancak, direniş ve isyana ayaklanmanın büyülü görkemini katıp, bunu süreklileştirebilen dinamikler de her şeye rağmen devrimciler ve sol oldu, bunu da
görmek lazım. Devrimciler/sol, yarım asırda biriktirdikleri tüm
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 229
geleneksel savaş tecrübeleriyle ve harekete geçirdikleri var olan
bütün insan malzemeleriyle orada olmazsa olmaz bir unsur
olarak başı dik durdular ve durmaktalar.
Yaşadığımız şey belki de dünyanın en heterojen karakterli
isyanı, bu iç içe geçmişlik ve zembereğinden boşalmışlık hâli
hareketin içine güzellikler de rahatsız edici bazı oluşları da ekledi, ancak isyandan kalanın ve sürenin kimi sorunlarla38 birlikte güzellikler olduğu da söylenebilir.
İsyan içindeki kitlelerden bazılarının liberal/liberter,
lumpen ya da şoven eğilimleri direniş ve isyan açısından sorundur. Sürekli ‚provokasyon‛ retoriği yapan, devrimci mahallelerdeki direnişi görmeyen, devrimcileri tıpkı hükümet gibi
‚marjinal‛ diye yaftalayan icazetçi kafayla bizim anlaşabileceğimiz noktalar oldukça az. ODTÜ kalkışması ve yoksul mahallelerdeki intifada ile başlayan Eylül isyanıyla
direnişin karakterindeki devrimci damar güçlenip, sivrilmiş,
insiyatif alanların çoğunda devrimci harekete geçmiş, liberal/liberter unsurlar ise -zaten epeydir gerilemiş durumdalardısilinmeye yüz tutmuştur. Geçtiğimiz günlerde gördüğüm ve
mealen ‚biz Gezi sürecinde her akşam Tuzluçayır’dan
Kızılay’a yürümüştük, şimdi Taksim nerede?‛ tweeti, solla liberal/liberterler arasındaki algı ve tutum farklılığına iyi bir
örnek olsa gerek. Tuzluçayır’dan sonra Taksim’de de barikatlar
kurulsa da orada ve çevresinde direnenler yine devrimciler
olmuştur.
38
Ulusalcılar meselesine gelirsek, burada kast edilen açıkça
Kürt ve sol düşmanlığını siyaset edinmiş olan kesimler. Yoksa
eline Türk bayrağını alıp panzer karşısına dikilen ortalama bir
‚Türk‛ başımızın tacıdır, tıpkı solcunun, anarşistin omuz
başında zulümle savaşan ve ‚mülk Allah’ındır, kahrolsun
kapitalizm!‛ diyen bir Müslüman gibi.
230 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Bu isyan kuşkusuz, daha önce hiç tadılmamış değişik ve
yeni bir duyguydu ve böyle büyüdü. Bu isyanla bir araya gelmeleri mümkün görünmeyen nice yapı ve birikim ‚zorunlu‛
ve gevşek bir ‚ittifak‛ oluşturabildi. Müşterek kavganın sadece
Kürt halkası ‚temsili‛ bazı kişi ve gruplar dışında eksik kaldı.
Bu eksiklik kimilerinde ‚böyle ayrılık olmaz‛ ritminde bir özlemi, kimilerinde çeşitli açılardan bir rahatlamayı ya da sevinci,
kimilerinde de kızgınlığı içinde olunan duygular hânesine iliştirdi. Otuz yıllık savaşından artık bir sonuçla çıkabilmek için
devletle masaya oturmuş ve sadece Kuzey özelinde değil, diğer
parçalarda da yarınlarının belirleyicisi olacak çok mühim ve
özgül bir süreçten geçen yurtsever hareketin isyana umulan
büyük gücü ve yıkıcı öfkeyi katamaması eleştirilebilir olmakla
birlikte muhakkak anlaşılabilir bir durum. Burada, yani Kürt
emekçi yığınlarının genel ayaklanmaya katılamamasından dolayı yurtsever hareketin hafif bir ‚mahcubiyet‛ duyduğu da
açıktır.39
Lümpenler meselesi ise geniş katılımlı bir isyanda
karşılaşılması kaçınılmaz olan daha aşılabilir bir sorun.
Kürt yurtsever hareketi, ‚barış süreci‛nde devletle sık
gerilimler yaşasa da bugüne dek verdiği sözü tuttu, ancak şu
an bakıldığında hâlen bu işin nereye varabileceği kestirilemiyor. PKK’nin ‚barış/çözüm süreci‛ndeki yeriyle ilişkili bir
biçimde ‚Gezi direnişi‛ne ‚resmen‛/‛küme hâlinde‛ dâhil
olmayarak mesafeli durması onun tabanının isyana sempatiyle
bakmadığını göstermez. Zira Kürt hareketi çok geniş ve büyük
olsa da temelde bir yoksul işçi/köylü hareketidir. Ayrıca
direniş başladığında Kürt hareketinin kimi unsurlarında hâsıl
olan ‚süreci baltalama girişimi‛ ve ‚ulusalcı hareket‛
tanımlamaları ile -PKK’nin devrimcileri küçümseyen klasik
üslubunun bir devamı olarak- direnişi küçümseyen yaklaşımları kısa zamanda aşıldı. Tek başına bu bile önemlidir.
39
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 231
İsyanın Bileşenleri
Mağdur + mazlum< İsyanın içindeki iki temel ‚sınıf‛ bunlardır. Mazlum elbette ki aynı zamanda mağdurdur da, mağdur da aynı zamanda mazlum da olabilir, ama biz bunları bu
yazıya özgü gösterenler olarak kullanacağız.
‚Mağdurlar‛ başta, AKP’nin iktidar döneminde ‚çağdaş‛
yaşam tarzlarına ve kültürlerine, sahiplendikleri değerlere Mustafa Kemal, cumhuriyet, laiklik<- tecavüzden ve elbette ki
politik hegemonilerini yitirmiş olmaktan dolayı rahatsız olan
insanlardır. Bunun dışında bu süreçte ‚politize‛ olabilen ’90′lar
doğumlu gençler, çevreciler ve taraftar grupları da tasnifin bu
yakasına dâhil edilebilir. Taraftar grupları dışında bunların
hepsi için bir ‚orta ya da üst sınıflar‛ vurgusudur gidiyor, böyle bir ekonomik sınıf tahlili olmaz, bu insanların içinde hâli
vakti yerinde olanlar gibi fakirler de vardır, ne ki bunlar mazlum kimliklerinden ziyade ‚mağdur‛ kimliklerini öne çıkarmış
olsunlar.
Mazlumlar ise sadece bir dönem özelinde değil, tarihin akışının düze çıkamadığı her dönemde mağdur olan yoksullardır.
Çoğu gecekondu mahallelerinde yaşayan ve sol yapıların etki
alanında olan bu kitlelelerse isyanın bir diğer önemli bileşenidir. Cinsel ya da etnik/dini kimliklerini öne çıkarıp alanlara koşanların durduğu yer ise mazlum ve mağdur arasında geçişken
bir pozisyon işgal ediyor.
İsyanı İkonları ve Sembolleri Anlatıyor
Ayaklanma sırasında devlet şiddetiyle öldürülen insanların
hepsi emekçi ya da emekçi aile çocuklarıdır. Bu, isyanın neliğinde başlı başına önemli bir veridir. İsyanın birbirine benzemeyen hemen hemen tüm siyasal unsurları ölen bu insanları
Karayılan’ın son açıklaması da bunlardan vâreste değildir;
http://www.sendika.org/2013/09/kck-kurt-halki-demokrasiguclerinin-yanindadir/
232 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
‚şehit‛ diye anıp, burada da ortaklaşmaktalar. Ancak yine de
yitirilen her insanı kim ya da neci (CHP’li/TGB’li, Kürt yurtsever,40 Alınteri taraftarı, SODAP’çı<) diye ayırmadan tereddütsüz sahiplenenler tüm parçalarıyla soldur, bunu da bir kenara
yazmış olalım.
‚Şehitler‛, bu isyanın ikonlarıdır, onlar unutulmaz birer
kahraman olarak mazlumların dövüş tarihine adlarını işlediler,
artık ayaklanma için sarf edilen hiçbir söz muhakkak onlar
anılmadan
kurulamayacak, zira onlar isyanın en büyük bedelleri de
oldular. Ayaklanmanın en önünde devrim için canlarını vermiş
olan bu gençlerin Ethem dışında -kaldı ki Ethem de ‚örgütlü‛
değildi- hiçbirisinin klasik politik/militan figürler olmaması zaten ikisi henüz on dokuz yaşındaydılar- tersine daha ‚sıradan‛ insanlar olması da isyanın ruhu açısından önemli bir gösterendir.
İsyan ikonları dışında sembolleriyle de anlatılabillir. Polis
şiddetine maruz kalan ve dünya basınında da başkaldırının
simgesi olarak servis edilen ‚kırmızılı kadın‛ ve ‚TOMA’nın
tazyikli suyla müdahalesine göğüs geren güzel kadın‛ fotoğrafları isyanın ‚modern‛ yüzünü, bileşenindeki alışılageldik
olmayan çeşitliliği işaretler. Bir diğer ünlü kare olan el ele koşan BDP ve Mustafa Kemalli Türk bayraklı gençle, onların biraz ötesinde polislere karşı bozkurt işareti yapan adam da hem
eylemlerdeki anasır karışmasına hem de birikip, birleşen öfkelerin birbirlerine karşı ‚ön yargıları‛nın kırıldığı noktalara delalet.
Medeni bir ‚Gezi direnişi şehidi‛ değil, fakat aynı süreçte
yine devlet terörüyle yaşamını yitiren Kürdistanlı bir genç.
Solun Medeni’yi ‚ayrım yapmadan‛ sahiplenmesi gerek sembolik, gerekse de duygusal açıdan anlamlı.
40
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 233
Otoyolu kapatıp Gazi’den Gezi’ye yürüyen on binler, devrimci hareketin isyandaki enerjisine ve kuvvetine, köprüden kıtalar arası yürüyüş yapan insan kalabalığı büyüyen hareketin
‚Türkiyelileşmesine‛, kullanılan keskin mizah sadece politik
anlamdaki bir yeniliğe değil aynı zamanda kitlelerin korkusuzlaşmasına, duvarlardaki ve sloganlardaki küfürler de hem bu
yığınsal hareket içindeki lumpen tabakanın yoğunluğuna buna binaen hareketin ‚halklaşması‛na- hem de isyanın bir
anda tüm öfke ve çılgınlığıyla patlamış feveran hâline, örgütsüz tarafına, hedefi net olmayan yönlerine birer örnek.
Direnişin kalelerinden birinin Antakya olmasının ve öldürülen gençlerden üçünün Antakyalı olmalarının da hem devletin kesifleşen Alevi düşmanlığına karşı nefret patlamasını; hem
de T.C.’nin izansız Suriye politikasından dolayı Arap Alevi
halkının duyduğu hoşnutsuzluğun aldığı serhildan evresini
simgelediğini de unutmadan yazalım.
Bu isyan tüm bunların sadece bir tanesi değil, toplamıdır.
Retle Başlayan İsyanın Son Durağı Devrimdir
AKP, hatta daha çok Erdoğan karşıtlığıyla gelişen isyan, ne
sadece çevreci, ne sadece laisist ne de sadece solcudur. Karşı
karşıya olduğumuz şey, bunların hepsinin ve daha fazlasının
kibirli bir diktatöre karşı öfkeyle sembolize olup toparladığı
milyonların acılarının tevhididir.
Bu isyan yeni, yenilikçi ve yenileyendir. Haziran ayaklanmasıyla sol,örneğin bayrak ve din fobilerini büyük ölçüde aşmış, eksikliklerini, eskiyenlerini ve yanlış yaptığı yerleri kavrayabilmek için bir fırsat, besleyici bir zemin kazanmıştır. Bununla koşut olarak, devrimcilerle, sosyalistlerle teması olmayan
geniş yığınların sola karşı tutum ve yaklaşımlarında olumlu
yönde algı kırılması az çok bu isyanın getirdiği yeni durumla
gerçekleşebildi.
Gezi direnişi sayesinde ekoloji, kent yaşamı ve türlerin eşitliği mücadelesinin kenarda duracak, ‚yedek‛, önemsiz, ‚üze-
234 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
rine konuşulmak zorunda olunduğu için ara sıra sözü edilen‛
bir tali mesele olamayacağı, bu mevzuların Türkiye gibi karış
karış talan edilen ve üstelik kültür seviyesi de düşük olan bir
ülkede kavganın temel ödevlerinden biri olduğu da anlaşıldı
ya da öyle olduğunu umuyoruz. Yani andığımız, hayatı birebir
ilgilendiren bu konular ‚liberterler‛in hobi alanlarına bırakılamayacak kadar önemli.
Ayaklanma ve direniş haftalar süren ve bir aradan sonra
yeniden alevlenen kinetiğiyle ve memleketin üç büyük kentinin meydanlarını ele geçiren gücüyle üstelik bir anda olabilmesiyle mazlumlara moral aşıladı. Devrim, bir ihtimal olarak insanların kafasında barikat başlarında nöbetleşilen geceler boyunca somut bir biçimde, 75-80 arası dönem dışında ilk kez ve
belki de daha güçlü bir biçimde bu sayede belirebildi.
Günbegün yaşanan zulümle solun dışındaki çok daha fazla
insan da Kürt halkıyla duygusal bağlar kurabildi ve müesses
nizamın kendinden olmayan herkese karşı stabil şiddetini kavramaya başladı.
Barikat tepelerinde dalgalandırılan gökkuşağı bayraklar sayesinde daha önce eşcinselliği bir hastalık diye gören pek çok
insan cinsel yönelimlerle ilgili fikir değişiklikleri yaşadı.
Direnişin insan ve militan meşruiyet kazandıran etkisi solu
güçlendirdi ve morallendirdi. Saydıklarımızın hepsi bu isyanın
kazanımlarıdır ve ayaklanmanın, direnişin önce algılarda yarattığı devrim, gelecek devrimin yapı taşı diye okunmalıdır.
Bugün, beslediği canavarı daha da hoyratlaştıran kapitalizm sayesinde zengin ve yoksul arasındaki makas iyice açılmış, ‚orta sınıf‛ eriyip, büyük oranda güvencesizleşip, proleterleşmiş, düzen ve aşağıdakiler arasındaki çelişkiler daha fazla
sertleşmiştir. Gelecek devrim de işte bu ‚yeni ile kadim proletarya‛nın müşterek isyanıyla zafere ulaşacak.
‚Gezi‛ bunun fizibilite çalışmasıdır.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 235
http://fraksiyon.org/isyanin-aritmetigindeki-esittirdevrimcidir/
236 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
HANGİ TOPRAK ALSIN SİZİ?
BARIŞ YILDIRIM
8 Ekim 2013
‚Kardeşim kardeşim benim, bırak paylaşayım bu ölümü seninle‛41
Ondokuzunda bir ölü yatıyor tabutta.
İki gündür bir tabut bekliyor sokakta.
Üç gündür bir ölüyü bekliyor toprak.
*
Afyon yönetenlerin dinidir.
Faşizm halkı döverek, söverek, vurarak yere seremeyince; dinle, kinle, kanla uyutamayınca ‚anestezistler‛i devreye
sokar. Resmi plakalı araçlarda taşınan uyuşturucular, sırtı polislerce pışpışlanan torbacılar marifetiyle yoksul mahallelerin
çamurlu sokaklarına gönderilir.
O, devrim istiyordu, evet. Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm istiyordu, bu da doğru. O bunları her istediğinde, devletin
tüm kuvvetleri aralarındaki ayrılığı gayrılığı bırakır ona düşmanlıkta birleşirdi, amenna.
Ama Hasan Ferit Gedik, 29 Eylül günü sokağa çıktığında
yasamanın, yürütmenin ve yargının demiri kesen emirlerinden
hepsiyle uyum içinde olan tek bir talebe sahipti: Uyuşturucu
çeteleri mahallemizden defol!
Bu dize ve italik dizilen bütün cümleler Sofokles’in Antigone oyunundan
alınmıştır. Milattan 440 yıl önce yazılan Antigone tragedyası, kral Kreon
tarafından gömülmesine izin verilmeyen kardeşini gömerek ölümü göze alan bir
kızkardeşi anlatır. Bülent Yıldız, ‚İstanbul’un orta yerinde devlet Antigone’yi
sahneliyor. Kreonlar var, ölüler var falan. Ama Antigoneler de var!‛ diye
yazdı dün.
41
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 237
Anlı şanlı yasalarla uyuşturucu ticaretini yasaklayan devletin bu ‚jest‛e cevabı Hasan Ferit’i vuran mafyacıları korumak,
kollamak ve gözetmek oldu.
Din kitlelerin afyonudur, ama yönetenler uyuşturucularını
sek alır. Azını döktükleri kanı, aldıkları canı, yedikleri haramı
biraz olsun unutmak için damarlarına gönderir, çoğunu büyük
bir gönül zenginliğiyle ezilenlere verirler. Ki ezilenler, isyan
yerine nisyana gark olsunlar.
*
Öte yanda sonrasızlık bekler onu.
Bu yanda birkaç bin insan: Çılgın, ama gerçek dost sevdiklerine.
Efendiler buyurdu: ‚Törenle gömülmesi, ona yas tutulması yasak! Alın ve toprağa bırakıp kaçarcasına uzaklaşın mezarlıktan.
Vurulduğu yere götüremezsiniz, burada bir avuç toprak bulduğunuza şükredin. Utanmıyor musunuz herkesten başka davrandığınız için?‛
*
Kardeşimize olan son görevi yerine getirdiğimiz için mi?
Delisiniz siz<
Hayır değilsiniz. Yalnız insanlar delirir bu dünyada.
*
50 yaşını çoktan geçmiş bir baba düşünün. Çoğu ağarmış
saçlarında bir hapishane hücresinin hiç sönmeyen ışığı pırıldıyor. Vakit gece.
Oysa birkaç saat önce, kolunda kelepçeyle de olsa dışarıdaydı. 4 saat izin vermiştiniz ona: oğlunu gömmesi için.
Oğlunu gömemedi.
‚Yüzyılın bütün teknik hünerlerini taşıdıkları halde Ortaçağ âletlerine benzeyen‛ 14 araç ve 5.000 polisle, elleri
kelepçeli bir babanın karşısına dikildiniz. Destan yazdınız bayım destan yazdınız. Ölümüz tabutta kaldı, tabutumuz sokakta.
238 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Merak ediyoruz, hangi toprak alır sizi?
http://fraksiyon.org/hangi-toprak-alsin-sizi/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 239
BÜTÜN MÜMKÜNLERİN KIYISINDA;
ÇATALHÖYÜK‟TEN ANARRES‟E, ORADAN
TAKSİM‟E
CANER BİNGÖL
3 Ekim 2013
‚<
ben üç yer tasarlamıştım üçü de sana bana uygun
biri günebakanlarda biri otuz yaşta birini sorma
birini sorma gün gelir ben söylerim
daha usta olurum daha yiğit o zaman söylerim
bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin
yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen
baştan başlayalım susamlara ekmeklere denizaşırılarına
sevmelere<‛
- Turgut Uyar
İzbe sokaklarda avuçları yukarıya kalkık bir biçimde sokakları arşınlayan ve yoldan geçenlerden dualar eşliğinde metalik
para dileyen dilenciler, gece tek başına karanlık sokakta biran
evvel evine gitmeye çalışan bir kadının ruh tedirginliği, benzin
istasyonunda yatıp kalkan sokak çocuklarının yorgun ve nasırlı ayakları, iş makinelerine sıkışan ucuz yaşamlar, türkülere asılı duran kadim ırmakların sessiz çığlığı, dengbejlerin acının
coğrafyasında dolanıp duran tınıları, abdalın sazına yüklediği
itirazı, esmer çocukların klarnetlerini ve dabrukalarını şehirden
süren
beton
imparatorluğunun
soğuk
yüzü
<
Rezaletin bin bir türlüsü sıralanırken isyan eden virgüller ve
sonu üç nokta ile bitirilmek zorunda bırakılan cümleler. ‘Devamı var’ yani yoksulluğun, ezilmişliğin.
Devamı var çünkü ‘açlık çoğunluktadır’.
‘Zamanında ödeyemiyor elektrik faturasını vatandaşların
yüzde
50’sinden
fazlası’
diyor
televizyonlar.
240 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Bu fatura edilmiş yoksulluk ya bunun bir de fatura edilmeyeni
var diye söyleniyor arada bir vicdanlar.
Binaların yükseltisi mi ‘gelişmişlik’ yoksa bakkal dükkanında kabaran veresiye defteri mi ? diye soruyor mahallenin
çocukları. Derken birgün çocuklardan birine ‚Mülksüzler’i
okudun mu?‛ diye soruyor başka bir çocuk. Ses tonu tıpkı okyanusta inci bulmuş yoksul bir balıkçı gibi heyecanlı çıkıyor.
Bu durum kitap ile henüz tanışmayan çocukta derin bir merak
uyandırıyor ve dersane çıkışında gözleri kitabevini arıyor ve
buluyor. Kitabı ediniyor edinmesine de eve giden yol bir türlü
bitmek bilmiyor, trafik ışıkları o gün haddinden fazla uzun
kırmızı yanıyor ve karnını doyuracağı yemek o gün daha geç
ısınıyor. Velhasıl kendini dış dünyadan soyutlamayı başarıp
dalıyor derin düşlere ve Ursula K. LeGuin’in ‘Mülksüzler’i ile
kalıyor baş başa. Bu dünyayı iç sıkıntısıyla penceresinden seyreden, arşınladığı sokaklarda her an bir adaletsizliğe denk gelen bu çocuk sığınabileceği bir dünyayı Mülksüzler’de buluyor.
Kitaptan kısaca bahsetmek gerekirse ; Anarres ve Uras adında
iki gezegen bulunur ve Urras gezegeninin ana kuralı ‘sahip
olmak’ üzerine kuruludur. Anarres gezegeninin temel felsefesi
ise ‘paylaşmaktır’, her şeyi paylaşmak. Anarres kurak, verimsiz
ve zor yaşam koşulları olan ama sınıfsız bir dünyadır. Urras da
aksine verimli toprakları olan ve kolay yaşama olanakları sağlayan bir dünyadır; ancak burada kapitalist, otoriter bir yönetim mevcuttur. Shevek isimli Anarresli bilim insanının bilimsel
çalışma yapmak üzere Urras’a gitmesiyle başından geçenler
okuyucuya bu iki dünya arasında karşılaştırmalı analiz yapma
imkanı sağlar. Bu sayede bolluğun tanımı yeniden yapılmıştır ;
‛ Annares sadece tozdan ve kuru tepelerden oluşuyor. Her şey az,
her şey kupkuru. İnsanlar da güzel değil. Hepsinin koca elleri ve
ayakları var, benimkiler ve buradaki garsonunkiler gibi. Ama koca göbekleri yok. Çok kirlenirler, birlikte yıkanırlar, burada kimse bunu
yapmaz. Kentler çok küçük ve sönüktür, sıkıcıdır. Hiç saray yoktur.
