Gezi Yazıları Fraksiyon’da Direnmenin 365 Günü http://fraksiyon.org | 2014 2 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları İçindekiler Önsöz .............................................................................................................................. 5 İlk günler ve 31 Mayıs Devrimi......................................................................... 7 Taksim Gezi Parkı Direnişi ve Odak Sorunu Serdar Uğurlu ................... 8 Günü Biz Kazandık Hayatın Direnişi Sürüyor Evren Barış Yavuz .... 11 Amed ve Gazi, Devrim Gezi’sine! Barış Yıldırım ........................................ 13 Ayaklanma Günleri .............................................................................................. 15 Leyla Halid’den Direnişçilere Mesaj Var: “Alanı terketmeyin!” ........ 16 “Fikri Hür, Vicdanı Hür” Orta Sınıfla “Demokratik Cumhuriyet”e Barış M. Yıldırım .......................................................................................................... 17 Bir Çukur Vardı, O Ne Oldu? İsmail Güney Yılmaz .................................... 22 İstanbul’da Sivil İtaatsizlik: Merkez Beyoğlu’ndan Beşiktaş’a Kayarken Ömer F. Kurhan ..................................................................................... 27 Gayri Memnunların İsyanı Erhan Demirtaş ................................................. 31 Panikçinin Ağzına Terlikle Vurun! Barış Yıldırım ..................................... 33 Çapulcunun Diyalektiği Onurhan Demirkol ................................................. 36 ‘Bekle sönsün yavaş yavaş’a karşı: Genel Grev Genel Direniş ........... 40 Direnişin Talepleri ve Alabileceği Yeni Biçimler Ömer F. Kurhan ... 43 İzmir’den Görünen Direniş Serdar Uğurlu ................................................... 47 Gezi Parkı’nın Çağırdığı Devrim Hayaleti Üzerine Ramazan Kaya .. 50 Yüzde Ellinin Değil Bir Avuç Sömürücünün Partisi Eren Buğlalılar55 Bu isyanın en büyük gücü ve en büyük güçsüzlüğü: Örgütsüzlük Barış Yıldırım ................................................................................................................ 58 Negri Türkiye’de Yaşasaydı, Beşiktaşlı Olurdu Halil İbrahim Gürel 61 Şafak Kaç?! İsmail Güney Yılmaz ........................................................................ 65 Türkiye’yi Sarsan On Gün Barış M. Yıldırım ................................................. 69 Referandum Önerisi ve Hükümetin Gezi Stratejisi Alişan Akpınar . 72 Gezi Parkı’nda Gezmek! Özgür Apak ............................................................... 76 Parktan Ülkeye Uzanan İsyan......................................................................... 79 Erdoğan’ın Plebisit Önerisi Kabul Edilebilir mi? ...................................... 80 Ankara’nın En Uzun Haziranı Evren Barış Yavuz ...................................... 88 Direnişin Sonu Başlangıç mı? / İzmir Gülistan Öz .................................... 92 Kavga Daha Yeni Başlıyor! Serdar Uğurlu .................................................... 95 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 3 Direnişin İçinde Bulunduğu Aşama, Kazanımlar ve Erdoğan’ın Kutuplaştırma Siyaseti Taylan Doğan ............................................................ 99 Türk Halkı/Türkiye Halkları; Sizi en çok anlayan Kürt kardeşlerinizdir! Boran Doğan ........................................................................ 105 Gezi Direnişi ve “Kim Ne Dedi?” Hazırlayan: İsmail Güney Yılmaz107 Gezi Direniş; Nereye? Ceyhan Çılgın ............................................................. 132 Taksim bizimdir dedik; peki ya Lice? Özgür Apak ................................ 138 Henüz Yazılmış Tarihi Okumak .................................................................. 140 Gezi Direnişi ve Direnişin Yarattığı Krizin Örgütlenebilmesi İnan Gündoğdu..................................................................................................................... 141 Ne Yapmalı? O Tepedeki Makam Koltuğunu Bertaraf Etmeli! Michael Albert - Çeviren: Ali K. Saysel............................................................ 147 Yeryüzü Ayetleri II: “belirsiz bir düşünce gibi…” Canan Yarar ...... 156 Mızrak İsmail Güney Yılmaz............................................................................... 160 Ekonomi İyi Durumda ama Halk Değil: Türkiye’deki Gösterilerin Ekonomik Arka Planına İlişkin Notlar Eren Buğlalılar ....................... 163 Gezi İşsizleri’nin yanındayız: Ne gazlarınız ne işçi kıyımlarınız sizi kurtaramayacak....................................................................................................... 167 Gezi’nin bedel ödeyenleri için dayanışma bayrağı daha daha yukarı Barış Yıldırım ............................................................................................................. 170 Çünkü öfkemiz büyür gururlanırız… (Dizelerle) Diyar Saraçoğlu 172 Adlarınız Onurumuzdur: Ethem, Abdullah, Mehmet, Ali ve Diğerleri Süreyya Karacabey ................................................................................................. 174 Hayat ve Barikat Yoklaması Evren Barış Yavuz ...................................... 176 Sanma ki Hikayesi Şu Titreyen Dalların Düşen Yaprakla Biter! İsmail Güney Yılmaz ............................................................................................... 180 Türkiye Solu, Gezi Direnişi sınavından çaktı mı? Özgür Apak ........ 190 Direnişin Ontolojisi Erdem Bulduruç............................................................ 194 Madem ki Ölüyoruz Öyleyse Varız Süreyya Karacabey ...................... 203 Direniş ve Özgürlerin Ekonomisi Olcay Çelik........................................... 206 Her yer Taksim, Adeviyye dahil! Barış Yıldırım ...................................... 218 Eylül Sendromu, Güz Günleri ....................................................................... 221 Eylül sendromu ve Gezi’nin ilk mahkemesi: 10 Eylül İzmir Barış Yıldırım ......................................................................................................................... 222 AKP’nin Polisi El Nusralaşmıştır! Tuncay Yılmaz .................................. 226 4 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları İsyanın Aritmetiğindeki “Eşittir” (=) Devrimcidir İsmail Güney Yılmaz ............................................................................................................................ 228 Hangi Toprak Alsın Sizi? Barış Yıldırım....................................................... 236 Bütün Mümkünlerin Kıyısında; Çatalhöyük’ten Anarres’e, Oradan Taksim’e Caner Bingöl .......................................................................................... 239 Uyur İdik Uyardılar Sevinç Koçak ................................................................... 244 Kahrolsun Bağzı ‘Marksist’ler! Doğukan Sakar ...................................... 247 Cemevini Camiye Kapı Yapmak Süleyman Altunoğlu .......................... 253 Drogba ‘Ulan!’ Hasan Tübek .............................................................................. 260 “İyiler zaferle çıkmalı bu harpten” |Gezi Tutsağı Kubilay İyit’ten mektup.......................................................................................................................... 264 Gezi’nin Kültürü, Gezi’nin Sanatı ............................................................... 266 Müzik, Gezi’nin Peşini Bırakmayacak! Diyar Saraçoğlu ..................... 267 Metre Hesabı Hayat, Ton Hesabı Şiddet Oya Yağcı ............................... 273 ForumFest’te Sanatçılar Üzerine Düşeni Yaptı Serdar Türkmen .. 278 Direnişin Ekolojisi; Bağa Gel Bostana Gel Caner Bingöl ..................... 284 Bir Uzun Boylu Haziransa Kent İsmet Ulaş Denkli ................................ 288 Berkin… Berkin… ............................................................................................... 295 Emri Berkin Elvan’dan Aldık! Evren Barış Yavuz ................................... 296 Sıcak Ekmek Kokusundaki Devlet Gölgesi Sevinç Koçak ................... 299 Ethem’i Taşı, Berkin’i Sapanıyla; “Sevdik, İnandık, Anladık” İnan Gündoğdu..................................................................................................................... 301 Okmeydanı Emri Berkin’den Alır Barış Yıldırım .................................... 305 Yeni Gezi’lere Doğru... ...................................................................................... 309 Haydi Provoke Olalım! Diyar Saraçoğlu ..................................................... 310 Hoşgeldin 31 Mayıs! Ekin Duyurmaz............................................................ 311 Gezi’nin İşi Çıktı, Sonra Gelecek Barış Yıldırım ....................................... 313 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 5 ÖNSÖZ Fraksiyon.org Yazarlar Kolektifi, Gezi-LiceGülsuyu süreçlerinde direnişin ve isyanın hem içinde hem “kıyısında”ydı. Direnmekle iletişmenin bu denli iç içe geçtiği bir süreçte, kendi yarattığın tarihin aynı anda içinde olup ona elini sunmakla, kıyısında olup ona gözünü, kulağını sunmak öncelik sonralık sırasına sokulamayacak denli eşzamanlı ihtiyaçlar. İsyan eden özne hem isyanı hem isyanın kuramını, tarihini ve “şiirini” birlikte yarattı. Bu derleme büyük ölçüde direnişin ve yazıların kronolojik sırasını takip ediyor. İlk Günler ve 31 Mayıs Devrimi bölümü, direnişin soluksuz günlerinde “iki gaz arası” yazılan yazılarla başlıyor. Ayaklanma Günleri, ülkelerimizin her köşesine yayılan ayaklanmaya sunulan taktik önerileri ve ilk çözümleme girişimlerini barındırıyor. Parktan Ülkeye Uzanan İsyan başlığı altında Gezi’nin boşaltılmasının ardından direniş farklı biçimlere bürünürken, yazarlarımızın notları var. Henüz Yazılmış Tarihi Okumak bölümü, adı üstünde, klasik görüşe göre henüz tarih olmamış bir dö- 6 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları nemi, bir iki ay öncesini okuma girişimleri. Direnişin ve iletişimin bu iç içe geçişi analizleri, tarihleri öyle 40-50 yıl sonrasına bırakmaya izin vermiyor. Bazen 40-50 saat bile çok uzun bir süre. Eylül Sendromu, Güz Günleri, direnişin güz günlerinde Antakya’ya ve yoksul mahallelere kayan odağını izliyor. Bunun ardından bir Gezi’nin Kültürü, Gezi’nin Sanatı parantezi açarak direnişin ekolojisi ve sanatına bakıyoruz. Bu bölüm dizelerle örülmüş bir Gezi gözlemiyle bitiyor. Berkin Elvan için yazdıklarımız, bir başka kitabı dolduracak boyutta. Berkin yazılarımızdan bazı seçmeleri Berkin... Berkin... başlığı altında topladık. Son bölümümüz Yeni Gezi’lere Doğru... başlığını taşıyor. Çünkü biliyoruz ki yaşadığımız her şey “daha başlangıç”, mücadelenin kadranı devrimin saatbaşına doğru ilerliyor... Fraksiyon 31 Mayıs 2014 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 7 İLK GÜNLER VE 31 MAYIS DEVRİMİ Direnişin ilk günleri... İsyan köprüyü geçmeye hazırlanıyor... Fraksiyon yazarlar kolektifinin bir yerinde duran herkes direnişin de bir yerlerinde duruyor. İlk soluklanışta bir şeyler yazmaya çalışıyoruz... 8 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları TAKSİM GEZİ PARKI DİRENİŞİ VE ODAK SORUNU SERDAR UĞURLU 30 Mayıs 2013 İktidara direnişin her türlüsü önemlidir. Ama duyarlılık imajı ile direniş farklı şeylerdir. Ağaçlar önemlidir, doğa önemlidir. Parklar yıkılırsa yenileri yapılır. Ama insanlar ölünce sadece ağıt mı yakılır? Duyarlılık ve direniş halimiz sadece ‚severlik‛ boyutunda varoluyor. İnsanlığı benliğinde hissetmeyen bir ‚doğa sever‛ imajında. Özünde insan hayatını küçümseyen, dudak büken, değersiz gören bir ‚kamu vicdanı‛. İktidarın gündemi değiştirme hızı bu şekilde tutundukça Reyhanlı’nın külleri göğe savrulacak, ellerini iki yana açan ana sadece teessüf imajına dönüşecek. Milliyetçisinden, sosyalistine ülkenin doğusu ile batısı bırakın bölünmeyi, batıdan denli hiç birleşmemiş bile. Roboski’yi ve Kürdistan sınırını geçtim, en güneyindeki doğusu Reyhanlı bile anlayamadığı bir yerde. Ekran ve monitör başından bütün dünya, aşağı mahalle dahil aynı ‚uzak‛ mesafede< Olan bitenlerin ne kadar gerçek olduğuna dair can sıkıntısı oluşmuyor. Canı yanmayanlara ‚olan-biten‛ anlatılamıyor< Topyekün bir odak bozulması ile karşı karşıyayız. Esas sorunla ve muhatapları ile ne zaman karşı karşıya gelsek devlet bir hokkabazlık numarasıyla yine ortadan kaybolabiliyor< Denilebilir ki, yaşam çok yönlüdür ve dünya sadece tek bir sorundan ibaret değildir. Doğru. Ama odaklanamadığınız hiçbir sorunu da çözemezsiniz. Tabi gerçekten çözmek istiyorsanız. Değilse, devletin en iyi olduğu alan bu odak bozuculuğudur. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 9 Evren Barış Yavuz’un yazısı devlet refleksinin sinsi utanmazlığının altını çiziyordu; Roboski de kürtaj, Reyhanlı’da alkol ve açık beden düşmanlığı politikası. Yazıya belki şu eki yapmak lazım; Katliam gibi dolayımsız devlet şiddetinin açığa çıktığı diktatöryal eylemlere, yani hayat ‚biçimine‛ değil hayatın kendisine yönelen devlet varlığı karşısında en ‚risksiz‛ olana meyleden yalandan mücadelecilikle de hesaplaşmalıyız. Peki neyin gerçek ve odaklanılması gereken olduğuna kim karar verecek? Herkes kendi çıkarı ve ihtiyacı neyse oraya yönelmez mi? Basit; insan hayatı herkesin çıkarınadır. Kendi türünü katletmekten utanmayan bir egemler sınıfı, doğayı talan etmekten ve diğer tüm canlıları yok etmekten alıkonulamaz. İnsan hayatının hesabını soramayan, tüm canlılığın temsili/kendisi olan Doğa’nın hesabını soramaz. İnsan hayatı karşısında kimin hangi rantın peşinde olduğu yalnızca burjuvaları ilgilendirmelidir. Şu anki kapanına kısıldığımız ulus devlet sınırlarında; Alevilerin, Ermenilerin, Rumların, Kürtlerin uğradığı katliamlarla yüzleş/e/meyenler, bunların hesabını soramayanlar elbette gün yüzü görmezler. Göremeyiz. Reyhanlı gibi sert ve ağır bir katliamın ardından disiplinli bir zihinle düşünmek gerekir. Taksim gezi parkı, içki yasağı dahil, her ne olursa olsun, toplumsal hayata müdahalenin hangi aşamasını temsil ediyor olursa olsun insan hayatını hedef alan katliamların ötelenip, ‚hayat biçimi‛ argümanın gündeme gelmesi politize kitlelerin dahi odağını bozmaktadır. Devlet sizinle içki yasağını, gezi parklarını her türlü tartışır. Ama bir katliamı tartışmaz. Tartışmayı gündemde tutanları cezalandıracak yer arar. Sadece gündemde tutmakla kalmayıp hesap sormaya cüret edenleriyse sert kapatma araçlarıyla cezalandırır. Dünya küçülüyor, haritalardaki sınırlar değişirken belirsizleşiyor. Dünya küçüldükçe korku da ortaklaşacaktır. Ortak 10 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları sanrıların en kötü yanlarından biri ise herkesin kabul ettiği şeyin karşısına dikilmenin zorluğudur. Devlet kendi ikincil, üçüncül gündemlerini küçük burjuvazinin karşısına dikiyor. Görmemizi sağlayan güçlü bir merkezi sinir sistemimiz olmadığı için, gündemimizi çevreleyen temsili bir dünya yaratarak yürüttüğü büyük savaş hazırlıklarını gizliyor. Burjuva devlet iktidarı kendi eylemlerini kolektif bir akılsallaştırma ve olağanlaştırma ile gündemleştiriyor. Reyhanlı’yı unutanlar daha büyük katliamlara hazırlıklı olsunlar. http://fraksiyon.org/taksim-gezi-parki-direnisi-ve-odaksorunu/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 11 GÜNÜ BİZ KAZANDIK HAYATIN DİRENİŞİ SÜRÜYOR EVREN BARIŞ YAVUZ 1 Haziran 2013 31 Mayıs 2013 yılı bu coğrafyanın özgürlük tarihine kazındı< İçinde soluk aldığımız hareket bir ayaklanmadır! Bu bir isyandır. Taksim Gezi Parkı’nda günlere yayılan direniş, ‘karnavaldan direnişe’ yürüyüşün, yeni ittifaklar kazanan bir meşruiyet bilincinin yansımasıdır. Devletin şiddet örgütleme gücüne dayanan saldırıların yıldırmadığı meşruiyet duygusu isyanın kurucu fikirdir. Direniş, Taksim barikatlarının artçısıdır. Direniş, 2004 NATO barikatlarının, IMF direnişinin, Taksim Meydanı’nın kapılarını açan sokak savaşının artçısıdır. Artçısı olduğu içindir ki, gücünün o direnişlerin yarattığı tesirden almaktadır. Ağaçlar, kuşlar ve parkın gölgeleri elbette savunulmuştur ama orada esas savunulan ‘direnme hakkıdır’. Bu hak kazanılmıştır! Güne yayılan büyük direniş başta İstanbul olmak üzere tüm kentleri direnişle tanımladı. Direniş öyle hızlı, öyle yakıcıydı ki devletin zorbalığı sökmedi. Ankara’dan İzmir’e, Eskişehir’den Aydın’a<. İstanbul ve Ankara’nın semtlerinde< Evlerde, sokak aralarında, çarşılarda bir büyük isyan günlüğü yazıldı. Güne yayılan yüz binleri içine alan direnişin değiştiren ve kardeşleştiren gücü mücadeleye yeni bir öykü verdi< Bu öykü sokağa yayılan ve baş eğmez direnme ısrarıdır. Kökünü topraklarımızın devrimci geleneğinden alan, anti faşist-karakterli bir sokak hareketidir. Ayaklanmadır çünkü dizleri üzerine çökertilmiş bir halkın, ayakları üstüne kalkmasının estetiğidir yaşadığımız. Sokaklar halka öz güven taşımış, umudunu tazelemiş ve bir özneyi işa- 12 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ret etmiştir< Özne direnişle kurulan ‘hayat’ mücadelesinin savaşçılarıdır. İstanbul Gezi Parkında titreşimleri alınan fayın kırılması bir deprem yarattı. Sadece devleti değil, bizzat direnenleri sarsan bu deprem yoldaşlığın, direnmenin, korku duvarını aşmanın da en güzel örneklerini verdi güne< Geceye akan sokak savaşı yepyeni bir olanağı da ortaya koydu. Karanlığın çökmesiyle sokaktan geri çekilmeyen mücadele güçleri, geceyi ateşlerle sardı. Sokak savaşına eşlik eden medya savaşı yine bu isyanın derin izlerinden biridir< Devletin ve sermayenin köpekleşen medyası halkın isyanıyla dalga geçercesine sansür politikasına sarılırken, sosyal ağları ve alternatif medya ağlarını etkin kullanan mücadele güçleri kendi medyasını kurmayı başarmıştır. Sokaklarda yoldaşlaşan< Ekmeğini, suyunu, omuz hizasını hiç tanımadığı dostlarına açan isyancılar, özgürlüğün amentüsünü yeniden yazdılar. 21 yüzyılın sokak savaşını prova ettiler. Biriktirdiler. Öğrendiler. Sokağın kaderini belirleyecek olan direnişin gencecik gücüdür. Politik meşruiyetiyle ‘hayat’ı savunanlar, onların arkasına sıralananlar, gündelik yaşamını isyanla birleştirenler büyük bir birikim yaratacak ve bu birikimin vuruş gücü mücadeleyi değiştirecektir. Coğrafyamız sokaklarını özgürlüğün soluğuyla tanımlayan tüm direnişçileri, cesaretiyle devletin üstüne yürüyen halkımızı övünnçle kutlarız< Günü biz kazandık. Günü ve geceyi biz kazandık< Yarını biz kazanacağız! http://fraksiyon.org/gunu-biz-kazandik-hayatin-direnisisuruyor/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 13 AMED VE GAZİ, DEVRİM GEZİ‟SİNE! BARIŞ YILDIRIM 1 Haziran 2013 ‚Dema Amed dişevitand, Stanbol raketî bû, dema Stanbol dişevite Amed divê ranekeve, şerm e!‚: Diyarbakır yanıyorken İstanbul uyuyordu, İstanbul yanarken Diyarbakır uyuyor, ayıp oluyor, diyordum dün Amed’e geldiğimde. Ama dünyanın en onurlu direnişlerinden birini gerçekleştiren Kürt halkı, haklı isyanı her gördüğü yerde tanır, tanıyor. Amed’de 1. Orta Doğu Kadınlar Konferansı’ndayım, bütün katılımcılarda isyanın heyecanı var. Diyarbakır 2′de harekete geçecekmiş. Çok geç, Newroz geceden başlamaz mı? Dün Ankara’nın Tunalı’sı trafikten gözün gözü görmemesi gereken bir saate, Cuma akşamı yalnızca Gezi destekçilerine aitti. Kuğulu Park’ı dolduran kitlenin en göz dolduran niteliği ‚beyaz Türk‛lüğüydü, muhtemelen İstanbul’da da kıvılcım bu kesimlerce başlatıldı. Ama bu bir halk hareketi. Şu an her şeyden önemlisi mahallelerin, devrimcilerin ve Kürt halkının bu isyana katılması. BDP vekillerinden bir arkadaşımız sabaha kadar İstanbul’u izlediğinden uyumadığını, ama Kürt halkının da katılma konusunda tereddütleri olduğunu söyledi. Tereddütlerin bir kısmı Ulusalcı denilen kesimlerin hegemonyalarını kurma çabası. Örneğin Orhan Pamukoğlu nam faşistin bunun bir parçası olarak görülmesi. Dün Twitter’de ‘DirenGeziParkı BozkurtlarGeliyor’ diye bir slogan vardı. Gezi Parkı gerçekten de bu sivil faşist güruhunu içine almamak için direnmelidir! İttifakın da bir sınırı var. Diğer bir tereddüt kaynağı ise ‚sürece zarar verilmesi‛ korkusu. Dünyaya isyanın onurunu öğreten Kürt halkı, faşizmin 14 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları gaz bombalarının güvencesiyle gelen bir ‚sürece‛ razı gelecek kadar onursuz değildir. Anaakım medya 1970’lerin piyango çekilişlerini yayımladığı için şu an herkesin gözünde bir soytarı halinde. Sosyal medya ise çok daha fazla önem kazanıyor. İngiltere direnişleri bize elbette o medyanın fişinin egemenlerin elinde olduğunu gösterdi, ama dünden beri Twitter’daki 10 ‘Trending Topic’ten 10’u da Gezi Parkı direnişi hakkında. Aslında bu da direnişte altıyla üstüyle ‚orta sınıf‛ın rolünü gösteriyor. Ancak devrim twitlenmeyecek. O yüzden emekçi halkın ve onun öncüsü olan devrimcilerin rolü her zamankinden daha önemli. Direnişteki örgütsüzlük izleri (örneğin hâlâ güvenilir haberleri teyit edecek bir, sözgelimi, İletişim Komitesi yok gibi) de devrimcilerin hızla silmesi gereken bir durum. Direniş ve Halk Komiteleri’ni kurmanın tam zamanıdır. Dün Twitter’daki direniş etiketlerinden #DirenGeziParkı o kadar popülerdi ki, bir yanlış yazımı #DirenGaziParkı bile TT oldu. Bu direnişin ‚anlamlı tashih‛idir. Gezi’deki ateş, Gazi’nin barikatlarında bundan 18 yıl önce yakılan ateştir. Bu yazım hatasını bir devrim doğrusuna çevirmeliyiz. Şu anda en önemli şey Amed’in ve Gazi’nin, yani Kürt halkının ve emekçi mahallelerin direnişi sahiplenmesi, direnişe öncü olmasıdır. Sabaha 15-16 Haziran’ları hatırlatan bir görüntüyle, Boğaz Köprü’sünü geçen onbinlerle uyandık (sözün gelişi tabii, çoğumuz hiç uyumadı). Halk ‚köprüyü geçene kadar‛ ayıya dayı demiş olabilir, ama şimdi ayıya adıyla sesleniyor: Faşizm. Amed ve Gazi, faşizme karşı devrim Gezi’sine bir an önce çıkmalıdır, aslında çıktı bile< http://fraksiyon.org/amed-ve-gazi-devrim-gezisine/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 15 AYAKLANMA GÜNLERİ İsyan köprüyü geçmişti. Türkiye ve Kürdistan’ın her yerinde öfkeli bir neşe, coşkulu bir hınçla çatışıyorduk. Bir yandan da aklımızda, ayaklanmanın stratejisi ve taktiğine dair fikretmeler vardı. 16 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları LEYLA HALİD‟DEN DİRENİŞÇİLERE MESAJ VAR: “ALANI TERKETMEYİN!” 2 Haziran 2013 Filistin Halk Kurtuluş Cephesi FHKC‘nin efsanevi kadın gerillası Leyla Halid‘e, Amed’de, 1. Ortadoğu Kadınlar Konferansı‘nda, Türkiye’nin her yerinde faşizme karşı direnen #OccupyGezi direnişçilerine bir mesajı olup olmadığını sorduk: Video için tıklayın: Leyla Halid’den Gezi Direnişçilerine çağrı: Alanı terketmeyin! Ben, halkım adına, Filistinliler adına şunu söylüyorum, biz her zaman faşizme karşıyız. Biz her zaman baskıya/zulme karşıyız. He zaman adaletsizlik altında yaşayan bir halkız.Ve ülkemiz işgal altında, tarihteki son işgal. Bunun sonucu da baskı, zulüm. Size çağrım şudur: Hükümet taleplerinizi kabul edene kadar meydanda kalmalısınız, Taksim’de kalmalısınız. Orayı terk etmeyin. Barışçıl gösterilerinizle, direnişinizle, oturma eyleminizle orada kalın. Ve kadınlara da geniş çaplı olarak her yerde eyleme katılma çağrısı yapıyorum. Her yerde, yalnızca Taksim’de değil. Yaşasın halkın hakları için mücadelesi! http://fraksiyon.org/leyla-halid-taksim-gezi-mesa/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 17 “FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR” ORTA SINIFLA “DEMOKRATİK CUMHURİYET”E BARIŞ M. YILDIRIM 2 Haziran 2013 Her türlü yetersizlik ve yanlışa düşme endişesinden uzak durarak, hemen şimdi tüm ülkeye sürü değil bir halk olduğunu hatırlatan, ‚toplumu savunmak gerekir‛ sözünü somutlaştıran karşı püskürtmenin analizini yapmaya çalışmak zorundayız ki yönümüzü yitirmeden hızla ilerleyelim. Dile gelecek ilk unsur; birikmiş hıncın, patlama noktasını, korku eşiğini aşıp, ‚hür vicdanına‛ yöneldiğidir. AKP hükümeti 2000′den bu yana toplumsal hafızaya reset attı. Bir yandan, en azından eski tarz zorba devlet modelini aşma vaadinde bulunurken, bir yandan da bu vaade göre çok dar ve baskıcı bir pratik izledi. Bunun samimi olmadığı, gerçek bir demokratikleşme olmadığını bilsek ya da en azından bundan şüphelensek bile, iktidar aygıtının temizlenmesi, cuntacı Kemalist döneme göre gözle görülür bir özgürlük canlanması anlamına geldi. Hiçbir şey olmadıysa memleketin tabularına bir bir saldırı düzenlendi. Kemalizmin faşizan resmi ideolojisinin ağırlığı, hafifledi. Bunların hepsi iyiydi, AKP iktidarına bu yüzden kerhen ve şerhen bir destek bile verdik yer yer. Evet kuşkusuz art-niyetli ve kuşkusuz, son kertede, zorbalardı. Ancak eski tabuların yıkılmasından aldığımız zevk, palavracı demokrasi söyleminin halkın iştihasını güçlendiren bir etki taşımasıyla birlikte, bizim de hükmedici bir siyasi güç olmanın uzağında olduğumuz düşünüldüğünde, eski beton rejiminden iyiydi. Bugünümüze değilse bile geleceğimize daha çok hizmet ediyordu. Bu on senede AKP kendine eski iktidar gibi derinliği ‘ideolojik’ ya da halkla bütünleşik/organik olamayan daha çıplak bir zor aygıtı kurdu. Sonra bu zor aygıtıyla her yere saldırdı. Ro- 18 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları boski, Reyhanlı katliamları KCK, Balyoz vs. gibi hukuksuzluklar karşısında eski rejimin uzantısı ve siyasal bölünmüşlükler nedeniyle toplum olarak sinmekle yetindiysek de, Gezi Parkı gibi tümüyle yeni iktidarın yarattığı ve görünüşte ‘apolitik’ savaş alanında, bizi hiçbir güç durduramadı. Çünkü sadece 10 yıllık olan bu köhne iktidara, bu alanda, yüzyıllık bir bastırılmışlıkla karşı koyduk. Devletin şiddetinden güçlü bir beden ve AKP hükümetininkinden daha geniş bir zaman kurduk. Taksim’de siyasi partilere dönük ilgisizlik ve hatta tepki de bu açıdan değerlendirilmelidir: Dar politik kamplaşmaları aşan yeni bir vicdan! AKP iktidarı dönemince, kendi zenginlerini ve orta-sınıfını yaratır, onlara AVM üstüne AVM, rezidans üzerine rezidans, alkolsüz eğlence mekanı üzerine alkolsüz eğlence mekanı, cami üzerine cami sunarken; eski rejimin zenginleri ve orta-sınıfının yanı sıra; ‚arkadaş, içki içmiyoruz diye sabaha kadar eğlenip Allah yolunda olduğumuzu nasıl iddia edeceğiz? Biz Allah’tan korkarız‛ diye soran vicdan sahibi Müslüman’ı da hızla yanımıza, direnişimizin çadırına gönderdi. İşte, vicdanı olacağımız gövde bu unsurlardan oluşuyor. Son günlerde Emek sineması direnişi, THY grevi ve Gezi Parkı’nda kitap okuyanlara vahşi saldırıyla toplumda geniş bir yankı uyandıran muhalefet havasının, eski orta-sınıfın tasfiye çabasıyla da ilintili olduğunu görmeliyiz. Resmi ideolojisi Kemalizm olan bu orta sınıf, saray darbecisi Kemalizm’den, yani devletin çekirdeğinden ve paramiliter unsurlarından her zaman için daha demokratikti. Yeni sistemde güç kaybetmeleriyle yanımıza, yani aşağıya geldiler ve şimdi ortaklaşıyoruz. Kürt hareketinin de silahsız olarak bu safta yer alması, bu yüzden çok ama çok önemli. Eğer para-militer Kemalizm’i alanlarda hür vicdanını arayan orta-sınıfla sınırlandırmayı başarırsak, Kürt hareketi de daha güçlü şekilde yerini alacak ve AKP, kendi iktidarını güçlendirmek için başlattığı çözüm arayışıyla, kendi yıkılışını imzalamış olmanın pişmanlığına gömülecektir. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 19 Bu nedenle, kendi boyundan büyük açılımlar yapmadığı sürece, AKP artık bir zombi hükümet olarak dolaşacak. Ve zombi olarak kaldığı sürece de çürüyecek ve 2023′ü kesinlikle göremeyecek. 2015′i görürse iyi< Tam da bu noktada, toplumsal muhalefetin kurucu bir direniş hareketine dönüşmesi gerekiyor. Yukarıda direnişin gövdesini oluşturan farklı kesimleri tek bir beden haline getirecek bir maya gerekli. Ve bu maya, bir yandan eskinin çözülen, bir yandan da yeninin kurulmakta olan orta-sınıfın değerlerine çalınmak zorunda. Çerçeve basit: ‚Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti.‛ Ancak lafta değil, ordunun iktidarını perdelemek, bir grup elitistin hayatını kolaylaştırmak için değil. Tüm dil, din, ırk, cinsiyetlerin kendi yaşam olanaklarını sınırsızca gerçekleştirebileceği toplumsal olanı savunan bir demokratik cumhuriyet. Yerele dayanan, halkın doğrudan özne olduğu ve yoksulların da nimetlerinden yararlanabildiği Demokratik Cumhuriyet. Türbanlı bir kadının hakim olabildiği, türbanlı olduğu için kararlarından şüphe etmediğimiz, Kürtlerin ve her çeşit etnik varlığın kendi dilini ve ülkesini aynı haritada özgürce, neşeyle yaşadığı bir demokratik Cumhuriyet. AKP’yi ve Kürt hareketini yarattığını gören bir Cumhuriyetçi bunun neresinden, nasıl rahatsız olabilir ki? Kemalist cenah, tekçiliğinin, zorlama ulusçuluğunun, milliyetçiliğinin kısaca faşizminin kaçınılmaz olarak PKK ve AKP gibi hareketler yarattığını, bu tür hareketlerin de kaçınılmaz olarak kendisine saldırma konusunda ortaklaştığını ve bunun suçlusunun da yine doğrudan kendi cumhuriyet algıları ve pratikleri olduğunu idrak ederse, bundan sonra önemli bir kısmı kolaylıkla aşılabilecek ve üzerinde yürünebilecek hat açığa çıkar. Bu hat, liberalleri, Kürtleri, Cumhuriyetçileri, eşcinselleri, devrimcileri, sosyalistleri, azınlıkları, Müslümanları bir araya 20 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları getirir ve demokratik kültürü, hükümet/askeri darbeler değil Haziran direnişimiz temelinde sağlıklı bir toplum inşa etme yoluna sokabilir. Artık hükümetler raydan çıktığında karşılarında gördükleri askerin urganı değil, halkın vicdanı olur. Eh, sözüm ona TSK da zaten halk bilinçlenene kadar bu görevi yürüttüğünü söylediğine göre, eski hâliyle pek Kemalizm’e ihtiyacımız kalmadığını kabul ederler. Yoksa kendileri bilir, Kürt hareketi ve AKP’yle nasıl başa çıkamadıklarını tarih boyunca tekerrür ve nihayet idrak ederler. Dolayısıyla, önümüzdeki en somut ihtimal, Cumhuriyetçilerin ve bu geleneğin uzantısı tüm siyasi hareketlerin dürüst, korkusuz bir özeleştiri yapmasını sağlayabilecekleri bir kanal açmamızı gerektiriyor. Onlara, ‚Gelin bakalım kardeşler. İyisiniz, güzelsiniz. Aydınlanma, laiklik iyi güzel ama<.‛ diye başlayan cümlelerle hem yanlışlarını inkar edemeyecekleri şekilde anlatıp, hem de onore etmemiz, para-militer güçlere karşı uyarmamız gerekiyor. Bunu Kemalizm’e sempati duyan ortasınıfın kabul etmekte zorlanacağını düşünmüyorum. Daha dar, gürültücü olduğu için sesi çok çıkan asalak faşizan gruba gelince, bunlara karşı ‚büyüklük bizde kalacak‛. Bu grubun hınç dolu, zerre bilinç içermeyen tepkiselliğini, ancak engin bir vicdan ve bilinçle aşabiliriz. Bu orta-sınıfın ‚lümpen‛ tabir edebileceğimiz bayrağa ve puta tapan kısmını yönetmesini, onları Cumhuriyet ideali taşıyan koca bir gövdenin safraları olarak görmeyi ve buna göre konumlandırmayı öğreneceğiz. Çok sevdikleri bayraklarını nerelerine sarmak istiyorlarsa sarsınlar. M. Kemal’i ya da bir başka tarihsel kişiliği ne kadar istiyorlarsa sevsinler. Toplumcu direnişin tornasından faşizmlerini törpüleyip hınç duygularını sağaltacak bir çerçeve oluşturursak onlardan çekinmemize gerek yok. Ama bunu yaparken unutmamamız gereken tek şey, muhatabımızın bu ideolojinin çekirdeğini oluşturan faşizan güçler değil, ‚kent sakinleri‛, ‚yurttaşlar‛ genel başlığı altında, Kemalizm’in ölü cumhuriyetinin orta-sınıfı, bugünün ötekisi olduğudur. Onlara soracağı- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 21 mız soru şudur: ‚Anladınız mı şimdi, size sofra kuran Cumhuriyet’in siz uyurken bize yaptıklarınızı?‛ Bir başka deyişle, bu para-militer kesime karşı ideolojik bir mücadele yürütmeli, ama derdimizi onlara değil orta-sınıfa anlatmalıyız. Yapmamız gereken, demokratik bir anayasa hedefleyen bir çerçeve oluşturup hem Kemalizm’in orta-sınıfının, hem de Kürt hareketinin dışında kalamayacağı ve parçası olacağı bir toplumcu, eski ve yeni orta-sınıfı kuşatan bir çerçeveyi ete kemiğe büründürüp, ülkenin ciğerlerine temiz hava pompalamak. Eskinin ve yeninin orta sınıfı: Onlara ulaşmak, onlarla birleşmek durumundayız. Onların aradıkları vicdan bizde, vicdanımızın aradığı beden onlarda. Devlet denilen asalak makinenin eskisiyle yenisiyle teşhir olduğu bir yerde, uyanan ve gücünün farkına varan tüm toplumsal kesimler, bu çerçeveye yanıt verecektir. Bu çerçeveyi de, ancak Taksim çizebilir. Işık taşınmak ister. Biz de bu toplumun yük taşımak isteyen en dayanıklı ruhlarıysak, omuzlamamız gereken görev, bence budur. Aksi takdirde, beş yüz perdelik oyunun neoosmanlıcı/neo-kemalizm isimli bölümünü, yorgun gözlerle izlemeye devam ederiz. http://fraksiyon.org/fikri-hur-vicdani-hur-orta-siniflademokratik-cumhuriyete/ 22 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları BİR ÇUKUR VARDI, O NE OLDU? İSMAİL GÜNEY YILMAZ 3 Haziran 2013 kanını akıtanlara< Gezi Parkında küçük sayılabilecek bir grubun gerçekleştirdiği barışçıl nöbete polisin, ağaçları deviren belediye ekipleriyle birlikte sert şekilde müdahalesiyle yükselen tansiyon 31 Haziran gününden itibaren hükumet karşıtı bir halk ayaklanmasına dönüştü. Her tepkisi ve talebi küçümsenen halkın damla damla biriken ve Reyhanlı katliamıyla demlenen öfkesi vicdanlara tecavüz anlamına gelen mide bulandırıcı park saldırısının hemen akabinde patladı ve önlenemez bir yükselişle genel bir isyana evrilip, önce İstanbul’a, sonra tüm Türkiye’ye yayıldı. İsyanın geldiği noktayı değil hükumet, sanırım hiçbirimiz tahmin edemezdik. Ana akım medyanın kesif sansür politikasına karşın halk cumhuriyet tarihinde gerçekleşmiş önceki birkaç kent ayaklanması gibi- tamamen kendiliğinden bir hareketle gün ve gece boyu uyumadan isyanı büyüttü, genişletti. Yaşanan isyanın önceki kent ayaklanmalarından -15/16 Haziran, Gazi, 1 Mayıs ’96- farkı ise lokal değil tüm ülke çapında yaşanıyor olması. Hareketin kendiliğindenliğinin ve devrimci öznenin komutasızlığında şekilleniyor olmasının yarattığı türlü olumsuzluklara yazının akışı içinde değineceksek de ülke tarihinde hiçbir örneğine rastlanmamış bu nümayişin dün akşama doğrudan beri getirdiği sonucun devletin İstanbul’un göbeğinden tamamen silinmesi olduğunu söyleyelim öncelikle. Yazının kaleme alındığı şu saatlerde -2 Haziran, saat on sekiz suları- Taksim ve çevre semtler tamamen eylemcilerin elinde ve bu durum saatlerdir bu şekilde sürüyor. Ancak burada unutulmaması gereken mevzu, Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret olmadığı gerçeği. Şu anda Ankara, İzmir, Adana ve Eskişe- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 23 hir’de devlet terörü ve halkın mukavemeti tüm hızıyla sürmekte, kenara bunu da not edelim. Günün ilerleyen saatlerinde de İstanbul’da havanın ‚panayır‛dan ‚çatışma‛yatekrar evirilemeyeceğinin garantisini kimse veremez, ki muhtemeldir ki bir müdahale de olacaktır. Dün Taksim zaferinin coşkusunu yaşarken Beşiktaş’ta sabaha kadar çatışmaların sürdüğünü ve polisin semti tümüyle cehenneme çevirdiğini akıldan bir an için çıkarmamak gerek. Bir devlet yenilgiyi kolay kolay kabul etmez, hele ki söz konusu Erdoğan mizacında kibirli ve kindar bir Başbakan ise bu sonuç çok zor gerçekleşir. Nitekim Erdoğan bugün de alanlara akan milyonları ‚üç beş çapulcu‛ diye küçümsemiş ve kentteki rant eksenli dönüşümde kararlı olduğunu üzerine basa basa yinelemiştir. Taksim boyunca uzanan kitlenin üzerinde sık sık uçurulan ve ‚Hükumet İstifa!‛ sesleriyle karşılanan polis helikopterinin keşif uçuşları da olası bir müdahalenin sinyalleri olarak okunmalı. Geniş ve Kendiliğinden Bir ‚İttifak‛ AKP’nin akıl sır ermez öz güvenli çıkışlarına ve halkın onurunu kırmaya yönelik söylemlerine karşın ülkede artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı net gibi duruyor. Hükumette, bilhassa da başındaki Erdoğan’da son birkaç yıldır son derece belirginleşen ve ‚psikolojik sorunları olmalı‛dan başka türlü yorumlanamayacak olan bol garezli tavır da zaten insanların isyana yönelik motivasyonlarını artırmaktan ve başkaldırıya kan pompalamaktan başka bir işe yaramıyor. Hükumete karşı muhalefetin çeşitli odaklarına yakın olan insanların kendi çevrelerinde biriktirdiği isyan sorgusuz sualsiz ideolojiler arası olan ama ideolojiler üstü olmayan bir ittifak yaratıp tüm memleketi bir isyan gürültüsü ve kargaşasına sokuverdi. İsyanın bileşenlerindeki bu heterojenlik de ister istemez belli başlı rahatsız edici sonuçlar doğurdu. 24 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Bu rahatsız edici olguların başlıcaları olarak alanlarda Sözcü okuru olmakla karakterize olmuş ve genellikle İP periferindekişovenistlerin görünürlüğü ve eylemlerdeki, özellikle duvar yazılarındaki yoğun cinsiyetçi küfürler olarak sayılabilir. Politik bir harekette bu kadar çok küfrün kullanılmasının daha önce dünyada örneği oldu mu bilemiyorum, Batı’nın muhalif kültüründe küfür bir olgu olarak vardır ‛fuckthesystem‛ vesaire- ve belki oradaki neoliberalizmkarşıtı eylemlerde bu tip şeyler olmuş olabilir ama bizdeki siyasal şekillenişte sağ ya da sol olsun küfür alenen bir silâh olarak kullanılmaz, hele ki cinsiyet ayrımcı ifadeler boyutuyla hiç. Fakat bugün Cihangir’den çıkıp, İstiklâl’den Şişli’ye doğru ilerlediğinizde duvarlar boyunca göreceğiniz yazıları ben size sayayım ; ‚top Tayyip‛, ‚polis s.kelim‛, ‚saksocu Tayyip‛, ‚göt Tayyip‛, ‚ibne polis‛, ‚s.kilmiş Tayyip‛, ‚A.Q Tayyip‛, ‚polis a.ına koyayım‛ < Zekâ kırıntısından zerre barındırmayan bu çirkin ifadeler ne yazık ki sokaklara hâkim olan duvar yazıları ve bunların bir de alanlarda haykırılan ‚slogan‛ daha doğrusu tezahürat formundaki hâlleri var duyduğumuz; ‚y.rrağımı ye Tayyip‛ gibi. Bu tip işler hem isyanın görkemini ve ciddiyetini gölgeliyor; hem de mizahî bir zekâyla yazılmış olan anlamlı duvar yazılarını görünmezleştiriyor: ‚Sinirlenince Çok Güzel Oluyorsun Türkiye!‛, ‚Piknik Tüpünü Çakmakla Kontrol Eden Bir Millete Gaz Bombası İşlemez!‛, ‚Şerefine Tayyip!‛ ya da meydana doğru giden yola ‚Devrime Gider‛ yazılması gibi. Alanlarda kendiliğinden toplanan kitlenin çok sayıda lümpen barındırmasının yarattığı kontrolsüzlüğün sonucudur bunlar. İşin bu yanının bu hâle gelmesinde bir de İngiltere’de tribün holiganizmi temelli gelişip evrenselleşmiş ‚polis karşıtı‛ hareket A.C.A.P.’ın da rolü var kuşkusuz. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 25 Bu geniş halk hareketi içinde şovenistlerin de olduğunu söyledik. İnsanların Türk bayrağı ya da Atatürk posteri taşımasından biz rahatsız olmayız, zaten kast ettiğimiz de bu değil. Devrimci öznenin yürüteceği son büyük isyanda omuz başımızda Türk bayrağı taşıyanlar da, Kur’an taşıyanlar da olacaktır şüphesiz. Mesele bu günlerde yaşadığımız bu spontanehalk hareketi içinde Kürt düşmanı, hâlâ ordudan medet uman darbeci bir kliğin maalesef görünür olması ve bunlarınayaklanmanın yörüngesini dengesizleştirmesi. Şu ana kadar bir kaç saat önce Taksim meydanında Öcalan bayrağı açan küçük BDP’li grupla, TGB’liler arasında kısa süren çatışma dışında bir sorun yaşanmadıysa da devrimcilerin kemik şovenistlerlezafer için ittifak ilişkileri kuramayacağı son derece açık, bunu tartışmak bile anlamsız. İttifak edilemeyecekler arasına eylemlere ve yer yer çatışmalara katılan MHP’li faşistleri, şamanist Turancıları ve kimi söylemleriyle ‚sola yakın‛ gibi dursa ‚şanlı Sivas kıyamımız‛ diyebilen İBDA-C’lileri de tabiî ki katalım. Bunun dışında Mustafa Kemal, laik cumhuriyet ya da İslâm konusunda politik hassasiyetleri olan geniş kitlelerle devrimci hareketin çözülemeyecek bir sorunu olamaz, tersine bu kesimleri anti-faşist, anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir çizgide birleştirip, ihtilalin ırmağına katmak devrimci özneye düşen sorumluluklardan olarak okunmalı. Çukur< Süren ayaklanma üzerine sıcağı sıcağına konuşmanın zorluğunu teslim edersiniz sanırım ama biz bu güçlü halk hareketinin hafızalarımızda bıraktığı silinmez izlerden biraz hasbıhal ederek yazıyı noktalayalım isterim. Örneğin ben Ankara’da polisi hacamat ettikten sonra polisin kalkanlarına el koyup, tıpkı onlar gibi -yani ‚ürkek lejyoner adımları‛yla- yürüyen çeşitli gruplardan mizahtan anlayan devrimcileri ya da tüm bir kentte gece üçlere dek süren tencere tava gürültüsünün yanaklara bıraktığı gözyaşlarını asla unutmayacağım. Ama bu isyanın bize 26 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları kalan en büyük hatırası ve mirası şüphesiz günlerce yorulmak, yılmak, boş vermek bilmeden savaşan yüz binlerin coşkuyla Taksim meydanına akması olacak. Taksim’in zaptıyla hem 1 Mayıs bayramının ‚kaza‛sı kutlanmış oldu; hem de önümüzdeki senenin 1 Mayısı bugünden kazanıldı. Ve biliyorsunuz bir ‚çukur‛ vardı hani. Bundan sadece bir ay önce Taksim’in emekçilere yasaklanmasına ve halka uygulanan devlet zulmüne bahane gösterilen o çukur< Dünden itibaren insanlar Taksim meydanını ve Gezi Parkı’nı hıncahınç doldurmuş durumdalar ya, sâhîo meşhur çukura ne oldu şimdi dersiniz? İşte o çukur dün gece bir isyan müzesine dönüştürüldü ve içine de AKP tipi faşizm gömüldü. Gidin görün derim< http://fraksiyon.org/bir-cukur-vardi-o-ne-oldu/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 27 İSTANBUL‟DA SİVİL İTAATSİZLİK: MERKEZ BEYOĞLU‟NDAN BEŞİKTAŞ‟A KAYARKEN ÖMER F. KURHAN 4 Haziran 2013 BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Taksim Gezi Parkı’ndaki yeşil direnişin tetiklediği olaylara ilişkin yaptığı açıklama, BDP’nin olan bitenlere Fransız kaldığını açıkça gösterdi. Haklı olarak, AKP hükümetinin illallah dedirttiği kitlelerin sivil itaatsizlik eylemlerinin (başkaldırı ya da Kürtçesiyle serhildanın değil), CHP ve MHP tarafından barış karşıtı manipülasyonlara konu edilmesine itiraz etti. Anlaşılamayan nokta ise şu: En az BDP kadar, CHP ve MHP’nin de İstanbul’da milyonlara yayılan sivil itaatsizlik eylemlerine Fransız kalmış olması. Bu defa kitleler siyasetçilerin peşinden değil, siyasetçiler kitlelerin peşinden sürüklendi. Türkiye’de şu sıralar ‚Halkların kardeşliği‛ gibi bir olgudan söz etmek güç. Fakat bir gözlem, tanıklık ve yaşanmışlık yazısında (‚Gaz Kardeşliği‛) altını çizmeye çalıştığım gibi, İstanbul’da güçlü bir halk kardeşliği meydana geldiğini kabul etmek gerekiyor. Bu, bir doğa felaketi sırasında insanların ayrı gayrılarını bırakıp kenetlenme, en azından yan yana durma ve yardımlaşma başarısı göstermesi gibi bir vaka. Polis eliyle uygulanan gaz terörü, sadece hükümetin değil, halkı temsil ve muhalefet ettiğini iddia eden siyasetçi sınıfın da, irili ufaklı pek çok entelektüel çevrenin de açmazlarını ortaya koydu. Meseleyi anlamaya çalışan BDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü, yerleşik ideolojik kalıplarla anlaşılması imkânsız bir vaka ile karşı karşıya kaldığımız tespitinde bulundu. Gerçekliğe kapı aralamak adına doğru bir tespittir bu. Aynı zamanda halkla kurulan temasın zayıf kaldığının itirafıdır. 28 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları İstanbul halkı, Türkiye tarihinde ilk defa bir kitlesel sivil itaatsizlik eylemi gerçekleştirdi. Geçmişte, Susurluk kazası (1996) sonrası meydan gelen tepki ile karşılaştırılabilir belki, ama bu yanlış olur. ‚Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık‛ eylemleri, başından beri ana akım medya tarafından yönetildi. Halk da buna itiraz etmedi. Ardından, bu eylemler 28 Şubat darbesine malzeme olarak kullanıldı. Bugün yaşanan olaylarda ise, sansüre batan ana akım medya inandırıcılığını yitirmiş ve eylem yapan kitlelerin hedefi haline gelmiş durumda. 1 Mayıs’ta yapılamayanın, Gezi Parkı’ndaki ‚ağacı sökersin, sökemezsin‛ gerilimi ve sonrasında meydan gelen gaz terörünün tetiklemesiyle yapıldığı söylenebilir. 1 Mayıs’ta yapılamazdı, çünkü sivil itaatsizlik biçiminde zuhur eden bir eylem tarzı, oraya öncülük etmek üzere giden sendika ya da siyasi partilerin dünyasına, taktik anlayışlarına hitap edemiyor. Onlar, var olduğu tartışmalı başka bir halkın peşindeler. Bir eliyle kurt işareti yapan ya da sol yumruğunu sallayan ya da sağ elin işaret parmağını kaldıran ya da eliyle V işareti yapan insanlar yan yana gelebilir mi? Gelebildikleri görülüyor. Fakat yanılmamak lazım: Bu siyasi kimliklerin ve sembollerin kaynaşması ve anlaşması değil; bir iki güne yayılan, Kürt renginin oldukça soluk kaldığı geçici bir halk anarşisi dönemi. Taksim Gezi Parkı eylemcilere teslim edildikten sonra, bu deneyim pratik olarak sona erdi, şenlik ve kutlama biçimleri alan gösterilere dönüştü. Öte yandan, tam Gezi Parkı krizi aşıldı derken, beklenmedik bir vaka daha ortaya çıktı: Eylemlerin merkezi Beyoğlu’ndan Beşiktaş’a kayarken, bir yandan CHP’nin kışkırtmış olduğu, ama artık sahip çıkmakta tereddüt ettiği bir sol hareket biçimlendi. CHP ‚Başbakan özür dilemelidir‛ derken, Beşiktaş’taki eylemciler ‚Başbakan İstifa!‛ diyor ve Başbakanlık konutuna yürümek istedi. Mevcut iktidarın devrilmesini hedefleyen bir sol hareket inşa edildi. Bu vakayı Taksim Gezi Parkı’nın Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 29 merkezde olduğu sivil itaatsizlik eylemleriyle karıştırmamak gerekir. Polisle karşı karşıya gelmeyi, hatta polis terörünü suçlamayı kabul edilemez gören MHP, meydanı tamamen CHP’ye bıraktı. CHP de meydanı güya hamiliğini yaptığı eylemcilere bıraktı. Sivil itaatsizlik biçiminde başlayan eylemlerin bir başkaldırıya dönüşmesinden ürküyor. Muhtemelen ‚AKP’ye muhalefet edeyim derken bir canavar mı yarattım?‛ endişesi taşıyor. AKP hükümetinin başkaldırı izlenimi veren eylemlere dönük tepkisi, özellikle İstanbul dışında çok şiddetli seyretti. Eli sopalı sivil kolluk görevlileri de devreye girdi. Sokaklarda bir çeşit AKPCHP (tabanı) çatışması yaşandı. Bu sırada, AKP kurmayları içinde ve başta ABD olmak üzere uluslararası düzeyde eleştiriler yükselişe geçerken, Başbakan yıllar sonra yeniden liberal ideolojiyle barış köprüleri kurduğunu ima eden söylemler kurmak zorunda kaldı. Liberal çevrelerde yaygınlaşan Erdoğan gitsin, Gül gelsin talepleri bir ölçüde karşılık bulmaya başladı. Başbakan gerçekten de zor günler yaşadı. Türkiye’nin barış sürecine Türk-İslam faşizmi siyasetiyle girmesinin imkânı yok. Polisin Gezi Parkı’nı eylemci kitleye teslim etmesi ve geri çekilmesiyle, AKP hükümetinin Başbakan’da cisimleşen Türk-İslam faşizmi direnci de kırılmış oldu. ‚Saldırgan İslam‛ anlayışından yeniden ‚ılımlı İslam‛ anlayışına çark etmek zorunda kaldı. Fakat bir soru askıda kaldı: Merkezi Taksim’den Beşiktaş’a kayan ve yer yer İstanbul dışında illere sıçrayan, CHP’nin ortada bıraktığı ve artık sonlanmasını istediği eylemlerin kaderi ne olacak? Bu eylemler Türk solunun yüksek siyaset düzeyinde içine girdiği krizi ele veriyor. Askeri darbeye bel bağlamayı bırakmış, giderek özyönetim deneyimi kazanan sivil bir hareket şekilleniyor. Bugüne kadar siyasal ve sosyal tıkaç CHP’nin kont- 30 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları rol ettiği halk tabanında yaşanan bu değişim, savaş koşulları dışında halk muhalefetinin hangi biçimler alabileceğine ilişkin güçlü ipuçları veriyor. Bu hareketin Kürtlerle el ele, olası bir barış sürecinin dinamiği haline gelmesi kolay değil. Olumlu bir gelişme, MHP’nin bu türden (devletle çatışmayı göze alan) bir sol muhalefetle işbirliği yapamayacağını ilan etmesi oldu. BDP’nin bu gelişmelere Fransız kalması ise, Kürt hareketinin kendi içinde ciddiyetle sorgulaması gereken büyük bir sorun. Sadece ‚akil insanların‛ zaman zaman kamuoyu ile paylaştıkları bazı raporları ciddiye almış olsalar, CHP tabanı ile nasıl ilişki kurulacağını önemli bir mesele haline getirirlerdi. Çeşitli salon konferanslarıyla vakit kaybedeceklerine, halk buluşmaları düzenlemek, salon konferanslarını bunun üzerine bina etmek gibi bir anlayışın sahibi olurlardı. Damdan düşer gibi, Gezi Parkı eylemcilere teslim edildikten sonra yapılan kutlamalara Apo posterleriyle girmek ve ‚PKK halktır, halk burada‛ demek inandırıcı olamıyor. Pek çok direnişçi gibi Sırrı Süreyya Önder’in de hastanede biten Gezi Parkı performansını dayanak yaparak, bu direnişi biz başlattık, bu bizim yaşadıklarımızın yanında bir şey mi büyüklenmeleriyle CHP ile siyasi rant kavgası yürütmenin halklara bir faydası yok. BDP’li siyasi elitler, halk meclisleri ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, halk buluşmaları ile salon konferanslarını birbirine karıştırmamaya özen gösterebilirler mi? Güncel gelişmelere bakıldığında, bu soruya olumlu yanıt vermek kolay değil. http://fraksiyon.org/istanbulda-sivil-itaatsizlik-merkezbeyoglundan-besiktasa-kayarken/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 31 GAYRİ MEMNUNLARIN İSYANI ERHAN DEMİRTAŞ 4 Haziran 2013 Yaklaşık bir haftadır süren ve son üç günü şiddetli çatışmalara sahne olan Gezi Parkı direnişi, ağaç kovuğundan çıkıp Türkiye’nin ve Kürdistan’ın her yanına sirayet etti. Cuma günü barikat başına geçtiğimde dövüşenler yazılıp çizildiği gibi ne beyaz Türkler ne kentli orta-sınıf ne de Mustafa Kemal’in askerleriydi. Kara kuru bir çocuk, bir elinde içi tiner dolu bir poşet diğer elinde ise taş ile barikat başında iktidarla hesabını görüyordu. Tarlabaşı Bulvarı’nda ise Kürt gençleri ile devrimciler yekvücut olmuş her yanı ateşe vermişti. Cuma günü başlayan bu halk hareketi, sistemle hesabı olan tüm gayri memnunları omuz omuza dövüşmeye zorlamıştı. Devrimciler, yurtseverler, reformistler, anti-kapitalist Müslümanlar, eşcinseller ve ulusalcılar. Ancak Başbakan Erdoğan her konuşmasında hareketin CHP tarafından organize edildiğini söyleyerek, hareketin içini boşaltmaya, reformize etmeye, hareketin gerçek sahiplerini gizlemeye çalışıyor. Başbakan bu şekilde hem kendisine hem de bir bütün olarak devlet iktidarına karşı çıkanların, sorunları ete-kemiğe bürünen yığınların gücünü öteleme niyetinde. Çünkü korktuğu CHP ve Mustafa Kemal’in askerleri değil, korktuğu değişen ve dönüştüren gücü ile halkın kendisidir. Başbakanın korktuğu, mobeseleri parçalayan ‘devletin malına zarar vermeyin’ diyerek devrimcilere saldıran ulusalcılar değil, bankaların camını çerçevesini indirenlerdir. Başbakanın korktuğu, polis saldırısında orduyu göreve çağıranlar değil, gezi parkındaki polis araçlarını ateşe verenlerdir. 32 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Başbakanın korktuğu tek başına AKP’ye ve onun uygulamalarına karşı olanlar değil, bir bütün olarak devletin ve iktidarın şiddetine karşı olanlardır. Taksim’e çıkmak isteyen Hikmet Sami Türk’ü alandan kovanlardır. Direnişin bize öğrettikleri var; ne bu hareketi somut gerçeklerden koparıp ‘devrim’ oluyor edasına kapılacağız ne de hareketi küçümseyip görmezden geleceğiz. Halk ve direniş öncüsünü arıyor. Tıpkı 1905’te Petrograd’da ve Moskova’da kurulan barikatların arkasında duran işçi sınıfının, yoksulların, yağmacıların, ayyaşların, evsizlerin ve bütün gayri memnunların Lenin ve yoldaşları tarafından örgütlenmesi gibi. http://fraksiyon.org/gayri-memnunlarin-isyani/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 33 PANİKÇİNİN AĞZINA TERLİKLE VURUN! BARIŞ YILDIRIM 4 Haziran 2013 Şu sıra polisin ve siber-polisin gündeminde yalan haber ve panik ruh hali yaymak var. Dün gece İzmir’de Gündoğdu meydanında ‚Güzel günler göreceğiz‛ şarkısı söylerken aslında meydanın ateş altında olduğunu, ambulansların akın ettiğini duyunca şaşırmadık desek yalan olur. Tam o an geçtiğimiz ara sokağın adı verilerek TOMA’ların saldırdığı haberi geldi. TOMA’lar halkın isyanı karşısında utancından küçülmüş olmalı ki ‚Selamun aleyküm aleyküm selam<‛ diye başlayıp cinsiyetçi devam eden bir sloganı haykıran eylemcilerden başka bir şey göremedik. Yanıyor, ateş altında, polis mahvetti, Suriyeli mülteciler bıçaklarla saldırdı, halimiz harap denilen yerlerde tek harap olanlar biraz fazla içmiş taraftar gruplarıydı. Gerçekten saldırı olan yerler vardı, ama onlardan da makul ve nesnel tarifler geliyordu, panik ifadeleri değil. Gün boyu sürekli şöyle ‚özel mesaj‛lar dolaştı: ‚Görümcemin eniştesi polis, dedi ki akşam büyük saldırı var‚, ‚Yanımdaki polis dolmuşta konuşuyordu, akşam kıyamet kopacak‛ vs. vs. Bilmek zorundayız ki, görümcemizin eniştesi de olsa polis polistir. O da, dolmuştaki ‚dikkatsiz‛ polis de zaten bu tür korku haberleri yaymak üzere emin olun emirler almıştır. Zaten günlerdir bütün güçleriyle saldırıyorlar, direnişi ezebilseydi ezerlerdi. Şimdi onlar da çok yorgun. Ama psikolojik savaşla, panik ve korku yayarak biraz rahatlamaya çalışıyorlar. Elbette burası Türkiye, bu düzen faşizm. Bu akşam helikopter indirip herkesi taraya da bilirler, ama onu da dolmuşta konuşmazlar. 34 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Güvenilir haber alma kaynaklarımız yavaş, hızlı haber alma kaynaklarımız manipülasyona açık. Bu dilemmayı hem hızlı hem güvenilir bir haber akışı örgütlenmesiyle çözünceye kadar, sosyal medya haberlerini mecburen sezgilerimize güvenerek yaymak durumundayız, ama mümkün olduğuncabirinci elden teyit almaya çabalamalıyız. ‘Arkadaşımın Babası Haber Ajansı‘ böylesi dönemlerde otuzuncu el sayılır. Panik dili kullanan herkes ya polistir ya polisin aleti Öldük, bittik, yandık, boğulduk< Diyelim ki öldün, twit atınca gelip diriltecek miyiz seni? Şunu bir ilke haline getirmeliyiz: İçinde olunan zor durum mümkün olduğunca nesnel bir dille tarif edilmeli. Felaket, cehennem, yenilgi dili kullananlarınsa muhtemelen polis ya da onların güdümünde kişiler oldukları bilinmeli. Gerçekten de sosyal medyada böylesi onlarca kişi dolanıyor. Direniş yanlısı gibi birkaç twit atıp ardından başlıyorlar ‚Ortalık çok kötü, evinize dönün, cehenneme dönecek, kıyamet kopacak‛ diye atıp tutmaya. İşkence var, ama işkenceyi tarif etmenin bir adabı var. Eğer karşı konulamaz, dayanılmaz bir işkence manzarası çiziyorsa provokatördür. Saldırı var ama direniş de var. Sadece saldırıyı anlatıyor, direnişten bahsetmiyorsa polisin ya bilinçli ya bilinçsiz ajanıdır. Özel mesaj fetişizminden de vazgeçilsin. Aman çok özel diye paylaşılan şeylerin hemen hepsi web’de ulaşılabilir bilgiler. Adamlar isterse tüm özel mesajları da izleyebilirler. Ama o kadar bilgiyle başa çıkamazlar. Dikkatli fakat açık paylaşım yapmalıyız. Özetleyelim: İçinde bulunduğun durumu mümkün olan en nesnel dille tarif et Panik içeren mesajları yayma, panikçileri teşhir et Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 35 Mümkün olan her yerde aldığın bilgiyi teyit et http://fraksiyon.org/panikcinin-agzina-terlikle-vurun/ 36 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ÇAPULCUNUN DİYALEKTİĞİ ONURHAN DEMİRKOL 4 Haziran 2013 Birikmiş öfke, çok çeşitliydi. O yüzden doğal olarak bu isyan, biçim olarak bir kaos formunda başladı ve şimdi özünde tutarlılığı arıyor. İsyanın daha ilk günlerinde bu başkaldırının neye karşı olduğu ve amacının ne olması gerektiğine dair tartışmalar masa üstünde yerini aldığında, sokaktaki ‚kendiliğindenlik‛, teorinin kendisini pratikle sınamasıydı. Gerekli olan tutarlılık kendisini koşulların belirleyiciliğinde bulacaktır. O yüzden tartışma, hareketin yönüne bakacak tevazüyü ve sabrı göstererek ve onunla kol kola ilerlerse eğer, tutarlılığa ulaşmak kolaylaşır. Mesele neydi mesela? ‚Mesela Yatak odama kadar Arsız İnsanları öldürmeye kadar Özür bile dilemeye engel olan kibrin!‛ uzanan varan mesele: elin, dilin, kinin, <öfkesiydi bir kadının diliyle. Mesele, misallerin, meselenin kendisi olacak kadar, gündelik hayatı işgal etmesiydi. Mesele, bireysel hayata müdahalenin, bireyi çoğunluğa ezdirmenin, bir oy çokluğunun faşistçe kullanımındaydı mesela. Ama asıl mesele, yukarıda sayılanları mesele edinen bilinçten ibaret olmamasıydı öfkenin. Bugün sokakta, meselesinin adını koyma fırsatı bile bulamamış ama yine de bir derdin boğazlarından fışkırdığını hisseden bir çoğunluk var. Onuncu Yıl Marşı söyleyenlerin ve türbanlıların, kurt işareti yapanların ve sosyalistlerin, polis her ses bombası attığında bir an ürküp anında devlete küfür edenlerin ve kadınların, ‚ibn. Tayyip‛ diye bağıranların ve LGBT bireylerinin, tüm bu çelişkinin ardında hepsini aynı güçle iten, çoğunlukla düşünce yerine duyguya dayanan bir güç var. Mesele, bu gücün, pratikte hedefini ta- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 37 nımlarken, zamanla kendi bilincine varacak olduğunu görmeye çalışmayan, sabırsız ve kendi öfkesinin sıkıştırdığı alanda sonuç görmek isteyecek kadar bencil bir ideologlar azınlığının halkı küçümsemekle sonuçlanacak bir yanlış ideolojiye sürükleniyor olmasıdır. En başta daha eylemin ilk günlerinde Türk bayraklı kitleyi görüp bunu Cumhuriyet Mitingleri’ne benzeten ve katılmama kararı alan bakış açısı, bu ülkenin dinini hiçe sayan cumhuriyetçi bakış açısı kadar sakatlanmıştır. Bu ülke çoğunlukla bayrağını seven ve bir şekilde dinini sahiplenen bir ülkedir. Mesele, bayrağa ve dine dokunmadan, bu kültürel kavramlara gücünü veren üretim ilişkilerine dokunacak pratiği örememektir. Cumhuriyet Mitingleri, bir ideolojinin başka bir ideolojiye karşı kitlesini toplamasından ibaretken, bu başkaldırıdaki kendiliğindenlik, henüz düşmanının adını koyma fırsatı bulamamış bir çoğunluğun, bildiği imgeye sarılmasıdır yalnızca. Mesele, halkın bilincinde yer edinememişlerin, doğrudan halkı suçlayan bakış açısındaki üsttenliktir mesela. Oysa bu başkaldırıyı bir ilk yapan şey, tüm bu karma kitlenin ilk kez doğrudan devleti, otoriteyi, zor gücü reddetmesidir. Bu halkçı bir sürecin ilk ve aşılması en zor ayağıdır. Aşılmış olan şey, doğrudan devlete ve polis baskısına karşı, korkuya karşı, sindirilmeye karşı büyüyen tepkinin, cumhuriyet tarihinin en güçlü devlet gücü zamanında gerçekleşmiş olmasındaki diyalektik sentezdir. Bunu göremeyen, tarihin gerisinde kalır. Asıl mesele bir devrimci için Marksizm’i anlamamak ve somut koşulların somut tahlilini yapmamış olmak değildir; ekonomik sınıfların karakterini ve üstyapısal kurumların konumundaki değişiklikleri tahlil etme fırsatı bulamamış bir geleneğe sahip olmak da değildir asıl mesele, ya da bunun sonucu olarak toplumuna arkasını dönerek marjinelleşmek de değil, bunu sürdürmekteki konformizmdir asıl mesele. Bu yönüyle bu mesele hepimizin meselesidir: Sorunun gerçek adı, birbirimize bakışımızın gerçekliği doğrultusunda doğru konulacaktır. 38 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Sorunun adı, şu an için tamamen üstyapısal araçlarla ilişkili. Ortaya çıkan öfke, var olan öfkenin çok küçük bir kısmı, kültürel bağlamdaki görüntüsü yalnızca. Çünkü sistem hem kültürel hem de ekonomik biçimde sürdürdüğü baskı mekanizmasını, doğası gereği önce kültürel alanda tanımlanabilir kılıyor: tüm ideolojilerin adı bellidir, sistem yalnızca kendi ideolojisinin propagandasını yapar, ama ezilen kültürel kavramların da adı vardır. O yüzden de ezilen kültür, isyanını kendi dilinde kurabilir. Dil, din, ahlak, yaşam biçimine dair tehditler, ideolojiye dair faşizan tutumlar, halkın bir kısmını, bir bireysel yaşam özgürlüğü ideolojisi altında birleştirdi ama öfkenin kendisinde bulduğu güç, zor gücüne karşı çıkma ve varlığını diretme güdüsüne dayalı. Bu anlamıyla boyun eğmeme, cesaret gösterme tutumu, bir toplumsal değişmenin lokomotifidir. Fakat asıl büyük öfke, belirlenmiş bir ekonomik alanda halen devasa bir potansiyel şeklinde çıkacak yer arıyor. Eylemin kenarlarında 8-10 yaşındaki tek başına geçen bir çingene çocuğu var gücüyle kepenkleri tekmelerken çıkacak yer arayan isimsiz öfke, kendisini yine bu eylemlerde yer yer gösteriyor: lümpenlikle suçlanan ve fırsat bulduğu yerde isimsiz öfkesini dile getirmek için yıkma ihtiyacı duyan varoş çocuklara iyi bakan, onların dilini anlayabilir: Hiç bir zaman değişmeyecek bir ezilen olma kaderinin, hep dışarıdan izleyecek ve yarı aç olacağını bilmenin, umutsuzluğun küfrüdür onun dili. AVM’lerin, hizmet sektörünün, fabrikaların, medyanın, hayatlarının tamamını asgari ücretle satın aldığı milyonların içindeki saklı öfke, adını sınıf olmanın bilincinden alacak, sınıfın değişmez kaderindeki umutsuzluğun dile getirilmesinden alacak. Bu çoğunluk, şu andaki eylemleri kazansalar da hayatları değişmeyecek. Hayatlarının işten arta kalan zamanlarını, kafası faturalarıyla meşgulken, bir AVM’de şuursuzca dolaşırken, barlar sokağındaki gürültünün içinden geçerken, hayat sandığı şeye katıldığını zannederek geçiren kitle, umutsuzluğunun ve mutsuzluğunun adını koymak için, sistemin kültürel olanakla- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 39 rını yıkıp aşmak zorunda. Gezi Parkı’na, AVM mi yoksa başka bir yapı mı yapılacağından emin olma gereği bile duymadan çıkan isyanın, şimdiye dek AVM olgusuna doğrudan tavır almamış bir toplum yapısından çıkmış olması ilginç bir tesadüf değildir. Dilin bilinçaltı vardır: ‚üç beş ağacı‛ koruma isyanının bilinçaltında, varlığının tümden sermayeye peşkeş çekilmekte oluşunun kaygısı ve isyanı vardır halkın; polisin, sermayedar azınlığın vahşi koruyucusu olarak tanımlanmışlığı vardır bu bilinçaltında; kültürel bir kapitalist yemi tatmaktan vazgeçiş vardır. İşte bu yüzden şu an sokaktaki öfke, bir aşamadır; yıkılmaz bilinenin yıkılma olanağıdır, adı konulmayanın adlandırılması sürecidir, çaresiz imgeleme çare arayışıdır, düşüncenin damıtılması için gerekli kafa karışıklığıdır, doğrunun adlandırılacağı kaos halidir, hakkın küfür şeklindeki antitezidir, senteze ulaşmanın olası tek tezidir. Çapulcunun, baskı altındaki ilerleme olanağıdır http://fraksiyon.org/capulcunun-diyalektigi/ 40 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları „BEKLE SÖNSÜN YAVAŞ YAVAŞ‟A KARŞI: GENEL GREV GENEL DİRENİŞ 4 Haziran 2013 Bıraktık isyanın alkışlarına 3 Haziran 63’ü Nazım Hikmet, dün, ölümünün 50’inci yıl dönümünde, isyancıların olduğu her yerdeydi. ‚Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür‛ dedi, ‚Güzel günler göreceğiz çocuklar dedi‛, ‚Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, meyve çağında ağacın‛ dedi. Ama en çok şunu dedi: ‚Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar.‛ Devrimci, AKP’li, sosyalist, ulusalcı, Kürt, sarhoş, kahraman, ağzıbozuk ve taşkındırlar. İsyan eden ve isyancılara küfredenler ki onlardır. Direnişimizde yalnız onların maceraları vardır. Yani halk bu ve bu halkın çok önemli bir kısmı direnişin içinde. Elbette farklı renkleri olacak ve biz bu renklerin bir kısmını hiç sevmeyeceğiz. Barış M. Yıldırım’ın dediği gibi: Daha dar, gürültücü olduğu için sesi çok çıkan asalak faşizan gruba gelince, bunlara karşı ‚büyüklük bizde kalacak‛. Bu grubun hınç dolu, zerre bilinç içermeyen tepkiselliğini, ancak engin bir vicdan ve bilinçle aşabiliriz. Kurt işareti ve sol yumrukların yan yana kalkıp ‚milli‛ marş yahut Ciao Bella söylemesi vakayı adiyeden oldu artık. Atatürk ve Öcalan pankartları, devrimci örgütlerin pankartları yurtdışı başta birçok yerde birlikte görülüyor. İnsanlar futbol tezahüratları, devrimci sloganlar, kimlik beyanları ve küfürleri birlikte haykırıyorlar. Yalnızca Lenin’in ‘ayaklanma’ kavramıyla değil Bakhtin’in ‘karnaval’ kavramıyla birlikte anlaşılabilecek bir hal. Sırrı Süreyya doğru söylüyor: Herkes Engels okusun; halk hareketlerinde farklı vektörlerin nasıl bir araya gelip, başka bir hat oluşturacağını öğrensin. ‘Bu- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 41 rada o bayrak açtı, diğeri şöyle slogan attı’ laflarını kafaya takmakla olmaz. ‚Bekle sönsün‛ taktiği Dün Antakya’da bir şehit verdik ve polis şiddeti her yerde devam etti. Ama büyük kentlerde saldırılar önceki günlere oranla bir ‚level‛ aşağı atladı. Metropollerdeki kavganın en çetin geçeni Ankara oldu. Taksim’de taciz atışları yaptılar, Beşiktaş’ta ‚müzakere‛yle çözdüler. Dün sivil AKP’li faşistlerin terör estirdiği İzmir’de bugün tek terör estirenler siber polisler ve onların bilinçli ya da bilinçsiz kuklalarıydı. Bu eğilim devam ediyor gibi. Bülent Arınç ve Abdullah Gül’ün karizmayı çizdirmemeye çalışarak yarım ağız özür dilemeleri, CNN Türk’ün bizi penguen belgesellerine hasret bırakarak direnişten canlı yayın yapması, Garanti Bankası müdürünün ‚Ben de çapulcuyum‛ açıklaması vs. hep buna işaret. Dünün İzmir’i gibi görece ılıman bir ortamdan yazdığım için eksik gözlemliyor olabilirim. Lakin benim şu anki vargım şu yönde: Uyguladıkları taktik şu an Yavaş yavaş soğutma. Bir türlü ağzını dizgine vuramadıkları RTE’yi Afrika’ya gönderdiler, şimdi kademeli olarak şiddeti azaltacaklar (hemen azaltamazlar, yenilgi ve haksızlık görüntüsü verir). Ve sönümlenmemizi bekleyecekler. Başbakanları döndüğünde, bildik küstah tavrıyla ‚Sokaklardan çekilin dedik, devletin gücün gördüler, çekildiler‛ diyecek. Bu yüzden de şu hak taleplerinin vurgulanması her zamankinden çok önemli: Gaz bombasının yasaklanması Gösterilerin önündeki engellerin kalkması Gözaltındaki herkesin serbest bırakılması (bu kolay) Gezi Parkı’nın park kalması (bu da görece kolay) Hükümet istifa. 