TOPLUMSAL YANLIŞ TERCİHLER, GÜNCELİ YAKALAYAMAMAKLA MI İLGİLİDİR? Prof. Dr. Halil İbrahim Ülker Atılım Üniversitesi, İşletme Fakültesi Eleştiri; gelişmenin, rahatsızlık araştırmanın, ölçme değerlendirmenin, katılımcı demokrasinin, çalışma üretmenin vb. ön koşuludur. Bu sebep sonuç ilişkilerini benimseyip benimsememe ise kişiliğin ‘değerler sistemiyle’ ilgilidir. Bu değerlendirmeleri şöyle sıralayabilmek olasıdır : Felek böyle yazmış ne diyeceksin. Büyüklerimiz daha iyi bilir. Adamlar güçlü yapacak bir şey yok. Dayın yoksa payın da yok vb… Tutum, değer, benlik ve karakter kişiliğin önemli parçalarıdır. Bu kişilik parçacıkları davranışları önemli ölçüde etkiler. Toplumumuzda yaşanan kimi sosyal olgu/olayların ortaya çıkmasında acaba benimsenmiş bu değer yargılarının, tutumların, neden=sonuç ilişkilerinin payı var mıdır? Üç-kağıtçılığın açıkgözlük, dolandırıcılığın girişimcilik, dedikoduculuğun sosyal eleştiri, pervasızlığın olağanlık; nezaketin pısırıklık, diyergamlığın insiyatifsizlik, saygının korkaklık olarak anlaşılıp yorumlandığı toplumumuzda acaba doğru gitmeyen bir şeyler yok mu? Sokrat’ın dediği gibi hiçbir şey yüzde yüz kendisi değildir. Yazının amacı elbette toplumumuzu tek yanlı yargılamak değildir. Pek çok iyi şeyin yanında, iyi gitmeyen kimi gerçeklerden bahsetmek mümkündür. Burada sadece sınırlı biçimde değerlerimizden söz etmekle yetineceğiz. Toplumsal açıdan değerler; bireylerin, davranışların, kurumların önem ve önceliklerini ölçmeye yarayan kriterlerdir. Değerler bireyler için yaşam pusulası, doğru/yanlış cetveli, davranış rehberidir. İnsanların tüm yaptıkları, bu değerlerin etkisi altında gerçekleşir. (Yaşam tarzı, tüketim kalıpları, insan ilişkileri, çalışma temposu tercih öncelikleri vs.) Allport, değerleri: estetik, bilimsel, ekonomik, siyasal, sosyal ve dinsel olarak gruplar. Literatür, Türklere ilişkin değerleri olumlu ve olumsuz olarak şöyle sınıflamaktadır.: Olumlu değerler: misafirperverlik, kahramanlık, kanaatkarlık, tutumluluk, mertlik, hoşgörü, dindarlık, alçak gönüllülük… Olumsuz değerler: tembellik, cahillik, saldırganlık, hilekarlık, bağnazlık, ihmallik, intikamcılık. Bu özellikler çoğaltılabileceği gibi, herkeste mutlaka var olacağı da söylenemez. Ancak olumsuz değerlerin nedeni (bir eğitim konusu yapma ve düzeltilebileceği beklentisiyle) irdelenecek olursa, neler söylenebilir? Sosyal psikologlar, eğitimciler birey ve toplumun karşılıklı etkileşimlerini çok iyi analiz ederler. Bu analizlerde eğitimin, toplumu nasıl yeniden ürettiğini, güçlü bireylerin sosyal akışı nasıl etkilediğini bir güzel açıklarlar. Bu açıklamalar ağırlıklı olarak da “durumsallık” yaklaşımıyla yapılır. Başka bir ifade ile toplumlar belirli ölçülere göre kategorik olarak değişiyorsa, bireyler de o toplumlarda sağlıklı birer aktör olarak yeni koşullara uygun hale gelmelidirler. Kısaca 21. yy da ortaçağ zihniyetiyle yaşanmaz. (Bazılarımız bunu zorluyor.) Bu mümkün değil diyemeyeceğiz, çünkü bir zaman diliminde yaşamakla (soluk alıp vermek) o zamanı paylaşmak (belirlemek, algılamak, iz bırakmak) farklı şeydir. Lig sonuncusu bir ülke olmaya razıysanız,bu konumu sürekli tekmelenerek yaşayabilirsiniz. Trafikte her yıl binlerce insan ölüyor. (Ölür.Allah rahmet eylesin.Kalan bize yeter) Beş milyon işsiz var.