Siz Urraslıların her şeyi yeterince var. Yeterince hava, yeterince
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 241
yağmur, yeterince çimen, okyanuslar, yiyecek, müzik, yapılar, fabrikalar, makineler, kitaplar, giysiler, tarih. Siz zenginsiniz, siz sahipsiniz. Biz yoksuluz, biz yoksunuz. Sizde var, bizde yok. Burada her şey
çok güzel. Güzel olmayan yalnızca yüzler. Annares’te hiçbir şey güzel
değildir, yalnızca yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok, birbirimizden başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Gözlerde de görkemi, insan ruhunun görkemini görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye
sahip olmadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek başına, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizden görebildiğim yalnızca bu- duvar, duvar ! ‚
Üzerinden yıllar geçmiş ve ‘başka bir dünya’yı kitaplardan
okuyan çocuklar da, düşleri de büyümüştür. Beton imparatorluğunun orta yerinde Taksim Gezi Parkı’nda büyük bir ayaklanma davetine doğru adımlar buluşmuştur. Taksim komünü,
kapitalist modernizmin orta yerinde bir düşün yaşama geçmiş
hali olur. Komünde ; evlerde pişirilen yemekler parkta paylaşılır, bir anda elbirliğiyle halk kütüphanesi kurulur, hüneri olanlar müzik yapar, dev gökdelenlerin dibinde aç karnına sokak
aralarında uyuyan çocukların karnı hergün dayanışma sofralarında doyar, revirlerde ücretsiz sağlık hizmeti verilir, çöpler
gönüllü komiteler aracılığıyla temizlenir, parkın bir köşesinde
bir bostanda marul, çilek vb. ürünler yetiştirilir <
Üç nokta ile biten cümleler yoksulluğa değil bolluğadır bu sefer. Paylaşmanın binbir türlüsü sıralanırken cümlede birbiri
ardına, bu sefer gönlü rahattır virgüllerin. Tüm bu olanlar düşleri gibi kendisi de büyüyen çocukların çağrışım hafızasında
bir anda Gezi Parkı’nın Ursula Leguin’in Mülksüzlerinden fırlayan Anarres olduğunu akıllara getirir. Komün fikrinin hayata
geçtiği yer olan Gezi Parkı bilim kurgu romanından fırlayan
temel felsefesi paylaşım olan Anarres gezegenidir resmen ve
şunları fısıldar Gezi hayaleti park içerisindeki kalabalığa :
242 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
“Sahip olmak yanlıştır. Paylaşmak doğrudur. Tüm benliğinden, bütün o geceler ve günler boyunca tüm yaşamından
başka neyi paylaşabilirsin ki?”
Haziran direnişi mümkünlerin kıyısına seyahat ettiren bir
direniş oldu ve zaman zaman soluklansa da artık Anadolu’da
bir hayalet dolaşıyor ; Gezi Hayaleti <
Anadolu’dan konu açılmışken vakitlerden birinde bu coğrafyada yaşanan bir deneyim arkeologların çabasıyla ortaya
çıktı. Belli ki komün fikrinin kökü bu topraklarda çok eskilere
kadar uzanıyordu. Çatalhöyük’te toprağın altından ‘ sınıfsız
toplum’ çıktı. Bu durumu 1993’ten beri kazı başkanlığı yapan
İngiliz arkeolog Ian Hodder ve Kaman-Kalehöyük buluntularında da 1985’ten beri kazıları yürüten Dr. Sachihiro Omura
şöyle anlatıyor :
‚Çatalhöyük kazılarından öğrendiklerimiz bize modern toplumla
ilginç karşılaştırmalar yapma olanağı sunuyor. Neolitik dönemde yerleşkeler genelde 20-30 haneden oluşurken Çatalhöyük’te 8 bin kişinin
yaşadığını biliyoruz. Buna rağmen Çatalhöyük’te merkezi güç olmadan; idari yetkililer ve çeşitli otoriteler kurmadan bir yaşam sürüldüğünü görüyoruz. Eşitlikçi ve lidersiz bir toplum, herkes aynı sosyal
statüde, kadın-erkek, genç-yaşlı ayrımı yapılmıyor.‛ diyor ve kadınlarla erkeklerin toplumsal yaşama katılış biçimlerine dair de
şunları söylüyordu :
‚Öğrendiklerimizden biri de kadın ve erkeklerin aynı şekilde beslendiği oldu. Kadın ve erkek arasında neredeyse hiçbir sosyal ayrım
yapılmıyor. İşbölümü ve toplumsal roller konusunda bir ayrım olmadığını söyleyebiliriz. Biliyorsunuz Çatalhöyük kazılarında sanat ve
sembolizm konusunda öğrendiklerimiz çok öne çıktı. Kazıların ilk zamanlarında bazı buluntuların ‘ana tanrıça’yı temsil ettiği düşünülüyordu. Artık bu şekilde düşünmüyoruz. Çıkan sanat eserlerinde kadın
‘anne’ olarak yer almıyor. Daha önce de belirttiğim gibi Çatalhöyük’te
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 243
kadın ve erkek arasında böyle bir ayrım yok, dolayısıyla bir ‘ana tanrıça’ figürü de yok.‛42
Öyle anlaşılıyor ki Abdalların bu yalan dünyanın çarkına
ısrarla çomak sokmasının ve itirazını bağlamasının tellerinde
dolaştırmasının kadim bir sebebi var.
Bir fikir, bir kazı, bir kitap ve bir direniş ; geçmiş ile şimdi, şimdi ile gelecek arasında bir söz birliği.
Komün fikri ki umuda bir güzelleme ve bütün mümkünlerin kıyısına doğru uzanıp giden bir yoldur. Pusulasıdır da
aynı zamanda ‘başka bir dünyaya’ yelken açan denizcilerin.
bu fikri sevmeli, saymalı, pamuklara sarmalı <
http://fraksiyon.org/butun-mumkunlerin-kiyisindacatalhoyukten-anarrese-oradan-taksime/
Elif İnce’nin Radikal Gazetesinde yer alan ‚ Çatalhöyük’te ‘sınıfsız toplum’
çıktı
‛
haberinden
: http://www.radikal.com.tr/hayat/catalhoyuk_kazisindan_sinifsiz_toplu
m_cikti-1144778
42
244 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
UYUR İDİK UYARDILAR
SEVİNÇ KOÇAK
8 Ekim 2013
‚Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi‛
- Pir Sultan Abdal
Yakınıp durduğumuz, ara ara zorlayıp da bir türlü başaramadığımız, birdenbire oluverdi. 12 Eylül’ün ölü toprağı denen
suskunluk zırhı yırtıldı. Hem de hiçbirimizin tahayyül etmediği bir biçimde. Kendiliğinden oluverdi her şey. Sokaklar şenlendi. Uzun süredir beklenen toprak atma ritüeliydi bu. Beklediğimiz bundan ibaret değildi elbet ama bu silkinme hepimize
iyi geldi.
Milenyumun zeki çocukları, yaratıcı, eğlenceli, renkli zihinlerini akıttılar barikatlara. Birazcık deneyim eksikti. Ama deneyim denen şey de zaten pratikle edinilirdi. Geçmişin deneyimli
ağabey ve ablalarına olan ihtiyaç, burada ortaya çıktı. Ağabey
ve ablaların artık statükolarını yıkmaları gerektiği de aynı hızla
sokaklarda adım attı. Görünen şuydu; gelenek denen şey geçmişin kaba bir tekrarı ve algısı değil, yeni olanın doğru çözümlenmesi, bugüne uygun örgütlenmesi demekti. Karşılıklı öğrenmeli, bundan gocunmamalı, kendini dayatmamalıydı. Bunun muhasebesi başladı, daha da sürer. Sürmeli.
Kolay değil, onca yılın birikmiş öfkesi ortalığa saçılıverdi.
Patlaması yakın zamanda beklenmeyen yanardağ, lavlarını
birdenbire salıverdi eteklerinden aşağıya. Kimi zaman hedef
şaşırdı ama patlamıştı bir defa. Önemli olan da buydu. Derlenip toparlanmaya ihtiyaç vardı yalnızca. Bunu da zaman gösterecekti. Sokaklara saçılan öfke karşılıksız kalmadı elbette.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 245
Gözdağı, sindirme, korkutma, tehdit, yalan haber, yeniden
uyutma denemeleri, penguenler ve ölümler<
Ethem, Mehmet, Medeni, Abdullah, Ali İsmail, Atakan, Hasan Ferit< Bu listenin evveli oldukça uzun. Üstelik daha uzayacak besbelli.
Takvim yaprakları her geçen gün daha da ağırlaşırken, zamana takılı kaldı bizim çocukların gülüşleri.
Yaşamayı en çok hak edenler, boğazımızda birer koca düğüme dönüşüyorlar. Öfkemiz, kinimiz, acımız, artıyor her bir
ölümle ama zaman annelerin acısı hafifletmiyor<
Bilen bilir, Mayıs ayından bu yana, kişisel tarihim tarihsel
olarak beklenenle üst üste düştü. Gezi Direnişi benim kişisel
direnişimle birbirini takip etti. Uyudum, uyandım ‚bi kapı kapandı geçmişe.‛ Uyanmamı beklerken dostum Barış Yıldırım
yazmış:
‚Sevinç’le ilgili her haberi sosyalist devrimciliğin direnme ve zafer
retoriğiyle vermemiz tesadüf değil. Gönlü devrimde olanın biyolojik
süreçlerle ilişkisi bile devrimcidir, ideolojiktir. Başkasının yaşamayı
seçeceği yerde ölümü seçebilen devrimciler, başkasını öldürecek bedensel darbeler karşısında ‚mucize‛ler yaratıp yaşamın bayrağını
yükseltebilir.‛
Ben uyuyordum ve nereden geldiği belli olmayan ölümcül
bir mikrop, bütün vücut fonksiyonlarımı tekeline almış, çaresiz
bir bekleyişle sonumu hazırlıyordu. Önce teşhis doğru konmalıydı ki tedavi de doğru uygulansın. Günlerce teşhis konulamadı. Teşhis beklenen günlerde teslim olunmamalıydı. Belki
hayatta en iyi bildiğimiz şeydi direnmek. 19 günlük uyku yetti.
Direniş yerini başkaldırıya bırakmalıydı artık. Ölü toprağımı
attım, 19 günün sonunda uyandım. Ben uyandığımda, sokaklarda şenlik ateşleri de yanmaya başlamıştı. ‚Kelebek etkisi‛ dedi
Süreyya Hoca. İnandım.
Bana ‚mucize‛ diyorlar beklenmedik bir uyanışı gerçekleştirdiğim için. Ama gülüşlerimize tahammülü olmayanları ta-
246 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
rihin çöplüğüne atmak için mucize gerekmiyor. Ezberlenmiş
kutsallarla değil, yeniyi doğru okuyarak çıkmalı yola. Yola
çıkmışken durmamalı. Üzerimizden attığımız ölü toprağını ait
olduğu yere, miadını çoktan doldurmuş köhne devletin üzerine atmalı şimdi.
Kendimiz dahil, her şeyle hesaplaşmalı. Güzel gülüşlü gencecik çocuklarla değil de, gülüşlerimizi zamana asılı bırakanlarla vedalaşmalı. Gelenek ve geleceği buluşturmalı. Uyandık
artık. Uyanık kalmalı.
http://fraksiyon.org/uyur-idik-uyardilar/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 247
KAHROLSUN BAĞZI „MARKSİST‟LER!
DOĞUKAN SAKAR
11 Ekim 2013
Gezi üzerine yazıları tararken, marksist.net‘teki bir hayli
eğlenceli Gezi aşağılamalarını okuyunca ister istemez aklıma
‛Your politics are boring as fuck/Politikalarınız sik gibi sıkıcı‛
(http://crimethinc.com/texts/selected/asfuck.php)
makalesi
geldi. Belki de sadece makaleyi Türkçeye çevirip ‛Küçük Burjuva
Sosyalistlerin
<<Gezi
Komünü>>‛
(http://www.marksist.net/utku_kizilok/kucuk_burjuva_sosya
listlerin_gezi_komunu.htm) gibi lezzetli başlıklı yazıları yazan
arkadaşlara mail atabilirdim. Ancak halk mücadelesinde devrimci öğelerin diyaloğunun ve fikir alışverişinin önemine inandığım için, Gezi’de aktif olarak yer almış bir anarşist olarak
kendilerine cevap vermeyi ve iletişim kanalını açmayı ödevim
bilirim.
‛Ne
Savunuyoruz‛
(http://www.marksist.net/marksist_tutum/temel_goruslerimi
z.htm) kısmında, daha ilk maddede ‛(<) *Kapitalizme+ son verebilme yeteneğine ve olanaklarına sahip gerçekten devrimci
tek sınıf proleteryadır‛ diye belirten (ve pardon, bütün insanlardan sadece proleter diye tanımladığı sınıfı yüceltmesi, faşizm değil mi?) ve devamında Troçkist olduklarını açıklayan
manifestolarında bile aslında Gezi’ye karşı düşmanlıklarını anlayabilmek mümkün. Utku Kızılok ‛Gezi sürecine damgasını
vuran küçük-burjuva zihniyetidir‛ diyor. Peki bu gerçekten de
böyle mi? Her kalemden farklı bir şekilde yorumlanan ‛Gezi’nin sınıf karakteri‛ni anlamak için bugün bile devam eden
Park Forumları hareketine ve Gezi sürecinde öne çıkan iki gruba dikkat çekmek istiyorum: çArşı ve Anti-Kapitalist Müslümanlar (AKM). Çünkü ileride de açıklayacağım gibi, ‛Gezi’nin
sınıfı budur, Gezi’nin karakteri şudur‛ gibi ahkâm kesmeler,
248 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
aslında Gezi sürecine dahil olan bireylere yapılabilecek en büyük aşağılamadır.
Park Forumları’nın çıkışını anlamak için Gezi’nin temsiliyet
sorunsalını anlamak gerekir. 31 Mayıs akşamı ‛Tayyip istifa!‛
ve Vali Konağı’na geri çekilen eylemcilerin ‛Vali istifa!‛ demesi, meselenin daha o günden 3-5 ağaç olmadığının en önemli
göstergelerinden biriydi. Eylemciler (burada bir ‛sınıf‛ ayrımı
yapmıyorum) hükümet karşıtlığında birleşiyorlardı. 1 Haziran’da Park’ın ele geçirilmesini takiben açılan Serbest Kürsü de
aslında bireylerin seslerini duyurmak arzularının en önemli
göstergesiydi. Burada, AKP dönemi politikaları, kadın-erkek
eşitliği, cinsel yönelim, kürt sorunu (Kürt Halk Hareketi’nin
hakkıyla tartışıldığını iddia edemesem de), ve evet, neo-liberal
politikalar ve kapitalizm tartışılıyordu.
Ancak ilerleyen süreçte eylemciler paralize oldular –mesele
3-5 ağaç değildi, mesele hükümet düşmanlığından da fazlaydı
da, mesele neydi peki? Ne zaman kalkıp eve gidilecekti, amaç
neydi? Tam kitleler sorunlarını kendi aralarında, Serbest Kürsü’de tartışmaya başlamıştı ki Taksim Dayanışması (TD) meşhur taleplerini yayınladı. ‛Bize kim sordu‛, ‛Taksim Dayanışması ne haddine böyle bir bildiri yayınladı‛ şeklindeki huzursuzluklar Gezi Parkı’nda dillendirilmeye başladı. Buna cevaben TD, Başbakan Erdoğan’la görüşecek heyetin ele alacağı
konuları belirleyebilmek için açık forumlar düzenledi. Ancak
Başbakan’la görüşen heyetin nasıl ve kimler tarafından seçildiği muamma iken, heyetin basın açıklamasında da belli olduğu
gibi parkın geleceğinden başka hiçbirşeye değinilmemişken,
eylemciler iyice huzursuzlandı. Bu zamana kadar pragmatik
bir şekilde TD’nı takip eden eylemciler (zira herkesin ortak takip ettiği başka bir haber/iletişim ağı yoktu) Gezi Parkı’nda
kendi bağımsız forumlarını oluşturmaya başladılar.
Parkın dağıtılmasını takiben, bahsettiğim iki grup ön plana
çıktı: çArşı ve AKM. çArşı, yayınladığı bildiriyle kendi semtine,
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 249
Abbasağa Parkı’na çekildiğini ilan ediyordu. ‛Abbasağa artık
Gezi’dir, herkes Abbasağa gelsin‛ demek yerine, herkese kendi
parklarına dönmelerini, kendi parklarında forumlara devam
etmelerini öneriyorlardı. Benzer şekilde AKM, siyasi kimliklerinin reklamını yapmadan Yeryüzü İftarları’nı başlatıp, insanların kendi örneklerinden yola çıkarak kendi yeryüzü iftar sofralarını kurmalarını öneriyordu.
Gezi’ye müdahil olan insanların çArşı ve AKM’a karşı duydukları sempatiyi anlamak, bu iki grubun da anti-otoriteryen,
merkeziyetçilik düşmanı duruşlarında; bireyselliğe ve yerelselliğe verdikleri önemde saklıdır. çArşı’yı önplana çıkaran unsur ‛Kendinede kArşı‛ (ayrıca sanırım ‘de’ bağlacının ayrı yazılmasına da karşı) ve ‛çArşı bir ruhtur, bedene indirgenemez‛
sloganlarıdır. Herkesin ‛çArşı‛ ile görüşmek, röpörtaj yapmak
istediği bir ortamda, çArşı’ya yakınlığıyla bilinen ve/ve ya direk kurucuları, tribün liderlerinin ‛Ben burada çArşı’yı temsil
etmiyorum, çArşı bir ruhtur‛ deyişleri, Subcommandante Marcos’un 2001′de Meksika’nın başkentinde ‛Ben burada Zapatistleri temsil etmiyorum‛ demesiyle aynıdır –ne çArşı ne de
AKM, ‛Gezi Ruhu‛nun temsiliyetini üstlenmemiş, tam da bu
yüzden Gezi’nin ruhunu en iyi anlayan ve içselleştiren taraflar
olmuşlardır.
Bu yüzden klasik Marksist söylemde, çArşı gibi lümpen
proleteryadan çıkmış bir grup ile ‛Diren iPhone şarjı!‛ yazan
küçük-burjuva üniversiteli gencin birlikteliğini salt sınıfsal tabanda anlamlandırabilmek mümkün değildir. Bunun da ötesinde, Marksist geleneğin bir türlü vazgeçemediği ‛Halkı bilinçlendirmek‛ arzusu, kendi bildiklerine gözü kapalı inanmaları ve sosyalist hedefte tek doğru yolun Proleterya Diktatörlüğü ‛Geçiş Dönemi‛ ile mümkün olduğuna kesin inançları, Gezi
gibi bireyselci, özgürlükçü, anti-otoriteryen karakterlere sahip
bir harekete korku ve şüpheyle yaklaşmalarına sebep olmaktadır.
250 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Gezi’nin anti-otoriteryen duruşunu anlayamayan Utku Kızılok, forumları eleştirirken ‛İşçi sınıfının içinde yeralmadığı
park forumlarından Sovyet tipi iktidar konseyleri çıkartmaya
çalışmak demek, devrim ve Sovyetler konusunda pek de bir
şey anlamamak demektir‛ derken bile bu forumların iktidarı
ele geçirmek gibi bir derdi olmadığını, hatta bu forumların sorununun bizzat iktidar kavramıyla olduğunu anlayamıyor.
Gezi hareketinin Marksist/Troçkist geleneğin aksine iktidarı ele
geçirmek gibi bir derdi olmaması sebebiyle, kendi forumlarının
şekil ve içeriklerini de başkalarına dayatmak, aynı modelde
tüm Türkiye’de (ve/veya dünyada) örgütlenmek gibi bir arzuları olmadığından, bu forumların işçi mahallelerine yayılmaması da bir sorun teşkil etmiyor. Niye etsin ki?
Park forumları, belirli coğrafyalardaki belirli bireylerin
kendi kendilerine örgütlenme arzularını gösterir. ‛Devrimci
Mahallelerinde Park Modeli Geliştirme ve Yaşatma Çalışması
Konseyi Üyeleri‛ gibi bir sınıf yoktur, ‛Şurada da bir forum olsun‛ diyen bir karar mercii bulunmamaktadır –bu forumlar, bu
mahallelerdeki bireylerin bireysel inisiyatifleridir ve kendi
modellerini de kimseye empoze etmemektedirler. Üstelik, bu
modellerin devrimci/işçi mahallelerinde ortaya çıkmaması, bu
modelin yanlışlığına ya da eksikliğine de işaret etmez –sadece
bu modelin, bu mahallelerde ya mümkün olmadığına, ya da
arzulanır olmadığına işaret eder. Herkesin yerelde, kendi istedikleri gibi örgütlenmelerini savunan bir hareketten tek-tip
model bir yapılanma çıkarmasını beklemek ne kadar doğru
olabilir ki?
Zira Gezi hareketi büyük ölçüde işçi sınıfını kapsamıyor
olabilir. Gezi şehitlerinin hemen hepsinin işçi ailesi çocukları
olduğunu ve Ethem’in, Abdullah’ın da bizzat birer işçi olduğunu gözardı etmemekle beraber, yine de Gezi’nin, klasik anlamda devrimci/işçi hareketini bünyesinde eritmediği söylenebilir. Bu noktada şunu soruyorum: Neden işçi sınıfı illa Gezi
hareketi içerisinde yer alsın ki? Gezi, bugüne kadar Türki-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 251
ye’deki sol/devrimci geleneğin propagandaistliğine karşı bireysel ve gönüllülük esasına dayalı ve merkezî bir otoriteye sahip
olmadığı için, kimseyi kendi safına çekmeyen, hatta insanları
kendi safına çekmeyi lüzumsuz gören, bireylerin kendiliğinden
biraraya gelmesine deer veren bir harekettir. Kendisine anarşist
diyecek bir merkezî yapısı bile olmayan, ancak içsel bir şekilde
buram buram anarşist idealleri yaşayan bir hareketi, enternasyonel diktatörlük fikri peşinden koşanların kaygıyla seyretmesi
manidardır.