42 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Ama daha önemlisi: Antakya ve İstanbul’da verdiğimiz şehitlerimizin hesabının sorulması. Tunus’ta bir şehitten bir isyan çıktı (emperyalistlerin çanakçılığı olmasaydı da öyle olurdu). Bu yüzden şehitlerimiz bayraklaştırılmalı. Şu an hak ettikleri vurguyu almıyorlar. Genel Grev Genel Direniş Filistinli gerilla Leyla Halid fraksiyon.org aracılığıyla gönderdiği mesajda ‚Talepleriniz yerine gelene kadar alanı terk etmeyin‛ diyordu. Bu noktada sendikaların eyleme zorlanması çok önemli. Şu durumun adını koymalıyız. Siyasi iktisadın kuralları yalnızca egemenler içinde değil ezilenler içinde de çalışıyor: Para konuşuyor! Ses düzeni başta lojistiği sağlayanlar sarı sendikalar olduğu için en çok onlar konuşuyor, kendi istedikleri sloganları attırıyorlar. Örneğin dün İzmir’de kürsüyü kuran sendikalar, Genel Grev Genel Direniş sloganını mecbur kalıp bir iki kez attı. Kitleden geldikçe de bastılar müziği. Bizim şarkılarımızı bile bize karşı kullanmak mümkün. Bu yüzden bulunduğumuz her yerde, uzlaşmak için bir çapkın göz kırpışa tav olabilecek bu sendika çevrelerini süreklileştirilmiş isyanımızla genel greve zorlamalıyız. http://fraksiyon.org/bekle-sonsun-yavas-yavasa-karsi-genelgrev-genel-direnis/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 43 DİRENİŞİN TALEPLERİ VE ALABİLECEĞİ YENİ BİÇİMLER ÖMER F. KURHAN 6 Haziran 2013 Gezi Parkı direnişinin tetiklediği kitlesel sivil itaatsizlik eylemlerinin hangi biçimleri alabileceği hakkında atıp tutmaya çalışmak, çoğu zaman anlamlı olmadığı gibi etik de değil. Şu sıralar böyle bir moda var. AKP Hükümeti’ni destekleyen ya da Başbakan’ın hoyratlığına kırgın liberal çevrelerden Beşiktaş Çarşı eylemlerinin öne çıkardığı ‚Hükümet İstifa!‛ talebine sarılan radikal sol çevrelere, bir yığın taktik önerme havalarda uçuşuyor. Dersler çıkarılıyor, dersler veriliyor ve bu derslerin bir şekilde halka ulaşması ümit ediliyor. Fakat olan bitenlerin içinden, ama aynı zamanda üzerine konuşmak geliştirilmesi gereken başka bir zanaat; bu anlamda, meseleye kafa yoranların dikkatli olmasında fayda var. Bu zanaat ancak katılımcı akıl ve fikir faaliyeti çoğaltılabildiği ölçüde geliştirilebilir. Öznel ve merkezi iktidar kurgularının güdülemesinden kurtulmak ve iktidarın yayılmasını, paylaşılmasını bir ön kabul haline getirebilmek gerekiyor. Olgusal olarak kesin olan: CHP’nin ‚Başbakan özür dilesin!‛ şeklinde sosyal terapi amaçlı, aynı zamanda fırsatçı ve seçim yatırımına dönük önermenin milleti kesmediği. Cumhurbaşkanlığı düzeyinde yapılan AKP-CHP pazarlığının konusu bu. CHP’nin hükümetle yaptığı pazarlığın tam istediği sonucu vermesi mümkün görünmüyor. Nitekim Başbakana vekâlet eden Bülent Arınç CHP’ye istediğini tam vermedi. Basın açıklamasında, Gezi Parkı’nda yeşile duyarlı ve iyi niyetli insanların karşı karşıya kaldığı ‚orantısız şiddet‛ nedeniyle özür diledi. CHP’yi ise bu kesimin içinde saymadı. Sadece Gezi Parkı direnişinin parlamenter kahramanlarından BDP milletvekili 44 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Sırrı Süreyya Önder’e pozitif bir gönderme yaptı. 27 Mayıs 1960 darbesi ve öncesindeki öğrenci olaylarının darbe gerekçesi yapılmasına atıfta bulunarak, dolaylı yoldan bir kez daha CHP’yi eleştirdi ve muhataplarının çevreciler (mümkünse yeşile duyarlı liberal seçkinler) olabileceğini ilan etti. Şu anda AKP ve CHP, birbirlerine rakip olsalar da, sistemin bekası adına denetim dışına çıkan kitleleri yatıştırmanın yollarını arıyor. Liberal ideoloji yardıma koşuyor. AKP kurmayları ‚İslamcı liberal‛ bir portre çizerek, liberal çevrelerle kurulan köprüleri onarmaya koyuluyor ve onlar aracılığıyla tepkili orta sınıf kitlelerini yatıştırmayı hedefliyor. Böylece polisle çatışmayı göze alan ayaktakımı ve gençlik gurupları kabak gibi ortada kalacak. Muhalefet cephesinde CHP’nin asıl rakibi BDP’nin konuya gerçekten alaka örgütlemek gibi bir derdi var mı tartışmalı. Türkiyelileşme ve özelde Gezi Parkı direnişi ihalesi Sırrı Süreyya Önder’in üzerine kalmış görünüyor. Bu giderek daha da tuhaflaşan yabancılaşma hali ciddi bir sorun elbette, ama bunun ayrıca ele alınmasında fayda var. Sadece bir parantez açıp BDP’li siyasi elitlere şu hatırlatmayı yapmakla yetinelim: Diyarbakır’da Mart 2006’da yaşanan, aralarında çocukların da olduğu 14 kişinin katledildiği kitlesel direniş eylemlerinde sorgulanan sadece Türk devleti miydi? Yoksa herkesin resmi tarihi kendine mi? Asıl konuya dönecek olursak: Böyle zamanlarda ilk yapılması gereken tabii ki direniş içinde meydana gelen örgütlü yapıların ne dediğine ve hatta ne diyemediğine dikkat etmek. Mesela Taksim Platformu’nun açıklamalarına bakıldığında, Gezi Parkı’nı merkez alan bazı taleplerle ortaya çıktığı görülüyor. AKP hükümetinin ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin halka rağmen karar alamayacağı vurgulanıyor. Taksim Platformu’nun siyasal katılımı halka yaymak adına oynadığı aracı rol bir hayli önem kazanmış durumda. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 45 Sorun şu ki, özel olarak Gezi Parkı’nın kaderi, İstanbul’a yayılan ve yer yer başka şehirlere sıçrayan olayların sadece bir unsuru. Eylemlerin ana teması özetle şu: ‚Hükümet İstifa!‛ Bu talebin ‚Hemen şimdi!‛ değil de, yaklaşan seçimlere dönük pratik bir anlam ve önemi olduğu için, bazı somut taleplerle ortaya çıkmak gerekiyor. Bunların ne olduğu belli; arayıp bulmak için çok zeki olmak gerekmiyor. Türk-İslam faşizmi siyasetine şu ya da bu düzeyde tepkili her kesim hükümetin iki noktada geri adım atması gerektiğini sezmekle kalmıyor, biliyor. Birincisi, ‚alkol düzenlemesi‛ denilen ve epeyce sorunlu olduğu kabul edilen kanunun yeniden düzenlenmesi; ikincisi ise, inşa edilmesi kesinleşen üçüncü köprüye konulan adın (Yavuz Sultan Selim) değiştirilmesi. İkinci konu, özellikle Yavuz Sultan Selim’i pek de hayırla anamayan ve ağırlıklı olarak Alevi toplumunu yakından ilgilendiriyor. Başbakan Erdoğan Fas’tan mesaj vermiş: ‚5 gün öncesine göre bugün çok daha gevşemiş, yumuşamış durumda. Aklıselimin daha ortama hâkim olduğu kanaatindeyim. Öyle zannediyorum ki birkaç gün içinde tamamıyla bu normale dönecektir.‛ Bu mesaj şöyle de okunabilir: Bu kitle muhalefeti geçici olmaya mahkûm. Bir hafta geçmeden duruma hâkim oluruz. Bu arada Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nı yapma konusunda inatlaşma devam eder mi, ‚alkol düzenleme yasası‛ bu haliyle Cumhurbaşkanı’nın onayından geçer mi, üçüncü köprünün ismi aynen korunur mu türünden meseleler askıda kalmayı sürdürüyor. Hükümetin ‚seçmen çoğunluğu‛ diktasına karşı katılımcı siyasi araçların devreye girmesi, çeşitli siyasi çevre ve derneklerden muhalif siyasi partilere her kesimin aklını başına toplamasına bağlı. Ya CHP gibi siyasi ve sosyal tıkaç olma rolünü icra etmeye devam edecekler ya da halkın içinden, hem çeşitlilik içeren hem de asgari müşterekler kültürüne saygılı biçimde 46 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları muhalefet etmeyi öğrenecekler. Salon toplantılarında temsil sanatını icra edeceğim derken meydana gelen çekişmeleri sübjektif ve merkezi iktidar kurgularının emrine vermeyip, farklı bir siyasi etik geliştirecekler. Merkezi otoriteye dönük tepki ve eleştirilerden muaf olmadıklarını kabul edecekler. Sivil itaatsizlik eylemlerine aktif bir şekilde katılan politik çevreler, yaşadıkları deneyimi temel aldıkları takdirde, Başbakan’ın ima ettiğinden çok farklı bir aklıselime kavuşabilirler. Bunun yerine hazır ideolojik ve davranış kalıplarına dönüş yaşanırsa, CHP gibi onlar da siyasal ve sosyal tıkaç olma fonksiyonunu icra etmekten kurtulamazlar. Şu an için yapılması gereken belli: Birkaç asgari noktada ortaklaşıp hükümetin somut olarak geri adım atmasını sağlayacak katılımcı bir örgütsel altyapının kurulması; ardından, taleplerin büyük bir miting eşliğinde ilan edilmesi. Yüksek siyaset dâhil temsili siyaset ile katılımcı siyaset arasında yapıcı bir bağ kurulması ve bunun samimi bir şekilde örgütlü çalışmaya yedirilmesi, egemen ideolojik ve davranış kalıplarından kurtulmanın ön koşulu. http://fraksiyon.org/direnisin-talepleri-ve-alabilecegi-yenibicimler/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 47 İZMİR‟DEN GÖRÜNEN DİRENİŞ SERDAR UĞURLU 6 Haziran 2013 Devlet uzlaşmaz görünen saldırgan tutumlarıyla kitlenin siyasal taleplerini en geriye kadar düşürüp isyanı bir öncesiyle sabitlemeye çalışıyor. Bu tutumuyla açık ki ileri siyasal talepleri engellemeyi oldukça iyi başarıyor. Benzer yöntemi en son KCK eylemlerinde görmüştük< Ardında havuç sopa politikası olsa da, yurtsever hareket neredeyse bir yılını KCK’lilerin kim olduklarını açıklamaya çalışmakla ve en ileri söylem olarak anadilde savunma ile sınırlı tutmayı başardılar. Benzer talepsizlik gezi parkında da okundu< En belirgini ve başlangıcı ifade edeni ‚Gezi Parkı’nın parkkalması‛ idi.. Kendi olağanında olan bir akış devlet tarafından uzlaşmaz bir tavırla karşılandı her zamanki gibi. Ardından gelişen ve tüm Türkiye’ye yayılan olaylar ilginç bir nitel sıçramayı yarattı. Yalnız bu olayların ne kadarının kontrol dışı olduğuna dair kişisel olarak şüphelerim de yok değil. Özellikle daha ilk birkaç günde ABD medyasının ve devletinin Türkiye kamuoyuna yaptığı olumlu telkinler, Fethullah hareketinin Tayyip ile olan kimi gerilimlerinin bu ayaklanma ile kulak çekme izlenimi yaratması, Kürt hareketinin Ortadoğu düzleminde yapmaya çalıştığı hamlenin muhatabı ve yürütücüsü olan Erdoğan hükümetinin ulusalcılar tarafından çiğnenmesinin de önüne geçmeye çalışmak için olduğunu düşündüğüm geride durma tavrı şüphelerimi derinleştirmekte< Bu şüpheye, T.C. devletinin (bu yanlışlı tamlamayı unuttuk nice zamandır) Ortadoğu’da politikaya yön verme laboratuvarı olarak kullanılan ülkelerden başlıcası olduğunu düşündüğümüzde; eski hantal ve bürokratik yapının yeni Ortadoğu kapitalist yapılaşmasında bir enkazla yola devam edilemeyeceğini göstermesi, bu enkazın en derinden dönüştürülme ihtiyacını 48 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları son on yıldır açığa çıkarmasıdır. Türkiye devrimci hareketiyle 19 Aralık 2000 zindan katliamıyla hesaplaşan devlet geri kalan küçük burjuva hareketleri kendine yedeklemeyi önemli ölçüde başarmış ve sistem içine çekmekte önemli yol almıştı< Ancak 2000 dolaylarında tüm dünya da ekonomik ve siyasal yıkımlar domino etkisiyle her yere yayılmaya başladığında gerçeklerin devrimci gücü başka bir politizasyonun önünü açmış ve ülkemizde ‚başka türlü bir şey benim istediğim‛ söylemiyle 2000 sonrası devrimci kuşağın etnik ve cinsel kimlik, ekoloji, kadın mücadelesi, sanatsal ifade tarzları arayışının içinde kaybolmuş gibi duruyordu< Oysa bu alanlar hem olumlu hem de olumsuz özellikleri içinde barındırıyor, genel söylemin içinde yok sayılanların da kendine ait sözleri olduğunu hatırlatıyordu. Olumsuz olan yanı ise bu hareketlerin genellikle küçük burjuva kültürden beslenerek yoksul sınıfların gündelik yaşam mücadelesinden uzak durmaya çalışması ile şekilleniyor olmasıydı< Tabi ki bu argümanlar iki bakış açısı içinde derinleştirilmeye ve eleştirilmeye açıktır. Sonuçta herkes önce kendi yükünü sırtlanıyor. Geçelim< Yukarıdaki satırda en sonda birikenlerin oluşturduğu gruplar en sonki ayaklanmayı tutuşturan Taksim Gezi Parkı aktivistlerinin genel yapısını oluşturuyordu. Oysa genel kitle açısından hiç beklenmeyen bir şey oldu ve devletin Taksim Gezi Parkı’na saldırması aktivistleri önce eylemciye hemen ardından tüm Türkiye’yi farklı renkleriyle isyancıya ve direnişçiye dönüştürdü. İşin hoş yanı kitleler kendileriyle eğlenmeyi de başarıyordu. Kitleler çapulcu olmayı bile sevdiler< Devletin neredeyse 50 yıldır devrimcileri, solcuları öcü gibi gösterme sıfatları çok geç de olsa kitleler tarafından sahiplenildi ve be nimsendi. Ellerinde Türk bayrakları ve onuncu yıl marşının ardından binlerce kişi ‚isyan devrim anarşi‛ sloganı atıyordu. Çok açıkça anlıyoruz, kendi arayan ve ifade etmeye çalışan ve öncesinin kalıplarına dar gelen bir kitle bu< Bizim bulunduğumuz merkezi alanlarda bu kitleyi küçük burjuvazi oluşturu- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 49 yordu. Ancak mekânsal ayrışmalar yaşandıkça kitlenin yapısı da hızlı bir dönüşüme uğruyordu. İzmir’de genel itibariyle Alsancak, Basmane, Çankaya üçgeninde oluşan hareketlilik de son iki bölge daha militan unsurların biriktiği alandı. Devleti ve polisi en çok zorlayan ve huzursuz eden bölge burasıydı. AKP ilçe binası temsilinde, kitlenin somut hedefle karşı karşıya olduğu bu bölge çatışmanın da ruhunu oluşturuyordu. Doğru ya da yanlış pasifist küçük burjuva kitle ise Alsancak dolaylarında bulunuyor daha lümpenleri ise ellerinde içki şişeleri ile masa başı ülke kurtarma muhabbetlerinin sokakta canlanmasının şaşkınlığını yaşıyorlardı. Devrimcilerin ve demokratik kitle örgütlerinin bulunmadığı her alanın ulusalcılar ve olağan Kemalistlik haricinde bir siyasal kimliği bünyesinde kabul etmeyen bir kitle tarafından yönlendirilmeye çalışılması ise vaka-i adliyeden idi< Bu kitlenin içinde barınan en geri siyasal söylem sahibi topluluklar, mahalleden ülkücü Kemalist gençler ve stadyum Kemalistleri idi< ‚Mustafa Kemal’in askeri‛ olmak haricinde atabilecekleri sloganlar ‚o.ç tayyip‛ ve ‚Y<.ramı ye tayyip‛ gibi melodik cinsiyetçi küfürlerdi< Bir de günde 5 vakit istiklal marşı ve nazari miktarda onuncu yıl marşı< Burası da açık ki bu kitlenin hiçbir alternatif siyasal projesi ve tahayyülü yoktur. Sınırları AKP öncesidir< Son olarak, bunlar kadar küçük olan diğer bir burjuva küçüğü kitlesi ise entel ve azılı devrimci masabaşı çokbilircileri idi< Kürt hareketine ya da devrimci harekete baş sallamanın haricinde destek vermeyen bu kitle, Kemalistlerle aynı alanda bulunmanın kendi prensiplerine aykırı olduğunu iddia ediyorlardı< Bu paşalar kendilerine isyan seçiyorlardı, bi’dahakine onlar da katılacak inşallah< Kedi canınızı sizi< http://fraksiyon.org/izmirden-gorunen-direnis/ 50 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları GEZİ PARKI‟NIN ÇAĞIRDIĞI DEVRİM HAYALETİ ÜZERİNE RAMAZAN KAYA 7 Haziran 2013 “Her radikal politikanın görevi sarhoşluğun gücünü devrime kazanmak olmalıdır” [Walter Benjamin] Her isyan, her devrim elbette ‚zamansız‛dır ve öngörülemez bir toplumsal patlamadır. Hatta bu müşkül zamanlarda devrim fikrinden daha ‚zamansız‛ ne olabilir ki? Üstelik ‚zamansız‛ olanın zamanı asla gelmez. Devrim, tarihsel durumdan ayrılmış, damıtılmış bir olaydır her zaman. O, tarihin dar kapısından teklifsiz bir şekilde özgürlüğün ve arzunun geniş bahçesine mesiyanik bir giriştir. Devrimlerin başarısız olması, yapısal bir kaçınılmazlık olsa da insanların devrimci olmasını engellemez. Devrimler yenilgiye uğradığında bile verili durum değişir, problemler dönüşüme uğrar. Gilles Deleuze’nin dediği gibi: ‚Devrimlerin neye döndüğü ile halkların devrimci oluşlarını sürekli birbirine karıştırırlar. Bunlar iki farklı insan kümesiyle ilişkilidir. İnsanın tek umudu devrimci bir oluşta yatar: katlanılamaz olana karşılık vermesinin tek yolunda. Devrim oluştur ve oluş tarihe indirgenemez; tarih açısından bakarsak hep zamansızdır‛.1 Sanırım kabul edilmesi ve tarihten çıkarılması gereken temel ders; siyasetin her zaman bir risk siyaseti olduğu, her siyasal müdahalenin kötü sonuçlar verebileceğidir. Böyle paradoksal bir boyutu olmasaydı, siyaset salt bir tekniğe, ‚iyi toplum‛ yapmak kılavuzuna dönüşürdü. Özgürlüğün yine garantisi özgürlüktür. Özgürlük, sonsuz ile bağını koruduğu müddetçe özgürlük olarak kalır. İsyanı, görece örgütsüz, bireysel veya 1 Bülent Diken- İsyan, Devrim, Eleştiri – Metis Yayınları, s.89 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 51 kolektif başkaldırı olarak tanımlamak mümkündür. Bu anlamıyla isyanın uzun bir modern-öncesi tarihi vardır; dahası, bu anlamda isyan modernlik dünyada da varlığını sürdürür. Ancak devrim, kapitalist gelişme ve kapitalizm analizi ile yakından alakalı olan modernliğin ürünü bir kavramıdır. Dolayısıyla devrim vaadi modern bir vaattir; zulüm ve adaletsizlik gibi kadim sorunlara verilen modern bir yanıttır. Nasıl ki devrimsiz isyan aciz bir eylemse, isyansız devrim de her an reel politik tarafından sömürgeleştirilebilir. Devrim, zamanın donduğu, tarihin kesintiye uğradığı bir olaydır. Walter Benjamin, tarihi; sahte olaylar yığını, kronolojik ve ‚boş‛ zamanın felaketlere doğru ilerlediği belli belirsiz bir akış olarak resmeder. Hareketlilik ve ilerleme olarak anlaşılan modernizm, onun için hareketli bir cehennemdir, ideali salt tekrar, aynı olay-olmayanların ayrım üretmeyen bengi dönüşüdür. Benjamin için devrim, tarihin ‚acil durum frenini‛ çekip bu belirsiz akışa bir dur demek, tarihselci konformizmden kurtulmaktır. Devrim, kronolojik zamana karşı kairolojik zamandır. Salt tekrarı, kronolojik zaman akışını bozarak zamanı değiştiren ‚müsait andır‛. Alain Badio, varlık ile olay arasındaki temel çatışmaya, olayın tarihe indirgenemezliğine odaklanır. Olay her zaman tarihsel bağlamına, durumuna göre bir fazlalık olarak ortaya çıkar. Olay her zaman yapının yarılması şeklinde meydana gelir, ‚birin ikiye bölündüğü‛ bir süreç olarak varlığını gösterir. Olay, var olan durumun kurallardan kurtulması, kendini bu kurallardan muaf tutması bakımından istisnaidir. Bu bağlamda her devrim, tarihsel bir sıçrama veya radikal bir ‚olay‛dır. Dışlananları isyana iten şey, ne onları ezen sosyo-ekonomik mekanizmaları bilmeleri, ne de dışlandıklarının bilincine varmalarıdır. Onları harekete geçiren şey, erişimlerinin yasaklandığı daha iyi bir dünya ve hâkim sınıfların dünyası ile günbegün karşılaşmalarıdır. Jacques Rancière’in hatırlattığı gibi, eşitsizlik daima var olduğuna göre, her zaman bir isyan sebebi de vardır. O halde eşitlik siyasetin nihayetinde ulaşmak istediği bir amaçtan ziya- 52 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları de‛ bir çıkış noktası‛, her koşulda bulunulabilecek bir varsayımdır. Rancière için, eşitlik, verili bir bölüşüm sisteminde erişilecek ölçülebilir bir hedef değil, radikal eleştiriye imkân veren koşuldur, her şartta savunulması gereken bir ilkedir. Devrim ve isyan geleneği son derece zayıf olan bu ülkede, Gezi Parkı ‚olayı‛yla başlayan devrimci durum, Türkiye’nin itaat tarihinde geri döndürülemez bir andır ve devrimci bir kırılmadır. 600 yıl boyunca padişah her hapşırdığında ‚padişahım çok yaşa‛ diyen bir tarihsel geleneğin ve ceberut devlet kültürünün oluşturduğu bütün otoriter kodların toplumun şahsında çözülmesidir. Günlerdir devam eden ve Türkiye’nin birçok kentine sıçrayan bu isyan ateşi aynı zamanda bir o kadar da ‚zamansız‛ bir isyandır. Kürtlerin devletle çözüm müzakerelerine başladığı, Kürt hareketinin dağ kadrolarını geri çektiği, ‚barış‛ koşullarının ve barış umudunun güçlendiği, Kürdistan’daki politik mobilizasyonun zayıfladığı bir zaman dilimine denk geldi. Kürt hareketinin yıllarca haklı mücadelesini ‚Türkiyelileştirme‛ çabası sonuçsuz kaldı ancak gelinen aşamada Türkiye kentlerinin Kürdistanlaştığını söylemek mümkün. AKP iktidarının pekiştirdiği polis devletinin şiddet zincirlerinden boşaldığı, insanların zorla gözaltına alındığı ve onlarca kişinin canını kaybettiği bu isyan, Türkiye’nin belli oranda Kürdistanlaştığının fotoğrafıdır. Kürt hareketinin direniş ilhamını geç kalan, Kürt hareketinin yarattığı devrimci anları ve fırsatları yitirmiş bir toplumun gecikmiş uyanışıdır. Kürtlerin bu gecikmiş isyan haline haklı olarak sitem ettiğini, öfke duyduğunu söyleyebiliriz. Bu ülkedeki politik kudreti sınırlı devrimci öznelerin Kürt halkıyla olan dayanışmasını, mücadele ortaklığını ve direniş tarihini bilen biri olarak yine de Türkiye halklarının bu gecikmiş isyanı karşısında sitemden ziyade çok hayıflandığımı söylemek isterim. Kürdistan’da otuz yıl boyunca süren ‚kirli savaş‛, meydana gelen serhildanlar, silahlı direniş, kitlesel oturmalar, sivil cumalar ve açlık grevleri yine de isyan ateşinin Türkiye topraklarına taşınmasını sağla- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 53 yamadı. Bugünkü isyan, dediğim zamanlara ve anlara denk getirilebilseydi belki de bugün Kürt halkı devletle barış müzakerelerine oturmak yerine Türkiye’nin devrimci özneleriyle devrim sonrasını konuşuyor olacaktı ve Türkiye’nin devrimci özneleri, Kemalistlerle, ulusalcılarla, şoven solcularla meydanlarda yana yana gelmek zorunda kalmayacaktı. Yine de AKP iktidarının dışladığı, kısıtladığı, baskıladığı ve ötekileştirdiği bütün toplumsal katmanların sokağa dökülmüş olması gelecek adına umudumuzu diri tutması gereken bir gelişmedir. Radikal solun örgütlü gücünün yetersiz olduğu gerçeğinden hareketle, belli ulusalcı ve Kemalist güçlerin hareketi birçok kentte kontrol ettiğini, militarist sloganlarla, Türk bayraklarıyla hareketin toplumsal enerjisini salt AKP karşıtlığına ve iktidar rüyalarına tercüme etmeye çalıştığı hepimizin malumudur. Ancak Kemalistlerin ve liberal orta sınıfların kendi yaşam alanlarının kısıtlanmasına, muhafazakârlaştırılmaya karşı bir hak olarak başkaldırmasına burun kıvırma hakkına sahip değildir. Bu isyan atmosferinde biz devrimcilere, anarşitlere düşen görev; otonom alanlar inşa etmek, yeni politik ilişkiler geliştirmek ve belli bölgelerin ve mekânların kontrolünü ele geçirerek direnişin coşkusunu doyasıya yaşamaktır. Ortalık, isyanın muhasebesine kafa yoran rasyonel ideologlardan, strateji ve taktik mekteplerinden gelen ‚uzman devrimciler‛den geçilmiyor. İktisat ve iktidar hesaplarının kurulu sofrasına oturmuş bu sefil beyinler, bizim yerimize ne kazandığımızı ve ne kaybettiğimizi hesaplamaya çalışıyorlar. Bu zatların politik lügatında, bir isyanın bireyde yarattığı dönüşümlerin, ateşlenen hayal gücünün, mizahın, sanatın, ortaya çıkan dayanışma ilişkilerinin ve komünal değerlerin bir karşılığı yoktur. Bütün bildikleri, iktidarı ele geçirmeye ne kadar yakınlaştığımızı ölçmektir. Oysa devrim, her şeyden önce itaat ve korku duvarının aşılmasıdır. Afganistanlı militan feminist Malalaı Joya’nın tabiriyle ‚bir daha asla korkunun gölgesi altında fısılda- 54 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları yarak konuşmayacağım‛ demektir. Sanırım Türkiye halkları bu eşiği şimdilik atladı. http://fraksiyon.org/23808/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 55 YÜZDE ELLİNİN DEĞİL BİR AVUÇ SÖMÜRÜCÜNÜN PARTİSİ EREN BUĞLALILAR 8 Haziran 2013 Kalabalıklar Başbakan’ı havaalanında karşılıyor. Kısa mesajlarla harekete geçirilmiş, otobüslerle taşınmış bir insan grubu. İktidar partisi bu kişileri oraya getirmek için bütün maddi olanaklarını seferber etmişse de, bu haksız bir dava ve haksızlığı kitlenin sloganlarına, başbakanın kelimelerine kadar sinmiş, sırıtıyor. Son günlerin isyancı öfkesiyle olsa gerek, AKP’li kitleler konusunda hor görücü tavırlar, küçük düşürücü sözler çok duyulur oldu.Öfkenin hedefi zaman zaman iktidar partisi ve onun temsil ettiği sömürücü azınlık olmaktan çıktı, partinin birkaç hak kırıntısıyla kandırdığı, devrimci çevrelerden yalıttığı yoksul kitleler oldu. Direnişi destekleyen kimi insanlar, AKP’nin ‚biz yüzde elli oy aldık‛ sözlerini olduğu gibi kabul etti ve geri kalan yüzde elliye sarıldı. Oysa iktidar partisinin politikaları ve bütün kurumlarıyla devlet, ne yüzde ellisi, yalnızca yüzde birin çıkarlarına hizmet ediyor. Gezi Parkı’ndaki eylemlerin hızı arttıkça, ABD’deki Wall Street işgali (Occupy Wall Street) eylemlerine daha fazla referans yapılır oldu. O eylemlerin sloganı ‘yüzde doksan dokuzdu’ ve önemli bir gerçeğe işaret ediyordu: Şu anda ABD’de iktidarda olan demokrat parti yüzde kaç oy alırsa alsın, bu göstermelik demokrasi rejimi, bir avuç tekelin çıkarları için örgütlenmiştir. Onların karşısında ise ezici çoğunluk olan ABD halkı vardı. Şimdi bizi yüzde elliye sıkıştırmak ve halkın bir kesimini, diğer kesimine düşman etmek istiyorlar. 56 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Hayır. AKP’nin kitle tabanı da bizimdir. Bu insanları yanlış düşüncelerinden kurtaramadığımız, onlara gitmediğimiz, çekip almakta ısrarlı davranmadığımız için sorumluluk bizdedir. Çok iyi biliyoruz ki, Türkiye’nin her şehrinde direnenlerle AKP’yi destekleyen yoksul halk arasındaki benzerlikler, farklılıklardan bin kat daha fazladır. Aynı yerden alışveriş yapar, aynı ekmeği yer, aynı suyu içeriz. Aynı otobüse biner, aynı okullara gideriz. Korumalarımız yoktur. Hiçbirimizin gemiciği yok; hepimiz mezuniyetten sonra işsizlik korkusunu, iş bulsak bile, güvencesizliğin ve artan yaşam masraflarının endişesini ensemizde hissediyoruz. İhale medyasının ortağı değiliz, bir bankamız yok. Bu nedenle AKP’nin kitlesi olarak nitelendirilebilecek yoksulları, emekçileri, küçük-burjuva kesimi sadece kimi düşünceleri, farklı yaşam tarzları ve dini inançları yüzünden kendimize yabancılaştırmaktan kaçınmak gerekir. Böyle yapmak Türkiye’deki demokrasi mücadelesine destek değil, köstek olmaktır. Küçük dünyalar, küçük hedefler ve küçük ayrıcalıklarla yetinmeyeceğiz. Yalnızca bize benzeyenlerle değil, bizim gibi olmayanlarla da birlikte hareket etmesini öğreneceğiz. Biz herkesin özgür düşünceye erişme ve bunu ifade hakkını, eşit ve adaletli bir toplumda yaşama hakkını savunuyoruz. Bu nedenle kendimizden ve yakın çevremizden başlayarak, halk sınıfları içerisindeki bütün ayrımcı söz ve uygulamalardan kendimizi arıtmalıyız. Etkin müdahale edin, çevrenizde, sosyal medyada bu yöndeki ayrımcı paylaşımları sakince uyarın, nedenlerini mantıklı bir şekilde açıklayın, mücadeleyi büyüttüklerini değil, ona balta vurduklarını söyleyin. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 57 İktidar partisinin dayandığı yoksul halk kitleleri ile, partinin gerçekten hizmet ettiği bir avuç tekelci arasında derin uçurumlar vardır. Bu iki farklı sınıfın banka hesaplarından başlayarak, inançları ve yaşamları arasındaki farklılıkların altını çizmeliyiz. Hangi partiye oy veriyor olurlarsa olsunlar, halk kitleleri arasındaki benzerlikler vurgulanmalı. Taksim’de ya da başka bir yerde direnenlerin çok akıllı, zeki ve eğitimli çocuklar olduğu söyleniyor.AKP kitlesinin ise kültürsüzlüğü, ağzı bozukluğu, beceriksizliği ima edilerek, bunun üzerinden bir kültürel üstünlük, karşıtlık yaratılmaya çalışılıyor. Direnişin gelişmesinde rol oynayan bazı kesimlerde gözlenen ayrımcı yaşam tarzı ve dindarlık eleştirileri, protestolarda belli bir ağırlığı olan Kemalizmin etkisidir. Bu anlayış sınıfsal çelişkileri yok sayan ve Batıyla Doğu, laikle dindar, ahlaklıyla ayyaş gibi soyut çelişkilerde enerji tüketen küçükburjuva İslamcılığın ikizidir. Hor görülen kitlelerin bu hali, onlara iktidar partisinin layık gördüğü yaşantıyla ilgilidir. On yıllardır giderek daha da ağırlaşan bir baskı, yalan ve yoksulluk ağı içerisinde yetiştirilmiştir bu insanlar. Bütün bu süreç boyunca da devrimci düşüncelerin kendilerine ulaşması engellenmiştir. Bunun sorumluluğunu en ağır şekilde duyacağımız yerde, o insanları nasıl kucaklayacağımızı kara kara düşüneceğimiz yerde, onları kendi kimliklerine hapsetmek, aramızdaki ayrılığı daha da güçlendiren simgelere, görüntülere, metinlere odaklanmak bizim taktiğimiz olamaz. İktidarı bütün dayanaklarından, nasıl düşünürse düşünsün nasıl yaşarsa yaşasın bütün tabanından yalıtmak, onu asıl hizmet ettiği Şahenklerle, Koçlarla, Sabancılarla, Ağaoğluyla ve Çalıklarla yalnız bırakmak. İşte bu devrimci taktiktir. http://fraksiyon.org/yuzde-ellinin-degil-bir-avucsomurucunun-partisi/ 58 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları BU İSYANIN EN BÜYÜK GÜCÜ VE EN BÜYÜK GÜÇSÜZLÜĞÜ: ÖRGÜTSÜZLÜK BARIŞ YILDIRIM Başka türlü bir şey bizim isyanımız. Ne New York’a benziyor ne Mısır’a, Tunus’a. RedHack, Halka Sesleniş’inde Occupy hareketinin ilk örneğinin Tekel Eylemleri olduğunu söylüyordu. Görünen o ki, bu hareketin en özgün kalkışması yine bu topraklarda gerçekleşiyor. Modern zamanlar ne coğrafi ne sosyal olarak dar kapsayıcı bir eylem dalgası görmedi. bu ka- Bütün bir ülke ayakta: Resmi rakamlara göre, 77 ilde 1 milyonun üstünde insanın katıldığı 603eylem yapıldı2 ve bu rakamlara dün ve bugünkü devasa Taksim buluşmaları, sokak sokak Kızılay çatışmaları dahil değil. Şehitlerimiz var, binlerce insan gözaltına alındı, yaralandı, sakat kaldı. Bütün bir halk ayakta: Eylemlere katılan kesimlerin tüketici bir listesini yapmak mümkün değil, ama bu ülkede, sınıfsal ve siyasal kesimlerin bu genişlikte katıldığı eylem dalgalarını saymak için ikinci elimizin parmaklarına ihtiyaç duymayacağımız kesin. Eylemin ilk günlerinde ‚Gezi Parkı sivil faşist güruhu içine almamak için direnmelidir! İttifakın da bir sınırı var,‛ demiştim, ama ittifak sınır tanımıyor. Faşizme karşı memnuniyetsizlik öyle büyük ki kimse dışarıda kalmak istemiyor. Yine de kolayca şovenist ve devrimci düşmanı tavırlara kanalize edilebilecek ‚bir kısım unsurlar‛ı müttefik değil katılımcı saymak gerekir. Her geçen gün bir gerçeği yüzümüze daha çok vuruyor: Bu isyanın en büyük gücü ve en büyük güçsüzlüğü; örgütsüzlüğü. 2 Kaynak: Yürüyüş Dergisi. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 59 On yıllardır örgüt öcüsüyle ninnilenmiş bir ülkede ve dünyada, biliyoruz ki, bu isyanda örgütlenmelerin güçlü damgası olsaydı ne coğrafi ne sosyal olarak bu kapsama erişemezdi. Ve yine biliyoruz ki, aslında örgütsüz hareket diye bir şey yoktur ve bir hareket örgütsüz gibi görünüyorsa büyük ihtimalle olası en anti-demokratik şekilde yönetiliyordur. Bütün ülke ayaktayız. Yüz binlercemizin ciğerleri gaz dolu, üstü başı ıslak, bazılarımız uzuvlarını yitirdi bazılarımız ömrünü. Her gün her gece yenileri ekleniyor bu gaziler ve şehitler listesine. Sokaklara istediğimiz esprili yazıyı yazma, istediğimiz yaratıcı sloganı haykırmakta özgürüz özgür olmasına, ama mesela, bütün bu bedeli ödeyen yüz binler adına bu zulmü gerçekleştirenlerlegörüşmeleri yapan kim? Kim seçti bunları? Öne sürdükleri talepleri kim belirledi? Hangisinde ısrar edeceklerini, hangisinde geri adım atacaklarını kim saptıyor? Hangi meydanda ne zaman eylem yapacağımız neye göre belirleniyor? Tuhaf değil mi? Dünyanın en demokratik sokak hareketi dünyanın en anti-demokratik yönetim biçimiyle yönetiliyor. Bu kararların doğruluğu yanlışlığı, yerindeliği yerindesizliği, bu yürütücü grubun samimiyeti üzerine hiçbir şey söylemiyorum. Ama kesin olan bir şey var, koro halinde örgütsüzlüğüne, kendiliğindenliğine, yataylığına kasideler düzülen bu eylem aslında bir elektrik direği kadardikey. Şarkıda türküde sloganda siber-eylemde yaratıcılığı tavan yapan direniş, sıra kendi yönetme ve örgütlenme biçimlerini yaratmaya geldiğin- 60 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları de dili tutulduğu için son derece küçük bir kliktarafından yönetiliyor. Çubuğun bir ucunda mutlak iktidar varsa öbür ucunda mutlak kendiliğindenlik var. Yine direniş kendi yönetim ve yürütme organlarını, örgütlerini yaratamadığı için, özellikle de ağır polis terörü altında, nerede hangi eylemin yapılacağına kitlenin o anki ruh hali karar veriyor. Elbette alanlarda örgütlü gruplar var ve bunlar gerek Taksim Dayanışması gibi yapılara gerek eylemin akışına müdahale ve tesir etmeye çalışıyorlar: Örgütlenme yerine lobicilik! Bu mudur? Bu direniş kendi örgütlenmelerini kurmak, kendi yönetim, yürütme, karar alma mekanizmalarını oluşturmak zorundadır. Paris Komünü’nden ‚konsey, meclis‛ anlamına gelen Sovyetler’e Filistin Halk Komiteleri’nden Venezuela Bolivarcı Komiteler’ine kadar dünya isyan ve devrimleri, kendi ‚Katılımcı Demokrasi‛ organlarını, kendi karar alma mekanizmalarını oluşturmuşlardır. Örgütsüzlük örgütün yokluğu değil gizlenmesi demektir. Kendini düşmandan değil dosttan gizleyen bir örgütse demokratikliğiyle, katılımcılığıyla övünen bir hareketin en son isteyeceği şeydir. Eylemin başında dile getirdiğim önerimi tekrarlıyorum: Direniş ve Halk Komiteleri’ni kurmanın tam zamanıdır. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 61 NEGRİ TÜRKİYE‟DE YAŞASAYDI, BEŞİKTAŞLI OLURDU HALİL İBRAHİM GÜREL 10 Haziran 2013 Futbolun afyon olduğu, lümpen bir alan olduğu, aslında insanların uyku tulumu haline getirilmiş stadyumlarda uyutulduğu tartışmaları, ‚Gezi Parkı Direnişi‛ ve taraftar gruplarının direnişteki konumu ile ayyuka çıktı. Yaşam alanlarının giderek ticarileşmesi, futbolun piyasalaştırılması süreciyle de başa baş gidiyor. Bu anlamda futbolun piyasalaşmasının ikinci boyutundan, taraftarlığın dönüşümüne bakmak, giderek muhalifleşen taraftar gruplarını anlamak açısından yardımcı olabilir. Oyunun öznelerinin nasıl nesneleştirildiği, piyasada birer tüketici, stadyumlarda birer izleyici konumuna nasıl sürüklendiğini görmek için lisanslı ürünlere bakalım. Artık taraftarlık öyle bir hale geldi ki; anlamını lisanslı ürün satın almakta buldu. Lisanslı ürün almayan taraftar, taraftar sayılmaz. Korsan ürün bir kulübe ihanet göstergesidir. Ürünün üretimi aynı fabrikaya dayansa da, biri lisanslı, diğeri lisanssız olarak tanımlanarak, değeri buna göre belirlenir. Futbol takımlarının arması, anlamını nerede bulur? Taraftarları olmasa o armanın anlamıyla kendini özdeşleştiren, o arma için kilometrelerce yol giden insanlar olur muydu? Ya da armanın taşındığı yerler futbol sahası dışına çıkabilir miydi? Bu ortak değerin tekdüzeleştirilmesi, bir şekilde ürünleştirilmesi ve nitel değerinin belirlenmesi taraftarlıkla özdeştir. Ancak kulüp yöneticileri, taraftarlardan bağımsız bir biçimde o armanın nerede dikeleceğine, nerede ve ne fiyatla satılacağına karar verir. Şimdi, armayı kamusal ortak alanlarla, kulübü devletle, yöneticileri ise hükümetle değiştirirsek, Gezi Parkı ile taraftarlar arasındaki gizemli ilişkiyi anlamlandırabiliriz. Beşiktaş taraftarlığının öznel hali, Beşiktaş’ı diğer ‚büyüklerden‛ ayıran özelliklerden de anlaşılabilir. Semt kül- 62 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları türü, 80’li yılların, 12 Eylül şiddetinde kurulmuş olması, üçüncü büyüklük ve mütevazilik< Geçtiğimiz günlerde yayılan bir haber, Üniversiteler ile stadyumlarda denetim ve güç hakkının özel güvenlikten polise devredilmesi düşüncesi, Gezi Parkı direnişinde futbol taraftarlarının rolü ile perçinlenmiş olmalı. Tribünlerin taşıdığı politik yaratıcılık alanı, müdahaleleri gazlar ve tazyikli sulara bırakırken, bir korkunun da giderek büyümesine neden oluyor. Uyutacak denilen futbol, meydanlarda, sokaklarda çalar saat işlevi görüyor. Gündeme gelen denetim değişikliği, Gezi Parkı direnişindeki öznelere bakıldığında, ideolojik ve politik olarak nerelere dayandığını özetler nitelikte. ‚Toplumların afyonu‛ futbol ile, ‚ilim-irfan yuvası‛ üniversitelerin birlikte anılması Gezi Parkı direnişinde öne çıkan taraftar gruplarını da gördükten sonra kimseyi şaşırtmıyor. İtalyan düşünür Antonio Negri, futbol ile, daha doğrusu futbol kulübü olan Milan ile olan bağını 1998 yılında, Rebibbia Cezaevinde, 1 Mayıs’ta kaleme aldığı ‚Milan, Kesinlikle‛ yazısıyla anlatıyor. Bu yazıda, futbolun içine düştüğü değer bunalımına ve dönüşümüne değiniyor, bu yıkımdan Milan’ın da etkilendiğini söylüyor; ‚Eskiden, insanlar hangi takımın taraftarı olacağını seçerken (ya da aileden devralırken) insanlar neye göre karar alacaklarını bilirdi. AC Milan, Torino ve Roma kent proletaryasının ‚kızıl‛ takımlarıydılar. Öte taraftan Inter, Juventus ve Lazio patronların takımıydı. 70’li yıllarda Milan taraftar grubu ‚Kızıl-Kara Tugayların‛ kurucuları arasındaydım. Oğlum ile iki kızımı, birinin erkek arkadaşı Inter’i tutuyor olmasına rağmen Milan geleneğiyle yetiştirdim. Artık bunların hiçbir anlamı kalmadı. Milan’ı Berlusconi satın aldı ve artık Van Basten’in, Gullitt’in veya Rijkaard’ın Sovyetik profillerini taşıyan tshirtlerini vermiyor‛ (Negri 2010: 164) Böylesine eylemci bir düşünürün, bir futbol taraftar grubu kurucusu olması, 90’lı yıllardaki Türkiyeli düşünürlere ve poli- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 63 tik olarak kendilerini solda konumlandıranlara ‚komik‛ gelebilirdi. Türkiye’deki solun, muhalefetin, entelektüellerin v.d. futbola ya da futbol taraftarlığına ilgisi yakın bir zamana tekabül eder.3 Negri’nin sınıfsal konumlar ile takımlar eşleştirmesini Türkiye’ye uygulamaya çalışsak, Adanademirspor’un dışında ilk olarak akla Beşiktaş’ın ‚Halkın Takımı‛ olarak bilinmesi gelecektir. Diğer taraftan, Türkiye’de futbol tribünlerinde toplumsal olaylara dair göndermeler yapan4, 1 Mayıs’larda,5 çeşitli protesto eylemlerinde ön saflarda yer alan yine Beşiktaş taraftarları6 olmuştur. Elbette bu görünümler pür-ü pak bir alandan, bir muhaliflik olanağından ya da bir ‚proleterya takımı‛ndan bahsedilmeye imkan vermez. Ancak Türkiye’de Beşiktaş’ın yazgısı hep ‚şerefli ikinciliklere‛, üçüncü büyük olmaya, mütevaziliğe ve kısmi olarak da iki büyük karşısında muhalif olmaya dayanmıştır. Beşiktaş taraftarı diğer ‚iki büyük‛ takım taraftarları gibi makul bir taraftar olamamıştır. Futbol tribünlerinde tehlike arz edenlerin meydanlara, direnişlere katıldığında nasıl bir etki yaratacağını Gezi Parkı direnişi süreci gösterdi. Giderek stadyumlarda izleyiciliğe sıkıştırılmak istenen, seyirciliğe dönüştürülmek istenen taraftarlık, kendini meydanlarda ifade etmeye başladığında, o müdahale etme çabasının, gösteriye kapılmama çabasının nelere kadir olduğunu anlattı. Bir araya gelmesi imkânsız olan takım taraftarları ortak bir amaçla di. Gezi Parkı ile stadyumların ve taraftarlığın dönüşümü araBu görünümden ayrılan bildiğim tek örnek Tanıl hocadır. Kendisi yazarlık ve akademi süreçlerinden önce de futbol tribünlerindedir. 3 ‚Madımak‛, ‚Yunus Parkları Kapatılsın‛, ‚Hüseyin Üzmez Tutuklansın‛, ‚Çarşı Faşizme Karşı, No RacismIrkçılığa Son‛, ‚Nükleersiz Türkiye‛, ‚Çocuk Pornosuna Hayır‛, ‚Emek Sinemasına Dokunmayın‛ 4 5 http://www.burasikapali.com/2012/1-mayis-ve-carsi/ 29.04.2013 6 http://twicsy.com/i/doumyd 29.04.2013 64 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları sındaki benzerlik, piyasanın belirleyiciliğine karşı yaratıcılık olanaklarını, alternatif olanaklarını da gösterdi. Yıllardır tribünden toplumsal meselelere müdahale etmeye çalışan Çarşı, Beşiktaş çevresindeki direnişin lokomotifi oldu. Tüm bu noktaları bir araya getirdiğimizde yazının başlığı anlam buluyor;Negri, Türkiye’de yaşasaydı, Beşiktaş’lı olurdu. Fraksiyon Notu: www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=lfuY 03bHZSY KAYNAKÇA Negri, A. (2010) Milan, Kesinlikle! (çev: Ulus Baker) Cogito, Sayı:63, İstanbul: Yapı Kredi. http://fraksiyon.org/negri-turkiyede-yasasaydi-besiktasliolurdu/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 65 ŞAFAK KAÇ?! İSMAİL GÜNEY YILMAZ 10 Haziran 2013 Ayaklanma büyüyor düşte ve fiilde. Devrik değil, deviren bir cümledir bu. İşçinin torna tezgahından, işsizin düğümlenmiş kursağından, memurun ‚bu ayın da bir sonunu getirebilsek‛ temennisinden, köylünün daha döktüğü ter yere düşmeden gasp edilen emeğinden, tiyatrocunun sahnesiz kalmış hevesinden, şiirin itilmesinden, kalemin kırılmasından, derelerin tutsaklığı, müşterek alanların piyasa masalarına meze edilmesinden, ormanların tıraşlanmış hüznünden, konduları romatizmalı yokuşlarından, kadının susturulmuşluğu, Kürt’ün unutulmuşluğu, Alevî’nin hor görülmüşlüğünden yükselen bir büyük vicdan ayaklanmasıdır yaşanan< Büyüyen< Büyütülen kocaman bir halk hareketi< Bugün Taksim meydanı milyonluk bir komün olmuş haykırıyor isyanın sesini. Ayaklanmanın nefesi Gazi’de, Kızılay’da, Tunalı’da barikat savaşlarına ruh üflüyor. Ezilenler her renkten bayraklarını alıp, birleşmiş, halk kaosta kendi düzenini ve evrenini yaratmış güzelleşiyor, güzelleştiriyor. Zulmün garnizonlarını kuşat! Yığınlar belki devrime yürümüyor, belki işin içinde onca çelişki var, belki düşman bile kârlı çıkabilir şimdilik bu bitmeyen kavgadan. Ama Türkiye ve dünya halkları gördü ki, burada milyonlar bir halk olup kenetlenerek, korku eşiğini ayaklar altına alıp zulümden ve zalimlerinden hesap sorabilmek için gece gündüz, cehennem sıcağı, yaralanma, ölüm, uyku, mahpusluk, yasak demeden akabilirmiş her sokağa ve alana. Bu işin mazlumların ve onların yine onlardan olan komutanlarının hesabına yazılan en büyük artısı budur kuşkusuz. Zulmün garnizonlarını kuşat! 66 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Bu onurlu toprakların baş tacı ettiği yiğit Kürt halkından öğrendiğimiz zulme direnme yöntemleri, serhildan olup damar damar tüm kentlerde bir ateşi harlıyor. Küllenmeyen kızıl ateş, takvimsiz Newroz ve 1 Mayıslarla ruhumuzu sertçe okşuyor. İstanbul yanıyor, Ankara, İzmir, Antakya, Adana, Dersim yanıyor, aleve ve dumana selâm duruyor asırlık göz yaşlarıyla Amed’in boyun eğmez surları. Zulmün garnizonlarını kuşat! Devrimci sol, barikat başlarında vardiyasız nöbetleşiyor anarşistlerle ve Müslümanlarla. Ermeniler burada, Kürt, Türk, Laz, Çerkes, Arap, Alevî, Sünnî burada. Çevreci, feminist, LGBT, hayvan sever, sadece kenti için kaygılı olan burada. Direniş hiç yan yana gelemeyecek olanları birleştiriyor, Lenin’in, Bakunin’in, Mahir’in, İbo’nun, Deniz’in posterlerinin yanında aynı kadraja Mustafa Kemal’in ve Öcalan’ın siluetleri giriyor. Herkes kendi önderini taşıyor alanlara ve sokaklara, tek bir amaç için müşterek bir savaşla çoğalıyor halkın mukavemetinden doğan ittifak: Adalet! Zulmün garnizonlarını kuşat! Kendi seçkinciliğinden başkasının acısına dokunamayanı, mücadele devletin onca yıllık emek düşmanı karakterine karşıyken T.C.’yi dillerinden düşüremeyenleri, Kürt’e, Ermeni’ye, türbanlıya düşman olmayı ibadet bellemiş postal sempatizanı karanlık zihinleri soylu dövüşün standart sapmalarından belleme, isyanı çirkinleştireni zaferinden tecrit et. Fakat yanı başında seninle beraber zulme, piyasaya, sömürgeciliğe, yoklanmaya karşı ay yıldızlı bayrak ya da mushaf elinde dövüşmek isteyeni de hemen kucakla,omuz başına al, siper yâreni diye bil onu, bir ve halk olup gür sesinle yankıla: Faşizme karşı omuz omuza! Zulmün garnizonlarını kuşat! Aynayı kendine de tutmalı sol. Zaafların, etkisiz kalınan noktaların, kitleyi komuta edememenin ve 31 Mayıs Halk Ha- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 67 reketinin neden/nasıl kendiliğinden olduğunun, eskide kalmış olanların, reklamcılığın, kendini ve durumu abartmanın, aşılması gereken sorunların muhasebesini bir iyi çıkarıp, kendiyle de hesaplaşması gerek devrimcilerin. Yaşanan öncüsüz ama milyonluk kıyam, bu açıdan da ilerletici bir yüzleşme için büyük bir fırsat olarak değerlendirilmeli. Zulmün garnizonlarını kuşat! Başbakan geri adım atmadan söylediği ve eyledikleriyle durduğu yerin neresi olduğunu keskince çizip, belirginleştirdi. Hatta ‚bize destek veren % 50′yi evlerinde zor tutuyoruz‛ diyerek iç savaş opsiyonunu da bir kenarda tuttuğunu açıkça belli etmiş oldu. Başbakan’ın % 50′den kastının kimler olduğunu, bu kadar çeşitlilikteki bir insan kalabalığı ona karşı alanlardayken bilemiyoruz, slogan bile atamayan, bindirilmiş bir kitleyse eğer söylediği, o ‚% 50″nin ve onun hükümetinin vay hâline! Bu kadar oy alıp iktidara gelmiş bir insan için varılan durak acı bir sonu imliyor doğrusu. Ama üzülme Başbakan, namus, vicdan ve onurla yüklenmiş bu ayaklanmanın sonuncu kavgası sana destek veren ve o çok sevdiğin (!) geniş halk yığınlarının da çoğunluğunu kazanıp, kurtaracaktır muhakkak! Zulmün garnizonlarını kuşat! Kardeşlerimiz dövüşüyor, yaralanıyor, ölüyorlar. Kavga keskinleşiyor, zalim sultan da öyle. Öfke dinmiyor, örgütleniyor. Devlet de boş durmuyor, silahıyla, ‚Akrep‛iyle, TOMA’sıyla, gazıyla, medyasıyla, yalanı, tehdidi ve gareziyle saldırıyor, yakıyor, yıkıyor. Çatlayan sabır taşından emekçiler çağlayıp bir nehir oluyorlar çorak toprağı bereketlendiren, bir meşale oluyorlar karanlıktaki coğrafyayı aydınlatan. Ellerimiz birleşip, bilinçlerimiz berraklaşıyor, kıvılcım yangına, yangın bir alt üst oluşa evriliyor. Düşeyazıyor şimdi düşe yasak koyanlar. Bir düşle yüreklerini ve ülkeyi ısıtıyor onca yoksul, yoksun, işsiz ve aç. 68 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Ve bakın, Mehmet, Abdullah, Duran ve Ethem bir düşün içinden size sesleniyorlar; Kardeşler şafak kaç?! http://fraksiyon.org/safak-kac/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 69 TÜRKİYE‟Yİ SARSAN ON GÜN BARIŞ M. YILDIRIM 10 Haziran 2013 Bir alanda olup biteni anlamak için bakılması gereken asıl yer, o alanda en çok tekrarlanan, en çok coşku yaratan şey olsa gerektir. Eğer bu doğruysa, Taksim’e baktığımızda da en sık tekrarlandığını gördüğümüz en coşkun anların, farklı kimliklerin barıştığı ve kaynaştığı sahneler olduğunu görürüz. Bir diğer deyişle, direnişin en çarpıcı yanı onlarca yıldır birbirleri için sabit bir anlam taşıyan kimliklerin birbirleriyle iç içe geçmesi, ortaklaşması, kesişmesidir. Üstelik, taraflardan birinin kendisinden feragat ettiği değil iki tarafın da tümüyle eşit olduğu bir biçimde. Kimlikler adeta, ötekilerinden kurtulmalarını ve ortaklaşmalarını kutlamaktadır. Peki bunca kimliği eritip, birbirine kaynaştıran şey nedir? AKP karşıtlığı mı? Peki nasıl oluyor da tek bir kimliğe olan karşıtlık, tüm bu kimlikleri aynı anda ve mekanda birleştirebiliyor? İlan edilmesinden önceki geleneğini de hesaba kattığımızda 100 yılı aşkın bir siyasal yönetim geleneğine sahip olan ve İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e geçiş sağlayan bir devlet biçimi olarak Cumhuriyetimiz, kendi varlığını sürdürürken sürekli olarak sert bir kimlik ekonomisi politikası uygulayageldi. Cumhuriyet kimliğinin inşası Ermeni meselesi, Varlık Kanunu, Dersim, Kürt sorunu, ‚İrtica‛ sorunu gibi önemli başlıklar yaratarak ilerledi ve tüm bu sorunun bileşenleri ‚Cumhuriyet‛ dışı bırakıldı. Cumhuriyet, böylelikle kimliğini asıl olarak ‚dışarıda bıraktıklarının‛ üzerinde kurarken, kendi kimliğini bu öteki kimliklerin dışına ve/veya üzerine hiçbir zaman gerçek manada taşıyamadı. Kürt sorunu ve ‚İrtica‛ sorunu yüz yıl boyunca Cumhuriyet’in peşini bırakmadı ve onun kimlikler 70 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları hiyerarşisinin işleyişi için hep engel oluşturdu. Bu da kimlikler savaşının süreklileşmesini ve yoğunlaşmasını kaçınılmaz kıldı. Dünün kurucusu siyasal mantık bugün egemen olsa, aynı sonuçları tekrar yaratacaktır. AKP’yle birlikte, Cumhuriyet’in en büyük ‚Öteki‛si iktidar oldu. Bu aynı zamanda, var olan yönetim ilişkilerinin yeniden düzenlenmesini öngören egemen bir hamleydi. Dipten gelen değişim talebiyle, yukarıdan gelen değişim talebi ifadesini AKP’de buldu. Her şey gerektiği gibi ilerledi ve eski devlet aygıtı temizlenip, biçim verilmeye hazır hale geldi. Ancak her iktidar hikayesinde yaşanan şey burada da tekrarlandı ve önce iktidar bloğunda çatlaklar görülmeye başlandı. Sonra taraflardan biri, Erdoğan hükümeti, egemenliğini ilan etti. Ancak sürecin sonuna gelindiğinde AKP, yeni bir kimlik ekonomisi kurmak yerine aslında kendi dışındaki herkesi ötekileştirmeyi başarmış oldu. Kimlik savaşını, kendisinden beklendiği gibi herkesi asgari ölçülerde tatmin edecek şekilde yönetmek yerine, sorunu daha da içinden çıkılmaz bir hale soktu. Başbakan’ın direnişçilere Çapulcu demesi ve direnişçilerin bu kimliği muazzam bir neşeyle benimsemesi dahi, savaşımın ne kadar kimliksel düzeyde cereyan ettiğini göstermektedir. Direniş aracılığıyla arzulanan şey, ortak bir kimlik oluşturabilmektir. Dolayısıyla, Türkiye’yi sarsan on gün, bin bir tane farklı görüntü altında da olsa, Cumhuriyet’in temel yönetim rejimi olan kimlik ekonomisi yönetimine karşı bir isyanla, kimliklerin bir özgürleşme ve kardeşleşmesine sıçramıştır. Bu anlamda, toplum kendisini gebe bırakmıştır. Gebe kaldığı şey, kimliklerin serbest ve eşit şekilde bir arada yaşadığı, çoğulcu-demokratik bir cumhuriyettir. Herkesin paylaştığı, ortak bir değer. Türkiye’yi sarsan on gün, ona başka hiçbir şey kazandıramayacak bile olsa, bu niteliği kazandırmıştır ve bundan sonra kitlesel muhalefetin üzerinde yürüyeceği yol belirlenmiştir. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 71 Sivil, ötekisiz ve dayanışmacı. Yani kelimenin gerçek anlamıyla, toplumcu. Kürt halkının haklı taleplerini de kapsaması halinde bu muhalefetin Türkiye için somut bir yaşam alanı sunacağı açıktır. İsyanın arzusu, kimlikleri oluşturan kişilerin toplum olma isteğidir. Bu arzu, belki AKP’yi değil ama AKP’yi var eden devlet geleneğini geri dönülmez şekilde yıkmıştır. Yeter ki, bu nüveler tohum halini alıp kendine uygun toprakla buluşabilsin. http://fraksiyon.org/turkiyeyi-sarsan-on-gun/ 72 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları REFERANDUM ÖNERİSİ VE HÜKÜMETİN GEZİ STRATEJİSİ ALİŞAN AKPINAR 14 Haziran 2013 Şaşkınlığını atan hükümetin Gezi Parkı direnişi ve ülkenin diğer bölgelerindeki yansımalarıyla ilgili nasıl bir strateji benimseyeceği, ne tür taktikler izleyeceği yavaş yavaş netleşmeye başladı. İlk mesajlar AKP’nin kendi tabanına ve bu olaylardan yararlanıp Erdoğan’ı iktidardan düşürebileceklerini düşündükleri yapılaraydı. ‚Menderes’i astılar, Özal’ı zehirlediler, Erdoğan’ı yedirmeyeceğiz‛ şeklinde bir slogan üretildi. Özellikle İslamcı/muhafazakâr tabanda ses bulan bir slogan oldu bu. Ardından ‚faiz lobisi‛ gibi muhayyel bir düşman söylemi dolaşıma sunuldu. Türkiye’nin tarihinin en iyi dönemlerinden birini yaşadığı, IMF’ye olan borcunu kapattığı, askeri vesayeti tasfiye ettiği bir dönemde çıkarları sarsılan faiz lobisi ve iş birlikçilerin bu olayların arkasında olduğu söylemi gazete ve televizyonlarda sık sık tekrarlanır hale getirildi. Bu söylemlerle biraz vakit kazanan AKP hükümeti konuyla ilgili genel bir strateji belirlemiş gibi görünüyor. Özetle söylemek gerekirse; amaç Gezi’yi yalnızlaştırmak, olabildiğince küçültüp ‚marjinal grupların‛ sürdürdüğü bir eylem imajını yarattıktan sonra müdahale etmek. Bu amaca ulaşmak için çeşitli taktikler uygulanıyor. Gezi dışındaki bölgelerde polis aşırı güç kullanımına devam ediyor, binlerce yaralı var. Bir taraftan muazzam medya gücüyle büyük bir dezenformasyon faaliyeti yürütülürken diğer taraftan Gezi dışındaki tüm bölgeler özellikle de Taksim meydanı ve çevresi terörize ediliyor. Yapılan açıklamalarla ailelere seslenerek çocuklarının can güvenliğinin olmadığı şeklinde şayialar yayılıyor. Örneğin bazı zamanlarda Gezi Parkında sakin sakin oturan insanları Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 73 arkadaşları arıyor ve ‘orada durum çok kötüymüş’ diye endişelerini iletiyor. Ancak son günlerde, uygulanan bu taktiklerin işe yaramadığı görüldü. Sosyal medya ve Halk TV gibi farklı iletişim kanalları sayesinde AKP medyasının dezenformasyon çabaları çoğu zaman etkisiz kaldı. Herkes birbirini bilgilendirmeye çalıştı, moral bozucu haberlere karşı direniş ve dayanışma mesajları verildi. Yalan haberlerin birçoğu kısa sürede deşifre edildi. Kısmen tutan tek taktik olayın çevre bölgelere yayılması konusunda oldu. Paramiliter güçleri de devreye sokarak polisin aşırı şiddet kullanımıyla birlikte İstanbul dışı illerdeki kitlesel eylemler zayıflatıldı. Ancak birçok insanın gözü hala Gezi Parkında ve bu dönemsel bir azalma olabilir. Direnişin odağı hala Gezi Parkı. Yine ortalığı terörize ederek Geziyi doğal yollardan boşaltma taktiği de şimdilik tutmamış gibi görünüyor. 10- 11 Haziran günlerinde Parkın çevresinde ve içinde büyük bir şiddet uygulandı. Parkın içine sık sık gaz bombaları atıldı ve plastik mermilerle saldırı yapıldı. Onlarca insan yaralandı. Buna rağmen, saldırılar sırasında kısa süreli telaşlar yaşasa da insanlar Parkı terk etmedi, en fazla Parkın arka tarafına giderek bekleyişini sürdürdü. Çadır kuran birçok insan ise ne olursa olsun yerinden bile kıpırdamadı. Parkı insansızlaştırmayı başaramadılar. Tümüyle darmadağın ettikleri Parka ertesi gün yardımlar yağdı, Migros’un online alışveriş sitesi kitlendi. Birçok insan parka gidemese de yardımını ulaştırdı. Parktaki hayat yeniden ve daha düzenli bir şekilde kuruldu. Bu iki taktiği kullanmaya devam etmekle birlikte yeni bir tanesi daha uygulamaya kondu. Hükümet kendi seçtiği kişilerle, ‘görüşmeler yapıyorum’ ve ‘diyaloga açığım’ mesajları vererek, direnişçilerin asla kabul etmeyeceği bazı çözümleri görüşmelerden çıkan uzlaşı gibi sunuyor ve direnişçiler bunları 74 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları reddettiğinde onları uzlaşmaya yanaşmayan marjinal gruplar olarak ilan etmeye/yalnızlaştırmaya hazırlanıyor. Referandum önerisi tam olarak böyle bir taktiğin parçası, gayet popülist bir demokrasi söylemiyle, ‘madem anlaşamıyoruz o zaman halk çözsün referanduma gidelim’ diyerek kendilerinin ne kadar halkçı ve demokrat olduklarını oysa marjinallerin halkı umursamadıkları ve amaçlarının başka olduğu algısını yaratmaya çalışıyor hükümet. Oysa hepimiz biliyoruz ki direnişçiler referandum gibi bir çözümü kabul etmeyeceklerini en başta açıkladılar. Bunun yanında Parkın yıkılıp yerine Topçu Kışlasının yapılması konusunun referanduma sunulması tam bir saçmalık olacaktır ve bunun demokrasiyle uzaktan yakından alakası yoktur. Gezi parkı tarihsel değeri de olan bir yeşil alandır bu alanın yıkımı referandum konusu yapılamaz. Birkaç örnek verelim, Belgrat Ormanlarını yıkıp yerine siteler yapalım ve bunun kararını referandumla halk versin diyemezsiniz ortada insanlığın doğal mirası olan bir orman vardır. Ya da Topkapı Sarayını yıkıp yerine otel yapılması şeklindeki bir kararı da referandum yoluyla alamazsınız. Bu eserler sadece bu ülkeye ait değildir, insanlığın ortak tarihsel ve doğal hazineleridir. Hiç kimse referandumla bunları yok edemez. Bunun adı demokrasi değildir. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde, bu ve buna benzer yöntemler kullanılarak Gezi yalnızlaştırılmaya çalışılacak. Gezide çok kararlı ve sivil itaatsizlik eyleminden vazgeçmeyecek bir kitle var zaten. Bununla birlikte her akşam Parkı hınca hınç dolduran ve yardımlarda bulunan geniş bir destekçi kitlesi de varlığını korumaya devam ederse müdahale kararı kolay kolay alınamaz. Ayrıca avukat ve doktorlardan gelen destek de çok önemli. Bu koşullarda yapılacak bir müdahalenin sonuçları ise hiç kimse tarafından öngörülemez. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 75 Gezi parkına dokunulmayacağı, Topçu Kışlasının yapımı projesinden vazgeçildiği ve mahkemelerin verdiği kararlara uyulacağı açıklamaları gelmeden bu eylemin bitmesi zor görünüyor. Gezi parkında bulunanlar her geçen gün daha organize hareket ediyor ve sivil itaatsizlik tecrübelerini geliştiriyorlar. http://fraksiyon.org/referandum-onerisi-ve-hukumetingezi-stratejisi/ 76 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları GEZİ PARKI‟NDA GEZMEK! ÖZGÜR APAK 14 Haziran 2013 28 Mayıs’tan bu yana bu ülkeyi daha yaşanır hale getiren, içimizde isyanın ateşini körükleyen, başka bir sistemin mümkün olabildiği umudunu yeşerten ve Gezi Parkı ile başlayıp dalga dalga, şehir şehir, insan insan yayılan bu tarihi direniş hakkında incelikli bir yazı için şimdilik erken diye düşünüyorum< Elbet bunu layıkıyla yapacak yazarlar çıkacaktır. Benim derdim ise biraz farklı< BirGün gazetesinde 05/06/2013 tarihli bir haberde şöyle deniyordu: Gezi Parkı eylemleri, dünyanın en fazla turist çeken altıncı şehri İstanbul’da rezervasyon iptallerine yol açtı. Tur Operatörleri Dönem Sözcüsü Cem Polatoğlu, yaklaşık bir hafta süren eylemlerin turizm sektörünü olumsuz etkilediğini söyledi. Polatoğlu, bu hafta ve gelecek hafta için rezervasyon yaptıranların yüzde 20-30’unun gelmekten vazgeçtiğini, olayların devam etmesi durumunda faturanın ağır olacağı uyarısında bulundu Cem Polatoğlu, ‚Şahsıma ait şirketlerde bu hafta ve önümüzdeki hafta için yapılan rezervasyonda önemli oranda iptaller oldu. İptaller konusunda kesin bir rakam veremiyoruz ancak bu hafta ve önümüzdeki hafta için yapılan rezervasyonlarda yüzde 20-30’luk iptaller var. Olaylar devam ederse faturası ağır olur. Her iki tarafın da sağduyulu, itidalli davranması gerekir.‛ Yıllarca ‚a-politik bunlar, bir şeyden anlamazlar‛ diye aşağılanmış bir gençlik isyan bayrağını çekmiş; sokak sokak, meydan meydan direnişe geçmiş; kimlikleri, fraksiyonları bir kenara koyup yan yana gelmiş ama halen bazılarının zihniyet devrimi gerçekleşememiş< Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 77 Aynı topraklar üzerinde yaşadığımız sermayedar insanlarla aramızdaki bu sınıfsal farklılıkların yarattığı zihniyet ve bakış açısı yamulmaları içimize dokunuyor. Polatoğlu ‚faturası ağır olur‛ derken kime sesleniyor? Direnişçilere mi? Hükümete mi? Şayet direnmese, gezip görülecek bir şehir parkı kalmayacak olan; yerine ise tam da Başbakanın tabiriyle ucube bir taş bina ve AVM dikilecek olan şehrinin heba olmasına gönlü izin vermeyen insanların Polatoğlu’nun zarar eden şirketlerini umursayacağını sanmadığımıza göre, şair aslında burada hükümete sesleniyor ve ‚bu işi bitirin‛ mesajı veriyor. İşte bu yüzden bu direniş artık sadece ağaçlar ve park için değil; küresel kapitalizmin Türkiye’deki tüm rant talanına ve de elinde sopasıyla koyun güttüğünü sanan devlete karşı bir eylemdir. Haberin devamında ise ‚Olaylara ‘Arap Baharı’ benzetmesi yapılmasına tepki gösteren Polatoğlu, şunları söyledi: ‚Böyle bir benzetme gururumuzu kırdı. Arap Baharı gibi bir baharı hak eden ülkelerden değiliz. İstanbul’un imajı olumsuz etkilendi. Eylemlerin burada bitmesi büyük önem taşıyor. Yeşili koruma adına başlatılan eylemlerde gerekli mesajları her iki tarafın da aldığına inanıyoruz. Bundan sonrası provokatörlerin eylemi olur. Sağduyulu olmak lazım.‛ diyor paşa hazretleri< Polatoğlu’nun (ve elbette benzerlerinin) derdinin ‚İstanbul’un kötü imajı‛ olmadığı, ülkesindeki gönüllü halk hareketi adına olmayan konuşma hakkını kendinde bulmasında ve eylemi hükümet ağzıyla ‚provokasyon‛ diye nitelendirmesinde yatıyor. Bu tür insanların kullandıkları dil ise bize bu eylemin ‚sadece birkaç ağaç için‛ olmadığını da tekrar tekrar ispat ediyor. Direnişçiler olarak, şayet bir zafere imza atarsak (ki tüm dileğimiz bu), bundan yıllar sonra, belki çocuklarımız ile o parkta 78 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları gezerken, şu an yaşadığımız bu güzel günleri anlatacağız onlara; ve o günlerde tarihin bir öznesi olduğumuzu, bugün bu ülkenin tamamında direnen insanların, her birinin teker teker Fukuyama’nın, Huntington’ın tezlerini nasıl alt üst ettiğini söyleceğiz. Daha yaşanılabilir bir dünyaya ulaşmanın yolu kendi evimizden başlıyor; işte bu yüzden DİREN TÜRKİYE! http://fraksiyon.org/gezi-parkinda-gezmek/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 79 PARKTAN ÜLKEYE UZANAN İSYAN 15-16 Haziran günlerinde tüm ülkede çatışa çatışa geri çekilmiştik. Gezi boşaltılmıştı, içimizde Gezi’yle dopdoluydu. “Bu daha başlangıç...” diyorduk, zihnimizin gözlerini henüz içinden çıkmamış olduğumuz ayaklanma tarihine çevirerek. 80 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ERDOĞAN‟IN PLEBİSİT ÖNERİSİ KABUL EDİLEBİLİR Mİ? 17 Haziran 2013 Direnişin ve Toplumsal Hareketliliğin İlk Aşamaları Önce geldiğimiz aşamayı bazı temel olgulara dayanarak değerlendirmekte fayda var. Gezi Parkı direnişinin geçtiği aşamaları büyük ölçüde biliyoruz. Polisin 31 Mayıs sabaha karşı çıplak şiddet kullanarak parktakileri dağıtmaya çalışması, İstanbul’da tarihimizdeki en büyük kitlesel sivil itaatsizliğe dönüşen dayanışmacı bir tepkiye yol açmıştı. Hemen ertesi gün, yani Cumartesi günü öğlen saatlerinde polisin son birkaç defa daha kitleyi gazlayarak Gezi Parkı’nı ve Taksim’i terk etmesiyle yeni bir sürece girildi. 11 Haziran Salı’ya kadar Gezi Parkı’nın da ötesinde Taksim, Gezi Parkı direnişini destekleyen, AKP Hükümeti’ne karşı son derece tepkili ve ne olup bittiğini gelip yerinde görmek isteyen yüz binlerce kişinin akınına uğradı. Özellikle geçen hafta sonu Gezi Parkı ve Taksim, 1 Mayıs’ları da aşan bir kitleselliğine sahne oldu. Diğer yandan, polisin Gezi Parkı ve Taksim’den çekilmesinin hemen ardından ikinci bir dalga yükseldi. İstanbul’da Beşiktaş-Gümüşsuyu’nda çatışmalar yaşandı; Halkalı, Kartal, Gazi Mahallesi, Tuzla ve başka birçok semtte sayıları değişen kalabalıklar ağırlıklı olarak barışçıl protestolar düzenlendiler. Ankara’da, İzmir’de, Anadolu ve Trakya’nın özellikle CHP tabanının geleneksel olarak güçlü olduğu şehirlerde kitlesel protestolara ‚Hükümet İstifa!‛ sloganları eşlik etti. Serinkanlı bir değerlendirme yapacak olursak, İstanbul’da Gezi Parkı’na dönük polis şiddetinin tetiklediği kitlesel sivil itaatsizliğin, polisin Taksim’den çekildiği 1 Haziran Cumartesi günü sona erdiğini, geriye kalan sürede ise farklı renklerden AKP muhaliflerinin meydandaki özgürlüğün tadını çıkardığını söyleyebiliriz. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 81 En çok Beşiktaş-Gümüşsuyu’nda görünür hale gelen, İstanbul’un çeşitli semtlerine ve çok sayıda şehre yayılan ikinci dalgaya dönersek, şunu tespit etmek zor değil: Elbette bu hareketlilik, medyanın yansıtmaya çalıştığının aksine, ‚Gezi Parkı’yla‛ dayanışma duygularıyla sınırlı değildi. Çok büyük ölçüde CHP tabanının, giderek Türk-İslam faşizminin renklerine boyanan AKP politikalarına karşı bir öfke patlamasıydı. Hükümeti istifaya çağıran veya en azından Türk-İslam faşizminin damgasını vurduğu politikalara son verilmesini talep eden bu ikinci dalgaya başlarda CHP öncülük eder gibi göründüyse de, ardından ‚ana muhalefet partisi‛nin sahneden çekildiğine ve asgari demokratik taleplere dahi sahip çıkmadığına tanık olduk. CHP’nin artık bütün derdi sanki ‚Başbakan’ın üslubunu düzeltmesiy‛di. Türkiye’ye Yayılan Toplumsal Hareketliliğin Sahipsiz Bırakılması CHP’nin, seçmen tabanını sadece sandıkta kendisini destekleyecek pasif bir kitle olarak görmesi, ikinci dalganın taleplerinin Meclis’te yansımasını bulamamasına yol açtı. Bu demokratik tepki, AKP Hükümet politikalarının ulusal çapta kamusal bir tartışmaya konu olmasını sağlayamadı. Ankara, Adana, Hatay gibi yerlerde polisin, CHP’nin sınırlarını aşan toplumsal muhalefete karşı son derece sert tutumu, ölümlere ve ciddi yaralanmalara yol açacak denli şiddet uygulaması bu koşullarda tamamen bilinçli bir taktikti. Elbette amaç, CHP’nin statükocu tutumu sayesinde, bir öfke patlamasının ötesine geçemeyen bu harekete katılanlara gözdağı vermek ve darbecilik/28 Şubatçılık suçlamalarıyla seslerinin duyulmasını engellemekti: ‚Tencere Tava Hep Aynı Hava‛ bu tutumun ifadesiydi. Bu konuda hükümet başarılı oldu mu? Evet oldu. Elbette bu başarıya, hatta aşağıda değineceğim gibi Gezi Parkı direnişçilerinin yalnızlaştırılmasına katkı sunan sadece CHP’nin AKP’den aşağı kalmayan statükocu tutumu değildi. 82 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Kendilerini, Türkiye’nin başlıca ilerici demokratik kitle örgütleri olarak lanse eden KESK, DİSK ve bazı meslek örgütleri, İstanbul’da ve başka birçok şehirde sokaklara dökülen kitlelerin demokratik taleplerini sahiplenecek, bu talepleri AKP’nin güçlü medya desteğine karşın toplumun gündemine taşıyacak, darbeci/28 Şubatçı/çapulcu suçlamalarının yarattığı psikolojik hegemonyayı dağıtacak kapasiteye sahip değildi. ‚Kapasiteye sahip değildi‛ derken, aslında biraz yumuşak bir ifade kullanmış oluyorum. Bu örgütlerin, kendi tabanlarıyla temaslarını yitirecek denli bürokratikleşmiş olduklarını çoktan beri görüyor ve biliyoruz. Bu işler, 1 Mayıs’larda Taksim’i zorlama ‚ataklarına‛ veya kamudaki toplu iş görüşmelerinden ‚taktik gereği çekilip‛ sürekli AKP Hükümeti’nin baskılarından şikayet etmeye benzemiyordu. 