(Türkiye’de aile dayanışması iyidir. Aç ölü mezarı olmaz) Kadın cinayetlerinde şampiyonuz (Dururken adam öldürülmez. Kabahat ölende mi, öldüründe mi?) Yarışma sınavlarında sorular çalınmış (Allah herkesin nasibini ayırmıştır. At binenin kılıç kuşananın) Örnekleri çoğaltabiliriz ama bu bize fazla yarar sağlamaz. Çünkü biliyoruz ki duyarsızlık, kamusal sorumsuzluk, mekan ve zamanı iyi kullanamama, fazla çalışmayı sevmeme, güçlüden yana olma, duruma göre davranma, öfke ve ertelemeyi kontrol edememe, ben/bizcilik, eğitimi/bilgiyi küçümseme, dayanaksız övünme, ego şişkinliği vb. toplumumuzda sıkça rastlanan özelliklerdir. (Bu çok da hoş olmayan değerler, toplumsal kontrolle azaltılabileceği gibi; yeni kuşaklar bir ulusal ve evrensel değerler seti geliştirilerek; eğitimle sil baştan donatılabilirler.) Bu arızalı durumun pek çok nedeni olabilir. Biz burada sadece insanımızı güncelleyememizin üzerinde kısaca duracağız. Pek çok toplum bilimci, toplumları ve insanların zihniyetini bir gelişim aşaması içinde açıklarlar. Auguste Comte (1798-1857) pozitivizmin kurucularından biri olarak düşünce tarihini, teolojik-metafizik-pozitif olmak üzere üçe ayırır. Bu aşamalar olayları ve yaşamı açıklamaya ilişkin dönemleri ifade eder. Ferdinand Tönnes (1855-1936) ise toplumsal dönüşümü, tarım toplumlarındaki geleneksel yaşam tarzı ile, kentsel modern yaşam tarzını, birbirine zıt toplumsal yapı ve ilişkiler olarak tanımlar. Birinci sade, komünal, doğal ve duygusal ‘cemaat, ikinci ise sanayileşmeyle yazılı kurallara dayanan, duygusallığın kaybolduğu, endüstri ve bilimin egemen olduğu ‘cemiyet’ türü toplumdur. Alvin Toffler (1928-) ise ‘Üçüncü Dalga’ adlı kitabıyla üç tür toplum tanımlar. Bunlar: Tarım- Sanayi ve Bilgi toplumlarıdır. (Her yeni dalgayla gelen toplum bir öncekini kenara iter. Her dönem yeni birey, kurum ve toplum yapısıyla karakterizedir.) Görüldüğü gibi ister modernite diyelim ister çağdaşlık ya da güncellik. Yaşanılan dönemin aktif bir katılımcısı olmak, ancak azim, emek, zaman ve eğitim işidir. Literatürde tartışmalı bir ‘sosyolojik köylülük’ ten bahsedilir. Tavuğu mülkiyet sanan, küçük açık gözlülerle oyalanan, büyük düşünemeyen… Bu düzeyde kalınmışsa çağdaş dünyada yerimiz olamaz. Genellikle içe dönük ve kendi aramızda oyalanıp dururuz. Kuşkusuz böylesi bir toplumsal formasyon ve insan prototipi pek çok nedenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ancak kanaatımızca en önemli nedenlerden birisi ‘göçer toplum’ olma özelliğidir. Sürekli Batı’ya göç ederken kalıcı olmayan yaşam tarzları toplumun bilinç altına kazınmış olmalı. Mimariden, geleneklere, yazılı kültürle eklemlenmeden, filozof çıkarmaya kadar pek çok konuda göçerlik bir oranda devam ediyor. Türk kimliği, diğerleriyle karşılaştırıldığında iki özelliği ile onlardan ayrılıyor. Bunlar; çabuk devlet kurma ve farklı ortamlara adapte olma özelliği. Orta Asya’dan gelirken zengin kültür sentezleri yapmışız. (İslamiyeti bile Anadolu Müslümanlığı şeklinde yorumlamışız.) ama Anadolu’da bin yıldır yerleşik durumdayız. Artık şu yarı yerleşik kültürden kurtulsak iyi olacak.‘İdamey-i hayat’ yerine kalite arayışı, beklentisi ve alışkanlığı daha uygun olacaktır. Cumhuriyetten beri şükür, romanımız, tiyatromuz, üniversitemiz vb. var. Ama üretilmiş teknolojiyi kullanmak yerine kendimiz yapsak, davalar iki kuşak sürmese, birbirimizle daha az didişsek, eğitimde kaliteye daha çok önem versek, kötü örnekleri onaylamasak/ affetmesek… Bir de, en azından dünyayı pozitivist açıdan değerlendirsek görün bu toplum nerelere gelir. Ama maalesef halen, kurallara uyanlar arkada kalmaktalar. (Bu istatistiki hata grubu, arkadan dolananları beslemektedir.) Daha yüksek bir farkındalığı gerçekleştirmiş Türkiye dileğiyle. Torunlarımız için…
© Copyright 2024 Paperzz