Sivil itaatsizlik olarak başlayan ve iktidar karşıtlığını (Erdoğan, hükümet ya da AKP karşıtlığından da geniş bir şekilde)
temel alan, Kürt Halk Hareketi’nin yerelde özerk demokrasi
arzularından etkilenmiş bir hareket olarak Gezi İsyanı’nı ve
sonrasındaki forumları, salt enternasyonalist düzlemde, gerçekçilikten uzak, son kullanma tarihi geçmiş (ve hatta hiç bir
zaman geçerliliği olmamış) modeller ve edebiyat dahilinde
eleştirmek ne kadar doğrudur? Sonuç olarak enternasyonalist
örgütlenme fikrinin bugüne kadar Türkiye ve dünyada nasıl
somut bir karşılık bulmadığı bellidir. Buna karşılık iktidar ve
temsiliyet karşıtlığı, doğrudan ve yerelden demokrasi arzuları
günümüzde Zapatistler’den Tahrir Meydanı’na, Indignados’tan Occupy hareketine kadar yankı bulan fikirlerdir. Sol’un
‛Neden işçi sınıfını örgütleyemiyoruz‛ sorusuna cevabı hiçbir
zaman usul eleştirisinden öteye gidememiştir –belki de cevap,
insanların nasıl örgütleneceklerini başkalarından duymak istememesinde saklı olabilir mi?
‛Kızım sana diyorum, gelinim sen anla‛ misali, Gezi’nin
hükümete söylediklerinden Devrimci Sol’un da kendisine çıkarması gereken en büyük ders, kendi ‛entelektüel‛ birikim ve
modellerini, gerçek hayatta hiç bir zaman kabul etmemiş işçi
sınıfına dayatmaya çalışmaktan vazgeçmeleri; ve hatta ‛İşçileri
örgütlemek‛ gibi bir fikirden uzaklaşıp, ‛tek doğru yolun‛ ne
olduğunu öğretme küstahlığını bir an önce bırakarak, kendile-
252 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
rini, ailelerini ve işyerlerini örgütleyip, başka özerk örgütlemelerle organik ilişkiler içerisine girmeye başlamaları gerektiğidir.
Hatta bu bile değildir belki. Başkalarının nasıl örgütlenmeleri gerektiğini söylememeleri kafidir.
http://fraksiyon.org/kahrolsun-bagzi-marksistler/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 253
CEMEVİNİ CAMİYE KAPI YAPMAK
SÜLEYMAN ALTUNOĞLU
26 Ekim 2013
Bilen bilir, Alevilikte kapı önemli bir yer tutar. Yüzlerce yıl
yarı illegal koşullarda yaşadığından mı, yoksa ölülerini kapı
eşiğine gömen tarih öncesine uzanan geleneklerden de bilinmez, kapı önemlidir. O kapıdan, Yunus Emre’nin deyişiyle, eğri odun giremez. Tuzluçayır mahallesine yapılan camicemevi projesi cemevini kapı yapıp, camiye monte etmekten
başka birşey değildir.
Eski bir yazı geleneğidir. Netameli bir konuya başlanırken
önce, şuna karşı değilim, buna karşı değilim cümleleriyle muhtemel eleştirilerin önü alınmaya çalışılır. Böyle bir kaygı taşımıyorum. İbadethane yapılmasına karşı değilim. Halkın çıkarına ve arzusuna uygun, yeteri kadar ibadethane yapmak haktır.
Ancak herşeyden önce ibadethane yapmak için yola çıkanlar tek bir şeyi doğru yapmış olsunlar.
Buradan konuya devam edebiliriz. Bölgede 200 metre mesafede iki cami ve bir cemevi vardır. Camiye gelme ihtimali olan
Sünni halk, kentsel dönüşüm marifetiyle büyük oranda bölgeden uzaklaşmış durumdadır. Yani ihtiyaç yoktur.
Peki halkın arzusu var mıdır? Kırk günden fazladır inşaata
karşı direniş sürüyor. Fakat gelin öncesine bir bakalım.
İnşaata uygun olmayan zemin
İnşaat için seçilen bölgede yakın bir zamana kadar, geçimini
genellikle hurdacılıkla sağlayan çoğu Ankara’nın ilçelerinden
Sünni halk yaşıyordu. Bölgede Alevi halkın yaşadığı kısımla
aralarında bir cadde vardı. Belediye, bundan 3-4 sene bölgenin
eski çöplük olduğunu yapılaşmaya uygun olmadığı iddiasıyla
halka Ege Mahallesi ve Natoyolu’nda yer göstererek takas tek-
254 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
lif etti. Ancak karşılık gösterdiği arsalar değersizdi ve halkın
elinde tapu olmasına karşın ikinci defa Düzenleme Ortaklık
Payı (%40) istiyordu. Genellikle eylemlerden uzak durmalarına rağmen Halkevi’nin gayreti ve şartların zorlamasıyla hukuki bir mücadeleye başladılar. Sonunda anlaşmaya varıldı ve evler boşaltılmaya başlandı. Bu arada yapılan incelemelerde zeminin çok sağlam olduğu ortaya çıktı. Belediye bölgeyi park
alanı olarak ilan etti.
Ancak sonrasında ortaya çıktı ki, alan önce Fethullah Gülen
Grubundan bir şirkete satılmış sonra da Mayıs 2013′te İzzettin
Doğan’ın vakfına devredilmişti.
31 Mayıs Haziran’a bağlanırken patlayan ayaklanma belli
ki onları korkutmuş. Ankara için inşaat mevsimi olan yaz aylarını bekleyerek geçirmek zorunda kalmışlar.
Tuzluçayır dün ve bugün
Çünkü Ayaklanmanın başından bu yana Tuzluçayır kitlesel
eylemlere sahne olmuştu. Alanda çadırlar ve sahne kurulmuş,
akşamları veya hafta sonları yollar kesilerek konserler, forumlar düzenlenmişti. Halk kütüphaneleri açılmıştı. Ayaklanma
şehitleri için helva dağıtılmış, Anti-Kapitalist Müslümanlar
Alevi derneği ile ortak Yeryüzü Sofrası açmışlardı. Bu dönemde Kızılay’a gidenlere yolda yapılan saldırılar dışında hiçbir
polis saldırısı yaşanmadı ve eylemlerde de bir olay olmadı.
Tuzluçayır Alevi halkın çok yoğun yaşadığı yoksul bir mahalle. ’80 öncesinde Öcalan’ın, Devrimci Yol ve Devrimci Sol
liderlerinin yolunun geçtiği, Küçük Moskova diye anılan yerlerden biri. 1980 sonrasında hemen dibinde pavyonların açıldığı, darbe öncesi-sonrası pek çok insanını şehit ve tutsak veren,
zamanla değerleri aşınsa da mücadele nedir bilen bir mahalle.
Tabii buna Tuzluçayır’la başlayan ve Natoyolu’na uzanan diğer mahalleleri de katmak gerek (bkz. ilgili İHD raporu).
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 255
1950′lerde kapitalist gelişmeyle köyünden kopartılan halk
tarihsel bir tecrübeyle kendine yüksek, ulaşımı zor yerleri seçmiş.
CEM Vakfı ne işe yarar?
İzzettin Doğan ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte denilebilir ki Aleviliğin feodal beylerinden. Geçmişten gelen zenginliği ona iyi bir burjuva eğitim sağlamış, burjuva-feodal bilinciyle en iyi bildiği, kendi malı olarak gördüğü halkı ve inancını en
yüksek fiyatı verene satmak. Geçmişte 1980′lerin sonunda
yükselen devrimci hareketin ve Kürt ulusal hareketinin önünü
kesmek için Demirel’in ricasıyla Cumhuriyetçi Eğitim (CEM)
Vakfı’nı kurduğu, Çiller döneminde örtülü ödenekten büyük
paralar ve cemevi kurmak için hazine arazileri aldığı biliniyor.
Alevi halkın büyük bir bölümünde karşılığı olmayan vakıf, arpalıktan başka birşey değil.
Halk nazarındaki olumsuz özelliklerine rağmen Alevilerin
içinde bir Fethullah kurumu açmak için, ondan daha iyi bir ortak olamazdı.
Burada bir parantez açıp bu projenin ülkemizde resmi
ilk cemaat kurumu/camisi olduğunu da vurgulamak gerek.
Ülkemizde Diyanetçe cami sayılmayan Caferi camileri bir yana
bırakılırsa resmen cemaatlere ait bir cami yok. Bu ilk olacak.
Projenin önemli bir yanı da 350-400 kişilik aşevini merkez
alması. Yoksul bir mahalle Tuzluçayır. Markette sırada beklerken cebinden çıkardığı bozukları tek tek sayan, parası yetmeyince aldıklarının bir kısmını kasaya bırakan çok sayıda insanla
karşılaşabilirsiniz.
Asimilasyon, Alevi ambalajı ve direniş
İktidarın ve cemaatlerin kitle gücünde önemli bir rol oynadığı genel kabul gören sadaka kültürünün Alevi ambalajına sarılmış hali Tuzluçayır’da yayılmaya çalışılacaktır. İzzettin
Doğan vakfında böyle bir organizasyonu yapabilecek ne kadro
ne de para vardır. Tüm herşeyi cemaat yapacak, İzzettin Doğan
256 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
sadece konu mankeni olacaktır. Kütüphanesiyle ve diğer olanaklarıyla buranın bir asimilasyon merkezi gibi çalışacağını
öngörmek zor değil. Cemaat dışlanmış kesimleri kendi bünyesinde devşirerek kullanabilme yeteneği gösteren bir yapıya sahip. Mesela bugün Dersim’de, Tunceli Üniversitesi’nin rektörü
Aksaray’lı Alevi bir aileden gelmektedir.
Alevi olacaksa onu da biz yaparız zihniyeti devam etmektedir.
Ayaklanmanın başından bu yana polis saldırısında ya da
gazdan kaynaklı ölenler Medeni Yıldırım haricinde Alevidir ve
cenazeleri cemevinden kalkmıştır. Faşizmin kitle tabanının genişletilip, kemikleştirilmesinde Alevilik tarihsel bir engeldir. En
azından Alevilik içindeki gerici kesim güçlendirilmeye çalışılacaktır. Bu projenin pilot olduğu ve yaygınlaştırılacağı ilan
edilmiştir.
İzzettin Doğan-Fethullah Gülen ortak projesi ve Tuzluçayır
direnişi tam da mahallede ayaklanma ile başlayan hareketin
sönmeye, kendi içinde bölünmeye yüz tuttuğu günlerde başladı. İnşaatın temeli atılmış ancak tanıtıcı hiçbir tabela konmamıştı. Diğer Alevi derneklerine temel açılışına davetin
gelmesiyle halkın devrimcilerin haberi oldu ve 6 Eylül 2013′te
afişleme yapıldı. 7 Eylül 2013 akşamı kazma ve kürekle temele
toprak atma eylemi için toplandığımızda yalnızca birkaç yüz
kişiydik.
Sonrasında onlar vurdu biz büyüdük. Geceli gündüzlü direniş günlerce sürdü. Direniş altı haftadır devam ediyor. Her
haftasonu bir vesile ile toplanılıyor ve inşaata yürünüyor. Her
seferinde çatışma yaşanıyor. Bayramdan önceki hafta sonu direnişçiler bir kepçeyi ele geçirdi ve polisin üzerine sürdü, akrep
kepçe karşısında tutunamadı ve polis inşaata çekildi. Halk
Cephesi inşaata yaklaşıp yakmayı başardı.
Direniş, ivmesi kimi zaman düşse de sürüyor, devrimciler
öncülüğünde polis şiddeti karşısında meşru-demokratik talep-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 257
lerini savunma yeteneği gösterebilen politikleşmiş bir kitle oluşuyor.
Haziran Ayaklanması’nın başından bu yana polis ne yapmışsa Tuzluçayır’da hepsi vardı. Ancak vurgulanması gerek
yan, polisin öldürmekten imtina etmesidir. Alınacak bir canın
projeyi bitirmesinden mi korkuluyor? Onun dışında her tür
psikolojik savaş yöntemi ve şiddet uygulandı. Halkın ekmek
aldığı Halk Ekmek büfesi çatışmalarda zarar gördüğü gerekçesiyle kaldırıldı. ‚Kışın gaz verilmeyeceği, verilse de düşük kalitede verileceği, bölgeye belediye hizmeti verilmeyeceği, emlak
değerinin düşeceği‛ fısıltı gazetesiyle yayıldı. PKK’lilerin çatışmalara katılması öne çıkarılarak şovenist kışkırtmalara başvuruldu. Resmi yoldan ise polis anonslarla helikopterden gaz
atmalar vb. için halkın hedef olmadığı yönünde açıklamalarda
bulunuyordu. Eylemlerde gözaltına alınanlar tutuklanmadı,
dövülüp bırakıldı. Ya da ıssız sokaklarda tek bulduklarında bıçaklananlar oldu. Yani kısacası polis şu ana kadar hedef alarak
öldürme dışında herşeyi denedi.
Bomboş sokakların durduk yere gaza boğulmasından, geceyarıları helikopter gezmelerine, ambulansların gaz bombası
taşımasından, esnafın camlarına gaz fişeği atılmasına kadar
mahalle halkı, 12 Eylül’den bu yana biraz uzak durduğu ne
vardıysa fazlasıyla yaşadı, yaşamaya devam ediyor.
Şu an inşaat devam ediyor. Çevresinde 7/24 TOMA’lar ve
polis korumasında bir inşaat yükseliyor. Bir düşman toprağında ileri bir karakol, bir kale yapıyor gibiler.
Direniş sürerken yapılan resmi temel atma töreninde Alevi
‘açılımı’nı yürüten bakan Faruk Çelik, CHP genel başkanının
onayıyla parti adına katılan CHP Mv. Sinan Aygün ve Mustafa
Sarıgül’ün tahsis ettiği otobüslerle İstanbul’dan getirilmiş bir
grup Alevi vardı. Sonradan, bu getirilen insanlardan bazıları,
projenin içeriğini böyle bilmediklerini söyleyeceklerdi. İktidarın Alevi açılımı bundan güzel ortaya konulamazdı.
258 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Kısacası arsa temininden, yapımına her adımda yalan ve
düzenle örülü bir ‘ibadethane’. Projenin maliyetinin Fethullah
Gülen grubunca karşılanacağı açıklandı. O grup ya da İzzettin
Doğan vakfı. Bunların ne cemevi ne de cami yapmaya hakkı
yoktur. Dini inançları kullanarak bir sermaye kesimi yaratmaktan, dini sömürmekten başka bir şey bilmezler çünkü. Bu proje
onlar için bir işletmecinin pazarı büyütme çabasından başka
birşey değildir.
Direnişin deyim yerindeyse kırkını çıkardığı şu günlerde
Diyanetin açıkladığı yeni plan, bu projeyle uyumludur. CEM
vakfının Alevi halkı asimilasyona hazırlama çabası olan Alevi
İslam Din Hizmetleri Başkanlığı’nın, Diyanete bağlanacağı,
CEM vakfı aracılığıyla Alevi dedelerine kadro verileceği, diğer
Alevi dernek ve vakıflarına bağlı cemevlerinin kapatılacağı basında yer almıştır. Bu planın ne kadar yürüyeceği elbette karşı
direnişe bağlıdır. Ancak diğer Alevi derneklerinin projeye karşı
net bir söylem ve eylem içinde olmamaları iktidara cesaret
vermektedir. Geçtiğimiz aylarda CHP Mv. Sabahat Akkiraz’ın
açıkladığı Alevi Raporu’nda 1923′te % 30 olan Alevi nüfusun
%15′e gerilediğine dikkat çekilmişti. 1950 sonrasının kapitalist
gelişimi içinde varlığını bu kadar koruyabilmiştir. Bunu da
yükselen devrimci mücadeleye borçlu olduğunun bilinci Alevi
halk içinde yaygınlaştıkça kültürünü koruyacak ve çağdaş devrimci değerlerle bütünleşmesiartacaktır.
İnsan kısım kısım, sol damar damar
Haziran Ayaklanması içinde, onun hedeflerine bağlı kalarak bu özgün ama bir o kadar da ülke çapında boyutları olan
direnişini sürdüren Tuzluçayır, Ege Mahallesi ve Natoyolu
halkı ne yazık ki #direngezi ailesinin bir kesiminden sözlü
bir destek bile alamamıştır. Direniş, Hatay’da direnişin yeniden canlanmasına bir vesile olmuş. Sonrasında ODTÜ direnişi
ve Ahmet Atakan’ın şehitliği öne çıkmıştır. Ancak konu hala
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 259
tüm boyutlarıyla direniş cephesinin tartışmasını beklemektedir.
Tuzluçayır’da hızlı twitter kullanan akıllı telefon sahibi çok
direnişçi yok, yoksul bir mahalle burası. 500 puan elitizmi üretilecek malzeme de yok. Ancak ekmek teknesi taksisini
polisin önüne çekme cüreti gösteren taksicilerimiz var mesela,
sonra iyi kepçe kullanan direnişçilerimiz.
Velhasılı sorun halkın yaratıcılığı, fedakarlığı değil, direnişin başından beri varolan iki tip solculuğun kendini bir kez
daha göstermesi. Herkes farklı kelimelerle adlandırıyor bu iki
kesimi ama böyle bir ayrım var ve Tuzluçayır direnişi bunun
en net görüldüğü yerlerden biri. Olayın netameli olması, düzenle çelişkinin sert olması sahiplenmeyi kimi kararsız kesimler
için
zorlaştırıyor
olabilir.
Ancak
unutulmasın
ki burası Ethem’in mahallesidir. Burada yaşamış, hamallık
yapmış, sayısız eyleminde yer almıştır. Bağrından ayaklanmanın neredeyse tüm şehitlerini çıkarmış Alevi halkın yaşadığı,
yüzyıllardan getirdiği inancını sola bağlamış bir mahalledir.
Son yıllarda her politik tahlili ABD’nin imamı veya İmam’ın
ordusuna bağlayan ne çok cümle kuruldu. Buyrun, burada o
ordu, kendine Alevi çocuklarını devşirip, yine kendi halkına
düşman edeceği bir kurum inşa ediyor. Solun bahçesine giriliyor tabiri caizse.
***
Düğünlerde, kutlamalarda bir eğlence aracı iken, Haziran
Ayaklanması’yla bir direniş aracına dönüşen havai fişeklerin
ışığında geceler boyunca parlayan Tuzluçayır, devrimcilerin,
genel olarak solun, halkın ve bilcümle egemenin nerden gelip
nereye gittiğini bir kez daha ortaya koydu. Siz bunun neresindesiniz?
http://fraksiyon.org/cemevini-camiye-kapi-yapmak/
260 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
DROGBA „ULAN!‟
HASAN TÜBEK
25 Kasım 2013
Bir belayı defetmenin derdinde, bunun eşiğinde bir ülke.
Bunu gerçekten isteyen ve gösteren bir toplam var. Öyle ki bu
defetme isteği, gerçeği ona baş-aşağı gösterecek kadar kabarmış görünüyor. Haksız değiller belki. Karşısında insana aklıyla
düşünmeyi unutturacak, öfkesiyle düşündürecek cinsten, saplantılarını kendisinden olmayan herkese dayatmayı en temel
taktiği haline getirmiş, sonradan görme bir iktidar düşkünü
var. Yine de aklımızı sakındığımız sürece öfkelenmek iyidir,
tepkiselliğini-duygusunu yitirmemiş insana ilişkindir, itiraz
damarına denk düşer. Elbette ki akla, cesarete olduğu kadar
öfkeye de ihtiyaç duyulacaktır direnmek için bu zor günlerin
sancısına.
İleriye doğru her adım, her sıçrayış olumludur, önemlidir
mutlaka ama olumsuz yönlerinin olmayacağı anlamına gelmez. Misal, 70’li yıllardaki büyük atılım. Türkiye için kırılma
noktası olduğu kadar sonrasında gelen yenilgi, belini doğrultamayan solun referansı olmaktan kurtulamamıştır. Diğer türlüsü günü geçmişten koparmak olur. Mümkün müdür?
Sonu yenilgi bile olsa fena mı oldu! Bu topraklara, bu ülke
aklına sosyalizm mücadelesi bu atılımla kök saldı. Solu bu ülke
tarihinden çıkarın, geriye köhne karanlıktan başka ne kalır ki.
Hem yenilgisi olmayan kavga mı olur, hele ki bir kavga olarak
sosyalizm, peşi-sıra gelen yenilgiler sonrası tek zaferden başka
ne olabilir ki! Ne var ki, yenilgiye işaret etmek kadar mücadeleye yön vermek de gerekir, yoksa güncelliğe dokunmadığı sürece yapılan, politikanın nostaljik sunumu olur. Bu da tarihçilerin işidir.
‚70’lerde olmadıysa bir daha da olmaz‛cı örgüt düşmanı,
mücadele kaçkını, ‘özgürlük’ düşkünü lümpenler sürüsünü bir
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 261
yana bırakın. Kırk yıl sonra yeni bir atılım bütün yüküyle, zoruyla solun omuzlarında. Solun en azından kırk yıllık birikimiyle Gezi toprağına ayak basması gerekir. Yenilgiyi besleyen
hatalardan kaçınmak gerekir, ittifak politikaları eski hamlığıyla
tutmaz. ‘Karaoğlan’ sendorumunu tekrarlamanın ne Türkiye
halklarına ne de solun tarihsel mücadelesine tek bir arpa boyu
katkısı olamaz ama çalacağı çok şey var.
Gezi bu haliyle iki yanı keskin Acem kılıcı. Düşmanına yöneldiği kadar bütün sahipsizliğine rağmen, ‘sahibi’ne dönmesi
de pekala mümkündür. Bu olursa, iktidar duvarına çarpacağı
için değil içinde barındırdığı çelişik unsurlardan olur. Bu çelişkilerin varlığı rastlantısal değil elbette. Söz konusu bir halk hareketidir ve bütün toplumsal çelişkileri bünyesinde toplaması
beklenir. Devrimci bir bakış bu çelişkilere, sürüp giden mücadelenin dinamiği haline getirme çabasıyla yaklaşır. Görmezden
gelmekse, havlu atıp geçmişin anılarına sığınmaktır ya da kendini akıntıya bırakmaktır.
Aynı Gezi, başı olan ama son noktası konmayan, inişliçıkışlı devam eden bir süreç. Hala son söz söylenmiş değil.
Devlet ve düzenin, içli-dışlı bütün aktörlerinin konumlarını
gözden geçirdiği, yeniden konumlandığı bir uğrak noktası.