5 Haziran grevi sırasında KESK’in kalabalık bir kitleyle Taksim meydanına girmesi ise, moral kazandırıcı bir destek eyleminin ötesinde pek bir işlev görmedi. Sonuçta gerek Gezi Parkı/Taksim direnişi, gerekse İstanbul’un bazı semtlerini ve birçok şehri kapsayan toplumsal hareketlilik, belki de yakın dünya tarihinde gördüğümüz –kendi enerjisi ve kararlılığı dışında– hiçbir ciddi kurumsal/örgütsel desteğe sahip olmayan tek hareket olarak nitelenebilir. Değişen Dengeler: Taktik Hatalar ve Polisin Taksim’e Girmesi Yukarıda değinmeye çalıştığım faktörler, ülke çapında AKP’nin Türk-İslam faşizmi temelli politikalarını hedef alan kitle hareketliliğinin sönümlenmesine yol açtı. Tabii ki geride, eylemlere katılan CHP tabanının önemli bir kesiminin CHP’ye dönük hayal kırıklığı ve güven yitimini kaldı. Şimdi sıra Taksim’e ve Gezi Parkı’na gelmişti. Geçen hafta sonu inanılmaz kalabalıkların ziyaretine sahne olan Taksim Parkı’nın ilelebet açık bir devrim müzesi şeklinde kalamayacağı aşikârdı ve sanırım ‚Taksim meydanının ne olacağı‛ sorusu Taksim Dayanışma’nın da kafasını kurcalıyordu. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 83 Her ne kadar sağlıklı bilgiler almak bir hayli zor olsa da, bildiğim kadarıyla İstanbul Emniyeti belirli aralıklarla polis güçlerinin Taksim’e gireceğini ve Taksim’in ‚normale‛ döndürüleceğini duyurmuştu. Meydanın boşaltılmasını istemişti. Bildiğim kadarıyla, aynı sıralarda Taksim Dayanışma’nın bileşenleri de bu konuyu tartıştı. Bazı bileşenler, polis meydana girmeden barikatların Taksim Dayanışma’nın inisiyatifiyle kaldırılmasını, böylece polisin bir güç gösterisine zemin sunulmamasını ve direnişin meşruiyetini korumasını savundu. Bazı radikal sol gruplar ise, Taksim meydanının bir ‚alan‛ olarak polise karşı savunulması gerektiğinde ısrar etti. Sonuçta Taksim Dayanışma, Taksim meydanının ‚kurtarılmış bir alan‛ gibi savunulması karşısında estirilecek polis terörünün, direnişin kitlesel temelini zayıflatma ve terörize etme tehlikesine karşı ön-alıcı bir inisiyatif üretemedi. Daha çok bir atalet durumu hâkim oldu. Türkiye’ye yayılan kitle hareketinin sönümlenmesinden ve sıranın Taksim meydanı/Gezi Parkı’na gelmesinden sonra olanları biliyoruz. Direnişin bileşenlerinin, katılımcı bir çerçevede çabuk kararlar üretebilen bir yapı oluşturamaması, pahalıya mal oldu. Salı günü sabahleyin polis Taksim’e, güya bayrak ve flamaları toplamak üzere girdi. Bazı grupların molotof kokteyleri vs. kullanarak alanı ‚savunmaya‛ kalkışacağı az çok belliydi. Polis, medyaya hükümet yanlısı bol miktarda malzeme sağlayan görüntüler eşliğinde bu gruplarla çatıştı ve sonuçta meydana yerleşti. Ardından operasyonun ikinci aşaması geldi. Polisin meydana ‚marjinal gruplarla çatışarak‛ girmesinin önü, önceden direnişin kendisi tarafından Taksim boşaltılarak kesilemediği için, Gezi Parkı’na dönük ciddi polis tacizleri başladı. Gruplarla çatışmalar sürerken arada bir-iki gaz bombası da Gezi Par- 84 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları kı’na atıldı ve öğlen saatlerinde polis parkın giriş kısmını işgal etmeye çalıştı. Kararlı bir sivil direnişle buna izin verilmedi. Dönüm noktalarından birisi de, Taksim Dayanışma’nın saat 19:00’da herkesi Gezi Parkı direnişine sahip çıkmaya çağırması oldu. Valiliğin resmi açıklamalarına göre 30-35 bin kişi meydanı doldurdu. Gidenler, daha binlerce kişinin Osmanbey tarafından gelmekte olduğunu söylüyorlar. Bilindiği gibi, polis destekçi kitlenin belirli bir sayıya ulaşmasını bekledikten sonra vahşi bir saldırı gerçekleştirdi ve yoğun gazla binlerce kişiyi dağıttı. Bu ikinci kırılma noktası İstanbul’da iş çıkışından sonra Gezi Parkı’nı desteklemeye gelen on binlerce kişiyi terörize etti. Elbette amaç, Gezi Parkı’nın etrafını boşaltmaktı. Başarılı olunabildi mi? Bence önemli ölçüde olundu. Çarşamba günü Taksim Dayanışma’nın yine aynı saat için yaptığı çağrı üzerine meydana gelenler, kaba bir tahminle bir gün önce gelenlerin en çok üçte biri kadardı. Hükümet’in İnisiyatifi Ele Geçirmesi ve Plebisit Önerisi Türkiye’nin pek çok yerinde bir öfke patlaması şeklinde başlayıp demokratik örgütler ve CHP’den destek bulamayan ikinci dalga yer yer yoğun polis terörünün de katkısıyla sönümlenirken, Taksim’e Gezi’yi istikrarlı bir şekilde desteklemeye gelen kitlenin büyüklüğü de, Salı günü ‚meydanı savunmaya kararlı‛ grupların katkısı ve ardından barışçıl kitleye uygulanan yoğun gaz terörünün etkisiyle azaltıldı. Ana-akım medyanın ve piyasa aktörlerinin yeniden ‚dirlik düzenlik kurulsun‛ çağrılarının, Başbakan’ın Gezi Parkı-öncesi statükoyu yeniden tesis etmek üzere başlattığı Gezi Parkı direnişini gözden düşürme, statükodan faydalanan kesimlere de safını belirlemeleri için gözdağı verme kampanyasının etkili olduğu bir gerçek. Bence Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’ye dönük eleştirel kararı ve Beyaz Saray’ın hükümeti bir kez daha ifade ve gösteri Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 85 özgürlüğüne saygılı olmaya çağıran demeci olmasaydı önceki gün veya dün Gezi Parkı büyük olasılıkla polis tarafından boşaltılırdı. Nitekim Erdoğan, ‚artık sabrımız taştı, 24 saat vakitleri var‛ diyerek bu yönde işaretler veriyordu. Bu noktaya kadar ağırlıklı olarak polis terörü ve medya gücüne dayalı dezenformasyonla iş gören ve Gezi Parkı’nın etrafını boşaltmakta bir hayli başarılı olan Başbakan, direnişi tamamen bitirmek için kendi açısından akıllı bir taktiğe başvurdu. Hodri meydan diyerek, ‚plebisit‛ veya halk oylaması önerisi getirdi. Dün hukukçuların açıklamaları, yapılması düşünülen plebisitle ilgili şu bilgileri içeriyordu: Plebisit, belediyeler yasasına dayandırılacak. Bu yasadaki bir maddeye göre belediyeler, herhangi bir proje hakkında yöre halkının eğilimini belirmek için bu yönteme başvurabiliyorlar. Bir tür kamuoyu yoklaması gibi. Yasal bir bağlayıcılığı ise bulunmuyor. Başbakan’la gece geç saatlere kadar görüşen, içinde Taksim Dayanışma’dan temsilcilerin de bulunduğu heyetin verdiği bilgilere göre, Erdoğan bir uzlaşma arayışında olduğu imajı veriyor. Öncelikle yasal sürecin bitmesini bekleyeceklerini, bu arada Gezi Parkı’nda hiçbir düzenlemenin yapılmayacağını söylüyor. Ardından yapılacak plebisitin sonuçlarına saygılı olacağını belirterek, Topçu Kışlası inadından geri adım atıyor. Ne Yapmalı? Bugün akşama kadar plebisit seçeneği Taksim bileşenleri arasında tartışılacak ve muhtemelen bir sonuca varılacak. Belki kesin bir sonuca varılması birkaç gün daha alabilir, ama o kadar. Erdoğan’ın ‚hodri meydan, halka gidelim‛ derken kafasındaki plan belli: Gezi Parkı direnişçileri ‚hayır, yeşil bir alanın kaderine halk oylamasıyla karar verilemez‛ diyerek öneriyi reddederse, Erdoğan direnişçileri halka ve demokratik yöntemlere güvenmemek ve art niyetli olmakla suçlayacak. Böylece 86 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Gezi Parkı’nı bir polis operasyonuyla boşaltmayı, kamu düzeni adına zorunlu bir tedbir olarak lanse edebilecek duruma gelecek. Erdoğan’ın plebisit önerisiyle neyin peşinde olduğunu herkes tahmin ediyordur. İstanbul veya Beyoğlu’nda, biat kültürü yüksek, güçlü seçmen tabanına güveniyor. Yapacağı iki kitlesel mitingle de parti tabanının özgüvenini yerine getirip muktedirliğini yeniden ilan edecek. Sorun bizim ne yapacağımızda. En kötü ihtimal, Taksim Dayanışması’nda karar süreçlerinde yaşanan hantallığın, asgari müştereklerde birleşme kültürünün zayıflığının ve katılımcılık sorununun devam etmesi olacaktır. Plebisit önerisine karşı şu ya da bu şekilde inisiyatifi ele geçirecek bir yanıt üretememek ve süreci zamana yaymak, direnişini çözücü ve hükümete zemin kazandırıcı bir yol olur. İnisiyatifi yeniden ele geçirmek için belki başka yaratıcı öneriler gündeme gelebilir. Benim önerim, propaganda özgürlüğünün güvence altına alınması, Gezi Parkı’nın bir bölümünün yapılacak kampanyaya tashih edilmesi, direniş bittikten sonra cadı avına başlanmaması ve ölüm ve yaralanmaların birinci dereceden sorumlularının etkin şekilde soruşturulması konularında kamuoyu önünde güvence verilmesi koşuluyla plebisit önerisinin kabul edilmesi. Hükümet’in büyük medya gücü ve polis baskısının yanı sıra, sol muhalefetin böylesi bir halk hareketliliğini destekleyip savunamayacak kadar toplum tabanından kopuk olması, Gezi Parkı direnişini yalnızlaştırdı. Bu bağlamda, önceki hafta yaşanan yaygın halk hareketinin daha demokratik bir yönetim taleplerini Gezi Parkı direnişçilerinin üzerine yıkmak saçma olur. Elbette insanlar sadece Gezi Parkı korunsun diye sokağa dökülmedi, polis terörüne maruz kalmadı. Fakat mevcut durumda, yeşil alanla ilgili bir şehir projesine kimlerin nasıl karar vermesi gerektiği meselesine geri dönmüş bulunuyoruz. Baş- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 87 bakan’ın ve AKP Hükümeti’nin büyük bir şehir projesinde ‚ben yaparım‛ tavrından geri adım atmasını sağlamış olmak, bir kazanımdır. Plebisit önerisi, İstanbul’da rant amaçlı projelerin yaşam alanları ve çevreyi nasıl tahrip ettiğini topluma anlatma, zaten ‚kentsel dönüşüme‛ tepkili kesimlerle ve AKP tabanıyla bağ kurma olanakları yaratabilir. Elbette şimdiden büyük strateji planları kurmak anlamsız görünüyor. Bütün mesele, plebisit önerisi karşısında, Taksim Dayanışma’nın katılımcı, bütün bileşenlerin içselleştirdiği asgari ortak paydalarda buluşabilen bir yapıya evrilerek anlamlı bir tartışma yürütebilmesi. http://fraksiyon.org/erdoganin-plebisit-onerisi-kabuledilebilir-mi/ 88 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ANKARA‟NIN EN UZUN HAZİRANI EVREN BARIŞ YAVUZ 21 Haziran 2013 I. Her söz eksiktir. Yazılan hiçbir şeyin yerini tutamayacağı o büyük öykü. Bizim haziranımız. Hayatın kırıldığı fay, ömürlerimizin depremi, isyandan insana yürüdüğümüz delirtici yolculuk. Bitmeyen ve asla bitmeyecek olan o kadim yürüyüş. II. Mayısın son gecesini not düştüler. Ankara Metin Hoca için salladığı gövdesini bir daha dikleştirdi. Mayısın 31. gününde İstanbul sokaklarında 30 saattir barikat başlarında olan on binlerce kardeş için yola çıktı kafile. Ankara’nın sokakları değişti. Cuma sabaha değin süren o ısrar ve cesaret< 1 Haziran’ı hayata armağan etti. III. Kentin ortasında. 70 bin yürek şaşkın. Kendi cesaretinden şaşkın, zulme karşı direnişin ona kattığı anlamdan şaşkın. Kardeşleşmeden, bir olmaktan, direnmekten ve direnirken güzelleşmekten< Şaşkınlık geçince süpürülen paralı askerlerin kalıntılarını sildi. Kapitalin merkezinde Kızıl ve Ay tutuldu. Kızılay Meydanı bir kucaklaşma, bayramlaşma yeriydi. İsyandan insana bir muştu. Yaralılarını omuzlarında taşıyan, aç olana ekmek bulan, duvarları dünyanın en güçlü medyası kılan irade ve gencecik öfke. Ankara’da haziran bir bayram yeriydi. 1150 yaralı. Ve Ethem. IV. Akşam inince 20 saati geçen çatışmadan yorulanların kentin orta yerine uzandığını gördük. Uzandığını< Onlara anlatılan tüm yalanları kırarken hayat, fısıldadı; ‚yalnız değilsiniz. Bir kökünüz var bu toprakta< binlerce kardeşiniz ki o kök olup düştüler toprağa‛. Bir günde bir şehir büyür mü? Büyüdü. Yalansız, dolansız, rekabetsiz bir dünyanın ilk ritimleri. En az 500 gözaltı ve 35 ağır yaralı. V. Ethem ölümle boğuşuyordu. Barikatların en önündeydi. Osman’ların Fatih’lerin yol arkadaşı ve her birimizin kardeşi. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 89 Ankara’nın orta yerinde Güvenpark. Vurdular onu. O kardeşimizdi. Zulmün karargahına 2 günü aşkın süredir taş yağıyor. Plastik mermi, ses bombası, kimyasal gazlar< Halkın üzerine sürülen savaş araçları. Kürt isyanını bastırmak için temin edilen cümle alçaklık şimdi Anadolu isyanının üzerine sürülüyor. Ama korku yok. Elleriyle, tırnaklarıyla durduruyorlar her saldırıyı. ‚Panzerler Üstümüze Kalkar Armut Çiçeğindeyiz<‛7 VI. Gencecik kadınlar. Bedenleri, ruhları, varoluşları iktidarın cenderesinde olanlar< En önde, en yaman< Bayramlaşmaya gelmiş gibiler. Yüzler örtük. Yüzler yok. Artık her birimizi aynı yüzü paylaşıyoruz. Kardeş, gardaş, yoldaş, arkadaş< Bozkır en yaman esmer çocuklarını da sürüyor barikata. Yozgatlı, Çorumlu kenar mahalle çocukları sımsıkı tutuyor direnen kardeşlerin ellerini. Pazar gece< Revirler basıldı. Halkın üzerine araçlar sürüldü. Akreplerden yakın mesafe atışlarıyla halka kast eden üniformalılar. VII. Tuzluçayır ile Oran arasındaki bağ< Hakikat. Aleviler sokakta. İncinmiş, yara almış tarihleriyle gelmişler kardeşlerinin yanına. Mutlaklaşmış kibrin kırdığı kalpler çoktan onarılmış çünkü artık direnmek var. Kırgınlık yok. Kırıklık yok. Sokaklarda, caddelerde barikat savaşı başlamış< Her gün binlerce insan evlerine bir çatışma öyküsüyle gidiyor. Evlerin ve kalplerin arasında büyüyor o öykü. İsyan, kalkışma, ayağa kalkma< Çünkü dizlerinde kırılan halk ayağa kalkacak bir dayanak buldu.Kendine yaslanıyor direniş. Kendini ayağa kaldırıyor. 7 Enver Gökçe 90 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları VIII. En karanlık zamanlardı. En umutsuz belki. En yorgun. Ama devrimciler için daha fazlası< Onlar uzun zamandır direnişin ekmeğine, suyuna maya taşıyorlardı. Tutuklamalar, katliamlar, yoksulluk< Devrimciler sokakları alan, direnen en binlerce kardeşleriyle yürüdüler düşmanın üzerine ve birikimlerini kattılar sokaklara< Onlarcası hedef alınarak yaralandı. Direniş İstanbul, İzmir, Antakya, Adana, Mersin ve Eskişehir’de can ile baş ile sürüyorken. XI. Söz kurmak ve söz yaymak ne denli önemli öğrendik. Sansür denen o körleşmeyi. O iktidara köleleşmiş medya patronlarını gördük. Çektikleri görüntüleri yayımlanmaya mahcup basın emekçilerini de< Biz kendimiz medya kurduk. Bir anlatım, bir üslupla büyüttük mütevazi araçlarımızı. Bu haziran günlerinde ‚dövüşen anlattı<‛ X. Gece ve gündüz arasında işine, okuluna gidip akşam barikatlara inen, haber takip eden, hastane ziyaretleri yapan bir kentten söz ediyoruz. Bozkır. İnsan atlasında bir Anadolu. İnsan bir atlas olunca bütün dünyayı üstlenen büyük ruh. Mahallelerde binler yürüyor her gece. Beklenti büyüyor belirsizlik de. İstanbul’daki rehavet. Hükümetten günde 7 açıklama. Korkuyor ve hiç dinlemiyoruz. Hiç bilmiyoruz ne diyorlar. Dün kapısından kovuldukları saraylar için halka saldıran riyakarı hiç dinlemiyoruz. Çarşamba geldi. 20 bin kişi sokakta ama artık kürsüler, bildik sloganlar, alışılmış seremoni< Nasıl da sakil durdu. Nasıl da uymadı notası direncin senfonisine. Not ettik. Bildiğimizi sandığımız, mız ‘öğretilmiş isyanı’ da yeneceğiz! gelenek sandığı- XI. Devlet alana girdi. Büyük polis ablukası. Yüzlerce gözaltı. Yüzlerce yaralı. 1300 yaralıya ulaştı sayı. Kayıt edilenler ki yarasını kardeşleriyle iyileştirenleri sayamayacak sayılar. Kent gergin. Her otobüs bir forum her ev bir meclis. Devlet yalan kusuyor günlerdir. Yorgunluk yerini bekleyişe bırakırken, Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 91 kentin isyanı az bilen mahallerinde binler haykırıyor. İyi haberler. XII. Ethem yumdu gözlerini. Gözleri büyüdü Ankara’nın. Akdere’nin, Nato Yolu’nun, Batıkent’in gözleri büyüdü. Keçiören’e koştular. Adli Tıp önünde mumlar. Cenaze Kızılay’dan kalkacak. İstanbu’dan kötü haberler geliyor. Elerde telefonlar. Ama hiçbir telefon artık eskisi gibi açılmıyor. Sokaklardan kuş ölülerini topluyor, korkmuş köpeklere su veriyorlar. O kuşlarında hesabı sorulur. O attığınız cinayet gazlarının< Kurtuluş Parkı. Akrepler’den içeriye sıkılan cümle nevale. Ağaçlar koruyor çocukları<. XIV. İsyan bir duruştur. Biriktirmiş bu şehir. Ulucanlar’da, 19 aralık’ta direnen bir Ankara vardı. Sokaklarında gurbet kumruları, dalgın kediler, cefakar köpekler< Ağaçlar. Kent dövüşenlerinden öğrenmiş, Karşıyaka Mezarlığı’nda yatan canlarından. Deniz’den Mahir’e, Erdal’dan hepinize< Sivas ateşiyle bilenen, daha nice nice.. XV. Pazar. Sabah. Devlet duvar örmüş. Kızılay Meydanı’da 15 bin kişi direniyor ve Ethem’i çağırıyor. Büyük saldırıyı göğüslerken halk Ethem’İn ailesi çağırıyor gelebilenleri Batıkent’e. Çok yaralı var. Çok gözaltına alınan. Çok. Batıkent’e 300 kişi varıyor< Kafile yürürken Ethem’i sayı 25 bin. Binler göğsüne bastırıyor isyanı. XVI. Bazı şeyler anlatılır, bazı şeyler ise hayatındır artık. Sonsuz yolculuktur. 20 günü aşkın süredir devam eden bir diretme, direnme, dik durma çabasının adıdır. Aynalarda kendimizi tanıyamıyoruz. O biz değiliz artık. İsyanın bıraktığı izler, açtığı yollar, sorduğu sorular< Gözlerimizi ufkuna gerdiğimiz o bozkırın içinde bir uğultudur yaşadıklarımız. XVIII. Ethem, Abdullah ve Mehmet. Selam söyleyin orada sizi kucaklayacak, alınlarınızı öpecek kardeşlerimize< Benden Hasan’a ayrıca selam edin< http://fraksiyon.org/ankaranin-en-uzun-hazirani/ 92 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları DİRENİŞİN SONU BAŞLANGIÇ MI? / İZMİR GÜLİSTAN ÖZ 23 Haziran 2013 Direniyoruz. Öyle güzel bir direniş içindeyiz ki sanki sonu gelmeyecekmiş gibi< Yanımızdan geçerken bize bakıp gülümseyen yaşlı amcalar ve teyzeler, neye tanık olduklarının farkına büyüyünce varacak olan şaşkın bakışlı çocuklar, sanki evimin mutfağından çay alıyormuşum gibi rahat davranabildiğim ‚çay köşesi‛, Anarşistlerin ‚deniz kenarında domates?‛diye sorguladığım bostanı. Ve daha niceleri. Alsancak çadır alanına gittiğimde hissettiğim işte tam da bu oluyor. Kordon’daki Şirinler Köyü sonsuza dek Kordon’da kalacakmış gibi. Direnişin ilk birkaç günü İzmir’de, İstanbul ve Ankara’da olduğu gibi ‚olaylı‛ idi. Özellikle Basmane’ye yürümek isteyen eylemciler (Basmane’de AKP Konak ilçe binası var), polisin ve eli sopalı sivillerin orantısız şiddetiyle (orantılı şiddet nasılsa artık) karşılaştı. Hayatında biber gazına maruz kalmamış ve belki de kalmayacak olan insanlar biber gazıyla, polisin eylemcilere şiddet uygulamakta haklı olduğunu düşünenler, polis şiddetiyle tanıştı. Birkaç günü şaşkın (polis nasıl masum sivillere karşı şiddet uygular, aman tanrım!) ve gergin bekleyişler içinde geçirdikten sonra olayların bir anda durulduğuna tanık olduk. Daha doğrusu olamadık. Olaylar durulduktan sonra nasıl bu hale geldiğini sorguladık ve sendikaların iki günlük mitinginden sonra ‚olayların yatıştığını‛, Basmane’den giderek uzaklaştırıldığımızı ve aslında pasif direnişe geçmiş olduğumuzu fark ettik. Sonra çadırlar kuruldu, her gün bazen aynı bazen farklı gruplar Cumhuriyet Meydanı’nda toplanıp Gündoğdu’ya yürüdü, şarkılar söylendi, halaylar çekildi, başta Ankara ve İstanbul olmak üzere bir çok yerde şiddetli eylemler yaşanırken biz İzmir’de dilek balonlarını gökyüzüne bırakmakla yetindik. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 93 İzmir’in direnişini yüzeysel olarak anlatmayı bir kenara bırakırsam, gördüğüm manzarayı şöyle ifade edebilirim. Her gün ‚hem işime giderim hem direnişimi yaparım‛ mantığıyla saat 19:00/ 20:00 de saygı duruşu ve istiklal marşıyla (hayır açılış konuşması yok) ‚etkinliğe‛ başlayan, çoğunluğunu ırkçı ve militarist sloganlar atanların oluşturduğu ‚birilerinin askerleri‛ kitlesi, küfürlü sloganlarından asla vazgeçmeyen taraftar grupları, ‚krizi fırsata çevirme‛ girişimlerinde bulunan ana muhalefet partisi< Ve tabi günler sonra Kürtlerin de direnişe dahil olmak için alana her girmek istediklerinde, birbirinden farklı grupların ortak paydasını harekete geçirip linç girişimlerine maruz kalmaları< İronik bir şekilde aslında Kürtlerin, kabul edildiği üzere, bölücü değil de birleştirici olduğu fikrini aklıma getirdi. Hiçbir zaman kendisi hakkında kesin bir yargıya varamadığım İzmir, sonuç olarak direnişiyle de kafamı karıştırmayı başardı. Aydın, demokrat, laik, çağdaş (uzatabilirsiniz,İzmirliler de abartılmayı sever zaten) İzmirlilerin Basmane’den Gündoğdu’ya yürüyen göstericileri pencerelerden, balkonlardan ıslıklarla, alkışkarla, tencere ve tavalarla selamlamaları, kortejin sonundaki üç malum rengi ve bir posteri gördükten sonra önce şaşırmaları, alkışlarının yarıda kalması, olayın farkına vardıktan sonra gaz bombası atılmış gibi içeri kaçma hallerini de hatırladıkça beni gülümseten ve İzmirlilerin farklı olanlara nasıl hoşgörüyle yaklaştıklarını hatırlatan ayrı bir direniş hatırası olarak kalacaktır aklımda. Saldırı öncesi son iki gündür zaten gittikçe azalmış olan çadırlar ne zaman Kordon’u terk eder, İzmir’in tuhaf direnişi ne zaman son bulur bilinmez diye düşünüyorduk. Direnişin İzmir’de çabuk alevlenip erken sönmesini ister post modern direniş olarak nitelendirelim, ister Expo 2020 süreci baltalanmasın diye polisin eylemcilere ‚sert müdahalede‛ bulunmamasını sebep gösterelim, İzmir’e hiçbir katkı sağlamadığını söylemek de haksızlık olur. En azından İzmir’de bile insanların ortak bir 94 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları mücadele için (o mücadeleyi arada başka gruplara karşı da veriyorlardı zaten o ayrı) bir araya gelebileceğini görmek,yeniden hayal kurmak için bir sebep olabilir. Aslında< Evet, evet olabilir< Gargamel her türlü kötülüğüne rağmen her seferinde Şirinler Köyü’ne bir zarar veremese de, benim Şirinler Köyü diye adlandırdığım Alsancak’daki çadır kente, Gargamel kadar sempatik olmayı asla başaramayacak olan polisler 20 Haziran’da baskın gerçekleştirdi. Bir psikoloji öğrencisi olarak, artık polisin her davranışının sebebini insanca sorgulamayı bırakmak üzereyim. Çadırlar söküldü. İki arkadaşımızın sivil bir araçla kaçırıldığını, sonrasında işkence boyutundaki polis şiddetine maruz bırakılıp salındığının haberini aldık. Birçok insan gözaltında, onlarcasının tutuklandığını biliyoruz. Ve tabi, sonsuza kadar içeride tutamayacaklarını da< Sonuç olarak; olaylar ne kadar iç karartıcı görünürse görünsün, neredeyse bir ay içinde ‚çapulcu zekası‛ diye bir kavramla tanıştık. Alternatif eylem ve direniş şekilleri bulan, mizahı da içine katan bir zeka. Sokaklar şimdilik sakin, çadırlar söküldü. Fakat birçok yerde olduğu gibi İzmir’in çeşitli semtlerinde mahalle forumları düzenlenmeye başlandı. Sokakta yüzüne bakmadan geçtiğimiz insanlarla aynı mekanda yan yana oturuyoruz. Fikirlerimizi özgürce ifade etme imkanı yarattık. Belki de bu, mutlu sonla bitecek bir hikayenin başlangıcıdır. http://fraksiyon.org/direnisin-sonu-baslangic-mi-izmir/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 95 KAVGA DAHA YENİ BAŞLIYOR! SERDAR UĞURLU 23 Haziran 2013 Bizim bu topraklarda yürüdüğümüzü gölgelere giydirilen ayakkabılardan tanıyacaksınız. Güneşin altında gölgemizin ne kadar çok olduğunu bilemezsiniz. Gecenin karanlığında, sokakların sayılamayacak kadar büyük gölgelerin gecesi olduğunu anlayacaksınız. Bu daha başlangıç! Yoksul çocukların öfkesiyle tanışmadınız daha. Şiddetli yıkıcılarla tanışmadınız. Mahalle aralarından meydanlara küçük selamlar verdiler sadece. Emekçi sınıfların öfkesiyle tanışmadınız daha. Erkek egemen sisteme artık yeter diyen emekçi kadınlarla tanışmadınız. Türkiye’de kanat çırpanların Kürdistan’daki fırtınasına daha şahit olmadınız. Brezilya’dan Yunanistan’dan ses veren dostlarımızla yoldaşlaşmamızı daha görmediniz. Reyhanlı’nın öfkesini daha bilmiyorsunuz. Roboski’nin hesabının elbet sorulacağını daha anlamıyorsunuz. Meydanlarda uçuşan güvercinlerin Hrant’ın çocukları olduğunu anlamıyorsunuz. Türklerin ay yıldızlı bayraklarını devletin zulmünden ayrıştıracabileğini bilmiyorsunuz daha. Lazların akarsularına derelerine sahip çıkan deli öfkesinde horon oynamalarını görmediniz. 96 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Arap çocuklarının diktörlüğün her türlüsünü tanıdığını bilmiyorsunuz. Bizi tanımıyorsunuz. Yıllarca yalnızlığımız içinde çaresizce yalıtıldığımızı biliyoruz. Bizi sömürdüğünüzü biliyoruz. Alınteriyle geçinenlerden nefret ettiğinizi biliyoruz. Allah’a karşı içinizde zerre kadar sevgi olmadığınız biliyoruz. Allah’dan korkmadığınızı biliyoruz. Sizin öteki dünyanızın cehenneme çevirdiğiniz bu dünya olmasını diliyoruz. Biz bu dünyayı seviyoruz. İnsanı ve insanı var eden, tüm canlılığı var eden doğayı seviyoruz. Allah’ı kalbinde yaşatıp ezilene el veren dostumuzu seviyoruz. Bizim birbirimizi ne kadar çok sevebileceğimizi görmediniz daha. Dünyanın tüm ezilenlerin öfkesiyle tanışmadınız. Silah fabrikalarınızı havaya uçuracağımızı anlamıyorsunuz. İlaç sanayinizi çökerteceğimizi anlamıyorsunuz. Bizden korktuğunuzu biliyoruz. Yapabileceklerimizin sınırını bilmiyorsunuz. Bankalarınızı, finans sistemlerinizi çökertebileğimizi anlamıyorsunuz. Örgütsüz olmamıza güvendiğinizi biliyoruz. Bizi ayrıştırdığınızı biliyoruz. Irkımızı, dinimizi, cinsiyetimizi silah olarak kullandığınızı biliyoruz. Bildiklerimizle tanışmadınız daha. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 97 Gördüğünüz daha esinti. Fırtınayla tanışmadınız. Gölgelerimizde donmadınız daha. Yoksul çocukların ayakkabılarını çıkarmaya hazırlandıklarını göremiyorsunuz. Kavga daha yeni başlıyor! Gölgelerimiz evlerinizin içine kadar süzülecek. Bankalarınız meclisleriniz ordularınız sizi güvende tutamayacak. Üç kuruşa kul köle ettiğiniz polisleriniz sizi koruyamayacak. İktidar olmaya gayret edin. İktidarınızı yıktığımızda kaçacak yeriniz olmayacak. Sizi yıkacak kudrete sahip olduğumuzu biliyoruz. Asalak sömürgenler olduğunuzu biliyoruz. Her şeyi üretenin bizim ellerimiz, zihnimiz olduğunu biliyoruz. Bunun bilinmesini istemediğinizi biliyoruz. Hayat biziz. Hayatı biz üretiyoruz. Bu daha başlangıç! Neleri bildiğimizi öğreneceksiniz. Gölgelerimizi bile ezdirmeyeceğiz size. Bu daha başlangıç! Güneşin altında gölgemizin ne kadar çok olduğunu bilemezsiniz. Bizim bu dünyada yürüdüğümüzü gölgelere giydirilen ayakkabılardan tanıyacaksınız. Gördüğünüz daha esinti. Fırtınayla tanışmadınız. 98 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Bizden korktuğunuzu biliyoruz. Kavga daha yeni başlıyor! http://fraksiyon.org/kavga-daha-yeni-basliyor/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 99 DİRENİŞİN İÇİNDE BULUNDUĞU AŞAMA, KAZANIMLAR VE ERDOĞAN‟IN KUTUPLAŞTIRMA SİYASETİ TAYLAN DOĞAN 23 Haziran 2013 Direnişin İçinde Bulunduğu Aşama Direniş hangi aşamada? Polisin vahşi bir saldırıyla Gezi Parkı’nı boşaltmasından bir hafta sonra, on binlerin eylemlerde yaşamını yitirenleri anmak üzere Taksim’e çıkması, direnişin sürdüğünü dünya âleme gösterdi. Ayrıca hafta içinde Ankara, Mersin gibi yerlerde protestolar olmuş, Taksim meydanında ‚duran insanlar‛ çoğalmıştı. Önce bugünkü eylem hakkında birkaç şey söylemek istiyorum: İnsanlar, Erdoğan’a propaganda malzemesi vermemek için tamamen sivil itaatsizlik esprisiyle hareket etti. Çok disiplinli davrandı ve hükümeti bir kez daha hata yapmaya zorladı: Sonuçta, tamamen barışçıl bir protesto polis zoruyla dağıtılmış oldu. O zaman insana sorarlar: Erdoğan’ın orada burada direnişçilere akla hayale gelmez iftiralar atarak mitingler yapmaya hakkı var da, muhaliflerin barışçıl gösteri yapma hakkı yok mu? Bu sorunun makul bir yanıtı olmadığı açık. Ayrıca, geçen bir hafta boyunca direnişin farklı bir aşamaya girdiğine tanık olduk. Bilindiği gibi, İstanbul’un pek çok semtindeki parklarda bazen yüzlerce, bazen binlerce yurttaş forumlar düzenleyerek aktif direnişe nasıl devam edeceklerini tartıştılar. Katıldığım forumlarda gözlemleyebildiğim kadarıyla, hissedilen ortak ihtiyaç şu: Örgütlü hareket edebilmek. Gezi Parkı direnişinin kendiliğinden geliştiğini ve polisin saldırılarına göre ivme kazanıp kaybettiğini hatırlarsak, örgütlü hareket etme ihtiyacı son derece anlaşılırdır. Peki, bu nasıl yapılacak? 100 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Son katıldığım küçük bir forumda aramızdan temsilciler seçmemiz gerektiğine karar verdik. Somut karar önerileri şekillendirip temsilcilerimize ileteceğiz, onlar da hem aynı yerdeki başka forumlara hem de başka parklara bu önerilerimizi aktaracaklar. Başka forumlarda alınan kararları da bize bildirecekler. Temsilciler dönüşümlü olarak seçilecek. Forumlar –elbette sadece kendi gözlemlerimi aktarıyorum– genellikle mücadele biçimlerine, Türkiye’deki egemen sisteme, seçimlere, direnişin sorunlarına dair insanların zihinlerinde biriktirdiği düşünceleri dile getirmesiyle başladı. Fakat üç dört toplantı boyunca durum böyle devam edince, ‚beyin fırtınası‛ diyebileceğimiz bu sürecin somut bir dizi eylem ve faaliyete doğru evrilmesi ihtiyacı hissedilmeye başlandı. Bundan sonra ne tür yaratıcı eylemler yapacağız? Kendi medyamız olacak mı, olacaksa nasıl olacak, direnişte yaralananların hakkı nasıl aranacak, tutuklananlarla nasıl bir dayanışma içine gireceğiz, AKP tabanıyla nasıl iletişim kurup hakkımızda yürütülen kara propagandayı kırabiliriz< Görebildiğim kadarıyla artık bu ve benzeri konularda somut adımlar atılmaya çalışılacak. Tabii bu aşamada dünya deneyimlerinden yararlanmak, örgütlenme modelleri üzerine kafa yormak son derece önemli. Direnişin Kazanımları Geriye dönüp baktığımızda direnişin, AKP Hükümeti’ni köşeye sıkıştırdığını söyleyebiliriz. Bazı asgari kazanımların elde edilmesinden veya Hükümet’in ‚ben yaparım, ben ederim‛ tavrından vazgeçirilmesinden söz etmiyorum. Böylesi bir faşizm karşısında, işçileri ve kamu emekçilerini ‚temsil eden‛ koskoca konfederasyonların içi boşalmış vaziyetteyken, ‚asgari de olsa somut kazanımlar elde edemedik‛ demek abes olur. Köşeye sıkıştırmak derken şunu kast ediyorum: 15 Haziran Cumartesi akşam saatlerinde R. T. Erdoğan’ın emriyle polisin Gezi Parkı ve çevresine yaptığı ikinci müdahale, toplum vicdanında Başbakan’ın ve partisinin mahkûm olmasına yol açtı. Ço- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 101 luk çocuk Divan Oteli’ne sığınanlara gaz atmalar, revirleri basıp tıbbi malzemeleri toplamalar, yaralıları tedavi eden doktor ve sağlık görevlilerini tutuklamalar, avukatları yerlerde sürüklemeler, onlarca insanın organ kaybına yol açmalar, en az iki genci gaz fişeği ve polis kurşunuyla öldürmeler, cenazeye bile müdahale etmeler, cadı avı başlatıp yüzlerce kişiyi tutuklamalar< Türkiye toplumunun belleğinden kolay kolay silinmeyecektir. AKP’nin ana-akım medya gücü ve Erdoğan’ın karizması sayesinde muhafazakâr taban üzerindeki denetimi ne kadar güçlü görünüre görünsün, ben adalet duygusunun er geç ağır basacağını düşünüyorum. Erdoğan ve AKP, Soğuk Savaş dönemini çağrıştıran Türkİslam faşizmini terk etmeye pek niyetli görünmüyor. Bu yüzden, seküler kesimlerin yurttaşlık haklarını korumaya dönük direnişleri sürdükçe benzer hak ihlalleri devam edecek ve AKP tabanı bir vicdan ve adalet muhasebesi yapmak durumunda kalacak. Şu anda toplum olarak bir ahlak ve adalet krizi yaşıyoruz. Tıpkı anti-kapitalist Müslümanların dediği gibi, bir dönemin mazlumlarının kendilerini iktidarla özdeşleştirip zalimliklere gözünü kapaması uzun süre sürdürülebilir bir durum değil. Kutuplaştırma Politikası ve Türk-İslam Faşizmi AKP’nin Türk-İslam faşizmi politikasının birkaç faktörün öne çıkmasıyla başladığı söylenebilir. Dış dinamik tarafında, AB’nin Türkiye’yi ‚özel statülü ortaklık‛ pozisyonuna itmesi; örneğin Türkiye’yle müzakere sürecini neredeyse buzdolabına kaldırıp yargı, temel haklar, adalet, özgürlük, yerel-bölgesel politikalar fasıllarını hâlâ açmamış olması, hatta bu fasılların açılış kriterlerini bile daha belirlememiş olması, Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin dış ayağının etkisizleşmesine yol açtı. Ardından gelen 2008 dünya ekonomik krizi, Türkiye’yi yeni pazarlar ve kaynak arayışına iterek yüzünü Ortadoğu’ya dön- 102 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları mesine yol açtı. Bu anlamda, AKP Hükümeti’nin Suriye ve Irak politikalarında Katar-Suudi Arabistan liderliğindeki Sünni bloğun içinde yer alması, kendi açısından tutarlı bir yaklaşımdı. AKP Hükümeti bu politikayı, Suudi ve Körfez sermayesinden kaynak akışı sağlamak ve sonunda ABD’nin desteklediği Sünni blok galip gelirse, bunun sağlayacağı ekonomik-ticari ranttan pay alabilmek için uyguladı. Böylelikle Türkiye Arap Baharı’ndan sonra, uzun yıllar serbest seçim yüzü görmemiş Ortadoğu ülkelerine ‚model oluşturmak‛ için ne kadar demokrasi gerekiyorsa, o kadar ‚demokrasi‛yle yetinebilirdi: Buna, Erdoğan’ın sıkça tekrarladığı üzere, ifade ve örgütlenme haklarını yok sayan ‚sandık demokrasi‛ diyebiliriz. Benim asıl üzerinde durmak istediğim, iç dinamikle ilgili faktör. AKP’nin 2002 sonunda seçimleri kazanmasını sağlayan, 90’larda Türkiye devlet sistemine şu ya da bu ölçüde yabancılaşmış kitlelere demokratik haklar tanıma ve ekonomik refah sağlama vaatleriydi. Geldiğimiz noktada dönüp baktığımızda AKP’ye büyük bir halk desteği kazandıran her iki vaadin de gerçekleşmemiş olduğunu görmek zor değil. 2000’li yılların ortalarından itibaren demokratik haklar sistemli şekilde kısıtlandı ve sivil anayasa sözü havada kaldı. Medyada Hasan Cemal gibi eleştirel-liberal kalemlere bile tahammül edilmedi. Ekonomik düzeyde ise AKP, son derece ilginç oligarşik bir yapı oluşturdu. Bir yandan, vakıflar, yardım kuruluşları, belediyeler etrafındaki ranttan nemalanan, tabana daha yakın bir ‚yandaşlar topluluğu‛ yaratırken, diğer yandan kendini destekleyen sermaye kesimlerinin de gücüne güç kattı. Geleneksel İstanbul sermayesi ile birlikte bu yeni burjuvazi, aşırı ucuz, güvencesiz, çoğu kez asgari ücretle çalışan, taşeron statüsündeki bir emek gücüne dayanarak ‚ekonomik büyüme‛ rekorlarına imza attı. Tarımda küçük çiftçilerin büyük çoğunluğu, piyasa mekanizmalarının yarattığı belirsizliğine terk edildi ve bir kıs- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 103 mı köylerini terk ederek şehirlere göç etti. Böylece kalıcı ve sürekli bir işsizlik oluştu. Bazıları parti ve belediyelerle bağlantıları sayesinde ihaleler kazanıp hızla zenginleşirken, muhafazakâr tabanın çoğunluğunun durumunu korumakta gittikçe zorlanması, AKP’nin hegemonyasını asıl tehdit eden faktör olarak belirginleşmeye başladı. Anti-kapitalist Müslümanların tam da muhafazakâr tabanda sınıfsal kutuplaşmanın hızlandığı bir dönemde ortaya çıkması ve görüşlerini dinlemeye hazır insanlar bulması elbette bir tesadüf sayılamaz. Bana göre, AKP’yi, Kürtler ve Aleviler gibi geniş azınlıkları ötekileştirmeye, seküler orta sınıflar üzerinde toplum mühendisliği oyunları oynamaya sevk eden iç faktör esas olarak budur. Bu nedenle, topluma verecek pek bir şeyi kalmayan, üstelik üzerine oturduğu rant pastasını kimseyle paylaşmaya da razı olmayan AKP ve çevresindeki ‚yeni zengin sınıflar‛, geleneksel devlet yapısının sağladığı hükümet etme imkânlarına daha çok sarıldı. Oy tabanlarını konsolide etmek üzere, ‚ötekiler‛ yaratma arayışına girdi. Yukarıdan aşağıya doğru geliştirilen sözde İslamileştirme programı (üç çocuk yapma teşviki, kürtaj yasağı denemeleri, 3 x 4 eğitim sistemi, ek din dersleri, alkol düzenlemeleri, Alevi semtlerine İmam Hatip okulları açılması vs.) AKP tabanının yaşamlarında gerçek bir iyileşme olmadan ‚tatmin‛ olmasını sağlayacaktı. Böylece AKP’nin oluşturduğu, bütün zenginliği kendine çeken yeni oligarşi de, yurtdışı finans piyasalarının çoktan satın aldığı ‚bir başarı hikâyesi olarak yeni Türkiye‛ imajı sayesinde dışarıdan ucuz ve uygun krediler bularak yeni havalimanı, 3. köprü, otoyollar gibi projelerle kolayca yıkılamayacak bir güç odağı haline gelecekti. Devir, müteahhit bir arkadaşımın bir cemaat liderinin ağzından aktardığı gibi, ‚çalacaksa, Müslümanlar çalsın‛ devriydi. Yeni 28 Şubatlara karşı en başta ekonomik olarak güçlenmek gerekiyordu. 104 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Seküler toplum kesimlerinin yığınsal eylemliliği, bu projenin uygulanmasına sekte vurdu. R. T. Erdoğan ve AKP kurmaylarının yaşadığımız toplumsal hareketliliğe ‚faiz lobisi, Batı medyası, dış mihraklar‛ suçlamalarıyla ve vahşi polis uygulamalarıyla tepki vermesinin en önemli nedeni bence bu. Bundan sonra ne olur? Yazının ilk bölümünde belirttiğim gibi, seküler muhalefet öz örgütlülüğünü geliştirip demokratik hak ve özgürlükleri, demagojiler ve asılsız suçlamalarla engellenemeyecek şekilde toplum gündeminin kalıcı bir parçası haline getirebilirse, AKP’nin kurduğu statüko sarsılmaya başlar. Böylece, AKP tabanı da kendi omzuna basılarak yaratılan zenginliği ve eşitsizliği sorgulamaya başlayabilir. Barış sürecinin önkoşulu olan demokratik hak ve özgürlükler alanının biraz olsun genişlemesiyle, AKP tabanı 3. Köprü ve yeni havaalanının kendisine ne faydası olduğunu yüksek sesle sormaya başlayacaktır. http://fraksiyon.org/direnisin-icinde-bulundugu-asamakazanimlar-ve-erdoganin-kutuplastirma-siyaseti/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 105 TÜRK HALKI/TÜRKİYE HALKLARI; SİZİ EN ÇOK ANLAYAN KÜRT KARDEŞLERİNİZDİR! BORAN DOĞAN 23 Haziran 2013 Bir zamanlar Kürdistan< Bir zamanlar Kürdistan bölgemizde de böyleydi. Örgütlüydüler, finans kapital ve onun uşaklığını yapan faşist zihniyet tüm vahşetine rağmen dize getiremedi bölge halklarını. 14 yaşında sis bombasıyla vurulanı gösterdi zaman, öz kardeşimiz vurulmuş gibi üzüldük ağladık; tanıdık bir acıydı, Uğur Kaymaz’dı bizim için, Ceylan Önkol’du< Gözaltında kayıplarımız meşhurdu. Bir insan gözaltında nasıl kaybolur anlam veremezdik, gözaltında kayıp ibaresinin kalkması için ya itirafçı olman gerekirdi ya da ölmen. Faili meçhul kavramı vardı bölgede, en az Ethem yoldaş kadar faili belli ölülerimizdi onlar< Sorgulamak bir yana, bugün gibi sormak bile yasaktı bölgede. Gözlerimizin içine baka baka yalan söylerlerdi, zorumuza giderdi, kızmak bile yasaktı< Sanayide çalışan çaycı Tahsin vardı, bir gece vurdular onu; meğerse teröristmiş, en az bu gece Taksim’e çıkmaya çalışanlar kadar< DGM’lerimiz vardı, padişahın biri geldi, el çabukluğuyla tabela değiştirdi ve ÖYM oluverdi< Tabela dışında farklılıkları vardı elbette, AskerJİTEM gitti, Polis-MİT geldi. Ülkemin batısı pek ilgilenmezdi gerçekle, sonunda gerçek hepimizi buluverdi. Medya taraflı dediğimizde gülüp geçildi. Haberler terörist diyorsa teröristi. Bebek katili olduk sonra, camide seks yapıp, içki içiyorlar safsatası kadar yalandı tümü. Bölgede de kitlesel yürüyüşler yapılıyordu, gerçek mermiler delip geçerdi, kadın, erkek, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı. Sosyal medya yoktu, o zamanlar sosyal belleğimiz vardı, para ederse< Penguen belgeseli yayınlamazlardı, köylerini boşaltmak istemeyenlerin yanına keleş yerleştirilip ölü bedenlerini banttan izlerdik, hep birlikte< Askere, po- 106 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları lise haklıysan bile karşı durmanın ayıp olduğu, vatan hainliği olduğuğu dönemlerdi< Türk halkı/Türkiye halkları; sizi en çok anlayan Kürt kardeşlerinizdir. Ormanlarımız yakıldı. Dağlarımız çıplak değildi o zamanlar, iklim değişti< ama Akdeniz olmadı. Tarihtir, kültür hazinemizdir dedik. Sadece çArşı ‚bırakın, Hasan Keyfine baksın‛ dedi, sular altında kalmaya başladı bile, duyuramadık. Çare etmedi Ciwan Haco’nun yaklaşık beş yüz kişiye verdiği konseri< Şimdi ülkemin batısı, çatık kaşlı, zayıf, esmer çocukları anlamaya başladı yavaş yavaş< Artık geçmiş zaman kipini bir kenara koyma vakti geldi< Biz bu filmi otuz yıldır izliyoruz, yaşıyoruz. Hiçleştirilmenizi, yok sayılmanızı çok iyi anlıyoruz, Kürtler barış sürecinde olmasına rağmen sizleri yalnız bırakmadı, bırakmayacak. Dağdaki mücadelenin askere, polise karşı olmadığının, gerekirse defalarca altı çizeceğiz. Aynı barikatta sizlerleyiz, sizlerle olmaktan gurur duyacak ve direnmeye devam edeceğiz. Faşizmi biz çok iyi tanırız< mücadele yollarını da< Bizi bu devrimci mücadeleden zaman zaman dışlamak isteyenler olacak, medya en küçük olayı manipülasyon haliyle sunacak, artık oyuna gelmeyeceğiz. Biz Türk kardeşlerimizle birlikte barikatlarda barışacağız< Birimiz barikatta sıkışınca, diğerimiz kolundan tutup yardımcı olacak, bir diğerimiz köşede durup polise korkmadıklarını gösterecek. Yıllardır halkları birbirine düşürmeye çalışan ve kırk bine yakın insanın yaşamını yitirdiği coğrafyanın bir çocuğu olarak sizlerle aynı yolda yürümekten, aynı revirde tedavi edilmekten, aynı barikatta çatışmaktan gurur duyuyoruz. http://fraksiyon.org/turk-halkiturkiye-halklari-sizi-en-cokanlayan-kurt-kardeslerinizdir/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 107 GEZİ DİRENİŞİ VE “KİM NE DEDİ?” HAZIRLAYAN: İSMAİL GÜNEY YILMAZ 23 Haziran 2013 Şimdi yaşanmakta olan tarih için yarına ait uzunca bir dipnot düşeceğiz. Biz burada fikir beyan etmeyeceğiz, analizle uğraşıp perspektif kasmayacağız yahut ajitasyon çekip sizleri ayaklanmaya çağırmayacağız. Bu satırlarda ‚Gezi Direnişi‛ diye anılan, ama Gezi’yi çoktan aşan ve sürmeye devam eden 31 Mayıs halk hareketine dair kim ne söz etmiş, ne düşünmüş bunun derli toplu, epeyce geniş çerçeveli ve olabildiğince anlamlı bir özetini size sunmak için çaba harcayacağız. Yani altında ya da üstünde bizim imzamız olsa da bu bir şahıs yazısı değil, bir derleme olacak. Fakat hem ‚o bunu dedi, şu bunu dedi, peki sen ne dedin?‛ diyen olur diye; hem de belki biraz geri beslemelerden nasiplenebilir ve şimdiye dek mevzuya dair yazıp çizdiğimizin reklamını da bu vesileyle ‚o kadar hakkımız olur artık!‛ diye umarak aradan çıkarmış oluruz düşüncesiyle şu linkleri de paylaşmadan geçmeyelim: https://ismailguneyyilmaz.wordpress.com/201 3/06/05/bir-cukur-vardi-o-ne-oldu/ https://ismailguneyyilmaz.wordpress.com/201 3/06/07/gezi-yorum/; https://ismailguneyyilmaz.wordpress.com/201 3/06/10/safak-kac/ https://ismailguneyyilmaz.wordpress.com/201 3/06/20/akpnin-algi-yonetimi-ve-terroristwin/ Şimdi fazla can sıkmadan kim ne demiş ona bakalım; Taksim Dayanışması: 108 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ‚Çağdaş ve demokrat bir ülkede kabul edilemez karar mekanizmaları, Taksim Projesi ile tekrar karşımıza çıkmıştır. Bilimsel, teknik ve demokratik süreçler çalıştırılmadan kamuoyuna sunulan meydan düzenlemesinin geri dönülmez yanlışlara yol açacak olması bizleri bir araya getirmiş ve Taksim Meydanı’na sahip çıkmamızı gerektirmiştir. Taksim Projesi ilk olarak seçimlerden önce Başbakan tarafından açıklandı. Peşinden, kamuoyuna yayalaştırma projesi adı altında sunulan plan değişikliği İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi ve 2 numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandı. Plan değişikliği, evrensel şehircilik değerleri göz ardı edilerek, ulaşım planlama ve projelendirme bilim ve tekniği gözetilmeden, üstelik koruma ve hukuk kurulları ihlal edilerek ilan edildi. İlan edilen, aslında bir ‘betonlaştırma’, ‘insansızlaştırma’ ve ‘kimliksizleştirme’ projesidir. Bu proje aynı zamanda, araç ve yaya güvenliğini tehdit eden dalış rampaları ve istinat duvarlarıyla, yayaların meydana erişimini engelleyen koridorlaştırılmış kaldırımlarıyla, tarihi bir ortamın görsel ve yaşamsal bütünlüğünü yok eden bir ‘yer altı’ projesidir.‛ http://taksimdayanisma.org/ortak-deklarasyon - ‚Dayanışma’nın talepleri nettir, bir kez daha tekrarlamak isteriz: o Gezi Parkı, Park olarak kalmalıdır. Taksim Gezi Parkına Topçu Kışlası adı altında ya da başka herhangi bir yapılaşma olmayacağını, projenin iptal edildiğine dair resmi bir açıklamanın yapılmasını, Atatürk Kültür Merkezinin yıkılmasına ilişkin girişimlerin durdurulması, o Taksim Gezi Parkı’ndaki yıkıma karşı direnişten başlayarak halkın en temel demokratik hak kullanımını engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 109 uygulatan ve uygulayan, binlerce, insanın yaralanmasına, üç yurttaşımızın ölmesine neden olan sorumlular, başta İstanbul, Ankara, Hatay Valileri ve Emniyet Müdürleri olmak üzere tüm sorumluların görevden alınmasını, Gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanılmasının yasaklanması, o Ülkenin dört bir yanında direnişe katıldığı için gözaltına alınan yurttaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını, haklarında hiçbir soruşturma açılmayacağına ilişkin açıklama yapılması, o 1 Mayıs alanı olan Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarımızda, kamusal alanlarımızda toplantı, gösteri, eylem yasaklarına ve fiili engellemelere son verilmesini; ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması‛ http://taksimdayanisma.org/turkiye-cumhuriyetihukumeti-ve-kamuoyuna-2 - ‚Gezi Parkı’na girişin polis şiddeti ile engellenmesi karşısında büyük bir kararlılık gösteren, günlerce sokakta direnenlerin parkın yeniden kazanılmasındaki rolü yadsınamaz ve bunu kendi renkleriyle yansıtmalarından daha doğal bir şey olamaz. Ancak, en geniş değerlendirme – tartışma platformlarında çıkan ana eğilim parkta kalışın ‚Taksim Dayanışması‛ çatısı altında sürdürülmesi ve parkta yer alan tüm kişi, kurum, parti ve inisiyatiflerin bu çatı altında kendini ifade etmesinin kanallarının yaratılmasıdır. Direnişimizin 18.gününde 15 Haziran Cumartesi günü içindeki tüm canlılar ile beraber parkımız ve kentimiz, ağaçlarımız, yaşam alanlarımız, özel yaşamımız, özgürlüklerimiz ve geleceğimiz için Taksim Dayanışması olarak parkımızı ve yaşamımı- 110 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları zı savunmak için nöbete devam ediyoruz. Taleplerimizin takipçisi olmayı sürdürüyoruz. Şiddet emirlerini verenler ve 4 yurttaşımızın ölümüne neden olanlar yargılanana kadar susmayacağız. Bu direniş, Taksim Dayanışmasının ortak iradesinin yansıması ve bütünlüklü bir mücadelenin ortak zemini olacaktır. Bugünden itibaren tüm yurda ve hatta dünyaya yayılan mücadelemizden gelen dinamizmle ülkemizde yaşanan her türlü haksızlığa karşı dayanışmamızı sürdüreceğiz. BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM!‛ http://taksimdayanisma.org/gezi-parkini-kazandiktaleplerimizin-takibine-devam-ediyoruz ‚Unutturmak isteyenler ve varsa hala duymayanlar için bir kez daha kez daha hatırlatalım. o Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarımızda, kamusal alanlarımızda, toplantı, gösteri, eylem yasaklarına ve fiili engellemelere son verilmesini; ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını, o Taksim Gezi Parkı’ndaki yıkıma karşı direnişten başlayarak, halkın en temel demokratik hak kullanımını engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri uygulatan ve uygulayan; binlerce, insanın yaralanmasına, beş yurttaşımızın ölmesine neden olan sorumluların, başta İstanbul, Ankara, Hatay ve Adana Valileri ve Emniyet Müdürleri olmak üzere tüm sorumluların görevden alınmasını, o Gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanılmasının yasaklanmasını, o Ülkenin dört bir yanında direnişe katıldığı için gözaltına alınan yurttaşlarımızın derhal serbest bırakılması, Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 111 haklarında hiçbir soruşturma açılmayacağına ilişkin açıklama yapılmasını, o · Afet zamanlarında da toplanma ve korunma yer- lerimiz olan Gezi Park’ı başta olmak üzere halkın kullanımına kapalı bütün parklarımızın bir an önce kullanıma açılmasını, önemle ve acilen talep ediyoruz.‛ http://taksimdayanisma.org/19-haziran-tarihli-duyuru Recep Tayip Erdoğan: - ‚Biz birkaç tane çapulcunun, o meydana gelip halkımızı tahrik etmesine seyirci kalmayız. Çünkü bu millet bize reyini verirken tarihimize sahip çık diye verdi. Şimdi biz 300-500 kişi oraya gitti diye köprü inşaatını mı durduralım? Bunlar tünellere, tüp geçitlere de karşı çıktılar. Bunların cibilliyetinde bir taş taş üstüne koymak yok. Efendim Erdoğan diktatör. Ben bu milletin efendisi değilim. Diktatörlük kanımda yok, ben bu milletin hizmetkarıyım. Eğer diktatör arayanlar varsa kendi geçmişlerine baksınlar. Arayanlar varsa işte Taksim Meydanı’nda, Ankara’da şurada burada. Esnafın camını çerçevesini indirenler ne adına indiriyor? Bunun hukukla bir alakası var mı? Demokrasiyle bir alakası var mı? Hak mücadelesiyle bir alakası var mı? Kim ödeyecek şimdi onların paralarını? Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var burada. Yine kalkacağız oranın camını, çerçevesini bu hükümet yapacak.‛ http://www.internethaber.com/uc-bes-capulcuya-papucbirakmayiz-542455h.htm - ‚Hüseyin Çelik, Başbakan Erdoğan’ın görüşmede, ‚Gezi Parkı’na yönelik projenin İstanbul halkına sorulabileceği, konuya ilişkin olarak İstanbul’da referandum yapılabileceği‛ teklifini sunduğunu bildirdi.‛ http://www.trthaber.com/haber/gundem/basbakandangezi-parki-ile-ilgili-yeni-oneri-89280.html 112 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları - ‚Yaptıkları iş sadece vurup kırma. Kamunun binalarına saldırma, kamunun binalarını yakıp yıkma. Sivil vatandaşın, halkın araçlarını yakıp yıkma. Bununla kalmadılar. Benim başörtülü kızlarıma, başörtülü bacılarıma saldırdılar. Bununla da kalmadılar. Dolmabahçe Camii’ne maalesef bira şişeleriyle girmek suretiyle, ayakkabıyla onu da yaptılar‛ http://www.dunya.com/basortulu-kizlarima-saldirdilarcamiye-bira-siseleriyle-girdiler-194586h.htm - ‚Türkiye’ye yön vermek için hiç kimsenin haddi yoktur. Artık bu ülkede çeteler dönemi bitmiştir. Bu ülkede mafya dönemi bitmiştir. Cunta dönemi geri gelmemek üzere bitmiştir. Faiz lobisi kendine çeki düzen ver. Faiz lobisi yıllarca benim milletimin alın terini sömürdü. Bundan sonra sömüremeyeceksin. Çok sabrettik, olay sadece bu lobiyi oluşturan bir banka, iki banka kim varsa hepsi için aynı şeyi söylüyorum. Siz ki bize karşı böyle bir mücadeleyi başlattınız. Bunun bedelini ağır ödeyeceksiniz. Borsa’da Tayyip Erdoğan’ın parası yok, çökersen sen çökeceksin. Geçmişte belki birileriyle anlaşıyordunuz. Ama bu ülkeyi artık sömüremeyeceksiniz. O Geçmişte kaldı.‛http://www.internethaber.com/erdogan-faiz-lobisininumugunu-sikacak-545334h.htm - ‚Taksim’i Boşalttınız. Boşaltmadığınız takdirde bedeli ne olursa olsun, Kılıçdaroğlu’na rağmen, terör örgütlerine rağmen burayı boşaltacağız.‛http://www.timeturk.com/tr/2013/06/16/basbakan-terororgutlerine-ragmen-taksim-i-bosaltacagiz.html Abdullah Gül: - ‚Bu çerçeve içerisinde ‘demokrasiler’ dediğimizde, demokrasilerle tabiiki seçimlerle halkın iradesi ile herşey ortaya çıkar. Ama ‘demokrasi’ demek ‘sadece seçim’ demek de değildir. Seçimlerin dışında da farklı görüşler, farklı durumlar, itirazlar varsa bunların da çeşitli yollarla dile getirilmesinden daha tabii de bir şey olamaz. Barışçı gösteriler de tabiki bunun bir Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 113 parçasıdır. Bu anlamda son günlerdeki gelişmeleri bu çerçeve içerisinde görüyorum. Ve şunu da açıklıkla söylemek istiyorum ki, iyi niyetli olarak verilen mesajların da alındığının bilinmesini isterim. İyi niyetli olarak verilen mesajların hepsi alınmıştır. Bunların muhakkakki günü geldiğinde gereği de yapılacaktır. Zaten bunun işaretini de eminim ki hepiniz görüyorsunuz. Yalnız, bundan sonra artık dikkatli olmak gerektiğine inanıyorum.‛ http://siyaset.milliyet.com.tr/abdullah-guldemokrasi-sadece/siyaset/detay/1717983/default.htm Bülent Arınç: ‚Saygı hoşgörü içinde her sorunu aşacağımıza yürekten inanıyoruz. Vatandaşlarımız meşru makul tepkileri ortaya kolmuşlardır. Gösteriler bugün farklı boyutlara ulaşmıştır. Vatandaşlarımızın tepkileri marjinal ğruplar tarafından kullanılmakta. Şu ana kadar 244′ü polis olmak üzere 300′ün üzerinde vatan evladı yaralanmıştır.Abdullah Cömert isimli vatandaşmımız hayatını kaybetmiştir. Arzu etmediğimiz olaydı. Sonunda bu işi ölümle sonuçlandıracaklarını biliyorduk. Ölüm olmaması için bütün dikkatimizi topluyorduk. Ama maalesef olmadı.‛ http://www.internethaber.com/bulent-arinc-ozurdiledi-543147h.htm Egemen Bağış: ‚Medya üzerinde öyle bir pompalama yapıldı ki, öyle bir ajitasyon yapıldı ki, bunların amacı başka. Bunların amacı, Türkiye içinde kargaşa çıkarmak, bu büyüme trendini durdurmak, faizleri zıplatmak, istikrar ve güven ortamını bozmak. Türkiye’nin de uluslararası ilişkilerine zarar vermek. Türkiye’nin hiçbir faydasına değil, tamamen Türkiye’nin huzurunu kaçırmaya yönelik. Çünkü doğru değil. Doğrular olsa eyvallah! Ama o kadar çok dezenformasyon, yanlış yönlerdirme gördük ki bunların hepsi yargı önünde tartışılacaktır. Bunların hepsinin üzerine gidilecektir, analizi yapılacaktır, kimin hangi niyet- 114 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları le yaptığı ortaya çıkarılacaktır. Ama maalesef ana muhalefet partisi bu süreçte çok kötü bir imtihan vermiştir.‛ Melih Gökçek: http://www.radikal.com.tr/turkiye/melih_gokcek_zaytung _haberini_gercek_sandi-1137951 Kemal Kılıçdaroğlu: - ‚Yargının verdiği karar doğrultusunda polisi derhal Taksim Gezi Alanı’ndan geri çek. Halkla polisi karşı karşıya getirme. Halk kendi kentine yani İstanbul’a sahip çıkıyor. Bunun için direniyor. Doğayı ve kentini korumak istiyor. Bu andan itibaren yaşanan her olayın sorumlusu Başbakan’dır. Ne yazık ki Başbakan, hala sorumluluğunun farkında değildir. Artık İstanbul’da vali diye bir kişi yoktur. Türkiye’de yönetim boşluğu vardır. Bu boşluk İstanbul’da bütün açıklığı ile gözler önüne serilmiştir. Şu an itibari ile başbakan olduğunu göster, polisi geri çek, yargı kararına uyduğunu kamuoyuna açıkla. Bu sizin görevinizdir. Ana muhalefet partisinin genel başkanı olarak görevinizi size hatırlatıyor ve zaman geçirmeden uygulanması için sorumluluğa çağırıyorum‛http://www.beyazgazete.com/video/webtv/guncel1/kemal-kilicdaroglu-ndan-taksim-gezi-parki-aciklamasi411190.html Devlet Bahçeli: - ‚Yerli ve yabancı işbirlikçileri olan bir komplo devrede‛ http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/06/08/bahcelidenerdogana-gezi-parki-destegi Abdullah Öcalan: - ‚Direnişi anlamlı buluyor ve selamlıyorum. Elbetteki bu duruş yeni bir siyasal kırılma yaratmıştır. Ancak hiç kimse ulusalcı, milliyetçi, darbeci çevrelere de kendini kullandırmamalı. Bu hareketin onların denetimine girmesine Türkiyeli demokrat, devrimci, yurtsever ve ilerici çevreler izin verme- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 115 melidir‛ http://www.aksam.com.tr/siyaset/abdullahocalandan-gezi-parki-mesaji/haber-213543 Murat Karayılan: - ‚Hükümetin bir takım girişimlerini, daha doğrusu bazı tavizlerini, daha iyi değerlendirip eylemsel sürecin başarısını ileriye taşımayı öngörmek daha doğru olurdu. Ama böyle yaklaşılmadı, sürdürülmesinden yana kararlar kılındı. Her ne kadar şimdi Türkiye’nin değişik yerlerinde direniş sürüyor da olsa ki bu da önemlidir- hükümetin yanlışlarını daha doğru değerlendirme olsaydı, bize göre ayın 13-14′ünde aslında bir değişim olabilirdi. Bunun olmaması direniş güçlerini zorladı. Ama ne olursa olsun bize göre bu önemli bir çıkıştır.‛ http://www.sondakika.com/haber/haber-murat-karayilanin-gezi-parki-aciklamasi-4748079/ Selahattin Demirtaş: - ‚Eğer bugün savaş durmamış, silahlar susmamış ve Türkiye’nin her tarafına polis asker ve gerilla cenazeleri gitmiş olsaydı, bugün Gezi Parkı’nda özgürlük ruhu, demokratik hak arayışları değil ırkçı hezeyan milliyetçi gösteriler olacaktı‛http://www.aksam.com.tr/siyaset/bdpli-demirtastan-geziparki-yorumu/haber-213825 Sırrı Süreyya Önder: - ‚Burayı ihale etmemişler mi? Belediyenin kamyonu burada ne geziyor, niye hafriyat çekiyor? Zabıta araçları burada ne geziyor? İkincisi bu polis şirketin polisi mi? Çok basit bir şey soruyoruz biz. Burada her yaştan, her kesimden insan var. İl koruma kurulu tabiat varlıklarını koruma kararı istiyor. hani. Yok. Burada engellenmesi gereken nefes alma hakkımızı kullanan bizler değiliz. Burada engellenmesi gereken yasa dışı iş yapan bütün bu kepçeler, dozerlerdir. Duyan arkadaşlar geliyorlar. Onlar gelene .adar sakin, vakur, kararlı, inatçı bekliyoruz. Büyük olan sizlersiniz. Ben bu bölgenin vekiliyim. Hiz- 116 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları metkarıyım. Görevimi yapıyorum. Sorumluluğumu yerine getiriyorum‛ - ‚Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri< DTK tek cümleyle destek açıklaması yapmadı‛ http://www.aksam.com.tr/siyaset/sirri-sureyya-onderdendtkya-gezi-elestirisi/haber-217773 Mustafa Kamalak (Saadet Partisi): - ‚Elbette böyle bir olayı durup dururken takdir edecek halimiz yok. Üzülüyoruz, netice itibariyle hayatını kaybeden gençlerimiz bu milletin evlatlarıdır. Gözlerini kaybeden gençlerimiz bizim evlatlarımızdır. Yakıp yıkılan binalar, ateşe verilen otobüsler ve otomobiller bu milletin alın teridir. Haliyle üzülüyoruz‛ http://www.gazete5.com/haber/mustafakamalak-tan-gezi-parki-aciklamasi-339160 Mustafa Destici (BBP): - ‚Komşu ülkelerin ajanları, provokatörleri iş başındadır. Türkiye’de bu marjinal gruplar, muhalefetteki bazı partiler, Ergenekon ve onun uzantıları ve bu zamana kadar sandık ile siyasi bir yere gelemeyenler artık sandıktan ümidini kesince ve tabii ki hükümeti değişik yollar ile iç karışıklar, kaos ortamları ile değişeceği ümidiyle hepsi bir araya gelmişlerdir ve ortak bir noktada buluşmuşlardır. Hepsinin ortak düşmanı bir yönüyle hükümet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletidir. Dolayısıyla sokaklardaki hadiseleri masum görmemiz mümkün değildir‛ http://www.haberler.com/bbp-genel-baskanimustafa-destici-den-gezi-parki-4745351-haberi/ Mehmet Bekaroğlu: http://www.fikirzamani.com/mehmet-bekaroglu-taksimiyazdi/ Mazlum-Der: http://www.radikal.com.tr/turkiye/mazlum_derde_gezi_p arki_catlagi-1138337 Sezai Dilbilen/Baran dergisi: Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 117 - ‚Biraz açalım: İhtilal, çatışma, kavga ve yıkma iken inkılab yapma, inşa ve ibda etmedir. Her ikisi de ruha mahsus bir hadise ve her ikisi de ruhlarda başlayan bir ‚çatışma-kapışma‛ hâli< İnkılap ‚inşa etme‛ hali< Gezi parkı öncesi ve sonrası ile inkılaba uzak. Yıkmaya daha yakın. İslam düşmanı Ulusalcılar-Kemalistler farkında olmadan bir ‚cinnet‛ hali yaşadılar. Hatırlanırsa hadise haklı bir sebebe ağaçlar kesilmesine- dayanan bir protesto şeklinde ortaya çıkmış, insanlar da bu hareketliliği kısmen sempatiyle karşılamıştı. Ancak AKP’nin basireti bağlanmış, ferasetini kaybetmiş, kibir deryasına gömülmüş, çıkar ilişkileri gözlerini kör etmiş politikacı ve bürokratlarının yüzünden bir anda laik batıcı ulusalcı çevrelere büyük bir koz verilmiş oldu.‛ http://www.barandergisi.net/gezi-parki-olaylarimakale,651.html Bahadır Kubanoğlu/Haksöz: - ‚Netice olarak ciddi bir süreçten geçtiğimiz bir vakıa. Ancak buradaki aktörleri, örgütlü yapıları, 28 Şubat özlemcilerini, darbecileri, Kürt sorununun kadim mimarlarını, Barış sürecinin akamete uğraması için ellerini ovuşturanları, Başörtü yasakçılarının dirilen heyecanlarını, Silivri müdavimlerinin eski hesaplarını, Suriye muhiplerinin goygoyculuklarını, Muhafazakar camiaların durumdan vazife çıkarma basiretsizliklerini, vurun abalıya siyasetine soyunan liberal-demokrasi aşığı seküler kesimlerin pişkinlik, ukalalık ve sosyal mühendislik heveslerini görmeden yapılacak tahliller sadra şifa olmayacaktır. Hükümetin ya da emniyetin süreci yönetmede gösterdiği basiretsizlikler üzerine Türkiye tarihi destanı yazmaya çalışan, İslam dünyasının ve özellikle Ortadoğu’nun yönelim ve özlemlerinin doğruluğunu göremeyen, bazen üçüncü dünyacı seküler reflekslerle, bazen soyut liberal gazellerle, çoğu zaman da darbeci özlemlerle sosyal olaylara yaklaşanların durdukları yeri ve özlemini duydukları tezgahları iyi okumak gerekir. Doğ- 118 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları rusu bunca yazılıp çizilenin ve üretilmek istenen propagandif siyasetlerin ardından bu olaylarda en masum kalanlar eylemlerin içinde sıcağı sıcağına gelişmeleri yaşayan eyyamcı gençler ve polislerdir. Gözümüzü eylem alanlarından, eylemlerden kendi çıkarlarına ve basiretsiz, hikmetsiz, kötücül siyasetlerine paye çıkaranlara yöneltelim. Bunların kimler olduğunu da zaman içerisinde paylaşacağız inşallah.‛http://www.haksozhaber.net/ne-mutlu-taksimdevrimcisiyim-diyene-27028yy.htm HÜDA-PAR: - ‚İlk etapta orada iyi niyetle başlamış bir protesto vardı ama sonrasında polisin güç kullanması neticesinde farklı bir mecraya kaydırıldı. Ben de protestoların üçüncü gününde habersiz bir şekilde oradan geçerken polisin attığı biber gazına maruz kaldım. Bir yönüyle yapılan eylemlerde haklı olabilirlerdi ama derin yapılanmaların payı olan eyleme tamamen müdahil olup bunu tamamen kontrollerine almak istemeleri ve bunu Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi şahsıyla bireysel hesaplaşmaya dönüştüğünü yer yer manevi değerlerimize bazı marjinal gruplar tarafından hakaretler yapıldığını üzüntüyle müşahede ettik. Dolayısıyla Gezi Parkı’nda haklılık payı olsa da olmasa da var olan protestolar artık meşruiyetini kaybetmiştir. Devam etmesi için neden kalmamıştır. Bizce o eylemler artık sonlandırılmalı.‛ http://www.rehbergundem.com/Politika/673-Gezi-ParkiOdakli-Gelismeler.html Türk Solu dergisi çevresi: http://www.turksolu.org/408/basyazi408.htm İşçi Partisi: http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdeta y&idhaber=5405 DSP: Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 119 - ‚Bugüne kadar özgür olduğunu hissetmeyen ve suskunluk sarmalına kapılmış olan, 12 Eylül’den bu yana kadar yaşamış gençler, ki bunların bir kısmı 35-40 yaşındadır, hepsi 90’lı yıllarda doğanlarla birlikte omuz omuza vermiş ve hiçbir taşkınlık yapmadan direnişlerini sürdürüyorlar. Bu direniş özgürleşme direnişidir. Bu direniş özellikle ‘Türk Milliyetçiliği’ni ayaklar altına alıyorum’ diyenlere tavır direnişidir. Bu direniş, TC ibaresini kamu kurum ve kuruluşlarından kaldırmak isteyenlere karşı bir direniştir. Bu direniş, alkole ilişkin yasa çıkarılırken, alkol kullananları ötekileştiren, onlara ‘sarhoş, alkolik, ayyaş’ gibi sıfatlar kullanan, onlara farklı imajlar yakıştırmak isteyenlere karşı duruştur.‛ http://www.dsp.org.tr/web/Haber/HaberIcerikGoster.as px?id=1298 DİSK: - ‚Sermayenin azgın temsilcileri, İstanbul’u yerle bir edip yeni rant alanları inşaa etmek üzere verdikleri sözü tutmaya ant içtiklerini bir kez daha gösterdiler. Kentteki her tarihi binayı rezidans otel, her arsayı beton bina, her parkı AVM, her ağacı kereste ve kamusal alanları kendi özel mülkiyeti olarak gören saltanatçılar 3. Köprünün temelini atarken “Gezi Parkı’nın katli için de karar verdik” diye buyurdular. Kamusal yaşam alanlarını savunan insanların üzerine biber gazlarıyla, coplarıyla, panzerleriyle, tomalarıyla bir kez daha yürüdüler. Kentsel talan süreci şimdi toplumsal yaşamımızın belleği olan meydanlarımızı ortadan kaldırmaya yönelmiş durumda. Gökdelenlerin, AVM’lerin, rezidansların, toplu konutların, otoyolların, katledilen ormanların, yok edilmek istenen parkların, yıkılan tarihi binaların, yapımına başlanan rantsal köprülerin kıskacındayız şimdi. Siyasal iktidar geçmişin anısını yok etmekte kararlı. İstanbul sil baştan yeniden dizayn edilirken, tarihi de yeniden yazılmak isteni- 120 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları yor.‛ http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&Cont entId=1528 KESK: - ‚Taksim Gezi Parkı’nda bugün yaşanan polis saldırısı bir vahşettir. Gezi Parkı’ndaki insanlara yaşlı çocuk demeden polis acımasızca saldırmıştır. Daha önce açıkladığımız gibi, demokratik tepkimizi göstermek için bugün ve yarın sokaklardayız, meydanlardayız!Bundan sonraki sürece ilişkin yapacağımız eylem ve etkinlikler (grev dahil) yarın (pazar) Yürütme Kurulumuzun değerlendirmesi ardından duyurulacaktır.HER YER TAKSİM HER YER DİRENİŞ!‛ http://www.kesk.org.tr/content/gezi-park%C4%B1ndaya%C5%9Fananlar-bir-vah%C5%9Fettir TMMOB: http://www.tmmob.org.tr/genel/bizden_detay.p hp?kod=9122&tipi=2 TTB: - ‚Ülkemizde son günlerde yaşanan vahşet toplumda sonu ciddi bir kutuplaşma ve infiale de varacak korkunç görüntülerin oluşmasına yol açmaktadır. Her kimyasal madde çoğunlukla özünde bitkisel kökenlidir. Her kimyasal madde dozuna, kullanım koşullarına uyulmadığı takdirde toksiktir, zehirdir. Bu tip maddeler ne kadar masum olursa olsunlar kullanım şekline, dozuna, amacına uyulmaması halinde zehirdir, silahtır. Bunların topluca halkın üzerine kullanılması toplu imha silahı vasfını kazandırır. Nitekim TTB’nin yaptığı tespitlere göre 31 Mayıs 2013’den beri bu gazdan-silahtan- yaralananların sayısı on binleri aşmıştır. Biber gazı ve diğer kimyasal kapsüllerinin yarattığı göz kayıpları başta olmak üzere ciddi organ hasarları yüzlerce kişide oluşmuştur; onlarca kişi hala bu nedenle yoğun bakımdadır. Doğrudan etkilenmeler sonucu saptanan ölümler bu gün itibarıyla 4 olmasına rağmen dolaylı etkilenmeler sonucu oluşan ölümlerin sayısı ise bilinmemektedir. Biber gazının ülkemizde kullanılması artık uluslararası kurallara uy- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 121 gun caydırıcılık vasfını yitirmiş tüm yönleri ile halk için ciddi bir tehdit unsuru olan bir kimyasal silah vasfına dönüşmüştür.