Düzenin ezberlerini bozan siyaset ve mücadele yöntemlerinin
unutturulması, en azından terk edilmesi için iktidarıyla muhalefetiyle giriştikleri bir çaba var. Bu çabalardan en önemlisi, iktidara cansuyu olarak uzatılan seçim formülü birincisiyse, ikincisi de direnişle açığa vuran halk-devlet çatışmasındaki yalın
gerçeğin iktidar-muhalefet eksenindeki kayıkçı kavgasında boğulmak istenmesidir.
Doğanın açık haliyle gösterdiği bir yasası var. Basit, kış atlatılmadan bahara varılmaz! Kolaycılık, bunun tersini söyler,
kestirme yol arayışındadır her zaman. Aradıkları kestirme yolların yanlışa çıktığı ne kadar tecrübe edilse de bu arayıştan
262 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
vazgeçilmez. AKP karşıtlığının bir ucu bu kolaycılığa denk düşer ama iktidarın korkusu diğer ucunda saklı.
Bu kolaycılıktan beslenen, şu sıralar ateşte pişen kestaneleri
toplama telaşında olup, gezinin ‘kutsal’larını sıçrama tahtasına
dönüştürmeye çalışanlar da yok değil. Devlet baskısının yarattığı rüzgarla yelkenlerini şişiren, şimdiden korkunun karşı
kutbuna mevzilenmiş, akçeli hesaplarını halkın hesabının önüne koyan sözüm ona çare diye pazarlananlar, pazarlayanlar!
Amerikalardan icazeti, cemaatten desturu, arkasına da İstanbul sermayesini almış vurguncu, soyguncu sürüsünü kimse
de halka ‘çare’diye anlatamaz. Soldan açık ya da örtülü dirsek
temasına girecek olanlar, pazarlığa tutuşanlar bir kez daha düşünmek zorundalar! Gezi’nin bedelleri üzerine kurulacak pazarlık masası, kendi yeni başlamış ömürlerini sonlandırmaktan
başka sonuç vermez.
Yaratıcı akıl Çare’yi Gezi’nin her sokağında, her meydanında yeterince açığa koydu. Gezi’deki çare her şeyden önce
edilgen tutarsızlıktan sıyrılmış, maddeye şekil verme çabasına
girişmiş, iş başa düştü deyip, bedenini taşın altına koymuş direnişçi ruhtur.
Bununla diğerini yan yana koymak Haziran Direniş’ine
cepheden küfretmektir.
Gezi’yi geride bırakmış halkın, yeniden sandığa kanalize
edilmesi hangi ‘sosyalizan’ aklın-taktiğin ürünüdür, kestirmek zor. Devlet ve düzenin, onun bütün baskı-kontol mekanizmalarının, sonra sandığı ve meclisinin meşruiyetini önemli
ölçüde yitirdiği, siyasetin kitlelerin dokunabileceği bir yer olarak meydanlara indiği bir dönemde sandığı-meclisi işaret etmek, halkı siyasetin dışına itmekten ve iktidar blokuna kaybettiği ‘itibar’larını kazandırmaktan başka sonuç vermez. O yüzden sokaktaki Drogba meclislerdeki ‘çare’lerden çok daha çaredir.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 263
Açık haliyle söylersek, halkın içinde olmadığı hiçbir denklemle siyasi iktidarın yıkılması mümkün değildir. Bu imkansızlığı bilerek öyle devam etmek gerekir. Kaldı ki iktidarın gitmesinden çok daha önemlisi, onun nasıl ve kim tarafından gönderileceğidir. Buradaki ayrıntı AKP sonrası Türkiye’nin yazgısına
ilişkindir, hepsinden daha önemlidir.
Erdoğan’lı ölümle, Sarıgül’lü sıtmalar arasına sıkışmış
halkı, bu ikilemden çıkarmak yerine sıtmaya razı etmeye çabalayan siyasette arıza var demektir. Kendisine sol dese bile. Ağrılı, sancılı, kahır dolu bir sıtmadansa, ölüm evladır. En azından dövüşerek, direnerek. Daha aşağısının kurtarmayacağını
bilerek<
http://fraksiyon.org/drogba-ulan/
264 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
“İYİLER ZAFERLE ÇIKMALI BU HARPTEN”
|GEZİ TUTSAĞI KUBİLAY İYİT‟TEN MEKTUP
27 Kasım 2013
Kubilay İyit, Gezi İsyanları’nın ortasında, 20 Haziran günü
gözaltına alınıp tutuklanan bir direnişçi.
Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzikoloji Bölümü yüksek lisans öğrencisi olan Kubilay bir sınav
için okula getirildiğinde arkadaşları onu şarkılarla, sloganlarla
karşılamıştı.
Kubilay’ın o günlerde yazdığı mektuplardan birini daha
önce okumuştuk: Mapusta bir çapulcuyum, siz kardeşlerimi
özledim!
Birçok ilde mahkemeler hukuk cambazlıklarıyla içeri atılan
direnişçileri bıraktı ama hala birçok ilde, bazıları tutuklu olmak
üzere, Gezi direnişçileri yargılanıyor. 26 Kasım günü Mersin’de, direnişin en etkin müzik kolektiflerinden Praksis
(@PraksisPraksis), ‚müzik çalarak grubu dinamik tutmak‛ gibi zihnisinir bir ‚suç‛tan yargılandı. Kubilay İyit ve arkadaşları
ise 3 Aralık günü İzmir Adliyesi‘nde olacak.
Geçtiğimiz günlerde Kubilay okuluna ve arkadaşlarına yeni
bir mektup gönderdi. Metin, okulun duvarlarına afiş olarak da
asıldı. Bu mektubu paylaşıyoruz:
‚Okul yolu hasret yolu<‛
Merhaba,
Herkesin bir hikâyesi var. Benim hikâyemin ortasından bütün
bir Gezi geçiyor. Üstelik en sakıncalı haliyle. O sebeple atılanın
vaktinden önce çıkmayı dilediği sarı benizli, hayalet bir binada
mahpus durumdayım. Tam da tez çalışması, yükseği atlatmaya
ramak kalmışken.
Çıkılması muhtemel bir yokuşun ortasında bacaklarınızda titrek bir coşku, sırt çevirip ‘sırça köşk’teki kader yazıcılarına yellendire yellendire yokuş aağı koşmaktasınız. Sokakta adı kon-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 265
mamış bir bıkkınlık. Sefil, sefiller, siste yitmiş bir düzen, açlıkla
terbiye edilmiş köpekler, modern buyurgan bir ses<Uğursuz
rüzgarlar var memleket semalarında. Hayata gri gözlerle bakmaktasınız. Meraklanmayın ‘umut yeşile çalacak’. Ethem, özgürlük için ilk requem. Gaz bulutlu kefenler. Tarihle büyüyen o
çınar toplayacak kaldırımdan çocuklarını. Aylardan Haziran,
yüksek rakım çöl sıcağı günler. Final haftası, bir elde ders notları diğeri özgürlük adına sıkılı. Adınız ‘hesabı dürülecekler’ listesinde. Bir sabah ezanı sonrası kelepçelenip 3 gün siyasi şubede kalacaksınız. Dışarıda tencere-tava; içeride su, şeker ve kahkaha. Hücrelerde bilinmeyeni göğüslemeye hazır bir çokluk.
Marş, volta ve slogan sağanağında siviller. Az sonra bir hüküm
koyucu bütün bir hayatınızı bozuk para niyetine harcayacak.
Hayattan beklentileriniz derin bir huzursuzlukla yüklü ise ait
olduğunuz sınıfın karatahtasına adınızı kocaman harflerle
yazmalısınız.
Mahpusluk belki ağır bir mahrumiyet. Bazen kendimi olayların
iç karartıcı iklimine bırakıyorum. Beklentilerim en son sınırında
iken umuttan yana, çakılı kaldığım bu iğreti yer beni içine çekiyor. Fakat, hayata tutkuyla bağlanmadıktan ve hayatın seyrini
özgürce kavramadıktan sonra ne önemi var bunca sıkıntının.
Özgürlük yaptıklarınızdan çok yapamadıklarınızla ilgileniyor.
Sonbahar iyi geldi. Okullar açıldı, saçıldı, yalın ve tereddütsüz
bir öfkeye çaldı. Hayat bu yaz benden yana az biraz sıkıntılı da
olsa varsın olsun. ‘İyi’ler kesinlikle zaferle çıkmalı bu harpten
yoksa ‘kötü’ler yiyecek kendilerine ‘kötü’ diyen iyileri.
Okul yolu, hasret yolu<
Dostça kalın<
Kubilay İyit
Kırıklar 1 Nolu F Tipi Hapishanesi
http://fraksiyon.org/gezi-tutsagi-kubilay-iyit-ten-mektupiyiler-zaferle-cikmali-bu-harpten/
266 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
GEZİ’NİN KÜLTÜRÜ, GEZİ’NİN SANATI
Gezi’nin kültürü ve sanatı bu birkaç yazıyla kapsanacak gibi değil. Yine de bir Gezi ekolojisi incelemesiyle, direnen sanatçılar dair üç yazıyı bu paranteze alıyoruz. Bu bölüm dizelerle örülmüş bir Gezi gözlemiyle
bitiyor.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 267
MÜZİK, GEZİ‟NİN PEŞİNİ BIRAKMAYACAK!
DİYAR SARAÇOĞLU
30 Ağustos 2013
Gezi Parkı direnişlerinin toplumsal politika açısından çokça değerlendirmesi yapıldı ve yapılmaya devam edecek. Bir isyan ve
diriliş süreci olarak algılanan, geniş halk kesimlerinin sokaklarda özgürlük ve onur için zorbalıkla mücadeleye tutuştuğu günler aynı zamanda ‘sokak sanatı’nında yeniden arz-ı endam ettiği bir dönemin önünü açtı. Devletin, sermayenin ‘kurumsal sanatı’ yaşanan büyük deneyimin altında kalırken, sokaklar doğrudan kendi sözünü sanatla ifade etme olanağı buldu. Gezi direnişleri müziğin direnişinin de olanaklarını yeniden tartışmaya açtı.
Gezi’nin müziğini Diyar Saraçoğlu, Müzisyen ve müzik eleştirmeni Serdar Türkmen ile konuştu.
Gezi Parkı sürecinde müzik değerlendirilirken, ‚çok büyük etkisi vardı‛ deniyor. Müziğin direnişe asıl kattığı şey
nedir?
Elbette çok boyutludur ama ‚çok boyutludur‛ deyip kolayında kalmak yerine hata yapmayı da göze alarak biraz içine
dalayım. Elbette ilk olarak coşkudur müziğin direnişe kattığı.
Bunun da başlıca sebebi beraber ritim tutma ve şarkı söylemenin yarattığı ‚çokuz biz çok milyon milyon‛ ve de ‘tek yumruk’ hissiyatı olsa gerek. Başka bir nokta da -benim en çok ilgilendiğim- şarkıların içerikleri dolayısıyla ortaya çıkan kültür
aktarımı olanağı. Özellikle bu bahsettiğim etki sayesinde, en
genişinden söyleyeyim muhalif kültür, Gezi Direnişi’ne bağımlı olmayan bir hatta doğru yürüyebilir. Tabi bu son söylediğimi
ilk söylememek gerekiyor.
Neden?
Çünkü yüzeysel bir hâl ortaya çıkıyor, havada asılı, nedenselliği zayıf, belki biraz da pratikle mesafeli bir şey< Yani Gezi
268 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
forumlarına katılıp tartışmayı ‚asıl düşman kapitalizm‛ meselesinde tıkamak gibi birşey. Önerme doğru olmakla beraber
‚eee?‛ sorusunun cevabını muğlaklaştırdığı için en başta pratiğin önüne geçecek şekilde bunları tartışmayı, tartıştırmayı pek
işlevsel bulmuyorum.
Müziğin direnişe kattıklarına ilişkin yine kendimizden bir
örnek vereyim. İzmir Müzisyenler Derneği, sürecin ilk gününden itibaren sokakta. İlk 60 gün her gün meydanlarda, parklarda, mahallelerde ve hatta gerçekten sokak aralarında müzik
yaptık. Beraber müzik yaptığımız insanların çoğu kendini
‘müzisyen’ olarak tariflemezler. Bunu söylediğim zaman bu
sürecin öğrettiği ya da haydi birkaç adım geri atayım hatırlattığı 2 şey daha beliriyor aklımda. Birincisi herkesin herşeyi yapabilmesinin zemininin yaratılma gerekliliği -fakat basit bir
yabancılaşma tartışmasından öte-, ikincisi de herkesin şimdiye
kadar kendi hayatını (ve dolayısıyla işgücünü) yeniden üretmek için egemenler hesabına yaptığı herşeyi, bu direnişin içerisinde artık, toplumsal hayatı yeniden üretmek için direnişin
hesabına yapması. Bunun Gezi’de somutlaşmış en belirgin hali
doktorlardır. Belki buradan sonra en fazla ihtiyaç duyulacak
olansa müzisyenlerdir.
Gezi direnişi kendi müziğini oluşturdu mu sence?
Önce şunu açıklayarak başlasak daha iyi olacak: müzik denilince akla öncelikle şarkı geliyor. Burada somutun stratejik
üstünlüğünü teyit de etmiş oluyoruz aslında. Öte taraftan müzik yalnızca şarkı formundan ibaret değil ama müziğin hayatla
kurduğu en gerçek ilişkinin ‘şarkı’ olduğunu söylemek de pek
abartı olmaz sanırım. Bu referans üzerinden gidip, ‚müzik‛
derken aslında ‚şarkı‛dan bahsedeceğim.
Gezi direnişinin yöntem açısından özgünlüğü açıkça görünüyor, çok yazıldı, çizildi. Tekrara gerek yok. Direnişin içinde
hem çok sayıda hem de çok çeşitte ve nitelikte şarkılar üretildi.
Bu şarkılardaki temel dayanağı bulmak için bir kazma işlemi
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 269
yaptığımda bir çeşit üstünlük gülümsemesi ve galibiyet psikolojisi görebiliyorum. Yani nasıl eskimiş isyan etme yöntemlerinin yerine yenileri geçtiyse, ona paralel olarak -elbette basit bir
ayna değil- şarkıların sözleri de yeniye büküldü.
Toplumun geniş bir kesimiyle birlikte müzik de sokağa
indi diyebilir miyiz?
Tam öyle ifade etmek doğru mu bilemedim, şöyle ki; müzik, sokağın enerjisine kayıtsız kalamadı, çaresi de oradaydı
belki ve bu fırsatı atlamadı. Tabi genellenemeyecek bir çok şey
yaşandı. Ben ağırlıkta, üyesi olduğum İzmir Müzisyenler Derneği ile alanda bulundum. Gitaristim ama süreç içerisinde saksafon öğrenmek zorunda kaldım. Çünkü bu süreci çekip çevirebilecek çalgılardan biriydi.
Dernek üyesi olan ya da olmayan birçok müzisyen dostumuz eylemlere katıldılar. Bunların müzik tarzları, orada olma
sebepleri çok çeşitliydi ama hepsi müziğiyle orada olmak istiyorlardı. Tabi burada önümüze daha çetrefilli bir soru çıkıyor:
mesela sanat müziği yapan bir grup nasıl destek olacak direnişe? Yıllarca pop-caz çalmış ve Çav Bella’yı dahi tam bilmeyen
bir müzisyen müziğiyle nasıl katılacak? Bu sorular başka alanlarda da sorulmuştur elbet ama müzikteki bariyer çok belirgin
gibi geliyor bana. Neticede Gezi Direnişi’nin gelinen bu aşamasında bu dostlarımız kendi iç sorgulamalarını da yapmıştır
ama asıl soru işaretinin büyüğü, böyle kapsayıcı direnişlerde
yaratılan araçlara ve bu araçların buluşturucu/dönüştürücü etkisine ilişkin olmalı.
Amatör grupların yanında, beklenmedik isimler de direnişe müzikleriyle katkı sundular. Mesela Alpay da gezi ile
ilgili şarkı yaptı. Bu nasıl okunmalı?
Tabi çok bilinmeyen birşey değil ama müzisyenlerin, daha
genel olarak da sanatçıların, belirgin liberal eğilimlerinin yanında, sanat ile uğraşmanın ittirdiği bir sol duyarlılık da söz
konusudur. Özel olarak da bu dönemin yarattığı coşku ve kül-
270 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
türel hegemonya sanatçıların üretimlerini doğal olarak etkiledi.
Benzer şeyler daha önce de yaşanmış. Örneğin devrimci mücadeledeki 1976-79 arasındaki devasa büyüme, toplumun çok
geniş bir kesimini etkisi altına almış ki, arabesk dahi buna kayıtsız kalamamış. Tüm müzik türlerinin içerisine, en hafif tabirle, birtakım ilerici içerik serpilmiş. Yine 68 kuşağının popüler
isimleri açısından da benzer bir durumdan söz edebiliriz. Bence müzikler açısından da ‚Bu daha başlangıç‛. Yeni albümlerde açık ya da gizli birçok Gezi şarkısı olacak muhtemelen.
Bu dönemin öne çıkan yöntemlerinden biri de ‘şarkı uyarlaması’. Bu tip üretimlere ne diyorsun?
Şarkı uyarlamaları büyük bir silahtır. Hemen bir kalemkağıt, ayak üstü dahi olsa, 3-5 kişi, kolektif akıl, bir de bakmışsın ki bir satır o, bir satır öbürü, bu olmaz, şu olur, hadi söyleyelim filan derken uyarlama çıkar. Zaten toplumsal bellekte
yer etmiş bir ezgi olduğundan hızla ezberlenir ve yayılır. Fakat
bir kısa menzil silah olduğunu da unutmamak lâzım; hızlı
üretilir ve tüketilir. Dolayısıyla siz bu kadar büyük bir mücadeleyi uyarlama şarkılar ile taşıyamazsınız. Direniş kültürünü
oluşturmak için atölyeler üzerinden şarkılar bestelemek gerekir; yani bir nevi ‘yeni anonimlik’.
‚Şarkının/türkünün özü bozuluyor‛ denmiyor mu?
Sürecin başından beri biz de arkadaşlarla pek çok uyarlama
yaptık. Bunların bir kısmı doğrudan sahne doğaçlamasıyla oldu. Örneğin Ruhi Su’nun Mahsus Mahal’i ‚Artar eksilmeyiz
TOMA’larınla, artar eksilmeyiz biber gazınla‛ sözleriyle günümüz mücadelesine uyarlandı. Ünlü Ege türküsü ‚Bize de
derler Çapulcu‛ olabildi mesela. Daha bir sürü örnek< Burada
diyalektiğin önemini görüyoruz. Değişen nesnel gerçekliğe göre türküler de otantik (ne demekse?) hallerinden çıkmak durumunda kalıyorlar.
Benzer bir dönem 60′ların sonlarında da yaşanmış. Devrimci aşıkların şarkı sözlerinin içerisinde emperyalizm, oligarşi,
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 271
sömürü gibi kelimeler girmeye başlamış. Sonra bir şarkının özü
nedir ki? İlk söylendiği hali mi? Elbette bugün söylenen türküler de çok büyük değişimler geçirmiştir. Bugünkü uyarlamalar
açısından başa dönersek, bunlar birer güncellemedir ve böylelikle geçmiş ağacının kurumuş dallarının yerine yenileri konuyor.
Müziği, diğer sanatlardan bu bağlamda ayıran nedir?
Direniş anlamında ilk aklıma gelen ‘beraber yapılabilme’nin
ayrımı. Tarihsel şeyler de söylenebilir belki ama bugün açısından bakarsak diğer sanatlarla ilişkisi bağlamında ve gündelik
hayattaki tüketilirliği anlamında müzik birkaç adım önde. Yani çok tehlikeli birşey. Nasıl kilise bu gücü farkedip müzik ve
propaganda ilişkisine yüklendiyse, bugünün egemenleri de,
hem de daha çetrefilli hareketlerle saldırıyorlar zihinlerimize.
Tabi tersi açısından da avantaj. Eğer ‚varoşlardan taşıp sokaklara çıkan‛ şarkılarınızı, her daim kulakta takılı kulaklıklardan
çaldırabiliyorsanız bu büyük bir toplumsal meşruiyet kazandırır. Tabi bu anlattığım ‘direnişi savunan müzikler’ ile ilgili. Bir
de ‘direnişte yapılan müzik’ var ki diğerinden belli oranda ayrılmalı.
Neden, direniş için afiş asmak ile bilgisayar başında hack
yapmak arasında bir fark var mı?
İlk bakışta yok tabi. Tabi benim anlattığım karşıtlık, senin
sorduğundakinden de farklı. Evde bir şarkı bestelersin, sözü,
müziği, prozodisi, armonik yapısı üzerine hesap kitap yaparsın, kaydını yaparsın, kayıt sonrası bilgisayar müdahaleleri ve
bir video eşliğinde de dolaşıma sokarsın. Elbette bu örneklediğim hareket de bugünkü cezalandırma sistemlerine baktığımızda tehlikelidir. Fakat ötekisinde, önceden yapılan hesapların -mesela repertuar hazırlamak- pek tutmadığı ve her daim
yeniden çözüm üretme, yaratma ve doğrudan yapılan işin
kendisi olmak gibi imkânların ve zorunlulukların ortaya çıktığı
bir durum var. Elbette bir de inandırıcılık, sahicilik meselesi
272 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
var. Birtakım entelektüel alanlarla temas halinde tartışabilecek
bütün bu konuların çözümü ve yaratılan bütün şarkıların sınanacağı yegâne alan, o şarkının adandığı zemin olabilir ancak.
Peki bundan sonra müzisyenler ne yapacak?
Bu çelişkin ve gerilimli ortam müzisyenler için büyük bir
şans elbette. Ama yine de bu kadar büyük bir toplumsal atılımın içerisinde, bütün sanatçılar gibi müzisyenlerin işi de oldukça zor. Büyük ve ferah bir yol açıldı.
Asıl sancıysa, şimdiye kadar sıradan ikili ilişkiler içerisindeki birtakım ayrıntılar, hayattaki olumsuzluklar karşısında
uğranılan yenilgi, boşvermişlik< vb. temalarda şarkılar dinleyerek ve söyleyerek müzisyenleşenlerin, bu ‘doğrudan söyleme’ süreçlerine kendi bedenlerine paralel olarak müziklerini de
katıp katamayacaklarında olacak gibi.
Fakat şu açıkça görünüyor: Müzik, Gezi’nin peşini bırakmayacak.
http://fraksiyon.org/muzik-gezinin-pesini-birakmayacak/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 273
METRE HESABI HAYAT, TON HESABI ŞİDDET
OYA YAĞCI
24 Temmuz 2013
23 Temmuz akşamı Ethem Sarısülük Yaşam Alanı’nda, Eylem
Şen’in ‘Metropolis’ belgeselini izledim.
Eylem Şen, filmi Haziran Direnişi başlamadan önce tamamlamış. Gelmekte olanın sezgisi filmin bütününe yansımış.
Film hem olan biteni anlattı, hafızamıza silkinme şansı tanıdı,
hem de aslında patlayacak olanın hazırdaki ham maddesini
sundu.
Giderek genişleyen yürütme erki içinde semiren güvenlik
algısının, polis gücünü ne denli sınırları belirsiz bir boyuta
taşıdığına tanık olduk. İnsan hakları konusunda 82 Anayasası
ile ortadan kaldırılan ‚hakların özüne dokunulmazlık‛ ilkesinin artık tümüyle polisin psikolojik durumuna terk edildiği
gerçeğini, istatistiklerle ve uzman görüşleri ile belledik. Mağdurların acısını çoğaltan ve katlanılmaz kılan şiddet öykülerine
tanıklığımız yenilendi.
Polis sadece sayıca artmıyor, milliyetçi muhafazakar ideolojik şemsiye altında fütursuzluğunu da çoğaltıyor. Sosyoekonomik koşullar, çalışma koşulları, psikoloji, ne denirse densin benzer koşullara sahip insanların asla baş vurmayı düşünmediği bir cinnet resmi var ortada. Bu koşulları yaşayanların
hak mücadelesinde en büyük ‚ders aracı‛ olarak polis şiddeti,
yürütenin yegane güç alanı da değil üstelik. Siyaset-hukukahlak, hayatlarımızı ‚hücre‛ olarak yeniden dizayn ederken,
orantısızlığı ile övünen bir algının asıl daralttığı, nefessiz bıraktığı, hafızamız. Yaşam kavgası, ekmek-hak-adalet kavgası,
düşman algısı ile kuşatılmış bir duvara çarpıyor.
George W. Bush’un uluslararası güvenlik raporunun özüne
uygun bir biçimde, ulusal politikaların da zemini yoğunlaştırılmış güç ve düşman hukuku çerçevesinde belirleniyor. Bizim
274 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
açımızdan bir yenilik yok kuşkusuz. Devletin, militarist -güçlümerkezi aklı çerçevesinde oluşturulmuş bir rejimde süreklilik
ısrarı, hepimizin malumu. İktidar el değiştirse de toplumsalın
siyasalla buluşma noktaları her daim devletçe dinamitlenmiştir
bu topraklarda. Yeni olan örgütlü kapitalizmin eş zamanlı
saldırıları ile başlattığı topyekun savaş. Küresel kapitalizm
savaşın her yerdeliğine ve yükselen milliyetçiliğe yeniden randevu verdi. Buluşma yerinde biz de varız bu kez. Yürütenin
tahammül edemediği de bu beklenmeyen var olma biçimi.
Film süresince düşündüklerim bunlar. Film süresince yaşadığım sürekli başa saran bir öfke. Acının hesaba gelir yanı yok,
çetelesi tutulmuyor belki, ama acı yoğunlaşınca öfke çetele
tutmayı öğreniyor.
Devletin herkesle kavgası var demek malumu ilan etmek
olur. Bu kavga bitmez ve bitmeyecek. Şiddet tekeli ile tanımlanmaktan mağrur ve demokrasi cilasını bile fazla gören bir
nobranlık, direnmeyi de bir o kadar meşru kılacaktır, kılıyor.
Metropolis, ölümlerle yüklü tarihin en yakın dönemini, demokrasinin ‚ileri‛liği ile kutsandığı günlerin şiddet dökümünü yapıyor. Şiddetin ve adaletsizliğin yüzü devlet, maskesi polis olsa
da güç, her gün birbirine dolaşan bir ip yumağı gibi. Yarattığı
yıkımın tek bir biçimi tek bir yüzü yok. Bu yumağın içinden bir
ip yakalayıp ısrarla çekmedikçe çözmek de mümkün olmayacak. Metropolis bir ucu sağlam yakalamış: 2005’ten bu yana giderek yoğunlaşan polis eliyle devlet şiddetine ayna tutarken,
Yargı’nın da profilini ortaya koyuyor. Aslında işaret ettiği yön
devleti yeniden yapılandıran neo-liberal politikaların sağlam
zeminini kuran neo-muhafazakar güç politikası. Devletin sonuna latife edenlerin üstünü örttükleri gerçek, yeniden güçlendirilen ceberrut devlet.
Polis şiddeti kentte yaşanan algıya bir çelme takıyor. Karanlık yıllar olarak 90’ların zihnimize kazıdığı şiddet bir tür mekan
algısına dayanırken, polisin görünürlüğünün artışı şiddetin her
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 275
yerdeliğine, mekansızlığına dair bir yeni duruma işaret ediyor.
Şiddet yeni değil, o halde yeni olan mekansallığı.
İşi daha da ileri boyutlara taşımaktan utanç duymayan yürüten, herkesi kendisinin polisi olmaya davet edecek kadar
kendinden menkul bir güvene sahip. O halde gelecek yıl bir
sürpriz yapmak ve polis günü kutlama afişlerini hazırlamak işi
bizim olsun.
Metropolis, yalnızlaşmanın sonuçlarına ilişkin bir bellek
yenileme filmi aynı zamanda. Hem içeriği hem de izlenme
koşulları ile. Filmi izlerken yıllardır pek çok filmi tek başıma
evimde izlediğimi düşündüm ve açık havada, tanışmadığım
ama tanıdığım insanlarla ortak alanda olmanın keyfine vardım.
Olaylarla dağıtılan hafızayı üst üste binen yaşanmışlıktanıklık, en zorlusundan, deneyimle, sökülen yerlerinden yakalayıp birleştirmek için bizi davet eden bir çağrıydı bana göre
Metropolis. Terörist kavramının asla içeremeyeceği bir genişlikle tanımlanması, gündelik yaşamın sınırları iyi çizilmiş yaşantı
darlıkları ile birlikte işleme sokulduğunda, yalnızlaşan insanın
kendinden başka ve kendinden dışta olanı itibarsızlaştırmaya,
şeytanlaştırmaya meyilli yoksunlaşmış toplumsallığı, imal
edilmiş yalnızlığın en çarpıcı biçimi olarak karşımıza çıkıyor.
Herkes için cümle başlarında nöbet tutan bir ‚potansiyel‛
mümkün kılınırken, kendi potansiyellerimiz de en uzağımıza
düşecek şekilde fabrika ayarları ile sabitleniyor. Dolabımıza tıkıştırdığımız ve en iyi günler için sakladığımız ‚ben‛imiz bile
‚uyarılara rağmen bize dönmeyebilir‛ ve o zaman ezberimiz
girer devreye: Sana dönmeyen benliği ortadan kaldır!
Sadece devletin görevli polisi yok mahallemizde, aklın, vicdanın, namusun polisliğine soyunan koca bir yapı ile burun
buruna yaşıyoruz. Bu nedenledir ki hiç kimsenin şiddetin nesnesi durumuna düşürülmekten kurtulamayacağı günlerin sinyalini veriyor Eylem filmiyle. Polis de bu yurdun insanı demeye getirmiyor mu polis sendikasının avukatı? Haziran Direnişi
276 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
bu yaygın ve gönüllü müdahilliğe verilen toplumsal bir yanıt. Aynı zamanda dışlananın dayanışma içine girdiği yerde
çıplak ve keyfi şiddetin açığa çıktığı bir büyük resim.
Devletin maktulü ya da makbulü olmayı reddetmeye dair
bir irade beyanı Haziran Direnişi. Neden böyle olması gerektiğinin yanıtı Metropolis tarafından veriliyor.
Metropolis gölgede kalmamalı. Önerim salon bulamasa bile
ev gösterimleri ile paylaşılması yönünde ki gösterimde olması
için yoğun bir kampanya mümkün.
Hafızamızın hava boşluklarıdır başımızı en çok ağrıtan.
Çaresizleştirilmeye karşı en yalın silah yalnızlaşmayı reddetmektir. Kendi makbulü dışında herkesi suçlu gören bakış, her yerde ve her koşulda görülmelidir. Bakışı tersine çevirmektir eylem. Ayrıştırarak dağıtmaya çalışan, odağa konmalıdır. İfşa edilmelidir.
Eylem Şen’in film için yola çıkışı közün içimizi kemirdiği
dönemdir. Filmin tamamlandığı tarihin Haziran Direnişi ile
buluşması közün ateşe durduğu kavşaktır.
Sıraya konmayı, olaylaştırılmayı reddetme zamanıdır. Metropolis için ‚karşılıksız kalanın‛ filmi de denilebilir: Hayatı
suça çevirme arzusunun yıkıcılığı tam dirençle karşılanmalıdır.
Her bir dava için sırayı bozma zamanı, bakışı suça odaklama, ifşa etme ve durdurma zamanı<
Bir kez daha Metropolis her yerde izlenmeli:
Gücün nasıl sinsice ve sırıtkanca yoğunlaştığını gözler
önüne serdiği için,
Konjonktür gibi süslü gerekçelere boyun eğmemek için,
Giderek uzmanlaşan, görünmez olan, her yerde açığa çıkmaya hazır kuşatmacı güce karşı koymak için,
Yaşamı suça, ömrümüzü ‚olay mahalli‛ne dönüştürülen
keyfiyetten kurtulmak için,
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 277
Devletin kendinden gayrısını tanımayan algısını dağıtmak
için,
Elinden geleni yapmak kaygısıyla yola çıkana arkadaş
olmak zamanıdır.
Takvimi ölüme bölenlere karşı hayat olup akma zamanıdır.
http://fraksiyon.org/metre-hesabi-hayat-ton-hesabi-siddet/
278 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
FORUMFEST‟TE SANATÇILAR ÜZERİNE
DÜŞENİ YAPTI
SERDAR TÜRKMEN
4 Aralık 2013
Gezi isyanı, önceleri doğrudan sokakları ele geçirme ve polisle doğrudan çatışma şeklinde başlamış, ilerleyen günlerde
‘alan çevirme’ler yapılmış, çadırlar kurulmuştu. Buralarda yeni
bir yaşamın olanakları tartılmış, insana ve hayata dair ne varsa
direniş ve isyanın içine katılabileceğini bize göstermişti. Ardından sembolik olan ‘parklar’ birer yaşam ve direniş alanına
dönüşmüş, buralarda herkesin katılıp fikirlerini ve önerilerini
söyleyebileceği hem bir tartışma platformu hem de bir örgüt
formu ortaya çıkmıştı.
İzmir’de, Menemen’den Narlıdere’ye kadar 20 küsür yerde
forumlar gerçekleştirildi. Bunların çoğuna örgütlü bulunduğum İzmir Müzisyenler Derneği ile katıldım. Müzik ve coşku
kattığımız bütün bu yerlerde forumların, o bölgelerin muhaliflerine bir nefes ve buluşma alanı olduğunu ve sokak hegemonyası anlamında büyük bir moral olduğunun altını çizmek isterim. Gün itibariyle de, bildiğim ve takip ettiğim kadarıyla
Gündoğdu, Harmandalı, Güzeltepe (Çiğli), Balçova, Narlıdere,
Karşıyaka ve Bornova forumları, çalışmalarına çeşitli şekillerde
devam ediyorlar. Örneğin Harmandalı Halk forumu, mahallelerindeki çöp sorununu merkeze alan bir işleyiş içindeydi. Buradan doğan enerji ile şimdi Harmandalı Kültür-Sanat Derneği’ni kuruyorlar. Narlıdere’de EXPO, zorunlu din dersleri ve
kentsel dönüşüm gündem olmuştu, bunlar üzerine eylemler,
söyleşiler yapıldı. Balçova Forumu, yakınındaki forumlarla birleşip bir kafede devam ediyor. Bornova Forumu, Ağaçlı Yol’un
dönüşümüne ilişkin çalışmalar yapıyor, Güzeltepe (Çiğli) Halk
Forumu ise aldıkları karar uyarınca, boş bir araziye kendi elleriyle ‘Berkin Elvan Çocuk Parkı’ yaptı.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 279
İşte 23-24 Kasım tarihlerinde bu forumların öncülüğünde
yapılan ForumFest gerçekleştirildi. Söyleşiler, tiyatrolar, konserler oldu. Standlar kuruldu. 2 gün boyunca Alsancak’ın gündemi yeniden Gezi’ye döndürülmeye çalışıldı.
Festivalin pek parlak geçmediğini, şişirme bir yazı olmaması gerekliliği üzerinden belirteyim. Özellikle 2.günkü büyük
sahnenin önündeki izleyici sayısının azlığı dikkat çekici ve sorgulatıcıydı. Elbette bunda olası yağmurun ve soğuk havanın da
etkisi vardı ama milyonların sokağa dökülebildiği bir isyanın
festivali böyle mi olmalıydı? Bu eleştirileri daha güçlü direniş
olanakları yaratmanın olanaklarını aramak için yapmalıyız.
Bu yazının asıl niyeti ise ForumFest’teki tiyatro ve müzik
gruplarından bahsedip görünür kılmak. 2 gün boyunca 17 müzisyen/müzik grubu ve 4 tiyatro ekibi sahne aldı. Tabi İzmir
sokaklarının en önemli sanatçılarından İlker Kılıçer’in pandomim ve kukla gösterisini de unutmayalım.
Ahura, Selim Gülay, Sayki, Moraçalar, Green Tonic,
Daphne, Yeldeğirmeni, Murat Mengirkaon, Halkevleri Çocuk
Korosu, Praksis, Şerwan Hameran, Bandosol, Remzi Emek
(direnejazz), Ruşen Alkar, Sokak Orkestrası, Emeğe Ezgi,
Songül Bulur
sahne alan müzisyen/müzik gruplarıydı. Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu, Yenikapı Tiyatrosu, Oyun Gemisi ve Feminist Sanatçılar Platformu da 23 Kasım Cumartesi günü Türkân
Saylan Kültür Merkezi önünde oyunlarını sergilediler.
Özellikle müzik alanında tam da Gezi İsyanı’nın ruhuna
uygun bir çeşitlilik olduğunu söyleyebiliriz. Bu buluşma aynı
zamanda direniş ve isyanın müziğinin ve müzik gruplarının
görünür kılınacağı ve gözden geçirileceği bir yer olarak da görülebilir. Listede de görüldüğü gibi 17 müzisyen/grubun 15′i
İzmir’den. Demek ki İzmir’de de isyan ve direnişe müziği ile
katılabilecek epeyce müzik grubu var.
280 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Tabi unutulan müzik grupları da olmuş. Yapıcıların Türküsü ve Günışığı bunlardan ikisi. MKM Müzik grupları da unutulanlar arasında. Bir de zaman olarak uygun olmayan Cevdet
Bağca, No Name, Shukar Musica ve Propaganda Sanat da listeye eklenince sırtımızı yaslayacağımız estetik malzeme hem
güçleniyor hem çeşitleniyor.
İzmir’deki bahsettiğim müzisyen/müzik gruplarına ilişkin,
bildiğim kadarıyla kısa tanıtımlar yapmaya çalışayım.
Ahura, İzmir Müzisyenler Derneği bünyesinde Sami Hossaini şefliğinde kurulmuş bir def (erbane) ritim topluluğudur.
Yaklaşık 20 kişilik grup, Kıbrıs Şehitleri’ndeki konserlerinde
çeşitli ritim varyasyonlarının yanı sıra Kürtçe sözlü şarkılar da
seslendirdiler. Kardeş Türküler’deki kurgusal forma yakın duruyorlar ama grubun yakın zamanda özgün bir noktaya geleceği açıkça görülüyor.
Selim Gülay, Grup Kaçkar ismiyle de bildiğimiz Selim Gülay ya da belki Selim Abi, dünyanın en sorunsuz insanlarından
biridir sanırım. Tulumuyla sahnedeydi. Önce bir ‚hey gidi karadeniz‛ sonra bir horon, ilk konser için isabetli bir tercih olmuş.
Sayki, kendini ‚bazı bazı çığlık, bazı bazı huzur‛ diye tanıştırıyor bizlere Facebook sayfasında. Sıkı bir caz tınısı geliyor
kulaklarımıza, geniş bir zaman algısı yaratıyor müzikleri.
Moraçalar, ForumFest’e katılan en yeni ve en heyecanlı
grup sanırım. 5 kadından oluşan ekip, bir taraftan ‘kadın şarkıları repertuarı’ çıkarmak niyetinde, bir taraftan da ‘müzikte
kadının sözü’ var mıdır, yok mudur, nasıl yaratılabilir<
Green Tonic, grup elemanları ile Gündoğdu Forumu’ndan
tanıştığım bir pop-caz ekibi. Bu tespit hatalar içerebilir tabi; keza kendilerini şöyle bir skalada tarif etmişler: Funk / Indie /
Soul / Pop / Rock. Gördüğüm şu ki, bahsettikleri o ‘pop samimiyeti’ karşıya geçti. İzleyiciler, hiç bilmedikleri şarkılar olma-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 281
sına rağmen, sahneden dışarı doğru sızan samimiyet ve canlılığa teslim oldular.
Daphne, 9 Eylül Üniversitesi Müzik Öğretmenliği Bölümü
öğrencilerinden oluşuyor. Klarnet, flüt, bağlama, gitar, viyola,
bas gitar, klavye, bateri, kaval ve vokallerden oluşan senfonik
bir ekipten bahsediyoruz, festivalde her biri bir toplumsal olaya atfedilerek farklı dillerde şarkılar söylediler. Mark Twain’in
ünlü sözü aklıma geliyor: ‚Hiçbir zaman okulumun eğitimimi
engellemesine izin vermedim‛
Yeldeğirmeni, toplumsal mücadele alanlarından bildiğimiz
bir grup. Bir süredir çok ortalarda görünmüyorlardı ama hem
türküleri kendilerine özgü yorumlarıyla seslendirdiler hem de
kendi bestelerine kulak kabarttık. Yeni bir dünya isteyen sözler
var bu grupta.
Murat Mengirkaon, 2012′de ‘Kımıltı’ albümünü yayınlamıştı. Gezi İsyanı sürecinde de ‘Geçit Yok’ ve ‘Uyan Ali’m’ şarkılarıyla sözünü söyleyen Murat, bir ayağı özgün müzikte, bir
ayağı akustik arayışlarda belki bir tanesi de senfonik-rock
formlarında gezinmeye devam ediyor.
Halkevleri Çocuk Korosu, festivalin en çok ilgi çeken ve
tebessüm ettiren ekibiydi. Yaşları 7 ile 11 arasında değişen ve
Çiğli, Gültepe, Buca Halkevleri’nden gelen çocuklar, yeni çocuk şarkılarını seslendirdiler. Özellikle en son söyledikleri ve
herkesin birbirine sarılmak durumunda kaldığı ‘Kalem Kâğıt’
şarkısı dikkat çekici:
‚Savaş yazmak istedim, kalemimin ucu kırıldı, açlık yazar
mısın dedim, kâğıdım bana darıldı, Türk, Kürt, Arap ya da Lâz
fark etmez tüm insanlar kardeş olsun, Dünyadaki tüm yoksul
çocuklar el ele versin dünya gülsün, dedim, kalem kâğıda sarıldı‛
Praksis, Gezi İsyanı süreci ile beraber, ‘Devrimci Rock’ iddiası sırtında, epey görünür olan bir ekip. Mersin’deki direnişe
ilişkin haklarında ‚Müzik yaparak topluluğu dinamik tut-
282 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
mak‛tan dava açılmıştı. ‚Artar eksilmeyiz zindanlarınızla,
TOMA’larınızla, biber gazınızla ve F-16′nızla‛ şeklindeki
‘Mahsus Mahal’ güncellemesi ve karşılamalı-slogan ‘İsyana
Gerek Var’ ilgi gören şarkılarıydı.
Şerwan Hameran, devrimci bir rapçi. Yakın zamanda, Gezi
İsyanı’nda ölenler için Ozan Baran ile yaptığı ‘Adım Haziran’
bestesiyle hatırlamıştık onu. ‘Liberta’ isimli bir albümü var ve
benim o albümdeki favori şarkım: ‘Düşler Evi’
BandoSol, Gezi İsyanında da alanlara müziğini katmış bir
ekip. Yine ‘Siz Kimsiniz ki?’ bestesiyle yakın zamanda görünür
hale gelmişlerdi. 6 şarkılık ‘Piyasaya Düşme’ albümlerindeki
en sevdiğim şarkı ‘Piyasaya Düşme’:
‚Borsa mı düşer, dolar mı düşer/ Kasanın tasası sana mı düşer/ Kasa gelir yine kafana düşer/ Sen piyasaya düşme‛
Remzi Emek (DireneJazz), caz ile isyan ruhunu kendinde
iç içe geçirebilmiş benim gördüğüm ender ‘güngörmüş’ insanlardan. Şimdilerde İzmir’de bir Caz Big Band’ı kuruyor. Büyük
bir teknik hakimiyet izledik sahnede. Ayrıca Remzi hocanın kızı da gitar ve vokal ile orkestra içerisinde idi. O kadar güzel
söyledi ki, muhtemelen birçok kadın evindeki kullanılmayan
gitarını kullanılır hale getirmeye ilişkin kendi iç tartışmalarına
döndü.
Ruşen Alkar, performansı ile yakın zamanda isminin ve
müziğinin çok daha görünür olacağını gösterdi. Kürtçe sözlü
şarkılardan, cinsiyetçiliğe karşı söylediklerine, caz tınısıyla etnik öğeler iç içe geçirilmiş, iyi çalışılmış bir dizi şarkı dinledik.
Alışageldiğimiz ‘görüntü vokal’lerden değil Ruşen, gitar da çalıyor aslında, geçmişte yaptığı kayıtlarda rastlıyoruz.
İbrahim Tatlıses’ten kulaklarda kalan ‘Hesabım Var’ şarkısıyla başladı konserine. İbo, Şivan ile Diyarbakır’da Tayyip ve
Barzani’ye selamla detone bir Megri performansı sergilerken,
‘Hesabım Var’ şarkısı Gezi İsyanı’yla ilişkili hale gelmişti bile.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 283
Sokak Orkestrası, kendini müziksel ‚türler arası diyalog‛diye tanımlıyor ve sanatı, meta ilişkileri dışına çıkarıp insanla buluşturarak, yabancılaşmaya barikat kurmayı hedef
ediniyor. 2004′ten beri pek çok grevde, devrimci etkinlikte, sokakta müziğe hayat, hayata müzik katan bir ekiptir kendileri.
Gezi İsyanı esnasında da tutsaklara ithafen ‘Almaya Geldik
Dostlar’ isimli besteleri ile bir süredir -belki- ara verdikleri sokaklara geri dönmüşlerdi.