‛ http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/kimyasal3880.html ÖDP: - ‚AKP’nin insana, emeğe, çevreye, doğaya ve kentlere olan bitmek tükenmek bilmeyen saldırıları artık kamusal alanların kolluk kuvvetleri tarafından zorla işgali ve katledilmesi boyutlarına ulaştı. Emekçileri kent merkezlerinden sürmeye ve kamusal alanları piyasalaştırmaya dayanan kentsel yıkım ve rant projeleri için siyasal iktidar nefes alma hakkına dahi saldırır duruma geldi.Özgürlük ve Dayanışma Partisi İstanbul’da ve tüm ülkedeki rant yıkım ve peşkeş uygulamalarının karşısındadır. Partimiz halkın yaşama ve barınma haklarına sahip çıktığı her alanda ve özgür gelecek mücadelesinde kavganın içinde olmuştur ve olacaktır.Bu zorba düzeni yıkmak, yerine eşitliğin özgürlüğün ve kardeşliğin hüküm sürdüğü bir Türkiye’yi kurmak, bugün Taksim Gezi Parkı’na sahip çıkmaktan geçmektedir.Gerici rantçı işgalci AKP düzenin yıkalım, Türkiye’yi yeniden kuralım.‛ http://odp.org.tr/isgalci-akpyidurduralim-gezi-parkina-sahip-cikalim/ EMEP: http://www.emep.org/news.php?id=1749 TKP: - ‚Bu sabah polisin Taksim meydanına müdahalesi, ‚müdahale‛den daha bütünlüklü bir planın parçası.AKP hafta sonu kuru kalabalıkları bile toplamayı beceremedi. Erdoğan’ın havayolundan şehre giderken ara sıra mola verip sağa sola küfretmesiyle bu işin hallolmayacağı görüldü.Şimdi AKP direnişçileri bölmeye oynuyor. Bir taraftan ‚görüşmeci tayinleri‛ başladı. Oysa Direnişin meşru sözcüsü bellidir. Taksim Dayanışması ortadadır. Daha önce hükümetle görüşmüşlerdir ve ortaya koydukları talepler bütün direnişin programıdır.Diğer taraftan polisin Taksim meydanında ‚küçük çatışmalar‛ arzuladığı 122 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları televizyon ekranlarında açıkça seçilmektedir. Hükümet ‚makul göstericiler‛ ile ‚marjinal gruplar‛ ayrımı kurguluyor. Direniş açık seçik bir provokasyonla bölünmek isteniyor.Türkiye Komünist Partisi Taksim Direnişinin meşruiyetinin zedelenmesine izin vermeyecektir. Direnişin bugüne kadar ortaya çıkan biçimi büyük halk kitlelerinin ayağa kalkmasıdır.‛ http://www.tkp.org.tr/basin-aciklamalari/akpninoyunu-direnisi-bolmek-2167 SDP: - ‚Sloganda da ifade edildiği üzere ‚daha başlangıç‛ olan bir eylem sürecinden geçiyoruz. Bundan sonrasını belirleyecek olan kuşkusuz güç dengeleridir. Direniş kendi haline bırakıldığı koşullarda kazanım elde etmeden sönümlenebilir/sönümlendirilebilir. O nedenle yapılması gereken derhal bu konuda adımlar atmak ve direnişi süreğenleştirmektir. Direniş ya da savunma komiteleri oluşturulmalı, gezi parkına çadırlar yeniden kurulmalı ve tüm İstanbul çapında mümkün olduğu oranda bu komiteler yaygınlaştırılmalıdır. Bunlar kendi sokaklarında kendi kendini yönetecek yerel inisiyatiflere dönüşmeli ve yerelin her türlü sorunu görev kapsamında olmalıdır. Gezi Parkı insanların uğrak yeri haline dönüştürülmeli, sosyal etkinlikler düzenlenmelidir. Direnişin bundan sonraki seyrinde bu sözü edilenlerin belirleyici hale geleceği unutulmamalıdır.‛http://sosyalistdemokrasipartisi.org/basinaciklamalari/104-gezi-direni%C5%9Fi-ve-taleplerimizh%C3%BCk%C3%BCmet-istifa,-halk-iktidara.html DSİP: - ‚Hâlâ 27 Mayıs darbesinden, 28 Şubat’tan ve uluslararası komplodan söz ediyor. Kibrini gizlemek için hâlâ utanmadan mağduriyet edebiyatı yapıyor. Bir mitingde, miting yapma hakkını kullanırken, başka bir gösteriyi düzenleyenleri hedef gösterme cüretini sergileyebiliyor.Erdoğan tarihi hatasını yaptı.Suç işledi. Apaçık bir suç işledi. Elindeki kamu gücünü, yurt- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 123 taşların bir kısmını siyasi olarak tecrit etmek için kullandı.Fakat günlerdir direniş sırasında söylediğimiz gibi: Bu daha başlangıç! Mücadeleye devam!Şimdi daha büyük bir hareketi örgütlemek için, sokaklara çıkmak için tüm gücümüzü kullanacağız.Erdoğan elini Gezi’den çekene ve polis şiddetinin sorumluları istifa edip yargılanana kadar ara vermeyeceğiz.Gezi direnişi AKP’nin ilk yenilgisidir. Bugünkü müdahale bu yenilginin devamıdır.‛ http://dsip.org.tr/index.php/haberler/haberler/dsp-basnacklamalar/280-polis-iddetine-son-erdoan-elini-geziden-cek Yeşiller ve Sol Gelecek si: http://yesillervesolgelecek.org/ysgp-diyor-kireferandumu-da-istiyoruz-yasasini-da/ Parti- TSİP: - ‚Tam da bu aşamada kimin bu halk eyleminde muradı nedir davranışlarıyla ortaya çıktı. Oysa yapılan politik değerlendirmelerde kime sorsanız Gezi Parkı eyleminin artık burada kalmadığını duymanıza karşın, olayın rengi birden bire değiştirildi ve Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, TMMOB İst. Şb. Başk. Tayfun Kahraman, Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul, DİSK Genel Başk. Yard. Celal Ovat, TMMOB İst. İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Süleyman Solmaz’dan oluşan bir kurul kuruldu ve bu kurul Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la görüşerek sözümona halkın isteklerini içeren bir dizi isteği Arınç’a sundu. Hemen arkasından da kamuoyuna bu istekler kurulca duyuruldu. İktidarın bu isteklere tepkisi ise aynı tas aynı hamamdı. Şimdi soruyoruz, bu arkadaşlarımız iktidardan yeni bir tüyo mu aldılar da durup dururken halkın istemlerini Arınç’a sunarak halkın yığınsal protestolarına gölge düşürmeyi göze aldılar?‛ http://www.tsip1974.com/yeni_sayfa_760.htm TKP 1920: 124 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları - ‚Hüseyin Çelik, halkın zekâsıyla alay ediyor. Halk Gezi Parkı için de, bütün vurgun projeleri için de, AKP’nin gerici ahlak polisliği için de, emperyalist savaş politikası için de, oyunu zaten kullandı. Hem de bunu, yaralanma, sakatlanma ve ölüm tehlikesini göze alarak yaptı. Referandum zaten AKP muhafız birliklerinin, baltacılarının tonlarca zehirli gazı, tazyikli suyu, copu, sopası, plastik mermisi, gerçek mermisi altında yapıldı.‛ http://www.tkp.org/icerik/direnisten-iyi-referandum-muolur-1174 DİP: - ‚Hayır, kardeşler, dostlar, yoldaşlar! Bin kere hayır! Böyle anlaşma olmaz. Son günlerde yaşadığımız, hep beraber yarattığımız isyan, Türkiye tarihinde görülmemiş bir olaydır. Üç büyük kentin ana meydanlarını özgürleştirdik! Taksim bizimse, Kızılay’da ve Gündoğdu’da kutlamalar yapabiliyorsak, hepimizin kahramanca direnmesindendir. Bütün dünya Türkiye’yi konuşuyor. Bu kadar büyük bir isyan birkaç kırıntıya söndürülemez!‛http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/dipbildirisi-sokakta-kazandigimizi-masada-geri-vermeyelim SYKP: - ‚Devlet, polis ve askeri zor örgütleri üzerinden elinde tuttuğu şiddet tekeliyle Taksim Meydanını, Gezi Parkını, Kızılay Meydanını zapturapt altına alabilir. Hatta halkı gaz bombalarıyla boğarak, plastik mermilerle vurarak sokaklardan da sürebilir. Ancak ne yaparsa yapsın kitlelerin bilincinde oluşan ‚biz kazandık‛ hissiyatını silemez. 31 Mayıs – 1 Haziran direnişinin ardından devletin polisi Taksim Meydanından ve Gezi Parkından çekmek zorunda kalışını, halkın alanları dolduruşunu hafızalardan çıkartamaz.Halklarımız direnişi ve direnişin ortaya çıkardığı kazanımlar, zihinlere iyice işledi. Devletin görülmemiş şiddetine rağmen bu düzeyde bir kararlılık ve karşı duruşun, ne olursa olsun sokakları terk etmemenin altında yatan gerçek şudur: Biz Kazandık! Bu isyandan büyük kazanımlarla Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 125 çıktık! Kazandıklarımızı korumaya da kararlıyız!Halkın isyanı, AKP diktatörlüğünün yüzündeki ‚ileri demokrasi‛ peçesini yırtıp atmış, tüm politik dengeleri alt üst edip yeniden biçimlenmesinin yolunu açmış, rejim krizinin sona ermeyip aşağıya, halka doğru inerek farklı biçimlerde sürmekte olduğunu göstermiştir.Halklarımızın en önemli kazanımlarından biri de, Gezi Parkı’nda 15 gün boyunca gerçekleşen özgürlük ortamıdır. İstanbul halkı, Gezi Parkı ve Taksim çevresinde devletsiz, yasasız, yasaksız bir 15 gün geçirdi. Farklı görüşlerden, halklardan, inançlardan, cinsel tercihlerden insanların Gezi Parkı’nda tam bir özgürlük içinde yaşadığı, paranın geçmediği, düşüncelerini serbestçe ifade ettiği, ortak yaşamı örgütlediği, dayanıştığı günlerdi bunlar. Gezi Parkı’ndaki 15 gün, özgür bir dünyanın nasıl bir şey olduğuna dair çok değerli bir bilgi, tahayyül ve deneyim demeti sundu. Bu, tüm direnişçilerin ve toplumun belleğine kazınmıştır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.‛ https://www.facebook.com/SosyalistYenidenKurulusPa rtisi İhsan Eliaçık: - ‚Yarabbi< 9 gündür bu meydanda direniş içerisinde olan gençlerin seslerini kavli, soluklarını güçlü eyle. Direnirken ölen kardeşimize Allah’tan rahmet, kalanlarına marifet diliyoruz. Zalim Sultan’a karşı, Hakkı haykıran gençleri bu memleketten eksik eyleme.‛http://www.radikal.com.tr/turkiye/gezi_parkinda_kandil li_eylem-1136463 ESP: - ‚AKP Hükümeti, eğer halkın iradesine saygılıysa o halde referanduma gerek yoktur. Zira, günlerdir kadını, erkeği, genci ve yaşlısıyla milyonlar referandumu zaten sokakta yaptı. 9 Haziran günü Taksim Meydanı’nı hıncahınç dolduran bir milyonu aşkın kişi, yine Türkiye’nin dört bir yanında sokaklara çıkan yüz binler iradesini ortaya koymuştur. AKP, ‚referandum‛ ya 126 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları da ‚plebisit‛ hilesiyle halkı kandırmak yerine milyonların iradesini tanımalıdır. AKP Hükümetinin referandumu çözüm olarak sunan kararını tanımıyoruz! Kaldı ki, Topçu Kışlası’na ilişkin mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vardır ve referandum yapmanın yasal, anayasal bir dayanağı yoktur.‛ http://esp.org.tr/ESP/milyonlarin-iradesi-taninsin/ HALK CEPHESİ: - ‚Osmanlının torunları AKP’lilerde de oyun çok. AKP, emrindeki tüm medya ile direnişimizi bölmeye çalışıyor. Milyonlarca halkı birleştiren faşizmin terörüdür. AKP’yi temelinden sarsan bizim birliğimizdir. Faşizme karşı birliğimizin bölünmesine izin vermeyelim.‛ http://www.halkinsesitv.com/index.php/acklamalar/10271halk-cephesi-acklamas.html PARTİZAN: - ‚Şimdi faşist devletin saldırıları karşısında milyonların ortak sloganı haline gelen ‚Her Yer Taksim Her Yer Direniş‛ şiarını daha güçlü kılmanın ve saldırılara kaşı tek barikat olmanın vaktidir.Devlet terörüne, faşist baskılara, AKP zulmüne karşı gelişen mücadeleyi büyütmek için şimdi daha fazla yüklenmenin, daha büyük adımlar atmanın zamanıdır!Ülkenin tüm şehirlerini, tüm sokaklarını eylem alanına çevirmenin; eylem alanlarını daha güçlü kılmanın vaktidir. Katil devletten hesap sormanın bilinciyle alanları kızıllaştıralım! İsyanı büyütelim!‛http://www.ozgurgelecek.net/mansethaberler/5486.html?task=view DHF: - ‚1 Mayıs Taksim eyleminde yaşanlar ve yine Taksim’de yapılan her eyleme dönük saldırılar, Hatay Reyhanlı’da gerçekleşen katliamı ülke genelinde yapılan eylemlerle lanetleyenlere yapılan azgınca saldırılar hakim sınıflar ve onların siyasi temsilcisi AKP hükümetinin demokrasi anlayışıdır. Onların demokrasiden anladıkları kendi sınıf ve dostlarının özel çıkar- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 127 larını garanti altına almak bunun karşısında ise ezilen milyonların çıkarları üzerinde baskı uygulamaktır. İşte AKP ve ülkemizdeki hakim sınıfların demokrasi rüyası budur. Onların demokrasi düzeni budur.‛ 1 Mayıs Taksim eyleminde yaşanlar ve yine Taksim’de yapılan her eyleme dönük saldırılar, Hatay Reyhanlı’da gerçekleşen katliamı ülke genelinde yapılan eylemlerle lanetleyenlere yapılan azgınca saldırılar hakim sınıflar ve onların siyasi temsilcisi AKP hükümetinin demokrasi anlayışıdır. Onların demokrasiden anladıkları kendi sınıf ve dostlarının özel çıkarlarını garanti altına almak bunun karşısında ise ezilen milyonların çıkarları üzerinde baskı uygulamaktır. İşte AKP ve ülkemizdeki hakim sınıfların demokrasi rüyası budur. Onların demokrasi düzeni budur.‛http://www.demokratikhaklarfederasyonu.org/aciklama lar/zulum-saltanatiniz-yikilacak-bir-gun.html KIZILBAYRAK: - ‚Kitle hareketleri toplumun derinliklerinde nesnel olarak mayalanırlar. Kim bu süreçlere önden hazırlıklı ise, kim toplumsal dinamikler içerisinde mevzilenmişse ortaya çıkan kitle hareketine müdahale olanaklarına sahip olurlar. Son deneyim bunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Reformizmin kitleleri saran yangını ‚söndürme‛ çabası, bir başka ifadeyle hareketi dizginleme isteği hayatın o canlı yeşiline çarptı. Ortaya çıkan mücadele ve direniş isteği reformistlerin boyunu aşınca bu sefer ayak sürüyerek de olsa arkasından gitmek zorunda kaldılar.‛http://www.kizilbayrak.net/anasayfa/guendem/haber/direnenler-cark-edenler/ ALINTERİ: - ‚Hiç beklemediğimiz anda patladı her şey< Üst üste yağan gaz bombaları, barikatlar, taşlar, çığlıklar< 21. Yüzyılın özgürlük savaşlarına rengini veren sokak çatışmaları< Öne atıldık. Pankart elimizde. Fiziksel boyutlarından çok psikolojik boyutları ağır basan bir savaş bu sanki< Fiziksel olarak bizden 128 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları güçlüler< TOMA’ları, kimyasallı tazyikli suları, çeşit çeşit gaz bombaları< Ancak bu sefer bir şeyler farklı< Çekilmiyoruz. Gitgide büyüyoruz. Yaratıcılığımız had safhada. Biz daha güçlüyüz!‛http://www.alinteri.org/?p=19215 PROLETER DEVRİMCİ KÖZ: - ‚Geçtiğimiz aya damgasını vuran gelişmenin Taksim alanının 1 Mayıs’a kapatılması ve bunu izleyen çatışma ve gelişmeler olacağı sanılıyordu. Öyle olmadı. Mayıs ayı sona ererken hükümetin koruyup kışkırtarak azdırdığı İstanbul polisi, Taksim Gezi Parkı’ndaki protesto eylemcilerine saldırarak beklenmedik bir öfke patlamasını tetikledi. Taksim’den başlayıp ülke çapında yayılarak sürmekte olan eylemler ilk günlerden itibaren ağaçlara sahip çıkma refleksinin ötesine taştı. 1 Mayıs’ta kitlelere kapatılan Taksim Meydanı birkaç gün içinde polise ve hükümet kuvvetlerine kapatıldı. Türkiye’de görülmemiş çapta bir hükümet karşıtı kitlesel başkaldırı beklenmedik bir anda gelişti ve sürüyor. Bu gelişme sadece 2013 Mayıs ayına damga vurmakla kalmadı, bundan sonraki gelişmelerin yönünü tayin eden bir dönüm noktası oldu.‛http://www.kozonline.info/kzphp/haber.php?makale=15 51 HALKEVLERİ: - ‚Yirmi gündür devlet terörü altında yaşıyoruz. Yaşam alanlarına sahip çıkan, kesilmesin diye ağaçlara sarılan insanlar şafak operasyonlarıyla, gaz bombalı, coplu, tazyikli polis şiddetine uğradılar. Yirmi gündür de bu şiddetin her türlüsünü halka yaşattılar. Süreç içindeki tüm gelişmelerden kesin bir şekilde ortaya çıkmıştır ki emri veren bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır‛ http://www.halkevleri.org.tr/basinaciklamalari/akp-fasizm-uygularken-magduru-oynamayacalisiyor DEVRİMCİ HAREKET: Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 129 - ‚Bugün, egemen yalanın yaygınlık oranına ve makineleşmiş imkanlarına rağmen, sokaktaki eylemin bilinci sistem dışı algıya açık hale gelmiştir. Anlık ve grupsal çıkarın girdabında, daha temel kazanımları boğmamak için, bu bilince doğru yerden dokunulmalı ve Gezi Parkı’ndan çıkıp ülke sathına yayılan, ağaç olgusundan çıkıp sistemi sorgular hale gelen direniş, Tayyip Erdoğan karşıtlığına dönüştürülüp sınırlanmamalı, aksine sistem ile kalıcı bir mücadeleye dönüştürülmesi yönünde rol alınmalıdır.‛http://www.devrimcihareket.net/gundem/192-ktidarnayrtrc-atraksiyonlarnn-panzehiri-marksizminkapsaycldr.html ANARŞİST FAALİYET: http://anarsistfaaliyet.org/sokak/meydanlar-bizim-bizkazaniyoruz/ KAOS GL: www.kaosgl.com/sayfa.php?id=14348 JİNEPS: - ‚Taksim’de bulunan varlığımızı daha da örgütlü kılmak adına imkan ve olanaklarımız ölçüsünde ve kendi kimlik ve kültürümüzle emeğin, doğanın, demokrasinin, halkların kardeşliğinin, insan haklarının yanında Taksim Gezi Parkında nöbetteyiz<‛ NOR ZARTONK: -‚Sistemin yok ederek sahip çıkmaya çalıştığı tarih, eski yok edişler, katliamlar ve soykırımlar üzerine kuruludur. Tarihe gerçekten sahip çıkanlar, bugün sokaklarda tarih yazmaktadır. Bugün sokağa çıkan milyonlar, AKP’yi tarihin çöplüğüne göndermek için büyük bir adım atmıştır.‛http://www.norzartonk.org/2013/06/07/gezi-parkifasizme-mezar-olacak/ LAZCA.ORG ve LAZİKA YAYIN KOLEKTİFİ: http://lazca.org/yazarlar/kamil-aksoylu-toroci/186nuxondi-gezi-parki-cku-ti-mobulurt.html 130 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Mücadele Birliği: - ‚Halk devrimi yayılıyor ve derinleşiyor. Devrimci ayaklanmanın söneceği beklentisi içinde olanlar hareketin gerçek içeriğini hiç anlamamışlardır. Olan biten şey Türkiye’de artık görmeye alıştığımız devrimci kitle eylemlerinden bir değil, devrimci bir halk ayaklanmasıdır; bir devrimdir. Bu bir halk devrimidir, halkın kendi özlem ve talepleriyle katıldığı bir devrimdir‛http://www.mucadelebirligi.com/index.php/makaleler/14 3-editoer/602-acil-goerev-gecici-devrim-huekuemetisorununu-coezmek.html Çarşı: http://www.gazeteciler.com/gundem/carsidanpaylasim-rekoru-kiran-gezi-parki-mektubu-67098h.html Hüseyin Avni Mutlu: http://siyaset.milliyet.com.tr/gencler-aranizda-olmakisterdim/siyaset/detay/1720815/default.htm ve: - ‚Bu müdahalemizi yaparken özellikle yarım saati aşkın bir süre 40 dakikaya yakın Gezi Parkı’nın boşaltılması yönünde önemli duyurular yaptık. Gezi Parkı’nda bulunan, gerek geceleri de kalan gençler, gerekse bugün ziyaret için gelmiş gruplar arasındaönemli bir kesim Gezi Parkı’nı kendiliğinden terk etti. Bu yaptığımız uyarılarla ve bir miktar her zaman ifade ettiğimiz gibi bu gençlerin arasında yer alanmarjinal grupların polisimizle bir çatışma pozisyonu oldu. Ve bunlara da uygun bir müdahale tarzıyla, kısa süre içinde Gezi Parkı boşaltılmış oldu. Dolayısıyla Gezi Parkı’yla ilgili yapmış olduğumuz bu çalışmanın fevkalade düzgün, hiçbir sıkıntı oluşmaksızın kısa süre içinde tamamlanmış olması bir memnuniyet oluşturmuştur. Özellikle gençlerin ve yanında bulunan diğer ziyaretçilerin anonslarımıza riayet etmek suretiyle Gezi Parkı’nı boşaltmış olmaları ve sadece bir miktar marjinal grup üyesiyle emniyet güçlerimizin kısa süreli bir müsaderesinin ötesinde de Gezi Parkı’nda herhangi bir sıkıntılı vaka oluşma- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 131 mıştır.‛http://www.samanyoluhaber.com/gundem/ValiMutludan-Gezi-aciklamasi/1017576/ Kadir Topbaş: http://www.aksam.com.tr/siyaset/kadir-topbastan-flasgezi-parki-aciklamalari/haber-217708 Ahmet Misbah Demircan: http://www.youtube.com/watch?v=u9_z_I2jZPQ http://fraksiyon.org/gezi-direnisi-ve-kim-ne-dedi/ 132 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları GEZİ DİRENİŞ; NEREYE? CEYHAN ÇILGIN 24 Haziran 2013 Az dikkat etsene memedim Sokaklardan toplayıp attığın Taş değil yüreğin<8 Henüz isim değişikliği yapıp Fraksiyon adını almadan evvel Haber Fabrikası’nda Resmi İdeolojinin Heykeller ve Anıtlarla İmtihanıbaşlıklı bir yazı yazmış, meydanlar, anıtlar, heykeller ve sair sanatsal üretimlerin resmi ideolojiden nasıl hesap sorduklarını ve tarihsel belleğimize sundukları katkıyı anlatmaya çalışmıştım. Muktedir ve sistemin kendisiyle hesaplaşılacaksa işgal edilecek alanın Taksim Meydanı olacağının açık olduğunu söylemiştim. ‘Ben söylemiştim inanmamıştınız’cılık değil, bu hepimizin aklına gelirdi ancak büyük olasılıkla çoğumuz bu denlisini yaşayacağımıza dair bir çözümleme yapamazdık. Bu arada OTPOR üyesi de değilim. Sağolsun iktidar üyeleri ve ardılları böyle süpersonik açıklamalar yapıyor diye arada birkaç örgüt ismi öğreniyor, genel kültürümüzü genişletiyoruz. Mavrayı bir kenara bırakıp esasa odaklanalım. Bizim buralarda iktidarlar ne kadar ustalaştıklarını göstermek için bir şeyi hep yaparlar; herkese ait kamusal alanlara devletin yumruğunu neşrederek esaslı bir kentsel mekan müdahalesine girişirler. Gezi Parkı özelinde yaşanan ama kapsamı mağduriyet odaklı büyüyen bu hareketin çıkış noktasına bu müdahale girişimi ve sancılarını koyabiliriz ama elbette meselenin kendisi daha derinlerde bir yerde. Yaşadığımız dönüşümü Beyoğlu üzerinden mekânsal bir ele alışla inceleyelim. 90’lı yılların ortalarından itibaren daha evvel Ortaköy ve Arnavutköy’de yaşanmış olan soylulaştırma süreci Beyoğlu’na, 8 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 133 özellikle de Cihangir’e sıçramıştı. 80’li yıllardan sonra yöneticilerin hepsi için kentsel mekan piyasaya ait bir nesneye dönüştürülmeye çalışıldı. Bu noktada ortaya çıkan dönüşüm salt mekânsal bir sonuca tezahür etmedi, gündelik hayatın da dönüşümüne tekabül etti. Giderek kamusal olan şeylerin birer tüketim nesnesine dönüşmesi ve bu tüketime yönelik kontrolün piyasa-devlet ortaklığıyla biçimlendirildiği bir süreci hala ve aslında şu an her zamankinden ağır yaşıyoruz. Cihangir’de yaşanan soylulaştırma yukarıda bahsettiklerimi anlatan bir özet hikaye aslında. Cihangir soylulaşmadan(!), konut fiyatları fırlamadan evvel ‚arka sokaklar‛ olarak tabir edilen, daha çok transseksüel ve travesti bireylerin yaşadığı bir ‚ötekiler‛ mekanı olarak yansıtılırdı. Birkaç yıl içinde ‚soylu‛laştı ve tam da piyasanın istediği üzere Cihangir’i kullanacak sınıflar yerleştirildi. Buradan adeta sürülen ‚ötekiler‛ elbette daha az baskıya maruz kaldıkları Taksim ve civarında yaşamak zorundaydı. Haliyle en uygun yer olan Tarlabaşı’na yerleştiler. Bu kez memleketin bütün ‚öteki‛leri Tarlabaşı’nda bir araya gelmişti. Devlet dili her zaman bu bir aradalığı bozabilecek güce erişmesini bildi. Ne zaman bir suç işlense medya orada hazır ve nazırdı. Ne zaman kente yönelik kötücül senaryolar ve estetik kaygılar gelişse orada Tarlabaşı ve yavaş yavaş kentsel merkezlere dönüşen gecekondu alanlarını kaynak gösteren, içinde bolca ‚varoş‛ kavramını içeren yazılar, haberler, görüntüler orta yere sürüldü. Bir yandan İstanbul’un birçok yeri dönüşüm alanı ilan edildi, bir yandan bu dönüşüm alanlarının daha hızlı dönüşmesine neden olabilecek AVM’ler, konut projeleri yapılmasına devam edildi. Velhasıl Tarlabaşı bu kez 5366 sayılı yasanın yıpranmış tarihi yapılara yönelik yenileme meselesinden yola çıkılarak dönüşüm alanı ilan edildi. Anlayacağınız Beyoğlu, bir küresel/marka/yaratıcı kent olma hedefindeki İstanbul’un dönüşümü mutlak suretle gerçekleştirilmesi gereken ilçesi konumuna geleli epey oldu. Bu süreçte Demirören AVM bütün hukuksuz ontolojik varlığı ve 134 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları kabul görmeyen işleviyle İstiklal’in orta yerine bina edildi. Emek Sineması, İstiklal Kitabevi gibi bir mekan olmaktan çok daha fazlasını ifade eden yerler kapatıldı. Aslında bir şehircilik hedefi olan gece-gündüz kullanımının kendiliğinden sürdüğü İstiklal’de, dışarıya masa sandalye atmış kimi mekanlar sorgusuz sualsiz borçlandırıldı, masa ve sandalyeleri toplatıldı. Mekan sahipleri bir karşı çıkış hamlesine kalkıştılarsa da bir çoğu Cihangir’deki soylulaştırma, Tarlabaşı’ndaki dönüşüm ve aktardığım diğer süreçlerde pasif bir rol takındıkları için yanlarında duracak ve bu mücadelelerine destek olacak kitleyi yitirmişlerdi. Elbette bu dönüşümü taçlandırmak gerekiyordu ve tam da bu noktada ‚ustalık dönemi‛ eseri olarak şapkadan Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi çıktı< 31 Mayıs ve Sonrası O Cuma akşamı Gezi Parkı’nda olmakta olanı konuşurken bir arkadaşım sormuştu; ‚Ne diyorsun? Nereye varacak bu işin sonu?‛ diye. Hiç sakınmadan şunu demiştim; ‚Mekana yönelik tek başına vicdan ve anı sahiplenmesi bu kentin başka yerlerinde de sürdürülen projelere karşı ses çıkartmayı güçleştirir çünkü insanların örneğin Sarıyer Pınar Mahallesi’ne dair anısı yoktur‛. Bu kanıya varmama sebep olan, ilk günlerde Gezi’nin içine kurulan sahneye konuşmacı olarak çıkan birçok kişinin Gezi’ye dair anılarını mücadelesine sebep olarak sunmuş olmasıydı. Yanlış bir anlaşılmaya sebep vermemek için söyleyeyim, bu asla ve asla yanlış bir davranış değildir, aksine anılara sahip çıkmanın kendisi mağdur edilmeye karşı bir duruştur ancak eğer birçok saç ayağından oluşan bir mücadele hattı kurulacaksa bunun politik-stratejik hattı başka mağduriyetleri de kapsamalıydı. Nihayetinde 31 Mayıs akşamı İstiklal’e çıktığımızda karşımızda gördüğümüz o direniş coşkusu sistem tarafından başka türlü mağduriyetleri yaşayanların da Gezi’deki direnişi büyütmeye karar vermesiydi. En önde devlet aklının uğraşıp didinip bin türlü emekle ‚marjinal, illegal ve aşırı uç‛ ilan ettiği çoğu legal siyasi yollarla mücadelesini sürdüren legal Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 135 partiler ve örgütlenmeler yer alırken, onların hemen arkasında muhtemelen daha önce hiçbir eylemde polisle böylesi bir karşılaşması olmamış ama en öndeki kitleyle dayanışan ve mücadeleyi bu minvalde yürüten bir kitle vardı o gün. Ertesi gün Gezi Parkı ve Taksim Meydanı kazanıldığında tarifsiz sevinç içindeki kitle aslında tam da beklenilen birlikteliği oluşturmaya başlamıştı. 1 Mayıs ve sonrasında talepleri ve hak arama mücadelesi Taksim Meydanı’nda eylem yaparak yaygınlaştırmak isteyen bütün girişimler polis engeline takıldı. Yani ki meydan kamusal bir alan olma özelliğini yitirmiş, toplumsallıktan tecrit edilmiş bir alana evrilmişti. İşte bu yüzden direniş parkı ve meydanı bütüncül bir sahiplenmeyle ele aldı. Başka kentlerde süren mücadeleler de bu ele alışı devam ettirdi. Birkaç gün içinde bu birliktelik egemenlerin istediği üzere flamalılara yönelik bir tür öcüleştirme meselesine dönmeye başladı. Hareket büyük kısmımız nezdinde Gezi Parkı’nda sürecek bir mücadeleye odaklandı ve meydanda bulunan flamalı(!) kitle iktidarın çokça niyetlendiği üzere sökülüp atıldı. Meydandakileri söküp atan bir iktidarın Gezi’dekilere dokunmayacağını söylemek safdillik olurdu. Nihayetinde Gezi’deki kitleye, talepleri görmezden gelinerek şiddetin halisi uygulandı. Bundan sonrasında da şiddetin süreceği malumun ilamı. Forumsallaştırdıklarımız ‚Sol memenin altındaki cevahir‛i karartmamak lazım elbette. Çünkü bu hareket bize en çok umudu diri tutmayı öğretti. Diyelim ki hiçbir şey olmadı, biz hiç değilse birbirimizi anlamaya başladık. Maçka Parkı’ndaki forumda Kürt hareketine mesafesi almış yürümüşlüğünü bildiğim birkaç arkadaşımın nasıl da Roboski’yle hemhal olmak istediklerini gördüm. ‚Bu hareket Roboski’de yaşatılan zulme uzak kaldığı müddetçe toplumsallaşamaz‛ dedi birisi, orada bulunan ve çoğunluğu Nişantaşı, Harbiye, Kurtuluş, Beşiktaş gibi yerlerden gelmiş in- 136 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları sanlar bu söyleme gerçekten yürekten bir alkış savurdular. Başka birisi söz alıp, 31 Mayıs’tan önce bu memleketten 98 yıl evvel yollanan ataları gibi kendilerinin de gitmek zorunda kalacaklarını düşündüğünü ancak 31 Mayıs’tan sonra bu düşüncenin tümüyle yok olup gittiğini söyledi. Bir Ermeni’ydi. Hrant’ı anımsadık< Belki de başka bir zaman diliminde olsa ‚marjinal‛ olarak adlandıracağı insanların gözaltında olmasına karşı ses çıkartılması gerektiğini söyleyen insanlar vardı. ‚Böylesi bir sistem tarafından ‚marjinal‛ olarak adlandırılmanın ta kendisi sisteme yönelik doğru bir iş yapıldığını gösteriyor‛ demişti kendini her nasılsa apolitik olarak nitelendiren birisi Gezi’deyken. Diğer forumlarda neler oluyor bilmiyorum, pek takip edemiyorum. Cihangir’de kısa bir süre kalabildiğim bir forumda Cihangir ve Beyoğlu üzerinden bir yerel siyaset konuşuluyordu. Forumlardan çıkan sonuç genel olarak bir örgütlenme sürecinin işlemesi gerektiğine yönelik. Bu sürecin doğru adımlar atarak yerel seçimleri etkilemesi gibi hedeflerde ortaklaşanlar da epey fazla. Sonuç Yerine; Bir Öneri Kanaatimce Gezi’deki direniş doğru bir politik hat kurarak parklarda süren forumlarla başka türlü bir kamusallık icat etmeye çalışıyor. Ancak parkların kendi içine kapanması meselesi de bir sonuç ihtimali dahilinde. Aslında Gezi Parkı ve Taksim Meydanı bizi birbirimizi bir ölçüde anlamaya sevk etti. Ortak nokta sistem tarafından bir şekilde mağdur edilmiş olmaktı ama henüz birbirini yeterli ölçüde tanıyabilmiş bir kitle değiliz. Bunun oluşması gerekiyor. Bu hareket LGBT bireyleri, Alevileri, Kürtleri, HES mağduru köylüleri, tarım politikasından mağdur olan çiftçileri, eril hukuk ve devlet aklının ve toplumsal ahlak/cinsiyet mağdurlarını kısacası kentsel bir meseleyle başlayan mağduriyetleri hayatın her veçhesinde süren mağduriyetlerle birleştirmeyi de içeriyor. Dolayısıyla bu mağduriyetler anlaşılmalı, hepimizin mağduriyetleri ayrı ayrı incelenmeli. Örneğin kentsel dönüşüm meselesiyle boğuşan mahallelerle Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 137 iletişim kurulmalı ve onların yaşadıkları mağduriyetleri anlatmak üzere parklara gelip anlatmaları sağlanmalı. Böylelikle daha sahici bir ilişki kurulacak ve hak arama mücadelelerinde yan yana durulacaktır. Bu öneri diğer mağduriyet eksenleri için de geçerlidir. Her türlü zulme rağmen güzel günler yaşıyoruz ve sahiden umutsuzluğa teslim olmuşları Şeyh Bedrettin Destanı’ndan şu mısralarla dürtelim ve noktalayalım; ‚- Sen bakma havanın durgunluğuna Derya dediğin uyur uyur uyanır‛ http://fraksiyon.org/gezi-direnis-nereye/ 138 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları TAKSİM BİZİMDİR DEDİK; PEKİ YA LİCE? ÖZGÜR APAK 29 Haziran 2013 Bu ülkedeki bir kısım kalınkafalı her ikiyüzlülük sınavından başarıyla geçerken, samimiyet ve dürüstlük sınavlarından çakmak zorunda mı? Taksim’de Gezi Parkı’na Toplu Kışlası-AVM vb. ıvır zıvır yapılmasın ve ağaçlar kesilmesin diye başlayan ve her kesimi ve kimliği içine alan direniş dalga dalga büyüyüp, bambaşka yerlere doğru gidiyorken, maalesef o bir kısım kalınkafalılar tarafından da, ‚Lice’liler karakol yapılmasına neden karşı çıkıyorlar?‛ şeklinde devam ediyor< Kendi hayat standartlarına bağlı; kendi şehrine sahip çıkmaya kararlı bu insanlar, ‚orada, Lice’de bir köy var uzakta‛ namesini söyleyerek aslında bir işkencehane olan karakollara karşı çıkan halk hakkında atıp tutabiliyor; kendi devletinden gözü gibi koruduğu hayatının, yaşam standartının o gitmediği köyde aynı devlet tarafından hunharca harcandığını görmekten aciz yaşamaya devam edebiliyor< Hatta daha da ileri gidip kendi devletinin, kendi direnişi için söylediği ‚başkalarının elinde oyuncak olarak alanlara çıkıyorlar‛ sözünü oradaki Kürtler için hiç çekinmeden, gocunmadan, tam bir eşşeklik örneği olarak kullanabiliyor. Bu nasıl olabiliyor? Taksim bizimdir dedik; peki Lice bizim değil mi? Gezi Direnişi’nde ölen ve yaralanan insanlar kadar değeri yok mu Medeni Yıldırım’ın? İstanbul’da, Ankara’da ya da her neredeyse orada polis şiddetine direnirken ‚Kürtler alanlara çıkmadı; yanımızda durmadılar‛ diye, yanında seninle barikat kurmuş o çocukları bayrak taşımadıkları için tanımadığından, şimdi aynı devletin Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 139 askeri halka plastik mermiyle değil, gerçek mermiyle ateş ederken kafanı kuma gömüyor olmanı kabul edemiyorum. Devlet, polisin yetemediği durumda Jandarmayı kullanabilmek için yasalar, önergeler hazırlıyorken; yani belki yarın, belki yarından da yakın bir tarihte Gezi Parkı için yeniden eyleme geçtiğinde karşına polis yerine jandarma dikildiğinde, sosyal medyada çok sık rastlaştığım üzere ‚Askeri suçlamayı bırakın, onlar görevini yapıyor‛ diyebilecek misin? ‚Polisimiz destan yazdı‛ cümlesi ölenler, gözü çıkanlar, travma yaşayanlar, gözaltına alınanlar aklına geldiğinde içine dokunurken, bu sefer ‚Jandarmamız da seyahatname yazdı‛ dediklerinde mutlu mu olacaksın? Ey arkadaş! Devletin medyası ‚Lice’de örgüt var‛ dedi; ‚molotof var‛ dedi; ‚bellerinde silah var‛ dedi; ellerinde ‚Savaş değil barış istiyoruz‛ yazan bir pankart olduğu halde ‚karakol bastılar‛ dedi; kaymakamı nasıl bir aklın ürünü olduğunu anlamadığımız bir şekilde ‚birbirlerini vurdular‛ dedi; valisi ‚havaya ateş açıldı‛ dedi ve sanki bunların hiçbiri Gezi Direnişi’nde olmamış gibi ve bunların hepsine o zaman gülüp geçmemiş gibi şimdi nasıl inanabiliyorsun? Aynı medyanın Gezi Parkı direnişlerindeki yalanlarını deneyimlemiş; dezenformasyonu görmüş; kolluk kuvvetinden gazını, suyunu, copunu yemiş insanların zihnindeki karakolların hala yıkılmamış olduğunu görmek çok üzücü. Görünen o ki, ‚ya hep beraber ya hiç birimiz‛ sloganını bazıları yanlış anlamış< Benim derin üzüntüm, kaygım, endişem, kızgınlığım ve hayal kırıklığım budur. Affola. http://fraksiyon.org/taksim-bizimdir-dedik-peki-ya-lice/ 140 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları HENÜZ YAZILMIŞ TARİHİ OKUMAK Yaz günleri bir yandan Gezi sonrası cadı avlarına meydan okuyarak, beri yandan henüz hep birlikte yazmış olduğumuz tarihe okumalar önermeye çalışarak, direnişin İstanbul’dan Antakya’ya ve yoksul mahallelere kaymakta olan odağını takip ederek, ama her halükarda direnerek ve yeni direnişlere hazırlanarak geçti. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 141 GEZİ DİRENİŞİ VE DİRENİŞİN YARATTIĞI KRİZİN ÖRGÜTLENEBİLMESİ İNAN GÜNDOĞDU 30 Haziran 2013 Güncel politikanın değişkenliği iktidar odakları tarafından tecessüm edilebilirliğiyle ölçülür. Her ne kadar başka biçimlerde boy vermiş, dallanmış budaklanmış olsa da kısa veya uzun vadede hesaplanmış politik atmosferin sahibi iktidardır. Hayatın bütün alanlarına sirayet eden bu muhasebenin dikiş yerlerinden sökülmesi ancak, ezilenlerin hesap edilemez direniş manevralarıyla mümkündür. Lafta kolay pratikte zor olan bu söylemin nirengi noktası tam da burasıdır. Siyasal alanın örgütlenişi iktidar ile direniş odakları arasında gerçekleşen ‘güç’ gösterisiyle kurulur. Gizli bir uzlaşmanın ürünü olan bu güç gösterisinin içinde mücadele sonucu açılan öbekler halinde yarıklar mevcuttur. Mücadelenin açtığı bu yarıklar, herhangi bir toplumsal mesele dolayımıyla diğer yarıklarla birleşerek büyüdüğünde siyasal rejimleri sarsaracak şiddetli depremlere yol açabilir. Basit bir örnek vermek gerekirse, AKP iktidarının 2013 1 Mayıs’ındaki Taksim yasağı; anayasa değişikliği, kentsel dönüşümün boyutlanması, Suriye müdahalesi gibi bir takım planların karşısında yer alacak olan muhalif odakların özellikle Türkiye Devrimci Hareketi’nin- boylarının ölçüsünü almak için tasarlanmıştı. Şüphe yok ki, Devlet’in elinde hatırı sayılır bilgi ve deneyim mevcut. Kürt Özgürlük Hareketi’yle girilen ‘barış süreci’nin yaratmış olduğu ılıman iklimi bozacak, ‘sürece’ zarar verecek, muhalif odakları radikalleştirecek 1 Mayıs yasağının başka bir anlamı olmalı. Demek AKP iktidarı, 1 Mayıs’ın Taksim’de büyük bir kitleyle kutlanmasını tehlikeli ve kendi planlarına ters 142 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları düşeceğini düşünüyordu. 2012’de 500 bin kişiyle gerçekleşen 1 Mayıs, 2013 yılında 8 bin kişiyle çatışmaya dönüştü. Devlet bir hesap yaptı. Basit bir aritmetik değil ama, daha komplike bir hesap. Kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde giriştikleri ‛çevre düzenlemesi‛ni 1 Mayıs bahanesi olarak kullandı. İşe de yaradı. Bir takım muhalif örgütlerde bile bahanenin çeperini biraz değiştirerek de olsa- yandaş buldu. Sendikalar göstermelik katılımlarla görevlerini ifa ettiler. Kimileri başka alanları seçerek işçi sınıfının akılsız olduğunu söyledi. Kimilerinin yolu nizamı başka olduğu için şehir değişikliği yaptılar vs. Yollar kapatıldı, Taksim’e ulaşım kesildi, 1 Mayıs’a katılımın İstanbul ayağı engellendi büyük ölçüde. Fakat önemli bir anekdot: Başka illerden gelen örgütler Şişli’deki DİSK binasının önüne kadar gelebildiler. Devlet, sadece ulaşımı keserek katılımı engellemedi yani. Aynı zamanda ‘rıza‘sını alarak engelledi. Daha önemli olansa, -her ne kadar sosyal medyada direniş hikayeleri anlatılsa da- Devlet, 1 Mayıs’ta bütün muhalif odakları -özellikle TDH’yi- yendi. 2007, 2008, 2009 yasaklı 1 Mayıs eylemlerini hatırlayın. Devletin kolluk kuvvetleri korkuyordu, çekiniyordu, devrimciler daha çok katılım gösteriyordu, daha hazırlıklı gelip, daha iyi organize olup daha iyi dövüşüyordu. Sadece fiziki değil, aynı zamanda zihinsel olarak da, moral üstünlüğü açısından da kuvvetliydi. Bu 1 Mayıs, Devlet’e, karşısındaki muhalif odakların ne kadar cılız olduğunu gösterdi. Tabii ki bunda TDH’ne yönelen saldırının, tasfiye ve yok etme planlarının özellikle AKP iktidarıyla boyutlanması ve ideo-politik işleyişin çok büyük bir etkisi var. Fakat tam da burada ince bir ayrım beliriyor. 2012, Kürt Özgürlük Hareketi karşısında aldığı yenilgiye rağmen AKP’nin 11 yıllık iktidarı boyunca en kuvvetli olduğu yıl oldu. 2023 ve 2071 hedeflerinin planlamalarının yapıldığı böylesi bir dönemde 1 Mayıs’ın 500 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 143 bini aşkın kişiyle gerçekleşmesi AKP iktidarının işine gelmeyecekti, yasakladı ve önlemini de aldı. Devletin zor kuvvetleri, DİSK’in önünde toplanan kalabalık caddeye indikten takriben yarım saat sonra kitleye müdahale etti. Kitlenin çok az olması ve dağınık olmasına rağmen devrimciler direndiler ve çatıştılar (Taksim’e ulaşan üç kolda toplam 8 bin kişi vardı). Fakat ağır yenilgi alındı. Devlet bunu hesaplamıştı. Hem Taksim’i yasakladı hem de TDH’nin gücünü ölçtü. Fakat devrimciler durmadı, 2-3-4-5 Mayıs’ta Taksim’i zorlamaya devam etti, küçük gruplar halinde Taksim’e çıkmak isteyenlere polis tüm gücüyle saldırdı, muvaffak olunamadı. Ardından Erdoğan Kadıköy’ü de yasakladığını söyledi. Yenikapı’da eylem alanı yaptıklarını, bundan sonraki 1 Mayıs’ların orada yapılacağını duyurdu. Devlet’in yaptığı hesap tuttu, Taksim ve Kadıköy yasaklarıyla da niyetini iyice aşikar etti. 11 Mayıs’ta gerçekleşen Reyhanlı Katliamı, toplumda büyük bir infial yaratmış olmasına rağmen, halk sokağa dökülmedi. Sadece sosyalistler değil, parlemontadaki muhalefet de hükümetin Suriye politikası karşısında rejimi krize sokacak bir siyaset geliştiremediler. AKP’nin alkol yasağı, yeni köprüye Yavuz Sultan Selim ismi verilmesi ve bir sabah Gezi Parkı’na girilip ağaçları sökmeye çalışması, bardağın taşmasına sebep oldu. 30-40 kişiyle başlayan karşı çıkış, ertesi gün neredeyse bütün şehirleri saracak bir halk direnişine dönüştü. Kuşkusuz Devlet bunu hesaplamamıştı. Bu kadar çabuk yayılacak ve sokaklarda çatışmalarla büyüyecek bir karşı çıkış beklemiyordu. Direnişin ilk bir kaç günü Devlet açıktır ki, yenildi. Yenilginin getirmiş olduğu asabiyetle iyiden iyiye saldırganlaştı. Özellikle 1 ve 2 Haziran günlerindeki Ankara direnişi, Taksim’deki direnişten farklı olarak kent işgaline dönüştü. 2-3 gün içinde büyüyen bu halk direnişi karşısında şaşkınlık 144 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları yaşayan sadece Devlet değildi, örgütlü muhalif güçler de siyasal olarak nerede konumlanacaklarını kavrayamadılar. Sosyalistler direnişin ön saflarında, barikatlarda dövüşmek dışında ne kitleyi yönlendirebilecek kuvvete sahiptiler, ne de yaşanan şeyin ne olduğunu kavrayacak -politik ve pratik- deneyime sahiptiler. Bildikleri ve ezber ettikleri ayaklanma şablonlarının dışında bir şey yaşanıyordu çünkü -kuşkusuz sosyalistlerin bu Haziran direnişi karşısında yaşadıkları şaşkınlığın en büyük sebeplerinden biri en zayıf oldukları dönemi yaşıyor olmalarıdır-.Haliyle direnişin nereye doğru evrilmesi gerektiği meselesi, sokağın ve halkın iradesine ve direnişin kendiliğindeliğine bırakılmış oldu. Tuhaf bir biçimde Devlet’in manipülasyon kuvvetleriyle saldırıyı meşrulaştırma girişimleri büyük oranda boşa düşmüşken, özellikle CHP’nin ve DİSK, KESK, TMMOB, TTB’nin direnişi yumuşatma girişimleri işe yaradı. Bu muhalif kanatlar göstermelik eylemler ve açıklamalarla AKP’nin beceremediğini yapıverdiler. Bu direnişle ortaya çıkan diğer şeylerden biri, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Batı ayağını oluşturan HDK projesinin uzunca vakittir toplumsal muhalefeti örgütleyemediğine yönelik eleştirilerin ne kadar haklı olduğuydu. En hafif tabirle toplumsal muhalefet dersinden kaldılar. Direnişle sadece zor aygıtlarıyla başa çıkamayacağını anlayan AKP hükümeti, Taksim Dayanışma Platformu ile bir görüşme gerçekleştirdi. Ertesi gün, örgütlü olanların flamalarını Gezi Parkı’ndan kaldırması isteği, görüşme sonuçlarından biriydi. Bununla beraber Taksim Dayanışma Platformu’nun eyleme son vermediği, mücadelenin daha yeni başladığına işaret eden açıklamaları Devlet’in bir başka psikolojik harp yöntemlerinden birini devreye sokması -’marjinal’, ‘illegal örgütler’, ‘provakatörler’- Gezi’ye müdahale sinyalini vermiş oldu. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 145 Ulusalcı ve liberal cenahta karşılık bulan bu söylem, Taksim Dayanışma Platformu’unun Erdoğan ile yaptığı görüşme sonrası dolaşıma sokuldu. İllegal örgüt manipülasyonu direnişi içeriden parçalamaya çalışırken, Devlet en büyük operasyonunu gerçekleştirerek Gezi’yi ele geçirdi. Aynı gün SDP’ye yönelik yapılan baskın, Devlet’in bu direnişle büyüyeceğini ve güçleneceğini düşündüğü örgütlü yapılara, sosyalistlere yönelecek olan gözaltı ve tutuklama dalgasına da işaret ediyordu. Nitekim bir hafta geçmeden operasyonlar başladı, gözaltına alınanların çoğu tutuklandı. Mücadelenin nasıl devam edeceği sorusu boşlukta salınırken, İstanbul parklarında başlayan forumlar hızla diğer şehirlere yayılmaya başladı. Direnişin antifaşist ve anti-kapitalist vurgusu, forumlarda diyalojik bir dilin inşasına kapı aralıyor -zihnen dinazorlaşmış sağ kanat siyasetin (ulusalcılar, Kürt sağcılar, sosyalist olduğunu iddia eden bir takım mutaassıpların) nutuklarını saymazsak eğer-. Siyasal pozisyonları farklı sosyalist fraksiyonların, örgütsüzlerin, apolitiklerin, anarşistlerin, ulusalcıların, LGBT bireylerin, feministlerin yanyana geldiği bu direnişin ruhu, onur-adalet-özgürlük taleplerinde ortaklaşmaya dayanıyor. Direnişin ilk günlerinde ideo-politik atalet yaşayan sosyalistlerin yolunu sokağa çıkan milyonlar (sokağa çıkan insanlar için 2.5 ila 4.5 milyon arası rakamlar veriliyor) belirledi. Türkiye Devrimci Hareketi’nin 10 yılda katedemediği yolu, 10 günde kateden bu halk hareketi, direnişin ve isyanın ruhunu tazeledi. Bütün bunlar bu toplumsal kalkışmaların arka planında yıllardır dünyanın her bir parçasında ezilenlerin mücadelesini sürdüren devrimcilerin ve sosyalistlerin mücadelesini yok saymak anlamına gelmez. Bilakis yazının girişinde sözü edilen yarıkları yaratanlar devrimcilerdir, sosyalistlerdir. Hayatın her alanında Devlet faşizminin karşısına çıkan, ezilenlerin sesi olanların açtığı fay hatlarından yükselir direniş. 1 Mayıs 146 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları 2013 örneği bu bağlamda okunmalıdır. Evet, Devlet’in yaptığı hesabı bozan toplumun büyük bir kesimini saran bu halk direnişidir fakat, direnişin yollarını açan şey ezilenlerin mücadelesidir. İktidarın politik atmosferi belirlerken kullandığı ‘kontrollü gerilim stratejisi‘ bu sefer tutmamıştır. Boşlukta salınan mücadelenin nasıl süreceği sorusunun cevabı AKP rejiminin yaşadığı krizin derinleştirilmesinde yatmaktadır. İktidarın bahşettiği alanlarda değil, kendi belirledikleri alanlarda eylem yapma hakkı halkın iradesine teslim edilmiştir. Muhalif odakların acilen direniş muhasebesi yapmaları, daha öncesinde kullandıkları politik manevraları gözden geçirmeleri, Haziran direnişinin ruhuna uygun ideo-politik ve pratik programlarını örgütleyebilmeleri ve hayata geçirebilmeleri gerekmektedir. Aksi halde, direnişi yok etme denemelerine devam eden iktidarın oyununa gelmemiz an meselesi. http://fraksiyon.org/gezi-direnisi-ve-direnisin-yarattigikrizin-orgutlenebilmesi/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 147 NE YAPMALI? O TEPEDEKİ MAKAM KOLTUĞUNU BERTARAF ETMELİ! MİCHAEL ALBERT - ÇEVİREN: ALİ K. SAYSEL 03 Temmuz 2013 Burada, şurada ve her yerde direniş var. Henüz çok fazla değil, fakat görünen o ki daha fazlası kapıda bekliyor. İnsanlar yabancılaşmış ve umutsuzlar, ki bu neredeyse her zaman doğru. İnsanlar aynı zamanda bardağı taşıran son damlaya öfke duyuyorlar: Bir otobüs tarifesine yapılan zam, bir banka kurtarma paketi, bir bütçe kesintisi, bir casusluk raporu. Bu da neredeyse her zaman doğru. Yeni bir gün, düşen yeni bir damla, taşan yeni bir bardak. O halde şimdi farklı olan ne? Kimi öngörülemez damlalar yeterli sayıda insanın eyleme geçmesine ve onlarla beraber diğer pek çok insanın da eyleme geçmesine yol açar. Bir gecede olan bitenin daha farkında, daha bilinçli ve daha ahlaklı olmayız. Fakat bir gecede daha umutlu oluruz. İnsanlar bir anda karamsarlıktan sıyrılıp coşkulu olabilirler. Umutlu olanlar itirazlarıyla caddeleri doldururlar. Belirli bir eşik aşıldığında, en azından bir süre boyunca, dolan caddeler, caddelerin daha da dolmasına yol açar. Çok bilmiş uzmanlar, olan biteni otel pencerelerinin ardından izleyerek sorarlar: ‚Neye itiraz ediyorlar? Neden şikayetçiler?‛ Elbette, bu soru zaman kaybından başka bir şey değildir, çünkü verilecek yanıt ne kadar ustalıklı olursa olsun, kimseye henüz bilmediği yeni bir şey öğretmez. Daha cin fikirli uzmanlar ‚Bunun altında yatan geniş ölçekli memnuniyetsizlik nedir?‛ diye sorarlar. Fakat bu soru bile pek faydalı değildir, çünkü yine, yanıt aşikârdır. Her şey paramparça. O halde herkesin derin kaygıları var. Bu kaygıları tüm boyutlarıyla incelikle dile getirmek, onları paylaşmayan pek az insan için vicdanen eğitici olacaktır, fakat neticede esas olarak, aç olanlara açlığın zor olduğunu, evsizlere evsizliğin zor oldu- 148 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ğunu ve genelde öfkelilere neden öfkeli olduklarını anlatacaktır. Elbette ki açların, evsizlerin ve öfkelilerin durumu görmeleri için bunu bir de çokbilmiş uzmanlardan dinlemeye ihtiyaçları yoktur. Evet, İspanya Yunanistan’dan farklıdır. Yunanistan Türkiye’den farklıdır. Türkiye de Brezilya’dan farklıdır. Bunların tümü birden sırada kim varsa ondan farklıdır. Evet, kimi zaman farklılıklar oldukça önemli olabilir. Bir fark, Brezilya’da eski bir devrimci gerillanın başkan oluşudur. Türkiye’deki gibi elit otokratik bir kâbusun başbakan oluşu da diğer bir farklılıktır. Fakat her iki ülkede de, küçük bir grup eylem yapar, etki tırmanır ve caddeler dolar. Daha iyi bir soru şu şekilde sorulabilir: ‚Caddeleri dolduran kalabalıklar, göstericiler, direnişçiler hangi noktalarda ortaklaşıyorlar?‛ o Siyasi yolsuzlukların reddi. Suç inanılmaz derecede rahatsız edicidir. İkiyüzlülük de. Caddeleri dolduran herkes, görünen o ki, en azından büyük ölçüde, seçkinlerin çıkarcılıklarının, yalancılıklarının ve dolandırıcılıklarının topyekun reddiyle harekete geçmektedirler. o Siyasetin kendisinin reddi. Yolsuzluklara karşı savaş açmanın bir adım ötesinde insanlar politikacılara, siyasi partilere ve seçimlere lanet okuyorlar. 1960’ların sloganı ‚Eğilme, Bükülme, Değişme!‛, bugün çok daha yerinde, yeni bir biçim kazanmış gibi görünüyor. ‚Öğretme, sayma, çetele tutma, üye yazma, direktif verme!‛ Caddelerdeki pek çok insan için hükümet ve seçimler, partiler, politikacılar, elbette polis baskısı sorunun bir parçası. Hatta sokaktaki bazıları için, görünen o ki, hükümet sorunun ta kendisi. Sokaktakilerin pek azı için, siyasi hüviyeti olan her şeyden kaçınmak, modern düşüncenin bir işareti. o Programın reddi. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 149 Yolsuzlukların reddinden siyasetin reddine, oradan da her türden programın reddine ulaşmak küçük birer adımmış gibi görünüyor. İtiraz sahiplerinin bu kesimi, bir programa sahip olmanın onu tartışmak, düşünüp taşınmak, talep etmek ve bilhassa bunu yozlaşmış yetkili makamlarla birlikte yapmak anlamına geldiğini hissediyorlar. Tepkileri her türden programı reddetmek yönünde. Eğer bir programımız olursa, yüzümüzü yetkililere dönmemiz gerekir, onlara meşruiyet kazandırmış oluruz diye hissediyorlar ve bunu yapmayı reddediyorlar. o Baskının reddi. Bu kolay. Sık bakalım, biber gazı sık bakalım, copla, ateş et bakalım. Eminim tepkiyi tahmin edebilirsiniz –sağ ol istemem. Buna ihtiyacım yok. Buna boyun eğmem. o Eyleme geçme arzusu. Bu elbette apaçık ortada. Caddelerdeki insanların ortak yönlerinden bahsediyoruz, bunlar zaten eylemdeler. Yani bu ortaklık son derece aşikâr ve görünür. Sao Paulo’dan Barselona’ya ve Atina’dan İstanbul’a caddelere akan çevrelerin ortaklaştığı daha pek çok şey tespit etmeye devam edebilirim. Bizim için muteber olan küreselleşme – bizim enternasyonalizm olarak adlandırdığımız şey– pek çok ortaklıklara yol açtı. Fakat yukarıdaki liste şimdilik yeterli çünkü çok önemli bir soruyu doğuruyor: Yukarıdaki ortak noktalara sahip olan itirazlar, nereye doğru yol alacak? Her yerde herkes biliyor ki her şey paramparça. Herkes itiraz ediyor, hatta henüz itirazını ifade etmeyen pek çok insan da biliyor ki, görevdeki politikacıların ezici çoğunluğu bizi sarıp sarmalayan adaletsizliklere sadece yolsuzluklara bulaştıkları zamanlarda değil, ellerinden geldiğince çalıştıklarında bile suç ortağı oluyorlar. Politikacıları reddeden pek çok insan şunu da biliyor ki –burada herkesin hemfikir olacağına bahse girerim– bu türden siyasi davranış önceden kodlanmış değil. Bu 150 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları genetik değil. Bu, insanların beşikten beri aldıkları eğitimle getirdikleri, bir tür sapkın, öğrenilmiş bir kötülük de değil. Aksine, herkes biliyor ki politikacılar bizleri görünür bir şekilde sarmalayan adaletsizlik ve yoksulluklara katkıda bulunuyorlar çünkü yapmaları icap eden şeyi yerine getiriyorlar. Süper zenginler tarafından fonlanan seçim kampanyalarıyla iktidara geldiler. Açıkça süper zenginlere yardım etmek üzere tasarlanmış pozisyonları işgal ediyorlar. Süper zenginlerin gündemlerinin egemen olduğu kurallar ve yapılar dahilinde iş görüyorlar. Demek ki politikacılar ‚yurttaşları‛ satmıyorlar ve aslında satamazlar, çünkü politikacılar ‚yurttaşları‛ temsil etmiyorlar. Yegâne satıcı politikacı, o çok nadir olan, gerçekten de halka, yoksullara, adalet ve hakkaniyete hizmet eden politikacıdır. Çünkü bu nadir politikacı, hizmet etmesi beklenen çıkar gruplarını, yönetiminin kendilerine hizmet etmek üzere tasarlanmış olduğu çıkar gruplarını –zengin ve muktedirleri satmaktadır. Herkes şunu da gayet iyi biliyor ki, yeni bir dünya sihirli bir şekilde, büyük bir yürüyüşten, tepkileri dile getiren bir slogandan veya atılan bir taştan, yakılan bir ateşten doğmayacak. Analizi bir adım öteye taşıdığımızda şunu görürüz: Ne istediğini bilmeyen, istediğini talep etmeyen, istediğini uygulayacak aktif bir programa sahip olmayan bir hareket aslında zımnen yönetime dilekçe vermektedir. Amaçları konusunda tereddütlü olan bir hareket iktidara şunu söyleyemez: ‚Bizim arzularımızı ve gerekli gördüklerimizi, sen elbette aynı fikirde olmasan dahi yerine getireceksin, eğer bunu yapmazsan seni alaşağı edeceğiz.‛ Aksine, iktidara şunu söylemektedir: ‚Duy bizi, incinmiş vaziyetteyiz, bu acıyı gider –bunu sen nasıl istiyorsan o şekilde yap.‛ İronik bir şekilde bu mesaj, itiraz sahiplerinin iktidara dilekçe vermemek ve onu meşrulaştırmamak şeklinde ifade ettikleri niyetleriyle taban tabana zıttır. Elbette, kendilerine dilekçe verilen seçkinlerin acıyı nasıl hafifletecekleri hususunda hiçbir Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 151 fikri ve acıyı hafifletecek herhangi bir şey vermek yönünde hiçbir arzuları olmadığı için bu gerçekleşmeyecektir. Eğer yanıt vermeleri gerektiğini düşünecekleri derecede yeterli baskı hissederlerse, diğer taraftan takip etmeleri gereken yol hususunda kendilerine bir şey söylenmemişse, manipüle edebilecekleri ve kendi süper zengin çevrelerinin avantajına doğru bükebilecekleri bir yolu tercih edeceklerdir. Herkes ve tabii ki caddeleri dolduranlar da biliyorlar ki, yeni bir dünya kurmak için inatçı bir baskı ve yaratıcı bir inşa gerektirir. Sadece itiraz etmek ve herhangi bir seçkin iktidar simsarının belki de onurlu bir şekilde davranabileceğine inanmak yeterli değildir. Fakat aynı zamanda insanlar acı çekmekte olan ve yeni bir dünya birden bire ortaya çıkmayacak olsa bile hemen şimdi yaralarının sarılması gereken insanların var olduğunu da biliyorlar. O halde nasıl bir yanıt ortaya çıkıyor? Paylaştığımız bu bilgiler ve sahip olduğumuz yükümlülükler dikkate alındığında ne yapmalıyız? İnsanların durumunda iyileşme sağlayacak değişimleri bugünden kazanmalıyız, fakat bunu itirazın ortadan kalmasına yol açacak biçimlerde değil, daha ileri mücadelenin önünü açacak biçimlerde yapmalıyız. Bu hedeflere ulaşabilmek için iki şeyi bir arada yapmalıyız. Birincisi, durumlarının iyileşmesine ihtiyaç duyan insanlara gerçekten yarar sağlayacak değişimler için çalışmalıyız. İkincisi, bu değişimleri, uğrunda mücadele etmeye değer daha ileri arzular yaratacak, hareketin daha fazla taahhüt altına girmesini ve daha fazla örgütlenmesini sağlayacak ve hatta mümkün olduğunda, hareketin etkisini ve erişimini arttırmak için yaşayan yapılar kuracak yollardan yapmalıyız. İlk elde kazanılan zaferler cefa çekenlere yardım eder. Benimsenen yöntemler, daha fazla kazanım elde etme yolundaki çabaları canlandırır, bunlara ışık tutar, güç verir. Hareket yaşar ve büyür. 152 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Bunlar kulağa kolaymış gibi geliyor, fakat elbette zordur. Daha iyi bir dünyayı kazanmak, atılan her adım için yapılan çalışmaları engelleyen büyük kuvvetler olmasa bile fevkalade karmaşık bir iş olurdu. Yine de, bu güç ve baskı merkezleri ve onların yalanları ve uyguladıkları şiddet karşısında gösterilecek tepkiler, bunların boyutu, her yerde hazır ve nazır oluşları veya inatçılığı karşısında ağlayıp sızlanmak şeklinde olmamalıdır. Aksine onların hakkından gelinmesi gereken birer engel olarak mevcudiyetini kabul edip, etrafından dolanılmalı, üzerine gidilmeli, üzerinden geçilmelidir. Brezilya’daki toplu taşıma meselesini ele alalım. İtirazların yükselmesine neden olan tarife artışları elbette özellikle yoksulların canını yaktı. Ne istemeliler? Kabaca, tarifeyi eskiden olduğu seviyeye çekmek ve sonra daha da düşürmek harika olurdu. Bu nasıl tartışılmalı? İyi bir seçenek taşımacılığın bedelsiz olmasını zorlamak olabilir, çünkü insanların koşulları ve durumları hakkaniyetli olmalıdır. Fakat hükümet razı olur ve taşımacılığı sübvanse ederse, fakat bunun maliyetini büyük ölçüde ve ezici bir şekilde, mevcut düzenlemeye göre daha yüksek tarife ödeyeceklerden alırsa ne olacak? Belki de hükümet yoksulların dezavantajına gelir arttıkça azalan oranlı bir şekilde vergilendirme yapacak. Belki halkı cezalandırmak için sefer sayısını azaltacak. Her iki durumda da hükümet Peter’ı (yoksul olanı) farklı bir şekilde kazıklamış olacak. Peter’a (yoksula) ödeme yaparmış gibi görünürken Paul (zengin) buna gülecek. Bağlam önemlidir ve Brezilya için en anlamlısının ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Fakat belki otomobil taşımacılığı veya hava taşımacılığı için vergi uygulamak –veya zenginlerin yaptığı her türden seyahati vergilendirmek– bununla otobüs tarifesini ucuzlatmak düşünülebilir. Belki de ödenek, zenginlerin yarar gördüğü hizmetlerin sınırlandırılmasıyla sağlanmalıdır – askeri harcamalar gibi. Kısacası, talepler öne sürerken, yoksul Peter’ın bir cebine koyarken diğer cebinden alınmadığını, aksi- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 153 ne zengin Paul’den alındığını güvence altına alacak talepler öne sürülmelidir. Bu akıl yürütme her türden bütçe açığını ele alırken geçerlidir. Talepleri, eğitime erişim, genel anlamda vergiler, ücret hadleri ve çalışma saatleri gibi konulara genişletebiliriz. Başka bir boyutu ele alalım. Hareketler hükümet, politikacılar ve medya hakkında ne yapmalılar? Bir olasılık değişim talep etmek olabilir. Diğer bir olasılık da alternatifleri inşa etmek olabilir. Bunlar birbirini dışlamazlar. Aslında, her biri diğerini bilgi yönünden beslemeli ve cesaretlendirmelidir. Örneğin, talepler ne olabilir? Yeni harcamalar, farklı vergiler, farklı toplum güvenliği politikaları, yeni oy verme prosedürleri ve yeni sosyal haklar talep edilebilir. Veya medya için, gazetelerde yeni bölümler, halk hareketleri veya taban örgütleri tarafından veya halk oylamaları yoluyla denetlenecek TV haber ve show programları talep edilebilir. Her durumda amaç insanların yaşamlarını bugün daha iyi kılmak ve hükümet ve/veya medyayı daha fazla halk katılımı ve denetimine açık hale getirmektir. Fakat tartışma, nihai uzun erimli değerler ve amaçlar dikkate alınarak formüle edilmelidir. Örneğin, halkın öz-yönetimini içermelidir, böylelikle şimdiki kazanımların bir son olmadığı, gelecekteki değişimleri aramak ve kazanmak doğrultusunda bir uğrak olduğunun altı çizilmiş olacaktır. Yaşayan yapılar inşa etmek için oldukça bariz, fakat oldukça zor iki seçenekten biri, yerel yönetişimi ele almak ve aynı zamanda üst seviyedeki kararlar üzerinde de baskı uygulamak ve en nihayetinde onu da devralmak üzere mahalle meclislerinin kurulmasıdır. Diğeri, benzer bir şekilde, yönelimi ve yapısı itibariyle anaakım medyaya alternatif bir medyanın yaratılmasıdır. Hareketler tüm bunlar için nasıl mali kaynak bulacak? Bir seçenek hükümetten bu çalışmaları sübvanse etmesini talep etmek olabilir. 154 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Son olarak, hareketin devamını ve taahhütlerinin ve yaratıcılığının zenginleşmesini sağlamak için örgütsel araçlar yaratmak hususunda ne demeli? Araçlardan biri yukarıda sözün ettiğim mahalle meclisleri olabilir, bu bağlamda aktif programların formüle edildiği tartışma mecraları olarak değerlendirilebilir. Diğer bir araç da fikir açıklığının ve vizyonun yayılmasına hizmet edecek alternatif medya olabilir. Üçüncü bir seçenek ise, diğer ulusal örgütlerle bağları olan ulusal bir örgüt yaratmak olabilir. Tüm bu örgütler ortak vizyon, strateji ve program taahhütleri ve dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma prensipleriyle tanımlanmış olabilirler. Bu da program ve mücadele için bir mecra ve araç sağlayacaktır. Böyle bir organizasyondan pek çok konuda uluslararası dayanışma geliştirmesi beklenebilir: Barış ve adalet için, ulusal zenginliğin savaş ve baskı araçlarından alınarak sağlık ve eğitime kaydırılması için, iklim değişikliğini durduracak ciddi ve etkili bir kampanya için, tüm dünyada daha kısa çalışma süreleri için, minimum ücretler ve genel olarak ücretlerde değişime giderek gelirin yeniden dağılımı için, vergiler için, kadın ve geylere dönük şiddetin durdurulması için, ırkçı şiddetin ve göçmenlere uygulanan baskıların sonlandırılması için kitlesel uluslararası kampanyalar düzenleyecek şekilde dayanışma geliştirmesi beklenebilir. Bunların tümü, yalnızca acil kazanımlar elde etmek üzere değil, fakat yeni arzuları ve yeni mücadeleleri uyandırmak üzere –daha iyi bir dünyaya ulaşmak üzere yürütülebilir. Kitlesel halk hareketlerinde her zaman olduğu gibi, sonuçlar belirsizdir. Kurulu düzen, İspanya’daki, Yunanistan’daki, Mısır’daki, Türkiye’deki, Brezilya’daki, tüm Orta Doğu’daki ve itirazların patladığı her yerdeki enerjiyi gerisin geriye kalıcı eşitsizliğin hakim olduğu statükoya kanalize etmek üzere cebir ve kafalama yoluna gidecektir. Sağ kanat insanları provoke edip korkutarak daha faşizan sonuçlar doğuracak bir girdap yaratmaya çalışacaktır. Kitlesel itiraz büyük, görünür hatta gi- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 155 rişken olmakla yetinmemelidir –tüm bu özellikler gerekli olsa da. Esas önemlisi, kitlesel itirazın bilgili, birleşik ve örgütlü olmasıdır. Sözün özü, şu söylenebilir: Mevcut kitlesel itirazın içerisinde yer alanların kendiliğinden hissetmekte olduklarının aksine, iktidardaki hükümete ve politikacılara karşı haklı öfkemiz, bizleri yoksullara hemen yardımı dokunacak değişiklik taleplerini reddetmeye sevk etmemelidir. Evet, hükümetler ve genel olarak seçkinler tarafından tanımlanan bayat gündemlerle kafalanmamak önemlidir. Evet, seçkinlerin zaten var olmayan erdemine ve ihsanına başvurmamak da önemlidir. Bu türden arayışlar anlamsızdır. Fakat ne olursa olsun, seçkinler toplumun en tepesinde otururken onları bugün daha iyi sonuçlara zorlamamak için bir neden yoktur. Bizler tercihlerimizi, rasyonalitemizi ve açıklamalarımızı kararlı bir şekilde, o tepedeki makam koltuğunu tümüyle bertaraf etmeye yöneltmiş olsak bile. http://fraksiyon.org/ne-yapmali-o-tepedeki-makamkoltugunu-bertaraf-etmeli/ 156 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları YERYÜZÜ AYETLERİ II: “BELİRSİZ BİR DÜŞÜNCE GİBİ…” CANAN YARAR 08 Temmuz 2013 “Zavallı halk Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın Huzursuz ağırlığı altında ölü gövdesinin Bir yerden bir yere sürünüyordu…” Düşen bir kıvılcımın büyümesi miydi ki bu sokaklar, bu yangın yeri, bu haykırışlar? ‚Her şey böyle başladı‛ yazıyordu bir görüntünün yırtmacında< Düşen, ağır, koyu bir ağıt; moru hiç mor olamamış kara bir irin değil miydi ve bir anda değil! BİR ANDA DEĞİL!< Çok önceden ve hep düşmekte değil, düşürülmekte olan! Fazla kibir, sabrı usandırır! Bellek ağırlığının, ivmesiyle çarpımınca kuvvet bileyen adımlar boyu bir devinim titrer; bozar lâl olanı!< “Ola ki… Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk… Güneş ölmüştü Kim bilebilirdi artık Yüreklerden kaçan o üzgün güvercinin İnanç olduğunu…” Konuşacaklarımızı tutup da evden sokağa taşışımızda, anne terliklerinin menzili münasip yerlerimiz değil de sapanlarımızdı bu sefer! Bu sefer her ‚istop‛ sesi, farklı rengi çığırsa da, aynı yerinden kaçıp koşuşuyorduk ve hiçbir ezan eve davet Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 157 değildi artık!9 Kimyasal tanım ve ayrımlarda bir aralık soluk kalırdı ya elbet, yazıldı, saptandı, sorgulandı!< Bir kadın bağırıyordu! Çınlayışı kesik kesik sesiyle dileği nefes alabilmesi değil, nefes alabilmemizdi! Faşizm ile insani talep arasında bir ‚doğal‛ talep değil, bir sentezlenmeye müsait olmayan çelişki vardır! Bir adam değil, bir mekanik, o sesi duydukça asılıyordu namluya! Bir çocuk, boğulmaktan sıyrılmaya çalışan babasına, ağlama özgürlüğünden değil ağlatılma sebepsizliğinden sesleniyordu ‚tuvalete gitmem gerek baba!..‛ Sanki o haklı-haksız! şaşkınlığın parantezi, ‚beni anlayabiliyor musun?‛du< Bazen, örnek vermek, özelleştirilemez hallerde saçmadır! ‚v.s‛ ve ‚v.b‛ ibaresi, en azından burada bir yorgunluğun, bir geçiştirmenin değil, bir zihinsel isyanın, bir bellek titremesinin ibaresidir! ‚v.s‛< ‚v.b‛< ‚Benlik, zorunluluk eksikliğinden olduğu kadar olabilirin eksikliğinden de umutsuzluğa düşer.‛10 Fazla kibir, saçmada değil!, safsatanda, seni alaya bile konu olamayacak bir kötü acınası sündürüşe sürükler! Orada, burada ve şurada bir <11 duruyordu!< Bağırıyor, boğuluyor, vuruluyor, ölüyordu!< ‚Açın kapılarınızı!‛ dedikçe, çoğalıyordu! ‚Sen‛ diyemeyeceğimiz, öznesinden düşen: Her sesleniş çaban, sözde cürümünün kaba lafazanlığıydı! Yüzün ikileminin en mor çukuru, tükürsek ‚şükür‛ bilinesi, kutsal metinlerin teori ve pratik ironisi midir? ‚Evinize dönün‛ çığırtkanı, evden aslında hiç çıkmamış elit müminleri saymazsak! 9 10 11 S.Kierkegaard, ‚Ölümcül Hastalık Umutsuzluk‛. İnadına ‚cinsiyet‛siz! 158 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ‚Onlar, emanetlerini ve verdikleri sözleri gözeten kimselerdir.‛12 İnsan, ölürse acısından değil, kendine üzülmekten bilirdim! Ölmek< hani gitmek, bazen de nefs-i müdafanın onurudur da, sen o hiç de bilmediğin dilin nefs-i emare’sinde kaldın! Bilançon sana kalsın! ‚ ‘Durmadan şeylerin düzenine verip veriştirmek yakışık olamıyor’ diyordunuz bana. _ ‘Sinir hastası bir zıptıçıktı, cüzam aranan bir Eyüp, bir Buda bozuntusu, miskin ve yolunu şaşırmış bir İskit isem kabahat benim mi?’‛13 İsyan, duvarda beliriveren sarmaşık misali bir çatlayıştır! Var<! Yok<! Her potansiyel, bir değişim yaratır! ve bazı çocukların gece masalları kitaplarda değil, ebeveyn günlüklerinde kazılıdır; sonsuz üç noktalı anlatımlara gömülecek onca yaşanan karşısında, bir şükür bellemekse illa, hayır yaşım yetmiş değilse de henüz, sonsuz teşekkür şu zamanın, ‚bunlar‛ tabirinde ‚öteki‛ söylemini gururla sevip de kucakladığım ‚faiileri‛ne!< Bazı ölümlerin tarihi yoktur; yaşamlar boyu bir hatırgönüldür adı! Tahta bir yük değil, gönül borcudur omuzladığın!< Varsın, kırılan kemik bilsinler avurdunda dönüşen zamanı! 12 13 Kur’an-ı kerim, Mêaric Sûresi, 31. E.M.Cioran, ‚Burukluk‛. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 159 Fazla korku, kibir uyandırır!< “Ah tutsağın sesi… Büyüklüğü senin umutsuzluğunun Işığa bir küçük yol açmayacak mı Bu uğursuz gecenin bir köşesinden? Ah tutsağın sesi…” Bu< Fazla tanım, aşık usandırır belki, Tanımsızca bir ‚devam‛!