Dile kolay 15 tane İzmir grubu. Yaklaşık 100 müzisyen sahneye çıkmış ve müziğini Gezi İsyanına katmış. Yani tekrar dönüp 23-24 Kasım’a baktığımda şunu görüyorum: Saat
15:30′dan 22:30′a kadar sahne müzikle doldu. Farklı dillerdeki
halk müziklerinden, rock’a, caz’a, ‘özgün müzik’ üslubuna, çocuk şarkılarına ve ‘rap’e kadar çok geniş bir yelpazede direniş
ve isyanın tınıları yankılandı Alsancak’ta. Yani ForumFest’te
sanatçılar üzerine düşeni yaptı.
http://fraksiyon.org/forumfestte-sanatcilar-uzerine-duseniyapti/
284 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
DİRENİŞİN EKOLOJİSİ; BAĞA GEL BOSTANA
GEL
CANER BİNGÖL
9 Eylül 2013
Haziran direnişi üzerine direnişin farklı yönlerini ele alan
pek çok kelam edildi, bunlar yazıya döküldü. AKP’nin otoriterleşme serüveni, yaşam biçimine yapılan müdahaleler, polis
şiddetine olan öfke, direnişin 90 kuşağında yarattığı politizasyon, direnişin sosyolojisi, sınıfsallığı, ekonomisi konuşulan ve
yazılanların başında geldi. Bu metin ise direnişin ekolojisini,
insan doğa ilişkisinin tarihselliği bağlamında ele almayı amaçlıyor ve kıvılcımı çakan yeşil öfkenin nedenleri üzerine fikir yoruyor.
Soru
Basit
:
- Neydi ağaçların milyonların vicdanlarını bir anda harekete
geçiren evrensel çağrısı?
Yakın zamana kadar bu coğrafyanın çoğunluğunun algısının
özeti
şu
yöndeydi
:
Televizyonlardan anlatılan, kapitalist modernizme güzellemelerle dolu ‚Gelişiyoruz, Kalkınıyoruz‛ masalları. Bu masallara
inanan kitleler veya inanmasa bile ‛ hakkını vermek lazım,
adam ev yapıyor yol yapıyor‛cular. Ciddi manada kitlelerin
büyük çoğunluğu iktidar ile aynı siyasal düşüncede olmasa
dahi
kalkınmacılık
büyüsüne
kapılmıştı.
Ne zaman ki kitleler bu sistematik ve kapsamlı saldırıyı mahallelerinde somutlaşmış bir halde gördüler ve yanı başlarında
dikine uzayan beton gökdelenlerin yapay gölgesine düştüler
işte o zaman iktidarın sadece Ankara’da bir meclisin çatısı altında olmadığını farketmeye başladılar. İktidar hayata girdikçe,
huzursuzluk uyandı ve televizyonlardan yayınlanan ‛ Gelişiyoruz, Kalkınıyoruz‛ argümanları çürüdü, çürüdü , çürüdü <
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 285
Mekâna sirayet eden iktidarı hergün mahallesinde cisimleşmiş bir şekilde gören insanlar bu sefer iktidara karşı farklı
gerekçelerle oluşan ama bir nebze sistemin soğurduğu öfkelerini tozlu raflardan aşağı indirmiş ve onları artık yanlarına almış oldular. Öfkeler beton izole evlerde hayalsizlerin salonlarında bir depresyon halinin arkasına saklanmış duruyordu ancak mahalledeki, bu coğrafyadaki tüm öfkeler birleşip güçlü bir
debiyle akamıyordu iktidarın setlerine. İnsanların insanlara
çağrısı bir karşılık bulmuyor öfkeleri birleştiremiyordu.
Derken iktidar kentlilerin belleğinde sağlam bir yeri bulunan Gezi Parkı’nı, oradaki ağaçları da keserek bir alışveriş
merkezine dönüştüreceğini söyledi. İş makinelerinin gölgesi
ağaçların dibinde beliriverdi. Şakayı bırakmak gerekiyordu ve
karşımızda herşeyi yapmaya kararlı kimseler bulunuyordu.
Beton imparatorluğunun saldırıları öylesine yoğundu ki bir
ağacın tek başına ayakta durabilmesi bile beton imparatorluğuna kafa tutmaktı ve bugünlerde inanılmaz radikal bir muhteva kazanmıştı. Bu ağaçları savunmak ve ‚Önce yaşam, önce
yeryüzü‛ demek de aynı radikalizmi taşıyordu elbette. Nitekim zaten bunun böyle olduğunu da iktidar parka yüklediği
anlam ve gösterdiği yoğun polis şiddetiyle kanıtlamış oldu.
Böylece milyonların vicdanlarını harekete geçiren o evrensel
çağrı Gezi’deki ağaçlar ve kuşlar tarafından da yapılmış oluyordu.
Doğayla ilişkisi salt saksı ekolojisine sıkıştırılan hayatlar harekete geçti ve ‘hayat bu kadar dar değil’ diye haykırdı <
Gezi Direnişi, çınar ağaçlarının, ıhlamur ağaçlarının, kırlangıç
kuşlarının çağrısıyla beton izole evlerde sıkışan ve doğayla
oluşan milyonlarca yıllık tarihsel yoldaşlık ilişkisi kesilen insanlığın bilinçaltı öfkesinin bir yansıması olarak diğer itirazları
da yanına alarak sokaklarda çığ gibi büyüdü. Ekoloji mücadelesiyle
demokrasi
mücadelesinin içiçeliği
keşfedildi.
Evet aslında mesele 3-5 ağaçtı ve o 3-5 ağaç kapitalist barbarlı-
286 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
ğa karşı öylesine kararlılıkla duruyordu ki tüm vicdanları harekete geçirdi ve etrafında topladı.
Taksim Komünü kurulmuştu artık. Bir siyasal düşüncenin
programatik bir uygulanışı yoktu ama kapitalizme kesinlikle
ters gelecek herşey park içerisinde mevcuttu ; dayanışmacılık,
komünal yaşam, yaratıcı direngen sanat, öldürücü mizah, sivil
şiirler ve bir bostan.
Gezi Bostanı ; kim derdi ki İstanbul’un orta yeri Taksimde,
Taksim’in orta yeri Gezi Parkı’nda bir bostan kurulacak, maruldan domatese, çileğe yerel bir üretim yapılacak, toprak herkesin olacak ve hep birlikte ekilecek, hep birlikte sulanacak.
Bostanda güneş enerjisiyle yemek pişiriliyor, çöpler toplanıyordu. Bostanın üzerindeki pankartta ise ‚Yaşam için Gezi
Bostanı Direnişi‛ yazıyordu. Taksim’in özgürleşmesi bir ekolojik devrimdi aynı zamanda. Derelerin orta yerine konulan borulara suyu hapsedip HES yapan beton imparatorluğunun
karnının orta yerine indirilmiş sağlam bir yumruktu. Bu sebepledir ki çeşitli yörelerden derelerin yoldaşları da Gezi Parkı’na
akmıştı.
Bozkırının tezenesinin randevusuna gelmiştik: ‚Bağa geldik, bostana geldik, dile geldik destana geldik ‛ ama o bu sefer
de o yoktu.
Taksim Komünü iktidarın polis güçlerince dağıtıldı, bostan da derdest edildi.
Direniş sanılanın aksine tükenmedi ve mahallelere yayılarak forumlara dönüştü. Tam da ‚zaman daralıyor ve kentlerimizin aşağıdan yukarıya mücadele alanları yaratılarak yeniden
tanımlanmaya ihtiyacı var‛ derken forumlar kentlilierin müşterek alanlarda hem birbirlerini tanıdığı hem de yeni siyaset
yapma biçimlerini birlikte tartıştığı bir mekanizma biçimini aldı. Aynı zamanda tüketim toplumuna bir reddiye olan ‛ Takas
Pazarları‛ kuruldu. ‛ İhtiyacın olmayanı getir, ihtiyacın varsa
al götür ‛ temel sloganıyla Gezi Ruhu forumlarda yaşamaya
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 287
devam etti. Farklı şehirlerde farklı dinamikler oluştuğu için
yüzde yüz işlerlik kazanmasa bile ‛ Takas Pazarları‛ kurulduğu her forumda bir heyecan yarattı. Direnişin ekolojisi kendisini hâlâ göstermeye devam ediyor. Son olarak Ankara’da ODTÜ ormanı direnişi ve İstanbul’da 3.Köprü için gerçekleşecek
ağaç kesimine karşı oluşan Kuzey Ormanları Savunması Gezi
ruhundan doğan yeni direniş biçimleridir. Bu direnişler bu
projelerin engellenmesine sebep olur mu bilinmez ancak bilinen tek şey kapitalizme karşı öfkenin renginin bundan sonra
daha çok yeşil olacağıdır.
Görünen o ki ekolojist direngen yeni ruh ‘A sınıfı çamaşır
makinelerine indirgenen çevreciliğe’ ve kapitalist modernizmin
saldırılarına karşı radikal bir ses arıyor.
Direniş öğretiyor, direniş yol gösteriyor.
Direniş eski klasik devrimci siyasetin cenazesini kaldırıyor ve yeni devrimci kimliği işaret ediyor.
Okumasını bilene <
http://fraksiyon.org/direnisin-ekolojisi-baga-gel-bostanagel/
288 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
BİR UZUN BOYLU HAZİRANSA KENT
İSMET ULAŞ DENKLİ
7 Aralık 2013
- Dünyayı değiştireceğini mi sanıyorsun?
- Siz dünyanın değişmez olduğuna inanmaya mecbursunuz.
Sabahattin Ali (Düşman)
O günlerde herkes bir şeyler görmüştür< Memleketimiz
zengindir< Aynı file bakıp, elleyip, üstelik karanlık da değilken, başka şeyler görebilme ve daha da önemlisi bu yüzden
birbirini öldürebilme özelliğiyle dünyada nam salmış ülke<
Nam-ı diğer: güzel ve yalnız<
Yalnız mıyız? Bahar daha dönmemişken ve ondan önceki
baharlarda soru buydu belki< Hikâyelerimiz, kahramanlık
destanlarımız vardı bize ait olmayan, Prometheus’dan gerçek.
Uzaktan sahiplendiğimiz savaşlar, tehlikesiz taraflıklar, Keloğlan’dan hallice : ki ya ben geç doğmuşum; ya isyan prematüre< Sanki bedelimiz ödenmişti; diyetimizi gülümser fotoğraflar halinde duvarlarımıza asmıştık (bazen gözyaşı, bazen öfke,
bazen direnç, bazen sevinç salık veren gülümser fotoğraflar)<
Hep o soru ama: Yalnız mıyız? Çünkü hiç bir şeyi değiştirememek değişmez gerçeğimiz ve tüm eylemlerimizin ilk kabulüydü. Çünkü ne yaparsak yapalım o çoğalamama hissi;
çünkü yanlış bir geleneğin asabiyeti ve beynimizin ortasında
bir haksızlık hissi. Çünkü kimi uzağa, kimi öteye gitmişti, müsait bir yerde yalnız bırakmıştık, herkesi, her şeyi<
Ve yankımız tükendiğinde her soruya cevabımız belli olmuştu: Azız< Ve Yalnızız<
Bir bahar geldi ama<
<
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 289
Neler olup bittiğinin analizini yapacak insanlar çıkmıştır,
çıkacaktır.43 (aşağıda bildirimleriniz var)< Biz insana bakalım,
hazırlıksız yakalanılan bir yağmurun ‘bağzı’ kişilerdeki tezahürüne<
Cüretkâr romantikler vardı< Naçizane benim de kıyısına
teşne olduğum bu topluluk, ister yokluktan deyin, ister hassasiyetten, toplumsal hadiselerden ve bu hadiseler dâhilindeki
bireysel tutumlardan gereğinden fazla etkilenmeleri ile meşhurdurlar<
Türlü ortamlarda dile getirildiği üzere memleketimiz
abartmanın cennetidir. Burada her durum önce coşkuyla karşılanır. Düşünce sonra gelir. Dolayısıyla dünyanın her yerinde,
çeşitli vesilelerle rastlama şansımız olsa da bu akımın temsilcileri sınırlarımız içerisinde başka hiçbir diyarda göremeyeceğiniz cürette ve romantiklikte hayatlarımıza dâhil olabilirler<
Coğrafyamızda akan ilk nehirlerden beri var oldukları kabul
edilse de; tarihimizde ilk yazılı örneğine 16. yüzyıl’da ortaya
çıkan bir türküde rastlanmıştır. Bu türküde geçen ‚ben bir koyun olayım sen de bir kuzu, meleye meleye getirek yazı‛ dizesindeki korkutucu heves hala cüretkâr romantiklerin itici gücü,
sevinç kaynağıdır. Bir buluttan umut yapmak işte<
Yanaşma sosyolojikler vardı< Kendi içinde dönen ve hiç
durmayan bir söylem örüntüsü içerisinde ve köpüklü bir iştihayla hepimizi hipnotize etmeye yeminli bu insanlar, retorik
resitali olarak adlandırabileceğimiz gösterileri ile iletişim, pazarlama ve halkla ilişkiler alanlarında kitapların yeniden yazılması mecburiyeti doğurmuşlardır. Yanaşmışlıklarını besleyen saldırganlık nispetinde medyamızda yer alabilen güçtapar
Tanıl Bora, Gezi Direnişi: Bir Yanımız Bahar Bahçe<
Tüm karmaşada gözden kaçmış, belki de en zihin sağaltıcı süreç analizi<
43
290 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
canavarlarımız, daha ilk şaşkınlığı üzerlerinden atmadan başladıkları mukaddes savaşlarına meşum bir dikkatle devam etmektedirler. ‘İlk üç gün iyiydiciler’, ‘Myanmar’da bu kadar özgürlük yok, yoksa hiç gösteri yapabilirler miydiciler’, ‘bir iki
güne dağılırlar canımcılar’ gibi çok çeşitli alt gruplara ayrılsalar
da perestişkârlıkları farklı yollara dağılmalarını engeller<
Bunların yanı sıra tuhaftır (şaka, şaka) ıskacı sosyolojikler
de vardı< Bu gruba girenler, tüm bilgileri, görgüleri nedeniyle
ve bunlara rağmen, öngörülmemiş cereyanları, klasik, arkaik,
helenistik, ionik, dorik ya da korintik kalıplara uydurmaya çalışarak çıkan sonucu yaldızlı veya sönük (olumlu veya ölümlü)
önizleme yöntemiyle önümüze sunan becerikli kimselerdir.
Yanaşmalardan farklı olarak görüşlerinden özel çabayla faydalanabildiğimiz ıskacılar, ‚ne okur ne anlarsın, en iyi kafaların
ne kolay yanılması‛ dizesiyle 1980’li yıllarda uyarılmaya çalışılmışlarsa da sayılarında bir düşüş, tavırlarında bir değişiklik
gözlenmemiştir<
Teçhizatlı, teçhizatsız galeyanikler vardı< Yakın tarihimizde bulunan, Selanik’te ev yaktılar, Çorum’da cami yıktılar
gibi başarıya ulaşmış örnekleri ışığında uygulanan formül; basit, yankısı garantili ve yaygınlaştırma ajanları hazır bir şekilde
bekliyordu. Bahsedilen örneklerden farklı olarak işin teçhizatlı
kısmı, birkaç münferit kahramanlık olayı dışında, sivil halk
arasında kitleselleşemese de, teçhizatsız halkımız söylem düzeyinde gereken alakayı göstermiş, mücadeleyi asayiş görevlilerimize bırakmış, zor da olsa evinde oturmayı başarmıştır<
Maceracı sloganikler vardı< Bunlar, her tek-durum karşısında oyunu genele yayarak, sahanın tamamına yayılarak söylenecek, ölçülü, uyaklı sözler bulabilmeleri; var olan sözcük
öbeklerini ustalıkla kullanabilmeleri ile hemen gözünüze çarparlar< Spor müsabakalarından, sosyal hadiselere; iş pikniklerinden, aile toplantılarına kadar her ortamda kendilerine hemen yer edinirler. En önemli özellikleri buldukları ve / veya
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 291
söyledikleri aforizmalar (evet, aforizma) haricinde hiçbir gerçek tasavvurları olmayışıdır. Etki alanları, etkilemeye çalıştıkları insanların niteliğince değişiklik gösterebilir. Çocuk yaşlarda tespit edilerek özel eğitim kurumları vasıtasıyla bir araya
toplanıp fikir-eylem-söylem tutarlılıklarını pekiştirmek, zihinlerinin çeperlerindeki kan akışını esnetme yoluyla güçlendirmek ve şahsi özgünlükleri vurgulanarak olaylara farklı açılardan (2–3 açı yeter) bakabilmelerini sağlamak gerekmektedir<
Hınzır pragmatikler vardı< Rüzgârlar, uçurumlar, akıntılar, depremler ve ayakta kalanlar< ‚Hizmet yolunda biz mesajı aldık‛ desem, başka bir söz demesem<
Kaygan oportunikler vardı< Tarihin derinliklerinden gelen rolleri nedeniyle her zıtlaşmada zalim tarafından atanan ya
da vazife çıkaran ve en meşhur replikleri olan ‚tamam artık,
yeter, çok oynadınız, eve girin artık, üşüteceksiniz‛ ile sahnelerde göz dolduran bu insanlar kaygan olduklarından her boşluğa rahatça girebilmekte fakat orada uzun süre kalamamaktadır. Çünkü kucaklaşma önerileri, seviştirme ihtimalleri, bitmeyen ilhamları ve bazılarındaki hitabet yeteneği ile ilk başta coşkuyla karşılansalar da mesnetsizlikleri nedeniyle gündeme dair
sözleri ve eylemleri kolayca unutulmaktadır. Ve fakat kaderin
bir oyunu ile kendileri oldukları yerde kalmakta ve kaybolan
yılların hesap defterlerindeki sıfırlar giderek çoğalmaktadır.
Sosyal bilge, Ferrarili derviş, toplum harcı gibi sıfatlar ve sıfat
öbekleri ile onurlandırılmaya devam ederler<
Neşeli alkolikler vardı< Bu renkli kişilikler tüm sabırları
ve iyi niyetleri ile neşelerini toplumun geneline yaymak amacındadırlar. Söylemleri nadiren benzeşse de kayganlardan farklı olarak bu durumdan ekmek çıkartamazlar. Daha doğrusu
bunun için uğraşmazlar. Neşelilere göre toplumsal kurtuluşa
giden tek yol, çoğunluğun ehlikeyfizm, kibarlık, dingin coşkuculuk (buna sinsi coşkunluk da diyebiliriz) alanına intikalinin
sağlanmasıdır. Bunu yayılmacı politikalar marifeti ile değil he-
292 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
nüz sistemleştirilmemiş bir eylem pratiğiyle yaparlar: Hâlihazırdaki liderleri tüm Cadde-i Kebir insan seli ve gaz yağmuru
altındayken balkonda rakı içen şahıstır<
Afacan sosyal medyatikler tüm kategoriler arasında özel
bir alan işgal eder. Zira bu alan saydığımız, saymadığımız her
eğilimden, hepimizin kendi meşrebince bir ucundan tutunduğu kutsal ve en faydalı kesişim kümemizdir. Şekilsiz kalabalığımızın yaşamakta olduğu son çalkantıda da gördüğümüz
üzere, çok yetkin bir biçimde kullanılabileceği meydanda olan
bu alan, artık hiçbir söz’ün, hiçbir eylem’in doğduğu andaki
haliyle kalamayacağını, yoluna, fiber optik kablolar vasıtasıyla,
ortak (?) afacan aklın potasında erimeden devam edemeyeceğini göstermiştir. Yalanlar kovuşturulmuş, doğrular dolaşıma
sokulmuş veya bunun tam tersi olmuştur ama hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı anlaşılmıştır<
Lakin tehlikeli yönleri de vardır. Çünkü anılan pota çok büyüktür, her şeyi kapsar ve her şeye (sanki) anlam katar: Gezmek, tozmak, kelle uçurmak< Yemek, içmek, sevgi, seks< Biliyorsun ki dostum hepsi birer sosyal refleks<
Hayata bakışımız, o anki coşku durumumuz, serotonin ve
adrenalin seviyemiz, ihtiras ve iştiyaklarımız ‘an itibariyle’ afacan mı, sosyal mi, medyatik mi, hepsi mi ya da ikisi mi olduğumuzu belirler ve acı gerçekler herkesin zaman tünelinde yeri
geldiğinde bazı fırsatperestler tarafından yüzümüze vurulmak
üzere pusuda beklemektedir<
Hiçbir şeyin gerçekte olduğu gibi gösterilmediği bu ortamda en toplumcu gerçekçimiz bile sırası gelince fantastik önermelerde bulunabilir< Bu noktada şunu da belirtmeliyiz ki toplumsal medyada ölçü, tanınmamışlığı; özensizlik ise popülerliği yani afeti beraberinde getirir. Ve fakat ‚şöhret afet olduğu
kadar vesile-i rahmettir‛ de. Afetten kazançlı çıkabilme ustalığını ustaların öykülerinden öğrenebiliriz<
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 293
Ek bilgi: Taşı gediğine oturtmacılık, teknoloji karşısında evde yalnız başına otururken özgüven seviyesini yükseltmenin
en pratik ve masrafsız yolu olduğundan (o da lazım tabi, insan
like’larla çalışan bir hayvandır), en yaygın sosyal medya eğilimidir<
Külyutmaz statükolikler vardı< Bunlara kendine yontmacılar da diyebiliriz< Kurulu düzenlerinin sarsıldığını hissettikleri her anda kendilerine en uzak kavramlara dahi sarılmalarından muhafazakârlıklarının entelektüel düzlemde en üst
aşamaya ulaştığını anlayabiliriz. Aynı anda ıskacı anti- emperyalik, muhatapsız anti- semitik, titrek oligarşik, ‘science fictif’
demokratik ve ileri derecede bağlamalık (psikolojik) olabilirler. İletişim araçlarında rastladığımızda, BUNLARI, ‘Eyy!’ ünlemiyle başlayan cümlelerinden; dünya üzerindeki her organizma ve organizasyonun, artık nasıl bir varlıksa, kendisine
karşı düzenekler kurduğundan bahsetmesinden filan tespit
edebiliriz. Erken zamanlarda toplumsal yaşantımızın bir rengi
olarak sadece konserve fabrikası sahiplerinde görülen bu eğilim yaygınlaşarak ete kemiğe bürünmüş, turuncu turuncu görünmüştür<
Şaşkın muhalifler vardı< Bildikleri tek yolla (aslanlı yol)
‘muhalefet’ ederken yakalandıkları değişik rüzgârdan bu grubun bazı üyeleri ‘marjinalize’ olarak çıkmış olsa da, zamanında tedavisi mümkün olamayacak şekilde paralize olmuşların
sayısı hala çoğunluğu teşkil etmektedir.
<
Bir de orada ‘olanlar’ vardı< Hala oradalar, hep oradaydılar< Biz aradayken, onlar öğrendiler ve öğrettiler hepimize<
Zaten yazmışlar ben ne diyeyim:
Sararıp dökülmeden önce
Kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden
Yeşermeye başlayınca rüzgâr
Çıplaklığında o atın yine onlar
koşacaklar
294 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkıyalar
Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var?44
Not:
Yazının başlığı: Edip Cansever’den. Doğrusu: ‚Bir uzun
boyunlu haziransa kent‛ Bir imge. Beklemiş, bekledikçe demlenmiş< Sonunda hayat, şiiri gerçek kılmış.
44
Can Yücel, Yaprak Dökümü
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 295
BERKİN… BERKİN…
Kara kaşlarının altından göz kırpan devrimimiz,
Berkin’imiz... Onun için yazdıklarımız, bir başka kitap
eder. Bunlardan birkaçı...
296 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
EMRİ BERKİN ELVAN‟DAN ALDIK!
EVREN BARIŞ YAVUZ
11 Mart 2014
Eğer imtiyazlı bir azınlıktan değilseniz bu topraklarda çocukluğunuz izler taşır. Öyle derin izler ki hayat boyu sizi izler,
hatırlatır. Aşkınız, hüneriniz, hatalarınız bu izleri sızlatır her
defasında. Bu topraklarda doğmuş olmak ve eğer öldürülmeden büyümüşseniz bu derin izlerin yanı sıra öldürülmüş çocukların isimlerin, ölüm biçimlerini öğrenmeye yükümlü kılar
her birimizi. Bizi biz yapan ve dünyada çok az coğrafyanın insanının anlayabileceği keder tozu da bu acı bilgiden kaynaklanır.
Öldürülmüş çocukların hayat bilgisi bizim ilksel bilgimizdir.
Çöp toplayan babasına yardım ederken, başı dönüp araba
altında kalan Medine’nin sureti suretinize işler.
Press makinesine sıkışarak ölen Ahmet’in elleri, ellerinize
karışır.
12 yaşında 13 kurşun bedeninde yer eden Uğur’ın gözleri
bakışlarınızdır artık.
Çünkü bu ülkede yaşamak Erdal Eren’in 17 yaşında asıldığı
bilmektir.
Bu ülkede yaşamak artık 15 yaşında başından vurularak
ağır yaralanan ve 269 gün boyunca hayata sımsıkı tutunan
Berkin Elvan’ın adını adına yazmaktır.
Haziran İsyan’ının 16. gününde mahallesi Okmeydanı’nda
başından hedef alınarak vurulan Berkin Elvan’ın yaşadıklarını
aklımızdan geçirmek aklın ve duygunun bütün sınırlarını zorlamaktadır.
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 297
Berkin Elvan’ın ağır yaralandığı ve uyutulduğu haberi yayıldığı andan itibaren, ‘uyan Berkin’ sözüyle ifade bulan büyük
şiir, sebatkar incelik hep bir olasılıktan öteye doğru seslendi.
Berkin’in 16 kilo kalacak kadar eriyen bedeninde bile ‘ayağa
kalk’ diyecek naifliğe sahip bu halk, 11 Mart sabahının
07.00’sini aklına getirmemeye çalıştı.
Berkin Elvan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakan’ı Erdoğan’ın emri ile öldürüldü.
Bu toprakların derin izler taşıyan ve daima sızlayan çocukluğunu bir daha çalan, iktidarın ve soygunların sahipleri, Gezi
direnişiyle hayat bulan bir büyük isyanı kanla bastırmak için,
gencecik çocukları hedef gözeterek silahla, kapsülle vurdu. Sokaklarda linç etti, zindanlara attı, tetikçilerine kırdırdı.
Emri Berkin Elvan’dan Aldık!
Onlar emirlerini kanlı bir servetin üzerinde oturan, iktidar
için kan dökmeye iman etmiş bir adamdan alıyorlar. Biz ise
emirleri artık Berkin Elvan’dan alıyoruz.
Berkin’i öldürenler, emri verenler, katilleri koruyan mahkemeler bilmiyorlar ne denli büyük bir yaraya namlu dayadıklarını.
Bu halkın hafızasında ‘uçurtmayı vurmasınlar’ diyen Barış’ın sesi, bu halkın yoksul hatırasında ‘‘canım kardeşim’de’
bir televizyon için çırpınan Kahraman’ın incecik bedeni
var. Bunların sadece bir film olmadığını çocukluğunu katillerden geri aldığında anlayacak zulmün ve zorbalığın sahipleri.
Ceylan’lar, Canan’ların, Enes’lerin, Roboskili el kadar bebelerin kanlı hasılatından aldığınız payla doyuruyorsunuz çukur
haline gelmiş midelerinizi.
Hangi abdest temizler ellerinizdeki kanı? Hangi oruç terbiye eder katil nefsinizi? Bunca kanın zekatı ne? O çok anlattığınız cehennem bile almayacak sizi!
Siz sadece hırsızların değil katillerin de iktidarısınız.
298 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Biz
Berkin’in annesi; ‛Yavrumu, kuzumu Tayyip Erdoğan aldı.
Yüreği varsa karşımıza çıksın. Yavrumuzu almaya geldik, ölüsünü elimize verdiler!‛ demedi mi.
Bunları duymamış gibi, tüm bunlar olmamış gibi nasıl yaşayacağız<
Yani şimdi bu çocuklar ölecek ve dünya olduğu gibi dönecek öyle
mi?
http://fraksiyon.org/emri-berkin-elvandan-aldik/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 299
SICAK EKMEK KOKUSUNDAKİ DEVLET
GÖLGESİ
SEVİNÇ KOÇAK
11 Mart 2014
Bu coğrafyada büyüyebilmek zahmetlidir. Büyümüş olmak
demek, sayısız çocuk ölümüne şahit olmakla eş değerdir. Yaşlanabildiyseniz; yaşınız çok Uğur, çok Ceylan, çok Berkin
eder< Sayısız çoklukta çocuk eder yaşınız, taşıyamayacağınız
ağırlıkta yük eder. Çok sayıda genç ölüm eder.
Soran çocukları sevmez devlet. Konuşan çocuklar büyüsün
istemez.
Devlet zulümdür kalû beladan beri.
Devlet orantısız varoluştur. 17 yaşında yağlı urgandır, 12
yaşında 13 kurşundur, katır sırtında ağıttır, çocuğunun kemiklerine sevinebilmektir, sabaha karşı ev baskınıdır, 9 yaşında tecavüze uğrayıp suçlu çıkmaktır, polis tacizini onuruna yediremeyip intihar etmektir, evlat acısını yüreği taşımayan annelerdir, 14 yaşında vurulmak, 15 yaşında 16 kiloda ölmektir<
Devlet üzerimizdeki lanettir, kamburdur, yüktür, gölgedir.
Ve sıcak ekmek kokusundaki devlet gölgesidir Berkin’in
uyanamadığı uyku.
Çocuk oyunlarına mayınlar, şarapneller, kurşunlar, gaz fişekleri karışmışsa bir coğrafyada kimse iflah olmaz artık. Kimse masum değildir. Bu yükü kaldırmak hepimizin boynunun
borcudur.
Rüzgârın yüzümüze vurduğu acıdır, kederdir, utançtır. Sırtımızdaki kamburun acısı, lânetli sokakların kederi, halâ gölgede yaşıyor olmanın utancı<
Bütün bunların karşılığı hüzün değildir, yas değildir. Öfkedir bunların karşılığı! Gözyaşıyla karılmış ağıtların titreyen
gırtlağındaki öfke, sokağı dar etmeli artık çocuklarımızı eli-
300 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
mizden alan haramilere. O sokaklara sahip çıkmak isterken
kaybolmadı mı çocuklar saklambaç sandıkları barikatlarda?
‚O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar<‛
Ey haydutlar çetesi! Varoluşuna tehdit gördüğü, iyiden güzelden yana canlı cansız her varlığa düşman olan kan emici
asalaklar! Berkin’in uykusu kâbusunuz olsun!
Koskoca bir coğrafyanın, ağıtlara karışan evlat yetimi analarının öfkesi boğsun sizi!
http://fraksiyon.org/sicak-ekmek-kokusundaki-devletgolgesi/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 301
ETHEM‟İ TAŞI, BERKİN‟İ SAPANIYLA; “SEVDİK,
İNANDIK, ANLADIK”
İNAN GÜNDOĞDU
14 Mart 2014
‚Berkin’i yaşı ve bakkal-ekmek anlatısı üzerinden yâd edenlere
inat..!
Yoldaştı o. Hudutsuz bir baştı o! Tercihini çoklarından önce yapmış, safını belirlemiş bir sıra neferiydi.
O Lacandona ormanlarının kentli/varoşlu silueti, o puebloların
yılmaz savaşçıydı. El Salvador’da Farabundo Marti savaşçısı, Peru’da Sendero Luminoso, Nikaragua’da Çocuklar Devrimi’nin üyesi,
Kürdistan’da serhıldandı.
Nazım’ın bir şiirinde söylediği gibi:
gençti, partizandı.
sevdi, anladı, inandı!‛ [Erdem Bulduruç]
19 Aralık’ın Türkiye Devrimci Hareketi‘nin (TDH) önemli
kırılmalardan biri olduğu, bir dönemin kapanıp başka bir dönemin açıldığına işaret eden çokça yazı yazıldı. 19 Aralık’la beraber rejimin yeniden organizasyonu hem TDH’nin hem de
toplumsal muhalefetin tüm diğer bileşenlerinin yeniden organize edilmesini amaçlıyordu. Haliyle muhalife, muhalefete,
muhalefet etmeye ve eylem(e) biçimlerine de sirayet eden bu
biçimlendirme; özellikle 2000 sonrası -AKP’nin iktidara gelmesiyle- güçlenen bir vicdan / sol vicdancılık söylemini muhalefetin gündemine sokmuştu. Toplumsal muhalefetin hareketli
olduğu -bilhassa yükseldiği- dönemlerde adeta ‘ideolojik dikiş’ işlevi gören vicdan kavramı ve kavrayışı kimi zaman birleştirici -ama sınıfsal ve politik ayrımları silikleştiren- bir kuvvet olurken çoğu zaman da ayrıştırıcı, muhalefete sesini kısmasını buyuran bir sürece, politik atalete neden olmaktaydı.
302 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Ethem’in Taşı, Berkin’in Sapanı
Solla, özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle az çok rabıtası
olanların ideo-politik manivelası olan vicdan söylemi sosyalist solun büyük bir kısmını da etkisi altına almıştı.
Ana-akım medyada kimi köşe yazarlarının özellikle Türkiye
Kürdistanı’nda yaşanan faili meçhuller ve katledilen Kürt
çocukları üzerinden kaleme aldıkları yazılar büyük oranda,
Türkiye’nin Batı’sında yaşayanlar için bir çeşit ‘duyarlılık’ yaratabilmişti. Fakat bu duyarlılık kimi durumlarda çeşitlilik arz
ediyordu -örneğin kolluk kuvvetleriyle girilen taşlı, molotoflu
eylemler ve gerilla ölümleri. Bu ve buna benzer durumlar vicdan söyleminin aslında o kadar da kuvvetli olmadığına delalet
ediyordu, nitekim madunun yanında yer alanlar bir anda Devlet’in safında birleşiyordu. Demek vicdan söyleminin kendisi
kurulan bir ‘şey’ olduğu gibi ‘oluş’ halinde bir ‘şey’ aslında,
şimdisi olduğu gibi öncesi ve sonrası da var. Örnekleri çoğaltmak mümkün: Gezi Direnişi‘nde vurulup hastaneye kaldırılan Ethem ile medya tarafından ‘illegal bir örgütün’ kamplarında eğitim aldığını iddia eden fotoğraflar servis edildikten
sonraki Ethem aynı kişi olmayacaktır. Okmeydanı’nda başından gaz fişeğiyle vurulup 269 gün komada kalan ve hayatını
kaybeden Berkin ile eli sapanlı fotoğrafı görüldükten sonraki
Berkin’in vicdanlarda aynı biçimde yer etmeyeceği bilgisi gibi< Bakış’ın kendisi iki durumda da hem vicdani hem de politik olarak farklılık arz edecektir, birinde direnişçi, diğerinde
terörist, birinde masum, diğerinde suçlu. Çünkü vicdan öyle
kendinden menkul, soyut, içsel ve öznel bir şuur falan değil,
bizatihi somut, tarihsel ve toplumsal bir örüntüdür, ideolojiktir, onun için politik bir kategoridir.
Masumiyet Karinesi
Vicdan, söylemini çoğunlukla ‘masumiyet’le kurar, asıl besin kaynağı odur. Adaletin terazisi de, ‘iyi’yi ve ‘kötü’yü belirleyecek olan da odur: Ne kadar masum olduğu! Çünkü trajedi
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 303
ne kadar büyük olursa etkisi de o kadar büyük olacaktır. Örneğin Berkin’in masum olduğunu kanıtlamak isteyen
vicdancı söylem, onun eylemci olmadığı, ekmek almaya gittiği,
daha 15 yaşında bir çocuk olduğunu dillendirecek ve bunu
masumiyet karinesine işleyip onu eylemciden ayırarak depolitize edecektir. Bu ayrımın kendisi iki işlevi aynı anda yerine getirir; bir yandan eylemi ve eylemciyi suçlar, diğer yandan eylemsizliği överek onu atıllaştırır. Berkin’i ekmeğe ve yaşa sabitlemek isteyen vicdancı zihin ile Erdal Eren’i yaş hiyerarşisine tabi tutup politik olanı kapı dışarı eden aynı zihindir.
Ayrımlar Silikleşirken
70′lerin ortasından 80′lere varan tarihsel kesitin en önemli
meselelerinden biri sol ve şiddet tartışmalarıydı. Bu tartışmalara damgasını vuran liberal taarruz, ahlakçılık ve vicdan söylemleriyle kurulmuştu. Liberal taarruzun etkisi o kadar kuvvetliydi ki, 90′lar boyunca Batı’da süren devrimci kalkışmalara
ve Kürdistan’daki savaşa dahi sirayet etmişti. Büyük oranda Aydınlanmacı ve hümaniter geleneğin mirası olan ahlakçılık ve vicdan söylemi, yakın dönemde yaşanan Gezi Direnişi
boyunca barikatlara yönelen basınçla ortaya çıkmıştı. Bu ahlakçılık ve vicdan basıncı Devlet’in yoğun şiddeti karşısında sokaklarda erimeye başlarken, söylem düzeyinde halen ayakta
olduğunu ispat ediyordu. Tam bu noktada önemli bir ayrımı
dile getirmek gerekir, vicdani olanın ezilenden yana değil
ezenin lehine işlediği durumlar ile ezilenin lehine işlediği
durumlar arasında kategorik ve politik bir ayrım vardır. Bu
iki durumun kesiştiği de vakidir. Lakin vicdani olan, istediği
kadar hüsnüniyetle ifade edilmiş olursa olsun, çoğu zaman
ezenin lehine işler. Örneğin, Berkin’in cenaze sonrasında sokaklara taşan eylemlerde Dersim’de ölen polis memuru ardından,
sosyal
ağlarda
dolaşıma
sokulan vicdancılık basıncı, Gezi Direnişi sırasında Devlet tarafından katledilmiş olan direnişçilerle, Devlet’in kolluk kuvveti
olan bir polis memurunu aynı kareye hapsedecektir. Bu du-
304 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
rum, hem direnişin ve direnişçinin politik kimliğini yok etmekte hem de ölümleri eşitleyerek direnişin anlamını yok etmektedir. Birinin ezen kuvvet, diğerinin ezilen olduğu gerçeğini yok
saymaktadır.
Devrimciliğin Varlığı
Başlarken 19 Aralık‘ın önemli bir kırılma noktası olduğunu
söylemiştik. Ahlakçılık ve vicdan söylemi, özellikle Sovyetler’in yıkılmasıyla dünya solunda kendini rücu ederken,
Türkiye topraklarına 19 Aralık’la, yani bir dönemin devrimcilik anlayışının tasfiyesiyle girecekti, hem de daha güçlü bir
biçimde. Şimdi bu yarılmanın etkisi, iyiden iyiye kuvvetleniyor, kendini gösteriyor, boşlukları dolduruyor, kitleleri depolitize ediyor. Anlaşılan o ki, solun ve sol ile rabıtası olanların
vicdan meselesini tekrardan tartışmaya ihtiyacı olacak. Devrimciliğin varlığını, mücadelesini, kavgasını yok etmeyi amaçlayan liberal taarruzun, ayrımları silikleştirme çabalarına rağmen, hayatın bize hediye ettiği hakikatin taşıyıcısı olmaktan
söz ediyoruz.
http://fraksiyon.org/ethemi-tasi-berkini-sapaniyla-sevdikinandik-anladik/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 305
OKMEYDANI EMRİ BERKİN‟DEN ALIR
BARIŞ YILDIRIM
14 Mart 2014
‚Belinde parabellum kimi kurtardın zevzek?‛
Bu taşlamayı Mahzuni Şerif, 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı‘ndan sonra söyledi.
İyi tanıdığımız bir saz ve söz sanatçısı, yanında silah olduğu
halde Madımak Oteli’ni kuşatan faşist güruha karşı kullanmaktan çekinmiş, sonunda ‚Yaşamak görevdir bu yangın yerinde‛
diyen Metin Altıok’tan ‚Kurtulamam tor elinden dertliyim‛ diyen
Nesimi Çimen’e dek 37 can yakılarak öldürülmüştü.
Bu hikaye ne anlatıyor?
Türküyü dinlerken düşünelim mi?
Maraşlar, Sivaslar olsun biz yalnızca ağıt mı yakalım?
Bu öykü her şeyden önce, gerektiği anda ateşlenmeyen silahın, o silahın tek başına öldürebileceğinden çok daha insanın
ölümüne neden olabileceğini anlatıyor.
Maraş‘ı, Çorum‘u, Sivas‘ı yaşamış bir ülkede, bir Alevi mahallesine, başka bir mahalleden elinde sopalarla, bıçaklarla gelip saldıracaksın ve onlar da Auschwitz‘i bekleyen gettolar gibi
elleri kolları bağlı bekleyecek öyle mi?
Bilmeyenler olabilir, olağandır, ama uğruna bu ülkenin en
büyük cenaze törenini düzenlediğimiz çocuğumuzu, yoldaşımızı, kardeşimizi tanıyalım: Berkin Elvan, Halk Cepheli bir
devrimcidir, eylemcidir, direnişçidir (‚15 yaşında devrimci mi
olur?‛ diye mızmızlananları şuraya alalım).
Berkin’in mahalle arkadaşları ve yoldaşları, mahallelerini
savunmak için çatıştıysa diyecek bir şey yok, keşke
306 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
o kışkırtılmış genç orada olmasaydı, keşke ölmeseydi
ama size bıçak çekene boynunuzu uzatmazsınız.45
Üstlenme değil özsavunma
Başkakan ‚Olayı DHKP-C üstlendi‛ dedi. Görünüşe göre
nesnel bir tarifti. Ama yalnızca görünüşe göre. Bu aslında iktidarın provokasyon söylem mühendisliğinin zekice bir uygulamasıydı. Çünkü ortada bir üstlenme değil, bir özsavunma olayının anlatımı vardı. Web’e girip biraz dolaşan herkes, devrimci
hareketlerin eylemleri nasıl üstlendiğini görecektir.
Okmeydanı’ndan devrimciler yaptıkları açıklamada yaşadıkları saldırıyı ve geliştirdikleri özsavunmayı şöyle anlatıyor:
AKP’li sivil faşistler silahlanarak devrimcilere saldırdı. Cepheliler
bu saldırı karşısında kendilerini ve halkı savunmak için silahlanarak
karşılık verdi. Çıkan çatışmada sivil faşistlerden biri öldü ikisi de yaralandı. (‘Okmeydanı Abluka Altında Herkesi Okmeydanı’na
Çağırıyoruz!’)
45
Dün olup bitenlere dair:

Berkin Elvan’ın ailesinin evini sopalarla basmaya
giden sopalılar (ve kimbilir başka ne’liler) Radikal’deki
şu
linkten
izlenebilir: Berkin’in
evine
saldıran
faşistler.

Saldırı ve özsavunmayı tarif eden yazı şuradan
okunabilir: ‘Okmeydanı Abluka Altında Herkesi
Okmeydanı’na Çağırıyoruz!’

Cephe’nin provokasyonlara karşı iktidarı
uyardığı açıklaması şuradan okunabilir: DHKC,
Açıklama 425, 13 Mart 2014 (asıl link
ulaşılamazsa bir Facebook sayfası).
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 307
Anlaşılıyor ki, iktidar, daha önce Ali İsmail‘i döverek öldüren palalılarına göz kırpmış, onlar da Okmeydanı’nı başka yerlerle karıştırmışlar. Yazık olmuş. Ama Okmeydanı’nın ara sokaklara sıkıştırarak halktan insanları öldüremeyecekleri, Sivas’taki gibi insanları diri diri yakamayacakları bir yer olduğunu bilmeliydiler.
Dün bu güruh polisin mahalleyi boğduğu terörün ve akrep
araçlarının koruması altında Berkin’in ailesinin evine ulaşsaydı
ne olurdu? ‚Maraş, Çorum, Sivas ve Okmeydanı‛ mı diyecektik?
Faşizmin 13 Mart tarihli cinayetleri
Böylece biz dün Berkin’imizi toprağın altına ve yıldızların
üstüne emanet ederken, faşizm iki kişiyi daha öldürmüş oldu,
.
Kalbindeki pille gaza maruz kalıp ölen bir polisi
.
Kışkırtılıp sokağa salınan bir genç çocuğu.
Dersim’de ölen polis memurunun Cemaat operasyonları
sonucu Manisa’dan oraya sürüldüğü söyleniyor. Simit satmayı
değil halka saldırmayı seçti, ama onu halk değil, kendi devleti
öldürdü.
Okmeydanı’nda ölen (ve nasıl öldüğünü hâlâ bilmediğimiz)
Burak Can, komşu mahalleye elde bıçak/sopa saldıran, linçe
gitmiş bir güruhun içindeydi. Ölümüne asıl olarak korumaya
çalıştığı iktidar sebep oldu.
Dünkü provokasyon, bugünkü saldırıya sessiz kalalım
diyeydi
Dün bu provokasyonu yaptılar. Mahalleyi gaza boğdular.