< Ürküntü duymaksızın kendinin farkına varışın gibi bir mutluluk ve bıraktığın izlerce yaşam!14 http://fraksiyon.org/yeryuzu-ayetleri-ii-belirsiz-birdusunce-gibi/ 14 ****** 160 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları MIZRAK İSMAİL GÜNEY YILMAZ 08 Temmuz 2013 Hiç bilmediğimiz bir his için savaşıyoruz. Mavi kürenin güne kanayan sancısına adanmış binlerce başın ve ekmeksiz beşerin topyekun figanını taşıyoruz mızrak kınlarımızda. Mızraklarımız bizim, altı üst edecek bir vaveylayı saklıyor ucunda. Hiç bilmediğimiz bir his için küçük mızraklarımızla topraklarımıza yazıyoruz biz. Dilleri koparılmış tüm öksüz halkların bütün ihtilaf nehirlerini tek bir deltadan aynı ihtilal ırmağına taşımak için sivriltip mızraklarımızı milim milim ilerleyerek kanallar açıyoruz binlerce yıldır. Hiç bilmediğimiz bir his için yaşıyoruz namussuz bir nizamın müptezel taksimatında. Zemherideyiz ve ısınmak için müşterek hayallerin penceresindeyiz. Yoksulun bir’ine göz koymuş doksan dokuz’a malik pezevenklerin yıkılacak olan dünyaları için hazırladığımız kutlu depremin fecrindeyiz. En çok da gülüşlerimizden tasarruf ederek hiç bilmediğimiz bir hissin acelesindeyiz. Ecellerimizden önde yürüyoruz dostlarım, acılarımızdan çok önde. Zincirinden boşalan kan ve dumanız biz, isiz biz sonsuz, bir sessizliğiz ki milyonların üstündeyiz, delikli boruların ve iplerin gölgesindeyiz. Hiç bilmediğimiz bir hissin arifesindeyiz. Ölümümüz öper zulmün kınındaki Azrail’in gözlerini. Son bir bakışız biz mızrak kınından fırlamış. Bir tebessümüz sonra, acı bir ana çığlığıyız, bir parça etiz ya da kan damlası. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 161 Ezilmiş yaz günleriyiz biz güzün tevhidinde yığılı kuru yaprakların karanlık efkar yolunda kuru ve renksiz, tek ve kabus. Tek tek< Beşer beşer< Ah onar onar< Gömülü çiçekleriz biz dostlarım. Hiç bilmediğimiz bir his için, çizilmiş sınrılarını aşan, özlenen bahara adanmış ne de çok çiçeğiz biz ağlamaklı. Çiçeğiz kinde. Bilenen dramdayız biz, beklenen intikamdayız. Ayazdayız, mızraklarımız soğuk. Hiç bilmediğimiz bir his için< Erdal‘ız, yağmur ve güneşiz biz, düşünde boğulmuş yeni yetmeliğin. Hıdır ve İlyas‘ız, gökyüzüyüz yani ezgili iklimlerin ab-ı hayatında. Yeniden gündüzü harmanlayan toprağız dostlarım, Apo, Fatih, Hasan ve Haydar‘ız. Hala sert bakışlı delikanlılarız. Muştulu yarına ren Mahir‘iz. dönen derenin çarkına omuz ve- Özlerken Ulaş, mahzunca gülerken Cevahir‘iz. Hiç bilmediğimiz bir his için< Sabahın zifir vakti dünyayı çınlatan tek sesiz onunla helalleşirken mağrur, Deniz’iz, Yusuf’uz, İnan’ız. Kaypakkaya’yız ayak tabanları yara bere içinde de olsa akan kanı kırlara emziren, yüreği ve kasketiyle yürüyen< yürüyen< yürüyen< Ve büyüyen< Açan solmaz bir gülüz artık Vartinik’te. 162 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Hiç bilmediğimiz bir his için< Karadeniz’i yükseltip, alçaltan Suphi ve Nejat‘ız. Kıvılcımlı’yız, ciltler dolusu efkar ve mefkureyiz. Mahsun ve Kemal‘iz, hiç bilmediğimiz bir his için hiç gülmemişlere ateşi taşıyıp ışık olan. Sinan, Sabo, Niyazi, Ayşe, Berdan, Yemliha, İdil‘iz, umudun adını köhnemiş duvarlara kanla yazan. Hasan’ız barikat başında gülümseyen, 17‘leriz dağ başlarında parçalanan, yiğit Basalak‘ız karakolda teşhir masasını düzenin başına yıkan. Hiç bilmediğimiz bir his için< Mezarların ve yıkık konduların keder ve hınç damlayan duvarlarından sıcak bir tablo çıkaran. Birike birike, büyüye büyüye, soğukta, muştunun sarplığında, hücrenin çıplaklığında, depremin mühründe, tek yapraklı takvimlerimize harap bedenlerimizi yatırırken biz, bir kelebek ömrü kadarken soluğumuz ve capcansızken tüm mevsimlerimiz. Hiç bilmediğimiz bir his için yaşıyoruz biz. Mızraklarınızı kınından çekin! Nicemiz yandı o his için. ‚Ateşi söndürmeyin!‛ http://fraksiyon.org/mizrak/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 163 EKONOMİ İYİ DURUMDA AMA HALK DEĞİL: TÜRKİYE‟DEKİ GÖSTERİLERİN EKONOMİK ARKA PLANINA İLİŞKİN NOTLAR EREN BUĞLALILAR 10 Temmuz 2013 ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt’in, dönemin Nikaragua diktatörü hakkında, ‚Somoza orospu çocuğu olabilir, ama o bizim orospu çocuğumuz,‛ dediği rivayet edilir. Roosevelt’in bu sözü gerçekten sarf edip etmediği tartışmalıdır; ama onun bahsettiği model, –yani bir tür lisanslı diktatörlük– yıllarca Birleşik Devletler’in dış politikası olagelmiştir. Bugünlerde ABD, Suriye rejimin devrilmesi gereken bir diktatörlük olduğunda ısrar ederek başka Batı ülkeleriyle birlikte rejime karşı harekete geçiyor. Artık iyice bilindiği gibi, ABD, Türkiye’yi Ortadoğu için bir demokrasi modeli olarak pazarlayarak Suriye yönetimini devirmek için Türkiye’yi etkin olarak kullanıyor. ‚Arap Baharı‛ denilen süreçten bile önce, USAID (ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı) raporunda açıkça ‚Birleşik Devletler Türkiye’nin organize suçlar, uyuşturucuyla mücadele, nükleer silahlanma ve terörle mücadele konularında bölgesel liderlik üssü olması için çalışmaktadır,‛ denilmiştir (USAID, Kongrenin Bütçe Gerekçelendirme Raporu, 2010, s.386). Türkiye’yi üs edinen teröristlerin Suriye’nin kuzeyinde yaptıkları katliamlara bakılırsa, Türk devletinin organize suç alanında bölgesel bir lider olmayı başardığı açıktır. Eminim ki Obama ve arkasındaki oligarşi, Türk rejiminin de bir diktatörlük olduğunu ve kendi halkı karşısında birçok suç işlediğini biliyordur. Ama burada asıl önemli olan, ABD’nin bu diktatörlüğün sahibi olup olmadığıdır. Beşar Esad Amerikalı generallerin Suriye ordusunu ABD’nin çıkarlarına göre yeniden düzenlemesine izin vermiş ve Türkiye’nin uzun zamandır yaptığı gibi ülkesini Amerikan askeri üslerine açmış 164 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları olsaydı, Beyaz Saray’da ağırlanır ve Sayın Obama ile yağmur altında romantik bir basın açıklaması yapabilirdi. Ama olmadı. Eğer halkın huzursuzluğu hükümetin bir diktatörlük olduğunun kanıtıysa, Türkiye’de bir diktatörlük var demektir. Bu yazı kaleme alınırken ülkenin bütün büyük kentlerinde kitlesel halk ayaklanmaları oluyor. Gösteriler ve çatışmalar Ankara’da, İstanbul’un bazı yerlerinde, İzmir, Adana ve daha pek çok başka kentte sürüyor. İçişleri Bakanlığı 67 kentte 200’den fazla olayın meydana geldiğini açıkladı. Neler olduğunu ve her şeyin nasıl başladığını açıklayan birçok yazılı ve görsel açıklama mevcut. Bu yüzden bunları tekrarlamayacağım. Bunun yerine, ucu sadece çok uzaktan seçilebilen buzdağının hiç görünmeyen yüzü hakkında konuşacağım. Çünkü şu anda sokaklarda polisle çatışan insanlar, Türkiye’deki düzenin kendilerinde açtığı bu görünmez derin yaralar nedeniyle sokaktadır. Uzun süredir Türkiye hakkında yabancı medyada çıkan haberler Türkiye’nin ‚istikrarlı ve büyüyen ekonomisini‛ vurgulamayı tercih ediyor. Türkiye’deki milyonerlerin sayısının on yılda 10,000’in altından 50,000’in üzerine çıktığı söyleniyor. Ancak kimin ekonomisinin istikrarından ve büyümesinden bahsedildiğini açıklayan makalelerle nadiren karşılaşabiliyoruz. İstikrarlı ve büyüyen ekonomi. Kimin sayesinde? Büyüyen borçlar altında inleyenlerin sayesinde; bütün diğer OECD ülkelerindeki muadillerinden daha ağır ve uzun çalışanlar sayesinde; işsizlik oranları on yılda ikiye katlanan kadınlar sayesinde; sayısı 3.5 milyonu bulan ve yarısı eğitimlerine devam edemeyen Türk ve Kürt çocuk işçilerin sayesinde. Onların ekonomisi hiçbir zaman istikrarlı olmadı. Borçluların sayısı AKP iktidarı döneminde tırmandı. Ekonomist Mustafa Sönmez’in gözlemine göre, ‚2003’te tüketici kredisi borcu olan 2.4 milyon kişi vardı. Ancak 2012’nin so- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 165 nunda bankalara tüketici kredisi borcu olanların sayısı 13.2 milyona ulaştı.‛ Sönmez’e ait olan aşağıdaki grafik Türkiye’nin büyüyen ekonomisinin halka olan etkisini gösteriyor: Türkiye’nin en kötü yaşam kalitesine sahip OECD ülkesi olması talihsiz, ama bir o kadar da şaşırtıcı olmayan bir durumdur. Şaşırtıcı değildir, çünkü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2011 tarihli bir çalışması Türkiye’deki gelir uçurumunun çok büyük olduğunu göstermiştir. Toplam nüfusun sadece yüzde 1.2’si aylık 3000 dolar ve üstü gelire sahiptir. Alttaki yüzde 60, günlük 35 dolardan daha az kazanmaktadır. En alttaki yüzde onluk nüfusun durumunu sizlerin hayal gücüne bırakıyorum. Brezilya’nın eski devlet başkanlarından birinin (ki kendisi de bir başka diktatördü) bir zamanlardediği gibi, ‚Ülkemde ekonomi iyi durumda ama halk değil‛. Gerçekten de öyle. Kimin ekonomik büyümesi ve istikrarı, ne pahasına? AKP iktidarı süresince hapishane nüfusunda tarihi rekorlar kırılmıştır. Muhtemelen bunun nedeni, insanların suç işleme dışında hayatlarını kazanma yolu bulamamalarıdır. Ama bir neden daha var: Associated Press’in terör suçlaması nedeniyle verilen mahkûmiyetler (bunların çoğu siyasi muhalifleri engellemek için terörizm bahanesine sarılmanın örnekleridir) üzerine hazırladığı rapora göre AKP döneminde ‚12,897 ile *dünyadaki+ bütün terör mahkûmiyetlerinin üçte birini Türkiye oluşturuyor‛. Büyük resmi görmek için aşağıdaki grafiğe bakabilirsiniz: (Grafik: ‚Türkiye’de Hapishane Nüfusu: 1980’den AKP iktidarına.‛ Pembe boyalı alan AKP iktidarı dönemini gösteriyor. Değerler bin kişi üzerinden belirtilmiştir.) Aynı zamanda Türkiye iş kazaları (ya da aslında iş cinayetleri) sayısında son 12 yılda 12,686 ölümle Avrupa’da bir numaradır. 166 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Türkiye’deki gösterilerin sadece bu ekonomik sorunlar nedeniyle başladığını iddia etmiyorum. Hayır, bu indirgemecilik olur. Ama aynı zamanda ‚siyasi olarak huzursuz ama ekonomik olarak başarılı‛ biçiminde hayali bir Türkiye imgesi yaratan CNN tarzı ‚kültür savaşı‛ teorilerinden de çok sıkıldık ve bıktık. Siyaset tamamen ayrı bir konu. Belki daha sonra bunu tartışabiliriz. Şu anda ülkemde yoldaşlar polisle çatışıyor ve mücadelelerinden öğreneceğim çok şey var. Onlardan biri aklımdan çıkmayan bir Facebook durum yazısı paylaştı; ben de, halkın öfkesi ve dayanışma ruhu hakkında bir fikir verebilmek için kendi yazımı onun sözleriyle bitirmek istiyorum: ‚Görme engelli bir abi arkadaşının koluna girmiş ‚bana nereye doğru tas atacağımı söyleyin n’olur‛ diye bağırıyordu. 1314 yaşlarında iki çocukları arkada tas kırarken, anne ve babaları onların kırdıkları tasları barikatın başında polise atıyordu. 70 yaslarında bir amca ‚çocuklar benim gücüm tas atmaya yetmiyor keşke ölsem de cesedimden barikat yapsanız‛ diye ağlıyordu. Tabi bunlar yoğun gaz altında oluyordu. Bizi acıyla mı siniyorsun Tayyip?‛ Kaynak: http://mrzine.monthlyreview.org/2013/buglalilar070613.h tml http://fraksiyon.org/ekonomi-iyi-durumda-ama-halk-degilturkiyedeki-gosterilerin-ekonomik-arka-planina-iliskin-notlar/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 167 GEZİ İŞSİZLERİ‟NİN YANINDAYIZ: NE GAZLARINIZ NE İŞÇİ KIYIMLARINIZ SİZİ KURTARAMAYACAK 11 Temmuz 2013 Bu yazıda yer alan işten atma olayları: o Berhan Soner’in Olay TV’den atılmasına karşı imza metni ve basın açıklaması. o Marmara Üniversitesi‘nden Meryem muş için Onurumuzu Savunuyoruz hareketinin Kurtuldestek metni. o Yeditepe Asistan Dayanışması‘nın Barış Dağlı ve iki asistan arkadaşının işten çıkarılmasına karşı yaptıkları açıklama. Gezi isyanı bu ülkenin egemenlerini titretmeye devam ediyor. Mehmet’i, Abdullah’ı, Ethem’i şehit verdik. Onlarcamız yaşamını kalıcı sakatlıklarla sürdürüyor. Her gün evler basılıyor, Gezi Tutsakları’nın sayısı arttıkça artıyor. Çünkü Bertolt Brecht’in dizelerinde söylenenin retorik değil hakikat olduğunu iyi biliyorlar: ‚Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini!‛ Şimdi yeni bir silahla saldırıyorlar: Çalışan kıyımları. İktidara yaranmak isteyen patronlar Gezi Direnişi’ni destekleyen milyonlarca insandan bazılarını seçip işten atıyor. Böylece kendilerini bekleyen sonu geciktireceklerini sanıyorlar. Onlara iki şey söyleyelim: Saldırılarınız o sonu geciktirmez, yakınlaştırır. Halk hesap sormak için o sonun gelmesini beklemez. Sizi her yerde teşhir edeceğiz, adınız o yüz kızartıcı Gezi Düşman- 168 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ları listesinde yer alacak ve her an halkın tepkisini ensenizde hissedeceksiniz. Gezi İşsizleri Her gün farklı sektörlerden arkadaşlarımız Gezi İşsizleri’nin arasına ekleniyor. Tan Sağtürk Akademi’deki gitar eğitmenliği görevine ‚Gezi Parkı olaylarına katıldığı için‛ son verilen müzisyen Devrim Yoldaş bunların en son örneklerinden biri. Ana akım medyadaki işten atmalar, ‚ayrılmalar‛ ve yasaklamalar (örneğin Doğuş Medya’dan Cem Aydın’ın işten atılması, NTV Tarih Dergisi’nin kapatılması, Sabah’ın ombudsmanının yazısının sansürü vb.) daha görünür durumdayken medyanın yandaş kıyımları bunlarla sınırlı değil.Bursa Olay Gazetesi İnternet Sorumlusu Berhan Soner kişisel sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımlar deneniyle işveren baskısına uğradı ve işten atıldı. ‚Artık vatandaş gazeteciyim‛ diyen Berhan Soner daha önce Bursa Çağdaş Gazeteciler Derneği başkanlığı da yapmıştı. Bursa ÇGD utanç verici bir tavırla bu gazeteci kıyımına sessiz kalır ve protesto metnine imzasını koymazken, Aktif İnternet Medyası Derneği (AKİMET) öncülüğündeyapılan basın açıklamasına TMMOB’dan Bursa Barosu’na birçok kurum katıldı. Akademinin içinden de bu utanç verici kıyım kampanyasına destek var. Rektörler bile bu kirli dalganın dışında kalamazken, Marmara Üniversitesi’nde 12 yıldır çalışan M. Meryem Kurtulmuş’un görev süresinin uzatılmasında akademik personelin yeniden atanma teamüllerine ve üniversitelerdeki idari işlemlere aykırı davranılarak kısıtlamaya gidildi. Yeditepe Üniversitesi‘nden Barış Dağlı da Gezi’ye destek verdiği için işten atıldı. Belediyeler de bu aşağılık kampanayaya katılmakta gecikmedi. KESK’in Gezi’ye destek için 4-5 Haziran’da yaptığı iş bı- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 169 rakma eylemine katılan Mamak Belediyesi’nin KESK-Tüm-BelSen’li 66 kamu çalışanına soruşturma açıldı, 8 kişi ‚geçici görevlendirme‛ bahanesiyle sürgün edildi. KESK, yaptığı bir basın açıklamasıyla bu baskıları ‚faşist zihniyetin ürünü‛ olarak tanımladı. Gezi direnişleri sırasında halka düşmanlık yapan ticari işletmelerin akıbetini unutmayın. Halk boykot başta olmak üzere çeşitli yöntemlerle bunlara tavır aldı, almaya devam ediyor. Gaz bombalarınızdan, TOMA’larınızdan, tazyikli sularınızdan, plastik ve gerçek mermilerinizden korkmayan halk, kapitalistlerin aşağılık iş şantajına boyun eğmez. Berhan Soner, Meryem Kurtulmuş, Mamak Belediye İşçileri ve işten atılan bütün arkadaşlarımız derhal görevlerine iade edilmelidir. *Burada değinilen kıyımlara karşı çıkan tepki metinleri yazının aşağıdaki adreste yer alan tam metninde ulaşılabilir.+ http://fraksiyon.org/izmir-universiteleri-calisanlari-tutsakogrencilerinin-yaninda/ 170 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları GEZİ‟NİN BEDEL ÖDEYENLERİ İÇİN DAYANIŞMA BAYRAĞI DAHA DAHA YUKARI BARIŞ YILDIRIM 11 Temmuz 2013 Fakültede bir hazırlık var. Gezi’nin onlarca tutsağından biri Kubilay İyit, DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi’nde bütünleme sınavına gelecek. Bu tatil günlerinde yüze yakın öğrenci arkadaşı ve hocaları toplanmış onu bekliyorlar. Kubilay’ın öğrencisi olduğu Müzikoloji Bölümü başta müzisyen arkadaşları bir araya gelmiş Sokak Orkestrası’nın Gezi Tutsakları için yaptığı ‘Almaya geldik sizi’ şarkısını söylüyor. Klarnet flüte, cajon gitara, sesler seslere karışıyor. Herkes hep birlikte söylüyor: ‚Taksim tutsak Gezi tutsak, kışlada ağaç tutsak His tutsak nefis tutsak, kaskında polis tutsak - Almaya geldik dostlar almaya geldik sizi Almaya geldik dostlar tutsak bedenlerinizi<‛ (bu karşılama etkinliğinin Almaya Geldik şarkısıyla birlikte hazırlanmış klibi şu adresten izlenebilir: http://www.youtube.com/watch?v=MOLwwzoZQEQ&feature =youtu.be) Kubilay’ı getiren mavi çelikten hapishane arabası görününce şarkı alkışlarla ve sloganlarla bölünüyor: ‚Her yer Taksim, her yer direniş!‛ Daha coşkulu bir kalabalık sınav çıkışı kapıda bekliyor. Gezi tutsağını alıp giden zindan arabasının acele eden egzozu sloganlardan duyulmuyor: ‚Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!‛ Gezi şehitlerimiz var, birbirinden genç ve güzel, faşizmin dişleri arasında yittiler. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 171 Gezi gazilerimiz, yaralılarımız, sakatlarımız var. Kimi bir daha göremeyecek, kimi yürüyemeyecek, kimi hâlâ yoğun bakımda. Gezi işsizlerimiz var, leşlerden arta kalan lokmaları iktidar onlardan esirgemesin diye direnişçileri kovma sırasına girdiler. Bir de Gezi tutsaklarımız var. Her gün yenileri ekleniyor onlara ama her gün ülkenin her yanından binlerce insan, belki hiç görmedikleri, belki de hiç görmeyecekleri bir ‚park için‛ ölümü, yaralanmayı, işsiz kalmayı ve tutsaklığı göze alarak sokağa çıkıyor. Gezi’nin o destansı dayanışma ruhu yalnızca alanlarda çatışmalar sırasında değil, her an her yerde, özellikle de Gezi’nin bedel ödeyenleri için yükseltilmelidir. Bu abluka böyle böyle dağılır. http://fraksiyon.org/gezinin-bedel-odeyenleri-icindayanisma-bayragi-daha-daha-yukari/ 172 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ÇÜNKÜ ÖFKEMİZ BÜYÜR GURURLANIRIZ… (DİZELERLE) DİYAR SARAÇOĞLU 14 Temmuz 2013 Hep hafızalarımızdan şikayet edilir ya yıllardır. ‚Ne belleksiz bir toplumuz,‛ der durur insanlar. Yaşananları, geçen ayları, yılları bir bir unuturuz, unuttururlar. Böyle olmayan anlar da vardır ama! Ve bizim bir haziranımız Bir yıl kadar yetecektir dünyaya Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış15 Haziranımız direnmenin ayıydı ilk, sonra isyanın. Unutulmayacak cinsten. Çünkü kardeşlerimiz dövüştü, dövüşüyor, dövüşecek İstanbul’da, Ankara’da, Antakya’da<16 ‚Nasıl olsa biter‛ dedi binbir kendini bilmez. Saman aleviydik, 90 kuşağıydık, orta sınıftık onlara göre. Öyle de olmadı, bitmedi! Tam o sırada bütün görkemiyle temmuz geliyor sanki gitmemek üzere17 İsyan’ın sönmediğini görenler kuduruyorlar her gün. 40 günü devireli çok oldu üstelik. Forumların, eylemlerin ardı arkası gelmedi. 15 ‚Biraz Daha‛, Turgut Uyar ‚Utanıyorum Yaşamaktan‛, Cahit Irgat (‚Kardeşlerim dövüşüyor./Varşova’da,Paris’te.‚) 16 17 ‚Sonsuz Girişim‛, Turgut Uyar Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 173 Derken bir canımızı daha aldılar. Ali İsmail’i. Zafer işaretli tişörtüyle gencecik, 19 yaşında. Unutmadığımız anlar da vardır. Mehmet’i, Abdullah’ı, Ethem’i unutmadık. Ali İsmail’i de unutturmayacağız! Çünkü Ali İsmail hiç 20 yaşında olmadı! Çünkü Ethem’in annesi Medine’nin annesinin yanında durdu, omzuna omuz verdi. Çünkü öfkemiz büyür gururlanırız! Çünkü halk denilen bu yangın içine katarak bizi kardeşin kardeşi kucaklamasıdır biraz da gökyüzü<18 Dudaklarımızda sonsuz bir acı Sussak olmuyor. Olmamalı da! http://fraksiyon.org/dizelerle-ofkemiz-buyur-gururlaniriz/ 18 ‚İsmet‛, Gökhan Taner Günsan 174 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ADLARINIZ ONURUMUZDUR: ETHEM, ABDULLAH, MEHMET, ALİ VE DİĞERLERİ SÜREYYA KARACABEY 14 Temmuz 2013 Kuşluk vaktinde serçeler, cıvıltılarını anlamayan, tüylerini kana bulamak için bekleyen bir dünyadan uçarak giderler, küs yürekleriyle. İçimiz yanarken, ideal denilen soyut evrenseller, daha ilk verilen sözde bozulmuşken, herkes duruş değil poz peşindeyken, güvenmek, kutsal bir ayinden kalmış yetim bir sözcükken, kalbimiz parçalanırken, parçalanırken, sert bir rüzgar kapımı çarptı, içimdeki bütün sözcüklerEthem, Abdullah, Mehmet, Ali’nin harfleriyle kırıldı. Adalet desem siyah bir leke büyüyor ağzımda, merhamet desem köpüklü, yeşil bir sıvı. Artık anlaşabileceğimiz hiçbir sözcük kalmadı, koruyamadığımız çocuklarla birlikte buradan uzaklaştı. Bir gülüşe sıktığınız kurşunlarla, küçücük bir çocuğu öldüren korkunç sopalarınızla ortak bir iyinin imkanları için savaşan insanların dünyasından sonsuza dek sürüldünüz, insanlık sözcüğünün bütün çağrışımlarından da. Artık sandıklardan sadece yılanlar çıkacak, kurduğunuz grotesk düzende demokrasicilik oynarken, ortada mantıklı bir şey varmış gibi açıklamalar yapan uzmanlarınızla uğraşın sonunu getirmek için bütün dünyanın. Bizim dünyamızın kıyısından bile geçmeyi düşünmeyin, artık kovuldunuz ortak bir düşün bütün ormanlarından. Sizler, hepiniz, çocuklar öldürülürken strateji planları yapan uzmanlar, absürd bir saldırıyı mantık dizgesinde anlamlandırmaya çalışan yazarlar, hepiniz, kovuldunuz bizim dünyamızdan. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 175 Oysa onlar ‚özgürlük‛ diye haykırırken ne içtendi. Barbarlığınıza karşı nükteler savururken, galiz düzyazılarınıza şarkılarla cevap verirken ne güzeldi. Ben bu çocukların annesiyim, kardeşiyim,kalbinden başka mülkü olmayanların kuracağı bir ülke benim ülkem. Ülkeniz, sınır hesaplarınız, paraya tahvil ettiğiniz ruhunuz, borsalarda inip çıkan kalbiniz nereden anlayacaktı ki başkaları için acı çekmesini bilen çocukların güzelliğini. Artık anlaşılmak falan da istemiyorlar zaten, onlar biliyorlar sadece kendi düşlerine borçlu olduklarını, size değil, hiçbirinize değil. Ethem, Abdullah, Mehmet, Ali, siz ölürken başka hesaplar yüzünden başka bir kardeşinizi daha vurmuşlardı sırtından, Medeni’yi; biz hepinizin düşlerini omzumuza aldık, sizden kalan gülüşleri, harfleri, güzel yüzlerinizi. Kalbinize kefiliz, düşlerinize, adlarınız onurumuzdur, güle güle. http://fraksiyon.org/adlariniz-onurumuzdur-ethemabdullah-mehmet-ali-ve-digerleri/ 176 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları HAYAT VE BARİKAT YOKLAMASI EVREN BARIŞ YAVUZ 15 Temmuz 2013 Bir zamanın içinden geçiyoruz ki o zaman bizi sarmalayan her şeyin yalın anlatımı oluyor. Zamandan taşıyoruz, zamandan arta kalıyoruz. Şimdi zamanın yırtıklarından olmakta olan, yürümekte olan, şiddetlenmekte olana bakma vaktidir. Bir söyleşisinde ‚Tek günlük devrimci durum, edebiyattan daha heyecanlı.‛ demişti Uyurkulak. Belki hiç yazılmayacak günlerin bakış izlerini toplamak düşüyor ellere. İmge kendisini kuruyor ve hazır bekletiyor, şiir patlıyor sokaklarda, şarkı ram oluyor hayatın seslerine, sözsüz kalmış anlatacaklarımız hikayesini buluyor. ‚Bana bir şey oldu‛ diyor bazıları, depresyon hapları çöplerde, gündelik telaşlar unutulmuş, yorgun bedenlerde bir hınç estetiği. ‚Faşizmin maskesini düşürmek‛ diye yola çıktı, yaşlı Avrupa’nın gencecik şehir gerillaları. Düşürdüler demokrasi maskesini polis devletlerinin. Açık ettiler her türlü yalan kesiklerini< Tenlerinde söndürdüler korkunç bir vahşeti. Faşizme bir tokat gibi bedenlerini çarpan çocukların hayata işledikleri fay, bizim toprakların ağır işçilerinin coğrafyayı sarsan sebatlarıyla birleşti. Bu iki demirden sağanak altında yürüdük. Metropollerin oyuklarına saklanmış dağlı anlatımlarda ve sebatkar kuşakların on binlerle açtığı o dehlizlerde< ‚Depresyon ile devrimcilik arasında imkânın sonsuzluğu<‛ diye mırıldanmışız mayıs günlerinde< Kökünü eskil bir anlatıdan alan, yepyeni bir ifade oluş. Örselenmiş bir yetimlik gibi, çalınmış çocukluk, kaybedilmiş ev, tamamlanmamış baba gibi< Her bir yarayı örten o ‚esirgeyen ve bağışlayan direnmenin adıyla‛ başlamak her bir güne. Karınca emeği, kuş lokması, mezar kokusu. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 177 Gün kokuyor. Güneş yakıyor bu sözleri. Nostalji yok, melankoli darmadağın, umutsuzluk biçimsiz< Heyecan veren bir vuruş gücü. Bedenini yeni tanıyanlar, gücünü, korkusuzluğunu, hastalıklarının nasıl da önemsizleştiğini henüz anlayanlar. Büyük iyileşme. Büyük bir ontoloji için en güzel başlangıç. Bir toplumsal vakıadan çok bir doğa yıkımı gibi. Deprem gibi. Beklenmedik, ölçülemez ve elbette tesiri zamanda yerini bulan. Kırılan her kabukta çatlayan her yüzeyde geçmişin o kara suç ortaklıkları, yanlış yaşanmış doğruların hüznü. Toprakların gördüğü en uzun kan kardeşliği. Daha güçlü vurmak için yumruklarını sıkan gece evleri, gizli gözyaşı törenleri. Her birimiz ağlıyoruz ama öyle belli belirsiz karanlıklarda, sokakta uzun yürürken, birden bire< Hayat ve barikat yoklaması Kadınlar. Şanlı bir ayaklanmaya her gün yeni ölüler veren, sokakta, gündelikte, iş yerlerinde özgürlük ve onur için dik durmaya çalışan, dayanışan, yeni bir dünya için alıştırmalar yapan kadınlar. Ayşe Paşalı barikatları, Emine Akçay barikatları< Bedenlerinde uyumadıkları günlerin hıncı, tenlerine sürgün verilen günlerin< Şimdi soluklu bir kadın ayaklanması için nefesler vakti. Cinsiyet belalıları. Toplum denen toplama kampının sürgünleri. Devletin cinsiyetine ödenen bedeller, ‘varolma’nın dayanılmaz şiddetini bir özgürlük yürüyüşüne değiş tokuş edenler. Ahmet Yıldız’a yönelen içsel nefreti, barikatlarda dindiren kardeşler. ‘Onur’ kelamına yürümek, onursuzluk dayatan her ittifakı dağıtmak vaktidir. ‚Genç olmak yetmiyordu<‛. Devletin ezberine doğaç okuyan çocuklar. Dünyanın ortasında bir barkodlanmış hayatlar reva görülenler. Ucuz iş gücü planları, reklam pazarlama anketleri, hedef kitle raporları dışında varlıkları önemsenmeyen sıradan müşteriler, tüketiciler, müstakbel kredi kartı kullanıcıları< Genç olmak yetmiyordu evet. İktidar hayatı çitlerle 178 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları çevirdiğinde, o çitleri kırmak idi genç olmak< Gencecik bir isyanımız, direnme kabiliyetimiz oldu böylelikle. Gelecek fikri için dövüşürken, geçmişin kapanmadık hesaplarıyla yürümek vakti. Gezi’den Gazi’ye Anadolu’nun kurulmuş komünleri< Yoksullar. İş gücü belasının sürgünleri. Bedenleri çalınan işçiler, sınıf kırımında onar, beşer, kardeşlerini kaybeden o lanetli sınıf. Hiddeti emsalsiz, hatırası kadim yoksullar. Banka işinde, ajanslarda, fabrikalarda, sanayi sitelerinde, gündelik ev temizliğinde üç kuruşluk köle ücretine çalışan cemi cümlemiz< Emeğini, hünerini kadavralaşmış bir düzene akıtmak zorunda kalan o büyük kardeşlik. Uçuşan taş kuşlarının arasında, donatımsız isyankarlarımız< Yeni bir hayatı kuracak olan korkunç kalabalık. Kalbi kırılanlar. Hesap edilemez, incitilmek nedir. Kalbi kırılanların sokaklara akan sesidir onurlu bir hayat talebi< Hayasız bir yağmaya, buyurgan devlet diline, gün be gün artan semiren yalan rejimine karşı hayıflananlar, söylenenler< Söz oldular. Söz yerini buldu. Yeter! Demek bir politikadır. Talebi yoktur! Kurucudur! Kimseden bir şey istememesi gerektiğini öğrenecek olandır<. Devrimcilik. Topraklarımızın tarihinde bir tek özgürlük hareketi oldu; Devrimciler. Kök saldılar, yanılgı ve yenilgiler içinde sürdürülebilir bir isyanı nüveler halinde döktüler hayatın içine. Devletin amansız şiddetini kora kor aldılar koyunlarına. En güzelleri halkımızın, toprağımızın en kıymet bilir kızları ve oğulları kızıl bayraklara sarılı yürüdüler sonsuzluğa. Adları bir idi. Binler oldular. Dik durulması gereken zamanı, dişlerin dökülmesi gereken, vinçlerin önüne yatılması, asker süngüsü önüne durulması gereken vakti onlar bildiler. Bir kucak dolusu ateşle geldiler barikatlara. Şan oldu. Her kusurları, her eksikleri halkın derin bilgeliğinde sınanacak ve onarılacaktır. Zindanlar, hastaneler, mezarlar< Can olsun. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 179 Aleviler. Sadece katliamlar parantezinde anımsananlar< Çorum, Maraş, Sivas, Gazi ve dahası< Ama bu toprakların kadim bilgisi, toprak kokusu, mücadelenin batıni hatırası onlardadır. İnandıkları gibi sade, inandıkları gibi canlara karışarak aramızdan giderler. Alevilerdir bu siyaset sahnesini defalarda alt üst edenler. Alevilerdir isyanların öz suyu ama ismi çağrılmayan mayası< Cem oluyoruz bunlarla, bu kahırlı bilgiyle büyüyoruz. Alevden saçlarıyla giriyorlar kardeşlerimiz barikatlara, alevden soluklarıyla özgürlük güçlerine omuzlar veriyorlar. Bu topraktaki her siyasetten eskidir, dillerine dolanan o binlerce yıllık secere< Aleviler 1990’ların ardından yeniden sinelerini açıyorlar özgürlük tufanına< Büro ile barikat arasında geçen günler alıştırmadır. Taş falan atmaya değil! Yaşamaya, yaşam kurmaya alıştırmadır. Bu topraklar içine işleyen bu haziran ayazında küçük harflerle konuşmuş, büyük bir hiddetle dövüşmüştür. Ve dövüşülmektedir. ‘Cür’et’ demişim yıllar önce. ‘İyileşme’ demişim. ‘Adalet olacağız’ demişim. İktidardan hiçbir şey istemeyen ve iktidarı da boşa düşeren bir sözün vaktidir. Anadolu ve Mezopotamya yeni bir ‚anti-faşist sözleşmeye‛ ilerlemektedir. Hayat politiktir. Hayat kolektiftir. Sokaklarda özlenen, övülen her ses, her edim sosyalizandır< Direnenler hakça bölüşmek ve kardeşçe yaşamak istemektedir. Aşk olsun! http://fraksiyon.org/hayat-ve-barikat-yoklamasi/ 180 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları SANMA Kİ HİKAYESİ ŞU TİTREYEN DALLARIN DÜŞEN YAPRAKLA BİTER! İSMAİL GÜNEY YILMAZ 17 Temmuz 2013 Yiğit Antakya halkının ellerinden öperek< Artık bırakabiliriz üzülmeyi. Ya da henüz tanışıyoruz hüzünle< 31 Mayıs halk hareketi gerildiği yatağından fırladığı günden bugüne devletin kapsamlı ve çok yönlü saldırılarında bir değişiklik olmadı. Hükümet,uyutmadan, yedirip, içirmeden daha da mankurtlaştırdığı kolluk gücüyle ve ilerleyen zaman içinde ona yedek kuvvet olarak eklemlenen sivil itaatkarlarıyla direnişçilerin sesini kesebilmek için bilinen, ön görülebilen ve önceden pek tahmin edilemeyecek -faiz lobisi mavraları vs.tüm araçlarıyla operasyonunu kıyasıya sürdürüyor. Direnişin parçaları olan güçler de devletin cüretkar müdahalesine aynı cüretle karşı koymaya devam ediyorlar. Ancak isyanın başından bugüne gelinceye işin renginde kimi önemli değişiklikler de olmadı değil. İlk elden belirtilmesi gereken isyanın başladığı formu olan topyekun ayaklanma halinden -en azından şimdilik- çıkmış olmasıdır sanırım. Başlangıçta ülkenin üç büyük kentinin meydanları olmak üzere çok sayıda fiili mevzi kazanan hareket, Ankara ve İzmir ve diğer illerde hızla, İstanbul’da ise aşamalı olarak bu kazanımlarını kaybetti. Taksim’de meydanı ve Gezi Parkı’nı, yani Türkiye’nin kalbini devletsizleştiren hareket, önce örgütlü sosyalist yapıların elinde bulunan meydanı kaybederek ‚etkisizleştirilme‛ sürecinin içine sokulmuş oldu. Devletin müdahaleye ilk meydandan başlaması ve Gezi’deki grupları sözde, devrimcilerden ve sol fraksiyonlardan ayırıyormuş, parktakilere derin bir sempati ve şefkat besliyormuş gibilik havası icat etmesi elbette ki yaman bir taktikti. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 181 Ne ki bu yaman taktik muhtemelen Başbakan’ın Vali’yi aceleyle ittirmesiyle bir hayli ele yüze bulaştırılmış olsun, yine de devlet burada istediğini aldı ve isyan patlak verdiğinde, kendi adına esamesi okunmayan psikolojik üstünlüğü hükümet ele geçirdi, bunu bir kenara önemle yazalım. Burada parktaki kimi grupların ve direnişe kendi cephesinden kendince destek veren aydın, yazar, sanatçı takımının gerçekten de ‚çiçek çocuk‛ havası yaratan hareket ve söylemleri de devletin Gezi’ye doğru uzattığı ekmeğe yağ sürmüş oldu kuşkusuz, hem de öyle böyle bir yağ değildi bu! Devrimcileri tanımlarken onları aynen sistemin diliyle yabanileştiren ‚marjinal‛, ‚radikal‛ gibi sıfatları hiç teklemeden kullananlar da bu açıdan gerici düzenle istemeden ve dolaylı olarak işbirliği yapmış oldular, acı. Söz gelimi Taksim’in özgürleştirildiği ilk günlerde çevreyi dolaşıp, olan biteni kafamızda anlamlandırıp, analiz etmeye çalışırken, o an beraber parkı, meydanı ve İstiklal’i turladığımız arkadaşlarımın sosyal ve mesleki durumları itibariyle birkaç meşhur ‚sosyalist aydın‛la da sohbet etme imkanı buldum. Hepsinin sanki aralarında sözleşmiş gibi devrimcilere karşı üstenci ve alttan alta uç veren kindar bir dille ‚marjinaller‛, ‚radikaller‛ deyip onlardan rahatsızlıklarını dillendirdiklerini söylesem size garip gelir mi acaba? Yo yo, bahsettiğim Ahmet İnseller ya da Fuat Keymanlar değil, bir hayli beri gelin! ‚Yahu ne yaptı ki bu ‘marjinaller’?‛ derseniz eğer, vitrinleri indirmişler, polise, karşı şiddetle direnmişler filan. Ulan camı çerçevesi indirilen çok uluslu şirketlerin, garibanların kapılarından içeri adımlarını atamadıkları tekellerin mağazalarının vitrinleri, yani hani hakkında sayfalarca döşendiğiniz ‚vahşi kapitalizm‛ var ya işte tam da onun simgeleri, sizi burada geren, ayıpladığınız, ‚provokasyon tespiti‛ ne iten güdü ne? Olası bir devrimin provasını görmüş olmanızın yarattığı konformizminize zeval gelmesi korkusu mu?! Ne?! 182 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Devrimciler, patron-ağanın mülküne değil de mesela Melekler Dürümevi’ne saldırsalardı sebepsiz, eyvallah çekeceğiz yakarışlarınıza da, öyle bir durum da yok! Şimdi biraz olsun içimizi boşaltabildikten sonra tekrar birkaç paragraf önceki mevzumuzdan açarak devam edelim. Devletin müdahaleye meydandan başlaması başı sonu ölçülüp, tartılmış fakat aceleden kaynaklı paldır küldürleşip devleti bazı noktalarda ‚meşruiyet‛ zeminiyle ilgili biraz köşeye sıkıştırarak da olsa planlanmış bir yol haritasının ürünüdür dedik mealen. Sonuç olarak meydan kısa süren bir sokak savaşından sonra polisin eline geçmiş oldu. Yine kısa bir süre hem polisin, hem de direnişçilerin meydanda durabildiği bir ‚pata durumu‛ süreci yaşanmış olsa da Gezi’ye müdahaleyle devletin mevziler bazındaki fiili üstünlüğü pekişti. Başta çok sert geçen ve haftalarca süren Ankara’daki çatışmalı günler ve geceler ile Beşiktaş’ta uzun, birkaç ilde de orta uzunlukta süren çatışmalar dışında Taksim’in polis tarafından işgaliyle direniş süreci kendiliğinden ve yavaş yavaş farklı bir duruma evrildi. Bu andan sonra direnişçilerin, polis saldırılarının yarattığı anlık ve son derece yerel, pek de ‚çatışma‛ sayılamayacak küçük çaplı ‚heyecan ve gerginlikler‛ dışında mutlak bir biçimde savunma düzenine geçtiği söylenebilir.19 Direnişin ‚polisin tomayla sıktığı sudan, gazından ve copundan kaçma görüntüleriyle‛ karakterize olan sürecinin bu ayağının diğer iki özelliğiyse eylemlere çeşitli biçimlerde katılımın ve hatta ilginin hem yerellerde; hem de ülke çapında belki de dramatik sayılabilecek bir istatistikle düşmesi ve sahneye sivil faşistlerin sürülmesi olarak okunabilir. Meselenin birinci boyutunun gayet doğal bir sonuç olduğunu hemen söyleyelim. Zira eğer başlamış olan bir toplumsal yükseliş herhangi somut Son birkaç gündür süren Antakya direnişini ayrı bir yere yazalım elbet. 19 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 183 bir yere varamıyor ve müspet bir nihayete erişmesi giderek zor gibi görünmeye başlamışsa o eyleme ‚sıradan‛ kitlelerin katılımı mutlak bir biçimde düşecektir, bunda şaşılacak hiçbir şey yok. Ve sanırım yazının bu durağında eylemlere katılım sayısındaki düşüşte sadece devletin insan öldüren, yaralayan, göz çıkaran, hapislere tıkan, yalan dolanla farklı duyarlılıkları olan halk kesimlerine teşhir eden ‚sonuna kadar zembereğinden boşalmış şiddet‛ eksenli politikalarının payının olmadığını söylemek gereksiz olacaktır. Ülke çapındaki eylemlerde katılımcı sayısının giderek azalmasında ve yaratılan heyecanın belirgin bir biçimde sönmesinde devrimci hareketin ve diğer sol fraksiyonların yapısal sorunlarının da büyük etkisi görülmeli. Devrimci hareket ve diğer sol fraksiyonlar, her ne kadar eylemlerde aktif ve görünür bir biçimde yer almış, tabanlarını en gerisi, en korkağı, en ilişkisiz kalmışı, en belli belirsiz bir sempati besleyeni dahil gösterilere katabilmiş olsalar da20 direnişin genelinde gözlemlenen devrimci öznenin iradiliği eksikliği son derece barizdir. Düşünün ki bir memlekette sosyal bir patlama olmuş, milyonlar hesap sormak için alanlara, caddelere doluşuyor, kelimenin tam karşılığıyla bir ayaklanma söz konusu ama duvarlarda devrimcilerin kavgaya çağıran yazılamalarından ziyade çoğu geri zekalı işi olan lümpen/cinsiyetçi karalamaları görüyorsunuz, olacak iş mi? Ama oldu işte. Elbette ki burada devrimcilere önerilen ya da onlardan beklenen klasik hotzotçu, sekter bir tavırla eylemleri tamamen kendi kanalına ve alışılageldik yöntemlerine çekmesi, yaratılmış tüm yenilik, özgüllük ve öznellikleri boğması değil, haşa! Fakat devrimci hareketin ve genel Gazi’de on binlerce kişinin devrimci hareket önderliğinde otoyolu trafiğe kapatarak gerçekleştirdiği yürüyüşleri ve başta Okmeydanı olmak üzere devrimci mahallelerdeki geceler boyu süren güçlü çatışmaları unutmayalım. 20 184 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları olarak sosyalist solun, direnişin samimi olan tüm öznelerini çevreciler, Müslümanlar, Kemalist/laisist duyarlı fakat gelişebilir ilerici bir vizyona sahip olan özneler, feministler, etnisite kimliklerini ya da Aleviliklerini öne çıkaranlar<- 21 kendi var olma biçimleriyle kabul ederek onları kendi doğal önderliğindeki kurtuluşa kadar sürecek bir kavga için seferber edememesi ülkenin devrimci sol hareketi adına üzerine düşünülmesi gerekenler listesinde en üstte yer almalı. En azından yaşadığımız memleket olan İstanbul üzerinden söylersek, devrimci/sol yapılardaki bu ‚dönüştüremeyen iradesizlik‛ durumu aslında isyanın başından beri bazı gerçeklerle de işaretlerini vermişti. Örneğin Taksim kazanıldıktan sonra solun meydanda kürsü kurup örgütlediği miting Gezi’deki karnaval havası sürmesine karşın son derece renksiz ve heyecansızdı. Üstelik bu mitingte sendikaların da hemen hemen hiçbir görünürlüğü yoktu. Bir sonraki miting, çok geniş katılımlı ve çok daha örgütlü olsa da yine aynı heyecansızlık, ‚işin nereye gideceğini tam kestirememekten ve direnişin kendine özgü diğer handikaplarının yarattığı sorunlar‛dan ötürü gelişen ‚tatsızlık‛ yine hakimdi. Aynı durum bir başka boyutuyla sendikaların yıllar evvelinin çok güçlü bir grev/eylemini hatırlatma amacıyla iddialı bir biçimde isimlendirerek örgütlediği ‚AKP faşizmini ihtar mitingi‛ ve ‚grev‛inde de su yüzüne ayan beyan çıktı, Taksim’in kıyısına kadar gelen sendikalar kendilerine güvensizliklerini çok net bir tavırla ifşa edip, dağılma kararı aldılar. Taksim’de kalan kitleler o gün polisle çatışsalar da insan gücünün önemli bir bölümü terk-i mevzi ol- Anarşistler de devrimci mücadelede Marksistlerin dolaysız ittifakları sayılmalı. Kürt ulusal kurtuluş hareketi de böyleyse de -umalım ki en azından şimdilik- ‚konjonktür‛ bu biçimde işlemiyor. 21 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 185 duğu için gerçekleştirilen direniş delikanlıca olsa da devrimciler adına müspet bir sonuç doğamadı.22 Gelelim Taksim mevziinin dağıtılmasından sonraki bir diğer olguya, yani geneli AKP’li olan sivil faşistlerin direnişçilere karşı gerçekleştirdiği saldırıların artarak, sıradanlaşmasına. Rize merkezde önemli bölümü ulusalcı olan eylemci kitleye faşist cühelanın gerçekleştirdiği yüzlerce insan katılımlı linç girişiminden ve Konya’daki benzer ama daha az gündem olan saldırılar gelen örgütlü tecavüzlerin önemli belirtileriydi. Tabi ki bunlardan önce de İzmir, Eskişehir gibi pek çok yerde direnişçilere Ali İsmail’in de katledildiği yoğun saldırılar oldu ama oradaki ‚sivil görünüm‛lü insanların gerçekten kim oldukları henüz tam olarak net değil. Taksim Dayanışması‘nın çağrısını yaptığı ancak polisin ‚asayişi çoktan sağlamış‛ olmasından mütevellit gerçekleşmeyen ve Taksim periferindeki çatışmaların akşama dek sürdüğü gün Kasımpaşalı faşist bir taraftar grubunun, polisler, ‚morali bozuk‛ az sayıda eylemci ve esnaftan başka hemen hemen hiç kimsenin olmadığı İstiklal’e ağızlarında salyalar, ellerinde sopalarla yürümesinden sonra direnişçilere sivil faşist saldırılar süreklileşti, sıradanlaştı. Bu saldırıların da hükümetin yaptığı kara propaganda ve tabanında örgütlediği ‚sosyal ağ‛ sebebiyle ‚normal‛ olduğunu söyleyelim. Bu sitede bu satırları okuyan insanların hemen hepsinin geldikleri sosyal sınıf ve katmanlar itibariyle herhalde AKP taraftarı bir yakını ya da tanıdığı illa ki vardır. Onlarla konuşulduğu vakit, bu insanların hükümetin yaptığı önemli bir bölümü tuhaf, rasgele ve inandırıcılıktan tüm kesimler nezdinde aslında uzak olan direniş karşıtı propaganda noktasına, virgülüne kadar inandıkları açıkça görülecektir. Hatta on sekiz, Sendikalardaki dirençsizlik geçtiğimiz dönemde devrimci hareketin sendikal ve mesleki diğer örgütlenmelerine yönelik operasyonların neliğini daha açıkça göstermiştir diye düşünüyorum. 22 186 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları yirmi yaşında insanların sadece bir meseleye dair tepkisini yüksek sesle ve bir alanda koyduğu için vahşice katledildiklerini söylediğiniz de alacağınız ‚ne işi vardı eylemde, ekmeğine mi mani oluyorlardı, öldürüldüyse illa ki bir suç işlemiştir!‛ türü cevaplar da size tam anlamıyla dayak yemiş gibi hissettirecektir, peşinen demiş olayım. Bu yüzden henüz konuşmayı denememiş olanlar hiç diyalog kurmazsa psikolojiniz namına daha hayırlı bir netice ortaya çıkması ne yazık ki daha yakın ihtimaldir. Bu insanların samimi bir sevgiyle bağlı oldukları Başbakan, yönettiği ülkenin vatandaşlarının polis ya da sivil faşist şiddetiyle ölümlerinden dolayı göstermelik bir üzüntü dahi duymaz, üstelik ‚emri ben verdim!‛, ‚polisin yetkilerini artıracağız‛ derken ve İslami duyarlılıkları yüksek olan kesimlerin tepkilerini kaşıyacak dezenformatif tebliği elindeki tüm imkanlarla biteviye sürdürürken aksi durum beklenemezdi. Gezi süreciyle birlikte AKP, zaten yavaş yavaş kaybetmekte olduğu kendi doğal tabanı dışındaki kesimleri Etyen Mahçupyan gibi bir iki liberal yazar dışında tamamen kaybederken, ‚sosyal yardımlar‛la ve işe alımlardaki kayırmalarla kurduğu ‚rant müştereki‛ ve dört elle sarıldığı yalan, iftira, ajitasyon temelli, hitap ettiği kitlenin beynini ve ruhunu esir alan kuvvetli belagatla da geniş bir kesimi de kendi siyaseti çerçevesinde kemikleştirdi, ‚milisleştirdi‛. Sıradan bir ülkede aslında solun doğal tabanı olması gereken bu geniş ve çeşitli derecelerde mütedeyyin/geleneksel yoksul köy/kasaba kökenli yığınlar, 12 Eylül’den ve bilhassa da CHP’nin patlayan yolsuzluk skandalları sonrası kaybettiği İstanbul ve Ankara belediyelerinin Refah Partisi’nin yönetimine geçmesiyle başlayan süreçte hızla büyüyen ‚yeni sağ‛ akımın çizgisine kaydı ve geleneksel merkez sağın mutlak çöküşü, AKP’nin ortaya çıkması ve bununla beraber gelişen, İslami politik hareketteki karakter krizi ve benzeşmeden sonra ‚alternatifsiz‛ bir AKP’nin giderek fanatikleşen ve kadrolaşan tabanını oluşturdu. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 187 Klasik Milli Görüş tabanıyla birlikte büyük ölçüde eski merkez sağ kesimi de yutan AKP, kendi yapısı gereği, kendisine seçimlerde destek vermiş diğer farklı kesimleri sonuna dek yanında tutamayacağının bilincindeydi, bu yüzden kendi doğal tabanında safları sıklaştırma gereği duydu ve bunu başardı. Planlı ve programlı hareket eden AKP eğer yola ‚tam bir şekli olmayan karma bir parti‛ olarak devam etse sonunun ANAP örneğindeki gibi eriyerek yok olma olduğunun farkındaydı ve tam kalbinde hissettiği bu erime tehdidine karşı da gereği neyse onu yaptı bu süreçte, yani ‚krizi kendince fırsata‛ çevirdi. Ancak şu iyice yerli yerine konulmalıdır ki bugün iliklerimize kadar hissettiğimiz bu faşist saldırganlık iklimi on yıldır ülkeyi yöneten AKP’ye özgü bir durum değil, T.C.’deki sisteme, onun kuruluş ve var oluş amaçlarına içkindir ve süreğendir. Bu açıdan bakıldığında ‚Kürtleri artık anlıyoruz‛ diyenler doğru bir yola girmekle birlikte bize göre asla samimi değiller. Keza bu ülkede halka baskı ve zulüm Kürdistan’da katmerli olmakla birlikte oraya özgü bir şey değil, geneldir. Topraklarımızda Selçuklu ve Osmanlı’nın yöntemlerini Bizans’tan, Memluklerden ve Emevilerden öğrendiği, Cumhuriyet’in de seleflerinden devraldığı halk üzerinde tahakküm eksenli siyaset binlerce yıllık kanıksanmış bir gerçek. Bu yüzden Kürdistan kan kusarken, bu memleketin Batısı da daha aralıklarla ve biraz daha ‚hafif ‚ dozda olmakla birlikte kan ağladı. Türkmen kıyımlarında, Ermeni, Asuri, Pontos Rum soykırımlarında, ‚Lazistan kıyamı‛nın ezilmesinde, Güney Marmara Çerkes sürgününde ve 6-7 Eylül, 1 Mayıs, Çorum, Maraş, Şavşat, Sivas, Gazi ve Hopa’da, 19 Aralık’ta ya da ülkenin her yanında devrimcilere karşı sürdürülen ‚sürek avları‛nda, yargısız infazlarda, onlarca katliamda şiddetin hedefi Kürt halkı değil, diriliş ve direnişin kendisidir. Oligarşinin faşist karakteri ortadayken, birileri Kürt halkının zulmün elinden neler çektiğini daha yeni anlamışlarsa 188 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları eğer< O halka köy meydanlarında bok yedirilirken, binlerce çocuğu öldürülüp, köyleri yakılıp, dili, kimliği, kültürü yok sayılırken, aç, susuz, sersefil sürgünlere gönderilirken empati kuramamış da bugün yaşananlarla onları anlamaya yeni başladılarsa yani, onlara biz ancak ‚rojbaş!‛ diyebiliriz! Biz duygusal insanlarız< En sekterimizden, üç lafından ikisi silah külah olanımıza, en barikat savaşçımızdan, bir faşist cezalandırıldığı vakit eşe dosta baklava yetiştirenimize kadar hepimiz< Duygusal insanlarız. Bir ördeğin kendi halinde paytak paytak yürümesi,bir ayının ya da gorilin bizi insanlığımızdan utandıran efendiliği, tıraşlanmış bir orman, kirletilmiş bir göl, kafese kapatılmış bir muhabbet kuşu, dostluğumuzu isteyen bir köpek ya da TEM’de paramparça olmuş bir kedi ceseti bizi ağlatır. Ve şimdi kardeşlerimizi öldürüyorlar ve susmamızı bekliyorlar bizden, cenazelerimize bile tahammülleri olmayanlar! Birileri de şiddet tekelinin kırılması ihtimalinden dahi kaygılanıyor, insanlar sokak ortasında vurulup, kafaları, kolları, bacakları kırılırken, gözleri çıkarılırken çocukların, hümanizmden dem vuruyor biri, öteki ‚ekmek parası‛ diyor, diyor ‚emir kulu‛! Ve artık< Bırakabiliriz üzülmeyi. Ya da henüz tanışıyoruz hüzünle< Evet, öldü kardeşlerimiz. Öldürdüler. Neye karşı, nasıl bir öfkedir ki insanlar kafaları patlatılarak, kıyasıya dövülerek öldürüldüler. Öldü kardeşlerimiz, evet! Ama< Sanma ki Hikayesi Şu Titreyen Dalların Düşen Yaprakla Biter! Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 189 http://fraksiyon.org/sanma-ki-hikayesi-su-titreyen-dallarindusen-yaprakla-biter/ 190 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları TÜRKİYE SOLU, GEZİ DİRENİŞİ SINAVINDAN ÇAKTI MI? ÖZGÜR APAK 21 Temmuz 2013 Mayıs ayının sonlarında başlayıp Haziran’da tüm Türkiye’de yükselişe geçen ve ramazan ayının gelmesiyle birlikte – yer yer direnişler çeşitli illlerde sürse de- forumlar ve yeryüzü sofraları iftar yemeği arasında sıkışan Gezi Direnişi hakkındaki ‚bundan sonra ne olacak?‛ sorusu, gündemin bence en can alıcı sorusudur. Direnişin ‚a-politikliğine‛ methiyeler düzenlerin yarattığı hasarın altında kalmak üzereyiz. Yazılan rakamlara göre ‚2,5 milyon insanın katıldığı bir isyan nasıl oluyor da a-politik oluyor?‛ sorusunu bir kenara koyarsak, bir çok farklı siyasetten gelen insanın ortak eylem kararlılığı göstermesine, tek bir siyasetin ayaklanması olmaması bağlamında ‚a-politik‛ denmesindeki bilinçli ya da bilinçsiz yapılan müdahalenin önüne geçmek zorundayız. Bu anlamda forumları yabana atıyor değilim; hatta Tarık Ali’nin 24 Haziran 2013’de BirGün gazetesinde yayınlanan röportajındaki şu bölüme kesinlikle katılıyorum: ‚Bazen kitlesel bir ayaklamanın başlaması çok kolaydır. Nasıl ilerletileceği ve gerekirse nasıl sonlandırılacağı meselesi daha zordur. Hareket bölünmemeli. Eylemlere aynı biçimde devam etmek isteyenler ile, ‚Şu an için biraz bir şeyler kazandık, gücümüzü koruyalım ve eğer gerek olursa 6 ay sonra yeniden geliriz‛ diyenler arasında bölünme olmamalı. Çünkü işte o zaman devlet gelip az kalan kitleyi ezme fırsatını yakalamış olur. Tavsiyem şu olacaktır; bu hareketin en önemli özelliği birleşik bir şekilde, toplumun her kesiminden insanın bir araya gelmesiyle oluşmuş bir hareket olması. 3 ay önce belki bu insanlar birbirleriyle konuşmuyorlardı bi- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 191 le. Yaşam içerisinde farklı farklı görevler ve yerlerde olan insanlar bir araya geldi. Bu birlik bozulursa işte o zaman kritik bir noktaya gelir ve çok ciddi problemlerle karşı karşıya kalırız< Biraz nefes almayı ve durmayı mı öneriyorsunuz? Sonsuza kadar durun demiyorum. Ama hareketin herhangi bir anlamda yenilgiye maruz kalmaması için durmanız gereken noktayı bilmeniz gerekiyor. Bunlar bizlerin geçmişten aldığı dersler. Güney Amerika’dan çok iyi hatırlıyorum. Küba’da başarıya ulaşan devrimden sonra Güney Amerika’nın diğer ülkelerinde de aynı taktiklerin kullanılmasıyla devrimlerin yaşanabileceği düşünüldü. Fakat baktığınızda felaketle sonuçlandı. Bizler gençtik. Aynı şeyleri takip edersek olacak diye düşünüyorduk. Ama çok fazla iyi insan öldü ve diktatörlükler ortaya çıktı.‛ Ancak bu durgunluğun işe yararlığı forumlardan ortak bir siyaset kanalı açılıp açılmamasına bağlıdır. Bugün geldiğimiz noktada Anti-Kapitalist Müslümanlar Direnişin siyasi kanalının baş aktörü konumundalar. Benim gibi radikal bir ateistin bile sayın İhsan Eliaçık ile omuz omuza direnmesinin önünü açması bağlamında bu önemli bir şeydir elbette; lakin bu direnişe destek vermiş, kökleri 40 yıl öncesinin devrimci örgütlerine dayanan partilerin, grupların ve sendikaların bu direnişin fikirsel yapısına neredeyse doğru dürüst bir katkı yapamamasının mazereti nedir? Sayın İhsan Eliaçık’ı forum forum, iftar iftar gezdirip, kendisi de bunu belirtmiş ve kesinkes öyle olmak istemediğini söylemiş olmasına rağmen onu, Gezi Direnişi’nin neredeyse tek sözcüsü ve hatta neredeyse pop yıldızı konumuna yükseltmek ve olası bir siyasal kanalın kökünü tek bir insanın ya da grubun düşün dünyasına bağlamak Türkiye Solu’nun ciddi bir acizliği ve eksikliğidir. 192 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Sosyalist, anarşist ve komünist gruplar elbette fikir köklerinde anti-kapitalisttirler. Bu anlamda Anti-kapitalist Müslümanlarla omuz omuza olmamızda bir terslik yok; ancak ne var ki, bugün ulusalcılar bile Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist bir savaş olduğunu iddia edebiliyorlar. Dönemin emperyalistlerine karşı savaşmakla emperyalizme karşı savaşmanın bir ve aynı şey olduğunu sanıyor olmaları elbette onların budalalığıdır; fakat yukarıda saydığım bu üç siyaset sadece antiemperyalistlik ve anti-kapitalistlikle tanımlanabilir değildir. Bundan daha fazlasıdır. Öyleyse sadece anti-kapitalistlik fikrinden herkesi kapsayan bir siyasi söylem çıkarabilir miyiz? Kendimizi solda nitelendirmemizin nedenlerinden bir tanesi anti-kapitalist olmamızdır; ve fakat sadece buradan yola çıkarak güçlü bir siyasi kanal açılabilir mi? Bana kalırsa bu temel, sadece farklı grupları bir araya çeken ve onları birbirine kaynaştıran küçük bir mıknatıs olabilir ancak. Misal, yeryüzü sofraları iftar eylemi, ben gibi keskin atesitleri, inançsızlığı küfür bellememiş Müslümanlarla barıştırabilmesi anlamında kesinlikle çok önemlidir; yarattığı kardeşlik duygusu vazgeçilmezdir; Gezi Parkı içerisinde yaptıkları ibadetlerin, aralarında inançsızların da olduğu insanlar tarafından kollanıp, koruma kalkanına alınması karşılıklı olarak müthiş bir saygı ve kabul ediş devrimi yaratmıştır. Sayın İhsan Eliaçık’ın sözleri, şimdiye kadar neredeyse hiç ilişki kurmamış; birbirine en fazla yan gözle bakan zıt kutuplardaki insanları birleştirmiştir; çok değerlidir< Ayrıca, bu Direniş, birbirlerine karşılıklı saygı duyan Alevilerin, Kürtlerin ve bir çok ezilen kesim insanının bazılarının ortak ‚ötekisi‛ olan LGBT üyelerine karşı husumetlerini bile büyük oranda yerle bir etmiştir; bunu da yabana atmayalım elbette ama artık hepimizi kapsayacak daha büyük bir siyasi söylemin zamanı da gelmiştir. Çünkü misal ben kendi siyasi fikrimi ‚Mülk Allah’ındır‛ üzerine değil; ‚Mülkiyet hırsızlıktır‛ üzerine kuruyorum. Bu anlamda Anti-kapitalist Müslümanlar ile or- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 193 tak paydalarımızda omuz omuza oluruz; ancak ne benim gibilerin fikirleri, ne de sayın İhsan Eliaçık’ın sözcülüğünü yaptığı grubun fikirleri bu direnişi oluşturan herkesi kapsamaz. O nedenle, ilk paragrafta sorduğum ‚bundan sonra ne olacak?‛ sorusu üzerine çok ciddi düşünmemiz gerek. Forumlar, bu direnişin kazanımı olacak siyasi kanalı açabilecek konumdan uzak durumdalar maalesef. İftarlar ve önemli forum konuşmacıların söylemleri haricinde yeni bir fikir ve eylem üretemiyor olmak ve var olan hazır paket siyasetlere bel bağlamak; yani kısaca siyasetsizlik bizi bitirmek üzere, kanımca< Tarihin beni yanıltmasını çok ister ve bunu bir madalya gibi taşıyabilirim üstelik< Klasik bir klişe ile son veriyorum: ‚Tehlikenin farkında mısınız?‛. http://fraksiyon.org/turkiye-solu-gezi-direnisi-sinavindancakti-mi/ 194 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları DİRENİŞİN ONTOLOJİSİ ERDEM BULDURUÇ 21 Temmuz 2013 ‚Şer aslında biçimsizdir.‛ Halesli Alexander, 13.yy ‚Benlik dedikleri, iç dünyamızdaki kriz yaşayan bir şey değil; sırtımıza damgasını vurmak istedikleri biçimdir. Aslında hepimiz başka yaratıklar arasında birer yaratık, benzerlikler arasında tekillikler, dünyanın bedenini oluşturan canlı bedenlerken, kendimizi keskin bir şekilde tanımlanan, tek başına, nitelikler çerçevesinde değer biçilebilir, kontrolü mümkün şeyler haline getirmemizi istiyorlar.‛ [The Invisible Committee] Kabını Tanımayan İsyan ‚Böylece kabuk parçalanır.‛ K.Marx Mayıs-Haziran isyanı bize söyledikleri ve bize söylemedikleri ile; siyaset algımıza dair belirli parametrelerin bozuma uğraması açısından ilktir. Biçimsizliğiyle, ele avuca gelmezliğiyle, kategorize edilemezliğiyle ilktir. Mayıs-Haziran İsyanı Gezi merkez olmak üzere; merkezde ve satıhta eylemli varlıklarıyla bir imkanın olabilirlik koşullarını kendinde taşıdığını göstermesi açısından ilktir. Bu imkan üzerine İLKliğini tartışmaya açan her itiraz, başka/ayrışık zamansallıklarla kurulan her anoloji onun taşıdığı imkanı ardışık zamansallıklar hanesine yazarak onun öngünlerini/benzerlerini arama beyhudeliğini beraberinde getirir. Bu anlamıyla meseleyi buradan okuyanların tutarlılığına diyecek sözümüz yok! Özneleşme diye gelinen hadiseyi onu koşullayan nedensellikler içinde ısrarla arama çabası öznenin eylemli varlığıyla ürettiği en iyi sözü (eylemli varlığını) tarihsel olan içinde arama girişimiyle an/süreç ayrımını gözetmeyerek yaşanan anı, hem ‚süreç içindeki belirlenim‛ olarak okuma hatasına düşer, hem de süreç içinde bağlantı kurma kafasıyla işe koyulduğu için eylemin kendisini benzerler yaratarak okur. Sürecin sabitesi içinde eylemin zamansallı- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 195 ğını sıkıştırarak onu ve onun açığa çıkarttığı eylemselliği/potansiyeli tarihselci okumasına eklemler. Buradan hareketle öznenin kendi nedenselliğinin (etkilenimi/duygulanımı/çabası) -evrensel doğrular adına- membasını tarihselde gören eğilim tarafından kategorize ediliyor olması bu partikülerci operasyon her olayı olay dışı kurgusallıkla edinmeye kapı aralar. ‚Biz, özneler olarak her zaman bir şimdi içindeyiz, hep şimdileri yaşarız. Tarihin gerçek sürecinde ‘biz’ yok. O halde şimdideki biz ile süreçteki ‘biz’ arasında herhangi bir bağlantı yok. Bugünde ne yaparsak yapalım, sürece giremeyiz. Bugünün sonuçlarının sürece nasıl ‘yansıyacağı’nın test edilme yolu kategorik olarak yok. Ama biz yine de kendimizi, süreçteki ‘biz’le bağlantılı imgeleriz; bunun olmadığını ‘bilerek’ de böyle yaparız. Bizim hakimiyet alanımızın sınırı şimdide başlar şimdide biter; şimdinin bir süresi ve bir yayılımı varsa, -bu, öznesine göre değişir- biz bir süre ve bir yerde hakimiz demektir. (Ama eğer, şimdi, tanım gereği süre ve yayılımdan yoksunsa ne olacak?)‛23 Apolitizme düşmemek adına temsil, temsili üstlenmek adına kodlama işlemine girişilir. Özne nesnel olan içinde tanımlıdır diyen; ‘an’ı süreç içinde verili gören bu anlayış sahipleri öznelliğe çıkan bütün yolları eteğindeki taşları dökmek adına düzler. Buna mukabil el birliğiyle alandakilerin proletarya mı prekarya mı yoksa orta sınıf mı olduğu tartışmasına koyuluruz! Gençliğin bir sosyal kategori olmadığı meslekten ‚marksist‛ler tarafından görev aşkıyla dillendirilir. Alanda sınıf var mıydı, varsa ne oranda idi sorusu eylemi değerli ya da değersiz kılmak adına işletilir. Sorulan sorunun kendisi değil buradan çıkan sonucun politikaya tahvil edilmesidir cürüm teşkil eden. Yitirdiğimiz dostlarımızın bazılarının işçi olması üzerinden alanda sınıf var demek/sınıf kinini görmek, onların Alevi M.Kayaoğlu, Geçmiş-Bugün-Gelecek Diyalektiğine Reddiye, Teori ve Politika Dergisi sayı: 14 23 196 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları olduğundan hareketle alanda kimlik var, mezhep var demek aynı postülattan beslenir. Bundan sonrası laf-ü güzaftır. Hangisinin öne alınacağını masum olmayan okumanız değil sizin yüce gönlünüz bilir! Badiocu anlamda ‚olay‛ her yere (uykuda olan varoşlar/işçi sınıfının yoğun olarak barındığı semtler kastediliyor) değmedi ise birçoklarının yaşamını ‚durumu‛ kesintiye uğratmadı ise mesai saatinin bitiminde alandaki kalabalığın arttığını söylemek kendi sınıfçılığımızı tahkim etmekten başka ne işe yarar? (Alanın ideo-politik veya kültürel iklimi nedir sorusudur değerli olan, bizim verdiğimiz/verebileceğimiz yanıt değil) Direnişin Gör Dediği ‚Politik temsil alanının sonu geldi.‛ [The Invisible Committee] ‚İsyan ne veba ne de orman yangınına benzer, ilk kıvılcımdan sonra oradan oraya yayılan, doğrusal bir süreç değildir. Aksine müzik gibidir; odak noktaları zaman ve mekân içinde dağılmakla birlikte, kendi titreşimlerinin ritmini harekete kazıyabilir, yoğunluğunu daima arttırır.‛ [The Invisivible Committee] Barikatta olmasa da; Gezi’de sınıfın sair efradı olarak, egemen ve ezilen ulus milliyetçisi olarak, dindarlar ve heretikler olarak, devrimciler (komünist, marksist, anarşist, islami) ve evrimciler olarak yerlerimizi aldık. Barikatta olanlar ise tüm bu tikel kategorizasyondan kayıp geçen tekillikler olarak, akışkanlığı ve oluş haliyle sadece ve sadece devrimcilerdi! (Taşıyıcısı olduğu ideolojisinden ötürü değil barikat başında olması hasebiyle.) Bu devrimciler hem işçi hem işsiz, hem Alevi hem Sunni, hem dindar hem heretik, hem Kürt hem de Türk’tü hem< hem< Çoğulunu arayan bu tekillikte, düzeltilmiş yurttaşlık ve bir takım haklar değildi aranılan, peşine DÜŞülen! Epistemolojini nereden kurarsan kur, hiç kimsenin birbirine -epistemolojik konumunu ontolojik avantaj olarak sunabileceği zemin olarak- söyleyecek sözü yok! (Varlık düzeyinde açığa çıkan isyanı, bilgi düzeyinde bir tartışmanın içine çekmek, kendi kurduğun önermeden çıkardığın sonuçtur; bir analiz değil, bir Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 197 vargıdır!) Epistemolojinden ‚ödün‛ vermek istemiyorsan ve politikayı da böyle anlaya geliyorsan alanın gerçekliğinden ya kaçacaksın ya da o gerçekliğe çarpacaksın! Burada formel bir dönüşümden söz edilmiyor. Öznelere mayalarını ve gıdalarını aldığı şeyleri bırakmaları da söylenmiyor. Kimin haddine. Eylemdeki karşılaşma anında ya da eylem hazırlığında sana değen şeyin başkalarına da değdiğini zul olarak addetmeyip; amasız ve fakatsız eylemde bulunmanın engeli saymıyorsan, olaya dahil olma durumunun kendisi, tikelliğin tutmadığı bir tekilliği gözler önüne serer. İktidarın eylemcileri çapulcular, marjinaller gibi farklı tasniflerle kategorize etmesi salt devlet aklının parlaklığından kaynaklanmıyor. Badiou’nun dillendirdiği üzere ‚İktidar kategorize edemediği tekilliklerin birliğinden korkar.‛ (İktidar yapması gerekeni yapmıştır, fazlasını değil.) Eylem start aldıktan sonrada bu kategorize içeren söylemi boşa düşürmemek, biz çapulcu değiliz diye ayak diremek hal-i pür melalimiz olsa gerek. Genele dair bir yargıda bulunursak çapulculuğa ayak direyen sosyalist sol, dışındaki unsurların bir düzeyde marjinalliği sahiplenmesiyle bir kez daha siyaseten yenik düşmüştür. Algı kapılarını kırması açısından bu yenilgiler anlamlıdır. Marjinal gruplara övgü, çapulcu gruplara övgü değildir mesele! İktidar bize marjinal dediğinde marjinal, çapulcu dediğinde çapulcu, köpek dediğinde de köpek olmaktan asla beis görmemeliyiz. Direnişin Söylemedikleri (Temsilci sularda Demokrasi seviciliği) ‚(<) vatanlarının yasalarından başka hiçbir yasaya boyun eğmemeleri, üstelik bağımsız olmaları ve de şerefli bir yaşam sürdürmeleri koşuluyla istisnasız tüm sakinler, büyük meclis için oy kullanma ve resmi kamu görevi yapma haklarından yararlanır.‛ [Benedictus Spinoza] Eğer alanda olan hadise bir temsili anlayışın (salt Rousseaucu anlamda da değil) reddi ise (ki ben böyle olduğunu düşünenlerdenim), Mayıs-Haziran isyanını demokratik hassasiyet- 198 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ler, yurttaşlardan devlete itidal çağrısı olarak ele alan pespayeliği karşımıza almalıyız.24 Meramımı biraz daha anlatmak açısından açarsam kendiliğinden hareket ve kendiliğindencilik arasında yapılan ayrım ve metodik olarak kendiliğinliğin nasıl ele alınmasına dair Leninist vurgu bir tür idealizasyon olmanın önüne geçememiştir. Sırrı Süreyya’nın tersinden -Leninizm vurgusu bu anlamıyla manidardır. Bizde başka türlü Leninizm var diyerek yanıt üretmek, olanı ideal adına perdelemektir. Bunun sonu gelmez. Varolan deneyimler sosyalizm değildi, henüz bizim istediğimiz sosyalizm gerçekleşmedi vb. yorumlar üretenlerden herhangi bir farklılık teşkil etmez. Eğer sahip çıkmayı gerekli görüyorsak yenilen Leninizmi yedirmeyiz demek yerine orada eksik olan nedir sorusuyla işe koyulmak gerekir. Bu Lenin’e rağmen değil Lenin’in açtığı momentten daha ilerisine sıçramak adına yapılmalıdır. Bu soru farklı bir tartışmaya da kapı aralayacağından ötürü şimdilik yalnızca Mayıs-Haziran isyanında Gezi özgülünde temsil ilkesi ve demokrasi kavramını ele alalım. Temsili olmayan demokrasi yoktur ve temsil tümelin içinde, tanımlı aralıkta varlık kazanır. Şüphesiz demokrasi adına da birbirinden hayli farklı değerlendirmeler yapılagelmiştir. Misal Alain Touraine ‚Demokrasi hukuk devletinden değil, erksiz çoğunluk adına ve egemen çıkarlara karşı ahlaksal özgürlük, adalet- başvurudan doğar‛ der. Devamında bir demokrasi tanımına da girişir. Touraine için demokrasi; ‚Hukuk devletini egemenlik altındakilerin çıkarlarına uygun düşen bir yönde değiştirmeye çabalayan toplumsal ve siyasal güçtür‛ der.25 Buna karşın Gilles Dauve ve Karl Nesic için demokrasi diktatörün işkencesi ile eşdeğerdir. Diktatörün işkencesi, demokrasi altında kurallara bağlanarak sürdürülür. Yine Gilles Dauve ve Karl Nesic’ten aktarır isek: ‚Demok- 24 http://www.sessizkalmamakgerek.com/ 25 Alain Touraine, Demokrasi Nedir, Olcay Kunal, YKY Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 199 rat olmak insanların aynı özü paylaştıklarından hareket etmektir. Demokrasi, zamanda ve mekanda ancak çok sınırlı koşullarda bir gerçekliği olmuş olmasına rağmen, onun sayesinde kendini özgürce ifade eden, kararlar alan ve davranan bir grubun kolektif olumlaması olduğuna inanır. İnsani bir birliğin tümünden gizil bir demos yaratmak, her ne kadar tarihsel bakımdan açıklanabilirse de, aslında tarihsel bir tersine yorumlamadır.‛26 Sözcüğün etimolojisine baktığımızda ise, kratos sözcüğü ile demos arasındaki tezatlık göze çarpar.27 Kavramın bir başka kullanımı da tecavüz anlamı taşımaktadır. Benim buradan hareketle yaptığım okuma yönetsel erkten yoksun olan çoğunluğun temsil adına altında içerilmeye çalışılması ve taleplerinin massedilmesi anlamına gelmektedir. Demos kendi üzerinde ve ona bağlı olmayan bir varolma hakkı sayesinde vardır ancak. Laclau’nun dediği gibi ‚Her sınıf ideolojik düzeyde hem sınıf olarak hem de halk olarak mücadele eder; daha doğrusu, kendi sınıfsal çıkarlarını halkın çıkarlarının tamamı gibi sunarak ideolojik söylemine uygunluk vermeye çalışır.‛ Bu anlamıyla aşağıdanlık ya da radikal gibi ön eklerle işimiz kavramı yeniden kodlamak değil sahiplerine iade etmek olmalıdır. Bizler tekillikler olarak bu temsili anlayışla savaşırken bir demos söylem inşası ile değil onun kavram dağarcığı dışında düşünmeye koyulmakla da işe başlayabiliriz. TMMOB’da süre ile insanlara söz veren akılla, duvar yazılarını müstehcen bulup bunu silmeyi asli gündem belleyenler, Kansu Yıldırım’ın yazısında değindiği üzere Ankara’da kitle halk otobüsünü ateşe verirken ona dur diyenler de (bir olayda sokak çitlerini barikat için söken bir eylemci, örgütlü bir sol Gilles Dauvé& Karl Nesic, Demokrasinin Ötesinde, Çev.: İhya Kahraman, Sel Yayıncılık, 26 Kratos: Yunancada devlet, iktidar, ülke, memleket, kuvvet, kudret, nüfuz anlamlarına gelen kelime. Halk anlamına gelen demos’la birleştirerek türetilen demokrasi kavramının tezatlığına gönderme yapılıyor. Kratos aynı zamanda dayanıklılık ve gücü simgeleyen bir Tanrıdır.