Başka bir mahalleden getirdikleri faşistleri silahlandırıp Okmeydanı’na saldırttılar. Bir gencin ölümüne neden oldular.
Ardından önce ‚Sokaktan çekiliyoruz‛ diye kıyamet koparan
troller geldi. Bu trolleri Gezi’den tanıyoruz, halk sokağa çıkmasın diye ‚Bu gece çok kötü şeyler olacak, durum çok kötü‛ deyip
duruyorlardı (bkz. Panikçinin Ağzına Terlikle Vurun). Dün
de aynısını yaptılar.
308 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Nasıl yapmasınlar, milyonlar sokaktaydı milyonlar!
Elbette onları içeri sokmak isteyecekler. Ne yazık ki, bazen
saçma sapan yerlerde uyanan ‚sağduyu‛muz kimi noktalarda
bu ‚oyun‛a ikna edildi.
Oysa bize lazım olan solduyudur. Halkı evine göndermek
sağ’ın işidir, iktidara karşı kalkan her kaşı desteklemek sol’un.
Ülke tarihinin en büyük cenazesini neredeyse en ufak olay
olmadan tamamlayan ve bu örgütlülükleriyle burjuva gazetecilerin bile takdirini toplayan devrimciler, neden durduk yere birine saldırsın, düşünelim.
Bugün Okmeydanı’nda bütün geleneklerden devrimcilerin
faşist saldırıya karşı ad hoc bir anti-faşist cephe olarak el ele
verdiği haberleri geliyor.
Dünkü provokasyon havasını bugün Okmeydanı’na, Berkin’in mahallesine karşı saldırı sırasında, dayanışmamızı korkak alıştıralım diye yarattılar.
İçimiz tek bir konuda rahat olmalıdır:
Okmeydanı’nda Berkin’in yoldaşları ve arkadaşları ne
yaptılarsa emri Berkin Elvan’dan alarak yapmışlardır.
Biz şimdi Berkin’in evi, sokağı, mahallesi saldırı altındayken buna karşı çıkmakta tereddüt ediyorsak, Mahzuni’nin
zevzeklerinden biriyiz demektir.
Yazık öyleyse Berkin’in ardından yürüyen ayaklarımıza.
Hak etmedikleri bir onuru yaşamışlar!
http://fraksiyon.org/okmeydani-emri-berkinden-alir/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 309
YENİ GEZİ’LERE DOĞRU...
Biliyoruz ki yaşadığımız her şey “daha başlangıç”,
mücadelenin kadranı devrimin saatbaşına doğru ilerliyor...
Yeni Gezi’lere hazırlanıyor nabzımız. Bu kez devrim göz kırpıp kaçamayacak, ona mesken tutacağı iki
ülke ayırdık...
310 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
HAYDİ PROVOKE OLALIM!
DİYAR SARAÇOĞLU
30 Nisan 2014
‚İsyanın buysa devriminin tadına doyum olmaz!‛
Geçtiğimiz Haziran’da bir dostumuz bu sözü twit atarak
sokağa çıkmıştı. Hem yılların öfkesi hem de güpgüçlü atan yüreğiyle.
O günden bu güne geçen bir sene iktidarın tüm pervasızlıklarına rağmen isyan, devrim mücadelemizde basamakları üçer
üçer atladığımız bir yıl oldu. Hani kanatlarımızı rüzgarla doldurduk desek kimsenin ‚yok artık‛ diyemeyeceği cinsten.
Bizim mücadele yılımızı kendi iç pislikleri ile bulandırmaya, seçimi nihai kavga alanı olarak göstermeye çalışmalarına
rağmen biz farkındayız. Dün bugündü, bugünse yarın. Sermaye-iktidar bileşkesinin çok sevdiği ‚belleksizlik‛e karşı 77 1
Mayıs‘ı ile Gezi kardeş, Berkin bugüne kadarki tüm devrim
mücadelemizin çocuğuydu.
Geçtiğimiz bir yılın ağırlığı ise elimizdeki taşta şimdiden. 1
Mayıs’ın tarihsel önemini de aşan bir 1 Mayıs’ımız var yarın.
Son günlerde sıkça geçtiği gibi ‚butik meydanlar‛da ‚kutlamalık‛ değil üstelik. Occupy‘lara da selam çakarak İstanbul’un
Taksim‘ini, Ankara’nın Kızılay‘ını, İzmir’in de Konak‘ını işgal ederek geçecek bir 1 Mayıs. Omuz omuza, havai fişek ışıklarında.
Yarın 1 Mayıs, erken kalkıp tedbil-i kıyafet giyinelim.
Tam da onlara inat düpedüz provoke olalım.
Şarkıda da geçtiği gibi;
İsyana gerek var,
hatta (acilen) devrime gerek var!
http://fraksiyon.org/haydi-provoke-olalim/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 311
HOŞGELDİN 31 MAYIS!
EKİN DUYURMAZ
26 Mayıs 2014
Kapitalizm bir büyük yas hediye etti hepimize, binlercesinin birer birerliğinin ardından. Acıların akrabalaştırıcılığı ile
cinnet arası bir yerlerde kalabalığız.
Hazır yakalamışken sıkı sıkıya bileklerinden, negatif
‘umut’un yerini ‘ha gayret’ alacak. Evini yıkmak isteyen belediye ekiplerine çatıdan arı kovanı fırlatan dermansız yaşlı
adam gözümüz önünden eksilmeyecek. Parkı yıkmak için çalışan kepçenin yanındaki sandalyede yaşlı kadın; her yapmadığımızla yüzleşmenin sembolü olacak.
Temennilerin ağırlığı direnişe bükülü, ‘direniş’se eğer ismi
mutlaka yenileceğiz ama Alpay’ın hayatının en sağlam şarkısının nakaratı açıklar bize yenilginin gerekliliğini:
‚Tamam ben yenildim siz yendiniz
Ama ben kazandım siz kaybettiniz‛
Gerçekten ama gerçekten hiç ölmeyen ölülerimiz var. Onlara şehit denemez; olsa olsa ‘yaşayanlar’< Roboski’den Gezi’ye
Soma’ya ve Okmeydanı’na; neresinde çeperlenilirse çeperlenilsin her yasın önünde mutlaka TOMA, her köpüklü sloganda
biraz gaz fişeği sesi, biraz tazelenme.
Hatırlamasak geçmişi bakarız bugüne; asgari ücret kadar
TOMA’dır taşeron, değiştirilmek zorunda kalınmış DNS kadar
gözaltıdır içişleri bakanlığı ya da her yer kadar sokaktır özgürlük.
Günün ikinci yarısında en iyi bildiklerimizle kuşalıdır sokak; ilk bölümün hıncına müsaade edelim lütfen. Durak olmayan bir yerde ‚Müsait yerde kaptan‛. Bilinir tabi yetmez kâr
hiç, artan artışın piyangosunun (x) ekseni ile arasındaki alan:
312 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Bu integral ancak aynı grafiği silmek için alınır. Dolayısıyla Ortaçgil’e bir miktar ara.
Geri çağıran bir şeyler var. İşte o biber gazından sonraki
‚Lan ne işim var benim burda, hemen eve gideyim‛ içe kapanışı ve sonrasındaki ‚Sık Bakalım‛ menşeili ‚Metin Lokumcuysa Metin Lokumcu‛ bir cesaret.
Sokak sadece meydanlar olsaydı her şey kolaydı ya, her
yeri sokaklaştırmak, barikatın barikat dışından genişletilmesinin en çok tecrübe edilmiş ama/rağmen en az öğrenilmiş
pratiği olarak üstü başı yırtık duruyor.
Sözün canbazlığı bile ipte tutunamamış, ‘yaparken konuşuruz’un riskini almak ve edindiklerinin büyük kısmını döküp
etekten, sonra topladığında daha fazlasını görmenin bedeli ve
ödülü ince bir dua ya da ‚Şerefine Tayyip‛ bir şişe<
‚İstanbul Kanatlarımın Altında‛dan bir asansör selamı yakışır barikatın berisine; ötesine bir biçimsiz nesne ulaşır.
‚Haklıyken haksız duruma düşüyoruz‛ vardır oralarda bir
yerde, bir sürü genç görmüşlerdir, hem de kendisi gibi bir sürü
yaşlı görüldüğünü, arkalarından en sünmeli geyiklerin çevrildiğini ve gelecekte ne olunmaması gerekliliğine ilişkin öz-ikna
çalışmalarını bilmeden.
Nihayet aylardan görünen Haziran’dır, herkesin payına
biraz sokak düşer. Korkuları evde bırakan anlamamıştır, o
korkular ki bazen tek sıra bazen asal asal aşılacaktır titremelerde. Neşeyi evde bırakan pişman olur, ağız dolusu özgürleşmelerden düşen salyayı kıskanır. Bir cebe biraz hüzün, ötekine öfke, haklılık iç cepte, sağ elde olan hangisiydi, sol el?
Hoşgeldin 31 Mayıs<
http://fraksiyon.org/hosgeldin-31-mayis/
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 313
GEZİ‟NİN İŞİ ÇIKTI, SONRA GELECEK
BARIŞ YILDIRIM
30 Mayıs 2014
31 Mayıs yaklaşıyor. Oligarşi müsterih olsun, Gezi’ler takvime göre gelmez. Ama o kadar da müsterih olmasın, çünkü
eninde sonunda gelir.
Gezi şu anda bir gecekondu sokağında, bir maden ocağında, bir okul kantininde, bir evin mutfağında kendini büyük
karşılaşmaya hazırlamakla meşgul. O yüzden 31 Mayıs günü,
bir yıl öncesini anımsatacak bir kalkışma bekleyenimiz varsa,
beklemesin.
Elbette geçen ilkyazın yemyeşil anısı, Sekizler’imizin üzerimizdeki gözleri, yolsuzlukların ve Soma’nın içimizi kanırtan
öfkesiyle yolumuz sokaklardan, meydanlardan geçecek. Ama
biliyoruz ki, planlı bir halk ayaklanması yaratacak donanımız
olsaydı, bu teşhir olmuş çete, kendi pisliği içinde debelendiği
halde suratımıza gülmeyi başaramazdı.
Moral bozmaya değil, moral bozgunluğunun koşullarını ortadan kaldırmaya çalışıyorum.
Çünkü giderek daha fazla, kötü bir piyesin bir kahkahalar
atan bir ağlayıp zırlayan manik-depresif oyuncularına benzemeye başladık. ‚Burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi‛ mızmızlığı ile ‚Bu kez yaktık seni Tayyip‛ aceleciliği arasında, giderek
artan bir frekansla, salınıp duruyoruz. Gözlerimizi çok iri beklentilerin ardına aşırıp elimizdeki çok büyük kazanımları görmeyi başaramıyoruz.
Tayyip Erdoğan’ı dinlemeyin, Mahir Çayan okuyun
Daha bir yıl önce, sokaklarda 50 bini geçen kalabalık gördük mü ‚büyük eylem‛ ruh haline girerdik, şimdi her fırsatta
yüz bin yüz bin sokağa fırlıyoruz. Yolsuzluklara, seçim hilelerine ve Soma katliamına karşı büyük kitleler halinde direndik.
314 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Bir yıl içinde yeryüzünün en büyük kalabalıklarını üç kez Gezi’de, Berkin’in cenazesinde ve Diyarbakır Newroz’undabir araya getirdik.
Şu gezegende son bir yıldır bu topraklar kadar hareketli, bu
topraklar kadar egemenin yakasından elini gevşetmeyen başka
köşe yok. Ama biz yine iki eylemin arasına, pasaportlarımız
Şengen vizesi doluymuş gibi, aslında bu ülkenin yaşamaya hiç
uygun olmadığı gözlemini sıkıştırmayı başarıyoruz. Coşkumuz dünyaya efsane, depresifliğimiz destan yazıyor. Bunun
aslında basit bir sebebi var: Çok Tayyip dinleyip az Mahir
okuyoruz.
Hakkını verelim, oligarşinin yüzsüz yüzü, çıkar ortaklarının ihanetlerine; rezilliğin öznesi, nefretlerin nesnesi olmuşluğuna; yorgunluğuna, hastalığına rağmen üzerine düşeni yapıyor. Çalışılmış diksiyonu, kurgulanmış öfkesi ve ne kadar ortaya çıksa o kadar çok sarıldığı yalanlarıyla televizyonlarda
endam etmeyegörsün, dünya tarihinin en büyük, en yaratıcı,
en güçlü kitle hareketlerinden birinin bazı bileşenleri, yelkenlerini melankolinin sularına indiriveriyor. Onun komik derecede
beceriksiz yalanlarına sahip çıktığı kadar biz, apaçık doğrularımıza sahip çıkabilseydik, şimdi kapatılamayan bir Gezi Parkı’na dönmüştü yurtlarımız.
Mahir Çayan bize, faşizmin pervasızlığıyla kitlelerin karşı
çıkışı arasında bir dengesizlik, teknik terimiyle söyleyecek
olursak, faşizmle halkın tepkileri arasında bir suni denge olduğunu gösterdi. Ne kadar işlevsiz olursa olsun açık
bir parlamento; ne kadar zalim olursa olsun ‚baba‛ sanılan
bir devlet ve onun televizyonlardan camilere, kışlalardan okullara, her köşe başını tutmuş baskı ve yalan aygıtları yaratıyordu bu dengeyi. Bu yüzden, orta vadede faşizmin iktidarını sürdürmesinde; kendisine yönelik tepkileri bastırabilmesinde ya da seçim, demagoji, ideoloji vb. yöntemlerle massedebilmesinde şaşacak bir şey yok. Ama faşizm eninde so-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 315
nunda yıkılmaya mahkumdur -hep yıkılırlar- ve onu yıkabilecek olan da ancak halkın örgütlü, silahlı ve devrimci öncülerinin sabırlı çalışma ve çatışmalarıdır.
Bu topraklarda, dünyanın çok az ülkesiyle karşılaştırılabilecek bir süreklilikle var olan, fakat etkisi bazı zaman artan bazı
zaman -mesela bu zaman- azalan devrimci öncülerin en az 45
yıllık savaşı, dengeyi bir süreliğine bozarak Gezi’yi ve bugüne
uzanan artçı sarsıntıları doğuran en önemli fay hatlarından biriydi. Ancak güçlü, yaygın ve en önemlisi örgütlü bir devrimciliğin olmadığı bir konjonktürde bu depremin sonuç alıcı sürekliliğini sağlayacak koşulların olmadığını da biliyorduk.
Böylece, sınırları 27 Mayıs 2013’te parka vurulan kepçe darbesi ile başlatılıp Berkin Elvan’a yapılan kitlesel uğurlama ile
sonlandırılabilecek Gezi-Lice-Gülsuyu süreci46 bize henüz ikisini de yerine getirmediğimiz iki acil görev bırakarak bitti.
1.
Gelecek ayaklanmaların kurmaylığını üstlenebilecek
bir devrimci cephenin -devrimci güçlerin en geniş temelde bir araya geldiği bir siyasal uzamın- yaratılması;
2.
Gelecek
ayaklanmaların
mayasını
koruyacak forum/meclis örgütlenmelerinin ayakta tutulması
ve etkinliklerinin giderek artması.
Kent savaşları: Bize hiyerarşi lazım, o da hemen lazım
Şiddet karşıtı söylem gibi hiyerarşi karşıtı söylem de oldukça zayıf kuramsal temellere dayanır. Daha ziyade bir temenni düzeyindedir. Örnek cephaneliği, İspanyolca konuşan
dünyanın doğusu ile batısındaki küçük, yerel ve stratejik bakımdan başarısız birkaç deneyimle sınırlıdır. Hiyerarşik biçim-
Elbette seçim yolsuzluklarına ve Soma’ya karşı direnişler,
Gezi sürecinin dersleriyle silahlanmıştı, ama bundan sonra ülke tarihine Gezi demeyeceksek, sınırları bir yere çekmemiz
gerek.
46
316 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
de örgütlenmiş bir hasımla mücadele söz konusu olduğunda
ise açıkça işe yaramazdır.
Türkiye oligarşisi ve onun emrindeki kolluk kuvvetleri -bir
kez daha haklarını verelim- saflarını dolduran onca ahmağa
rağmen, isyan bastırma konusunda güçlü bir deneyime ve öğrenme refleksine sahiptir. Kürdistan dağlarında kır gerillasına,
Türkiye kentlerinde şehir gerillasına karşı deneyim ve ders biriktirdiği gibi, Gezi’den bu yana da kitle hareketleriyle mücadelekonusunda giderek uzmanlaştı.
Kabul etmek lazım, bir çökse hepsini un ufak edecek böylesi
çürümüş bir sistemi ayakta tutmaktan başka şansları yok. Bize
zincirlerimizden başka kaybedecek şeylerimiz olduğu yanılsamasını verirken, kendileri sefil yaşamlarından başka koruyacak hiçbir şeyleri olmadığını biliyorlar.
İngiliz sosyalist kuramcı Mark Neocleus’a göre, bir yandan
eskiden bildiğimiz anlamıyla savaş kavramının yerini operasyon kavramı alırken, diğer yandan kentlerdeki polis
kuvvetleri giderek orduya benzemeye, kent isyanlarına karşı
mücadele de savaş niteliği almaya başlıyor. Gezi günlerinde
çok dolaşan ‚Galiba TOMA’larla bir darbe oldu da biz fark etmedik‛ esprisi bir espri olmanın çok ötesinde.
Kent sokaklarında polis üniforması giymiş bir ordunun
halk kitlelerine karşı verdiği savaş, henüz konvansiyonel savaşlar kadar kanlı değilse, bunun sebebi, iki ordu arasında
geçmiyor olması. Cephenin bir tarafında direnen, zaman zaman ayaklanan ama henüz savaşmayan halk kitleleri var. Elbette, kentlerde yürütülen, konvansiyonel bir savaş değil, ancak hasmımız savaşın en önemli aracını kullanıyor: Merkezi
olarak komuta edilen, hiyerarşik biçimde örgütlenmiş bir
ordu.
Sokak ‚savaş‛larında halk, kendini merkezi biçimde örgütleyemezse toplanma/gaz/dağılmarutininin dışına çıkması güç
görünüyor. Bu rutini tek bozan unsur -çoğu zaman gerçek de-
Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 317
ğil ancak simgesel anlamıyla kurulan- barikatlar. Kentler en az
yüz yıldır, barikat kurulamasın diye tasarlanıyor. Böyle olunca
son bir yıldır sokaklarımızda kurulan yüzlerce barikatın ancak
çok azı gerçek bir çatışmayı ortaya çıkarmaya yetecek kadar
ayakta kalabiliyor.
Sokak savaşlarında adına layık bir strateji ve taktik yürütülebilmesi için, halk ‚kuvvet‛lerinin şöyle ya da böyle merkezi
bir komutaya ihtiyacı var. Bu, herkesin üniforma giyip muhaberat subaylarından gelen emirlere uyarak çatışacağı anlamına
gelmiyor. Büyük çoğunluğu örgütsüz olan -ve halk ayaklanması kavramının doğası gereği- örgütsüz kalacak olan güçlerin
böyle davranması olanaklı değil. Ancak bu güçlerin içinde direnişin ‚beyni‛ olarak davranan bir çekirdek ihtiyacı kendini
gösteriyor.
Bu da bizi yukarıdaki iki maddelik görevlerin ilkine getiriyor: Devrimci bir cephe. Zira, artık açık hale gelmiş olmalıdır
ki, büyük kentlerde, en azından orta vadede, Kürdistan örneğindeki gibi bir devrimci gücün süreci alıp götüreceği bir zemin oluşmayacak. Bu yüzden de mevcut güçler bir arada bir
‚siyasal beden‛ olarak davranmanın yolunu aramak durumunda.
En geniş biçimde tanımlanmış devrimci güçlerin bir araya
geldiği bir yapı, sokak savaşlarının stratejisi, taktiği ve komutasını üstlenebilir. Ancak, sokaklarda verilenin öncülerin değil
halkın savaşı olabilmesi için, bu ‚merkez‛in halk örgütlenmelerine tabi olması, gücünü ondan alması şart. Bu da yukarıda
saydığımız görevlerin ikincisiyle ilişkili: halk meclisleri ya da yaygın ve yanlış47 kullanılan adıyla- forumların etkinliğinin ve
yaygınlığının artırılması.
Bu yanlışı, bu yazının bazı argümanlarını da aldığım, Sanki
Devrim’de (Nota Bene, Ankara: 2014, s. 167-171) tartıştım.
47
318 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları
Bu -Çayan’ın deyişiyle- ‚halkın öz-örgütleri‛ bir jest olmanın ötesine geçmek ve yeni direnişlerin hazırlandığı, etkin yapılar olmak zorunda. Aksi halde, gelecek günler, üzerinde yetiştiği toprakla bağını koparmış öncülerin kahramanca ama
trajik savaşına tanık olur.
Yeni Gezi’ler gelecek
Bundan emin olabiliriz; yalnızca tarihin kadranının ezilenlere doğru döneceği bilgisine dayanarak değil, son bir yıldır
yaşadıklarımıza da dayanarak.
Umutlu olmak için her türlü nedene sahibiz. Devrimler döneminin kapandığı, olsa olsa emperyalistlerin güdümü altında
bir takım düzen değişikliklerinin olabileceği safsataları pompalanıp dururken, biz bu ülkede sahici bir devrimci süreç yaratabildik. Kentlerimiz bir yıldır bir isyan karnavalına ev sahipliği
yapıyor. Yeryüzünün direniş ve isyan nabzının en güçlü atımları bizim sokaklarımızda.
Ama her şey gibi umut da boşlukta dolaşmaz. Ona ayaklarını basacak bir mekân, bir zemin gerekir. Halklar söz konusu
olduğunda bu zemin ancak devrimin öncü ve kitlesel örgütleri
olabilir. Akış bu yöne doğru olmazsa, en çok umutlu olmamız
gereken zamanlarda; egemenin alabildiğine güçsüz, bizim alabildiğine güçlü olduğumuz bağlamlarda bile bir diktatörün
gevelemelerinden, hiçbir işe yaramayacağı baştan belli olan
bir seçim sandığının hileli sonuçlarından kendimize umutsuzluk devşirebiliriz.
Devşirmeyelim.
Gezi’ler gelecek, ama bir gerilla birliği gibi, beklenmediği
yer ve zamanda gelecek. Sorun takvim meselesi değil, bizim
ona öz ve öncü örgütlerimizle hazır olmamız meselesi.
Size gelince< Hayır, Bay Oligarşi, size devrim randevusu vermiyoruz. Sürprizler aşkı diri tutarmış, ama bizim niyetimiz son sürprizimizle sizi gömmek.