( ç.n.) 27 200 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları yapıdan birisinin kendisine yaklaşarak ‚kamunun malı, zarar verme‛ şeklinde yaptığı uyarıya ‚tamam lan işte bizim malımız; biz neyiz?!‛ karşılığını verdi.),28 kendiliğindenliği önemsediğini söyleyip alanda hoşuna gitmeyen sloganları ulusalcıların diye -kafadan, kitlenin duygularını yansıtmıyor diyemahkum etmeye kalkışanlar da, bu hikayenin yanına bile yaklaşamayanlardır. Öncülük ya da rehberlik nasıl kodlarsak kodlayalım ortak olandan kendini ayrı tutarak, kendini adres göstermek, alanda olma açısından biz ve onlar ayrımı yeniden tedavüle sokmak, hiçbir izahati bünyesinde taşımamaktadır. Alanda ya da forumlarda olma haliyle biz değil hepimiz varız! İsyanda olan hadise salt AKP’nin değil burjuva kamusallığının (belirli ölçekte kalınsa da), temsil anlayışının saldırıya uğraması, boşa düşmesidir. AKP’nin kendi kitlesini klientalist politikalarıyla muhafaza ettiği de bir gerçeklik iken, bu klientalist uygulamaların dışında tutulanların isyan ettiği yollu görüşler de eylemin ontolojisi dışındaki ve alabildiğine bu eyleme aksetmesi açısından alabildiğince kadük tartışmalardır. Kitlelerin hangi saiklerle ayaklandığını bir isyan pratiğine yöneldiğini söylemek de aynı oranda güç. Neden isyan ettiklerini birileri ya da başkaları değil ortak olanı açığa çıkaran cemaatin üyeleri, en sarih onlar söylecektir. Kanımca öncü ve artçı ayrımı yapmak da bu ortaklığa gölge düşürmeyecektir. Olayı hissedenler, paylaşanlar açısından artçı bir pozisyon alış söz konusu iken fitili ateşleyen arkadaş ve taraftar grupları olayı başlatmak açısından öncüdür. Bu öncülük nitel ya da nicel bir ayrıcalık değil eyleme geçme halinin ifası olması açısından kayıttadır. Komünal Ethos Occupy Angara: İsyan ve Olağanüstü Hal, Kansu Yıldırım, 7 Haziran 2013 http://www.sendika.org/2013/06/occupyangara-isyan-ve-olaganustu-hal-kansu-yildirim/ 28 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 201 ‚Enkaz inşa edenlere bir uyarı: Şehir planlamacılarının devri kapandıktan sonra, sıra sefalet mahallelerinin ve gettoların yeraltı insanlarına gelecek. Yatakhane şehirlerinin ayrıcalıklıları, sadece yıkmayı biliyorlar. Yeraltı insanlarının bunlarla karşılaşmasından çok şey umulabilir: Devrim, bu karşılaşmadır.‛ [Internationale Situationniste, sayı: 6 1961] Eğer alanda özgürlük talebi var diyorsak özgürlüğün a/lojik değil paylaşılmış varlığın logosu olduğunu unutmamak gerekir. Bizzat logosun kalbinde açık olan logostur o.29 Varolma halinde olmayanlar açısından varlığı paylaşmayanlar açısından bir uylaşım değil, varolan arasındaki paylaşımdır. Bu anlamıyla varolma halinde olmayanlarla uyuşmak ‚zor‛unda değildir, burada diyalektiğin uzlaşımcı yönergesinden kopar. ‚O her türden diyalektiğin her türden ‚ekstatik‛in yerine konulması gereken şeydir. Zira özgürlük bir öznelliğin tanınma ve kendisinin efendisi olma süreci değildir. Özgürlük doğumdan başlayarak ta ölüme kadar -tekilliğin son doğumu- özneyi varlığın paylaşımının mekanına fırlatan şeydir.‛30 Verili bir deneyim alanı içinde önceden kimliklendirilebilir olmayan31dır. Bu anlamıyla politika önceden kimliklendirilmemiş *bu Badiou için bu eksiltilmiş çıkarılmış -substract- demektir, Nancy için ortaklıkta olma (being-incommon) demektir+ öznelliklerin kendi ben tarzlarını ancak deneyim alanının yeniden şekillendirilmesi mücadelesi içinde (yani ortaklığa özgü -proper- eylem ve davranışlarla) üretme etkinliğidir. Burada anahtar kavramının ‘özgü’ (proper) kavramı olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü politikayı mümkün kılan söz konusu öznellik ancak ortaklığa ‘özgü’ eylem ve davJean-Luc Nancy, Özgürlük Deneyimi, Çev.: Aziz Ufuk Kılıç, Ara-lık Yay. 29 Jean-Luc Nancy, Özgürlük Deneyimi, Çev.: Aziz Ufuk Kılıç, Ara-lık Yay. 30 Jacques Ranciére, Uyuşmazlık, Çev.: Hakkı Hünler, Aralık Yay. 31 202 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ranışlarla somutlanabilir. Nitekim somutlanmıştır da! Ortaklıkiçinde-varlık *l'être-en-commun] şu anlama gelir: biz var olsak bile, varlık ortak bir mülk olarak sahipleneceğimiz herhangi bir şey değildir, ya da varlık bizim için yalnızca paylaşılmış olmak kipinde ortaktır.32 Varlık dağıtılmış bir töz değildir yalnızca var olanlar arasında ve varolanlar halinde paylaşılır. O halde değerlendirme kıstasımız, varlık düzeyinde bu isyanın bize neleri fısıldadığı ve açtığı imkanları konuşmaktır. Sonuç Yerine Birkaç başlık altında toplayacak olursam; Beklemek ediminin kendisi değil, bekleme siyaseti de değil, ihtiyatı elden bırakmamak adına beklemeyi siyaset haline getirmek. Dönüşmemek, bedenen içindeyken dahi kafaca dışarda durmak, geleneksel siyaset tarzını uygun yer ve zamanda açmak için anı kollamak. Tarihsel doğrularını politik olana tahvil etmek. Heyecana kapılıp makro anlatılar sunmak. Finalist açıklamalarda bulunmak. Sanıyorum bu gibi tutumlardan kaçındığımızda isyanın kendisiyle daha gerçekçi bir ilişkilenim kurmuş oluruz. Yaşananın şu an için, bitiş şarkısı değil, bir ricat olduğunu da akıllarda tutarak gezinin imkanlarını fırsata çevirip onun sunduğu zamansallığın gerisine düşülmeyeceğini de bilerek, o cevherle o cevherin sunduğu ışıkla yeni şimdilerde ortaklığı kurma yolunda ileriye atılmak, buradaki imkanın izleklerini sürmek ve hareketin diri tutulmasını sağlamak. O karşılaşma anına hazır olmak. Aslolan budur! Yönseme değil, reel eylem! http://fraksiyon.org/direnisin-ontolojisi/ 32 Jean-Luc Nancy, Özgürlük Deneyimi,Çev.: Aziz Ufuk Kılıç, Ara-lık Yay. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 203 MADEM Kİ ÖLÜYORUZ ÖYLEYSE VARIZ SÜREYYA KARACABEY 27 Temmuz 2013 Sanıyorum uzun zamandır, eviniz sandığınız bu ülkede yaşadığı şüpheli- görünmediği kesin cinlerden sayıyordunuz bizi; bunu konuşmalarınızdan, yaptığınız yasalardan, düzenlemelerden falan anlıyorduk. Seslenişleriniz hep benzerlerinize, evin odalarını paylaştığınız arkadaşlarınıza yönelikti çünkü, biz arada ‚hey‛ diyorduk, ‚bakın buradayız ve olanlardan hoşlanmıyoruz‛, kimse cevap vermiyordu bize. Biz yoktuk, istemediğimiz ne varsa oldukça tepeden bir biçimde gerçekleştiriliyordu, açıklama falan da yapılmıyordu bize, mekanlarımız yok ediliyor, yollarımız daraltılıyor, ifade imkanlarımız giderek daraltılıyor, düşlerimiz çöpe atılıyor ve sorduğumuz sorulara cevap bile verilmiyordu. Anlamıyorduk, anlamadıkça cin olduğumuza daha çok inanmaya başladık. Devlet, onun seçtiği yurttaşlar, yöneticiler, yazarlar, doktorlar, öğretmenler, yargıçlar, savcılar, falanlar filanlar birlikte bir saadet zinciri kurmuş, zinciri ülke sınırlarını aşacak biçimde uzatıyorlardı. Niye bizi almıyorsunuz içeri, biz yurttaş değil miyiz bile diyemiyorduk, demeye kalkışan sesler için anında mekanın akustiği bozulup, mikrofonun kablosu kesilip bir kara delik yaratılıyordu. Kısaca hiçbir yerde artık yoktuk. Önce tam anlayamadık, özellikle bütün zamanlarda sesleri kapatılanlar alışkın olduğu için hiç anlamadılar ama ortada bir tuhaflık vardı; adına sonradan ‚iplenmeyen yurttaşlar‛ denilen bir kadro sessizleşerek saadet zincirinin dışındaki mutsuzlar zincirine taşınıyor, önlerinde ‚mutsuzluk meleğiyle‛ sürüldüğü dehlizlerde cep telefonlarının ışığıyla yürümeye çalışıyordu. Arada birbirlerine ‚biz var mıyız, burası neresi‛ türünden mesajlar atarak, sadece varlığının teyidine çalışıyordu. Bir yerde 204 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları oturuyorduk örneğin, gelip üzerimize bina dikiliyordu, yürüdüğümüz yollara çukur kazılıyor, başka çok fena şeyler de yapılıyor ama bunlar sanki yokmuşuz gibi yapılıyordu. Seçmişlere ve şükredenlere seslenişlerin sevecenliğine karşıt olarak arada biz cinlere de dolaylı biçimde sesleniliyor, nedense bu sesleniş ünlemle başlayıp ünlemle bitiyordu. Giderek var olmadığımıza inanmaya başlamıştık. Yaşadığımız şehirlerde bizim için hazırlanmış yasak levhaları da olmasaydı hepten hiçlikte kaybolurduk. Yapma!, içme!, tutma!, dolaşma!, sevme!, gezme!, yeme! falan gibi anlamakta zorlandığımız tabelalar çoğaldı, gerçekten anlamıyorduk. Anlamıyorduk, komik buluyorduk hatta, akıl dışı buluyorduk çok şeyi. Ama bizim güldüğümüz şeylere gülmüyordu kimse, çok ciddiydiler ve fena bıyıkları vardı ve herkesi azarlıyorlardı. Bakın diyorduk, cinlerin de bir sabrı, fıtratı, tahammül sınırı var, azcık uzak durun, her şeye karışmayın, evet ülkeyi yönetiyor olabilirsiniz ama bizim varlığımızı ele geçirdiğiniz anlamı çıkmaz bundan, valla çıkmaz, biz başka bir dünyanın çocuklarıyız, o dünyada bize ne yapacağımızı tarif eden yöneticiler yok, basit bir işbölümü olarak bakıyoruz bütün yöneticiliklere, kendini bir kurumu yönetirken oranın sahibi gibi davrananlarla çok eğleniyoruz, gülünç çünkü; ayrıca bu kadar sertliği, otoriter dili anlamıyoruz, gülünç çünkü, belediye başkanları, müdürler, amirler, politikacılar tarafından durmadan tehdit edilmeyi sevmiyoruz, herkes işini yapsın ama cinlere de memurları gibi davranmasın istiyoruz. Bunları söylüyorduk durmadan, kendini yöneticiliğe fazla kaptırmış herkese fısıldıyorduk bu bilgiyi, bakın diyorduk Lacan’ın dediği gibi ‚kendini kral sanan bir deliden daha gülünçtür, kendini gerçekten kral sanan bir kral‛, bunları anlaşabilmek için söylüyorduk. Kötü niyetle değil, çünkü insanın anakronik yanılsaması feci bir şeydir, dünya değişmiş, siyaset değişmiş ama birileri sanki on sekizinci yüzyılmış gibi dav- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 205 ranmayı sürdürünce, uyarmayı insanlık borcumuz sanıyorduk. İşte böyle biz yüzde ellinin dışında kaldığımız için görünmez kılınan cinler sadece görünelim diye çıktık sokağa. Başka bir derdimiz yoktu, sadece varolduğumuzu anlamanızı istedik, bu kadarına bile dayanamadınız, feci şeyler yaptınız göründük diye, belki mahcup olursunuz diye şakaya vurduk çok şeyi, belki siz de gülersiniz ve bu kadar ciddiyet hakikaten komikmiş dersiniz diye. Bekledik, bağırdık, istemediklerimizi haykırdık, cinler de bu ülkede yaşıyor dedik, gazladınız, copladınız gene aldırmadık, bekledik, ya ne var bunda, dersiniz diye ama siz arkadaşlarımızı, çocuklarımızı öldürdünüz. Şakanın zamanı o an bitti. Cinler sadece göründüler, gündüzleri ve geceleri sokakları beklediler. Çocuklarımızın canını yaktınız. Şaka o zaman bitti. Cinler dedi ki size ‚Varız, öldüğümüze göre inkar edemezsiniz varlığımızı‛, cinler ‘gezi’ye bundan çıktı işte. Neden şöyle bağırdılar bir düşünün bence: ‛Bu daha başlangıç, mücadeleye devam‛ diye. Düşünün, madem ki ölüyoruz öyleyse varız. http://fraksiyon.org/madem-ki-oluyoruz-oyleyse-variz/ 206 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları DİRENİŞ VE ÖZGÜRLERİN EKONOMİSİ OLCAY ÇELİK 1 Ağustos 2013 ‚Hakikatin tek kuralı ve koşulu vardır, o da onu inşâ etmiş olmaktır.‛ Gimbatista Vico Direniş ekonomisinden bahsederken aslında neyi ima ettiğimizi açıkça anlatmamız gerekiyor, zira kavram, bakılan perspektife göre birçok farklı içeriğe ve bağlama işaret edebiliyor. Eğer günlük borsa ve döviz verilerini yorumlayan bir TV yorumcusu ya da ekonomi akademisyeniysek, ‚direniş ekonomisi‛ bize 18 günlük direnişin ülke ekonomisini ne kadar zarara uğrattığı ile ilgili analizleri çağrıştıracaktır. İşgüzar bir muhabir ya da ülkenin başbakanıysak, aynı kavramdan bu sefer de bu direnişi kimin finanse ettiği ile ilgili soruları anlayacağız muhtemelen. Bir işadamı için ise, direniş ekonomisi, çoklukla krizi fırsata çevirme ile ilgili stratejilere işaret edecektir. Aslında bu kavrayışların tamamı aynı bakış açısının farklı renkteki filtrelerle resme dökülmüş halleridir. Direniş ekonomisine gerçekten farklı bir perspektiften bakmak için, irade ve arzularını başkalarının emrine vermek zorunda kalmış kitlelerin, yani ücretli emekçilerin yanında durmamız gerekiyor. Bu da bizi direnişin ekonomi-politiği üzerine konuşmaya zorluyor. Tanıklıklar önemlidir. Zira tanıklıklar, tekil olanın kendini olduğu gibi anlatmasına yardımcı olur ve gerçek benzerliklerin soyutlama ile değil, somutların yan yana durmasıyla açığa çıkmasını sağlar. Dolayısıyla direnişe tanıklıklar açısından baktığımızda ne kaybedilen milyon dolarları, ne gizli güçleri, ne de yeni kâr olanaklarını görürüz. Görülen şey, ekonominin ontolojik unsurlarının, yani her bir somut emeğin, bölüşüme dair daha önce tatmadığı bir deneyimdir. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 207 “Öyle Bir İstanbul Gördük / Sorarlar Bir gün Sorarlar” Gezi Parkı merkez olmak üzere Harbiye mevkii, Taşkışla’nın sokakları, Tarlabaşı Bulvarı, Gümüşsuyu yokuşları ve elbette Taksim Meydanı, devletin ve sermayenin fiili olarak mevcut olmadığı 11 günlük bir süre boyunca direnişçilerin denetimindeydi. Ben de dâhil birçok insanın daha önce yaşamadığı ancak hepimize bir o kadar da âşina gelen bir şeyler vardı bu mekânda. Öncelikle belki de ilk defa size ait bir mülkte yürüyormuş hissiyle adımlıyordunuz meydanı, sokakları ve parkı. Özgürdünüz. Bir noktadan kalkıp diğer noktaya giderken bunu sadece uygun gördüğünüz, yani istediğiniz için yapıyordunuz. Gerçi önceden de özgürce dolaşabiliyordunuz buralarda – kimse size ‚nereye hemşerim?‛ diye çıkışmıyordu ama bu sefer farklıydı işte. Örneğin iş çıkışında trafiğe kalmamak için ‚özgürce‛ koşmak zorunda değildiniz. Arabaların altında ezilmemek için ‚özgürce‛ kırmızı ışığın yanmasını beklemiyordunuz. Akşam saat geç olduğu için ‚özgürce‛ eve dönmek zorunda kalmıyordunuz. Karnınızı doyurmak için cebinizden ‚özgürce‛ bir 20 TL ödemenize gerek yoktu. 5 yıldızlı otellerin önünden başınızı ‚özgürce‛ öne eğerek geçip gitmek zorunda da değildiniz. Hâsılı, sizi önüne katıp akmak zorunda bırakan bir güç dalgası yoktu sanki artık. İlk defa bir şeylerin nasıl olması gerektiğini siz belirliyormuşsunuz gibiydi ki, sizi o bir hafta boyunca mülk sahibi yapan şey de bu otonomiydi aslında. Herkes bu otonomiye sahip olmuştu bir anda: herkes her şeyin sahibiydi ve aslında hiç kimse hiçbir şeyin sahibi de değildi. Bu da kafanızdaki ‚mülkiyet‛ kavramının çok da kolay kavrayamadığınız bir biçimde değişmeye başladığını gösteriyordu. Bireye ait mülkiyetten ortak mülkiyete geçişin bebek adımlarını deneyimliyordunuz. Anayasal Düzeni Yıkmaya Teşebbüs… Ekonomi-politik açısından bu otonomi çok önemlidir, zira emek-gücünün ve iradenin kiralanamıyor, dolayısıyla devredi- 208 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları lemiyor olması kâr kavramının da buhar olup uçmasına yol açar. Dolayısıyla biyolojik yeniden üretim ilişkileri açısından toplam iradenin evrileceği iki yön kalır: izole bireycilik ya da dayanışma. İlkinde herkes kendisine ait kaynakları kullanırken, ikincisi kaynak kavramı ile mülkiyet kavramı birbiri ile ilişkisiz hale gelir. Rock’n Coke Festivali’nde ilk forma evrilecek ve öyle kalacak olan kalabalık Gezi’de enteresan (!) bir şekilde hızlıca ikincisine yöneldi. Ekonomik karar alma unsurları (bildiğiniz insanlar yani), park dışındaki hayatın itici gücü olduğu vaaz edilen kâr güdüsünü ve izole bireyciliği reddettikleri için karar alma eylemi de dolayısıyla artık bireyi değil, kolektifi ilgilendiren bir mesele haline geldi. Dolayısıyla direnişin ilk günlerinde devletsizliğin ve patronsuzluğun getirdiği ‚sınırlanmama‛ halinin, özgürlüğün sadece bir yüzü olduğu kavrandığında yeni hayatın kurulabilmesi ve idamesi için gerekli olan güvenlik, barınma ve gıda ihtiyaçları için işbölümü yapmak ve çalışmak gerekiyordu. Bu görevlere sizi kimse atayamazdı. Siz de kimseyi herhangi bir göreve koşamazdınız. Ne yapılacağına, nasıl yapılacağına, ne ile yapılacağına, ne kadar sürede yapılacağına hep birlikte karar vermek ve verilen kararı da yine hep birlikte uygulamak gerekiyordu. Başbakan konuyla ilgili olarak; ‚Gezi Parkı’nda her şey ücretsiz, kaynağı da enteresan‛ diyerek, alışıldığı üzere iç ve dış mihraklara işaret etmişti.33 Başbakanın söyleminin açık etmediği nokta, direnişçilerin yeni bir ekonomi-politik deneyimi gerçekleştiriyor olduğuydu. Kaynak aslında değişmemişti: direnişten önce olduğu ve sonrasında da olacağı gibi, her türlü ekonomik değeri yaratan bu kaynak insan emeği idi. Dolayısıy- Radikal.com.tr (13 Haziran 2013), ‚Başbakan Gezi eylemcilerine kızdı: Orası sidik or‛, Radikal, http://www.radikal.com.tr/politika/basbakan_ge zi_eylemcilerine_kizdi_orasi_sidik_kokuyor-1137438 33 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 209 la Gezi Parkı’nı anlamak için sorulan soru yanlıştı. Asıl soru, üretilen değer ‚neden böyle bölüşülüyor?‛ olmalıydı. Muhakkak ki Gezi Direnişi’nde başından sonuna tam bir kolektif üretimden söz edemeyiz. Bu, teknik olarak mümkün değildi. Öncelikle, direniş alttan ve birbiriyle ilişkisiz kanallardan örgütlendiği için, bütünlüklü bir organizmadan ziyade daha küçük anarşist kolektiflerin yan yana durması ile oluşmuştu: pratik sorunlara dair çözümler yerelden (çadır mahalleleri, taraftar grupları, vb.) gelmişti ve ilk etapta yine bu yerellere dairdi. Yereller arasındaki işbirliği nispeten daha sonra kuruldu. İkinci olarak, yapı nispeten daha bütünlüklü bir işlerlik kazanmaya başladığında bile kolektifi besleyecek, koruyacak ve arıtacak metaların üretimi için gerekli hammaddeler (kuru gıda, şeker, çay, vb.) ve üretim araçları (tencere, servis malzemeleri, gaz maskesi, vb.) bitmiş ürün olarak ‚dışarıdan‛ alınmak zorundaydı. Ancak tabii ki bu faktörleri işlemek için, tarih boyunca olduğu gibi başından sonuna, yine emeğe ihtiyaç duyuluyordu. Bu emek nasıl ve hangi ilkeye göre sarf edilecekti? Ayrıca bu emek ile üretilecek olan yeni değerin nasıl paylaşılacağı da düşünülmeliydi. Bunların hiçbiri sorun olmadı. Kimse neyin nasıl yapılması gerektiğini anlatmadı. Hatta bu konuda en ufak bir kuramsal tartışma bile dönmedi. Mübadele ekonomisinin yerini ilk andan itibaren dayanışma ekonomisi almıştı. Dolayısıyla bazıları elinden geldiğince yemek pişirilmesine, dağıtılmasına, çöplerin toplanıp barikatların inşa edilmesine katkıda bulunuyordu. Sonunda ise elde edilen artı-değer (ürünler ve imkânlar), bireylerin katkıda bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, herkesle paylaşılıyordu. Böylesine bir kalabalık elbette ki seyyar satıcıların da iştahını kabartıyordu. İlk günler buna engel olunamasa da, sonraki günlerde park mûkimlerinin parktaki her şeyi ücretsiz kılmak adına seyyarları dışarı çıkmaya zorlaması ve son günlere doğru bunu başarabilmiş olmaları, direnişçilerin nasıl bir mikrokozmos kurmaya çalıştığının en açık göstergesiydi. Birçok ağaca asılmış olan 210 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ‚Parktaki her şey ücretsizdir!‛ tabelaları da yeni ekonomipolitiğin ilkelerinden belki de ilkini dillendiriyordu. Birçoğu bu kolektif üretime katılmadı elbet. Çekinenler olduğu kadar, böyle bir şeyi fazla romantik bulanlar da oldu. Ayrıca kolektife katılan kesimin tamamının da kuramsal anlamda dört başı mamur bir kolektiflik algısıyla hareket ettiğini söylememiz imkânsız< Ancak zaten dikkate değer olan şey de bu otomatik kolektifleşme pratiğiydi. Bu, çok net bir şekilde insanın kolektif eyleme yatkınlığının ya da ona duyulan arzunun bir göstergesiydi. Park içerisinde kitaptan ilaca, sigaradan içeceğe birçok metaya bilindik anlamıyla ‚bedelsiz‛ erişebiliyor olmak ve birçok insanın kendinden daha büyük ancak aynı zamanda kendini aşmayan bir şey için emek sarf ediyor olması, bu pratiğe aşina olmayanlara yapılabilecek belki de en verimli propaganda biçimi oldu diyebiliriz. Bu eğilimi küçümsememek gerekiyor. Zira direnişçiler ülkenin tam göbeğinde, üstelik tüm tahakküm biçimlerinin nesneleşmiş halleri olan cami-kışlaAVM troykasının inşa edilmesi istenen yerin tam ortasına biraz pilav, biraz fasulye, bir-iki bardak da çaydan oluşan, mütevazi de olsa bir emekçi sofrası kurmuş, haberli ya da habersiz, yeni bir komün deneyimi inşa etmeye çalışıyorlardı. Özümüz olduğu iddia edilen homo economicus gitmiş, yerini ‚herkese ihtiyacı kadar‛ ilkesi almaya başlamıştı. Üstelik bunu tüm dünya görüyordu! Yaşanan bu deneyimin anayasayla ilişkisini görmek önemli< Anayasal düzlem mevcut ekonomi-politikten ayrı bir alan değil, tam tersi onunla eşbiçimli bir yapıya sahip. Bugün anayasal düzlemde insanlar, Negri ve Hardt’ın da belirttiği üzere, var olan bireyler olarak değil, sahip olan unsurlar olarak tanımlanıyorlar – tıpkı ekonomik düzlemde olduğu gibi.34 Bura- Negri, A & Hardt M. (2009), Commonwealth, p.7, Belknap Press of Harvard University Press 34 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 211 da sahip olmak, en geniş anlamıyla anlaşılmalı: maddî bir mülke sahip olmak/olmamak, belirli bir yeteneğe sahip olmak/olmamak (liyâkat), iyi bir sicile sahip olmak/olmamak, belirli bir yetkiye sahip olmak/olmamak, vb. Bu da sosyal alanda karşı karşıya gelen bireylerin değerlerinin karşılaştırılabilir olmasını sağlıyor. Karşılaştırılabilme de ‚daha fazla‛ olana ‚daha az‛ olanı ezme şansı sağlıyor. Daha yüksek fiyatı veren, kamuya ait ihaleleri alabiliyor, yeterli mülke sahip olan mülksüz insanların emek-güçlerini kiralayıp istediği gibi şekillendirme hakkına sahip oluyor. Daha eğitimli olan toplam bütçeden daha yüksek bir payı hak ediyor. Sicili daha temiz olan daha etkin pozisyonlarda görev alabiliyor. Böyle baktığımızda bu ‚daha‛ kavrayışını kavram kümesine dâhil etmeyen Gezi Parkı deneyimi -biraz uzun boylu bir yorum olsa da- potansiyel olarak bizatihi anayasal düzlemi tehdit etmeye başlamıştı diyebiliriz. Siyasetin ve bölüşümün insan ile eşya arasında değil, insanlar arasında gerçekleşen bir faaliyet olduğu düşünüldüğünde, efendi arzudan kurtulup kolektif bir hayat inşa etmeye başlayan bir direnişin bedeli bu süre boyunca akamete uğrattığı finansal değerle değil, gelecekte vaat ettiği ortak yaşamın değeri ile ölçülebilir ancak. ‚Sahip olan‛ bireyler, yavaş yavaş ‚var olan‛ bireylere dönüşmeye başlaması da ‚daha‛yı savunan insanlar için sanılandan çok ‚daha‛ maliyetli bir kalkışmadır. Arzu Tramvayından Özgürlük Travmasına 11 Haziran 2013 sabahı polisin Taksim Meydanı’na saldırması ve işgal etmesi öncesindeki 11 günlük sürecin sonlarına doğru direnişin iç dinamiklerinin hafif de olsa sekteye uğramaya başladığını biliyoruz. Hatta öyle ki, direnişçiler arasında esprili bir şekilde ‚Polis saldırmasaydı zaten 2-3 güne bu direniş bitecekti‛ muhabbetleri döndüğüne şahidizdir. Metin Yeğin ‘Patronsuzlar’ adlı kitabında Brezilya’daki işgal fabrikalarında çalışan bir işçi ile yaptığı röportajlarından bi- 212 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları rinde sorar; ‚Patron ile mi çalışmak daha iyi, patronsuz mu?‛ İşçilerden bazıları; ‚Patronlu dönem daha iyiydi. Düzen ve disiplin vardı. Öyle herkes her şeye karışamazdı. Toplantı üzerine toplantı yapılmıyordu. Patron ne diyorsa o oluyordu‛ ya da ‚Patronla çalışmak daha iyi. Böylece yok genel toplantı, yok üretim toplantısı filan yapmazdık. Bu yüzden bir de Cumartesi, Pazarlarımız gidiyor‛ şeklinde cevaplar verir.35 Gezi’de de birçok kişiden duymuşumdur: ‚Abi, birileri söylesin ne yapmamız gerektiğini de yapalım. Böyle sabaha kadar birbirimizi yiyoruz!‛ Birilerinin neyi nasıl yapacağımızı söylemesi, şüphesiz önceki hayatlarımızdan kalma bir alışkanlık. Hatta daha fazlası< Arzu ve iradenin ancak ve ancak efendi arzu ve iradesinin yönlendirmesi ile harekete geçebiliyor olması, diğer bir deyişle otonomisini yitirmiş olması varoluşumuzun bu zamandaki gerçeği haline gelmiş durumda. Bu yanıyla özgürlük birçoğumuz için oksijenin yeni doğan bebeğin ciğerini yakması gibi bir doğum travması niteliğinde adeta. Bu açıdan bakıldığında Gezi Direnişi’ndeki sınırlı kolektifleşme ve dayanışma deneyiminin aşıladığı yeni ekonomi-politiğin kitlelere yayılmasının ve sürdürülebilir olmasının önündeki en büyük engelin maddi kısıtlardan ziyade, ortaya çıkan bu yeni özgürlük ile ne yapacağımızı çok da bilmememizden kaynaklandığı inancındayım. Ancak bunu sadece bireysel bir noktadan okumamak gerekir. Herkesin aynı anda özgürleştiği bir ortamda birey kendininkinin dışında, diğerinin özgürlüğüyle de ne yapacağını bilemiyor. 50 kişilik toplantılarda bile 10. dakikadan sonra bağırış-çağırışların yükselmesi, en basit tartışma kurallarının bile kolayca ihlal edilebiliyor olması, saatler süren tartışmalardan neredeyse hiçbir karar çıkmaması tam da bu ne yapacağını bi- Yeğin, M. (2006), Patronsuzlar, p.83, 85, Versus Kitap Yayınları 35 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 213 lemememezlik haline işaret ediyor. Dolayısıyla 11 güne dair temel gereksinimler hızlıca ve umut vaat edici bir şekilde, dayanışma içinde halledilebilirken, biraz daha uzak ve geniş erimli kararlar dayanışma modeline dair umutları sekteye uğratabiliyor. Diğerini bir araç olarak görmeye alışmış özneler kendi egolarını dayatmaktan kendilerini alamıyorlar. Tabii, varoluşumuzun kesit-zamandaki eğiliminin ‚efendi arzuya tâbiyet‛ ya da ‚küçük arzuları tahakküm altına almak‛ olması tespitinden ‚kolektif eylemin insan doğasına aykırı olduğu‛ sonucunu çıkarmak yanlış olur. Zira bu çıkarım, varoluşun güç ilişkilerinin sosyal ve tarihsel ve dolayısıyla dinamik ve değişime açık yapısını göz ardı eder. Tarih boyunca karşılaşılan amansız hastalıkları ve türümüze ait fiziksel yetersizlikleri kader olarak görmeyen bir bakış açısının, insanın ekonomik ve siyasal davranışlarını değişmez kabul etmesi her şeyden önce bu bakış açısının kendi ilkeleriyle çelişmesi anlamına gelir. Medyamızda bu yeni ekonomi-politiğin insan doğasına aykırı olduğunu çekinmeden dile getiren bir grubun dışında, direnişi ‚herhangi bir siyasal ve ekonomik bir alternatif üretememekle‛ suçlayanlar da az değildir. Bu zevata göre, direniş kontrolsüz ve hedefsiz bir yığın hareketi olarak kalmaya yazgılıdır. ‚Alternatif‛ kavramından eğer projelendirilmiş ve fizibilitesi yapılmış-bitmiş, finansman ve eylem planı netleştirilip rol dağıtımı yapılmış bir dosyayı anlıyorsak, evet, bu direniş hiçbir şekilde bir alternatif üretmemiştir. Ama eğer kavramın İngilizce kökünün ‚to alter‛, yani ‚değişmek‛ olduğunu görebilecek bir göze ve varlığın bir an değil de bir süreç olduğunu kavrayabilecek birikime sahipsek, bu direniş bize yeni bir ekonominin kapılarının zorlanmaya başladığını, o koca kapının bir nebze de olsa hareket etmeye başladığını gösterecektir. Birçoğumuz için rüya olan bir model, kısıtlı bir ölçekte, kısıtlı bir işlerlikle de olsa 11 gün boyunca vücut buldu nihayetinde. Kimse kolay olduğunu söylemedi ama en azından artık bunun ‚imkânsız‛ olmadığını biliyoruz. 214 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Beklenen Şarkı Direnişin yeni bir ekonomi-politiğin nüvelerini taşıdığını söylüyoruz. Peki, gerçekten ne beklemeliyiz? Sol kesim olarak her daim beklentilerimizin zaten çok büyük olduğu ve bir şeyler kazanmaya pek de alışık olmadığımız gerçeğini göz önünde bulundurarak ilk etapta bu hareketten neleri ‚beklemememiz‛ gerektiğini sıralamanın daha sağlıklı sonuçlar üreteceğine inanıyorum. Bu direnişten ücretli-emek ve bölüşüm sistemine darbe vurabilecek eylem biçimlerinden biri olan fabrika işgallerine evrilebilecek bir enerji görmek çok gerçekçi olmaz. Zira bu direniş çoğunlukla özgürlük taleplerinin başlattığı bir orta sınıf hareketi ve bu hareket öznelerinin içerisinde üretken emek sergileyen, dolayısıyla fabrikalarda üretimden gelen gücü kullanabilecek ücretli işçiler azınlıkta. Üretken olmayan emek sergileyen, yani beyaz yakalı diye addettiğimiz ve direnişin yönetici ruhuna daha yakın olan eğitimli kesimin grev ya da iş yavaşlatma tarzı eylemlere kalkışabilmesi de çok olasılık dâhilinde gözükmüyor. Gezi Direnişi’nin birçoğunun ilk direniş eylemi olduğu ve sola eğilimlerinin kuramsal açıdan çok nitelikli olmadığı düşünüldüğünde, bu grubun tepkilerinin bir süre daha kimlik-yaşam alanı özgürlüğü-partiler siyaseti seviyesinde kalacağını öngörmek zor değil. Direnişin 15. gününden sonra yayılmaya başlayan boykot çağrıları elbette değerli. Ancak bunların birçoğunun hedefini şaşırıp sadece hükümet yanlısı grupların boykotuna dönme riski de var. ‚Sermaye ama iyi‛ diye bir şey olmadığını, bu talan ve soylulaştırma saldırılarının sermayenin bizatihi iç mantığından türediğinin gösterilmesi gerekiyor. Bu gösterilse bile boykotların ne derece uzun erimli aksiyonlar olacağı konusu şüpheli. Peki, devrim yürüyüşüne değilse, nereye doğru evrilecek bu potansiyel? Öncelikle teslim etmek gerekir ki, burada bahsettiğimiz ‚yeni bir ekonomi-politik deneyimi‛ tespitinin sade- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 215 ce bu konularda düşünmeye ve araştırmaya alışmış sınırlı bir sol sekt grup içindeki tartışmalar olarak kalması riski var. Bu deneyimi devamlı surette hatırlatmak hafızanın canlılığı için önemli. Sonuç olarak bu deneyimden dolaylı bir sonuç beklemek daha mâkul gibi duruyor. Her yerde söylenen ve benim de katıldığım asıl kazanım, kitlelerin politize olmaya başladığı gerçeği, şüphesiz. Direnişi gerçekleştiren orta sınıf, daha doğrusu eğitimli genç nesil artık kendine yeni bir ilgi alanı bulmuş gözüküyor. Bu kuşağın jargonuna ‚direnmek‛, ‚polis saldırısı‛, ‚kolektif‛, ‚dayanışma‛, ‚isyan‛, ‚devrim‛ gibi kavramlar hafiften girmeye başladı. Refleksif düşünebilecek şekilde eğitim görmüş bu kuşak, zihnine dolan bu pratiği kuramsız bırakmayacaktır diye tahmin ediyorum. Bu anlamda sol ideayı işleyen yayınlara eğilim artacak ve tartışmalar bu eksene kaymaya başlayacaktır. Sol entelektüellere düşen vazifelerden biri yeni kavram setleri ve fikir sunumları ortaya atmak olabilir. Bu açıdan Amerikalı marksist ekonomist Richard Wolff’un ‚Democracy at Work‛ adlı sosyal hareket projesi36 iyi bir örnek olabilir. Wolff, Marksist bir ekonominin ve komünist bir alternatifin gereklerini burjuvazinin pek sevdiği kavramlarla yeniden ifade ederek bir sosyal hareket başlatmış görünüyor. Hareketin kabaca argümanı şöyle: ‚Başkanı, valiyi seçebiliyor, siyasi anlamda temel hak ve özgürlüklerimi oylarımla belirleyebiliyorum. Peki aynı demokrasiye neden işyerinde sahip değilim? Neden işyerinde alınan kararlarda (ne üretilecek, nasıl üretilecek, gelir nasıl dağıtılacak), siyasette olduğu gibi söz sahibi değilim?‛ Bu projenin amacı kapitalizmi direkt hedef almaktansa patronsuz işyerlerinin avantajlarını anlatmak, dayanışma ekonomisine özendirmek ve daha önemlisi, tamamen işçilerin yönettiği işyerleri arasında dayanışma sağlamak. Amerika’da sayısız ‚Co-op Companies‛ (Müşterek İşletmeler) deneyimi var ve bu ağ ile birbirleriyle dayanışmaya başladılar. 36 http://www.democracyatwork.info/ 216 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Orta sınıfın şartları büyük ölçekli şirketlerin işgaline imkân tanımasa da işyerinde demokrasi fikrinin tartışmaya açılması ve KOBİ’iler ölçeğinde rastlanması muhtemel oluşumlara destek verilmesi çok da uzak bir hedef gibi gözükmüyor. Böylece hem demokrasi hem de dayanışma söylemleri üzerinden ekonomiye dokunabilmek mümkün olabilir. Diğer bir deyişle sınıf mücadelesi sömürü üzerinden değil, otonomi üzerinden yürütülebilir. Diğer bir açıdan, gençlerin yeni somutlanmaya başlayan bu sol pratiği konuşup tartışacakları, hatta onunla yer yer dalga bile geçebilecekleri ve süreçlere aktif olarak katılabilecekleri yeni bir mekân oluşumu faydalı olabilir. Parkları bu açıdan potansiyel alanlar olarak okuyoruz bugünlerde. Sanal dünya dışındaki mekânların kolektifleşmeyi sağlama potansiyellerinin olması çok da anlaşılmaz bir mesele değil. Üreticilerin ve tüketicilerin birbirlerini görmeden, piyasa için üretim yaptığı ve yabancılaşmanın soyut emek üzerinden gerçekleştiği dünyada parklar nispeten birbirimize daha fazla dokunabildiğimiz alanlar olduğu için, emeğin bu soyutluğunu ve mübadelenin yüzsüzlüğünü elimine etme gücüne sahipler. Dolayısıyla parkla forumların dışında yeni bir ekonominin merkezi de olabilirler. Örgütlenme ve diğer özneler ile ortak iş yapma pratiğine daha fazla sahip gözüken devrimci sol örgütlerin de bu mayayı işlemesi, yeni politikleşmiş bu gençlerin solu ‚kendi anladıkları gibi‛ yorumlamalarına fırsat vermeleri gerekiyor. Tabii solcu ablalık ve ağabeylik reflekslerinin ve örgüt yapılarının buna ne derece izin vereceği noktasında büyük şüphelerim var. O yüzden yeni örgütlenme biçimlerinin siyasal partilerden ziyade park ve semt meclislerinde oluşması, gençliğin kendi kimliğini belirleyebilme özgürlüğünü de teminat altına alabilir. Öteki Emekçiler? Tüm bu söylenenler elbette sadece ücretli-emekçi kitlesinin direnişe katılmış ve halihazırda rahatsız olan kesimine dair Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 217 şeyler. Netice itibariyle hükumetin üretim ve tüketim hayatıyla tanıştırdığı ve AKP’nin seçmen tabanı diyebileceğimiz geniş bir grup var. Bu insanlar Cumhuriyet tarihinin kendilerine biçtiği ‚bidon kafalı‛ rollerinin dışına AKP ile çıkabildiler ve hükumetin ekonomi politikaları sayesinde istihdama katılarak asgari de olsa bir yaşam standardı yakalamayı başardılar. Ekonomik göstergeler dışında asıl ‚Türkiye Mucizesi‛ işte tam da bu kitleyi anlatıyor. Sefalete mâhkum mütedeyyin ve az eğitimli kesim AKP’nin inşaat yatırımları ile istihdam çerçevesine girdi ve kredi kartı borcuyla da olsa tüketimin güzellikleriyle tanıştı.37 Gezi Direnişi’ne katılmayan ve hatta bu direnişe karşı olan bu kesim, doğal olarak tarih boyunca görmedikleri bu güzellikleri kaybetmek istemiyor ve karşısındaki her kalkışmayı bir tehdit addediyor. Şehirli-eğitimli ücretli-emekçiler ‚öldük bittik‛ diye isyan etse bile bu kesim, Nasreddin Hoca’nın dediği gibi ‚Biraz da biz ölelim!‛ diyebilir. Dolayısıyla bu kesime ‚kolektifin güzel yüzünü‛ anlatmak, hâlihazırda direnişe kalkışmış kitleye anlatmaktan farklı ve korkarım ki çok daha zor olacaktır. Mahalle meclislerinin, park forumlarının bu kesimi kapsayabilecek nitelikte olup olmayacağını birlikte göreceğiz. Ya da topu tekrar ‚tarihin motoruna‛ paslayıp her şeyi kökünden sallayabilecek bir ekonomik kriz bekleyeceğiz. http://fraksiyon.org/direnis-ve-ozgurlerin-ekonomisi/ Batur, S. (14 Temmuz 2013) ‚Haziran Ayaklanması’na dair tespitler, öngörüler ve çıkarımlar‛, sendika.org: 37 http://www.sendika.org/2013/07/haziran-ayaklanmasina-dair-tespitlerongoruler-ve-cikarimlar-sertan-batur/ 218 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları HER YER TAKSİM, ADEVİYYE DAHİL! BARIŞ YILDIRIM 17 Ağustos 2013 Bir meydan yüzbinlerce insanla dolu. Sloganları, ‚Her yer burası!‛ Yüzlerinde gaz maskesi, tişörtlerinde kan, eldivenli elleri zafer işaretiyle yükseliyor. Ölmeyi göze almışlar, ölebilirler diye kollarına kan gruplarını ve isimlerini yazmışlar ve ölüyorlar. Bu meydanda atılan sloganların bir tekini anlamasak bile, o bizim meydanımız. Hiçbir şey için değilse bile bizim sloganlarımız attıkları, bizim coşkumuzla zafer işareti yaptıkları, kollarına bizim gibi kan gruplarını yazdıkları ve bizim gibi öldükleri için. Her yer Taksim, demiştik. Her yere Tahrir dahildi. Her yere Rabia’tül Adeviyye dahil. Henüz ideoloji konuşmuyoruz. Halkı konuşuyoruz. Peki kimdir halk? Bu kavram son derece kuramsal açıklamaların ve tartışmaların konusu olabilir. Ama benim çok daha basit bir testim var: Bir direnişin katılımcıları o ülkenin nüfusunun %1’inden fazlaysa, o bir halk hareketidir. Çünkü Amerikan #Occupy hareketi hangi tespiti sloganlaştırmıştı: ‚Biz %99’uz.‛ Hani olmaz ya, diyelim ki bir ülkenin en iyi tahminle %1’ini oluşturan egemenleri, oligarşileri, tuzu kuruları tek tek tembel kıçlarını kaldırıp sokağa çıktılar. Yedi yıldızlı tatillerini yarıda kesip, plazalarının 25’inci katlarından inip, yüz binlerce dolarlık arabalarına binip meydanlara çıktılar. Ben sayılarına bakarım arkadaş. Baktım ki sayıları mesela 800 binden fazla (Mısır’ın nüfusu 80 milyon civarı tahmin ediliyor, %1’i 800 bin) ben onların oligarşi olmadıklarını anlarım. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 219 Yanlış taleplerle orada olabilirler. ABD’nin pohpohladığı bir darbeyle iktidara gelip, halkın özgürlüklerine faşistçe müdahale hevesleri yine halk hareketiyle kursaklarında bırakılınca, yine ABD’nin pışpışladığı bir başka darbeyle iktidardan indirilmiş bir hareketin sempatizanları olabilirler. Kimse silahsız (en azından ordularla kıyaslandığı zaman makul silahlara sahip olmayan) halkı kurşunlayamaz. Kurşunlarlarsa Che Küba’da yattığı şanlı mezardan kalkıp bir sır fısıldar: ‚Dünyanın öbür ucunda bir insanın suratında patlayan haksız tokadı hissetmeyen sosyalist olamaz.‛ Müslüman Kardeşler, büyük ölçüde emperyalizmin himayesi altında gelişmiş, Suudi riyali, El Kaide bombası ve Selefi dinsel mazotuyla devreye sokulan ‚ılımlı islam‛ projesinin acınası piyonlarından biridir. Mısır halkının Mübarek diktasına karşı mücadelesine dahil olmuş, ABD’nin bölgedeki en büyük üç desteğinden (diğer ikisi Türkiye ve İsrail) biri olan Mısır ordusunun fırsatçı müdahalesiyle iktidara gelmiş, gelir gelmez kifayetsiz şeriat ihtirasını 7 yaşındaki kızlara evlenme izni çıkararak göstermiş bir faşist çıkar çetesidir. Sokaklara çıkan yüz binlerin önemli kısmı İhvan denen bu çetenin sandık-destekçisi olsa da, içinde faşist para-militer tipleri barındırsa da, Gezi’de ölenlerimizin kanı üstünde namaz kılmaya kalkan AKFaşistler onları çok sever gibi görünse de, böylesi bir öfke ve kararlılık halkın özelliğidir, oligarşinin değil. Adevviye Meydanı’nda toplanan Müslüman Kardeşler’in faşist kurmayları değil, halktır. Onları kurşunlayan halkın iktidarı değil ABD’nin hizmetindeki generallerdir. Öncelikle bu katliama karşı durmalıyız. Elbette ordu sopasıyla iktidar gerdeğine giren Mursi gibi bir faşistin, her tarafından rezillik akan uydurma bir seçim sisteminden geçerek iktidara geldi diye koltuğuna dönmesini, böylece istediği gibi Mısır halkının ensesinde boza pişirmesini savunacak değiliz. Seçim sandıklarını da alıp cehennemin di- 220 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları bine gitsinler. Halk kendi iktidarını kurmadıkça bu seçimlerin hepsi –bu arada bizim yaklaşan seçimlerimiz de– kötü sahnelenmiş demokrasicilik oyunlarından başka bir şey olmayacaklar. Ama biz kurşunlarla delik deşik edilen bir halkın göğsünü görmezden gelemeyiz. Hangi sebeple olursa olsun katledilen bir halkı yalnız bırakamayız. Çünkü halkın halktan başka kimsesi yok. Elinde Gezi’nin kanıyla dolaşanlar, yüzü gaz bombalı, eli zafer işaretli, kolu kan gruplu insanları nasıl anlasınlar? Onları sadece öldürmeyi bilirler, sevmeyi değil. Başlarındaki takke, üstlerindeki cübbe bize ne denli yabancı gelirse gelsin, onlar halk. Ve istediği kadar Mısır darbecilerine karşı höt zöt etsinler, Gezi’yi ve Adevviye’yi gaza ve kana boğanlar kan kardeştir; ama kendi kanlarıyla değil bizim kanımızla perçinlenmiştir vahşet kardeşlikleri. Bu katliama karşı AKP hükümetinin neler yaptığını gördük: Birkaç telefon görüşmesi, birkaç beyanat, büyükelçiyi ‚istişare için‛ ülkeye çağırma. Bu sefil adımı bile ancak iki Avrupa ülkesinden sonra yapabildiler. Bu ülkenin devrimcileri Filistin halkı için nasıl kahramanca döğüştüyse, Mısır’daki halkın katline karşı da durmalıdır. Meydanları ‚Kahrolsun Demokrasi, Yaşasın Hilafetin Sesi‛ gibi kafiyesi de siyaset vizyonu kadar sefil pankartlarla dolduran ve dayanışmayı hiçbir zaman bilmemiş İslamcı faşistlere bırakamayız. Mısır halkıyla gerçek dayanışma duygularına sahip olan ama bu faşistlerin etki alanında yürüyen inanmış Müslümanları da. Son olarak elbette acıları kıyaslamak etiğe sığmaz, ama acılara karşı seçmeli tepki göstermek hiç sığmaz. Rojava’yı görüp Lazkiye’yi görmeyen, Adeviyye’ye yanıp Rojava’ya yanmayan, Mısır’da gaza karşı çıkıp Gezi’de gazı alkışlayan ikiyüzlülüğün bütün yüzleri ancak her tür haksızlığa karşı topyekun ve samimi karşı çıkışımızla kararacaktır. http://fraksiyon.org/her-yer-taksim-adeviyye-dahil/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 221 EYLÜL SENDROMU, GÜZ GÜNLERİ Direnişin odağı sonbaharla birlikte ODTÜ, Tuzluçayır, Antakya, Gülsuyu-Gülensu’ya yöneldi. Ancak buralar, adı üstünde, odaktı, bu odaktan tüm ülkeye doğru direniş ışınları yayılmaya devam ediyordu. 222 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları EYLÜL SENDROMU VE GEZİ‟NİN İLK MAHKEMESİ: 10 EYLÜL İZMİR BARIŞ YILDIRIM 10 Eylül 2013 Gökyüzü herkesindir, ama herkes gökyüzünde başka şey arar; köylü yağmuru, turist maviyi. Gezi mizahına daha uygun bir metafor dilerseniz: ‚Herkes kendi kafasını yaşar yârim!‛ Temmuz ayının son günlerinde istihbarat birimleri –artık her kimse onlar– hükümete eylül ve ekim aylarında Gezi’nin devamının geleceğini bildirdiğinden bu yana bir ‚Eylül is coming‛ sendromudur herkesi sardı. Bülent Arınç ‚Eylülden sonra üniversitelerin açılmasını bahane edebilirler, spor gösterilerini bahane edebilirler,‛ diyerek ‚istihbarat‛ı doğruladı (bkz. You are scared, Arınç you?). Gezi İsyanları’nın en ön saflarında yer almış gruplardan ikisinin, öğrenci gençliğin ve taraftar gruplarının kendi habitatlarında kalabalık gruplar halinde bir araya gelecek olmasından egemenin korkması bir yere kadar anlaşılır. Ama ruh çağırma seansı sonrasında her tıkırtıda birbirlerini korkutarak dehşete kapılan liseliler gibi kendi eylül korkularına körükle gitmeleri biraz tuhaf. Başbakan haftada bir ‚Eylül’de huzursuzluk çıkaran bedelini ağır öder‛ diye celalleniyor, iktidarın kalem uşakları tahlile analize doymuyor, eylül ruhu çağrılıp duruyor. N’oluyor yahu? Bence olan şu: İktidar, meclisin açılmasıyla birlikte hız vereceği saldırıların, Gezi’de sokakları öğrenmiş halk kitlelerince cevapsız kalmayacağını bildiği için, bu tepkileri konspirize ediyor; onları komplo gibi gösterecek ‚istihbarat‛lar ‚sızdırıyor.‛ Rabia Meydanı için ancak dört parmaklarını kıpırdatanlar, şimdi dört elle Suriye’ye kan ve ateş yetiştiriyor; hem de dün dayılanır gibi yaptıkları emperyalist efendilerinin zurnasının Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 223 son deliği olarak. Havaalanına ön-ödemeli kitleleri yığan Melih Gökçek ODTÜ’ye baltalarla dalmaya hazırlanıyor. Her maçta stadyumların kapısına TOMA’ları yığıyorlar. Yüz binlerce ton biber gazı alıyorlar. İktisatçıların aylardır uyardığı kriz (aslında kronik krizdeki bir ülke için, yalnızca krizin akut evresi) kapıda, Merkez Bankası başkanı liranın değerini yükselteceğiz cümlesini bitirmeden TL değer kaybediyor. Her beş gençten ve her dört kadından birinin işsiz olduğu, resmi istatistiklere göre bile işsizlik oranının %9.3 (gerçekte bu rakam en az %16’ya varıyor) olduğu bir ülkede, iktidara geldiği günden beridir bu oranı neredeyse mutlak bir tutarlılıkla artıran bir hükümetin halktan korkmak için çok nedeni var. Biz ne zaman ayaklanacağımızı sizden öğrenecek değiliz Savaş hülyaları, yoksulluk, baskı, devlet terörü< Faşizm palasını daha daha bileyen bir iktidar< Ayaklanmak için hiçbir vakit neden kıtlığı çekmedik. Gezi, faşizme karşı halk isyanları tarihimizin bir parçasıdır ve faşizm var olduğu sürece ona karşı isyanlar da sürecektir. Elbette artık, bu isyanların hepsi, Gezi’nin geleneğiyle silahlanmış olacaktır. Ama bu, bariz bir şekilde iktidarın sözde istihbarat raporlarıyla tetiklenmiş bir ‚Eylül sendromu‛na kapılmamızı sorunsuz kılmıyor. Özellikle Gezi’nin bir parçası olmuş ‚ulusalcılar‛ (başta onların en gerici kesimi olan Silivri Muhipleri Cemiyeti) ile bunlarla arasına mesafe koyarken kılı kırktan az yaran bazı sol yapılar, bu hükümet menşeli sendroma genetik yatkınlık gösteriyorlar. Kendiliğinden yönü baskın halk hareketleri, gerillaya benzer; nerede ve ne zaman vuracağı belli olmaz. Gerilladan farkı şuradadır ki, isyanın yeri ve zamanı yalnızca hasmımız için değil bizim için de bilinmezlikle doludur. Ayaklanmanın sürpriz doğum günü partisini neşeyle karşılamaya hazır olmak başka şey, iktidarın verdiği randevuya hazırlanmak başka şey. 224 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Biz ne zaman ayaklanacağımızı iktidardan öğrenecek değiliz. Bunlar hep AKaPe zihniyeti sevgili kardeşlerim. Aklınca bunlar bize isyan vakti verip ne yapmak istiyorlar? Biz haklı olarak ayaklanırsak ‚Bak işte komplo‛ demek istiyorlar. Eylülde hazan yapraklarının ve ülke sokaklarının tozunu attıramazsak da ‚Bak işte oyunlarını bozduk‛ diyecekler. Biz onların heveslerini kursağında bırakmasını iyi biliriz. Velhasıl, herkesin eylülü kendine. Bizim eylülümüz belki eylülde gelir belki haziranda. Ama eninde sonunda gelir. Ancak, eylülde gerçekten de bir şeyler olacak< Gezi Tutsaklarının ilk mahkemesi 10 Eylül’de Gezi direnişine şehitler ve bedenler verdik, onlarcamız sakatlandı, binlercemiz yaralandı, zehirlendi. Yüzlercemizse F Tipi hücrelere atıldı. Bunları öylesine çürük temeller üzerinde, yalnızca intikam güdüsüyle tutsak edildiler ki, faşizmin mahkemeleri bile sık sık ‚ara tahliye‛ kararları alıyor, bazıları aramıza geri dönüyor. Ancak İstanbul’da, Ankara’da, Eskişehir’de, Antakya’da, Lice’de direnişçileri kurşunlayanlar, ezenler, linç edenler sokaklardayken, sayıları yüzlerle ifade edilen insanımız hâlâ hücrelerde işkence altında. Taciz ediliyorlar, dövülüyorlar, çıplak aranıyorlar, palasıyla halka saldıran katil adayları sırtı pışpışlanıp sokağa salınırken, onlar için onlarca yıl ceza isteniyor; odalarına kamera konuluyor fakat dışarıdan gönderilen birkaç çiçek yaprağı bile onlardan esirgeniyor. 10 Eylül’de saat 10.00’da, Gezi Tutsakları’nın ilk mahkemesi İzmir’de görülecek. Direnişin dayanışma ruhunu orada göstermeliyiz. O zamana dek, içerideki arkadaşlarımızı yalnız bırakmamak için elimizde kart, mektup, dergi, kitap gönderme gibi araçlarımız var. Hele de http://melisakokusunaozgurluk.tumblr.com adresine uğrayarak, mektuplarınızın içine koyduğunuz melisaları, ıhlamurları, adaçaylarını, diğer bitkileri, yaprakları, çiçekleri herkesle pay- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 225 laşabilirseniz, onlara kalkacak ellerin biraz daha titremesini sağlamış olursunuz. Malum, şu sıra yeşilden çok korkuyorlar. Bu yazı ayrıca 3 Eylül’de Bianet‘te ‘Eylül Sendromu’ başlığıyla yayımlandı. http://fraksiyon.org/eylul-sendromu-gezi-mahkemes/ 226 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları AKP‟NİN POLİSİ EL NUSRALAŞMIŞTIR! TUNCAY YILMAZ 10 Eylül 2013 Devlet terörü Türkiye çapında devam ederken, AKP’nin polisi Antakya’da bir cana daha kıydı. Antakyalıların her pazartesi günü Abdullah’ı, Ali İsmail’i, Ethem’i, Medeni’yi, Mehmet’i anmak ve devlet şiddetini protesto etmek için düzenledikleri yürüyüşe saldıran polis, yakın mesafeden sıktığı biber gazı fişeğiyle 22 yaşındaki Ahmet Atakan’ı katletti. Gece boyunca hayatta tutulmaya çalışılan Ahmet ne yazık ki kurtarılamadı. Abdullah, Ali İsmail’den sonra üçüncü yiğidini de toprağa vermenin hüznü ve öfkesiyle dolu Antakya. İstanbul’da 31 Mayıs’ta başlayan isyanın en güçlü taşıyıcılarından biri oldu Antakya halkı. Armutlu’da direniş ateşi neredeyse hiç sönmedi o günden bu yana. Abdullah Cömert’in ‚memleketi siz mi kurtaracaksınız‛ teslimiyetçiliğine ‚kurtaramasak da yolunda öleceğiz!‛ cevabı direnişlerinin rehberleri oldu hep. AKP başa geldiği günden bu yana kendisinden olmayana savaş açmıştı zaten. Ancak son üç aydır gerçek anlamıyla halkla savaşıyor AKP. TOMA’lar, Akrepler, gaz ve ses bombaları, tabancalar, tüfeklerle halka saldırıyor. Karşısında yürekleriyle direnenleri ‚düşman‛ olarak görüyor. Katil polisinin uyguladığı zulmü ‚kahramanlık‛ diye anlatıyor. Yalanla, manipülasyonla eşitlik, özgürlük ve adalet için direnenleri karalamaya çabalıyor. Polis şiddetinin geldiği noktada artık mızrak çuvala sığmaz durumda. Mevcut durumda Polis teşkilatı AKP’nin silahlı çetesinden başka bir şey değildir. Nasıl ki El Nusracı, El Kaideci çeteler Suriye’de Alevileri, Kürtleri, kendilerinden yana olmayanları katli vacip ilan edip insanlık dışı işkencelerle katlediyorsa, AKP’nin polisi de Tuzluçayır’da, Gazi’de, Akkapı’da, Armutlu’da ‚Alevi Piçler, Şerefsiz Fellahlar, hain teröristler, hepinizi Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 227 öldüreceğiz‛ diyerek halka saldırıyor. AKP açıkça bir iç savaşı, mezhep çatışmasını körüklüyor! Kendini savunmak için ellerinde cesaretlerinden başka hiçbir şey olmayanlar yaşamlarını, gözlerini, özgürlüklerini yitirirken katiller ellerini kollarını sallayarak katliamlarına devam ediyorlar. AKP hükümetinin foyası artık açığa çıkmıştır. AKP halk düşmanı, ırkçı, mezhepçi, işçi ve kadın düşmanı, emperyalizm işbirlikçisi bir partidir. Sadece ülkede değil bölgede de savaş kışkırtıcısıdır. Ve kendilerinden bunlardan öte bir icraat beklenemez. Öyleyse iş bize düşmektedir. Ezilen ve emekçi halklar olarak Haziran’da doldurduğumuz sokakları yeniden ve daha güçlü olarak doldurmaktan, kaderimizi elimize almaktan başka bir çaremiz yok! Mehmet, Ethem, Abdullah, Medeni, Ali İsmail, Ahmet daha eşit, özgür ve adil bir dünya umutları için düştüler toprağa. Bize de onların umutlarını sahiplenmek, bayraklarını yükseltmek, mücadelelerini zafere ulaştırıncaya kadar direnmekten başka bir yol düşmez. Örgütlü bir halkın karşısında hiçbir güç direnemez. Kurutuluşumuz ancak hep birlikte sürdüreceğimiz devrimci mücadeleyle olacaktır. Bu köhnemiş düzeni yıkmak, halkların eşit ve özgürce bir arada yaşadığı adil bir dünya kurmak Ahmet Atakan’a ve tüm devrim şehitlerine sözümüz olsun. Yolunuz yolumuz, mücadeleniz mücadelemizdir. Halklarımız anılarınızı özgür günlere taşıyacaktır. Yaşasın eşitlik, özgürlük ve barış. Yaşasın devrim ve sosyalizm! http://fraksiyon.org/akpnin-polisi-el-nusralasmistir/ 228 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları İSYANIN ARİTMETİĞİNDEKİ “EŞİTTİR” (=) DEVRİMCİDİR İSMAİL GÜNEY YILMAZ 17 Eylül 2013 ‚Haziran ayaklanması‛, ‚Gezi direnişi‛, ‚31 Mayıs halk hareketi‛< İsyan, hiçbirinin yaşananı karşılayamadığını söyleyebileceğimiz çeşitli adlarla anılıyor. Zaten önemli olan verilen isim değil, isyanın ne olduğudur. Kimileri bu ayaklanmaya ‚orta sınıf isyanı‛ hatta ‚elitler hareketi‛ vesaire dese de, son birkaç on yılında kesifleşip, kurallarını sertleştiren neoliberalizmin ortada ve aşağıda yer alan sınıfları savurduğu yerlere dair doğru bir okuma yapmak gerekiyor. Kaldı ki, ‚Gezi’nin merkezinin merkezi periferindeki merkezi‛ne dair yapılabilir diğer tüm tahlilleri bir kenara bıraksak dahi, ayaklanmanın en başından beri Alevi yoğunluklu ‚devrimci mahalleleri‛n isyana pompaladığı yorulmaz enerji de bu pozitif ya da negatif ‚seçkinci‛ açılımları da, isyanın renginde habire bir ‚sevimlilik‛, ‚muziplik‛ ya da ‚yeni/gepegenç olma‛, ‚masumluk‛ gibi tartışmalı ögeleri belirginleştirme çabasındaki algı yönlendirmecilerini de bir ölçüde bertaraf etmekte. Onların bu yöndeki yaklaşımları, içinde belli belirsiz bir icazetçiliği de büyütmektedir, net. Direniş ve isyan patlak verdiğinde, bunu başlatanlar devrimciler değildi, bambaşka bir odaktı. Fakat isyan kısa sürede büyürken devrimciler de akıp giden haysiyet ırmağına tereddütsüz eklemlendiler. Evet, devrimcilerin ya da genel olarak solun isyanın içindeki varlığı bir eklemlenmeydi, onlar direnişin öncüsü de, yönlendiricisi de olmadılar yahut olamadılar ya da belki olmak istemediler. Ancak, direniş ve isyana ayaklanmanın büyülü görkemini katıp, bunu süreklileştirebilen dinamikler de her şeye rağmen devrimciler ve sol oldu, bunu da görmek lazım. Devrimciler/sol, yarım asırda biriktirdikleri tüm Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 229 geleneksel savaş tecrübeleriyle ve harekete geçirdikleri var olan bütün insan malzemeleriyle orada olmazsa olmaz bir unsur olarak başı dik durdular ve durmaktalar. Yaşadığımız şey belki de dünyanın en heterojen karakterli isyanı, bu iç içe geçmişlik ve zembereğinden boşalmışlık hâli hareketin içine güzellikler de rahatsız edici bazı oluşları da ekledi, ancak isyandan kalanın ve sürenin kimi sorunlarla38 birlikte güzellikler olduğu da söylenebilir. İsyan içindeki kitlelerden bazılarının liberal/liberter, lumpen ya da şoven eğilimleri direniş ve isyan açısından sorundur. Sürekli ‚provokasyon‛ retoriği yapan, devrimci mahallelerdeki direnişi görmeyen, devrimcileri tıpkı hükümet gibi ‚marjinal‛ diye yaftalayan icazetçi kafayla bizim anlaşabileceğimiz noktalar oldukça az. ODTÜ kalkışması ve yoksul mahallelerdeki intifada ile başlayan Eylül isyanıyla direnişin karakterindeki devrimci damar güçlenip, sivrilmiş, insiyatif alanların çoğunda devrimci harekete geçmiş, liberal/liberter unsurlar ise -zaten epeydir gerilemiş durumdalardısilinmeye yüz tutmuştur. Geçtiğimiz günlerde gördüğüm ve mealen ‚biz Gezi sürecinde her akşam Tuzluçayır’dan Kızılay’a yürümüştük, şimdi Taksim nerede?‛ tweeti, solla liberal/liberterler arasındaki algı ve tutum farklılığına iyi bir örnek olsa gerek. Tuzluçayır’dan sonra Taksim’de de barikatlar kurulsa da orada ve çevresinde direnenler yine devrimciler olmuştur. 38 Ulusalcılar meselesine gelirsek, burada kast edilen açıkça Kürt ve sol düşmanlığını siyaset edinmiş olan kesimler. Yoksa eline Türk bayrağını alıp panzer karşısına dikilen ortalama bir ‚Türk‛ başımızın tacıdır, tıpkı solcunun, anarşistin omuz başında zulümle savaşan ve ‚mülk Allah’ındır, kahrolsun kapitalizm!‛ diyen bir Müslüman gibi. 230 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Bu isyan kuşkusuz, daha önce hiç tadılmamış değişik ve yeni bir duyguydu ve böyle büyüdü. Bu isyanla bir araya gelmeleri mümkün görünmeyen nice yapı ve birikim ‚zorunlu‛ ve gevşek bir ‚ittifak‛ oluşturabildi. Müşterek kavganın sadece Kürt halkası ‚temsili‛ bazı kişi ve gruplar dışında eksik kaldı. Bu eksiklik kimilerinde ‚böyle ayrılık olmaz‛ ritminde bir özlemi, kimilerinde çeşitli açılardan bir rahatlamayı ya da sevinci, kimilerinde de kızgınlığı içinde olunan duygular hânesine iliştirdi. Otuz yıllık savaşından artık bir sonuçla çıkabilmek için devletle masaya oturmuş ve sadece Kuzey özelinde değil, diğer parçalarda da yarınlarının belirleyicisi olacak çok mühim ve özgül bir süreçten geçen yurtsever hareketin isyana umulan büyük gücü ve yıkıcı öfkeyi katamaması eleştirilebilir olmakla birlikte muhakkak anlaşılabilir bir durum. Burada, yani Kürt emekçi yığınlarının genel ayaklanmaya katılamamasından dolayı yurtsever hareketin hafif bir ‚mahcubiyet‛ duyduğu da açıktır.39 Lümpenler meselesi ise geniş katılımlı bir isyanda karşılaşılması kaçınılmaz olan daha aşılabilir bir sorun. Kürt yurtsever hareketi, ‚barış süreci‛nde devletle sık gerilimler yaşasa da bugüne dek verdiği sözü tuttu, ancak şu an bakıldığında hâlen bu işin nereye varabileceği kestirilemiyor. PKK’nin ‚barış/çözüm süreci‛ndeki yeriyle ilişkili bir biçimde ‚Gezi direnişi‛ne ‚resmen‛/‛küme hâlinde‛ dâhil olmayarak mesafeli durması onun tabanının isyana sempatiyle bakmadığını göstermez. Zira Kürt hareketi çok geniş ve büyük olsa da temelde bir yoksul işçi/köylü hareketidir. Ayrıca direniş başladığında Kürt hareketinin kimi unsurlarında hâsıl olan ‚süreci baltalama girişimi‛ ve ‚ulusalcı hareket‛ tanımlamaları ile -PKK’nin devrimcileri küçümseyen klasik üslubunun bir devamı olarak- direnişi küçümseyen yaklaşımları kısa zamanda aşıldı. Tek başına bu bile önemlidir. 39 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 231 İsyanın Bileşenleri Mağdur + mazlum< İsyanın içindeki iki temel ‚sınıf‛ bunlardır. Mazlum elbette ki aynı zamanda mağdurdur da, mağdur da aynı zamanda mazlum da olabilir, ama biz bunları bu yazıya özgü gösterenler olarak kullanacağız. ‚Mağdurlar‛ başta, AKP’nin iktidar döneminde ‚çağdaş‛ yaşam tarzlarına ve kültürlerine, sahiplendikleri değerlere Mustafa Kemal, cumhuriyet, laiklik<- tecavüzden ve elbette ki politik hegemonilerini yitirmiş olmaktan dolayı rahatsız olan insanlardır. Bunun dışında bu süreçte ‚politize‛ olabilen ’90′lar doğumlu gençler, çevreciler ve taraftar grupları da tasnifin bu yakasına dâhil edilebilir. Taraftar grupları dışında bunların hepsi için bir ‚orta ya da üst sınıflar‛ vurgusudur gidiyor, böyle bir ekonomik sınıf tahlili olmaz, bu insanların içinde hâli vakti yerinde olanlar gibi fakirler de vardır, ne ki bunlar mazlum kimliklerinden ziyade ‚mağdur‛ kimliklerini öne çıkarmış olsunlar. Mazlumlar ise sadece bir dönem özelinde değil, tarihin akışının düze çıkamadığı her dönemde mağdur olan yoksullardır. Çoğu gecekondu mahallelerinde yaşayan ve sol yapıların etki alanında olan bu kitlelelerse isyanın bir diğer önemli bileşenidir. Cinsel ya da etnik/dini kimliklerini öne çıkarıp alanlara koşanların durduğu yer ise mazlum ve mağdur arasında geçişken bir pozisyon işgal ediyor. İsyanı İkonları ve Sembolleri Anlatıyor Ayaklanma sırasında devlet şiddetiyle öldürülen insanların hepsi emekçi ya da emekçi aile çocuklarıdır. Bu, isyanın neliğinde başlı başına önemli bir veridir. İsyanın birbirine benzemeyen hemen hemen tüm siyasal unsurları ölen bu insanları Karayılan’ın son açıklaması da bunlardan vâreste değildir; http://www.sendika.org/2013/09/kck-kurt-halki-demokrasiguclerinin-yanindadir/ 232 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ‚şehit‛ diye anıp, burada da ortaklaşmaktalar. Ancak yine de yitirilen her insanı kim ya da neci (CHP’li/TGB’li, Kürt yurtsever,40 Alınteri taraftarı, SODAP’çı<) diye ayırmadan tereddütsüz sahiplenenler tüm parçalarıyla soldur, bunu da bir kenara yazmış olalım. ‚Şehitler‛, bu isyanın ikonlarıdır, onlar unutulmaz birer kahraman olarak mazlumların dövüş tarihine adlarını işlediler, artık ayaklanma için sarf edilen hiçbir söz muhakkak onlar anılmadan kurulamayacak, zira onlar isyanın en büyük bedelleri de oldular. Ayaklanmanın en önünde devrim için canlarını vermiş olan bu gençlerin Ethem dışında -kaldı ki Ethem de ‚örgütlü‛ değildi- hiçbirisinin klasik politik/militan figürler olmaması zaten ikisi henüz on dokuz yaşındaydılar- tersine daha ‚sıradan‛ insanlar olması da isyanın ruhu açısından önemli bir gösterendir. İsyan ikonları dışında sembolleriyle de anlatılabillir. Polis şiddetine maruz kalan ve dünya basınında da başkaldırının simgesi olarak servis edilen ‚kırmızılı kadın‛ ve ‚TOMA’nın tazyikli suyla müdahalesine göğüs geren güzel kadın‛ fotoğrafları isyanın ‚modern‛ yüzünü, bileşenindeki alışılageldik olmayan çeşitliliği işaretler. Bir diğer ünlü kare olan el ele koşan BDP ve Mustafa Kemalli Türk bayraklı gençle, onların biraz ötesinde polislere karşı bozkurt işareti yapan adam da hem eylemlerdeki anasır karışmasına hem de birikip, birleşen öfkelerin birbirlerine karşı ‚ön yargıları‛nın kırıldığı noktalara delalet. Medeni bir ‚Gezi direnişi şehidi‛ değil, fakat aynı süreçte yine devlet terörüyle yaşamını yitiren Kürdistanlı bir genç. Solun Medeni’yi ‚ayrım yapmadan‛ sahiplenmesi gerek sembolik, gerekse de duygusal açıdan anlamlı. 40 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 233 Otoyolu kapatıp Gazi’den Gezi’ye yürüyen on binler, devrimci hareketin isyandaki enerjisine ve kuvvetine, köprüden kıtalar arası yürüyüş yapan insan kalabalığı büyüyen hareketin ‚Türkiyelileşmesine‛, kullanılan keskin mizah sadece politik anlamdaki bir yeniliğe değil aynı zamanda kitlelerin korkusuzlaşmasına, duvarlardaki ve sloganlardaki küfürler de hem bu yığınsal hareket içindeki lumpen tabakanın yoğunluğuna buna binaen hareketin ‚halklaşması‛na- hem de isyanın bir anda tüm öfke ve çılgınlığıyla patlamış feveran hâline, örgütsüz tarafına, hedefi net olmayan yönlerine birer örnek. Direnişin kalelerinden birinin Antakya olmasının ve öldürülen gençlerden üçünün Antakyalı olmalarının da hem devletin kesifleşen Alevi düşmanlığına karşı nefret patlamasını; hem de T.C.’nin izansız Suriye politikasından dolayı Arap Alevi halkının duyduğu hoşnutsuzluğun aldığı serhildan evresini simgelediğini de unutmadan yazalım. Bu isyan tüm bunların sadece bir tanesi değil, toplamıdır. Retle Başlayan İsyanın Son Durağı Devrimdir AKP, hatta daha çok Erdoğan karşıtlığıyla gelişen isyan, ne sadece çevreci, ne sadece laisist ne de sadece solcudur. Karşı karşıya olduğumuz şey, bunların hepsinin ve daha fazlasının kibirli bir diktatöre karşı öfkeyle sembolize olup toparladığı milyonların acılarının tevhididir. Bu isyan yeni, yenilikçi ve yenileyendir. Haziran ayaklanmasıyla sol,örneğin bayrak ve din fobilerini büyük ölçüde aşmış, eksikliklerini, eskiyenlerini ve yanlış yaptığı yerleri kavrayabilmek için bir fırsat, besleyici bir zemin kazanmıştır. Bununla koşut olarak, devrimcilerle, sosyalistlerle teması olmayan geniş yığınların sola karşı tutum ve yaklaşımlarında olumlu yönde algı kırılması az çok bu isyanın getirdiği yeni durumla gerçekleşebildi. Gezi direnişi sayesinde ekoloji, kent yaşamı ve türlerin eşitliği mücadelesinin kenarda duracak, ‚yedek‛, önemsiz, ‚üze- 234 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları rine konuşulmak zorunda olunduğu için ara sıra sözü edilen‛ bir tali mesele olamayacağı, bu mevzuların Türkiye gibi karış karış talan edilen ve üstelik kültür seviyesi de düşük olan bir ülkede kavganın temel ödevlerinden biri olduğu da anlaşıldı ya da öyle olduğunu umuyoruz. Yani andığımız, hayatı birebir ilgilendiren bu konular ‚liberterler‛in hobi alanlarına bırakılamayacak kadar önemli. Ayaklanma ve direniş haftalar süren ve bir aradan sonra yeniden alevlenen kinetiğiyle ve memleketin üç büyük kentinin meydanlarını ele geçiren gücüyle üstelik bir anda olabilmesiyle mazlumlara moral aşıladı. Devrim, bir ihtimal olarak insanların kafasında barikat başlarında nöbetleşilen geceler boyunca somut bir biçimde, 75-80 arası dönem dışında ilk kez ve belki de daha güçlü bir biçimde bu sayede belirebildi. Günbegün yaşanan zulümle solun dışındaki çok daha fazla insan da Kürt halkıyla duygusal bağlar kurabildi ve müesses nizamın kendinden olmayan herkese karşı stabil şiddetini kavramaya başladı. Barikat tepelerinde dalgalandırılan gökkuşağı bayraklar sayesinde daha önce eşcinselliği bir hastalık diye gören pek çok insan cinsel yönelimlerle ilgili fikir değişiklikleri yaşadı. Direnişin insan ve militan meşruiyet kazandıran etkisi solu güçlendirdi ve morallendirdi. Saydıklarımızın hepsi bu isyanın kazanımlarıdır ve ayaklanmanın, direnişin önce algılarda yarattığı devrim, gelecek devrimin yapı taşı diye okunmalıdır. Bugün, beslediği canavarı daha da hoyratlaştıran kapitalizm sayesinde zengin ve yoksul arasındaki makas iyice açılmış, ‚orta sınıf‛ eriyip, büyük oranda güvencesizleşip, proleterleşmiş, düzen ve aşağıdakiler arasındaki çelişkiler daha fazla sertleşmiştir. Gelecek devrim de işte bu ‚yeni ile kadim proletarya‛nın müşterek isyanıyla zafere ulaşacak. ‚Gezi‛ bunun fizibilite çalışmasıdır. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 235 http://fraksiyon.org/isyanin-aritmetigindeki-esittirdevrimcidir/ 236 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları HANGİ TOPRAK ALSIN SİZİ? BARIŞ YILDIRIM 8 Ekim 2013 ‚Kardeşim kardeşim benim, bırak paylaşayım bu ölümü seninle‛41 Ondokuzunda bir ölü yatıyor tabutta. İki gündür bir tabut bekliyor sokakta. Üç gündür bir ölüyü bekliyor toprak. * Afyon yönetenlerin dinidir. Faşizm halkı döverek, söverek, vurarak yere seremeyince; dinle, kinle, kanla uyutamayınca ‚anestezistler‛i devreye sokar. Resmi plakalı araçlarda taşınan uyuşturucular, sırtı polislerce pışpışlanan torbacılar marifetiyle yoksul mahallelerin çamurlu sokaklarına gönderilir. O, devrim istiyordu, evet. Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm istiyordu, bu da doğru. O bunları her istediğinde, devletin tüm kuvvetleri aralarındaki ayrılığı gayrılığı bırakır ona düşmanlıkta birleşirdi, amenna. Ama Hasan Ferit Gedik, 29 Eylül günü sokağa çıktığında yasamanın, yürütmenin ve yargının demiri kesen emirlerinden hepsiyle uyum içinde olan tek bir talebe sahipti: Uyuşturucu çeteleri mahallemizden defol! Bu dize ve italik dizilen bütün cümleler Sofokles’in Antigone oyunundan alınmıştır. Milattan 440 yıl önce yazılan Antigone tragedyası, kral Kreon tarafından gömülmesine izin verilmeyen kardeşini gömerek ölümü göze alan bir kızkardeşi anlatır. Bülent Yıldız, ‚İstanbul’un orta yerinde devlet Antigone’yi sahneliyor. Kreonlar var, ölüler var falan. Ama Antigoneler de var!‛ diye yazdı dün. 41 Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 237 Anlı şanlı yasalarla uyuşturucu ticaretini yasaklayan devletin bu ‚jest‛e cevabı Hasan Ferit’i vuran mafyacıları korumak, kollamak ve gözetmek oldu. Din kitlelerin afyonudur, ama yönetenler uyuşturucularını sek alır. Azını döktükleri kanı, aldıkları canı, yedikleri haramı biraz olsun unutmak için damarlarına gönderir, çoğunu büyük bir gönül zenginliğiyle ezilenlere verirler. Ki ezilenler, isyan yerine nisyana gark olsunlar. * Öte yanda sonrasızlık bekler onu. Bu yanda birkaç bin insan: Çılgın, ama gerçek dost sevdiklerine. Efendiler buyurdu: ‚Törenle gömülmesi, ona yas tutulması yasak! Alın ve toprağa bırakıp kaçarcasına uzaklaşın mezarlıktan. Vurulduğu yere götüremezsiniz, burada bir avuç toprak bulduğunuza şükredin. Utanmıyor musunuz herkesten başka davrandığınız için?‛ * Kardeşimize olan son görevi yerine getirdiğimiz için mi? Delisiniz siz< Hayır değilsiniz. Yalnız insanlar delirir bu dünyada. * 50 yaşını çoktan geçmiş bir baba düşünün. Çoğu ağarmış saçlarında bir hapishane hücresinin hiç sönmeyen ışığı pırıldıyor. Vakit gece. Oysa birkaç saat önce, kolunda kelepçeyle de olsa dışarıdaydı. 4 saat izin vermiştiniz ona: oğlunu gömmesi için. Oğlunu gömemedi. ‚Yüzyılın bütün teknik hünerlerini taşıdıkları halde Ortaçağ âletlerine benzeyen‛ 14 araç ve 5.000 polisle, elleri kelepçeli bir babanın karşısına dikildiniz. Destan yazdınız bayım destan yazdınız. Ölümüz tabutta kaldı, tabutumuz sokakta. 238 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Merak ediyoruz, hangi toprak alır sizi? http://fraksiyon.org/hangi-toprak-alsin-sizi/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 239 BÜTÜN MÜMKÜNLERİN KIYISINDA; ÇATALHÖYÜK‟TEN ANARRES‟E, ORADAN TAKSİM‟E CANER BİNGÖL 3 Ekim 2013 ‚< ben üç yer tasarlamıştım üçü de sana bana uygun biri günebakanlarda biri otuz yaşta birini sorma birini sorma gün gelir ben söylerim daha usta olurum daha yiğit o zaman söylerim bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen baştan başlayalım susamlara ekmeklere denizaşırılarına sevmelere<‛ - Turgut Uyar İzbe sokaklarda avuçları yukarıya kalkık bir biçimde sokakları arşınlayan ve yoldan geçenlerden dualar eşliğinde metalik para dileyen dilenciler, gece tek başına karanlık sokakta biran evvel evine gitmeye çalışan bir kadının ruh tedirginliği, benzin istasyonunda yatıp kalkan sokak çocuklarının yorgun ve nasırlı ayakları, iş makinelerine sıkışan ucuz yaşamlar, türkülere asılı duran kadim ırmakların sessiz çığlığı, dengbejlerin acının coğrafyasında dolanıp duran tınıları, abdalın sazına yüklediği itirazı, esmer çocukların klarnetlerini ve dabrukalarını şehirden süren beton imparatorluğunun soğuk yüzü < Rezaletin bin bir türlüsü sıralanırken isyan eden virgüller ve sonu üç nokta ile bitirilmek zorunda bırakılan cümleler. ‘Devamı var’ yani yoksulluğun, ezilmişliğin. Devamı var çünkü ‘açlık çoğunluktadır’. ‘Zamanında ödeyemiyor elektrik faturasını vatandaşların yüzde 50’sinden fazlası’ diyor televizyonlar. 240 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Bu fatura edilmiş yoksulluk ya bunun bir de fatura edilmeyeni var diye söyleniyor arada bir vicdanlar. Binaların yükseltisi mi ‘gelişmişlik’ yoksa bakkal dükkanında kabaran veresiye defteri mi ? diye soruyor mahallenin çocukları. Derken birgün çocuklardan birine ‚Mülksüzler’i okudun mu?‛ diye soruyor başka bir çocuk. Ses tonu tıpkı okyanusta inci bulmuş yoksul bir balıkçı gibi heyecanlı çıkıyor. Bu durum kitap ile henüz tanışmayan çocukta derin bir merak uyandırıyor ve dersane çıkışında gözleri kitabevini arıyor ve buluyor. Kitabı ediniyor edinmesine de eve giden yol bir türlü bitmek bilmiyor, trafik ışıkları o gün haddinden fazla uzun kırmızı yanıyor ve karnını doyuracağı yemek o gün daha geç ısınıyor. Velhasıl kendini dış dünyadan soyutlamayı başarıp dalıyor derin düşlere ve Ursula K. LeGuin’in ‘Mülksüzler’i ile kalıyor baş başa. Bu dünyayı iç sıkıntısıyla penceresinden seyreden, arşınladığı sokaklarda her an bir adaletsizliğe denk gelen bu çocuk sığınabileceği bir dünyayı Mülksüzler’de buluyor. Kitaptan kısaca bahsetmek gerekirse ; Anarres ve Uras adında iki gezegen bulunur ve Urras gezegeninin ana kuralı ‘sahip olmak’ üzerine kuruludur. Anarres gezegeninin temel felsefesi ise ‘paylaşmaktır’, her şeyi paylaşmak. Anarres kurak, verimsiz ve zor yaşam koşulları olan ama sınıfsız bir dünyadır. Urras da aksine verimli toprakları olan ve kolay yaşama olanakları sağlayan bir dünyadır; ancak burada kapitalist, otoriter bir yönetim mevcuttur. Shevek isimli Anarresli bilim insanının bilimsel çalışma yapmak üzere Urras’a gitmesiyle başından geçenler okuyucuya bu iki dünya arasında karşılaştırmalı analiz yapma imkanı sağlar. Bu sayede bolluğun tanımı yeniden yapılmıştır ; ‛ Annares sadece tozdan ve kuru tepelerden oluşuyor. Her şey az, her şey kupkuru. İnsanlar da güzel değil. Hepsinin koca elleri ve ayakları var, benimkiler ve buradaki garsonunkiler gibi. Ama koca göbekleri yok. Çok kirlenirler, birlikte yıkanırlar, burada kimse bunu yapmaz. Kentler çok küçük ve sönüktür, sıkıcıdır. Hiç saray yoktur. Siz Urraslıların her şeyi yeterince var. Yeterince hava, yeterince Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 241 yağmur, yeterince çimen, okyanuslar, yiyecek, müzik, yapılar, fabrikalar, makineler, kitaplar, giysiler, tarih. Siz zenginsiniz, siz sahipsiniz. Biz yoksuluz, biz yoksunuz. Sizde var, bizde yok. Burada her şey çok güzel. Güzel olmayan yalnızca yüzler. Annares’te hiçbir şey güzel değildir, yalnızca yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok, birbirimizden başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Gözlerde de görkemi, insan ruhunun görkemini görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olmadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek başına, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizden görebildiğim yalnızca bu- duvar, duvar ! ‚ Üzerinden yıllar geçmiş ve ‘başka bir dünya’yı kitaplardan okuyan çocuklar da, düşleri de büyümüştür. Beton imparatorluğunun orta yerinde Taksim Gezi Parkı’nda büyük bir ayaklanma davetine doğru adımlar buluşmuştur. Taksim komünü, kapitalist modernizmin orta yerinde bir düşün yaşama geçmiş hali olur. Komünde ; evlerde pişirilen yemekler parkta paylaşılır, bir anda elbirliğiyle halk kütüphanesi kurulur, hüneri olanlar müzik yapar, dev gökdelenlerin dibinde aç karnına sokak aralarında uyuyan çocukların karnı hergün dayanışma sofralarında doyar, revirlerde ücretsiz sağlık hizmeti verilir, çöpler gönüllü komiteler aracılığıyla temizlenir, parkın bir köşesinde bir bostanda marul, çilek vb. ürünler yetiştirilir < Üç nokta ile biten cümleler yoksulluğa değil bolluğadır bu sefer. Paylaşmanın binbir türlüsü sıralanırken cümlede birbiri ardına, bu sefer gönlü rahattır virgüllerin. Tüm bu olanlar düşleri gibi kendisi de büyüyen çocukların çağrışım hafızasında bir anda Gezi Parkı’nın Ursula Leguin’in Mülksüzlerinden fırlayan Anarres olduğunu akıllara getirir. Komün fikrinin hayata geçtiği yer olan Gezi Parkı bilim kurgu romanından fırlayan temel felsefesi paylaşım olan Anarres gezegenidir resmen ve şunları fısıldar Gezi hayaleti park içerisindeki kalabalığa : 242 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları “Sahip olmak yanlıştır. Paylaşmak doğrudur. Tüm benliğinden, bütün o geceler ve günler boyunca tüm yaşamından başka neyi paylaşabilirsin ki?” Haziran direnişi mümkünlerin kıyısına seyahat ettiren bir direniş oldu ve zaman zaman soluklansa da artık Anadolu’da bir hayalet dolaşıyor ; Gezi Hayaleti < Anadolu’dan konu açılmışken vakitlerden birinde bu coğrafyada yaşanan bir deneyim arkeologların çabasıyla ortaya çıktı. Belli ki komün fikrinin kökü bu topraklarda çok eskilere kadar uzanıyordu. Çatalhöyük’te toprağın altından ‘ sınıfsız toplum’ çıktı. Bu durumu 1993’ten beri kazı başkanlığı yapan İngiliz arkeolog Ian Hodder ve Kaman-Kalehöyük buluntularında da 1985’ten beri kazıları yürüten Dr. Sachihiro Omura şöyle anlatıyor : ‚Çatalhöyük kazılarından öğrendiklerimiz bize modern toplumla ilginç karşılaştırmalar yapma olanağı sunuyor. Neolitik dönemde yerleşkeler genelde 20-30 haneden oluşurken Çatalhöyük’te 8 bin kişinin yaşadığını biliyoruz. Buna rağmen Çatalhöyük’te merkezi güç olmadan; idari yetkililer ve çeşitli otoriteler kurmadan bir yaşam sürüldüğünü görüyoruz. Eşitlikçi ve lidersiz bir toplum, herkes aynı sosyal statüde, kadın-erkek, genç-yaşlı ayrımı yapılmıyor.‛ diyor ve kadınlarla erkeklerin toplumsal yaşama katılış biçimlerine dair de şunları söylüyordu : ‚Öğrendiklerimizden biri de kadın ve erkeklerin aynı şekilde beslendiği oldu. Kadın ve erkek arasında neredeyse hiçbir sosyal ayrım yapılmıyor. İşbölümü ve toplumsal roller konusunda bir ayrım olmadığını söyleyebiliriz. Biliyorsunuz Çatalhöyük kazılarında sanat ve sembolizm konusunda öğrendiklerimiz çok öne çıktı. Kazıların ilk zamanlarında bazı buluntuların ‘ana tanrıça’yı temsil ettiği düşünülüyordu. Artık bu şekilde düşünmüyoruz. Çıkan sanat eserlerinde kadın ‘anne’ olarak yer almıyor. Daha önce de belirttiğim gibi Çatalhöyük’te Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 243 kadın ve erkek arasında böyle bir ayrım yok, dolayısıyla bir ‘ana tanrıça’ figürü de yok.‛42 Öyle anlaşılıyor ki Abdalların bu yalan dünyanın çarkına ısrarla çomak sokmasının ve itirazını bağlamasının tellerinde dolaştırmasının kadim bir sebebi var. Bir fikir, bir kazı, bir kitap ve bir direniş ; geçmiş ile şimdi, şimdi ile gelecek arasında bir söz birliği. Komün fikri ki umuda bir güzelleme ve bütün mümkünlerin kıyısına doğru uzanıp giden bir yoldur. Pusulasıdır da aynı zamanda ‘başka bir dünyaya’ yelken açan denizcilerin. bu fikri sevmeli, saymalı, pamuklara sarmalı < http://fraksiyon.org/butun-mumkunlerin-kiyisindacatalhoyukten-anarrese-oradan-taksime/ Elif İnce’nin Radikal Gazetesinde yer alan ‚ Çatalhöyük’te ‘sınıfsız toplum’ çıktı ‛ haberinden : http://www.radikal.com.tr/hayat/catalhoyuk_kazisindan_sinifsiz_toplu m_cikti-1144778 42 244 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları UYUR İDİK UYARDILAR SEVİNÇ KOÇAK 8 Ekim 2013 ‚Uyur idik uyardılar Diriye saydılar bizi Koyun olduk ses anladık Sürüye saydılar bizi‛ - Pir Sultan Abdal Yakınıp durduğumuz, ara ara zorlayıp da bir türlü başaramadığımız, birdenbire oluverdi. 12 Eylül’ün ölü toprağı denen suskunluk zırhı yırtıldı. Hem de hiçbirimizin tahayyül etmediği bir biçimde. Kendiliğinden oluverdi her şey. Sokaklar şenlendi. Uzun süredir beklenen toprak atma ritüeliydi bu. Beklediğimiz bundan ibaret değildi elbet ama bu silkinme hepimize iyi geldi. Milenyumun zeki çocukları, yaratıcı, eğlenceli, renkli zihinlerini akıttılar barikatlara. Birazcık deneyim eksikti. Ama deneyim denen şey de zaten pratikle edinilirdi. Geçmişin deneyimli ağabey ve ablalarına olan ihtiyaç, burada ortaya çıktı. Ağabey ve ablaların artık statükolarını yıkmaları gerektiği de aynı hızla sokaklarda adım attı. Görünen şuydu; gelenek denen şey geçmişin kaba bir tekrarı ve algısı değil, yeni olanın doğru çözümlenmesi, bugüne uygun örgütlenmesi demekti. Karşılıklı öğrenmeli, bundan gocunmamalı, kendini dayatmamalıydı. Bunun muhasebesi başladı, daha da sürer. Sürmeli. Kolay değil, onca yılın birikmiş öfkesi ortalığa saçılıverdi. Patlaması yakın zamanda beklenmeyen yanardağ, lavlarını birdenbire salıverdi eteklerinden aşağıya. Kimi zaman hedef şaşırdı ama patlamıştı bir defa. Önemli olan da buydu. Derlenip toparlanmaya ihtiyaç vardı yalnızca. Bunu da zaman gösterecekti. Sokaklara saçılan öfke karşılıksız kalmadı elbette. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 245 Gözdağı, sindirme, korkutma, tehdit, yalan haber, yeniden uyutma denemeleri, penguenler ve ölümler< Ethem, Mehmet, Medeni, Abdullah, Ali İsmail, Atakan, Hasan Ferit< Bu listenin evveli oldukça uzun. Üstelik daha uzayacak besbelli. Takvim yaprakları her geçen gün daha da ağırlaşırken, zamana takılı kaldı bizim çocukların gülüşleri. Yaşamayı en çok hak edenler, boğazımızda birer koca düğüme dönüşüyorlar. Öfkemiz, kinimiz, acımız, artıyor her bir ölümle ama zaman annelerin acısı hafifletmiyor< Bilen bilir, Mayıs ayından bu yana, kişisel tarihim tarihsel olarak beklenenle üst üste düştü. Gezi Direnişi benim kişisel direnişimle birbirini takip etti. Uyudum, uyandım ‚bi kapı kapandı geçmişe.‛ Uyanmamı beklerken dostum Barış Yıldırım yazmış: ‚Sevinç’le ilgili her haberi sosyalist devrimciliğin direnme ve zafer retoriğiyle vermemiz tesadüf değil. Gönlü devrimde olanın biyolojik süreçlerle ilişkisi bile devrimcidir, ideolojiktir. Başkasının yaşamayı seçeceği yerde ölümü seçebilen devrimciler, başkasını öldürecek bedensel darbeler karşısında ‚mucize‛ler yaratıp yaşamın bayrağını yükseltebilir.‛ Ben uyuyordum ve nereden geldiği belli olmayan ölümcül bir mikrop, bütün vücut fonksiyonlarımı tekeline almış, çaresiz bir bekleyişle sonumu hazırlıyordu. Önce teşhis doğru konmalıydı ki tedavi de doğru uygulansın. Günlerce teşhis konulamadı. Teşhis beklenen günlerde teslim olunmamalıydı. Belki hayatta en iyi bildiğimiz şeydi direnmek. 19 günlük uyku yetti. Direniş yerini başkaldırıya bırakmalıydı artık. Ölü toprağımı attım, 19 günün sonunda uyandım. Ben uyandığımda, sokaklarda şenlik ateşleri de yanmaya başlamıştı. ‚Kelebek etkisi‛ dedi Süreyya Hoca. İnandım. Bana ‚mucize‛ diyorlar beklenmedik bir uyanışı gerçekleştirdiğim için. Ama gülüşlerimize tahammülü olmayanları ta- 246 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları rihin çöplüğüne atmak için mucize gerekmiyor. Ezberlenmiş kutsallarla değil, yeniyi doğru okuyarak çıkmalı yola. Yola çıkmışken durmamalı. Üzerimizden attığımız ölü toprağını ait olduğu yere, miadını çoktan doldurmuş köhne devletin üzerine atmalı şimdi. Kendimiz dahil, her şeyle hesaplaşmalı. Güzel gülüşlü gencecik çocuklarla değil de, gülüşlerimizi zamana asılı bırakanlarla vedalaşmalı. Gelenek ve geleceği buluşturmalı. Uyandık artık. Uyanık kalmalı. http://fraksiyon.org/uyur-idik-uyardilar/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 247 KAHROLSUN BAĞZI „MARKSİST‟LER! DOĞUKAN SAKAR 11 Ekim 2013 Gezi üzerine yazıları tararken, marksist.net‘teki bir hayli eğlenceli Gezi aşağılamalarını okuyunca ister istemez aklıma ‛Your politics are boring as fuck/Politikalarınız sik gibi sıkıcı‛ (http://crimethinc.com/texts/selected/asfuck.php) makalesi geldi. Belki de sadece makaleyi Türkçeye çevirip ‛Küçük Burjuva Sosyalistlerin <<Gezi Komünü>>‛ (http://www.marksist.net/utku_kizilok/kucuk_burjuva_sosya listlerin_gezi_komunu.htm) gibi lezzetli başlıklı yazıları yazan arkadaşlara mail atabilirdim. Ancak halk mücadelesinde devrimci öğelerin diyaloğunun ve fikir alışverişinin önemine inandığım için, Gezi’de aktif olarak yer almış bir anarşist olarak kendilerine cevap vermeyi ve iletişim kanalını açmayı ödevim bilirim. ‛Ne Savunuyoruz‛ (http://www.marksist.net/marksist_tutum/temel_goruslerimi z.htm) kısmında, daha ilk maddede ‛(<) *Kapitalizme+ son verebilme yeteneğine ve olanaklarına sahip gerçekten devrimci tek sınıf proleteryadır‛ diye belirten (ve pardon, bütün insanlardan sadece proleter diye tanımladığı sınıfı yüceltmesi, faşizm değil mi?) ve devamında Troçkist olduklarını açıklayan manifestolarında bile aslında Gezi’ye karşı düşmanlıklarını anlayabilmek mümkün. Utku Kızılok ‛Gezi sürecine damgasını vuran küçük-burjuva zihniyetidir‛ diyor. Peki bu gerçekten de böyle mi? Her kalemden farklı bir şekilde yorumlanan ‛Gezi’nin sınıf karakteri‛ni anlamak için bugün bile devam eden Park Forumları hareketine ve Gezi sürecinde öne çıkan iki gruba dikkat çekmek istiyorum: çArşı ve Anti-Kapitalist Müslümanlar (AKM). Çünkü ileride de açıklayacağım gibi, ‛Gezi’nin sınıfı budur, Gezi’nin karakteri şudur‛ gibi ahkâm kesmeler, 248 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları aslında Gezi sürecine dahil olan bireylere yapılabilecek en büyük aşağılamadır. Park Forumları’nın çıkışını anlamak için Gezi’nin temsiliyet sorunsalını anlamak gerekir. 31 Mayıs akşamı ‛Tayyip istifa!‛ ve Vali Konağı’na geri çekilen eylemcilerin ‛Vali istifa!‛ demesi, meselenin daha o günden 3-5 ağaç olmadığının en önemli göstergelerinden biriydi. Eylemciler (burada bir ‛sınıf‛ ayrımı yapmıyorum) hükümet karşıtlığında birleşiyorlardı. 1 Haziran’da Park’ın ele geçirilmesini takiben açılan Serbest Kürsü de aslında bireylerin seslerini duyurmak arzularının en önemli göstergesiydi. Burada, AKP dönemi politikaları, kadın-erkek eşitliği, cinsel yönelim, kürt sorunu (Kürt Halk Hareketi’nin hakkıyla tartışıldığını iddia edemesem de), ve evet, neo-liberal politikalar ve kapitalizm tartışılıyordu. Ancak ilerleyen süreçte eylemciler paralize oldular –mesele 3-5 ağaç değildi, mesele hükümet düşmanlığından da fazlaydı da, mesele neydi peki? Ne zaman kalkıp eve gidilecekti, amaç neydi? Tam kitleler sorunlarını kendi aralarında, Serbest Kürsü’de tartışmaya başlamıştı ki Taksim Dayanışması (TD) meşhur taleplerini yayınladı. ‛Bize kim sordu‛, ‛Taksim Dayanışması ne haddine böyle bir bildiri yayınladı‛ şeklindeki huzursuzluklar Gezi Parkı’nda dillendirilmeye başladı. Buna cevaben TD, Başbakan Erdoğan’la görüşecek heyetin ele alacağı konuları belirleyebilmek için açık forumlar düzenledi. Ancak Başbakan’la görüşen heyetin nasıl ve kimler tarafından seçildiği muamma iken, heyetin basın açıklamasında da belli olduğu gibi parkın geleceğinden başka hiçbirşeye değinilmemişken, eylemciler iyice huzursuzlandı. Bu zamana kadar pragmatik bir şekilde TD’nı takip eden eylemciler (zira herkesin ortak takip ettiği başka bir haber/iletişim ağı yoktu) Gezi Parkı’nda kendi bağımsız forumlarını oluşturmaya başladılar. Parkın dağıtılmasını takiben, bahsettiğim iki grup ön plana çıktı: çArşı ve AKM. çArşı, yayınladığı bildiriyle kendi semtine, Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 249 Abbasağa Parkı’na çekildiğini ilan ediyordu. ‛Abbasağa artık Gezi’dir, herkes Abbasağa gelsin‛ demek yerine, herkese kendi parklarına dönmelerini, kendi parklarında forumlara devam etmelerini öneriyorlardı. Benzer şekilde AKM, siyasi kimliklerinin reklamını yapmadan Yeryüzü İftarları’nı başlatıp, insanların kendi örneklerinden yola çıkarak kendi yeryüzü iftar sofralarını kurmalarını öneriyordu. Gezi’ye müdahil olan insanların çArşı ve AKM’a karşı duydukları sempatiyi anlamak, bu iki grubun da anti-otoriteryen, merkeziyetçilik düşmanı duruşlarında; bireyselliğe ve yerelselliğe verdikleri önemde saklıdır. çArşı’yı önplana çıkaran unsur ‛Kendinede kArşı‛ (ayrıca sanırım ‘de’ bağlacının ayrı yazılmasına da karşı) ve ‛çArşı bir ruhtur, bedene indirgenemez‛ sloganlarıdır. Herkesin ‛çArşı‛ ile görüşmek, röpörtaj yapmak istediği bir ortamda, çArşı’ya yakınlığıyla bilinen ve/ve ya direk kurucuları, tribün liderlerinin ‛Ben burada çArşı’yı temsil etmiyorum, çArşı bir ruhtur‛ deyişleri, Subcommandante Marcos’un 2001′de Meksika’nın başkentinde ‛Ben burada Zapatistleri temsil etmiyorum‛ demesiyle aynıdır –ne çArşı ne de AKM, ‛Gezi Ruhu‛nun temsiliyetini üstlenmemiş, tam da bu yüzden Gezi’nin ruhunu en iyi anlayan ve içselleştiren taraflar olmuşlardır. Bu yüzden klasik Marksist söylemde, çArşı gibi lümpen proleteryadan çıkmış bir grup ile ‛Diren iPhone şarjı!‛ yazan küçük-burjuva üniversiteli gencin birlikteliğini salt sınıfsal tabanda anlamlandırabilmek mümkün değildir. Bunun da ötesinde, Marksist geleneğin bir türlü vazgeçemediği ‛Halkı bilinçlendirmek‛ arzusu, kendi bildiklerine gözü kapalı inanmaları ve sosyalist hedefte tek doğru yolun Proleterya Diktatörlüğü ‛Geçiş Dönemi‛ ile mümkün olduğuna kesin inançları, Gezi gibi bireyselci, özgürlükçü, anti-otoriteryen karakterlere sahip bir harekete korku ve şüpheyle yaklaşmalarına sebep olmaktadır. 250 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Gezi’nin anti-otoriteryen duruşunu anlayamayan Utku Kızılok, forumları eleştirirken ‛İşçi sınıfının içinde yeralmadığı park forumlarından Sovyet tipi iktidar konseyleri çıkartmaya çalışmak demek, devrim ve Sovyetler konusunda pek de bir şey anlamamak demektir‛ derken bile bu forumların iktidarı ele geçirmek gibi bir derdi olmadığını, hatta bu forumların sorununun bizzat iktidar kavramıyla olduğunu anlayamıyor. Gezi hareketinin Marksist/Troçkist geleneğin aksine iktidarı ele geçirmek gibi bir derdi olmaması sebebiyle, kendi forumlarının şekil ve içeriklerini de başkalarına dayatmak, aynı modelde tüm Türkiye’de (ve/veya dünyada) örgütlenmek gibi bir arzuları olmadığından, bu forumların işçi mahallelerine yayılmaması da bir sorun teşkil etmiyor. Niye etsin ki? Park forumları, belirli coğrafyalardaki belirli bireylerin kendi kendilerine örgütlenme arzularını gösterir. ‛Devrimci Mahallelerinde Park Modeli Geliştirme ve Yaşatma Çalışması Konseyi Üyeleri‛ gibi bir sınıf yoktur, ‛Şurada da bir forum olsun‛ diyen bir karar mercii bulunmamaktadır –bu forumlar, bu mahallelerdeki bireylerin bireysel inisiyatifleridir ve kendi modellerini de kimseye empoze etmemektedirler. Üstelik, bu modellerin devrimci/işçi mahallelerinde ortaya çıkmaması, bu modelin yanlışlığına ya da eksikliğine de işaret etmez –sadece bu modelin, bu mahallelerde ya mümkün olmadığına, ya da arzulanır olmadığına işaret eder. Herkesin yerelde, kendi istedikleri gibi örgütlenmelerini savunan bir hareketten tek-tip model bir yapılanma çıkarmasını beklemek ne kadar doğru olabilir ki? Zira Gezi hareketi büyük ölçüde işçi sınıfını kapsamıyor olabilir. Gezi şehitlerinin hemen hepsinin işçi ailesi çocukları olduğunu ve Ethem’in, Abdullah’ın da bizzat birer işçi olduğunu gözardı etmemekle beraber, yine de Gezi’nin, klasik anlamda devrimci/işçi hareketini bünyesinde eritmediği söylenebilir. Bu noktada şunu soruyorum: Neden işçi sınıfı illa Gezi hareketi içerisinde yer alsın ki? Gezi, bugüne kadar Türki- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 251 ye’deki sol/devrimci geleneğin propagandaistliğine karşı bireysel ve gönüllülük esasına dayalı ve merkezî bir otoriteye sahip olmadığı için, kimseyi kendi safına çekmeyen, hatta insanları kendi safına çekmeyi lüzumsuz gören, bireylerin kendiliğinden biraraya gelmesine deer veren bir harekettir. Kendisine anarşist diyecek bir merkezî yapısı bile olmayan, ancak içsel bir şekilde buram buram anarşist idealleri yaşayan bir hareketi, enternasyonel diktatörlük fikri peşinden koşanların kaygıyla seyretmesi manidardır. Sivil itaatsizlik olarak başlayan ve iktidar karşıtlığını (Erdoğan, hükümet ya da AKP karşıtlığından da geniş bir şekilde) temel alan, Kürt Halk Hareketi’nin yerelde özerk demokrasi arzularından etkilenmiş bir hareket olarak Gezi İsyanı’nı ve sonrasındaki forumları, salt enternasyonalist düzlemde, gerçekçilikten uzak, son kullanma tarihi geçmiş (ve hatta hiç bir zaman geçerliliği olmamış) modeller ve edebiyat dahilinde eleştirmek ne kadar doğrudur? Sonuç olarak enternasyonalist örgütlenme fikrinin bugüne kadar Türkiye ve dünyada nasıl somut bir karşılık bulmadığı bellidir. Buna karşılık iktidar ve temsiliyet karşıtlığı, doğrudan ve yerelden demokrasi arzuları günümüzde Zapatistler’den Tahrir Meydanı’na, Indignados’tan Occupy hareketine kadar yankı bulan fikirlerdir. Sol’un ‛Neden işçi sınıfını örgütleyemiyoruz‛ sorusuna cevabı hiçbir zaman usul eleştirisinden öteye gidememiştir –belki de cevap, insanların nasıl örgütleneceklerini başkalarından duymak istememesinde saklı olabilir mi? ‛Kızım sana diyorum, gelinim sen anla‛ misali, Gezi’nin hükümete söylediklerinden Devrimci Sol’un da kendisine çıkarması gereken en büyük ders, kendi ‛entelektüel‛ birikim ve modellerini, gerçek hayatta hiç bir zaman kabul etmemiş işçi sınıfına dayatmaya çalışmaktan vazgeçmeleri; ve hatta ‛İşçileri örgütlemek‛ gibi bir fikirden uzaklaşıp, ‛tek doğru yolun‛ ne olduğunu öğretme küstahlığını bir an önce bırakarak, kendile- 252 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları rini, ailelerini ve işyerlerini örgütleyip, başka özerk örgütlemelerle organik ilişkiler içerisine girmeye başlamaları gerektiğidir. Hatta bu bile değildir belki. Başkalarının nasıl örgütlenmeleri gerektiğini söylememeleri kafidir. http://fraksiyon.org/kahrolsun-bagzi-marksistler/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 253 CEMEVİNİ CAMİYE KAPI YAPMAK SÜLEYMAN ALTUNOĞLU 26 Ekim 2013 Bilen bilir, Alevilikte kapı önemli bir yer tutar. Yüzlerce yıl yarı illegal koşullarda yaşadığından mı, yoksa ölülerini kapı eşiğine gömen tarih öncesine uzanan geleneklerden de bilinmez, kapı önemlidir. O kapıdan, Yunus Emre’nin deyişiyle, eğri odun giremez. Tuzluçayır mahallesine yapılan camicemevi projesi cemevini kapı yapıp, camiye monte etmekten başka birşey değildir. Eski bir yazı geleneğidir. Netameli bir konuya başlanırken önce, şuna karşı değilim, buna karşı değilim cümleleriyle muhtemel eleştirilerin önü alınmaya çalışılır. Böyle bir kaygı taşımıyorum. İbadethane yapılmasına karşı değilim. Halkın çıkarına ve arzusuna uygun, yeteri kadar ibadethane yapmak haktır. Ancak herşeyden önce ibadethane yapmak için yola çıkanlar tek bir şeyi doğru yapmış olsunlar. Buradan konuya devam edebiliriz. Bölgede 200 metre mesafede iki cami ve bir cemevi vardır. Camiye gelme ihtimali olan Sünni halk, kentsel dönüşüm marifetiyle büyük oranda bölgeden uzaklaşmış durumdadır. Yani ihtiyaç yoktur. Peki halkın arzusu var mıdır? Kırk günden fazladır inşaata karşı direniş sürüyor. Fakat gelin öncesine bir bakalım. İnşaata uygun olmayan zemin İnşaat için seçilen bölgede yakın bir zamana kadar, geçimini genellikle hurdacılıkla sağlayan çoğu Ankara’nın ilçelerinden Sünni halk yaşıyordu. Bölgede Alevi halkın yaşadığı kısımla aralarında bir cadde vardı. Belediye, bundan 3-4 sene bölgenin eski çöplük olduğunu yapılaşmaya uygun olmadığı iddiasıyla halka Ege Mahallesi ve Natoyolu’nda yer göstererek takas tek- 254 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları lif etti. Ancak karşılık gösterdiği arsalar değersizdi ve halkın elinde tapu olmasına karşın ikinci defa Düzenleme Ortaklık Payı (%40) istiyordu. Genellikle eylemlerden uzak durmalarına rağmen Halkevi’nin gayreti ve şartların zorlamasıyla hukuki bir mücadeleye başladılar. Sonunda anlaşmaya varıldı ve evler boşaltılmaya başlandı. Bu arada yapılan incelemelerde zeminin çok sağlam olduğu ortaya çıktı. Belediye bölgeyi park alanı olarak ilan etti. Ancak sonrasında ortaya çıktı ki, alan önce Fethullah Gülen Grubundan bir şirkete satılmış sonra da Mayıs 2013′te İzzettin Doğan’ın vakfına devredilmişti. 31 Mayıs Haziran’a bağlanırken patlayan ayaklanma belli ki onları korkutmuş. Ankara için inşaat mevsimi olan yaz aylarını bekleyerek geçirmek zorunda kalmışlar. Tuzluçayır dün ve bugün Çünkü Ayaklanmanın başından bu yana Tuzluçayır kitlesel eylemlere sahne olmuştu. Alanda çadırlar ve sahne kurulmuş, akşamları veya hafta sonları yollar kesilerek konserler, forumlar düzenlenmişti. Halk kütüphaneleri açılmıştı. Ayaklanma şehitleri için helva dağıtılmış, Anti-Kapitalist Müslümanlar Alevi derneği ile ortak Yeryüzü Sofrası açmışlardı. Bu dönemde Kızılay’a gidenlere yolda yapılan saldırılar dışında hiçbir polis saldırısı yaşanmadı ve eylemlerde de bir olay olmadı. Tuzluçayır Alevi halkın çok yoğun yaşadığı yoksul bir mahalle. ’80 öncesinde Öcalan’ın, Devrimci Yol ve Devrimci Sol liderlerinin yolunun geçtiği, Küçük Moskova diye anılan yerlerden biri. 1980 sonrasında hemen dibinde pavyonların açıldığı, darbe öncesi-sonrası pek çok insanını şehit ve tutsak veren, zamanla değerleri aşınsa da mücadele nedir bilen bir mahalle. Tabii buna Tuzluçayır’la başlayan ve Natoyolu’na uzanan diğer mahalleleri de katmak gerek (bkz. ilgili İHD raporu). Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 255 1950′lerde kapitalist gelişmeyle köyünden kopartılan halk tarihsel bir tecrübeyle kendine yüksek, ulaşımı zor yerleri seçmiş. CEM Vakfı ne işe yarar? İzzettin Doğan ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte denilebilir ki Aleviliğin feodal beylerinden. Geçmişten gelen zenginliği ona iyi bir burjuva eğitim sağlamış, burjuva-feodal bilinciyle en iyi bildiği, kendi malı olarak gördüğü halkı ve inancını en yüksek fiyatı verene satmak. Geçmişte 1980′lerin sonunda yükselen devrimci hareketin ve Kürt ulusal hareketinin önünü kesmek için Demirel’in ricasıyla Cumhuriyetçi Eğitim (CEM) Vakfı’nı kurduğu, Çiller döneminde örtülü ödenekten büyük paralar ve cemevi kurmak için hazine arazileri aldığı biliniyor. Alevi halkın büyük bir bölümünde karşılığı olmayan vakıf, arpalıktan başka birşey değil. Halk nazarındaki olumsuz özelliklerine rağmen Alevilerin içinde bir Fethullah kurumu açmak için, ondan daha iyi bir ortak olamazdı. Burada bir parantez açıp bu projenin ülkemizde resmi ilk cemaat kurumu/camisi olduğunu da vurgulamak gerek. Ülkemizde Diyanetçe cami sayılmayan Caferi camileri bir yana bırakılırsa resmen cemaatlere ait bir cami yok. Bu ilk olacak. Projenin önemli bir yanı da 350-400 kişilik aşevini merkez alması. Yoksul bir mahalle Tuzluçayır. Markette sırada beklerken cebinden çıkardığı bozukları tek tek sayan, parası yetmeyince aldıklarının bir kısmını kasaya bırakan çok sayıda insanla karşılaşabilirsiniz. Asimilasyon, Alevi ambalajı ve direniş İktidarın ve cemaatlerin kitle gücünde önemli bir rol oynadığı genel kabul gören sadaka kültürünün Alevi ambalajına sarılmış hali Tuzluçayır’da yayılmaya çalışılacaktır. İzzettin Doğan vakfında böyle bir organizasyonu yapabilecek ne kadro ne de para vardır. Tüm herşeyi cemaat yapacak, İzzettin Doğan 256 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları sadece konu mankeni olacaktır. Kütüphanesiyle ve diğer olanaklarıyla buranın bir asimilasyon merkezi gibi çalışacağını öngörmek zor değil. Cemaat dışlanmış kesimleri kendi bünyesinde devşirerek kullanabilme yeteneği gösteren bir yapıya sahip. Mesela bugün Dersim’de, Tunceli Üniversitesi’nin rektörü Aksaray’lı Alevi bir aileden gelmektedir. Alevi olacaksa onu da biz yaparız zihniyeti devam etmektedir. Ayaklanmanın başından bu yana polis saldırısında ya da gazdan kaynaklı ölenler Medeni Yıldırım haricinde Alevidir ve cenazeleri cemevinden kalkmıştır. Faşizmin kitle tabanının genişletilip, kemikleştirilmesinde Alevilik tarihsel bir engeldir. En azından Alevilik içindeki gerici kesim güçlendirilmeye çalışılacaktır. Bu projenin pilot olduğu ve yaygınlaştırılacağı ilan edilmiştir. İzzettin Doğan-Fethullah Gülen ortak projesi ve Tuzluçayır direnişi tam da mahallede ayaklanma ile başlayan hareketin sönmeye, kendi içinde bölünmeye yüz tuttuğu günlerde başladı. İnşaatın temeli atılmış ancak tanıtıcı hiçbir tabela konmamıştı. Diğer Alevi derneklerine temel açılışına davetin gelmesiyle halkın devrimcilerin haberi oldu ve 6 Eylül 2013′te afişleme yapıldı. 7 Eylül 2013 akşamı kazma ve kürekle temele toprak atma eylemi için toplandığımızda yalnızca birkaç yüz kişiydik. Sonrasında onlar vurdu biz büyüdük. Geceli gündüzlü direniş günlerce sürdü. Direniş altı haftadır devam ediyor. Her haftasonu bir vesile ile toplanılıyor ve inşaata yürünüyor. Her seferinde çatışma yaşanıyor. Bayramdan önceki hafta sonu direnişçiler bir kepçeyi ele geçirdi ve polisin üzerine sürdü, akrep kepçe karşısında tutunamadı ve polis inşaata çekildi. Halk Cephesi inşaata yaklaşıp yakmayı başardı. Direniş, ivmesi kimi zaman düşse de sürüyor, devrimciler öncülüğünde polis şiddeti karşısında meşru-demokratik talep- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 257 lerini savunma yeteneği gösterebilen politikleşmiş bir kitle oluşuyor. Haziran Ayaklanması’nın başından bu yana polis ne yapmışsa Tuzluçayır’da hepsi vardı. Ancak vurgulanması gerek yan, polisin öldürmekten imtina etmesidir. Alınacak bir canın projeyi bitirmesinden mi korkuluyor? Onun dışında her tür psikolojik savaş yöntemi ve şiddet uygulandı. Halkın ekmek aldığı Halk Ekmek büfesi çatışmalarda zarar gördüğü gerekçesiyle kaldırıldı. ‚Kışın gaz verilmeyeceği, verilse de düşük kalitede verileceği, bölgeye belediye hizmeti verilmeyeceği, emlak değerinin düşeceği‛ fısıltı gazetesiyle yayıldı. PKK’lilerin çatışmalara katılması öne çıkarılarak şovenist kışkırtmalara başvuruldu. Resmi yoldan ise polis anonslarla helikopterden gaz atmalar vb. için halkın hedef olmadığı yönünde açıklamalarda bulunuyordu. Eylemlerde gözaltına alınanlar tutuklanmadı, dövülüp bırakıldı. Ya da ıssız sokaklarda tek bulduklarında bıçaklananlar oldu. Yani kısacası polis şu ana kadar hedef alarak öldürme dışında herşeyi denedi. Bomboş sokakların durduk yere gaza boğulmasından, geceyarıları helikopter gezmelerine, ambulansların gaz bombası taşımasından, esnafın camlarına gaz fişeği atılmasına kadar mahalle halkı, 12 Eylül’den bu yana biraz uzak durduğu ne vardıysa fazlasıyla yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Şu an inşaat devam ediyor. Çevresinde 7/24 TOMA’lar ve polis korumasında bir inşaat yükseliyor. Bir düşman toprağında ileri bir karakol, bir kale yapıyor gibiler. Direniş sürerken yapılan resmi temel atma töreninde Alevi ‘açılımı’nı yürüten bakan Faruk Çelik, CHP genel başkanının onayıyla parti adına katılan CHP Mv. Sinan Aygün ve Mustafa Sarıgül’ün tahsis ettiği otobüslerle İstanbul’dan getirilmiş bir grup Alevi vardı. Sonradan, bu getirilen insanlardan bazıları, projenin içeriğini böyle bilmediklerini söyleyeceklerdi. İktidarın Alevi açılımı bundan güzel ortaya konulamazdı. 258 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Kısacası arsa temininden, yapımına her adımda yalan ve düzenle örülü bir ‘ibadethane’. Projenin maliyetinin Fethullah Gülen grubunca karşılanacağı açıklandı. O grup ya da İzzettin Doğan vakfı. Bunların ne cemevi ne de cami yapmaya hakkı yoktur. Dini inançları kullanarak bir sermaye kesimi yaratmaktan, dini sömürmekten başka bir şey bilmezler çünkü. Bu proje onlar için bir işletmecinin pazarı büyütme çabasından başka birşey değildir. Direnişin deyim yerindeyse kırkını çıkardığı şu günlerde Diyanetin açıkladığı yeni plan, bu projeyle uyumludur. CEM vakfının Alevi halkı asimilasyona hazırlama çabası olan Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı’nın, Diyanete bağlanacağı, CEM vakfı aracılığıyla Alevi dedelerine kadro verileceği, diğer Alevi dernek ve vakıflarına bağlı cemevlerinin kapatılacağı basında yer almıştır. Bu planın ne kadar yürüyeceği elbette karşı direnişe bağlıdır. Ancak diğer Alevi derneklerinin projeye karşı net bir söylem ve eylem içinde olmamaları iktidara cesaret vermektedir. Geçtiğimiz aylarda CHP Mv. Sabahat Akkiraz’ın açıkladığı Alevi Raporu’nda 1923′te % 30 olan Alevi nüfusun %15′e gerilediğine dikkat çekilmişti. 1950 sonrasının kapitalist gelişimi içinde varlığını bu kadar koruyabilmiştir. Bunu da yükselen devrimci mücadeleye borçlu olduğunun bilinci Alevi halk içinde yaygınlaştıkça kültürünü koruyacak ve çağdaş devrimci değerlerle bütünleşmesiartacaktır. İnsan kısım kısım, sol damar damar Haziran Ayaklanması içinde, onun hedeflerine bağlı kalarak bu özgün ama bir o kadar da ülke çapında boyutları olan direnişini sürdüren Tuzluçayır, Ege Mahallesi ve Natoyolu halkı ne yazık ki #direngezi ailesinin bir kesiminden sözlü bir destek bile alamamıştır. Direniş, Hatay’da direnişin yeniden canlanmasına bir vesile olmuş. Sonrasında ODTÜ direnişi ve Ahmet Atakan’ın şehitliği öne çıkmıştır. Ancak konu hala Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 259 tüm boyutlarıyla direniş cephesinin tartışmasını beklemektedir. Tuzluçayır’da hızlı twitter kullanan akıllı telefon sahibi çok direnişçi yok, yoksul bir mahalle burası. 500 puan elitizmi üretilecek malzeme de yok. Ancak ekmek teknesi taksisini polisin önüne çekme cüreti gösteren taksicilerimiz var mesela, sonra iyi kepçe kullanan direnişçilerimiz. Velhasılı sorun halkın yaratıcılığı, fedakarlığı değil, direnişin başından beri varolan iki tip solculuğun kendini bir kez daha göstermesi. Herkes farklı kelimelerle adlandırıyor bu iki kesimi ama böyle bir ayrım var ve Tuzluçayır direnişi bunun en net görüldüğü yerlerden biri. Olayın netameli olması, düzenle çelişkinin sert olması sahiplenmeyi kimi kararsız kesimler için zorlaştırıyor olabilir. Ancak unutulmasın ki burası Ethem’in mahallesidir. Burada yaşamış, hamallık yapmış, sayısız eyleminde yer almıştır. Bağrından ayaklanmanın neredeyse tüm şehitlerini çıkarmış Alevi halkın yaşadığı, yüzyıllardan getirdiği inancını sola bağlamış bir mahalledir. Son yıllarda her politik tahlili ABD’nin imamı veya İmam’ın ordusuna bağlayan ne çok cümle kuruldu. Buyrun, burada o ordu, kendine Alevi çocuklarını devşirip, yine kendi halkına düşman edeceği bir kurum inşa ediyor. Solun bahçesine giriliyor tabiri caizse. *** Düğünlerde, kutlamalarda bir eğlence aracı iken, Haziran Ayaklanması’yla bir direniş aracına dönüşen havai fişeklerin ışığında geceler boyunca parlayan Tuzluçayır, devrimcilerin, genel olarak solun, halkın ve bilcümle egemenin nerden gelip nereye gittiğini bir kez daha ortaya koydu. Siz bunun neresindesiniz? http://fraksiyon.org/cemevini-camiye-kapi-yapmak/ 260 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları DROGBA „ULAN!‟ HASAN TÜBEK 25 Kasım 2013 Bir belayı defetmenin derdinde, bunun eşiğinde bir ülke. Bunu gerçekten isteyen ve gösteren bir toplam var. Öyle ki bu defetme isteği, gerçeği ona baş-aşağı gösterecek kadar kabarmış görünüyor. Haksız değiller belki. Karşısında insana aklıyla düşünmeyi unutturacak, öfkesiyle düşündürecek cinsten, saplantılarını kendisinden olmayan herkese dayatmayı en temel taktiği haline getirmiş, sonradan görme bir iktidar düşkünü var. Yine de aklımızı sakındığımız sürece öfkelenmek iyidir, tepkiselliğini-duygusunu yitirmemiş insana ilişkindir, itiraz damarına denk düşer. Elbette ki akla, cesarete olduğu kadar öfkeye de ihtiyaç duyulacaktır direnmek için bu zor günlerin sancısına. İleriye doğru her adım, her sıçrayış olumludur, önemlidir mutlaka ama olumsuz yönlerinin olmayacağı anlamına gelmez. Misal, 70’li yıllardaki büyük atılım. Türkiye için kırılma noktası olduğu kadar sonrasında gelen yenilgi, belini doğrultamayan solun referansı olmaktan kurtulamamıştır. Diğer türlüsü günü geçmişten koparmak olur. Mümkün müdür? Sonu yenilgi bile olsa fena mı oldu! Bu topraklara, bu ülke aklına sosyalizm mücadelesi bu atılımla kök saldı. Solu bu ülke tarihinden çıkarın, geriye köhne karanlıktan başka ne kalır ki. Hem yenilgisi olmayan kavga mı olur, hele ki bir kavga olarak sosyalizm, peşi-sıra gelen yenilgiler sonrası tek zaferden başka ne olabilir ki! Ne var ki, yenilgiye işaret etmek kadar mücadeleye yön vermek de gerekir, yoksa güncelliğe dokunmadığı sürece yapılan, politikanın nostaljik sunumu olur. Bu da tarihçilerin işidir. ‚70’lerde olmadıysa bir daha da olmaz‛cı örgüt düşmanı, mücadele kaçkını, ‘özgürlük’ düşkünü lümpenler sürüsünü bir Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 261 yana bırakın. Kırk yıl sonra yeni bir atılım bütün yüküyle, zoruyla solun omuzlarında. Solun en azından kırk yıllık birikimiyle Gezi toprağına ayak basması gerekir. Yenilgiyi besleyen hatalardan kaçınmak gerekir, ittifak politikaları eski hamlığıyla tutmaz. ‘Karaoğlan’ sendorumunu tekrarlamanın ne Türkiye halklarına ne de solun tarihsel mücadelesine tek bir arpa boyu katkısı olamaz ama çalacağı çok şey var. Gezi bu haliyle iki yanı keskin Acem kılıcı. Düşmanına yöneldiği kadar bütün sahipsizliğine rağmen, ‘sahibi’ne dönmesi de pekala mümkündür. Bu olursa, iktidar duvarına çarpacağı için değil içinde barındırdığı çelişik unsurlardan olur. Bu çelişkilerin varlığı rastlantısal değil elbette. Söz konusu bir halk hareketidir ve bütün toplumsal çelişkileri bünyesinde toplaması beklenir. Devrimci bir bakış bu çelişkilere, sürüp giden mücadelenin dinamiği haline getirme çabasıyla yaklaşır. Görmezden gelmekse, havlu atıp geçmişin anılarına sığınmaktır ya da kendini akıntıya bırakmaktır. Aynı Gezi, başı olan ama son noktası konmayan, inişliçıkışlı devam eden bir süreç. Hala son söz söylenmiş değil. Devlet ve düzenin, içli-dışlı bütün aktörlerinin konumlarını gözden geçirdiği, yeniden konumlandığı bir uğrak noktası. Düzenin ezberlerini bozan siyaset ve mücadele yöntemlerinin unutturulması, en azından terk edilmesi için iktidarıyla muhalefetiyle giriştikleri bir çaba var. Bu çabalardan en önemlisi, iktidara cansuyu olarak uzatılan seçim formülü birincisiyse, ikincisi de direnişle açığa vuran halk-devlet çatışmasındaki yalın gerçeğin iktidar-muhalefet eksenindeki kayıkçı kavgasında boğulmak istenmesidir. Doğanın açık haliyle gösterdiği bir yasası var. Basit, kış atlatılmadan bahara varılmaz! Kolaycılık, bunun tersini söyler, kestirme yol arayışındadır her zaman. Aradıkları kestirme yolların yanlışa çıktığı ne kadar tecrübe edilse de bu arayıştan 262 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları vazgeçilmez. AKP karşıtlığının bir ucu bu kolaycılığa denk düşer ama iktidarın korkusu diğer ucunda saklı. Bu kolaycılıktan beslenen, şu sıralar ateşte pişen kestaneleri toplama telaşında olup, gezinin ‘kutsal’larını sıçrama tahtasına dönüştürmeye çalışanlar da yok değil. Devlet baskısının yarattığı rüzgarla yelkenlerini şişiren, şimdiden korkunun karşı kutbuna mevzilenmiş, akçeli hesaplarını halkın hesabının önüne koyan sözüm ona çare diye pazarlananlar, pazarlayanlar! Amerikalardan icazeti, cemaatten desturu, arkasına da İstanbul sermayesini almış vurguncu, soyguncu sürüsünü kimse de halka ‘çare’diye anlatamaz. Soldan açık ya da örtülü dirsek temasına girecek olanlar, pazarlığa tutuşanlar bir kez daha düşünmek zorundalar! Gezi’nin bedelleri üzerine kurulacak pazarlık masası, kendi yeni başlamış ömürlerini sonlandırmaktan başka sonuç vermez. Yaratıcı akıl Çare’yi Gezi’nin her sokağında, her meydanında yeterince açığa koydu. Gezi’deki çare her şeyden önce edilgen tutarsızlıktan sıyrılmış, maddeye şekil verme çabasına girişmiş, iş başa düştü deyip, bedenini taşın altına koymuş direnişçi ruhtur. Bununla diğerini yan yana koymak Haziran Direniş’ine cepheden küfretmektir. Gezi’yi geride bırakmış halkın, yeniden sandığa kanalize edilmesi hangi ‘sosyalizan’ aklın-taktiğin ürünüdür, kestirmek zor. Devlet ve düzenin, onun bütün baskı-kontol mekanizmalarının, sonra sandığı ve meclisinin meşruiyetini önemli ölçüde yitirdiği, siyasetin kitlelerin dokunabileceği bir yer olarak meydanlara indiği bir dönemde sandığı-meclisi işaret etmek, halkı siyasetin dışına itmekten ve iktidar blokuna kaybettiği ‘itibar’larını kazandırmaktan başka sonuç vermez. O yüzden sokaktaki Drogba meclislerdeki ‘çare’lerden çok daha çaredir. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 263 Açık haliyle söylersek, halkın içinde olmadığı hiçbir denklemle siyasi iktidarın yıkılması mümkün değildir. Bu imkansızlığı bilerek öyle devam etmek gerekir. Kaldı ki iktidarın gitmesinden çok daha önemlisi, onun nasıl ve kim tarafından gönderileceğidir. Buradaki ayrıntı AKP sonrası Türkiye’nin yazgısına ilişkindir, hepsinden daha önemlidir. Erdoğan’lı ölümle, Sarıgül’lü sıtmalar arasına sıkışmış halkı, bu ikilemden çıkarmak yerine sıtmaya razı etmeye çabalayan siyasette arıza var demektir. Kendisine sol dese bile. Ağrılı, sancılı, kahır dolu bir sıtmadansa, ölüm evladır. En azından dövüşerek, direnerek. Daha aşağısının kurtarmayacağını bilerek< http://fraksiyon.org/drogba-ulan/ 264 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları “İYİLER ZAFERLE ÇIKMALI BU HARPTEN” |GEZİ TUTSAĞI KUBİLAY İYİT‟TEN MEKTUP 27 Kasım 2013 Kubilay İyit, Gezi İsyanları’nın ortasında, 20 Haziran günü gözaltına alınıp tutuklanan bir direnişçi. Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzikoloji Bölümü yüksek lisans öğrencisi olan Kubilay bir sınav için okula getirildiğinde arkadaşları onu şarkılarla, sloganlarla karşılamıştı. Kubilay’ın o günlerde yazdığı mektuplardan birini daha önce okumuştuk: Mapusta bir çapulcuyum, siz kardeşlerimi özledim! Birçok ilde mahkemeler hukuk cambazlıklarıyla içeri atılan direnişçileri bıraktı ama hala birçok ilde, bazıları tutuklu olmak üzere, Gezi direnişçileri yargılanıyor. 26 Kasım günü Mersin’de, direnişin en etkin müzik kolektiflerinden Praksis (@PraksisPraksis), ‚müzik çalarak grubu dinamik tutmak‛ gibi zihnisinir bir ‚suç‛tan yargılandı. Kubilay İyit ve arkadaşları ise 3 Aralık günü İzmir Adliyesi‘nde olacak. Geçtiğimiz günlerde Kubilay okuluna ve arkadaşlarına yeni bir mektup gönderdi. Metin, okulun duvarlarına afiş olarak da asıldı. Bu mektubu paylaşıyoruz: ‚Okul yolu hasret yolu<‛ Merhaba, Herkesin bir hikâyesi var. Benim hikâyemin ortasından bütün bir Gezi geçiyor. Üstelik en sakıncalı haliyle. O sebeple atılanın vaktinden önce çıkmayı dilediği sarı benizli, hayalet bir binada mahpus durumdayım. Tam da tez çalışması, yükseği atlatmaya ramak kalmışken. Çıkılması muhtemel bir yokuşun ortasında bacaklarınızda titrek bir coşku, sırt çevirip ‘sırça köşk’teki kader yazıcılarına yellendire yellendire yokuş aağı koşmaktasınız. Sokakta adı kon- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 265 mamış bir bıkkınlık. Sefil, sefiller, siste yitmiş bir düzen, açlıkla terbiye edilmiş köpekler, modern buyurgan bir ses<Uğursuz rüzgarlar var memleket semalarında. Hayata gri gözlerle bakmaktasınız. Meraklanmayın ‘umut yeşile çalacak’. Ethem, özgürlük için ilk requem. Gaz bulutlu kefenler. Tarihle büyüyen o çınar toplayacak kaldırımdan çocuklarını. Aylardan Haziran, yüksek rakım çöl sıcağı günler. Final haftası, bir elde ders notları diğeri özgürlük adına sıkılı. Adınız ‘hesabı dürülecekler’ listesinde. Bir sabah ezanı sonrası kelepçelenip 3 gün siyasi şubede kalacaksınız. Dışarıda tencere-tava; içeride su, şeker ve kahkaha. Hücrelerde bilinmeyeni göğüslemeye hazır bir çokluk. Marş, volta ve slogan sağanağında siviller. Az sonra bir hüküm koyucu bütün bir hayatınızı bozuk para niyetine harcayacak. Hayattan beklentileriniz derin bir huzursuzlukla yüklü ise ait olduğunuz sınıfın karatahtasına adınızı kocaman harflerle yazmalısınız. Mahpusluk belki ağır bir mahrumiyet. Bazen kendimi olayların iç karartıcı iklimine bırakıyorum. Beklentilerim en son sınırında iken umuttan yana, çakılı kaldığım bu iğreti yer beni içine çekiyor. Fakat, hayata tutkuyla bağlanmadıktan ve hayatın seyrini özgürce kavramadıktan sonra ne önemi var bunca sıkıntının. Özgürlük yaptıklarınızdan çok yapamadıklarınızla ilgileniyor. Sonbahar iyi geldi. Okullar açıldı, saçıldı, yalın ve tereddütsüz bir öfkeye çaldı. Hayat bu yaz benden yana az biraz sıkıntılı da olsa varsın olsun. ‘İyi’ler kesinlikle zaferle çıkmalı bu harpten yoksa ‘kötü’ler yiyecek kendilerine ‘kötü’ diyen iyileri. Okul yolu, hasret yolu< Dostça kalın< Kubilay İyit Kırıklar 1 Nolu F Tipi Hapishanesi http://fraksiyon.org/gezi-tutsagi-kubilay-iyit-ten-mektupiyiler-zaferle-cikmali-bu-harpten/ 266 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları GEZİ’NİN KÜLTÜRÜ, GEZİ’NİN SANATI Gezi’nin kültürü ve sanatı bu birkaç yazıyla kapsanacak gibi değil. Yine de bir Gezi ekolojisi incelemesiyle, direnen sanatçılar dair üç yazıyı bu paranteze alıyoruz. Bu bölüm dizelerle örülmüş bir Gezi gözlemiyle bitiyor. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 267 MÜZİK, GEZİ‟NİN PEŞİNİ BIRAKMAYACAK! DİYAR SARAÇOĞLU 30 Ağustos 2013 Gezi Parkı direnişlerinin toplumsal politika açısından çokça değerlendirmesi yapıldı ve yapılmaya devam edecek. Bir isyan ve diriliş süreci olarak algılanan, geniş halk kesimlerinin sokaklarda özgürlük ve onur için zorbalıkla mücadeleye tutuştuğu günler aynı zamanda ‘sokak sanatı’nında yeniden arz-ı endam ettiği bir dönemin önünü açtı. Devletin, sermayenin ‘kurumsal sanatı’ yaşanan büyük deneyimin altında kalırken, sokaklar doğrudan kendi sözünü sanatla ifade etme olanağı buldu. Gezi direnişleri müziğin direnişinin de olanaklarını yeniden tartışmaya açtı. Gezi’nin müziğini Diyar Saraçoğlu, Müzisyen ve müzik eleştirmeni Serdar Türkmen ile konuştu. Gezi Parkı sürecinde müzik değerlendirilirken, ‚çok büyük etkisi vardı‛ deniyor. Müziğin direnişe asıl kattığı şey nedir? Elbette çok boyutludur ama ‚çok boyutludur‛ deyip kolayında kalmak yerine hata yapmayı da göze alarak biraz içine dalayım. Elbette ilk olarak coşkudur müziğin direnişe kattığı. Bunun da başlıca sebebi beraber ritim tutma ve şarkı söylemenin yarattığı ‚çokuz biz çok milyon milyon‛ ve de ‘tek yumruk’ hissiyatı olsa gerek. Başka bir nokta da -benim en çok ilgilendiğim- şarkıların içerikleri dolayısıyla ortaya çıkan kültür aktarımı olanağı. Özellikle bu bahsettiğim etki sayesinde, en genişinden söyleyeyim muhalif kültür, Gezi Direnişi’ne bağımlı olmayan bir hatta doğru yürüyebilir. Tabi bu son söylediğimi ilk söylememek gerekiyor. Neden? Çünkü yüzeysel bir hâl ortaya çıkıyor, havada asılı, nedenselliği zayıf, belki biraz da pratikle mesafeli bir şey< Yani Gezi 268 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları forumlarına katılıp tartışmayı ‚asıl düşman kapitalizm‛ meselesinde tıkamak gibi birşey. Önerme doğru olmakla beraber ‚eee?‛ sorusunun cevabını muğlaklaştırdığı için en başta pratiğin önüne geçecek şekilde bunları tartışmayı, tartıştırmayı pek işlevsel bulmuyorum. Müziğin direnişe kattıklarına ilişkin yine kendimizden bir örnek vereyim. İzmir Müzisyenler Derneği, sürecin ilk gününden itibaren sokakta. İlk 60 gün her gün meydanlarda, parklarda, mahallelerde ve hatta gerçekten sokak aralarında müzik yaptık. Beraber müzik yaptığımız insanların çoğu kendini ‘müzisyen’ olarak tariflemezler. Bunu söylediğim zaman bu sürecin öğrettiği ya da haydi birkaç adım geri atayım hatırlattığı 2 şey daha beliriyor aklımda. Birincisi herkesin herşeyi yapabilmesinin zemininin yaratılma gerekliliği -fakat basit bir yabancılaşma tartışmasından öte-, ikincisi de herkesin şimdiye kadar kendi hayatını (ve dolayısıyla işgücünü) yeniden üretmek için egemenler hesabına yaptığı herşeyi, bu direnişin içerisinde artık, toplumsal hayatı yeniden üretmek için direnişin hesabına yapması. Bunun Gezi’de somutlaşmış en belirgin hali doktorlardır. Belki buradan sonra en fazla ihtiyaç duyulacak olansa müzisyenlerdir. Gezi direnişi kendi müziğini oluşturdu mu sence? Önce şunu açıklayarak başlasak daha iyi olacak: müzik denilince akla öncelikle şarkı geliyor. Burada somutun stratejik üstünlüğünü teyit de etmiş oluyoruz aslında. Öte taraftan müzik yalnızca şarkı formundan ibaret değil ama müziğin hayatla kurduğu en gerçek ilişkinin ‘şarkı’ olduğunu söylemek de pek abartı olmaz sanırım. Bu referans üzerinden gidip, ‚müzik‛ derken aslında ‚şarkı‛dan bahsedeceğim. Gezi direnişinin yöntem açısından özgünlüğü açıkça görünüyor, çok yazıldı, çizildi. Tekrara gerek yok. Direnişin içinde hem çok sayıda hem de çok çeşitte ve nitelikte şarkılar üretildi. Bu şarkılardaki temel dayanağı bulmak için bir kazma işlemi Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 269 yaptığımda bir çeşit üstünlük gülümsemesi ve galibiyet psikolojisi görebiliyorum. Yani nasıl eskimiş isyan etme yöntemlerinin yerine yenileri geçtiyse, ona paralel olarak -elbette basit bir ayna değil- şarkıların sözleri de yeniye büküldü. Toplumun geniş bir kesimiyle birlikte müzik de sokağa indi diyebilir miyiz? Tam öyle ifade etmek doğru mu bilemedim, şöyle ki; müzik, sokağın enerjisine kayıtsız kalamadı, çaresi de oradaydı belki ve bu fırsatı atlamadı. Tabi genellenemeyecek bir çok şey yaşandı. Ben ağırlıkta, üyesi olduğum İzmir Müzisyenler Derneği ile alanda bulundum. Gitaristim ama süreç içerisinde saksafon öğrenmek zorunda kaldım. Çünkü bu süreci çekip çevirebilecek çalgılardan biriydi. Dernek üyesi olan ya da olmayan birçok müzisyen dostumuz eylemlere katıldılar. Bunların müzik tarzları, orada olma sebepleri çok çeşitliydi ama hepsi müziğiyle orada olmak istiyorlardı. Tabi burada önümüze daha çetrefilli bir soru çıkıyor: mesela sanat müziği yapan bir grup nasıl destek olacak direnişe? Yıllarca pop-caz çalmış ve Çav Bella’yı dahi tam bilmeyen bir müzisyen müziğiyle nasıl katılacak? Bu sorular başka alanlarda da sorulmuştur elbet ama müzikteki bariyer çok belirgin gibi geliyor bana. Neticede Gezi Direnişi’nin gelinen bu aşamasında bu dostlarımız kendi iç sorgulamalarını da yapmıştır ama asıl soru işaretinin büyüğü, böyle kapsayıcı direnişlerde yaratılan araçlara ve bu araçların buluşturucu/dönüştürücü etkisine ilişkin olmalı. Amatör grupların yanında, beklenmedik isimler de direnişe müzikleriyle katkı sundular. Mesela Alpay da gezi ile ilgili şarkı yaptı. Bu nasıl okunmalı? Tabi çok bilinmeyen birşey değil ama müzisyenlerin, daha genel olarak da sanatçıların, belirgin liberal eğilimlerinin yanında, sanat ile uğraşmanın ittirdiği bir sol duyarlılık da söz konusudur. Özel olarak da bu dönemin yarattığı coşku ve kül- 270 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları türel hegemonya sanatçıların üretimlerini doğal olarak etkiledi. Benzer şeyler daha önce de yaşanmış. Örneğin devrimci mücadeledeki 1976-79 arasındaki devasa büyüme, toplumun çok geniş bir kesimini etkisi altına almış ki, arabesk dahi buna kayıtsız kalamamış. Tüm müzik türlerinin içerisine, en hafif tabirle, birtakım ilerici içerik serpilmiş. Yine 68 kuşağının popüler isimleri açısından da benzer bir durumdan söz edebiliriz. Bence müzikler açısından da ‚Bu daha başlangıç‛. Yeni albümlerde açık ya da gizli birçok Gezi şarkısı olacak muhtemelen. Bu dönemin öne çıkan yöntemlerinden biri de ‘şarkı uyarlaması’. Bu tip üretimlere ne diyorsun? Şarkı uyarlamaları büyük bir silahtır. Hemen bir kalemkağıt, ayak üstü dahi olsa, 3-5 kişi, kolektif akıl, bir de bakmışsın ki bir satır o, bir satır öbürü, bu olmaz, şu olur, hadi söyleyelim filan derken uyarlama çıkar. Zaten toplumsal bellekte yer etmiş bir ezgi olduğundan hızla ezberlenir ve yayılır. Fakat bir kısa menzil silah olduğunu da unutmamak lâzım; hızlı üretilir ve tüketilir. Dolayısıyla siz bu kadar büyük bir mücadeleyi uyarlama şarkılar ile taşıyamazsınız. Direniş kültürünü oluşturmak için atölyeler üzerinden şarkılar bestelemek gerekir; yani bir nevi ‘yeni anonimlik’. ‚Şarkının/türkünün özü bozuluyor‛ denmiyor mu? Sürecin başından beri biz de arkadaşlarla pek çok uyarlama yaptık. Bunların bir kısmı doğrudan sahne doğaçlamasıyla oldu. Örneğin Ruhi Su’nun Mahsus Mahal’i ‚Artar eksilmeyiz TOMA’larınla, artar eksilmeyiz biber gazınla‛ sözleriyle günümüz mücadelesine uyarlandı. Ünlü Ege türküsü ‚Bize de derler Çapulcu‛ olabildi mesela. Daha bir sürü örnek< Burada diyalektiğin önemini görüyoruz. Değişen nesnel gerçekliğe göre türküler de otantik (ne demekse?) hallerinden çıkmak durumunda kalıyorlar. Benzer bir dönem 60′ların sonlarında da yaşanmış. Devrimci aşıkların şarkı sözlerinin içerisinde emperyalizm, oligarşi, Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 271 sömürü gibi kelimeler girmeye başlamış. Sonra bir şarkının özü nedir ki? İlk söylendiği hali mi? Elbette bugün söylenen türküler de çok büyük değişimler geçirmiştir. Bugünkü uyarlamalar açısından başa dönersek, bunlar birer güncellemedir ve böylelikle geçmiş ağacının kurumuş dallarının yerine yenileri konuyor. Müziği, diğer sanatlardan bu bağlamda ayıran nedir? Direniş anlamında ilk aklıma gelen ‘beraber yapılabilme’nin ayrımı. Tarihsel şeyler de söylenebilir belki ama bugün açısından bakarsak diğer sanatlarla ilişkisi bağlamında ve gündelik hayattaki tüketilirliği anlamında müzik birkaç adım önde. Yani çok tehlikeli birşey. Nasıl kilise bu gücü farkedip müzik ve propaganda ilişkisine yüklendiyse, bugünün egemenleri de, hem de daha çetrefilli hareketlerle saldırıyorlar zihinlerimize. Tabi tersi açısından da avantaj. Eğer ‚varoşlardan taşıp sokaklara çıkan‛ şarkılarınızı, her daim kulakta takılı kulaklıklardan çaldırabiliyorsanız bu büyük bir toplumsal meşruiyet kazandırır. Tabi bu anlattığım ‘direnişi savunan müzikler’ ile ilgili. Bir de ‘direnişte yapılan müzik’ var ki diğerinden belli oranda ayrılmalı. Neden, direniş için afiş asmak ile bilgisayar başında hack yapmak arasında bir fark var mı? İlk bakışta yok tabi. Tabi benim anlattığım karşıtlık, senin sorduğundakinden de farklı. Evde bir şarkı bestelersin, sözü, müziği, prozodisi, armonik yapısı üzerine hesap kitap yaparsın, kaydını yaparsın, kayıt sonrası bilgisayar müdahaleleri ve bir video eşliğinde de dolaşıma sokarsın. Elbette bu örneklediğim hareket de bugünkü cezalandırma sistemlerine baktığımızda tehlikelidir. Fakat ötekisinde, önceden yapılan hesapların -mesela repertuar hazırlamak- pek tutmadığı ve her daim yeniden çözüm üretme, yaratma ve doğrudan yapılan işin kendisi olmak gibi imkânların ve zorunlulukların ortaya çıktığı bir durum var. Elbette bir de inandırıcılık, sahicilik meselesi 272 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları var. Birtakım entelektüel alanlarla temas halinde tartışabilecek bütün bu konuların çözümü ve yaratılan bütün şarkıların sınanacağı yegâne alan, o şarkının adandığı zemin olabilir ancak. Peki bundan sonra müzisyenler ne yapacak? Bu çelişkin ve gerilimli ortam müzisyenler için büyük bir şans elbette. Ama yine de bu kadar büyük bir toplumsal atılımın içerisinde, bütün sanatçılar gibi müzisyenlerin işi de oldukça zor. Büyük ve ferah bir yol açıldı. Asıl sancıysa, şimdiye kadar sıradan ikili ilişkiler içerisindeki birtakım ayrıntılar, hayattaki olumsuzluklar karşısında uğranılan yenilgi, boşvermişlik< vb. temalarda şarkılar dinleyerek ve söyleyerek müzisyenleşenlerin, bu ‘doğrudan söyleme’ süreçlerine kendi bedenlerine paralel olarak müziklerini de katıp katamayacaklarında olacak gibi. Fakat şu açıkça görünüyor: Müzik, Gezi’nin peşini bırakmayacak. http://fraksiyon.org/muzik-gezinin-pesini-birakmayacak/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 273 METRE HESABI HAYAT, TON HESABI ŞİDDET OYA YAĞCI 24 Temmuz 2013 23 Temmuz akşamı Ethem Sarısülük Yaşam Alanı’nda, Eylem Şen’in ‘Metropolis’ belgeselini izledim. Eylem Şen, filmi Haziran Direnişi başlamadan önce tamamlamış. Gelmekte olanın sezgisi filmin bütününe yansımış. Film hem olan biteni anlattı, hafızamıza silkinme şansı tanıdı, hem de aslında patlayacak olanın hazırdaki ham maddesini sundu. Giderek genişleyen yürütme erki içinde semiren güvenlik algısının, polis gücünü ne denli sınırları belirsiz bir boyuta taşıdığına tanık olduk. İnsan hakları konusunda 82 Anayasası ile ortadan kaldırılan ‚hakların özüne dokunulmazlık‛ ilkesinin artık tümüyle polisin psikolojik durumuna terk edildiği gerçeğini, istatistiklerle ve uzman görüşleri ile belledik. Mağdurların acısını çoğaltan ve katlanılmaz kılan şiddet öykülerine tanıklığımız yenilendi. Polis sadece sayıca artmıyor, milliyetçi muhafazakar ideolojik şemsiye altında fütursuzluğunu da çoğaltıyor. Sosyoekonomik koşullar, çalışma koşulları, psikoloji, ne denirse densin benzer koşullara sahip insanların asla baş vurmayı düşünmediği bir cinnet resmi var ortada. Bu koşulları yaşayanların hak mücadelesinde en büyük ‚ders aracı‛ olarak polis şiddeti, yürütenin yegane güç alanı da değil üstelik. Siyaset-hukukahlak, hayatlarımızı ‚hücre‛ olarak yeniden dizayn ederken, orantısızlığı ile övünen bir algının asıl daralttığı, nefessiz bıraktığı, hafızamız. Yaşam kavgası, ekmek-hak-adalet kavgası, düşman algısı ile kuşatılmış bir duvara çarpıyor. George W. Bush’un uluslararası güvenlik raporunun özüne uygun bir biçimde, ulusal politikaların da zemini yoğunlaştırılmış güç ve düşman hukuku çerçevesinde belirleniyor. Bizim 274 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları açımızdan bir yenilik yok kuşkusuz. Devletin, militarist -güçlümerkezi aklı çerçevesinde oluşturulmuş bir rejimde süreklilik ısrarı, hepimizin malumu. İktidar el değiştirse de toplumsalın siyasalla buluşma noktaları her daim devletçe dinamitlenmiştir bu topraklarda. Yeni olan örgütlü kapitalizmin eş zamanlı saldırıları ile başlattığı topyekun savaş. Küresel kapitalizm savaşın her yerdeliğine ve yükselen milliyetçiliğe yeniden randevu verdi. Buluşma yerinde biz de varız bu kez. Yürütenin tahammül edemediği de bu beklenmeyen var olma biçimi. Film süresince düşündüklerim bunlar. Film süresince yaşadığım sürekli başa saran bir öfke. Acının hesaba gelir yanı yok, çetelesi tutulmuyor belki, ama acı yoğunlaşınca öfke çetele tutmayı öğreniyor. Devletin herkesle kavgası var demek malumu ilan etmek olur. Bu kavga bitmez ve bitmeyecek. Şiddet tekeli ile tanımlanmaktan mağrur ve demokrasi cilasını bile fazla gören bir nobranlık, direnmeyi de bir o kadar meşru kılacaktır, kılıyor. Metropolis, ölümlerle yüklü tarihin en yakın dönemini, demokrasinin ‚ileri‛liği ile kutsandığı günlerin şiddet dökümünü yapıyor. Şiddetin ve adaletsizliğin yüzü devlet, maskesi polis olsa da güç, her gün birbirine dolaşan bir ip yumağı gibi. Yarattığı yıkımın tek bir biçimi tek bir yüzü yok. Bu yumağın içinden bir ip yakalayıp ısrarla çekmedikçe çözmek de mümkün olmayacak. Metropolis bir ucu sağlam yakalamış: 2005’ten bu yana giderek yoğunlaşan polis eliyle devlet şiddetine ayna tutarken, Yargı’nın da profilini ortaya koyuyor. Aslında işaret ettiği yön devleti yeniden yapılandıran neo-liberal politikaların sağlam zeminini kuran neo-muhafazakar güç politikası. Devletin sonuna latife edenlerin üstünü örttükleri gerçek, yeniden güçlendirilen ceberrut devlet. Polis şiddeti kentte yaşanan algıya bir çelme takıyor. Karanlık yıllar olarak 90’ların zihnimize kazıdığı şiddet bir tür mekan algısına dayanırken, polisin görünürlüğünün artışı şiddetin her Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 275 yerdeliğine, mekansızlığına dair bir yeni duruma işaret ediyor. Şiddet yeni değil, o halde yeni olan mekansallığı. İşi daha da ileri boyutlara taşımaktan utanç duymayan yürüten, herkesi kendisinin polisi olmaya davet edecek kadar kendinden menkul bir güvene sahip. O halde gelecek yıl bir sürpriz yapmak ve polis günü kutlama afişlerini hazırlamak işi bizim olsun. Metropolis, yalnızlaşmanın sonuçlarına ilişkin bir bellek yenileme filmi aynı zamanda. Hem içeriği hem de izlenme koşulları ile. Filmi izlerken yıllardır pek çok filmi tek başıma evimde izlediğimi düşündüm ve açık havada, tanışmadığım ama tanıdığım insanlarla ortak alanda olmanın keyfine vardım. Olaylarla dağıtılan hafızayı üst üste binen yaşanmışlıktanıklık, en zorlusundan, deneyimle, sökülen yerlerinden yakalayıp birleştirmek için bizi davet eden bir çağrıydı bana göre Metropolis. Terörist kavramının asla içeremeyeceği bir genişlikle tanımlanması, gündelik yaşamın sınırları iyi çizilmiş yaşantı darlıkları ile birlikte işleme sokulduğunda, yalnızlaşan insanın kendinden başka ve kendinden dışta olanı itibarsızlaştırmaya, şeytanlaştırmaya meyilli yoksunlaşmış toplumsallığı, imal edilmiş yalnızlığın en çarpıcı biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Herkes için cümle başlarında nöbet tutan bir ‚potansiyel‛ mümkün kılınırken, kendi potansiyellerimiz de en uzağımıza düşecek şekilde fabrika ayarları ile sabitleniyor. Dolabımıza tıkıştırdığımız ve en iyi günler için sakladığımız ‚ben‛imiz bile ‚uyarılara rağmen bize dönmeyebilir‛ ve o zaman ezberimiz girer devreye: Sana dönmeyen benliği ortadan kaldır! Sadece devletin görevli polisi yok mahallemizde, aklın, vicdanın, namusun polisliğine soyunan koca bir yapı ile burun buruna yaşıyoruz. Bu nedenledir ki hiç kimsenin şiddetin nesnesi durumuna düşürülmekten kurtulamayacağı günlerin sinyalini veriyor Eylem filmiyle. Polis de bu yurdun insanı demeye getirmiyor mu polis sendikasının avukatı? Haziran Direnişi 276 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları bu yaygın ve gönüllü müdahilliğe verilen toplumsal bir yanıt. Aynı zamanda dışlananın dayanışma içine girdiği yerde çıplak ve keyfi şiddetin açığa çıktığı bir büyük resim. Devletin maktulü ya da makbulü olmayı reddetmeye dair bir irade beyanı Haziran Direnişi. Neden böyle olması gerektiğinin yanıtı Metropolis tarafından veriliyor. Metropolis gölgede kalmamalı. Önerim salon bulamasa bile ev gösterimleri ile paylaşılması yönünde ki gösterimde olması için yoğun bir kampanya mümkün. Hafızamızın hava boşluklarıdır başımızı en çok ağrıtan. Çaresizleştirilmeye karşı en yalın silah yalnızlaşmayı reddetmektir. Kendi makbulü dışında herkesi suçlu gören bakış, her yerde ve her koşulda görülmelidir. Bakışı tersine çevirmektir eylem. Ayrıştırarak dağıtmaya çalışan, odağa konmalıdır. İfşa edilmelidir. Eylem Şen’in film için yola çıkışı közün içimizi kemirdiği dönemdir. Filmin tamamlandığı tarihin Haziran Direnişi ile buluşması közün ateşe durduğu kavşaktır. Sıraya konmayı, olaylaştırılmayı reddetme zamanıdır. Metropolis için ‚karşılıksız kalanın‛ filmi de denilebilir: Hayatı suça çevirme arzusunun yıkıcılığı tam dirençle karşılanmalıdır. Her bir dava için sırayı bozma zamanı, bakışı suça odaklama, ifşa etme ve durdurma zamanı< Bir kez daha Metropolis her yerde izlenmeli: Gücün nasıl sinsice ve sırıtkanca yoğunlaştığını gözler önüne serdiği için, Konjonktür gibi süslü gerekçelere boyun eğmemek için, Giderek uzmanlaşan, görünmez olan, her yerde açığa çıkmaya hazır kuşatmacı güce karşı koymak için, Yaşamı suça, ömrümüzü ‚olay mahalli‛ne dönüştürülen keyfiyetten kurtulmak için, Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 277 Devletin kendinden gayrısını tanımayan algısını dağıtmak için, Elinden geleni yapmak kaygısıyla yola çıkana arkadaş olmak zamanıdır. Takvimi ölüme bölenlere karşı hayat olup akma zamanıdır. http://fraksiyon.org/metre-hesabi-hayat-ton-hesabi-siddet/ 278 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları FORUMFEST‟TE SANATÇILAR ÜZERİNE DÜŞENİ YAPTI SERDAR TÜRKMEN 4 Aralık 2013 Gezi isyanı, önceleri doğrudan sokakları ele geçirme ve polisle doğrudan çatışma şeklinde başlamış, ilerleyen günlerde ‘alan çevirme’ler yapılmış, çadırlar kurulmuştu. Buralarda yeni bir yaşamın olanakları tartılmış, insana ve hayata dair ne varsa direniş ve isyanın içine katılabileceğini bize göstermişti. Ardından sembolik olan ‘parklar’ birer yaşam ve direniş alanına dönüşmüş, buralarda herkesin katılıp fikirlerini ve önerilerini söyleyebileceği hem bir tartışma platformu hem de bir örgüt formu ortaya çıkmıştı. İzmir’de, Menemen’den Narlıdere’ye kadar 20 küsür yerde forumlar gerçekleştirildi. Bunların çoğuna örgütlü bulunduğum İzmir Müzisyenler Derneği ile katıldım. Müzik ve coşku kattığımız bütün bu yerlerde forumların, o bölgelerin muhaliflerine bir nefes ve buluşma alanı olduğunu ve sokak hegemonyası anlamında büyük bir moral olduğunun altını çizmek isterim. Gün itibariyle de, bildiğim ve takip ettiğim kadarıyla Gündoğdu, Harmandalı, Güzeltepe (Çiğli), Balçova, Narlıdere, Karşıyaka ve Bornova forumları, çalışmalarına çeşitli şekillerde devam ediyorlar. Örneğin Harmandalı Halk forumu, mahallelerindeki çöp sorununu merkeze alan bir işleyiş içindeydi. Buradan doğan enerji ile şimdi Harmandalı Kültür-Sanat Derneği’ni kuruyorlar. Narlıdere’de EXPO, zorunlu din dersleri ve kentsel dönüşüm gündem olmuştu, bunlar üzerine eylemler, söyleşiler yapıldı. Balçova Forumu, yakınındaki forumlarla birleşip bir kafede devam ediyor. Bornova Forumu, Ağaçlı Yol’un dönüşümüne ilişkin çalışmalar yapıyor, Güzeltepe (Çiğli) Halk Forumu ise aldıkları karar uyarınca, boş bir araziye kendi elleriyle ‘Berkin Elvan Çocuk Parkı’ yaptı. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 279 İşte 23-24 Kasım tarihlerinde bu forumların öncülüğünde yapılan ForumFest gerçekleştirildi. Söyleşiler, tiyatrolar, konserler oldu. Standlar kuruldu. 2 gün boyunca Alsancak’ın gündemi yeniden Gezi’ye döndürülmeye çalışıldı. Festivalin pek parlak geçmediğini, şişirme bir yazı olmaması gerekliliği üzerinden belirteyim. Özellikle 2.günkü büyük sahnenin önündeki izleyici sayısının azlığı dikkat çekici ve sorgulatıcıydı. Elbette bunda olası yağmurun ve soğuk havanın da etkisi vardı ama milyonların sokağa dökülebildiği bir isyanın festivali böyle mi olmalıydı? Bu eleştirileri daha güçlü direniş olanakları yaratmanın olanaklarını aramak için yapmalıyız. Bu yazının asıl niyeti ise ForumFest’teki tiyatro ve müzik gruplarından bahsedip görünür kılmak. 2 gün boyunca 17 müzisyen/müzik grubu ve 4 tiyatro ekibi sahne aldı. Tabi İzmir sokaklarının en önemli sanatçılarından İlker Kılıçer’in pandomim ve kukla gösterisini de unutmayalım. Ahura, Selim Gülay, Sayki, Moraçalar, Green Tonic, Daphne, Yeldeğirmeni, Murat Mengirkaon, Halkevleri Çocuk Korosu, Praksis, Şerwan Hameran, Bandosol, Remzi Emek (direnejazz), Ruşen Alkar, Sokak Orkestrası, Emeğe Ezgi, Songül Bulur sahne alan müzisyen/müzik gruplarıydı. Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu, Yenikapı Tiyatrosu, Oyun Gemisi ve Feminist Sanatçılar Platformu da 23 Kasım Cumartesi günü Türkân Saylan Kültür Merkezi önünde oyunlarını sergilediler. Özellikle müzik alanında tam da Gezi İsyanı’nın ruhuna uygun bir çeşitlilik olduğunu söyleyebiliriz. Bu buluşma aynı zamanda direniş ve isyanın müziğinin ve müzik gruplarının görünür kılınacağı ve gözden geçirileceği bir yer olarak da görülebilir. Listede de görüldüğü gibi 17 müzisyen/grubun 15′i İzmir’den. Demek ki İzmir’de de isyan ve direnişe müziği ile katılabilecek epeyce müzik grubu var. 280 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Tabi unutulan müzik grupları da olmuş. Yapıcıların Türküsü ve Günışığı bunlardan ikisi. MKM Müzik grupları da unutulanlar arasında. Bir de zaman olarak uygun olmayan Cevdet Bağca, No Name, Shukar Musica ve Propaganda Sanat da listeye eklenince sırtımızı yaslayacağımız estetik malzeme hem güçleniyor hem çeşitleniyor. İzmir’deki bahsettiğim müzisyen/müzik gruplarına ilişkin, bildiğim kadarıyla kısa tanıtımlar yapmaya çalışayım. Ahura, İzmir Müzisyenler Derneği bünyesinde Sami Hossaini şefliğinde kurulmuş bir def (erbane) ritim topluluğudur. Yaklaşık 20 kişilik grup, Kıbrıs Şehitleri’ndeki konserlerinde çeşitli ritim varyasyonlarının yanı sıra Kürtçe sözlü şarkılar da seslendirdiler. Kardeş Türküler’deki kurgusal forma yakın duruyorlar ama grubun yakın zamanda özgün bir noktaya geleceği açıkça görülüyor. Selim Gülay, Grup Kaçkar ismiyle de bildiğimiz Selim Gülay ya da belki Selim Abi, dünyanın en sorunsuz insanlarından biridir sanırım. Tulumuyla sahnedeydi. Önce bir ‚hey gidi karadeniz‛ sonra bir horon, ilk konser için isabetli bir tercih olmuş. Sayki, kendini ‚bazı bazı çığlık, bazı bazı huzur‛ diye tanıştırıyor bizlere Facebook sayfasında. Sıkı bir caz tınısı geliyor kulaklarımıza, geniş bir zaman algısı yaratıyor müzikleri. Moraçalar, ForumFest’e katılan en yeni ve en heyecanlı grup sanırım. 5 kadından oluşan ekip, bir taraftan ‘kadın şarkıları repertuarı’ çıkarmak niyetinde, bir taraftan da ‘müzikte kadının sözü’ var mıdır, yok mudur, nasıl yaratılabilir< Green Tonic, grup elemanları ile Gündoğdu Forumu’ndan tanıştığım bir pop-caz ekibi. Bu tespit hatalar içerebilir tabi; keza kendilerini şöyle bir skalada tarif etmişler: Funk / Indie / Soul / Pop / Rock. Gördüğüm şu ki, bahsettikleri o ‘pop samimiyeti’ karşıya geçti. İzleyiciler, hiç bilmedikleri şarkılar olma- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 281 sına rağmen, sahneden dışarı doğru sızan samimiyet ve canlılığa teslim oldular. Daphne, 9 Eylül Üniversitesi Müzik Öğretmenliği Bölümü öğrencilerinden oluşuyor. Klarnet, flüt, bağlama, gitar, viyola, bas gitar, klavye, bateri, kaval ve vokallerden oluşan senfonik bir ekipten bahsediyoruz, festivalde her biri bir toplumsal olaya atfedilerek farklı dillerde şarkılar söylediler. Mark Twain’in ünlü sözü aklıma geliyor: ‚Hiçbir zaman okulumun eğitimimi engellemesine izin vermedim‛ Yeldeğirmeni, toplumsal mücadele alanlarından bildiğimiz bir grup. Bir süredir çok ortalarda görünmüyorlardı ama hem türküleri kendilerine özgü yorumlarıyla seslendirdiler hem de kendi bestelerine kulak kabarttık. Yeni bir dünya isteyen sözler var bu grupta. Murat Mengirkaon, 2012′de ‘Kımıltı’ albümünü yayınlamıştı. Gezi İsyanı sürecinde de ‘Geçit Yok’ ve ‘Uyan Ali’m’ şarkılarıyla sözünü söyleyen Murat, bir ayağı özgün müzikte, bir ayağı akustik arayışlarda belki bir tanesi de senfonik-rock formlarında gezinmeye devam ediyor. Halkevleri Çocuk Korosu, festivalin en çok ilgi çeken ve tebessüm ettiren ekibiydi. Yaşları 7 ile 11 arasında değişen ve Çiğli, Gültepe, Buca Halkevleri’nden gelen çocuklar, yeni çocuk şarkılarını seslendirdiler. Özellikle en son söyledikleri ve herkesin birbirine sarılmak durumunda kaldığı ‘Kalem Kâğıt’ şarkısı dikkat çekici: ‚Savaş yazmak istedim, kalemimin ucu kırıldı, açlık yazar mısın dedim, kâğıdım bana darıldı, Türk, Kürt, Arap ya da Lâz fark etmez tüm insanlar kardeş olsun, Dünyadaki tüm yoksul çocuklar el ele versin dünya gülsün, dedim, kalem kâğıda sarıldı‛ Praksis, Gezi İsyanı süreci ile beraber, ‘Devrimci Rock’ iddiası sırtında, epey görünür olan bir ekip. Mersin’deki direnişe ilişkin haklarında ‚Müzik yaparak topluluğu dinamik tut- 282 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları mak‛tan dava açılmıştı. ‚Artar eksilmeyiz zindanlarınızla, TOMA’larınızla, biber gazınızla ve F-16′nızla‛ şeklindeki ‘Mahsus Mahal’ güncellemesi ve karşılamalı-slogan ‘İsyana Gerek Var’ ilgi gören şarkılarıydı. Şerwan Hameran, devrimci bir rapçi. Yakın zamanda, Gezi İsyanı’nda ölenler için Ozan Baran ile yaptığı ‘Adım Haziran’ bestesiyle hatırlamıştık onu. ‘Liberta’ isimli bir albümü var ve benim o albümdeki favori şarkım: ‘Düşler Evi’ BandoSol, Gezi İsyanında da alanlara müziğini katmış bir ekip. Yine ‘Siz Kimsiniz ki?’ bestesiyle yakın zamanda görünür hale gelmişlerdi. 6 şarkılık ‘Piyasaya Düşme’ albümlerindeki en sevdiğim şarkı ‘Piyasaya Düşme’: ‚Borsa mı düşer, dolar mı düşer/ Kasanın tasası sana mı düşer/ Kasa gelir yine kafana düşer/ Sen piyasaya düşme‛ Remzi Emek (DireneJazz), caz ile isyan ruhunu kendinde iç içe geçirebilmiş benim gördüğüm ender ‘güngörmüş’ insanlardan. Şimdilerde İzmir’de bir Caz Big Band’ı kuruyor. Büyük bir teknik hakimiyet izledik sahnede. Ayrıca Remzi hocanın kızı da gitar ve vokal ile orkestra içerisinde idi. O kadar güzel söyledi ki, muhtemelen birçok kadın evindeki kullanılmayan gitarını kullanılır hale getirmeye ilişkin kendi iç tartışmalarına döndü. Ruşen Alkar, performansı ile yakın zamanda isminin ve müziğinin çok daha görünür olacağını gösterdi. Kürtçe sözlü şarkılardan, cinsiyetçiliğe karşı söylediklerine, caz tınısıyla etnik öğeler iç içe geçirilmiş, iyi çalışılmış bir dizi şarkı dinledik. Alışageldiğimiz ‘görüntü vokal’lerden değil Ruşen, gitar da çalıyor aslında, geçmişte yaptığı kayıtlarda rastlıyoruz. İbrahim Tatlıses’ten kulaklarda kalan ‘Hesabım Var’ şarkısıyla başladı konserine. İbo, Şivan ile Diyarbakır’da Tayyip ve Barzani’ye selamla detone bir Megri performansı sergilerken, ‘Hesabım Var’ şarkısı Gezi İsyanı’yla ilişkili hale gelmişti bile. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 283 Sokak Orkestrası, kendini müziksel ‚türler arası diyalog‛diye tanımlıyor ve sanatı, meta ilişkileri dışına çıkarıp insanla buluşturarak, yabancılaşmaya barikat kurmayı hedef ediniyor. 2004′ten beri pek çok grevde, devrimci etkinlikte, sokakta müziğe hayat, hayata müzik katan bir ekiptir kendileri. Gezi İsyanı esnasında da tutsaklara ithafen ‘Almaya Geldik Dostlar’ isimli besteleri ile bir süredir -belki- ara verdikleri sokaklara geri dönmüşlerdi. Dile kolay 15 tane İzmir grubu. Yaklaşık 100 müzisyen sahneye çıkmış ve müziğini Gezi İsyanına katmış. Yani tekrar dönüp 23-24 Kasım’a baktığımda şunu görüyorum: Saat 15:30′dan 22:30′a kadar sahne müzikle doldu. Farklı dillerdeki halk müziklerinden, rock’a, caz’a, ‘özgün müzik’ üslubuna, çocuk şarkılarına ve ‘rap’e kadar çok geniş bir yelpazede direniş ve isyanın tınıları yankılandı Alsancak’ta. Yani ForumFest’te sanatçılar üzerine düşeni yaptı. http://fraksiyon.org/forumfestte-sanatcilar-uzerine-duseniyapti/ 284 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları DİRENİŞİN EKOLOJİSİ; BAĞA GEL BOSTANA GEL CANER BİNGÖL 9 Eylül 2013 Haziran direnişi üzerine direnişin farklı yönlerini ele alan pek çok kelam edildi, bunlar yazıya döküldü. AKP’nin otoriterleşme serüveni, yaşam biçimine yapılan müdahaleler, polis şiddetine olan öfke, direnişin 90 kuşağında yarattığı politizasyon, direnişin sosyolojisi, sınıfsallığı, ekonomisi konuşulan ve yazılanların başında geldi. Bu metin ise direnişin ekolojisini, insan doğa ilişkisinin tarihselliği bağlamında ele almayı amaçlıyor ve kıvılcımı çakan yeşil öfkenin nedenleri üzerine fikir yoruyor. Soru Basit : - Neydi ağaçların milyonların vicdanlarını bir anda harekete geçiren evrensel çağrısı? Yakın zamana kadar bu coğrafyanın çoğunluğunun algısının özeti şu yöndeydi : Televizyonlardan anlatılan, kapitalist modernizme güzellemelerle dolu ‚Gelişiyoruz, Kalkınıyoruz‛ masalları. Bu masallara inanan kitleler veya inanmasa bile ‛ hakkını vermek lazım, adam ev yapıyor yol yapıyor‛cular. Ciddi manada kitlelerin büyük çoğunluğu iktidar ile aynı siyasal düşüncede olmasa dahi kalkınmacılık büyüsüne kapılmıştı. Ne zaman ki kitleler bu sistematik ve kapsamlı saldırıyı mahallelerinde somutlaşmış bir halde gördüler ve yanı başlarında dikine uzayan beton gökdelenlerin yapay gölgesine düştüler işte o zaman iktidarın sadece Ankara’da bir meclisin çatısı altında olmadığını farketmeye başladılar. İktidar hayata girdikçe, huzursuzluk uyandı ve televizyonlardan yayınlanan ‛ Gelişiyoruz, Kalkınıyoruz‛ argümanları çürüdü, çürüdü , çürüdü < Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 285 Mekâna sirayet eden iktidarı hergün mahallesinde cisimleşmiş bir şekilde gören insanlar bu sefer iktidara karşı farklı gerekçelerle oluşan ama bir nebze sistemin soğurduğu öfkelerini tozlu raflardan aşağı indirmiş ve onları artık yanlarına almış oldular. Öfkeler beton izole evlerde hayalsizlerin salonlarında bir depresyon halinin arkasına saklanmış duruyordu ancak mahalledeki, bu coğrafyadaki tüm öfkeler birleşip güçlü bir debiyle akamıyordu iktidarın setlerine. İnsanların insanlara çağrısı bir karşılık bulmuyor öfkeleri birleştiremiyordu. Derken iktidar kentlilerin belleğinde sağlam bir yeri bulunan Gezi Parkı’nı, oradaki ağaçları da keserek bir alışveriş merkezine dönüştüreceğini söyledi. İş makinelerinin gölgesi ağaçların dibinde beliriverdi. Şakayı bırakmak gerekiyordu ve karşımızda herşeyi yapmaya kararlı kimseler bulunuyordu. Beton imparatorluğunun saldırıları öylesine yoğundu ki bir ağacın tek başına ayakta durabilmesi bile beton imparatorluğuna kafa tutmaktı ve bugünlerde inanılmaz radikal bir muhteva kazanmıştı. Bu ağaçları savunmak ve ‚Önce yaşam, önce yeryüzü‛ demek de aynı radikalizmi taşıyordu elbette. Nitekim zaten bunun böyle olduğunu da iktidar parka yüklediği anlam ve gösterdiği yoğun polis şiddetiyle kanıtlamış oldu. Böylece milyonların vicdanlarını harekete geçiren o evrensel çağrı Gezi’deki ağaçlar ve kuşlar tarafından da yapılmış oluyordu. Doğayla ilişkisi salt saksı ekolojisine sıkıştırılan hayatlar harekete geçti ve ‘hayat bu kadar dar değil’ diye haykırdı < Gezi Direnişi, çınar ağaçlarının, ıhlamur ağaçlarının, kırlangıç kuşlarının çağrısıyla beton izole evlerde sıkışan ve doğayla oluşan milyonlarca yıllık tarihsel yoldaşlık ilişkisi kesilen insanlığın bilinçaltı öfkesinin bir yansıması olarak diğer itirazları da yanına alarak sokaklarda çığ gibi büyüdü. Ekoloji mücadelesiyle demokrasi mücadelesinin içiçeliği keşfedildi. Evet aslında mesele 3-5 ağaçtı ve o 3-5 ağaç kapitalist barbarlı- 286 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları ğa karşı öylesine kararlılıkla duruyordu ki tüm vicdanları harekete geçirdi ve etrafında topladı. Taksim Komünü kurulmuştu artık. Bir siyasal düşüncenin programatik bir uygulanışı yoktu ama kapitalizme kesinlikle ters gelecek herşey park içerisinde mevcuttu ; dayanışmacılık, komünal yaşam, yaratıcı direngen sanat, öldürücü mizah, sivil şiirler ve bir bostan. Gezi Bostanı ; kim derdi ki İstanbul’un orta yeri Taksimde, Taksim’in orta yeri Gezi Parkı’nda bir bostan kurulacak, maruldan domatese, çileğe yerel bir üretim yapılacak, toprak herkesin olacak ve hep birlikte ekilecek, hep birlikte sulanacak. Bostanda güneş enerjisiyle yemek pişiriliyor, çöpler toplanıyordu. Bostanın üzerindeki pankartta ise ‚Yaşam için Gezi Bostanı Direnişi‛ yazıyordu. Taksim’in özgürleşmesi bir ekolojik devrimdi aynı zamanda. Derelerin orta yerine konulan borulara suyu hapsedip HES yapan beton imparatorluğunun karnının orta yerine indirilmiş sağlam bir yumruktu. Bu sebepledir ki çeşitli yörelerden derelerin yoldaşları da Gezi Parkı’na akmıştı. Bozkırının tezenesinin randevusuna gelmiştik: ‚Bağa geldik, bostana geldik, dile geldik destana geldik ‛ ama o bu sefer de o yoktu. Taksim Komünü iktidarın polis güçlerince dağıtıldı, bostan da derdest edildi. Direniş sanılanın aksine tükenmedi ve mahallelere yayılarak forumlara dönüştü. Tam da ‚zaman daralıyor ve kentlerimizin aşağıdan yukarıya mücadele alanları yaratılarak yeniden tanımlanmaya ihtiyacı var‛ derken forumlar kentlilierin müşterek alanlarda hem birbirlerini tanıdığı hem de yeni siyaset yapma biçimlerini birlikte tartıştığı bir mekanizma biçimini aldı. Aynı zamanda tüketim toplumuna bir reddiye olan ‛ Takas Pazarları‛ kuruldu. ‛ İhtiyacın olmayanı getir, ihtiyacın varsa al götür ‛ temel sloganıyla Gezi Ruhu forumlarda yaşamaya Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 287 devam etti. Farklı şehirlerde farklı dinamikler oluştuğu için yüzde yüz işlerlik kazanmasa bile ‛ Takas Pazarları‛ kurulduğu her forumda bir heyecan yarattı. Direnişin ekolojisi kendisini hâlâ göstermeye devam ediyor. Son olarak Ankara’da ODTÜ ormanı direnişi ve İstanbul’da 3.Köprü için gerçekleşecek ağaç kesimine karşı oluşan Kuzey Ormanları Savunması Gezi ruhundan doğan yeni direniş biçimleridir. Bu direnişler bu projelerin engellenmesine sebep olur mu bilinmez ancak bilinen tek şey kapitalizme karşı öfkenin renginin bundan sonra daha çok yeşil olacağıdır. Görünen o ki ekolojist direngen yeni ruh ‘A sınıfı çamaşır makinelerine indirgenen çevreciliğe’ ve kapitalist modernizmin saldırılarına karşı radikal bir ses arıyor. Direniş öğretiyor, direniş yol gösteriyor. Direniş eski klasik devrimci siyasetin cenazesini kaldırıyor ve yeni devrimci kimliği işaret ediyor. Okumasını bilene < http://fraksiyon.org/direnisin-ekolojisi-baga-gel-bostanagel/ 288 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları BİR UZUN BOYLU HAZİRANSA KENT İSMET ULAŞ DENKLİ 7 Aralık 2013 - Dünyayı değiştireceğini mi sanıyorsun? - Siz dünyanın değişmez olduğuna inanmaya mecbursunuz. Sabahattin Ali (Düşman) O günlerde herkes bir şeyler görmüştür< Memleketimiz zengindir< Aynı file bakıp, elleyip, üstelik karanlık da değilken, başka şeyler görebilme ve daha da önemlisi bu yüzden birbirini öldürebilme özelliğiyle dünyada nam salmış ülke< Nam-ı diğer: güzel ve yalnız< Yalnız mıyız? Bahar daha dönmemişken ve ondan önceki baharlarda soru buydu belki< Hikâyelerimiz, kahramanlık destanlarımız vardı bize ait olmayan, Prometheus’dan gerçek. Uzaktan sahiplendiğimiz savaşlar, tehlikesiz taraflıklar, Keloğlan’dan hallice : ki ya ben geç doğmuşum; ya isyan prematüre< Sanki bedelimiz ödenmişti; diyetimizi gülümser fotoğraflar halinde duvarlarımıza asmıştık (bazen gözyaşı, bazen öfke, bazen direnç, bazen sevinç salık veren gülümser fotoğraflar)< Hep o soru ama: Yalnız mıyız? Çünkü hiç bir şeyi değiştirememek değişmez gerçeğimiz ve tüm eylemlerimizin ilk kabulüydü. Çünkü ne yaparsak yapalım o çoğalamama hissi; çünkü yanlış bir geleneğin asabiyeti ve beynimizin ortasında bir haksızlık hissi. Çünkü kimi uzağa, kimi öteye gitmişti, müsait bir yerde yalnız bırakmıştık, herkesi, her şeyi< Ve yankımız tükendiğinde her soruya cevabımız belli olmuştu: Azız< Ve Yalnızız< Bir bahar geldi ama< < Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 289 Neler olup bittiğinin analizini yapacak insanlar çıkmıştır, çıkacaktır.43 (aşağıda bildirimleriniz var)< Biz insana bakalım, hazırlıksız yakalanılan bir yağmurun ‘bağzı’ kişilerdeki tezahürüne< Cüretkâr romantikler vardı< Naçizane benim de kıyısına teşne olduğum bu topluluk, ister yokluktan deyin, ister hassasiyetten, toplumsal hadiselerden ve bu hadiseler dâhilindeki bireysel tutumlardan gereğinden fazla etkilenmeleri ile meşhurdurlar< Türlü ortamlarda dile getirildiği üzere memleketimiz abartmanın cennetidir. Burada her durum önce coşkuyla karşılanır. Düşünce sonra gelir. Dolayısıyla dünyanın her yerinde, çeşitli vesilelerle rastlama şansımız olsa da bu akımın temsilcileri sınırlarımız içerisinde başka hiçbir diyarda göremeyeceğiniz cürette ve romantiklikte hayatlarımıza dâhil olabilirler< Coğrafyamızda akan ilk nehirlerden beri var oldukları kabul edilse de; tarihimizde ilk yazılı örneğine 16. yüzyıl’da ortaya çıkan bir türküde rastlanmıştır. Bu türküde geçen ‚ben bir koyun olayım sen de bir kuzu, meleye meleye getirek yazı‛ dizesindeki korkutucu heves hala cüretkâr romantiklerin itici gücü, sevinç kaynağıdır. Bir buluttan umut yapmak işte< Yanaşma sosyolojikler vardı< Kendi içinde dönen ve hiç durmayan bir söylem örüntüsü içerisinde ve köpüklü bir iştihayla hepimizi hipnotize etmeye yeminli bu insanlar, retorik resitali olarak adlandırabileceğimiz gösterileri ile iletişim, pazarlama ve halkla ilişkiler alanlarında kitapların yeniden yazılması mecburiyeti doğurmuşlardır. Yanaşmışlıklarını besleyen saldırganlık nispetinde medyamızda yer alabilen güçtapar Tanıl Bora, Gezi Direnişi: Bir Yanımız Bahar Bahçe< Tüm karmaşada gözden kaçmış, belki de en zihin sağaltıcı süreç analizi< 43 290 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları canavarlarımız, daha ilk şaşkınlığı üzerlerinden atmadan başladıkları mukaddes savaşlarına meşum bir dikkatle devam etmektedirler. ‘İlk üç gün iyiydiciler’, ‘Myanmar’da bu kadar özgürlük yok, yoksa hiç gösteri yapabilirler miydiciler’, ‘bir iki güne dağılırlar canımcılar’ gibi çok çeşitli alt gruplara ayrılsalar da perestişkârlıkları farklı yollara dağılmalarını engeller< Bunların yanı sıra tuhaftır (şaka, şaka) ıskacı sosyolojikler de vardı< Bu gruba girenler, tüm bilgileri, görgüleri nedeniyle ve bunlara rağmen, öngörülmemiş cereyanları, klasik, arkaik, helenistik, ionik, dorik ya da korintik kalıplara uydurmaya çalışarak çıkan sonucu yaldızlı veya sönük (olumlu veya ölümlü) önizleme yöntemiyle önümüze sunan becerikli kimselerdir. Yanaşmalardan farklı olarak görüşlerinden özel çabayla faydalanabildiğimiz ıskacılar, ‚ne okur ne anlarsın, en iyi kafaların ne kolay yanılması‛ dizesiyle 1980’li yıllarda uyarılmaya çalışılmışlarsa da sayılarında bir düşüş, tavırlarında bir değişiklik gözlenmemiştir< Teçhizatlı, teçhizatsız galeyanikler vardı< Yakın tarihimizde bulunan, Selanik’te ev yaktılar, Çorum’da cami yıktılar gibi başarıya ulaşmış örnekleri ışığında uygulanan formül; basit, yankısı garantili ve yaygınlaştırma ajanları hazır bir şekilde bekliyordu. Bahsedilen örneklerden farklı olarak işin teçhizatlı kısmı, birkaç münferit kahramanlık olayı dışında, sivil halk arasında kitleselleşemese de, teçhizatsız halkımız söylem düzeyinde gereken alakayı göstermiş, mücadeleyi asayiş görevlilerimize bırakmış, zor da olsa evinde oturmayı başarmıştır< Maceracı sloganikler vardı< Bunlar, her tek-durum karşısında oyunu genele yayarak, sahanın tamamına yayılarak söylenecek, ölçülü, uyaklı sözler bulabilmeleri; var olan sözcük öbeklerini ustalıkla kullanabilmeleri ile hemen gözünüze çarparlar< Spor müsabakalarından, sosyal hadiselere; iş pikniklerinden, aile toplantılarına kadar her ortamda kendilerine hemen yer edinirler. En önemli özellikleri buldukları ve / veya Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 291 söyledikleri aforizmalar (evet, aforizma) haricinde hiçbir gerçek tasavvurları olmayışıdır. Etki alanları, etkilemeye çalıştıkları insanların niteliğince değişiklik gösterebilir. Çocuk yaşlarda tespit edilerek özel eğitim kurumları vasıtasıyla bir araya toplanıp fikir-eylem-söylem tutarlılıklarını pekiştirmek, zihinlerinin çeperlerindeki kan akışını esnetme yoluyla güçlendirmek ve şahsi özgünlükleri vurgulanarak olaylara farklı açılardan (2–3 açı yeter) bakabilmelerini sağlamak gerekmektedir< Hınzır pragmatikler vardı< Rüzgârlar, uçurumlar, akıntılar, depremler ve ayakta kalanlar< ‚Hizmet yolunda biz mesajı aldık‛ desem, başka bir söz demesem< Kaygan oportunikler vardı< Tarihin derinliklerinden gelen rolleri nedeniyle her zıtlaşmada zalim tarafından atanan ya da vazife çıkaran ve en meşhur replikleri olan ‚tamam artık, yeter, çok oynadınız, eve girin artık, üşüteceksiniz‛ ile sahnelerde göz dolduran bu insanlar kaygan olduklarından her boşluğa rahatça girebilmekte fakat orada uzun süre kalamamaktadır. Çünkü kucaklaşma önerileri, seviştirme ihtimalleri, bitmeyen ilhamları ve bazılarındaki hitabet yeteneği ile ilk başta coşkuyla karşılansalar da mesnetsizlikleri nedeniyle gündeme dair sözleri ve eylemleri kolayca unutulmaktadır. Ve fakat kaderin bir oyunu ile kendileri oldukları yerde kalmakta ve kaybolan yılların hesap defterlerindeki sıfırlar giderek çoğalmaktadır. Sosyal bilge, Ferrarili derviş, toplum harcı gibi sıfatlar ve sıfat öbekleri ile onurlandırılmaya devam ederler< Neşeli alkolikler vardı< Bu renkli kişilikler tüm sabırları ve iyi niyetleri ile neşelerini toplumun geneline yaymak amacındadırlar. Söylemleri nadiren benzeşse de kayganlardan farklı olarak bu durumdan ekmek çıkartamazlar. Daha doğrusu bunun için uğraşmazlar. Neşelilere göre toplumsal kurtuluşa giden tek yol, çoğunluğun ehlikeyfizm, kibarlık, dingin coşkuculuk (buna sinsi coşkunluk da diyebiliriz) alanına intikalinin sağlanmasıdır. Bunu yayılmacı politikalar marifeti ile değil he- 292 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları nüz sistemleştirilmemiş bir eylem pratiğiyle yaparlar: Hâlihazırdaki liderleri tüm Cadde-i Kebir insan seli ve gaz yağmuru altındayken balkonda rakı içen şahıstır< Afacan sosyal medyatikler tüm kategoriler arasında özel bir alan işgal eder. Zira bu alan saydığımız, saymadığımız her eğilimden, hepimizin kendi meşrebince bir ucundan tutunduğu kutsal ve en faydalı kesişim kümemizdir. Şekilsiz kalabalığımızın yaşamakta olduğu son çalkantıda da gördüğümüz üzere, çok yetkin bir biçimde kullanılabileceği meydanda olan bu alan, artık hiçbir söz’ün, hiçbir eylem’in doğduğu andaki haliyle kalamayacağını, yoluna, fiber optik kablolar vasıtasıyla, ortak (?) afacan aklın potasında erimeden devam edemeyeceğini göstermiştir. Yalanlar kovuşturulmuş, doğrular dolaşıma sokulmuş veya bunun tam tersi olmuştur ama hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı anlaşılmıştır< Lakin tehlikeli yönleri de vardır. Çünkü anılan pota çok büyüktür, her şeyi kapsar ve her şeye (sanki) anlam katar: Gezmek, tozmak, kelle uçurmak< Yemek, içmek, sevgi, seks< Biliyorsun ki dostum hepsi birer sosyal refleks< Hayata bakışımız, o anki coşku durumumuz, serotonin ve adrenalin seviyemiz, ihtiras ve iştiyaklarımız ‘an itibariyle’ afacan mı, sosyal mi, medyatik mi, hepsi mi ya da ikisi mi olduğumuzu belirler ve acı gerçekler herkesin zaman tünelinde yeri geldiğinde bazı fırsatperestler tarafından yüzümüze vurulmak üzere pusuda beklemektedir< Hiçbir şeyin gerçekte olduğu gibi gösterilmediği bu ortamda en toplumcu gerçekçimiz bile sırası gelince fantastik önermelerde bulunabilir< Bu noktada şunu da belirtmeliyiz ki toplumsal medyada ölçü, tanınmamışlığı; özensizlik ise popülerliği yani afeti beraberinde getirir. Ve fakat ‚şöhret afet olduğu kadar vesile-i rahmettir‛ de. Afetten kazançlı çıkabilme ustalığını ustaların öykülerinden öğrenebiliriz< Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 293 Ek bilgi: Taşı gediğine oturtmacılık, teknoloji karşısında evde yalnız başına otururken özgüven seviyesini yükseltmenin en pratik ve masrafsız yolu olduğundan (o da lazım tabi, insan like’larla çalışan bir hayvandır), en yaygın sosyal medya eğilimidir< Külyutmaz statükolikler vardı< Bunlara kendine yontmacılar da diyebiliriz< Kurulu düzenlerinin sarsıldığını hissettikleri her anda kendilerine en uzak kavramlara dahi sarılmalarından muhafazakârlıklarının entelektüel düzlemde en üst aşamaya ulaştığını anlayabiliriz. Aynı anda ıskacı anti- emperyalik, muhatapsız anti- semitik, titrek oligarşik, ‘science fictif’ demokratik ve ileri derecede bağlamalık (psikolojik) olabilirler. İletişim araçlarında rastladığımızda, BUNLARI, ‘Eyy!’ ünlemiyle başlayan cümlelerinden; dünya üzerindeki her organizma ve organizasyonun, artık nasıl bir varlıksa, kendisine karşı düzenekler kurduğundan bahsetmesinden filan tespit edebiliriz. Erken zamanlarda toplumsal yaşantımızın bir rengi olarak sadece konserve fabrikası sahiplerinde görülen bu eğilim yaygınlaşarak ete kemiğe bürünmüş, turuncu turuncu görünmüştür< Şaşkın muhalifler vardı< Bildikleri tek yolla (aslanlı yol) ‘muhalefet’ ederken yakalandıkları değişik rüzgârdan bu grubun bazı üyeleri ‘marjinalize’ olarak çıkmış olsa da, zamanında tedavisi mümkün olamayacak şekilde paralize olmuşların sayısı hala çoğunluğu teşkil etmektedir. < Bir de orada ‘olanlar’ vardı< Hala oradalar, hep oradaydılar< Biz aradayken, onlar öğrendiler ve öğrettiler hepimize< Zaten yazmışlar ben ne diyeyim: Sararıp dökülmeden önce Kızaran yapraklar ki onlar Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar Mevsim dönüp de yeniden Yeşermeye başlayınca rüzgâr Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar 294 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları O çocuklar O yapraklar O şarabi eşkıyalar Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var?44 Not: Yazının başlığı: Edip Cansever’den. Doğrusu: ‚Bir uzun boyunlu haziransa kent‛ Bir imge. Beklemiş, bekledikçe demlenmiş< Sonunda hayat, şiiri gerçek kılmış. 44 Can Yücel, Yaprak Dökümü Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 295 BERKİN… BERKİN… Kara kaşlarının altından göz kırpan devrimimiz, Berkin’imiz... Onun için yazdıklarımız, bir başka kitap eder. Bunlardan birkaçı... 296 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları EMRİ BERKİN ELVAN‟DAN ALDIK! EVREN BARIŞ YAVUZ 11 Mart 2014 Eğer imtiyazlı bir azınlıktan değilseniz bu topraklarda çocukluğunuz izler taşır. Öyle derin izler ki hayat boyu sizi izler, hatırlatır. Aşkınız, hüneriniz, hatalarınız bu izleri sızlatır her defasında. Bu topraklarda doğmuş olmak ve eğer öldürülmeden büyümüşseniz bu derin izlerin yanı sıra öldürülmüş çocukların isimlerin, ölüm biçimlerini öğrenmeye yükümlü kılar her birimizi. Bizi biz yapan ve dünyada çok az coğrafyanın insanının anlayabileceği keder tozu da bu acı bilgiden kaynaklanır. Öldürülmüş çocukların hayat bilgisi bizim ilksel bilgimizdir. Çöp toplayan babasına yardım ederken, başı dönüp araba altında kalan Medine’nin sureti suretinize işler. Press makinesine sıkışarak ölen Ahmet’in elleri, ellerinize karışır. 12 yaşında 13 kurşun bedeninde yer eden Uğur’ın gözleri bakışlarınızdır artık. Çünkü bu ülkede yaşamak Erdal Eren’in 17 yaşında asıldığı bilmektir. Bu ülkede yaşamak artık 15 yaşında başından vurularak ağır yaralanan ve 269 gün boyunca hayata sımsıkı tutunan Berkin Elvan’ın adını adına yazmaktır. Haziran İsyan’ının 16. gününde mahallesi Okmeydanı’nda başından hedef alınarak vurulan Berkin Elvan’ın yaşadıklarını aklımızdan geçirmek aklın ve duygunun bütün sınırlarını zorlamaktadır. Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 297 Berkin Elvan’ın ağır yaralandığı ve uyutulduğu haberi yayıldığı andan itibaren, ‘uyan Berkin’ sözüyle ifade bulan büyük şiir, sebatkar incelik hep bir olasılıktan öteye doğru seslendi. Berkin’in 16 kilo kalacak kadar eriyen bedeninde bile ‘ayağa kalk’ diyecek naifliğe sahip bu halk, 11 Mart sabahının 07.00’sini aklına getirmemeye çalıştı. Berkin Elvan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakan’ı Erdoğan’ın emri ile öldürüldü. Bu toprakların derin izler taşıyan ve daima sızlayan çocukluğunu bir daha çalan, iktidarın ve soygunların sahipleri, Gezi direnişiyle hayat bulan bir büyük isyanı kanla bastırmak için, gencecik çocukları hedef gözeterek silahla, kapsülle vurdu. Sokaklarda linç etti, zindanlara attı, tetikçilerine kırdırdı. Emri Berkin Elvan’dan Aldık! Onlar emirlerini kanlı bir servetin üzerinde oturan, iktidar için kan dökmeye iman etmiş bir adamdan alıyorlar. Biz ise emirleri artık Berkin Elvan’dan alıyoruz. Berkin’i öldürenler, emri verenler, katilleri koruyan mahkemeler bilmiyorlar ne denli büyük bir yaraya namlu dayadıklarını. Bu halkın hafızasında ‘uçurtmayı vurmasınlar’ diyen Barış’ın sesi, bu halkın yoksul hatırasında ‘‘canım kardeşim’de’ bir televizyon için çırpınan Kahraman’ın incecik bedeni var. Bunların sadece bir film olmadığını çocukluğunu katillerden geri aldığında anlayacak zulmün ve zorbalığın sahipleri. Ceylan’lar, Canan’ların, Enes’lerin, Roboskili el kadar bebelerin kanlı hasılatından aldığınız payla doyuruyorsunuz çukur haline gelmiş midelerinizi. Hangi abdest temizler ellerinizdeki kanı? Hangi oruç terbiye eder katil nefsinizi? Bunca kanın zekatı ne? O çok anlattığınız cehennem bile almayacak sizi! Siz sadece hırsızların değil katillerin de iktidarısınız. 298 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Biz Berkin’in annesi; ‛Yavrumu, kuzumu Tayyip Erdoğan aldı. Yüreği varsa karşımıza çıksın. Yavrumuzu almaya geldik, ölüsünü elimize verdiler!‛ demedi mi. Bunları duymamış gibi, tüm bunlar olmamış gibi nasıl yaşayacağız< Yani şimdi bu çocuklar ölecek ve dünya olduğu gibi dönecek öyle mi? http://fraksiyon.org/emri-berkin-elvandan-aldik/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 299 SICAK EKMEK KOKUSUNDAKİ DEVLET GÖLGESİ SEVİNÇ KOÇAK 11 Mart 2014 Bu coğrafyada büyüyebilmek zahmetlidir. Büyümüş olmak demek, sayısız çocuk ölümüne şahit olmakla eş değerdir. Yaşlanabildiyseniz; yaşınız çok Uğur, çok Ceylan, çok Berkin eder< Sayısız çoklukta çocuk eder yaşınız, taşıyamayacağınız ağırlıkta yük eder. Çok sayıda genç ölüm eder. Soran çocukları sevmez devlet. Konuşan çocuklar büyüsün istemez. Devlet zulümdür kalû beladan beri. Devlet orantısız varoluştur. 17 yaşında yağlı urgandır, 12 yaşında 13 kurşundur, katır sırtında ağıttır, çocuğunun kemiklerine sevinebilmektir, sabaha karşı ev baskınıdır, 9 yaşında tecavüze uğrayıp suçlu çıkmaktır, polis tacizini onuruna yediremeyip intihar etmektir, evlat acısını yüreği taşımayan annelerdir, 14 yaşında vurulmak, 15 yaşında 16 kiloda ölmektir< Devlet üzerimizdeki lanettir, kamburdur, yüktür, gölgedir. Ve sıcak ekmek kokusundaki devlet gölgesidir Berkin’in uyanamadığı uyku. Çocuk oyunlarına mayınlar, şarapneller, kurşunlar, gaz fişekleri karışmışsa bir coğrafyada kimse iflah olmaz artık. Kimse masum değildir. Bu yükü kaldırmak hepimizin boynunun borcudur. Rüzgârın yüzümüze vurduğu acıdır, kederdir, utançtır. Sırtımızdaki kamburun acısı, lânetli sokakların kederi, halâ gölgede yaşıyor olmanın utancı< Bütün bunların karşılığı hüzün değildir, yas değildir. Öfkedir bunların karşılığı! Gözyaşıyla karılmış ağıtların titreyen gırtlağındaki öfke, sokağı dar etmeli artık çocuklarımızı eli- 300 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları mizden alan haramilere. O sokaklara sahip çıkmak isterken kaybolmadı mı çocuklar saklambaç sandıkları barikatlarda? ‚O çocuklar büyüyecek O çocuklar büyüyecek O çocuklar<‛ Ey haydutlar çetesi! Varoluşuna tehdit gördüğü, iyiden güzelden yana canlı cansız her varlığa düşman olan kan emici asalaklar! Berkin’in uykusu kâbusunuz olsun! Koskoca bir coğrafyanın, ağıtlara karışan evlat yetimi analarının öfkesi boğsun sizi! http://fraksiyon.org/sicak-ekmek-kokusundaki-devletgolgesi/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 301 ETHEM‟İ TAŞI, BERKİN‟İ SAPANIYLA; “SEVDİK, İNANDIK, ANLADIK” İNAN GÜNDOĞDU 14 Mart 2014 ‚Berkin’i yaşı ve bakkal-ekmek anlatısı üzerinden yâd edenlere inat..! Yoldaştı o. Hudutsuz bir baştı o! Tercihini çoklarından önce yapmış, safını belirlemiş bir sıra neferiydi. O Lacandona ormanlarının kentli/varoşlu silueti, o puebloların yılmaz savaşçıydı. El Salvador’da Farabundo Marti savaşçısı, Peru’da Sendero Luminoso, Nikaragua’da Çocuklar Devrimi’nin üyesi, Kürdistan’da serhıldandı. Nazım’ın bir şiirinde söylediği gibi: gençti, partizandı. sevdi, anladı, inandı!‛ [Erdem Bulduruç] 19 Aralık’ın Türkiye Devrimci Hareketi‘nin (TDH) önemli kırılmalardan biri olduğu, bir dönemin kapanıp başka bir dönemin açıldığına işaret eden çokça yazı yazıldı. 19 Aralık’la beraber rejimin yeniden organizasyonu hem TDH’nin hem de toplumsal muhalefetin tüm diğer bileşenlerinin yeniden organize edilmesini amaçlıyordu. Haliyle muhalife, muhalefete, muhalefet etmeye ve eylem(e) biçimlerine de sirayet eden bu biçimlendirme; özellikle 2000 sonrası -AKP’nin iktidara gelmesiyle- güçlenen bir vicdan / sol vicdancılık söylemini muhalefetin gündemine sokmuştu. Toplumsal muhalefetin hareketli olduğu -bilhassa yükseldiği- dönemlerde adeta ‘ideolojik dikiş’ işlevi gören vicdan kavramı ve kavrayışı kimi zaman birleştirici -ama sınıfsal ve politik ayrımları silikleştiren- bir kuvvet olurken çoğu zaman da ayrıştırıcı, muhalefete sesini kısmasını buyuran bir sürece, politik atalete neden olmaktaydı. 302 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Ethem’in Taşı, Berkin’in Sapanı Solla, özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle az çok rabıtası olanların ideo-politik manivelası olan vicdan söylemi sosyalist solun büyük bir kısmını da etkisi altına almıştı. Ana-akım medyada kimi köşe yazarlarının özellikle Türkiye Kürdistanı’nda yaşanan faili meçhuller ve katledilen Kürt çocukları üzerinden kaleme aldıkları yazılar büyük oranda, Türkiye’nin Batı’sında yaşayanlar için bir çeşit ‘duyarlılık’ yaratabilmişti. Fakat bu duyarlılık kimi durumlarda çeşitlilik arz ediyordu -örneğin kolluk kuvvetleriyle girilen taşlı, molotoflu eylemler ve gerilla ölümleri. Bu ve buna benzer durumlar vicdan söyleminin aslında o kadar da kuvvetli olmadığına delalet ediyordu, nitekim madunun yanında yer alanlar bir anda Devlet’in safında birleşiyordu. Demek vicdan söyleminin kendisi kurulan bir ‘şey’ olduğu gibi ‘oluş’ halinde bir ‘şey’ aslında, şimdisi olduğu gibi öncesi ve sonrası da var. Örnekleri çoğaltmak mümkün: Gezi Direnişi‘nde vurulup hastaneye kaldırılan Ethem ile medya tarafından ‘illegal bir örgütün’ kamplarında eğitim aldığını iddia eden fotoğraflar servis edildikten sonraki Ethem aynı kişi olmayacaktır. Okmeydanı’nda başından gaz fişeğiyle vurulup 269 gün komada kalan ve hayatını kaybeden Berkin ile eli sapanlı fotoğrafı görüldükten sonraki Berkin’in vicdanlarda aynı biçimde yer etmeyeceği bilgisi gibi< Bakış’ın kendisi iki durumda da hem vicdani hem de politik olarak farklılık arz edecektir, birinde direnişçi, diğerinde terörist, birinde masum, diğerinde suçlu. Çünkü vicdan öyle kendinden menkul, soyut, içsel ve öznel bir şuur falan değil, bizatihi somut, tarihsel ve toplumsal bir örüntüdür, ideolojiktir, onun için politik bir kategoridir. Masumiyet Karinesi Vicdan, söylemini çoğunlukla ‘masumiyet’le kurar, asıl besin kaynağı odur. Adaletin terazisi de, ‘iyi’yi ve ‘kötü’yü belirleyecek olan da odur: Ne kadar masum olduğu! Çünkü trajedi Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 303 ne kadar büyük olursa etkisi de o kadar büyük olacaktır. Örneğin Berkin’in masum olduğunu kanıtlamak isteyen vicdancı söylem, onun eylemci olmadığı, ekmek almaya gittiği, daha 15 yaşında bir çocuk olduğunu dillendirecek ve bunu masumiyet karinesine işleyip onu eylemciden ayırarak depolitize edecektir. Bu ayrımın kendisi iki işlevi aynı anda yerine getirir; bir yandan eylemi ve eylemciyi suçlar, diğer yandan eylemsizliği överek onu atıllaştırır. Berkin’i ekmeğe ve yaşa sabitlemek isteyen vicdancı zihin ile Erdal Eren’i yaş hiyerarşisine tabi tutup politik olanı kapı dışarı eden aynı zihindir. Ayrımlar Silikleşirken 70′lerin ortasından 80′lere varan tarihsel kesitin en önemli meselelerinden biri sol ve şiddet tartışmalarıydı. Bu tartışmalara damgasını vuran liberal taarruz, ahlakçılık ve vicdan söylemleriyle kurulmuştu. Liberal taarruzun etkisi o kadar kuvvetliydi ki, 90′lar boyunca Batı’da süren devrimci kalkışmalara ve Kürdistan’daki savaşa dahi sirayet etmişti. Büyük oranda Aydınlanmacı ve hümaniter geleneğin mirası olan ahlakçılık ve vicdan söylemi, yakın dönemde yaşanan Gezi Direnişi boyunca barikatlara yönelen basınçla ortaya çıkmıştı. Bu ahlakçılık ve vicdan basıncı Devlet’in yoğun şiddeti karşısında sokaklarda erimeye başlarken, söylem düzeyinde halen ayakta olduğunu ispat ediyordu. Tam bu noktada önemli bir ayrımı dile getirmek gerekir, vicdani olanın ezilenden yana değil ezenin lehine işlediği durumlar ile ezilenin lehine işlediği durumlar arasında kategorik ve politik bir ayrım vardır. Bu iki durumun kesiştiği de vakidir. Lakin vicdani olan, istediği kadar hüsnüniyetle ifade edilmiş olursa olsun, çoğu zaman ezenin lehine işler. Örneğin, Berkin’in cenaze sonrasında sokaklara taşan eylemlerde Dersim’de ölen polis memuru ardından, sosyal ağlarda dolaşıma sokulan vicdancılık basıncı, Gezi Direnişi sırasında Devlet tarafından katledilmiş olan direnişçilerle, Devlet’in kolluk kuvveti olan bir polis memurunu aynı kareye hapsedecektir. Bu du- 304 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları rum, hem direnişin ve direnişçinin politik kimliğini yok etmekte hem de ölümleri eşitleyerek direnişin anlamını yok etmektedir. Birinin ezen kuvvet, diğerinin ezilen olduğu gerçeğini yok saymaktadır. Devrimciliğin Varlığı Başlarken 19 Aralık‘ın önemli bir kırılma noktası olduğunu söylemiştik. Ahlakçılık ve vicdan söylemi, özellikle Sovyetler’in yıkılmasıyla dünya solunda kendini rücu ederken, Türkiye topraklarına 19 Aralık’la, yani bir dönemin devrimcilik anlayışının tasfiyesiyle girecekti, hem de daha güçlü bir biçimde. Şimdi bu yarılmanın etkisi, iyiden iyiye kuvvetleniyor, kendini gösteriyor, boşlukları dolduruyor, kitleleri depolitize ediyor. Anlaşılan o ki, solun ve sol ile rabıtası olanların vicdan meselesini tekrardan tartışmaya ihtiyacı olacak. Devrimciliğin varlığını, mücadelesini, kavgasını yok etmeyi amaçlayan liberal taarruzun, ayrımları silikleştirme çabalarına rağmen, hayatın bize hediye ettiği hakikatin taşıyıcısı olmaktan söz ediyoruz. http://fraksiyon.org/ethemi-tasi-berkini-sapaniyla-sevdikinandik-anladik/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 305 OKMEYDANI EMRİ BERKİN‟DEN ALIR BARIŞ YILDIRIM 14 Mart 2014 ‚Belinde parabellum kimi kurtardın zevzek?‛ Bu taşlamayı Mahzuni Şerif, 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı‘ndan sonra söyledi. İyi tanıdığımız bir saz ve söz sanatçısı, yanında silah olduğu halde Madımak Oteli’ni kuşatan faşist güruha karşı kullanmaktan çekinmiş, sonunda ‚Yaşamak görevdir bu yangın yerinde‛ diyen Metin Altıok’tan ‚Kurtulamam tor elinden dertliyim‛ diyen Nesimi Çimen’e dek 37 can yakılarak öldürülmüştü. Bu hikaye ne anlatıyor? Türküyü dinlerken düşünelim mi? Maraşlar, Sivaslar olsun biz yalnızca ağıt mı yakalım? Bu öykü her şeyden önce, gerektiği anda ateşlenmeyen silahın, o silahın tek başına öldürebileceğinden çok daha insanın ölümüne neden olabileceğini anlatıyor. Maraş‘ı, Çorum‘u, Sivas‘ı yaşamış bir ülkede, bir Alevi mahallesine, başka bir mahalleden elinde sopalarla, bıçaklarla gelip saldıracaksın ve onlar da Auschwitz‘i bekleyen gettolar gibi elleri kolları bağlı bekleyecek öyle mi? Bilmeyenler olabilir, olağandır, ama uğruna bu ülkenin en büyük cenaze törenini düzenlediğimiz çocuğumuzu, yoldaşımızı, kardeşimizi tanıyalım: Berkin Elvan, Halk Cepheli bir devrimcidir, eylemcidir, direnişçidir (‚15 yaşında devrimci mi olur?‛ diye mızmızlananları şuraya alalım). Berkin’in mahalle arkadaşları ve yoldaşları, mahallelerini savunmak için çatıştıysa diyecek bir şey yok, keşke 306 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları o kışkırtılmış genç orada olmasaydı, keşke ölmeseydi ama size bıçak çekene boynunuzu uzatmazsınız.45 Üstlenme değil özsavunma Başkakan ‚Olayı DHKP-C üstlendi‛ dedi. Görünüşe göre nesnel bir tarifti. Ama yalnızca görünüşe göre. Bu aslında iktidarın provokasyon söylem mühendisliğinin zekice bir uygulamasıydı. Çünkü ortada bir üstlenme değil, bir özsavunma olayının anlatımı vardı. Web’e girip biraz dolaşan herkes, devrimci hareketlerin eylemleri nasıl üstlendiğini görecektir. Okmeydanı’ndan devrimciler yaptıkları açıklamada yaşadıkları saldırıyı ve geliştirdikleri özsavunmayı şöyle anlatıyor: AKP’li sivil faşistler silahlanarak devrimcilere saldırdı. Cepheliler bu saldırı karşısında kendilerini ve halkı savunmak için silahlanarak karşılık verdi. Çıkan çatışmada sivil faşistlerden biri öldü ikisi de yaralandı. (‘Okmeydanı Abluka Altında Herkesi Okmeydanı’na Çağırıyoruz!’) 45 Dün olup bitenlere dair: Berkin Elvan’ın ailesinin evini sopalarla basmaya giden sopalılar (ve kimbilir başka ne’liler) Radikal’deki şu linkten izlenebilir: Berkin’in evine saldıran faşistler. Saldırı ve özsavunmayı tarif eden yazı şuradan okunabilir: ‘Okmeydanı Abluka Altında Herkesi Okmeydanı’na Çağırıyoruz!’ Cephe’nin provokasyonlara karşı iktidarı uyardığı açıklaması şuradan okunabilir: DHKC, Açıklama 425, 13 Mart 2014 (asıl link ulaşılamazsa bir Facebook sayfası). Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 307 Anlaşılıyor ki, iktidar, daha önce Ali İsmail‘i döverek öldüren palalılarına göz kırpmış, onlar da Okmeydanı’nı başka yerlerle karıştırmışlar. Yazık olmuş. Ama Okmeydanı’nın ara sokaklara sıkıştırarak halktan insanları öldüremeyecekleri, Sivas’taki gibi insanları diri diri yakamayacakları bir yer olduğunu bilmeliydiler. Dün bu güruh polisin mahalleyi boğduğu terörün ve akrep araçlarının koruması altında Berkin’in ailesinin evine ulaşsaydı ne olurdu? ‚Maraş, Çorum, Sivas ve Okmeydanı‛ mı diyecektik? Faşizmin 13 Mart tarihli cinayetleri Böylece biz dün Berkin’imizi toprağın altına ve yıldızların üstüne emanet ederken, faşizm iki kişiyi daha öldürmüş oldu, . Kalbindeki pille gaza maruz kalıp ölen bir polisi . Kışkırtılıp sokağa salınan bir genç çocuğu. Dersim’de ölen polis memurunun Cemaat operasyonları sonucu Manisa’dan oraya sürüldüğü söyleniyor. Simit satmayı değil halka saldırmayı seçti, ama onu halk değil, kendi devleti öldürdü. Okmeydanı’nda ölen (ve nasıl öldüğünü hâlâ bilmediğimiz) Burak Can, komşu mahalleye elde bıçak/sopa saldıran, linçe gitmiş bir güruhun içindeydi. Ölümüne asıl olarak korumaya çalıştığı iktidar sebep oldu. Dünkü provokasyon, bugünkü saldırıya sessiz kalalım diyeydi Dün bu provokasyonu yaptılar. Mahalleyi gaza boğdular. Başka bir mahalleden getirdikleri faşistleri silahlandırıp Okmeydanı’na saldırttılar. Bir gencin ölümüne neden oldular. Ardından önce ‚Sokaktan çekiliyoruz‛ diye kıyamet koparan troller geldi. Bu trolleri Gezi’den tanıyoruz, halk sokağa çıkmasın diye ‚Bu gece çok kötü şeyler olacak, durum çok kötü‛ deyip duruyorlardı (bkz. Panikçinin Ağzına Terlikle Vurun). Dün de aynısını yaptılar. 308 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Nasıl yapmasınlar, milyonlar sokaktaydı milyonlar! Elbette onları içeri sokmak isteyecekler. Ne yazık ki, bazen saçma sapan yerlerde uyanan ‚sağduyu‛muz kimi noktalarda bu ‚oyun‛a ikna edildi. Oysa bize lazım olan solduyudur. Halkı evine göndermek sağ’ın işidir, iktidara karşı kalkan her kaşı desteklemek sol’un. Ülke tarihinin en büyük cenazesini neredeyse en ufak olay olmadan tamamlayan ve bu örgütlülükleriyle burjuva gazetecilerin bile takdirini toplayan devrimciler, neden durduk yere birine saldırsın, düşünelim. Bugün Okmeydanı’nda bütün geleneklerden devrimcilerin faşist saldırıya karşı ad hoc bir anti-faşist cephe olarak el ele verdiği haberleri geliyor. Dünkü provokasyon havasını bugün Okmeydanı’na, Berkin’in mahallesine karşı saldırı sırasında, dayanışmamızı korkak alıştıralım diye yarattılar. İçimiz tek bir konuda rahat olmalıdır: Okmeydanı’nda Berkin’in yoldaşları ve arkadaşları ne yaptılarsa emri Berkin Elvan’dan alarak yapmışlardır. Biz şimdi Berkin’in evi, sokağı, mahallesi saldırı altındayken buna karşı çıkmakta tereddüt ediyorsak, Mahzuni’nin zevzeklerinden biriyiz demektir. Yazık öyleyse Berkin’in ardından yürüyen ayaklarımıza. Hak etmedikleri bir onuru yaşamışlar! http://fraksiyon.org/okmeydani-emri-berkinden-alir/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 309 YENİ GEZİ’LERE DOĞRU... Biliyoruz ki yaşadığımız her şey “daha başlangıç”, mücadelenin kadranı devrimin saatbaşına doğru ilerliyor... Yeni Gezi’lere hazırlanıyor nabzımız. Bu kez devrim göz kırpıp kaçamayacak, ona mesken tutacağı iki ülke ayırdık... 310 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları HAYDİ PROVOKE OLALIM! DİYAR SARAÇOĞLU 30 Nisan 2014 ‚İsyanın buysa devriminin tadına doyum olmaz!‛ Geçtiğimiz Haziran’da bir dostumuz bu sözü twit atarak sokağa çıkmıştı. Hem yılların öfkesi hem de güpgüçlü atan yüreğiyle. O günden bu güne geçen bir sene iktidarın tüm pervasızlıklarına rağmen isyan, devrim mücadelemizde basamakları üçer üçer atladığımız bir yıl oldu. Hani kanatlarımızı rüzgarla doldurduk desek kimsenin ‚yok artık‛ diyemeyeceği cinsten. Bizim mücadele yılımızı kendi iç pislikleri ile bulandırmaya, seçimi nihai kavga alanı olarak göstermeye çalışmalarına rağmen biz farkındayız. Dün bugündü, bugünse yarın. Sermaye-iktidar bileşkesinin çok sevdiği ‚belleksizlik‛e karşı 77 1 Mayıs‘ı ile Gezi kardeş, Berkin bugüne kadarki tüm devrim mücadelemizin çocuğuydu. Geçtiğimiz bir yılın ağırlığı ise elimizdeki taşta şimdiden. 1 Mayıs’ın tarihsel önemini de aşan bir 1 Mayıs’ımız var yarın. Son günlerde sıkça geçtiği gibi ‚butik meydanlar‛da ‚kutlamalık‛ değil üstelik. Occupy‘lara da selam çakarak İstanbul’un Taksim‘ini, Ankara’nın Kızılay‘ını, İzmir’in de Konak‘ını işgal ederek geçecek bir 1 Mayıs. Omuz omuza, havai fişek ışıklarında. Yarın 1 Mayıs, erken kalkıp tedbil-i kıyafet giyinelim. Tam da onlara inat düpedüz provoke olalım. Şarkıda da geçtiği gibi; İsyana gerek var, hatta (acilen) devrime gerek var! http://fraksiyon.org/haydi-provoke-olalim/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 311 HOŞGELDİN 31 MAYIS! EKİN DUYURMAZ 26 Mayıs 2014 Kapitalizm bir büyük yas hediye etti hepimize, binlercesinin birer birerliğinin ardından. Acıların akrabalaştırıcılığı ile cinnet arası bir yerlerde kalabalığız. Hazır yakalamışken sıkı sıkıya bileklerinden, negatif ‘umut’un yerini ‘ha gayret’ alacak. Evini yıkmak isteyen belediye ekiplerine çatıdan arı kovanı fırlatan dermansız yaşlı adam gözümüz önünden eksilmeyecek. Parkı yıkmak için çalışan kepçenin yanındaki sandalyede yaşlı kadın; her yapmadığımızla yüzleşmenin sembolü olacak. Temennilerin ağırlığı direnişe bükülü, ‘direniş’se eğer ismi mutlaka yenileceğiz ama Alpay’ın hayatının en sağlam şarkısının nakaratı açıklar bize yenilginin gerekliliğini: ‚Tamam ben yenildim siz yendiniz Ama ben kazandım siz kaybettiniz‛ Gerçekten ama gerçekten hiç ölmeyen ölülerimiz var. Onlara şehit denemez; olsa olsa ‘yaşayanlar’< Roboski’den Gezi’ye Soma’ya ve Okmeydanı’na; neresinde çeperlenilirse çeperlenilsin her yasın önünde mutlaka TOMA, her köpüklü sloganda biraz gaz fişeği sesi, biraz tazelenme. Hatırlamasak geçmişi bakarız bugüne; asgari ücret kadar TOMA’dır taşeron, değiştirilmek zorunda kalınmış DNS kadar gözaltıdır içişleri bakanlığı ya da her yer kadar sokaktır özgürlük. Günün ikinci yarısında en iyi bildiklerimizle kuşalıdır sokak; ilk bölümün hıncına müsaade edelim lütfen. Durak olmayan bir yerde ‚Müsait yerde kaptan‛. Bilinir tabi yetmez kâr hiç, artan artışın piyangosunun (x) ekseni ile arasındaki alan: 312 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Bu integral ancak aynı grafiği silmek için alınır. Dolayısıyla Ortaçgil’e bir miktar ara. Geri çağıran bir şeyler var. İşte o biber gazından sonraki ‚Lan ne işim var benim burda, hemen eve gideyim‛ içe kapanışı ve sonrasındaki ‚Sık Bakalım‛ menşeili ‚Metin Lokumcuysa Metin Lokumcu‛ bir cesaret. Sokak sadece meydanlar olsaydı her şey kolaydı ya, her yeri sokaklaştırmak, barikatın barikat dışından genişletilmesinin en çok tecrübe edilmiş ama/rağmen en az öğrenilmiş pratiği olarak üstü başı yırtık duruyor. Sözün canbazlığı bile ipte tutunamamış, ‘yaparken konuşuruz’un riskini almak ve edindiklerinin büyük kısmını döküp etekten, sonra topladığında daha fazlasını görmenin bedeli ve ödülü ince bir dua ya da ‚Şerefine Tayyip‛ bir şişe< ‚İstanbul Kanatlarımın Altında‛dan bir asansör selamı yakışır barikatın berisine; ötesine bir biçimsiz nesne ulaşır. ‚Haklıyken haksız duruma düşüyoruz‛ vardır oralarda bir yerde, bir sürü genç görmüşlerdir, hem de kendisi gibi bir sürü yaşlı görüldüğünü, arkalarından en sünmeli geyiklerin çevrildiğini ve gelecekte ne olunmaması gerekliliğine ilişkin öz-ikna çalışmalarını bilmeden. Nihayet aylardan görünen Haziran’dır, herkesin payına biraz sokak düşer. Korkuları evde bırakan anlamamıştır, o korkular ki bazen tek sıra bazen asal asal aşılacaktır titremelerde. Neşeyi evde bırakan pişman olur, ağız dolusu özgürleşmelerden düşen salyayı kıskanır. Bir cebe biraz hüzün, ötekine öfke, haklılık iç cepte, sağ elde olan hangisiydi, sol el? Hoşgeldin 31 Mayıs< http://fraksiyon.org/hosgeldin-31-mayis/ Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 313 GEZİ‟NİN İŞİ ÇIKTI, SONRA GELECEK BARIŞ YILDIRIM 30 Mayıs 2014 31 Mayıs yaklaşıyor. Oligarşi müsterih olsun, Gezi’ler takvime göre gelmez. Ama o kadar da müsterih olmasın, çünkü eninde sonunda gelir. Gezi şu anda bir gecekondu sokağında, bir maden ocağında, bir okul kantininde, bir evin mutfağında kendini büyük karşılaşmaya hazırlamakla meşgul. O yüzden 31 Mayıs günü, bir yıl öncesini anımsatacak bir kalkışma bekleyenimiz varsa, beklemesin. Elbette geçen ilkyazın yemyeşil anısı, Sekizler’imizin üzerimizdeki gözleri, yolsuzlukların ve Soma’nın içimizi kanırtan öfkesiyle yolumuz sokaklardan, meydanlardan geçecek. Ama biliyoruz ki, planlı bir halk ayaklanması yaratacak donanımız olsaydı, bu teşhir olmuş çete, kendi pisliği içinde debelendiği halde suratımıza gülmeyi başaramazdı. Moral bozmaya değil, moral bozgunluğunun koşullarını ortadan kaldırmaya çalışıyorum. Çünkü giderek daha fazla, kötü bir piyesin bir kahkahalar atan bir ağlayıp zırlayan manik-depresif oyuncularına benzemeye başladık. ‚Burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi‛ mızmızlığı ile ‚Bu kez yaktık seni Tayyip‛ aceleciliği arasında, giderek artan bir frekansla, salınıp duruyoruz. Gözlerimizi çok iri beklentilerin ardına aşırıp elimizdeki çok büyük kazanımları görmeyi başaramıyoruz. Tayyip Erdoğan’ı dinlemeyin, Mahir Çayan okuyun Daha bir yıl önce, sokaklarda 50 bini geçen kalabalık gördük mü ‚büyük eylem‛ ruh haline girerdik, şimdi her fırsatta yüz bin yüz bin sokağa fırlıyoruz. Yolsuzluklara, seçim hilelerine ve Soma katliamına karşı büyük kitleler halinde direndik. 314 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Bir yıl içinde yeryüzünün en büyük kalabalıklarını üç kez Gezi’de, Berkin’in cenazesinde ve Diyarbakır Newroz’undabir araya getirdik. Şu gezegende son bir yıldır bu topraklar kadar hareketli, bu topraklar kadar egemenin yakasından elini gevşetmeyen başka köşe yok. Ama biz yine iki eylemin arasına, pasaportlarımız Şengen vizesi doluymuş gibi, aslında bu ülkenin yaşamaya hiç uygun olmadığı gözlemini sıkıştırmayı başarıyoruz. Coşkumuz dünyaya efsane, depresifliğimiz destan yazıyor. Bunun aslında basit bir sebebi var: Çok Tayyip dinleyip az Mahir okuyoruz. Hakkını verelim, oligarşinin yüzsüz yüzü, çıkar ortaklarının ihanetlerine; rezilliğin öznesi, nefretlerin nesnesi olmuşluğuna; yorgunluğuna, hastalığına rağmen üzerine düşeni yapıyor. Çalışılmış diksiyonu, kurgulanmış öfkesi ve ne kadar ortaya çıksa o kadar çok sarıldığı yalanlarıyla televizyonlarda endam etmeyegörsün, dünya tarihinin en büyük, en yaratıcı, en güçlü kitle hareketlerinden birinin bazı bileşenleri, yelkenlerini melankolinin sularına indiriveriyor. Onun komik derecede beceriksiz yalanlarına sahip çıktığı kadar biz, apaçık doğrularımıza sahip çıkabilseydik, şimdi kapatılamayan bir Gezi Parkı’na dönmüştü yurtlarımız. Mahir Çayan bize, faşizmin pervasızlığıyla kitlelerin karşı çıkışı arasında bir dengesizlik, teknik terimiyle söyleyecek olursak, faşizmle halkın tepkileri arasında bir suni denge olduğunu gösterdi. Ne kadar işlevsiz olursa olsun açık bir parlamento; ne kadar zalim olursa olsun ‚baba‛ sanılan bir devlet ve onun televizyonlardan camilere, kışlalardan okullara, her köşe başını tutmuş baskı ve yalan aygıtları yaratıyordu bu dengeyi. Bu yüzden, orta vadede faşizmin iktidarını sürdürmesinde; kendisine yönelik tepkileri bastırabilmesinde ya da seçim, demagoji, ideoloji vb. yöntemlerle massedebilmesinde şaşacak bir şey yok. Ama faşizm eninde so- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 315 nunda yıkılmaya mahkumdur -hep yıkılırlar- ve onu yıkabilecek olan da ancak halkın örgütlü, silahlı ve devrimci öncülerinin sabırlı çalışma ve çatışmalarıdır. Bu topraklarda, dünyanın çok az ülkesiyle karşılaştırılabilecek bir süreklilikle var olan, fakat etkisi bazı zaman artan bazı zaman -mesela bu zaman- azalan devrimci öncülerin en az 45 yıllık savaşı, dengeyi bir süreliğine bozarak Gezi’yi ve bugüne uzanan artçı sarsıntıları doğuran en önemli fay hatlarından biriydi. Ancak güçlü, yaygın ve en önemlisi örgütlü bir devrimciliğin olmadığı bir konjonktürde bu depremin sonuç alıcı sürekliliğini sağlayacak koşulların olmadığını da biliyorduk. Böylece, sınırları 27 Mayıs 2013’te parka vurulan kepçe darbesi ile başlatılıp Berkin Elvan’a yapılan kitlesel uğurlama ile sonlandırılabilecek Gezi-Lice-Gülsuyu süreci46 bize henüz ikisini de yerine getirmediğimiz iki acil görev bırakarak bitti. 1. Gelecek ayaklanmaların kurmaylığını üstlenebilecek bir devrimci cephenin -devrimci güçlerin en geniş temelde bir araya geldiği bir siyasal uzamın- yaratılması; 2. Gelecek ayaklanmaların mayasını koruyacak forum/meclis örgütlenmelerinin ayakta tutulması ve etkinliklerinin giderek artması. Kent savaşları: Bize hiyerarşi lazım, o da hemen lazım Şiddet karşıtı söylem gibi hiyerarşi karşıtı söylem de oldukça zayıf kuramsal temellere dayanır. Daha ziyade bir temenni düzeyindedir. Örnek cephaneliği, İspanyolca konuşan dünyanın doğusu ile batısındaki küçük, yerel ve stratejik bakımdan başarısız birkaç deneyimle sınırlıdır. Hiyerarşik biçim- Elbette seçim yolsuzluklarına ve Soma’ya karşı direnişler, Gezi sürecinin dersleriyle silahlanmıştı, ama bundan sonra ülke tarihine Gezi demeyeceksek, sınırları bir yere çekmemiz gerek. 46 316 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları de örgütlenmiş bir hasımla mücadele söz konusu olduğunda ise açıkça işe yaramazdır. Türkiye oligarşisi ve onun emrindeki kolluk kuvvetleri -bir kez daha haklarını verelim- saflarını dolduran onca ahmağa rağmen, isyan bastırma konusunda güçlü bir deneyime ve öğrenme refleksine sahiptir. Kürdistan dağlarında kır gerillasına, Türkiye kentlerinde şehir gerillasına karşı deneyim ve ders biriktirdiği gibi, Gezi’den bu yana da kitle hareketleriyle mücadelekonusunda giderek uzmanlaştı. Kabul etmek lazım, bir çökse hepsini un ufak edecek böylesi çürümüş bir sistemi ayakta tutmaktan başka şansları yok. Bize zincirlerimizden başka kaybedecek şeylerimiz olduğu yanılsamasını verirken, kendileri sefil yaşamlarından başka koruyacak hiçbir şeyleri olmadığını biliyorlar. İngiliz sosyalist kuramcı Mark Neocleus’a göre, bir yandan eskiden bildiğimiz anlamıyla savaş kavramının yerini operasyon kavramı alırken, diğer yandan kentlerdeki polis kuvvetleri giderek orduya benzemeye, kent isyanlarına karşı mücadele de savaş niteliği almaya başlıyor. Gezi günlerinde çok dolaşan ‚Galiba TOMA’larla bir darbe oldu da biz fark etmedik‛ esprisi bir espri olmanın çok ötesinde. Kent sokaklarında polis üniforması giymiş bir ordunun halk kitlelerine karşı verdiği savaş, henüz konvansiyonel savaşlar kadar kanlı değilse, bunun sebebi, iki ordu arasında geçmiyor olması. Cephenin bir tarafında direnen, zaman zaman ayaklanan ama henüz savaşmayan halk kitleleri var. Elbette, kentlerde yürütülen, konvansiyonel bir savaş değil, ancak hasmımız savaşın en önemli aracını kullanıyor: Merkezi olarak komuta edilen, hiyerarşik biçimde örgütlenmiş bir ordu. Sokak ‚savaş‛larında halk, kendini merkezi biçimde örgütleyemezse toplanma/gaz/dağılmarutininin dışına çıkması güç görünüyor. Bu rutini tek bozan unsur -çoğu zaman gerçek de- Fraksiyon.Org Gezi Yazıları | 317 ğil ancak simgesel anlamıyla kurulan- barikatlar. Kentler en az yüz yıldır, barikat kurulamasın diye tasarlanıyor. Böyle olunca son bir yıldır sokaklarımızda kurulan yüzlerce barikatın ancak çok azı gerçek bir çatışmayı ortaya çıkarmaya yetecek kadar ayakta kalabiliyor. Sokak savaşlarında adına layık bir strateji ve taktik yürütülebilmesi için, halk ‚kuvvet‛lerinin şöyle ya da böyle merkezi bir komutaya ihtiyacı var. Bu, herkesin üniforma giyip muhaberat subaylarından gelen emirlere uyarak çatışacağı anlamına gelmiyor. Büyük çoğunluğu örgütsüz olan -ve halk ayaklanması kavramının doğası gereği- örgütsüz kalacak olan güçlerin böyle davranması olanaklı değil. Ancak bu güçlerin içinde direnişin ‚beyni‛ olarak davranan bir çekirdek ihtiyacı kendini gösteriyor. Bu da bizi yukarıdaki iki maddelik görevlerin ilkine getiriyor: Devrimci bir cephe. Zira, artık açık hale gelmiş olmalıdır ki, büyük kentlerde, en azından orta vadede, Kürdistan örneğindeki gibi bir devrimci gücün süreci alıp götüreceği bir zemin oluşmayacak. Bu yüzden de mevcut güçler bir arada bir ‚siyasal beden‛ olarak davranmanın yolunu aramak durumunda. En geniş biçimde tanımlanmış devrimci güçlerin bir araya geldiği bir yapı, sokak savaşlarının stratejisi, taktiği ve komutasını üstlenebilir. Ancak, sokaklarda verilenin öncülerin değil halkın savaşı olabilmesi için, bu ‚merkez‛in halk örgütlenmelerine tabi olması, gücünü ondan alması şart. Bu da yukarıda saydığımız görevlerin ikincisiyle ilişkili: halk meclisleri ya da yaygın ve yanlış47 kullanılan adıyla- forumların etkinliğinin ve yaygınlığının artırılması. Bu yanlışı, bu yazının bazı argümanlarını da aldığım, Sanki Devrim’de (Nota Bene, Ankara: 2014, s. 167-171) tartıştım. 47 318 | Fraksiyon.Org Gezi Yazıları Bu -Çayan’ın deyişiyle- ‚halkın öz-örgütleri‛ bir jest olmanın ötesine geçmek ve yeni direnişlerin hazırlandığı, etkin yapılar olmak zorunda. Aksi halde, gelecek günler, üzerinde yetiştiği toprakla bağını koparmış öncülerin kahramanca ama trajik savaşına tanık olur. Yeni Gezi’ler gelecek Bundan emin olabiliriz; yalnızca tarihin kadranının ezilenlere doğru döneceği bilgisine dayanarak değil, son bir yıldır yaşadıklarımıza da dayanarak. Umutlu olmak için her türlü nedene sahibiz. Devrimler döneminin kapandığı, olsa olsa emperyalistlerin güdümü altında bir takım düzen değişikliklerinin olabileceği safsataları pompalanıp dururken, biz bu ülkede sahici bir devrimci süreç yaratabildik. Kentlerimiz bir yıldır bir isyan karnavalına ev sahipliği yapıyor. Yeryüzünün direniş ve isyan nabzının en güçlü atımları bizim sokaklarımızda. Ama her şey gibi umut da boşlukta dolaşmaz. Ona ayaklarını basacak bir mekân, bir zemin gerekir. Halklar söz konusu olduğunda bu zemin ancak devrimin öncü ve kitlesel örgütleri olabilir. Akış bu yöne doğru olmazsa, en çok umutlu olmamız gereken zamanlarda; egemenin alabildiğine güçsüz, bizim alabildiğine güçlü olduğumuz bağlamlarda bile bir diktatörün gevelemelerinden, hiçbir işe yaramayacağı baştan belli olan bir seçim sandığının hileli sonuçlarından kendimize umutsuzluk devşirebiliriz. Devşirmeyelim. Gezi’ler gelecek, ama bir gerilla birliği gibi, beklenmediği yer ve zamanda gelecek. Sorun takvim meselesi değil, bizim ona öz ve öncü örgütlerimizle hazır olmamız meselesi. Size gelince< Hayır, Bay Oligarşi, size devrim randevusu vermiyoruz. Sürprizler aşkı diri tutarmış, ama bizim niyetimiz son sürprizimizle sizi gömmek.
© Copyright 2024 Paperzz